Print Friendly and PDF

SİYONİZM VE IRKÇILIK

Bunlarada Bakarsınız

 


 

Tevrat, ilk insanın yaradılışından söz ederken, en önde gelen Yahudi yorumcularından Rashi, Adem'i oluşturan toprağın, yerkürenin bir noktasından değil, değişik yerlerinden alındığını anlatır. Böylece, insan onuru kişinin doğduğu yere bağlı olmadığı gibi, bir bölgeyle de sınırlanmaz.

Kişinin büyüklüğü ya da değeri dış görünüşüyle ölçülmez. Yahudiler, Adem'in, Tanrının bir yansıması ve tüm insanlığın atası olduğuna inanırlar, insan tarihinin bu aşamasında, kendi dışındaki kişilere canının istediği gibi muamele eden ayrıcalıklı insanlara yer yoktur. İnsan yaşamı kutsaldır ve insan haklan, ‘ulusal güvenlik’ ya da öteki nedenlerden ötürü onları yok etmek isteyenlerce yadsınamaz. Bunu, çok sık ve çok uzun ikinci sınıl insan durumunda kalmış Yahudilerden iyi kimse bilmez. Ancak, bazı Siyonistler değişik olabilir; bunda şaşılacak bir şey de yok, çünkü Yahudilik ve Siyonizm aynı şey değildir. Aslında, birbirine uymaz ve birbiriyle uzlaşmazlar, iyi bir Yahudi Siyonist olamaz; Siyonistse iyi bir Yahudi olamaz.

Altmış yılı aşkın bir süredir, babamın yaptığı gibi, Siyonizm’e karşı savaşım verdim ve dolayısıyla onun ne olduğunu biliyorum. Bu savaşımın içinde son on ya da yirmi yıldır bulunanlar için söylemek zorunda olduklarım şaşırtıcı, giderek şok etkisi yapıcı olabilir. Herşeye karşın, bu sorunlar kesinlikle ve açıklıkla ortaya konmalı, çünkü Siyonizm hastalığı yeterince tanımlanmazsa, iyiletimi sağlanamaz. Siyonizm'e karşı olanlar uzunca bir süre düş ile ve iyi niyetli istekten kaynaklanan düşüncelerle ilgilendiler. Siyonizm’in ne olduğunu anlamak için, kişinin, Yahudiliği Yahudiliğin karşı ve olumsuzlaşması olan Siyonizm’i ve Yahudi tarihini bilmesi gerekir. Bana ayrılan süre içinde, Siyonistlerin eylemleri hakkında konuşmamayacağım; bunlar başkalarınca yeterince ele alınacaktır. Bir Yahudi olarak, Tanrıya isyan ve Yahudi halkına ihanet sayılan Siyonizm’in ne olduğunu tartışmayı tasarlıyorum.

İlk önce, birkaç tanımlama: Yahudi kimdir?

Yahudi, bir Yahudi anası olan ya da, Yahudi din yasaları (Hal aç ah) uyarınca Yahudiliği kabul etmiş herhangi birisidir. Bu tanım bile ırkçılığı dışlar. Yahudilik, ilkelerini benimsemiş kişiler bulmaya çalışmaz; ancak, bu ilkleri kabul edenler eşitlik esasına göre kabul görürler. Bunun nasıl olduğunu görelim: En mümtaz ve saygı gören hahamların bazıları Yaluıdiliği sonradan kabul etmiş kişilerdir. Yahudi analar çocuklarını her Sebt günü  Yahudiliğin kutsal günü olan Cumartesi) ve tatil arifesi kutsarlar ve bunu bin yıldan beri yaparlar. Çocuklar kızsa, kutsama ‘‘Tanrı seni Saralı, Rebeka, Raşel ve Leah gibi yapsın’dır. Bu anaerkillerin hiçbiri Yahudi olarak doğmamıştı; onlar Yahudiliği sonradan kabul edenlerdendi. Çocuklar erkekse, kutsama “Tanrı seni El raim ve Menaşe gibi yapsın” biçimindedir. Bu ikisinin anası daha sonra Yahudi ve Yusuf’la evlenen Mısırlı bir kadındı. Gelmiş geçmiş Yahudilerin en büyüğü Musa bile daha sonra Yahudi olmuş Midyalı bir kadınla evlenmişti. Son olarak, Yahudilerin kutsal yazıları olan Tanır, Ruth’’un kitabını kapsar. Bu kadın, doğuştan Yahudi gibi, Yahudi halkının geleneksel düşmanı elan Moab’ Iılardan gelmedir. Bu kitap, Ruth’un Yahudiliğe geçişini betimler ve her yıl “Yasa’nin (Tevrat) vahiysini yaşatmak için kutlanan tatilde "Eski Ahd”in ilk beş kitabı olarak okunur. Ruth’un kitabı, hemen bitiminde adı geçenin Yahudilerin en büyük kralı olan Kral Davud’un büyükannesinin ninesi olduğunu anlatır.

Siyonistlerden başka, Yahudileri bir ırk olarak görmekte ısrar edenler Mazilerdir. Onlar da yalnızca ırkçılığın saçmalığını ve usdışılığını kanıtlamağa hizmet ettiler. Irksal olarak bir Bayan Muller’in ya da bir Bay Meyer’in Yahudi ya da Aryan Mazilerin (Yahudi olmayan Almalılara verdikleri ad) olup olmadığını kanıtlamanın bir yolu şoktu. Bir kişinin Yahudi olduğunu kararlaştırmanın tek yolu, onun atalarının dinsel soyunu izlemekti. Irksal saçmalık için bu kadar söz yeter.

Irksal gurur, geçmişte kendi kısır şovenizmleri ile körelmiş Yahudilerin yıkımı olmuştur. Bu bizi, ikinci bir tanıma getirir:

Bir Yahudi halkı var mıdır?

Eğer varsa, görevi nedir?

Bunu kesin bir açıklığa kavuşturalım: Yahudi ulusu, bir kuşak önce Siyonist politikacılar tarafından oluşturulmuş ya da yaratılmış değildir. Yahudi ulusu, kendilerine gelecek tüm Yahudi kuşaklar için Tamı tarafından verilen Tevrat’ı benimseyip “Yapalım ve Duyalım” yanıtını verdiklerinde Sina Dağı’nda doğdu. "Siz; bugün halk oldunuz” tümcesi bugün de geçerli olmakla birlikte, binlerce yıl önce söylenmişti.

Yahudi geleneğine göre, tüm insanlara uyarlanan yedi Nuh yasası [Bunlar şunlardır; (1) bir yasalar ( ve yaptırım) sistemi kurmak; (2) Tanrı’ya küfretmemek; (3) putlara tapmamak, (4) zina gibi, cinsel ahlâksızlık yapmamak; (5) öldürmemek; (6) çalmamak; ve (7) canlının herhangi bir yerini yememek.]  vardır. Sonra, aktörenin temel ölçütlerini oluşturan ve tüm tek-tanrılı dinlere inananlara yol gösteren “On Emir” gelir. Bunlara ek olarak, Yahudiler için zorunlu ve Halaçak’a göre her Yahudilerin kendine uygun olanını gözetmek zorunda olduğu 613 yasa vardır. Bu “emirler”in (mitzvoth) yerine getirilmesi Yahudi olmanın ve dolayısıyla Yahudi halkının özünü ve Tanrı ile olan anlaşmalarını oluşturur.

Yahudiler hangi nedenden ötürü “seçilmiş halk”tırlar?

Her Yahudi, herhangi bir yer ve zamanda Tevrat’ı okuması gerektiğinde, “bizleri öteki halklar arasından kim seçti ve Tevrat’ını bize verdi?” der. Yahudiler bu biçimde seçilmişlerdir. Yahudi halkı başkaları üzerinde egemenlik kurmak ya da fethetmek ya da savaşmak için değil, Tanrıya ve dolayısıyla insanlığa hizmet için seçilmiştir. “Ve eller Esau’nun elleridir” tümcesi, geleneksel olarak, “ses Yakub”unken şiddeti simgeleyen eller Esau’dur anlamında yorumlanagelmiştir. Böylelikle, fiziksel şiddet Yahudiliğin geleneği ya da itibar ettiği bir değer değildir. Yahudi halkı askerî üstünlük yada teknik başarılar konusunda örnek oluşturmak için değil, fakat aktöresel davranış ve tinsel yalınlıkta en güzeli sağlamak görevinden ötürü seçilmiştir. Siyasal Siyonizm’in suçlarının en kötüsünü ve temelini oluşturan ve öteki tüm yanlış uygulamalarını açıklayan temel suçu, öteden beri, Yahudi halkını Tanrı’sından ayırmağa çalışması, İlâhi andlaşmayı hükümsüz ve geçersiz kılmayı amaçlaması ve Yahudi halkının yüce idealleri yerine “modern” devlet ve sahte egemenliği geçirmek istemesidir.

Birçok Yahudi’yi ve Yahudi olmayanları yanıltmanın araçlarından biri, Siyonistlerin Yahudilikte kutsal olan adlar ve simgeleri İncil’de İsrail’in Çocukları diye bilinen Yahudilerin, Musa Sina Dağı’ndan inerek Tanrı’nın emirlerinden onları haberdar ettiğinde, söyledikleri yanlış kullanmalarıdır. Onlar, Siyonist devletleri için kutsal İsrail adım kullanıyorlar. Toprak alımı fonu, dine düşkünlük, iyi görevler ve hayırlı işler anlamına gelen bir deyimle adlandırmışlardır. Onlar, devletin simgesi olarak menorah denilen büyük kollu şamdanı benimsemişlerdir. İsrail ordusunun, anlamı Tevrat’ta (Kutsal Toprağa daha önce dönme nedeniyle) “silâhlı kuvvet ve silâhlı güçle değil, fakat benim ruhumda der “Konuklar Tanrısı" diye açıklanan bir amblem altında döğüşmesi ne ikiyüzlülük, ne saptırılmışlıktır. Yalnızca Fransa’daki Dreyfus davasında sergilenen semitizm aleyhdarlığından ötürü Yahudi olduğumun bilincine varan ve siyasal Siyonizm’in adı lânetlenesice kötü ünlü kurucusu, “Yahudi sorunu" için çeşitli çözümler önermiştir. Bir yandan, Yahudileri Uganda’ya yerleştirmeyi Önermiş, öte yandan onları Katolik yapmağa çalışmıştır. Sonunda aklıa bütünüyle Yahudilere özgü bir yahudi devleti (Judenstaat) düşüncesi gelmiştir. Böylelikle, başından beri Siyonizm, anti-semitizmin bir ürünüdür ve gerçekte anti-semitizme tamamen uygun düşer, çünkü Siyonistler ve anli-semitikler dün de, bugün de ortak bit amaca sahiptirler: Tüm Yahudilerle yüzlerce, hattâ binlerce yıldır varolmuş Siyonist toplulukları yuvalarından ko parmak. Tanrı’ya olan bağlılığın yerine Siyonist devlete olan bağlılık geçirilmiş ve devlet, çağdaş “altın buzağı"ya dönüştürülmüştür. Tevrat’a inanç ve dini yükümlülüklerin yerine getirilmesi Siyonistlerin gözünde her Yahudinin ya da Yahudi halkının görevi değil, kişisel bir sorundur. Siyonistler ilahi yasayı parti ya da parlâmento oylarına bağlı duruma getirdiler ve kendi yönetim biçimleri ile aktöre anlayışlarını oluşturdular. Ne Siyonizm’in kurucusu, ne de Siyonist devletin herhangi bir başbakanı, Tevrat’ın Tanrısal kökenine, hattâ Tanrı’nın varlığına inandılar. Bütün başbakanlar ilkede dine karşı olan bir partinin üyesiydiler ve İncil’i dinsel anlamdan yoksun eski bir folklor belgesi saydılar. Ancak, aynı Siyonistler, Kutsal Toprak iddialarını, kökenini yadsıdıkları Incil’le temellendirirler. Siyonistler, aynı zamanda, “ve günahlarımızdan ötürü topraklarımızdan sürüldük" diyen Yahudi tatil duasını kolaylıkla unuturlar; Yahudi halkının bugün sürgün olmasının Tanrısal olarak hükmedildiği, Mesih gelmeden Kutsal ‘Yahudi Ulusal Fonu'nun İbtanicede adı Keren Kayemeth Lisraıl'ıin. “Sürekli kaynak” ya da “ebedi armağan” biçiminde çevrilebilecek olan Keren Kayemeth sözü günlük Yahudi sabah dualarından alınmıştır.

Toprak’ı işgâl etmeye ya da yönetmeğe yetkili ya da izinli olmadıkları gerçeğini tanımamazlıktan gelirler. Yahudi halkı elbette bu toprakla tinsel bağları olduğunu kabul eder ve ona Eretz Yısrael der. Her sahah, öğleden sonra, akşam ve gece Siyoın’un ve Kudüs'ün sözünü eder; gerçekte bir Yahudi bunu yapmadan yemeğe oturmaz. Bir Yahudiye güre. Kutsal Toprak, yeryüzünde bulunan öteki yerlerden farklıdır ve bir Yahudi, nerede- olursa olsun, dua ederken yüzünü Kudüs’e çevirir. Kutsal Toprak’ta yaşamak ya da orada gömülmek herzaman yüksek erdem sayılmıştır. Bu toprak sevgisi ve Yahudilerin ona dönmesi ve Mesih’in gelişine duyulan özlem son iki-bin yıldır sayısız kere sömürülmüştür. Siyonizm'in birçok kâhini olagelmiş ve bunların herbiri Yahudiler için bir belâ olmuştur. Kendilerine Mesih süsü veren bireyler ve kurtarıcılık akımları Roma döneminden, Orta Çağlara ve çağdaş Siyonistlere kadar zaman zaman ortaya çıkmıştır. Bu Mesih taslaklarının bazıları gerçekte başka dinlere bağlıyken, haham ya da ulusal önderdirler gibi davranmışlar; birçoğu da geçici olarak (bazıları uzun dönemler) Yahudileri, hahamları ve tüm Yahudi topluluktan yanıltmada başarılı olmuşlardır. Hepsi belirli bir süre sonunda teşhir olmuşlar, hilekâr olarak tanınmışlar ve umutlarını bunlara bağla- yanlar yalnızca düş kırıklığı ve çoğu kez de felâketle karşılaşmışlardır. Çağdaş Siyonizm’in gelişmesinin ilk aşamalarında inançlarını siyasal Siyonizm’le birleştirmeye çalışan sözde Siyonistlerin örgütü olan “Mizraçi” kurulmuştur. Bu duıum Tanrısal yasanın buyruklarıyla Yahudi ulusçuluğunun istemleri arasında sürekli çatışmaya yol açmıştır. Çoğu kez, “Mizraçi” yanlıları Siyonist kongrelerde oyla yenilgiye uğratılmış, ancak Siyonist akıma sahte bir dinsel hava vermede yardımcı olmuştur.) Bu “dindar görünümlü Siyonist siyasetçiler, gerektiğinde, Siyonist hükümetçe, ulusal istekleri “dinsel" otoriteyle desteklemek için kullanılmışlardır. Siyonist devletteki Ulusal Dinsel Parti, ulusal önlemler ve yasaları onayladığından ötürü parasal olarak ya da bakanlar kurulu üyeliği ya da benzeri hükümet mevkileriyle ödüllendirilmiştir. Bu Siyonistler in şovenizmi, çoğu kez, öteki Siyonistlerinkini aşmıştır ve bu aşırı ulusalçılık dinin sömürülmesinin başlıca örneği olarak dinsel deyimlerle açıklanmaktadır. Bu “dindar” Siyonistlerin hileciliği geçen yıl kendi dünya liderlerinden ikisinin bir milyon dolarlık hırsızlık yaptığı açıklanınca ortaya çıkmıştı.. 1912’de Almanya-Polonya sınırında Siyonizm’le savaşmak özgül amacıyla bir dünya Yahudi örgütü kuruldu. Agudath İsrail (İsrail Birliği) adlı bu örgüt dünyadaki gerçek Yahudi halkını temsil etmek ve Siyonistlerin temelsiz ve haksız isteklerini açığa çıkarmak için kuruldu. Sadık Yahudi kitlesi ve tüm hahamlar Agudath İsrail’e katıldılar. Viyana ve Marienbad’da Siyonizm karşıtı kongreler toplandı. Polonya gibi ülkelerde, Agudistler parlâmento üyesi oldular. Elli yılı aşkın süredir, Agudath yönetimi altında Kutsal Toprak’larda yaşayan Siyonizm karşıtı Yahudiler kendilerini Siyonistlerce ya da Siyonistlerin herhangi bir kümesince, özellikle Va’ad Leumi (Ulusal Meclis) gibi yarı resmî Siyonist bir örgütçe temsil edilmelerini istemediklerine dair yazılı olarak açıklama yapma konusunda Filistin’de mandater güç olan Ingiltere’den izin aldılar.

Kısa bir süre sonra, Agudath İsrail’in Filistin’deki önderi olan Hollandalı eski saygın diplomatlardan Jacob de Haan, Arap önderleriyle, Yahudi ve Arapların eşit haklara sahip olacakları bir devletin Filistin’de nihaî olarak kurulmasına ilişkin görüşmeleri başlatti. Bu yolla, Haan, Siyonist bir devletin yaratılmasını önlemek istiyordu. Yaşamının tehdit edilmesine karşın, de Haan, Siyonist bir devletin içerdiği büyük tehlikelerin tamamen bilincinde olarak, konuşma ve görüşmelerini sürdürdü, 1924’te İngiltere’deki ilgilileri görmek üzere ayrılmasından hemen önce, akşam ibadetinden dönerken, Siyonist bir yarı-askerî güç olan Haganah tarafından Kudüs’ün ortasında katledildı. Yarım yüzyılı aşkın bir süre önce, bu inanmış ve esin dolu Yahudi, dünyanın gelecekte kurulacak ve Siyonist devletin neden olabileceği güçlüklere ve sorunlara karşı kör ve sağır olduğu bir zamanda, çok önemli saydığı bir kavgada yaşamını kaybediyordu.

Bu türden terörizm ve artan Siyonist baskı sonucu Agudat Israel adım adım zayıflamağa ve uzlaşıcı tavır almağa başladı. Nazi dönemi boyunca, temel amacı Siyonizm’le savaşmak olmasına karşın, Siyonistlerle anlaşma ve düzenlemelere girişti. Siyonist devlet kurulduktan sonra, Agudath Israel geçmişi ile bağını kopardı, bakanlar düzeyinde Siyonist hükümete katıldı ve seçilen Agudistler parlâmentoya girdiler. Hâlâ Siyonizm karşıtı bir görünüm yaratmağa çalışan Agudath Israel, Kutsal Toprak’ta “bağımsız” okullar şebekesini kurdu; ancak bugün, bu okulların bütçelerinin büyük çoğunluğu Siyonist hükümetçe karşılanmaktadır.

Bu gelişmeler ışığında, Siyonizm’e karşı savaşı uzlaşmaksızın sürdürmek isteyen Yahudiler Agudath İsrail’i terk ettiler ve İbranice “Kentin (yani Kudüs’ün) Koruyucuları” anlamına gelen Neturei Karta'yı kurdular. Neturei Karta, böylelikle, bazı yerlerde “Kudüs’ ün Dostları” diye bilinen dünya çapında bir akım durumuna geldi.

Neturei Karta’nın en büyük önderi merhameti cesaretine eşit olan, esin dolu ve inançlı Haham Amram Blau idi. Adaletsizliğin, ahlâksızlığın ya da iki yüzlülüğün karşısında sessiz kalamazdı. Yahudilerce sevilir, Hıristiyan ve Müslümanlarca sayılırdı. Kudüs’te doğmuş, Kutsal Toprak’lardan tüm yaşantısı boyunca ayrılmamışti. Yazılarında yasal Siyonizm’in ortaya çıkışma değin, Yahudilerin ve Arapların uyum içinde yaşadıklarını sık sık vurgulamışti. [Yahudiler öteki ülkelerde yağmaya uğrar, kovulur, öldürülür ya da dinlerini değiştirmeğe zorlanırken, Arap yönetimindeki Yahudi yaşamı başka yerde ender görülür biçimde gelişmişti. Yaklaşık bin yıl önce yaşamış olan ve öğretileri bugünün Yahudileri için de bağlayıcısayılan en büyük Yahudi hahamı Musa bin Maimon (1135-1204) en unutulmaz yazılarından bazılarını Arapça yazmış, İbraniceye sonra çevrilmişti.] Haham Blau, Kudüs’te, Osmanlı otoritelerince, İngilizlerce ya da Araplarca değil, Siyonistlerce hapse atılmışti.

Suçu neydi?

Dirençle ve şerefle, kendi güvenliğini düşünmeden, Kudüs’ün kutsal niteliğini “yeniliklere” ve Siyonistlerin saldırılarına karşı savunmuştu. Sebt gününün kutsallığı için savaşım verdi ve Siyonist rejimde yürütülen çirkin hareketlere ve ahlâksızlığa karşı çıktı. Haham Blau, Mesih’in gelişinden önce bir Yahudi devleti kurulmasını rezalet ve ahlâksızlık olarak niteledi. Neturei Karta, onun önderliğinde, yıllarca, Siyonist devletin yasallığını tanımadığını ve yasaların geçerli olmadığı duyurdu.

Siyonist devlet ve Araplar arasındaki çatışmanın ilk döneminde, Neturei Karta hahamları, beyaz bayrak taşıyarak savaş hattına kadar gittiler ve bu savaşta taraf olmayı istemediklerini ve bir Siyonist devletin yaratılmasına kesinlikle karşı olduklarını açıkladılar. Haham Blau, son açıklamasında, Müslüman ve Hıristiyan Filistinlilere karşı Siyonistlerin eylemlerini ve Yahudi halkının Siyonistlerce, “bir papazlar krallığı ve kutsal bir ulus”tan, tinsel temelden yoksun, şovenizm üstüne kurulu, işgale dayalı ve askerî yiğitliğe bağlı modern bir devlete dönüştürülmesi çabalarını kınadı. Peygamber Jeremiah günün şovenist ve putperest Yahudi hükümetine “kentlerinizin sayısı tanrılarınızı oluşturuyor” diye parlamışti. Siyonistler, şimdi de, benzer biçimde yeni bir statüko yaratıyor ve 1967’den beri işgal ettikleri topraklarda yeni yerleşim merkezleri kurarak mevkilerini genişletiyorlar.

Haham Blau, son demecinde, Siyonist devleti bir üye olarak kabul ettiğinden ve tanımasından dolayı Siyonistlere görülmemiş ölçüde prestij ve güç sağladığından ötürü Birleşmiş Milletler’i kınadı. Siyonizm karşılı ulusların onu dinlemesinin, davasına önem vermesinin ve bu büyük yanlışı bertaraf edip düzeltmesinin artık zamanıdır. B.M.’e yapılan parasal yardım desteğinin çekileceği korkusuyla, Siyonist devletin üyelikten çıkarılmasıyla ilgili hiçbir eylem yapılmadığı bilinmektedir. Geçmiş kuşak boyunca sayıları artan Siyonizm karşıtı bu ülkeler B.M.’in zarara uğrayacağı herhangi bir parasal kaybı karşılama konusunda öneriler ileri sürmelerinden neyi amaçladıklarını göstermeli ve üye ülkeler korkusuzca, sindirilmeden ve vicdanlarına uyarak oy kullanmalıdır.

İncil’de de değinildiği gibi, Yahudi talihinde, daha önceleri kitlelerin aldatıldıkları ve ancak azınlıkta kalan Yahudilerin, Yahudi halkının gerçek görevine bağlı kaldığı zamanlar olmuştur. Bunun ilk örneklerinden biri altın ineğe tapmak olmuştu; bugün, maalesef, Siyonist devletin tapınma öznesi durumuna gelmesiyle bunun yinelendiğini görüyoruz. Siyasal Siyonizm’in ortaya çıkmasından ve etkisinin genişlemesinden önce, Yahudi önderleri, dine bağlılıklarına, namuslarına, bilgilerine ve adalet ile merhamete olan saygılarına bakılarak seçilirlerdi. Bugün, sözde Yahudi önderleri, çoğu kez, Siyonist devlete ve Siyonist davalara katkılarına göre seçiliyorlar. Yahudi yasaları ve geleneksel kavramları uyarınca tamamen niteliksiz olan bu sözde Yahudi önderleri, Yahudi halkı adına ve yerine açıklamalar yapmakta ve kararlar vermektedirler. Bu, zamanımızda en büyük Yahudi topluluğunun bulunduğu A.B.D. için özellikle doğrudur. Oklahama’daki biı hanımın söylediğini hiç unutamam: “Bugünün Yahudiliği harika! Bütün yapılması gereken şey para vermek.”

Haham Blau, ölümünde bile, Neturei Karta’nın yalnızca bir kaçyüz kişinin önemsiz bir mezhebi olduğunu yadsımıştır. Ancak, Haham Blau, iki yıl önce Kudüs’te bir Cuma sabahı öldüğünde, birkaç saat içinde 22,000 kişiden az olmayan bir insan topluluğu cenaze törenine katılmıştı.

Geçmişte her zaman, Yahudileri aldatanlar yarı yolda kalmışlar, yalnızca Tevrat, Talmud (yazılı ve sözlü yasa) ve Halaçah ‘ın geçerliliğini savunan ve demagojiye karşı duran Yahudiler ayakta kalabilmişlerdir. Neturel Karta bu geleneği sürdürüyor. Onlar Siyonizm’in önünde duran canlı engeller olmağa devam ediyor ve çağımızda Siyonizm tarafından yanlış yola sürüklenmemiş gerçek Yahudi halkı adına konuşuyorlar.

Kutsal Toprakların, Romalılarca işgali sırasında da ulusalcılık ve ulusal gurur temeli üstüne oturtulmuş bir savaşın kaybetti içmeyeceğine inanan Yahudiler vardı. Anılan Yahudiler, günümüzdeki Siyonistler gibi, herhangi bir uzlaşı ya ela anlaşmaya karşıtdılar; sonuna kadar savaşmaya kararlıydılar. Ancak, anılan zamanda, hemen hemen ikibin yıl önce, en önde gelen hahamlardan Yocanan ben Sakkai değişik bir yol seçti. Askerî maceracılar. Yocanan’ın, işgal edilmiş Kudüs kentinden Romalılarla görüşmek üzere ayrılmasını önlediler; o da müritleri tarafından bir tabut içinde Romalıların karargâhına götürüldü. Yocanan, Romalılara, Yahudilerin ne bir orduya, ne de silâhlara gereksinim duyduğunu belirtti ve Yavnel’de bir yeşiva (Yahudi din okulu) kurmaları için izin istedi. Yahudiliğin ve Yahudi halkının benliğinin kökleştirilmesine yardımcı olan o zamanın militaristleri ya da generalleri değil, bu din okulu oldu.

Bütün Yahudilerin Siyonist olmaması gibi, bütün Siyonistlerin de Yahudi olmadığı açıklıkla belirtilmeli. Lord Balfour ve General Smuts gibi Yahudi olmayan Siyonistleri harekete getiren şey kuşku uyandırıcıdır. Siyonist akımın başından beri, en inançlı ve en ateşli Siyonistlerin bir bölümü, Siyonizm’i önemli bir “din” akımı ve peygamberlik görevinin yerine getirilmesi olarak kabul eden Hıristiyan din adamları olmuştur. Bu kişiler, aynı zamanda, Siyonist davaya önemlice hizmet edenlerdir.

Siyonizm’in temel hedeflerinden biri aliyah, yani Yahudilerin bulundukları ülkelerden Siyonist devlete göçüdür. Ancak, son birkaç yıldır, yüzlerce, binlerce İsrailli, ‘siyonist cennet’ dışında toplanmayı yeğlemişler, Amerikan Yahudileri ise ‘ayakları ile yaptıkları seçim’ sonucu biraraya gelmeyi’ reddetmişlerdir. Bu Yahudiler Siyonist devletin gerçekte dev bir getto’dan başka birşey olmadığını bilmektedirler.

Amerikan Yahudileri, öteki ülkelerdeki Yahudi topluluklarına yardım etmek yerine, Siyonist devlete yardım etmek için yoğunlaşmak konusunda harekete geçmiştir. Siyonistler, eylemlerinin doğal gereği, güvenlikleri için, teknik üstünlüklerine ve çokça A.B.D. tarafından sağlanan önleyici askerî caydırmacılıklarına dayanmaktadırlar.

Hiçbir şey, Yahudi halkının gerçek ideallerinden öte olmaz. Yahudi halkı seçilmişti, “çünkü siz tüm ulusların en azısınız.” Mezmur’un söylediği gibi, “onlar araçlarına ve beygir güçlerine dayanmaktadırlar, fakat biz Ölümsüz Tanrı’nın adını anarız.”

Bir önemli noktayı daha sözkonusu etmeğe değer. Dünya Siyonist Örgütünün eski balkanlarından biri, bir Siyonistin, Siyonist devlete koşulsuz bağlılıkla yükümlü olduğunu, bu bağlılıkla ilgili bir kekişme olması durumunda ilk bağlılığın Siyonist devlet için olması gerektiğini açıkça ifade etmiştir. Ancak, Yahudi yasasına göre, bir Yahudi, yurttaşı olduğu ülkeye sadakat ve itaat borçludur ve doğal olarak hiçbir sadık Yahudi çağımızın en önde gelen hahamlarınca kınanmış Siyonist devlete sadakat ve itaatle yükümlü değildir.

Amacım Siyonizm’e karşı ne yapılması gerektiğini ayrıntılı olarak öne sermek değildir. Ancak, bireylere karşı soyut ve anlık eylemlerin ya da Birleşmiş Milletler ile öteki yerlerde birtakım kararlar benimsenmesinin Siyonizm’e son verecek etkin araçlar olmadığını söylemeliyim. Ayrıca, Siyonizm’e karşı savaşın, ilkönce, Akdeniz kıyılarında değil, fakat Siyonizm’in en güçlü kalesinde, A.B.D.’nde verilmesi gerektiğini açıklamam da gerekiyor.

Bir Amerikan yurttaşı olarak, hükümetimizin ve politikacılarımızın, ülkemizin kurucusu George Washington’un tavsiyesiyle tamamen çelişen bir davranış içinde bulunmalarından dolayı üzgünüm. Yabancı bağlantılardan ve yabancı güçlerle kalıcı bağlaşıklardan kaçınmak yerine, Washington’daki kuruluş Siyonizm'i öylesine içten bağrına basmıştır ki, onun gözünde Siyonist devlete karşı B.M.’de herhangi bir eleştiri ve siyasal Siyonizm’e karşı herhangi bir muhalefete girişmek cezalandırılabilir bir suç durumuna gelmiştir ve uysal Amerikan iletişim araçları, böyle bir saçmalığa karşı konuşmaya cesaret bile edemezler.

Bu zamana değin, maalesef, Amerikan Siyonistlerinin her yıl daha fazla etkinlik kazandığını görmekteyiz. Bu gerçek, on yıl önce bile düşünülemeyen olayları ve gelişmeleri olanaklı kıldı. Bugün, A.B.D.’nde Siyonizm’e karşı çıkmak çok cesaret işidir. İkinci Cihan Savaşında da İtalya’da Faşist aleyhdarı ve Almanya’da Nazilere karşı olmak çok cesaret gerektirmişti. Siyonizm, uzun dönemde, Yahudi halkının ve dünyanın uzun tarihinde geçici bir sapmadan başka bir şey değildir.

Son olarak, önyargı, kin ve adaletsizliğin yok olacağı ve tüm dünya uluslarının Kudüs’e haç seferine katılacağı kehanetinin doğrulanacağı konusunda inançlı olalım ve bunun gerçekleşmesini umalım, “çünkü Benim evim tüm uluslar için ibadet yeri olarak adlandırılacaktır.”

 

Sh:207-218


 

Büyük Yahudi filozofu Constantin Brunner’den sözetmeyen hiçbir Siyonizm ve anti-semitizm tartışması tam sayılamaz. 1862’de Hamburg’un Altona kasabasında (Ortodoks) Hahamlık Mahkemesinin Başkanı Haham Akiba Wertheimer’in torunu olarak, Lcopold Werthcimer adıyla dünyaya gelen Brunner, ününe Spinoza öğretisi üzerindeki çalışmalarıyla kavuştu. Ancak, bunun da ötesinde, Brunner, Yahudilerin kurtuluşu ile ilgili tüm alanlarda bilimsel ve kişisel çalışmaların yanısıra, Yahudi düşmanlığına dayalı ırkçılık ya da dinsel ve toplumsal muhalefet görünümü altında sergilenen Yahudi düşmanlığına karşı savaşımda aktif biçimde yer alıyordu. Anti-semitizm ve Siyonizm’e karşı kararlı savaşını ancak yetmiş-beşinci doğum gününe bir gün kala Lâhey’de ölmesiyle son buldu.

“Yahudiler, Yahudi düşmanlarının ırkçı teorilerinden etkilenmişlerdir” diyen Brunner, Siyonistleri, öğretmen olarak ünlü ırkçı ve belge sahtekârı Houston Stevvart Chamberlain'i seçmekle suçlamış ve Clıamberlain’in “zırvalarının”, ırk konusunda hazırlanmış bir Siyonist kitapta hemen hemen aynen “gevelendiğini” belirtmiştir. Brunner, “Yahudi kökenli Almanların, nasıl olup da bir Yahudi ulusundan sözetmeğe başlayabildiklerini ve en adisinden bir iftirayı nasıl olup da saçmasapan hayallerine temel yapabildiklerini” anlamanın güç olduğunu savunmuştur.

Brunner’in öğrencilerinden Ernst Ludtvig Pinner de, kendisinin de önceleri bir Siyonist olmasına karşın, Siyonistleri “ulusal duyguları haklı kılmak için Avrupa’nın en yeni saçmalığına, yani ırk teorisine dört elle sarılmakla, eskiden dinsel bağnazlık ve düşmanlık için sözkonusu olduğu gibi, şimdi de ırkçı bağnazlık ve ırkçı düşmanlığın, ulusal duygulan zehirlediğini, bugün herşeyi haklı kılmak irin bir bayrak gibi yüceltilen tek şeyin ırk olduğu gerçeğini kavrayamamakla” suçlamıştır. Pinner ayrıca Siyonistleri “ırkçı çılgınlık hastalığına yakalanmış Yahudiler” diye tanımlayarak,     çünkü bunlar da aynen Yahudi düşmanlan gibi, ırk bilincinden siyasal sonuçlar çıkartmışlardır” demiştir. Pinner, Yahudileri “bağnazlık ve nefret tacirliği yapmak” suçlamasından kaçınmakla birlikte,  daha sonraları bunu yapmak zorunda kalıp kalmayacağı hususu da tartışmaya açıktır.

Siyonizm ve anti-semitizm kavramlarını tartışırken bu sözlerin duygular üstündeki büyük etkileri dikkatle sınanmak ve incelenmelidir. Yahudiler, ister Musevi dininin izleyicileri olmaları nedeniyle, ister iddia edildiği gibi “Sami” diye adlandırılan bir ırktan geldikleri için, ya da isterse ekonomik ve toplumsal nedenlerle karşılaştıkları nefretten ötürü, tarihlerinin büyük bir bölümünde bir azınlık toplumu olarak yaşamak zorunda kalmışlardır. Atalarının, daha doğrusu manevî atalarının dinine olan bağlılıkları nedeniyle, sürekli olarak baskılara maruz bırakı1 muşlardır. Bu baskıların görülmediği ülkelerin sayısı en azından Avrupa’da pek fazla değildir. Özellikle Nazi cehennemi sırasında gerçekten Yahudi olan ya da ırkçı Nazi yasaları uyarınca Yahudi olarak belirlenen 4.2 milyon kişi katledilmiştir.

Siyonizm kavramı, önderleri ve izleyicileri tarafından Yahudi (ya da İsrail oğulları, İbraniler, Museviler) diye bilinen toplumun, ayrı, ulusal bir halk olarak egemen bir siyasal birim biçiminde Filistin'de “yeniden” yerleştirilmesini içeren bir sömürgeleştirme hareketi anlamını kazanmıştır. Siyonizm’i bu anlamda ilk kez 1890 yılında Nathan Birnbaum kullanmıştır. 1896’dan bu yana ise, Siyonizm terimi, Filistin’de bir “Yahudi ulusal yurdu” kurulması hedefi ile Theodor Herzl tarafından geliştirilen siyasal akım için kullanılagelmiştir.

Siyonizm teriminin bulucusu ile bu adı taşıyan siyasal akımın yaratıcısı arasındaki ilişkilerin, dostluktan fersah fersah uzak bulunması da kendi çapında eğlenceli bir çelişkidir. Viyana’ya Polonyadan gelen bir göçmen ailesinin çocuğu olan Birnbaum, 1880 yıllarından beri Mathias Acher takma adıyla Yahudi milliyetçiliğinin geliştirilmesinde aktif bir rol oynamaktaydı ve İsviçre’nin Basel kentinde Ağustos 1897’de düzenlenen Birinci Siyonist Kongresi’nde kendisini Herzl’in önceli olarak sunmuştu. Ancak gurur ve kendine hayranlıkta kimsenin boy ölçüşemeyeceği ve daha önce ne Birnbaum’u, ne de öteki Doğu Avrupa’lı Siyonizm ideologlarının adını duymuş olan Herzl, bu onuru kimseyle paylaşmağa niyetli değildi ve Birnbaum’u kibirli ve inatçı bir sahtekâr olarak nitelendirmekteydı.  Herzl sonraları şunları yazmıştı:

"Hazret, bana ve başkalarına yazıp şeref dilendiği mektuplarında, bir çoğunu gördüğümüz broşürlerden bir tane de kendisi yazmış olduğu için kendisini Siyonizm’in bulucusu ve kurucusu olarak takdim etmekte...bununla da kalmayarak kendisi ile beni karşılaştırmağa cüret etmektedir."

İşin asıl eğlenceli yanı ise, Birııbaum’un 1899'da Siyonist akımdan tümüyle ayrılarak, ona uzlaşmaz bir düşmanlık duyan sofu bir Yahudi durumuna gelmesidir.

Tarihsel açıdan Siyon, sonradan Kudüs denecek olan kente ait olacak tepelerden, Jebusitler tarafından tahkim edilmiş birinin adıdır. Tevrat’ta “gene de Dâvud Siyon kalesini zaptetmeyi başardı. ve bundan böyle burası Davud’un Kenti diye bilindi" demektedir (II Samuel 5:7). Böylece, Siyon önce tüm Kudüs kentini, daha sonra tüm Filistin'i ve nihayet tüm k'hal adalh yisra'el, yani İsrail’li ya da tüm Yahudi topluluğu şiirsel bir biçimde tanımlamak için kullanılan bir kelime durumuna gelmiştir.

Siyasal Siyonizm’i tartışırken bazı kavramlar doğal olarak tümüyle dışarda bırakılmaktadır. Böylece, Ortodoks Yahudilikte, Mesihî ya da ölümden sonraki dünyaya inanan Siyonizm diye tanımlanan bir bedel, bir özlem, başka deyişle tüm Yahudilerin doğa üstü, kurtarıcı güçlerin etkisiyle Kutsal Topraklarda toplanacağı inancı vardır. Bu manevî özlemler, bir Malçuth Şamayin ya da “kutsal düzen”in ve Tanrı tarafından bir barış dünyasının kurulmuş olmasını, bu özlemin gerçekleşmesi için önkoşul olarak görürler. Siyasal Siyonistler ise, apaçık nedenlerle kutsal kitaplarda Isa’nın dünyaya dönüp bin yıl saltanat süreceğine ilişkin bölümleri kendi hedef ve çabalarıyla eş anlamlı olarak görmüş ve göstermeğe çalışmışlardır.

On-dokuzuncu Yüzyıldaki teologlarının kutsal kitapta vazedilen tüm Yahudilerin bir gün Siyon’a ve Kudüs’e dönecekleri kehaneti ile ilgili tüm pasajları radikal bir biçimde ortadan kaldırdıkları Reformcu Yahudiler akımında ise, “gerçek Siyonizm” terimi, bu kavramı, Siyonizm’in siyasal ya da ulusal-kültürel kullanımlarından ayırtetmek için kullanılmıştır. Bu nedenle, Amerikan Reformcu Yahudilik akımının önde gelen teologlarından olan Haham Katılmamı Koliler, “resmî Siyonizm”i, Yahudileri “gerçek, adalet ve barışa adamağa”  çağıran ve dinin genel ahlaksal kullanımı için sembolik bir kavram olarak geliştirilen “gerçek Siyonizm”den ayırır. Kohler’in “gerçek Siyonizm” tanımlaması, coğrafî bir Filistin’e yer tanımayan Musevilik ve Yahudi anlayışından kaynaklanır. 1874’te ölümüne kadar Almanya’da ılımlı reformcu ya da liberal Musevilik akımının önde gelen düşünürü Haham Abraham Geiger de diyordu ki:

“İsrail halkı diye bir şey artık yoktur. Şimdinin [1860’ların) gönülleri ve özlemlerinde de artık buna yer yok. İsrail’liler artık bir inanç toplumu durumuna gelmişlerdir.”

Geiger Kudüs’e dönme özlemlerini de bir kalemde şöyle silmektedir:

“Kudüs bizim için geçmişte gerçeğin öğretisinin fışkırdığı kutsal bir kaynak olarak kalacaktır...Şimdiki harabeler yığını Kudüs ise, bizim için olsa olsa şiirsel ve melânkolik bir anı olabilir, ama ruhlarımızı besleyemez. Hiçbir sevincimiz, hiçbir umudumuz, Kudüs’le ilgili olamaz...Kudüs bizim için mekânla sınırlanmış bir yer değil, bir düşüncedir. Dualarımızın gerçek anlamını kavrayamayıp, sözlerinin bizi sevgimizi o yere yönelttiğimiz anlamında bir yanılgıya düşüyorsak, bu yanılgıya yolaçan sözcükler ortadan kaldırılmalıdır.”

Bir başka vesileyle de, Geiger, Alman vatanında yurttaşlık haklarına sahip olmak isterken, bir yandan da gelenekleri, dilleri ve özlemleriyle birer Filistinli olarak kalmak isteyen Yahudileri eleştirerek bu tutarsızlığı “saçmalık” olarak nitelendirmiştir.

Yahudi teolojisinde, perdenin öteki yanında yeralan ve geleneklerinde hiçbir değişikliğe yer tanımayan Ortodoks Yahudiliğin Almanya’daki en yetkili sözcüsü Haham Samson Raphael Hirsch de, Reformcu Yahudiliğin Yahudi milliyetçiliği karşısındaki konumuna katılmıştır. Hirsch, İbrani dilinde “halk” kavramını ifade eden “am” sözcüğünün yalnızca teolojik anlamda İsrail'e atılla bulunduğunu ve dolayısıyla Israil'liler (Yahudiler) için kullanıldığında bunun ancak dinsel bir anlamı ifade ettiğini açıkça belirtmiştir.  Hirsch’e göre, Filistin e dönüş, Tanrı’nın İsrail halkı için hazırladığı doğa-üstü bir tasarının bir parçasıydı ve bu nedenle gerçekleşmesi Tanrı’ya bırakılmalıydı. Yahudiliğin Ortodoks yorumuna göre, dua metinlerinde Siyon ve Kudüs için duyulan özlemler, pratik siyasetler durumuna getirilmemeli ve Tanrısal düzenlemeye bırakılmalı, hele bir Yahudi tarafından, yurttaşlık sorumluluklarına ters düşecek bir biçimde biı siyasal eylem amacı olarak benimsenmemeliydi. Gerçekten de, (Siyonist Mizraçı akımı bir yana bırakılacak olursa Ortodoks Yahudiliğin dünya çapında anti-Siyonist örgütü Agudatlı Yisrael, 1948 yılında Siyonist devlet kuruluncaya dek Siyonizm’e karşı aktif olarak savaşım vermiş, hattâ Siyonistlere karşı Arap milliyetçileriyle işbirliğinde bulunmuştur.

Gene önde gelen Ortodoks Yahudi din adamlarından Viyana Başhahamı Moritz Güdemann da, Königsberg Üniversitesi Teoloji Kürsüsü Hıristiyan üyesi Carl Heimich Cornill’in şu sözlerine onaylayarak atıfta bulunmuştur:

“Babil’lilerin zorladıkları sürgün sonucu Judah, Asurluların sürgünü İsrail’i nasıl yokettiyse, varlığını bir ulus olarak aynı biçimde yitirdi. Fakat Judah, kendini Yudaizme (Museviliğe) dönüştürdü: yıkılan devletten bir kilise doğdu, dağılan halktan ise bir toplum. Ve bu Judaizm eşi görülmemiş bir dünya ereği saptadı kendine; dinin geleceği ve gelişmesi, bu ereğin gerçekleştirilmesine bağlıydı.”

Başhaham Güdemann’ın, Siyonistlerin savunduklarının aksine, “İsraillilerin seçilmişliği yolunda, buncasına yanlış yorumlanan dogmanın bir ulusal nitelik gibi yapay ve zorlama bir zeminden değil, yukarıda sözü edilen bu dinsel görevin gerçekleştirilmesi görevinden” kaynaklandığını savunmuştur. Başhaham Güdemann’a göte, bu seçilmiştik özü bakımından ulusal bağnazlık ve gurur gibi kavramlarla çelişmekteydi ve. Tanrı’nın eski İsrail'e antik toplumlar arasındaki küçüklüğünü tekrar tekrar hatırlatmasının nedeni de buydu. Nihayet, Viyana Başhahamı şu sonuca varmaktadır:

“Hiçbir yetkili makam, Yahudi topluluğuna, kendi ulusal özerkliğini yeniden kazanma yolunda bu ‘kansız Haçlı Seferi' diye adlandırılan akımı başlatması çağrısında bulunmamıştır. Böyle bir davranış, tasarılarında sürgünün de kuşkusuz bir anlam taşıdığı Tanrı’nın işlerine karışmak anlamına gelirdi. Siyon eskiden de, şimdi de Yahudiler için kendi geleceklerinin bir sembolü ve tüm insanlığı kapsayan bir kavramdır. Bizim dualarımızda Siyon’a dönüş için yakarışımız bu anlamda anlaşılmalıdır; bu anlama en ters düşen şey milliyetçiliktir.”

Bu birkaç alıntının gösterdiği ve bu biçimde sunulabilecek daha pek çok örnekte de desteklenebileceği gibi, anti-Siyonizm, Ortodoks ya da Liberal-Reformcu dalları ile tüm Yahudiliğin ayrılmaz bir parçasıdır. Resmî Siyonizm’in Yahudiliğin Siyonizm olduğu ve bugün İsrail Cumhuriyeti’nin teolojik İsrail’in gerçekleşmesi anlamına geldiği biçiminde binlerce kez yinelenen iddiaları, bu gerçek karşısında temelsiz kalmaktadır. Aynı biçimde, Siyonizm’in Ulusal Dinci Partisi’ itin iddiaları da, Mesihî ve sembolik Yahudi hedeflerini, Filistin’de toprak edinmekle eş anlamda tuttuğu için kabul edilebilecek şeyler değildir.

Anti-semitizm kadaı saçma ve içsel anlamdan yoksun kelimelerin sayısı pek azdır. Shem, Incil’de Nuh'un en büyük oğluna ve genel olarak yanlış biçimde “Sami” diye adlandırılan ve her bir Sami dilini konuşan İbraniler, Aramiler, Araplar ve Etyopyalılar gibi halk ve toplulukların yaratıcısı olduğuna inanılan kişiye verilen addır. Boylere, Semite (Sami), dil-bilimsel bir kavram olmaktadır ve Semitik (Samice) ı diye adlandırılan bir dili konuşan kimse anlamına gelmektedir. Samice ise, iki kola bölünen bir grup akraba dili tanımlamak için kullanılmaktadır: İbranice, Kenânice, Moabitce, Fenike dili, Süryanice, Aramice v.b. bu dilin kuzey kolunu oluştururken, Arapça, Mehrî, Sokotri, Amharik, Tigre v.b. de güney kolunu oluşturmaktadır. Dolayısıyla, doğru kullanıldığında Sami (Semite) sözcüğü, ana dili Samice olan bir kişisi tanımlamakta, ancak o kişinin ırkı, ulusu, yurttaşlığı ya da bağlı olduğu din konusunda hiçbir bilgi sağlamamaktadır.

Belirli bir ırkı, belirli biı dili konuşan insanlarla eş anlamlı olarak görme, solundaki kötü niyetli eğilim, Sami sözcüğünü Arapça, İbranice ve benzeri dilleri konuşan insanları tanımlama anlamına kavuşturan Johann Gottfried Eichhorn (1752-1827) adlı bir Doğu Dilleri Profesörü tarafından başlatılmıştır. Eichhorn, farklı dil aileleri”ni (akraba diller grubunu) konuşan toplulukların bir zamanlar tek ve uyumlu bir ırk oluşturdukları varsayımından hareket etmekteydi. Böylelikle, Sami’ler (Semite'ler) Avrupa’nın büyük bir bölümü, İran ve Hindistan alt kıtasının kuzey sarısı ile sonraki göçler nedeniyle başka bölgelerde akraba dilleri konuşan toplulukların mensup oldukları iddia edilen Aryan (Ari) ırkından farklı bir ırk olarak kabul edilmekteydi. On-dokuzuncu Yüzyıla gelindiğinde ise, dilbilimciler en azından tarihçe bilinen zamanlar içinde ırk türleri ile belidi dilleri ya da dil gruplarını konuşan topluluklar arasında bir ilinti bulunmadığı gerçeğini kavramaya başlamışlardı. Ancak Sami ve Ari gibi terimlerin önceki kullanım biçimleri, halk dilinde çarpılmış olarak kullanılmağa devam ettiğinden “Sami” sözcüğü, hatalı bir biçimde, tek ve ayrı bir ırkı oluşturduğu sayılan Yahudileri betimlemek için kullanılır duruma geldı.

Bundan türetilen anti-semitizm sözcüğü, modern anlamıyla ilk kez Hamburg’la gazeteci Wilhelm Marr, (düşünür Fricdrich Nietzsche’nin kayınbiraderi) Bernhard Foerster ve Fransız doğa bilimcisi Frnest Joseph Renan’ın yazılarında 1879-1880 yıllarında yer almıştır. Marr, terimi Renan’dan çalmış olabilir. Bu tartışmalar bir yana, Marr 1880'de Zwanglose antisemitisehe Hefte başlığı ile Yahudi inançlı Almanları hedef alan ve içinde nefretini kustuğu bir dizi propaganda broşürü yayınlamıştır.

Yahudilerin dinsel bir azınlık olarak baskılara maruz kalmaları için anti-semitizm gibi sözcüklerin bulunması kuşkusuz gerekmiyordu. Bu saçma sözcüğün asıl önemi, ırkçı anlamında yatmaktadır. Bu sözcük bulununcaya dek, Yahudilere karşı duyulan tepkinin nedeni, Yahudilerin dini inançlarıydı; Yahudiler çoğunluk taralından “sapma” ya da “dinsizlik” olarak nitelendirilen ve azınlıkta bulunan bir inanışın izleyicileriydiler. Bütün bunlar, ırkçı Yahudi düşmanlığının gelişmeğe başlanması ile önemini yitirdi. Bu yeni akımın önder ve izleyicileri, Yahudilerin dinsel inançlarına hiç ya da pek az önem veriyorlar, çabalarını Yahudiliğin ırksal geçmişinin saptanması üzerinde yoğunlaştırıyorlardı. “Yahudi ırkı” diye bir şeyin, kalem erbabının yarım yamalak düşünsel eylemleri ya da “İngiliz ırkı”nın bir “gemiciler ırkı” olduğundan sözeden On-dokuzuncu Yüzyıl Avrupa dil geleneklerinin dışında var olmadığı gerçeği, Yahudi düşmanlığı tacirleri için hiçbir anlam ifade etmiyordu.

Tarihsel bir sapma olarak, Nazilerin Yahudilere karşı yürüttükleri kampanya sırasında anti-semitizm tanımlamasını giderek terkettiklerini de belirtmek gerekir. Daha 1936 yılında Naziler, bu sözcüğün, Sami dilini konuşan tüm uluslara karşı olmak gibi yorumlanacağının farkına varmışlardı. Bu, izlenen amaçla ters düştüğünden, Yahudi düşmanlığı alanında önde gelen Nazi ideologlarından Johann von Leers, “güttüğümüz ayrım, Yahudi dinine bağlı olmayan öteki Sami topluluklarını değil, yalnızca Yahudileri hedef aldığından anti-semitizm tanımlaması yanlıştır” diyordu. Nitekim, 1942’den itibaren Nazi örgütleri Yahudilere kendileri ve uyduları tarafından Yahudi olarak tanımlananlara karşı yürüttükleri kampanya sırasında, kullandıkları dilde antı-semitizm yerine “Yahudi aleyhtarlığı” terimini getirmişlerdi.

M.Ö. 722 yılında aynı adı taşıyan krallığın yıkılmasıyla, İSRAİL sözcüğü, İsrailoğullarını, yani k’hal adat Yisra’el diye bilinen topluluğu tanımlamak için kullanılmıştır. Böylece, bu söz, İsraillilerin dini ya da daha yaygın kullanıldığı ve peygamberler diye bilinenlerin ölümsüz mesajlarını sundukları eski Judah krallığında uygulandığı biçimiyle Judaizm (Musevilik) diye adlandırılan dinin izleyicileri anlamını taşımağa başlamıştır. Sh’ma Yisra'el adonay elohenu, adonay echad (Dinle ey İsrail, Yaratan Tanrı’dır ve Tanrı Tektir) sözlerinde kastedilen, lâik ya da ulusal bir halk topluluğu değildir. Eğer böyle olsaydı, o zaman eski İsrail krallığının “on kayıp kabilesi”, kuşkusuz teker teker sayılırdı. Gerçekten belirtelim ki, “kayıp” denen bu kabileler kaybolmamış, özellikle bugün Arap ülkelerine ait olan bölgelere dağılmış, dolayısıyla Arap ve bu arada Filistinli Arap halklarıyla kaynaşmıştır. Üstelik, bugünkü k'hal adath yısra'el, yani dünyadaki tüm İsrailoğullarının büyük bir bölümü de, eski İsrail ve Judah krallıklarında yaşayanların fiziksel anlamda torunları da değillerdir. Böylece, İSRAİL bir teoloji kavramı, İsrail’liler de, bu dine ya da Judaizm’e bağlı olanlar anlamını kazanmaktadır. Gerçekten de On-dokuzuncu Yüzyıl süresince Avrupalı ve Kuzey Afrikalı Yahudiler, Yahudi sözcüğünün yerine daha eski ve daha saygın görünen İsrail’li sözcüğünün kullanılmasını sağlamak için büyük çabalar göstermişlerdir. Günümüze değin, Viyana, Münih, Karlsruhe, Nürnberg, Wiirzburg ve Leipzig gibi kentlerde Yahudi cemaat kurumlan, İsrailî (Israilitische Kultusgemeinde) sıfatını kullanagelmişlerdir. Dolayısıyla, aynen İSLÂM kelimesinin tüm Müslüman toplumlarını ifade eden bir sözcük olması gibi, İSRAİL de Yahudilerin kollektif varlıklarını ifade etmektedir.

Filistin’de Siyonist ya da UIusal-Yahudi devleti Mayıs 1948’de kurulduğunda, bu devletin kurucuları, Filistinli Arapların ve hattâ Filistin'de yerleşmiş bulunan Yahudilerin önemli bir kesiminin isteklerini hiçe sayarak bu devleti, kutsal İSRAİL adını vererek onurlandırmışlardır. Aynı biçimde, Siyonist sözcüğü de, Yahudilerin kutsal gelenekleri arasından, özellikle Siyon’un Mesihî ve evrensel bir anlam taşıdığı Ortodoks Yahudiliğin literatüründen özenle seçilmiştir. Böylelikle, bilerek yaratılan karmaşıklığın nedenleri üzerinde uzun uzun durmak gerekmez. Siyonistler İsrail'den süz ettiklerinde, aynı adı taşıyan devleti ya da cumhuriyeti kastetmekte, böylece dinsel bir toplum için geliştirilmiş (k'hal adath) kavramını, hiç bir biçimde Davud’un krallığının Tanrısal buyrukla yeniden kurulması anlamına gelemeyecek olan Filistin’deki devlet anlamında bilerek çarpıtmaktadırlar.

İSRAİL sözcüğüne Filistin’deki Siyonist devletin adı gibi sahte bir anlam kazandırmanın, bazı Siyonistler için bile kabul edilemeyecek bir şey olduğu, Simon Rawidowicz’in hararetli protestolarından anlaşılmaktadır. Yirminci Yüzyılın önde gelen ve parlak bir entellektüel yeteneğe sahip Judaistlerinden olan Rawidowicz. yaşamını kültürel Judaizm diye adlandırılabilecek konuya adamıştır. Kendisi Siyonist devletin adının İsrail olarak belirlenmesine şiddetle karşı çıkmış ve “İsrailcilere” duyduğu kızgınlığı, onları Judaizm’in temellerini sarsmağa çalışmakla suçlamaya kadar vardırmıştır.

Sözcüklerin kabul edilemeyecek biçimde çarpıtılmasının bir başka örneği de anti-Siyonizm diye bilinen alanda karşımıza çıkmaktadır. Ne yazık ki, anti-semitik alçakların, ırkçılıklarını anti-Siyonizm kavramının arkasında gizlemeye çalışmalarının örnekleri görülmüştür. Beklenebileceği gibi de, Siyonistler anti-Siyonizm’ın bu kötü niyetli kullanımlarına dört elle sarılarak •anti-Siyonizm eşittir antisemitizm’ biçiminde geliştirdikleri sahte denklemi satmaya kalkışmışlardır. Bu tür şaşırtmaca ve çarpıtmaların örnekleri sayılamayacak kadar çoktur. Bir zamanlar anti-Siyonizm’in kalelerinden biri olan Dünya İlerici Yahudiler Birliği Yürütme Kurulu Başkanı Haham Richard G. Hirsch, bu denklemi andırır demeçlerde bulunmuştur ve en önemli Yahudi örgütlerinin ileri gelenleri arasında anti-Siyonizm’i anti-semitizm ile aynı anlamda görenlerin listesi upuzundur. Bu iki yüzlülüğün cıı iyi örneklerinden biri anti-Siyonist Hıristiyan kilise mensuplarım anti-semitizmle suçlayan Yahudi ve Hıristiyan Siyonistlerin tutumlarında gözlenebilmektedir. Bu Siyonistlerin bizzat kendileri, iddialarına güç kazandırabilmek çabasıyla, anti-semitizmin zehirli cephaneliğine el atmaktadırlar.

Anti-semitik akım, özellikle 1879-80’den sonra, tarihin ırkçı kavramsallaştırılması üstüne oturtulmuş bulunmaktaydı. Bu akımı ortaya çıkaran ve geliştirenlerin bir saplantı derecesinde bağlı oldukları görüşe göre, Yahudiler “Aryan” uluslar içinde yabancı bir unsurdurlar, “Sami” ırkından gelmektedirler ve Hıristiyan dinini benimsemeleri, Yahudilerin “Sami” niteliğini değiştirmez. Bunun da ötesinde bazı anti-semitiklere göre, Hıristiyanlık da Yahudi olmayanlara Yahudiler tarafından kabul ettirilmişti ve dolayısıyla Hıristiyanlığın da ortadan kaldırılması önemli bir görev durumuna gelmekteydı. Biı Nazi “bilim adamı” 1940’da anti-semitik akımın başlangıç dönemleriyle ilgili olarak şunları yazıyordu:

“Irkın, Nasyonal Sosyalizmin (Nazizmin) dünya görüşü içindeki üstün ve ağır basan önemi, çağımızın Yahudi aleyhtarı akımına hem biçim, hem de hedef kazandırmıştır. Irk ve kan, Nasyonal Sosyalist akımın anti-semitizmini yönlendiren değer saptama öğeleridir.”

Alman imparatorunun saray rahibi Adolf Stoecker (1835-1909), “Yahudiler, kırılmamış Samiliklerini Alman varlığının karşısına çıkarmaktadırlar” biçimindeki saçma ve ırkçı savlarıyla, modern anti-semitiklerin tipik bir öncüsü olarak gösterilebilir. Üstelik, papaz bu savlarını Yahudi Almanların yurtseverliğinin Yahudi olmayan Almanlarca bile erişilemeyecek bir düzeye ulaştığı sırada ortaya atmıştı. Gene de Stoecker, Yahudi Almanların ılımlı sayılabilecek düşmanlarından biriydi. Kendisinin dünya olaylarını yorumlama ve hattâ yeniden düzenleme yolundaki garip plânlarına göre, Yahudilerin Hıristiyan dinini benimsemeleri ile, “Sami” ırkından gelmelerinden kaynaklanan kalıtımsal eksiklikleri giderebilecekti.

“Pratik Anti-semitizmin Kurucusu” Unvanını gururla benimseyen Theodor Fritsch (1852-1933) ise, böyle, din değiştirme gibi çözümlere hoşgörülü davranamıyordu. Kendisine “Anti-semitizmin Eski Üstadı” (Alltmeister des Antisemilismus)2i sıfatı da verilen ırkçı nefretin bu çalışkan bahçıvanı, “Hıristiyan ve Yahudiler” gibisinden atıflara ateş püskürüyordu:

“Judah, bir din değil, bir ulus demektir. Dolayısıyla ‘Yahudilerle Hıristiyan!arı’ bir arada gören kişi, ulusumuzun yanıltılmasında suçu paylaşmaktadır. Judah, her biri son kişisine kadar Hıristiyanlığa geçse de, yabancı olan ve öyle kalacak bir ulustur. Almanlar ve Yahudiler birbirlerine düşman iki ulustur ve bunun için bütün Almanlar dinsiz olsa, buna karşılık tüm Yahudiler Hıristiyanlığı geçse bile durum değişmez...Bu, kısır bir dinsel tartışma değil, iki düşman ulus arasında bir savaş sorunudur.”

Bu anti-semitizm örneğinin, Siyonist teorisyen Jakop Klatzkin tarafından da aynen benimsenmesine aşmamak gerekir:

“Biz, özetleyecek olursak, tabii ki yabancıyız. Biz sizin aranızda yabancı bir ulusuz ve öyle kalmak istiyoruz. Aramızda kapatılması olanaksız büyük bir uçurum yer almaktadır...”

Klatzkin, Siyonizm'in doğal bir müttefiki olduğu görüşü ile antisemitizmi neredeyse göklere çıkarmıştır. Rus Çarının Yahudileri getto larda toplama uygulamasına şöyle alkış tutmuştur:

“Bu, Yahudilerin Doğu Avrupa’da varlıklarını sürdürmesine düşmanlarımızın yaptığı bir katkıdır. Bu ‘kısıtlı yerleşme’ uygulamasının, bizim ulusal dâvâmıza yaptığı hizmeti gerektiği gibi kavramalıyız. Bu barajın kaldırılması durumunda, Yahudilerin ülkede özgürce gezinmesine izin verilmesinde çoğunluk içinde erime dalgasının nasıl kabaracağını bir düşününüz. Bize tüm erime kapılarını kapadıkları, halkımızın dağınık değil topluca, yaygın ve karışık değil, ayrı bir birlik içinde yaşamalarını sağladıkları, vaftiz hakkını bile kısıtladıkları için bizi ezenlere teşekkür borçluyuz.”

Siyonist ideologların bu en yücesi şöyle devam ediyor:

“Batı’ya bir bakıp anti-semitizmin, Yahudiliğin varlığını sürdürmesinde ve ulusça yeniden doğuşumuzun tüm heyecan ve dalgalarının yeni coşkunluğunda sahip olduğu önemli payı görmemiz gerekir... Gerçek şudur ki, düşmanlarımız Museviliğin sürgünde güçlenmesi için çok şey yapmışlardır . . . Deneylerimiz bize gösteriyor ki, liberaller, bizi bir ulus olarak yoketmenin yöntemlerini anti-semitistlerden çok daha iyi bilmektedirler.”

Anti-Siyonizm’i anti-semitizm ile aynı şey olarak görme bir yana, anti-semitizm hemen hemen evrensel olarak Siyonizm’in en yakın müttefiki olarak görülmekteydi. Theodor Herzl, günlüğünde Baden Grandükü Birinci Friedrich ile görüşmesini şöyle kaydetmişti:

“Gene de kendisi benim bir devlet kurma tasarımı büyük bir hevesle karşıladı. Ancak dâvamızı desteklemesi halinde, halkın kendisini anti-semitizmle suçlamasından çekindiğini ifade etti.”

Görülüyor ki Herzl, bu samimî değerlendirmeden hiç de rahatsız olmamıştı. Anti-semitik nefret tacirlerinin Siyonistlerin yanında kararlı biçimde saf tuttuklarının, bu ırkçıların Filistin’de bir “egemen Yahudi devleti” kurulması plânlarıyla beslendiklerinin ve bu nedenle de kendisinin tasarılarını sonuna dek ve açıkça desteklediklerinin pek iyi farkındaydı. Bu nedenle, daha sonra Deutsch-soziale Blâlter adını alacak olan ve ilk yayımcısının ünlü Theodor Fritsch’den başkasının olmadığı Antisemitische Correspondenz dergisi, Birinci Siyonist Kongresi’nin toplanmasını alkışlıyor ve Kongre’ye, “Yahudilerin bir an önce Almanya’dan ayrılarak Filistin’e yerleşmeleri tasarısının uygulanması” için en iyi dileklerini gönderiyordu.

Herzl’in günlükleri incelendiğinde, Siyonizm’in anti-semitistlerin programları ile paralelliğinden zaman zaman rahatsız olduğu gözlenmektedir. Herzl’in yakın adamı olarak bilinen, Viyana’da yayınlanan Neue Freie Presse'nin kent haberleri editörü Josef Oppenheim, Herzl’in Der Judenslaat adlı kitabının Londra’da Jewish Chronicle'da basılması üzerine, “eğer Jewish Chronicle makalesi Almanca da basılacak olursa, Yahudi aleyhtarlarına gündoğdu demektir. Tam işlerine yarıyacak bir şey” demişti. Kendi günlüğünde ise Herzl, “eğer broşürüm başarılı sonuç sağlar ve Oppenheim’ın düşündüğü gibi bir anti-semitik gürültüye yol açmazsa, işler çok farklı olur” diye yazmıştı.” Gene bir Yahudi olan gazetenin sahibi Eduard Bacher Herzl’in, Yahudilerin çevrelerindeki toplum içinde erimeyecekleri savıyla ilgili olarak “ciddî ve büyükkaygılar” besliyor ve “anti-semitiklerin bundan yararlanmağa çalışacakları” görüşünü taşıyordu. Nüfuslu Berliner Tagehlatt gazetesinin yöneticilerinden Arthur Levysohn da Herzl’e Siyonist tasarılarına karşı savaşım vereceğini yazıyor ve semi tiklere bulunmaz bir fırsat sağladığını belirtiyordu. Herzl ise, “anti-semitiklerin bunu istismar edeceklerini ve metinden işlerine yarayacakları nasıl olsa çekip alarak bunları dillerine pelesenk edeceklerini” savunmasına karşın, günlüğüne aynı gün düştüğü bir başka kayıtta, anti-semitiklerin çabalarına tuttuğu alkıştan pek de hoşnutsuz görünmüyordu :

“Bugün basımevine gittim ve sahipleri Hollinek kardeşlerle görüştüm. Sanırım her ikisi anlaşılan birer anti-semitik. Beni büyük bir içtenlikle karşıladılar. Broşürünü beğenmiş görünüyorlar. Bir tanesi bana, ‘birinin çıkıp arabuluculuk görevini üstlenmesinin zamanı geldi de geçiyordu bile’ dedi.”

İşin ilginç yanlarından biri de, Siyonistlerin kutsal yazılarının, müzik ustası Richard Wagner’in sağladığı tempo ile kaleme, alınmış olmasıdır. Der Judenstaat’ın yazıldığı günlerde, Herzl’in günlüğünde şu satırlara rastlanmaktadır:

“Geceleri tek eğlencem, Wagner’in müziğini, özellikle oynandığı kadar izlediğim Tannehauser operasını dinlemek. Yalnızca opera olmadığı geceler düşüncelerimin doğruluğu konusunda kuşkulara kapılıyorum.”

Anımsanacağı gibi, besteci Richard Wagner de, hattâ bu kelime yazılarda daha yerleşmeden önce bir Yahudi aleyhtarı olarak haklı bir ün sağlamıştı. Wagner’in Das Judenthum in der Musik (Müzikte Yahudi Etkileri) adlı aşağılayıcı broşüründe meslektaşları Yahudi müzikçilerin kişilikleri ve yapıtları konusunda geliştirdiği ırkçı zırvalar, yalnız kendi çağı için değil, tüm zamanlar için yetip de artacak nitelikteydi Dolayısıyla, Wagner’in 1859 yılında yayınlanan broşürünü “Yahudiliğe karşı son, fakat Almanya’da kesin sonuçlu savaşı başlatmış olmasına” şaşırmamak gerekir. Bu durumda, Siyonizm’in kutsal kitabının, Wagner’in müziğinin etkisiyle kağıda dökülmüş olması Siyonizm’in felsefesine oldukça uygun düşmektedir! Fakat herhalde, Herzl’in en büyük “yapıt”ına yapılacak en büyük hakaret de, Siyonist İsrail devletinde kültür bekçilerinin, Wagner’in müziğinin Siyonizm’in temel belgesine ilham sağlayan bu müziğin halka dinletilmesine bugüne kadar izin vermemeleridir.

1908 yılında başkanının etkisiyle anti-semitizm ideolojisini resmen benimsemiş olan bir örgüt “Pan-Cermen Birliğindir {Der Alldeutsche Verband). Aslında, Heinrich Class adını taşıyan bu başkanın da görüşlerini kabul ettirmek için fazla uzun boylu çabalara gereksinimi yoktu, çünkü örgüt, “Alman ırkına ve kanına yabancı bir unsur” olarak görülen Yahudilere zaten oldukça düşman bulunuyordu. Class’ın rehberliğiyle derneğin tüzüğü yalnızca Yahudilerin değil, Yahudilerle evlenmiş olanların ya da Yahudi akrabaları bulunanların da üye olmalarını önleyecek biçimde değiştirilmişti. Class, anti-semitizmin, kendisinin “daha yirmi yaşındayken maddî ve manevî bir parçası durumuna geldiğini” itiraf ediyor ve “daha sonraki siyasal yaşantısını etkilediğini” söylüyordu. Bu adam, aynı zamanda, Siyonizm’in en etkili destekçilerinden ve hayranlarından biriydi. Class 1912’ de Daniel Frymann takma adıyla Den Kay zer Olsaydım, başlıklı ve iki yıldan daha kısa süre içinde beş baskı yapan bir kitap yayınladı. Class bu kitabında anti-semitik programını açıklarken en sağlam tanıkları olarak Siyonist'leri göstermekteydi:

“Kültürümüzün tüm ürünlerine katılmalarına karşın Alman olmayan, çünkü temel farklılıkları nedeniyle isteseler de Alman olamayacak Yahudileri yabancı bit ırk olarak görenler sevinsinler, çünkü bizzat Yahudiler arasında bile Siyonizm denilen milliyetçi akını giderek daha fazla yandaş topluyor. Siyonistlere şapkalarımızı çıkartmalıyız; kendileri, Yahudilerin, değiştirilemez özellikleri i ile ayrı bir halk olduklarını açıklık ve dürüstlükle itiraf ediyorlar...Kendileri ayrıca Yahudi yabancıların, içinde yaşadıkları ulusla gerçek biçimde kaynaşmalarına doğal ırk yasalarının elvermediğini ele aynı açıklıkla itiraf ediyorlar... Siyonistler, Yahudi düşmanlarının, ırk teorisini benimseyenlerin her zaman söylediklerini doğruluyorlar. Kendileri, tüm halklarına oranla küçük bir grup oluşturuyorlarsa da, vazettikleri gerçekler hiçbir zaman yadsınamaz. Almanlar ve Yahudi milliyetçileri Yahudi ırkının yokedilemeyeceği konusunda aynı görüşü paylaşıyorlar. Öyleyse, Almanları, bundan gerekli siyasal sonuçları çıkarma hakkından kim yoksun bırakmak isteyebilir?”

Class. daha sonra bu sözünü ettiği sonuçlan, “Yahudi sorunu” diye adlandırdığı sorunun çözümü için hazırladığı önerilerde sıralamaktadır. Yahudilerin her türlü kamu görevinde çalışmaları engellenmeli, seçme ve seçilme hakkından yoksun bırakılmalı, hukuk, öğretmenlik ve tiyatro yöneticiliği gibi meslekler kendilerine yasaklanmalıdır. Kadrolarında Yahudilerin yeraldığı gazetelerin bu durumu açıklamaları zorunlu kılınmalı ve “Alman” sayılabilecek gazetelerin sahipleri ve yazarları arasında Yahudi bulunmamasına özen gösterilmelidir. Ticarî bankaların yöneticilerinin Yahudi olmasına izin verilmemeli ve Yahudiler ne toprak sahibi olabilmeli, ne de kiralayabilmelidirler. Ayrıca, Yahudiler, Yahudi olmayanlara oranla iki kat vergi ödeme zorunda bırakılmalıdır. Heinrich Class'ın, Adolf Hitler’in iktidara gelmesi üzerine, Reichstag’ın (Alman Parlâmentosu) onur üyesi yapılmasına şaşmamalr.37

Siyonist-Milliyetçilerin Yahudilerin Avrupa toplumu içindeki yerleri konusundaki düşüncelerine bir başka destek de Theodor Frilsch’ den gelmektedir. Siyonist ideolojiye olan hayranlığını Der Hammer adlı dergisinde şöyle dile getirmişti:

“Biz Siyonistleri Yahudilerin en dürüst unsurları olarak görmeğe devam ediyoruz. Çünkü onlar Yahudi olmayanlarla kaynaşmanın olanaksızlığı gibi iki ayrı ırkın birbirlerinin gelişmesini ve kültürünü karşılıklı olarak engelledikleri gerçeğini de kavrıyorlar. Onun için, biz de Siyonistler gibi iki toplumun ‘net bir biçimde ayrılmasını’ ve İbranilerin, özel bir Yahudi yurduna yerleştirilmelerini istiyoruz...”

Siyonistlerle Yahudi aleyhtarlarının bu koalisyonuna karşı koymak 'çin Liberal Yahudilik Derneği içinde yer alan Alman Yahudi Topluluklarının önde gelenleri, 1912’dc bir Anti-Siyonist Komite kuldular. Çoğunluğu aile reisleri olmak üzere Mayıs 1914’de 1007 üyeye sahip olan bu komite “Alman Yahudilerini aydınlatmak ve Siyonizm’e karşı savaşım” görevini benimsedi. Aslında, komite bellibaşlı Yahudi dernekleri adına eylemde bulunduğundan, üye sayısının çok üzerinde, yarım milyon kadar Alman Yahudisini temsil etmekteydi. Yayınladığı bir dizi broşürde Siyonizm’e karşı en şiddetli suçlamaları yöneltmekte duraksamıyordu. Houston Stewart Chamberlain tarafından yazılan ve yüzeysellikle kendini övme sanatı alanında eşsiz bir örnek sayılabilecek On-dokuzuncu Yüzyılın Temelleri adlı “garip” kitapla ilgili olarak komite tarafından yayınlanan bir raporda, Chamberlain'in ideolojisine lâyık olduğu” yanıt verilmekte, “çağımızın anti-semitizminin ırkçı nefret olduğu saptandıktan sonra .şöyle denmektedir:

"Ve bu şoven, ulusal ırkçı çılgınlık, Siyonizm'in teorik temeli, ruhsal toprağı olmaktadır! Onun somut tipolojik yönleri ve etkinliği bu teoriden kaynaklanmaktadır. Bu yadsınamaz gerçek, aslında, bu sahte Mesihî akımın en acımasız eleştirisini de oluşturuyor. Bu durumdan Siyonizm’in nitelikleri ve belirtilerine ilişkin tüm sonuçlar çıkarılmalı, Siyonizm’in ırkçı anti-semitizmle, Yahudilere bunca acı çektiren bu illetle aynı bataklıkta filizlenip geliştiği kavranmalıdır. Rengi ister Ari anti-semitik, ister Ulusal-Yahudi olsun, zehirli bir kuyudan çekilen suyun niteliği aynıdır ve dünyada hiçbir güç bu sudan sağlığa yararlı bir içki yapamaz. Ulusal demagoji ve ırkçı anti-semitizmin, kültüre karşı işlenen suçlar olduğu görüşünü taşıyan herkes -herkesin bu görüşte olduğuna inanıyoruz aynı biçimde bu sakat düşüncelerin Yahudi giysileri giymiş ikiz kardeşini, yani ulusal Siyonizm’i de mahkûm etmelidir, çünkü bunun yıkıcı etkileri de berikiyle eşil düzeydedir.”

“Siyonistlerin görüş açıları, anti-semitiklerinkinin benzeridir. Hattâ, ikisinin eylem çerçeveleri içindeki farklılıklar, önemsiz sayılacak kadar azdır. Anti-semitizm gibi Siyonizm de uyumsuzluk, hoşgörü yoksunluğu, adaletsizlik ve karşıtını kavrayamamak görünümleriyle kendini belli eder...Kendini Yahuıdilerin mallarına, özgürlüklerine ve onurlarına karşı en utanmazca komplolarla ortaya konan anti-semitizm ile Siyonizm arasındaki uyuşma, Siyonizm’in de anti-semitizm gibi egemen bir mevki kazanması durumunda kuşkusuz daha açık seçik izlenebilecekti. Bunlardan birine yöneltilebilecek herhangi bir suçlama, aynen ötekisi için dc geçerlidir. Siyonizm’in etkisinde kalan zayıf iradeli kimseler bilmelidirler ki, farkında olmaksızın anti-semitizmin savlarını benimsemektedirler.

“Bunlar bu davranışlarıyla ikiz kardeşi anti-semitizm gibi Siyonizm’in dc yalnızca Yahudi dini ile değil, ahlâk ilkelerine sahip her dinle tam bir çelişi oluşturduğunun kanıtlanmasına katkıda bulunmaktadırlar.”

Yahudi anti-Siyonistler, anti-semitiklerin ırkçılıklarım teşhir etmeğe çabalarken, Siyonist'ler anti-semitiklerin hedeflerinin gerçekleşmesini kolaylaştıracak eylemlere dalmış bulunmaktaydılar. Örneğin, Fransa’da ünlü arkeolog Salomon Reinaclı, anti-semitikler tarafından kendi amaçlarına hizmet etmesi için bulunan “Yahudi ırkı” üzerine yazdığı incelemede böyle bir ırkın varlığını reddedince, L'echo Sıoınste' in şayialarından saçılalı şimşeklere hedef olmakta gecikmemiş ve “çoğunluk içinde erime yanlılarının, kendileriyle Yahudi olmayan dünya arasındaki her engelin yıkılması için son ve en üst düzeydeki çabaya destek olmakla” suçlanmıştır. L'echo Sioniste anti-semitik ideolojinin bu son derece saçma savunusuna bir de tüy dikmek üzere, 1904’de bir Siyonist aıaştırmacı olan Hermann Jacobsohn’un kafatası ölçümleri üzerindeki katkılarına yer vermiştir. Hint-Avrupa araştırmalarında uzmanlaşmış bulunan Jacobsohn, beş yazı olarak yayınlanan dizisinde ayrı bir “Yahudi ırkı tipi”nin varlığını kanıtlamak için, kafatası ölçüleri, saç: ve göz rengi vb. konularındaki tüm bilgi hâzinesini ortaya sermiştir.

Aynı yıl içinde önde gelen bir İngiliz Yahudi bilim adamı ve siyasetçisi Siyonizm konusundaki görüşlerini şöyle özetlemiştir: “Siyonizm'in oluşturduğu tehlike, bu ideolojinin, Yahudi aleyhtarlığının doğal ve uyumlu bir müttefiki, aynı zamanda gerekçesi olmasıdır.”

Sh:219-236

Kaynak: Siyonizm Ve Irkçılık, Atatürk'ün 100. Doğum Yılına Armağan, Ankara Üniversitesi Basımevi ,1982, Ankara

 


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar