ŞABAN-I MUAZZAMA ve LEYLE-İ BERAT HAKKINDA
Şeyh Şerafeddin kuddise sırruh'dan
Cenab-ı Hak Teâlâ, (şanı yüce olan) Kur’an-ı Azimüşşan’da Leyle-i Berat’ı, mübarek gece olarak söylemiş ve bildirmiştir.
Bu Şaban ayı, Efendimiz’in zamanından itibaren, kıyamete kadar saygı duyulacak, çok büyük bir ay olduğu gibi, Efendimiz’den önce gelmiş olan enbiyâ ve'l-mürselîn yani büyük Peygamberlerin milletleri için de çok büyük bir aydı. Özellikle, İsa Aleyhisselâm Hazretleri’nin ümmeti tarafından çok saygı duyulurdu.
Havariyyûn (Hz. İsa As.’ın yardımcıları) olan âlim ve salihler, bu aya çok fazla önem verirlerdi.
Hazreti İsa’nın yükselişinden üç sene sonra, Kudüs-ü Şerif’te beş bin enbiya-i izâm yani büyük peygamber vardı. Îtikâf yani bir yere çekilerek, ibadet ile zaman geçirirlerdi. Onlardan başka, Kudüs-ü Şerif’in içi ve çevresinde, abid ve zahidler yani dünyadan vazgeçerek, ibadet halinde olanlar ile dolu olan birçok mağara vardı. Ve içlerinde beş yüz kadar bakire kızda vardı. Üzerlerinde çok elbise vardı ve kendileri de zahiddiler.
O beş yüz kız içinden iki kimse vardı ki, bunlar bütün din ve milletlerin reisleri olan Sidriyan ve Eryen’di. Âlim ve vaizlerden olup, pek çok hakikate ulaşmış olan kimselerdi. Özellikle,
Fahr-i Âlem Efendimiz’in özellik, huy ve ahlaklarını ve ümmetine özel olarak ayrılmış olan fazilet ve olgunlukları da bilmekteydiler.
Bugün, bu bahsedilen kimseler (iki kız) Kudüs-ü Şerif’te bulunan Mabed-i Kübra diye anılan, ibadet yerine girdiler.
Bu mabette, bütün peygamberlerin huy ve ahlakları ile ümmetlerine bağışlanmış olan her şeyin yazılı olduğu kitapları vardı. Bu kitaplar içinde en doğru olanı, Kısas-ı Havariyyûn (Havarilerin hikayeleri) denilen kitaptı. İncil-i Şerif’ten sonra, İncil’e bağlı olanlar için en kıymetli olan kitaptı. Kitabın yazarı, Reis-i Havariyyûn diye anılan, Şem’un-u Safâ Hazretleri’ydi. Bu kimse, esteizubillah,
“fe azzezna bi salisin -- Onlara iki elçi göndermiştik, ikisini de yalanladılar. Bunun üzerine üçüncü biriyle desteklemiştik” Ayet-i Kerimesi ile bildirilen kimsedir.
Bu kitabı yazarken, Hızır Aleyhisselâm ile görüşüp, fikir alışverişinde bulunurdu. Hatta, yedi sene dokuz ay toplantı ve sohbetleri devam etti. Bu büyük kitabı çok dikkatli bir şekilde düşünüp yazdılar ve içindeki hakikat ve faydalı ilimleri güzelce ortaya çıkardılar.
Resûlullah Efendimiz ve ümmetinin faziletleri çokça anılıp, bildirildiği için, Şem’un-u Safâ bu meseleleri bilmek ve haberdar olmak şansını kazandı. Kitapta, fezail-i ümmet ve hakaik-i varisin yani ümmetin kazandığı faziletler ile hakikate mirasçı olanların anlatıldığı her sayfada, Hızır İlyas Aleyhimüsselâm Hazretleri’nin onayı vardı.
Kitapta bulunan bütün ilim ve hakikatleri ezberledikten sonra, mumâ-ileyhâ (iki kız), içinde ibadet ile meşgul bulunan ibâdullah yani Allah’ın kullarına, kitapta bulunan ilim ve hakikatlerden vaaz edip, bildirmek ve nasihat etmek için, bin sayfa kadar olan kitabı da alarak Mescid-i Aksa’ya gittiler. Kutsal, Kısas-ı Havariyyûn (Havarilerin hikayeleri) adlı kitapta bulunan hakikatten dinlemek arzu edenler, yarın hazır bulunsun, dediler. Bildirilen gün, o zamanda bulunan yetmiş bin peygamber orayı şereflendirdiler. Hemen arkasından zahid ve abidlerden yirmi beş bin kimse geldi.
Sidriyan, kürsüye çıktı. En önde peygamberler olmak üzere, herkes derecesine göre sıra ile düzenli bir şekilde oturdular. Şem’un-u Safâ Hazretleri’de bu meclisteydi. Tarih, Şaban-ı Şerif’in yirmi dördüncü gecesiydi. Sidriyan,
“Ey cemaat-i hâzırûn, ey hazır bulunan cemaat, bugün Cenab-ı Hak Teâlâ’nın bana, Kısas-ı Havariyyûn kitabında bildirmiş olduğu ilim ve hakikatlerden, sizlere vaaz edip, bildireceğim” dedi.
Önce başlangıç, giriş olarak, şöyle buyurdu,
“Cenab-ı Hak Teâlâ, Benî İsrail topluluğumuzu, bütün millet ve kavimlerden daha fazla ikram etti ve şerefli kıldı. Gerçektende, yetmiş bin peygamberin ba’s ve irsali yani gönderilmesi ile ve on iki kutsal kitabın bize bağışlanması neticesinde, ulûm-u evvelîn ve âhirîn ve ilm-i ledünnî (geçmiş-gelecek-sır ilmi) sahibi olan Hızır Aleyhisselâm’ın varlığı ile de bizleri ikram etti.
Hâtem-ül-Enbiyâ Muhammed Aleyhisselâm Hazretleri’nin, kendisi ve ümmetine ait olan faziletleri bilen âlimler ve bunlardan bizi haberdar edenler ile de şereflendirdi. Muhammed Aleyhisselâm’ın ümmetine ait olan faziletleri ve menakıbını yani hikayelerini anlatmak ve söylemek bu meclisimiz için şeref ve övünç sebebidir”
Zahid yani dünyadan geçmiş olanlardan birisi ayağa kalkarak,
“Ey bizim Seyyidemiz, bu makamda, Muhammed Aleyhisselâm’ın ümmetine, Cenab-ı Hakk’ın vereceği fazilet ve ikramların hakikatine sahip olan kimse oturup söz söylese ve va’zetse, bu daha uygun olmaz mı?” diye sordu.
Sidriyan, “Sözünüz Hak ve söylediğiniz daha uygundur. O kimse buyursun, gelsin” dedi.
Şem’un-u Safâ Hazretleri de,
“Musa Aleyhisselâm’ın arkadaşı olan kimse kürsüye çıksın.
Çünkü o haklıdır, her ümmet, her fert ve tüm Ümmet-i Muhammed’in, hakikatini bilen kimsedir. Bu hakikat, O’nun sadrı yani kalbi, göğsünde saklı ve yazılıdır. O kadar ki, Muhammed Aleyhisselâm’ın ümmetine ait olan ezeli ve ebedi, yani başlangıcı ve sonu olmayan hakikatlere ve ayrıca Kur’an-ı Azimüşşan’da bulunmayan, bildirilmemiş olan hakikate de hakimdir, bilir.
(Yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır --- Ayet-i Kerime’si bambaşka bir hakikat anlatmaktadır!!!!!)
Hak Teâlâ, O’nun hakkında konuştuklarımı onaylamaları, tasdik etmeleri için izin verseydi, tüm ecza-yı kâinat (bütün zerreler) dile gelir ve tasdik ederlerdi” dedi.
O an, Kudüs-ü Şerif etrafında bulunan, (Efendimiz’e ilk vahyin geldiği) Cebel-ün Nur adındaki dağın, taş ve toprak zerrelerinden bir ses, sesleniş duydular. Şem’un Hazretleri’nin sözlerini tasdik ediyorlardı. Yirmi dört saat, dağın sesi kesilmedi.
Hızır Aleyhisselâm kürsüye çıktı ve önce zühd edip, sadece yaptıkları ibadet ile meşhur olmuş olan beş yüz kıza,
“Bu mabette (Mabed-i Kübra) ibadet ile meşgul olanlar, en öne geliniz” diye buyurdu. En önde bulunan en büyük peygamberler, ayağa kalkarak, makam-ı havariyyûn yani havarilerin yerlerine geçtiler. Zahidelerde yerlerine oturdular. Hızır Aleyhisselâm,
“Ne zamandan beri burada yaşıyorsunuz?” diye sordu, kızlara.
Kızlar gereken cevabı verdikten sonra, kut yani yaşatacak kadar olan gıdalarından sordu.
Zahideler,
“Eğer ki, Cenab-ı Hak senede bir kere, Şaban-ı Şerif’in on beşinci gecesinde bizlere bağışlarsa, bir kâse süt, yedi hurma, üzüm ya da taze hurma yeriz. Bunlar haricinde olan, yemek ve içecek bizlere haram kılınmış, yasaktır” dediler.
Hızır Aleyhisselâm, orada bulunan cemaate, bu Zahidelerin derece ve makamlarını anlatarak, bildirdi.
Sonra,
“Ey Benî İsrail’in âlim ve salihleri, ben size Muhammed Aleyhisselâm’ın alelıtlâk yani genel olan faziletlerinden bildireceğim. Bakınız, o ümmetten bir kimse, ömrü boyunca aynı günahları, yirmi beş bin defa tekrar etse ve tövbe etmeden Cenab-ı Hakk’a kavuşsa, yine o ümmetin fertlerinden iki tane mü'min-i kâmil yani kemale ermiş kimse onun hakkında hüsn-ü şehadet yani iyi tanıklık ederlerse, Hak Teâlâ bu şehadet hürmetine ona azap, eziyet çektirmez. Günahlarını bağışlayarak, affeder ve Ehl-i Cennet’ten kılar. Cenab-ı Hak Teâlâ, bu kadar hürmet ve yetkiyi sadece Benî İsrail peygamberlerine bağışlamıştır.
Muhammed Aleyhisselâm hariç, bütün diğer büyük peygamberler, o kimse hakkında iyi yönde şahitlik etseler bile, o kimse için özgürlük ve kurtuluş ihtimali ancak yine bu peygamberlerin özel duâ ve yakarışları sayesinde mümkün olabilir. Bu fazilet, Muhammed Aleyhisselâm’ın ümmetine, sonsuz ilmin sahibi olan Hak Teâlâ Hazretleri tarafından bağışlanmış olan fazilettir.
Ümmet-i Muhammed’in amellerine karşı verilecek fazilet ve bağışlanacak sevap ise şöyledir.
Mesela, ümmetten bir kimse, Şaban-ı Muazzama’nın on beşinci gecesi, Cenab-ı Hak Teâlâ’nın rızası için iki rekât namaz kılarsa, ona bağışlanacak olan fazilet, ikram ve İlahi Mükafatlar, Musa Aleyhisselâm ile İsa Aleyhisselâm zamanları arasında ne kadar ümmet ferdi varsa, tamamının kurtuluş mutluluk ve Cennet’e girebilmelerine yetecek miktardadır.
O iki rekât namaz, o ümmetlerden salih ve zahid olan kimselerin yaptıkları her çeşit ibadetlerin toplamından daha üstündür.
Bildirilen Leyle-i Berat’ta, Mele-i a’lâ’da (Cenab-ı Hakk’ın yüce katı, melekler alemi) kâtip yani yazıcı olan büyük melekler oturacaklardır. Ümmet-i Muhammed’in kader ve kısmetlerini ve İlahi Lütufların ve diğer armağanların tamamını yazacaklardır.
O gece, o meleklerin görevi, Muhammed Aleyhisselâm’ın amellerine hizmettir. Resûlullah Efendimizin emrinden dışarı çıkmaz, emretmediği bir şeyi yapmazlar” dedi ve sonra, “Ey Zahideler, Mele-i a’lâ denilen makamda bulunan tüm melekler sizi anar ve kıyamete kadar bu görevi bırakmazlar. Cenab-ı Hak sizlere bu armağanı bağışladı. Fakat, Muhammed Aleyhisselâm’ın ümmetinden öyle büyük kimseler gelecektir ki, onların arasından birisine, hepinizin kazandığı faziletlerin üstünde olan fazilet bağışlanacaktır. Ümmet içinden bir kimsenin, bu mübarek gecede kılacağı iki rekât namazın sevabı, bu büyük makamda kılacağınız ve yapacak olduğunuz ibadetlerden, Allah katında daha makbuldür, kıymetli ve kutsaldır” buyurdu.
Hızır Aleyhisselâm, bu ümmet-i merhumenin yüz yirmi beş bin kutbunun şerefli isimlerini, Efendimiz zamanından başlayarak, Kıyamete kadar sayarak bildirdi.
Bu mübarek kimseler içinde, kutb vazifesini, bir gün, bir gece yapacak olanlar olduğu gibi, günler hatta senelerce yapacak olanlarda vardır. Bu şerefli kimselerin yirmi dört saat içinde gerçekleştirecekleri vazife ve hizmetler, büyük peygamberlerin hizmetlerinden üstündür. Çünkü, büyük peygamberlerin vazifeleri, kendilerine verilmiş olan emir ve iletmek durumunda oldukları kimseler ile sınırlıdır. Kutubluk makamında olan kimselerin hizmeti, bütün yaratılmışları içine alır, kapsar.
Hızır Aleyhisselâm,
“Bu Ricalullah, bade’l vefat yani vefatlarından sonra, kıyamete kadar, bu mübarek berat gecelerinde, zayıf ümmet için hizmet edeceklerdir” buyurdu.
Zahideler,
“Biz artık o ümmet-i merhumeyi tanıdık ve onlara verilecek olan fazilet ve ikramları da anladık. Allah ve Resûlü Muhammed Aleyhisselâm hürmetine, o mübarek gece olan Leyle-i Berat’ta, âlim ve Salihler meclisinde bizleri de unutmamanızı, anmanızı rica ederiz” dediler.
Hızır Aleyhisselâm, “Bu akşam, burada yaptığımız toplantıda bulunan cemaat için, muâhede ederim yani söz veririm. O mübarek gece gerçekleşecek, âlim ve Salihler meclisinde sizi de unutmam, anarım” dedi.
Üstaz Hazretleri buyuruyorlar,
“Ey İhvanlar, bizde hasbe'l-imkân yani elverdiği kadar, gayret edelim, çalışalım. O mübarek gecelerin faziletlerinden yararlanıp, Habîb-i Ekrem hürmetine, Hızır Aleyhisselâm’ın lisanı ile anılan o Kutubların hizmetlerine erişmek, ulaşmak ve kazanmak için, Cenab-ı Hak Teâlâ Hazretleri’ne yalvaralım, duâ edelim”.
Ve minallahi't-tevfîk,
Yardım ve başarı, sadece Allah’tandır …
Berat gecesi yapılacak olan adap, Regaib ve Miraç gecelerinde yapılan adabın aynısıdır…
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar