Araplar Kötüdür ün Gerçeği
REEL BAD ARABS: HOW HOLLYWOOD VİLİFİES A PEOPLE/
"Araplar Kötü"dürün Gerçeği: Hollywood Bir Milleti Nasıl Kötüler
(2006)
Yönetmen:
Jeremy Earp, Sut Jhally
Ülke:
ABD
Tür:
Most Popular by Genre | Belgesel | Tarihi | Savaş
Vizyon
Tarihi: 01 Kasım 2006 (ABD)
Süre:
50 dakika
Dil:
İngilizce
Senaryo:
Jeremy Earp, Jack Shaheen
Yapımcı:
Jeremy Earp
Firma:Media
Education Foundation
Çeviren:
emzegrit
Kaynak İzle
http://www.democracynow.org/2007/10/19/reel_bad_arabs_how_hollywood_vilifies
http://ia600308.us.archive.org/9/items/dn2007-1019_vid/dn2007-1019_512kb.mp4
Özet
Filmde Arapları aşağılayan imgeleri
incelenirken, bu stereotipik imgelerin nasıl ortaya çıktığı ve Amerikan
tarihinin önemli noktalarındaki gelişimleri ile neden bu kadar önemli oldukları
da açıklanıyor. Amy Goodman ve Jack Shaheen bu imgelerin zaman içinde Araplara
ve Arap kültürüne olan önyargıları nasıl nötralize ettiğini de gösteriyor. Bu
Hollywood karikatürlerinin incelenmeden bırakılmasının sosyal, siyasi ve insani
sonuçları konusunda eleştirel düşünceyi ön plana çıkarırken, film izleyicilere
Arap halkının insancıllığını ve farklılığını, Arap tarihi ve kültürünün
zenginliğini ön yargısız anlatan fikirlere çok ihtiyaç olduğunu hatırlatıyor.
Belgesel
Metni
Genelde Konuşanlar:
AMY GOODMAN, JACK
SHAHEEN ,
Araplar, Hollywood
tarihinde en çok iftiraya maruz kalmış gruptur. İnsan altı canlılar olarak
resmedilirler. Naziler tarafından Çingeneler ve Yahudileri kötülemek için
kullanılan "untermenchen" teriminde olduğu gibi. Bu görüntüler bir
asırdan uzun süredir hep karşımıza çıkagelmiştir.
Gerçek
Kötü Araplar: Hollywood Bir Milleti Nasıl Kötüler
(JACK SHAHEEN) 30 yıl boyunca, bizim, yani
toplum algısına yön veren insanların Arapları beyaz perdeye nasıl yansıttığını
inceledim. Son
kitabım "Gerçek Kötü Araplar: Hollywood Bir Milleti Nasıl Kötüler"de
1000'den fazla filmi inceledim. Hollywood'un
ilk zamanlarındaki anlaşılmaz filmlerden günümüzün gişe rekorları kıran
filmlerine ve başarmaya çalıştığım şey pek çoğumuzun göremediği, tehlikeli
boyutlardaki nefret dolu Arap tek tipleştirmesini görünür kılmak. Koca bir
halkı insanlığından ayıran bu tek tipleştirmeyi
Kültürümüzün tüm parçaları 'Arap' olanı kötü olarak göstermektedir. Bu,
bu şekilde varsayılmaktadır ve hiç sapmaz. Birkaç tane kurgulanmış görüntüyü
alıp defalarca ve defalarca kullandık. O yüzden, günümüzde Paducah, Kentucky
veya Wood River, nerede yaşarsak yaşayalım hepimiz aynı şeyi biliyoruz. Al
Tah'ın sesine kulak verin! Bildiğimiz şey ise bir efsane. Hollywood Araplarının
görüntülerinden oluşan bir efsane Arabistan Efsaneleri Bu Arap imajını eski
zamanlardaki Avrupalılardan miras aldık.
Belki 150, 200 yıl önce Orta Doğu'ya giden İngilizler ve Fransızlar,
hatta hiç Orta Doğu'ya gitmemiş insanlar 'doğulu öteki' olarak görülen bu Arap
algısını inşa ettiler. Bu algıyı üreten seyyahlar ve sanatçılar oldukça
başarılı olmuşlardır, aslında. Ve bu algı bizler tarafından da miras alındı ve
aktarıldı. Biz bu algıyı aldık, süsledik ve işte bu hale getirdik
Ay Dağları'nı aşıp bizim ülkemize
geldiğinizde 2000 yıl geriye gitmiş olursunuz, Mr.
Turello. "Arabistan"
denilen kurgusal bir set, öyküsel bir eğlence parkı yarattık. Ve Arabistan'da,
biliyorsunuz, meşum bir müzik ve çöl vardır. Biz de çölle başlarız. Tehditkâr
bir mekân olarak çölü alırız. Sonra bir
vaha ve işkence zindanları olan bir saray ekleriz. Etrafı cariyelerle dolu bir
'paşa' kuş tüyü minderleri üzerinde orada oturmaktadır. Bu cariyelerden hiçbiri
onu memnun edemediği için, baştan çıkarılmak istemeyen Batılı sarışın kahramanı
kaçırırlar. Arabistan'ı ziyaret ettiğimizde ani Ali Baba dekoruna karşı
hazırlıklı olmalıyız. Etrafta Hollywood'un mülk sahipleri görünür ve kadınları
transparan pantolonlar ve dansöz kıyafetleriyle giydirirler. Ve Arap
kötülerinin hep Zülfikarları vardır. Uzun mu uzun Zülfikarları. Gökyüzünde uçan halılarla gezen insanlar ve
sepetlerdeki yılanlara hükmeden türbanlı yılan oynatıcıları vardır. Bugünün
Arabistan'ı, dünün Arabistan'ıdır.
Geç kaldın! Binlerce kez
özür dilerim, sabırlı efendim. Alabildin mi?
Bir kaç gırtlak kesmem gerekti ama
aldım.
Disney'in "Alaaddin"i dünya
çapında milyonlarca çocuk tarafından izlendi. Film, Disney'in en büyük
başarılarından biri olarak görülmektedir. Fakat film, Hollywood'un sessiz,
siyah beyaz geçmişindeki tüm küçültücü klişeleri tekrar kullanıma sokmuştur.
Uzak diyarlardaki bir ülkeden geliyorum kervan develerinin gezindiği yüzünüzü
beğenmezlerse kulağınızı kestikleri
Barbarca ama olsun; ev sonuçta. "Yüzünüzü beğenmezlerse
kulağınızı kestikleri Barbarca ama olsun;
ev sonuçta." Bir nebze olsun zekâya sahip, bir nebze duyarlılığı olan
bir yapımcı nasıl olur da böyle bir şarkıyla filmin başlamasına izin verir?
Ama
olay bir şarkının çok ötesinde. Acıkmışsındır. Al bakalım. Bunu ödeyecek paran
vardır umarım. Hırsızlığın cezasını biliyorsun, değil mi?
Hayır! Hayır, lütfen! Arap, basit bir
taslaktan çıkarılmış, ya kötü ya da komik adam prototipi olan tek boyutlu bir
karakterdir. Ve pek çok örnekte, Arapların filmlerde, tek amaçları ucuz komedi
yapmak olan şaklabanlar olarak resmedildiğini görürüz. Bunu, Joey Heatherton'ın
"The Happy Hooker Goes to Washington" filminde görebilirsiniz.
Her gece, sünnetli köpeklerle ağza
alınmayacak şeyler yapmaya zorlandım. Köpek yine koyundan iyidir. Daha
temizdir. İkisini de denedim, oradan biliyorum. Ve pek çok örnekte olduğu gibi
beceriksiz olarak resmedilirler.
"Gerçek Yalanlar" gibi filmlerde
Araplar sadece tehlikeli değil, aynı zamanda kabiliyetsizlerdir de. Ben, biz,
hepimiz ölmeye hazırız. Bu anahtarın tek bir dönüşüyle 2 milyon insanınız bir
anda can verecek. Hangi anahtar?
İşte
şu! Anahtarı kim aldı?
Arapları şaklaban olarak göstermekte, performansıyla
sıyrılan bir aktör de "Cannonball Run 2" filmindeki Jamie
Farr'dır. Sarışınlara ve bıyıksız kadınlara karşı bir zaafım var da.
Bu filmde tüm basmakalıp yargılar bir
arada: çok zengin ve paranın değerini bilemeyecek kadar aptal Bana 12 tane süit ayırın. Hatta en iyisi
bütün katı kapatın! Ve tabii ki, seks ve şehvet düşkünü, kontrolsüzce Amerikan
kadınlarına takıntılı. Al bakalım, çöl çiçeğim. Üstü kalsın. Hiç bir hareme
katılmayı düşünmüş müydün?
Ve
bir diğer, sürekli işlenen klişe ise şehvet düşkünü Arap. "Nil'in İncisi" filminde Şeyh Omar,
Kathleen Turner'ı kandırır. Nasıl mı?
Onu
birlikte Arabistan'a gitmeye ikna eder. Ve sonra onu tutsak eder. Burada
oturacak ve ben sana ne yazmanı söylersem onu yazacaksın. Buna benzer bir başka
tekinsiz baştan çıkarışı da "Protocol" filminde
görüyoruz. Film tamamıyla bir Arap emirinin, sarışın mavi gözlü Goldi Hawn'a
olan karasevdası etrafında dönüyor.
James Bond filmi "Asla Asla Deme"de Kim Basinger akla
gelebilecek en pespaye görünüşlü Arap tarafından taciz edilir. Yarı çıplak bir
halde bir direğe bağlıdır ve çağ dışı görünümdeki bir bedeviye satılır. Ve
"Sahara" filminde de Brooke Shields da kaçırılır ve şehvet düşkünü
bir Arap şeyhine, sapık zevkleri uğruna sunulur. Uzak dur benden, seni iğrenç
pislik! 300'den fazla filmde, tüm Hollywood filmlerinin neredeyse yüzde 25'inde Araplar, o
veya bu şekilde küçük düşürülmüştür.
Yersiz hakaretlere yer verilmiş veya
Araplar ucuz esprilerin malzemesi yapılmıştır. Mekke'ye gidiyorduk ve uçak
hayvanıyla gelen Araplarla doluydu. Keçiler, koyunlar, tavuklar. Lanet olası hayvanları olmadan hiçbir yere
gitmiyorlar! İşeyip, dışkıladıkları için yere naylon sermek zorunda kaldık.
Neil Simon'ın "Chapter Two"
filmini ele alalım. Filmin başında, başrol oyuncusu Londra'dan gelir ve kardeşi
sorar:
"Londra nasıldı?". O da cevap
verir: "Arap doluydu!"
Londra nasıldı? Arap doluydu!
Burada, "Zenci doluydu." dediğini
hayal edin.
Ya da "Yahudi doluydu." Ya da
"Hispanik doluydu."
Bu çok gülünç bir şey.
Niçin böyle şeyler yapıyoruz ki?
Yersiz görüntülerle dolu, en saldırgan
filmlerden biri de "Gelinin Babası 2" Filme Steve Martin evini
Mr. Habib diye bir adama satmaktadır. Biz evi çok sevdi. Siz ne zaman
taşınacak?
Pardon?
Habib ailesi evi almak istiyorlar, George. Tam
aradıkları gibi bir yermiş. Evet, siz ne zaman taşınacak?
Eve
Çarşamba'dan itibaren 1 hafta ihtiyacımız var ve karım mutfakta çiçekli
tabaklar istiyor. Siz satar, en çok parayı veririz. Habib'in itaatkâr eşi
konuşmaya kalktığında ise ona anlamsız kelimelerle bağırıyor. Sonra Martin'e 10
gün içinde evi boşaltması için 15 bin dolar nakit para teklif ediyor. Martin,
Mr. Habib'e evi satmak dahi istemediğini söylediğindeyse Habib'in yıkım ekibini
güzel evini yerle bir etmeye hazır halde buluyor. Ve Yahudilerle ilgili en
aşağılayıcı yargıları akla getiren bir sahnede de Mr. Habib 1 gün önce sahip
olduğu evi Martin'e satmak için ekstra 100 bin dolar daha istiyor. Daha 24 saat
önce tümüyle benim olan bir şey için kredi çekmemi mi istiyorsun?
Bu
sana bağlı George. Senin yolun, senin çitlerin, senin anıların Elizabeth Taylor ve Spencer Tracey'in
oynadıkları diğer "Gelinin
Babası" filmlerine
bakacak olursak hiçbir Arap ya da Arap asıllı Amerikalı kahraman görmüyoruz.
Öyleyse niçin Disney, "Gelinin Babası 2"ye böyle korkunç ve
aşağılayıcı karakterler koyar ki?
"Gladyatör"'de Russel Crowe'u
kaçırıp Roma'ya getiren köle tacirlerinin Arap olmasıyla aynı sebepten. Bu çok
saçma. Niçin Hollywood Orta Doğu'yla tamamen alakasız filmlere illa Arapları,
Arap sahnelerini ve/veya Arapları küçük düşüren unsurları sokar ki?
Diyelim ki, oturup çılgın bir bilim adamıyla
ilgili olan "Geleceğe Dönüş"ü izliyorsunuz. Ve yine de, filmin
başlarında kahramanlarımızı öldürmeye çalışan makineli tüfekli çirkin ve
beceriksiz Libyalıları görürüz. Niye ki? ! Gazla! Bu filmin gelecekle bir
alakası yoktu. Tümüyle geçmişten gelen o eski kalıpları yansıtıyordu.
Aynı şey
Hollywood'un Arap kadınlarına bakışı için de geçerli. Günümüz Arap kadınları
oldukça akıllı ve zekidir. Tüm mesleklerde oldukça başarılılardır. Ama bu
gerçeğe rağmen, hala, beyaz perdede yok sayılırlar. Hollywood tarihinin
başlarından beri, egzotizm, entrika ve tutku diyarı olan eski Doğu imajından
etkilenmiş seks objesine dönüşmüş bir dansöz çıkmaktadır karşımıza. Ama son
yıllarda bu görüntü çok hızlı bir şekilde değişti. Arap kadını, artık bir
bombacı, bir terörist olarak gösteriliyor. Bu görüntüye bir de benim "kara
yığın" dediğim, arka planda, gölgelerin içindeki itaatkâr çarşaflı
kadınlar ekleniyor. Görünüşe göre, Arap kadını geliştikçe, Hollywood da onları
bir o kadar geçmişte kilitli tutuyor.
Arap Tehdidi: Orta Doğu Siyaseti ve
Hollywood Siyaset ve Hollywood'un görüntüleri birbiriyle bağlantılıdır.
Birbirlerini pekiştirirler. Politikalar uydurma görüntüleri, uydurma görüntüler
de politikaları destekler.
Amerikan
Sinema Filmleri Derneği başkanı Jack Valenti şöyle demiştir: "Washington ve Hollywood aynı DNA'dan gelmektedir."
2.
Dünya Savaşı sonrası, Arap imajı hızla değişmeye başlamıştır. Bu değişime etki
eden 3 şey vardır.
Amerika'nın anlaşılır şekilde İsrail'i desteklediği Filistin-
İsrail çatışması,
tavana vuran benzin fiyatlarıyla Amerikalıları çılgına çeviren 70'lerdeki
petrol ambargosu,
ve İranlı öğrencilerin Amerikan diplomatları 1 seneden uzun süre esir almasına
sebep olarak Arap-Amerikan tansiyonunu iyice arttıran İran Devrimi.
Bu 3 çok önemli olay, Orta Doğu'yu
Amerikalıların oturma odasına getirdi ve hepsi, filmlerin Arapları ve Arap
dünyasını gösterme şeklini biçimlendirdi. En temel değişikliklerden biri de
şeyh imajıydı. "Rollover" gibi filmlerde parasıyla dünyaya sahip
olmaya çalışıyor ya da Amerika'nın önemli kısımlarını alarak kötülük peşinde
koşuyorlardı. Mrs. Winters sanırım şunu size söylemeliyim ki ailemde bu teklifi
hiç yapmamam gerektiğini düşünenler var. Sanıyorum ki, eğer Amerika'da
Winterchem gibi bir şirket için böylesine bir girişim sermayesi bulabilmiş
olsaydınız bunun için ta Arabistan'a kadar gelmezdiniz.
Spielberg'in "Indiana Jones: Son
Macera" filmindeki dalkavuk şeyh de "Earnest in the
Army"deki
füze ateşleyen terörist, paragöz şeyh de buna örnektir. Beyler, özel silahım plüton
füzesine dikkat ediniz. Bununla, kâfirleri dize getireceğim ve Arap dünyasının
lideri olacağım!
70'lerdeki efsanelerden biri de Arapların
gelip Amerika'nın önemli varlıklarını satın alacağıydı ve tabii ki bu da
filmlerde yansıtıldı. Araplar milyarlarca doları bu ülkeden çıkardılar ve artık
geri getirmek zorundalar!
Irkçı olmasına rağmen, tüm zamanların en
sevdiğim filmlerinden biri de ticari televizyonculuk hakkındaki
"Şebeke"dir. Hanımlar ve beyler, hep birlikte! Nasıl hissediyorsunuz?
Son
derece kızgınız ve artık sabrımız kalmadı! "Şebeke" bir televizyon
sunucusunun yıldızlığa yükselişini anlatır. Nasıl mı?
Sistem karşısındaki vahşi sloganlarını canlı
yayında haykırır ama bunların en öfkelilerini Amerika'yı satın aldıkları
söylenen Araplara yönlendirir. Suudi Arabistan yatırım şirketi için alıyorlar!
Araplar için alıyorlar! Sunucu Howard Beal, Amerikan halkını ayağa kalkmaya ve
Arapların, çalıştığı TV kanalını alımını durdurmaya çağırır. Bakın, beni çok
iyi dinleyin! Araplar göz göre göre bizi satın alıyorlar. Bunu durdurabilecek
sadece tek bir şey var. Sizler! Amerikalıların buna cevaben gösterdikleri tepki
sinema tarihinin en meşhur sahnelerinden biri olmuştur. Koltuklarınızdan
kalkmanızı istiyorum! Hemen şimdi kalkıp, Başkan Ford'a "Son derece kızgınız
ve artık sabrımız kalmadı!" diyen bir telgraf çekmenizi istiyorum! Son
derece kızgınız ve artık sabrımız kalmadı! Böylesine, korkudan doğmuş bir öfke,
tümüyle, anlatılan bir komplo ve belli bir grup insanın tehdidine tepki olarak
doğuyor. Tüm bunları daha önce de yaşamıştık.
Nazilerin Yahudi karşıtı söylemlerinde
bakarsak, temelde benzer türde bir ekonomik tehdidin olduğunu görürüz. Bu
ekonomik efsane çocuk kitaplarına kadar girmişti. Maalesef, Nazi
propagandasındaki Yahudi imajı, en sevdiğimiz Hollywood filmlerindeki Arap
imajını andırmaktadır. Tek fark, Arapların genelde cübbeli ve türbanlı
resmedilmesi.
Terör: Filsistinlileri ve Müslümanları
Şeytanlaştırmak Politika ve eğlence sektörü, Washington'la Hollywood arasındaki
bağlantıyı ele almanın bir diğer yönü de filmlerde Filistin halkının
gösterilişidir. İsrail devletinin 1948'deki kuruluşundan itibaren desteğimiz
hiçbir zaman taraf değiştirmedi. Tüm Amerikan hükümetleri, kimin tarafında
olduğumuz konusunda oldukça netti. Buna karşın, Washington'ın politikacıları,
politikaları fikirlere etki ederken; ilticaya zorlanan, fakirlik ve sefalet
içinde yaşayan milyonlarca Filistinliyi desteklemek konusunda başarısız
olmuştur. Hollywood'un bu çelişkiyi sunma şekli de aynı şekilde adaletsiz
olmuştur. Filmler sıklıkla, tüm Filistinliler kötüymüş gibi Filistinlileri
terörist olarak gösterdi.
Bu da Amerikan malı, Albay. "Eksodus" filmiyle başlayarak, bu
imaj Hollywood sineması tarafından devamlı tekrarlandı. Film, çok eski bir
çelişkiyi işliyordu. Filistinliler ya görünmez ya da Nazilerle bağlantılı,
korkunç eylemlerin failleriydiler. 1966 yapımı "Cast a Giant Shadow" da İsraillileri
Filistin vahşetinin masum kurbanları gibi gösteren bir başka eski filmdir. Kirk
Douglas ABD ordusundan bir uzman erdir ve İsraillilere yardım için gönderilir.
Bu filmdeki diyaloglardan bazıları ise doğrudan İsrail hükümeti halkla
ilişkiler bürosu tarafından yazılmış gibidir. Burada, etrafı, onu
Akdeniz'e dökmeye hazır 5 Arap ülkesiyle çevrili bir ülke var! Ne silahları, ne
tankları ne de bir dostları var.
İnsanlar, elleriyle çölden küçük bir parça için savaşıyorlar.
Bu filmdeki Filistinliler
aşağılıktan da aşağıda gösterilir.
Onları vahşi katiller, gözleri dönmüş manyaklar olarak görürüz. Bir insanı
herhangi bir yerde, herhangi bir anda, herhangi bir sebep için öldürürler.
Özellikle öne çıkan, vahşi bir sahnede, sırtına Davut'un yıldızı dağlanmış bir
kadın, yanmakta olan bir otobüse bağlanmıştır. Filistinliler konuştukları
zamansa, otobüste mahsur kalmış bir başka kadınla dalga geçer ve ona ruhsal
olarak işkence ederler.
Bundan 10
yıl sonra çıkan "Black Sunday" filminde ise bu kez terörist bir
kadındır. İnsanları
en çok acıtan yerlerinden, en evlerinde hissettikleri yerde vuracağız. Bir
Goodyear zeplinini Miami stadyumuna uçurur ve futbol finalindeki 80.000
Amerikalıyı yok etmeye çalışır. Önüne çıkan herkesi soğukkanlılıkla öldürür.
İzlediğimiz filmler temelde Washington politikalarını takip eder. Özellikle 80
ve 90'larda, Filistinlilerin tüm Amerikalılara zarar vermek isteyen insanlar
olarak gösterildiği, 30'a yakın filmde bu durum beyaz perdeye taşınmıştır.
Cihada nasıl yardımcı olabiliriz?
Araplar ve Filistinlilerle ilgili en alçak
tasvirlerden biri de 87 yapımı "Death Before Dishonor" filminde yapılmıştır.
Önce bir muhafızı öldürür sonra da İsrailli bir aileyi katlederler. Bir ABD
askerini kaçırıp, işkence ederler ve bir diğerini de soğukkanlılıkla
öldürürler. Ve sonra, önce Amerikan elçiliği önünde ABD bayrağı yakarlar ve
sonra elçiliği bir intihar bombacısıyla patlatırlar.
Beyaz
perdedeki herhangi bir Filistinliye anlayış göstermemize izin verilmemesinin
baş sebebi İsrailli yapımcılar Menachem Golan ve Yoram Globus'tur.
Bu iki yapımcı Cannon adlı bir Amerikan
firması kurmuş ve 20 yıllık bir süreçte Araplar'ı, özellikle de Filistinlileri
kötüleyen en az 30 film yapmışlardır. Hatta Vegas revü kızlarının çölün
ortasında Arapları tartakladığı "Hell Squad" isimli bir film
yaptılar.
Bence yaptıkları en etkili film, en ünlü ve
en ırkçı filmlerden biri olan "Zafer Topu" filmidir.
Bu filmde, Filistinliler bir uçağı kaçırıyor ve özellikle Yahudiler olmak üzere
yolculara dehşet salıyorlar. Yahudi isimli pasaportluları seç. Propaganda
yaratmakta filmlerden daha etkili bir iletişim yolu yoktur. Golan ve Globus ise
bu durumu bir üst seviyeye çıkardı. Durun. -Kahpe! Tabii, ABD'li yapımcılar da
Filistinlilerin kötü gösterilmesinde rol oynamıştır.
Belki de en Filistin karşıtı film "Gerçek
Yalanlar"dır.
Bu örgüt, yakın zamanda Florida Keys'de bir nükleer bomba patlatanlarla aynı
örgüt. Kızıl Cihad, taleplerimiz karşılanana kadar her hafta bir başka büyük
ABD şehrine ateş kusacaktır. Bu film neredeyse her hafta, tekrar tekrar
televizyonda gösterilmiş ve görsel mirasımızın bir parçası olmuştur.
Anahtarı bana ver. Hadi evlat, ölmek
istemezsin, değil mi? Anahtarı bana verirsen canın yanmayacak. Söz veririm.
Hayatta vermem, kaçık herif!
Ve asla
ama asla işgal altında sıkıntı çeken, mülteci kamplarındaki, kurban edilen,
öldürülen, masum Filistinlileri göremeyiz. Bu görüntüler bize hiç yansıtılmadı.
Peki, neden yansıtılmadı?
Hollywood'da, Filistinlileri insan olarak göremeyeceğimizi
söyleyen yazısız bir kural mı var?
Ve niçin Filistinlileri, İsraillileri gördüğümüz şekilde İnsan
olarak göremiyoruz?
Filistinli bir çocuğun hayatı; medya, Hollywood ve politika
açısından İsrailli bir çocuğunki kadar önemli, insancıl ve kıymetli değil mi?
Eğer bu sorunun cevabı "Evet"se neden bunu beyaz
perdede göremiyoruz?
Tek
İyi Arap Washington'ın Hollywood'la olan
bağını somutlaştırmak için, Savunma Bakanlığı'nın desteğiyle hazırlanmış ve
silahlı kuvvetlerimizin rastgele Arapları öldürdükleri filmlere bakabilirsiniz.
Bir gencin gidip, bir Arap ülkesini bombaladığı "Iron
Eagle"da
olduğu gibi. Gencin bir gecede jet uçurmayı öğrendiği film Ve tabii, bir de Charlie Sheen'in Lübnan’a
gidip Arap topraklarını imha ettiği "Navy Seals" filmi vardır.
Pekala, Komutanım, hadi şunları etiketleyip
paketleyelim!
Tüm
Savunma Bakanlığı destekli filmler içinde en ırkçısı olmakla tarihe geçmiş
olanı ise "Vur Emri"dir.
Ateş açın! Film, eski Deniz Kuvvetleri
Müsteşarı James Webb tarafından yazılmıştır. Olaylar, Orta Doğu'da gerçek bir
ülke olan Yemen'de geçmektedir. Amerikan elçiliğinde vahşi gösteriler
düzenlenmektedir ve Samuel L. Jackson komutasındaki askerler de Amerikalı
çalışanları tahliye etmek için çağırılırlar. Ve bunu yapmaya çalışırken de,
kalabalığa ateş açar, kadın ve çocukların da olduğu birçok Yemenliyi öldürürler. Olay üzerine
yapılan soruşturmada Samuel L. Jackson'ın karakterinin avukatı rolündeki Tommy
Lee Jones araştırma için Yemen'e gider.
Film, bizi önce, askerlerin bariz bir
şekilde katliam yaptıklarına inandırıyor. Silahlı Amerikan askerleri bu
insanlara ateş ettiler. Onlar sadece kendilerini savunmaya çalışıyorlardı.
Soruşturma sırasında, Jones'un karakteri tek bacaklı küçük bir kız görür. Kızı
takip eder ve sivil kurbanlarla dolu bir hastane koğuşuyla karşılaşır.
Kurbanlardan birinin yatağının yanındaysa bir ses kaseti bulur ve kaset
mahkemede tercüme edildiği anda aniden bu katliamın sorumlusuyla ilgili
fikrimiz değişmeye başlar. Sivil veya askeri, Amerikalıları ve onların tüm
müttefiklerini öldürmek her yetkin Müslüman'ın görevidir. Sivil Yemenlilerin
aslında o kadar da masum olmadıklarını keşfediyoruz. İlk ateşi onların açtığı
ortaya çıkıyor. Hollywood'un alın lekeleri arasında yer alan bir sahneyle ise
sempati beslediğimiz, insancıllığı ve masumiyetiyle düşünce kalıplarımızı kıran
küçük kızın diğer terörist Yemenlilerden hiç de farklı olmadığını öğreniyoruz. Sonuç
olarak, Samuel L. Jackson ünlü repliğini haykırdığı zaman
Harcayın
şu aşağılıkları! biz de onun tarafında
oluyoruz.
Peki, bu niye önemli? Çünkü sonuçta
Kadın ve çocukların katliamı dahi aklandı ve alkışlandı. Bu bir katliam,
evet, ama haklı bir katliam. Çavuş Mack. Tüm merkezlerle irtibata geçin. Görev
tamamlandı. Bu olayda insanlık yok. Ve eğer biz Arapların insanlığını
göremezsek, geriye ne kalır ki?
Eğer
hiçbir şey hissetmezsek, Arapların da bizim gibi olmadıklarını düşünürsek
hepsini öldürelim o zaman. O zaman ölümü hak ediyorlar, öyle mi?
Çıkan sonuç nedir?
Araplar bu filmleri izleyen bizler hakkında ne düşünür?
Zira bu filmler Mısır'da 25 Cent'e kiralanabiliyor. Onları
öldürüşümüzü gösteren filmlerden ne kazanıyorlar?
Bu bizleri daha mı yakınlaştırıyor?
Bize barış mı getiriyor yoksa bizi ayrıştırıyor mu?
Yandın sen!
İslamofobi İslamofobi artık kişiliğimizin bir
parçası. Arap ve Müslüman gibi kelimeler korkutucu kelimeler olarak
algılanıyor. Eğer kelimeler dahi korkutucuysa sinema ve televizyondaki izlediğimiz
görüntüler ne olacak?
Irak'la savaş halindeyiz. Savaşa 2003 yılında
girdik; ancak bu giriş, 100 yılı aşkın süredir Arapları kötülüyor olmamız
sayesinde çok kolay hale gelmedi mi?
Ve
şimdi 11 Eylül olaylarından, 19 Müslüman Arap teröristin yaklaşık 3000 kişinin
ölümüne sebep olduğu bir trajedi olarak bahsediyoruz. Ve "Bunlar çıldırmış
radikaller." demek yerine "Hayır, bu eylemler 1,3 milyar insanın
eylemlerini yansıtıyor." diyoruz. Bu çok tehlikeli. Hıristiyan Ku Klux
Klan üyelerinin eylemlerinin Hıristiyanlığı temsil ettiğini söylemiyoruz, değil
mi?
Oklahoma City saldırısına bakalım.
Timothy McVeigh, düzgün,
İrlandalı Katolik bir genç. Bütün İrlandalı Katolikler teröristtir diyor muyuz?
Hiç
kimse McVeigh'in dini inançlarını, hangi kiliseye gittiğini ya da etnik
kökenini bilmiyordu. Bunun konuyla hiç ilgisi yoktu. Ama tabii, Arap kökenli ya
da Müslüman bir Amerikalı olsaydı o zaman konuyla ilgisi olurdu. Hatırlarsanız,
saldırının haberleri çıktığında, muhabirler, politikacılar, hemen herkes hiçbir
kanıtları olmadan çıkarımlar yaptılar. ABD hükümet kaynakları, CBS'e olayın
Orta Doğu terörizmi imzası taşıdığını belirttiler. Oklahoma City saldırısı
bilindik izler taşıyor gibi görünüyor. Bu olay en fazla sayıda kayba yol açmak
niyetiyle yapılmıştır. Bu da Orta Doğu'yu işaret ediyor. Bombanın çok güçlü
olması soruşturmacıları, Orta Doğu kökenli benzerlerini dikkate almaya itti.
ABC News,
FBI'ın soruşturmaya yardımcı olmaları için ordudan 10 Arapça konuşan kişi talep
ettiğini öğrendi. Tek
tipleştirme o kadar yayılmıştı ki artık insanlar bunu göremiyordu ve bunun tek
sebebi bu görüntülerle büyümüş olmamız. Televizyona bir bakın.
Artık, oralardaki Arap teröristlere ek
olarak buradaki Arap-Amerikalıların da terörist olduğunu söyleyen dizilerimiz
var. Showtime'da yayınlanan "Sleeper Cell"e bakalım. Dizide, kötü
İslamcı bir örgüt ağının Amerikan sokaklarında çalıştığı anlatılıyor. Herhangi
evsiz bir insan bu örgütün bir parçası olabilir. Batılı görünüşlü Araplar bile
bu Amerikan karşıtı komplonun bir parçası. Amerika ile savaş halindeyiz. Nokta.
Ve bu savaşı yeteri sayıda Amerikalıyı korku, güvensizlik ve terör salmak
yoluyla ikna ederek kazanacağız. Ve bu dersi vermenin en iyi yolu onlara
yaşadıkları, çalıştıkları ve oynadıkları yerlerde saldırmak. Bu paranoya çok
daha kuvvetleniyor.
Bir dakikanızı ayırın ve en dindar kanallarımız arasında bir
dolaşın.
İslam, yılda 15 milyon
artan 2 milyar insanın bağlı olduğu bir
din. Dünyadaki hemen hemen tüm büyük terörist şebekeler İslamcı radikaller
tarafından yönetilir. İslam, gördüğümüz üzere tüm gayrimüslimleri boyunduruk
altına almayı öğreten bir din. İslam, teröristlere cenneti vaat ediyor ve en
aşağılık eylemleri Allah'ın gözünde bir güzellik timsali haline getiriyor.
Masum Araplar öldürüldüğünde, bombalandıklarında, sakatlanıp yaralandıklarında,
Abu Ghraib gibi yerlerde işkenceye uğradıklarında hiç bir merhamet hissetmemize
gerçekten şaşırıyor musunuz?
Ya da daha kötüsü,
önemsememize?
Bunun Skull and Bones kabul töreninden farkı
kalmadı bu yüzden insanların hayatlarını karartacağız ve askeri gücümüze köstek
olacağız. Hiç duygusal rahatlama diye bir şey duydunuz mu?
Hiç
biraz stres atma ihtiyacı diye bir şey duydunuz mu?
Bir
çeşit eşek şakası, dalga geçerek taciz etme olarak düşünün. Onları hiç
umursamıyoruz. O masum sivilleri, El Kaide ve Saddam destekçileriyle bir
tutmaya ve onların bizim ilgi ve anlayışımızı hak etmediğini düşünmeye
şartlanmışız ve bu çok tehlikeli.
FBI'a
göre, Amerika'da Müslümanları veya Orta Doğu'lu gibi görünenleri hedef alan
suçlarda 11 Eylül sonrasında artış yaşandı.
11 Eylül'den beri, eğer Arap ya da Müslüman
bir Amerikalıysanız havaalanlarına gittiğinizde otomatik olarak
fişleniyorsunuz. Binlerce Müslüman Amerikalı toplanıp işlem yapılmaksızın
gözaltına alındı. Pek çok insan, özellikle de göçmenler, işlerini kaybetti.
Adını vermek istemeyen bu üniversite öğrencisi, yakın zamanda polisle yaptığı
görüşmenin kendisini suçlu gibi hissettirdiğini belirtti. Çok korkmuştum,
heyecanlı ve gergindim. Ve bir an önce her şey bitsin istedim. O, sorguya
çekilen, çoğunluğu Arap kökenli binlerce insandan sadece biriydi. Yani havada
nefret suçları, fişlemeler ve gözaltılardan oluşan bir bulut var. Bence, bu da
sinemanın gücünü gösteriyor. Gerçeklere rağmen doğruluğunu bildiğimiz verilere
rağmen yine de kurguyu kucaklıyoruz. Bu kurgu hala kişiliğimizin bir parçası.
Kalıplaşmış yargıların kaybolması çok uzun zamanlar alır. Ve pek çoğumuz bu
önyargılarımızdan memnunuz. Bunu değiştirmek istemiyoruz. Bu yüze hep
alışageldik. Gerçekçi Olmak Arapları
düşündüğümüz zaman ne görüyoruz?
Aklımıza nasıl görüntüler geliyor?
Gerçek insanlar mı görüyoruz?
Kültürel ve coğrafik farklara rağmen bizlerle hemen hemen aynı
şeyleri yapan insanlar mı görüyoruz?
Arap kadınını düşündüğümüzde, aklımıza hangi görüntü geliyor?
Gülüp oynayan ve çocuklarını çok seven kadınlar mı?
Dışarıda olduğu gibi evin içinde çalışan kadınlar mı?
Pek çok Arap ülkesinde üniversite öğrencilerinin çoğunluğunun
kadın olduğunu bilmek sizi şaşırtır mıydı?
Arap erkeklerinin basınımızdaki imajı nedir?
Ailelerini geçindiren sevgi dolu babalar mı görürüz?
Peki ya Arap gençleri?
Onları da
dünyanın herhangi bir yerindeki gençler gibi mi görürüz?
Bir de
Arap dünyasında din konusu var. Dini oradaki her şeyi çevreleyen ve baskılayan
bir şey olarak mı görürüz?
Din,
tıpkı ABD'de olduğu gibi, Arap dünyasında da büyük rol oynadığı halde; pek çok
Arap ülkesinin laik olduğunu biliyor muyuz?
Arapları
ve dini düşündüğümüz zaman Hıristiyanlık aklımıza geliyor mu?
Bölgede,
yüzyıllardır Müslümanlarla uyum içinde yaşayan 20 milyondan fazla Hıristiyan
olduğunu hiç hatırlıyor muyuz?
Haklarını vermek lazım ki, bazı yapımcılar
Arapları ve Arap Amerikalıları tüm yönleriyle göstermişlerdir. Kalıplaşmış bir
yargıyı kırmanın en iyi yolu da kahkaha ve komedidir. Bunu yapan komedyenler
var ve bunu tarih boyunca hep yaptılar. Siyahî komedyenler, Yahudi
komedyenler Şimdi de Arap komedyenler görüyoruz
ki bu, gerginliği azaltmanın yollarından biri. Aynen başıma geldi:
Tezgâhtaki
adam kredi kartımı aldı ve Allah yazısını gördü. Bana tuhaf bir bakış attı ve
"Arkadaşım, nasıl bir isim bu böyle?" dedi. "Arapça bir
isim." dedim. Adam "Ne anlama geliyor?" diye sordu. Ben de dedim
"Barışçıl, dost canlısı Arap anlamına geliyor desem? " Ama herif pek
memnun olmadı ve "Ailen hangi Arap ülkesinden?" diye sordu. Ben de
barışçıl ve sevebileceği bir ülke düşünmeye çalıştım ve "Biz Alaaddin
nereliyse o ülkedeniz." dedim.
Hakkını verelim ki, Michael Moore'un
Fahrenheit 9/11 belgeselinin DVD'sinde çok komik bir sahne vardı.
İsmim,
gerçekten Ahmet Ahmet ve ben hiçbir uçağa binemiyorum. Siz beyazların işi çok
kolay. Uçuşunuzdan 1- 2 saat önce havalimanına gidebiliyorsunuz. Bana 1,5 ay
gerekiyor. Güvenlik kontrolü de öyle kötüleşti ki artık G-string giyip
gidiyorum ve "Nasıl gidiyor beyler?" falan diyorum. Benim
canlandırdığım karakter, 4 numaralı teröristti. 1 değil, 2 değil, 4. O noktada,
komedi kariyerimde zaten iyi durumdaydım o yüzden çok ciddiye almadım ve
repliklerimi çok abartılı okudum. "Saddam, itaat edeceksin yoksa seni
Allah adına öldürürüm!" falan yaptım. Yönetmen çılgına döndü ve "Ahmet,
bu müthişti." falan dedi. Bir kez daha yapalım ama bu sefer daha
böyle Anladın değil mi? hani Arap gibi Hani sizin insanınız böyle daha Sinirli olduğumuzu söylemeye çalışıyordu. Ben
de "Tamam anladım, sinirli." dedim. Öyle mi istiyorsun?
Evet, evet. Ben de bir kez daha yaptım ve
ertesi sabah beni filmde kullanmak istediklerine dair telefon geldi. Ben de
telefonda gülmeye başladım çünkü ben rolle dalga geçiyordum. Gerçek gibi olmaya
çalışmıyordum ama istedikleri şey buydu.
Ve bir kez olsun, Arapları ve Müslümanları insanlaştırmaya
onları da diğer insanlar gibi görmeye başlarsak Ne daha iyi, ne daha kötü. İşte
o zaman bu yargılar gitgide azalır. Mesela "Kusursuz Cinayet"
filminde Arap Amerikalı dedektifin kadın kahramanımıza arkadaşça davrandığını
görüyoruz. Allah oğlunuzun yar ve yardımcısı olsun. Sizin de. Benim de
danışmanlığını yaptığım "Üç Kral" filmine bakalım. Olaylar 1991
yılında Körfez Savaşı'nda geçmektedir. Film, Iraklıları tüm yönleriyle
göstermesi ve Saddam Hüseyin'in öldürmeye çalıştığı düzgün Iraklılara odaklanması
bakımından dikkate değerdir. Kızın nasıl?
Şimdilik güvende. Çok güzel. Harika. Sana
nasıl yardımcı olabiliriz?
Bu
filmde karşılıklı saygı vardır ve ayrıca Saddam'a sadık olan Iraklılar da
vardır. Bu allanıp pullanmış bir film değil. Oldukça gerçekçi ve benim fikrime
göre oldukça başarılı bir film. Haçlı seferlerini işleyen "Cennetin
Krallığı" filmi de, Amerika'da değil ama okyanus ötesinde oldukça büyük
başarı yakalamıştır. Filmin Beyrut'taki gösteriminde özellikle en sonda, Selahattin,
Müslüman ve Hıristiyanların barış içinde yaşadığı Kudüs'ü ele geçirince bir
kiliseye girer ve yerde bir simge durmaktadır. Selahattin simgeyi görür,
saygıyla yerden kaldırır ve mihraba geri koyar. Beyrut'taki seyirci bu sahneyi
görünce ayağa kalkmış ve alkışlamıştır. Burada Hıristiyanlar kadar
Müslümanların da bir Müslüman'ın dine dair bir hoşgörü göstermesini
alkışlamasından bahsediyoruz.
Arap seyircisinin, onları saygı değer,
dürüst ve adil olarak gösterecek Amerikan filmlerini görmeye ihtiyacı var. George
Clooney'nin "Syriana" filminden
sonra ise belki de Hollywood dinliyordur diye umdum.
Filmde yağ çekmeyen ama oldukça dürüst bazı
Arap tasvirleri vardır ama ayrıca bir Arap prensi filmdeki en nahoş insanlardan
biridir. Britanya da eğitim görmüş olan prens, ülkesine demokrasi getirmek
ister ve fikirleri kendisinin ve ailesinin öldürülmesine sebep olur. Bir meclis
kurmak istiyorum. Kadınlara seçme hakkı vermek istiyorum. Bağımsız bir yargı
istiyorum. Orta Doğuda petrol ticaretini başlatmak istiyorum. Tüm enerji
üretimimizi ihaleye açacağım. Sizin de önerdiğiniz gibi, İran'dan Avrupa'ya
uzanan bir boru hattı açacağım. Çin'e ihracat yapacağım. Ülkemizi yeniden inşa
etmek için kullanacağım bir kar elde etmeye ve verimliliği arttırmaya yarayacak
her şeyi yapacağım. Harika. Zaten yapmanız gereken de bu. Kesinlikle. Lakin
başkanınız babamı arıyor ve "Teksas, Kansas, Washington
eyaletlerimizde işsizlik var." diyor. Bir telefon görüşmesinden sonra, biz
kendi sosyal programlarımızın bütçesinden çalıp fazlasıyla pahalı uçaklarınızı
almaya başlıyoruz.
Böyle bir insancıllık ve saygının bir diğer
örneğini ise "Hideous Kinky"de görebiliriz. Film Kate Winslet'ın
oynadığı bir kadın ve 2 kızının Fas'taki hikâyesini anlatır. Winslet'in Faslı
sevgilisiyle olan ilişkisi çok güzel ve sevgi doludur. Ve İngiltere'ye, evine
dönmek için parası yetmeyince çok ağır fedakârlıklar yapmak zorunda kalır.
Filmin sonunda şefkat dolu, duygusal bir sahne yer alır. Faslı adam, hoş çakal
diyebilmek için kadın ve çocukların trenini yakalar. Burada, aralarındaki
sıcaklığı ve sevgiyi görürüz. Bilal! Ve böylesi bir insancıllık hiçbir filmde,
Hany Abu-Assad'ın yazıp yönettiği "Vaat Edilen Cennet"de olduğu kadar
açık değildir. İki Filistinli arkadaş Tel Aviv'de bir intihar saldırısı
yapmak için işe alınır. İlk başta, bu kutsal görevi kabul ederler ancak İsrail
sınırında müdahaleye uğrar ve üstlerinden ayrı düşerler. Sonra, genç bir kadın
planlarını fark eder ve onları eylemlerini sorgulamaya zorlar. Bunu neden
yapıyorsunuz?
Eşit
olarak yaşayamıyorsak en azından eşit olarak ölürüz. Eğer eşitlik adına ölüp
öldürebiliyorsan, hayatta eşit olmanın bir yolunu da bulabilirsin. Nasıl?
İnsan hakları örgütleriyle mi?
Evet, mesela! O zaman en azından İsraillilerin
öldürmek için mazereti kalmaz. Bu kadar saf olma. Mücadele olmadan özgürlük
olamaz. Adaletsizlik olduğu sürece birileri fedakarlık yapmak zorunda! Bu
fedakarlık değil, bu intikam! Eğer sen de öldürürsen, kurbanla işgalci arasında
ne fark kalır?
Bu
üç Filistinli de birbirinden farklıdır. Öylesine, çıldırmış teröristler
değillerdir. Ve özgürlük savaşçısı falan da değillerdir. Tüm hataları, başarıları,
idealleri ve acılarıyla insandırlar. Bana bak! Cevap ver bana!
-Niye geldin?
Neden burdasın?
Senle olabilmek için. Hadi geri dönelim! Suha
haklı. Bu şekilde kazanamayız! Biz yapmamız gerekeni yapacağız. Gerisine Allah
karar verecek. Allah "Önce düşünün." der. Biz hem öldük hem öldürdük.
Hiçbir şey değişmedi. Bizim ölümümüz değil ama direnişin devam etmesi bir
şeyleri değiştirecek. Başka seçeneğim yok. Ya hiçbir şey değişmezse?
Cevap ver bana! Ben iyimserim ve geleceğe
özellikle de genç yapımcılara güveniyorum. Bu tek tip yargılar değişecek.
Değişecek çünkü sektöre yeni giren genç insanlar bu büyük adaletsizliği görecek
ve bunu düzeltmek için uğraşacaklar. Bunun olması ise artık an meselesi. Ama
olacak. Zencilere, Amerikan yerlilerine, Yahudilere ve diğer gruplara olan
önyargımızı kırmayı başarabildik. Niçin Araplara ve Müslümanlara olan
önyargımızı da kıramıyoruz?
Sessiz
kalmamak çok önemli. Bence, birilerinin böylesine kötülendiğini gördüğümüz her
an, bir şeyler söylemeliyiz. Yapımcı olalım ya da olmayalım Ayağa kalkmalı ve
"Bir
milleti kötülemek etik ve ahlaki açıdan yanlıştır."
demeliyiz.
NOTLAR
1) "Arabland": Belgeselde
anlatıcı, Holywood filmlerinde klişelerle doldurulup oryantal bir bakış
açısıyla kurgulanan, hayali "Arabland" isimli bir yer tanımlıyor. Bu
kelime çeviride "Arabistan" olarak kullanılmıştır. Suudi Arabistan ya
da başka gerçek bir ülke anlamında kullanılmamaktadır.
2) Skull & Bones: Yale Üniversitesi'nde
Society of Skull and Bones ismi ile kurulan, gizli yapısı ile üye profilinin
yüksek seviyesi sebebiyle yıllardan beri sayısız komplo teorisine karıştırılmış
olan öğrenci topluluğu. Bu topluluğa kabul edilecek öğrencilerin çok ciddi ve
fiziksel testlerden geçirilip, eşek şakasının da ötesinde eziyetler edildiği
söylenmektedir. Belgeselde bu özellğine vurgu yapılmıştır.
http://tr.wikipedia.org/wiki/Skull_and_Bones
3) Belgeselde ismi geçen film ve dizilerin
mümkün olduğunca Türkçe isimleri kullanılmış, orijinal Türkçe çevirisi
bulunamayan filmler İngilizce ismiyle bırakılmıştır.
4) Belgeselde, Arapları kötülediği iddia
edilen filmler şunlardır:
The Black Stallion (1979)
The Black Stallion Returns (1984)
Protocol (1984)
Back to the Future (1985)
The Delta Force (1986)
Iron Eagle (1986)
Ishtar (1987)
The Taking of Flight 847 (1988)
Terror in Beverly Hills (1988)
The Bonfire of the Vanities (1990)
Navy SEALs (1990)
Killing Streets (1991)
Chain of Command (1993)
Bloodfist VI: Ground Zero (1994)
True Lies (1994)
Operation Condor (1997)
Freedom Strike (1998)
Rules of Engagement (2000)
Arapların insani yönününü tarafsızca
gösterdiği söylenen filmler ise şunlardır:
The 13th Warrior
Robin Hood: Prince of Thieves
Three Kings
Kingdom of Heaven
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar