TANZİMAT DEVRİNDE SHAKESPEARE TERCÜMELERİ VE TESİRLERİ İnci Enginün
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT
FAKÜLTESİ
Doktora Tezi
TANZİMAT DEVRİNDE SHAKESPEARE
TERCÜMELERİ VE TESİRLERİ
İnci Enginün
EDEBİYAT FAKÜLTESİ BASIMEVİ
İSTANBUL — 1971
Yeni Türk Edebiyatı Kürsüsünde
yapılan «Tanzimat Devrinde Shakespeare Tercümeleri ve Tesirleri» adlı tezin I.
bölümünün IV. kısım içine almaktadır.
Raportörler:
1 — Prof. Dr. Mehmet Kaplan
2 — Prof. Dr. Mina Urgan,
İmtihan Jürisi:
1 — Prof. Dr. Mehmet Kaplan
2 — Prof. Dr. Mina Urgan
3 — Prof. Dr. Ahmet Caferoğlu
İmtihan tarihi:
30.1.1968
MEHMED NÂDİR’İN SHAKESPEARE’DEN YAPTIĞI TERCÜMELER
İnci Engînün
Tanzimat devrinde Shakespeare
tercümeleri ile dikkati çeken üçüncü şahıs Mehmed Nâdir’dîr. Kıymetli bir
riyaziyeci ve maarifçi olarak temayüz etmiş bulunan bu zatın Shakespeare
tercümelerinden daha önce bahsedildiğine rastlamadım. Nâdir’i bizzat
tanıyanlardan naklen, hakkında en geniş malûmâtı vermiş olan Osman Ergin 1
onun tercümelerinden hiç bahsetmez. Osman Ergin bu malûmatı Mehmed izzet,
Mehmed Emin, Haydar Vaner, Haydar Niyazi ve bizzat Mehmed Nâdir’in bir yazısına
dayanarak, Numûne-i Terakki özel okulu dolayı- sıyle verir ve onun oldukça
maceralı geçen hayatının mühim olaylarını ortaya koyar. Mehmed Nâdir’in bir ara
Muallim Nâci ile günlük Afak gazetesini ve ilk talebe mecmualarından Numûne-i
terakkiyi neşrettiğini zikreder.
Türkiye maarif tarihi’nde verilen bilgiyi şöylece
özetleyebiliriz: Mehmed Nâdir kendi ifâdesiyle 'enfes-i âsâr’ı saydığı,
Türkiye’nin yetiştirdiği en büyük riyaziyeci Salih Zeki’nin hocasıdır ve
devrinin ileri gelen fencileri tarafından büyük bir dehâ kabul edilir. Şöhreti,
halli imkânsız görülen problemleri çözmesiyle Avrupa’ya da yayılan Mehmed
Nâdir, tahminen 1854 tarihinde Sakız’da doğmuştur. Fakir bir aileye mensûbtur.
Tahsilini Bursa ve İstanbul’da Harbiye ve Bahriye mekteplerinde tamamlamış,
mülâzim-i sânilikle mezûn olduktan üç ay sonra, kendi ifâdesiyle, henüz yirmi
iki yaşlarında iken Heybeli ada Bahriye mektebinde muavinliğe tayin edilmiştir.
Az sonra bu vazifesine ilâveten Darü’ş-şafaka’daki hocalığı da başlar
(1295/1878).
1296-1298 arasında Nâdir’in
bilinmeyen bir sebeple arkadaşı Hüseyin Avni ile birlikte Kıbrıs veya Londra’ya
kaçtığı, İstanbul’a döndüğünde
bir müddet hapsedildiği söylenir.
Fakat bu nokta oldukça karanlıktır. Mehmed İzzet’e göre Kıbrıs’a kaçıp orada
gazete çıkartmak istemiş, hurûfât almak için İstanbul’a döndüğünde
yakalanmıştır. Mehmed Emin ise iki arkadaşın Londra’ya kaçarak, orada riyaziye
derslerine devam ettiklerini; siyasetle uğraşmadıkları için de İstanbul’a
dönüşlerinde sadece askerlikten tardedildiklerini ileri sürer.
Devlet hizmetinden, mahiyeti pek
vâzıh olarak bilinmeyen bu firâr suçu ile uzaklaştırılan Nâdir, bundan sonra
hayatını husûsî okullardaki hocalıklarla geçirir. 1298 de Şemsü’l-maarif ders
nazırıdır 2. 1300/1884 yılında Numûne-i Terakki mektebini açar.
Devrinde büyük şöhret kazanan bu hususî mektep hakkında gazete ve mecmualarda
bol bol haberlere rastlanır 3. Devrinin uyanık ve kıymetli
hocalarının toplandığı bu mektep istibdad devrinde, nihayet II. Abdülhamid’in
dikkatini çeker. Kendisi de Jön Türklükle ithâm edilmektedir. 1313/1895 yılında
Abdül- hamid’i halledip yerine Reşad Efendi’yi iclas için bir plân hazırlanırsa
da Nâdir bir sarhoşluk anında bu işle ilgili kimselerin adlarını açıklar. Başka
ihbârlarla birlikte, üç yüz civarında münevver sürülür. Bunların arasında
Nâdir’in yakın arkadaşı Hüseyin Avni de vardır. Nâdir, kendisi de gizli
cemiyete dahil olduğu halde ifşaatının mükâfatı olarak, Numûne-i Terakki
elinden alınmakla beraber, Aşiret mektebine müdür tayin edilir. Bu vazifesi
1318/1902 ye kadar sürer. 1318/1319 arası Cemi- yet-i rüsûmiye’ye aza tayin
edilmiştir. 1319/1903 te Haleb Maarif müdürlüğü vazifesi ile İstanbul’dan
uzaklaştırılır. Bu sürgünün sebebi talebe isyanında müşevvik olarak
görülmesidir.
1908 inkılâbına kadar Haleb'te
kalan Nâdir, İttihatçılar tarafından azledilerek Fizan’a sürülürse de,
İttihatçılardan olan, dostu Şükrü Kâmil’- in tavassutu ile Fizan’a gitmekten
kurtularak, 1911 e kadar Trablus’ta, Trablus’un işgâli üzerine 1328/1912 ye
kadar Edirne’de kalır ve Edirne’nin Bulgarlar tarafından işgali üzerine
İstanbul’a gelir.
Maddî durumu bozuktur. Numûne-i
Terakki’yi tekrar açmasına izin verilmez. Bu sırada eski talebelerinden Fuad
Şemsî onu Darü’ş-şafaka’ya alır. 1331/1915 de yeni açılan İnas
Darü’l-fünûn’unda hesap öğretmenliğine, 1335/1919 da Darü’l-fünûn’da yeni
ihdâs edilen Nazariye-i a’dâd kürsüsüne getirilir. İnas Darü’l-fünûn unda
okuttuğu ders notlarını bastırmıştır 4. Vefatı 13 Aralık 1927
tarihindedir.
Devrinde hayli methedilir.
Maarifçiliği yanında, tedris usûlleri tarihi ve nazariyeleriyle ilgili yazıları
da vardır s.
Bu kısa özetin gösterdiği gibi,
Nâdir oldukça maceralı bir hayat yaşamış, maarif ve fennî konularda yazılar
yazmıştır. Bu araştırma
dolayısıyle bizi ilgilendiren
tarafı Shakespeare’den yapmış olduğu tercümeleridir.
1299-1304 yılları arasında muhtelif
dergilerde Hâver, Güneş, Âfak, Envâr-ı zekâ, Numûne-i terakki, Mirat-i âlem
mecmuaları ve Tercü- man-i hakikat ve Tarîk gazetelerindeki
tercüme ve telifleriyle dikkati çeker. Bu dergilerden bazılarının yazı
heyetlerine dahildir, bazılarına arada sırada yazılar gönderir. Bu yazılar
arasında bulunan maarif ve terbiye ile ilgili yazılar ve fennî yazılardan,
araştırma konusunun dışında olduğu için bahsedilmeyecektir. Çoğunluğu teşkil
eden bu tip yazılardan başka, Shakespeare yanında, muhtelif yabancı
yazarlardan da tercümeleri vardır 8.
Mehmed Nâdir en çok Shakespeare’den
tercümeler yapmıştır. Ancak kendisinden bir Shakespeare mütercimi olarak
bahsedildiğine dair herhangi bir kayda rastlamadığım için, mütercimin bütün
tercümelerinin kronolojik bir listesini vermeği uygun buluyorum.
1881 |
Hamlet (II-2, 109-122; I, 2, 86-94; 1-2, 129-136) Hazine-i evrak,
nr. 39, s. 617 (Eylül 1881) |
25 C. ahir 1299/1882 |
‘Shakespeare’in âsâr-ı
nâdiresinden ‘Kıskançlar’ nâm beş piyesin lâyıkıyla anlaşılması için
Victor Hugo-zâde François tarafından bir suret-i edibânede kaleme alınmış
olan esâtir-i evveline dair malûmât’ Mir’at-i âlem, nr. 6, s. 81-87; nr. 7, s. 108-110, Receb 1299/28 Mayıs 1882;
nr. 8, s. 124-126, 25 Receb 1299/11 Haziran 1882. |
1882/1299 |
Kış masalı (Robert Greene’in Pandosto’sd) Matbaa-i Esad izzet, 45
s. |
1882/1299 |
(William Shakespeare) in Kıskançlar nâm beş piyesi üzerine
Victor Hugo-zâde François tarafından bir suret-i edibânede kaleme alınmış
olan malûmât, Cemiyet-i hâdim-i terakki-yi maarif kütüphanesi, 36 s. |
1885/86 |
Shakespeare bir heykele muhtaç mıdır? Victor Hugo’dan tercüme, Envâr-ı
zekâ, 1301, nr. 26, s. 561-565. |
1885/86 |
Cümel-i müntehabe
(Shakespeare’den iki cümle) Envâr-ı zekâ, 1301, nr. 26, s. 585. |
2 Şubat 1888 5 Mart 1888 8 Mart 18^8 |
Sonnet 91, 92, 9, 132, 154 Tarik, nr. 1407. Sonnet 24, 46, 47, 139, 113 Tarik, nr. 1418 Sonnet 149, 44, 142, Troilos ve Kressida (1-1, 1-12, 1-1, 31-58), Tarik,
nr. 1421. |
14 ” |
Romeo ve Juliet (II-2, 33-81); Kleopatra ve Antuvan (IV-14, 27-4); Sonnet
75, 56, 14 Tarik, nr. 1427. |
İnci Enginün
15 Mart 1304 Sonnet 24, 46, 47,
139, 113, Numûne-i terakki, nr. 9. s. 107-108 (Bu soneler daha Önce Tarik’te
neşredilmiştir, nr. 1418)
17 ” ” Sonnet 27, 28, 43,
The Passionate Pilgrim. 14., Tarik, nr.
1430.
22 ” ” Sonnet 78, 79, 38,
83, 84, 81, 63, Tarik, nr. 1435.
1 ” Sonnet 145, Venüs
ve Adonis 115-12, Sonnet 140, Venus
ve Adonis 199-208, 211-216, Venüs ile
Adonis 115-1164, Tarik, nr. 1444.
8 Nisan ” Lucrece'in
hetki (özet ve 764-854, 876-896"), Tarik, nr. 1452
22 Nisan 1888 Sonnet 138,
148, 141, 150, Tarik, nr. 1466.
9 Mayıs ” Sonnet 147,
148, 109, 110, 111, 112, 114, 95, 96
Tarik, nr. 1482
23 ” ” Lucrece'in hetki 1016-1057, Tarik,
nr. 1496.
23 ” ” ” ” 1058-1120,
Tarik, nr. 1497.
25 ” ” ” ” 1121-1211,
Tarik, nr. 1498
2 Haziran ” Bir âşıkanın
tazallumâtı 1-15, Tarik, nr. 1506.
” ” ” ” ” ’’ 16-23, Tarik, nr. 1507
8 ” ” ” ” ” 27-40, Tarik, nr. 1512
30 ” ” Venüs ile Adonis
1-48, Tarik, nr. 1532.
1 Temmuz ” ” ” ” 49-95, Tarik, nr, 1533.
1 - KIŞ MASALI
Nâdir 1882 (1299) yılında
Shakespeare’le ilgili iki küçük kitap neşreder. Bunlardan ilki7
‘Shakespeare nâm İngiliz edîb-i âzâmının âsâr-ı nâdiresinden Kış masalı
unvanlı piyesinin romana tahvilidir’ 8 adını taşır. Fakat bu eser
Shakespeare’in Kış masalı olmayıp, Robert Greene’in piyese kaynaklık
eden Pandosto adlı hikâyesidir. Hikâyeye başlamadan önce mütercim ‘Kış
masalı nâm piyes Shakespeare’in eseridir. Atideki hikâye Robert Greene nâm
zatın bil-istihrâc rivâyetidir. Victor Hugo- zâde François tarafından
fransızcaya tercüme edilmiştir’ (s. 2) kaydı ile eseri ve kimden tercüme
ettiğini kaydeder.
Fransızcaya ilk yapılan Shakespeare
tercümelerinin en iyilerinden sayılan François-Victor Hugo’nun on sekiz cilt
teşkil eden ve mütercime göre yeniden gruplandırılıp kaynakları ile birlikte
incelenerek neşredilmiş bulunan bu tercüme külliyatının tamamını göremedim. Kış
masalı ve muhtemelen Pandosto'nun da içinde bulunduğu cilt
göremediklerim arasındaydı.
Türk okuyucusuna yanlış da olsa
Shakespeare’in Kış masalı bu
Shakespeare’den Tercümeler
tercümeyle tanıtıldığı ve
Shakespeare de piyesinde bu hikâyeyi çok yakından takip etmiş olduğu için, onu
burada özetlemek istiyorum :
Pandosto, karısı Bellaria ve oğlu
Garinter ile birlikte mesut bir hayat süren Bohemya kralıdır. Yakın dostu olan
Sicilya kralı Egistus’- un ülkesini ziyaretinde, kocasının hatırı için
Bellaria, Egistus’a büyük yakınlık gösterir. Bu yakınlığı yanlış tefsir ederek,
karısını kıskanan Pandosto hem karısını, hem de arkadaşını zehirlemeyi düşünür.
Fakat sâkisi Franion bir türlü bu emri yerine getiremez ve durumu Egistus’a
bildirir. Egistus gizlice Bohemya’dan kaçar. Kıskançlıktan gözü kararmış olan
Pandosto karısını hapsettirir. Onu vatanına ihânet suçu ile muhakeme edecektir.
Bellaria bu sırada hâmile olduğunu anlar, iyi kalbli zindancı, kralının kalbini
yumuşatır ümidiyle bu müjdeyi ona götürürse de, Pandosto, bu çocuğun
kendisinden olmadığını düşünerek, büsbütün öfkelenir. Çocuk doğunca onu süslü
elbiseleriyle bir kayığa tek başına koyarlar. Bellaria, suçlu olup olmadığının
Delfi adasındaki kâhinden sorulmasını diler. Teklifi kabul edilir. Kâhine
gönderilen haberciler, Bellaria’nm masum olduğu haberini getirirler. Bu sırada
sandalın dalgalar arasında kaybolduğu duyulur, Bellaria düşer ölür.
Halbuki dalgalar sandalı Sicilya
sahillerine atmıştır. Fakir bir çoban olan Porrus onu bulur. Çocuğun yanında
altın da vardır. Porrus ile karısı Mopsa, Fawnia adını verdikleri bu çocuğu
büyütürler. Sicilya kralının oğlu Dorastus bu güzel çoban kızına âşık olur,
ikisi buluşurlar. Bu buluşmalar Porrus ile Mopsa’nın kulağına gider. Çocuğun
üstünde bulunan süslü kıyafetleri saklamış olduklarından, eğer o elbiseleri
Sicilya kralına götürür ve hikâyeyi anlatırlarsa kızlan ile Dorastus’un
evlenebileceklerini düşünürler. Bu arada Fawnia ile Dorastus, uşak Cap- nio’nun
hazırladığı plâna uygun olarak Sicilya’dan kaçmayı plânlamışlar- dır. Tam
ayrılacakları sırada Porrus’u saray civarında gören Capnio, ne olur ne olmaz
diyerek onu da bir hile ile gemiye sokar.
Fırtına gemiyi Bohemya sahillerine
atar. Kızı olduğunu bilmediği Fawnia’ya âşık olan Pandosto, onu sevgilisinden
ayırmağa çalışır. Fawnia’nin öz kızı olduğunu anladıktan sonra da intihar eder.
The Winter's Tale'in son Arden baskısını hazırlamış
olan J. H. P. Pafford, Shakespeare’in bu hikâyeyi piyes haline sokarken yaptığı
değişikliklere temas etmiştir 8. 1588 de basılmış olan Greene’in Pandos-
Zo’su ile yapılan bu mukayeseye göre, Pandosto’nun Porrus’un karısı
Mopsa hariç bütün şahıslarını alan Shakespeare ayrıca yeni karakterler de ilâve
ederek hikâyeyi zenginleştirir. Bohemya kral ve kraliçesi Sicilya, Greene’in
Sicilya kralı Bohemya hükümdarı olur. Böylece Greene’de Sicilya’da yer alan
vaka Bohemya’ya, Bohemya’daki Sicilya’ya nak-
İnci Enginün
ledilir. Keza, hikâyeyi de yakından
takip eden Shakespeare, eserinde bazı değişiklikler yapmıştır. En mühimi,
hikâyede Bellaria muhakemesinin sonunda ölür, Pandosto ise hikâyenin sonunda
intihar eder. The Winter's Tale’de ise Hermione saklanır ve piyesin
sonunda kocası Leontes ve kızı Ferdita ile yeniden buluşur ve barışırlar.
Nâdir’in bu tercümesi Pandosto
ile karşılaştırıldığında Nâdir’in bir çok yerleri atladığı görülür. Ancak bu
atlamaların Nâdir’e mi, yoksa François-Victor Hugo’ya mı ait olduğunu
söyleyecek durumda değilim.
Nâdir ile Robert Greene’in metni
arasında en mühim fark, kahramanların duygu ve düşüncelerini nakleden iç
konuşmaların atlanmış olmasıdır. Atlanılan kısımlar şunlardır :
Pandosto’nun cinâyetine ortak etmek
istediği Franion yalnız kaldığında ne yapması gerektiğini acı acı düşünür (s.
188); kocası tarafından atıldığı hapishanede hâmile olduğunu anlayan
Bellaria’nın talihe şikâyetleri (s. 191-192); Apollon mabedine yollanan
adamların dönmesine kadar Bellaria ve Pandosto’nun düşünceleri ; Apollon’dan
masumiyetini bildiren haberciler geldiğinde Bellaria’nın neşeli cevabı (s.
197); çocukları Garinter’in ölümünde Pandosto’nun ıztırabı (s. 198);
Egistus’un oğlu Dorastus ile Dorastus’un evlenmesi konusunda geçen konuşma (s.
202- 204); birbirlerine âşık olan Fawnia ile Dorastus’un bu durumlarından
çekinmeleri ve aralarındaki konuşmalar (s. 206-209); iki gencin kaçarken
Porrus’u yanlarına almalarını takip eden olaylar (s. 216-217); kendi kızma
bilmeden âşık olan Pandosto’nun duyguları (s. 219); Fawnia’nin Dorastus’a karşı
duyguları (s. 220-221). Bunlar bir veya daha fazla paragrafların atlandığı
kısımlardır. Arada sadece bir iki cümlenin atlanıl- dığı kısımlar da vardır:
Meselâ, Bellaria’nın çocuğuna veda ettiği kısımda iki cümle (s. 193)
atlanmıştır.
Bu atlanılmış olan kısımlar,
vak’adan ziyâde, şahısların ruh hallerini ifâde eden iç konuşmalar veya
hitaplardır. Mütercim metinde geçen mitolojik adları dip notlarında açıklar.
Devir üslûbundan pek ayrılmayan bu tercümenin aslî metne bağlı olduğu
söylenilebilir.
Muallim Naci, Mehmed Şükrü, Tevfik
Rıza ile birlikte Afak dergisinin yazı heyetine dâhil bulunan Nâdir’in
bu tercümesi, dergide “Arkadaşımız Nâdir’in tercüme ettiği İngiliz edib-i âzâmı
Shakespeare’in Kış masalı nâm romanı köprü başında kütübhâne-i
Osmaniye’de bulunur” ilânı ile okuyucuya takdim edilir 9.
Manzara mecmuasında Shakespeare
adlı bir yazıda 10 Shakespeare’- den türkçeye yapılan tercümelerden
bahsedilirken, “Shakespeare’in Venedik taciri nâm piyesi türkçeye
romana tahvil olunmuş sureti tercüme
Shakespeare’den Tercümeler
edilmiştir. Yine mumaileyh
tarafından Victor Hugo’nun, Shakespeare’in Kıskançlar ismindeki
piyesleri hakkında kaleme aldığı makale-i edibâne dahi lisanımıza naklolunmuş
ve Mir at-i âlem'imız ile tercüme ve tab olunmuştur.
Numûne-i Terakki ders nazırı Nâdir
Efendi’nin himmetiyle Shakespeare’in piyeslerinden Kış masalı ahar
tarafından neşrolunmuştur” denilmektedir.
Bu yazıdan, birisinin Venedik
taciri ile Kıskançları çevirmiş olduğu anlaşılmaktadır. Kıskançlar’ı
çeviren (bu etüd Victor Hugo değil, oğlu tarafından yazılmıştır), Nâdir
olduğuna göre Venedik tacirinin de onun tarafından çevrilmiş olduğu
düşünülebilir. Ancak araştırmalarım esnasında böyle bir eserle karşılaşmadım.
Bu tarihlerde neşredilmiş bulunan (1301) Hasan Sırrı’nın Venedik taciri
tercümesi ise bu yazıda zikredil- mediğinden, ya müellifin bir hata işlediği
veya bir mürettib hatası ile yazının karışmış olduğu düşünülebilir.
2— KISKANÇLAR
Nâdir’in Shakespeare'le ilgili
ikinci tercümesi Victor Hugo-zâde François’nın yazdığı Kıskançlar
makalesinin tercümesidir.
Shakespeare üzerinde yayınlanan ilk
etüd olan bu makale Mirat-i âlem dergisinin 30 Nisan 1882 tarihli
sayısından itibaren şu başlıkla ilân ve tefrika edilmiştir n:
“William Shakespeare’in âsâr-ı
nâdiresinden “Kıskançlar” nâm beş piyesinin lâyıkıyla anlaşılması için Victor
Hugo-zâde François tarafından bir suret-i edibânede kaleme alınmış olan
esâtir-i evveline dair malûmât”.
Üç sayı devam eden bu uzun makale, Mir
at-i âlemin nâşiri olan Cemiyet-i hâdim-i terakki 12 tarafından
yine muhtemelen aynı yıl içinde kitab şeklinde basılır 13.
Bu uzun makalenin ilkinde sadece
Nâdir imzâsını kullanan mütercim, son tefrikada M. Nâdir imzasını kullanır.
Kitapta ise sadece Nâdir’dir.
François-Victor Hugo’nun yapmış
olduğu tercümenin beşinci cildi Les Jaloux adını taşır. 1860 ta
neşredilen bu ciltte, kıskançlık temini işleyen iki eser, Cymbeline ve
Othello tercümeleri birlikte verilir. Bunun başında da iki eseri kaynak ve
muhteva bakımından inceleyen uzun bir mukaddeme vardır. Nâdir’in tercüme ettiği
makale, François-Victor Hugo’nun nerede çıktığını tesbit edemediğimiz bir
makalesinden çevrilmiş olmalıdır.
Bu makale o devir türk okuyucusuna
4 şeyi birden tanıtmıştır:
İnci Enginün
1- Shakespeare’in eserlerinde
kıskançlığa verdiği büyük ehemmiyet.
2- Shakespeare’in türkçeye
çevrilmemiş bazı eserleri hakkında bilgi.
3- Eski grek mitolojisinin
batılı eserlerde tuttuğu yer.
4- Shakespeare’in şahsı ile
eserleri arasındaki münasebet.
Nâdir, tercümesinde Victor
Hugo-zâde ve Shakespeare’in piyeslerinde geçen mitolojik varlıkları notlar
halinde açıklar. Hâmid’in ve o devir türk yazarlarının eserlerinde, eski grek
ve lâtin mitolojisine ait unsurların kullanılması bir moda haline gelmişti 14.
Bu modanın doğmasında Shakespeare tercümeleri ile onun hakkında yazılan
yazıların mühim bir rolü olmalıdır. Daha önce incelenmiş olan Hasan Sırrı da Venedik
taciri ve Sehv-i madhik tercümelerinde eserlerde geçen mitolojik
adları dip notlarında açıklamıştır.
Victor Hugo-zâde makalesinin
başında eski grek mitolojisinin beşerî mânâsını çok güzel belirtmiştir. Eski
Yunanlılar beşerî ihtirasları bir takım tanrılar ve tanrıçalarla ifâde
etmişlerdir.
“Bir kimse âşık mı idi? Tıfl-ı a’ma
Cupidon ana rehberlik ederdi; kıskanç mıydı? Junon tarafından vikaye olunurdu.
Harb ve kıtalde makbul muydu? Mars idi ki anı teşci eylerdi. Hasis miydi?
Plutus tarafından mazhar-ı ilhâmât olurdu’’ (s. 4).
Daha sonra eski Yunanlıların
sâfiyâne bir şekilde inandıkları bu tanrı ve tanrıçalar yok oldular. İnsanlık
bu bâtıl inançlardan kurtuldu.
“Lâkin bu âzâd ve halâs olmaklık
acaba o rûh-ı insâniye iâde-i hürriyet-i tamme edebildi mi? Hayır, mabûdlar
gitti; fakat arzular kaldı. Venüs nâbedîd oldu : Pek âla! Lâkin aşk alâhâlihî
kaldı. Junon gâib olup gitti, fakat kıskançlık beka buldu. Furies’ler firâr
ettiler; amma intikam onların yerine kaim oldu..” (s. 6).
Bu şekilde daha bir çok mitin insan
ruhunda hangi ihtiraslara tekabül ettiğini belirten yazar, sözü Shakespeare’e
getirerek şöyle diyor :
“işte! bu sebebe mebnidir ki,
“kader, Shakespeare’in tiyatrosu üzerinde sahne-i kadimede olduğu kadar kudret
ve kuvvetini hâiz olarak kalmıştır. “Kader”e perestişten ferâgat olundu ama, o
hükümet sürmekten vaz geçmedi. Dünyada artık mihrâb-i mer’îsi kalmadı, lâkin
mabedini kalb-i beşerde muhafaza eyledi. Oracle sesi bundan böyle Pythonisse’in
sedası değil ama arzunun sesidir. Arzu ise temevvüc ve halecanda, mütehevvir ve
şûride-hal olmada Sibylle’den aşağı kalmadı” (s. 8-9).
Bundan sonra yazar, Shakespeare’in
muhtelif eserlerinde, ihtirasların nasıl şahısları birbirine düşürdüğünü,
şaşırttığını ve aldattığını, kahramanlarının adlarını zikrederek belirtiyor.
Nâdir, sahife altlarındaki kısa notlarda bu şahısların Shakespeare’in hangi
eserlerine aid olduk-
Shakespeare’den Tercümeler
larmı izâh etmiştir. Bu notlardan
birinde oldukça fahiş bir hata yapar. Desdemona’nın Macbeth’in zevcesi olduğunu
kaydeder (s. 9).
“Artık Apollon nâmına değildir ki
kader Clytemnestre için Ores- te’e emir versin, fakat şefkat-i ferzendâne
nâmınadır ki, Claudius’u idâm etmek için Danimarka prensini icbâr ediyor” (s.
18) 15. “Bundan böyle bir bedduanın tesiriyle değildir ki “kader”
Eteocle ve Polynice nâmlarında iki birâderi yekdiğeriyle döğüşmeğe sevk ve
icbâr etsin; fakat hırs ve âz iledir ki Cawdor Thane’ine Duncan’ı öldürmek için
emrediyor” la.
“Bunların katillerine artık
Agamemnon, Odipe, Thyeste tesmiye olunmaz; fakat Hamlet, Macbeth, Othello
nâmları verilir” 17.
“Kurban ve fedâileri artık
Iphigenie, Cassandre, Polyksene değil, lâkin Ophelia, Juliet ve Desdemona’dır
(s. 9)” 18.
Eski Yunan mitolojisi ve
Shakespeare’in eserlerine aid şahıslarla beşerî ihtiraslar arasında münasebet
kuran bu girişten sonra, François- Victor Hugo, kıskançlık duygusunu ve
Shakespeare’in eserlerindeki tezahürünü gözden geçirir.
“Kıskançlık, aşktan asla ayrılmaz,
hatve-be-hatve aşkı takip eder; nasıl ki, gece gündüze ve hutut-i şuaiye
gölgeye merbût ise, kıskançlık da aşka öylece rabt ve bend olmuştur” (s.
13-14).
“Aşk, ruhta cesaret, semahat,
sadakat gibi hasâis-i ulviyeyi tehyic ederek, o ruhu tasfiye eder; bir nâ-merdi
yiğit ; bir hasisi civanmerd; bir menfaatperesti kahraman yapar. Kıskançlık
kalbi karıştırarak, ta ka’rından mürailik, nankörlük, kin ve gayzı ve tehevvür
tortularını üste çıkarır; bir şecii korkağa, bir bahadırı casus ve hilekâra ve
bir silâhşor cengaveri katil ve câniye tahvil eder.
Bu tebeddülât ve tahavülâttan
ictinâb gayr-i mümkündür. Shakespeare’in tahayyül ettiği tabayi-i ulviyeden en
âlâsını kıskançlığın tesirât-ı mahûfesine terk ve tâbi kılınız da bakınız,
derhal, tahakkur ve tezellül ettiğini görürsünüz (s. 17)” diyen yazar, daha sonra
Shakespeare’in piyeslerindeki kıskanç tipleri kısaca tahlil eder. 19
“Troilos’a baksanıza : Piriam’ın
oğlu bir prens, Hektor’un bir biraderi ve Aşil’in bir hasm-ı ebedîsi iken bir
koket, kalbine bir takım mahûf arzular ilka ettiğinden Troilos, Truva’yı,
ihtiyar pederini ve familya halkıyla vatanını terk ve fedâ ederek, metresini
gözlemek için bir mahall-i mülâkata gidecek ve avdetinde hiddet ve gazabından
etrafa köpükler saçarak, bazı kere düşmanlarını kayırdığından dolayı Hek-
tor’u tekdir edecek. Ve rakibini öldürmek için taharri ve tecessüs
eyleyecektir”.
“Bir diğeri Claudio’dur20.
Aragon kralının muhabbetini kazanıp in’am ve ihsânını görmüş ve bütün İtalya
kendisini takdir eylemiş ve
İnci Enginün
çünkü “bir kuzu çehresiyle bir
arslanın görebileceği hizmetleri ifâ eylemiş”, Floransalı bir genç senyÖr idi.
Messina hükümdarının kızına izhâr-ı hürmet ve mevedded ederek, dest-i
izdivâcına nâil olduğu zaman, mumâileyhâya şöyle söyledi : “Madam, siz nasıl ki
benimsiniz, ben de öylece sizinim”. Lâkin, Claudio’nun fikrinden bir şüphe
geçerek, Troilos gibi, o da esnâ-yı leylde, mahbûbesinin penceresi altına gizlenecek,
ve nezâket ve insaniyetini terk ve gâib etmek için, mumâiley- hanm hâine ve
zâniye olduğuna fuzûlî bir zehâb hasıl etmesi kifâyet eyleyecektir. Hero'yu 21
bir tuzağa düşürecek ve bir ıfk u iftiranın sıkleti altında ezip rusvâ-yı âm
etmek için tâ mihraba kadar çekip götürecektir” (s. 18-19).
Diğer bir kıskanç, Kış
masalı'ndaki Leontes’dir 22. “Bu bir kral nediminden bâlâterdir.
Çünkü bizzat kraldır, haşmetmeabdır. Bir mahalden geçerken, ahali, bir sanemin
huzurunda olduğu gibi kendisine arz-ı perestiş edercesine ihtiramâtda
bulunurlar idi. Bu zat-ı muhteşem, bir imparatorun kerime-i necibesiyle izdivaç
eyledi. Bu hükümdâr-ı celilü’ş- şanı, merâtib-i ulviye-yi beşeriyenin
müntehâsında gören insanlar, arzulara nisbetle bunu bir nokta-i
münteni’ü’l-vusûl zan ve kıyas ederlerdi. Fakat, iş öyle değil, kıskançlık, bir
tahtın merdivenlerini, ölüm kadar bir suhuletle çıkar. Kıskançlık, bu kralın kulağına
yalnız bir fısıldayacak ve derhal ukalânın prensi olan Leontes cânilerin en
ednâsı olacak ve sabâvet-i refikini tesmim etmek için; teşvikiyâtta bulunup
zevcesiyle kerimesini birlikte ilka eylemek kasdıyla bir ateş yığını ihzarını
emredecektir!” (s. 19-20).
Dördüncü kıskanç, Shakespeare’in
Cymbeline 23 adlı piyesindeki, Leonatus Posthumus’tur. “Yetim doğmuş
olan bu Posthumus Britanya kralı Cymbeline tarafından alınarak terbiye ve terfi
edilmişti. Henüz daha genç iken “ulûmu, hava gibi teneffüs ederdi; daha
sinninin ilk baharında mahsûlünün hasâdını etmiş ve gençliğin bir modeli,
şeyhû- hetin bir ayinesi olmuştu.” îşte bizzat kralın kızıyla vâki olan izdivaçlarında,
Posthumus’un şu değeri, kendini kıza küfvü add ve itibar edermiş idi.
Muhabbetin gayr-i kabil-i itirâz olan şu bürhân ve delili hilâfına olarak,
bilmem nasıl bir efsâne Posthumus’un gözlerini -Leontes ve Troilos gibi- fi’l-i
kati ile kamaştırdı. Şu namuslu insan, Imogen’i bir tuzağa düşürmek için
sahtekârlığı kabul ve haydutluğu irtikâp edecek ve zevcesinin katilden halâsı
için, uşağının itaatsizliği icâb edecektir” (s. 20-21).
O devirde ne asılları, ne de
hikâyeleri türkçeye çevrilmemiş, sahnede oynadıklarına dair rivayetlerin bile
mevcûd olmadığı bu dört piyes
Shakespeare'den Tercümeler
kahramanlarından sonra, en büyük
kıskanç tipi olarak meşhûr Othello ele alınır.
“Bu mağribî bir yüzbaşı olup
Venedik cumhurunun, şecî’ ve kahraman türklere mukabele etmesine bu yüzbaşı
sebeb olmuştur. Bu bir bahadırdır ki : yüreğine, kılıcından daha âlâ su
verilmiştir. Yüz hücûm- da ölüme dirsek urup geçti. Esâret çekti, titremeksizin
merdümhârları ziyâret edip insanların canavar şeklinde bulunduğu savâhile
seyâhat eyledi. Bu takdirce eğer kıskançlığın tecrübesine mağlûb olmaz bir fâni
varsa, o da Othello’dur 24. Othello’nun kıskanç olması! Bu mümkün
olur şeylerden miydi? Altında teveilüd ettiği güneşi, anı tasfiye ederek, daimî
surette şu mizâc-ı ulviyetkârâne ile mütehallık kılmıştı! -Mahaza, lago 25
aklında olmayan bir takım hülyaları, fesâneleri Othello’ya nakl, yani,
zevcesinin mendilini bir sevgilisine yâdigâr olmak üzere verdiğini beyân eder,
ve bu yüzbaşı derhâl olanca cesâretini kaybeyler ve bu cesur, bütün namûs ve
haysiyetini zâyi eder : “Elvedâ ey kanâat. Elveda ey mücehhez ordular! Ve hırs
u âzdan fazilet tevlîd eden cesîm muharebeler! Elvedâ ey esb-i sical! Elveda ey
tanin-endâz olan borular, kûs-i harbîler, velvelesâz olan düdükler! Artık
Othello’nun işi bitti!” Bundan böyle, askerî bir yüreğe mâlik olan Othello,
hayduda yaraşır bir kuvvet-i sâikadan başka bir şey muhafaza etmeyecektir. O
âlî kılıca, bir ürkek hançerinin göreceği işi gördürecek ve zevcesini ihnâk
için, mumâileyhânın uyumasını gözleyecektir” (s. 21-22).
Shakespeare’in piyeslerindeki
kıskanç tipleri bu şekilde tasvir ve tavsif eden François - Victor Hugo,
Othello müellifinin eserlerinde, tekrar tekrar bu tipi canlandırmasını ve büyük
bir başarı ile göz önüne koymasını, bizzat kendisinin bu hissi derin ve kuvvetli
bir şekilde yaşaması ile izâh eder. Shakespeare, sevgilisinin kendisini bir
senyöre tercih etmesinden son derece muztarip olmuştur. “Halbuki bu büyük
senyör, en sefâletli ve düşkün bir zamanında Shakespeare’in âlâ ve sâdık bir
dostu idi” (s. 24).
“Lanet olsun ol kalbe ki : bana ve
benim dostuma açmış olduğu za’f-ı yâre ile kalbimi dilhûn etti! En âlâ dostumu
bu musibete teşrik etmeksizin, yalnız beni muazzeb ve müteezzi kılmak aceb
elvermez miydi? Senin o zâlim gözlerin beni benden aldı. Lâkin en ziyâde yürekler
acısı olan, benden başkasını da zabt ve teshir ettiğindir” (s. 24).
Shakespeare’in 133 numaralı
sonnet’si olan bu parçayı Shakespeare’in çekmiş olduğu kıskançlığa bir delil
olarak ileri süren müellif, Shakespeare ile piyeslerinin kahramanları arasında
münasebet kurmağa devam ederek : “Asıl kendi yaralarıdır ki : Shakespeare, beş
piyesine vaz’ etmiştir. Kendisinin safderûnluğudur ki: Troilos’a isnâd
etmiştir.
İnci Enginün
Hero’nun nişanlısına hamlettiği
adem-i itimâd, bizzat kendi emniyetsizliğidir. Hermione’un zevcesine
atfeylediği çılgınlık kendi eser-i cinnetidir. Kendi seyl-i sirişkidir ki:
Posthumus’un çeşmânından dökülmüştür. Kendi kalbindendir ki: Othello’nun
âvâze-i dehşet-engizi hurûç etmiştir” (s. 25-26).
François-Victor Hugo, daha sonra
tekrar Shakespeare’in piyeslerinde gördüğü “kader” fikrine dönerek, onun başka
bir cephesini izâh eder:
Kader bizi, ihtiraslar, hayaller ve
ümitler vasıtasıyla, muayyen istikametlere sürükler, fakat istikbâli gizler.
“Hareket eyleriz, çalışırız, çabalarız, fakat ol kadar kûteh-bîniz ki, şu
harekât, ikdâmât ve şu ıztırabât ve infiâlâtın nereye mümted ve neyi müntec
olduğunu görüp bilemeyiz” (s. 26). Kader bizi, şüpheler ve tereddüdler içinde
bırakır: “Kader, hesâbât-ı ihtimâliyemizi daima teşvişe düşürür ve umûr-ı azî-
mede olduğu gibi, mevadd-ı cüz’iyede dahi zan ve tahminimizi, vukuatın
tekzîb-i mütemâdisine uğratır” (s. 27).
Shakespeare’in piyeslerinde kaderin
doğurduğu bu şüphe, tereddüd ve sürprizler çok canlı bir şekilde gözükür.
François-Victor Hugo, buna örnek olmak üzere Hiç için çok gürültü
piyesini tahlil eder. Nâdir, bu tahlili yaparken bir dip notunda (s. 35) “Bu
unvan altında olan hikâye tercüme olunup bundan sonraki nüshalara dere
edilecektir” demesine rağmen, Mir'at-i âlem in müteakip nüshalarında bu
tercümeye rastlanmamıştır.
Nâdir uzun bir dip notu ile (s.
28-29) Hiç için çok gürültü nün özetini verir. “Hiç için çok gürültü
nâm piyesinde, Shakespeare, hayatın bed’ ve zuhûrundaki hâli ile, mahiyet ve
cevherindeki hâl ve sûreti beyninde vâki zıddiyet ve mübayeneti, bir suret-i
mütehayyirânede ibraz ve irâe eyledi. Mezkûr tiyatroda şâir, hâl-i hakikîsi,
hâl-i zâhirisine kâmilen zıd ve mübayin olan vukuât ve hâdisenin bir silsile-i
gayr-i münkatı’sını taht-ı enzârımıza vaz’etti. Hiç için çok gürültü,
vekayiin sırf tebdil-i heyet ederek vuku’ bulduğu bir nevi (karnaval) dır ki,
ve- kâyi-i mezbûre yekdiğerini müteâkip enzâr-ı ammeye ref’-i nikâb ederek
arz-ı suret eyler. Cümleden evvel, işte Don Pedro-ki güyâ kendi menfaati için
Hero’yu taharri eder-aradığı bulduğu gibi, Claudio’ya terk ve teslim eyler.
Sonra, yekdiğerini tenfîre heveskâr olan Beatrice ile Benedick gelir. Bunları
işitenler, beyinlerinde daimî surette, bir mücâdele-i müstehziyâne ve bir
münazaa-i hicvkârânenin mevcûdiyetine nasıl kail olmaz? Bunlar darâbât-ı hicv ü
istihzâ ile yekdiğerini cerihadâr eder; ve sözleri ile birbirlerini âdeta helâk
eylerler idi. Benedick’e göre, Beatrice, meçhul bir Furi’den ibârettir.
Geldiğini gördüğü gibi kral Don Pedro’dan Antipodes’a bir memuriyet taleb
eyler. Memuriyetin ehem-
Shakespeare’den Tercümeler
miyetsiz olduğu ne vazifesi 1 Ta
Asya’nın vasatına gidip bir hilâl aramak, veyahud büyük Lema’nın sakalından
bir kıl koparmak gibi me- mûriyetlerin ifâsına şitâb eyleyecek idi! Beatrice
için Benedick vebâ idi- imdi, harekât-ı zâhiriyelerine bakarak yekdiğeri
aleyhine olan nefreti hükmettirecek dünyada iki mahlûk varsa, anlar da
Benedick ile Beatrice’dir. Pek güzel ama şu nümâyişlerin kâffesi ca’lî ve
sahtedir. Benedick ile Beatrice yekdiğerini taharri ettikleri için birbirinden
ictinâb ederler. Yekdiğerinden nefret etmiyorlar, birbirlerini seviyorlar. Ve
seviştiklerine delil ve isbat da, yekdiğerinden gizledikleri muhabbet-i
mütekabileyi birbirine itirâf etmek ve bunca ahd u peymâna merbut nefret ve
adâvetleri ilân-ı aşk ile netice-pezîr olmak için pek âdi ve galiz bir hud’anm
kâfi olmasıdır. Ne söyleyeyim?
Bu derece menfûre olan şu
Beatrice’in bir tebessümü, Benedick’in, der-akab en âlâ ve aziz dostunu
düelloya davet etmesi için elverecektir!
Beatrice’in hesâb ve tahmini
üzerinde aldanan muhakeme-i beşeriye, mumâileyhânın dayısı kerimesinin hesâbmda
daha ziyade inhirâf ve hataya uğramıştır. Hero’nun töhmeti, en âlî ve muhteşem
senyörlerin şehâdetiyle derece-i sübûta varmıştı. Bizzat Aragon kralı, bunun
biraderi Prens Don John ve gözdesi Claudio’dur ki, Hero’nun balkondan geceleyin,
bir ip merdiven vasıtasıyla, bir adamın çıktığını gözleriyle gördüler! Ve bu
adam idi ki, bir hayli zaman Hero ile görüşüp konuşmuş idi. Bu adam idi ki,
kontun nişanlısını bir çok vakitler âgûş-i muhabbetinde tutmuştu! Böyle heybet
ve ihtişâm-ı fevkalâdeyi hâiz bir takım şâhidlerin heyeti huzûrunda Hero’yu kim
afvetmeğe cesâret edebilirdi? Messina valisinin kızı artık herkesin nazarında
bir zâniyeden başka bir şey değildi. Evet bizzat pederi bile-ki kızının meftûn
u mecnûnu idi- kendisini ithâm ve mahkûm kılmıştı. Pek âlâ! Aragon kralı
aldandı, Don John yanıldı; Claudio aldatıldı; ihtiyar Leonato’- nun itikad ve
zannı yanlış çıktı. Bilir misiniz ki, muharrir, şu vakûr insanlara, yani, bu
derece âkil ve âlî şu genç adama, şu ak saçlı pedere, ve adâletin bir numûne-i
mücessemi olan şu krala hataiyât-ı vakıalarım isbat etmeği intihâb
etmiştir? Dogberry ve Verges gibi iki budala hayvanı intihâb eyledi. Ve işte şu
vukûât-ı hayret-engiz iledir ki, Hero’ya tebriye-i zimmet ettirecek hakikat
meydana çıkmıştır. Ol vakt cümle idrâk ve ferâsetin neticesi bir suret-i
mükemmelede tek- zib edildi. Şekâr durmağa ahd u kasem eden Beatrice ile
Benedick yekdiğeriyle tezevvüc eylediler. Hero-ki vefat etmiş zannolunuyordu
-kâmilen tebriye-i zimmet ederek yeniden zuhûr eyledi. Claudio ise, son zamana
kadar esrârdan bî-haber olarak, Antonio’nun kızı ile tezevvüc ettiği zannmda
bulunup Leonato'nun kerimesini aldı. Claudio
İnci Enginün
ile Benedick arasında vukuuna
intizâr olunan düello yerine piyes, çifte düğün ile nihayet buldu. Birbirini
boğazlayacak olan şu iki dost, yekdiğerini kucaklayıp kâmilen bir rişte-i
karabetle birbirlerine bağlandılar. Bu derece şedîd ve feci olan kâffe-i
vukuat, meserret ve mahzû- ziyet-i tammeye münkalib olarak netice-pezîr oldu.
Şu nifak ve şikâkm cümlesi ile dans salonu ortasında, terennümat-ı musikiye ile
mübeddel-i sulh ve müsâlemet olup, şu fırtına-ki, bu kadar mahlûku endahte-i
cây-i felâket edecekti- sonra bir güzel balonun vücûduna sebebiyet vererek bir
suret-i şetâretkârânede vezân etti. İşte bu veçhile, bütün şu eşhâs -ki
kendilerini bir vak’a-i mahûfe-i fecia içinde zannetmişlerdi- gerçekten gayet
şetaretti olan şu Hiç. için çok gürâltii komedyasını oynamış oldular!
(s. 27-34)
Hiç için çok gürültü ile eserin kaynakları arasında
bulunan Bandel- lo’nun eserinin mukayesesi kadar “hiç bir şey Shakespeare’in bu
tiyatrosunun esas-ı amikini anlamak için lâzım gelen fikr-i sahihi vermez”
diyen müellif, iki eseri karşılaştırmak için Bandello’nun hikâyesinin de
özetini verir. İki eser arasındaki benzerlikleri belirttikten sonra: “Lâkin,
burada artık tiyatro ile mârrü’z-zikr hikâyenin müşabeheti durur. Entrikanın
tarz ü revişi ile komedyadan roman kâmilen tahallüf eder”26 (s. 36)
demekle beraber farkları ayrıca belirtmez.
Nâdir’in, kıskançlığın esas olduğu
beş piyes üzerindeki mütalâaları ve Hiç için çok gürültü nün kısa bir
tahlilini (özet ve kaynağı ile münasebetinin belirtilmesi) ihtiva eden bu
tercümesi, türk okuyucusunun haberdâr olmadığı Shakespeare’in eserlerini kısaca
da olsa tanıtır ve tercümelerine ancak Cumhuriyet devrinde rastlanılan, Troilos
ve Kressida 27, Kuru gürültü 28 ile hâlen tercüme
edilmemiş olan Cymbeline ve Kış masalı 20 ve bir çok
defalar oynanıp 1292 de Ducis’nin adaptasyonundan türkçeye nakledilmiş olan Othello'nun
çok kısa özetlerini ve şahıslarını verir. Bu bakımdan da mühim olan bu tercüme
ile Nâdir, Fran- çois-Victor Hugo’nun etüdü ile Türk okuyucusuna Shakespeare’in
bir cephesini iyice tanıtmıştır.
3- SHAKESPEARE BİR HEYKELE
MUHTAÇ MIDIR?
Nâdir, 1885 (1302) yılında Victor
Hugo’dan Shakespeare bir heykele muhtaç mıdır adlı yazıyı çevirir ve Envâr-ı
zeka da Shakespeare’den tercüme ettiği iki cümleyle birlikte neşreder 30.
Shakespeare için mermer ve tuncun
mânâsız olduğunu, hiç bir âbidenin, onun “Kış masalı, Fırtına, Mesrur karı
koca, iki asilzade, Jül Sezar, Coriolanus’u gibi gayr-i kabil-i inhidam”
olamayacağını söyleyen
Shakespeare’den Tercümeler
Victor Hugo sorar: “Hangi heykel Lear
kadar cesîm, Venedik taciri kadar vahşi, Romeo Juliet kadar
parlak, III. Richard kadar amîk olabilir?
Hangi kamer, şu binâ-yı azîm
üzerine Bir yaz gecesi rüyası kadar bir ziyâ-yı mahremâne salabilir? Bu
binanın etrafında, acaba Londra gibi hangi payitaht, Macbeth’in müşevveş ruhu
kadar büyük bir gürültü yapmağa kadirdir? Hamlet kadar hangi tunç,
tunçluk edebilir? Kireçten, taştan, demirden, çimentodan mamul hiç bir binanın
bu binâ-yı azîm yanında değeri olamaz,” dedikten sonra yeniden sorar :
“Hangi bina, bir fikre muadil
olabilir? Şu Shakespeare isminden âlî bir kule yapmak için ne gibi teşebbüsâtta
bulunmağa muktedirsiniz?”
Fakat “okumağa vakti olmayanlar
görmeğe mecbûrdur. Giderken, heykelin kaidesine çatanlar, başlarını yukarı
kaldırıp heykelin üzerindeki yazıyı okumağa icbâr olunurlar. Kitabtan
kaçanlar, heykelden kaçmazlar” diyen müellif, Shakespeare’in üç yüzüncü doğum
yıldönümü dolayısıyla İngilizlerin dikecekleri heykelde gecikmiş olduklarını
belirtir.
4- HAMLET' TEN PARÇALAR
1842 de rumca, 1862 de Güllü Agop
tarafından ermenice temsil edildiği söylenen Hamlet'in ilk türkçe
tercümesi 1881 de Nâdir imzasıyla Hazine-i evrak 31 ta
neşredilir.
“Nâmı şöhret-gîr-i âfâk olan
Shakespeare’in tercüme ettiğim bazı âsârı içinden bir kaç söz toplayıp Hazine-i
evrak'a dere buyurulmak üzere irsâl eyledim” başlığı ile neşredilen
parçalar şunlardır:
Hamlet’in Ophelia’ya mektubu (Perde
II, 2, 108-122). Bu mektup esas metinde Ophelia’nın babası tarafından kraliçeye
okunur. Polonius Hamlet’in yazdığı mektubu okurken, kendisi de arada bazı
sözler söyler. Nâdir bunları tercümede çıkarmış, mektubu kendi içinde bir
bütün halinde neşretmiştir. Hamlet’in “To the celestial and my soul’s idol, the
most beautified Ophelia” cümlesini okuduktan sonra Polonius’un “That’s an ill
phrase, a vile phrase; ‘beautified’ is a vile phrase. But you shall hear. Thus:
(reads) ‘In her excellent whit bosom, these, and etc. Queen- Cartie this from Hamlet
to her?
Polonius- Good madam, stay awhile;
1 will be faithful (reads)” cümleleri tercümede çıkarılmıştır. Böylece müstakil
bir hâle gelen mektup asıl metinde olduğu gibi kısmen manzûm, kısmen de
mensûrdur:
İnci Enginün
“Rûhumun sanemi, yegâne-i zaman
Ophelia’nın huzûr-i feriştâne- lerine :
Kıl tereddüd ki kevâkîb ü nücûm
olsun nâr
Güneşin döndüğüne eyle tereddüd her
bâr
Hakikatin hakikat olduğuna et şübhe
Lîk seni sevdiğime eyleme şübhe
zinhâr
Ey benim azizem Ophelia’cığım! Şu
ebyât, keder ve ıztırabımı ne kadar taskîl ediyor! Ne yapayım ki âh u efganımı
takdir ettirecek kavle mâlik değilim. Bildiremem ki sizi ne kadar seviyorum!
Oh! İnanınız ki sizi pek müşfikâne bir suretle seviyorum.
Sizin -ta ki şu balçık yığını
canlanıncaya dek- daimî âşıkımz; Hamlet. Adiyo” 32.
Bu mektubun aslı şöyledir:
“To the celestial, and my soul’s
idol, the most beautified Ophelia
Doubt thou the stars are fire,
Doubt that the sun doth move,
Doubt truth to be a liar,
But never doubt I love.
O dear Ophelia, I am ill at these
numbers.
I have not art to reckon my groans,
but that I love thee best, O most best, believe it. Adieu.
Thine evermore, most dear lady,
whilst this machine is to him, Hamlet”
Manzûm kısmı
feilâtün/feilâtün/feilâtün/feilün kalıbı ile çevrilmiştir. Burada dört kere
“doubt” kelimesinin tekrarlanmasına rağmen, Nâdir bunlardan ikisini “tereddüd”
ikisini de “şüphe” kelimeleriyle karşılar. 33
Aslı ile mukayesesinde fâhiş
hataların görünmediği, aslını oldukça iyi aksettirmiş olan bu tercümede
Nâdir’in “whilst this machine to him” ifâdesini “ta ki şu balçık yığını
canlanıncaya dek” şeklinde, hayli keyfî çevirmiş olduğu görülür-
Bu mektubun tercümesinden sonra
mütercim, “hikâye üzerine bir az malûmât” verir. “Hamlet’in pederi Danimarka
krah olup vefatından sonra, sandalye-yi hükümdârîye Hamlet’in amcası geçmiş ve
pek cüz’i bir zamandan sonra, merhûm kralın zevcesiyle tezevvüc etmiş
olduğundan Hamlet bir taraftan birinin vefâtından müteessir, diğer taraftan
validesinin şu vefâsızhğından müteellim olarak daima düşündüğünden amcası yeni
kralın Hamlet’e verdiği nesâyıhtır”. Bu izâhâtdan sonra Perde I, sahne 2, 87-94
ün tercümesi gelir :
“Kral Pederiniz hakkında izhâr
ettiğiniz şu ekdâr-i diniye, mahza
Shakespeare’den Tercümeler
tab’ınızda olan bir rikkat ve fazilet-i
memdûhadır. Lâkin, bilmeniz lâzım ki: Pederiniz de böylece bir peder iken o da
kendininkini gâib etmişti. -Pederinin üzerine yaşayan evlâd, rikkat ve
muhabbet-i ferzen- dânesi vecibesindendir ki, remâd-ı hâkisterine alâim-i
ye’s-i dindârâne- sini izhâr u i’lân etsin. Fakat, böyle bir hüzn ve melâl-i
muannidânede devâm etmek -ısrâr-ı mülhidâne nişanesi ve insana yakışmaz bir
derd ü elemdir”.
Bu satırların aslı :
‘Tis sweet and commendable in your
nature, Hamlet
To give these mourning duties to
your father, But you must know your father lost a father;
That father lost lost his; and the
survivor bound,
In filial obligation, for some term
To do obsequious sorrow. But to
persever
Of impious stubbornness; tis
unmanly grief;
It shows a will most incorrect to
heaven (I, 2, 87-94)
Üçüncü parça Hamlet’in birinci
perdedeki monologudur. (I, 2, 129-158).
“Hamlet: (kendi kendine) Oh gayet
katı olan şu toprak yığını kederle niçin yumuşamıyor? Niçin emvâc-ı seyl-i
sirişk ile yarılıp çözülmüyor. Yarab şu dünyanın mahzûzâtı bana ne kadar
tatsız, ne kadar beyhude ve abes görünüyor. Yarab, bu dünyadan ne kadar ibâ
ediyorum. O da beni ne kadar yoruyor. Kendi haline, berr ve beyâbâna dönmüş bir
tarladan başka bir şey değildir. Vahşi ve kaba tabiatla, acı acı meyvalarla doludur.
-Öleli henüz iki ay olmadan bu
dünyada neler oldu? Hayır daha iki ay da olmadı. Böyle bir mükemmel kral onun
yanında -bir mabudun, bir dev-i merdümhâr yanında bulunmasına benzer. -Vâlidem
niçin ol kadar şefkatli idi ki: Esen rüzgârlar darbe-i şedîdesinin yüzünü taciz
ettiğine bile razı değildir. -Ey arz u semâ! Lâzım mıdır ki; kuvve-i hâfızam
bâki kalsın!.. -Ey za’fiyet! Kadın gibi ikiniz de aynı isme mâliksiniz! Ancak
bir ay oldu, zavallı pederimin cesedini göz yaşlarıyla takib ettiği ayak sesi
kesilmeden bu hâle mütecasir oldu. Evet o bizzat o -ey semâ! Akıl ve fikirden
mahrûm hayvan bile matemini daha uzun bir zamana dek tutardı.
Ey micnrfrim şitâb u isticâl! Bir
roahâret-i müstacele ile bir firâş-i habâset-âlûda pervâz etmek! Bir ayda, bir
ay zarfında ki, çeşmânını, hâin göz yaşlarını alev-rîz edip hâsıl ettiği humret
mahv u nâbedîd
T. Dili ve
Edebiyatı D. F. 7
İnci Enginün
olmadan teehhül etmek! Bu ne iyi
bir şeydir ve ne de iyiliğe mübeddel olmanın ihtimâli vardır”.
Bu tercümenin de aslı şudur:
O, that this too too solid flesh
would melt, Thaw, and resolve itself into a dew!
Or that the Everlasting- had not
fix’d His canon ‘g-ainst self-slaughter! O God! God! How weary, stale, fiat,
and unprofitable, Seem to me all the uses of this world! Fie on’t! Ah, fie!
‘tis an unweeded garden, That grows to seed, things rank and gross in nature
Possess it merely. That it should come to this! But two months dead! Nay, not
so much, not two. So excellent a king that was to this Hyperion to a satyr; so
loving to my mother, Thathe might not beteem the winds of heaven Visit her face
too roughly Heaven and earth!
Must I remember? Why, she would
hang on him As if increase of appetite had grown By what it fed on; and yet,
within a month- Let me not think on’t. Frailty, thy name is woman!- A little
month, or ere those shoes were old With which she followed my poor father’s
body, Like Niobe, all tears -why she, even she- O God! a beast that wants
discourse of reason Would have monrn’d longer -married with my uncle, My father’s
brother; but no more like my father Than I to Hercules, Within a month, Ere yet
the salt of most unrighteous tears Had left the flushing in her galled eyes,
She married. O, most wicked speed, to post With such dexterity to incestuous
sheets!
It is not, nor it cannot come to
good. (I. 2. 129-158)
Nâdir’in bu mensûr tercümelerinde
yadırganan ifâdeler görülür. Bu, Nâdir’in yabancı bir metni aktarmak için dili
zorlamasından ileri gelir. “Pederiniz de böylece bir peder iken o da
kendininkini gâib etmişti. Pederinin üzerine yaşayan evlâd, rikkat ve
muhabbet-i ferzendânesi veci- besindendir ki, remâd-ı hâkisterine alâim-i
ye’s-i dindârânesini izhar u
Shakespeare’den Tercümeler
ilân etsin” cümleleri aslında hiç
de Nâdir’in ifadesindeki gibi karışık değildir.
But you must know your father lost
a father
That father lost lost his, and the
survivor bound
In filial obligation, for some term
To do obsequios sorrow”
mısralarını “Ama bilirsiniz ki
sizin babanız da bir baba kaybetti, o kaybolan baba da kendi babasını. Sağ
kalan, evladhk vazifesi diye bir zaman için yas tutup kederlenir” şeklinde
çeviren Orhan Burian’ın tercümesiyle 34 de mukayese edince,
yanlışlar ortaya çıkar. “That father lost lost his” ifâdesi atlanmıştır.
“Pederi üzerine yaşıyan evlâd” zorlama bir ifâdedir. “Rikkat ve muhabbbet-i
ferzendâne vecibesi”nde ilk iki kelime ilâve, “izhâr u ilân” kezâ ilâvedir.
"Obseqious sorrow” ise “remâd-i hâkisterine alâim-i ye’s-i dindârânesi”
diye genişletilmiştir.
Bu atlama ve genişletme üçüncü
parçada da gözükür. Bu kısımda 131-132, 143-145 ve 151-153 üncü mısralar
atlanmıştır. Nâdir, daha sonraki tercümelerinde de görülecek olan müteradif
kelimeleri bol bol kullanmaktadır. “Mahv u nâ-bedid, izhâr u ilân” v. b-
Mütercimin mitolojik telmihleri
tercüme ettiği görülür. “Satyr”i “dev-i merdümhâr” ile, “Hyperin”u da “mabud”
kelimesiyle karşılar.
Kasım Kufralı, XIX, asırda
Türkiye'de İngiliz fikir ve edebiyatı adlı makalesinde kimliğini tesbit
edemediği Nâdir isimli bir zâtın bu tercümesinden bahsederken, herhangi bir
mütalaa ileri sürmeden, İngiliz filolojisi semineri tarafından tercüme edilen Hamlet'ten
parçalar ile Nâdir’in son iki parçasını (perde I, sahne 2, 86-117 ve 129-136)
neşreder ve “bu suretle dilimizin geçirdiği değişiklikler bâriz bir surette
görülecektir” der. 35
Bu tercümesinde sadece Nâdir adını
kullanmış olduğuna bakarak Hamlet mütercimi Nâdir ile Tarik
gazetesindeki tercümelerin sahibi Mehmed Nâdir’in aynı şahıs olmadığı
düşünülebilir. Ancak Mehmed Nâdir, Tarik’te muntazaman “Numûne-i terakki
mektebi müdürü Mehmed Nâdir” imzâsını kullanmasına rağmen, daha önce
neşredilen, iki küçük kitabında (Kış masalı ve Kıskançlar) Nâdir
imzâsını kullanmıştır. Kıskançların tefrika edildiği Mir'at-i
ûZem’deki her tefrikada Mehmed Nâdir, M. Nâdir veya sadece Nâdir adları
görülür. Bu durum göz önünde bulundurulursa, destekleyici başka hiç bir vesika
olmamasına rağmen, Hamlet'ten bu parçaları çevirenin Mehmed Nâdir
olduğuna inanılabilir. Keza bütün bu tercümelerin, üslûb bakımından aynı
kalemden çıktıklar! rahatça anlaşılmaktadır.
İnci Enginlin
S- TROİLOS VE CRESSÎDA
Tamamı türkçeye ancak 1956 da
çevrilmiş olan Troilos ve Cressida- nın 36 kısmen de olsa
türkçeye daha önce çevrildiğine dair bir bilgi yoktu. 1956 da yapılan
tercümenin önsözünü yazan Minâ Urgan, eserin batıdaki değerlendirilmelerinden
bahsettikten ve eseri tahlilden sonra “garpta yeni yeni değerlendirilmeğe
başlayan bu eserin, Shakespeare’e bir hayli alışmış olan memleketimizde de
merak uyandıracağını umuyoruz. Bu piyesin hicivli ve alaycı tarafında, Türk
halk tiyatrosuyla bazı yakınlıklar vardır. Bilhassa Karagöz’ün Ferhat ile
Şirin, Leylâ ile Mecnûn gibi oyunlarında, aşk ve kahramanlık tarzında büyük
temaların, kaba şakalarla karıştığı görülür” demektedir (s. XXXI).
Nâdir’in, bu piyesten parçalar
tercüme ederken, eserin Türk halk tiyatrosu ile yakınlığını düşündüğünü ileri
süremeyiz. Ancak Nâdir’in elinin altında bulunan François-Victor Hugo
tercümesinden gelişi-güzel parçaları seçip tercüme ettiğini söylemek de aynı
derecede hatalı olur. Nâdir’in yaptığı bütün tercümelerde, bilhassa aşk,
kıskançlık ve ölüm temleri ön plânda gelmektedir.
Ancak Shakespeare’den bahseden
makalelerde adı bile geçmeyen bu eseri, Mehmed Nâdir’in (Kıskançlar da
bahsettikten sonra) okuyucusu mecmualarınkinden çok daha geniş olan, devrinin
en mühim gazetelerinden birinde kısmen neşretmiş olması mühimdir, Tercüme
edilen kısım 1. perde 1. sahneden 1-12 ve 31-58. mısralardır. Nâdir tercümeden
önce eser hakkında da şunları yazar:
“Troilos, Truva kralı Priam’ın
evlâdındandır. Cressida nâmında bir kıza, taaşşuk etmiştir. Bu kız, Truva
rahiplerinden Calchas’ın kızıdır.
Pandarus, Cressida’nın amcası olup
bu iki âşık ile maşûka arasında vasıta-i vuslat olmak hizmetiyle mükellef
bulunur. Helen Agamem- non’un birâderi Menelaus’un zevcesidir.
Bu esnada, Truvalılarla Yunanlılar
muharebe etmekte.”
Eser hakkında geniş bir fikir
vermekten uzak olan bu satırlar sadece şahısların teşhisine yaramaktadır.
“Sahnede Troilos müsellah olarak,
Pandarus ile birlikte görünürler.
Troilos-Uşağımı çağırsınlar,
silâhlarımı çıkaracağım. Truva duvarları haricine çıkıp niçin muharebeye
gideyim? -Ben ki, burada, dâhilde, bu kadar muharebât-ı zâlimâne bulmaktayım.
-Meydân-ı harbe, kalblerine sâhib olan Truvalılar gitsin. Yazıklar olsun!
Troilos’un kalbi artık kendinin değildir.
Pandarus- Hâliniz, gayr-i kabil-i
tedâvi midir?
Shakespeare’den Tercümeler
Troilos- Yunanlılar kavîdir;
kuvvetlerinde de mâhirdir.-Mehâretlerin- de müheyyic, tehyiclerinde
cesûrdurlar. -Lâkin, ben, bir kadının gözyaşlarmdan daha zayıf, uykudan daha
hâif, cehâletten daha ahmak, esnâ-yı leylde bir bâkireden daha az cesûr,
tecrübesiz bir çocuktan daha az mâhirim”. (1-1, 1-12)
Piyesin bir az daha aşağılarında şu
muhâvere cereyan eder: Pandarus- Kasem ederim ki, dün akşam Cressida bana her
zamandan ziyâde güzel göründü. Bütün kadınlardan güzel idi.
Troilos- Ben sana ne demek
istiyordum? Vakta ki, kalbim, bir âh u enin hançeri altında yarılmağa
hazırlandı. -Çehremde zuhû- ra gelen alâim-i ye’s ü fütûru- biraderim Hector,
yahûd ki babam- görür havfıyla tebessüm ettim de, ekseriyetle ziyâ-yı şemsin
bir borayı setrettiği gibi, ben de o alâim-i ye’s ü fütûru i btisâm
buruşuklukları arasına gömüp gâib etmek istedim. Lâkin, bir meserret-i sûriye
altında gizlenen keder öyle mahzûziyete benzer ki, baht ve tâli’-i âtî
birdenbire ye’s ve hırmâna tebdil eder.
Pandarus- Haydi bakalım! Eğer
Cressida’nm saçları Helen’in saçlarından bir az daha siyah olsaydı, şu iki
kadın beyninde hiç bir mukayese mevcûd olmayacaktı.
Lâkin, bilirsiniz ki, Cressida
benim hısımımdır. Bu sebepten anı medhetmek istemem... Fakat dün konuşurken,
benim gibi birinin hazır olup anı dinlemesini arzû ederdim. İstemem ki..
Troilos- Oh! Pandarus! Rica ederim
Pandarus! Ümidlerimin gark olduğu hufreyi sana gösterdiğim vakit, hufrenin
umkunu bana sorma! Ben sana: “Cressida için mecnûn-ı aşkım” diyorum. Sen bana
“o pek güzeldir” cevâbını veriyorsun. -Kalbimin açık yarasına; sevdiğimin
gözlerini, saçlarını, rûhsârını, hat- vesini, sadâsını sokmak istiyorsun;
sözlerinle anın elini tahrik ediyorsun, oh! öyle ki, anın yanında bütün
beyazlıklar, kendi nekayısını yazmak için mürekkebten başka bir şey değildir!
O yumuşak el ki, anın yanında kuş tüyü katıdır. Lâkin hissi- yât-ı âşıkâneye
ufacık bir darbesi, çiftçi yumruğundan daha serttir.” (1-1, 31-58)
Bu metni kelime kelime sadakatla
aktarmış olan Nâdir’in bir iki yeri iyi anlayamadığı görülür. “Eğer Cressida’nm
saçları Helen’in saçlarından bir az daha siyah olsaydı” cümlesinin aslı “An her
hair . were not somewhat darker than Helen’s” dir. Yani “Saçları Helena’nın
saçlarından azıcık daha koyu olmasaydı” (Minâ Irgat-S. Eyüboğlu, s. 8)37.
İnci Enginün
Aslî metindeki “cygnet’s down” u
“kuş tüyü” ile karşılar. Shakespeare bu kuşun adını tasrih etmiştir. Nitekim
M. Irgat-S. Eyüboğlu tercümesinde “kuğu yavrularının tüyleri” şeklinde
çevrilmiştir.
Tarik gazetesinde neşredilen bu tercüme
ve ilerde incelenecek olanlarda mütercim daha canlı ve temiz bir dil kullanır.
6- ROMEO VE JULİET’ TEN
PARÇALAR
Shakespeare’in en fazla alâka
uyandıran, tesiri Tanzimat devri tiyatrolarında direkt veya vasıtalı olarak en
çok hissedilen Romeo ve Juliet piyesinin ilk tercümesi, Charles Lamb’den
Mihran Boyacıyan’ın türkçeye naklettiği hikâyedir. Bu hikâyenin naklinden az
sonra 1888 yılında piyesin asıl metninin kısa bir parçası (II, 2, 33-81) Nâdir
tarafından türkçeye çevrilir.
Romeo’nun gizlice girdiği bahçede,
balkondaki Juliet ile tanışdığı ve sevgilisine düşman olan Romeo ve Montague
adlarını değiştirmekten bahsettikleri bu lirik parçanın Hâmid’e tesir etmiş
olduğu ve şâirin İçli kız piyesinde iki sevgili arasında geçen bu
konuşmanın bir benzerini vücûda getirdiği, araştırmanın tesirler bölümünde
incelenmiştir.
Nâdir diğer tercümelerinde olduğu
gibi, burada da metne azamî derecede bağlıdır. Ancak mütercim bir iki cümleyi
muhtemelen iyi anlayamadığı için hatalı ve müphem olarak çevirmiştir.
Juliet’in “Sen Montague familyasından
değilsin, ben, bizzat sensin. Bir Montague nedir? Bunların hiç bir eli, hiç bir
ayağı, hiç bir kolu, hiç bir çehresi yoktur ki, insanın aksâm-ı uzviyesine
benzesin... Oh! Sen, bir nâm al” cümleleri hem türkçe ifâdeleri bakımından
yanlıştır, hem de metnin aslını bilmeyenlere hiç bir şey ifâde etmez.
Aslı:
Thou art thyself, though not a
Montague.
‘ What’s Montague? It is not hand,
nor foot,
Nor arm, nor face, nor any other
part
Belonging to a man. O, be some
other name
olan bu parçada Juliet, sevgilisinin
kendi âilesine düşman olan âile isminden (Montague adından) şikâyet
etmektedir- Montague adını değiştirmekle Romeo hiç bir şey kaybetmeyecektir.
Zirâ bu isim insanın bir uzvu bile değildir. Nâdir’in tercümesi bu mânâyı
aksettirememektedir.
“Sen bir nâm al” cümlesinde ise
belki de bir mürettip hatası neticesi’olarak “başka” kelimesi unutulmuştur.
“Başka” kelimesi olmadan bu cümle de mânâsızdır. Zira Juliet’in istediği
sevgilisinin bir başka ad alıp, Montague’lükten uzaklaşmasıdır.
Shakespeare’den Tercümeler
Romeo’nun “Nazarın, hakkımda halîm,
şefik olsun da, anların husûmetine hedef ben olayım” cümlesinin de aslı:
look thou but sweet
And I am proof against their emnity
dir.
Yusuf Mardin’in : “Sen bana yalnız
tatlı bir tebessümle bak. Düşmanlarımdan beni sade bu koruyacak” 38.
diye çevirdiği bu mısraları da Nâdir’in tercümesinde hayli değiştirdiği
görülür.
Bu yanlışlardan başka Nâdir, bir
ilâve de yapmıştır. Sevgilisinin yüksek duvarları nasıl aşabildiğini sorması
üzerine Romeo, aşkın kendisine yardım ettiğini söyler. “Bu duvarları -aşkın
hafif kanatları üzerinde- nerdübandan çıkar gibi çıkıp aştım” metnin aslında
olmayıp ilâvedir. Nâdir’in bu ilâveyi batı edebiyatındaki mitolojik kavramlara
henüz pek alışmamış okuyucu için yapmış olduğu düşünülebilir. Daha önce
François-Victor Hugo’dan yaptığı tercümede ve Kış masalı'nda mitolojik
isimleri dip notlarında açıkladığı gibi, Hamlet'[en yaptığı tercümede
de mitolojik isimleri (Hyperion, Satyr) tercüme etmiştir.
Sonelerinde ve diğer tercümelerinde
İngilizce aslında kullanılan tek bir kelimeyi türkçede iki kelime ile
karşılamaktan kendini alamayan Nâdir, “My life were better ended by their
hate” misraindaki “hate” kelimesini de “bugz u adâvet” kelimeleriyle
karşılamıştır.
Nâdir’in “Montague ve Capulet
birbirlerine düşmen iki familya reisleri. Romeo ile Juliet birbirlerini
severler” açıklaması ile tercüme ettiği parça şudur:39
Juliet- Yalnız nâmın, benim
düşmenimdir. Sen Montague familyasından değilsin, ben, bizzat sensin.-Bir
Montague nedir? Bunların hiç bir eli, hiç bir ayağı, hiç bir kolu, hiç bir
çehresi yoktur ki, insanın aksâm-ı uzviyesine benzesin... Oh! Sen, bir nâm al!
Bir nâmda ne var? -Gül tesmiye ettiğimiz çiçek, diğer bir nâm altında da
neşr-i revâyih eder.
Bunun gibi, Romeo’ya da artık Romeo
tesmiye olunmazsa, mâlik olduğu ekmeliyet-i mukaddeseyi yine hıfzetmiş olur.
-Romeo gel! isminden vaz geç! Sana müteallik olmayan şu ismin yerine, heyet-i
asliyemle beni kaim et!
Romeo- Bana yalnız Aşkım! tesmiye
et! Yeniden vaptiz olayım : -Bundan böyle artık Romeo değilim.
Juliet- Sen kimsin ki, zulmet-i
leyi içinde gizlenerek, sırrıma vâkıf olmak için buraya geldin?
Romeo- Kim olduğumu, hangi isim
tahtında sana beyân edeceğimi ‘ bilemiyorum.
İnci Enginiin
Muhterem sevgilim! Nâmım, benim
için de menfûrdur. Zirâ senin için bir düşmendir...
Juliet- Şu latif ağızdan çıkan
sözlerin yüz tanesini henüz işitmeden sadayı anladım : Sen, Romeo Montague
familyasından biri değil misin?
Romeo- Mademki, bu iki isim de
senin menfûrundur; ben hiç biri değilim.
Juliet- Söyle bana 1 Buraya nasıl,
ne maksatla geldin? Bahçenin duvarları gayet yüksek, bu duvarları aşmak ise pek
güçtür. -Düşün! Sen kimsin? Eğer taallukatımdan biri seni burada görecek olsa,
bu mahall senin mezârındır.
Romeo- Bu duvarları -aşkın hafif
kanatları üzerinde nerdübândan çıkar gibi çıkıp aştım ... Zirâ taşın hududu
aşkı tevkif edemez. Aşk, iktidârı dahilinde olan şeyi yapmak için, igvâ ve
teşvi- ka cesâret eder. -İşte bu sebebe mebnidir ki, taallukatından hiç biri
benim için mânia olamaz.
Juliet- Eğer seni görürlerse
öldürürler.
Romeo- Hayf! Anların yirmi
kılıcında mutasavver tehlikeden ziyâde senin nazarın benim için mühliktir.
Nazarın, hakkımda halim, şefik olsun da, anların husûmetine hedef ben olayım.
Juliet- Seni burada hiç birinin
gördüğünü istemem.
Romeo- Nazarlarından beni gizlemek
için şiı muzlim gece gibi bir pûşideye bürülüyüm. -Bundan başka, eğer beni
sevmiyorsan, varsınlar beni burada bulsunlar! Hayatımın imtidâd etmesini,
anların bugz u adâvetleriyle netice-pezîr olmasına tercih ederim.
Juliet- Buraya gelmek için, sana
rehberlik eden kim idi?
Romeo- Buraya gelmek için, evvelce
beni teşvik eden aşk; fikrini i’âre etti; ben de ona gözlerimi”
7- ANTONY VE CLEOPA TRA'DAN
BİR PARÇA
Bu piyesten yedi satırlık çok kısa
bir parçayı (Perde IV. sahne 14, 27-34) çevirmiş olan Nâdir, piyesin adında Cleopatra
ve Antuvan şeklinde yaptığı değişiklikle birlikte bu iki şahsın
birbirlerine âşık olduklarını belirtir. Mardian’ın Antonius’a Cleopatra'nın
intihârını bildirdiği bu sözlerde büyük bir yanlışa rastlanmaz. Sadece Nâdir,
orijinal metindeki “she” zamirini “maşukanız”, “tearing groan”ı “boğazını
tahriş eden bir şada”, “divided” kelimesini de “asıh kaldı” ifâdesiyle türkçe-
ye nakletmiştir. Bu parça, bu üç ifâde farkı ile beraber, aslına sâdık,
türkçesi pürüzsüz, güzel bir tercüme örneğidir.
Shakespeare’den Tercümeler
“-Ölüm, yalnız bir defa tediye
olunur bir borçtur. Maşûkanız, bu borcunu ifâ etti. Yapmasını arzu ettiğiniz
şeyi yaptı. Son sözleri şunlardan ibaret idi : “Antuvan! âlicenâb Antuvan!..’’
-Bu esnâda boğazını tahriş eden bir
sadâ işitildi. Antuvan ismi şefeteyni ile kalbi arasında asılakaldı. -ismini,
cisminde medfûn olarak hıfzettiği halde, teslim-i rûh eyledi.’’
Metnin aslı :
Mardian- “Death of one person can
be paid but once, And that she has discharg’d. What thou wouldst do Is done
unto thy hand. The last she spake Was “Antony! Most noble Antony!
Then in the midst of tearing groan
did break The name of Antony: it was divided Between her heart and lips. She
rend’red life, Thy name so buried in her” 40
8- SONNET TERCÜMELERİ
1964 yılında Shakespeare’in
sonelerinden kırk tanesini türkçeye tercüme ederek bir kitapta toplayan Talât
Sait Halman, önsözünde : “Önemlerine rağmen, soneler nedense çeviricilerimizin
ilgisini çekmemiş gibidir. Shakespeare’in bellibaşlı tiyatro eserlerinin hemen
hepsi türkçeye çevrilmiş ve sahnelerimizde oynanmıştır ama, sonelerin pek
azının türkçesi var. Bunların sayısı iki yıl öncesine kadar bir düzüneden azdı.
Aralarında en başarılı olanlardan biri Sabri Esat Siyavuşgil, ikisi Can Yücel
tarafından yapılmıştır. Sone çevirmenin (hele Shakespeare’in- kilerin) güçlüğü,
çeviricilerimizin çoğunun gözünü korkutmuşa benzer. Sonelere harcanacak vakit
ve çaba yerine Shakespeare’den piyes çevirmekle çok daha fazla kazanç
sağlanabilmesi de belki sonelerin bir köşede kalmasına yol açmıştır. 154
soneden 40 tanesini, yani dörtte birinden çoğunu içine alan bu kitap, şimdiye
kadar hazırlanan en zengin türkçe derleme olmaktadır" der 41.
Talât Sait Halman’m bu görüşü,
Türkiye’de Shakespeare araştırmalarının henüz başlangıç seviyesinde
bulunuşundan dolayıdır. Mehmed Nâdir 1887-1888 yıllarında Shakespeare’in kırk
iki sonesini mensûr olarak türkçeye çevirmiştir. Şimdiye kadar bu tercümelerin
varlığından bahsedildiğine rastlamadım. Halbuki bu tercümeler, sadece Türk
edebiyatında Shakespeare’in yerini tanımak bakımından değil, türk şiir tarihi
bakımından da mühimdir.
106 laci
Enginlin
1877-1895 yılları arası, Mehmed
Kaplan’m "ara nesil” adını verdiği Tanzimat nesli ile Servet-i Fünûn nesli
arasında faaliyet gösteren yazarlar, batı dillerinden türkçeye hayli şiir
tercüme etmişlerdir. Çoğu nesir olarak çevrilen bu şiirler, Servet-i Fünûn
üslûbuna tesir eden bir “men- sûr şiir” cereyanı doğurmuştur.
Nâdir, bu tercüme şiir akımına
eserlerini yakından tanıdığı Shakespeare’in soneleriyle katılmıştır. Bu
tercümelerin o devir Türk okuyucusuna nasıl tesir ettiğini bilmiyoruz. Halide
Edib Adıvar’ın bir görüşü, belki de Nadir’i bu tercümeleri yapmağa sevkeden
âmili aydınlatır. İngiliz edebiyatı tarihinde, Halide Edib,
Shakespeare’in soneleri hakkında şu mütalâaları ileri sürer :
“Gibb, Osmanlı şiiri tarihi’nde
Avrupa, bilhassa İtalyan soneciliği- ni, bizim Divan edebiyatı devrinin gazel
iptilâsına benzetiyor. Bu iddia ve benzetiş şekil itibariyle doğru olsa bile
bence, Shakespeare devri sonelerinin saray havası içinde yazılanları, daha
fazla bizim Divan edebiyatının kasideciliğini hatırlatır. O kadar ki, bizim
saraya intisap eden şâir, kaside ismi altında büyüklere nasıl kelâm rüşveti
vermiş ise, Avrupa saraylarında da, bilhassa XVI. asır İngiltere’sinde,
saraydaki veyahut saraya girmek için çare arayan şâirler, sone adı altında
büyüklere kelâm rüşveti sunmuşlardır. Mamafih, sonenin de, tıpkı bizim kasidenin
olduğu gibi, aşka, tabiata, dostluğa ve tefelsüfe dayanan bir san’at ve şiir
şekli olduğunu unutmamak lâzımdır” 42
Shakespeare’in sonelerinde
fahriyenin çok kuvvetli olduğunu söyleyen Halide Edib, üç çeşit fahriye
olduğunu ileri sürerek, Nef’i, Tevfik Fikret ve ‘bilvasıta fahriye’ dediği
şekle de Ziya Paşa’yı örnek gösterir. Shakespeare’de Nef’i’yi hatırlatan,
"kendini beğenmişliğin en yüksek ifadesi olan fahriyeye” 55 ve 60 numaralı
soneleri örnek olarak gösterir. Bunlarda Shakespeare, "bağlı olduğu genç
bir aristokratı ebedîleştirmek hevesindedir”.
Ziya Paşa’nın “bilvasıta kendisini
övmek” şeklindeki fahriyesine ise hemen her sanatkâr ve fikir adamında olduğu
gibi Shakespeare’de de rastlanır. Hamlet’m meşhur monologunda olanca
acılığı ile ifade edüen bu hayat görüşü 66 ncı sonede mevcuttur. 43
îki ayrı dünya ve hayat görüşünün
temsilcileri olan bu şairler arasında Halide Edib’in kurmağa çalıştığı bu
benzerlik yeterli değildir. Divan edebiyatında hemen her şâir, kendisini gelmiş
geçmiş bütün şâirlerden üstün görür. Fikret’teki övünme ise Nâmık Kemal’de de
görüldüğü gibi, sosyal bozukluklar karşısında çekilmedir ve sosyal temleri
işleyen şâirler için kaçınılmazdır.
Shakespeare’den Tercümeler
Halide Edib’in, soneleri saraya
yanaşmağa çalışan şâirlerin sundukları kasidelere benzetmesi de pek sağlam
görünmüyor. Gibb’in soneleri gazel tarzına benzetmesi daha doğru. Her şeyden
önce her iki şeklin de muayyen bir uzunluğu ve kalıbı vardır. Şâir bu muayyen
kalıbı kıra- maz. Kafiyelenişi gazele benzeyen kaside ise muayyen bir konu için
yazılmasına rağmen, muhtelif bölümleri hâvidir, hattâ araya gazeller katılır.
Sadece şekil değil, işledikleri konular itibariyle de soneler gazellere
benzer.
Bu iki ayrı dünyanın klişe tabirler
ve klişe konularla dolu şiir şekillerinin mukayesesini yapmak bu araştırmanın
sınırları içine girmez. Fakat Nâdir’in Türk edebiyatında, bilhassa Servet-i
Fünûn devrinde gelişen mensûr şiirleri hatırlatan, bu sone tercümelerini
yaparken, mev- cût Divan edebiyatı zevkiyle hareket etmiş olması da
muhtemeldir. Divan edebiyatı mahsulleri ile Shakespeare’in soneleri arasında
görülen yakınlık ve Nâdir’in Muallim Nâci gibi, eski şiiri çok iyi bilen bir
şâirle dostluğu hatırlanırsa, şiir tercümelerini belki bir dereceye kadar izâh
etmek mümkün olur.
Shakespeare’in sonelerindeki hakim
konu aşktır. Bu aşk bazen bir erkeğe teveccüh eder, bazen esmer kadına.
Birincisinde platonik olan aşk, İkincisinde cismanîdir. Shakespeare’in
hayatını, aşklarını bu sonelerden çıkarmak isteyen araştırıcılar, bu sarışın
erkeğin Shakespeare’in koruyucusu Earl of Southampton olduğunda birleşmiş
gibidirler. Buna mukabil, her türlü kötülüğü kendinde toplayan, fakat şâirin
bir türlü vazgeçemediği esmer kadının hüviyeti münakaşalıdır. Nâdir, her iki
şahsa yazılmış olan sonelerden tercümeler yapmıştır.
Her ne sebeple tercih edilmiş
olursa olsun, Nâdir, piyesler ve kaynaklardan yaptığı tercümelerin yanısıra o
tarihte türk okuyucularına Shakespeare’in şiirlerini de tanıtmıştır. Bu
sonelerin bir kısmı Nâdir’in bizzat çıkardığı fennî Numûne-i terakki
dergisinde neşrolunmuştur 44. Nâdir bu derginin dokuzuncu sayısında
Shakespeare’in eş’ânnı toplu olarak neşredeceğini söyler, fakat dergi bu
sayıdan sonra kapanır. Bunun üzerine Nâdir, tercümelerini Tarik
gazetesinde neşretmeğe devam eder.
23 Şubat 1888 tarihli Tarik
gazetesine bir makale yollayan Nâdir, kendi dergisinden de bahsederek şöyle der
:
“Bazı esbâb-i mücbireden dolayı, Numûne-i
terakki nâm fennî risâle-i mevkutenin -bir kaç ay kadar- neşri tehir
edilmişti. Şimdi yine çıkmağa başlayacaktır. Mesleğimiz, evvelki gibi,
ciddidir. Yalnız her sınıf efrâdı- nın müstefid olabilmesi maksadıyla Jules
Verne nâm zat-ı şehîrin fennî romanlarıyla; Shakespeare’ler, Victor Hugo’lar,
Kemal’ler, Nâci’ler vesâir eâzım-ı üdebânın âsar-ı ber-güzidelerini bil-ilâve
tezyîn-i sahâif
inci Enginim
edeceğiz. Enzâr-ı kariin-i kirâma
-numûne olarak- arzetmek için işte Shakespeare’in âsârından bazı parçaları
bittercüme neşrediyorum.” Bu girişinden sonra 91, 92, 132 ve 154 üncü soneleri neşreder.
Tarik gazetesindeki bu tercüme
faaliyeti, bu araştırma bakımından son derece mühimdir. Zirâ Nâdir burada, daha
önce incelenmiş olan muhtelif tercümeler dışında, Shakespeare’in sonelerinden
kırk iki tanesini, Venus ve Adonis ile The Rape of Lucrece'den
parçalar ve Shak’e- speare’e atfedilmekle beraber, tenkitçiler tarafından
Shakespeare’in eserleri arasında zikredilmeyen The Lover's Complaint
adlı uzun şiirinin tercümesini neşreder.
Tercüme edilen soneler sırasıyle
şunlardır: 14, 24, 27, 28, 38, 43, 44, 46, 47, 56, 63, 75, 78, 79, 81, 83, 84,
91, 92, 93, 95, 96, 106, 109, 110, 111, 112, 113, 114, 132, 138, 139, 140, 141,
142, 145, 147, 148, 149, 150, 154.
Gazetede tefrika edilen bu soneler
ve The Passionate Pilgram ile Venus ve Adonis’ien parçalar, isim
zikredilmeden, sonelerin numaralan belirtilmeden, her yazı kendi içinde bir
bütün teşkil edecek surette ter- kib edilmiştir. Öyle ki, bir tefrikadaki
muhtelif soneler ardarda okunduğunda, uzun bir şiirin muhtelif kısımları
intibaını uyandırmaktadır. Bunları da diğer tercümeleri gibi François-Victor
Hugo’dan türkçeye nakletmiştir.
Nâdir’in sone tercümeleri
asıllarına oldukça uygundur. Yalnız mütercim, Nâmık Kemal’in tenkidine rağmen,
o devirde hâlâ devam eden müteradif kelimeleri kullanmaktan kendisini alamaz.
Bu, mütercimin en fazla dikkati çeken özelliğidir. Bunları şöyle
sıralayabiliriz: (Parantez içindeki rakkamlar sone numaralarını gösterir)
“beauty’s form”- “hüsn ü cemâl”,
“draw”-“tasvîr ve tersim” (24); “sli- ght”-“zayıf, hafif”, “pain”-“mihen ü
meşakk”, “praise”-“şân ve şeref”, “medh ü sitayiş”, “give”-“bahş u îtâ” (83);
“fair”-hüsn ü cemal” (43); “my way”-“meşy ve hareketimi” (44); “thine outward
part”-“haricî hüsn ü ânın” (46); “a league is took”-“bir ittihad ve ittifâka”,
“good turns”- “hidemât ve muâvenât”, “sighs”-“âh u enin”, “smother”-“mütena’im
ve müstefid”, “love”-“aşk ve alâka” (47); “hours”-“ezmine ve sâ’ât” (63);
“pine”-“elem ü derd”, “feathers”-“per ü bal”, “be proud of”-“mağrûr ol, iftihâr
et”, “graced be”-“tezyîn ve teşçi” (78); “pays it thee again”- “iâde ve
takdim”, “behaviour”-“mişvâr ve hareket”, “praise”-“medh ü sitâyiş” (79);
“worth”-“liyakat ve istihfaf”, “glory”-“şân ve şeref”, “praise”-“medâyih ve
sitâyiş” (83); “most wretched”-“en zavallısı, en biçâre sefili” (91); “hatred”-“bugz
ve adâvet”, “know”-“görmek, oku-
Shakespeare'den Tercümeler
mak” (93); “errors”-“hataiyât,
seyyiât”, “descriptions”-“tarifât ve tavsi- fât”, “faires”-“hüsn ü ân”, “rhyme”
-“eş’ar u ebyât”, “expressed”-“tas- vîr ve tarif”, “prophecies”-“mevhûm ve
mefkûd", <<wonder”-“veleh ü hayret” (106);
,“suppessed”-“tard u nefy”, “lies”-“kizb u durûg” (138); “wrong” -“zulm u
sitemi”, “unkindness”-“elem ve ıztırab”, “wound”- “dagdâr-ı ye’s ü fütûr”,
“pain”-“âlâm u ekdâr” (139);
Bu çok bâriz hususiyet dışında,
Nâdir’in bazı atlamalar da yaptığı görülür. Atlanan kısımlar bazen bir kaç
mısra, bazen de bir iki kelimedir. Atlanmış olan mısraların mumaraları aşağıda
gösterilmiştir :
Sonnet 14 (7-8); 27 (12); 38
(9-12); 44 (11-14); 56 (9-14); 63 (6); 93 (7-14); 110 (2, 10-11); 132 (5-8);
138 (6); 141 (13-14); 142 (3-14); 145 (12); 147 (1-4); 154 (7-8).
Bu atlamaları muayyen bir sebebe
bağlamak güçtür.
Nâdir’in bu tercümelerinde bazen
metne kelime kelime bağlı kalma cehtinin yarattığı zorlamalar görülür. Bazen
de mütercim, eski Os- manh şiirinin havasına girerek, şiire ve bazı hayallere
tasarruf eder. Mamafih, Shakespeare’in eski şiirimizde görünmeyen bazı
imâjlannı sa- dıkâne aktarır. Bunlara ait Örnekler şunlardır :
Sonnet 27 de :
Lo, thus, by day my limbs, by night
my mind,
For thee, and for myself, no quiet
find
mısralarını “Bu cihetle, senin
sebebine gündüz fikrim, gece ruhum, benim için rahat yüzü görmezler” şeklindeki
tercümesinde, yabancı bir ifâdeyi türkçeye uydurma çabası görülür. Ayrıca bu
cümledeki “fikrim” kelimesi aslında “my limbs”, “ruhum” ise “my mind”dir.
Mütercim cümle yapısında yabancılığı muhafaza ederken -türkçede “benim için”
denmez- kelimeleri mevcut eski şiir anlayışına yaklaştırır.
Bu sonede tercüme edilmiş bazı
imajlar vardır ki devri için yepyenidir. “My soul’s imagery”yi “ruhumun
timsâl-i mevhûmu” ve “ghastly night”ı da “leyl-i tayfî”; Sonnet 30 daki
“invention light”ı “ziyâ-yı mucidâne” terkipleriyle karşılar.
Sonnet 24 te Shakespeare “breast”
ve “bosom” diye iki ayrı kelime kullanmıştır. Nâdir, bunların ikisini de
“kalb” ile karşılar. Kezâ Sonnet 113 te geçen “heart” kelimesini “fikir”le
karşılayan mütercim, “mind” için bir kere “fikir”, bir kere de “rûh” der.
Sonnet 139 da “düşman” mukabili iki
kelime kullanılmıştır. Nâdir, “enemies”i “düşmen-i cânım” diye bir az daha
kuvvetlendirerek çevirirken “foe” yu“yüz çevirmek” tabiriyle karşılar.
loci Enginün
Bazı isimlere birer sıfat ilâve
ederek izâfetler yapan Nâdir, (sonnet 109 da “breasf’i “şive-i halâvet”, “with
looks” u “enzâr-ı işvebâzânenle”; Sonnet 96 da“Iooks”u “çeşm-i füsûnkâr”;
Sonnet 145 te “own hand”i des- t-i mâhirânesi’’, “night”ı “leyl-i muzlim”,
Shakespeare’in “comparative” şeklindeki sıfatlarını “superlative” haliyle
vererek, mânâyı biraz daha kuvvetlendirir. Sonnet 79 da “worthier” yerine “pek
âlî”; Sonnet 147 de :
Who art as black as
hell, as dark as night mısraını :
“Sen ki duzahtan siyah geceden
muzlimsin” şeklinde çevirir.
154. Sonnet’de “heats” fiilini
“tabhîf’le çeviren mütercimin daha kuvvetle ifade arzusunda olduğu hissedilir.
Tercümelerde dikkati çeken bir
özellik de zamirlerin isimlerle karşılanmasıdır. Meselâ Sonnet 47 de:
And I am still with them,
and they with thee
Or if they sleep, thy
picture in my singht mısralarında geçen üç zamire mukabil, Mehmed Nâdir,
“efkâr” kelimesini üç kere tekrarlar:
“Ben ise, daima efkârımla
birlikteyim. Efkârım da her an seninle beraberdir. Efkârım uykuya
dalsa, kalbimde gözlerimin meserreti için, tasvirin suret-nümâ olur”.
Aynı sonnet’de teklik yerine çokluk
hali kullanılmıştır.
“Another time mine eye is my
heart’s guest"
mısraını, “Bir başka defa da gözlerim
kalbimin med'ûvîni olarak” diye çevirir. Ancak mütercim bazen de
Shakespeare’in çokluk halinde kullandığı bazı kelimeleri de teklik haliyle
çevirir. Sonnet 139 daki “enemies” kelimesini “düşmen-i cân” diye karşılar.
Bu bakımdan onun türkçe ifâdeyi ön
plâna aldığı görülür. Nâdir’in tercümelerinde bazı hatalar da vardır. Bunların
daha ziyade, türkçeye uygun ifâde etme endişesinden ileri geldiğini sanıyorum :
Sonnet 132 deki
“Bu halde kasem ederim ki,
esmerliğinden başka hüsn ü an yoktur” cümlesinin aslı :
“Then will I swear beauty herself
is black” tir.
9- VENUS VE ADONIS, LUCRECEÛN
HETKİ ve BİR ÂŞIKÂNIN TAZALLUMÂTI
Bu eserlerden ilk ikisi,
Shakespeare’in değersiz sayılan iki uzun şiiridit, üçüncüsünün ise
Shakespeare’e ait olmadığı münekkitlerce kabul edilmiştir.
Shakespeare’den Tercümeler
“Shakespeare’in eş’ârı’’ başlığı
altında neşredilmiş olan sonelerle birlikte Venus ve Adonis şiirinden de
bazı parçaların (115-128, 199-208, 211-216) tercümesini neşreden Mehmed Nâdir,
31 Mart 1888 tarihli Tarik gazetesinde Venus ve Adonis’in kısaca
konusundan bahseder ve “gayet âşıkâne, mâhirâne yazılmış olduğundan"
okuyucuları bu eserden mahrûm etmemek için tercümesini risale şeklinde
neşredeceğini söyler. Mehmed Nâdir 1135-1164 üncü satırları (Venüs’ün
keşfiyâtı) başlığı altında yayınlar. Nâdir’in risâle şeklinde bir Venus ve
Adonis tercümesine rastlanılmamıştır. Fakat Tarik’in daha sonraki 30
Haziran, 1 Temmuz 1888 tarihli nüshalarında “Victor Hugo’nun oğlu
François-Victor Hugo’- nun tercüme ettiği Shakespeare’in külliyatından me’hûz
ve mütercem- dir’’ başlığı ile Venus ve Adonis’in 1-95, 115-132 nci
satırlarını tercüme eder. 1190 mısrahk bu şiirin onda birini dilimize aktaran
tek şahıs Nâdir’dir.
Daha önce Nâdir’in tercümelerine
dair verilen listede görüleceği gibi 115-132 nci satırlar iki kere
neşredilmiştir.
Yine Tarik gazetesinin 8
Nisan, 23 Mayıs, 24 Mayıs ve 25 Mayıs 1888 tarihli nüshalarında “ The Rape
of Lucrece’'in kısa bir özeti ile muhtelif parçalarının tercümesi
yayınlanır.
Bunlar Lucrece’in “gecenin esrâr u
hafâyâ-yı gayr-ı mer’iyesi hakkında ettiği tazallüm ve şikâyâtı"
(764-854), “fırsat”a hitabı (876-896) ve 1016-1211 inci satırlardır.
Aslı 1855 mısra olan bu uzun şiirin
aşağı yukarı beşte birine yakın bir kısmı çevrilmiştir.
Shakespeare’e ait olmadığı kabul
edildiğinden son Arden baskısında45 bahis konusu edilip metni
verilmeyen The Lover s Complaint’ın tamamı, aynı gazetenin 3 ve 8
Haziran 1888 tarihli nüshalarında neşredilir.
Shakespeare’in, değersiz olduğu
münekkitlerce kabul edilen, fakat devrinde şâire şöhret kazandırmış olan bu
şiirler Nâdir tarafından “Shakespeare’in eş’ârmdan” örnekler diye sünnetlerle
birlikte türk okuyucusuna tanıtılmıştır.
Tenkidi görüşlerin başlamış
olmasına rağmen, bu devirde telif ve tercümelerin ciddî bir tenkide tâbi
tutulmadığı malûmdur- Hattâ daha sonraları Servet-i Fünûn devrinde eser
tenkidine büyük önem verilir ve batının önder sanatkârları takip edilirken bile
Tevfik Fikret’in hiç de iyi bir şâir olmayan François Coppee’yi benimseyip
taklid ettiği hatırlanırsa, bir sanatkâr olmayan Mehmed Nâdir’in bu değersiz
sayılan eserleri takdir ve tercihi tabiî görülür.
Mehmed Nâdir’in diğer
tercümelerinde görülen özellikler aynen bunlarda da mevcuttur. Bu özelliklerin
ve kusurların tekrarını lüzûmsuz
İnci Enginiin
görüyorum. Ancak, o zamana kadar
görülmediğini zannettiğim bazı imajların zikredilmesi gerekir. Zirâ Servet-i
Fünûn’un çok çarpıcı imajları için ortam, bu gibi tercümelerle hazırlanmıştır.
Lucrect’in AetWndeki “zehirli bulutlar”,
“ebhâr-ı müteaffine” “gümüş renkli gece kraliçesi”, “ketum olmayan gündüz”
(ketum olmayan “jealous” mukabili kullanılmıştır), “berrak su mabedi”, “Niçin
kurbağalar, berrak su mabedlerini, zehirli balıklarla tesmim ediyorlar”, Venus
ve Adonis’teki “hâb-i bukâda bulunan fecrin son vedaı”, “dest-i rebûbîyet”,
“dalgıç kuşların-dalga üzerinde başlarını gösterir göstermez- tekrar suya
daldıkları gibi”, “mâî damarlı benefşeler”, “biçâre buse” imajları örnek olarak
gösterilebilir.
Gerek bu şiirler gerek Bir
âşıkanın tazallumâtı bu devir mensur şiirleri arasında dikkati çekecek
durumdadır. Bilhassa Bir âşıkanın tazallûmâtı nda tasvir edilen kız, ara
nesil ve Servet-i Fünûn devrinin bir çok şiir ve mensur şiirlerinde tasvir
edilen kızları çok andırır.
“Ne muntazam örülmüş, ne de perişan
bırakılmış olan saçları, şuh meşrebliğin bir dest-i lâkaydânesini ifhâm ederdi.
Hâsılı fitil gibi ince örülmüş bir kaç saç, hasır şapkasının arasından inmiş,
soluk çehresinden aşağı doğru sarkmış gitmiştir.”
Bu noktayı işaret etmekle beraber,
bu devrin resimli dergilerinde neşredilen, aşağı yukarı, yukardaki tasviri
andıran genç kız resimlerini unutmamak gerekir. Devrin şâirlerinin bu
resimlerin altına “tasvirî şiirler” yazdıkları da malumdur.
Nâdir’in bu tercümelerinin bu
zevkin yayılmasında bir tesiri olup olmadığı hakkında kesin bir şey
söylenilemez. Tesir etmiş olabileceği gibi, bizzat kendisinin de umumî zevkin
tesiriyle bu şiirleri çevirmiş olması mümkündür.
Lucrecein hetki, okuyucuya bir mitolojik hikâyeyi
daha tanıtır. Bu Philomene efsânesidir.
Kitap haline gelen tercümelerin
kalıcı mahiyette olmalarına mukabil, dergi ve gazetedekiler geçicidir, fakat
ikinci gruptaki neşriyat daha geniş bir okuyucu kitlesine hitâb eder. Ayrıca
bu devirdeki dergi ve gazetelerin ömrü, günümüzdekiler kadar kısa değildir.
Kitap şeklinde Shakespeare tercümelerinin pek az olduğu bu devirde, sadece bir
iki tiyatro eserinin yazarı olarak tanınan Shakespeare’in şâir cephesini de
geniş okuyucu kitlesine tanıtması bakımından Nâdir’in yaptığı bu tercümeler
ehemmiyetlidir.
NOTLAR
1 Türkiye
Maarif Tarihi, c. Ill, Mutlakiyet devri mektepleri, İstanbul 1941, s.
814- 828.
2 26 Receb 1301 (1884) te
Elhac İbrahim Efendi’nin arapça tedrisatım tenkid eden imzasız bir yazıyı T
er cuman-1 hakikat'le neşreder. İbrahim Efendi ona cevap verir. Buna göre
1301 de Şemsü’l-maarif’teki derslerine devam etmesi lâzım.
8 Tercüman-ı hakikat, Tarik,
Mecmua-i Muallim.
4 Milli kütüphane katalogunda
Mehmed Nâdir tarafından yazılmış iki kitap mevcuttur. “Hesab-ı
nazarî", İstanbul 1926, Millî mat., 333s. T. C. Maarif Vekâleti neşri;
ve Hesab-ı nazari- Umum liselerin son sınıflarında ilm-i cebirden sonra
tedris edilmek üzere yazılmış ise de selâhiyatdâr komisyon tarafından (muallim
kitabı) olarak kabul olunmuştur. 2. cüz, İstanbul 1926, Milli Matbaa, T. C.
Maarif Vekâleti neşriyatı.
® Talim ve terbiye-i etfâl yahu.d usul-i
tedris (4 makale) Tercüman-ı hakikat,
16 Teşrinevvel 1311 (1895); aynı gazete, 22, 23, 31 Teşrin-i evvel 1311 de
Pestaloci hakkında bir yazı.
® Fenelon, Due de Burgonie'ye
mektub, Af ak, nr. 7, 23 C. evvel 1300, s. 221-La- martine. Mevt, Afak,
nr. 6, R. ahir 1300, s. 183-185.
Victor Hago'nun bir mütalaası,
Envar-ı zekâ, nr. 25, s. 514-553.
Victor Hu go-Mirabeau, Envar-ı
zekâ, nr. 28, 1301. s. 636-645.
7. Kıskançlar ’da (s. 8, 19)
Nâdir Kış masalı’m daha önce tercüme etmiş olduğunu söyler.
8 Matbaa-i
Esad İzzet, 45 s. Bu tercümeyi daha önce Mustafa Nihad ve İsmail Habib
zikrederler : Avrupa edebiyatı ve biz, s. 531, 1963, s. XXVII-XXXI1.
9 nr. 2-7.
10 nr. 1, s. 5-8, 1 Mart 1303.
11 nr. 6, 25 Cemaziyelahir
1299, s. 81-87.; nr. 7, 10 Receb 1299, s. 1299. s. 108-110 ve nr. 8, 25 Receb
1299, s. 124-126.
12 Cemiyetin programı derginin
12. nci sayısında ilân edilir.
13 Cemiyet-i hâdim-i
terakki-yi maarif kütüphanesi, mütercimi, Şemsü’I-maarif mektebi ders nazırı
Nâdir, 36 s. tarihsiz.
t4 Melin Has-Er, Tanzimat
devrinde lâtin ve grek antikitesi ile ilgili neşriyat (1254- 1300 seneleri
arasında neşredilen kitaplar ve muhtelif mecmualarda çıkan yazılar) Mezuniyet
tezi, Türkiyat Enstitüsü nr, 523, s. 57-59.
Claudius Shakespeare’in Hamlet
nâm piyesindeki eşhâsdan birinin ismidir, şeklinde bir dip notuyla bu şahsi
tanıtır: s. 8.
1® Nâdir bu isim hakkında dip
notunda şu bilgiyi verir. “Shakespeare’in Macbeth nâm piyesinde, üç
sâhire cadunun ilkâât ve igvasıyla Macbeth -ki muahharen Iskoçya kralı Duncan
tarafından Cawdor Thane’i tayin kılınmıştı- kral olmak için, merkum Dun- can’ı
katletmiştir- . ilh. Thane lâfzı (Anglo-Sakson) lisanında Lord (Bey) manasına
gelir, s. 9.
17 Nâdir’in verdiği izahat: “Şu üç
isimden her biri, Shakespeare’in birer piyesinin, ve mezkûr piyeslerinde birer
şahsın isimleridir” s- 9.
T. Dili ve
Edebiyatı D. F. 8
İnci Enginiin
18. Bu şahıslar hakkında da şu
izahatı verir : “Shakespeare’in Hamlet piyesinde, Ophelia Hamlet’in ve Romeo
ve Juliet piyesinde, Juliet, Romeo’nun maşukası, ve Macbeth nâm
tiyatrosunda Desdemona Macbeth’in zevcesidir.” (s. 9. Bu açıklamada Desdemona’
yi yanlış olarak Macbeth’in karısı olarak gösteren Nadir, Macbeth’i daima (cjL«) şeklinde yazar.
19 Bu paragraftaki sözler
Shakespeare’in Venüs ve Adonis şiirindendir. Fakat ne müellif, ne de
mütercim bunu zikrederler. Nâdir daha sonra bu şiirin bir kısmını Tarik gazetesinde
tercüme edecektir.
2° Nâdir’in dip notunda verdiği
izahat şudur: “Shakespeare’in “Hiç için çok gürültü" nâm
piyesinde, Floransali bir genç senyörün ismi olup, bu senyör, Aragon kralı Don
Pedro’nun pek sevgilisidir”, (s. 18)
Bu piyes 1944 te Hamit Dereli
tarafından Kara gürültü adı ile çevrilmiştir.
21 Nadir'in izahatı
“(Claudio)nun maşukası”, s. 19.
22 Daha önce çevirdiği “Kış
masalı nâm romanda (Pandosto)nun ismidir" diye izah eder. s. 19. Bu piyes
Mefharet Ersin’in tercümesinden oynanmış fakat basılmamlş- tır. Eserin hikaye
şeklindeki neşri: Adnan Yaltı, Shakespeare’den hikâyeler, s. 75-90.
23 Cymbeline dilimize hiç
çevriimediği gibi oynanmamıştır da. Eserin hikâyesi, Adnan Yaltı’nın
tercümesinde : s. 182-198.
24 Nâdir bu şahıs hakkında da
şu izahatı verir : “Shakespeare’in Othello serlevhalı piyesinde, Venedik
cumhuriyeti hizmetinde müstahdem mağribî bir ceneraldir”, s. 21.
25 Nâdir’in izahatı :
“Othello’nun bayraktarıdır” s. 22 not.
26 Hiç için çok gürültü
ile (Bandelio) nun şu “Tembere du Kardo’nun Mesina’da (Fenisi Leonati) ye ne
veçhile taaşşuk ettiği ve mumaileyha ile tezevvüc etmezden mukaddem vukubulan
vukuat-ı garibe ve muhtelifenin beyanı" unvanlı hikâyenin tercüme olunup
sonraki nüshalarda neşredileceğini söylemesine rağmen (s. 35) bu tercümeye
rastlanmamıştır.
27 Çev. S- Eyüboğlu,-Mina
İrgat, 1956, XXXI-152 s. Dünya Edebiyatından tercümeler, İngiliz klasikleri :
65.
28 not 20.
29 Lamb’in hikâyelerinden
tercümeleri Adnan Yaltı tarafından 1965 te yapılmıştır, s. 75-90, 182-198.
30 II, nr. 26, s. 561-565,
585, 586
31 nr. 39, s. 617.
82 “İstersen yıldızları aslında ateş
bilme,
İstersen güneşi de durmayıp döner sanma,
İstersen doğruluğa inanma, uydurma
de,
Ama şüpheyle bakma bir an bile
sevgime,
‘‘Ah sevgili, Ophelia, şiir
yazmakta beceriksizim, iç çekişlerimi hece sayısına sığdıramıyorum. Ama seni
çok sevdiğime, en çok sevdiğime inan. Elveda.
“Aziz kadın, edebiyen senin,
Bu tende can kaldıkça senin olan,
Hamlet’’ Orhan Burian, Hamlet, (2. baskı), 1958, Ankara, s. 51.
33 Hamlet’in daha sonraki
tercümelerinde de mânânın verilmesi ön plânda tutulduğundan aynı kelimenin
tekrarına dikkat edilmemiştir. Abdullah Cevdet, s. 69: Sabahattin Eyüboğlu, s.
65. Sadece, İngiliz edebiyatı seminer tercümesinde buna dikkat edilir:
Yıldızların ateş olduğundan şüphe
et,
Güneşin döndüğünden şüphe et,
Shakespeare'den Tercümeler
Hakikatin bir yalan olduğundan
şüphe et,
Fakat aşkımdan asla şüphe etme. (s.
34-35) (1941 neşri)
34 1958, s. 17.
85 Dergi, I, İstanbul, 1944,
s. 71-74.
38 Sahife numaraları 1955 deki
tercümeye aittir.
8? Tro.-Call here my variet; I’ 11
unarm again,
Why should I war without the walls
of Troy
That find such cruel battle here
within?
Each Troyan that is master of his
heart, Let him to field: Troilus, alas, hath none!
Pan.-Will this gearne’er be mended?
Tro.-The Greeks are strong, and
skilful to their strength, Fierce to their skill, and to their fierceness
valiant; But 1 am weaker than a woman’s tear, Tamer than sleep, fonder than
ignorance, Less valiant than the virgin in the night, And skilless as
unpractis’d infancy (I, 1, 1-12)
Pan.-Well, she look’d yesternight
fairer than ever I saw her look, or any woman else.
Tro.-I was about to tell thee: when
my heart,
As wedged with a sigh, wuld rive in
twain, Lest Hector or my father should perceive me, I have, as when the sun
doth light a storm, Buried this sigh in wrinkle of a smile.
But sorrow that is couch’d in
seeming gladness
Is like that mirth fate turns to
sudden sadness
Pan.-An her hair were not somewhat
darker than Helen’s -well, go to- there were no more comparison between the
women. But, for my part, she is my kinswoman; I would not, as they term it,
praise her, but I would somebody had heard her talk yesterday, as I did. I will
not dispraise your sister Cassandra’s wit; but-
Tro.- O Pandarus! I tell thee,
Pandarus-
When I do tell thee there my hopes
lie drown’d
Reply not in how many fathoms deep
They lie indrench’d. I tell thee I
am mad
In Cressi’s love. Thou answer’s!
“She is fair”-
Pourest in the open ulcer of my
heart-
Her eyes, her hair, her cheek, her
gait, her voice,
Handiest in thy discours, O, taht
her hand,
Inwhose comparison all whites are
ink
Writing their own reproach, to
whose soft seizure The cygnet’s down is harsh, and spirit of sense Hard as the
palm of ploughman I (I. 1, 32-58)
Bu parçanın tercümesi S.
Eyüboğlu-M. Irgat tercümesinde şöyledir:
Tro.- Uşağım gelsin, çıkaracağım zırhımı
!
Ne diye çıkıp dövüşeyim Troya
surlarının dışında. Kendi içimde böylesine amansız bir savaş varken? Yüreğine
güvenen her Troya’h gitsin döğüşsün;
İnci Enginün
Ben Troilos, ben kaptırdım
yüreğimi.
Pan.' Nereye varacak bunun sonu?
Tro.' Yunanlılar kuvvetli, kuvvetli
oldukları kadar akıllı,
Akıllı oldukları kadar çetin, çetin
oldukları kadar da cesur;
Bense, bir kadının göz yaşları
kadar bitkinim, Uyku kadar yumuşak, cehalet kadar alık, Gecenin karanlığında
kalmış bir kızdan daha ürkek, Toy çocuklardan daha akılsız.
Pan." Doğrusu, dün gece her
zamankinden daha güzeldi, her kadından daha güzel.
Tro.« Ne diyordum . . tam içimi
çekecekken,
Yüreğim ortasından ikiye
bölünecekken,
Hektor yahut da babam farkına varır
diye,
İç çekişimi bir gülümsemeye boğdum,
Fırtınalı gök yüzünü güneşin ışığa
boğması gibi,
Ama sahte bir gülüşle gizlenen
dertler.
Kaderin insana birden zehir ettiği
sevince benzer.
Pan.- Saçları Helena’nın
saçlarından azıcık daha koyu olmasaydı, Kressida ondan kat kat güzel olurdu ...
Ne ise. . bırak, benim akrabam, onu övmek bana düşmez; ama isterdim ki, dün
akşam benim yerimde bir başkası olsaydı da, konuşmasını dinleseydi. Senin kız
kardeşin Kassandra’nın zekâsını küçümseyecek değilim ama . ..
Tro.- Ah Pandarosl Ne diyeyim sana
Pandaros
Ben sana ümitlerim denizlere düştü,
boğuldu diyorum,
Sen tutmuş denizler kaç kulaç
diyorsun bana.
Ben Kressida beni deli etti
diyorum,
Sen hâlâ Kressida güzeldir diyorsun
bana.
Yüreğimi kemiren yaranın üstüne sen
gelmiş.
Gözlerini, saçlarını, yanağını, yürüyüşünü,
sesini döküyorsun.
Tutmuş elini anlatıyorsun bana,
O el ki, beyazlar onun yanında
mürekkep olur, Karanlıklardan dert yanarlar. O el ki, yumuşaklığı yanında, Kuğu
yavrularının tüyleri bile sert kalır, Bir rençberin nasırlı avucu kadar.
3® Romeo ve Juliet, çev. Yusuf
Mardin, 1945, s. 46.
8® Jul.-‘Tis but thy name that is
my enemy,
Thou art thyself, though not a
Montague.
What’s Montague? It is nor hand,
nor foot,
Nor arm, nor face, nor any other
part
Belonging to a man. O, be some
other name!
What’s in a name? That which we
call a rose
By any other name would smell as
sweet;
So Romeo would, were he not Romeo
call’d,
Retain that dear perfection which
he owes
Without that title. Romeo, doff thy
name;
And for thy name, which is no part
of thee,
Take all myself.
Rom.* I take thee at thy word,
Call me but love, and I’ll be new
baptiz’d;
Shakespeare’den Tercümeler
Henceforth I never will be Romeo,
Jul.- What man art thou, that, thus bescreen’d in night -So stumblest on my
counsel?
Rom.- By
a name
I know not how to tell thee who 1
am: Because it is an enemy to thee;
Had I it written, I would tear the
word.
Jul.- My ears have yet not drunk a
hundred words Or thy tongue’s uttering, yet I know the sound • Art thou not
Romeo, and a Montague?
Rom.- Neither, fair maid, if either
thee dislike.
Jul.- How cam’st thou hither, tell
me andwherefore? The orchard walls are high and hard to climb; And the place
death, considering who thou art, If any of my kinsmen find thee here.
Rom.- With love’s linght wings did
I o’erperch these walls, For stony limits cannot hold love out,
And what love can do, that dares
love attempt. Therefore thy kinsmen are no stop to me.
Jul— If they do see thee, they will
murder thee Rom.- Alack, there lies more peril in thine eye
Than twenty of their swords; look
thou but sweet, And I am proof against their enmity.
Jul.- I would not for the world
they saw thee here. Rom.- I have night’s cloak to hide me from their eyes;
And but thou love me, let them find
me here. My life were better ended by their hate Than death prorogued wanting
of thy love.
Jul.- By whose diretion found’st
thou out this place? Rom— By love, that first did prompt me to enquire;
He lent me counsel, and I lent him
eyes,
I am no pilot, yet, wert thou as
far (II-2, 38-81) Yusuf Mardin*in tercümesinde bu metin şöyledir :
Jul.- Benim düşman olduğum yalnız
senin adındır. Montague olmasan da bu vücut yine senin, Zaten Montague nedir.
Ne eli bir erkeğin, Ne ayağı, ne kolu, ne de başka bir uzvu. Başka ad takın!
İsmin bir kıymeti olur mu? Gül denilen çiçeğin adı değişse bile Kokacaktır o
yine eski güzelliğiyle. Romeo olmasaydı Romeo’nun da adı, Mükemmeliyetinden bir
şey kaybolamazdı. Atjbu ismi Romeo, sana ait olmlyan Atlını redde bedel al
bütün varlığımı.
Rom.- Alıyorum o halde.
Sen yeniden vaftiz et beni, bana
“Aşkım” de, Bundan böyle Romeo adı taşımam ben de.
Jul.- Kimsin böyle gecenin içine
gizlenerek
İnci Enginün
Sırrımı öğrenmeğe gelen yabancı
erkek»
Rom.-O, öyle bir isimle anılmakta
ki sana
Kim olduğunu nasıl anlatacak
bilmiyor.
Düşmanının adıdır diye bu addan ben
de
Güzel meleğim inan, tiksinir,
iğrenirim.
Yazsaydım ben elbette, yırtar
atardım şimdi.
Jul.- On cümle kadar bile duymadı
kulaklarım
Senin ağzından, fakat yine
hat’rımda sesin, Montague’lerden biri, Romeo değil misin? Rom.-Ne o, ne de
öbürü, hoşlanmıyorsan eğer. Jul,- Hem buraya sen nasıl geldin, elâlem ne der?
Bahçenin duvarları yüksek aşılması
zor
Hem sonra sen bir kere kim olduğunu
düşün
Görülecek olursan muhakkaktır ölümün ! . «
Rom.-Sevginin kanadları duvarları aşıyor,
Durduramaz sevgiyi elbette taş hudutlar, Aşkın
teşebbüs edip başarmadığı ne var? Bana mâni olamaz ailenden hiç kimse. Jul.-
Ah! Seni öldürürler burada görürlerse. Rom.- Çekilmiş kılıçlarla yirmi düşmanın
eli Değildir gözlerinden daha tehlikeli. Sen bana yalnız tatlı bir tebessümünle
bak, Düşmanlarımdan beni sade bu koruyacak. Jul.- Yok, dünyada istemem burada
görülmeni. Rom.- Gizleyecektir gece bakışlarından beni.
Sevmiyecek olursan bulmuşlar bunda ne var?
Sevgini bekleyerek tehirdense ölmeği
Kinleri hayatıma bir son versin ne çıkar.
Jul.- Sana kim gösterdi de bulabildin bu yeri?
Rom.- Bu fikri ilham eden aşkının yardımıyla.
O akıl verdi bana, ben de ona göz oldum, (s.
45-46)
“İnsan ölüme olan borcunu ancak bir defa
ödeyebilir. Kleopatra ise ödedi. S nin istediğini senden evvel yaptı. Son sözü
“Antonius! ey asillerin asili Antonius!” ike acı bir inilti Antonius adını
kesti, dudakları ile kalbi arasında ikiye böldü. Böyleee ismiı içine gömerek
can verdi” (Antonius ve Kleopatra, Çev. İngiliz Edebiyatı Semineri, İstaı bul,
1949. s. 119-120)
William Shakespeare den Soneler, İstanbul, 1964, s. 8.
İngiliz edebiyatı tarihi, Elisabeth devri ve
Shakespeare e. II, İstanbul.
194 s. 177.
18 aynı eser, s.
181-186-
44 nr. 9,
15 Mart 1304.
45 The
Poems, neşreden F. T. Prince, Arden Edition, London, 1961.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar