Print Friendly and PDF

HİKEMÜ’L ATÂİYYE 2

Bunlarada Bakarsınız




İBN-İ ATÂULLÂH EL -İSKENDERÎ -EL-HİKEMÜ’L ATÂİYYE (Hikmetli Nasihatler)

الحكم العطائية  ابن عطاء الله السكندري


“NAMAZDA KUR'ÂN-I KERİM'DEN BAŞKA BİR KİTAP OKUMAK CÂİZ OLSAYDI EL-HİKEM OKUNURDU.”

ليخفف ألم البلاء عليك علمك بانه سبحانه هو المبلي لك. فالذي واجهتك منه الأقدار هو الذي عودك حسن الاختيار
“Belayı verenin Allah Teâlâ olduğunu bilmen, sana be­lanın acısını hafifletsin. Zira kaderde ki belaları sana gönderen, seni bol bol nimetlere alıştıran Allah Teâlâ’nın kendisidir.” [1]
**

 من ظن انفكاك لطفه عن قدره فذلك لقصور نظره.

“Basireti noksan olan Allah Teâlâ’nın lütfunu kaderinden ayrı olduğunu düşünür.
**

 لا يخاف عليك أن تلتبس الطريق عليك وإنما يخاف عليك من غلبة الهوى عليك.

“İbadet yollarının birbirine karışması seni kor­kutmasın. Heva-i nefsin galebesi seni korkutsun.”[2]
**

 سبحان من ستر سر الخصوصية بظهور البشرية وظهر بعظمة الربوبية في إظهار العبودية.

“Beşeri vasıfların zuhuru ile hususiyetin sırrını gizleyen ve kulluğu izhar ederek, rububiyyetin azame­tini ortaya çıkaran Allah Teâlâ'yı tespih ederim.”[3]
**

 لا تطالب ربك بتأخر مطلبك ولكن طالب نفسك بتأخر أدبك.
“İsteğin geciktiğinde Rabbini suçlama. Bilakis edebin gerisinde kaldığı için nefsini suçla.[4]
**

 متى جعلك في الظاهر ممتثلاً لأمره ورزقك في الباطن الاستسلام لقهره. فقد أعظم المنة عليك. ليس لك لمن ثبت تخصيصه كمل تخليصه.

“Seni zahirde emrine uyan kıldığı, batında ise kahrına teslimiyet ile rızıklandırdığında, sana büyük bir ihsanda bulunmuş demektir. Her ne kadar bazı kimselere hususiyetler sabit olmuş ise de nefsin bütün afetlerinden bu kimseler kurtulmuş demek değildir.[5]
**

 لا يستحقر الورد إلا جهول. الوارد يوجد في الدار الآخر والورد ينطوي بانطواء هذه الدار. وأولى ما يعتني به مالا يخلف وجوده. الورد هو طالبه منك والوارد انت تطلبه منه وأين ما هو طالبه منك مما هو مطلبك منه.

“Virdi ancak cahil kimse küçük görür. Rabbani marifetler ahiret gününde bulunur. Vird ise bu dünyanın fenasıyla o da fani olur gider. O zaman dünyada bu işlerde telafisi olmayana özenmek daha şayandır. Hem de vird, onun senden isteğidir. Varid ise sen ondan istemektesin. Onun senden istediği nerde senin ondan istediğin nerde?[6]
**

 ورود الأمداد بحسب الاستعداد. وشروق الأنوار على حسب صفاء الأسرار. الغافل إذا أصبح ينظر ماذا يفعل والعاقل ينظر ماذا بفعل الله به.

“Yardımların gelmesi, hazırlıklı olmasına göre, nurların parlaması da sırların paklığına göredir. Gafil kimse sabahleyin ne yapacağını düşünür. Akıllı kimse ise Allah Teâlâ’nın ne yaptıracağını düşünür.[7]
**

 إنما يستوحش العباد والزهاد من كل شئ لغيبتهم عن الله في كل شئ فلو شهدوه في كل شئ لم يستوحشوا من شئ.

“Âbidler ve zâhidler her şeyde Allah Teâlâ'yı görmedik­leri için onlardan sıkılmışlardır. Şayet her şeyde O'nu görselerdi hiçbir şeyden sıkılmazlardı.
**

 أمرك في هذه الدار بالنظر في مكنوناته وسيكشف لك في تلك الدار عن كمال ذاته. علم منك أنك لا تصبر عنه فأشهدك ما برز منه

“Allah Teâlâ bu dünyada mahlûkatına bakmanı emretmiştir. Zati kemalini sana ahiret gününde göste­recektir. Senin sabır edemeyeceğini bildiği için, sana kendisinden zuhur eden şeyleri göstermiştir.[8]
**

 لما علم الحق منك وجود الملل لون لك الطاعات وعلم ما فيك من وجود الشرة فحجرها عليك في بعض الأوقات ليكون ههمك إقامة الصلاة لا وجود الصلاة فما كل مصل مقيم

“Allah Teâlâ insanın fıtratında usanç olduğunu bil­diği için ibadetleri çeşitlendirdi. Fıtratında ki hudutlar aşmayı da bildiği için her zaman ibadet etmeyi değil, bazı zamanlarda ibadeti emretti. Ta ki niyetin tek na­maz kılmak değil namazı ikame olsun. Zira her namaz kılan namazı ikame etmiş değildir.[9]
**

 الصلاة طهرة للقلوب من أدناس الذنوب واستفتاح لباب الغيوب.

"Namaz kalbi günah kirlerinden temizler ve  gaybın kapısını açar" (İmam Gazali kaddese’llâhü sırrahu’l azîz) [10]
**
  
  الصلاة محل المناجاة
"Namaz Allah Teâlâ ile münacat ye­ridir"
**

 ومعدن المصافاة

"Namaz kirleri temizleme kaynağı­dır"
**

 تتسع فيها ميادين الأسرار وتشرق فيها شوارق الأنوار.

“Namaz sırların meydanlarını genişletir ve nurlar parlaklığını artırır.”[11]
**

 وعلم وجود الضعف منك فقلل أعدادها وعلم احتياجك إلى فضله فكثر أمدادها.

“Allah Teâlâ sendeki zayıflığı bildiği için namazın sayısını azalttı. O'nun lütfuna ihtiyacını bildiği içinde yardımını çoğalttı.”
**

 متى طلبت عوضاً على عمل طولبت بوجود الصدق فيه ويكفي المريب وجدان السلامة.
“İbadete mükâfat istediğin zaman bil ki, O da sa­dakatle ifa edilmesini talep eder. Sadakat olmadığı zaman o ibadete karşılık azap verilmezse senin için ye­terlidir.
**

 لا تطلب عوضاً على عمل لست له فاعلاً. يكفي من الجزاء لك على العمل أن كان له قابلاً. إذا أراد أن يظهر فضله عليك خلق ونسب إليك

“Yapamadığın amele mükâfat bekleme. Senden onu kabul etmesi mükâfat olarak yeter. Sana iyiliği di­lediği zaman, sana güzel ameli yaratır. Ve o ameli sana nispet eder.”
**

 لا نهاية لمذامك أن أرجعك إليك ولا تفرغ مدائحك أن أظهر جوده عليك.

“Allah Teâlâ seni nefsine teslim ederse, senin kötülüklerinin sonu gelmez. Eğer iyiliğini sana göste­rirse senin iyiliklerinin sonu olmaz.
**

 كن بأوصاف ربوبيته متعلقاً وباوصاف عبوديتك متحققاً. منعك أن تدعى ما ليس لك مما للمخلوقين. أفيبيح لك أن تدعى وصفه وهو رب العالمين.

“O'nun rububiyyet sıfatlarına bağlan. Kendi kul­luk sıfatlarını da iyi bil! Başka bir mahlûka ait bir şeyi iddia etmeni bile yasaklamışken, -Rabbul Âlemin- ol­duğu halde O'nun bir vasfını iddia etmeni sana caiz kılar mı?[12]
**
 كيف تخرق لك العوائد وأنت لم تخرق من نفسك العوائد.

“İçindeki kötü huyları bertaraf etmeden nasıl olurda kerametlerin peşine düşmüş olursun.[13]
**

 ما الشأن وجود الطلب إنما الشأن أن ترزق حسن الأدب.

“Talepte bulunmak değerli bir şey değildir. En güzel şey edeple rızıklanmaktır.[14]
**

 ما طلب لك شئ مثل الاضطرار ولا أسرع بالمواهب إليك مثل الذلة والافتقار

 “Kendinde hiçbir kuvvet ve irade görmemek ka­dar değerli bir talep, zillet ve muhtaç olmayı bildirmek kadarda ihsanın süratle insana ulaşması gibi hiçbir amel yoktur.”
**

 لو أنك لا تصل إليه إلا بعد فناء مساويك ومحو دعويك لمتصل إليه أبداً. ولكن إذ أراد أن يوصلك إليه غطى وصفك بوصفه ونعتك بنعته فوصلك إليه بما منه إليك لا بما منك إليه.

“Eğer sen illa da nefsin kusurlarını silmekle ve on­ları ibadet, taat ve zikirle yok edip Allah Teâlâ'ya vuslat etme­yi düşünüyor isen yanılmışsın. Asla kavuşamazsın. Lakin O seni kendine ulaştırmak istediğinde, senin vasfını ve na’tını kendi vasıf ve na’tıyla örter. Senin ona verdiğinle değil O'nun sana verdiği ile kendine ulaştı­rır.[15]
**

 لولا جميل ستره لم يكمن عمل أهلاً للقبول

“O'nun güzel örtüsü olmasaydı hiçbir amel kabu­le şayan olmazdı.[16]
**

أنت إلى حلمه إذا أطعته أحوج منك إلى حلمه إذا عصيته.
“İsyan ettiğinden ziyade, itaat ettiğinde O'nun hilmine muhtaçsın.[17]
**

 الستر على قسمين ستر عن المعصية وستر فيها فالعامة يطلبون من الله الستر فيها خشية سقوط مرتبتهم عند الخلق والخاصة يطلبون من الله الستر عنها خشية سقوطهم من نظر الملك الحق

“Örtme iki kısımdır; Günahtan örtünme, günahın içinden örtünmedir.
Avam olanlar, halkın gözünden mertebelerinin düşmesinden korkarak Allah Teâlâ'dan günahta örtünmeyi isterler.
Havas ise Hakkın nazarından düşmekten korkarak O'ndan günahtan örtünmeyi talep ederler.” [18]
**

 من أكرمك إنما أكرم فيك جميل ستره فالحمد لمن ستره فالحمد لمن سترك ليس الحمد لمن أكرمك وشكرك.

“Sana ikram eden (kişi), senin şahsında görünen o güzellik hakikatte Allah Teâlâ’nın örtmesiyle olmuştur. O halde hamdü sena iyilik ve ikram edene değil, seni ör­tenedir.[19]
**

 ما صحبك إلا من صحبك وهو بعييك عليم وليس ذلك إلا مولاك الكريم.

“Asıl arkadaşın, senin ayıbını bildiği halde senin­le arkadaşlık edendir. Ki, O'da kerem sahibi Mev­la'dan başkası değildir.
**

 خير من تصحب من يطلب لا لشئ يعود منك إليه
Arkadaşın hayırlısı (Allah Teâlâ) dır. Senden ona dönecek bir şey beklemeden seni isteyendir. [20]
**

 لو أشرق لك نور اليقين لرأيت الآخرة أقرب إليك من أن ترحل إليها ولرأيت محاسن الدنيا قد ظهرت كسفة الفناء عليها
“Eğer sana yakinin (şüphesizlik) nuru saçılmış ise göreceksin ki, ahirete yolculuk etmeden de daha ya­kındır ve dünya lezzetlerini de kaim bir fanilik bulutu kaplamıştır.[21]
**

 ما حجبك عن الله وجود موجود معه إذ لا شئ معه ولكن حجبك عنه توهم موجود معه.

“Herhangi bir varlığın Allah Teâlâ ile beraber olması gi­bi seni O'ndan perdelememiştir. Çünkü O’nunla bera­ber herhangi bir varlık mevcut değildir. Seni asıl per­deleyen O'ndan başka bir varlığı zannetmendir.
**

 لولا ظهوره في المكونات ما وقع عليها وجود الصفات ولو ظهرت صفاته اضمحلت مكوناته

“Varlıklarda zuhur etmeseydi, gözler onları gör­mezdi. Şayet sıfatları doğrudan görülseydi, varlıklar si­linirdi (hiç görülmezdi).[22]
**

أظهر كل شئ لأنه الباطن وطوى وجود كل شئ لأنه الظاهر

**

 أباح لك أن تنظر ما في المكونات وما أذن لك أن تقف مع ذوات المكونات. قل انظروا ما في السموات والأرض ولم يقل انظروا السموات والأرض. قل انظروا ماذا فيها فتح لك باب الإفهام ولم يقل انظروا السموات لئلا يدلك على وجود الإجرام.

“Varlıklarda olana (Allah Teâlâ’nın cemali) bakmanı em­retti. Varlıkların zatına takılmasına da izin vermedi. "Göklerde ve yerde olanlara bakınız" [23]emriyle sana an­layış kapısını açtı. Cisimlerin varlığını O'na hicap ol­masın diye göklere bakın demedi.
**

 الأكوان ثابتة بإثباته وممحوة بأحدية ذاته.
“Varlıklar O'nun sabit kılmasıyla "var", O'nun zatının birliği karşısında "yok" olur.[24]
**

 الناس يمدحونك لما يظنونه فيك فكن أنت ذاماً لنفسك لما تعلمه منها.
“İnsanlar seni iyi zannettikleri için methederler. Sende nefsini en iyi bildiğin için onu kötüle.”
**

 المؤمن إذا مدح استحيا من الله تعالى أن يثنى عليه بوصف لا يشهده من نفسه.

“Mümin meth edildiği zaman kendine layık gör­mediği ve nefsinde bulunmayan bir vasıftan Allah Teâlâ'dan hayâ eder.
**

 أجهل الناس من ترك يقين ما عنده لظن ما عند الناس.

“İnsanların en cahili, insandaki bir zan sebebiy­le kendindeki bir gerçeği terk edendir.”[25]
**

 إذا أطلق الثناء عليك ولست بأهل فائن عليه بما هو له أهل.

“Layık olmadığın halde sana övgüler gönderiyorsa, sende meth ü senaya layık olan Allah Teâlâ’yı öv.
**

 الزهاد إذا مدحوا القبضوا لشهودهم الثناء من الخلق والعارفون إذا مدحوا انبسطوا لشهودهم ذلك من الملك الحق

“Zahid'ler övüldükleri zaman, halk'tan gördüğü için kabz (daralma) olurlar.
Arifler ise övüldüklerinde, onu Hak'tan gördüğü için bast (genişleme) olurlar.”[26]
**

 متى كتب إلى اعطيت بطل إذا أعطيت بسطك العطاء وإذا منعت قبضك المنع فاستدل بذلك على ثبوت طفوليتك وعدم صدقك في عبوديتك.

Sana bir ihsanda bulunduğu zaman seviniyor,  bir şeyden men edildiğinde sıkılıyorsan, bil ki asalak bir kişiliğe sahip olduğunun ve kullukta da sadık olmadığının de­lilidir.
**

 إذا وقع منك ذنب فلا يكن سبباً ليأسك من حصول الاستقامة مع ربك فقد يكون ذلك آخر ذنب قدر عليك.

“Sende günah vuku bulunduğunda, Rabbinin seni istikametten çıkarmış olduğu yeisine girmeyesin. Ola­bilir ki bu, takdir olunan en son günahın olabilir.[27]
**

 إذا أردت أن ينفتح لك باب الرجاء فاشهد ما منه إليك. وإذا أردت أن ينفتح لك باب الخوف فاشهد ما منك إليه.

“Sana ümit kapısının açılmasını istiyorsan O'ndan sana gelene bak. Korku kapısının açıl­masını istiyorsan senden Ona gidene yani kulluğuna bak.
**

 ربما أفادك في ليل القبض ما لم تستفده في اشراق نهار البسط لا تدرون أيهم أقرب لكم نفعاً.

“Çoğu kez genişlik aydınlığında elde edemediğin fay­dayı, sana sıkıntılar karanlığında verir. "Hangisinin fayda bakımından size daha yakın olduğunu bilemezsiniz"
**

 مطالع الأنوار القلوب والأسرار

“Nurların doğdukları yerler kalpler ve sırlardır.[28]
**

 نور مستودع في القلوب مدده من النور الوارد من خزائن الغيوب. نور يكشف لك به عن آثاره ونرو يكشف لك به عن أوصافه

“Kalbe emanet edilmiş bir nur vardır ki; kaynağı gayp hazinelerinden akıp gelir. Bir nur vardır ki; Onunla sana kâinatın haline baktırır. Bir nur vardır ki; Allah Teâlâ yüce sıfatlarını onunla sana keşfettirir.”[29]
**

ربما وقفت القلوب مع الأنوار كما حجبت النفوس بكثائف الأغيار.

“Nefisler nasıl ki ağyarların yoğunluğuyla perde­leniyorsa, kalplerde bazen nurlara takılıp kalır.[30]
**

 ستر أنوار السرائر بكثائف الظواهر اجلالاً لها أن تبتذل بوجود الإظهار وأن ينادي عليها بلسان الاشتهار.

**

 سبحان من لم يجعل الدليل على أوليائه إلا من حيث الدليل عليه. ولم يوصل إليهم إلا من أراد أن يوصله إليه

“Evliyasına ulaşmayı kendisine ulaşmaya vesile kılan ve ancak kendisine ulaştırmak istediği kimseyi evliyasına ulaştıran Allah Teâlâ'yı tespih ederim.[31]
**

 ربما أطلعك على غيب ملكوته وحجب عنك الاستشراف على أسرار العباد.

“Bazen seni ruh âlemine ait sırlara muttali edip fakat kulunun sırlarını sana gizli tutmuştur.[32]
**

 من اطلع على أسرار العباد ولم يتخلق بالرحمة الإلهية كان اطلاعه فتنة عليه وسبباً لجر الوبال إليه

“Allah Teâlâ kullarının sırlarına kimi ulaştırmış ise ve o kimse ilahi rahmetle ahlaklanmamış ise, bu ulaşma onun için fitne ve vebale girme vesilesi olur.[33]
**

 حظ النفس في المعصية ظاهر جلي وحظها في الطاعات باطن خفى ومداواة ما يخفى صعب علاجه.
“Nefsin günahtaki payı açık ve belirgindir. Taatlerde ki hazzı ise gizli ve belirsizdir. Nefsin gizli olan hazzının tedavisi daha zordur.[34]
**

 ربما دخل الرياء عليك من حيث لا ينظر الخلق إليك

“Bazen insanların görmediği yerde bile ibadetine riya girebilir.[35]
**

 استشرافك أن يعلم الخلق بخصوصيتك دليل على عدم صدقك في عبوديتك

“Hususiyetlerini halkın bilmesini temenni etmen kulluğunda sadık olmadığının delilidir.[36]
**

 غيب نظر الخلق إليك بنظر الله إليك وغب عن اقبالم عليك بشهود إقباله إليك.

“Halkın sana olan nazarını Hakk'ın nazarında yok et. Allah Teâlâ’nın seni kabul etmesine iltifat et, halkın kabulüne değil.
**

 من عرف الحق شهده في كل شئ ومن فنى به غاب عن كل شئ. ومن أحبه لم يؤثر عليه شيأ.

“Hakk’ı tanıyan O’nu her şeyde görür. Hakk’tan fâni olan her şeyden gayb olur.  O’nu sevene hiçbir şey tesir etmez.”
**

إنما حجب الحق عنك شدة قربه منك. وإنما احتجب لشدة ظهوره وخفى عن الأبصار لعظم نوره.

“Allah Teâlâ’yı görememenin sebebi O'na çokça ya­kın olmaktandır. Perdelenmiş olması ise O'nun zuhu­runun şiddetindendir. Gözlerden gizlenmiş olması ise nurunun azametindendir.[37]
**

 لا يكن طلبك تسباً للعطاء منه فيقل فهك عنه ليكن طلبك لأظهار العبودية وقياماً بحقوق الربوبية

“Talebin O'ndan gelecek bir nimetin vesilesi için olmasın. Yoksa O'nu gerçekten tanımamış olursun. Ta­lebin ancak O'na kulluğunu izhar etmek ve rububiyyetin hakkını eda etmek için olsun.
**

 كيف يكون طلبك اللاحق سبباً لعطائه السابق جل حكم الأزل أن ينضاف إلى العلل

“Sonradan yapılan talepler, ezelden belirlenmiş ihsanların nasıl sebepleri olabilir. Ezeli hükümler se­beplere bağlı olmaktan yücedir.”[38]
**
عنايته فيك لا لشئ منك وأين كنت حين واجهتك عنايته وقابلتك رعايته. لم يكن في ازله إخلاص أعمال ولا وجود أحوال. بل لم يكن هناك إلا محض الإفضال وعظيم النوال.

“Allah Teâlâ’nın sana yardım etmesi senin sebebinle de­ğildir. Yoksa O'nun yardım ve muhafazası sana yönel­diğinde sen neredeydin?
Ezelde kulunun ihlâslı bir ameli ve varlığı yoktu. Allah Teâlâ’nın sonsuz ikram lutuf sahibi olmasıydı. [39]
**

 علم أن العباد يتشوفون إلى ظهور سر العناية. فقال يختص برحمته من يشاء وعلم أنه لو خلاهم وذلك لتركوا العمل اعتماداً على الأزل. فقال أن رحمة الله قريب من المحسنين.

“Allah Teâlâ kulunun kendi gayretine dayanacağını bildiği için "Rahmetimi istediğim kişiyedir" [40] buyurmuştur. Onları öyle bırakırsa ezeldeki hükme dayanıp taati terk edeceklerini bildiği için "Rahmetim iyi taat işleyenlere yakındır"[41] buyurmuştur.
**

 إلى المشيئة يستند كل شيء لأن وقوع ما لم يشأ الحق محال ولا تستند هي إلى شئ.

“Her şey Allah Teâlâ’nın isteğine dayanır. Çünkü O'nun dilemediği şeyin olması imkânsızdır. O'nun isteği ise hiçbir şeye dayanmaz.”[42]
**

 ربما دلهم الأدب على ترك الطلب اعتماد على قسمته واشتغالاً بذكره عن مسئلته.

“Arifler edepten dolayı kısmetine itimat edip, zikriyle meşgul kalıp çoğu kez istekte bulunmamışlardır.[43]
**

 إنما يذكر من يجوز عليه الاعفال. وإنما ينبه من يمكن منه الإهمال

“Ancak gaflette kalabilen kimselere hatırlatmak gerekebilir. Ve ihmal edebilecek kimseler uyarılabilir.[44]
**

ورود الفاقات أعياد المريدين.
“Fakrü zaruretin gelmesi mürit için bayramdır.”
**

 العيد الوقت الذي يعود على الناس بالمسرة والسرور.

“Bayram günleri insanlar için şenlik ve ferah getiren özel günlerdir. Bu günler avam içindir.”[45]
**

 ربما وجدت من المزيد في الفاقات ما لم تجده في الصوم والصلاة. الفاقات بسط المواهب. أن أردت ورود المواهب عليك صحح الفقر والفاقة لديك. إنما الصدقات للفقراء.

“Bazen yoksullukla elde edilen kazanç, namaz ve oruç ile elde edilememiştir. Yoksulluk ihsanların serilmesidir. İlahi vergilerin sana akmasını işitiyorsan fakr-u zaruretten yana ol. Çünkü "Sadakalar fakir ve miskinler içindir" [46]
**
تحقق بأوصاف يمدك بأوصافه. وتحقق بذلك يمدك بعزه. وتحقق بعجزك يمدك بقدرته. تحقق بضعفك يمدك بحوله وقوته
“Sen kendi vasıflarını bil, O sana kendi vasıfları ile yardım eder.
Zilletini bil ki izzeti ile sana yardım etsin. Acziyetini bil ki kudreti ile sana yardım etsin. Ve zayıf­lığını bil ki kuvveti ile sana yardım etsin.”
**

 ربما رزق الكرامة من لم تكمل له الاستقامة.

“Bazen istikameti kemale ermeyene de keramet ve­rilebilir.[47]
**
 من علامات إقامة الحق لك في الشئ إدامته إياك فيه مع حصول النتائج.

“Hakk’ın seni bir makamda tutmasının alameti, o hali sana sonuçlarıyla beraber devam ettirmesidir. 
**

 من عبر من بساط إحسانه أصمتته الاساءة، ومن عبر من بساط إحسان الله لم يصمت إذا أساءه.

“İrfan ilmini ifade ederken kendi iyiliklerinden olduğunu düşünen kimseyi hatalar susturur. Allah Teâlâ’nın ihsanlarını anlatanı ise hiçbir günah susturamaz.
**

 تسبق أنوار الحكماء أقوالهم فحيث صار التنوير وصل التعبير.

“Hikmet ehlinin nuru, sözlerinden evvel kalplere varır. Nur nereye kadar gitmişse sözde oraya kadar ula­şır.[48]
**

 كل كلام يبرز وعليه كسوة القلب الذي منه برز.

“Kalp, nur elbisesi giyerse ise sözü de nurlu olur.”[49]
**

 من أذن له في التعبير فهمت في مسامع الخلق عبارته وجلبت إليهم إشارته.

“Konuşmasına izin verilenin sözü halkın kulağına hoş görünür, işaretleri halka ayan olur.” [50]
**

 ربما برزت الحقائق مكسوفة الأنوار إذا لم يؤذن لك فيها بالاظهار.

“Açıklanmasına izin verilmemiş hakikatlerin nur­ları kapalı olarak ortaya çıkarlar.” [51]
**

 عياراتهم أما لفيضان وجد أو لقصد هداية مريد. فالأول حال السالكين. الثاني حال أرباب المكنة والمحققين.

“Sır içindeki söylemleri ya vecdin taşınması için veya müridin hidayeti kastıyladır. Birincisi saliklerin ikincisi hakikat ehlinin halidir.[52]
**

 العبارة قوة لعائلة المستمعين وليس لك إلا ما أنت له آكل.

“Manevi yorumlar dinleyen müritlerin gıdasıdır. Herkesin iştahına göre gıdası da değişir.[53]
**

 ربما عبر عن المقام من استشرف عليه. وربما عبر عنه من وصل إليه وذلك يلتبس الأعلى صاحب البصيرة
“Makamdan haber veren bazı zaman nasıl bulduğunu, kimi bazı zamanda ise vuslatı bahseder. Bunu ancak basiret sahibi anlayabilir.[54]
**

 لا ينبغي للسالك أن يعبر عن وارداته فإن ذلك يقل عملها في قلبه ويمنعه وجود الصدق مع ربه.

“Salik için varidatını (vehbi ilimlerini) dışarıya vermek uygun değildir. Çünkü ifşa etmesi amelin kalpteki tesirini azaltır. Ve onu Rabbine sadık olmak­tan alıkoyar.”[55]
**

 لا تمدن يدك إلى الأخذ من الخلائق إلا أن ترى أن المعطي فيهم مولاك. فإن كنت كذلك فخذ ما وافق العلم.

“Asıl verenin Mevla olduğunu görmeyinceye ka­dar mahlûkattan bir şey almak için elini uzatma. Eğer böyle isen ilme (şeriat ve hakikat) uygun olarak alabi­lirsin.
**

 ربما استحيا العارف أن يرفع حاجته إلى مولاه اكفاء بمشيئته. فكيف لا يستحي أن يرفعها إلى خليقته.

“Arif çoğu zaman kadere dayanarak ihtiyaçlarını Allah Teâlâ’ya arz etmekten utanırken nasıl olupta ihtiyaçları­nı mahlûklara götürmekten utanmazsın.
**

 إذا التبس عليك أمران. انظر أيهما أثقل على النفس فاتبعه. فإنه لا يثقل عليها إلا ما كان حقاً.

“İki hayırlı iş hakkında hangisinin daha hayırlı olduğuna dair tereddüde girersen nefsine hangisi ağır geliyorsa onu izle. Çünkü ona ağır gelen daima haktır.
**

 من علامات ابتاع الهوى المسارعة إلى نوافل الخيرات. والتكاسل عن القيام بالواجبات.

“Nafile ibadetler peşinde koşup vacip amellere tembellik etmen nefsin isteklerine uyma alametidir.[56]
**

 قيد الطاعات بأعيان الأوقات كي لا يمنعك عنها وجود التسويف ووسع عليك الأوقات كي لا تبقى لك حصة الأختيار.

“İbadeti vakitlere bağlamış ta ki ihmal edip "ya­rıncılık" etmeyesin. Vakitleri de geniş tutmuş ki, huzur, sükûnet ve layıkıyla ifa edesin.”[57]
**

 علم قلة نهوض العباد إلى معاملته فاوجب عليهم وجود طاعته فساقهم إليها بسلاسل الإيجاب. عجب ربك من قوم يساقون إلى الجنة بالسلاسل أوجب عليك وجود خدمته. وما أوجب عليك لا دخول جنته.

“Kulların ibadetlere karşı olan tembelliklerini bildiği için onlara ibadeti mecbur kılmıştır. Onun zin­ciriyle ibadete, ibadetin zinciri ile de cennete çekmiştir. Sana taati vacib kılarken aslında cennete girmeni vacib kıldı.” [58]
**

 من استغرب أن ينقذه الله من شهوته وأن يخرجه من وجود غفلته. فقد استعجز القدرة الإلهية وكان الله على كل شئ مقتدرا.

“Allah Teâlâ'nın, kendisini nefsi arzulardan kurtarmasını ve gafletten çıkarmasını garipseyen kimse O'nun ilahi kudretine aczi isnat etmiştir. Oysa "Allah her şeye ka­dirdir" [59]
**

 ربما وردت الظلمة عليك ليعرفك قدر ما من به عليك.

“Bazen karanlıklar sana Allah Teâlâ’nın nimetlerinin kadrini öğretmek için gelir.”
**

 من لم يعرف قدر النعم بوجدانها عرف بوجود فقدانها.

“Nimetin verilmesiyle kadrini bilmeyene alınma­sıyla kadri bildirilir.
**

 لا تدهشك واردات النعم عن القيام بحقوق شكرك. فإن ذلك مما يحط من وجود قدرك.

“Şükrün hukukunu yerine getirmem imkânsız­dır diye bir şaşkınlığa düşme. Bu senin değerini düşü­rür.”
**

 تمكن حلاوة الهوى من القلب هو الداء العضال. لا يخرج الشهوة من القلب إلا خوف مزعج أو شوق مقلق.

Nefsin hevasının tadının kalbe yerleşmesi çaresi zor bir hastalıktır. Bunu kalpten men edici bir korku veya cezb edici bir şevkten başkası çıkaramaz.
**

 كما لا يجب العمل المشترك لا يحب القلب المشترك. العمل المشترك هو لا يبقله والقلب المشترك لا يقبل عليه.

“Müşterek ameli sevmediği gibi müşterek kalbi­de sevmez. Ortak ibadeti kabul etmez, ortak kalp sahi­bine de kabul görmez.
**

 أنوار أذن لها في الوصول وأنوار أذن لها في الدخول

“Bazı nurlara ulaşmaya, bazılarında içine girilmesine izin verilmiştir.”
**

ربما وردت عليك الأنوار فوجدت القلب محشواً بصور الآثار فارتحلت من حيث نزلت. فرغ قلبك من الأغيار تملأه بالمعارف والأسرار.

“Bazen kalplerin üzerine nurlar yağar, kalbi eser­ler sureti ile dolu görüp geri döner. Kalbini yaratılan­lardan boşalt ki ilahi marifet ve sırlarla dolsun.
**
لا تستبطئ من النوال ولكن استبطئ من نفسك وجود لا قبال.

“Allah Teâlâ’dan gelecek varidatları gecikmiş bulacağına nefsini ona yönelmeye gecikmiş olarak bul. (düşün) ”[60]
**

 حقوق في الأوقات يمكن قضاؤها وحقوق الأوقات لا يمكن قضاؤها. إذ ما من وقت يرد إلا ولله عليك فيه حق جديد وأمر أكيد. فكيف تقضي فيه حق غيره وأنت لم تقض حق الله فيه.

“Vakitlerdeki hakların kazası mümkündür. Ama vakitlerin hakkının kazası mümkün değildir. Zira ge­len her vakitte Allah Teâlâ’nın senin üzerinde bir hakkı ve te'kidlenmiş emri vardır. Sen Allah Teâlâ’nın bu vakitteki hakkını terk edip diğer vakitlerin hakkını nasıl kaza edebilirsin.
**

 ما فاتك من عمرك لا عوض له وما حصل لك منه لا قيمة له.

“Kaçırdığın ömrün bedeli olmadığı gibi elde ettiğinin de (vuslatın dışında) kıymeti yoktur.
**

 ما أحببت شيئاً إلا كنت له عبدا وهو لا يحب أن يكون عبداً لغيره.

“Neye sevgi beslemiş isen ona kölesin. Hâlbuki Allah Teâlâ senin kendisinden başkasına köle olmanı istemez.”
**

 لا تنفعه طاعتك ولا تضره معصيتك. فإنما أمرك بهذه ونهاك عن هذه لما يعود عليك لا يزيد في عزة إقبال من أقبل ولا ينقص من عزه أدبار من أدبر عنه

“Taatın ona bir fayda sağlamayacağı gibi güna­hında O'na zarar vermez. Sana şunu emredip, bunu ya­saklaması yine sana dönecek bir fayda içindir. Kişinin O'na yönelmesi O'nun izzetini arttırmadığı gibi yüz çevirmesi de izzetini eksiltmez.
**

 وصولك إلى الله وصولك إلى العلم به وإلا فجل ربنا أن يتصل به شئ أو يتصل هو بشئ

“Allah Teâlâ’ya vuslat O'nu bilmeye ulaşmak demektir. Oysa Rabbimiz bir şeyin O'na veya O'nu bir şeye bi­tişmesinden yücedir.
**

قربك منه أن تكون مشاهد القربه وإلا فمن أين أنت ووجود قربه.

“O'na yaklaşmandan maksat O'nun sana yakın ol­duğunu görmen demektir. Oysa sen nerde, O'na yak­laşmak nerde!”
**

 الحقائق ترد في حال التجلي مجملة وبعد الوعي يكون البيان. فإذا اقرأناه فاتبع قرآنه ثم أن عليا بيانه.

“Hakikatler (manevi ilimler) tecelli anında açık­lamasız olarak kalplere inerler. Tecelli kalktıktan sonra beyanları zihinlerde oluşur. "Biz o Kur'ân-ı Kerim'i okuduğu­muzda onu dinle. Sonra onu açıklamak bize aittir." [61]
**

 متى وردت الواردات الإلهية إليك هدمت العوائد عليك أن الملوك إذا دخلوا قرية أفسدواها. الوارد يأتي من حضرة قهار لأجل ذلك لا يصادمه شئ إلا دمغه.

“İlahi varidatlar sana geldiklerinde sendeki alış­kanlıkları yok ederler.
Varidatlar "kahhar" olan Allah Teâlâ'dan geldikleri için karşılaştıkları her şeyi yıkarlar.”
**

 بل نقذف بالحق علي الباطل فيدمغه فإذا هو زاهق
 “Gerçeği batılın başına çarparız ve onun beynini parçalar; böylece batıl ortadan kalkar. Allah'a yakıştırdığınız vasıflardan ötürü yazıklar olsun size!” [62]
**

كيف يحتجب الحق بشئ والذي يحتجب به هو فيه ظاهر وموجود حاضر

“Allah Teâlâ bir şeyle nasıl perdelenebilir? Çünkü O, perde olacak şeyde bile zahirdir, hazırdır ve mevcuttur.
**

 لا تبأس من قبول عمل لم تجد فيه وجود الحضور. فربما قبل من العلم ما لم تدرك ثمرته عاجلاً

“Kendisinde huzur bulamadığın amelin kabulün­den ümitsiz kalma. Semeresi hemen görülmeyen amel­lerde kabul edilebilir.
**

 لا تزكين وارداً لا تعلم ثمرته عاجلاً لا تزكين وارداً لا تعلم ثمرته فليس المراد من السحابة الأمطار وإنما المراد منها وجود الأثمار.

“Sonucunu bilmediğin varidatı tezkiye etme. Çünkü buluttan amaç yağmur değil meyvedir.”
**

 لا تطلبن بقاء الواردات بعد أنبسطت أنوارها. وأودعت أسرارها فلك في الله غنى عن كل شئ وليس يغنيك عنه شئ

“Varidat (Allah Teâlâ'dan gelen feyz)'ın nurunu sana yansıtmışsa sırları sana tevdi edilmiş ise, bekasına ta­lepte bulunma çünkü Allah Teâlâ sana yeter.”
**

تطلعك إلى غيره دليل على عدم وجدانك له. استيحاشك لفقدان ما سواه دليل على عدم وصلتك به.

“O'ndan başkasına göz dikmen O'nu bulamadığı­nı gösterir. O'nun dışında bir şeyi kaybetmekten dola­yı yalnızlık hissetmen, daha O'na ulaşamadığının deli­lidir.
**

 النعيم وأن تنوعت مظاهره إنما هو بشهوده واقترابه. والعذاب وأن تنوعت مظاهره إنما هو لوجود حجابه فسبب العذاب وجود الحجاب واتمام النعيم بالنظر إلى وجه الله الكريم.

“Nimetler zahirde çeşitli olsalar da, onlar ancak O'nun yakınlığı ve şuhudu ile gerçek halini alırlar.
Azapta, zahirde muhtelif olsalar da aslında acısı O'ndan mahcup olma sebebi iledir. Öyleyse acının se­bebi perdelenmektir, lezzetin sebebi de dostun yüzüne nazar etmektir.”
**

 ما تجده القلوب من الهموم والأحزان فلأجل ما منعت من وجود العيان.

“Kalplerde duyulan üzüntü ve kederler, hep O'nu görmekten mahrum olmaları nedeniyledir.
**

 من تمام النعمة عليك أن يرزقك ما يكفيك ويمنعك ما يطغيك

“Sana yeterince rızık verip ve azgınlıktan men et­miş ise sana nimetin tamamının verilmiş olduğunun delilidir.
**

 ليقل ما تفرح به يقل ما تحزن عليه.

“Seni sevindiren az olsun ki üzeninde az olsun.[63]
**

 أن أردت أن لا تعزل فلا تتلوى ولاية لا تدوم لك، أن رغبتك البدايات زهدتك النهايات. أن دعاك إليها ظاهر نهاك عنها باطن.

“Eğer dünyaya başta talep ettin ise de sonunda ondan çekinmeye mecbur kalacaksın. Görünüşü seni çağırıyor ise de batınında seni kendisinden men ediyor.
**


“Dünya cahiller içindir kederler için hazırlanmıştır. Senin için ondan sakınman gerekir.”
**



“Senden kabul edilmeyen ilim senin için mücerret nasihat kabul etmeyen ve zevklerinden tattığın zaman ayrılması sana kolay olmayandır.”
**

العلم النافع الذي ينبسط في الصدر شعاعه ويكشف عن القلب قناعه.

“Asıl fayda veren ilim kalbi aydınlatan ve örtülerini kaldırandır.”
**

 خير علم ما كانت الخشية معه.

“Hayırlı ilim beraberinde Allah Teâlâ korkusu olandır.[64]
**

 العلم أن قارنته الخشية فلك وإلا فعليك

"İlim beraberinde Allah Teâlâ korkusu varsa lehindedir yoksa aleyhindedir"
**

 متى آلمك عدم إقبال الناس عليك أو توجههم بالذم إليك فارجع إلى علم الله فيك

“Ne zaman ki insanların teveccühünün gitmesi ve kötülükleriyle sana yöneldiklerinde, sen Allah Teâlâ’nın koyduğu ilmine yönel.”
**

 فإن كان لا يقنعك علم فمصيبتك بعدم قناعتك بعلمه أشد من مصيبتك بوجود الأذى مهم.

“Eğer sendeki ilim fayda vermiyorsa varlığındaki ezası yokluğundaki olan musibetinden daha şiddetlidir.”
**

   إنما أجرى الأذى على أيديهم كي لا تكون ساكناً إليهم إن أراد أن يزعجك عن كل شئ حتى لا يشغلك عنه شئ.

"Allah Teâlâ’nın insanların eliyle sana eziyet vermesinin nedeni insanlara güvenmemen içindir. Her şeyden incinmenin nedeni onlardan uzak kalman içindir."
**

 إذا علمت أن الشيطان لا يغفل عنك فلا تغفل أنت عمن ناصيتك بيده.

"Şeytanın senden gafil kalmayacağını biliyorsun, o zaman sende her şeyin eli kudretinde olan Allah Teâlâ’dan gafil kalma."
**

جعله لك عدواً ليحوشك به إليه وحرك عليك النفس لتديم إقبالك عليه.

“Allah Teâlâ şeytanı sana düşman kılmış taki Allah’a sığınasın. Nefsin tahrikini de yaratmış ki O’na yö­nelmen devam etsin.”
**

 من أثبت لنفسه تواضعاً فهو المتكبر حقاً إذ ليس التواضع إلا عن رفعه. فمتى أثبت لنفسك تواضعاً فأنت المتكبر

“Kendisine Tevazu isnat eden kişi hakikatte ki­birlidir. Çünkü tevazu yükseklikten iniştir. O halde mütevazı olduğunu iddia ettiğin zaman kibirlisin de­mektir.”
**

 ليس المتواضع الذي إذا تواضع أى أنه فوق ما صنع. ولكن المتواضع الذي إذا تواضع رأى انه دون ما صنع.

“Mütevazı o kimse değil ki tevazuda bulunduğun­da kendini yaptığının üstünde görsün. Mütevazı odur ki; tevazuda bulunduğunda yaptığının altında kendini görmektir.”
**

 التواضع الحقيقي هو ما كانا ناشئاً عن شهود عظمته وتجلى صفته وتجلى صفته.

“Gerçek tevazu sıfatlarının tecellisi ve (Allah Teâlâ’nın)  azametinin görünmesiyle oluşandır.”
**

 لا يخرجك عن الوصف إلا شهود الوصف.

“Allah Teâlâ’nın vasıflarının görmekle sıfatlarından çıkarsın (erirsin)”
**

المؤمن يشغله الشاغل لله عن أن يكون لنفسه شاكراً وتشغله حقوق الله عن أن يكون لحظوظه ذاكراً.

“Kamil müminin Allah Teâlâ ‘ya hamdü senada bulunması nefsinin methinden alıkoyar. Allah Teâlâ’nın hukuklarını anmakla nefsinin hazzını anmaktan alıkonulur.”
**
 ليس المحب الذي يرجو من محبوبه عوضاً أو يطلب منه غرضاً فإن المحب من يبذل لك ليس المحب من تبذل له

“Seven o değildir ki sevgilisinden bir karşılık bekler. Hakiki seven odur ki veriyor karşılık beklemiyor.”
**

 لولا ميادين النفوس ما تحقق سير السائرين. لا مسافة بينك وبينه حتى تطويها رحلتك. ولا قطيعة بينك وبينه تمحوها وصلتك.

“Eğer nefsin arzuları olmasaydı seyr-süluk tahak­kuk etmezdi. Zira sevgilinle aranda mesafe olmazdı ki mesafe olsun. Keza ayrılık olmazdı ki vuslat olsun.”
**


“Allah Teâlâ seni mülkü ve melekût arasında vasıta kılmıştır. Sen O’nun yarattıkları ile arasındaki yüksek kudretini bilesin. Sen durumunu yükseltebilecek sedef içindeki mücevhersin.”
**

وسعك الكون من حيث جثمانيتك ولم يسعك من حيث ثبوت روحانيتك

“Varlıklar cismâniyette seni kuşatır. Ruhâni hususiyetler yönünden seni kuşatamaz.”
**

 الكائن في الكون لم يفتح له ميادين الغيوب مسجون بمحيطاته. ومحصور في هيكل ذاته.

“Dünyada olup ilim ve marifet alanı ona açılmadı ise O, nefsin arzuları tutsağı ve zatı da heykelinde (cesedinde) mahsur kalmıştır.”
**

 انت مع الأكوان ما لم تشهد المكون فإذا شهدته كانت الأكوان معك.

“Yaratanı müşahede (Hakkı hak vasıtası ile görme) etmediğin müddetçe yaratılanlarla berabersin, yaratanı müşahede ettiğin zaman yaratılanlar seninle beraberdir.”
**

 لا يلزم من ثبوت الخصوصية عدم وصف البشرية إنما مثل الخصوصية كإشراق شمس النهار ظهرت في الأفق وليست مه. تارى تشرق شموس أوصافه على ليل وجودك. وتارة يقبض ذلك عنك فيردك إلى حدودك فالنهار ليس منك إليك. ولكنه وارد عليك

“Allah Teâlâ’nın lütfü ile verilen hususiyet beşeriyet sıfatını yok etmiş değildir. Belki güneş gibidir. Ufuktan yer küreye yansımışsa aydınlık olur, çıkmamışsa karanlık­tır. Aynen Allah Teâlâ’nın lütfü insana yansıdığında aydınlık ve nur, yansıma kesildiğinde eski karanlık haline dö­ner.”
**

 دل بوجود آثاره على وجود أسمائه. وبوجود أسمائه على ثبوت أوصافه وبوجود أوصافه على وجود ذاته. إذ محال أن يقوم الوصف بنفسه.
فارباب الجذب يكشف لهم عن كمال داته ثم يردهم إلى شهود صفاته ثم يرجعهم إلى التعلق بأسمائه ثم يردهم إلى شهود آثاره.
والسالكون على عكس هذا، فنهاية السالكين بداية المجذوبين -وبداية السالكين نهاية المجذوبين- لكن لا يمعنى واحد فربما التقيا في الطريق هذا في ترقية وهذا في تدلية

“Eserlerinin vücudu ile isimlerinin vücuduna, isimlerinin vücudu ile sıfatlarının vücuduna, sıfatları­nın sübütu ile zatının vücuduna delalet etmiştir. Cezbe erbablarına Allah Teâlâ’nın zatının kemali onlara ke­şif olunur. Sonra sıfatının müşahedesi daha sonra is­mine bağlı kalmasına, ondanda eserlerinin görmesine. Sülük erbabı ise onların tersine müşahede ederler. O zaman cezbe ehlinin başlangıcı saliklerin sonucudur. Saliklerin başlangıcı cezbe erbabının sonucudur. Yal­nız birleştikleri noktalarda da aynı durum ifade edile­mez. Bazen yolda karşılanıp salik terakki (yani halktan Hakk’a) cezbe erbabıda tedellide (yani Hakk’tan halka) yükselip alçalırlar.”
**

 لا يعلم قدر أنوار القلوب والأسرار إلا في غيب الملكوت. كما لا تظهر أنوار السماء إلا في شهادة الملك.

“Kalbin nuru ve sırrı ahiret âleminde ancak miktarı bilinir. Nasıl ki gökyüzündeki nurların miktarı ancak dünya âleminde bilinir.”
**

 وجدان ثمرات الطاعات عاجلاً بشائر العاملين بوجود الجزاء عليها آجلاً

“İtaatin semeresini dünyada sezmek amilin amelinin mükâfatını acilen görmesinin müjdesi dir.”
**

كيف تطلب العوض على عمل هو متصدق به عليك أم كيف تطلب الجزاء على صدق هو مهديه إليك

“Sana tasadduk ettiği bir amelin karşılığını nasıl isteyebilirsin, sana hediye eylediği bir İhlâsın mükâfa­tını nasıl dileyebilirsin.”
**

قوم تسبق أنوارهم أذكارهم، وقوم تسبق أذكارهم أنوارهم ، وقوم تتساوى إذكارهم وأنوارهم ، وقوم لا إذ كار ولا أنوار ، نعوذ بالله من ذلك

“Bir kavim var ki nurları zikirlerinin önüne geç­miş, başka bir kavimde vardır ki zikirleri nurların önüne geçmiş, başka diğer bir kavimde vardır ki nurla­rı ve zikirleri beraber gitmektedir, başka bir kavmin ise ne nurları ve nede zikirleri vardır. Bunlardan Allah Teâlâ'ya sığınırız.”
**

أنوارهم ذاكر ذكر ليستنير قلبه فكان ذاكراً استنار قلبه فكان ذاكراً والذي استوت إذ كاره وأنواره فبذكره يهتدي وبنوره يقتدي

“Bir zâkir ki kalbinin onunla nurlanmasına vesile olsun diye zâkir olur. Başka bir zâkir var ki kalbi nurludur devamını sağlamak için zâkir olur kalbi nurludur hem de zâkirdir, bu kimseye zikri hidayete vesile olur, nuru da ona kılavuzluk eder.”
**

 ما كان ظاهر ذكر إلا عن باطن شهود وفكر.

“Zikir batında görülen fikirde olandır. Yoksa zahirde görünen zikir değildir.”
**

 أشهدك من قبل أن استشهدك ، فنعطفت بالهيته الظواهر، وتحققت بأحديته القلوب والسرائر.

“Sen şahit olmadan Allah Teâlâ seni müşahede etmiştir. Zahirde heybeti ona atfettiğin gibi kalplerde ve sırlarda birliği O’na tahakkuk (nispet) ettir.”
**

أكرمك ثلاث كرامات جعلك ذاكراً له ولولا فضله لم تكن أهلاً لجريان ذكره عليك وجعلك مذكوراً به إذ حقق نسبته لديك وجعلك مذكوراً عنده ليتم نعمته عليك

“Allah Teâlâ üç şey ile sana ikramda bulunmuş­tur. Birincisi seni zikir ehli etmiş eğer onun iyiliğiyle olmasaydı dilinden o zikir çıkmazdı, ikincisi seni ya­nında zikir ettirdi, sana Allah Teâlâ’nın evliyası dostu dedirtti. Üçüncüsü yanında seni zikir etti böylece nimetin en yücesini sana verdi.”
**

 رب عمر، اتسعت آماده، وقلت امداده ورب عمر، قليلة آماده كثيرة امداده.

“Bir ömür var ki zamanı uzun faydası az olur, bir ömür daha var ki zamanı kısa fakat faydası çok olur.”
**

 من بورك له في عمره، أدكرك في يسير من الزمن، من منن الله تعالى ،مالا يدخل تحت دوائر العبارة، ولا تلحقه الاشارة.

“Bir kimse ki ömründe zamanın bir kolaylığına kavuşursa, Allah Teâlâ’nın nimetlerine kavuşursa, bunu sözlerle ifade edemediği gibi işaretlerle dahi belirtemez.” 
**

 الخذلان كل الخذلان، أن تتفرغ من الشواغل ، ثم لا تتوجه إليه، وتقل عوائقك ، ثم لا ترحل إليه.
“Hayal kırıklığı, ilâhî rahmetten mahrum kal(ma)mak ve meşguliyetlerden endişeler kurtulmak istiyorsun. Sonra da O’na yönelemiyor, engellerini azaltmıyor ve yönelmeye çalışmıyorsun.”
**

 الفكرة سير القلب في ميادين الأغيار

“Tefekkür yaratıkların alanında kalbin gezintisidir.”
**

 الفكرة سراج القلب فإذا ذهبت فلا إضاءة له.

“Tefekkür kalbin lambasıdır. Kalpte tefekkür olmayınca aydınlıkta olmaz.”
**

 الفكرة فكرتان:  فكرة تصديق وإيمان ، وفكرة شهود وعيان، فالأولى لا رباب الاعتبار، والثانية لا رباب الشهود والاستبصار
“Tefekkür iki çeşittir. Birincisi inancı ve tasdik­ten oluşan tefekkürdür. İkincisi şuhûd (hakkı hak vası­tasıyla görmek) ve ayan (eşyanın ilahi ilimdeki sureti) ile tefekkürüdür. Birincisi saliklerin yolu ikincisi ise şuhûd ve basiret sahibi olanlardır.”
**
MÜNÂCÂT-I ATÂİYYE

إلهي أنا الفقير في غناي. فكيف لا أكون فقيراً في فقري.

“Ey Allah Teâlâ’m! Ben zengin olduğumda fakirsem; fakir halimde nasıl fakir olmam!”

إلهي أنا الجاهل في عملي فكيف لا أكون جهولاً في جهلي.

“Ey Allah Teâlâ’m! Ben ilmime rağmen cahilken; bilgisiz olunca nasıl cahil olmam?

إلهي إن اختلاف تدبيرك وسرعة حلول مقاديرك منعاً عبادك العارفين بك عن السكون إلى عطاء واليأس منك في بلاء.

“Ey Allah Teâlâ’m! Marifet ehli kulların, tedbirlerin değişkenliği ile takdirlerin süratli değişmesinden, herhangi bir ihsana kanmaya ve bir belâda Senden ümit kesmekten men olmuşlardır.”
**

 إلهي مني ما يليق بلؤمي ومنك ما يليق بكرمك.
“Ey Allah Teâlâ’m! Benden, kötülüğe (küçüklüğüme) yakışan işler, Senden ise kere­mine (zâtının büyüklüğüne) yaraşan işler beklenir.”

 إلهي وصفت نفسك باللطف والرأفة بي قبل وجود ضعفي أفتمنعني منهما بعد وجود ضعفي،

“Ey Allah Teâlâ’m, zayıf varlığımı yaratmadan, Sen kendini lütuf­kârlık ve şefkatle vasıfladın. Öyleyse, acizliğimle beni lütuf ve merhametinden mahrum mu bırakacaksın!”

 إلهي إن ظهرت المحاسن مني فبفضلك ولك المنة على. وإن ظهرت المساوي مني فبعد لك ولك الحجة علي،

“Ey Allah Teâlâ’m! Ben güzel bir şey ortaya koymuşsam, bu Senin fazl u ihsanındandır. Tabi ki, benden minnet isteme hakkın da vardır. Eğer, benden kötü bir şey zuhur etmişse, bu da Senin adaletindendir. Bunu aleyhime delil göstermek de yine Senin hakkındır.”
**

 إلهي كيف تكلني إلى نفسي وقد توكلت لي.
“Ey Allah Teâlâ’m! Ben Sana tevekkül edip dayanmışken, nasıl nefsimle yalnız bırakırsın?

 وكيف أضام وأنت الناصر لي أم كيف أخيب وأنت الخفي بي
“Ey Allah Teâlâ’m! Sen benim yardımcım iken, haksızlık ve zillete na­sıl uğrarım? Beni lütuf ve ihsanlarınla kuşatmışken, nasıl hüsrana uğrarım?

 ها أنا أتوسل إليك بفقري إليك، وكيف أتوسل إليك بما هو محال أن يصل إليك.

“Ey Allah Teâlâ’m! Sana olan muhtaçlığımla yalvarıyorum. Sana ulaşması mümkün olmayan bir ameli kendime nasıl şefaatçi yapabilirim?

 أم كيف أشكو إليك حالي وهو لا يخفي عليك.

“Ey Allah Teâlâ’m! Sana gizli olmayan halimi sana nasıl şikâyet edeyim?
**
 أم كيف أترجم لك بمقالي وهو منك برز إليك.

“Ey Allah Teâlâ’m! Senin (kudretin) le ortaya çıkan halimi Sana nasıl sözle açıklayabilirmiyim.”


 أم كيف تخيب آمالي وهي قد وفدت إليك.

“Ey Allah Teâlâ’m! Senden gelenle (oluşan)  isteklerimi nasıl yok sayabilirim”

 أم كيف لا تحسن أحوالي وبك قامت إليك.

“Ey Allah Teâlâ’m! Seninle, senden dolayı oluşan halimi nasıl güzelleştirmezsin. ”

 إلهي ما ألطفك بي مع عظيم جهلي وما أرحمك بي مع قبيح فعلي،
“Ey Allah Teâlâ’m! Şu büyük cahilliğime rağmen ba­na karşı ne kadar lütufkârsın!
Şu çirkin işlerime rağmen bana karşı ne kadar merhametlisin!”
**


 إلهي ما أقربك مني وما أبعدني عنك.

“Ey Allah Teâlâ’m! Sen bana benden yakınken ve ben ise Senden ne kadar uzaktayım!”

 إلهي ما أرافك بي فما الذي يحجبني عنك،


“Ey Allah Teâlâ’m! Bana karşı şefkat ve merhametinin büyüklüğü karşısında beni Senden hangi şey perdeleyip ayırabilir ki?”

 إلهي قد علمت باختلاف الآثار وتنقلات الأطوار أن مرادك مني أن نتعرف إلى في كل شئ حتى لا أجهلك في شئ،

“Ey Allah Teâlâ’m, çeşitli işlerinden ve tavırların değişmesinden muradını anladım ki, her şeyde kendini bana tanıtırken, hiçbir halde Seni anlamakta cahil kalmayayım.
**

 إلهي كلما أخرسني لؤمي أنطقني كرمك وكلما آيستني أوصافي أطمعتني منتك.

“Ey Allah Teâlâ’m, kötülüğüm sessiz kalmamamı gerektirse de Senin keremin konuşma­ma cesaret veriyor. Kötü vasıflarım beni ümitsizliğe sürüklerken, ihsanların Sana olan minnetimi artırmaktadır.”

 إلهي من كانت محاسنه مساوي فكيف لا تكون مساوية مساوي.
“Ey Allah Teâlâ’m! İyilikleri bile kötülük olanın, kötülükleri nasıl kötülük olmaz.”

 ومن كانت حقائقه دعاوي فكيف لا تكون دعاويه دعاوي.

“Hakikati bile kuru davadan ibaret olan kulun iddiaları nasıl kuru iddia olmaz?

 إلهي حكمك النافذ ومشيئتك القاهرة لم يتركا لذي مقال مقالاً ولا لذي حال حالاً،

“Ey Allah Teâlâ’m, mutlaka geçerli hükmün ve karşı konulmaz iradene söz söylemek isteyen kimse için, söz hakkı ve hiçbir hâl sahibine hâl bı­rakmadın.”
**

 إلهي كم من طاعة بنيتها وحالة شيدتها هدم اعتمادي عليها عدلك بل أقالني منها فضلك،

“Ey Allah Teâlâ’m, nice yaptığım taat ve bina kıldığım hâl var ki, faziletinin bağı, adaletin, onlara dayanmamı koparıp yerle bir etti.”

 إلهي أنت تعلم وأن لم تدم الطاعة مني فعلاً جزماً ما فقد دامت محبة وعزماً،

“Ey Allah Teâlâ’m! Bilirsin ki, taatim bir fiil olarak sürekli ve değerli olmasa da, sevgi ve isteğim hiçbir zaman kesilmemektedir.”

 إلهي كيف أعزم وأنت القاهر. وكيف لا أعزم وأنت الآمر،
“Ey Allah Teâlâ’m! Sen kahhar iken ben nasıl (korkumdan) yönelebilirim ki? Sen emreden olunca nasıl gayret etmem ki?”
**
 إلهي ترددي في الآثار يوجب بعد المزار فاجمعني عليك بخدمة توصلني إليك،

“Ey Allah Teâlâ’m! Olaylar içindeki şaşkınlık, zorunlu olarak kutsal mekânından uzaklaşmama neden oluyorken, ne olur beni Sana kavuştura­cak bir hizmetle huzurunda bulundur.

 إلهي كيف يستدل عليك بما هو في وجوده مفتقر إليك.

“Ey Allah Teâlâ’m! Varlığı Sana muhtaç olan, Senin varlığına nasıl delil getirilebilir?”

 أيكون لغيرك من الظهور ما ليس بك حتى يكون هو المظهر لك.

“Senden başkası zuhur yönünden bir aydınlığa sahip olamadığından,  Senin gibi zahir olabilir mi?”
**

 متى غبت حتى تحتاج إلى دليل يدل عليك. ومتى بعدت حتى تكون الآثار هي التي توصل إليك

Ne zaman gizli oldun ki, Seni gösterecek bir delile ihtiyacın olsun.
“Ne zaman uzak oldun ki, varlıklar Sana ulaşmak için  (gayretleri)  olsun.”

 إلهي عميت عين لا تراك عليها رقيباً وخسرت صفقة عبد لم يجعل له من حبك نصيباً،

“Ey Allah Teâlâ’m! Seni üzerinde gözetleyici görmeyen göz, kördür. Sevginden nasiplenmeyen kulun ticaretinde de zarar et­miştir.”
**

 إلهي أمرت بالرجوع إلى الآثار فاجعلني إليها بكسوة الأنوار وهداية الاستبصار حتى أرجع إليك منها كما دخلت إليك منها مصون السر عن النظر إليها ومرفوع الهمة عن الاعتماد عليها إنك على كل شئ قدير،

“Ey Allah Teâlâ’m, fânilerle beraber yaşamak için (ilâhî yurdundan) rücû etmemi (dönmemi) emrettin. Ne olur (dönüşümü), nurlarının kisvesi ve basiret hidâyetiyle birlikte nasip et ki, Senden onlara (temiz) döndüğüm gibi onlardan Sana (istediğin şekilde) geri dö­nebileyim:
Sırrım onların bakışlarından korunmuş, onlara bel bağlamaktan himmetim yüksek olsun. Şüphesiz Senin her şeye gücün yeter.
**

 إلهي هذا ذلي ظاهر بين يديك. وهذا حالي لا يخفي عليك. منك أطلب الوصول إليك وبك أستدل عليك، فاهدني بنورك إليك وأقلني بصدق العبودية من يديك،

“Ey Allah Teâlâ’m! Zillet dolu bir halde huzurunda bulunmaktayım. Bu halim Sana gizli değildir. Sana ulaşmayı yine senden dilerim. Sana ulaşmak için delilim yine Sen ol. Nurunla beni Sana hidâyet et ve dosdoğru bir kullukla beni huzurunda durdur.”

 إلهي علمني من علمك المخزون وصني بسر اسمك المصون،

“Ey Allah Teâlâ’m! Hazinendeki gizli ilimden bana da öğret ve beni ko­runmuş gizli ism-i azâm’ın ile koru.

 إلهي حققني بحقائق أهل القرب واسلك بي مسالك أهل الجذب،

“Ey Allah Teâlâ’m! Beni sana yakın olanların gerçek olan halleriyle haki­kate ulaştır ve cezbe sahiplerinin yolların­da sülûk ettir.”
**

 إلهي اغنني بتدبيرك عن تدبيري وباختيارك لي عن اختياري وأوقفني على مراكز اضطراري،

 “Ey Allah Teâlâ’m! Tedbirinle zenginleştirip kendi tedbirime ihtiyaçlı bırakmadığın gibi beni seçme zahmetinden kurtardın. Benim için seçtiğin ve nelere ihtiyacım varsa ona muvafakat kılmanı istiyorum.”

 إلهي أخرجني من ذل نفسي، وطهرني من شكى وشركى قبل حلول رمسي،

“Ey Allah Teâlâ’m! Beni nefsimin zilletinden çıkarıp, mezarımın yerle bir olacağı zaman gelip çatmadan önce şüphe ve şirkimden beni temizlemeni istiyorum.”
**

 بك انتصر فانصرني وعليك أتوكل فلا تكلني وإياك أسأل فلا تخيبني وفي فضلك أرغب فلا تحرمني ولجنابك أنتسب فلا تبعدني وببابك أقف فلا تطردني،

“Ey Allah Teâlâ’m! yalnızca Senden yardım istiyorum, ne olur bana yardım et;
Sana güvenip dayandım, beni Senden başkası­nın eline bırakma;
Yalnızca Senden istedim, beni eli boş çevir­me;
Senin fazl ve keremini diledim, beni mahrum etme;
Cenâb-ı Zâtına intisap edip bağlandım, beni uzaklaştırma;
Senin kapında durmaktayım, beni kapından kovma.”
**


 إلهي تقدس رضاك أن تكون له علة منك فكيف تكون له علة مني أنت الغني بذاتك عن أن يصل إليك النفع منك فكيف لا تكون غنياً عني،
“Ey Allah Teâlâ’m! Senin sebep olduğun kutsal rızana bende bir neden olabilir mi? Sen zâtınla zenginken, sana ulaşacak ve senin menfaatine benden bir zenginlik ve menfaat olabilir mi?
**

 إلهي إن القضاء والقدر غلبني وان الهوى بوثائق الشهوة أسرني فكن أنت النصير لي حتى تنصرني وتنصر بي. واغنني بفضلك حتى أستغني بك عن طلبي. أنت الذي أشرقت الأنوار في قلوب أوليائك حتى عرفوك ووحدوك. وأنت الذي أزلت الأغيار من قلوب أحبابك حتى لم يحبوا سواك ولم يلجؤا إلى غيرك أنت المؤنس لهم حيث أوحشتهم العوالم. وأنت الذي هديتهم حتى استبانت لهم المعالم.

“Ey Allah Teâlâ’m! Kaza ve kaderin bana galip geldi.
Nefsanî özlem ve şehvet, elimi kolumu bağladı. Bana Sen yardımcı ol.
Eğer bana yardımcım olursan düşmanları yenip zafer kazanabilirim.
Beni fazl ve kereminle zenginleştir ki, Senin sayende artık ih­tiyaç talebinde bulunmaya ihtiyaç duymayayım.
Sen ki, veli kulla­rının kalplerinde marifetullah nurlarını yaktın da, Seni tanıyıp bir­lediler.
Sen ki, dostlarının kalplerinden Kendinden başkasını çı­kardın da Senden başkasını sevmez ve senden başkasına sığınmaz oldular.
Bütün varlıklar onları ürküttüğünde dostları ancak Sen oldun.
Sen ki, onları doğru yoluna erdirdin de yol işaretleri kendi­lerine belli oldu.
**

 ماذا وجد من فقدك وما الذي فقد من وجدك لقد خاب من رضى دونك بدلاً. ولقد خسر من بغي عنك متحولاً

“Ey Allah Teâlâ’m! Seni kaybeden neyi bulmuştur? Seni bulan neyi kaybetmiştir?
Seni bırakıp Senden başkasına razı olan kimse, mahrum kalmıştır. Senden yüz çevirerek başkasına yönelen hüsrana uğramıştır.”

إلهي كيف يرجى سواك وأنت ما قطعت الإحسان. وكيف يطلب من غيرك وأنت ما بدلت عادة الامتنان

“Ey Allah Teâlâ’m! Sen lütuf ve iyiliklerini sürdürüp dururken, Senden başkasına nasıl ümit bağlanır?
Sen ihsanda bulunma âdetini hiçbir zaman değiştirmemişken Senden başkasından nasıl istenir?”
**

 يا من أذاق احباءه حلاوة مؤانسته. فقاموا بين يديه متملقين ويا من ألبس أولياؤه ملا بس هيبته فقاموا بعزته مستغزين. أنت الذاكر من قبل الذاكرين. وأنت البادئ بالإحسان من قبل توجه العابدين وأنت الجواد بالعطاء من قبل طلب الطالبين. وأنت الوهاب ثم أنت لما وهبتنا من المستقرضين،

“Ey dostlarına dostluğunun hazzını tattırıp, hu­zurunda saygı ile durdukları zat!
Ey veli kullarına heybetinin elbi­selerini giydirip, Kendisiyle izzet bularak huzurunda izzetle durdukları zat!
Sen, Seni zikredenlerden önce onları hatır­layansın.
İbadet ehli insanlar Sana yönelmeden önce onlara ih­sanda bulunansın.
İsteyenler henüz istemeden dileklerini cömert­çe yerine getirensin.
Sen, bize bağışı çok olan ve bize bağışladıkla­rını da sonradan bizden satın alansın!

 إلهي اطلبني برحمتك حتى أصل إليك واجذبني بمننك حتى أقبل عليك،
“Ey Allah Teâlâ’m! Rahmetinle beni yakınlaştır ki, Sana ulaşabileyim. Lütfunla beni Kendine doğru çek ki, tüm benliğimle Sana yöneleyim.”
**

 إلهي إن رجائي لا ينقطع عنك وأن عصيتك كما أن خوفي لا يزايلني وإن أطعنك،

“Ey Allah Teâlâ’m! Günahkâr olsam da, rahmetine olan ümidim kesil­mez. Sana itaat etsem de, korkun yüreğimden çıkmaz.”


 إلهي قد دفعتني العوالم إليك. وقد أوقفني علمي بكرمك عليك،
“Ey Allah Teâlâ’m! Âlemdeki varlıklar beni Sana sevk etti. Keremine ilişkin bildikle­rim Senin kapından ayrılmamayı öğretti.”

 إلهي كيف أخيب وأنت أملي، أم كيف أهان عليك متكلي،
“Ey Allah Teâlâ’m, ümidim Sen olunca, nasıl mahrum kalırım ki?
Güvencem Sen iken, nasıl zelil düşebilirim ki?”
**

 إلهي كيف أستعز وأنت في الذلة أركزتني أم كيف لا أستعز وإليك نسبتني، أم كيف لا أفتقر وأنت الذي في الفقر أقمتني. أم كيف أفتقر وأنت الذي الذي بجودك اغنيتني.
“Ey Allah Teâlâ’m! Sen beni zilletin ortasına düşürürsen benim nasıl izzetim olur?
Beni Kendine ait gösterirsen, ben nasıl izzete ka­vuşmam ki?
Beni yoksulluk içinde bırakırsan ben nasıl fakir olmam ki?
Beni cömertliğinle zenginleştirirsen nasıl muhtaç durum­da olabilirim?
**

 وأنت الذي لا اله غيرك. تعرفت لكل شيء فما جهلك شيء وانت الذي تعرفت إلى في كل شئ فرأيتك ظاهراً في كل شئ فانت الظاهر لكل شئ.

“Kendisinden başka hiçbir ilah olmayan, ancak Sensin. Sen her şeye Kendini tanıttığın için Seni bilmeyen hiçbir şey yoktur. Bana da her şeyde Kendini tanıttığın için, Seni her şeyde zahiren görmekteyim. Zaten her şeye zahir olan Sensin.”
**

 يا من استوى برحمانيته على عرشه فصار العرش غيباً في رحمانيته كما صارت العوالم غيباً في عرشه محقت الآثار بالآثار.ومحوت الأغيار بمحيطات أفلاك الأنوار.

Ey Rahmaniyeti ile arşının üzerinde hükümran olup da, Rahmaniyetinde arşın kaybolduğu zat!
Tıpkı âlemler Senin arşında kaybolduğu gibi, eserleri eserlerle yok ettin. Güneşler gibi nurla­rınla, ağyar olarak ne varsa hepsini sildin.”
 يا من احتجب في سرادقات عزه عن أن تدركه البصار.يا من تجلى بكمال بهائه فتحققت عظمته الأسرار. كيف تخفى وأنت الظاهر أم كيف تغيب وأنت الرقيب الحاضر

“Ey izzetinin gölgeliklerinde gözlerin ihatasından münezzeh olan zat!
Ey mükemmel güzelliğiyle tecelli eden zat! Bütün eşya­da zahirken nasıl gizli olabilirsin? Her an gözetleyici ve şahitken nasıl hazır olmayabilirsin?”


“Tevfik Allah Teâlâ’dan ve yardımı da Ondan isteriz.




Kaynakça

ALTUNTAŞ, İ. H. (2009). Kırk Hadis. İstanbul.
ALTUNTAŞ, İ. H. (2005). Kutsi Dua ve Kaside-i Ercuze. İstanbul: Gözde Matbaa.
ATEŞ, S. (1971). İrfan Sofraları Niyazîi Mısrî. Ankara.
EFLÂKÎ, A., & trc:Tahsin YAZICI. (1995). Ariflerin Menâkıbı. İstanbul: MEB.
İbrahim RAKIM. (1750). Vakıât-ı Niyazî-i Mısri. Süleymaniye Kütüphanesi No: 790 (İzmir Bölümü): Yazma.
KARAALP, S. A. (2009). El-Hikem. İstanbul: Ege.
KARACA, H. (2006 ). Ahmed Mahir Efendi’nin El Muhkem Fi Şerhi’l - Hikem Adlı Eseri (İlk 100 Sayfa). İstanbul : Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İlahiyat Anabilim Dalı Tasavvuf Bilim Dalı-207592-Yüksek Lisans Tezi .
KEKLİK, N. (1980). İbn-i Arabî’nin eserleri ve kaynakları için mısdak olarak elFutuhât el-Mekkıyye,. İstanbul,: İstanbul Üniv. Ed. Fak. Yay.
Şems-i Tebrizî, M. N. (2007). Makâlât. İstanbul: Ataç.
Şeyh Mahmûd Şebüsterî, t. M. Gülşen-i Râz. Kitsan.
VELED, S. İbtidânâme.







[1] “Sebepsiz iptilalar insana mücerret kemâli ikmal içindir. Yüksek mertebesini daha yüceye ulaştırır.”
[2] Allah Teâlâ’ya kavuşturacak yollar yaratılmışların nefesleri sayısıncadır. "Tek bir fakih (anlayışlı kimse), şeytana bin âbid (kulluk eden) den daha yamandır." Tirmizî, İlim 19, (2083)
[4] Geçmiş ve gelecekle uğraşmamak, geleceği düşünmeden Allah Teâlâ’nın her hükmüne, her emrine itiraz etmeden uymak demektir.
[5] "Her keramet sahibi kimse nefsin afetlerinden kur­tulmuş değildir. Belki keramet sahibidir ama tam istika­meti elde edememiştir. Gerçek keramet odur ki; berabe­rinde istikamet taşıyandır."
Bayezid Bistâmi kaddese’llâhü sırrahu’l azîz buyurdu ki;
"Başlangıçta Allah Teâlâ bana bazı kerametler gösterdi. Onlara iltifat etmeyince bana marifetine yönelik yolu açtı."


[6] Allah Teâlâ bir kulunun kalbine zikir vasıtasıyla bir takım marifetler indirmek isterse, onun bildiğimiz et parçasından müteşekkil kalbi üzerine bir kurb serinliği gönderir, denilmiştir.
[7] Gafil insan fiili kendine nispet ettiği için, sabahleyin kalktığında bugün ne yapacağım demekle kendi tedbir ve tasarruf atının tedbirine düşer. Allah Teâlâ’nın faili mutlak olduğunu unutur. Akıllı insan ise ilk aklına gelen şey Allah Teâlâ'ya nispet eder ve der ki; Bana ne yaptırır. Bu kimse akıllı olmakla beraber hem de uyanıktır. Çünkü ona göre Allah Teâlâ her şeye muktedir ve her istediğine kâfidir. Bu düşünce ve hatırlama, uyanık kimse için Allah Teâlâ’nın bahşettiği en büyük ihsan ve lütuftur. Seyyid Ebul Hasan Şazeli kaddese’llâhü sırrahu’l azîz bir münacatında:
"Ya Rabbi! Her şey senin elindedir ve benden gizli­dir. Bir işin bana hayırlı olup olmadığını bilmediğim için kendime seçme gücüm de yoktur. Sen benim için en iyi olanı bildiğin için, bana o iyi olanı seçtir. Sen her şeye kadirsin."

[8] İnsan yaratılış yönünden aceleci olduğundan bu dünyada az bir şeye malik kılınmıştır.
[9] İbadetlerin çeşitliliğindeki hikmet budur.
Molla Lûtfî kaddese’llâhü sırrahu’l-aziz (hyt. 1494) Sahn müderrisliğinden idam sehpasına giden yolda bir “kıskançlık kurbanı” olurken onun hayatına bedel olan kıssayı burada hatırlayalım.
Hz. Ali kerreme’llâhü veche, gazvelerinden birinde vücuduna ok saplanmış, savaş bitmeden ok kırılmış ve temren vü­cudunda kalmıştır; temrenin ıztırabı ciğerine işlemiştir. Açılan ya­ra başına işler açmıştır. Hazret-i Ali kerreme’llâhü veche canından usanıp bu tür bir bit­mez, onulmaz derde uğradığından iyice dertlenmiştir. O kanlı hır­sızı gizlendiği yerden cerrahlar çıkarıp ele geçirmek istedikçe Hazret dayanamayıp inlemektedir. Cerrahi müdahalenin acısına dayanamayacağını anlayan Hz. Ali kerreme’llâhü veche, cerraha namaza durmak istediğini bildirmiş ve böylece ok ancak o namazda iken çıkarılabilmiştir. Bunun sebebi, Hz. Ali kerreme’llâhü vechenin namazda kendini tamamıyla Allah Teâlâ'ya vermesi, huşu içinde ibadet etmesi dolayısıyla cerrahi müdahalenin acısını duymamasıdır.
Mevlânâ Lûtfi bu kıssayı anlattıktan sonra ağlaya ağlaya buyurdu ki;
“Hakikat-i hal salât budur. Yoksa bizim kılduğımız amel kuru kıyam ve inhinadır. Anda fâyide yoktur” (işte asıl namaz budur; yoksa bizim kıldığımız kuru kalkıp eğilmedir, onda fayda yoktur),
"Kul abdest alıp da ağzında suyu çalkaladı mı günahlar ağzından dışarı çıkar. Burnuna su verdi mi günahlar burnundan dökülür. Yüzünü yıkadı mı günahlar yüzünden dökülür. Hatta göz kapaklarının altından bile dökülür. Ellerini yıkadı mı günahlar ellerinden hatta tırnakları altından bile dökülür. Başına mesh etti mi günahları başından hatta kulaklarından dökülür. Ayaklarını yıkadı mı günahlar ayaklarından hatta ayaklarının tırnaklarının altından bile dökülür. Bundan sonra ise mescide yürümesi ve kılacağı namaz ise nafile (fazladan mükâfat) olur." (el-Munzirî, et-Terğib ve't-Terhib, I, 153-154, H. no: 13. Hadisin sonunda şunları söylemektedir: Hadisi Malik, Nesâî, İbn Mâce ve Hâkim rivayet etmiş olup, Hakim, Buhârî ve Muslim'in şartına göre sahihtir. Hiçbir illeti yoktur, demiştir. es-Sunabihi ise meşhur bir sahabidir.)
[11] Namaz ise kulluğun zirve noktası olup Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin en üstün sıfatı olan “abd” (kulluk) in işaretidir. Bu sebeple namaz kılmayıp Allah Teâlâ’yı sevmekten bahseden birinden hazer etmek gerekir.
[12] Allah Teâlâ’ya hiçbir şey hulul etmediği gibi; Allah Teâlâ dahi hiçbir şeye hulul etmiş değildir.
Allah Teâlâ’nın yakınlığı, her ne kadar keyfiyeti ve benzeri yok ise, de; lâkin burada vehmin yeri vardır. Vehim kavramı ve hayal dairesi dışında kalan, Allah Teâlâ’nın yakınlığıdır.
[13] Şeyh Ebul Abdullah El Kuşeyri kaddese’llâhü sırrahu’l azîz buyurdu ki;
"Kim ki kerametin zuhurunda, halkın o kişinin gü­nahını görmesinden çekindiği kadar çekinmiyorsa, bu kimsenin hakkında hicap vardır. Yok, eğer kerameti elde etmeyi nazara almayıp nefsinin tezkiyesine gayret ve ehemmiyet gösteriyorsa o zaman Allah Teâlâ’nın çeşitli lütfü ona akar ve sadıkların izinde yürümeye başlar"

 “Nebilerin uğradıkları musibet, vahyin ke­silmesi; Evliyaların uğradıkları musibet, kendilerinden keramet zuhur etmesi; müminlerin musibetleri ise, ibadetlerinde kusur etmeleridir.” (KARABULUT, Ali Rıza, Kayseri’de Meşhur Mutasavvıflar, Kayseri, 1984, s.61)
[14] “Tarikâtin edebi ikidir. Olduğun gibi görünmek, göründüğün gibi olmak.”
“Gardaşım! Sülûk görmeyen ihvan listesine kayıt olmaz. Her amelin edebi var. Tarikatın edebi de sülûkünü tekmil etmektir.”
 (İhramcızâde  İsmail Hakkı Toprak)

[15]Kul Allah Teâlâ’yı tesbih, temcid, tahmid ve tâatla zikrederse; Allah Teâlâ da kulu rahmetiyle zikreder.
Kul dua ile zikrederse; Allah Teâlâ da, duasına icabetle zikreder.
Kul sena ve itaat ile zikrederse; Rabb Teâlâ da, af ve mağfiretle zikreder.
Kul dünyada zikrederse; Allah Teâlâ da, onu âhirette zikreder. Kul tenhalarda zikrederse; Allah Teâlâ’da, onu sahralarda zikre­der.
Kul Allah Teâlâ’yı toplulukta zikrederse; Mevlâsı da onu Mele-i âlâda zikreder.
Kul ibâdetle zikrederse; Allah Teâlâ da, yardımla zikreder.
Kul mücâdele ile zikrederse; Allah Teâlâ da, hidâyeti ziyâde ile zikreder.
Kul sıdk ve ihlâs ile Allah Teâlâ’yı zikrederse, Allah Teâlâ da, onu kurtuluş ve muvaf­fakiyetle zikreder. Kul rubûbiyetle Allah Teâlâ’yı zikrederse; Allah Teâlâ da, niha­yette o kulu rahmet ve ubudiyetle zikreder. (Muhammed Hikmet Efendi, Marifet-i İlahiyye Tarîkat-ı Aliyye, İst, s. 98)
[16] Yahya bin Muaz radiyallâhü anh buyurdu ki;
"Kul ne kadar aptaldır. Kusurlu bir cisim ve kalpten kusursuz bir ameli ortaya çıkarmak istiyor. Ve böyle ku­surlu bir amelin kabule layık olduğuna inanır. Oysaki eğer Allah Teâlâ’nın o yüce lütfü olmasa ve onunla o ameli örtmese kabulü mümkün değildir. O zaman kul ameline değil Allah Teâlâ’nın lütfuna güvensin.”
[17] Bayezidi Bistami kaddese’llâhü sırrahu’l azîz buyurdu ki;
"Günahın tövbesi bir tanedir, taatin ise bin tanedir."
[18] "İnsanlardan gizli tutarlar, Allah'tan gizli tutmazlar" (Nisa-128) mealindeki ayet bu durumu ifade ediyor.
Adia ibni Hatemin rivayet ettiği hadiste buyruldu ki;
"Bazı insanlara cennete doğru yürümeleri emir edilir. Ta ki cennetin lezzet ve kokuları alındığında cennettekilerin nimetlendiklerini seyredince onlara geri dönün emri verilir. Ve sizin burada nasibiniz yoktur denir. On­lar hasret içinde geri dönerler. Ve derler ki; "cennetin bu güzelliklerini görmeden, cehenneme girmiş olsaydık, bi­ze o cehennem biraz daha kolay gelecekti. Onlara şöyle cevap verilir: Siz Allah'la baş başa kaldığınızda büyük günahlar işlediniz, ama halkın nazarında itibarınız kırıl­masın diye iyi ameller işlerdiniz. Allah Teâlâ'dan korkmadınız halktan korktunuz, Allah Teâlâ'yı yüceltmediniz, halkı yüceltti­niz, Allah Teâlâ'ya dayanmadınız halka dayandınız. İşte bu azap örtün içindir."
[19] "Allah Teâlâ’nın size fazlı ve rahmeti olmasaydı, asla sizden hiç­biriniz temize çıkmazdı" (Nur, 21)

[20] Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem bir hadiste “Mümin mümin’in aynasıdır.” (Ebu Davud. Edeb. 29: İbn. Mübarek Hasan-ı Basri'nin sözü olduğunu söyler; bkz. Aclunî. II/294) buyurduğunda etkileşim özelliklerinin geçerliliğini daha belirgin açıklamıştır.
Bu hadis-i şerifteki ilk mümin insandır, ikinci mümin ise Allah Teâlâ’dır ( Allah Teâlâ’nın El-Mü’min ismi ) Buradan işaretle insanın arkadaşı, Allah Teâlâ olursa ve neticesi cennettir. Kötü arkadaş ise şeytandan kinayedir ve dostluğu cehenneme gidiştir.
[21] Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki;
"Nur kalbe girdiğinde, göğüs "inşirah" eder, açılır. Sor­muşlar
“Ya Resulullah, bunun alameti var mıdır?”
“Evet,” bu­yurmuştur.
“Kandırıcı evden uzak, ebedi eve yakınlık, ölüm gelmeden ona hazırlık etmektir."
[22] Nablusî’nin inzi­vasının ilk yılında yazmış olduğu birinci münâcâtı Vahdet-i Vücûd ile ilgili olarak kulun Allah Teâlâ’ya münacatını anlatıyor.
Rabbim bana dedi:
“Sen, sen bana uygunsun” Dedim ki;
“Fâni olan ben, nasıl Sana uygun olurum?” O bana dedi ki;
Fâniden başka hiçbir şey Bana uygun de­ğildir?” Dedim ki;
“Ahlâkım kötüdür, ben Sana nasıl layık olu­rum?” O dedi ki;
“Onu, Benim iyi ahlâkımla tamamlayacağım.” Daha sonra bana şöyle dedi:
Ey kulum, Ben senim, fakat sen Ben değilsin. Ey kulum, Mevcûd (Var olan) benim, sen değilsin. Ey kulum, bütün beşer Benim keremimin kulları­dır; sen, Benim Zâtımın kulusun.” Dedim ki;
“Ey Rabbim, ben nasıl Senin Zâtının kulu olu­rum?”  O dedi ki;
Sen ‘Abdül’-Vücûd’sun (Varlığın kulusun); Abdü’l-Mevcûd (Var olanın kulu) değilsin. Vücûd Ben’im, mevcûd diğeridir, zira o Benim ile varlık bulur. Hâlbuki Ben, Kendi kendimle varım.” Bu sebeple ben şöyle dedim:
“Ben Varlık’ım.” Ve yine O bana dedi:
Ey kulum, başkalarından korkma; zira başkaları Ben’im. Ben, senin sendeki Varlığımdan dolayı sende tecelli eden Rabbinim. Ben’den başka ilâh yoktur ve ancak bana tapılabilir.
Her halükârda seni Ben (Kendim) ile zenginleştirirsem, seni zengin kılacağım ve eğer seni başkalarıyla zenginleşti­rirsem, seni fakir kılacağım. Benden başka ilâh yoktur.” Ben O’na dedim ki;
“Ey Rabbim, ben Senin nezdinde nası­lım?” O bana dedi ki;
Sen Benim indimde, en yakınlar arasında ve aynı zamanda bütün seni sevenler ile birliktesin. Ben, se­ni ve seni sevenleri severim.” Ben O’na dedim ki;
Ey Rabbim, bana olan aşkının alameti nedir?” O bana dedi ki;
Benim sevdiğim ve Benim hoşlandığım şeyleri yapabilmen için sana yardım ve lütfumu ihsan etmemdir.” Ben O’na dedim ki;
“Ey Rabbim, insanlar bana haksızlık ediyorlar.” O bana dedi ki;
Bütün bunlar senin hayrınadır. Onların sana ettikleri haksızlıkların sonucuna bakman yeter: Bu, se­nin Benim ile yakınlaşmandır. Muhakkak ki, sen onlardan önde geleceksin.” Bekri Alâeddin, Abdulgânî Nablusî Hayatı ve Fikirleri, trc. Dr. Veysel UYSAL, İst, 1995, s.112–114
[23] “Göklerde ve yerde neler var, bir bakın” de. İnanmayacak bir millete ayetler ve uyarmalar fayda vermez.” Yunus, 101
[24] Güneşin ayı kapatması buna benzer. Hakikatte aydaki ışıkta güneşindir.
[25] Dünyada ebedi kalacak gibi düşünmesidir.
[26] Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki;
"Müminin yüzüne karşı meth edildiğinde O'nun kalbin­deki iman artar "
Bu hadis arifleri içindir ve durumlarına işaret eder. Yine arifler diyorlar ki; "Halk'ın dili, Hakk'ın kale­midir." Onlarda kendini beğenme ve böbürlenme asla olmaz.
[27] "Ey nefislerine israf eden kullarım, Allah Teâlâ’nın rahmetinden ümidinizi kesmeyin " (Zümer, 53)
"Allah Teâlâ’nın rahmetinden ancak kâfir topluluklar    ümidini keser " (Hicr,56)
"Her âdemoğlu hata edicidir. Hata edenlerin hayırlısı tövbe edenlerdir. " Tirmizi

[28] "Yeryüzüm ve göğüm bana dar geldi, fakat mümin ku­lumun kalbi dar gelmedi " Hadisi Kutsi
[29] Şeyhü’l Ekber Muhyiddin ibnü’l Arabî Hazretleri bu nura "şimşek" adını vermiştir. Çünkü bu nur bir oluyor, ardından yok oluyor. Zira bu nurun devamına beşer gücü yetmez.
[30] Miraçta Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimize bütün nimetler ve azaplar gösterildi de, hâlinde bir zerre değişiklik olmadı. Kur´an-ı Kerim´de “Gözü oradan ne kaydı ve ne de onu aştı.”  (Necm, 17)  buyruldu.
Bir şeyden etkilenmek eksiklikten olur. Eksiklik yaratılıştan olursa tedavisi olmaz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin yaratılışı tam olduğuna göre O´nun bu konuda hataya düşmesi olmamıştır.
[31] Hakk’ı bulmak pek kolaydır,  velâkin Hakk’ı bulduran Kâmil insanı bulmak güçtür.   Bunlar kimyâ gibidir,  velâkin bulunması kimyâdan güçtür.
[32] Allah Teâlâ’nın insanların sırlarını birbirlerine gizli tutması iki sebepten ötürü büyük bir lütuftur.
Birincisi; İnsanların işlemiş olduğu günah ve kusurları eğer gizli kalmayıp açığa vurulmuş olsaydı insanlar arasında sevgi ve güven kalmayacaktı. Bu yönüyle gizli tutulması in­sanlara büyük şefkat ve rahmetidir. Bu meyanda evliya­ sına kullarının bu eksikliklerini gizli tutmakla beraber diğer taraftan da Onlara ruhlar âleminin keşfini müyesser eylemiştir.
İkinci sebep ise insanlara bazen evliyasını gizli tut­muştur. Velilerin sırları dışarı vurulmuş olsaydı ve veli bilinipte ona yapılacak saygısızlık sonucu doğrudan doğruya Allah'a savaş açılmış olacaktı. Keza veli tanınır­sa O'nun sözünü tutmak farz olacaktı. Bunun içindir ki evliyanın gizli tutulması kuluna bir rahmettir.
“Allah Teâlâ onların evliya olduğunu göstermeden sı­radan bir insan şekliyle tanıtır. Veya onlardan istifade etmek isteyen kimselere de evliyalık şekliyle tanıtır. Eğer onların surlarını dışarıya vermiş olsaydı o zaman bu du­rum insanların aleyhine olurdu. Çünkü insanlar onları tanıyıp itaatsizlik yapsalardı çok büyük bir günaha gir­miş olacaklardı. Fakat Allah Teâlâ kullarına rahmet olsun diye onların sırlarını gizili tutmuştur."


[33] Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki;
"Ancak münafığın kalbinden merhamet sökülmüştür"
"Rahmet edenlere Allah rahmet eder. Yeryüzündekilere rahmet ediniz tâki gökyüzündekiler size rahmet etsinler"
 Rivayete göre Allah Teâlâ Hz İbrahim aleyhisselâmı yer ve gökyüzündeki ruhlar âlemine muttali etti­ğinde görür ki bir kimse ağır bir günah işler. Ona bed­dua eder ve
"Ya Rab! Onu helak et" der ve helak olur. Başka biri daha başka bir günah işler ve yine
"Ya Rabbi! Onu helak et, senin rızkını yer, senin yerinin üzerinde gezer ve sana isyan eder" ve oda helak olur. Üçüncüsü­nü görünce yine beddua etmeye çalışırken Allah Teâlâ;
"Dur Ya İbrahim! Kulumdan elini çek. Günah işlerlerse dahi kulumdurlar. Onlara üç fırsatım var. Kulum tövbe eder af ederim veya ondan Salih bir evlat kalır bana hamd ü sena eder, onu o evladının hatırına veririm. Ya da kıyamet gününe kadar bekletir ister af eder istersem azap ederim buyurur."
İbrahim aleyhisselâm ruhlar âleminden dönerken, Allah Teâlâ’nın emri olan İsmail aleyhisselâmın kurban kesilmesi o gece ona bildirilir. İsmail aleyhisselâmı kurban etmek için bıçağı boynuna koyduğunda içinden Allah Teâlâ'ya münacatta bulunarak
"Rabbim bu evladım, gözbebeğim ve herkesten ziyade sevdiğimdir " der. Ona gayp tan bir ses gelir;
"Ruhaniyet âleminde gezdiğin o geceyi ne tez unuttun. Benden ku­lumun helakini hep istiyordun, bilmiyor muydun ki sen nasıl evladına şefkat besliyor isen bende kuluma rahmet beslerim. Sen kulumun helak olmasını istedin bende oğ­lunun kurban edilmesini isterim"
[34] Ebu Muhammed el-Mürteiş rahmetullâhi aleyh diyor ki;
"Ben kaç kez hacca gittim. Fakat hiçbirinde bir zorluk bir rahatsız­lık çekmedim. Fakat annem bir gün benden bir bardak su istedi nefsime çok ağır geldi. Bildim ki o haclarımda ra­hatsızlık çekmediğimden dolayı onlarda nefsimin bir hazzı vardır ve onları şaibeli gördüm. Çünkü anneme su vermem şer'i bir hak olduğundan nefsime zor gelmeme­liydi. Ondan biliyorum ki burada nefsimin hazzı yoktur. Onun için ağır geldi.
[35] Nefsin ruhuna karşı sevinç duymasıdır.
[36] "Bu (adam yaptıklarını) Allah Teâlâ’nın gördüğünü bilmez mi?" (Alâk, 14)
[37] Göz kuvvetli ışıkta görmeyi kaybeder.
[38] "Allah dilediğini imha eder ve dilediğini vücuda getirir. Ana kitap ise O'nun nezdindedir." (Râ'd-39)
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem birçok hadisi şeriflerinde dua ve ana baba'ya iyiliğin ömrü bereketlendirdiğini, sadakanın malı artırdığım, başa gelecek musibetleri önlediğini veya hafiflettiğini, şükrün nimeti arttırdığını bildirmiştir. Muallâk kader değişse de mübrem (kesinleşmiş) ka­der asla değişmez. Ezelde ne takdir edilmişse o olacaktır.
[39] (Allah Teâlâ kullarına ihsanda bulunmayı sever. Kul daha hak etmeden verir. Hatta kâfire bile verir.)
Kul Allah Teâlâ’dan bir ihsan beklediğinde ameline gü­venmesin ve bir ihsan geldiğinde kendi duası veya iyili­ğinden dolayı geldiğini zannetmesin. O'nun lütuf ve ih­sanı kuldan hâsıl olan bir sebebe bağlı değildir. Yoksa kul doğmazdan evvel Allah Teâlâ ona lütuf etmiş onu ya­ratmış, onu ana karnında beslemiş, muhafaza etmiş, do­ğunca anasını emmesini ilham etmiş ve öğretmiş, daha nice nice nimetlerde bulunmuştur. Kulun o zaman bir ameli, duası veya bir kabiliyetimi var mıydı?
[40] Bakara, 105; Âl’i İmran, 74
[41] Â’raf, 56
[42] "Allah Teâlâ birisine nur yaratmamış ise o kimse nur­suzdur. "(Nur, 40)
[43] "Zikrimle meşgul olup istemekten vazgeçene, isteklerinin en güzelini vereceğim" Hadis-i Kutsi
[44] Nebilerin birçok dualarda bulunma­sı şeriatı göstermek, ümmetine öğretmek ve Hakk'a muhtaç olduğunu göstermek içindir.
[45] Hz. Ali kerreme’llâhü veche bayram günleri eski elbiseleri ile bayrama çıkardı.
[46] Tevbe, 60
[47] İstidraç denilen kısımdır. Şeytanın aldatıcı hilelerindendir. Çok kişiyi bu şekilde aldatmıştır.
[48] Bir gün Hazret-i Abdülkâdir kaddese’llâhü sırrahu’l azîz vaaza geç kalmış. Cemaatin bekleme­mesi için, devrinin âlimlerinden olan oğlu, kürsüye gelerek iki saat va­az etmiş. Fakat etrafında ne bir heyecan ne bir alâka uyandırabilmiş. Nihayet Hazret-i Abdülkâdir kuddise sırruhu’l-azîz telâşla gelerek:
“Özür dilerim ey cemaat, geciktim. Valideniz yumurta pişirmişti, sahan düştü yumurtalar kırıl­dı..” Deyince, cemaat ağlaşıp feryat etmeye başlamış. O zaman Abdül­kâdir Hazretleri’nin oğlu:
“Aman baba, iki saattir bunca söz söyledim de kimseye tesir etmedi. Sen, yumurtalar düştü kırıldı, deyince cemâat birbirine girdi” diye hayret etmiş.
Eve gidince hayretini babasına açmış ve hikmetini sormuş. O da, “Ey Oğlum! Eğer sen de Bağdad çöllerinde 25 sene nefsinle mücâhede etseydin, semeresini görürdün” buyurmuşlardır. (Mehmet Zahid KOTKU, Tasavvufî Ahlak, İst, 1998, s.119)
[49] “Her kap, içindeki olanı, dışarı sızdırır!
[50] "Rahmanın izin verdikleri dışında hiç kimse konuş­mayacak ve herkes yalnız doğruyu söyleyecektir" (Nebe,28)
Rivayetlere göre, dokuz yıl büyük çilelerle sülûkünü tamamlayan Niyazi Mısrî kaddese’llâhü sırrahu’l azîz Efendi'den Elmalı halkına son defa vaaz ve nasihat etmesi istenir. Mısrî konuşmak için kürsüye çıkar. Fakat dili tutulur, konuşamaz. Sonunda şeyhi, “Mısrî Efendi, bundan böyle durma ve susma, konuş” deyince dili çözülür, güzelce va'z eder. Niyâzî-i Mısrî kaddese’llâhü sırrahu’l azîz sonradan bunu anlatırken, “Şeyhimin bu izin ve himmetiyle hâlâ konuşur, söyleriz. Bize korku yoktur” dermiş. (İbrahim RAKIM, 1750), v.60; Tuhfe, s.20-21
[51]  “Mânâlar kesinlikle harflere sığmazlar,
Okyanusu bir kaba koymak mümkün olmaz!..
Biz ki, kendi sözlerimiz açısından sıkıntıdayız,(Şeyh Mahmûd Şebüsterî) b.50-51
[52] İlâhiler bu kısımdandır. Denizin kıyıya attığı inciler gibi.
[53]İnsanlar madenler gibidir.” Birbirleri ile olan yakınlıkları oldukları gibi ayrılıkları bulunur. Her bir yakınlığın altındaki ünsiyet ise ya ezeli ya da sonradan kazanılan özelliklerdendir. İnsan arkadaşlarının davranışlarından ve eylemlerinden dolayı kendi duygu ve hareketlerinin yansımasını görür. Arkadaşlığı gerektiren şey aynı cinsten olmak ve tabii münasebettir. Nitekim denilmiştir ki: Tabiatında bulunan hallerden bir parçayı karşısındakinde mevcut bulan kimse, ona meyleder. Onlar bulunan mevcut haller ile kendilerindeki bulunan hali kuvvetle çeker. Bunların hali âşık ve maşuk misali gibidir. Mayalarındaki haller ile insanlar, birbirlerini gördüğü zaman ya kaçar veya yaklaşır.
[54] Fatih Sultan Mehmed Han’ın türbedârlarından ve Şa’bâniyye tarîkatının son devir şeyhlerinden Ahmet Âmış kaddese’llâhü sırrahu’l-aziz Efendi de buyururlarmış ki;
Tasavvuf kitabı okumayın. Onlar sizi idlâl (yanlışa götürür) eder. Yalnız Niyâzi Divânı’nı okuyun. Zira O, sülûkü bitirdikten sonra söylemiş ve yazmıştır.”
Yine nakledilmiştir ki: Mevlânâ-haz­retleri, Şemseddin'le buluştuğu ilk zamanlarda ge­celeri Mütenebbi divanını okurdu. Mevlânâ Şemşeddin Tebrizi:
"Bu, okumağa değmez. Bunu bir daha okuma" diye bir iki kez söylediyse de, Mevlânâ, dalgınlığından onu yine okuyordu. Bir gece yine böyle hararetle divanı okuduktan sonra uykuya daldı. Rüyasında, medresede bilginler ve fakihlerle bir tartışmada bulundu ve hepsini yendi Sonra:
"Bunu niçin yaptım, buna ne lüzum vardı" diyerek medreseden çıkıp gitmek istedi ve tam bu sırada uykudan uyandı ve Mevlânâ Şemseddin'in kapıdan içeri girdiğini gördü ve:
"Bu biçare fakihlere yap­tığını gördün mü, işte bunların hepsi Mütenebbi di­vanını okumanın uğursuzluğundandır" dediğini duydu.
Yine bir gece Mevlânâ rüyasında, Mevlânâ Şemseddin'in Mütenebbi'yi sakalından yakalayarak yanına getirdiğini ve ona:
"Bu adamın sözlerini mi okuyordun" dediğini görür.
Mütenebbi zayıf, nahif ve sesi kısık bir adam­mış. Mevlânâ'ya:
"Beni bu Mevlânâ ŞemseddinTebrizi'in elinden kurtar; artık bu divanı karıştırma" diye yal­varmış. Nihayet Mevlânâ, okutmayı ve öğretmeyi bıraktı, lâliş sarığını sardı, hindiban farecisini giydi semâ ve riyazete başladı ve şu şiiri söyledi:
"Ben, bir memleketin zahidi ve bir minberin vaizi idim:
Gönlümün kazası, beni, sana ellerini Çırpıp gelen bir âşık yaptı." (EFLÂKÎ & trc:Tahsin YAZICI, 1995)s. 199, b: (14-15)
[55] İbn Abbâs radiyallâhü anhın “Yedi kat göğü ve yerden de bir o kadarını yaratan Allah'tır. Allah'ın fermanı bunlar arasında iner.”  Talak, 12  âyeti hakkındaki; “Eğer ben bu âyetin tefsirini söyleseydim, beni taşa tutup öldürürdünüz.” diğer bir rivayette, “Kesinlikle benim kâfir olduğumu söylerdiniz.”  (İbn Abbâs'ın (r.), Talak (65), 12. âyeti hakkındaki bu sözü yukarıdaki gibi değişik lafızlarla rivayet edilmiştir. Bak: İbn Kesîr, 8, 183. Bu âyette ifade edildiği şekliyle, inmekte olan ilâhî ferman hakkında İbnu'l-Arabî’nin yorumları için ayrıca bak: Futûhât, 1, 141, 156, 2,455, 3, 28, 382, 398, 4, 397.sözünün bir anlamı olmazdı.)
Ebû Hureyre'nin radiyallâhü anhın “Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemden iki kap hıfzettim. Onlardan birini yaydım. Diğerine gelince, eğer onu da yaymış olsaydım, benim şu boğazım kesilirdi.”  (Buhârî, İlim (3), 42) kelamını hatırlamak gerekir.
[56] ‘Daha çok ibadet edeyim’, ‘Sabahlara kadar namaz kılayım’, ‘Tesbih ve zikir çekeyim’, ‘Dua okuyayım’ gibi nafile ibadetlerle geceleri ihya edeyim düşüncesidir. Bu hususta şu bilinmeli ki; şeytan insanı fazla nafile ibadetlerle meşgul ederek farz ibadetlerinden alıkoyar ya da farz ibadetlerini vaktinin sonuna bıraktırır veya unutturarak farz ibadetlerinin vaktini geçirttirir. Meselâ, gecelerini fazla nafile ibadetlerle ihya eden kişi,
“Biraz istirahat edeyim.” derken uykuya dalar ve birçok kere farz olan sabah namazını kaçırır. Ya da nafile olan “Evrad ve ezkârımı okuyayım.” “Virdimi bitireyim.” derken farz olan ibadetleri vaktin sonuna kadar tehir eder. Ya da evrâd ve ezkârını okuyamadığı zaman öyle telaşlanır ki, farzlarındaki ihmalinden o kadar endişe duymaz.
Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem   en iyiye yakın olanı yapın, az da olsa devamlı olanın daha sevaplı olması ile sevinin, kolaylaştırın ve sabah akşam seferinde ve gece yolculuğunda (tevfik vermesi için) Allah Teâlâ’dan yardım isteyin” buyurmuştur. Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerim de “Allah Teâlâ, dinde size bir zorluk kılmadı” (Hacc, 78)
Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem de: “Ey insanlar! Dinde aşırılıktan sakının, çünkü sizden öncekileri dindeki aşırılıkları helâk etti.” (İbn Mâce, Menâsik, 63; Ayrıca bkz. Nesâî, Menâsik, 217; Ahmed b. Hanbel, I, 215, 347.) Buyrulması dini hayattaki itidâlin zirve nokta olduğunu göstermektedir.
[57] “Allah Teâlâ, size kolaylık yapmak istiyor, güçlük çıkarmak istemiyor” (Bakara, 185) “Allah Teâlâ´, emirlerinin hafif olmasını diledi. Çünkü insanlar zayıf yaratıldı.” (Nisa,27)
[59] Kehf, 45
[60] Noksanlık ve cimrilik beşer sıfatıdır.
[61] Kı­yamet, 19
[62] Enbiya, 18
[63]Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdular ki;
“Hafif-ül haz (az malı) olanlara ne mutlu”
“Âdemoğlu iki şeyden hoşlanamaz. Mal azlığı ve ölüm.
Mal azlığı ise hesabın azlığına işarettir”
Şah-ı Nakşibent kaddese’llâhü sırrahu’l azîz Efendimiz “Allah Teâlâ´m sevdiklerime zekât verecek kadar çok mal, zekât alacak kadar fakirlik verme” diye dua ederlerdi. Onun için yolundan gidenlerde fazla bir zenginlik olmamış ve olmayacaktır.
[64] "Şüphesiz en fazla Allah Teâlâ'dan korkanlar âlimlerdir." (Fatır,28)

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar