Print Friendly and PDF

TAKKE BERE MENDİL den"Tak gebere men dil " E

 


….

Satıcı bize İbiş’i ve Kavuklu Hamdi’yi hatırlatacak bir güzellikle  “Takke, bere,  mendil”, diyordu. Bizse “tak gebere men dil ” ahengiyle biraz keyiflendik.

-Ne takacaksın?

-Bere.

-Nereye

-Başına, yani nefsin başına.

-E…

-Sonuçta başın kapalıysa, nefsin ölür, gönlüne sahip çıkarsın.

Ona da;

-"Men-dil" Bende..

-"Benliğin dönsün gönüle".…

Nerden nereye, kelâmı getirelim asıl meseleye; bere takmak ehli kitabın dini ve sosyal hayatında ve birçok dinlerde vazgeçilmeyen sünnet ve adetlerdendir. Bu meyanda aşağıdaki bilgilere biraz göz atalım.

 

Kipa ya da Kippa: Musevi erkeklerinin, dua esnasında, sinagogda ve dışarıda başlarını örtmekte kullandıkları, küçük takke.

Saten, kadife, deri, süetten yapılan kipa çoğu zaman örülerek de yapılır.

Gündelik hayatında her Musevi'nin günde 100 beraha (şükür duası okuması) gereklidir, bunlar belli eylemlerden sonra okunabileceği gibi (bir şeyler yiyip içmek, koklamak, tuvaletten çıkmak, vs.) bazen de ansızın karşılaşabilecek olaylar da olabilir, (şimşek çakması gibi). Bu sebepten dindar Museviler açık başla beraha söylenemeyeceğinden sürekli kipa ile dolaşırlar.

Kanun ya da yönetmeliklerle dini sembol olarak kabul edilebilecek kıyafetlerin sınırlandığı ülkelerde Museviler kipa takmayıp kipa yerine şapka takarlar.

Musevilikde evli olmayan kadınların sinagoglarda tören esnasında başlarını örtmeleri gerekli değildir.

Antik dönemden itibaren Yahudi geleneğinde de başörtüsü hem kadınlar hem de erkekler için dinî bir kural olarak benimsenmiş olmakla birlikte, belli evrelerden bahsetmek gerekir. Tevrat’ta başörtüsünün sadece din adamlarını, yani kohenleri bağlayıcı bir hüküm olarak yer almış olması ve kıyafet konusunda Eski Ahit’teki bazı dolaylı atıflardan hareketle, eski İsrail toplumunun başörtüsüne aşina olsa da sıradan erkek ve kadınlar için dinî amaçlı baş örtme teamülüne sahip bulunmadığı, başörtüsünün daha ziyade kadınlar için süs unsuru veya (tıpkı kısa saç gibi) hem erkek hem kadın için yas/utanma işareti olarak kullanıldığı ileri sürülmüştür. Bununla birlikte, bilhassa miladi 1. yüzyıldan itibaren Yahudi kadınlarının dışarıya çıkarken saçlarını ve yüzlerinin alt kısmını örttükleri, bazı kadınların ise evin içinde bile saçlarını kapalı tuttukları bilinmektedir. Bu uygulama Yahudi sözlü geleneğini oluşturan Mişna ve Talmud içerisinde hükme bağlanmış olup; kadınların hayâ prensibi gereği, erkeklerinse Tanrı’ya karşı saygı ve tevazu adına başlarını örtmeleri dinî bir gereklilik olarak sunulmuştur. Kadın için baş açıklık Talmud âlimleri tarafından çıplaklık kapsamında görülmüş ve başı açık olarak dışarıya çıkmak erkeğin karısını boşaması için yeter sebep kabul edilmiştir. Aynı prensipten hareketle başı açık bir kadının bulunduğu yerde günlük Yahudi duası olan “Şema”nın okunması da şeraite aykırı olarak değerlendirilmiştir. Yine başta din âlimleri olmak üzere erkeklerin de ibadet veya Tevrat çalışması sırasında ve dışarı çıktıklarında başlarını örtmeleri gerekli görülmüştür.

Her ne kadar Talmud’da kadına yönelik baş açma yasağıyla bağlantılı olarak evli-bekar ayrımı yer almasa da, bilhassa Ortaçağ’da söz konusu yasak evli kadınlarla sınırlandırılmıştır; ki bu noktada Yahudi geleneğinde kızlar için tavsiye edilen evlilik yaşının ergenlik yaşı (13 yaş) olduğunu belirtmekte fayda var. Bu dönemde ayrıca, bilhassa Doğu Avrupa kökenli Yahudiler arasında uygulandığı üzere, evli kadınlar genellikle saçlarını tamamen kazıttıktan sonra başlarını eşarpla veya modern dönemde yaygın olduğu üzere perukla örtmüşlerdir. Başlangıçta dönemin önde gelen Yahudi din âlimleri peruğa dahi karşı çıkarken, azınlık görüş olarak baş açıklığın norm olduğu toplumlarda Yahudi kadınların genel teamüle uymak suretiyle saçlarını kapamamalarının hayâ prensibini ihlal etmeyeceğini ileri süren âlimler de olmuştur.

Günümüzde bilhassa Amerika ve Batı Avrupa’daki Yahudi cemaatlerinde ultra-Ortodoks gruplar hariç başörtüsü uygulaması büyük ölçüde terk edilse de, Doğu Avrupa ve İsrail’deki Ortodoks Yahudi cemaatleri ile Ortadoğu kökenli Yahudi cemaatleri arasında baş örtme geleneği değişik şekillerde (eşarp, bone, peruk ve şapka) devam etmektedir. Konunun teorik boyutu söz konusu olduğunda ise baş örtme uygulamasında son sözün teamüle mi yoksa Yahudi dinî hukukuna mı (halaha) ait olduğu noktasındaki tartışmalar, Amerika’daki Yahudi ilmî çevrelerinde halen devam etmektedir.

Hıristiyanlık öğretisinde de başından beri mevcut olan baş örtme uygulaması, dayanağını dönemin Grek, Roma ve Yahudi geleneklerindeki paralel uygulamalardan ziyade Pavlus’un mektuplarında yer alan bir pasajdan alır. İlgili pasajda, bir Hıristiyan geleneği olarak, kadınların dinî ve sair toplantılarda (ve toplum içinde) başlarını örtmelerinin, buna karşılık erkeklerin başlarının daima açık olmasının gerekliliği ifade edilmektedir. Gerekçe olarak da, diğer üç gelenekteki uygulamanın temelini oluşturan hayâ prensibi yerine, yaratılış ve konum itibarıyla kadının erkeğin aşağısında yer aldığı, dolayısıyla erkeğin kadın üzerindeki otoritesinin sembolü olarak kadının başını örtmesi gerektiğine işaret edilmektedir. Pavlus’un ifadesine göre saç kadına örtünme için verilmiş olup, başı açmak ancak saçın kazıtılması halinde mümkündür, ki bu da arzu edilir bir şey değildir.

Erkeğin başının daima açık olması ise doğrudan Tanrı’nın suretinde yaratılmış olması ve Tanrı’yı temsil eden taraf olması ile açıklanmaktadır. Ayrıca farklı pasajlarda kadınların hayâ ölçüsüne göre ve abartısız giyinmeleri istenmektedir.

İlk dönem Kilise babalarının (Clement of Alexandria, Tertullian, John Chrysostom, Ambrose, Augustine vs.) yazılarında da yer alan baş örtme kuralı, kadının Tanrı katındaki yerini yansıtan ve kadını yücelten bir uygulama olarak yorumlanmış; doğrudan hayâ prensibi ile de ilişkilendirilmiştir. Bu doğrultuda kadının toplum içine çıkarken saçını toplaması ve az bir kısmı dahi görünmeyecek şekilde örtmesinin gerekliliği vurgulanmıştır. Hem Doğu hem de Batı’daki Hıristiyan cemaatlerinde uygulandığı üzere, kadınlar evli-bekar ayrımı olmaksızın ve genellikle yüzlerini açıkta bırakacak şekilde sadece başlarını örtmüşlerdir. Ortaçağ Hıristiyan teoloğu Thomas Aquinas ve ilk Protestanlar (Martin Luther, Jean Calvin vs.) tarafından da benimsenen baş örtme uygulaması, Ortaçağ boyunca ve modern dönemde Hıristiyan toplumlarda değişik şekillerde (şal, eşarp, bone veya şapka) sürdürülmüştür.

Fakat özellikle 20. yüzyıl başlarından itibaren çoğu Protestan cemaatlerinde kadınların kilise içinde başlarını örtmesi bir gereklilik olarak görülmemeye başlanmıştır. Roma Katolik Kilisesi ise 1983 yılında aldığı bir kararla kilise içinde baş örtmeyi (sıradan Katolik kadınları için) bir zorunluluk olmaktan çıkarmıştır. Günümüzde Katolik ülkelerdeki uygulama örfe göre belirlenmekte, baş örtme geleneğinin devam ettiği bölgelerde normalde dışarıda başlarını örten kadınlar kilisede de başlarını kapatmaktadırlar. Bu gelenek bilhassa Geleneksel Katolikler olarak bilinen grup tarafından korunmaktadır.

Benzer şekilde Ortodoks Hıristiyan cemaatlerinde de uygulama bölgeden bölgeye değişmekle birlikte kilisede baş örtme kuralını devam ettiren cemaatler nispeten çoğunluktadır. Uygulamadaki bu farklılık konunun teorik boyutuyla ilgili tartışmalarda da kendini göstermektedir. Kimi Hıristiyan grupları baş örtme emrini değişik biçimlerde tevil ederken, diğer bir grup baş örtmeyi ilk dönem Hıristiyan toplumu için bağlayıcı olup günümüzde artık gerekliliği bulunmayan bir âdet olarak görmektedir. Uygulamanın devamından yana olanlar ise baş örtmenin her devirde ve şartta tüm Hıristiyan toplumlar için geçerli olan evrensel bir kural olduğunu savunmaktadır.

Hz. Rasûlu'llâh salla’llâhu aleyhi ve sellem başı açık olarak namaz kılmamıştır. Şöyle buyurmuşlardır:

"İmame (sarık) ile kılınan namaz, sarıksız kılınan namazdan yetmiş misli faziletlidir." (Ebu Nuaym)

Müslümanların değerli, güvenilir, muteber, sahih, mübarek ilmihal kitaplarından biri olan Nimeti İslâm'da "Başı açık olarak namaz kılmak (erkekler için) mekruhtur" yazılmaktadır. (Namazın mekruhları bölümünde)

 

Özbekistan'ın başşehri Taşkent'te öğle namazı kılmak için Ubeydullah Ahrar Camii'ne gitmiştim. Ezan'a birkaç dakika vardı. Dikkat ettim, camiye gelen herkes istisnâsız iki rekat tahiyyetülmescid namazı kılıyordu. Arka tarafta bir yere oturdum, cemaate baktım. Kılık kıyafetleri düzgündü, yine istisnasız herkesin başında takke vardı. Başı açık bir tek Müslüman görmedim. Ezan okundu, sünnet kılındı, kamet getirildi, arkadaki hücresinden imam efendi mihraba doğru yürümeye başladı. Açık renk çok güzel bir cüppesi vardı, hele sarığı muhteşemdi, bizdeki gibi fes üzerine tülbent şeklinde değildi, külah üzerine sarılmıştı. Sakalı koyu sarıydı, yüzünden önemli bir kişi olduğu anlaşılıyordu. Yürüyüşünde bir asalet vardı...

Bizde maalesef son yıllarda Müslüman erkeklerin baş açık namaz kılmaları bid'ati ve laubaliliği iyice yaygın hale geldi.

İslâm âdâbı muaşeretinde (görgüsünde) erkeklerin mutlaka başlarının kapalı olması gerekir. Sarık, fes, külah, takke, poşu, kavuk, agel kefiye...

Müslüman şapka giymez.

Osmanlılar zamanında Müslüman bir erkeğin, bir gencin, hattâ bir çocuğun başı açık dolaşması çok ayıptı.

Bundan yıllar önce, senaryosu İkinci Meşrutiyet devriyle ilgili yerli bir film seyretmiştim. Bir sahnesi şöyleydi:

Baş rolde oynayan genç, bir evin kapısını çalıyor. İçeriye giriyor, başından fesini çıkartıyor, fes portmantoya asılıyor... Bu kadar cahillik olmaz!.. Böyle bir şey Osmanlı terbiye ve âdâbına uymaz.

Reformcu ilahiyatçılar, erkeklerin namazda başlarını örtmelerinin dinî bir mecburiyet olmadığını söyleyip yazıyorlar. Tabiî ki, yanılıyorlar. Namaz kılan bir erkeğin başını örtmesi namazının sıhhat şartlarından değildir. Değildir ama başı örtmek namazın sünnetlerinden ve edeplerindendir. Bu husus bütün fıkıh ve mufassal (geniş ayrıntılı) ilmihal kitaplarımızda yazılıdır.

Bendeniz bir camiye gittiğimde, küçük bir cemaat gördüğümde, imam olan zatın başı örtülü ise ona uyuyorum, değil ise uymuyorum.

Google'ın görsel kısmında "Eid prayer in China" resimlerini arayınız. Çinli Müslüman kardeşlerimizin hep başları takkeli olarak ibadet ettiklerini göreceksiniz.

Bizdeki bozuk düzen sistem maalesef Müslümanlara da tesir etti. Cuma namazındaki cemaate bakınız: Bilhassa yaz aylarında üzücü bir kılık kıyafet perişanlığı görülüyor. Üzeri yazılı ve resimli tişörtler, çirkin kot pantolonlar, göğsü bağrı açık gençler...

1940'lı, 50'li yıllarda hatip efendiler Cuma namazında köpek oturuşlu cemaati uyarırlardı.

Bazen cemaat içinde bir hutbe esnasında cep telefonunu çıkartıyor ve mesajları okuyor. Ne büyük saygısızlık!

Ben şahit olmadım, bir dostum anlattı, Sultanahmet Camii'nde hutbe esnasında cemaatten birinin cep telefonu çalmış, çıkartmış kulağına koymuş, müşteriyi bekletin ben namazı kılar kılmaz gelirim demiş. Rezalet!

Ya hutbe okunurken gülüşerek konuşanlar...

Bir Müslüman sadece tezellül niyetiyle başı açık olarak namaz kılabilir. Başı açık olmak zillettir. Nefsini horlamak, aşağılamak için başını açabilir.

Resulullah Efendimiz (Salat ve selam olsun ona) başı açık olarak namaz kılmamıştır. Şöyle buyurmuşlardır: "İmame (sarık) ile kılınan namaz, sarıksız kılınan namazdan yetmiş misli faziletlidir." (Ebu Nuaym)

Müslümanların değerli, güvenilir, muteber, sahih, mübarek ilmihal kitaplarından biri olan Nimeti İslâm'da "Başı açık olarak namaz kılmak (erkekler için) mekruhtur" yazılmaktadır. (Namazın mekruhları bölümünde)

Müslüman erkeklerin namazı başları örtülü olarak kılmalarında küfre, dalalete, nifaka muhalefet vardır ki, sadece bu husus bile başı örtmeye gerekçe olarak yeter.

Her şeye para veriyoruz, cep telefonunu neredeyse kutsal hale getirdik ama namaz takkesine gelince önem vermiyoruz, ihmal ediyoruz.

Namaz kılan her Müslüman erkeğin cebinde güzel ve sanatlı bir takke bulunmalıdır.

Bazen bir camide güzel ve sanatlı bir takkesi olan bir kişiyi görüyorum, takkenin şeklinden onun meşrebini anlıyorum. Cerrahî... Uşşakî...

Reformculara aldanmayalım. Müslümanların sarıkları, takkeleri, külahları onların bir tür bayrağıdır, alameti fârikasıdır.

Sarık veya takke Müslümanı güzel gösterir, ona vakar ve heybet verir.

Melaike-i kiramın taylasan sarıklarla ibadet ettiklerine dair rivayetler vardır.

Yalın ayak, başıkabak, çok kısa kollu tişörtlü, kot pantolunlu, yaka paça bir tarafta Müslümanlar olmayalım. Bizi gören yabancılar "Aaa ne güzel insanlar...Kıyafetleri, tavır ve hareketleri ne kadar asaletli" desin!

Üsküdar tarafından Çiçekçi semtinde merhum hattat, müzehhib, ressam İsmail Hakkı Altınbezer'in kızının evine gitmiştim. Salonda bir eski zaman ihtiyarının büyük boy yağlı tablosu asılıydı. Üstü başı çok eskiydi, elbisesinde yamalar, yırtıklar, sökükler görünüyordu. Sakalı uzundu, başında sarık vardı. Yüzünden hüzünlü bir asalet akıyordu. Dünün fukarası (belki dilencisi) bile bugünün yaka paça bir tarafta baş açık Müslümanlarından daha vakarlı idi.

 

Mehmet Şevki EYGİ

 

Prof. Dr. Mesut Başak (İç Hastalıkları Uzmanı)
  Kardelen Dergi/Sayı: 56  Nisan / Haziran 2008

Son zamanlarda "kadının başını kapatması" gündemde iken, ben de "Erkeğin başını kapatması"ndan bahsetmek istedim.

İslâm'da erkeklerin başına  "takke"yi takacağı çeşitli durumlar vardır, bunlardan sadece bir tanesinde başa takke takılmaz ise mekruhtur, diğerlerinin uygulanmamasında dinen bir kayıp yok, fakat takvaca kazanç vardır. Namazda (yapılmazsa mekruh), Kur’ân okurken, yemekte, uyurken, tuvalette iken... İşte erkeklerin başlarına takke takmaları gereken yerler.

Tıp fakültesine girdiğimden beri her zaman kendi kendime sorduğum bir soru vardır: İbadetlerin vücudumuza olan faydaları nelerdir? Bunu her farz, vacip, sünnet, mekruh, mübah ve haram durumlarında düşünür, hekimliğim ile müslümanlığımı birleştirip çeşitli yorumlar yaparım. Beynimde, kalbimde ve ruhumda oluşan hazzı hekim olmayan müslüman kardeşlerimle ve İslâm'la şereflenmemiş diğer insanlarla hep paylaşmak istemişimdir.

Yemek yerken insanın vücudunda dolaşan kanın önemli bir kısmı mideye yönelmekte ve dolayısı ile beyine giden kan miktarı azalmaktadır (yemeğin sonuna doğru ve yemekten sonra uykumuzun gelmesinin sebebi budur). Yemek esnasında başımıza takke takılması ile sıcak tutulması beyin damarlarını genişleterek azalan beyinin kanlanması arttırılmış oluyor. Böylece beynimizin yemekte de normal çalışması sağlanmış oluyor...

İnsan tuvalette iken büyük ve küçük tuvaletini yaparken genelde en az bir kez olsun "ıkınma" ihtiyacı duyar. Ikınma esnasında vücudumuzdaki "vagal tonus" artışı olur ve bu sinir sisteminin faaliyetinin artması ile kalp hızı yavaşlar, dolayısı ile kalbin beyine pompaladığı kan miktarı azalır, beyin kanlanmasının azalması da kişinin bayılmasına sebep olur. Tuvalette iken oluşan bayılma ve ölümlerin büyük bir kısmı bu sebepten olmaktadır. Ikınma esnasında başımızda bir takkenin olması, başımızı sıcak tutmakta ve böylece beyin damarlarımızı genişleterek beynin kanlanmasını arttırmaktadır. Bu da kişinin bayılmasına engel olmaktadır.

Uyumak için sıcacık yatağımıza girdiğimizde, başımız yorganın dışında bu sıcaklıktan mahrum kalır. Başın, vücudun örtü altındaki diğer bölgelere göre daha soğuk olması beynin kanlanmasını azaltacaktır. Çünkü, vücudun daha çok ısınan bölümlerindeki damarlar genişleyerek daha fazla kanın oralara gitmesine sebep olacaktır. Beynin kanlanmasının azalmasına bağlı olarak oksijenlemesi de azalacak ve uyku bozukluklarına, sabahları yorgun kalkılmasına, depresyona, hatta bayılmalara sebep olabilecektir. Uyumak için yattığımızda başta bir takkenin olması, başımızı sıcak tutacak ve beynimizin kanlanmasını arttırarak bu kötü sonuçların oluşmasına engel olacaktır.

Yapılması takvaca üstünlük sağlayan bu prensiplere uyulduğunda insanın sağlık yönünden neler kazandığını birlikte müşahede ettik. Sünnet, vacip, farzlara uyulduğunda ve haramlardan kaçınıldığında (bilhassa kadının örtünmesinde) vücudumuzun kazanacaklarının hazzını ileride paylaşmak dileğiyle...

Erişim Kaynak: http://www.kardelendergisi.com/yazi.php?yazi=507

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar