Print Friendly and PDF

LOKMAN HEKİM aleyhisselâmın OĞLUNA NASİHATİ

Bunlarada Bakarsınız

 

 


Yazan:

Osman ÖZTÜRK

İstanbul Merkez Vaizi

BİSMİLLÂHİRRAHMÂNİRRAHIYM

Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur. Ey yüce Allahım! Yalnız sana ibadet eder ve ancak senden yardım dilerim. Salât ve selâm âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed Sallallahü Aleyhi Vesellem'e ve diğer Enbiyâ'ya, ehli beytine, ashabına ve Allah'ın salih kulları üzerine olsun.

"LOKMAN HEKİMİN OĞLUNA NASİHATİ" adı verilen bu risâlede Hz. Lokman Hekîm'in hakîkî hayatı, oğluna nasîhatları, hoş ve hikmetli sözleri ve ibretli hikâyeleri yer almıştır. Başka başka eserlerin sahifelerinde mevcut olan muhtelif bilgiler, bu kitapta toplanmış ve ay­rıca kaynakları da gösterilmiştir.

Hz. Lokman Aleyhisselâm, uzun bir hayata sahip olanlardan bulunduğu gibi, onun nasîhat ve hikmetleri de asırlar boyu canlılığını muhafaza ederek devam edegelmiştir.

Kitabın, okuyan her ferde hitap edeceğine inanıyo­rum. İlim âşıklarına tavsiyemiz şudur: Hz. Lokman Hekim'i okumaktan zevk alasınız. Her bir öğüdünü, baba nasihati bilesiniz. Pek hoş ve güzel öğütlerinden faydalanasınız: Vücudun gıdası, yiyecek ve içecek; ruhun gıdası ise, ilim ve hikmettir...

İslâm'ın ana kaynağı Kur'an-ı Kerîmidir. Yüce Allah (c.c.), otuzdört âyetli otuzbirinci sûreyi Hz. Lokman Hekîm'in şahsına tahsis buyurmuş ve bu sûrede oğluna, onun şahsında insanlığa vermiş olduğu ölmez öğütlerini beyan eylemiştir. Allah'ın izniyle Kur'an-ı Kerîm devam ettiği müddetçe, Lokman Hekîm’in hikmetlerinin de devam edeceğinde asla şüphe yoktur. Lokman Sûresi, Lokman Aleyhisselâm’ın başarılarının aynı zamanda gü­ven belgesidir.

"Ayıp örtmek, ayıp aramaktan iyidir". Hatâlarıma vâkıf olanların, şahsımı îkaz ile affetmelerini ümid ede­rim. Hatâ ve kusur bizden, tevfîk ve hidâyet Allahü Teâlâ'dandır.

26 Receb 1412 Hicrî

31 Ocak 1992 Mîlâdî

Osman ÖZTÜRK

İst. Merkez Vaizi

A)      KUR’AN-I KERİM DE
LOKMAN ALEYHİSSELÂM

Kur'an-ı Kerîm'e göre bütün peygamberlere îman et­mek, Allah'a, meleklerine ve kitaplarına îmandan sonra müslümanlıkta dördüncü îman esasını teşkil etmektedir/1

Kur'an'da peygamber anlamına gelen NEBİ, 161 ve RESÛL, 513 âyet-i celilede geçmişlerdir/2

Peygamberlik, Cenâb-ı Hakk’ın vergisi olup kulların­dan nübüvvet ve risâlete kimlerin lâyık olduğunu yüce Al­lah dilemiş ve seçmiştir/3

Peygamberler, Hakk Teâlâ’nın insanlara en büyük rah­metidir. Çünkü yüce Allah'a kabul edeceği şekilde îman etmenin yolunu insanlara bildiren ancak peygamberlerdir.

Allahü Teâlâ, peygambere îmanı kendisine îman ka­bul etmiş; peygamberlere îman etmeyen kimse, Allah'a da îman etmemiş olur. Hattâ peygamberlerden yalnız birine inanmamak, hepsini inkâr etmek gibidir ki, -Allah ko­rusun-insanı îmandan mahrum bırakır/4’ Hakk Teâlâ’nın peygamberleri arasından hiçbirini ayırmaksızın hepsine inanmak, Kur'an'ın kesin hükmüdür/5

(1)   Bakara: 2/285, Nisa: 4/136,

(2)   Mu'cemül Müfehres, s. 314, 686,

(3)   Bakara: 2/151 kA'raf: 7/59, İsra: 17/55, Fetih: 48/28, Sâf: 61/9,

(4)   Bakara: 177, Âl-i îmran: 31-33, Nisa: 80, Ahzab: 66. Muhammed: 33, Fetih: 13,

(5)   Bakara: 136, 285, Âl-i îmran: 84, Nisa: 152,

İlk peygamber Hz. Âdem, son Resûl de Hz. Muham­med (Aleyhimesselâm)'dır. Bu ikisi arasında pek çok pey­gamber gelip geçmiştir. Ne kadar peygamber gelmiş ise hepsinin hak ve doğra olduklarına kısaca, isimleri Kur'an-ı Kerîm'de beyan edilmiş olanlara da etraflıca îman etmek vâcib (ve hattâ farzdır diyenler var)dır.e)

Kur'an-ı Kerîm'de mübarek isimleri bildirilen pey­gamberler -azdan çoğa doğraşu zâtlardır:

Uzeyr (1), Zülkifl (2), Elyesa'(2), İlyas (2), LOK­MAN (2), İdris (2), Zülkarneyn (3), Muhammed S.A.V. (4), Yunus (4), Eyyub (4), Yahya (5), Zekeriyya (7), Hud (10), Şuayb (11), İsmail (12), Davud (16), Ya'kub (16), Süleyman (17), İshak (17), Haran (20), İsâ (25), Âdem (25), Yusuf (27), Lut (27), Nuh (43), Salih (44), İbrahim (69) ve Musa (136) Aleyhisselâınlar'dır/6?

İsimleri Kur'an-ı Kerîm'de sarahaten zikredilmiş ol­duğu halde Uzeyr, LOKMAN ve Zülkarneyn Aleyhisselâmlar haklarında "Nebî midir, Velî midir?" tar­tışması yapılması sebebiyle konumuz olan Hz. Lokman Aleyhisselâm’ın Enbiyâ'dan bulunduğuna dair deliller, maddeler halinde hulâsa edilmiştir:

1.  Lokman Aleyhisselâm, Kur'an-ı Kerîm'de ismi anı­lan ve kıssası anlatılan peygamberlerdendir.

2.  Otuzbirinci Lokman Sûresi, "LOKMAN" adına tahsis edilmiştir.

3.  Kendilerine müstakil birer sûre tahsis edilen yedi ENBİYÂ'dan beşincisi Lokman Aleyhisselâm'dır.

(*) Şarih Aynî merhum diyor ki: "Peygamberimiz'in adının Muhammed İbn-i Abdullah olduğunu, Kureyş kabilesinden ve Hâşim ahfâdmdan bulundu­ğunu, Mekke’de doğup orada peygamber olduğunu, sonra Medine'ye hicret et­tiğini bilmek her müslümana farzdır."

(Sahîh-i Buhârî, Tecıîd-i Sarîh Tercemesi: 9/215)

(6)   M. Fuad Abdülbâkî: Mu'cemül Müfehres, s. 1-775,

4.  Namına tahsis edilen LOKMAN SÜRESİ'nde "LOKMAN" ismi 12 veya 13'üncü âyetlerinde iki kere geçmiştir.

5.  Mübarek isimleri Kur'an'da ikişer kere zikredilen beş peygamberden birisi de Lokman Aleyhisselâm'dır.

6.  Lokman Sûresi, 2, 9, 12 ve 27'inci âyetlerinde Lokman Aleyhisselâm'ın "HAKİM (HEKİM)" ve "HİK­MET” sahibi bulunduğu açıklanır.

7.  Lokman Aleyhisselâm'ın NEBİ olduğuna, Lokman Sûresi 15 ve 23'üncü âyetlerinde geçen ve "Nebî" kelime­siyle aynı kökten türeyen "ÜNEBBIÜ" ve "NÜNEBBİÜ" terimleri de delâlet ederler.

8.  Hz. Lokman'ın RESÛL olduğuna, Lokman Sûresi 2, 12, 20 ve 28'inci âyetleri delildirler. (Bunların açıkla­maları LOKMAN HEKİM KİMDİR? bahsinde yapıldı.)

9.  Lokman Aleyhisselâm'ın, "Ya büneyye (Ey yavru­cuğum!)" şefkat dolu hitabiyle Lokman Sûresi 13, 16 ve 17'inci âyetlerinde oğluna nasîhatlar vermesi;

10.  Onun bu güzel nasîhatlarının Allahü Teâlâ tara­fından beğenilmesi ve Kur'an-ı Kerîm'de bahsedilmesi.

11.    Lokman Aleyhisselâm, AZİM SAHİBİ (Şerîatlerinin tebliğ ve tesirinde büyük gayret sarf etmiş, ortaya çıkan güçlüklere ve düşmanlıklara göğüs germiş) RESÛLLER'dendir.

Çünkü oğluna ve onun şahsında bütün insanlığa: "Azmedilmeğe değer işleri emredip de kendisinin onları yapmaması aslâ düşünülemez."(7)

12.  Kur'an-ı Kerîm’deki 114 sûre arasında yer alan Lokman Sûresi’nin sıra numarası (31), Lokman

(7)  Lokman Sûresi: 31/17, Ahzâb 33/7, Ahkâf: 46/35, Hak Dini Kur'an Dili: 6/4364,

Aleyhisselâm’ın RESÛLLER'den olduğunu -matematik olarakisbat eder:

Aşağıdaki sûre sıra sayılarına (11-21-31) dikkat edelim:

    11. Hûd Sûresi'nin sıra sayısıdır,

    21. ENBİYÂ Sûresi'nin sıra sayısıdır,

    31. LOKMAN Sûresi'nin sıra sayısıdır;

Bundan çıkarılan sonuç:

Olay, hangi yönden incelenirse aynı neticeye ulaşılır:

Hz. Hûd, Enbiyâ'dandır: Hz. Lokman da Enbiyadan­dır;

Hz. Lokman, Enbiyâ'dandır: Hz. Hûd da Enbiyâ'darı­dır...

13.   Lokman Sûresi, Rûm ve Secde Sûreleri arasında bir köprü vazifesi gördüğü gibi, isimlerine özel birer sûre tahsis edilen (7) ENBİYA arasında Lokman Aleyhisselâm da Hz. İbrahim ile Hz. Muhammed ( S.A.V.) aralarında köprü vazifesi gören bir KÜBRÂ (büyük) RESÛL'dür/8

14.   Kur'an fihristinde isimleri bildirilen 28 ENBİYÂ'dan birisi de Lokman Aleyhisselâm'dır:

Hâdis kaynaklarına göre Hz. Süleyman'ı takiben 19,

Peygamberler Tarihi'ne göre de 22'nci sırada Lokman Aleyhisselâm'a yer verildiği görülmüştür/9

15.   Kur'an-ı Kerîm'de Lokman Sûresi haricindeki di­ğer sûre ve âyetlerde de Lokman Aleyhisselâm’ın

(8)    Kur'an harfleriyle "köprü" ile "kiibrâ" kelimelerinin yazılışı ve oku­nuşları aynıdır.

(9)    Sahîh-i Buhârî, Tecrîd-i Sarîh Tercemesi: 9/163, 418

M. Asım Koksal: Peygamberler Tarihi, 1/11,

Enbiyâ'dan olduğuna dair deliller bulunur:

a)  En'am Sûresi 74'üncü âyetinden başlayarak 87'nci âyetine kadar kendilerine üstün meziyet ve sıfatlar verilen 18 Enbiyâ zikredilmiştir. Bunlar:

— MÛKINÎN (Yakın îman sahibi): İbrahim Aleyhisselâm, (6/74-81, 83)   >

— MUHSÎNÂN (İyi davrananlar: İshak, Ya'kub, Nuh, Davud, Süleyman, Eyyub, Yusuf, Musa ve Harun Aleyhisselâmlar, (6/84)

— SÂLİHÎN (İyiler): Zekeriyya, Yahya, İsâ ve İlyas Aleyhisselâmlar

— FADDALNA ALEL ÂLEMİN (Kendi zamanla­rında âlemlere üstün kılınanlar): İsmail, Elyesa', Yunus ve Lut Aleyhisselâmlar'dır. (6/86)

En'am Sûresi 82'nci âyetinde yukarıda isim ve sıfatla­rı sayılan bu 18 peygambere ilâveten Lokman Aleyhisselâm'ın da 19'uncu Enbiyâ olarak eklenmiş oldu­ğu sevgili peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in -Abdullah İbn-i Mes'ûd (R.A.)'den rivâyet edilen Buhârî, Müslim ve Tirmizîhadîsleriyle bildirilmiştir?1®

Kur'an-ı Kerîmi anlama işinde bizzat Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'den yapılan nakle dayandırılmasında zarûret var­dır/11)

b)  Kendilerine sûre tahsis edilen YEDİ ENBİYÂ'nın sûre sıra numaralarının incelenmesi de Lokman Aleyhisselâm'ın Enbiyâ'dan bulunduğuna işaret eder:

(10)   Buhârî, îman 23; Enbiyâ 8, 41; Tefsîr, En'am 3; Lokman 1; Müs­lim, îman 197, (124); Tirmizî, Tefsîr, En'am, (3029).

(11)  Prof. Dr. İbrahim Canan: Kütüb-i Sitte, 3/218, Akçağ Yay. ANK. 1988.

Burada dikkat edilirse baştan üç Enbiyâ'nın sûre sayı­ları atlamadan sırasıyla (10-11-12) ... olarak devam edi­yor. Arada 13'üncü "RA'D SÛRESİ" atlanıyor. Daha sonra da 14'üncü İbrahim Sûresi sayılıyor. Böylece bütün dik­katlerimiz 13'üncü sûreye çekiliyor:

13’üncü RA'D SÛRESİ 43'üncü âyetinde Yüce Allah haber verir ki:

— Kâfir olanlar, "Sen Resûl olarak gönderilmiş bir kimse değilsin" derler.

Ayet-i celîlenin asıl metninde:

"Leste mürselen (Sen Resûl değilsin)" (Menfi)

"İnneke lemürselün (Sen Hakk’ın Resûlüsün)” (Müsbet)

Kısaca açıklanan âyet, Ra'da Sûresi’nin bir cüz'üdür...

Ra'd Sûresi’nin bir cüz'ü olan âyetin hükmü, müsbete çevrilebildiği gibi -rakamları da dahil olmak üzeresûrenin küllisini, menfîden-müsbete (olumsuzdan-olumluya) çevirebileceğimize konumuz olan âyette işaret edil­mektedir:

— 10

Menfî olarak Ra'd Sûresi'nin sûre ve âyet numaraları: 13 ve 43,

Bunların her ikisinin müsbete çevrilmiş sayıları: 31 ve 34'tür.

Kur'an-ı Kerîm'de 31 sıra nolu sûre: Lokman Sûresi’dir;

34 âyetli sûre de yine Kur'an'da: Lokman Sûresi’dir.

Bundan çıkarılan sonuç: Kâfirlerin, "Sen Hak Resûl değilsin" diye hakkında menfî beyanda bulundukları HAK RESÛL, LOKMAN ALEYHİSSELÂM’dır *

c)  Lokman Aleyhisselâm’ın kendisine kitap verilen RESÛLLER’den birisi olduğuna Rum Sûresi 47’nci âyetiyle de işaret edilmiştir:

"Andolsun ki, Biz Senden önce kendi kavimlerine ni­ce RESÛLLER gönderdik de, onlara açık deliller getirdi­ler..." (30/47)

Ayet-i celilenin meâlinde geçen:

"Biz" zamiri ile "Allahü Teâlâ" kastedilir. Bunda hiç­bir şüphe ve tereddüt yoktur. Çünkü bütün peygamberleri seçen ve gönderen yalnız yüce Allah’dır.*

"Sen" kelimesiyle de işaret edilen, Kur’an kendisine gönderilen Hz. Muhammed Sallallahü Aleyhi Vesellem’dir.

"Sen'den evvel RESÛLLER gönderdik" hükmü içeri­sine bütün peygamberler girmekle beraber Lokman Aleyhisselâm da buna dahildir. Çünkü:

(*) Müsbet ve menfî'ye ikinci bir misâl:

Lokman Aleyhisselâm’ın oğluna nasihat ederken:

— "Yavrum! Emr-i bilma'rûfu (iyiliği) emret, (Müsbet) Nehy-i anil münkeri (kötülüğü) yasakla...” (Menfî) demesidir. (Lokman: 31/17)

11

Sûre sıra numarası (30) ile âyet numarası (47) sayıla­rı arasında Kur'an'da (31) sıra nolu sûre kendisine tahsis buyurulan RESUL, arandığı takdirde bulunabilecektir; O da Lokman Aleyhisselâm'dır,

16.  Kur’an-ı Kerîm'den sonra İslâm'ın ikinci temel kaynağını teşkil eden Hadîs-i Şeriflerde de Lokman Aleyhisselâm hakkında malûmat verildiği görülmektedir. Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (salla'llâhü aleyhi ve sellem), ashâb-ı Kirâmı'na Lokman Hekîm'in sûret ve sîretine, memleketi­ne, kılık kıyafetine, oğluna verdiği öğütlerine, hikmet ve vecîzelerine dâir önemine binaen kıymetli bilgiler vermiş­lerdir. Tarafımızdan 60'ın üzerinde Hadîs-i şerif der­lenmiştir.

Esasen Kur'an-ı Kerîm'de bu konuya da geniş yer ve­rilmiş ve "Hadîs" kelimesi, Nisâ (4/140) ile Gâşiye (88/1) Sûreleri arasındaki 18 sûrede geçmiştir. "Hadîs" teriminin içinde geçtiği sûrelerden 6'ncısı Lokman (Aleyhisselâm) Sûresi'dir. (31/6)

Enbiyâ sözlerine "Hadîs" denilmesi ve "Hadîs"in Lokman sûresi'nde zikredilmesiyle Lokman Aleyhisselâm'ın da RESÛLLER'den bulunduğu böylece sarîh olarak anlaşılmaktadır.

17.  Kehf Sûresi 83, 86 ve 994'üncü âyetlerinde üç ke­re adı geçen Hz. Zülkarneyn ile Lokman Hekim arasında âyetlerin manâları sebebiyle kurulan yakın alâka da her ikisinin peygamber olduklarının delilidir:

Âyetlerin yüce meâlleri:

"De ki: Rabbimin sözleri için derya mürekkep olsa ve bir o kadar da ilâve getirsek dahi, Rabbimin sözleri bitme­den önce deniz tükenir." (Kehf: 16/109)

"Şayet yeryüzündeki ağaçlar kalem, deniz de mürek­kep olsa ve hattâ buna yedi deniz daha eklense, yine Al-

— 12

lah’ın sözleri yazmakla tükenmez. Şüphe yok ki Allah mutlak gâlip ve hikmet sahibidir." (Lokman: 31127)

Her iki âyette de manâ aynıdır: Allah'ın ilim ve hik­metinin sonsuz ve sınırsız; denizlerin ise, çokluğuna rağ­men sonlu ve sınırlı olduğu bildirilmektedir.

Aralarındaki fark ise Zülkernayn'den bahsederken kıssada "bir misli", Lokman Hekîm'de ise "seb'at-ü ebhur ? (yedi deniz veya yedi misli)dir.

Yahûdiler veya müşriklerin Hz. Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'e, Zülkarneyn hakkında soru sormaları nedeniyle Resûlüllah Sallallahü Aleyhi Vesellem, "O'ndan ümmetle­rine bir hatıra okuyacağını bildirmiş ve bu sûrenin 83 ilâ HO'uncu âyetleri arasında yer alan 27 âyet-i cehle ile Zülkameyn'e dair oldukça geniş malûmat verilmiştir/12

Zülkarneyn Aleyhisselâm’ın ismi, soyu ve peygamber olup olmadığı hakkında birçok ve çelişkili rivayetler bu­lunmakta ise de:

"Hem Nebî idi, hem Resûl idi" diyenler olduğu gi­bi03’,

"Hayır! O, Resûl olmayan bir Nebî idi.

Resûl olmayan bir Nebî oluşu, inşaallah Sahîh'dir!" diyenler de vardır/14

Kanaatımıza göre Zülkarneyn kıssasının anlatıldığı Kehf Sûresi 106’ıncı âyeti: "Zülkarneyn, hem Nebî idi, hem Resûl idi" diyenleri te'yîd etmektedir:

"İşte, inkâr ettikleri, âyetlerimi ve RESÛLLER'imi alaya aldıkları için onların cezası cehennemdir." (18/106)

(12)   Kur'an-ı Kerîm ve Türkçe Açıklamalı Tercümesi, s. 301,

(13)   M. Asım Koksal: Peygamberler Tarihi, 2/285,

(14)   Sâlebî: Arais, s. 361,

13 —

Âyetin orijinal metninde "RUSÜLÎ" terimi geçiyor. "RUSÜL" kelimesi, ”RESÛL"ün~ çoğulu olup "RESÛLLER" anlamına gelir. "RUSÜLÛ"nin manâsı ise, "BENİM RESÛLLERİM" demektir. Bu sözü söyleyen, yüce Allah'tır. Ve bu âyet "ZÜLKARNEYN" bahsinde geçmiş olmasına nazaran, Zülkameyn Aleyhisselâm da en başta olmak üzere bütün peygamberleri içine aldığı görül­mektedir.

"KUR'AN'DA PEYGAMBERLER VE PEYGAM­BERİMİZ" isimli eserde Uzeyr, Lokman ve Zülkarneyn'den hiç bahsedilmemiş olması ne kadar çok düşündü­rücüdür!11®

Hâlbuki Cenâb-ı Hak, Kur'an'da Kehf Sûresinde 27 âyet ile Zülkarneyn'e dair bilgi vermiş; Lokman'ın şahsına ise 34 âyetli Lokman Sûresi'ni tahsis buyurmuştur.

18.  Lokman Sûresi'nde geçtiği tefsir kitaplarında açıklanan 34 âyet ve 548 kelimeden herbiri, Lokman Aleyhisselâm'ın peygamber olduğuna işaret ederler/1®

Yukarıda âyet-i çelil eden misâller verilmişti. Kelime­lerden de "Muhsinîn (Muhsin), Hamîd, kardel, sakrat, sabbâr, şekûr ve edrî (tedrî-tedry) terimlerini veriyoruz:

a)  MUHSİNÎN:

"Muhsinîn" kelimesi, Lokman Sûresi'nin üçüncü âyetinde geçmiştir. Kur'an'da 33 âyette "Muhsinîn", Nahl Sûresi 128'inci âyetinde "muhsinûn" şeklinde bir kere geç­miş olup her ikisinin toplamı 34 eder.

"Muhsinîn" teriminin içinde geçtiği sûre isimlerinden Enbiyâ'ya ait olanlar: Hud, Yusuf ve LOKMAN

(15)   Afif Abdullah Tabbara: Kur'an’da Peygamberler ve Peygamberi­miz, Mütercimler: Ali Rıza Temel-Yahya Alkm, Yaylacık Matbaası, İstanbul1982.

(16)  Mecmûatu t Tefâsîr: 5/55, Hak Dini Kur'an Dili: 6/3836.

— 14

(Aleyhimüsselâm)'dır. "Muhsinîn", çoğuldur; tekili ise "MUHSİN"dir.

MUHSİN:

"Muhsin", Kur'an'da Bakara (2/112), Nisâ (4/125), LOKMAN (31/22) ve Sâffât (37/113) Sûrelerinde dört âyette geçer. Bu dört sûreden Enbiyâ ismi olan tek sûre: Lokman (Aleyhisselâm) Sûresi'dir.

Yüce Allah, En'am Sûresi 84'üncü âyetinde: İshak, Ya'kub, Nuh, Davud, Süleyman, Eyyub, Yusuf, Musa ve Harun'u sayarak iş bu dokuz Enbiyâ hakkında "Ve kezâlike neczil muhsinîn (İşte biz iyilik yapanları böylece mükâfatlandırırız)" buyurdu.

Lokman Hekîm'in de böyle "Muhsinîn" ve "Muh­sin'lerden bulunduğuna, Lokman Sûresi'nin 3 ve 22'nci âyetleri şahitlik ediyorlar.

b)   H A M î D :

"Hamîd" kelimesi Kur'an'da 13 sûrede (16 âyette) geçmiştir.

"Hamîd"in içinde geçmiş olduğu sûre isimlerinden Enbiyâ adı olanlar: Hud, İbrahim ve LOKMAN Aleyhisselâmlar'dır.(17)

"Hamîd"in İbrahim, Hac ve Lokman Sûrelerinde iki­şer kere geçmesi İbrahim Aleyhisselâm ile Lokman Aleyhisselâm arasındaki yakın alâkayı göstermektedir.(l8)

c)   KARDEL:

"Kardel", Kur'an-ı Kerîm'de iki sûrede geçmiştir:

(17)   Mu'cemül Müfehres, s. 218, Hud: 11/73, İbrahim: 14/1, Lokman 31/12, 26.

(18)   İbrahim: 14/1, 8, Hac: 22/24, 64, Lokman: 31/12, 26.

15 —

    21 sıra nolu Enbiyâ Sûresi, 47'nci âyetinde;

    31 sıra nolu Lokman Sûresi, 16'ncı âyetindedir.

Görüldüğü üzere "Kardel" kelimesi, "ENBİYÂ" ve "LOKMAN" Sûrelerinde geçtiğine göre bu, Lokman Aleyhisselâm’ın Enbiyâ'dan olduğuna açık olarak işaret et­miyor mu? Lokman Hekîm'in Enbiyâ'dan bulunduğuna bundan başka hiçbir delil olmasaydı, bu da yeterli olmaz mıydı?

Bir de bu iki âyeti, rakamları bakımından karşılaştıra­lım:

— Enbiyâ Sûresi'nin âyet rakamı:                      47,

— Lokman Sûresi'nin âyet rakamı:                     16,

Her iki âyetin rakam farkları:                             31 'dir.

Kur'an-ı Kerîm'de:

31 sıra nolu sûre: Lokman Aleyhisselâm;

47 sıra nolu sûre:: Muhammed (Aleyhisselâm) Sûreleri'dir.

d)   SAKRAT:

"Sakrat" kelimesi, Kur'an'da Kehf (18/63), LOK­MAN (31/16) ve Fecr (89/9) Sûrelerinde geçmiştir.

"Sakrat"m içinde geçtiği bu üç sûrede anlatılan üç kıssa şunlardır:

— Bir Genç ile Hz. Musa Aleyhisselâm,

— Oğlu ile Hz. LOKMAN Aleyhisselâm,

— Semûd kavmi ile Hz. Salih Aleyhisselâm'dır.

Bu üç kıssadan alınacak hisse:

"Sakrat" terimi, Lokman Aleyhisselâm’ın diğer Enbiyâ ile olan bağlantısını göstermektedir...

— 16

e)   SABBÂR:

"Sabbâr", Kur'an'da İbrahim (14/5), LOKMAN (31/31), Sebe' (34/19) ve Şûra (42/23) Sûrelerinde geçmiş­tir/19

"Sabbâr" terimi, "çok sabırlı" manâsına olup dört âyette "şekûr" (çok şükreden)" kelimesiyle beraber "SABBÂR"İN ŞEKÛR" şeklinde geçmiştir.                '

ENBİYÂ SÛRESİ 85’inci âyetinde: "İsmail'i, İdris'i ve Zülkifl'i de (yâdet). Hepsi de sabreden (SÂBİRÎN'den) kimselerdendi." buyuruldu/20

Cenâb-ı Hak tarafından "SABBÂR" sıfatı kendilerine lâyık görülen İbrahim ve Lokman Aleyhisselâmlar’ın;

"Sâbirîn"den olan "İsmail, İdris ve Zülkifl" Aleyhisselâmlar ile karşılaştırıldıkları ve bunlardan üstün olduklarına işaret edildiği görülmektedir.

f)    ŞEKÛR:

"Şekûr", Kur'an'da 10 âyette geçmiştir/21

"Şekûr"un geçtiği sûreler içinde birinci İBRAHİM, İkincide ise LOKMAN Sûreleri yer alır.

Âyetlerde: Musâ (14/5), Nuh (17/3) ve Âl-i Dâvud (Süleyman: 34/12-13) peygamberler geçmişlerdir.

g)   E D R î (T E D R î):

"Edrî" kelimesinin kök harfleri (D-R-Y)'dir.

"Edrî (edry)" ve "tedrî (tedry)" terimleri, aynı kökten

(19)    Mu'cemül Müfehres, s. 401,

(20)    Kur'an-ı Kerîm ve Türkçe Açıklamalı Tercümesi: s. 328,

(21)    İbrahim: 14/5, Lokman: 31/31, Sebe': 34/13, 19, Fâtır: 35/30, 34, İsrâ: 17/3, Şûra: 42/23, 33, Teğâbün: 64/17.

17 —

türeyen ikiz kardeş birer kelime olup dörder âyette geç­mişlerdir:

Edrî: Enbiyâ: 21/109,11, Ahkaf: 49/9, Cin: 72/25.

Tedrî: LOKMAN: 31/34-34, Şûrâ: 42/52, Talak: 65/1.

Kaynaklan incelendiğinde görülüyor ki:

"Edrî"nin geçtiği ilk iki âyet, Enbiyâ Sûresinde ayrı âyetlerdir;

"Tedrî"nin geçtiği ilk iki âyet, LOKMAN Sûresi aynı âyettedir.

Bu husus, Lokman Aleyhisselâm’ın ENBİYÂ'dan ol­duğunun iki kat delili olmaktadır, kanaatındayız...

19.   Hz. İbrahim ile Hz. Lokman (Aleyhimesselâm’ın, İslâma davet konusundaki ortak vasıfları da Lokman Aleyhisselâm’ın Enbiyâ'dan bulunduğuna delâlet ediyor­lar. Şöyle ki:

a)   Hz. İbrahim, îmana davete babası Âzer"den başla­mıştır." Ve iz kale İbrahim'ü liebîhi Âzer'e..." (İbrahim, babası Azer'e demişti ki...)"(22)

Hz. Lokman, îmana davete oğlundan (çocuklardan) başlamıştır:

"Ve iz kale Lokman'ü libnihi... (Lokman, oğluna öğüt vererek demişti ki...)"(23)

b)   Hz. İbrahim babasına: "-Yâ ebedi (Ey babacığım!)",

Hz. Lokman oğluna: "Yâ büneyye (Ey yavrucu­ğum)" şeklinde şefkat dolu hitaplarıyla nasîhatlar vermiş­lerdir/24

(22)    En’am: 6/74,

(23)    Lokman: 31/13,

(24)    Meryem: 19/42-43-44-45, Lokman: 31/13-16-17

— 18

c)   Hz. İbrahim'in babası Âzer, putlara tapan kavmi ve Nemrut, daveti reddedip Hz. İbrahim ile alay etmişler ve O'nu ateşe atmışlardır/2®

Hz. Lokman’ın oğlu, davete icabetle îmana gelmiş­tir/26

d)   Kur'an-ı Kerîm'de Hz. İbrahim, çeşitli büyük sıfat? larla yâdedilmiştir: Evvâh, Halîm, Münîb, Hanîf, Kaanit, Sabbâr, Şâkir (Şekûr)... sıfatları gibi/27

Hz. Lokman'a ise: Hakîm (Hekim), Hikmet, Rahmet (Rahîm), Muhsin, Müflih, Kerîm, Hamîd, Azîm, Münîr, Aliyy, Kebîr, Sabbâr, Şekûr (Şâkir)... sıfatları lâyık görül­müştür/28

e)   Hz. İbrahim, rüyasında oğlu İsmail'i Allah Teâlâ'ya kurban ediyor görüyordu../29

Hz. Lokman ise, îmana gelen oğluna: Allah'a îman ve şükürden sonra ana-babaya teşekkür ile ibâdet ve güzel ahlâka devam etmesini, îmanın salih ameli gerektirdiğini hatırlatarak öğütlerine devam etmiştir/30

f)   21 numaralı ENBİYÂ SÛRESİ, her ikisi arasında müşterektir; şu kadar var ki:

14 numaralı İBRAHİM SÛRESİ, ENBİYÂ SÛRESİ'nden önce,

31 numaralı LOKMAN SÛRESİ, ENBİYÂ SÛRESİ'nden sonra,

Kur'an-ı Kerîm'deki yerlerini almışlardır...

(25)    Enam: 6/74, 83, Tevbe: 9/70, Hac: 22/43, Ankebût: 29/16, Bakara: 285. Enbiyâ: 21/52-70, Şuârâ: 26/70-104, Zuhruf: 43/26, Mümtehme: 60/4.

(26)    Lokman: 31/12-19.

(27)    Mehmet Dikmen-Bünyamin Ateş: Peygamberler Tarihi, s. 252.

(28)    Lokman: 31/2, 3, 5, 9, 10, 12, 13, 20, 26, 27, 30, 31.

(29)    Sâffât: 37/101-111.

(30)    Lokman: 31/13, 19.

19 —

B)  HAZRET-İ LOKMAN ALEYHİSSELÂM

Kur'an-ı Kerîm'de isimleri anılan ve kıssaları anlatı­lan peygamberlerden birisi de Lokman Aleyhisselâm'dır/”

Hz. Lokman Hekîm'in kendisine Allah tarafından gü­zel bir isim "LOKMAN" ve faydalı bir ilim "HİKMET" verilmiş; evlâdına hikmetli nasîhatlarda bulunduğu adını taşıyan "LOKMAN SÛRESİ"nde bildirilmiştir/2

Lokman Hekîm, hikmetli sözler söyleyen, uzun bir ömür sürmüş, ünü memleketimize ve dünyaya yayılmış, çok düşünen, keskin görüşlü bir "BİLGE" kişidir. Derin anlamlı, güzel sözler söylemekle nam salmıştı. Onun hik­metli sözleri, ibretli nasîhatlan, menkabe ve hikâyeleri aradan binlerce yıl geçtiği halde unutulmamıştır. Çünkü onları, her devirde herkes beğenmiştir/3

Onun vecîze ve hikmetleri günlük konuşmalarda zik­redilmekte, şair ve hatipler tarafından sık sık iktibas edil­mektedir/4

Zamanımızda hayatı hakkında derin İlmî araştırma yapılması lâzım gelen zâtlardan birisi de Lokman Aleyhisselâm'dır.

İslâm Kaynakları'nda yazılı, Lokman Hekîm'in halk arasında yayılmış nice söz ve hikmetleri vardır ki, onlar­dan bazılarını Batılılar (Yunanlılar) alıp kendilerine mal etmişlerdir. Şu iki husus misâl olarak gösterilebilir:

(1)   M. Asım Koksal: Peygamberler Tarihi, 1/10,

(2)   Lokman Sûresi: 31/12-19,

(3)  Mevdûdî: Tefhîmiil Kur'an, 4/285, Peygamberler Tarihi Ans. 4/160.

(4)   Mevdûdî: Tefhîmiil Kur'an, 4/285.

— 20

Birincisi: Hz. Lokman Hekîm'in "KALB ve DİL" hikmetini, "EZOP ve DİL" veya "EZOP'UN DİLİ" başlı­ğını koyarak bu hikâyeyi EZOP’a isnad etmişlerdir/5

İkincisi ise: Tıpta gelenek halinde devam edegelen "LOKMAN YEMİNİ"ni, "HİPOKRAT YEMİNİ"ne tahvil etmek istemiş oldukları esefle görülmektedir/6

Lokman Aleyhisselâm’ın hayatının aydınlık kazan­ması için aşağıdaki sorulara ciddî olarak cevaplar aranma­lıdır:

Lokman Hekîm'in ismi Kur'an-ı Kerîm'de anılan ve kıssası anlatılan peygamberlerden olup olmadığı, Lokman Sûresi'nin Kur'an-ı Kerîm'deki yeri. Lokman Hekîm, Nebî midir Veli midir? Kur'an-ı Kerîm'de ismi geçen peygam­berler 25 tane mi? Bu nereden kaynaklanıyor? Hz. Lokman'ın mesleği nedir? Lokman Hekîm ile Lokman bin Âd, aynı zât mı veya ayrı ayrı kişiler midir? Lokman Hekim kimdir? Hz. Lokman, hikmeti peygamberliğe tercih mi et­ti? Hz. Lokman Hekîm köle miydi? Lokman Aleyhisselâm'ın yaşadığı devir? Memleketi neresidir? Nerede vefat etmiştir? Kaç sene yaşamıştır? Soyu hakkında neler bilinmektedir? Kur'an'da isimleri açıkça bildirilen Enbiyâ'ya aralarını ayırmaksızın îman etmemiz gerekmi­yor mu? Buna göre de peygamberlerin adedini bilmek lâzım değil midir? îmanın temel esaslarından birisi olan Kur'an-ı Kerîm'de ismi geçen Enbiyâ üzerinde -ihtilâf ye­rineittifak edilmesi ciheti daha kuvvetli olmaz mı?

(5)   İslâm Ans. (M.E.B.), 7/64-67, Meydan Larousse (Larus): 1/195, Türk ve Dünya Meşhurları Ans. s. 28, Cumhuriyet Ans. 1/108, Dünya Yazar­ları ve Eserleri Ans. 1/46, Hayat Ans. 1/76,

(6)   Muhammed Selman: TIP YEMİNİ (Lokman Yemini-Hipokrat Ye­mini), 24.5.1983 tarihli YENİ DEVİR Gazetesi. Prof. Dr. N. Uzluk: Hipokrat'ın Andı, Ank. Ü. Tıp. F. Yay. Ankara-1958. Dr. Zeki Başar: Tarihte, Tıp Tarihinde, Yemin, Ank. Ü. Yay. Ankara1973. Ord. Prof. Dr. S. Ünver: Tıp Tarihi, 1/43, Lokman Hekim: 3-10, Lokman Sağlık Yayınları, İstanbul-1972.

21

C)  KUR'AN’DA İSİM VE KISSASI
ANLATILAN PEYGAMBER

Kur'an-ı Kerîm'de insanlara gönderilen her peygam­berin isim ve kıssası bildirilmemiştir. Bu konuda meâlen şöyle buyurulmuştur:

"And olsun ki: Senden önce de birçok Resûller gön­derdik. Onların içinde Sana, kıssalarını anlattıklarımız vardır, Sana bildirmediklerimiz de vardır." (Nisa: 4/164, Mümin: 40/78)

Hz. Lokman Aleyhisselâm, Kur'an-ı Kerîm'de isimle­ri anılan veya kıssaları anlatılan peygamberlerdendir. (M.A. Koksal: Peygamberler Tarihi: 1/10)

Lokman Hekîm adına 31'inci Lokman Sûresi tahsis edilmiş ve 34 âyetiyle Lokman kıssası anlatılmıştır.

D)       LOKMAN SÛRESİNİN
KUR'AN-I KERÎM’DEKİ YERİ

îslâmın ana kaynağı hiç şüphesiz Kur'an-ı Kerîm’dir. Kur'an, 114 sûre ve 6000'den ziyade âyet-i celîleden mey­dana gelmiştir. Bu yüzondört sûreden 31 sıra numaralı olanı LOKMAN SÛRESİ’dir. Mekke devrinde nazil olup 34 âyettir. "LOKMAN" adı bu sûrenin 12 ve 13'üncü âyetlerinde iki kere geçmiştir. İşte bu sebeple bu sûreye "LOKMAN SÛRESİ" denilmiştir.

Kureyş'in "LOKMAN"dan sual sormaları üzerine11Cenab-ı Hak, Cebrail Aleyhisselâm vasıtasıyla "Lokman

(1)   E. H. Yazır: Hak Dini Kur'an dili, 6/3836,

— 22 —

Sûresi"ni muhterem peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'e inzal bu­yurdu. Lokman Hekîm'in kimliğini bizzat Kur'an-ı Kerîm'inde açıkladı. Onun gerçek şâhidi oldu. Ona hikme­ti verdi.® Kendisine bol hayırlar ihsan buyurdu/3’ Lokman Aleyhisselâm'ı kendisine dost edindi. Ona "VELİLİK" ve "NEBÎLİK" makamını verdi. Yüce Allah onu, o da Rabbini sevdi. Ne mutlu ki, ne yüce mertebelere erdi.

Bundan böyle Kur'an-ı Kerîm'de Lokman vardır, hik­metleri vardır, oğlu vardır, öğütleri vardır. Lokman önce öğütlerini oğluna verir. Oğluna verdiği nasihatleri, aynı zamanda herkes için çok değerli, ölmez öğütlerdir.

Lokman Sûresi, Rum Sûresi ile Secde Sûreleri ara­sında yer alır. Rum Sûresi'nin sıra numarası 30 olup 60 âyetli bir sûredir. Secde Sûresi ise 32 sıra nolu sûredir ve 30 âyettir.

Kur'an-ı Kerîm'de 114 sûre içinde 31'inci sırada yer alan Lokman Sûresi, 34 âyeti ve 548 kelimesiyle MUSHAF'ın diğer bütün sûre, âyet ve kelimeleriyle irtibatlı bir halde bulunmaktadır:

Lokman Sûresi, sûre başlarında yazılan müstakil "BESMELE" ile Kur'an-ı Kerîm'deki 113 sûreyle irtibat halindedir.

"Besmele"yi takiben jjelen Lokman Sûresi'nin birinci âyeti, "ELİF LÂM MIM"dir. Bu âyetin, Kur'an-ı Kerîm'deki 6 sûre ile irtibatı vardır. Aynı âyet, aşağıdaki 6 sûrenin birinci âyeti olup müşterektirler. Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için şema halinde gösterilmesinin uy­gun olacağı kanaatındayız.

(2)   Lokman Sûresi: 31/12,

(3)   Bakara Sûresi: 2/269,

23 —

"ELİF LÂM MİM" âyetinin şeması:

Sûre adı:

Sûre no:

Âyetin metni:

Âyetin numarası:

Bakara

2

ELİF LÂM MÎM

1

Âl-i İmran

3

ELİF LÂM MÎM

1

Ankebût

29

ELİF LÂM MÎM

1

Rûm

30

ELİF LÂM MÎM

1

LOKMAN

31

ELİF LÂM MÎM

1

SECDE

32

ELİF LÂM MÎM

1

 

Bu altı sûre de dahil olmak üzere Kur'an-ı Kerîm'de 29 sûrenin başında "Elif, Lâm, Mîm, Yâ-sîn, Nûn, Kaaf, Ha-mîm..." gibi hece harfleri geçmiştir ki, bunlara "Mukataât-ı süver (süre başları)" denir.

29 sûrenin sûre numaraları şunlardır:

2, 3, 7, 10, 11, 12, 13, 14, 15, 19, 20, 26, 27, 28, 29, 30, 31, 32, 36, 38, 40, 41, 42, 43, 44, 45, 46, 50, 68.

Lokman Sûresi, işte bu 29 sûre ile de irtibat halinde­dir.

Suyûtî:

"Bu harfler, vahyin sesidir. Esrâr-ı ilâhiyyedendir. İl mini ancak Allah bilir. Kulağınızı açın, bu tatlı nağmeleri dinleyin," der.t4)

Lokman Sûresi'nin her âyeti, "Elif, Lâm, Mîm" misâlinde olduğu gibi incelenebilir...

(4)    Mu'cemül Müfehres, s. 37,

Nüzûlünden Günümüze Kur'an-ı Kerîm Bilgileri, s, 68.

— 24

E)   LOKMAN HEKÎM NEBÎ MİDİR,
VELİ MİDİR?

Selef âlimlerinin Lokman Aleyhisselâm’ın bir pey­gamber mi yoksa peygamber olmayıp salih bir kul mu oli duğu konusunda iki görüşe ayrıldıkları bildirilmektedir/5

Mübarek isimleri Kur'an-ı Kerîm'de zikrolunan pey­gamberlere dair Enbiyâ Tarihleri ile İslâm İlmihâli kitap­larında verilen bilgiler ihtilâfladır:

M. Asım Köksal'ın Peygamberler Tarihi'nde: "Kur'an-ı Kerîm'de isimleri anılan veya kıssaları anlatılan peygamberler" bahsinde:

1. Âdem Aleyhisselâm,

22. Lokman Aleyhisselâm,

28. Muhammed Aleyhisselâm'a kadar (28) peygam­ber sayılmış ve sonunda şu malûmatın verildiği görülmüş­tür:

"Bu Peygamberlerden ...Lokman, Zülkarneyn Aleyhisselâmlar gibi bazılarının Peygamber mi, Veli mi? oldukları hakkında, bilginlerin görüş birliği sağlanamamıştır"(6)

"Cenâb-ı Dâvud ve Süleyman zamanlarında yetişmiş peygamberlerden biri de Lokman Aleyhisselâm'dır. Hazret-i Lokman’ın Nebî olmayıp Velî olduğu da mervîdir (ri­vayet edilmiştir.) Muşarun ileyh (kendisine işaret edilen),

(5)   Hadislerle Kur'a-ı Kerîm Tefsiri İbn-i Kesîr: 12/6401,

(6)   M. Asım Koksal: Peygamberler Tarihi, 1/10,

25 —

dâima Dâvud Aleyhisselâm’ın meclisinde bulunurdu. Hem nübüvvet (peygamberlik) hem de tabâbet (hekimlik) eder­di. İlm-i tıbbın vâzıı (tıp ilminin kurucusu) olarak gösteri­lir.

Dâvud, Süleyman (Aleyhisselâm), Benî İsrâil'in hem Nebî'si, hem de hükümdân idiler. Hazret-i Dâvud'a Zebur isminde kitap nâzil oldu. Lokman, İlyas, Elyesa', Zülkifl, Üzeyr, Zekeriyyâ, Yahya, Âsâ (Aleyhimüsselâm) Enbiyâ­yı Benî İsrail'dendir."®

Saîd İbn'il Müseyyeb, Mücâhid ve Katâde'ye göre: "Lokman Hekîm'dir, Nebî değildir". Bunlar, Lokman Sûresi 12'nci âyetinde, Lokman'a verilen "hikmet"i, "ince anlayış" ve "akıl" manâlarına hamlettiler.

Şa'bî, jkrime ve Süddî ise, "Nübüvvet" manâsına al­dılar/8

İbn-i Cerîr ve İbn-i Ebû Hâtûn, Veki' kanalıyla ikrime'den rivayet ediyorlar ki, "O, Lokman peygamberdi."(9)

RAVZATÜ'S SAFÂ'dan naklen deniliyor ki:

"Lokman'a Peygamber değildir denilirse, Kur'an'da peygamberler arâsmda ismi geçmiş ve Sûre-i Lokman nâmiyle müstakil bir sûre nâzil olmuştur.”00

Kanaatımıza göre Lokman Nebî'ye "VELÎ" denmesi­nin bir sebebi de "Velî" kelimesinin çoğulu olan "Evliyâ"nın Kur'an-ı Kerîm'de 34 âyette geçmiş olmasıdır. Kur'an'da 34 âyetli tek sûre de Lokman Sûresi'dir. Bu iki rakam arasında tevafuk vardır.01

"Kur'an-ı Kerîm'de Lokman Aleyhisselâm" bahsinde

(7)   Ali Reşad-Ali Seyyidî: Tarih-i İslâm, s. 23, 26,

(8)   Şeyh Ebû Abdullah: Kitab-ı Şerhil Emâlî, Varak No: 9,1234 Hicrî.

(9)   Hadislerle Kur'an-ı Kerîm Tefsîri İbn-i Kesîr: 12/6402.

(10)   Prof. Dr. A. Süheyl ÜNVER: Lokman Hekim, s. 6.

(11)   Mu'cemül Müfehres, s. 766-767,

— 26

teferruatlı olarak açıklandığı üzere Hz. Lokman Aleyhisselâm, hem NEBÎ'dir ve hem de VELÎ'dir. VELÎ'dir, çünkü NEBÎ'dir. NEBÎ olup da VELÎ olmayan bir peygamber düşünülemez.1®

Yazıldıkları şekilleriyle Kur'an-ı Kerîm'de isimleri zikredilmeyen, Hz. Mûsa Aleyhisselâm'ın vefatından son­ra sırasıyla peygamber oldukları Tecrîd-i Sarîh Tercemesi not kısmında açıklanan Yûşa' İbn-i Nün, Kâlib, Hazkil gi­bi kişilerin peygamberliği hususunda herhangi bir tartışma sözkonusu edilmiyorken; hakkında 34 âyetli bir müstakil sûre nâzil olup şahsına tahsis edilen Lokman Aleyhisselâm'a dair "VELÎ midir? NEBÎ midir?" münaka­şası niçindir? Hangi sebepten kaynaklanmaktadır?112

F)      KUR'AN'DA İSMİ GEÇEN
PEYGAMBERLER 25 TANE Mİ?

İslâm Dinini anlatmak için yazılan bazı eserlerde Kur'an'da adı geçen peygamberlerin (25) olduğu bildiril­miştir.113

Bu yirmibeş Enbiyâ'nın isimleri sayıldıktan sonra ba­zı kitaplarda şöyle bir açıklamanın yapıldığı da görülmek­tedir: "Bunlardan başka Kur'an-ı Kerîm'de kendilerine dair

(12)   Tecrîd-i Sarîh Tercemesi: 9/88, Not.

(*) NEBÎ: Kendisine Allah tarafından tebliğ edilen hükümleri halka ha­ber veren, demektir; çoğulu ENBİYA (NEBİLER)'dır.

RESUL: Allah tarafından İlâhî hükümleri tebliğ etmek için gönderilen zat (Mürsel) manasınadır.

RESÛL ile NEBÎ terimlerini, bazıları eş manâlı olarak kabul etmişler. dir... Resûllerin üçyüz onüç, Nebilerin ise yüz yirmi dört binden fazla bulun­duğu rivayet edilmiştir. (Mehmet Dikmen-Bünyamin Ateş: Peygamberler Ta­rihi, s. 52)

(13)  A. Hamdi Akseki: İslâm Dini, s. 85; S. Yazıcı: Temel Dini Bilgi­ler, s. 33.

27 —

malûmat verilen Uzeyr, Lokman, Zülkarneyn adında üç zat daha vardır ki, bunların da pek büyük zatlar olduğunda şüphe yoktur."04

Kur'an-ı Kerîm'de isimleri anılan ve kıssaları anlatı­lan peygamberlerin sayısı (28) olduğu halde acaba (25) olarak bildirilmesi nereden kaynaklanıyor?

Kanaatımızca buna sebep, ilk peygamber Hz. Adem (A.S.) ile (son peygamber Hz. Muhammed Aleyhisselâm'dan bir önceki Resûl) Hz. İsâ Aleyhisselâm’ın Kur'an-ı Kerîm'de her ikisinin de (25)'er âyette geçmiş ol­malarıdır.03

Sayı bakımından aralarında bir mutabakat bulunduğu gibi yaratılış yönünden de böyle bir benzerlik görülmekte­dir:

Bismillah..: "İnne mesele İsâ indellâhi kemeseli Âdem..."06

Âyetin yüce meâli: "Allah nezdinde İsâ'nın durumu, Âdem'in durumu gibidir. (Hz. Âdem'i topraktan, anasız ve babasız yaratan Allah, İsâ'yı da babasız olarak yaratmış­tır.)"07

Kur'an'da Uzeyr: 1, Lokman: 2 ve Zülkarneyn: 3 âyette zikredilmişlerdir.08

Böyle olmakla beraber Kur'an'da yalnız bir âyette is­mi geçen Hz. Uzeyr Aleyhisselâm ile 25 âyette adı zikre­dilen Hz. İsâ Aleyhisselâm, birbirlerine eşit olan Enbiyâdandırlar. Aşağıda meâli verilen âyet-i celîle de buna işaret etmektedir:

(14)   Ö. Nasûhî Bilmen: Büyük İslâm İlmihali, s. 18.

(15)   M. Fuad Abdülbâkî: Mu'cemül Müfehres, s. 24, 494.

(16)   Âl-i İmran: 3/59,

(17)   Kur'an-ı Kerîm ve Türkçe Açıklamalı Tercümesi, s. 56,

(18)  Mu'cemül Müfehres, s. 459, 651, 278. Tevbe: 9/30, Kehf: 18/83, 86, 94, Lokman: 31/12-13,

— 28

"Yahûdîler, UZEYR Allah'ın oğludur, dediler.

Hıristiyanlar da İsâ Allah'ın oğludur (hâşâ), dediler!

Bu onların ağızlarıyla geveledikleri bâtıl sözler­dir. ”'19

G)   LOKMAN ALEYHİSSELÂM'IN
MESLEĞİ

Lokman Hekim, halk hekimliğinin sembolleşmiş adı olmuştur/20

Q gerçekten sanat sahibi bir zat idi. Pek çok sanat Lokman Aleyhisselâm’a izafe edilmiştir. Hekim (doktor) olduğuna âlimlerin ittifakı (görüş birliği) vardır. İsrail oğullarına kadılık (hâkimlik) ettiği de bildirilmiştir/21

Lokman Aleyhisselâm terzi idi. Kendisinin marangoz olduğu da rivayet edilir. Dâvud Aleyhisselâm’a ilmiyle, hikmetiyle VEZİRLİK ederdi/22

Aslı müşteşrik bilginler tarafından yazılan İslâm An­siklopedisi (M.E.B.) ve diğer batı kaynaklı eserlerde Lok­man Hekim'in hayatı, efsaneleştirilmiş, türlü simalar ile tasvir edilmiş, ayrıca muhtelif kıyafetlere sokulmuştur/23

Lokman Hekim'in köle olduğu söylenmiş ise de, O köle değildir; kölesi kaçan bir adam, onu kölesine benzet­miştir. Bu konuda "Hz. LOKMAN HEKİM KÖLE MİY­Dİ?" bahsine de bakılmalıdır.

(19)   Tevbe: 9/30.

(20)    Türk Kültürü: 4/412, Meydan Larousse: 8/41, Hayat An. 4/2194.

(21)    Tecrîd-i Sarih Ter. 9/162.

(22)    M. Asım Koksal; Peygamberler Tarihi: 2/229, 230.

29 —

Lokman Hekîm, Allahü Teâlâ’nın izniyle bir çok has­talıkların sebeplerini bulmuş, ilâçlarını elde etmiş, insanla­rın dertlerine derman olmuş, maddî ve manevi hastalıkla­rına çareler aramıştı:

Şirk, küfür, gurur, kibir ve günah işlemek gibi manevî hastalıklardan insanları kurtarmak için yaptığı ça­lışmaların ana esasları şunlardı:

— Allah'a ortak koşulmayacak.

— Allah, her şeyden haberlidir.

— Ana-babaya itaat edilecek.

— İbadet mutlaka yapılacak, aksatılmayacak.

— Allah en küçük bir kötülük yahut iyiliğin behemahal karşılığını verir.

— İnsanlara kötülükle değil, iyilikle rehber olunması gereklidir.

— İnsana kibir ve böbürlenme yakışmaz.

— Başa gelenlere sabır edilmelidir../24

Lokman Hekim, her çeşit maddî hastalıklardan insan­ları korumak için de hastalığa yakalanmadan önce tedbir alınmasını tavsiye etmiş, oğlunun şahsında bütün insanlığa güzel öğütler vermiştir:

— Oğlum! Hasta olmadan önce tabîb çağır.

— Tabîbe hasta olmadan önce hürmet göster/25

(23)     İslâm Ans. (M.E.B.): 7/64-67, Mevdûdî: Tefhîmiil Kur'an: 4/292293.

(24)    Kur'an-ı Kerîm, Lokman Sûresi: 31/12-19.

(25)    Dr. Mahmud Denizkuşları: Kur'an-ı Kerîm ve Hadislerde Tıp, s. 9.

— 30

İ) LOKMAN HEKİM İN
HAKÎKÎ HÜVİYYETİ

Hz. Lokman Hekim'in Kur'an-ı Kerîm ile hadîs-i şeriflerle anlatılan nezih hayatı ile Batı kaynakları ve onla> ra isnad edilerek yazılan kaynaklar karşılaştırıldığında O'nun iki şahsiyeti karşımıza çıkmaktadır:

1.  Lokman Hekim'in hakîkî hüviyyeti,

2.  Efsaneler karıştırılmış hayatıdır.

Mevdûdî, Tefhîm'ül Kur'an Tefsirinde "Ravdul Unuf ve Mes'ûdî'den naklen: "Lokman Hekîm ile Lokman bin Âd’ın iki ayrı şahıs olduğunu, ikisini bir ve aynı şahıs ola­rak mütalâa etmenin doğru olmadığını beyan ediyor..." (4/293) ise de tarafımızdan yapılan araştırma sonucunda bahsedilen iki ayrı kişi olmayıp tek olan Lokman He­kim'in "hakîkî hüviyyeti" ile "Efsaneler karıştırılmış hayatı"na işaret edildiği görülmektedir.

Şimdi bu görüşümüzün doğru olduğunu kanıtlayan bazı eserlerden nakiller verelim:

1.  Milli Eğitim Bakanlığınca yayınlanan İslâm Ansiklopedisi'nde deniliyor ki: "Avrupa'da Assopos'a atfedi­len bir çok nükteler, (Asya’da) Lokman’a isnad olundu. Bu değişmenin ilk alâmetleri çok erken zamanlarda kendisini göstermektedir. En eski kıssalar, Lokman'ı bir kahraman gördükleri, en eski İslâmî (Doğu) Enbiyâ hikâyeleri onu HAKİM bir VEZİR ve hatta bir PEYGAMBER yaptıkları halde, muahhar (sonraki) devrin (Batı kaynaklı) Şark hikâyeleri onu bir MARANGOZ, bir ÇOBAN, biçimsiz bir KÖLE, Mısırlı bir köle, Nubyalı veya Habeş bir köle halinde tasvir ediyordu..." (7/64-67)

31

Bu kısa nakilden anlaşılıyor ki Lokman Hekim:

"Hakîkî hüviyyeti"ne göre: HAKÎM'dir, VEZİR'dir, PEYGAMBER'dir.

"Efsaneler karıştırılmış hayatı"na göre de: MARANGOZ'dur, ÇOBAN’dır, KÖLE'dir.

2.  Peygamberler Tarihi'nde® "Kalb ve Dil" fıkrası anlatıldıktan sonra: "Hz. Lokman'a ait bu zarîf nükte, Batı­klar tarafından Yunanlı Ezop'a izafe edilmiştir." denil­mektedir.

3.  Ord. Prof. Dr. A. Süheyl Ünver, Lokman Hekim kitabında:

"Lokman Hekim, Şark'ta yirminci asrın bile sarsılma­yan ve daima tazeliğini muhafaza eden bir sembolü ol­muştur...

Şimdiye kadar yazılanlara bir nazar atfedersek ona Peygamber, Velî, Hekîm, velhasıl tanıyan tanıyabildiği ve şereflendirmek istediği nisbette bir ünvan seçebiliriz. Asıl garibi bu muhtelif rivayetler bir çok me'hazlerde (kaynak­larda) da yer almıştır... Leh ve aleyhinde olanlar vardır.

Lokman, Şark'ta daima iki sayılmıştır. Birisi Kur'an-ı Kerîm'in vasfettiği Lokman'dır ki Peygamberler arasında sayıldığını gösterir.

Fakat burada yeni bir sonuç arayacak ve Lokman’ın hakîkî hüviyeti üzerinde duracaksak düşündüklerimizi açıklayalım:

...Şark'ın bir çok ülkelerinde Tıp ilâhları vardır. Bun­lar değişik isimler almıştır. Eski Mısır'da: Hürmüz, Araplarda: İdris, Hint'te: Danvantarı, İran'da: Trita, Yunan'da: Aesculape®’, İslâm âleminde Lokman, Asya Şimalî Türk­lerinde Lokamo derler.

(*) Mehmet Dikmen-Bünyamin Ateş: Peygamberler Tarihi, s. 514.

(**) Not: Prof. Dr. S. Ünver, 6.8.1978 Tarihli Tercüman Gazetesi'nde yayınladığı LOKMAN HEKİM makalesinde: "Helenlerin benimsedikleri Aeskülap’ın onların dilinde Lokman yerine söylendiğini" açıklamıştır.

— 32

Bunların da çoğu unutulmuş ve değişikliklere uğra­mış, fakat bir çok mefhumlar bunlara izafe edilmiş. İşte Âb-ı Hayat konusunda Lokman'a atfedilenler bu muhtelif isimde ve lâkin aynı Tıp ilâhlarına da söylettirilmiştir...

Umûmî Tıp Tarihleri milletlerarası muhtelif yerlerde ve tarihlerde toplanan umûmî Tarihi kongrelerinde ve ayrıca yayınlarımızda tebliğ etmemize rağmen henüz bü­tün dünyada bir Tıp Tanrısı (Şifâ Tanrısı) olup muhtelif eski memleketlerde çeşitli isimler alabileceği hakkında ke­sin bir kanaata yanaşılmamıştır. Elbette bu vadide şimdilik münferit görülen bu kanaat her halde umûmîleşecektir..." (s.3-10)

4.  Mehmet Öten, LOKMANIN OĞLUNA ÖĞÜT­LERİ VE HİKMETLER kitabında:

"Lokman'ın... faydalı telkinleri ve nasîhatları hakkındaki sözlerinin ya aynen veya bazı değişikliklerle eski Yu­nandaki Eskülap ve Ezop gibi kimselere ve daha başkala­rına izafe edilmesi en azından insafsızlık olur..." (s.4) di­yor.

5.  Ömer Rıza Doğrul, Tanrı Buyruğu (Kur'an-ı Kerîm'in Terceme ve Tefsiri) isimli eserinde, Lokman Sûresi ve mevzuu hakkında malûmat verip Lokman Hekîm'in Habeşli olduğuna işaretten sonra:

"... Nasıl Hz. İsâ Allah'ın kelimesi idiyse Habeş Lok­man da öyle idi. Lokman umûmiyetle Ezop olarak kabûl olunuyor..." diyor.

6.  Meydan Larus "Lokman Hekim" maddesinde veri­len bilgi şöyledir:

"İslâm Dininin doğuşundan çok önce ortaya çıkan Lokman Hekim efsanesi, sonradan değişik biçimlere girdi. Halkın hayal gücü ile işlenerek zenginleştirildi. Özellikle

F:3

33 —

İslâm Dininin yayılmasından sonra Lokman, hikmetli şiir­ler söyleyen bir şair olarak anılmaya başladı. Onun tarihî bir kimse (Peygamber), bir Vezir, büyük bir devlet adamı (Melîk-i Muktedir) olduğunu anlatan masallar, söylentiler de vardır.

Arap edebiyatında bu konuda bir çok hikâye bulunur. Daha sonraki çağlarda İran ve Türk edebiyatına giren bu hikâyeler biçim ve yapı değişikliğine uğradı. Gerek İran ve gerek Osmanlı edebiyatında Lokman Hekim, hekimli­ğin atası olarak tanındı. Her derde deva, çaresizliklere ça­re, şifâsızlara şifâ bulduğu inancı yayıldı.

Onun ilk çağda yaşadığı bilinen Yunanlı Hekim Galenos olduğunu, İslâm dünyasına sonradan değişerek gir­diğini İleri sürenler de vardır. Aisopos, Bile'am ve Ahikar hikâyeleriyle bir çok benzerlik gösteren Lokman efsanesi­nin eski çağ kaynaklı olduğu, Arap dilinde yeni biçimlere girdiği söylenebilir. Lokman Hekim masalı, eski çağ inan­larının öz değiştirmesi sonucu ortaya çıkarak her milletin dilinde mahallî bir nitelik kazandı..."(8/41)

Yine Meydan Larus'ta "Lokman Sûresi: Kur'an'ın 31 'inci sûresi, 334 âyettir. Mekke'de indirildi, 27 ve 28'inci âyetlerinin Medine'de indirildiğini bildiren kayıtlara rastlanır. Sûre, Lokman Hekim'in oğluna verdiği öğütleri sıraladığı için bu adı alır." (8/41) denilerek Lokman Sûresi 334 (üçyüzotuzdört) âyetli bir sûre olarak gösterilmiştir ki bu durum inkârcıların Lokman üzerinde neler yapmak is­tediklerinin açık bir delilidir. Halbuki Lokman Sûresi as­lında 34 (otuzdört) âyetli bir sûre iken buna üçyüz (300) ilâvesiyle (334) âyete çıkarılması ne kadar düşündürücü­dür!

Bundan çıkarılabilecek en basit sonuç:

— 34

Şark İslâm âleminde Lokman Hekim, 34 âyet ile hakîkî hüviyeti belli edilmişken Batı dünyasında 300 sahte âyet uydurularak efsaneler karıştırılmış bulunan ve şifâ tanrılığına yükseltilen Lokman Hekim aynı şahsiyettir...

7.  Lokman Hekim üzerinde oynanan oyunları Yüce Allah, Kur'an-ı Kerîminde bize haber verir: Lokman Hekim'in şahsına tahsis buyurduğu 31 sıra nolu Lokman Sûresi 6'ncı âyetinde:

"İnsanlardan öyleleri vardır ki, her hangi bir İlmî de­lile dayanmadan Allah yolundan saptırmak ve sonra da onunla alay etmek için boş lâfı safın alır. İşte onlara rüsvay edici bir azâb vardır" buyurur. Bu âyetin açıklamasın­da denilmiştir ki:

"Bu âyetin, Nadir b. Hâris'in davranışı üzerine nâzil olduğu nakledilir. Rivayete göre, bu şahıs Acem masalları ihtiva eden kitaplar satın alıp getirir ve Mekkelilere şöyle derdi:

"Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem) size Âd ve Semûd kavimlerinin masallarını anlatıyor; ben de size Rum ve Acem masalları söyleyeceğim..."

Böylece bunları okur, müşrikleri eğlendirir ve insan­ları Kur'an dinlemekten alıkoymaya çalışırdı."

(Kur'an-ı Kerîm ve Türkçe Açıklamalı Tercümesi, s. 410)

Meâl ve açıklamasını verdiğimiz âyetin asıl metninde "el-hadîs" kelimesi geçmektedir. Bu ”el-hadîs" terimi, Kur'an'da 18 sûrede geçmekte olup altıncı sırada geçtiği sûre ise "LOKMAN SURESİ"dir. Bu sûrenin de altıncı âyetinde geçmektedir. "Hadisen, ehadîs..." gibi daha pek çok "el-hadîs"ten türetilen iştikakları da vardır. Peygam­ber sözlerine "hadîs" denildiği de hatırlanmalıdır.

35 —

Kur'an-ı Kerîm'de "Hadîs-ü Mûsa"(20/9) ve "Hadîs-ü dayf-i Îbrahîm (51/24) âyetlerinin verdiği işaret ile "Hadîs-ü Lokman) denilmesiyle Lokman Aleyhisselâm’ın hakîkî hüviyet ve şahsiyeti başta olmak üzere O'nun hadîslerine, hikmetli sözlerine, nasihatlerine, menkabe ve hikâyelerine dikkatlerimizin çekildiğine şahit oluyoruz.

Aynı âyette, geçtiğine dikkatleri çektiğimiz "elhadîs" kelimesinden önce "L E H V" gelmiş olup ibâre: LEHVEL HADÎS" terkîbindedir. LEHV Kur'an’da En’am (6/32), Ankebût (29/64), LOKMAN (31/6), MUHAM­MED (47/36), Hadîd (57/20) ve Cum'a (62/11) Sûrelerinde 6 âyette zikredilmiştir.

Ayrıca LEHV kelimesi, sûre adı Enbiyâ'ya tahsîs edi­len LOKMAN ile MUHAMMED (Aleyhimesselâm) Sûrelerinde geçmiş bulunduğuna göre bu ikisi arasındaki yakınlık ve irtibatı da göstermektedir.

Bu kısa açıklamadan sonra "LEHVEL HADÎS" teri­mi, Lokman Aleyhisselâm’ın hikmetli sözlerine "Lehviyyât (Mevzûât-efsaneler-esâtîr)" karıştırılmış bu­lunduğuna da kesin olarak işaret etmektedir!

Görüldüğü üzere Lokman, iki ayrı şahısmış gibi gös­terilmek istenerek hakkında çelişkili malûmat veriliyorsa da aslında bu, Lokman Hekîm'in Doğu İslâm âlemi ile Ba­tı dünyasına göre iki ayrı şekilde farklı yorumlanmasında meydana gelen efsaneleştirilmiş bir görüşten ibarettir.

"Hz. LOKMAN HEKİM KALB VE DİL HİKMETİ" adlı risalemizde inceleme ve araştırmasını yaptığımız üze­re Lokman Hekim bir tanedir. Yunan masalcısı olarak gösterilmek istenen Ezop ise, Lokman Hekim'in Batıklar­ca verilen isminden ibarettir.

—■ 36

K)  LOKMAN HEKİM KİMDİR?

Kur’an-ı Kerîm başta olmak üzere Doğu İslâm kay­naklarına göre Lokman Hekim, Velî'dir, Hekîm'dir, Hekim'dir, Vezîr'dir ve de Nebî'dir, hem de Resûl'dür. Şimdi bunları kısa kısa açıklayalım.

a)  Lokman Hekim VELÎ'dir:

Hz. Lokman'ın "Hekim" ve "Velî" olduğunda ulema­nın ittifakının var olduğu bildirilmiştir. Kanaatımıza göre Lokman'a "Velî" denmesinin hakîkî sebebi, Kur'an-ı Kerîm'de "Velî"nin: 20, "Veliyyen"in: 13, her ikisinin top­lamı: 33; bunların çoğulu "Evliyâ" kelimesinin de: 34 âyette geçmiş olmasıdır: Çünkü Kur'an'da 34 âyetli tek Sûre Lokman Sûresi'dir. Lokman Hekim'in "VELÎ" oldu­ğuna dair diğer delillerimizden bazısını da sonra yazmış olacağız.

b)   Hz. Lokman, HAKÎM’dir:

Çünkü Lokman Sûresi'nin 2,9 ve 27'nci âyetlerinde "Hekîm" kelimesinin üç kere tekrarlanarak geçmiş olması, bunun pek açık ve kesin delilini teşkil eder.

"Hekîm" terimi, Kur'an-ı Kerîm'de 81 âyette geçmiş­tir. Bunun, Lokman Sûresi'nde üç kere geçmesi, son geç­miş olduğu âyet numarasının 27 olması ve üç yirmi yedi­nin 81 etmesi arasındaki ilgi üzerinde önemle durulması gereken bir konudur!

Ayrıca "Lokman Hekîm'e verildiği bildirilen HİK­MET (31/12)"de "HAKÎM"den müştakdır: HAKÎM'in kök harfleri (H-K-M)'dir. İştikakları ise: Hakem-hâkimmahkûm-mahkeme-mahkûmiyet-hikmet-hakîm(bundan

37 —-

galat olarak: hekim) -hüküm-muhkem ve muhkemât'tır. Bütün bu zikredilen âyetler Lokman'ın "Hekîm" olduğu­nun delilleridir; işte bu sebeple kendisine "Lokman'ül Hekîm" denilmiştir.

c)  Hz. Lokman Hekîm, aym zamanda "VEZÎR"dir:

Rûh'ül Beyan Tefsîri'nde: "Lokman, kendisine veri­len hikmetle Davud Aleyhisselâm’a Vezirlik etmiştir" (7/75) denilmektedir.

Meydan Larus'ta: "Lokman'ın tarihî bir kimse, bir vezîr, büyük bir devlet adamı olduğunu anlatan masallar, söylentiler vardır" (8/41) şeklindeki görüş daha önce nak­ledilmişti.

İslam Ansiklopedisinde ise: "En eski İslâmî enbiyâ hikâyelerinin Lokman'ı Hâkim bir Vezîr ve hattâ bir Pey­gamber yaptıklarına da..." (7/64-67) işaret edilmişti.

"Vezîr" kelimesi, Kur'an'da Tâhâ (20/29) ve Furkan (25/35) Sûrelerinde iki yerde geçmiştir. Her iki âyetin yüksek meâli şöyledir:

"Mûsâ (A.S.): Rabbim! Ruhuma genişlik ver. İşimi bana kolaylaştır. Dilimin bağını çöz. Ki sözümü anlasın­lar. Bana ailemden -Kardeşim Harun'ubir de Vezîr ver..." dedi. (20/25-30)

"Andolsun ki Mûsâ'ya kitap verdik, kardeşi Harun'u da ona Vezîr yaptık". (25/35)

Bu âyetlerden birincisinde Mûsâ Aleyhisselâm’ın kendisine yardım etmek üzere kardeşi Harun'u "Vezîr" olarak talep etmiş olduğunu; İkincisinde ise yüce Allah'ın Mûsâ’nın talebini yerine getirererek Harun'u Mûsâ'ya "Vezîr" yaptığını bildirmektedir.

Biz bu açıklamaya iki hususu daha ekleyeceğiz:

— 38

Birincisi: Vezir'in iki ayrı âyette ve sûrede geçmesi iki ayrı olaya işaret değil midir? Yalnız Harun Aleyhisselâm'ın Vezir olduğuna tek âyetle işaret edilmek yeterli gelmez miydi?

İkincisi ise: Hz. Harun'un Vezir yapıldığını bildiren âyette geçen "Velekad-âteyna..." kelimelerinin müştereken > biraz remiz olmasıdır. Bunun misâllerini verelim:

1.  "Velekad-âteyna Mûsâ'lkitabe vecealna maahû ehadü Harun'e Vezîran." (25/35) (Meâli yukandq veril­mişti.)

2.  "Velekad-âteyna Davud'a ve Süleyman'e ilmen..." (Nemi: 27/ 15) (Andolsun ki biz Davud'a ve Süleyman'a ilim vermişizdir...)"

3.  "Velekad-âteyna Mûsâ’lkitabe...” (Kasas: 28/43)

4.  "Velekad-âteyna Lokman'el hikmet'e..." (Lokman: 31/12)

(Biz Lokman'a hikmet verdik.)

"Vezir"in Kur'an'da iki kere zikredilmesi, remiz ola­rak da "Velekad-âteyna" kelimelerinin konumuz olan âyetlerde ortak olarak geçmesi ve diğer kaynak eserlerde verilen bilgilerin müştereken değerlendirilmelerine göre Hz. Mûsâ'ya Vezir yapılan Hz. Harun'dan sonra Davud ve Süleyman Peygamberlere de Lokman Hekîm'in kendisine verilen hikmetle "VEZİR" olduğuna bu âyetlerle işaret edildiği kanaatına varılmıştır. Her şeyi en iyi bilen Allah (c.c.)'dır.

d)  Hz. Lokman Nebî'dir:

Hz. Lokman, hakim olduğu gibi hem de "Nebî”dir. Aşağıda zikredilen deliller, O'nun NEBÎ olduğunu gösteri­yorlar:

— 39 —

1.  Lokman Aleyhisselâm’ın Nebî olduğuna, Lokman Sûresinin 15 ve 23'üncü âyetlerinde geçen:

"Feünebbiüküm (Ben size haber veririm...)" (31/15),

"Fenünebbiühüm (Biz de onların neler yaptıklarını haber veririz)" (31/23) kelimelerinin işaretinden anlıyoruz. Çünkü bu iki terim:

"ÜNEBBİÜ" ve "NÜNEBBÎÜ", "NEBÎ" kelimesinin iştikaklarıdır ve ondan türemişlerdir. Aynı kökten ve aynı ailedendirler.

2.  Nebî'nin bu iki iştikakına mukabil, "Lokman" adı da Lokman Sûresi'nin 12 ve 13'üncü âyetlerinde yine iki defa geçmiştir ki tam bir tevafuk eseridir ve Lokman Hekîm'in NEBÎ olduğuna da açık ve seçik bir işaret teşkil ederler.

3.  Kur'an-ı Kerîm'de isimleri ikişer defa zikredilen beş Enbiyâ vardır. Bunlardan birisi de Lokman NEBÎ'dir. Bu beş Enbiyâ’ınn isimleri: İdris, LOKMAN, İlyas, Elyesea' ve Zülkifl Aleyhisselâmlar'dır.

4.  İsimlerine birer müstakil sûre tahsis edilen YEDİ ENBİYÂ'dan birisi de yine Hz. Lokman'dır. Bu YEDİ ENBİYÂ -Sûre sıra numaralarıyla birlikteşu mübarek zâtlardır:

10.   Yunus Aleyhisselâm,

11.   Hud Aleyhisselâm,

12.   Yusuf Aleyhisselâm,

14. İbrahim Aleyhisselâm,

31. LOKMAN Aleyhisselâm,

47. Muhammed Aleyhisselâm,

71. Nuh Aleyhisselâmlar'dır.

— 40

e)   Hz. Lokman Resûl'dür:

Kur'an-ı Kerîm'de RESÛL kelimesi -iştikaklarıyla beraber513 ve^Nebî kelimesi de 161 âyette geçmiştir. RESÛL ve NEBÎ'nin böylece Kur'an'da ayrı ayrı zikredil­miş olmaları aralarında fark bulunduğunu gösterir. Kitap sahibi olana RESÛL denildiği bildirilmiştir. Buna göre Hz. Lokman Aleyhisselâm’ın Risâletine delâlet eden delil­leri zikredelim:

1.  Yüce Allah Lokman Sûresi 2'nci âyetinde:

"Hikmet dolu bir kitab'danhaber veriyor". Bu âyette:

"KİTAB-HAKÎM" ikisi beraber yanyana zikredilmiş­lerdir.

2.  Lokman Sûresi 12'nci âyetinde:

"Biz Lokman'a hikmet verdik" buyurdu.

"Hikmet" kelimesi de Kur'an'da 12 sûre içindeki 20 âyette geçmiştir. Bu 20 âyetten 10'unda "KİTAB" terimi "KİTAB-HİKMET” ile birlikte böylece tam 10 kere zikre­dilmiş olması da ilim ehlini düşündürücüdür.0

Yine HİKMET'in içinde geçtiği 20 âyette dört Enbiyâ'nın isimleri zikredilmişlerdir ki, sırasıyla: Davud, Îbrahîm, LOKMAN ve îsâ Aleyhimüsselâm'dır. HÎKMET’in içinde geçmiş olduğu 12 sûre adı arasında ise yal­nız LOKMAN SURESİ ismi geçiyor ki, bu da Hz. Lok­man Aleyhisselâm’ın HİKMET konusunda nasıl ummanlaştığımn açık seçik belgesidir.

3.  Lokman Sûresi 20'nci âyetinde:

"İlimsiz, kitapsız, cehaletle..." mücadele eden bir zümreye karşılık, "ilimle, aydınlatıcı bir kitâba sahip ola­rak" mücadele meydanına atılması emredilen "Rehber"den

(1) Mu'cemül Müfehres, 213-214,

— 41

söz edilmekle Lokman’ın RESÛL olduğuna âyette işaret vardır.

4.  Lokman Aleyhisselâm'ın kendisine kitap verilmiş bir Hak Resûlü olo’uğuna işaret eden Lokman Sûresi'nin 28'inci âyetini de burada zikredelim. Âyetin yüce meâli:

"Sizin (topunuzun) yaratılmanız da, diriltilmeniz de bir tek kişiyi yaratmak ve diriltmek gibidir. Hakikat Allah, hakkıyla işiten, kemâliyle görendir."(31/28)

Bu âyet-i celîlede "nefs-i vahide (bir tek kişi)"ye dik­katlerimiz çekilmektedir. Bir taraftaki bir topluluğa karşı­lık diğer taraftaki "BİR TEK KİŞİ" kimdir? Bu âyet Lok­man Sûresinde zikredildiğine göre ilk cevabı da "LOK­MAN HEKİM'dir" olacaktır.

Ayrıca âyet-i celîlede Lokman Aleyhisselâm'ın bi'setine (Resul olduğuna) da işaret edilmiştir. Şöyle ki:

Âyetin asıl metin kısmında "Ba'süküm" kelimesi ge­çiyor. Bu terim, "Bease"nin iştikakıdır. Tıpkı "Hekîm"in "HİKMET" ile aynı kök birliği olduğu gibi "Beâse-ba'süküm-ba’s"... kelimeleri de aynı köktendirler.                                                         ,

"Ba's" kelimesi, uykudan uyarmak, ölüyü diriltmek manâlarına geldiği gibi, göndermek ve irsâl anlamlarına da gelmektedir. (Ahterî, s. 138)

Âyetin metninde zikredilen "Nefs-i Vahide" ile "Ba'süküm"ün aralarındaki manâ irtibatı sebebiyle "Nefs-i Vahide" ile işaret edilen O bir tek kişi, "toplulukları dal­dıkları derin uykularından uyandıran, kitap ve bi'set sahibi Lokman Hekimdir" diyebiliriz.

5.  Azim sahibi RESÛLLER'den birisi de Lokman RESÛL'dür:

— 42 —

Ahkaf Sûresi 35'inci âyetinde: "Habibim! Resûllerden azim sahibi olanların sabrettiği gibi SEN de sab­ret..." buyurulmakla bunların en başında Hz. Muhammed Aleyhisselâm’ın geldiği bildirilmektedir.

Müfessir Elmalı Hamdi Yazır'a göre:

"Ahzâb Sûresi yedinci Mîsâk âyetinde zikredilenler (Hz. Muhammed, Nuh, İbrahim, Musa ve Meryem oğlu: İsâ Aleyhimüsselâm) veya Kur'an'da isimleri geçen pey­gamberlerin hepsi "Azim sahibi RESÛLLER" demek daha doğru olur...” diyor. (Hak Dini: 6/4364)

Misâk âyetinde zikredilen "Azim sahibi beş RESÛL"e bir de altıncı olarak "LOKMAN RESÛL"ün ka­tılması Kur'an âyetiyle bildirilmiştir:

Lokman, oğluna verdiği' öğütlerine devam ederek şöyle demişti:

   "Yavrucuğum! Namazı dosdoğru kıl. İyiliği em­ret. Kötülükten vaz geçirmeye çalış. Başına gelenlere sab­ret. Doğrusu bunlar azmedilmeğe değer işlerdendir.” (Lokman Sûresi: 31/17)

Hz. Lokman Hekîm'in azmedilerek yapılabilecek iş­leri oğluna emredip de kendisinin bunları yapmadığı hük­mü aslâ verilemez. Bilakis bu ve benzeri âyetler, Lokman Aleyhisselâm’ın öncelikle azimli işleri kendisinin yaptık­tan sonra oğluna nasîhatlar verdiğini iş'ar ediyorlar.

7.  Hud Sûresi 42'nci âyetinde Hz. Nuh'un,

Yusuf Sûresi 5'nci âyetinde babası Hz. Ya'kub'un,

Sâffât Sûresi 102'nci âyetinde Hz. İbrahim'in oğulla­rına:

   "Ya Büneyye (Ey yavrum!)" diyerek nasîhat ver­dikleri gibi: Hz. Lokman'ın da aynı hitâb (Ya Büneyye) ile Lokman Sûresi: 13, 16 ve 17'nci âyetlerinde üç kere tekrar ederek oğluna öğütler vermesi,

— 43 —

8.   Bu güzel nasîhatlarının, Allahü Teâlâ hazretleri ta­rafından beğenilmesi ve Kur'an-ı Kerîm'de bahsedilmesi,

9.   Kur'an'da Lokman Sûresi haricindeki diğer sûre ve âyetlerde Lokman Aleyhisselâm’ın Enbiyâ'dan bulunduğu­na dair de başkaca delillerin bulunması ve de O'nun "HAKÎM", "VELÎ" olduğunda âlimlerin ittifak etmeleri sebebiyle "NEBÎ" olduğunda da ittifak edilmesini -ihtilafa son verilmesinibilginlerin ıttılaına arz ederek deriz ki:

HZ. LOKMAN HEM VELİDİR, HEM HAKÎM'DİR (HEKİM'DİR), HEM VEZİR’DİR, HEM NEBÎ'DİR VE HEM DE RESÛL'DÜR. HER ŞEYİ EN İYİ BİLEN AL­LAHÜ TEÂLÂ HAZRETLERİDİR.

L)              HZ. LOKMAN HİKMETİ
PEYGAMBERLİĞE TERCİH Mİ ETTİ?

İbn-i Ebu Hâtim, Katâde'den rivâyetle garip bir haber zikreder ve der ki: "Allah Teâlâ Lokman Hekîm’i Peygam­berlikle hikmet arasında muhayyer bırakmış da o, hikmeti Peygamberliğe tercih etmiş. O uykuda iken Cibrîl gelmiş ve hikmeti onun üzerine serpmiş de hikmet söylemeye başlamış.

Said der ki: Katâde'nin şöyle söylediğini işittim: Lokman'a:

— Rabbin seni muhayyer bırakmışken nasıl oldu da hikmeti Peygamberliğe tercih ettin? denilmişti. Şöyle de­di:

— Şayet bana Peygamberlikle birlikte önemli bir iş verilmiş olsaydı ondan kurtulmayı umar, bununla beraber yerine getirmek de isterdim. Fakat beni muhayyer bıraktı. Ben de Peygamberliği edâ etmekte güçsüz kalacağımdan

— 44

korktum. Dolayısıyla hikmet bana daha sevimli geldi. Bu haber Saîd îbn-i Beşîr'den gelmektedir. Bu zât ise zayıf olup onun yüzünden bu haber hakkında ileri geri konuşul­muştur. En doğrusunu Allah bilir.

(Hadîslerle Kur'an-ı Kerîm Tefsîri İbn-i Kesîr: 12/6403)

Hz. Lokman Hekîm’in "HİKMET'i "PEYGAMBERLİK"e tercih ettiğine dair bu ve bunun benzeri pek çok ri­vayetler nakledilmekte ise de bunlar, Lokman’ın hikmet sahibi olduğunu bildirmekle birlikte O'nun peygamber ol­madığına delil teşkil etmiyorlar. Bilakis Lokman Hekîm’in önce hikmetine sonra da Peygamberliğine delil teşkil edi­yorlar. Çünkü Lokman aleyhisselam'a:

1.  Cibril'in gelmesi,

2.  Lokman Hekîm’in üzerine hikmeti serpmesi,

3.  Onun hikmet söylemeye başlaması,

4.  Hikmet'in Kur'an'da önce zikredilmesi:

Lokman Sûresi ikinci âyetinde "HAKÎM" geçmiş "LOKMAN” adı ise yine aynı sûrenin 12 ve 13'üncü âyetlerinde iki kere sarîh olarak açıklanmıştır.

5.  Dâvud ve Süleyman Aleyhisselâmlar'a "Hikmetiy­le Vezirlik" etmesi:

Hz. Dâvud'un: "Ne mutlu sana ey Lokman! Sana hik­met verilmiş ve senden belâ geri çevrilmiş"1” gibi rivayet­lerin hayatının "Vezir"lik yaptığı dönemine ait görülmesi gibi daha pek çok ve muhtelif sebeplerle Hz. Lokman Aleyhisselâm'ın HİKMET'i Peygamberliğe tercih etmediği görülmektedir.

(1) M. Asım Koksal: Peygamberler Tarihi, s. 230, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara-1990.

45 —

M)  HZ. LOKMAN HEKİM KÖLE MİYDİ?

Hz. Lokman Hekîm'in hakîkî hüviyyeti daha önce kı­saca anlatılmıştı. Onun hayatının bu safhası efsaneler ka­rıştırılmamış, yirminci asırda bile sarsılmayan ve daima tazeliğini koruyan bir durumdadır. O Velî, Hakîm, (He­kim), Vezîr, Nebî ve Resûl (Peygamber) olarak kendisine saygı gösterilen yüce bir şahsiyettir.

Hz. Lokman Hekim'in köle olduğu iddialarına gelin­ce, Taberî (21/39), Ruh'ül Meânî (21/83), Hadîslerle Kur'an Tefsîri-İbni Kesîr (12/6401) ve Tefhîmül Kur'an (4/292) Tefsîr kitaplarıyla İslâm Ansiklopedisi (7/64) gibi kaynak eserlerde "Onun köle olduğu rivayetleri" nakledil­mektedir. Anlatılagelen bu rivayetler toplanıp mukayeseli olarak incelendiğinde onlar, Lokman Hekim'in köle olma­dığına birer delil teşkil ederler. Buna dair bir kaç misal ve­relim:

1.  A. Gölpınarh: Mesnevi ve Şerhi'nde (2/231):

Mevlâna'dan "LOKMAN VE EFENDİSİ" başlıklı hikâyeyi nakleder:

"Lokman, tertemiz bir kul değil miydi?

Gece-gündüz, kullukta kusur etmez, gayret göster­mez miydi?

Efendisi, iş gördürmede onu ileri sürer, Onu oğullarından da daha hoş tutardı.

Lokman kul oğluydu ama efendiydi.

Nefis isteğinden hürdü...

— 46

Lokman, kul şeklinde bir efendiydi.

Kulluk, görünüşünde bir örtüydü ona.

Şunu iyi bil ki, o âlemden bu âleme, Tersine vuran çok şeyler var.

Lokmanın efendisi,

Lokman 'sız yemek yemezdi."

2.    Aynı eserde "LOKMAN'ın EFENDİSİ"nin, "Terte­miz Dâvud" olduğu da anlatılmaktadır:

"Lokman, tertemiz Davud'un yanına, gitmiş.

O'nun, demirden halkalar yapmakta, olduğunu gör­müştü.

Lokman, bir zaman sustu, seyretti. Davud da işini bi­tirdi.

Bir zırh yaptı. Sabırlı Lokmanın karşısında giyindi:

— A yiğit dedi! '''Savaşta insanı, yaralanmaktan ko­ruyan iyi bir elbisedir bu!

Lokman, "Sabır hikmettir, ama yapanı azdır" dedi. (Mesnevi ve Şerhi: 3/217)

3.   İslâm Ansiklopedisinde (7/64-67):

"Bir gün Lokman'ın köle arkadaşları, efendilerinin incirlerini yerler ve Lokman'ı itham ederler. Lokman'ın tavsiyesi üzerine, efendisi (Davud) hepsine sıcak su içirtir. Lokman yalnız sıcak su kusar. Diğer köleler, su ile bera­ber incirleri kusarlar..."

Bu hikâye, Mesnevi ve Şerhi isimli kitapta: "Hiz­metçilerin Turfanda Meyveleri LOKMAN YEDİ diye İfti-

47 —

ra Etmeleri" başlığıyla uzunca anlatılır ki Lokman Aleyhisselâm aleyhine düzülen bir iftira olduğu görülmektedir.(l/588-589)

4.  LOKMAN Aleyhisselâm'a yapılmak istenen böyle isnad ve iftiraları Mevlâna (k.s.) şöylece reddeder:

"Lokman'ın tabanında diken arayıp duruyorsunuz.

Oysa onun ayağında diken değil, dikenin gölgesi bile yok.

Fakat hırsınızdan bu ayırt ediş yok ki sizde.

Lokmanın canı, Hakk’ın gül bahçesidir.

Onun can ayağı, niçin bir dikenle yaralansın!"

(Mesnevi ve Şerhi: 1/381)

5.   Hz. Lokman Aleyhisselâm, köle değil-kaçan köle­ye benzetilen bir Efendi'dir:

Şirazlı Şeyh Sa'dî: Bostan'ında (s. 189) anlatır:

"Bir gün bir yerden geçerken, birisi Lokman'ı kaçan kölesine benzetmiş." — Gel bakalım demiş. Onu tutmuş, bırakmamış. Bir sene ona cefa etmiş, cevretmiş ve bir sene çalıştırarak bir ev yaptırmış.

Bir sene sonra kaçan köle pişman olmuş. Efendisinin yanına gelmiş, özür dilemiş. Fakat efendisi Lokman'a hak­sızlık etmiş olduğu için, Lokman'dan fena halde korkmuş (Şimdi korku sırası Lokman'ı köleleştirmek ve efsane kah­ramanı yapmak isteyenlerdedir) Lokman'ın ayağını çöz­müş, özür dilemiş. Lokman gülmüş:

— "Özrün faydasızdır. Çünkü bir senedir bana kan yutturdun. Ettiğin ezâlar ve cefalar iki söz ile gönülden nasıl çıkar?...

— 48

— Benim de kölelerim vardı. Onlara zaman zaman ağır işler gördürürdüm. Şimdi çamur işlerinde çalıştığım, zahmet ne demek olduğunu öğrendiğim için, bundan sonra kölelerime ağır iş teklif etmem...

Böyle olmakla beraber ey iyi adam seni affediyo­rum." demiş.

6.  Emekli Vaiz Mehmet Öten: Hz. Lokman'ın Oğluna Öğütleri ve Hikmetler isimli eserinde "Lokman'a kölelik isnad edenlerin iddialarının çürük ve mesnedsiz olduğu­nu..." beyan ederek diyor ki:

"Lokman dudakları büyük, ayakları yarık, siyahi bir köle idi diyenlerin iddiasının dayanağı yoktur. Ün yapmış olan şu iki hikâye (Kölesi kaçmış olan adamın biri Lokman'ı kendi kölesine benzetmiş...olması ve diğeri de Kalb ve Dil Hikmeti) de Lokman'ın köle olduğu kanısını mey­dana getirmiştir.

İşte aynı hikmet olan bu iki vakı'ada geçen köle ve efendi sözcükleri Lokman'ı bir köle durumuna düşürmüş oldu. Halbuki vakı'alar dikkat ve düşünce ile incelenmiş olsaydı, Lokman'ın köleliğine hükmedilmez, kula kul ol­ma sıfatı ona yakıştırılmazdı. Nitekim:

"Adamlarım arasında zaman zaman zor işlere koştu­ğum bir köle vardı. Ben de bundan sonra, toprakta çalış­manın güçlüğünü hatırladıkça, onun gönlünü incitmemeye karar verdim" diyor ki, kölenin köleleri olmayacağı hukuk bakımından açık bir kuraldır. Böylece iddia da çürük ve mesnedsizdir." (Aynı eser, s. 8-10)

7.  Yukarıdan beri yedi madde halinde özetlenen:

"Hz. Lokman Hekim köle miydi?" sorusunu artık kı­sa ve öz olarak şöylece cevaplandırabilmek mümkündür ve cevabın doğrusu da budur:

— 49 —

"Lokman köle değildir; kölesi kaçan bir adamın kö­leye benzetmiş olduğu tertemiz bir EFENDİ'dir..."

Aynen Hz. Yusuf misalinde görüldüğü gibi; Yusuf Aleyhisselâm da önce köle diye kardeşleri tarafından satıl­mışken, bilahare sahip olduğu ilim ve hikmetle Mısır'a hem SULTAN ve hem de PEYGAMBER olmuştur.

N)   LOKMAN ALEYHİSSELÂM’IN
YAŞADIĞI DEVİR

Hz. Lokman Hekîm, Dâvud Aleyhisselâm ile kırk yıl beraber bulunup Yunus Aleyhisselâm zamanına kadar beş peygamber devrinde yaşamıştır.0

Sahih kavle göre Lokman Aleyhisselâm, Dâvud Aleyhisselâm’ın devrinde yaşamıştır.® O'ndan ilim de al­mıştır/3

Muhammediye kitabı "Tertîb-i Enbiyâ Aleyhimüsselâm" bahsinde Hz. Lokman'ın, Dâvud (A.S.)'un oğlu Süleyman Aleyhimesselâm'ı ta'kîben peygamber olduğuna şöylece işaret olunmuştur:

"Gitti ol (Süleyman) da geldi LOKMAN HEKİM,

Mahir etmiş hikmete anı Hekîm. "(4)

Sahîh-i Buhârî Tecrîd-i Sarîh Tercemesi "HAZRET-İ LOKMAN" bahsinde verilen aşağıdaki bilgiler de Lok-

(1)   Ruhü'l Beyan Tefsiri: 7/76,

(2)   A. Davudoğlu: Sahîh-i Müslim ve Şerhi, 1/464, M. Âsim Koksal: Peygamberler Tarihi, 2/230,

(3)   Ebu's Suûd Tefsiri: 7/413,

(4)   Yazıcızâde Muhammed: Muhammediye, s. 68,

— 50

man Aleyhisselâm'ın, Hz. Dâvud ve Süleyman Aleyhimesselâm zamanında yaşadığına ve de Peygamber olduğuna delildirler:

"Buhârî'nin Süleyman kıssasından sonra Lokman ve Zekeriyya peygamberlere ait iki bâbı daha vardır ki, müel­lif Zebîdî ihtisar için bunları Tecrîd'e almamıştır. Bahsi­miz (Ahâdîs-i Enbiyâ) olduğu için bunları bildirmeden geçemiyeceğiz" diyor/®

Hz. Lokman Hekim ile çağdaş olduğu belirtilen Dâvud Aleyhisselâm'ın Hicret'ten 1662 sene öncesinden 1622 tarihine kadar kırk yıl saltanatta bulunduğu da bildi­rilmiştir/®

O)  LOKMAN ALEYHİSSELÂM'IN
MEMLEKETİ

Lokman Aleyhisselâm, Mısır Nub (Nube veya Nevbe) kabilesine mensuptur. Medyen ve Eyle halkındandı/7

Tarihü'l hükemâ'da: "Hz. Lokman’ın Habeş'in Nevbee vilâyetinden olup Şam'da ikamet ettiği, ilim ve güzel ahlâk öğrettiği, Eyle ve Medyen taraflarında da oturduğu bildirilmiştir/8

Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz, mübarek hadîs-i şe­riflerinde Lokman Aleyhisselâm'ın Sudan (Habeş)li oldu­ğunu haber vermişlerdir:

"Sudanlıları dost edininiz. Çünkü onlardan üç tanesi Cennet ehlinin efendilerindendir: Lokman Hekîm, Necâşî, Müezzin Bilâl."19

(5)   Tecrîd-i Sarîh Tercemesi: 9/163,

(6)   Fezleke-i Tarih-i Umûmî: 1/109.

(7)   M. Âsim Koksal: Peygamberler Tarihi, 2/229.

(8)   Mir'ât-ı Kâinat: 1/198. 'Tecrîd-i Sarih Tercemesi: 9/162.

(9)   îbn-i Kesîr Tefsiri, s. 913. Fatih Ktb. No: 54.

51

P)  LOKMAN ALEYHİSSELÂM'IN

VEFATI

Lokman Aleyhisselâm’ın, Kudüs yakınlarındaki Rami e şehrinde vefat ettiği, kabrinin de Ramle şehri için­de bulunduğu, o mahalde yetmiş peygamber mezarının ol­duğu,00’ Eyle'de öldüğü de bildirilmiştir.01

Lokman Aleyhisselâm, Beytül Makdis (Kudüs) yakı­nındaki Remle şehrinde vefat etti. Mescid ile çarşı arasın­daki yere gömüldü.

Selâm olsun Ona.02

R) LOKMAN ALEYHİSSELÂM'IN YAŞI

Mübarek isimleri Kur’an-ı Kerimde zikrolunan pey­gamberlerden bazılarının Enbiyâ Tarihlerinde ne kadar yaşadıkları yazılmış olup Âdem 1000, İdris 360, Nuh 950, Hud 150, Salih 158, İbrahim 200 (175), İsmail 137, İshak 180 (160), Yakub 147, Yusuf 110 (120), Şuayb 300 (140), Harun 120, Musa 120, Eyyub 140 (93), Zülkifl 75, Davud 100, Süleyman 53, Muhammed (Aleyhimüsselâm)’in 63 yıl yaşadıkları, Zekeriyya 100 ve Yahya (Aleyihsselâm)’ın 30 yaşlarında şehit edildikleri, İsâ Aleyhisselamm ise semâya kaldırıldığı zaman 33 yaşında olduğu bildirilmiştir.03

(10)   Mir'ât-ı Kâinat: 1/198.

(11)   Tecrîd-i Sarih Tercemesi: 9/162.

(12)   M. Âsim Koksal: Peygamberler Tarihi, 2/235.

(13)   A. Cevdet Paşa: Kısas-ı Enbiyâ: 1/17-63, M. Dikmen-B. Ateş: Peygamberler Tarihi, s. 9 ve dv.. M. Asım Koksal: Peygamberler Tarihi, s. 11 ve dv.

— 52

Lokman Aleyhisselâm’ın yaşı hakkında verilen bilgi­ler tasnif edilip değerlendirildiği zaman onun yaşının doğ­ru olarak hesaplanabileceği kanatadayız. Şöyle ki:

Lokman Hekîm, çok uzun bir hayat yaşamıştır. Ebû Hâtim Sicistânî:

"Uzun bir hayata nail olanlar arasında Lokman'a ikin­ci yeri verir. En çok yaşayan Hızır'dır, sonra Lokman gelir ki, hayatı yedi kartal kadar uzun idi..."(l4)

Lokman Aleyhisselâm’ın beş peygamber (Dâvud-Süleyman-İlyas-Elyesa' ve Yunus) devirlerinde yaşadığı da yazılmıştır.03

Hz. Lokman’ın yaşma işaret eden sayılar:

Lokman Aleyhisselâm’ın adına tahsis edilen Lokman Sûresi'nin sıra numarası: 31, âyetleri: 34, kelimeleri: 548, harfleri: 2110’dur.06

Hz. Lokman’ın hayatı, yedi kartal ömrü kadar uzun­dur: Her kartal 80sene yaşamıştır. Ve böylece Lokman da (7x80=560) beşyüz altmış sene yaşamıştır.07

Muteber kitaplarda Lokman’ın 1000, 2300, 3500 yıl yaşadığı yazılıdır.08

Muhtelif rivayetlerde bu yılların sayısı 1000, 3000, 3500'e kadar çıkar.09

Lokman Sûresi'nin âyetlerinin sayısı, Meydan Larus'ta 334 (300+34) olarak gösterilmiştir/20

(14)    E. H. Sicistânî: Kitabül Muammer, s. 3, İslâm Ans. 7/64,

(15)    Ruhiil Beyan Tefsiri: 7/76,

(16)    Hak Dini Kur'an Dili: 3836,

(17)    Kitabül Muammer, s. 3,

(18)    Mir'ât-ı Kâinat: 1/198,

(19)    İslâm Ans. 7/64,

(20)    Meydan Larus: 8/41,

— 53 —

Lokman Hekîm, hikmetten oniki bin mevzuda sözler söyledi/2

Veheb b. Münebbih:

"Lokman'ın hikmetlerinden onbin bab kadar oku­dum... demiştir."122

Allah, adam olana 4000 hastalık musallat etmiştir:

2000 marazı kimse bilmemiştir;

1000 marazı bilirlenirler, anı (onu) dahi bilmezler ve

1000 marazı (hastalığı) Allah bildirmiştir/23

Lokman, 1000 peygambere şakird (talebe) olup 1000 peygamber dahi Lokman'a şakird olmuşlardı/24

sjc

Lokman Aleyhisselâm'ın, Yunus Aleyhisselâm zama­nına kadar beş peygamber devrinde yaşadığı da göz önün­de bulundurulmak sûretiyle "LOKMAN SÛRESİ"nin Kur'an-ı Kerim'deki yeri incelendi. Neticede ilk âyeti olan "ELİF LÂM MÎM"in(*’ başındaki "ELİF (veya ELF)"in di­ğer sûre veya âyetlerle karşılaştırılması sonunda Hz. Lokman’ın yaşı 1110 olarak butundu/25

* * *

(21)   Hâzin Tefsiri: 3/441

(22)   M. Asım Koksal: Pey. Tarihi: 2/231.

(23)   Prof. Dr. A. Süheyl UNVER: Lokman Hekim, s. 15,

(24)   Mir'ât-ı Kâinat: 1/198,

(*) İbn-i Abbas'tan şöyle bir rivayet vardır: Ebu Yasir, Resûlüllah'ı "Elif Lâm Mîm Zâlikel Kitabü.." okurken işitmiş. Kardeşine bunu söylemiş. Kardeşi Hay bin Ehtab ve Keab, Peygamberimize gelerek: "Elif Lâm Mîm" hakîkaten sana Allah tarafından mı nazil oldu? diye sormuşlar! "Evet" cevabı­nı verince, Hay: "Öyle ise ben senin ümmetinin ömrünü bunlardan çıkarayım, demiş ve 71 sene olduğunu söylemiş. Ebced hesabiyle o kadar eder: E-l, L30, M-40; hepsi 71 tutar. Peygamber Efendimiz, buna gülmüş ve: "Böyle daha başka da nâzil olanlar var demiş: Elif Lâm Mîm Sâd" okumuş. Hay: "Bu daha çok (161)" demiş. Resulüllah Efendimiz "Elif Lâm Ra" okumuş. Bu daha da çok (231) demiş. İşte bunları böylece ebced hesabıyla hesaplamış. (Kur'an-ı Kerîm Bilgileri, s. 70)

(25)   Lokman Sûresi: 31/1,

— 54

T.H.BERTENSHAW tarafından yazılmış, London, New York ve Bombay'da 1905 senesinde İngilizce olarak basılmış LONGMANS' PREPARATORY ARITMETIC isimli kitapta -küçük karelerleHz. Lokman’ın yaşının he­saplanmış olduğu görüldü:

BİN YÜZ ON BİR = 1111 (1 10 100 1000).(26)

Açıklama:

Lokman Aleyhisselâm’ın yaşı konusunda verilen bil­gilerin daha iyi kavranabilmesi için aşağıdaki açıklamala­rın yapılması uygun görülmüştür:

1.  "Lokman’ın hayatının yedi kartal ile temsili...":

"Kartal" kelimesinin Kur'an-ı Kerîm'de geçen aslı, "KardeP'dir. Lokman Sûresi 16'ncı âyetinde"., miskale KARDEL..." olarak geçer.

2.  "Kartaf'ın başında gelen "yedi" sayısının karşılığı "seb'a" kelimesidir; Lokman Sûresi 27’nci âyetinde "seb’at-ü ebhur (yedi deniz)" şeklinde gelmiştir.

Buna göre "Lokman’ın hayatının yedi kartal” ile tem­sili, Lokman Sûresi 16 ve 27'nci âyetlerinden çıkarılmıştır.

3.   "Her kartalın 80 sene yaşaması”:

Lokman Hekîm'in sıfatı olan "HAKÎM” terimi, Kur'an'da 81 âyette geçmiştir. Bunlardan üçü, Lokman Sûresi 2, 9 ve 27'nci âyetlirinin sonlarındadır.

Ayrıca Lokman Sûresi'nin ilk âyetinin ilk harfi "Elif (/)"tir. Elifin Kur'an harfleriyle okunuşu (E-L-F)'dir. Bu üç harfin ebced hesabiyle karşıbkları:

E      :      1

L      l 30

F :8O'dir.

(26)    Bayezıt Devlet Kütüphanesi 30145 no’da kayıtlı, s. 7.

55 —

4.  Yedi kartal (7x80=560) beşyüzaltmış yıl eder.

5.  Lokman Sûresinin kelimeleri: 548'dir.

6.  Lokman Hekîm'in 1000 ilâ 3500 yılları arasında yaşadığı, Mir'ât-ı Kâinat ve İslâm Ansiklopedisi gibi eserlerde bildirilmiştir.

Verilen sayıların sağındaki sıfırlar yok farz edildiğin­de bunların Lokman Hekîm ile doğrudan ilgilerinin oldu­ğu görülür:

(35) sayısından (1) çıkarılırsa (34) kalır;

(30)   sayısına (1) eklenirsee (31) eder:

(34) sayısı Kur'an-ı Kerîmde Lokman Sûresinin âyetleri adedidir;

(31)   sayısı Kur'an-ı Kerimde Lokman Sûresinin sıra numarasıdır...

7.  Kaynak eserlerin işaret eylediği (1000) sayısına gelince, ebced hesabiyle Lokman Sûresi birinci âyeti ba­şındaki "ELİF"in sayı karşılığı (1), veya "ELF"in sayı kar­şılığı ise (lOOO)'dir.

"BİN" anlamına gelen "ELF", Kur'an'da 8 sûre ve 9 âyette geçmiştir. Bu sekiz sûreden dördü (Bakara: 2/96, Enfâl: 8/9, 66, Hac: 22/47, Ankebût: 29/14) Lokman Sûresinden önce, diğer dördü de (Secde: 32/5, Saffât: 37/147, Meâric: 70/4, Kadir: 97/3) sonra gelmişlerdir.

Bu sekiz sûre içinde sûre sıra numaraları tek sayılı olan üçü (29, 37, 97), Lokman Sûresiyle çok daha yakın­dan ilgilidir, çünkü Lokman Sûresinin de numarası (31) olup tek sayılıdır.

Zikredilen üç sûrede geçen âyetlerin sırasıyla meâlleri şöyledir:

— 56 —

"Nuh'u kavmine peygamber gönderdik, o aralarında 950 yıl kaldı." (29/14)

"Yunus'u yüzbin veya daha ziyadesine peygamber olarak gönderdik." (37/147)

"Kadir gecesi, 1000 aydan daha hayırlıdır." (97/3)

8.   Ayetlerin meâllerinden anlaşıldığı üzere aşağıdaki hususlara dikkatlerin çekildiği anlaşılmaktadır:

a)   Âyetlerde Nuh'un yaşı, Yunus'un kavminin sayısı bildirilmiştir.

b)   Nuh Aleyhisselâm'ın doğrudan 950 yıl yaşadığı yazılabilirdi. Halbuki âyetin metninde "Bin sene kaldı elli sene hariç" denilmesinde nice hikmetlere işaret edilmiş ol­malıdır...

c)   Yunus Aleyhisselâm'ın da kavminden "yüzbin (miet-i elf)" bildirilmiş, geri kalan kısmına "daha ziyadesi" ol­duğu bildirilmekle yetinilmiş...

d)   Burada "daha ziyadesi" kaç kişidir? Bunu nasıl bu­lacağız? Problemi nasıl çözeceğiz?

9.   İşte bu sorulara cevap aranmasıyla hem Yunus'un kavminin sayısı ve hem de Lokman'ın yaşı Allah'ın izniyle bulunmuştur:

Âyette Yunus'un kavmi, "yüzbin" olarak bildirilmişti.

"Daha ziyadesi" de "onbin"dir. İkisi toplamı "yüzonbin" tutar: Bu "yüzonbin” sûre sıra sayısı ile âyetin rakamı farkıdır:

(147-37= 110)

10.     1000+110= 1110 (veya 1111) Lokman Aleyhisselâm'ın yaşıdır.

Her şeyi en iyi bilen Allahü Teâlâ’dır.

57 —

Ş) HZ. LOKMAN ALEYHİSSELÂM’IN
SOYU

Hz. Lokman Aleyhisselâm’ın soyu hakkında da ihtilâf edildiği görülmektedir. Bu konuda kaynak eserlerden ba­zılarında bulduğumuz malûmat aşağıya çıkarılmıştır:

1.   HADİSLERLE KUR’AN-I KERİM TEFSİRİ-İbn-i Kesîr'e göre:

"Lokman İbn-i Ankâ İbni Sedon'dur. Oğlunun ismi ise Süheylî'nin rivayet ettiği bir görüşe göre Sâran'dır." (12/6404)

2.   E. Hamdi Yazır'a göre:

"Lokman İbn-i Bâûra ki Âzer evlâdından olup Eyyûb Aleyhisselâm’ın hemşire veya teyze zadesi imiş." (Hak Di­ni Kur'an Dili: 6/3842)

3.   İbn-i İshak'ın beyanına göre:

"Lokman'ın nesebi dördüncü batında Hz. İbrahim'e varır..." (Tecrîd-i Sarih Tercemesi: 9/162)

4.   M. Asım Köksal'a göre:

"Lokman b. Sâran veya Anka' veya Bâran b. Mürîd b. Savun veya Sedun.” (Peygamberler Tarihi: 2/229)

5.   İbn-i İshak kavlince:

"Lokman İbn-i Bâura bin Âzer'dir." (Mir'ât-ı Kâinat: 1/198)

6.   Mecmûatün minettefâsîr'de:

"Lokman bin Bâura bin Nâhor bin Âzer'dir ki mezbur Âzer İbrahim Aleyhisselâm’ın pederidir.” (5/59)

— 58 —

7.   Şemseddin Sami ise:

"Yemen'de hüküm süren Benî Kahtal Mülûki meyanında dahî Şeddad ile Şedîd arasında bir Lokman mezkûr olup tûl-ü ömre nail olduğu menkûl olmakla Lokman Hekîm bu olması da melhuzdur..." diyor. (Kamûs'ül A'lâm: 5/3995)

Hz. Lokman Aleyhisselâm’ın soyu açıklanırken zik­redilen isimlerin tasnifi:

a)   Mezkûr isimlerden üçü peygamber adıdır. Bunlar:

Lokman, Eyyûb ve İbrahim Aleyhisselâmlar'dır.

b)   Peygamber isimleri (Lokman-Eyyûb-İbrahim) de dahil olmak üzere Kur'an'da geçen adlar: Bin, İbn, Benî (Büneyye), Azer'dir.

c)   Birbirlerine benzer isimler: Sedon-Sedun, SâranBâran, Ankâ-Anka', Şeddâd-Şedîd;

d)   Bu üç sınıf dışında kalan diğer isimler:

Bâura, Mürid, Neseb ve Nâhor'dur.

İZAHI:

Tasnifi yapılan isimlerin kısaca açıklaması şöyledir:

1.   Hz. Eyyub Aleyhisselâm:

Kur'an-ı Kerimde mübarek isimleri zikredilen 28 peygamberden birisi de Eyyub Aleyhisselâm'dır. Dört sûrede Eyyub adı geçmiş olup bu âyetlerde meâlen:

"Nuh, İbrahim, İsmail, İshak, Ya'kub, Musa, Harun, torunlar, İsâ, Yunus, Yusuf ve Süleyman Aleyhisselâmlara vahiy geldiği ve Davud'a Zebur verildiği gibi Eyyub’a da

59 —

vahiy geldiği, cümlesinin doğru yola iletildiği" (Nisa: 4/163, En'am: 6/84)

Başına dert gelen Eyyub'un Rabbine: "Sen merha­metlilerin en merhametlisisin" diye niyaz ettiği, (Enbiyâ: 21/83)

Son Peygamber Muhammed Aleyhisselâm'a Cenab-ı Hakk'ın: "(Habîbim), kulumuz Eyyubü da an..." buyur­mak sûretiyle iyi ve has kullarının hayırla anılmasını hatır­latmış olduğu görülmektedir. (Sâd Sûresi: 38/41)

2.   Hz. İbrahim Aleyhisselâm:

İbrahim Aleyhisselâm'ın Kur'an-ı Kerimde güzel adı, ikinci Bakara Sûresi 124'üncü âyeti ile seksenyedinci A'lâ Sûresi 19'uncu âyetleri arasında 69 yerde geçmiştir. Ken­disine 14'üncü İBRAHİM SÛRESİ tahsis edilmiş olup 52 âyettir.

Yüce Allah, Hz. İbrahim hakkında:

"Ben İbrahim'i insanlara önder yapacağım" buyurun­ca;

İbrahim'in:

"Soyumdan da (önderler yap Yâ Rabbi!)" dediği zik­redilmiştir. (Bakara: 2/124)

Hz. İbrahim'in Cenab-ı Hak indinde bu mutlu duası kabul edilmiş olmalı ki, kendisine tahsis edilen:

14'üncü İBRAHİM SÛRESİ'ni ta'kiben,

31 'inci Lokman Sûresi ile

47'nci Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Sûreleri'nin sırasıyla Kur’an-ı Kerim'deki yerlerini aldıkları görülmüştür.

— 60

3.   İbn (bin):

Her ikisi de aynı kökten gelen kelimeler olup "oğul" manâsına gelir. Kur'an'da "İbn (veya bin)" 35 âyette geç­miştir. (Mu'cemül Müfehres, s. 136-137)

4.   Benî:

"Benî" kelimesi "oğullar" anlamına gelip Kur'an'da 49 âyette geçmiştir. (Mu’cemül Müfehres, s. 137-138)

5.   Büneyye:

"Benî" ile "büneyye" her ikisi, aynı kökten gelen ikiz kardeş bir kelimedirler.

Ayrıca -bir babanın evlâdına karşı "şefkat ve mer­hametini göstermek üzere"BENÎ teriminin ism-i tasgîri (yani küçültme sıfatı) olarak gelmiş bulunan "BÜNEY­YE" kelimesi, "YAVRUCUĞUM-OĞULCUĞUM" gibi manâlara gelmektedir.

"Büneyye", Kur'an-ı Kerim'de 6 âyette geçmiştir:

Üçü Hud (11/42), Yusuf .(12/5) ve Sâffât (37/102) Sûrelerinde, Üçü de Lokman Sûresi (31/13, 16 ve 17'nci âyetleri)ndedir. (Aynı eser: s. 138)

6.   Âzer:

"Âzer", Kur'an'da En'am Sûresi 74 'üncü âyetinde bir defa geçmiştir:

Hz. İbrahim, babasının ve kavminin putlara taptıkla­rını görünce onları sert bir dille kınayarak babası Azer'e demişti ki:

61

"Sen bir takım putları tanrılar mı ediniyorsun? Doğ­rusu ben, seni de kavmini de apaçık bir sapıklık içinde gö­rüyorum." (6/74)

(Hz. İbrahim'in kavmi Irak'ta yaşayan Keldâniler idi. Yıldızlara ve gök cisimlerine taptıkları gibi putlara da ta­parlardı. Hz. İbrahim, babası Âzer'e ve kavmine, putların tapılmaya lâyık olmadıklarını, Allah ile insanlar arasında vasıta olamayacaklarını, hattâ onlardan hiçbir fayda ve za­rarın gelmeyeceğini bildirmiştir.)

(Kur'an-ı Kerim ve Türkçe Açıklamalı Tercümesi, s. 136)

7.  Sedon-Sedun (Savdun-Sav.un):

Bunlar iyi incelendiğinde -yazılış farkları bulunsa dahepsi aynı kelimeler olup Hz. Lokman aleyhisselâm’ın memleketi "Sudari'a işaret etmektedirler. Son kelime "Savuri'dan bir tek (d) harfi düşürülmüştür ki onun da aslı (Savdun)'dur.

"İnsan" kökü kelime yapısı itibariyle (İ-N-S) olduğu gibi "Sudari’ın aslı da (S-V-D) kelimesidir. Okunuşu: Sud-Sevd-Seved-Savd...dır. Kur'an'da bir kere Fâtır Sûresi 27'nci âyetinde geçer. Meâli:

"Allah'ın gökten indirdiği suyu görmedin mi? Biz onunla renkleri çeşit çeşit meyvalar çıkardık. Dağlardan (geçen) beyaz, kırmızı, değişik renklerde ve simsiyah yol­lar (yaptık)." (35/27)

Bu âyetin, Lokman Aleyhisselâm’ın memleketine işa­ret ettiği görülmektedir. Mevdûdî, Tefhimül Kur'an Tefsirinde diyor ki:

"îbn-i Abbas'a göre Lokman, Habeşî bir köleydi...

— 62

Cabir bin Abdullah Ensarî'ye göre, O, Nübah'a men­suptu.

Said bin Müseyyeb ise onun Mısırlı bir Habeşî oldu­ğunu söyler.

Bu üç görüş birbirine benzemektedir. Araplar o gün­lerde genellikle siyahilere "Habeşî" derlerdi ve Nübah (Nevbe) Mısır'ın güneyinde, Sudan'ın kuzeyinde bir böl> gedir. Dolayısıyla aynı şahsa, "Mısırlı", "Nûbî" yahut "Habeşî" demek kelimelerdeki farklılığa rağmen bir ve ay­nı şeydir." (Aynı eser: 4/292)

8.  Sâran-Bâran:

”Sâran"ın kökü "Sâr" ve "Bâran"ın ise "Bâr"dır.

"Sâr" Kur'an'da: "Ve sâra bi-ehlih..." şeklinde Ankebût Sûresi 29üncu âyetinde geçer. Ayette:

Lut Aleyhisselâm'ın gönderildiği (Daha önce hiçbir milletin yapmadığı bir hayâsızlığı yapan) kavme hitaben: "Siz, ille de erkeklere yaklaşacak, yol kesecek ve toplantı­larınızda edepsizlikler yapacak mısınız?" ihtarının yapıldı­ğı görülüyor. (29/29)

"Bâr", "Sâr"ın kafiyesidir. "Bi-ehlih" kelimesinin verdiği işaretle aslının "Bi'r" olduğu anlışılıyor. "Bi'r" ise:

Hac Sûresi 45'inci âyetinde geçer. Bu âyette: "Nice kullanılmaz hale gelmiş kuyular ve (ıssız kalmış) ulu sa­raylardan" bahsedilmektedir. (22/45)

9.  Ankâ-Anka':

îbn-i Kesîr'in "Ankâ" olarak kaydettiği bu kelime M.A. Köksal'ın Peygamberler Tarihi'nde "Anka"' olup ya­zılışta da farklı olarak tesbit edilmiştir.

63 —

Ankâ: İsmi olup cismi bilinmeyen bir kuş, çok büyük olduğu anlatılır. Zümrüd-ü Ankâ ve Simurg gibi isimlerle de anılır.

(A. Yeğin: Osmanlıca-Türkçe Yeni Lügat, s. 30)

"Anka"' ise kesme işaretinden anlaşıldığı üzere sonu "Elif (hemze)" denen harfle bittiğinden bize kelimenin as­lını bulmakta yardımcı oluyor. O halde:

Lâtince "Anka"' eşit Arapça "Aknâ"dır.®

"Aknâ" Kur'an'da Necm Sûresi: 48'inci âyetinde bir defa geçer.

Meâli:

"Zengin eden de, varlıklı kılan da O (Allah)'dır." (53/48)

10.  Şeddâd-Şedîd:

Her iki kelime de (Ş-D-D) kökünden gelmişlerdir.

"Şeddâd"ın aslı "Şidâd" olup Yusuf (12/48) ve Tahrîm (66/6) Sûrelerinde 2, "Şedîd”: 41 ve "Bu ikisi ara­sında geçtiği bildirilen" aynı kökten gelen "Eşedd" keli­mesi ise 31 âyette geçmişlerdir. Daha geniş bilgi için Tef­sir kitaplarına bakılabilir. (Mu'cemül Müfehres, s. 376377)

11.  Bâura:

"Bâura" terimi, "Ve sâra bi-ehlih..." (29/29) misâlinde açıklandığı veçhile aslının "Bi-avrah..." olduğu görülüyor. Kur'an'da "Bi-avrah" Ahzab Sûresi 13'üncü

(*) İslâm Ansiklopedisi'nde: "Fenike elifbası, Arapça ve Lâtince'nin kaynağıdır. Lâtinler bu yazıyı soldan sağa, Araplar ise sağdan sola yazarak ge­liştirmişlerdir." denilmektedir. (1/499)

— 64

âyetinde 2 kere -tekrarlanarakgeçmiştir. Çoğulu "Avrât" ise Nur Sûresi 31 ve 58'inci âyetlerinde yine o da 2 defa geçiyorlar.

Bu mübarek âyetlerde remiz tarîkıyla Hz. Muham­med ve Lokman Aleyhisselâmlar'ın "Nurlu" eşlerine atıf­lar yapıldığı sezilmektedir.

12.  Mürîd:

"Mürîd'in Kur'an-ı Kerîm'deki aslı "Merîd"dir. Hac Sûresi 3'üncü âyetinde geçer. Ayetin meâl ve açıklaması:

"İnsanlardan, bilgisi olmaksızın Allah hakkında tar­tışmaya giren ve inatçı şeytana uyan bir takım kimseler vardır." (22/3)

Âyetteki "şeytan"dan maksad, inkârcılarm ileri gelen­leri, şeytan kadar azgınlaşanları olduğu..." bildirilmiştir. Bu âyet, mâna ve yapı bakımından Lokman Sûresi 6'ncı âyetinin bir benzeridir.

13.  Neseb:

Soy, sop, hısımlık, akrabalık ve sıhriyyet gibi manâlara gelir.

"Neseb", Kur’an’da Furkan ve Sâffât Sûrelerinde iki âyette, çoğulu "ensâb" ise Mü’ıninûn Sûresinde bir defa geçmişlerdir. Bu âyetlerde meâlen:

"Allah'ın, insanı hakir bir sudan yaratıp onu neseb ve sıhriyet akrabalıklarına dönüştürdüğünü, Rabbin her şeye gücünün yettiği, (Furkan: 25154)

Allah ile cinler arasında bir hısımlık uydurulduğu, cinlerin kendilerinin de hesap yerine götürülecekleri; (Sâffat: 37U58)

— 65 —                                                F:5

Sûra üflendiği zaman, aralarında soy sop çekişmesi olmadığı gibi birbirlerini de soruşturamayacakları..." (Mü’ıninûn: 23/101) bildirilmiştir.

Lokman Aleyhisselâm'ın soyuna dair bilgiler verilir­ken "nâhor-batın-kahtal-mülûk-dahiy..." gibi bir çok keli­meler geçiyorsa da onların çözümü de ilim ehline bırakıl­dı.

SONUÇ:

Hz. Lokman Aleyhisselâm’ın soy kütüğünün Hz. Eyyub ve İbrahim Aleyhimesselâm'a vardığına dair verilen bilgilerin doğru olduğu görülmektedir. Çünkü cümle Enbiyâ, birbirlerinin soyundan gelmiştir:

Âlemlere rahmet olarak gönderilen son RESÛL Hz. Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem) İbrahim'in, İbrahim Nuh'un, ve Nuh da Hz. Âdem (Aleyhimüsselâm)in soyundan gelmişlerdir. (Âl-i İmran: 3/34, Isrâ: 17/3, Meryem: 19/58)

— 66

A)    Hz. Lokman Hekîm'in oğluna Kur'an-ı Kerîm'deki Nasîhatlan 34

B)    Hadîs-i Şerîfde Lokman Hekim 61

C)    Hz. Lokman’ın Oğluna Öğütleri ve Hikmetler 87

D)    Hz. Lokman Hekîm'in Oğluna Nasîhatlan 55

E)    Lokman Hekim'in Oğluna 100 Öğüdü 100

F)    Hz. Lokman Hekîm'in muhtelif eserlerden derle­nen Hikmetli Sözleri 168

G)    Peygamberler Tarihi Ansiklopedisi (Lokman Hekîm'in Oğluna Ettiği Nasîhatlar) 93

İ) Hz. Lokman Hekîm'in İlk ve Son Nasihâtları 5

K)    Pendnâme-i Lokman Hekîm 34

L)    Emsâl-ü Lokman Hekîm 38

M)    Ve Bazı Akvâlil Arab 100

— 67 —

HZ. LOKMAN ALEYHİSSELÂM'IN
NASÎHATLARI

Hz. Lokman Aleyhisselâm’ın hikmetli söz ve nâsîhatlarını ihtiva eden eserlere:

— Sahîfe-i Lokman,

— Emsâl-i Lokman,

— Mecelle-i Lokman,0

— Lokman'ın Hikmeti,

— Lokman Külliyatı...(2) gibi isimlerin verildiği gö­rülmektedir.

Veheb İbn-i Münebbih'in:

1.   İslâm Ansiklopedisinde:

"Lokman'ın nasîhatlarını ihtiva eden, on bin bahis okumuş olduğu anlatılırken", (7/65)

2.   Hâzin Tefsirinde:

"Kale Veheb, tekelleme Lokman'ü bi isnâ aşere elfe bâbin minel hikmeti... (Veheb, Lokman'ın nasîhatlarını ihtivâ eden hikmetli sözlerden on iki bin bab konuştu)" (Tefsîr-i Hâzin: 3/441).

3.   Peygamberler Tarihi Ansiklopedisinde, (Veheb R.A.'ın):

(1)    Nüzulünden Günümüze Kur'an-ı Kerîm Bilgileri, s. 185,

(2)    Mevdûdî: Tefhîmül Kur'an: 4/293,

— 68

"Lokman Hekîm, hikmetten on iki bin mevzûda söz­ler söyledi. İnsanlar, bu hikmetli sözleri D a r b ı -1 M e s e 1 (Ata Sözleri) olarak kullanıp, sözlerinin ve hükümle­rinin arasına kattılar (4/161)" dediği bildirilmiştir.

Bir çok İslâm bilginleri, Lokman Hekîm'in hikmetli sözleriyle eserlerini süslemişlerdir. Sa'lebî de ”MECÂLİSİ”nin bir bölümünü Lokman Aleyhisselâm’ın hikmetli sözlerine tahsis etmiştir.

Fransızcası "Aphorisme"dir. TIP YEMİNİ ÜZERİ­NE BİR DENEME adlı Risalemizde "Lokman Hekîm'in Aforizmaları" konusunda oldukça malûmat verilmiştir.

HZ. LOKMAN ALEYHİSSELÂM’IN
NASÎHATLARI KAÇA AYRILIR?

Hz. Lokman Aleyhisselâm’ın nasîhatlarım:

1.   Kur'an-ı Kerîm'de zikredilen nasîhatlan,

2.   Hadîs-i Şeriflerde bildirilen nasîhatlan,

3.  Diğer kaynaklarda haber verilen nasîhatlan... ol­mak üzere üç bölüme ayırmak mümkündür.

Bu doğru sınıflandırma da dahil olmak üzere Lokman. Hekîm'in nasîhatlarım konulanna göre de bölümlerine ayı­rabiliriz. Bunlar da:

1.  Lokman Hekîm'in oğluna Allahü Teâlâ hakkındaki nasîhatlan,

2.  Herkes yaptıklarından sorulacaktır diye nasîhat vermesi,

3.   İbadete teşvik hakkındaki nasîhatlan,

4.   İyiliği emretmesi hakkındaki nasîhatlan,

—69 —

5.   Kötülüğü yasaklaması hakkındaki nasîhatları,

6.   Sabrın hikmet olduğu hakkındaki nasîhatları,

7.   Sükûtun hikmet olduğu hakkındaki nasîhatları,

8.   Dostluk sebepleri hakkındaki nasîhatları,

9.   Yemek ve uyku hakkındaki nasîhatları,

10.   Ölüm hakkındaki nasîhatları,

11.   Dünya ve âhiret hakkındaki nasîhatları,

12.   Âlimler ve ilim meclislerine dair nasîhatları,

13.   Lokman Hekîm’in oğluna ilk ve son nasîhatları,

14.   Lokman Hekîm’in diğer insanlara nasîhatları...dır.

Üçüncü bir sınıflandırma da nasîhatların alınmış ol­duğu kaynak eserler nazar-ı itibara alınarak yapılabilir. Bu sınıflandırmada aynı kaynaktan kaç tane hikmet ve nasîhat alınmışsa onları bir arada topluca sıralama kolaylığı var­dır. Bizim tercihimiz de bu olmuştur.

HZ. LOKMAN HEKİM'İN HİKMET VE
NASİHATLARINA DAİR AÇIKLAMA

Hz. Lokman Hekîm’in Kur'an-ı Kerîm, Hadîs-i şerîf ve diğer kaynaklarda rastlanan âyet, hadîs, hikmet, nasîhat ve vecîzeleri acaba birbirinin tekrarından mı ibarettir? Eğer hakîkaten tekrar varsa bunun başkaca sebep ve hik­metleri yok mudur?

Hz. Lokman Hekîm’in hikmet ve nasîhatları üzerinde genel bir değerlendirme yapıldığında, birbirinin aynısı gibi görülen -veya öyle zannedilenbir çok hikmet ve vecize-

— 70

lerinin aynı olmadığı, farklı olduğu, bu farklılığın sebeple­ri arasında da kaynak, nasihat, terceme ve şerhlerin geldi­ğine şahit olunmaktadır.

Biz konunun iyice tavazzuh etmesi için üzerinde önemle durup misaller vererek mevzumuzu açıklamak azim ve kararındayız. Şöyle ki:

1.  Kaynak aynı (Kur'an-ı Kerîm, Lokman Sûresi âyet: 13), nasihat aynı (Lokman Hekîm'in oğluna ilk öğüdü) ol­duğu halde, bunun terceme ve açıklamalarının farklı oldu­ğunu görüyoruz:

a)   Lokman oğluna öğüt vererek: "Ey oğulcuğum! Al­lah'a eş koşma, doğrusu eş koşmak büyük zulümdür" de­mişti. (Diyanet'in Meâli, s. 411)

b)  Hani Lokman, oğluna -kendisi ona öğüt verirkenşöyle demişti:

"Oğulcağızım! Allah'a ortak koşma: Çünkü şirk (Al­lah'a ortak koşmak) elbette büyük bir zulümdür." (Hz. Lokman'ın Oğluna Öğütleri ve Hikmetler, 1. Öğüdü)

c)   "Ey babasının canı (Canım evlâdım, ciğerpârem)

Hakk Teâlâ Hazretlerini tanı." (Lokman Hekim'in Oğ­luna 100 Öğüdü’nden 1. Nasihati)

2.  Nasihat aynı, fakat kaynakları farklıdır:

Hz. Lokman Hekîm'in "Söz gümüş ise sükût altındır" vecizesini üç ayrı kaynaktan naklen veriyoruz:

a)   Kur'an-ı Kerîm'in Türkçe Meâl-i Âlîsi ve Tefsiri:

— "Ey Yavrum! Ben, sükûtumdan dolayı asla neda­met bulmuş olmadım. Çünkü: "Söz gümüşten olsa bile sükût altındır." (6/2744)

71

b)   Hz. Lokman’ın Oğluna Öğütleri ve Hikmetler:

"Oğulcağızım! Konuşmamaklığım bana hiçbir vakit pişmanlık vermedi, nedamet etmedim. Zira: "Söz gümüş ise sükût altındır." (Ramuz Şerhi: 3/542)

c)   Peygamberler Tarihi Ansiklopedisi:

Ey Oğlum! Sükût etmekten pişman olmazsın:

"Söz gümüş ise sükût altındır." (4/166)

Kaynaklar: Tefsir, hadis ve Ansiklopedi birbirlerini te'kid ediyorlar.

3.   Nasihat aynı ve fakat tercemesiyle yorumlar farklı­dır:

Hz. Lokman Hekîm'in "Deniz ve gemiden" bahseden metnin orijinalinin okunuşunu İmam-ı Gazâlî'nin İHYA'sından aynen veriyoruz:

"Ve kale Lokman Aleyhisselâm Libnihî:

— Ya Büneyye! İnned dünya bahrun amîgun. Ve kad ğaraka fîhi nâsün kesîrun. Feltekün sefînetüke fîhâ takvâllahi Azze ve Celle ve haşvühal îmanü billahi Teâlâ, şirâuhat tevekkül alâllahi Azze ve Celle. Lealleke tencû vema erake naciyen." (İhyâ: 3/202)

Terceme ve Yorumları:

a)   Tarafımdan yapılan tercemesi:

"Lokman Aleyhisselâm oğluna öğüt vererek dedi ki:

— Ey Oğul! Muhakkak ki dünya derin bir denizdir. İçinde bir çok insanlar boğulmuştur. Şimdi sen de bu der­ya içindesin. Eğer takvâ gemisine biner, îman azığını yük­lenir ve Hakka tevekkül edersen kurtulabilirsin. Bütün tehlikelerden kurtulabileceğine emîn değilim."

— 72

b)  "Hz. Lokman'ın Oğluna Öğütleri ve Hikmetler" adlı eserin sahibi tarafından yapılan tercemesi:

"Oğlum! Dünya derin bir denizdir. Birçok insanlar, dünya denizinde boğulmuştur. Öyleyse dünya denizinde takvâ (Allah korkusu) senin gemin olsun. O geminin içini dolduran katık, Allah'a olan îmanın olsun. Bu sûretle belki kurtulmuş olabilirsin. Sanmam ki, başka türlü kurtulabilesin. (Seni kurtulmuş olarak görmüyorum)."

(Araisül Mecalis, s. 205, İhyâ: 3/179, Ramuz Şerhi: 3/543, Berîka: 3/543)

c)   Peygamberler Tarihi Ansiklopedisi:

"Ey Oğul! Dünya derin deniz gibidir. Çok insanlar onda boğulmuştur. Takvâ gemin, îman yükün, tevekkül hâlin, salih amel azığın olsun. Kurtulursan Allahü Teâlâ’nın rahmetiyle, boğulursan günahın sebebiyledir." (Aynı eser: 4/165)

4.  Kaynaklar da farklı, nasîhatlar da farklıdır:

Birbirinin aynısı değil, benzer sözlerdir. Halbuki iyi dikkat edilmezse aynı sözlerin tekrarıymış gibi zannedilebilir. Misâlleri:

A) Sabır ve susmak hakkındaki nasîhatlar:

— Susmak hikmettir, ama onu yapan azdır. (Bülûğül Meram: 4/377)

— Susmak hikmettir, çok olsun, az olsun. (Taberî Tefsiri: 1/381)

— Sabır ve sükût hikmettir, onu yapan azdır. (Prof. Dr. S. Ünver: Lokman Hekim)

— Sükût, selâmet kapısını açan tek anahtardır. (A. Cemil Akıncı: Lokman Hekim)

73 —

— Davud Aleyhisselâm, Lokman Hekim'e:

"Bu sözün dolayısiyle sen HAKÎM tesmiye olundun (Hikmet sahibi Lokman diye isimlendirildin)" dedi:

SUSMAK BİR HİKMETTİR VE FAKAT ONU İŞLEYEBİLEN PEK AZDIR. (Muhiddîn Arabi: Füsûsül Hikem, s. 234)

B) Yemek hakkmdaki nasihatiari

— Oğulcağızım! Mide dolduğu zaman, fikir ölür, hikmet dilsiz kalır. (Gazali; İhyâ: 3/76)

— Aşırı doyuncaya kadar yemek yeme.

, Acıkmadıkça yemek üzerine yemek yeme.

Az yemekle kanâat eyle. (Taberi Tefsiri: 1/383)

— Yemeğe daima tok, hikmete (ilme) aç ol. (Prof. Dr. S. Ünver: Lokman Hekim)

— Hasta olmamak için çok yemeyiniz, sıcak yemeyi­niz, çiğ yemeyiniz. (İlhan Yardımcı: Sağlık Folklorümüzde L. Hekim)

— Az yemeği, az konuşmayı ve az uykuyu âdet et. (Lokman Hekim'in Oğluna 100 Öğüdü'nden 33'üncüsü)

5.   Verilen misalleri çoğaltmak mümkündür, fakat ona da gerek yoktur. Çünkü, risalenin içerisindeki nasîhatların tamamı yukarıdan beri açıklanagelen maddelere misâl ola­bilirler. Aslında tek kaynakda -Kur'an'dabirleşmiş olu­yorlar...

Biz de kaynak eserlerde ne bulmuşsak yazıp derledik. Allah'ın izniyle Lokman Aleyhisselâm’ın hikmet dolu nasîhatlarını bir araya toplamış olduk.

— 74

A)    HZ. LOKMAN HEKÎM'İN OĞLUNA
KUR'AN-I KERÎM'DEKİ NASÎHATLARI

İlk insan ve ilk peygamber Hz, Âdem'den başlıyarak -âlemlere rahmet olarak gönderilenson peygamber Hz. Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'e gelinceye kadar cümle Enbiyâ (Al­lah'ın selâmı üzerlerine olsun) evlenmişler, eş ve evlâda sahip olmuşlar, birer güzel aile yuvası kurmuşlardır.0

Hemen her peygamber, cemiyetin çekirdeği olan aile yuvası kurulması konusunda ümmetlerine birer imtisâl numûnesi olmuşlar, yüce Allah'ın kendilerine salih evlât ve hayırlı bir nesil ihsan etmesi için güzel duâlarda bulun­muşlardır.’2

Rahman'ın kulu olan her ana ve babanın Allah'tan ha­yırlı ve salih bir zürriyet talebinde bulunmanın gerektiği, kendilerinden sonraya hayırlı bir nesil bırakan ebeveyne ve çocuklara melekler tarafından da duâlar edileceği gibi onların âhiret gününde Adn Cennetlerine girecekleri müj­desi de verilmiştir/3

Bütün bunlara ilâveten Nuh, İbrahim ve Yakûb Aleyhisselamlar gibi Enbiyâ'nın oğullarına güzel nasîhatlar verdikleri Kur'an-ı Kerîm'de zikredilmiştir/4

Oğluna ibretli, hikmetli, güzel nasîhatlar veren, bu hoş öğütleri Kur'an-ı Kerîm’de zikredilen o mübarek zâtlardan birisi de hiç şüphesiz Hz. Lokman Aleyhisselâm'dır.

(1)   Âl-i İmran: 33-34, En'am: 84-87, Ra'd: 38, Meryem: 58,

(2)   Bakara: 128-129, Âl-i İmran: 38, A'raf: 189, İbrahim: 36-40,

(3)   Bakara: 132-133, Ra'd: 22-24. Meryem: 61. Furkan: 75,

(4)   Hud: 42, Yusuf: 5, Sâffât: 102,

—75 —

Cenab-ı Hak, Mekke-i Mükerreme'de nâzil olan 34 âyetli 31 sıra nolu "LOKMAN SÛRESİ"ni LOKMAN HEKÎM'in şahsına tahsis buyurmuştur. Şahıslarına birer müstakil sûre tahsis edilen 7 büyük Enbiyâ (Yunus-HudYusuf-îbrahim-LOKMAN-Muhammed-Nuh)'dan beşinci­si Lokman Hekîm'dir.

Şahsına tahsis buyurulan Lokman Sûresi 12 ilâ 19'uncu âyetleri arasında Lokman Hekim'in oğluna verdiği HİKMETLİ NASÎHATLAR anlatılarak denilmiştir ki:

"Andolsun ki biz Lokman'a Allah'a şükret diyerek hikmet verdik. Kim şükrederse ancak kendi faidesi için şükreder. Kim de nankörlük ederse hiç şüphe yok ki Alîah müstağnidir, her hamde o lâyıkdır.

Hani Lokman oğluna öğüt verirken şöyle demişti:

1.  Oğulcağızım! Allah'a ortak koşma. Çünkü şirk el­bette büyük bir zulümdür...

2.  Allah'a ve ana-babana şükür et. Zîrâ Cenab-ı Hak, insana ana ve babasını tavsiye etti (Onlara itaat etmesini emreyledi).

3.  Eğer onlar, sence ilimde yeri olmadık herhangi bir şeyi Allah'a eş tutman üzerinde seni zorlarlarsa kendileri­ne itaat etme.

4.  Ana ve babanla dünyada iyi geçin (kendilerine iyi­lik yap, sıla-i rahim et).

5.  Allah'a yönelenlerin (muhsinlerin) yoluna uy. Ni­hayet (Senin de, ana ve babanın da) dönüşünüz ancak Al­lah'adır. O vakit Allah size ne yapmışsanız haber verecek­tir.

6.  Oğulcağızım! Hakikat (yaptığın iyilik ve kötülük) bir hardal tanesi kadar olsa da bir kaya içinde, ya gökler-

— 76

de, yahut yerin dibinde (gizlenmiş) olsa bile Allah onu ge­tirir (meydana çıkarır ve hesabını görür). Çünkü Allah lütûfkârdır, her şeyden hakkıyla haberdardır.

7.  Oğulcağızım! Namazı dosdoğru kıl (Kendini kemâle erdirmek için).

8.  İyiliği (Dinin hayır ve iyilik olarak bildirdiği bütün

hususları) emret.                                                                  

9.  Kötülükten vaz geçirmeye çalış (el, dil ve kalb ile gücün yettiği kadar insanları kötülükten sakındır. Toplu­mu kemâle erdirmek, onların da ahlâkını güzelleştirmek için).

10.  Sana (bu emir ve nehiy sebebiyle) isabet eden (başına gelen)lere de sabret, katlan. Doğrusu bunlar, azmedilmeğe değer işlerdir.

11.  İnsanlardan (kibirlenip-gururlanıp) yüzünü çevir­me.

12.  Yer yüzünde şımarık (çalımlı) yürüme.

13.  Zira Allah, her kibir taslayanı, kendini beğenip öğüneni sevmez.

14.  Yürüyüşünde mutedil ol (Orta halli ol. Ne çok hızlı, ne de yavaş yürü. Sükûnet ve vakarını muhafaza et).

15.  Sesini alçalt (Bağırıp çağırarak yüksek sesle ko­nuşma. Bilki) seslerin en çirkini (hoşa gitmeyen en kötü­sü) hakikat eşeklerin anırışıdır."0

Hz. Lokman'a hikmetin şükür için verildiği ve oğluna öğütleriyle hikmet ve şükründen bazı numûneler gösteril­miştir ki bunlar da görüldüğü üzere on beş madde halinde sıralanmıştır. Hz. Lokman Hekîm'in nasîhatlarını Lokman

(5)   Lokman Sûresi: 31/12-19.

— 77 —

Sûresi on yedihci âyetine dayanarak iki kısma ayırmak mümkündür:

a)   Nehy-i anil münker (yapılması yasaklanan, menfî) nasîhatlan,

b)   Emr-i bil ma'rûf (yapılması emredilen, müsbet) nasîhatlan.

Yapılması yasaklanan nasîhatlan: Bunlar, 1, 3,11,12 ve 13'üncü maddelerde zikredilen:

— Allah'a ortak koşma!

—Ana ve baban seni Allah'a eş koşmaya zorlarlarsa onlara itaat etme.

— İnsanlara karşı kibirli olma.

— Şımarıklık etme.

— Allah, kibirli ve şımarık olanı sevmez;

Öyleyse Allah'ın sevmediği bir işi yapma... gibi öğüt­leri menfîye misâldir. Menfînin zıddı müsbettir.

Yapılması emredilen nasîhatlan:

Hz. Lokman Hekîm'in yukarıda kısaca açıklaması ya­pılan beş madde haricindeki Öğütleri müsbet olup on mad­dedir ve menfînin iki katıdır.

Dikkate şayandır ki, Lokman Hekîm nasîhatlanna ilk önce en yakınlarından (eşinden, oğlundan...) başlamış ve vaazında en önemli konuyu anlatarak "oğlunu şirkten men'" etmiştir. Ayetlerin açıklamaları bize gösteriyor ki, evvelâ yakınlarını kötülük yapmaktan sakındıran Lokman Hekîm, daha sonra da onlara hayır ve iyilik yollarını emreylemiştir. Bunun üzerine oğlu da küfründen dönerek İslâmî kabul etmiştir.

Önemle vurgulanan konulardan birisi de şudur: İba-

— 78

det ve güzel ahlâka misâl olmak üzere getirilen namaz ve sabır gibi ibadetleri, Lokman Hekîm’in oğluna tebliğe de­vam etmesi, oğlunun îmana geldiğine ve îmanın da salih ameli gerektiğine pek hoş ve güzel birer işaret olsa gerek­tir.

Hikmetin gerektirdiği şirki terk ile Allah'a îman ve şükürden sonra ana-babaya teşekkür de salih amel cümle sindendir. Ana-babaya teşekkür haklarını gözeterek onlara itaat ve ihsanda bulunmak ve duâ etmektir. Bilelim ki, ebeveyne teşekkür Allah'a teşekkür kabul edilmiştir. Çün­kü: "Kula teşekkür etmeyen, Allah'a hiç teşekkür etmez..." Bu bakımdan Cenab-ı Hakk'a şükürden sonra ebeveyne te­şekkür emredilmesinde nice hikmetler gizlidir...

İbn-i Uyeyne (R.A.) anlatıyor:

Resûlüllah Sallallahü Aleyhi Vesellem buyurdular:

"Kim beş vakit namazı (her gün muntazaman) kılar­sa, muhakkak Allah'a şükür etmiştir. Ve yine her kim de beş vakit namazın arkasından ana ve babasına dua ederse, ebeveynine teşekkür etmiş olur."(6)

Ana ve babaya teşekkür tavsiye edilmekle beraber, eğer onlar evlâdını -hiç bir ilimde yeri olmayıp muhal olan şirki isnad ettirmek üzeresıkıştırırlarsa o hususta ikisine de itaat etme yoktur. Lâkin günaha iştirak etmeksizin şeriatın razı olacağı ve insanlığın gerektirdiği veçhile soh­betlerinde bulunmak, yemek, içmek, giymek gibi ihtiyaç­larını karşılamak, cefa etmemek, ağır söylememek, hasta­lıklarında bakmak, vefatlarında defnetmek... gibi dünyaya ait yardımları yapmak lâzımdır. Özet olarak söylemek ge­rekirse, ana ve babanızın yersiz emirlerine itaat etmek yoktur, ancak kendilerine sahip olmak vardır.

(6)   Mecmûatün Minet Tefasîr: 5/61,

— 79 —

' Ana-baba hukukunu dile getiren Lokman Sûresi 14 ve 15'inci âyetlerinin inzâl sebebi şöylece bildirilmiştir: "Rivayet olunduğuna göre Sa'd İbn-i Ebî Vakkas (R.A.) ile anası hakkında (bu iki âyet) nâzil olmuştur. Şöyle ki: Sa'd İbn-i Ebî Vakkas, validesine itaatkâr idi. İslâma girdi­ği zaman validesi:

— Ya Sa'd! Sen ne yaptın? Eğer sen bu yeni dini bı­rakmazsan yemin olsun ki ben yemem, içmem, nihayet ölürüm. Sen de benim yüzümden hey anasının katili diye bed nam (kötü isimli) olursun.” demiş. O da:

— Yapma ana! Ben bu dini hiç bir şey için terk et­mem... demiş.

Validesi, iki gün iki gece yememiş, takattan düşmüş. Bunu gören Sa'd

— Anneciğim! Bilesin ki Vallahi yüz canın olsa da birer birer çıksa, ben bu dini hiç bir şey için terk edemem. Artık dilersen ye, dilersen yeme... demiş. Bunun üzerine validesi yemeğini yemiş. İşte bu iki âyet -veyahut ikinci âyetbu sebeple nâzil olmuştur."(7)

(7)   Hak Dini Kur'an Dili: 6/3844,

— 80

HZ. LOKMAN HEKÎM'İN KUR'AN-I
KERİM'DE HABER VERİLEN DİĞER
İNSANLARA ÖĞÜTLERİ

(OĞLUNA ÖĞÜTLERİ AYRICA ÖZETLENMİŞTİ)

1.  Bismillahirrahmanirrahim. Elif, Lâm, Mîm.

2.   İşte bunlar, o hikmet dolu kitabın âyetleridir.

3.   Güzel iş yapanlara -tevhîd ve ihlâs ehline(o hik­met dolu kitabın âyetleri) bir hidâyet ve bir rahmettir.

4.   Güzel iş yapanlar ki onlar dosdoğru namazı kılan­lar, zekâtı verenlerdir. Ve onlar âhire te de yakînen (şüphe­siz) inananlardır.

5.   İşte onlar Rablerinden bir hidâyet üzerindedirler ve işte onlar felâha erenlerdir.

6.   İnsanlar içinde, bilgisizce, Allah yolundan saptır­mak, O yolu bir eğlence edinmek için (icad edilmiş) boş lâfa (asılsız hikâyelere, masallara, romanlara, tarih kılıklı efsânelere...) müşteri çıkan nice adam vardır. İşte onların hakkı, horlayıcı bir azâbdır.

7.   Ona âyetlerimiz okunduğu zaman, sanki onları işit­memiş, kulaklarında sağırlık varmış gibi, kibirlenerek yüz çevirir. İşte onu çok acıklı bir azâb ile müjdele.

8.   îman edib de güzel güzel amel ve hareketlerde bu­lananlar yok mu? Naîm cennetleri onlaradır.

9.   Kendileri (o naîm cennetlerinde) ebedî kalıcı ol­mak üzere...

F: 6

81

Bu, Allah'ın gerçek vaadidir. O, yegâne gâlip, yegâne hüküm ve hikmet sahibidir.

10.  O, şu görüp durduğunuz gökleri direksiz yarattı.

Yere, sizi sarsar diye, ağır baskılar koydu.

Orada (yerde) her bir canlıdan nice çeşitler yaydı.

O, gökden su indirdi de yerde her sınıfdan güzel ne­batlar yetiştirdi.

11.  İşte bunlar, Allah'ın yarattığıdır. Ondan başkası­nın ne yarattığını haydi gösterin bana... Hayır, o zalimler apaçık bir sapıklık içindedirler.

12.  Andolsun ki Yüce Allah, kendisine şükredeyim diye bana hikmet verdi. Kim şükrederse ancak kendi fâidesi için şükreder. Kim de nankörlük ederse hiç şüphe yok ki Allah ğanîdir (müstağnidir), her hamde o lâyıkdır.

(13 ve 19 uncu âyetleri oğluna öğütleridir)

20.  Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsini Allah'ın, muhakkak sizin için müsahhar kıldığını, açık ve gizli bir çok nimetlerini sizin üzerinizde bol bol tamamladığını görmediniz mi? İnsanlar içinde -hiçbir ilmi, hiçbir rehberi ve tenvir edici hiçbir kitabı yokkenhâlâ Allah hakkında mücadele eden kimseler vardır.

21.  Onlara: "Allah'ın indirdiğine tâbi' olun" denildiği zaman "Hayır, dediler, biz atalarımızı üzerinde bulduğu­muz şeylere uyarız."

Ya şeytan onları yalımlı azâba çağırıyor idiyse?

22.  Kim nefsini Allah'a O'nu görür gibi, teslim ederse muhakkak ki o, en sağlam kulpa yapışmıştır. Bütün işlerin sonu ancak Allah'a dayanır.

23.  Kim küfrederse onun küfrü sana hüzün vermesin. Onların dönüşü ancak Allah'adır. O zaman neler yaptıkla-

— 82

rını Allah onlara haber verecektir. Şüphe yok ki Allah sînelerde gizli olan şeyleri bile hakkıyla bilendir.

24.  Allah, böylelerini dünyada biraz geçindirip sonra kendilerini ağır bir azâba katlanmaya mecbur edecektir.

25.  Andolsun ki onlara gökleri ve yeri kimin yarat­tığını sorarsan muhakkak: "Allah" derler. Sen de "Elham( dü lillâh (Hamdolsun Allah'a)" de.

Hayır onların çoğu bilmezler...

26.  Göklerde ve yerde ne varsa Allah’ındır. Şüphe yok ki Allah, müstağnidir, her hamde lâyıkdır.

27.  Eğer yer yüzündeki her bir ağaç kalemler, deniz de, arkasından yedi deniz daha kendisine yardım ederek, mürekkep olsa yine Allah'ın kelimeleri tükenmez. Şüphe yok ki Allah yegâne gâlibdir, tam bir hüküm ve hikmet sa­hibidir.

28.  Sizin yaratılmanız da, tekrar diriltilmeniz de bir tek kişiyi yaratmak ve diriltmek gibidir. Hakikat Allah hakkıyla işiten, kemâliyle görendir.

29.  Görmedin mi, Allah geceyi gündüzün içine, gün­düzü de gecenin içine sokuyor. Güneşi, ayı size müsahhar kılmıştır. Her biri muayyen bir vakta kadar akıp gidecek (vazifesine devam edecek)tir.

Hakikat ne yaparsanız Allah hakkıyla haberdardır.

30.  Allah, hakkın ta kendisidir, O'ndan başka taptık­larınız ise hiç şüphesiz bâtıldır. Hakikat Allah, O çok yü­ce, çok büyüktür.

31.  Kudret delillerinden bir kısmını size göstermek için, Allah'ın nimetiyle, denizde gemilerin akıp gitmekte olduğunu görmedin mi? Şüphe yok ki bunda çok sabre­

den, çok şükredenler (nimetin kadrini bilip onu ihsan eden Cenab-ı Hakkı tanıyanlar) için ibretler vardır.

32.  Onları dağlar gibi dalga sardığı vakit dîni yalnız kendisine (yani Allah'a) tahsîs etmek suretiyle halis ve muhlis insanlar olarak Allah'ı çağırırlar. Sonra Allah onla­rı selâmetle karaya çıkardığı zaman içlerinden bir kısmı orta yolu tutar. Ayetlerimizi gaddar, nankör olanlardan başkası bilerek inkâr etmez.

33.  Ey insanlar, Rabbinizden korkun. Ne babanın ev­ladına, ne de bizzat evlâdın babasına, hiçbir şeye fâide ve­remeyeceği günden korkun. Şüphe yok ki Allah'ın vaa'di hakdır. O halde zinhar sizi dünya hayatı aldatmasın! O çok aldatıcı şeytan zinhar sizi Allah'ın hilmine, imhâline güvendirmesin.

34.  O sâatin (kıyametin) ne zaman kopacağının ilmi şüphesiz ki Allah'ın nezdindedir.

Yağmuru (mukadder olan vakitte ve mahalde) O in­dirir.

Rahimlerde olanı O bilir (Rahimlerdekilerin tafsilatını bildiği gibi kabirdekilerin de tafsilatını O bilir. O yaratan diriltir.)

Hiçbir kimse yarın ne kazanacağını (ileride başına ne geleceğini, eline ne geçeceğini) bilemez.

Yine hiçbir kimse hangi yerde öleceğini bilemez (kü­çük kıyameti bilemez; büyük kıyameti nerede bilecek?)

Fakat Allah'a gelince:

Şüphesiz ki Allah Celle Celâlühû her şeyi bilendir, her şeyden haberdârdır/15

(8)   Lokman Sûresi: âyet 1-34,

— 84

B)   HADÎS İ ŞERİF’DE
LOKMAN HEKİM

İslâmın ana kaynağı olan Kur'ân-ı Hakîm'de, Lokman Hekim hakkında bilgi verildiği gibi yine dînimizin ikinci kaynağını teşkil eden sevgili Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem)in Hadîs-i Şeriflerinde de Lokman Hekim'e dair bilgiler bu­lunmaktadır. Esâsen Kur'ân-ı Hakîm'de de bu konuya yer verildiği görülmekte ve "HADÎS" kelimesi 18 sûrede geç­mektedir.

"Hadîs "in içinde geçtiği sûrelerden altıncısı, Lokman Sûresi (31/6) dir. Lokman Sûresi'nden önce beşinci sırada geçen Tâhâ Sûresinde:

"Hel etâke hadîs-ü Mûsa (Sana Mûsa'nın hadîsi geldi mi?)" (20/9) buyurulmaktadır. Hadîs, Lokman Sûresinde geçtiğine göre, "Hadîs-ü Mûsa" ibaresinden, "Hadîs-ü Lokman" ve mânâsı:

"Lokman'ın hadîsi sana geldi, ulaştı mı?" demek ol­duğu anlaşılmaktadır.

İçinde hadîs kelimesinin geçmesine nazaran onuncu sırada yer alan Zâriyat Sûresi'nde:

"Hel etâke hadîs-ü dayf-i İbrâhîm'el-mükramîn" (51/24) âyeti de te'kid mesâbesindedir.

Diğer taraftan Lokman Sûresindeki "Hadîs"in başın­da "Lehv" kelimesi vardır ve "Lehv'el-hadîs" terkîbindedir. "L e h v" kelimesi de Kur'ân-ı Hakîm'de 6 sûrede geçer. Bunlar: En'am (632), 2. Ankebût (29/64) 3. Lokman (31/6), 4. Muhammed (47/36), 5. Hadîd (57/20), 6. Cum'a (62/11) Sûreleridir.

— 85 —

Peygamber Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem)in mübârek sözlerine, fiil ve takrirlerine hadîs dendiğini biliyoruz. O halde "Lokman'ın hadîsi" dendiğinde, Lokman Aleyhisselâm'ın hikmetli sözleri hatırlanmalıdır.

"Lehv'el-hadîs" terkibinden de, Lokman Aleyhisselâm'ın hikmetli sözlerine mevzûât -lehviyyât kanştınlacağmm haber verildiği anlaşılmaktadır. Ayrıca "Lehv" kelimesi, sûre adı peygambere tahsis edilen "Lokman" ve "Muhammed" Sûreleri'nde geçtiğine göre, bu ikisi arasın­daki irtibâtı da göstermektedir.

Kur'ân-ı Hakim başta olmak üzere hadîs, tefsir, ahlâk, tasavvuf, tarih, siyer, tıp ve şiir kitaplarında, darb-ı mesel (vecizeler) mecmuâlarında Lokman Hekim'in hayatı ve hikmetli sözlerinden bahsedildiği görülmektedir.

Lokman Hekim'in hikmetli sözlerinden bazılarını Aleyhisselât-ü ve's-selâm Efendimiz önemine binâen ashâb-ı kirâmına söylemek lütfunda bulunmuşlardır. Bula­bildiklerimi yazıyorum:

1-  Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem):

"Sûdanlıları dost edininiz. Çünkü onlardan üç tânesi cennet ehlinin efendilerindendir: Lokmân'ül-Hakîm, Necâşî, Müezzin Bilâl," buyurdu/”

2-  Bûharî, Abdullah İbn-i Mes'ûd (R.A.)dan şu meâldeki hadîsi rivâyet ediyor:

"îman edip de îmanlarına zulüm karştırmayanlar, işte emn-ü eman onlar içindir. Doğru yola giden de onlardır" meâlindeki En'am Sûresindeki 82'nci âyet-i kerîmesi nâzil olduğunda müslümanlara ağır gelerek:

— Yâ Resûlullah! Bizim hangimiz nefsine zulüm et­mez ki, onun îmanı nefsine zulüm etmemekle şaibeli olmasın? Demişlerdi.

(1)   İbn-i Kesîr Tefsiri: s. 913, Fatih Ktb. No: 54,

— 86

Resûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) onlara:

   "Bu âyetteki zulüm sizin sandığınız gibi değildir.

O zulüm şirk demektir. Lokman’ın oğluna nasihat ederken:

— Yavrum! Allah'a şirk etme. Zira şirk, en büyük bir zulümdür, dediğini işitmediniz mi?" diye cevap vermiş> tir.(2)

3-   İbn-i Abbas ve Ebû Hüreyre (R.A.) anlatır:

"Resûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem), cuma günü sabah namazında (Secde), (Lokman) ve (Hel etâ al’el insan) sûrelerini okur­du."®

4-   Resûl-ü Ekrem (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz, Lokman He­kim'in oğluna şöyle bir öğüt verdiğini hikâye buyurmuş­tur:

   "Oğulcağızım! Âlimlerin meclisine devam et. Hakimlerin sözlerini dinle. Çünkü Allahü Teâlâ, yeryüzü­nü ince yağmuru ile dirilttiği gibi, ölü bir kalbi de şüphe yok ki hikmet nuru ile diriltir. "(4)

5-   Ebû Mûsâ, Resûl-ü Ekrem Efendimizin şöyle bu­yurduklarını naklediyor: "Lokman oğluna nasihatinde:

— Oğulcağızım! Başını ve yüzünü örtmekten sakın.

Zira geceleyin baştan aşağı örtünmek, kefenlenmiş ölüye benzediği için korkuya; gündüzleyin baştan aşağı örtünmek, halkı şüpheye düşürdüğü için itibarsızlığa, insa-

(2)   Tecrîd-i Sarih Tercemesi, c. 9, s. 163, Bûharî, Müslim ve Tirmizî'den naklen Tâc, c. 4, s. 172, Sahîh-i Müslim ve Tercemesi, c. 1, s. 172,

(3)   Müslim'den naklen İhyâ, c. 1, s. 194,

(4)   Et-Tergip vet-Terhîp: 1/33, Alûsî Tefsiri: 1/491, Ramuz Şerhi: 3/543,

— 87 —-

m hakîr göstermeye vesîle olur. Bunda desîse ve hîle bu­lunduğu için erkeklere yakışmaz."0

Arâis'ül-mecâlis'te:

"Oğulcağızım! Başını ve yüzünü örtmekten sakın.

Gündüz örtünürsen şöhret ün olur.

Gece örtünürsen şüpheyi çeker" şeklinde vârit olmuş­tur/6

6-   Enes R.A.den rivayet olunmuştur. Demiştir ki:

Resûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem):

"Susmak hikmettir, ama onu yapan azdır" buyurdu­lar.

Bu hadîsi, Beyhakî "Eş-Şuab" (adlı kitabın)da zâîf bir senetle tahrîc etmiş; onun Lokman (A.S.)ın sözlerinden mevkuf bir hadîs olduğunu sahîhlemiştir.

Hadîs-i şerifin sebebi şudur:

Bir gün Lokman (A.S.), Hz. Dâvud (A.S.)ın yanına girmiş ve onu zırh örerken görmüş. O zamana kadar böyle bir şey görmediği için bu işe çok merak etmiş. Sormak is­temişse de, hikmeti sormaya mâni olmuş. Nihayet zırh bit­tikten sonra, Dâvud (A.S.) ayağa kalkarak onu giymiş ve:

    "Şu zırh harp için ne güzel bir şeydir" demiş.

Bunun üzerine Lokman Alyhisselâm:

    "Susmak hikmettir, ama onu yapan azdır" demiş/7’ Taberî'de:

    "Susmak hikmettir, çok olsun, az olsun "rivâyeti de vardır/8

(5)    Ramuz Şerhi: 3/542,

(6)    Arais'ül Mecalis, s. 205,

(7)    Bülûğu’l Meram: 4/377,

— 88

7-  Neseî ve Ebû Dâvud'da ceyyid senetle Resûl-ü Ek­rem'in Lokman'dan şu hadîsi nakledilir: Lokman buyurdu ki:

"Allahü Teâlâ, kendisine emânet edilen şeyi korur... Ben de seni, malını, dinini ve amelinin sonunu Allah'a emânet ediyorum."(9)

8-   Müstedrek-i Hakîm'de:

"Sudan'ın hayırlıları üçtür: Lokman, Bilâl, Mehca'dır" hadîsi rivâyet edilmiştir/10

9-  Abdullah îbn-i Zübeyr'den, İbn-i Ebî Hâtem şöyle anlatır:

"Cabir b. Abdullah'a:

— Lokman hakkında size kadar ulaşan nedir? dedim. Oda:

— "Lokman" Araplardan kısa boylu, yassı ve güzel burunlu bir kimsedir, cevabını verdi.

Diğer bir rivâyette: Sâlih, hakîm bir adamdı, dedi.'’’"’

10-   Rûh'ül Beyan Tefsîri'nden nakledilmiştir:

"Ben derim ki, Lokman Nebî olmamış/*’ fakat o, çok düşünen, yakîni güzel bir kuldur. Allah onu sever, o da Allah'ını severdi. Allah ona hikmeti verdi. Hikmet, Hak'da, sözde, fikirde ve hareketlerde isabet etmektir. O, konuştuğunda hikmetle konuşur, düşündüğünde hikmetle düşünür, hareket ettiğinde de hikmetle hareket ederdi."02

(8)   Taberî Tefsiri: 1/381,

(9)   İhya: 2/640,

(10)    Mir'ât-ı Kâinat: 1/198, Mecâlis: s. 225,

(11)    Rûh'ül Meânî: 21/83,

(12)    Rûh'ül Beyan: 7/73,

(*) Lokman’ın Nebiliği konusuna dair bakınız: Lokman Hekim'in Hakîkî Hüviyeti, s. 9-18,

— 89 —

11-   Abdullah b. Mes'ud anlatıyor:

Resûlullah, hurma dalından bir değneye dayanıyordu. Birkaç yahûdîye rastladı. Yahûdîler birbirlerine:

    "Ona rûhu sorunuz" dediler.

Bazısı:

    "Ona bir şey sormayınız. Belki sorduğunuz şey hakkında hoşlanmayacağınız bir şey söyler", ve bazıları ise:

    "Muhakkak soracağız" dediler.

Peygamberimiz, susup durdu. Ben kendi kendime:

    "Ona herhalde bu hususta vahiy geliyor.." diyerek yanından ayrıldım. Vahiy hali sıyrılınca:

    "SANA RUH'DAN SORUYORLAR. ONLARA DEKİ:

RUH RABBİMİN EMRİNDEDİR. SİZE BU HU­SUSTA PEK AZ BİR İLİM VERİLMİŞTİR” İsrâ Sûresi 85'inci âyetini okudu.

Bunun üzerine Yahûdî âlimlerinden bazıları, Pey­gamberimize gelerek:

    "Yâ Muhammed! Size rûh hakkında pek az bir bil­gi verilmiştir. Sözünle bizi mi, yoksa kavmini mi kastedi­yorsun?" dediler.

Peygamberimiz:

    "Bütününüzü.!" dedi.

Yahûdî âlimleri:

    "Senin rûh hakkında okuduğun, ancak sana gelen­dir, sana aittir. Bize verilmiş olan Tevrat'ta ise, her şey tafsilâtı ile bildirilmiştir" dediler.

— 90

Peygamberimiz:

    "Size Allah tarafından verilenler, Allah’ın ilmi ya­nında pek az kalır. Yanınızdaki size bile yetmez" dedi.

Sonra bu hususta Lokman Sûresinin 27'nci âyeti nâzil oldu..(,3)

* * *

İbn-i İshak, Atâ b. Yesâr'dan anlatıyor:

Rûh hakkında "Size rûh'dan az bir ilim verilmiştir.." âyeti Mekke'de nâzil olmuştu. Peygamberimiz Medine'ye hicret edince; Yahûdî âlimleri geldiler ve dediler ki:

    "Yâ Muhammed! Size rûh hakkında pek az bir bil­gi verilmiştir., sözünle bizi mi yoksa kavmini mi kastedi­yorsun?".

Peygamberimiz:

    "Hepinizi kastediyorum.." dedi. Yâhûdî âlimleri ile Peygamberimiz arasında yukarıda geçen konuşma tek­rarlandı ve bunun üzerine:

Lokman Sûresinin 27'nci âyeti nâzil oldu.(14)

12-   İbn-i Veki' anlatıyor:

Babam, Ebû'l-Eşheb'den, o da Hâlit El-Rab'î'den nak­len demiştir ki:

"Lokman, Habeşli marangozculuk yapan bir kuldu.

Efendisi ona dedi ki:

— Bir koyun kes. Bana en güzel iki uzvunu getir.

Lokman; dilini ve kalbini getirdi.

(13)    Tâc, c. 4, s. 164, 173, Buhârî, Müslim ve Tirmizî'den naklen

(14)    Süyûtî, Esbâb'ün-Nüzül, s. 45,

91

Sonra Allah'ın dilediği kadar aradan bir zaman geçin­ce, efendisi:

— Bir koyun kes. Bana en kötü iki uzvunu getir, de­di.

Lokman, dilini ve kalbini getirdi.

Efendisi Lokman'a:

— Bir koyun kes ve bana en temiz iki uzvunu getir diye emrettim.

Dilini ve kalbini getirdin..

Ve yine bir koyun kes ve bana en kötü iki uzvunu ge­tir diye emrettim.

Dilini ve kalbini getirdin bunun sebebi nedir? dedi.

Lokman; efendisine:

— İyi olduklarında, bu ikisinden daha iyisi yoktur.

Kötü olduklarında da, bu ikisinden daha kötüsü yok­tur," cevabını verdi.(15)

13-   İbn-i Ebi'd-Dünya, El-Fadl'ür-Rakkâşî'den naklen demiştir ki:

"Lokman, ölene kadar oğluna öğüt vermekte devam etti."06

14-    Nesâî'nin tahriç ettiği Berâ' hadîsinde şöyle buyu­ruluyor:

Hazret-i Berâ' demiştir ki:

(15)    Tefsîr-i Taberî, c. 21, s. 39-40, Tefsîr-i Neysaburî, c. 21, s. 54, Tefsîr-i Hâzin, c. 3, s. 441, Tefsîr-i Ebu's-Suûd, c. 7, s. 413, Tefsîr-i Rûh'ülBeyân, c. 7, s. 76,

Not: Hülasat'ül Beyan Tefsirinde "DİL ve KALB" hikâyesinin Hz. Davud ile Hz. Lokman Hekim arasında vuku' bulduğu beyan edilmektedir, (a.e. c. 11, s. 416)

(16)    Tefsîr-i Alûsi, c. 6, s. 476,

— 92

Biz "Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)in arkasında öğleyi kılıyor ve O’nun Lokman ile Zâriyât Sûrelerinden okuduğunu, âyet-be âyet işitiyorduk."

İbn-i Huzeyme de Hazret-i Enes'den bunun benzerini tahriç etmiştir.

Lâkin Enes Hazretleri, "Lokman" ve "Zâriyât" sûrelerinin yerine "A'lâ" ve "Gâşiye"yi zikretmiştir/17

15-   Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu:

"Kim Lokman Sûresi'ni okursa, Lokman ona kıyâmet gününde arkadaş olur. Ve ona, iyiliği yapan; kötülükten kaçan kişilere verilen sevaptan on kat iyilik verilir, ona se­vap yazılır."08

16-   Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu:

"Lokman Hekim, Allah'a bir şey tevdi' edildiğinde Allah onu dilerse muhafaza buyurur" dedi.

Bu hadîs-i şerifi Ahmed İbn-i Hambel, Müsnedinde İbn-i Ömer (R.A.)den rivâyet etmiştir/19

17-   Lokman Oğluna va'z verirken şöyle hitap etti:

-— Ey oğlum! Sakın baş örtünü aşağıya yüzüne doğru indirme. Çünkü bu, gece insanı korkutur, gündüz de zelil kılar/20

18-   Ebû Derdâ (R.A.)den:

Bir gün Lokman Hekim den bahsedildi de Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) dedi ki:

(17)     Bülûğ’ül-Merâm, c. 1, s. 326, S. Müslim Tercüme ve Şerhi: c. 3, s. 1412,

(18)    Mecmûat'üt Tefâsîr, c. 5, s. 70.

(19)    Cami'üs Sağır, c. 1, s. 96,

(20)    Ramuz'ul Ehadis, c. 1, s. 409, Hadis No: 4112,

93 —

"Lokman Hekîm'e, ne mal, ne haseb, ne hisâl... bun­ların hiçbiri değil, fakat hikmet verildiği kadar verildi. O çoğu zaman susan, tefekküre dalan, derin görüşlü, bir adamdı.

Gündüzleri asla uyumazdı...

Hiç kimse onu yerlere tükürürken ve kirletirken gör­medi...

O, abesle iştiğâl etmez, lüzumsuz yere konuşmaz ve gülmez...

Ancak konuşmasında bir fayda görürse o zaman hik­metli söz söylerdi.

Lokman Hekîm, evlenmiş ve çocukları da olmuş bir zattır. "(21)

19-   İkrime'nin Cabir (R.A.)den rivâyetine göre Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem):

"Lokman Nebî idi (Kâne Lokman'ü Nebiyyen)" bu­yurdu/22

20-   İbn-i Ömer (R.A.)den:

Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem): "Gaybm anahtarları beştir dedi ve (İnnallahe indehü ilmü's-saati..) Lokman Sûresinin 34'üncü âyetini okudu."(23)

Bu hadîs-i şerifin bir benzerini Müfessir Elmalı da nakletmiştir:

"Rivâyet olunduğuna göre Hâris îbn-i Ömer namında bir adam, Resûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Hazretlerine gelmiş:

— "Ya Muhammed, kıyamet ne zaman kopacak? Beldelerimiz kuraklıktan sıkıldı bolluk (yağmur) ne za-

(21)    İbn-i Kesîr Tefsîri: 1/911,

(22)    Taberi Tefsîri, Lokman Sûresi, c. 4.

(23)    Mecmûat'üt Tefâsîr: 5/70,

— 94

man? Karımı gebe bıraktım ne doğuracak? Bu gün ne ka­zandığımı biliyorum, yarın ne kazanacağım? Nerede doğ­duğumu biliyorum, fakat nerede öleceğim?" demiş, bu âyet (Lokman Sûresi 34'üncü âyeti) bu sebeple nâzil ol­muştur.

Büreyde hadîsi'nde Menâvî Kebîr Şerhi'nde der ki:

"Gaybm anahtarlarını yani bu beş şeyi Allah'dan baş­kası hem küllî hem cüz'î olarak ihata ve şümul vechi üzere bilmez."

(Hak Dini Kur’ân Dili: 6/3852-3853)

21-   Muhammed b. Fazıl, Muhammed b. Cafer; İbra­him b. Yusuf, Süfyan, Dâvud b. Şabur, Şehr b. Havşeb yo­lu ile gelen bir rivâyete göre, Lokman oğluna şöyle demiş­tir:

— "Oğlum! Allah'ı zikreden bir kavim görürsen, on­larla beraber otur.

Eğer âlim isen, ilmin sana faydalı olur.

Eğer câhil isen, onlar sana bir şey öğretirler.

İhtimal ki Allahü Teâlâ onlara rahmet güneşini çaktı­rır;

Ondan sana da isabet eder.

Eğer Allah'ı zikretmeyen bir kavim görürsen, onlarla oturma.

Âlim olsan dahi, ilmin sana faydalı olmaz.

Cahil isen, batman artar.

Eğer Allahü Teâlâ onlara dargınlığı ile bakarsa;

Bu dargınlıktan sana da düşer."(24)

(24)    Semerkandî: Tenbîh'ül Gâfilîn, İlim Meclislerinin fazileti, s. 478,

— 95 —

22-   Ebû Ümame (R.A.) anlatıyor:

Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu:

"Şarkı türkü söyleyen kadınları satmayınız ve onları satın da almayınız. Hem de kendilerine şarkı (türkü gibi şeyleri) öğretip de yetiştirmeyiniz. Onların ticaretinde de hayır yoktur ve -alım satımı haram olduğu gibionların paraları da haramdır," buyurdu. Lokman Sûresi:

"İnsanlar içinde bilgisizce Allah yolundan saptırmak, o yolu bir eğlence edinmek için (icâd edilmiş) boş lâfa (şarkıya, türküye, Acem ve Rum masallarına ) müşteri çı­kan nice adamlar vardır. İşte onların (evet) onların (hakkı) horlayıcı bir azâbdır" altıncı âyetinin nâzil olduğunu tebliğ eyledi (duyurdu)/25

Ebû Hüreyre (R.A.) anlatıyor:

Resûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bir gün halk arasına çıkmıştı. O sırada bir adam gelerek:

— Ya Resûlüllah! İman nedir? diye sordu. Resûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem):

— "Allah'a, Allah'ın meleklerine, kitabına, Allah'a kavuşmaya ve peygamberlerine, bir de son dirilmeye inanmandır" buyurdu. Adam:

— Ya Resûlüllah! İslâm nedir? dedi. Resûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem):

"İslâm: Allah'a ibadet etmen, O'na hiçbir şeyi şerik koşmaman, farz namazı kılman, farz olan zekâtı vermen ve Ramazan orucunu tutmandır" buyurdu. Adam:

— Ya Resûlüllah! İhsan nedir? dedi. Resûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem):

(25)   Tirmizî'den naklen Tâc: 4/202,

— 96

   "İhsan: Allah'a, O'nu görüyormuşsun gibi ibadet etmendir. Çünkü sen O'nu görmüyorsan da O seni muhak­kak görür" buyurdu.

Adam:

— Ya Resûlüllah! Kıyamet ne zaman kopacak? diye sordu.

Resûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem):

   "Bu meselede sorulan sorandan daha âlim değil­dir. Ama ben sana onun alâmetlerinden söyleyeyim:

Ne zaman câriye, kendi sahibini doğurursa işte bu kı­yamet alâmetler indendir. Ne zaman çıplak, yalın ayak ta­kımı, insanlara baş olurlarsa bu da onun alâmetlerindendir. Ne zaman kuzu oğlak çobanları yüksek bina yapmakla birbiriyle yarış ederlerse işte bu da onun alâ­metlerindendir. Kıyametin ne zaman kopacağı, Allah'dan başka kimsenin bilmediği beş gâib şeye dahildir.” buyur­du.

Bundan sonra Resûlüllah Sallallahü Aleyhi Vesellem, Lokman Sûresi 34'üncü âyetini okudu.(26)

Merhûm Ahmed Davudoğlu hocamız bu hadîsin açıklamasında diyor ki:

"Hadîs-i şerifte Allah'a kavuşmaya îmanla, dirilmeye îman bir arada zikredilmiştir. Bundan muradın ne olduğu âlimler arasında ihtilaflıdır. Bazılarına göre Allah’a kavuş­mak, âhirete göçmekle olur. Dirilmek ondan sonradır. O kıyamette olacaktır. Diğer bazılarına göre Allah'a kavuş­mak, dirildikten sonra hesap verirken olacaktır..."

(26)   A. Davudoğlu: Sahîh-i Müslim Tercüme ve Şerhi: 1/125, Tecrîd-i Sarîh Tercemesi: 1/58, Hadîs No: 47,

F:7

97 —

"İslâm: Allah'a ibadet etmen, Ona hiçbir şeyi şerik koşmaman..." cümlesi, hadîsin birinci tarikindeki ta'rîfin ma'na itibariyle naklidir...

Fahr-i Kâinat (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz'in Allah'a ibadetten sonra: "Ona hiçbir şeyi şerik koşmaman..." buyurması, kâfirlerin ibâdetini red içindir. Zîra kâfirler, sûret-i zahire­de (görünüşte) Allah'a ibadet ederler; fakat putları da ona ortak sayarlardı..

İbadet: Tevazu' ile yapılan taâttir. Bir ihtimale göre burada ondan murad: Allah'ı bilmek ve birliğini ikrârdır. Bu takdirde namaz, zekât ve orucu onun üzerine atfetmek, bunları İslâmm ta'rifine almak içindir...

Resûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in okuduğu âyet, Lokman Sûresinin sonundadır. Bu âyette zikredilen beş şeyi Al­lah'dan başka bilecek yoktur. Bunlara "Mugayyebat-ı Hams" derler. Mezkûr beş şey:

1.  Kıyametin ne zaman kopacağı,

2.  Yağmurun ne zaman yağacağı,

3.  Hâmilelerin ne doğuracağı,

4.  Yarın kimin ne kazanacağı,

5.  Kimin nerede öleceği meseleleridir.

Bu babta Ebu Bekir İbn'el-Arabî şunları söylemiştir:

"Hiçbir kimse bu mugayyebatın birini bildiğini iddiâ edemez. Bir kimse: -Yarın yağmur yağacak, yahut yarın şu olacak., derse kâfir olur. Ve lev ki yağmur meselesinde bir emâreye istinâd etsin. Çünkü Allahü Teâlâ, bunlardan kıyametten maada hiçbirine emâre halk etmemiştir. Ra­himde ne olduğunu bilirim iddiasında bulunmak da beyle­dir. Meğer bu hususta tecrübeye istinad eyleye. Meselâ doktor: "Eğer ağırlık sağ tarafta ise yahud memelerin ucla-

—98 —

rı siyah ise, çocuk erkektir; aksi halde kız doğar" demiş ola.

Ama yarın güneş tutulacak, demek bu kabilden değil­dir. Zira güneşin tutulması hesapla bilinir. Bununla bera­ber avâm tabakasına şüphe getireceği için âlimlerimiz: Böyleleri te'dib olunur, demişlerdir."

Hasılı ilim ve tecrübeye dayanan tahminlere mugay< yebatı bilime hükmü verilemez/27

24-   Ebû Hüreyre (R.A.)'nin Müslim'de diğer bir ta­rikten rivâyet ettiği hadîs-i şerîf ise şöyledir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

    "Sorun bana!" dedi.

Ashab ona bir şey sormaktan çekindiler. Derken bir adam geldi ve Resûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in iki dizinin dibine oturarak:

    "Ya Resûlullah! İslâm nedir?" dedi. Resûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem):

    "Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmazsın; namazı dos­doğru kılarsın; zekâtı verirsin ve Ramazan tutarsın" buyur­du. Adam:

    "Doğru söyledin" dedi. (Tekrar):

    "Ya Resûlullah! îman nedir? diye sordu. Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem):

    "Allah'a, meleklerine, kitabına, Allah'a kavuşmaya ve peygamberlerine bir de öldükten sonra dirilmeye inan­man, bir de bütün kadere inanmandır" buyurdu. Adam:

   "Doğru söyledin" dedi, (ve):

(27)    Müslim Şerhi: 1/127,

99 —-

' -— "Ya Resûlullah! İhsan nedir?" diye sordu. Rasûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem):

   "Allah’dan, Onu görüyormuşsun gibi korkmandır. Çünkü her ne kadar sen Onu görmüyorsan da O muhakkak seni görür" buyurdu. O zât yine:

   "Doğru söyledin" dedi. (Bu sefer):

   "Ya Resûlullah! Kıyamet ne zaman kopacak?" de­di. Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem):

   "Bu meselede sorulan sorandan daha âlim değil­dir. Ama ben sana onun alâmetlerini söyleyeyim: Kadının efendisini doğurduğunu görürsen işte bu kıyametin alâmetlerinden biridir. Yalın ayak, çıplak, sağır, dilsiz ta­kımını yeryüzünün hükümdarları olmuş görürsen bu da onun alâmetlerindendir. Kuzu, oğlak çobanlarını binalar yapmakta yarış ederken görürsen bu da onun alâmetlerindendir. Kıyametin ne zaman kopacağı Allah'dan başka hiçbir kimsenin bilmediği beş gâib şeye da­hildir" buyurdu.

Bundan sonra Resûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şu âyeti okudu:

"Kıyametin ne zaman kopacağını bilmek, şüphesiz ki Allah'a mahsustur. Yağmuru O indirir; rahimlerde olanları O bilir. Hiçbir kimse yarın ne kazanacağını bilemez. Hiç­bir kimse de nerede öleceğini bilemez. Muhakkak Allah, en iyi bilen ve haberdar olandır." (Lokman Sûresi, âyet: 34)

Ebû Hüreyre demiş ki:

Sonra o zât kalkıp gitti. Arkasından Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem):

   "O adamı bana geri getirin" dedi.

Derhal adam araştırıldı. Fakat onu bulamadılar. Bu­nun üzerine Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem):

— 100 —

   "O Cibril'dir. Sizin öğrenmenizi diledi. Çünkü siz sormadınız" buyurdu.’28

Hadîs-i şerifin şerhinde deniliyor ki:

"Resûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in: "Bana sorun!" buyurması, ashaba canı sıkıldığı içindi. Çünkü ashab, birçok sualler sormuşlardı. Hatta Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem),bazılarının kendi> sini müşkül mevkide bırakmak için sual sorduklarını his­sederek gazaba gelmiş; yüzü kıpkırmızı olmuştu. İşte bu teessür ve iğbirar hâleti içerisinde onlara:

   "Sorun bana, sorun! Vallahi şu yerimde bulundu­ğum müddetçe bana ne sorarsanız size ondan haber veri­rim..." buyurmuşlardı.

Ashab, bundan korktular. Sual hususuna dair bir de Maide Sûresi yüz birinci âyeti nazil oldu. Artık kimse sual sormaz oldu. Teâlâ Hazretleri, Cibril Aleyhisselâmı insan­lara dinlerini öğretmek için o zaman göndermiştir.

Hadîs-i şerif şu hükümlere delâlet etmektedir:

Âlim bir zât, halkın muhtaç olduğu bilgileri kendisi­ne sormalarını emredebilir. Sormadıkları takdirde kendisi onlara talimde bulunabilir. Çünkü Cibril Aleyhisselâm öy­le yapmıştır.

Hadisde zikri geçen sağır ve dilsizlerden murad: El ayak takımı, cahil ve ahlâksızlardır. Zira böyleleri Allah'ın kendilerine ihsan ettiği kulak ve dil gibi âzâdan faydalan­masını bilmedikleri için âdeta sağır ve dilsiz gibidirler. Ma'na şudur:

"El ayak takımının hükümdar olması, kıyamet alâmetlerinden biridir."

Bazıları bunu:

(28)   A. DAVUDOĞLU: Sahîh-i Müslim Ter. ve Şerhi, c. 1, s. 130,

— 101 —-

"Hükümdarın dünya zevklerine dalarak el ayak takı­mı seviyesine düşmesi, kıyamet alâmetlerindendir şeklin­de tefsir etmişlerse de birinci mana daha doğrudur. Çünkü hadîsde hükümdarın sonradan bu sıfatı takındığına delil yoktur.

Müslim'in üç tarikten rivâyet ettiği bu hadîs "Cibril Hadîsi" nâmıyla meşhurdur. "(29)

Hadîsi şeriflerden son ikisinin şerhine aşağıdaki hu­susların da eklenmesinin uygun olacağı kanaatındayım:

Allahü Teâlâ Hazretlerinin, Cibril Aleyhisselâmı in­sanlara dinlerinin îman, ibadet ve ahlâk gibi temel esasla­rını anlatmak üzere Sevgili Peygamberimiz'e göndermesi esnasında, Fahr-i Kâinat Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in Cibril Aleyhisselâma:

   "İslâm: Allah'a ibadet etmen, Ona hiçbir şeyi şerik koşmaman..." demesi,

   "Beş gâip haberlerinden (Mugayyebatı hamsden) bilgi vermesi...", .

— Lokman Sûresi otuz dördüncü âyeti celîlesini oku­muş olması..." hikmetleri üzerinde ne kadar düşünülse ye­ridir.

Lokman Aleyhisselâm'ın oğluna verdiği ilk öğüt: "Yavrucuğum! Allah'a şirk koşma! Çünkü şirk, çok büyük bir zulümdür" hatırlanınca düşüncemiz çok daha gelişmiş olmalıdır../30

Cibril Hadîsi gösteriyor ki, Resûl Aleyhisselâma İslâm Dinini getiren Cebrail Aleyhisselâm'ın yolu; Lok­man Aleyhisselâm'a da uğramış...

(29)   Müslim Şerhi: 1/130,

(30)   Lokman Sûresi, âyet: 13,

— 102 —

25-   Hâris ile Hatîb, Kitabii’n-Nücûm'da Abdullah b. Avf b. Ahmer'den:

"Ali b. Ebû Tâlib (R.A.), Enbâr'dan dönerek Nehrivan'a giderken Misafir b. Avf b. Ahmer kendisine:

—-Yâ Emirel-mü’ıninin! Bu saatten yola çıkma. Yola çıkmak istiyorsan, -günde üç saatin adını vererekbu saat­lerden birinde çık. Şayet bu saatte çıkarsan senin ve arkadağlarının baş’ına büyük bir belâ gelir. Ve şayet dediğim saatlerden birinde çıkarsan zafer ve başarı elde edersin ve aradağını bulursun dedi.

Ali Radıyallahü anh:

— Ne Muhammed Sallallahü Aleyhi Vesellem'in müneccimi vardı, ne de O'ndan sonra bizim olacaktır. Şu atımın karnında ne var biliyor musun? dedi. Misafir b. Avf:

— Hesab edersem bilirim, dedi. Ali:

— Kim, senin bu sözüne inanırsa Kur'ân’ı yalanlamış olur. Cenab-ı Allah:

"Kıyamet saatini bilmek, ancak Allah'a mahsustur,

Yağmuru O indirir,

Rahimlerde bulunanı O bilir,

Kimse yarın ne kazanacağını ve nerede öleceğini bi­lemez.

Her şeyi bilen, her şeyden haberi olan yalnız Allah'dır" meâlindeki Lokman Sûresi otuzdördüncü âyetini okumuştur/30

26-   İbn-i Cerîr, Seyf yoluyla Bedr b. Osman'dan, Bedr de amcasından:

(31)   M. Yusuf Kandehlevî: Hayâtü's-Sahâbe: 4/544, Yaylacık Mat. İst. 1980,

— 103 —

"Osman b. Avfan Radıyallahü Anh, arkadaşları olan şûra üyeleri tarafından halîfe seçildikten sonra dışarı çıktı. Son derece üzgün ve yüzü solgundu. Resûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in minberine çıkıp önce Allah'a hamd ve sena et­tikten, Allah'ın Resûlüne de salât ve selâm getirdikten son­ra şöyle dedi:

— Siz geçici bir hayat evinde bulunuyor ve ömrünü­zün geri kalan kısmını bekliyorsunuz. Şu halde henüz ölüm gelmemişken yapabileceğiniz işlerin en faydalısını yapmaya acele ediniz. Bir bakarsınız ki, beklenmedik bir saatte yakalanırsınız. Unutmayın ki, bu dünya bir yalan ve aldatma temeli üzerine kurulmuştur:

"Dünya hayatı sakın sizi aldatmasın. Allah'ın afvına güvendirerek şeytan sizi ayartmasın..." meâlindeki Lok­man Sûresi otuz üçüncü âyetini okudu. "Sizden önce ge­çen kimselerin hâlinden ibret alın. Sonra çalışın ve gaflete düşmeyin..." dedi.(32)

27-   İbn-i Cerîr, Ürve ile başkalarından:

Ömer b. Hattâb Radıyallahü anh bir hutbesinde:

"Şüphe yoktur ki, Cenab-ı Hak kendisine şükretmeni­zi hak etmiş ve istediğiniz halde size ihsan ettiği dünya ve âhiret şerefinden dolayı ona ibadet etmeniz için sizden söz almıştır. Siz yok iken, kendisine, ibadet etmeniz için yara­tan Allah, sizi yarattıklarının en âdisi olarak yaratabilirdi. Halbuki O, öyle yapmamış, bilâkis her şeyi sîzler için ya­ratmış ve sizi kendinden başka hiçbir şey için yaratmıştır:

"Allah, göklerde ve yerde olan herşeyi buyruğunuz altına vermiş, nîmetlerini açık ve gizli olarak size bolca ihsan etmiş" (Lokman: 31 /20) karada, denizde çeşitli ta­şıtlar verniş ve kendine şükredesiniz diye sizi güzel şey­lerle rızıklandırmıştır.

(32)   Aynı eser: 4/272,

— 104 —

Bunlardan başka size göz kulak da vermiştir. Allah size verdiği nimetlerden bir kısmını yalnız sizin dininizde olanlara bahşetmiştir. Bu nimetlerden, husûsî ve umûmî olanları sizin devletinize, sizin zamanınıza ve sizin nesli­nize inhisar etmiş bulunmaktadır. Şayet sizin herhangi bi­rinize verilen bu nimetlerden sadece bir tanesi yeryüzündeki insanlar arasında bölüştürülse, onun şükrünü öde­mekten aciz kalacaklar ve ağırlığı altında ezilip ayağa kal­kamayacaklardı. Üstelik, Allah'ın en büyük nimeti olan, Allah'a ve O'nun Resûlü'ne îman, size nasip olmuştur. Siz Allah'ın yeryüzünde halîfesi bulunuyorsunuz. Bütün in­sanlık, size boyun eğmektedir. Allah, dininizin yardımcısı­dır...

İşte bunun için, Allah'ı hiçbir zaman hatırınızdan çı­karmamanızı, O'nun üzerinizdeki hakkını tanıyıp ona göre davranmanızı, nimetlerine sevinirken, sizden geri alınır ih­timaliyle korku içinde bulunmanızı tavsiye ederim. Zira nimeti küçümseyip kadrini bilmemek kadar, nimetin elden çabuk gitmesine sebep olan bir şey yoktur. Nimete karşı şükretmek ise, nimetin devamını hattâ daha çoğalmasını sağlar. İşte size yapmak istediğim tavsiyelerim bunlardır" dedi/33

28-  İbn-i Ebû Hatim'in babası kanalıyla... Esseriyy İbn-i Yahya'dan rivâyetinde o, şöyle demiştir: Lokman oğ­luna:

— "Oğulcuğum! Şüphesiz hikmet yoksulları kıralların meclisine oturtur." demişti/34

29-  Yine İbn-i Ebû Hatim'in babası kanalıyla... Hafs İbn-i Ömer (R.A.)den rivâyetine göre o şöyle anlatmış:

(33)   Hayatii's-Sahâbe: 4/262,

(34)   İbn-i Kesir Tefsiri: 12/6408, Çağrı Yayınları, İstanbul-1986.

— 105 —

"Lokman yanma bir hardal tanesi koydu ve oğluna öğüt vermeğe başladı. Her bir öğütte bir hardal tanesi çı­karıyordu. Nihayet hardallar tükendi ve: Oğulcağızım! Sa­na o kadar öğüt verdim ki, şayet bu öğütler bir dağa veril­seydi dağ yarılırdı, dedi. Oğlu gerçekten bu öğütleri al­dı."’35

Lokman’ın oğluna verdiği öğütlerle ilgili Hafız Ebu Bekir İbni Ebû Dünya bu konuda başlı başına bir kitap te'lîf etmiştir. Biz onlardan bazılarını zikretmekle yetini­yoruz:

30-  İbn-i Ebû Dünya der ki: Bize İbrahim İbn-i Münzir'in Enes b. Malik'ten rivâyetine göre o, Allah resûlü (salla’llâhü aleyhi ve sellem)nü şöyle buyururken işitmiş:

"Nice saçı başı dağınık, iki eski elbiseye bürünmüş kimseler vardır ki, insanların kapılarından uzaklaştırılırlar. Halbuki Allah'a yemin etmiş olsa Allah onu yemininde doğru çıkarırdı."

İbni Ebû Dünya hadisi ayrıca Ca'fer İbn-i Süleyman kanalıyla Enes'den, o da Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)den rivâyetle zikretmiştir. Bu rivâyette şu fazlalık vardır: "Bera İbn-i Mâlik onlardandır."’36

31-   Halil İbn-i Ahmed de şöyle demiştir:

"Allahım, beni katında yarattıklarının en üstünlerin­den, kendi nefsimde yaratıklarının en düşüğünden, insan­lar katında da yaratıklarının orta halli onlarmdan kıl."’37

32-   İbn-i Ebû Dünya der ki: Bize Ahmed b. İsâ ElMısrî'nin Enes'den, Onun da Allah Resûlü (salla’llâhü aleyhi ve sellem)den rivâyetine göre o şöyle buyurmuş:

(35)   İbn-i Kesir: 12/6408,

(36)   İbn-i Kesir: 12/6410,

(37)   İbn-i Kesir: 12/6411,

— 106 —

"Allah'ın korudukları müstesna olmak üzere dini ve­ya dünyası konusunda kişiyi insanların parmaklarıyla gös­termeleri kötülük olarak yeter. Şüphesiz Allah, sizin süratlerinize bakmaz, fakat O, sizin kalblerinize ve amel­lerinize bakar."

Hadîsin bir benzeri İshak b. Behlûl kanalıyla Câhir b. Abdullah'dan merfu' olarak rivâyet edilmiştir/38

33-   Hz. Ali (R.A.)den: Rivâyete göre o, şöyle demiş:

"Meşhur olman için başlama, anılmak için şahsını yükseltme. Öğren ve gizle. Sus ki, selâmete eresin. Böyle yaparsan iyileri sevindirmiş, günahkârları da öfkelendir­miş olursun."

34-  İbrahim b. Edhem -Allah ona rahmet eylesinder ki:

"Şöhreti seven kimse, Allah'ın ihlaslı kulu değildir."

35-  Eyyub der ki: "Kul ancak yerinin hissedilmemesi, kendisini sevindirdiği takdirde Allah'ın sadık kuludur."

36-  Ali İbn el-Ca'd'in Ebû Recâ'dan rivâyetinde o şöyle demiş:

"Talha kendisiyle beraber yürüyen bir topluluk gördü de: Bunlar, tamah (tamahkâr) sinekleri ve ateş kelebekleri­dir."

37-  İbrahim Nehaî der ki: "Fakihler içinde meşhur olan ve beyinsizlerin seni küçük görecekleri elbiseleri giy­me."09

38-  Bize Halid b. Hıdaş'ın Hammad'dan, onun da Ziyadî'nin arkadaşı Ebû Hasene’den rivâyetine göre o şöy­le demiş:

(38)   İbn-i Kesir: 12/6512,

(39)   İbn-i Kesir: 12/6412,

— 107 —

"Biz Ebû Kılâbe'nin yanındaydık. Üzerinde çuldan elbiseler olan birisi yanına girdi. Ebû Kılâbe: Şu anıran eşekten uzak durunuz dedi."

39-   Haberlerde varid olduğuna göre Hz. Musa Aleyhisselâm, İsrailoğullarına şöyle demiş: "Size ne olu­yor ki, kalbleriniz kurt kalbleri ve üzerinizde ruhban elbi­seleri olduğu halde bana geliyorsunuz? Kralların elbisele­rini giyin. Allah korkusuyla kalblerinizi yumuşatın."

40-   Nuh İbn-i Abbad kanalıyla... Enes'den merfu' ola­rak rivâyete göre şöyle buyuruluyor:

"Kul ibadeti az olduğu halde, güzel ahlâkı ile âhiret derecelerine ve şerefli mevkilere ulaşır. Âbid (ibadetine düşkün) olduğu halde kötü huyları ile cehennemin en alt derecelerine varır. "(40)

41. Sinan İbn-i Harun kanalıyla Enes'den merfu' ola­rak rivâyete göre şöyle buyuruluyor:

"Güzel ahlâk, dünya ve âhiret hayırlarını toplayıp gö­türmüştür."

42-   İbn el-Ca'd kanalıyla Kureyş'den birisinden rivâyet edildiğine göre Allah Resûlü (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyur­muş:

"Allah katında kötü ahlâktan daha büyük bir günah yoktur. Şüphesiz güzel ahlâk, güneşin buzu erittiği gibi günahları eritir. Kötü ahlâk ise sirkenin balı bozduğu gibi ameli ifsad edip bozar. "(41)

43-   Abdullah b. Galib'in Ebû Said'den merfu' olarak rivâyetinde şöyle buyurulur: "İki huy vardır ki, bir mümin­de toplanmaz: Cimrilik ve kötü ahlâk."

(40)   İbn-i Kesîr: 12/6413,

(41)   İbn-i Kesîr: 12/6414,

— 108 —

44-  Alkame'nin îbn-i Mes'ud'dan merfu' olarak rivâyetine göre şöyle buyurulmuş: "Kalbinde tane ağırlığı kibir olan kimse cennete giremez. Kalbinde tane ağırlığı îman olan kimse de ateşe (cehenneme) girmez."

45-  Haşan der ki: "Âdem oğluna şaşılır: Günde iki kere eliyle pisliğini yıkar, sonra da büyüklenip göklerin cebbarına karşı çıkmaya kalkar."

46-  Yunus b. Ubeyd der ki: "Secde ile beraber kibir, tevhîd ile beraber münafıklık yoktur."

47-  İbn-i Ebû Leylâ'dan, onun İbn-i Büreyde'den, onun da babasından merfu' olarak rivâyetinde şöyle buyu­rulur: "Kim böbürlenerek elbisesini yerde sürürse, Allah Teâlâ ona rahmet nazarıyla bakmaz."’42

48-  Taberanî, Atâ el-Horasânî tarîkiyle Sâbit b. Kaysîn kızından naklediyor: "Cenab-ı Hak Peygamberine:

  "Allah kendini beğenip övünenleri kat'iyyen sev­mez" meâlindeki (Lokman Sûresi onkesizinci) âyet-i kerîmeyi indirince, babam Sâbit b. Kays evine kapanıp ka­pıyı arkadan kilitledi ve ağlayıp sızlanmaya başladı. As­hab, onun bu durumunu Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Efendimize bildirdiler. Peygamber (S.Â.V.) Efendimiz, sebebini öğ­renmek için babamın yanma adam yolladı. Babam adama:

— Cenab-ı Hak, kendini beğenip öğünenleri sev­mez... Oysa ben, güzelliği ve kavmine büyüklük etmeyi seven bir kimseyim, dedi.

Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz:

  "Sen bu âyet-i kerîmenin hükmü altına girmiyor­sun. Sen iyilik için yaşayan, iyilik içinde ölen ve nihayet cennete giren bir kimsesin" diye ona haber gönderdi.’4

(42)   İbn-i Kesir, 12/6414-15,

(43)   Hayatü's -Sahabe: 2/539,

— 109 —

22 nolu Ebû Ümame hadîsiyle işaret edildiği üzere Lokman Sûresi 6'ncı âyetinin metninde geçen "Lehvel Hadîs"in tefsirine dair rivâyetler:

49-   Tefhîm’ül Kur'ân Tefsirinde İbn-i Hişam'dan nak­len deniliyor ki:

"İbn-i Hişam İbn-i İshak'a dayanarak rivâyet eder ki, Mekke müşrikleri ellerinden geleni yapmalarına rağmen Hz. Peygamberim mesajının yayılmasını engelleyemeyince Nadir bin Hâris Kureyşlilere şunları söyledi:

"Bu adama karşı çıkma yolunuz sizi bir yere götür­mez. O sizin aranızda yaşamakta. Şimdiye dek ahlâken en iyi olanınızdr, aranızda yaşayan en doğru, en dürüst ve emin kişi oldu daima. Siz tutmuş, O'nun bir kâhin, sihir­baz, şair ve mecnun olduğunu söylüyorsunuz. Kim inanır buna? Ahalî, bir kâhin nasıl konuşur bilmiyor mu? Bir şai­rin, bir mecnunun halini tefrik edemez mi? Bu ithamları Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'e yamayabilirsiniz ki halkın dikkati­ni ondan kaçırabilesiniz. Bakın! Ben size Onunla nasıl başedeceğinizi söyleyeyim."...

Sonra Mekke'den ayrılıp Irak'a gitti ve oradan İran kisraları, Rüstem ve Isfendiyar'la ilgili masalları, hikâyeleri, ustûreleri derlemeyi başarıp halkın dikkatini Kur'ân'dan ayırmak ve onları masallar içinde uyutmak için masal anlatma partileri düzenlemeye başladı. (İbn-i Hi­şam: 1/320-321)

Aynı rivâyet, Esbab-ı Nüzûl adlı kitapta Kelbî ve Mukatil'e dayanarak Vakıdî tarafından nakledilmiştir.

Ve İbn-i Abbas'a göre Nadir bu amaçla şarkıcı kızlar da getirmişti. Bir kimsenin Hz. Resûl (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in etkisi al­tına girdiğini işittiğinde, o şarkıcı bir kızı şöyle bir tali­matla ona musallat ederdi:

— 110 —

"Onu yedir, içir, şarkınla öyle bir ağırla da diğer ta­raftan kopup seninle hemhal olsun..."

Bu kötülük odaklarının her devirde baş vurmakta ol­duğu aynı araçtı. Kötülüğün bu elebaşıları sıradan insanla­rı kültür adı altında eğlence, spor ve müzikle öylesine oya­larlar ki, hayatın ciddî problemlerine eğilmek için hiç za­man ve istekleri kalmaz. Ve bu boşvermişlik duygusu içinde sürüklenmekte oldukları felâketi hissetmezler bile."

50-   Abdullah b. Mes'ûd'a şöyle soruldu:

   "Bu âyetteki Lehv el-Hadîş'in manası ne?"

İbn-i Mes'ûd üç kere tekrarla şöyle cevap verdi:

   "Vallahi o şarkı söylemektir."

(İbn-i Cerîr, İbn-i Ebî Şeybe, Hakim, Beyhakî)

Benzer rivâyetler, Abdullah İbn-i Abbas, Cabir bin Abdullah, Mücahid, İkrime, Said bin Cübeyr, Haşan Basrî ve Makhül gibi âlimlerden de nakledilmiştir.

51-   İbn-i Cerîr, İbn-i Ebî Hatim ve Tirmizî Hz. Ebû Umame'ye dayanarak Hz. Resûl'ün (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle dediği­ni rivâyet etmektedir:

"Şarkıcı kızları satmak, satın almak, onların ticaretini yapmak, ve onun üstünden para kazanmak haramdır."

Başka bir rivâyette bu son cümle:

"Ve onun üstünden kazanılan parayı yemek haram­dır" şeklindedir.

52-   Ebû Ümame'den gelen bir diğer rivâyet ise şöyledir:

"Cariyelere müzik öğretmek ve onların ticaretini yap­mak haramdır ve onun üstünden para kazanmak da haram­dır."

— 111 —

Bu üç hadîsin hepsi deLehv el-hadî s'in geçti­ği âyetin böyle bir bağlam içinde indirildiğini göstermek­tedir.

53-   Kadı Ebû Bekir İbn'ül Arabî, Ahkâm'ül Kur'ân’ında, Abdullah İbn-i Mübârek ve İmam Malik'in Hz. Enes'den rivayet ettiği bir hadîsi nakleder: "Resûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle dedi:

"Her kim, bir musikî meclisinde bir şarkıcı kızın (cariyenin) söylediği şarkıyı dinlerse âhiret günü onun kulak­larına erimiş kurşun dökülecektir. "(44)

54-   İbn-i Ebû Hatim der ki: Bize babamın... Avn İbni Abdullah'dan rivâyetinde o, şöyle anlatıyor:

Lokman Oğluna dedi ki:

"Oğulcuğum! Bir kavmin toplandığı yere geldiğin za­man, onlara İslâmm okunu at -yani onlara selâm verson­ra bir köşeye otur ve onları konuşur görmedikçe konuşma. Şayet Allah'ın zikrine dalarlarsa sen de onlara katıl. Ama başka bir söze dalacak olurlarsa onların yanından çıkıp başka bir yere git."

5 5Ebû Kasım et-Taberanî der ki:

Bize Yahya İbn-i Abdülbâkî'nin, İbn-i Abbas'dan rivâyetine göre Allah Resûlü (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Siyahilere (Sudanlılara) sahip (dost) olunuz. Şüphe­siz ki onlardan üçü, Cennet ehlinin efendilerindendir. Bunlar:

— Lokman el-Hakîm,

— Necâşî,

— Ve Müezzin Bilâl'dir."

(44)   Mevdûdî; Tefhîmül Kur'an; 4/288-289, İnsan Yay. İst. 1988,

— 112 —

Ebû Kasım et-Taberanî, Allah Resûlü'nün Sûdan ile Habeşistan'ı kastettiğini söyler.03

"Hz. Lokman'ın Oğluna Öğütleri ve Hikmetler" adlı eserin kaynaklarını da göstererek naklettiği bazı hadîs-i şerifler:

56İbn-i Ebî Hâtem, Ebû Derdâ'dan tahrîc ediyor. Peygamber Sallallahü Aleyhi Vesellem:

"Hikmet Kur'ân okumak ve Kur'ân üzerinde tefekkür edip düşünmektir" diye buyurmuştur. (Ruh'ül Maânî lilalûsî: 1/491)

55-   Ebû Nuaym, Hilyesinde ve İbn-i Adiy Kâmil'inde Enes (R.A.)'den rivâyet ediyorlar. Peygamberimiz Sallal­lahü Aleyhi Vesellem Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

"Hikmet, şerifin şerefini artırır ve köle olan kulun de­recesini yükseltir. Meliklerin (Devlet Başkanlarının) mec­lislerinde yeri olur." (Câmi'us-Sağîr: 1/152)

Açıklamasında deniliyor ki:

"Buna en bariz misal: Yusuf Aleyhisselâm’ın kıssası­dır. Önce köle diye kardeşleri tarafından, az para ile ker­vana, bilahere kervan tarafından Mısır'da devletin malî iş­lerini yürütmekte olan kimseye (Kıtfîr'e) satıldı. Onun evinde köle sıfatiyle bulunmakta iken, uğradığı bir iftira yüzünden düştüğü ceza evinden, sahip bulunduğu ilim ve hikmet Yusuf’u çıkartmış ve yıllarca Mısır'a Sultan olmuş ve Peygamberlik şerefini de bununla birleştirmiştir..."06

58-  İbn-i Adiy Kâmil'inde ve İbn-i Lâl Ebû Hüreyre (R.A.)'den rivâyet ediyorlar. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimiz buyurmuşlardır:

(45)   Hadislerle Kur'an-ı Kerîm Tefsiriİbn-i Kesîr: 12/6409-6410,

(46)   Hz. Lokman'ın Oğluna Öğütleri ve Hikmetler, s. 203,

      113—

"Hikmet, on cüzdür. Dokuzu uzlette (tenhâya çekil­mek, mümkün olduğu kadar halkla ihtilât etmemekte), bi­risi de susmaktadır." (Câmi'us-Sağîr: 1/152)

59-   Deylemî'nin tahrîc ettiği bir hadîs-i şerifte Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimiz:

"Hikmeti al! Hangi torba veya dağarcıktan (kabdan) çıkarsa çıksın. O, saha zarar vermez" buyurmuşlardır. (Künûzül Hakâık: s.123)

60-   Hâkim ve İbn-i Lâl, Abdullah bin Mes'ûd radıyallahü anhden rivâyet etmişlerdir. Resûlullah Sallallahü Aleyhi Vesellem Efendimiz buyurdu:

"Hikmetin başı, Allah korkusudur." (Câmi'us-Sağîr: 2/20)

61-   İmam Ahmed bin Hanbel Müsnedinde İbn-i Ömer (R.A.)'den rivâyet ettiği bir hadîs-i şerifte Resûl-i Ekrem (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuşlardır:

"Lokman Hekîm, Allah'a bir şey tevdî edildiğinde, Allah onu dilerse muhafaza buyurur dedi." (Câmi'usSağîr: 1/96)

— 114 —

C)  HZ. LOKMANIN OĞLUNA ÖĞÜTLERİ VE HİKMETLER

Mehmet Öten tarafından yazılan "Hz. Lokman’ın Oğ­luna Öğütleri ve Hikmetler" isimli kitabında Lokman He­kim'in hikmetli sözleri ve oğluna öğütleri -baştan beşi âyet ve üçü hadîs olmak üzereşöylece sıralanmıştır:

1.  "Hani Lokman, oğluna -kendisi ona öğüt verirkenşöyle demişti:

— Oğulcağızım, Allah'a ortak koşma: Çünkü şirk (Allah'a ortak koşma) elbette büyük bir zulümdür."®

2.  "Oğulcağızım, gerçek (iyilik veya kötülük) bir har­dal tanesi kadar olup da bir kaya içinde, veya göklerde ya­hut yerin dibinde (gizlenmiş) bulunsa bile Allah onu geti­rir (âhirette karşısına kor ve hesabını görür.) Çünkü Allah lâtiftir, hakkıyla haberdardır."

3.  "Oğulcağızım! Namazı dosdoğru, devamlı kıl. İyi­liği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış. Sana (bu emir ve nehiy sebebiyle) isabet eden her şeye katlan. Çünkü bu işlerin herbirisi, kesin sûrette farzedilen büyük işlerden­dir."

4.  "İnsanlardan kibirlenip yüz çevirme. Yeryüzünde şımarık yürüme. Zira Allah, her kibir taslayanı, kendini beğenip övüneni sevmez."

(1)   Âdem Aleyhisselâm'dan başlayarak, Muhammed Aleyhisselâm'a kadar gelen bütün Enbiya aleyhimüsselâm, önce şirki ortadan kaldırmak, daha sonra da Allah'ın varlığı ve birliği yani tevhîd inancını beşeriyyete yerleştir­mek için mücadele edegelmişlerdir.

5.  "Yürüyüşünde mutedil ol! Sesini biraz alçalt (söy­lerken bağırma. Çünkü) seslerin en çirkini, (en bedi, en hoşa gitmeyen tatsızı, insana nefret vereni herhalde) eşek­lerin anırışıdır."12

6.  "Oğulcağızım! Alimlerin sohbetinde bulun. Hekimlerin sözlerine kulak ver. Zira Allah Teâlâ, bol yağ­murla ölü toprağa hayat verdiği gibi, hikmetli sözlerin nu­ruyla ölü kalbleri diriltir, onlara hayat bahşeder."0

7.  "Oğulcağızım! Başını ve yüzünü örtmekten sakın. Gündüz örtünürsen şöhret, ün olur. Gece örtünürsen şüp­heyi çeker."14

8.  "Oğlum! Dünya derin bir denizdir. Birçok kimse, dünya denizinde boğulmuştur. Öyleyse dünya denizinde takva (Allah korkusu), senin gemin olsun. O geminin içini dolduran katık) Allah'a olan îmanın olsun. Bu sûrede belki kurtulmuş olabilirsin. Sanmam ki, başka türlü kurtulabilesin (seni kurtulmuş olarak görmüyorum)."15

9.  "Oğulcağızım! Nasıl oluyor da şu insanlar, kendi­lerine vaad olanlardan korkmuyorlar. Halbuki onlar her gün noksanlanmaktadırlar, yani ömürleri günden güne kı­salmaktadır."16

10.  "Oğulcağızım! Dünyadan ihtiyacını karşılayacak kadar al. Dünyaya büsbütün kendini verme, âhirete zarar verir. Dünyayı büsbütün bırakma, ona arka çevirme, fakir düşer, başkalarına yük olursun. Şehvetini kıracak kadar oruç tut. Seni namazdan alıkoyacak kadar da tutma. Zira namaz (nafile) oruçtan üstün bir ibadettir."17

(2)   Lokman Süresi, âyet: 13, 16, 18,19,

(3)   Tergip ve Terhip: 1-33, Alûsî Tefsiri: 1-491, Ramûz Şerhi: 3-543,

(4)   Arâis-ül-Mecalis: s. 205,

(5)  Arâis-ül-Mecalis: 205, İhya: 3-179, Ramûz Şerhi: 3-543, Berîka: 324,

(6)   Arâis-ül Mecâlis: 205,

(7)   İhya: 4-56, Aynü'l ilim Şerhi: 2/154,

— 116 —

11.  "Ey oğlum! Ahmakla düşüp kalkma, iki yüzlü ki­şiyle ihtilât etme. (Onlarla karışıp görüşme)."(8)

12.  "Oğulcağızım! İlmi, ulemâya karşı iftihar vesilesi olmak için öğrenme. İlmi, beyinsiz ve budalalarla müca­dele ve münazaa etmek için de öğrenme. Meclislerde mer­siyeler (ağıtlar, şiirler) söylemek için de olmasın. Zâhitliğe (dünyadan el, etek çekmeye) özenerek ve cahilliğe rağbet ederek ilmi bırakma. "(9)

13.  "Oğulcağızım! Meclisleri gözönüne al. Allah'ı ananlarını görürsen, onların yanına otur. Zira sen bilici olursan, bilgin sana faydalı olur ve artırmağa yardımcı olurlar. Eğer sen ilme ehil ve lâyık kimse olursan sana öğ­retirler. Umulur ki Allah Teâlâ rahmetiyle onlara tecelli eder, sen de onların arasında olur, nasibini alırsın.

Diğer bir cemaatin Allah'ı zikretmediklerini görürsen onlarla oturma. Sen bilgili bir kimse isen, bilgin onlara fayda vermez. Eğer bilgisizsen, bilgisizliğini artırırlar. Allahü Teâlâ, onlara öfke ile tecelli eder, sen de onların ara­sında bulunur, gazaba uğramış olursun."

14.  "Oğulcağızım! Yapacağın iyiliği, kıymetini bilen kimseye yap. Kurt ile koyun arasında dostluk olmadığı gi­bi, iyilik yapan kişilerle, günahkâr kimseler arasında dost­luk olmaz.

Her kim tartışmayı sever, ona mübtelâ olursa, azarla­nır, kendisine sövülür.

Kötü kişilerin karargâhına (eğleştikleri yerlere) giren kimse, kötülükle itham olunur. Halbuki kötü akranlarla düşüp kalkan kişi, selâmette olmaz, başı belâdan kurtul­maz.

(8)   İhya: 4-56,

(9)   Arâis-Ul Mecalis: 205,

— 117 —

Diline sahip olmayan kimse nadim olur, pişman olur.”

15.  "Oğulcağızım! Hayırlı kimselere köle ol, şerlilere dost olma".’10

16.  "Oğulcağızım! Allah'dan kork. Kalbin günahkâr olduğu halde, halk sana ikram etsinler diye, kendini insan­lara müttakî (günahlardan çekinenler gibi) gösterme."’1 n

17.  "Oğulcağızım! Küçük yaşta çocuğunu edepli, ter­biyeli yetiştirirsen, büyüdüğünde faydasını görürsün."

18.  "Oğulcağızım! Bir işe arkanı dönerek talepte bu­lunma. Ona yönel ve onu kastederek iste. O şekilde hare­ket, fikirsizlik ve akıl eksikliği olur."

19.  "Oğulcağızım! Yolculuk yaparsan, bindiğin hay­vandan (vasıtadan) emin olma. Zira emniyet üzere bulun­mak, felâketi çabuklaştırır. Bu (hayvandan emin olma­mak), yalnız hükemânın işi değildir. Ama uzun sürecek bir yerde bulunmaklığın başka. Durak yerine yaklaştığın­da, bindiğin hayvanın yükünü üzerinden çabuk al. Sonra da kendinden önce onun yiyintisini ver."’12

20.  "Oğulcağızım! Seherlerde öten horozdan daha aciz olma. Zira horoz, ötüşü ile Allah'ı zikrediyor. Halbuki sen o saatte yatağında uyuyorsun."’13

21.  "Oğulcağızım! Cahilin muhabbetine-sevgisine rağbet etme. Cahil işlediklerine senin rıza gösterdiğini sa­nır."

22.  "Oğulcağızım! Kendi cariyenden başkasının cariyesiyle nikâhlanma. Çocukların ilelebet mahzun kalır."

(10)   Arâis'ül Mecalis: 205,

(11)   Arâis'ül Mecalis: 205, İhya: 3/291, Râmuz Şerhi: 3/542,

(12)   Arâis'ül Mecalis: 205,

(13)   Ramûz'ül Ehâdis Şerhi: 3/542, Mecmuat'üt Tefasir: 2/470,

— 118 —

23.  "Oğulcağızım! Senden uzakta kalması için şerden uzlet et. Zira şer, şerliler (kötüler) için yaratılmıştır."04

24.  "Oğulcağızım! Yalandan sakın. Yalan, dinini ifsad eder. İnsanlar yanında mürüvvetin noksanlaşır. Bu takdirde utanma hissin azalır, izzet ve ululuğun elinden gi­der, küçük düşersin. Konuştuğun zaman seni kimse dinle­mez. Bir şey söylediğinde de seni tasdik etmez. Durum bu hale geldiği zaman artık yaşamakta hayır yoktur."05

25.  "Oğulcağızım! Konuşmamaklığım bana, hiçbir vakit pişmanlık vermedi, nedamet etmedim. Zira: "Söz gü­müş ise, sükût altındır."06

26.  "Ey Oğul! Tevbeni tehir etme (geciktirme). Çün­kü ölüm, insana ansızın geliverir."07

27.  "Evlâdım! Helâl kazanç ile zengin ol, fakirlikten kurtul. Çünkü fakire şu üç haslet isabet eder:

1)  Dini zayıflar.

2)   Aklında zayıflık başlar.

3)  Mürüvveti (kendisinden umulan güzel haslet ve in­saniyeti) gider. Bu üçten daha büyüğü ve ağırı, halkın ken­disiyle alay etmesidir.”08

28.  "Oğulcağızım!İlim adamlarıyla düş kalk. Hikmet sahibi kimselerin hikmetli sözlerine kulak ver, iyice dinle. Çünkü Allah Teâlâ, bol yağmurla ölü toprağı dirilttiği gi­bi, hikmet ışığıyla da, ölü kalbi diriltir.

Yalan söyleyen kimsenin, yüzünün suyu dökülür (utanma hissi yok olur). Ahlâkı kötü olan kimsenin gam ve kederi artar.

(14)   Ramûz Şerhi: 3/542,

(15)   Arâis'ül Mecalis: 205,

(16)   Ramûz. Şerhi: 3/542,

(17)   İhya: 4/13, Ramûz Şerhi: 3/542, Aynül İlim Şerhi: 2/129,

(18)   İhya: 2/50 Tenbihül Muğterrin: 403, Şir’atül İslâm: 156,

— 119 —

Söz anlamayan beyinsizlere söz anlatmaktan, koca taşı yerinden oynatmak daha kolaydır."09

29.  "Ey Oğulcağızım! Cenazede bulun, düğün ye­meklerine gitme. Çünkü cenazeler sana, âhireti hatırlatır. Düğün toplantıları, dünyaya olan iştihanı çoğaltır."00

30.  "Ey Oğul! Cahil kimseyi, (işin için) elçi olarak gönderme. Hakim birini bulamazsan, kendi kendinin elçisi ol (kendi işini, kendin gör)."(2

31.   "Evlâdım! Kendini unutup, başkalarına iyilikle emretme. O takdirde sen bir kandile benzersin ki, o kandil başkalarını aydınlatmak için, kendi kendini yakar, biti­rir."02

32.  "Ey Oğulcağızım! İşlerden küçük olanları, hakir görme. Zira küçükler, zamanla büyürler."

33.   "Oğulcağızım! Yola çıkmak icap ettiğinde sakın akşamdan yola çıkma. Gece yarısından sabaha kadar yol­culuk iyidir. Kılıcın, mestlerin, sargın, bürüneceğin, tulu­mun, iğne ve ipliğin, çuvaldızın beraberinde olsun. Sana ve yol arkadaşlarına faydalı olacak ilâçları da yanında bu­lundur. Allah'a karşı olmayan işlerde, arkadaşlarına fayda­lı olmaya çalış."(22)

34.  "Ey Oğul! Sen takvâyı (Allah korkusunu), serma­yesiz kazanç sağlayan ticaret vasıtası yap."03

35.  "Oğlum! Bir hatâ işlediğin zaman, bir ekmek par­çası da olsa, sadaka ver."(24)

(19)   Ramûz Şerhi: 3/543,

(20)   Ramûz Şerhi: 3/542, Tenbîhül Müğterrîn: 299,

(21)   Ramûz Şerhi: 3/542,

(22)   Arâis'ül Mecalis: 205,

(23)   Ramûz Şerhi: 3/542,

(24)   Tenbih'iil Müğterrîn: 301,

— 120 —

36.  "Oğulcuğum! Ben taşı, demiri yüklendim, kötü komşudan daha ağır bir yük taşımadım. Acıların hepsini tattım, fakirlikten daha şiddetlisini görmedim."’25

37.  "Ey Oğlum! Her kavmin köpeği vardır. Sen kavminin köpeği olma/"26

38.  "Oğulcağızım! O kadar tatlı olma ki, halk seni yi­yip yutmasınlar. O denli de acı olma ki, ağızlarından at­masınlar. "(27)

39.   "Ey oğlum! Hasedçi için üç alâmet vardır:

1)  Arkadaşını arkasından çekiştirir.

2)   Yüzyüze geldiklerinde yaltaklanır.

3)  Arkadaşının başına bir felâket geldiğinde sevincin­den şenlik yapar."

40.  "Ey Oğulcuğum! Dünya azdır. Senin ömrün, az­dan (dünyadan) daha azdır. Şu hale göre, ömründen kala­nı, azdan daha da azdır."’28

41.  "Ey Oğul! Altın ateşle, salih kişi de belâ ile dene­nir. Allah bir insan topluluğunu, sevdiğinde belâlandırır. Allah'dan gelen razı olanlar için, Allah'ın rızası vardır. Allah'dan gelen belâya kızanlar için de Allah'ın gazabı var­dır."’29

42.  "Ey Oğlum! Sana bir nimet geldiğinde kendinle Allah arasında, başkaca nimet veren birisini hatırlama (onu Allah'dan bil). Allah'dan başkasının verdiğini, kendin için bir ödenti, bir yük say."’30

(25)   Ramûz Şerhi: 3/543,

(26)    Demîrî: Hayat'ül Hayvan: 2/248,

(27)    Tarîkat-i Muhammediye Şerhi Berîka: 3/87,

(28)    Arâis'ül Mecalis: 205,

(29)    İhyâ: 4/138,

(30)    İhyâ: 1/207,

—121 —

43.    "Oğulcuğum! Kötü kadından sakın, ihtiyarlık gel­meden önce seni kocatır. Kadınların şerlilerinden de sakın. Zira onlar, hiçbir zaman hayra çağırmazlar. Kadınların ha­yırlılarından da korun, ihtiyatlı bulun."00

44.    "Oğulcuğum! Ölüm ansızın gelmeden önce, ölüm için hazırlan. Ona ne zaman kavuşacağın belli olmaz."02)

45.    "Oğulcağızım! Çok gülmekten sakın. Çok gül­mek kalbi öldürür."033

46.    Lokman Aleyhisselâm buyuruyor ki:

— "Ey Oğul! Ölü bir kalbi diriltmek için on adet hik­metle amel etmek lâzımdır:

1)   Fakir ve miskinlerle beraber oturmak.

2)    Dünyaya bağlı kırallarm meclislerinden sakınmak; onlardan uzak olmak.

3)    Düşkünlere yardım elini uzatmak, onlarla hemhal olmak.

4)   Köleleri azât edip hürriyetlerine kavuşturmak.

5)   Garipleri konuklamak.

6)   Mal ile cömertlik edip fakirleri zengin etmek.

7)   İlmiyle âmil âlimlere hürmet etmek.

8)    Yaşlılara saygı göstermek sûretiyle kendini sevdir­mek.

9)    Emr-i bilma'rûfu, nehyi anilmünkeri harfiyyen uy­gulamak.

10)    Ne cennet ümidi, ne de cehennem korkusuyla ibadet etmek. (Belki ihlâs ile muhabbetüllah’dan dolayı ibadet etmek.)"

(31)    İhyâ: 2/37,

(32)    İhyâ: 4/468,

(33)    Umdetü'l Karî fî Sahîh'il Buharî: 10/392,

„122 —

47.   "Oğlum! İnsanların kötüsünden Allah'a sığın; fa­kat iyilerinden de sakın."04

Lokman Aleyhisselâm oğluna söyledi:

48.   "Oğulcağızım! Üç gerçek ancak üç şeyle bilinir:

1)   Halim (yumuşak huylu kişi), ancak öfkelendiği za­man,           >

2)   Kahraman (yiğit, cesûr kimse), savaş meydanında,

3)   Hakîkî kardeş ve gerçek dost da, kendisine ihtiyaç hasıl olduğundan bilinir."05

49.   "Oğulcağızım!

— Eğer bir kimseyi kendine kardeş edinmek istersen, kardeş olmadan önce onu, bir bahane ile öfkelendir. Nasıl davranacak bak. Eğer o, öfkeli olduğu halde sana insaflı davranırsa, onu kardeşliğe kabul et. Aksi takdirde onu bı­rak, ondan sakın."06

50.   Lokman Hakîm Aleyhisselâm şöyle söyledi:

— "Oğlum! Sana yapacağım tavsiyelerimi tutarsan, sen kavminin ulu kişisi olursun. Yakınlarına ve uzaklarına karşı iyi ve yumuşak huylu kişiler gibi hareket et. İyilere, kötülere cehlini bildirme. Arkadaşlarını koru. Hısım ve akrabayı ziyaret et. Onlardan kov getirenlerin sözlerine bakma. Hısımlarını, öyle sözlerden emniyette kıl (aranız açılmasın). Onlar aranızı bozmaya çalışırlar. Öyle arka­daşlar edin ki, birbirinizden ayrıldığınız da ne sen onları, ne de onlar seni ayıplasınlar, aleyhte konuşma olmasın."07

51.   "Oğulcağızım! Yemeğini Allah'dan korkan kim-

(34)    Selâmet Mecmûası: 1/70,

(35)    Kuşeyrî Risalesi, s. 131, İhya: 3/155,

(36)    Ramuz Şerhi: 3/543, Tenbîhül Muğterrîn: s. 223,

(37)    İhyâ: 3/138,

— 123 —

selerle ye. îşini de ancak âlimlerle müşavere et. (Fikir alışverişinde bulun.)”’38

52.   "Oğulcağızım! Dilenmekle yüzünün suyunu dök­me! Aleme rezîl olmak suretiyle öfkeni geçirtme. Kendi kadrini (kıymetini) bil ki, yaşayışının sana faydası ol­sun."’39

53.   "Oğulcağızım! Elbiseleri eski olduğu için, kimse­yi hakîr görme. Zira onun da senin de Rabbiniz birdir."’40

54.   "Oğulcağızım! Uyuduğun gibi ölür, uykudan uyandığın gibi kabrinden kalkarsın. Daima iyi amelde bu­lun ki, uykun ve uyanışın gelininki gibi olsun.

Sakın kötü amelde bulunma! Aksi halde uyandığın zaman kendini, padişahın idamına ferman çıkardığı bir mücrimin korkusu içinde bulursun."’41

55.   "Ey Oğul! Dilini "Allah'ım beni mağfiret eyle, beni bağışla" demeye alıştır. Çünkü Allah'ın icabet saatle­rinden birine tesadüf eder de reddolunmaz."’42

56.   "Oğulcağızım! Mide dolduğu zaman, fikir ölür; hikmet dilsiz olur. Âzalar, ibadetten kötürüm olup oturur­lar."’43

57.   "Ey Oğulcağızım! İlk edineceğin şey, îman, îmandan sonra da salih bir arkadaş, bir dost olsun. Zira iyi bir dost, hurma ağacı gibidir. Altında oturursan, gölgelen­dirir. Odun olarak yakarsan, sana fayda temin eder. Mey­vesinden yersen, onu çok hoş bulursun."’44

(38)   Ramûz Şerhi: 3/543,

(39)   İhya: 3/153,

(40)   Aynül İlim Şerhi: 2/204, İhyâ: 4/200,

(41)   Tenbih'ül Müğterrîn: 145,

(42)   Ramüz Şerhi: 3/543,

(43)   İhya: 3/76, 78, Şir'atül İslâm: 170, 176,

(44)   İhya: 3/77,

— 124 —

58.  "Evlâdım! Acıyan kimseye, daima acınır. Her kim su­sarsa (diline geleni söylemezse) selâmette olur. Kim hayır söyler ve işlerse (sevap yönünden) zengin olur. Kim de kötülük yapar ve söylerse, günahkâr olur. Diline sahip ol­mayan kimse, pişman olur."(45)

59.  "Oğulcağızım! Kendi kendine gamlanıp kederlen­me. Tasalarla kalbini meşgul etme. Tamahtan sakın. Kaza­ya rıza göster. Allah'ın sana ayırmış olduğuna kanaat et; yaşayışın safileşir, sevinçli olur, hayatın tadını alırsın. Dünyayı toplamak istersen, başkalarının elindekine göz dikme. Peygamberler ve sıddıklar, ulaştıkları makamlara, halkın elinde ve avucundakine tamah etmemeleriyle ulaş­mışlardır."06

60.  "Ey Oğul! Yalandan kaçın. Zira yalan serçe eti gibi tatlıdır, iştiha vericidir. Çok kısa bir zamanda sahibi, kendisinden buğuz edip bıkar."07

61.  "Oğul! Hayır ve hasenâtını ehline ver. Ehlinin gayriye vermekle paranı boşa verme, dünyada zarar eder, âhirette sevabından mahrum kalırsın. Tutumlu ol, israfcı olma. Cimrilikle mal biriktirme, malını da saçıp savur­ma/"48

62.  "Oğulcağızım! Halkın kendisini övmelerini arzu etmeyen ve yermelerini de istemeyen kimse gibi ol ki; o, insanlardan müstağni, insanlar da ondan rahatta olur­lar."09

63.  "Oğulcağızım! Kötü huydan, gönül darlığından, sabır azlığından sakın. Şu hasletler kendisinde bulunan kimse ile arkadaşlık, senin için doğru değildir. İnsanlar

(45)   Aynül İlim Şerhi: 2/155, İhya: 4/57,

(46)   Arâis'ül Mecalis: 206,

(47)   ihya: 3/120,

(48)   Arâis'ül Mecalis: 206,

(49)   Ramûz Şerhi: 3/543,

— 125 —

arasında böylelerinden, daima uzak dur. İşlerini severek işlemeyi huy edin. Ahvâlin acılarına da sabret. İnsanlarla iyi geçin. Ahlâkını güzelleştir. Onlara güleryüz göster. Hayırlı kişileri sev, fena kişilerden uzaklaş."00

64.  "Ey Oğulcağızım! İnsanlar, üç adet üçte bire ayrı­lır: Üçte biri Allah için, üçte biri nefsi için, üçte biri de ka­birdeki kurtlar içindir. Allah'a ait olan üçte bir, onun ruhu­dur. Nefsine ait olan üçte bir, onun (dünyada işlemiş oldu­ğu) amelidir. Kurtlara kalan üçte bir, onun bedenidir."0

65.  "Oğulcağızım! Günah işlemek için sana cüret ve cesaret vermemesini, Allah'dan iste ve Allah'dan öyle bir korku ile kork ki, rahmetinden seni me'yus etmesin."02

66.  "Oğulcağızım! Bildiklerinle amel etmeden, bil­mediklerini öğrenmeye kalkışma."03

67.   "Oğulcağızım! Gereksiz yere gülme. İhtiyatsız yürüme. Seninle ilgisi bulunmayan şeyi sorma. Başkasının malını koruyup, geliştirip, kendi malını telef etme, boşa verme. Oysa senin gerçek malın (sen ölmeden önce Allah rızası için) takdim ettiğindir. Başkasının malı ise, arkaya bıraktığındır."04

68.   "Oğlum! Borçtan sakın. Zira borç, gündüzün zil­leti, gecenin tasasıdır."05

69.   "Yavrum! Sen dünyaya geldiğin günden itibaren ona arka çevirmiş, âhirete yönelmiş bulunuyorsun. Yak­laşmakta olduğun bir eve (âhirete), gün be gün uzaklaş­makta olduğun bir evden (dünyadan) daha yakınsın."056

(50)   Arais'ül Mecalis: 206,

(51)   Münebbihat: 9,                                                                    1

(52)   Ramûz Şerhi: 3/543,

(53)   Ramûz Şerhi: 3/543,

(54)   İhya: 4/57, Berika: 4/21,

(55)   Ramûz Şerhi: 3/543,

(56)   İhya: 3/181, Ramûz Şerhi: 3/543,

— 126 —

70.   "Evlâdım! Âhiretin için dünyanı sat ki, her ikisini kazanmış olasın. Ahiretini dünyan için satarsan, ikisinden de elin boş çıkar, zarara uğrar, hepsini birden kaybeder­sin. "(57>

71.   "Oğulcağızım! İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelir ki, yumuşak huylu (halim kimse)nin bile gözü aydın olmaz (memnun ve mesrur olmaz)."’58

72.   "Oğulcuğum! Hikmete sarıl, onunla ikram olu­nursun.

Hikmeti aziz tut, sen de onunla aziz olursun.

Hikmet, ahlâkının en güzeli ve ulusu, Allah Azze ve Celle'nin Hak dinidir."’59

73.   "Ey Oğul! Hikmet, miskinleri meliklerin (hüküm­darların) meclisine kadar götürür."’60

Hz. Lokman Hekîm'in müteferrik hikmetli sözlerin­den bazıları:

74.   "Şer ancak şer ile söndürülür" diyen kimse yalan söylemiştir. Eğer bu sözün sahibi, sözünün doğru olduğu­nu iddia ediyorsa, yanmakta olan bir ateşin yanında, bir ateş yaksın da görelim. Bu iki ateşten birisi, diğerini sön­dürür mü hiç? O halde sözün doğrusu: "Şer, ancak hayır ile söndürülür, ber taraf edilir" hükmünü ifade edenidir. Nitekim "ateş, ateşle değil, su ile söndürülür."’61

75.   Lokman Aleyhisselâma:

— "İnsanların en yaramazı, en şerlisi kimdir?" denil­miş de cevaben:

(57)   İhya: 3/180,

(58)    Ramûz Şerhi: 3/543,

(59)    Arâis'ül Mecalis: 206,

(60)    Ramûz Şerhi: 3/543,

(61)    Tenbîhül Müğterrîn: 339,

— 127 —

    "İnsanların kötü hareketlerde bulunduklarını gör­düğü halde, neme lâzım?" diyen (görmemezlikten gelen) kimsedir, demiştir/62

76.   Hz. Lokman Hekîm'e:

   "Bu hikmet ve mertebeye nasıl ulaştın?" diye sor­dular. Lokman:

   "Sözde doğrulukla, emanete riâyetle, lüzumsuz konuşmamakla, bana lâzım olmayana değer vermemekle." dedi.(63)

Tl. "Ey Lokman! Sen tek başına bir köşeye çekilip, uzun uzadıya oturuyorsun. Halbuki halk arasında bulun­maklığın, senin için daha iyi olurdu" diyenlere, Lokman:

    "Tek başına uzun zaman oturmak, fikrin daha faz­la gelişmesine yardımcı olur. Hem de uzun uzun düşün­mek, cenneti bulmaya vesile teşkil eder" demiştir/64

78.   "Mü’ınin kişi, âkıbet ve neticeyi gördüğünde, piş­manlıktan emin olur. "(65)

79.   "Sıhhat gibi sermâye olmaz.

Gönül hoşluğu gibi nimet olmaz. "(66)

80.   "Akıllı kimseye lâyık olan, aile efradı arasında çocuk gibi olmaktır. Toplum arasında bulunduğunda er­kekliğini takınmaktır."07

(62)    Mecmûatüt Tefasir: 5/63,

(63)    İhya: 3/110, R. Beyan: 7/76,

(64)    İhya: 4/430,

(65)    îhyâü ulûmiddîn: 4/400,

(66)    Hâzin Tefsiri: 3/441, Arâis'ül Mecalis: 206,

"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi, olmaya devlet, cihanda bir nefes sıhhat gibi." Kanûnî Sultan Süleyman

(67)    İhyâ: 2/37,

— 128 —

81.   "Hiç yaşamamak, yıllarca hata içinde yaşamaktan daha iyidir."

82.   "Düşman, düşmanlıktan âciz kalınca, dostluğa başlar. Dostlukla öyle işler yapar ki, bunları yüz düşman yapamaz."

83.   "Ey Âdemoğlu! Ya âlim olarak, ya öğrenci ola­rak, ya da ilmi seven bir kimse olarak sabahla. Aman bun; ların dördüncüsü olma. Sonra helâk olursun."

84.   "Üç kimse ile müdârat (fikri uyarınca hareket et­mek), gerekir:

Bunlar zalim hükümdar, kadın ve hastadır."

85.   "Korkunç hadiselere göğüs germeyen kimse, emeline nail olamaz. Hazırlık, şiddetli gün içindir."

86.   "Üstün şeref, aklın kemâline bağlıdır. Aklı kâmil olanın, ayıp ve kusurları örtülüdür, hareketleri düzenlidir."

87.   Lokman Hekim, zenginlerle görüştüğü zaman, onlara şu tavsiyede bulunurdu:

"Ey küçük nimet sahipleri! Sakın bununla büyük ni­meti unutmayın. "(68)

F:9

(68)    Celâl Yıldırım’ın Hikmet Pırıltıları.

— 129 —

D)  HZ. LOKMAN HEKÎM'İN
OĞLUNA NASÎHATLARI

f

Prof. Dr. A. Süheyl Ünver, "Lokman Hekim" isimli eserinde, Lokman’ın sözlerinden ve menkıbelerinden çok şeyler naklonmuş bulunduğunu, bu güzel nasihat ve tel­kinlerin düşündürücü olduğunu, ferdî ve İçtimaî terbiye­miz için çok mühim olan bu hikmetlerin ihmal edilmemesi gerektiğine dikkatlerimizi çekerek diyor ki:

"Lokman’ın oğluna nasihatleri, uzun ve kısa olarak kütüphanelerimizde muhtelif kitapların metinlerinde yer almıştır. Hele bir tanesinde yüz nasihat sıralanmıştır.

Ayrıca Lokman’ın nasihatleri diye de Türkçe, Farsça ve Arapça yazılmış bir takım toplamalar da vardır...

Lokman’ın sözleri, esasta Kur'an-ı Kerîm'deki Lok­man Sûresinden geliyor. Bunların çoğu oradan alınarak ve başka şekillere sokularak ötede beride kayıtlı bulunmakta­dır. Şimdiye kadar görebildiklerimizden birkaç sözünü bu­raya koyuyoruz."

1.  Yürümekte vasatı ihtiyar et. Ezilip büzülüp de git­me. Ne kibirli ve ne acele yürü. Belki sükûnet ve vakarla yürü.

2.  Düşmanı korkutmaktan maada (başka) yerlerde, halka hitabında muhatabın işiteceği kadar söyle. Bağırıp çağırma. Zira seslerin en kötüsü eşek sedâsıdır.

3.  400 hikmet okudum, cümlesinden dört nasihat al­dım. İkisini unuttum, ikisi hatırımdadır, daima zihnimden çıkmaz:

— 130 —

Biri: Halkın sana ettiği cefayı (kötülüğü) ve senin halka ettiğin atayı (iyiliği) unutmalı.

Diğeri: Allah ve ölümü, hiç hatırdan çıkarmamalı.

4.  İnsanlara karşı tekebbür edip, sana bir şey söyle­diklerinde yüzünü onlardan döndürme, fakirleri, âcizleri tahkir etme. (Hor görme).Her insana mertebesine göre riâyet eyle.

5.  Yeryüzünde kendini halka beğendirmek için ku­rum satarak yürüme ve kendini büyük görüp böbürlenme. Zira Allah, halka kendini beğendirmeye çalışanları ve kendini beğenenleri sevmez.

6.  Kaderin icabı fakir olursan sakin halini herkese söyleme ki, seni küçük görüp tahkir etmesinler. Sen maksûdunu (isteğini), yalnız Allah'dan iste. Hangi kimse­dir ki Allah'dan istemiş de arzusuna ermemiş.

7.  Allah, adam olana 4000 hastalık musallat etmiştir. 2000 marazı hiç kimse bilmemiştir. 1000 marazı bilirlenirler; anı dahi bilmezler ve 1000 marazı Allah bildirmiştir.

8.  İşlediğin hata hardal tanesi kadar olsun, gerek iyi ve gerek kötü, bir taş içinde saklansa, yahut semalara veya yeryüzünün bir yerine sokulsa Allah onu kıyamet gününde meydana çıkarıp cezasını verir.

Lokman Hekim'in bazı suallere cevapları:

9.  — En bilgin adam kimdir? Lokman:

— Arzusu hilâfına (karşı koymasına rağmen) cereyan eden dünya hadiselerine karşı fazla üzüntü çekmeyen.

10.  — En zengin adam kimdir? Lokman:

Aklı başında olan.

11.   — Tadına bakanı en ziyade cezbeden şerbet han­gisidir?

— 131 —

Lokman: Şehvet.

12.   — Hangi ateştir ki ateşi tutuşturan kimseyi ya­kar?

Lokman: Haset.

13.   — Hiç viranlanmayan bina hangisidir?

Lokman: Adalet.

14.   — Önce acı, sonrası tatlı olan şey nedir?

Lokman: Sabır.

15.   — Öncesi tatlı, sonrası acı olan şey nedir?

Lokman: Telâş ve acele.

16.   — Tabiblerin, ilâç bulmaktan âciz kaldıkları has­talık hangisidir?

Lokman: Ahmaklık.

17.   Dört şey geri gelmez:

1)   Ağızdan çıkmış lâkırdı,

2)   Geçirilmiş kaza,

3)   Hedefe doğru atılmış ok,

4)   Ömür süresinden geçen günler. (Nasîhat-i Hükema eserinden)

18.   Dört şey, bir kimsenin mert ve kâmil (olgun) ol­duğuna delâlet eder:

1)   "Akıl danışmak" istediği vakit dostlarla müşavere etmek,

2)   Düşmanlara güleryüzle muamele etmek,

3)   Havâ vü hevesten (nefsânî isteklerden) nefsini ko­rumak,

— 132 —

4)   Acı söze katlanmak,

19.   Dört şey, dört şey kazandırır:

1)   Sükût, insanı selâmette bulundurur.

2)   İyilik, insanı emniyette tutar.

3)   Cömertlik, itibarı artırır.

4)   Şükür, nimeti bereketlendirir.

20.   İki şey, insana iki şey kazandırır;

1)   Sabır, murada eriştirir;

2)   Kanaat, zenginliğe ulaştırır.

21.   Bir gün Lokman'a, Dâvud Peygamber:

— Nasılsın? dedi. Lokman’ın cevabı:

— Ben başka kuvvetin tasarrufu altındayım.

22.   Yine Davud'a mukabelesi:

— Sabır ve sükût hikmettir, onu yapan azdır.

23.   Lokman'a:

— İnsanların alçak ve en rezili kimdir? diye sordular. Şöyle cevap verdi:

— Halk arasında kepazelik edip de kendisine utanma ve sıkılma gelmeyendir.

24.    Dünyanın her lezzetini tattım, ilimden lezzetlisini bulamadım.

25.    Dünyanın her türlü acılarını çektim, fakrdan (fa­kirlik) acısını görmedim.

26.    Aza kanaat edersen, dünyada senden zengin ol­maz.

— 133 —

Tl. Oğlum! Başkasının rızkına tamah gözüyle bak­ma, boşuna ıztırap çekmekten kurtulursun.

28.   Daima yemeğe tok ol, hikmete aç ol.

29.   Sözü dürüst söyle, sert söyleme.

30.   Ahmakları, cahilleri sükût ile karşıla.

31.   İnsanların hakîkî malı, âhiret zahîresidir.

32.   Ahbab ve dost olacağın bir adamı iptida kızdır. O halinde yaptığına ve sözüne bak, böylece onu imtihana çek.

33.   Vaktinin çoğunu, sükût ile geçir. Tefekkürden hâli (boş) olma ki, dilin belâsından emin olasın.

34.   Kendinden büyük kimselere inat ve niza (kavga) etme.

35.   Kimseye sui zanda (kötü zanda) bulunma, suizan seni kimseyle dost ettirmez.

36.   Halka güleryüz göster, doğru sözlü ol.

37.   Selâm vermeyi âdet edin.

38.   Sakın akdini bilmeyenlerin yanma gitme.

39.   Ana ve baba hakkına riâyet et.

40.   Kılıç ne kadar parlak olsa da kesicidir.

41.   Cahil adam ne kadar güzel olsa, onunla görüş­mekten sakın. Zira cahilin güzel yüzü, fena huyunu gider­mez.

42.   Sende olmayan bir fazilet ile halk seni metheder­se sakın mağrur olmayasın.

43.    Kendinden küçüğü hor görme.

— 134 —

44.   Kendi malını zayi’ edip gayrın ıslahına çalışma.

45.   Kadınların hilelerinden sakın.

46.   Hüsn-ü tedbir ile yetecek kadar mal, çok malla is­raftan iyidir. Zira mal, hüsn-ü (güzel) tedbir ile çoğalır. Mal, tedbirin noksanı ile yok olur.

47.   Hakiri tahkir etme, kibirli ve mağrur olma.

48.   Dostlar, müşkül zamanda belli olur.

49.   İyi kimselerle görüşülmelidir.

50.   Kötü kimselere söylenen acı söz, kılıçtan keskin­dir.

51.   Dostları, düşmanca sözlerle rencide etme. Balta insanın vücudunu, acı söz canını yaralar.

52.   Kibir ve öfke, kibirli ve öfkeli adamın başına mu­sibetler getirir.

53.   İyilik eden kimseler herkesin dostluğunu kazanır

54.   Düşkünlere dostluk göster, ikbal sahiplerinin za­ten dostu çoktur.

55.   Gençlikte zahmete katlan ki, ihtiyarlıkta rahata eresin.

— 135 —

E)   LOKMAN HEKİM İN OĞLUNA
100 ÖĞÜDÜ”

Bundan önce Prof. Dr. A. Süheyl ÜNVER'in, Hz. Lokman Hekîm’in Oğluna Nasihatlerinden ellibeş tanesi nakledilmişti.

Cerrahpaşa Top Fakültesi, Tıp Tarihi ve Deontoloji Kürsüsü başkanlığı yapmış olan Değerli Bilgin Ord. Prof. Dr. A. Süheyl ÜNVER, aslî mesleğinin yanında, Türk ta­rihi ve kültürü üzerine yaptığı çalışmalarla da tanınır. Özellikle geleneksel Türk sanatları ile ilgili çalışmalarıyla tanınan Profesörün bir süre önce, Kazan Türkçesinden di­limize çevirdiği, "Lokman Hekim'in Oğluna 100 Öğüdü"nü, günümüz gençliği açısından güncelliği nedeniyle Türkeli Gazetesinde îrfan Ünver Nasrattinoğlu yayınla­mıştır. Biz de aynen naklediyoruz:

1.  Ey babasının cam (canım evladım, ciğerparem), Hakk Teâlâ Hazretlerini tanı.

2.   Başkasına nasîhat vermezden önce, kendin o tavsi­ye edeceğin şeyle âmil ol.

3.   Kendi ölçüne göre söz söyle.

4.   Herkesin (kendine göre olan) kadrini bil.

5.   Herkesin hakkına riâyet et.

6.   Sırrını sakla.

7.   Dostunu müşkül zamanında dene.

(1) Lokman’ın Vasiyetleri: Süleymaniye ktb. Defter No: 924.

— 136 —

8.   Dostunu iyilik veya kötülük zamanında sına.

9.   Ahmak ve cahil kimseden uzak dur.

10.   Aklı başında ve bilgin dostu tercih et.

11.   Hayırlı işler uğrunda gayret sarfetmekten geri durma.

12.   Kadınlara güvenme.

13.   Bir tedbir alacağın zaman, ahlâk ve bilgi sahibi kimseye akıl danış.

14.   Delil ve isbatmı hazırladıktan sonra söz söyle.

15.   Gençlik zamanını ganimet bil.

16.   Gençlik zamanında iki cihana ait işlerin dürüst ol­sun.

17.   Dostlarına ve ahbablanna saygı ile ikram göster.

18.   (Yazılmamıştır)

19.   Anayı ve babayı ganimet bil (onlara saygı göster­mekte ve hatırlarını hoş etmekte kusur etmeyip tecrübe ve nasîhatlarinden istifade et).

20.   İyi bir üstadı baba yerinde tut.

21.   Masrafını gelirine göre ayarla.

22.   Her işte ortalama davran. (İfrat ve tefrite sapma.)

23.   Cömertliği âdet et.

24.   Misafire karşı ne hizmet gerekirse yap.

25.   Birinin evine misafir gittiğinde gözünü ve dilini sıkı tut. Etrafa göz gezdirmekten ve gevezelikten sakın.

26.   Herkesle hoş geçin.

27.   Çocuklarının talim ve terbiyesine dikkat et.

— 137 —

28.   İmkân bulursan, ata binmeyi ve ok atmayı öğren.

29.   Vücudunu ve üstünü başını temiz tut.

30.   Ayakkabını giyerken sağ ayağından ve çıkarırken sol ayağından başla.

31.   Herkese kendi ölçüsüne göre muamelede bulun.

32.   Geceleri lâf ederken yavaş konuş. Gündüzleri ko­nuşurken etrafa göz gezdir.

33.   Az yemeği, az uykuyu ve az konuşmayı âdet et.

34.   Kendin için hoş görmediğin şeyi başkalarına reva görme.

35.   Yapacağın işleri bilerek ve düşünerek yap.

36.   Bilmediğin şeyde ustalık taslama.

37.   Kadına ve çocuğa sır söyleme.

38.   Başkalarının refah ve saâdetine göz dikme.

39.   Soysuz kimselerden vefa umma.

40.   Hiçbir şeye karşı kayıtsız davranma.

41.   Olmayacak şeyi olur sanma. (Yarım kalmış bir işi olmuş sayma.)

42.   Bu günün işini yarma bırakma.

43.   Senden büyüklerle şakalaşma.

44.    Büyüklerle konuşurken uzun laf etme.

45.    Halka küstahlık isnat etme. (Kimseyi hor görme.)

46.    Sana ihtiyaç arzeden kimseyi meyus etme.

47.    Eski münakaşaları anma.

— 138 —

48.   Başkasının menfaatine ortaklık etme.

49.   Malını dosta, düşmana teşhir etme. (Malınla öğünme).

50.    Hısıma, akrabaya karşı alâkanı kesme.

51.    İyi kimselerin aleyhinde söz söyleme.

52.    Kendini beğenme.

53.    Halkın ittifakla üzerinde durduğu şeye sen de uy­gunluk göster.

54.    Parmaklarını ağzına burnuna sürüştürme.

55.    Herkesin yanında dişlerini ayıklama.

56.    Ağzını burnunu sessiz temizle.

57.    Herkesten ağzını elinle ört.

58.    Bir kimseye karşı üstünlük taslayarak çalım sat­ma.

59.    Parmağınla burnunu karıştırma.

60.    Konuşurken, sözlerine alay ve şaka nev'inden güldürücü lâflar karıştırma.

61.    Bir kimseyi başkasının yanında mahcup etme.

62.   Kaş, göz işaretiyle, şunu bunu yere serecek veya küçük düşürecek harekette bulunma.

63.   Söylenen lâkırdının tekrarını isteme.

64.   Gülünç söz söylemekten çekin.

65.   Kendini kadınlar gibi süsleme.

66.   Başkasının yanında kendini veya ailenden birini methetme.

— 139 —

67.   Çocukların keyfine uyma.

68.    Diline sahip ol.

69.    Söz söylerken ellerini oynatma.

70.    Herkese karşı saygılı davran.

71.    Kötü kimselerle arkadaş olma.

72.    Ölen bir kimseyi nafile yere zemmetme.

73.    Elinden geldiği kadar kavga ve niza'dan çekin.

74.    Kuvvetini denemeye çalışma.

75.    İyiliği tecrübe edilmiş şeyler (veya insanlar) hak­kında suizanda bulunma.

76.    Kendi ekmeğini başkalarının sofrasında yeme.

77.    Acele iş görme.

78.    Dünya işleri için kendini fazla üzme.

79.    Seni tanımak istemeyen kişiyi sen tanı.

80.    Öfkelendiğin zaman sözünü tartarak söyle.

81.    Burnundan akan sıvıyı elbise kolu ile silme.

82.    Herkesin karşısında yemek yeme.

83.    Yolda giderken büyüklerin önünde yürüme.

84.    Bir kimse konuşurken araya lâf karıştırma.

85.    Güneş doğacağı vakitlerde uyuma.

86.    Başını dizlerinin üzerine koyma.

87.    Sağa, sola bakma, daima önüne bak.

88.    Mümkün olduğu kadar, eyersiz ve koşusuz ata binme.

— 140 —

89.   Misafir yanında bir kimseyi azarlama.

90.   Misafire iş buyurma.

91.   Deli veya sarhoş adama söz söyleme.

92.   İşsiz, güçsüz serseri adamların yanında oturma.

93.    Kâr ve ziyan kaygısıyla kimseye yüz suyu dök­me.

94.   Hem fodul, hem kibirli olmaktan sakın.

95.   Kimsenin düşmanlığını celbetme.

96.   Kavga ve gürültüden uzak dur.

97.    Daima yanında para ile çakı veya parmağında yü­zük bulunsun, bunlarsız gezme.

98.    Kendini küçük düşürüp horlatacak dereceye var­mamak şartıyla herkese karşı nezaketle muamele et.

99.    Tevazudan ayrılma.

100.    Ömrün oldukça Allah'a sıdk-u ihlâs ile mütevec­cih ve mütevekkil ol.

—141 —

FHAZRET-İ LOKMAN HEKÎM'İN

MUHTELİF ESERLERDEN DERLENEN
HİKMETLİ SÖZLERİ

Kaynakları gösterilerek muhtelif eserlerden derledi­ğimiz Hz. Lokman Hekîm'in oğluna öğütleri ve hikmetli sözleri aşağıda sıralanmıştır:

1.  Akıllı olan kimse, iyilikleri yapmak ve kötülükler­den kaçınmak için çalışmalıdır. Çünkü Allahü Teâlâ'ya, yapılan işler gizli kalmaz ve kayıp da olmaz. Herkes, yap­tığının karşılığını görür. Noksan sıfatlardan münezzeh, ke­mal sıfatlarla muttasıf bulunan Allahü Teâlâ, oğlunun Lokman'a:

"Ey babacığım! Eğer ben hiçbir kimsenin görmediği yerde günah yaparsam, tek olan Allahü Teâlâ o günahı na­sıl bilir?" sorusuna; babası Lokman’ın verdiği cevabı şöyle anlatır:

— "Ey yavrum! Hakîkaten (yaptığın iyilik ve kötü­lük) bir hardal tanesi kadar olsa da bir kaya içinde, ya göklerde, yahut yerin dibinde (gizlenmiş) olsa bile Allah onu getirir. (Meydana çıkarır ve hesabını görür.) Çünkü Allah, lâtiftir: İlmi her gizli şeye ulaşır. Habîr'dir: Her şe­yin künhünü bilir."®

2.  Yavrum! Bazı peygamberlere hizmet ettim, kendi­lerinden sekiz cümle öğrendim:

1)  Eğer namazda isen kalbini muhafaza et.

(1)   Rûh'ül Beyan: 7/81,

— 142 —

2)   Yemekte isen boğazını muhafaza et.

3)   Başkasının evinde isen gözlerini muhafaza et.

4)   İnsanlar içerisinde isen dilini muhafaza et. İki şeyi devamlı zikret:

5)   Allah'ı,

6)   Ölümü. İki şeyi de unut:

7)   Başkalarına yaptığın iyiliği,

8)   Başkalarının sana yaptığı kötülüğü.(2)

3.   Ey oğlum! Başlangıçta senin önüne -sevdiklerin­den veya sevmediklerindenbir iş teklifi gelirse, onu önce kendi vicdanına danış. Ve bil ki, senin iyiliğin ve hayrın hangisinde ise onu yap.(3)

4.   Yavrucuğum! Gücün yeterse kullardan zulmü kal­dır. Allah da senin cezanı kaldırır. Onun intikamından kendini korumuş olursun. Şânı yüce olan Allah'ın "müntekim (intikam alıcı)" olduğunu da hatırla. Onlara adalet yap. Zalimlerden, mazlumların hakkını talep et. Eğer zu­lüm yaparsan, gerçekten bil ki, senin zulmün (kıyamet gü­nünde) o mazlûmun önüne geçer ve Allah'ın cezası o za­lim kişiye isabet eder, zulüm yapanla beraber kalır ve de­vam eder.(4)

5.  Yavrum! Dünyada ibadet ve taaatma gayret et ki, âhirette sana yar olsunlar. Dünyayı da büsbütün terk etme. Helâlinden rızık kazan ki, kimseye muhtaç olmayasın. Çünkü çoluk çocuğun geçindirilmesi, erkeklerin üzerine yüklenmiştir. Bazan ye, bazan oruç tut. Çünkü oruç, şeh-

(2)   Rûh'ül Beyan: 7/73,

(3)   Rûh'ül Beyan: 7/83,

(4)   Rûh'ül Beyan: 7/88,

— 143 —

veti keser. Namazına da devamlı ol. Muhakkak ki, namaz, (nafile) oruçtan üstün bir ibadettir.0

6.  Ey oğul! Oruç ve riyâzatı (nefsi terbiye maksadıyla az gıda ile geçinmeyi) vücut sevmez. Güzel ahlâk ve na­mazı da nefis sevmez. Çünkü nefis, her şer ve hevâ (kötü ve boş) şeylerin kaynağıdır.0

7.  Babanın çocuğunu terbiye etmek için dövmesi, ekin için yağmur gibidir. Çünkü ekin, gökten inen yağmur damlalarıyla gelişir.0

8.  Ey yavrum! Sen cenazelerde hazır ol. Düğünlerden kaç. Çünkü cenazelerde bulunmak, sana âhireti hatırlatır. Fakat düğünlerde bulunmak, seni dünyaya bağlar.

Dünyadan da öyle uzak olma ki, eşin ve çocuğun var­dır. Zarurî geçimini kazan. Hevâdan (boş şeylerden, nefis isteklerinden) vazgeç, hayâdan (utanma hissi ve Allah korkusundan) vazgeçme.

Ekmeğini elde etmeye muktedir olana kadar, rızık için kötü feryad etmeyi kes, Allah'dan iste. Onlar (düğün dernekte bulunmak, rızık için kötü feryad etmek, hayâsızlığa düşmek), şeytanın tuzaklanndandır ve fitne se­bebidir/8

9.  Yavrum! Sana dinin emirlerine sarılmanı tavsiye ederim. Çünkü, gündüzleyin zem yapan, geceleyin gam çeker/9

10.  Yavrum! Kim nefsinin vaizi olup onu kötülükler­den korursa, Aziz ve Çelil olan Allah onu muhafazası al­tında bulundurur. Kim insanlara acır da nefsinden

(5)   İhya: 4/55,

(6)   Rûh’ül Beyan: 7/83,

(7)   Rûh'ül Beyan: 7/76,

(8)   Rûh’ül Beyan: 7/82, Rûh'ül Meânî: 21/84,

(9)   Rûh'ül Meânî: 21/83,

— 144 —

fedakârlıkta bulunup iyilik ederse, Allah da bu sebeple onun izzetini artırır.

Allahü Teâlâ'ya ibadet hususunda nefsi zelil eylemek, günahla aziz etmekten daha iyidir. Ümid ettiğini, Aziz ve Çelil olan Allah’dan bekle. Allahü Teâlâ'ya ma'siyet (gü­nah işlemek) üzere devam edersen, hayat suyunun kesile­ceğini bil. Teşbih edilmeğe lâyık olan Allah'dan gereği gi­bi kork. Şânı yüce olan Allah'ın rahmetinden ümidini ke§me.’10)

11.  Yavrum! Kim yalan söylerse, yüzünün suyu gi­der. Yalancılık ve eğrilikten sakın. Çünkü yalan, kınından sıyrılmış bir kılıçtır.

Ey oğul! Güzel ahlâklı ol. Kim kötü ahlâklı olursa, kederi çoğalır. Büyük taşlar, yerlerinden daha kolay nakle­dilir. Bazı şeyleri anlamış görünen kişilerin, anlamadıkları bilinir.’111

12.  Yavrum! Taş, demir ve her ağır yük taşınabilir. Lâkin kötü komşudan daha ağır bir yük yüklenmedim. Mermer taşlarını tattım (taşıdım). Lâkin fakirlik hastalı­ğından daha kötü bir şey tatmadım.

13.  Ey oğlum!. Ağzından çıkan sözlere dikkat et. Muhakkak ki sen, sustuğun zaman selâmet bulursun. Söz­lerden ancak sana faydası olanı konuşman gerekir.

14.  Ey yavrum! Nefsini -senin ona, onun da sana ihti­yacı olmayanarkadaşının nefsinden aşağı tut. İnsanların övmesini istemeyen kişiler gibi ol. Onların seni yermesi­ne, ayıplarını söylemesine de fırsat verme. Çünkü nefsin ondan zahmet çeker. İnsanlar da sana kızar.

(10)   Rûh'ül Meanî: 21/83,

F: 10.

(11)   Rûh'ül Meânî: 21/83,

— 145 —

15.   Ey oğul! Cahillerden elçi seçme. Eğer bilgili, hakîm birini bulamazsan, kendi nefsinin elçisi ol.(l2)

16.   Yavrucuğum! Kelimelerin güzel ve yüzün güleç olsun ki insanlara, atâ ve ihsan sahici olanlardan daha sev­gili olasın.03

17.   Ey yavrum! Ancak müttaki olanların yemeğinden ye.04

18.   Yavrucuğum! Allahü Teâlâ, peygamber gönder­miştir. Ona ilim ve beyan vermiştir. Benim söylediğim ondandır.05

19.   Oğulcuğum! Tevbeni tehir etme (geciktirme). Çünkü ölüm ansızın geliverir. Allah'dan kork! Kalbin günahkâr olduğu halde sana ikram etsinler diye, kendini insanlara müttaki gösterme.06

20.   Oğlum! Seher vakti uyurken, sakın ol ki Hakk'ı zikir ve teşbih eden horoz, senden akıllı ve uyanık çakıp da seni geride bırakmasın.07

21.   Lokman Hekîm, ilk defa oğlunu şirkten men etti ve şirkin fenalığını ona anlattıktan sonra Allah'ın ilim ve kudretiyle -yapılan iyilik ve kötülüğün her çeşitini bildiği­ni ve bunlardan hesaba çekeceğini anlatarakonu korkut­tu.

Daha sonra da tek olan Allah'a îmanı kuvvetlendire­cek ibadetleri oğluna emretti. Ve ibadetlerden de ilkin na­mazı devamlı kılmasını ihtar ederek şöyle öğüt verdi:

— "Yavrucuğum! Namazı devamlı kıl..."08

(12)   Rûh'ül Meânî: 21/83,

(13)   Rûh'ül Meânî: 21/84,

(14)   Rûh'ül Meânî: 21/84,

(15)   Rûh'ül Beyan: 7/77,

(16)   Bilmen Tefsiri: 6/2744,

(17)   Eyyühel Veled: 39,

(18)   Mecalis-i İrşadiye: 449,

— 146 —

22.  Ey oğul! Oruç, şehveti gideren bir evdir, fakat rızkı gidermez. İnsanı hafifletir ki, namazı zamanında kı­labilsin. Allah'ın yanında namaz, (nafile) oruçtan iki kat sevgilidir.09

23.   Ey oğlum! Çok uyuma, çok yeme. Kim, çok uyur ve çok yerse, kıyamet günü iflas etmiş olarak gelir; hiçbir güzel ameli bulunmaz/20

24.   Ey oğlum! Bilmediğini öğrenmen, bildiğinle amel etmedikçe, sana hayır vermez. Bu şuna benzer: Bir adam odun yüklenmiştir, sırtında taşıyor. Fakat yükü ağır geliyor, takatsiz düşüyor... Buna rağmen odunların bir kıs­mını atması gerekirken, o hâlâ yükünün üzerine başka odunlar eklemektedir../2

25.   Edeb, yeğdir (üstündür) nesepten; ve amel (iba­det) yeğdir, maldan, ve ilim yeğdir, bütün dünyadan ve ehlinden/22

26.   Ey yavrum! Ben sana pek çok öğütler verdim. Sa­na verdiğim öğütleri, eğer dağa vermiş olsaydım, dağ par­ça parça olurdu, dedi.

Denilmiştir ki:

Onun bu öğüdü üzerine, oğlu da müslüman oldu/23

27.   Yavrucuğum! Her ne zaman bir günah işlersen, arkasından sadaka ver ve tevbe et/24

28.   Ey oğul! Halka iyilik eyle. Her işte acele etme.

Sabır ile tâ muradın hasıl ola (muradına eresin)/25

(19)    Rûh'ül Beyan: 7/83,

(20)    Mükâşefet’ül Kulûb: 1/27,

(21)    Rûh'ül Meânî: 6/475,

(22)    Envar'ül Âşıkîn: 158,

(23)    Rûh'ül Meânî: 6/476,

(24)    Bilmen Tefsiri: 6/2744,

(25)    Taberi: 1/383,

29.   Oğlum! Bir işi güzel talep etmek, ilmin yarısıdır.

İnsanlara sevgi, aklın yarısıdır.

Geçimde tedbirli olmak, kazancın yarısıdır.

Oğlum! Hakim bir kimseyi elçi yap, ama ona bir tavsiyede bulunma. Hakim bir elçi bulamazsan, kendi nef­sinin elçisi ol.(26)

30.   Ey oğul! Kanaat cübbesini başına çek. Hakka te­veccüh ile otur. Elinde olanlardan fakirlere ver. Bil ki bu dünyanın bir benzeri de şudur: Bu dünya bir gölgeye benzer, sen onu durur sanırsın, fakat o yürür. Lâkin yürü­düğünü göremezsin, birazdan görürsün ki kaybolmuş.’27

31.   Ey oğlum! Merhamet edene, merhamet edilir. Su­san, selâmet bulur. Hayır söyleyen, kazanır. Şer söyleyen, günahkâr olur. Diline sahip olmayan pişman olur.’28

32.   Ey oğul! Küçüklüğünde edep öğren. Büyüklü­ğünde faydasını göresin. Küçüğü, küçüklüğünden dolayı hakir görme; o küçükler, yarının büyükleri olacaktır.’29

33.   Ey oğul! Halka, vaaz ve öğüt verip kendini unut­ma. Bildiğinle amel et ki, ecir ve sevaba nail olasın.

34.   Benim oğlum! Bağış ve hibeyi ehline ver, gayrısma verme. Nakes olana (iyilik bilmeze), atâ ve iyilik et­sen, ettiğin iyilik yerini bulmayıp, hebâ (yok) olur.

35.   Ey oğul! Emanet ehli ol, tâ ki, zengin olasın.

36.   Ey oğul! Yaramazlara evlât olmaktan, iyilere kul (köle) olmak daha iyidir.’29

37.   Ey oğul! Saâdetin nişanı dörttür:

(26)    Bostan'ül Arifin: 790,

(27)    Müzekkin Nüfûs: 66,

(28)    İhya: 4/55,

(29)    Arâis'ül Mecalis: 227-229,

— 148 —

1)   Biri doğruluktur,

2)   Ve biri edeptir,

3)   Ve biri bilimdir,

4)   Ve biri de emaneti ehline (sahibine) vermektir.00

38.   Oğlum! Acı olma, atılırsın. Tatlı olma, yutulur­sun.01

39.   Ey oğlum! Kötülükten ve acelecilikten sakın. İş­bu iki huydan çirkin şey yoktur. Er odur ki, her hususta iyi ve kötüye sabır ve tahammül eder, herkesle güzel geçinir. Başkalarına iyi muamele ve ikram eder. Cahillerden sırrını saklar, alçakların sohbetinden kaçınır.

40.   Ey oğul! Görünüşünde sâlih (iyi), içinden fâcir (kötü) olmayasın.

41.   Ey oğul! Malını, cimrilikle tutma; onu büsbütün har vurup harman savurma. (İkisi ortası harca.)02

42.   Yavrum! Bir kimse, kötü arkadaşlara sahip olur­sa, selâmet bulamaz.

Bir kimse, kötü yerlere girip çıkarsa, itham (töhmet) altında kalır. Diline sahip olmayan kimse, pişman olur.03

43.   Yavrucuğum! Mide dolarsa, fakir uyur. Hikmet susar, âza ibadetten kalır.04

44.   Ey oğlum! Seni ilk sakındıracağım şey, nefsindir. Çünkü her nefsin bir hevâsı, bir nefsânî isteği vardır. Eğer nefse, nefsânî isteğini verirsen, azar ve başka şeyler ister. Çakmak taşında ateşin gizlenmesi gibi, nefsânî arzular da

(30)    Envar'ül Âşıkîn: 158,

(31)    Bostan'ül Arifin: 817,

(32)    Arais'ül Mecalis: 227,

(33)    Bostan'ül Arifin: 816,

(34)    Bülûğ'ul Meram: 4/376,

— 149 —

kalbde gizlidir; çakılırsa parlar, kendi haline bırakılırsa gizlenir/35

45.   Ey yavrum! Senden, bir kimse bir şey sormayınca haber verme ve söyleme.

46.   Yavrucuğum! İyilik bilmeze, iyilik etme ve öğüt verme ki, zâyi ola. Çünkü merkebe, zaferan versen yer ve ne kadar saman versen yer, fark eylemez/36

47.   Ey yavrum! Ben, sükûtumdan dolayı asla neda­met bulmuş olmadım. Çünkü: "Sözüm gümüşten olsa bile sükût altındır."07

48.   Oğlum! Halk, sözleriyle iftihar ettikleri zaman sen de susmakla iftihar et. Zira insanın lisanı sabah-akşam, refiki (arkadaşı) olan bir azâya: "-Ne haldesiniz?" di­ye sorar. O da: "-Sen bizi kendi halimize bıraktıkça, salâh (iyilik) ve selâmet üzereyiz cevabını verir" der/38

49.   Oğlum! Mideni yemekle doldurma. Aklın eksik, anlayış kabiliyetin noksan olur/39

50.   Ey oğul! Eğer daima sağlık dilersen, şu sekiz şe­ye dikkat et:

1)   Gündüz çok uyuma,

2)   Ve gece az uyu,

3)   Sidiği tutma,

4)    Çok cima' etme,

5)    Geceleyin çok su içme,

6)    Aşırı doyuncaya kadar yemek yeme,

(35)    İlâhî Nizam: 2/526,

(36)    Taberi: 1/383,

(37)    Bilmen Tefsiri: 6/2744,

(38)    Eyyühel Veled: 85,

(39)    Müzekkin Nüfus: 270,

— 150 —

7)   Acıkmadıkça yemek üzerine yemek yeme,

8)   Az yemekle kanaat eyle.

Bütün hastalıkların başı bu sekiz şeydir.(40)

51.   Ey yavrum! Eğer sen, ölüm hususunda şüphede isen uyuma. Muhakkak ki, uyuduğun gibi öleceksin. Eğer öldükten sonra dirilme hususunda şüphede isen, uykudari uyanma. Muhakkak ki sen, uykudan uyandığın gibi, ölü­münden sonra öylece dirileceksin.’41

52.   Yavrucuğum! Dünyadan sana ulaşanı al. Kazan­dığından arta kalanını âhiretin için harca, infak et (ihtiyaç sahiplerine dağıt).’42

53.   Dünyada hor olmak, yeğdir (üstündür) şerif ol­maktan,

Ve âhirette aziz olmak yeğdir, hor olmaktan. Her kim dünyayı seçip âhireti terk eylese, dünyada fitneye uğrar ve âhirette mahrum kalır.’43

54.   Ey yavrum! İşlerini âlimlere danış.’44

55.   Vücut sağlığı, dinin emirlerini tutmakladır.’45

56.   Oğlum! Hasta olmadan önce tabip çağır.’46

57.   Ey oğlum! Bir topluluğa vardığın zaman, önce onlara selâm ver. Sonra bir kenardaki boş yere otur. Onlar sana bakıp da konuşmadıkça, sen de onlarla konuşma.

Eğer onlar, bulundukları mecliste Allah'ı zikrediyor­larsa sen de onlarla beraber otur. Eğer o mecliste Al-

(40)    Taberi: 1/383,

(41)    İhya: 1/356,

(42)    İhya: 4/55,

(43)    Mevâkib Tesiri: 2/199,

(44)    Rûh'ül Meâni: 6/475,

(45)    Beydavî Tefsiri.

(46)    İslâm Ansiklopedisi: 7/65,

— 151 —-

lah'dan gayrisini zikrediyorlarsa, derhal oradan ayrıl, o meclisi terk et.(47)

58.    Oğlum! Dostlarının bir şeyini reddetme. Fakat Allah'ın istediğinden başka türlü hareket edecek kadar da ileri gitme.(48)

59.   Sabrın başlangıcı zor, sonu tatlıdır.

60.   Adalet, öyle bir binadır ki asla viran olmaz.

61.   Doğru konuş, fakat sert olmasın.

62.   Çok yeme, sıcak yeme, çiğ yeme.

63.   Yemeğe tok, ilme açpl.

64.   Halka yakın ol, doğru konuş.

65.   Şüphe seni kimse ile dost etmez.

66.   Düşman, daima düşmandır.

67.    Mal biriktirenle ilmini saklayan, bu dünyaya has­ret gider.

68.    Ekmekle tuz ikram edenin bile iyiliğini unutma, hakkında dua et.

69.   Sorulmadan hiçbir şeye kanşma.

70.   Fesatçılarla yaşayanların huyları onlara da geçer.

71.    Fırsat elindeyken halkla iyi geçin, düştüğünde se­ni kaldıracaklar, onlardır.

72.   Acele, sabra mâni olur. Muradına erişemezsin.

73.    Nankörlere yakın durma, iyilik ve öğütlerin kay­bolur.

74.    İyilik, insanın emniyet kemeridir.

(47)    İbn-i Kesîr Tefsiri: 913,

(48)    Arais'ül Mecalis: 228,

— 152 —

75.   İyilikte dost düşman ayırma.

76.   Sükût, selâmet kapısını açan tek anahtardır.

77.   Güzellik, huy fenâlığmı ve cehaleti gidermez.

78.   Cömert ol ki, itibann artsın.

79.   İnsanı yükselten akıldır.

80.   Şükür, nimeti bereketlendirir.

81.   İdaresini bilen için az mal, israf edilen maldan iyidir.. Çünkü idare edilen mal çoğalır, israf edilen mal azalır.

82.   Başkasına akıl vereceğine, kendi malını kaybet­me.

83.   Küçüğünü hor görme. Küçüklük, büyüklük ancak Allah huzurunda belli olur.

84.   Halk sende olmayanla seni överse, aldanma.

85.   Doğru da olsa yemin etme.

86.   İyilik dost kazandırır.

87.   Sabır murada, kanaat zenginliğe götürür.

88.   Olgun insanın mihenk taşı, akıl danışmak, güler yüz, nefse hakimiyet, acıya katlanmayı verir.

89.   Yürüyüşün kararlı olsun.

90.   Bağırıp çağırma, seslerin en kötüsüdür.

91.   Elde edilen hikmetler, balın peteğine taşınan çi­çek özleri gibidirler. Yüzlerce olsalar da süzüle süzüle iki­ye inerler. Bunlar:

1)   Çekilen cefâ ile, 2) Yapılan iyiliğin unutulmasıdır.

92.   Allah ile ölüm, hatırdan çıkmamalı.

— 153 —

93.   Hekimler, ahmaklığa deva bulamazlar.

94.   Büyüğü olmayan kimse, başım taşa vurur.

95.   Balta beden, acı söz can yaralar. (Balta yarası iyi­leşir ama, dil yarası iyileşmez).

96.   Servet düşmanlığı, insana ıztırap verir.

97.   Kanaat, zenginliğe götüren merdivendir.

98.   Sus ve düşün.. Dil belâsından kurtulmanın devası bunlardır.

99.   Büyüklere karşı ne diren, ne karşı gel.

100.   İnsanın vefakâr malı, âhiret için biriktirdiğidir. El için toplanan, miras bırakılan, lâkin hesabı verilen, mal değildir.

101.   Dost edineceğin insanı önce kızdır. Yaptıklarını incele ve kararını öyle ver.

102.   Seni anlamayanlara uğrama.

103.   Gündüzleri hiç, geceleri az uyuyun.

104.   Sıkışınca işemek, bedenin yükünü hafifletir.

105.   Yazın dereden, kışın gözeden su içme.

106.   Geceleyin su içmek ağrı yapar. Ayak üstü, hele terliyken su tası ele alınmamalıdır. Midede dert (hastalık), bedende kırıklık sebebi olur. Oturarak, ağır ağır (eme, eme) su içmek, terin geçmesini beklemek lâzımdır.

107.   Oburluk, bedenin baş düşmanıdır. İştahsızlık da öyle.

108.   Yıkanınca, bir zaman sarınıp uzanmalıdır.

109.   Yemekten sonra yürümek gereklidir.

110.   Ayağını sıcak tut, başını serin.

— 154 —

Kendine bir iş bul, düşünme derin..(49)

Lokman Hekim'in oğluna üç nasihati:

111.    1) Oğlum! Ormanda veya ağaçlık altına yatıp uyuma.

2)   Ekmeğini şekerle ye.

3)   Büyüklerin sözlerini dinle.

112.    Oğlum! 1) Devlet adamı ile dost olma. 2) Karıyı sırdaş edinme.

3) Alçak adama borçlanma.

113.   Hasta olmamak için:

1)   Çok yemeyiniz,

2)   Sıcak yemeyiniz,

3)   Çiğ yemeyiniz.

114.    Hamam yaptıktan sonra uyuyun, velev ki bir da­kika olsa bile. Cima' yaptıktan sonra derhal idrar boşaltın, velev ki bir damla olsa bile.

Yemekten sonra muhakkak yürüyün, velev ki bir metre olsa bile.

115.    Düşman, düşmanlık etmekten geri kalmaz. Her dostuna güvenme/50

116.    Oğlum! Günahın zerresinden kaç. Gazaba uğra­yacakmışsın gibi Allah'dan kork. Lâkin korkudan fazla ümid bağla.

117.    Ayak yolunda (helâda) çok oturma, ciğerlerine hastalık gelir. Çok da tutma (sidiğini bekletme), hastalık yapar.

(49)    A. Cemil AKINCI: Lokman Hekim, s. 13-211,

(50)    İ. YARDIMCI: Sağlık Forklorümüzde Lokman Hekim, s. 18-43,

—155 —

118.   Lokman Hekim'e sormuşlar:

— En büyük nimet hangisidir? Lokman:

— İyi huylu olmaktır, demiş.

119.   Yine sormuşlar:

— En hayırlı sermaye nedir? Lokman:

— Sağlıktır, cevabını vermiş.01

120.   Sırrını sakla, az söyle.

121.   Kavline (sözüne) sadık ol.

122.   Kavgadan hazer eyle (kaçın). Bilâ sebep (sebep­siz yere), kimse ile husûmet eyleme.

123.   Fukarayı (fakirleri) tahkir etme (hor görme).

124.   Ululara (büyüklere) riayet eyle.

125.   Akranınla sohbet et.

126.   Bilmediğin adama muîn (yardımcı) olma.

127.   Tez inançlı olma (inancını çabuk değiştirme).

128.   Herkese halîm (yumuşak) olma.

129.   Az kimse ile münasebet eyle (yakınlık kur).

130.   Şol kimseye itimat etme (güvenme) ki, seninle düşmanlığı geçmiş ola.

131.    Zayi olup gitmesi muhal olan nesne için gam yeme (üzülme).

132.   Kendinden ulu ile mücadele etme (çekişme).

133.   Müstakîm (dosdoğru) ol.

134.   Musibete sâbir ol (başa gelene sabret).

(51)    İlhan Yardımcı: Hz. Lokman ve Sağlık Öğütleri, s. 29-34,

— 156 —

135.   Halka mütevazî ol.

136.   Sözü fikir eyle, ondan sonra söyle (önce düşün, sonra konuş).

137.   Sırrını oğlana (çocuğa) ve dîvaneye (deliye ) söyleme.

138.   Malını kimseye bildirme.

139.   Zemmâm (zem ve gıybet edici) olma.

140.   Mağrur (gururlu, kibirli) olma.

141.   Kimsenin hatırını yıkma.

142.   Herkesin hatırını hoşça tut.

143.   Yaramaz kimse ile musahabet (arkadaşlık) etme.

144.   Salihlerle hemnişin ol (iyi kişilerle arkadaşlık eyle).

145.   Kendi halini fikir eyle (önce kendi ayıbını gör), elin ayıbına nazar etme.

146.   Lisanını elfâz-ı küfürden hıfzeyle (dilini küfür sözlerden koru).

147.   Sadakayı terk etme; zekâtı men etme.

148.   Savmı (orucu) tut.

149.   Beş vakit namazı terk etme, kıl.

150.   Şehadet kelimesini lisanından eksik etme.

151.   Tevbe ve istiğfara müdavim ol (kötülüğü terk eyle, Allah'dan af dile, azimli tevbe edip bir daha tevbeni bozma).

152.   Hîle ve hud'a etme (sahtekârlık ve aldatma yap­ma).

— 157 —

153.   Salavat-ı şerîfeye meşgûl ol (mübarek duaları okumakta, nimete şükür etmekte ve ibadet yapmakta müdâvim ol).

154.   Ve dâima takvâ (Allah'dan korkup bütün kötü­lüklerden kaçınmak) üzere ol.<52)

155.   Lokman'a:

— Su hakkında ne buyurulur? diye sual edince, Ulu Hekim:

— Su bir ilâçtır, su hayat menbaı (kaynağı)dır; kul­lanmasını bildiğiniz müddetçe, demiş.

156.   Yine Lokman'a:

— Hamamın şifalı olup olmadığından sorarlar?

Bu büyük ve yüce Hekim cevap verir:

— Hamam çok faydalıdır. Suda şifa vardır. Hamam­da ise şifanın şifası. Lâkin hamamın iki kapısı olmalı, bi­rinden girmeli, ötekinden çıkmalıdır.

157.   Lokman'ın oğlu, kasabadan dönerken atından iner, idrar yapar.

Yoldaşları Lokman'a şikâyet ederler:

— Oğlunuzu iyi terbiye ediniz, derler.

Lokman cevap verir:

— Evet terbiyede kemâli bulmuş değil. Madem ki id­rarı gelmiştir, atı üstünde yapacaktı bu işi, demiş.

(Kıssadan alacağımız hisse: Sağlık isteyen idrarını bekletmesin, demektir.)

(52)    Kastamonu-İnebolu İlçesi Yeşilöz (ibraz) Köyü Camiindeki Osmanlıca Levhadan sadeleştirilerek alınmıştır.

— 158 —

158.   Lokman Hekim, midesinden şikâyet eden bir zâta şu tavsiyede bulunur:

— Yemekten sonra ya sırt üstü yat, ya da kırk adım at.

159.   Lokman, bir gün seyahata çıkıp gezerken burnu­na sarımsak kokusu vurur. Bakar ki o belde sarımsakla do­lu. Bana burada ihtiyaç olmaz. Bu yerde sarımsak var. Her derde deva, ümmü şifa (şifaların anası) bir nesne, demiş.

160.   Soğanın çiği zarar, pişmişi yarar.

161.   Her hastalığın başı acıkmadan taam (yemek) ye­mektir.

162.   İçki, ümmü şifa değil, bilâkis hastalık ve pislik­lerin anasıdır.

163.   Cenabetten (pis olandan), keramet beklenmez.

164.   Çok su, çok uyku getirir. Çok uyku da ölüm ge­tirir.

165.   Duvarı nem, insanı da gam yıkar.

166.   Gençliğinde hızlı giden, tez kocar.

167.   Kişinin işi ne ise, düşü de odur.

168.   Yatarken tatlı yiyenin, uykusu da tatlı olur.(53)

(53)    Merhum İhsan Ozanoğlu'nun 18.8.1978 tarihli değerli mektubun­dan derlenmiştir.

— 159 —

GHZ. LOKMAN HEKÎM’İN
OĞLUNA ETTİĞİ NASÎHATLAR

Peygamberler Tarihi Ansiklopedisi "LOKMAN HEKÎM" maddesinde Lokman Aleyhisselâm’ın kısaca ha­yatı anlatıldıktan ve Kur'ân'daki nasîhatlarının meâl ve açıklamaları yapıldıktan sonra:

"Lokman Hekîm'in mûteber kitaplarda bildirilen hik­metli sözleri, nasîhatlan, menkıbe ve hâlleri, bilhassa ken­di oğluna ettiği nasîhatlardan Kur'ân-ı Kerîm'de bildirilen­leri, altın harflerle yazılsa yerinde olup pek çoktur. Bun­lardan bazıları şunlardır.." denilerek oğluna ve onun şah­sında bütün insanlığa verdiği öğütler nakledilmiştir. Biz de önemine binaen "Oğluna Ettiği nasîhatlar" bölümünü aynen veriyoruz: (4/160-170)

1.  "Ey oğlum! Takvâyı kendin için âhiret sermâyesi edin. Çünkü takvâ, mal ve mülk ile olmayan bir ticârettir."

2.  "Ey oğlum! Cenâzede hazır bulun. Çünkü cenâze, sana âhireti hatırlatır. Haram ve günahlar ise, senin dünya­ya karşı meylini artırır."

3.  "Ey oğlum! Yalan söyleyen kimsenin nûru gider, kötü huylu olan kimsenin gam ve kederi çoğalır. Anlayış­sız kimseye bir meseleyi anlatmaktan, bir kayayı yerinden oynatmak daha kolaydır."

4.  "Ey oğlum! Cahili bir yere elçi olarak gönderme. Eğer akıllı ve hikmet sâhibi birini bulamazsan kendin git."

5.  "Ey oğlum! Allahü Teâlâyı anan (hatırlayan) in­sanlar görürsen, onlarla otur. Alim olsan da, ilminin fay-

— 160 —

dasını görürsün ve ilmin artar. İlmin yok ise sana öğretir­ler. Allahü Teâlâ onlara olan rahmetinden seni de fayda­landırır."

6.   "Ey oğlum! Allahü Teâlânm zikredilmediği mecli­se rastlarsan, orada oturma. Sen âlim olsan da, ilmin sana fayda vermez. Eğer ilmin yok ise câhilliğin fazlalaşır. On­larla bulunman sebebiyle, Allahü Teâlâ’nın gazâbı sana isâbet eder."

7.   "Ey oğlum! Dünya derin deniz gibidir. Çok insan­lar onda boğulmuştur. Takvâ gemin, imân yükün, tevekkül hâlin, salih amel azığın olsun. Kurtulursan Allahü Teâlânm rahmetiyle, boğlursan günahın sebebiyledir."

8.   "Ey oğlum! Ben nice ağır yükler taşıdım. Kötü komşudan ağırını görmedim. Nice acılar tattım, fakat fa­kirlik gibi acı tatmadım."

9.   "Ey oğlum! Helâl lokma ye ve işlerinde âlimlere danış. İşlerini nasıl yapacağını onlara sor."

10.  "Ey oğlum! Bir hatâ işlediğinde hemen tövbe et ve sadaka ver."

11.  "Ey oğlum! Ölümden şüphe ediyorsan uyku uyu­ma. Uyuduğun ve uyumak mecburiyetinde olduğun gibi, ölüme de mahkûmsun. Dirilmekten de şüphe ediyorsan uykudan uyanma. Uykudan uyandığın gibi, öldükten sonra da dirileceksin."

12.  "Ey oğlum! Merhamet eden merhamet bulur. Sükût eden selâmete erer. Hayır söyleyen kâr eder. Kötü konuşan günahkâr olur. Diline hâkim olmayan pişmân olur."

F: 11

13.  "Ey oğlum! Kanâatkâr olursan, cihânda senden zengin kin.se yoktur."

—161 —

14.  "Ey oğlum! Başkasına hased eden ızdıraptan kur­tulamaz."

15.  "Ey oğlum! Mala tok, hikmete aç olasın."

16.  "Ey oğlum! Sözü tatlı söyle; katı, kaba, sert söy­leme. Çok zaman sus. Tefekkür et. O zaman dilin belâsından emin olursun."

17.  "Ey oğlum! Sende olmayan faziletler ile insanlar seni medhederlerse, zinhâr mağrur olma (gururlanıp kibir­lenme). Kendinden aşağısını hor görme, ahmaklara ve câhillere sükût eyle."

18.  "Ey oğlum! Her hâlinde, Hakk Teâlâ Hazretlerine sığın. Her şeyi Hak'tan bil."

19.  "Ey oğlum! Müslümanlar hakkında kötü düşün­me. Sû-i zannı terk eyle. Zirâ sû-i zan, seni hiç kimse ile dost yapmaz."

20.  "Ey oğlum! İnsanlara güler yüzlü ve doğru sözlü ol. Selâmı yaymayı âdet edin."

21.  "Ey oğlum! İnsan cimri olunca, onun hakkında kötü sözler çok olur."

22.  "Ey oğlum! Az mal; güzel idâre ile çok olur. Çok mal; kötü idâre ile israf (yok) olur."

23 "Ey oğlum! Sakın kıymetini bilmeyenlere gitme. Ana-baba hakkını gözet. Hakiri tahkîr eyleme (aşağı gör­me). Kibre kapılma. Allahü Teâlâ Râfi ve Hâfıd (yüksel­ten ve alçaltan)dır. Zirâ O, hakiri aziz; fakiri zengin yapar. Dilerse, azizi zelil; zengini fakir yapar."

24.  "Ey oğlum! Kötü huylu, her ne kadar güzel ve ya­kışıklı olsa da, onun sohbetinden kaç. Zirâ onun cemâli (güzelliği) kötü huyunu örtmez."

— 162 —

25.   "Ey oğlum! Kılıcın parlaklığına bakma. Fiili (işi) kötüdür."

26.   "Ey oğlum! Tevbeyi yarma bırakma. Çünkü ölüm, ansızın gelip yakalar."

27.   "Ey oğlum! Dünyanın sevinç ve neşelerini tertibe ettim. İlimden lezzetli bir şey bulamadım."

28.   "Ey oğlum! Yakîn ve sabrı sanat edin. Allahü / Teâlânm haram kıldığı şeylerden uzak olursan, dünyada zâhid ve mücâhid olursun."

29.   "Ey oğlum! Ticâret olarak, takvâya (Allahü Teâlâdan korkmaya) sarıl. Zirâ o, mal olmadan kâr geti­rir."

30.   "Ey oğlum! Sıhhat gibi zenginlik, güzel ahlâk gi­bi nîmet yoktur."

31.   "Ey oğlum! Bildiğin şeyle amel edinceye kadar, bilmediğin şeyi öğrenmeye çalışma."

32.   "Ana babanın evlâdını terbiye için dövmesi, zirâate su vermek gibidir."

33.   "Ey oğlum! Horoz senden daha akıllı olmasın! O her sabah, zikir ve tesbîh ediyor, sen ise uyuyorsun."

34.   "Ey oğlum! Seçilmiş kullara teslim ol, kötülerle dost olma."

35.   "Ey oğlum! Dünya geçici ve kısadır, senin dünya hayâtın ise azın azıdır. Bunun da azının azı kalmış, çoğu geçmiştir."

36.   "Ey oğlum! Sükût etmekten pişmân olmazsın. Söz gümüş ise sükût altındır."

37.   "Ey oğlum! Amel ancak yakîn (Allahü Teâlâya ait olan ilim ve mârifet) ile yapılır. Herkes yakîni nisbetinde amel eder. Amel noksanlığı, yakîn noksanlığından ge­lir."

—163 —

38.  "Ey oğlum! Altm, ateşle tecrübe edildiği gibi; kul da, belâ ve musibetlerle tecrübe edilir. Kulun derecesi, bunlara olan sabrı nisbetinde anlaşılır."

39.  "Ey oğlum! Kötü huydan, gönül dağınıklığından sakın. Sabırsız olma. Yoksa arkadaş bulamazsın. îşini se­verek yap, sıkıntılara katlan. Bütün insanlara karşı iyi huy­lu ol. Çünkü insanlara karşı iyi huylu olan ve onlara güler yüz göstereni herkes sever."

40.  "Ey oğlum! Dünyadan yetecek kadar nasibini al. Yoksa insanlara muhtaç olur, ellerine bakarsın."

41.  "Ey oğlum! Kötü kadından sakın. Çünkü o, vak­tinden önce seni kocaltır. Kötü kadınların şerrinden kork. Çünkü onlar iyiliğe çağırmaz."

42.  "Ey oğlum! Helâl kazanarak yoksulluktan korun. Yoksul düşen kimse üç musibetle karşılaşır.

1-   Din zayıflığı; çünkü fakirlik, insanı kötülüğe sü­rükler.

2-   Akıl zayıflığı, çünkü ihtiyaç düşüncesi insanı şa­şırtır.

3-   Mürüvvet ve insanlığı kaybolur. Bunlardan daha büyüğü de insanların maskarası olur."

43.    "Ey oğlum! Şüphesiz hikmet, yoksulları, pâdişâhların meclislerine oturtur."

44.   "Ey oğlum! Mide dolunca; tefekkür uyur, hikmet lâl (dilsiz) olur ve âzâ ibâdetten tembelleşir."

45.  "Ey oğlum! Bir kavmin toplandığı yere geldiğin zaman, önce onlara selâm ver, sonra bir köşeye otur ve onları konuşur görmedikçe konuşma. Şâyet Allahü Teâlânm zikrine dalarlarsa, sen de katıl. Boş ve lüzumsuz konuşmalara dalacak olurlarsa, oradan uzaklaş."

— 164 —

46.   "Ey oğlum! Diline sâhip olmayan, sonunda pişmân olur. Çok münâkaşa ve münâzara yapan, kötülenir. Kötü işlerin yapıldığı yerlere girenler, oralarda işlenen kö­tü işleri yapmakla suçlanır ve töhmet altında kalırlar. Kötü kimse ile arkadaş olan, kötülükten kurtulamaz, emin ola­maz. İyi kimse ile arkadaş olan kimse de, iyi şeylere kavu­şur."

47.   "Yavrucuğum! Âlimlerin meclislerinde devamlı bulun. Hukemânm sözlerini dinle. Zirâ Allahü Teâlâ, yağ­mur suyu ile ölü taprağa hayât verdiği gibi, hikmet nûruyla da ölü kalbi diriltir. Yavrucuğum! İlimden bilme­diğini öğren. Bildiğini bilmeyenlere öğret. Allahü Teâlâyı zikreden bir kavim gördüğünde, onlarla beraber otur. Olur ki, Allahü Teâlânm rahmetine kavuşmuşlardır. Sen de on­lar sebebiyle rahmete kavuşursun."

48.   "Ey oğlum! Allahü Teâlâdan öyle kork ki, bu kor­ku seninle ümidin arasına girsin, senin ümidini tamâmen kessin. Fakat Allahü Teâlâdan öyle ümîd et ki, senin ile korkun arasına girip, şendeki korkudan hiçbir şey bırak­masın." Bunun üzerine oğlu; "Ey Babacığım! Benim bir kalbim var. Kalbimi korku ile doldurursam, bu benim ümidime mâni olur. Kalbimi ümîd ile doldurursam, bu ümidim, hiçbir korkuya kalbimde yer vermez" dedi. Lok­man Hakim; "Ey oğul! Mü’ıninin öyle bir kalbi vardır ki, sanki o iki kalb gibidir. Birisi ile Allahü Teâlânm rahmeti­ni umar, diğeri ile Allahü Teâlânm azâbından korkar. (Yâni, mü’ınin ümîd ile korku arasında olacaktır. Ne sade­ce ümid edip azâbdan emin olacak; ne de korkuya düşüp Allahü Teâlânm rahmetinden ümid kesecek)" buyurdu.

49.  Bir gün Dâvûd aleyhisselâm demir telden yelek örerken, Lokman Hekim varıp, bunu ne yapacaksınız di­yecekti. Lâkin faydasız sözden sakınmak için sustu. Dâvûd aleyhisselâm yeleği bitirip giydi: "Ne güzel savaş

— 165 —

elbisesi" dedi. Lokman Hekîm sabredip, cevâbı aldığından pek sevinip: "Sükût, hikmettir; ama her kişinin kârı değil­dir" dedi. Hazret-i Dâvûd durumu firâsetle bilip; "Sana Hekîm demeleri, ona lâyık olduğun içindir" buyurdu.

50.  Bir gün Dâvûd aleyhisselâm, Hazret-i Lokman'a; "Bir koyun boğazlayıp, bütün vücudunun en iyisi olan iki parça et getir” dedi. O da gidip, dille yürek getirdi. Bir başka defâsında; "En aşağı kısımlarını getir" dedi. Yine dille yürek getirdi. Sebebini sordukta: "Dille yürek (kalb) iyi olursa, bütün iyilerin iyisi olur, kötü olunca, bütün kö­tülerin kötüsü olur" deyip, insanın iyilik ve kötülüğünün dil ve kalbine bağlı olduğuna işâret etti.

51.  "Oğlum! Yalandan sakın, zirâ o serçe eti gibi tat­lıdır. Ondan az kimseler kurtulabilir."

52.  "Oğlum! Sana birtakım hasletler tavsiye edece­ğim. Bunları yerine getirirsen mensûb olduğun topluluğun efendisi olursun: "Yakın uzak kim olursa olsun, herkese tatlı davran. İyiden de kötüden de cehâletini gizle. Dostla­rını koru. Yakınlarını ziyâret et, gammazlığa kıymet ver­meyeceğine, arayı bozacak azgınların sözünü dinlemeye­ceğine dâir onları temin et. Öyle arkadaş seç ki, ayrıldığı­nız zaman, ne sen onları, ne de onlar seni dillerine dola­sınlar."

53.  "Ey oğlum! Üç şey, üç şey ile bilinir: Hilim ga­zap ânında, şecâat harb meydanında, kardeşlik ise ihtiyaç ânında."

54.  "Ey oğlum! Dostlarının bir şeyini reddetme. Fa­kat Allahü Teâlânm istediğinden başka türlü hareket ede­cek kadar da ileri gitme."

55.  "Ey oğlum! Dünyayı sat, âhireti al. Böylece alış­verişinde, her iki yönden kâr edersin. Sakın âhiretini satıp

— 166 —

dünyayı alma. Zirâ bu sûretle, her iki taraftan zararın olur."

56.  "Oğlum! Kalbin katı olduğu hâlde, insanların sa­na hürmet etmesi için, kendini Allahü Teâlâdan korkar gi­bi göstermeğe çalışma."

57.   "Oğlum! İlim meclisine sokul, fakat âlimlerle> mücâdele edip onları üzme. Dünyadan yetecek kadarını al, fazlasını âhiretin için infâk et. Sıkıntıya düşüp başkasının sırtına yük olacak şekilde dünyayı tamâmen arkaya atma. Oruç tut, fakat orucun şehvetini kırsın. Şehvetini kıracak şekilde oruç tut. Adi kimselerin meclisine katılma, riyâkârlarm içine girme."

58.  "Ey oğlum! Yolculuğa çıkınca; iğnen, ipliğin, ta­rağın, aynan, senin ve beraberindekilerin ihtiyacını göre­cek kadar ilâcın yanında olsun. Günahlar hâriç, arkadaşla­rına muvâfakat eyle!"

59.   "Ey oğlum! Orta hâlde ikrâm edici ol, saçıcı ol­ma."

60.  "Ey oğlum! Hasta olmadan önce tabip çağır. Ta­bibe, hasta olmadan önce hürmet göster."

61.  Lokman Hekîm'e, oğlu; "Ey babacığım! Bir insan için en hayırlı haslet nedir?" dedi. Lokman Hekîm; "Din­dir" buyurdu. "Ya iki haslet olsa?" dedi. "Din ve mal" diye cevap verdi. "Üç haslet olsa?" dedi. "Din, mal ve hayâdır" buyurdu. "Dört olsa?" dedi. "Din, mal, hayâ ve güzel ahlâk" dedi. "Ya beş haslet olsa?" deyince; "Din, mal, hayâ, güzel ahlâk ve sehâvet (cömertlik)" buyurdu. "Altı olsa?" deyince; "Ey oğlum! Bir insanda bu beş haslet top­lanırsa, o insan müttakî, velî ve Allahü Teâlânm kendine yakın kıldığı kullarından olup, şeytandan uzaklaşır" bu­yurdu. Lokman Hekîm'in oğlu devamla;

— 167 —

62.  "Ey babacığım! En kötü haslet nedir?" dedi. Lok­man Hekîm; "En kötü haslet, küfürdür" buyurdu. Oğlu: "Ya en kötü iki haslet nedir?" deyince; "Küfür ve kibir" buyurdu. "Üç olursa?" deyince; "Küfür, kibir, şükür azlığı yâni az şükretmek" buyurdu. "Dört olursa?" deyince; "Kü­für, kibir, şükür azlığı ve cimriliktir" buyurdu. "Beş olur­sa" deyince; "Küfür, kibir, şükür azlığı, cimrilik ve kötü ahlâktır" buyurdu. "Ey babacığım altı olursa?" deyince; "Ey oğulcuğum, bu beş kötü haslet bir kimsede toplanın­ca, o kimse şakidir. Allahü Teâlâdan uzaktır" buyurdu.

63.  "Oğlum! Hayreti mûcib olmayan lüzumsuz şeyle­re gülme, lüzumsuz yerde gezme, üstüne vazife olmayan­dan sorma. Başkasının servetini koruyacağım diye, kendi servetini mahvetme. Senin malın, kendin için infâk edip takdim ettiğindir. Başkasının malı, veresiye terk ettiğin­dir."

64.  "Oğlum merhamet eden merhamet bulur, sükût eden selâmete erer, hayır söyleyen kâr eder, kötü konuşan günahkâr olur, diline hâkim olmayan pişmân olur."

65.  "Oğlum! Sakın kesesi eskidir (fakirdir) diye kim­seye hakâret etme. Çünkü her ikinizin de Rabbi birdir."

66.   "Oğlum! Sonunu gören pişmânlıktan emin olur."

67.   Hekim'in oğluna devamla; "Küçük şeylere küçük diye bakma, yarın büyük olur."

68.  Hekim'in oğluna devamla; "Küçükken terbiye edersen, büyüyünce faydasını görürsün."

69.   "Ey oğlum! Bilmediğin şeyi îaffi öğren. Bir kişiy­le kardeşlik (dostluk) kurmak istediğin zaman, önce onu gazaptandır. Eğer kızgınlığı ânında sana adâletle davranır­sa, yaklaş; yoksa ondan sakın!"

70.  "Ey oğlum! Borçlu olmaktan sakın. Çünkü gün­düz zillet gece gam ve keder içinde olursun."

— 168 —

71.   "Ey oğlum! Allahü Teâlâ günâhımdan dolayı beni cezâlandırmaz diye ümitli olmadığın gibi, rahmetinden de ümidini kesici olma."

72.   "Ey oğlum! Âlimlere karşı övünmek, akılsızlarla inatlaşmak, meclislerde ve toplantılarda gösteriş yapmak için ilim öğrenme. İhtiyacım yok diyerek ilmi de terk etme.

73.   "Ey oğlum! Yalandan çok sakın. Çünkü dinini bozar ve insanlar yanında mürüvvetini azaltır. Bununla hayânı, değerini ve makâmını kaybedersin."

74.   "Ey oğlum! Hep üzüntülü olma, kalbini dertli kıl­ma. İnsanların elinde olana tamah etmekten sakın. Kazâya râzı ol ve Allahü Teâlânın sana verdiği rızka kanâat et."

75.   Beyhâkî, Süleyman Temimi'den şöyle rivâyet et­ti: "Lokman Hekîm oğluna; "Ey oğlum! Rabbigfirlî (Yâ Rabbî beni affet) duasını çok oku. Zirâ öyle bir an vardır ki, Allahü Teâlâ o anda duâ edenin dileğini geri çevirmez" buyurdu."

76.   Lokman Hekîm'e; "Bize peygamberlerden öğren­diğiniz ilimleri özetleyerek, nefis terbiyesine dâir, en derli koplu bir nasihat verir misiniz?" dediler. Lokman Hekîm; "Evet, peygamberlerin ilimlerinden kendim için özetleyip dünya ve âhiret işlerini üzerine kurduğum kısa bir sözü si­ze de söyleyeyim. Sekiz şeye dikkat eden, öncekilerin ve sonrakilerin ilimleriyle amel etmiş olur. Bunlar dört za­manda dört şeyi korumak, iki şeyi hâtırdan çıkarmamak, iki şeyi de tarnâmen unutmaktır. Korunacak şeyler; na­mazda gönül, halk arasında dil, yiyip içme ânında boğaz, bir kimsenin evine girilince de öteye beriye bakmamaktır. Hiç hatırdan çıkmaması gereken şeyler; Allahü Teâlâ'nın büyüklüğü ile ölüm hâlidir. Unutulması gereken şeyler de;

— 169 —

bir kimseye yapılan iyilik ve kendine yapılan kötülükler­dir" buyurdu.

77.  "Yavrucuğum! Kötü insanlardan Allahü Teâlâ'ya sığın böylece insanların en hayırlısı olursun."

78.  "Yavrucuğum! Dünyaya gönül bağlama! Ona itimâd etme! Zirâ sen bunun için yaratılmadın. Allahü Teâlâ, dünya nimetlerini, itâat edenlere yani müminlere sevâp, âsilere cezâ kılmadı."

79.  "Yavrucuğum! Sakınılması lâzım olan bir husus­tan çok sakın! O da şudur. İnsanlar seni Allah'dan korku­yor gördükleri hâlde, kalbin fâcirdir yâni günahla dolu­dur."

Bu hususda Resûlullah efendimiz hadîs-i şerîfde bu­yurdular ki: "Bâtınını (içini) ıslâh eden eden kimsenin, dışını da Allahü Teâlâ ıslâh eder."

80.   "Yavrucuğum! Sana iki şey tavsiye ederim. Bun­lara dikkat edersen dâimâ hayır üzere bulunursun. Bunlar; geçineceğin para ve ödeyeceğin borcundur."

81.   Lokman Hekîm oğluna: "İnsanlara muhtaç oldu­ğunu gösterme. Çünkü senin böyle yapman zenginliktir. Tamahtan sakın. Çünkü tamah hazır bir fakirliktir. Nama­zını dünyaya vedâ eden kimse gibi kıl. Özür dilemeyi ge­rektirecek şeylerden sakın" buyurdu.

82.   "Ey oğlum! Hakk Teâlâya tâbi ol! Nasîhati önce kendine yap! Başkasına tavsiye edeceğin şeylerle önce kendin amel et! Sözünü, bilgine, hâline göre söyle!"

83.   "Yavrucuğum! Sana dost olanları, sıkıntılı za­manlarda dene!"

84.  "Oğlum! Gençlik zamânmı ganîmet bil! Bir işte akıllı ve ilim sâhibi kimselere danış!"

— 170 —

85.  "Yavrucuğum! Dostlarına da düşmanlarına da gü­ler yüzlü ol! Dostlarına hürmet ve ikrâmda bulun!"

86.  "Oğlum! Masraflarını gelirine göre ayarla! İktisâd et! Aşırı gitme! Her işte îtidâl sâhibi ol yâni orta yolu ter­cih et! Cömertliği âdet et!"

87.  "Ey Oğlum! Büyüklerle konuşurken sözü uzatma! Akrabaya karşı alâkanı kesme! Üzerinde ittifak olunmuş şeye muhalefet etme! Hiç kimseye üstünlük taslama!"

88.  "Oğlum! Kaş göz işâretleri ile, hiç kimseyi küçük düşürecek hareketlerde bulunma! Başkasının yanında ken­dini veya âileni medhetme!"

89.  "Oğlum! Elinden-geldiği kadar kavgadan, müna­kaşadan sakın! Dünya işleri için kendini fazla üzme! Kız­dığın zaman sözlerine dikkat et, ölçülü olmaya çalış! Bü­yüklerin önünden yürüme! Bir kimse konuşurken araya laf karıştırma!"

90.  Abdullah bin Vehb bildirdi ki: "Birisi Lokman Hekîm'e; "İnsanların sana gelip, sözünü dinlemelerine şa­şıyorum" dedi. Lokman Hekim, ona; "Ey kardeşim! Sana söyleyeceğime kulak verirsen, sen de böyle olursun" dedi ve şöyle ilâve etti: "Beni, gördüğün duruma getiren şeyler; gözümü haramdan korumam, dilimi tutmam, yemede if­fetli ve ölçülü olmam, nâmusumu korumam, doğruyu söy­lemem, ahdime vefâ etmem, misâfirime ikrâmda bulun­mam, komşumu korumam ve beni ilgilendirmeyen şeyleri terk etmenidir."

91.  Lokman Hekîm'e; "Terbiyeyi kimden öğrendin?" dediler. O da; "Terbiyesizlerden, onların beğenilmeyen her şeyinden sakınmak sûretiyle" buyurdu. "HiKmeti kim­den öğrendin?" dediler. Basacakları yeri görür gibi, bilme­den ayağını yere koymayan âmâlardan (körlerden)" buyur­du.

— 171 —

92.    Resûl-i Ekrem (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Lokman Hekîm'den ha­ber vererek; "Lokman, oğluna; "Allahü Teâlâ kendisine emânet edilen şeyi korur. Ben de seni, malını, dînini ve amelinin sonunu, Allahü Teâlâya emânet ediyorum" dedi” buyurdu.

93.    Lokman Hekîm'in yüzük taşında; "Gördüğünü gizlemen, şüphe ettiğini açıklamandan daha güzeldir" ya­zılı idi.

1)   Tefsîr-i Mazharî, cild 7, sh.252

2)   Tefsîr-i Kebîr, cild 25, sh.142

3)   Tefsîr-i Kurtubî, cild 14, sh.57

4)   Dürr’ül-Mensûr; cild 5, sh.,162

5)   Tefsîr-i Hâzin cild 5, sh.214

6)   Şeyhzâde Haşiyesi

7)   Zâd'ülMesîr,cild6,sh.316

8)   Rûh'ül Beyân; cild 7, sh.66

9)   Garâib'ül Kur'ân; cild 21, sh.45

10)   Şihâb Hâşiyesi; cild 7, sh.133

11)   Tefsîr-i Taberî; cild 21, sh.64

12)   Ravdat'ül ebrâr; cild 1, sh.74

13)   Mürûc'üz Zeheb; cild 1, sh.54

14)   Feth’ül Bârî; cild 6, sh.325

15)   Sahîh-i Buhârî

16)   Fusûs'ül Hikem, sh.206

17)   El-Maârif, sh. 25

18)   Muhâdarat'ül ebrâr; cild 1, sh.139

19)   Müzekk'in Nüfûs, sh.66

20)   Ravdat'üs Sefâ; sh.331-335

21)   Lügât-i Târih ve Coğrafya; cild 6, sh.141

22)   Ahsen'ül Enbâ’ı, sh. 39

23)   Mir'ât-ı Kâinât, sh. 193

24)   Ramûz’ül-Ehâdis 332

— 172 —

İ) HZ. LOKMAN HEKÎM'İN İLK VE
SON NASÎHATLARI

A) İlk Nasîhatlan:

Lokman Hekîm'in oğluna verdiği nasîhatlan içinde Kur'ân-ı Kerîm'de zikredilen ilk nasihati, onun şirkten ka­çınması hakkındaki öğüdüdür:’0

"Yavrucuğum! Allah'a şirk koşma. Rabbini tanı. Çünkü şirk, çok büyük bir zulümdür."’2

Lokman Hekîm'in kendisinde görülen ve akla delalet eden ilk hikmetinin "Kalb ve Dil Hikmeti" olduğu da bil­dirilmiştir.’3

B) Son Nasîhatlan:

1.   Lokman Hekîm'in son tavsiyeleri arasında aşağıda­ki öğütleri zikredilmiştir: "Yavrum! Avradı sırdaş edinme. Avam ile dostluk eyleme. Alçak kişiden borç edinme..."’4

2.   Hz. Lokman Hekîm insanın en sağlıklı bir biçimde yaşaması için adeta tıp ilmini özetlemiş ve şu tavsiyede bulunmuştur:

"Ayağını sıcak tut, başını serin

Kendine bir işi bul da düşünme derin."[5>

(1)    l.H. Bursali: Rûh'ül Beyan: UT],

(2)    Lokman Sûresi: 31/13,

(3)    Rûh'ül Beyan: 7/76

(4)    Taberî Tarihi: 1/381,

(5)    Sıhhat Hazînesi, s. 113

— 173 —

3.   Hz. Lokman Hekîm’in, ölüm hastalığında iken son olarak oğluna aşağıdaki öğütleri verdiği bildirilmiştir:

"Ey Oğlum! Ben sana çok vasiyet ettim. Öğüt ver­dim. Bu hayat fanidir. Ben sana altı şeyi daha vasiyet edi­yorum ki, bunda evvelkilerin ve sonrakilerin ilmi vardır:

1.   Dünyada ömründen kalanı kadar uğraş.

2.   Rabbine, ihtiyacın kadannca ibadet et.

3.   Âhiretin için, orada kalacağın kadar çalış.

4.   Kölenin kölelikten kurtulmaya çalıştığı gibi, sen de cehennemden kurtulmaya gayret et. Çünkü ondan kurtul­duğun açık değildir.

5.   Allah'a isyan edeceğin zaman, Allah ve melekleri­nin göremeyeceği bir yer ara.

6.   Cehennemde Allah'ın azâbına sabredebileceğin ka­dar, günah işlemeğe cüret et."(6)

(6)    Mecalis-i Sinaniyye, s. 450

— 174 —

K) PENDNAME VE EMSAL-I
LOKMAN HEKÎM

(Hz. LOKMAN HEKİM’İN
ÖĞÜT VE HİKMETLERİ)

— 175 —

— 176 —

Yer yüzü halkı arasında âlim, Maden içindeki altın gibidir.

Alim, câhili bilir: Çünkü o önce câhildi.

Câhil, âlimi bilmez: Çünkü o âlim olmadı.

Alimin bir tek günü,

Câhilin hayatının tamamından daha hayırlıdır.

F: 12

(Emsâl-i Lokman Hekîm ve Bazı Akvâli'l Arap: 2, 14, 95)

— 177 —

— 178 —

PENDNÂME-İ LOKMAN HEKÎM
MANZÛM TERCÜMESİ

ESER

Ahmed Raşid

Medîne-i Münevvere Sabık Kadısı

Maârif Nezaret-i Celilesinin 5 Muharrem sene 324 ve 15 Şubat sene 321 tarih ve 503 numaralı ruhsatname­siyle tab' olunmuştur.

Dersaâdet Mahmud Bey Matbaası

1324

Kitap, Üsküdar Hacı Selim Kütüphanesi Hüdâi kısmı 3/679 numarada kayıtlıdır.

— 179 —

— 180 —

Bismillahirrahmanirrahim

MUKADDİME

İlim ehlince gizli olmadığı üzere kâmil âlimler -Allah onlara rahmet eylesinFahr-i Mürselîn Aleyhisselâm’ın feyz-ü bereketiyle nail oldukları şeref-i ilim, kemâl-i maârif ve güzel ahlâkı kendi nefislerine hasretmeyip edin­dikleri iyi huyları Cenab-ı Ahmedî muktedasınca nefsânî istek ve arzularına kapılanları fısk ve sefahatlerinde bırak­mak gibi mürüvvet azlığı ve hamiyet yokluğunu asla uy­gun görmeyip her defasında:

"Üd'u ilâ sebîl-i Rabbike bil hikmeti vel mev'izetil haseneh..."®

(Ey Nebî! Sen Rabbin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et...) nazm-ı celîli mefhûm-ı münîfince kalblerin bağı olan yumuşak kelimeler söylemekle bunları, hikmet yoluna, refah arka­daşlığına ve saâdete dâvet eylediklerinde bunların bir kıs­mı:

Şem' eğer dâvet koned vakî-ifürûz

Can pervâne ni perhîzed zi sûz

(Eğer vaktinde nurlandıran ışığa dâvet edilirse

Can ışığın etrafında dönen kelebek olur, niçin ateşten çekinsin?)

(1)   Kur'an-ı Kerîm, Nahl Sûresi: 16/125.

— 181 —

beytinde dâvete icabet edip o sebeple Reyhan bahçesine ilim meclisinedahil olur. îlim meclisi onun için lâle ve gül bahçeleri olup bu selâmete celp eden dâveti diğer bir kısmı işitip kabullerine vâsıl olmadığını nasîhat ehli zevâtın bildikleri, bu dâvetden dolayı kendilerine bazı boş, gâilesiz kişilerin itiraz etmiş olduklarına vâkıf bulundukla­rı halde yine nasîhat ve öğütlerine ihtimamla devam ede­rek serdedilen boş itirazları duymazlar ve itibâra almazlar.

Ve bu doğruluk mesleğinde sebat ile:

"Bâz perran kon hamam rûh kîr

Der reh-i davet tarîk-i Nûh kîr

Müşteri gerçi ki süst-ü bâr dest

Dâvet-i dîn kon ki dâvet-i var dest"

(Hamama uçan doğan kuşu kirlenir.

Nuh’un yolunu tutan, dâvet yolundadır-

Gerçi köşk satın alanın elinde yük vardır;

Sen dîne dâvet et ki, senin elinde de dâvet serveti vardır.)

mazmûnunca nice sefâhet vadisine düşenlere devamlı olarak nasîhat etmekten hâlî kalmazlar. Şu adaletli hâzık tabîb gibi ki, bir ay müddetle hastayı tedavi için tedbirine müdâvemet ve ilâçları da tertip eylediği sırada o hasta du­çar olduğu rahatsızlık sebebiyle hâzik tabîbe karşı:

— "Ben bu ilâçlardan bıktım. Artık bunları benim için içmek gayri kabildir..." zemininde çeşitli tehevvür ile tabîbe etmiş olduğu lâyık olmayan muamelelerden dolayı

— 182 —

tabîb-i hâzık, asla müteessir olmaz. Ona münasip kelime­lerle dizginini biraz gevşeterek ve başıboş da bırakmaya­rak tedâviye devam eder; fakat îcap eden ilâçları limonata veya şurûp şekline koyarak o suretle hastaya gereken ilâçları hakimane bir sûrette içirmek ve kullanmak yolunu bulur. Neticede o hastalık, -tabîb-i hâzık açıklanan sûrrette hakimane hareket ve tavırlarıyla lâzım gelen ilâçları kulla­narakgünden güne sıhhat ve âfiyet kazanacak ve hasta tabibe etmiş olduğu hasmâne (düşmanca) muâmeleden do­layı pişmanlık duyacaktır.

İşte erbâb-ı irfan ve varlıklarıyla faydalı olan kemâl sahipleri tıpkı hâzık tabibler misâli, Kur'an-ı Azîmüşşân'ın hükümlerini, âlemlerin fahri Hz. Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in hadîs-i şeriflerini, bazı lâtifeli hikâyeleri, hayret edilecek kıssaları yazarak dil hastalarına ve halleri iyi ol­mayanlara içirmek azminde oldukları, refah yolunda ol­mayanları, fısk-ı sefâhattan men ve tahlîs, izzet ve saâdet yolunda olan arkadaşları tesbil (bedel edinmek) buyurduk­ları nice müelliflerin faydalı eserleriyle sâbit olmuştur.

İşbu "Mukaddime"den asıl maksad, ilim, ma'rifet, erbâb-ı kemâl ve hakikat ashabının beşer nev'ine günden güne pek çok kıymetli nasihat ve vasiyetleri bulunup Kur'an ve Sünnet hülâsası olan muteber kitap ve risâlelerde ve bâhusus bazı dîn müctehidlerinin, şeyhlerin, yakîn ehlinin faydalı müellefâtı bulunan Siyer-i Kebîr, İhyâ-yı Ulûm, Fütûhât-ı Mekkiyye, Mesnevî-i Ma'nevl2’ ve emsali rağbet edilen kitapların te'lif ve tasnifi, ümmeti merhumenin amel ve i'tikad bakımından parlak şerîat'ın

(2)  Yukarıda sayılan değerli eserlerin sahipleri: Siyer-i Kebîr: İmam Muhammed (132-189 Hicrî), İhyâ-ı Ulûm: İmam Gazâlî (452-505 Hicrî), Fütûhat-ı Mekkiyye: Muhyiddîn-i Arabî (560-638 Hicrî), Mesnevî-i Ma'nevî: Mevlâna Celaaleddîn-i Rûmî (Doğumu: 672 Hicrî-Belh) tarafından yazılmış­lardır.

— 183 —

ana caddesine hakkıyle sâlik olmaları hayır maksadını gözeterek zikredilen değerli eserlerin cidden mütalâa edil­meleri dahi ahlâk güzelliğine kavuşturacaktır.

Bu fakir kulun sermayesi Âsitâne'li (İstanbullu) Ah­med Raşid -Yüce Allah onu, ve ebeveynini affeylesinBinüçyüzondokuz ve yirmi Hicrî senelerinde Medîne-i Mü­nevvere kadılığında bulunarak Belde-i Tâhire müşarun ileyhâda Harem-i Şerif Hz. Seyyidü'l-Enbiyâ Aleyhi Ekmelü's Salavât ve Etemmi't Tahâya civâr-ı saâdet medârında kâin umdetü'l ulemâi's-sâlihîn Şeyhül-îslâm-ı Esbak Arif Hikmet Bey Efendi merhûmun hayırlı eserle­rinden gayet muntazam ve gönül çeken güzel kütüphane­lerinde tatil günlerinde ziyaret ve mütalâa ettiğim nefis ki­taplar ve güzide risâleler arasında güzel hat ile yazılmış, geçmiş edîblerin Arabi ve Farisî eserleri cümlesinden ola­rak İranlı meşhur hattatlardan Hoca İmadüddîn'in hatt-ı nefisi ile muharrer Farisî ibâreli (Pend-nâme-i Lokman Hekîm Cihet-i Ferzend) nâmiyle mevsûm (işaretli) bir pendnâmeyi mütalâa etmiş idim.

Cümlenin malûmu olduğu üzere Hz. Lokman’ın Nübüvvet-i aliyyelerinde muhakkikin âlimler arasında ihtilâf vaki' olmuştur: Hz. Eyyûb Aleyhisselâm’ın kız kardeşi oğ­lu, yahut teyzesinin oğlu ve künye-i şerifleri Ebû'l-En'um olup Hz. Dâvud Aleyhisselâm’ın saltanatları zamanında onuncu senesi tevellüd ettiği, sebepsiz yere konuşmadığı, samt ve sükût üzere bulunduğu, teenni ile hareket eyledi­ği, İlâhî bir lütûf olarak kendisine hikmet verildiği, bütün söz ve amellerinde isabet, oğluna devamlı öğüt ve nasihat eylediği tefsirde yazılmıştır. Şâir hâl ve tavırlarını geniş olarak bilmek isteyenler, tefsir kitaplarına müracat etmeli­dir.

Bu nâçiz kul, yukarıda zikredilen parlak pendnâmeyi, yol gösteren nasihatler hazînesini, Farisî lisanından behre-

— 184 —

si az olan ihvâna (kardeşlere) ve bilhassa çocuklara fay­dalı, anlaşılması kolay, bahsedilen nasihatlerle nasîhatlenmek, Allah Teâlâ'nın lütûflarma vasıl olmak, hayırlı niyetiyle otuzdört nasihatten ibaret ve nice faydaları topla­mış olması cihetiyle hakîkaten bir "Hikmet Hazînesi" olan mezkûr Pendnâme'nin her pendini beşer beyit ile açık bir sûrette Türk lisanına (Osmanlıca'ya) nakil ve tercüme ey< ledim.

Bu "Pendnâme"nin az lâfzıyla çok manâ ve faydalara işaret edilmektedir. Nitekim "dil" kelimesi de hesapça 34 adet ve iki (d-1) harften ibaret0’ ise de:

"Câm-ı cem râ ki şenîdî dil Âdem başed"

(Cem-şîd'in işittiğin dili, Hz. Âdem'in dili olmuştur) mısra'ı gereğince0’ görünüşünde küçük bir et parçası olan dil, kâmil insanda nice ilim ve irfâna ve belki cihânm sır­larına vâkıf ve mazhar olmasıyla ondan hakikat sever in­sanların istifade edip feyz alacakları derkârdır (akıllı adam işidir).

Bu manzumenin tercümesini mütalâaya tenezzül atfe­den ihvan, bazı hatâ ve uygunsuz tabirler vuku' bulmuş ise, kalemi afv ile ıslah ve hatâlarımı da setr buyurmaları (örtmeleri) umulur.

(3)   Ebced hesabiyle (d): 4, ve (L): 30 sayısını ifade eder ki her ikisinin toplamı da (34) tutmaktadır.

(4)   Câm: (f) bardak, kadeh, maşrapa, ke's: Câm-ı mey: Şarap kadehi,

Câm-ı cem: İran esatirinde şarabın mucidi ve miirebbisi addolunan Cem'in, nâm-ı diğeriyle "Cem-şîd"in sihir kadehi ki âyine-i İskender mevhûmat-ı şairânedendir. (Şemseddin Sami: Kamûs-ı Türkî, s. 465)

Kanaatımca yukarıdaki mısra'da denilmek istenen şudur: İnsanların aslı Hz. Âdem olduğu gibi, dillerin aslı da Arapça'dır. Dil, Âdem'den oğullarına: Şid'e, İdris, Nuh, İbrahim, Musâ, İsâ ve Muhammed AJeyhimüsselâm'a kadar silsile yoluyla cem' olup gelmiştir. En iyi bilen Allah'dır.

— 185 —

LİMÜTERCİMİH'İL FAKÎR

Muhtasar bir Pendnâme, lîki mânâsı tavîl

Nush ü hikmet münderic, çok nefi var manend-i Nîl.

Şüphesiz her pendidir evfak, Kitap ve Sünnete,

Dünyevî ve ukrevî salim yola olmuş delîl.

Eyle im'ân-ı nazar, her fıkrası fülk-i necât,

Kulzüm-i dürr-i nesayih, lâfzıdır gerçi kalîl,

Kıllet-i lâfzın görüp bu cevheri tutma hakîr, Gerçi pırlanta ufaktır, kıymeti gayet cezîl.

Eyledim beş beyt ile her pendi nazm ü tercüme, Anlasın herkes meâlin, kalmasın bir kâl ü kîl.

Maksadım kendim gibi kâsırlar olsun hissemend, Lâfz ü mânâda nasîhatnâme zîrâ bi-adîl.

Bâhusûs etfâle olsun yâdigâr-ı pür-simâr, Zevk alır bûy üfevâkihden dahi tab'-ı cemîl.

Görse manzumemde ayb eyler hatâ-pûşân nihan

Bezm-i irfanda budur âdât-ı merdân-ı celîl.

Eyledim işrâb için halka bu pendi tercüme, Câm-ı nushı nûş kıl Raşid, dilersen Selsebîl.

— 186 —

1.  Kısa bir pendnâme, lâkin mânâsı uzun, içinde nasi­hat ve hikmet var. Çok da faydası, var, âdetâ Nil'e benzer.

2.  Şüphesiz her öğüdü, Kur’an ve Hadîse uygundur. Dünya ve âhirete ait doğru yola delil olmuştur.

3.  Dikkatlice bak, her fıkrası kurtuluş gemisidir. Ger­çi lâfzı azdır, nasihatleri Kızıl denizin incisidir.

4.  He ne kadar pırlanta küçük ise de, değeri gayet bü­yüktür. Sakın lâfzın azlığını görüp de bu mücevheri hakîr tutma.

5.  Her bir öğüdü, beş beyit ile manzum olarak tercü­me eyledim. Herkes mânâsını anlasın, ’’dedi,denildi..." şeklinde dedi-kodu yapılacak anlaşılmayan bir tarafı kal­masın.

6.  Lâfız ve mânâda "Nasîhatnâme" emsâlsizdir. Mak­sadım kendim gibi noksan olanlar, ondan hisse almış ol­sunlar.

7.  Özellikle çocuklara, bol meyveler hediye olsun. Güzel yaratılıştı kimseler, meyvelerinden ve kokularından zevk alsın.

8.  Hatâ örten kişiler, manzûmemde ayıp görseler, onu gizlerler. Büyük adamların irfan meclisindeki âdetleri budur.

9.  Halka bu pendi, içmeleri için tercüme eyledim. Râşid, Cennet çeşmesinden Selsebîl (lezzetli su içmek) di­lersen, nasîhat şarâbını da iç(verilen öğütleri de tut).

__ 187 _

MÜNÂCAT-IMEHÂSİN-İ ÂYÂT

Irham bihâl-ı abdike yâ vâhibe'l atâ Venzur biâyn-i lutfike yâmazhara's sehâ Leysel Hakîm’ü gayruke yâ mâlike'l mülûk Yâ vâcibe'l vücudveyâ sâhibe'l bekâ

DİĞER

Nikaab-ı gonce-i irfanı aç dil ravzasın kıl şâd Hezârâıı mâsivâ kaydından olsun ey kerîm azâd Açılsın ayn-ı kalbim tâ görem eşyayı hakkıyla

Karîn et merd-i hak-ı beyyine olam tâ mazhar-ı irşâd

Ve minallahi’t tevfîk ve hüve ni’ıne'r-refîk.

MÜNÂCÂT

Ey bağışlayan Allahım! Kulunun hâline merhamet eyle.

Ey kerem sâhibi Allahım! Lütûf bakışınla nazar eyle.

Ey padişahlar padişahı olan Allahım! Senden başka Hakim yoktur.

Ey bekâ sâhibi Allahım! Ey varlığı kendinden olan

Allahım!...

DİĞER

Ey kerim olan Allahım! İrfan goncasının örtüsünü aç, Gönül bahçesini mesrûr kıl, bülbüller mâsivâ kaydından hür

olsun.

Açılsın kalbimin gözü, tâ ki eşyâyı hakkıyla görebileyim. Hak ehline yakın eyle, tâ ki irşâda mazhar olayım.

Hidâyet Allah'dandır ve O ne güzel Mevlâ'dır.

— 188 —

TERCÜME-İ MANZÛME-İ PENDNAME-İ
LOKMAN HEKÎM CİHET İ FERZEND

Bismillahirrahmanirrahîm

1.   Ey pîser! Hüdâ-yı Tealâ-râ beşinas.

Hakk Teâlâ'yı bil ey tıfl-ı zekî vâhiddir

Dahi mevcûd ve ganî muktedir ü mâciddir

Zâtı mevcûd idi âlemler iken hep ma'dûm

Yok iken şems-ü felek ins-ü melek mahu nücûm

Sonra kün emriyle bunları kıldı î'câd

Derk eder varlığın eşyadan anın ehl-i sedâd

Heme ahvâlde Allah'ı unutma zinhâr

Her işi eyle rızâ-yı Hakk'a tevfik ey yâr

Târik-ı râh-ı Hüdâ'nın olur ahvali mahûr

Meh yolundan çıkma olmaz mı giriftâr-ı hüsûf

— 189 —

LOKMAN HEKİM'İN OĞLUNA YÖNELİK ÖĞÜTLERİNİN MANZUM TERCÜMESİ

Rahman ve Rahim olan Allah (c.c.) adıyla...

1.  Ey Oğul! Allahü Teâlâ hazretlerini tanı.(1)

1.  Hakk Teâlâ'yı bil ey zekî çocuk, O vâhid (Tek)dir. Ve mevcud, zengin, muktedir ve Kerîm'dir.

2.  Âlemler, güneş ve gök, insan ve melek, ay ve yıl­dızlar hep yok iken zâtı mevcûd idi.

3.  Sonra "kün" emriyle bunları yoktan var eyledi.(2) Akıllı kişi, O'nun varlığını yarattığı eşyadan iyice anlar ve O'na inanır.

4.  Ey Oğul! Sakın bütün hallerde Allah'ı unutma. Her işi, Hakk'ın rızâsına uygun yap.

5.  Allah yolunu terk edenin halleri, korkulu olur. Ey ay tutulmasına yakalanan! Ay yolundan çıkma olmaz mı?

Not: 1. Rûhü'l Beyân Tefsirinde, deniliyor ki, Hz. Lokman Hekîm'in oğluna verdiği ilk öğüt, onun şirkten kaçınması hakkındaki: "Yavrucuğum! Allah'a şirk koşma (Rabbini tanı). Çünkü şirk, çok büyük bir zulümdür" şek­lindeki Lokman Sûresi onüçüncü âyetinde bildirilen öğüdüdür. (Aynı eser: 7/77)

2. "Kün", "ol" anlamındadır. Kur'an-ı Kerîm'de, onbir âyette geçen bu kelimenin "kün" ile aynı kökten türeyen "tekü" ve "tekün" her ikisi beraberce Lokman Sûresi onaltmcı âyetinde geçmektedir. Yüce Allah Yâsin Sûresi seksenikinci âyetinde: "Allah bir şeye "kün (ol)" derse, "feyekün" (o şey derhal) oluverir" buyurmaktadır.

— 190 —

2. Herçi kûyî ez pend u nasihat nuhust her an kâr

kon.

Her ne nasihat eylersen evvel anı et icra

Kıla gör hükmünü nefsinde o pendin îfa

Akl ü canın edip ey hoş piser evvel tehzîb

Halkı da nushile kıl râh-ı salâha tesrîb

Müstefîd etmedesin nushile nâsı her an

Nefsine eyleme nisyan ki kalırsın giryan

Ru-siyeh külhanı gerçi ısıdıp hammâmı

Pâk ü tanzîf kılar himmeti hass-ü âmı

Hâsılı söylediğim pend ile et kâr-u amel

Olma külhancı gibi gayr-ı nazîf ey a'kal

2.   Öğüt ve nasîhattan her ne söylersen ilk önce onu kendin yap.(1)

1.   Her ne nasihat eylersen ilk evvel onu sen yap. Son­ra o öğüdün hükmünü nefsinde tatbik etmekte devamlı ol.

2.   Ey iyi oğul! Önce akıl ve nefsini güzel ahlâk ile süsle. Halkı da güzel öğütlerle iyilik yoluna şevket.

3.   Sen, her an iyi öğütlerinle insanları istifade ettirsen de nefsini unutma ki ağlayıp kalmayasın.

4.   Külhancı (hamamcı), yüzü siyah olsa da hamamı yakıp suyunu ısıttığından, onun himmeti avamı da havası da pâk ve temiz kılar.

5.   Ey akıllı yavrum! Nihayet söylediğim öğüt ile iş ve amelini düzelt, sakın hâ külhancı gibi kara yüzlü olma!

Not: 1. Bakara Sûresi kırkdördüncü âyetine işaret edelim. Bu âyette: "Siz insanlara iyiliği emredersiniz de kendinizi unutur musunuz" buyurulmaktadır.

— 191 —

3.   Suhan biendâze-i hîş gûy.

Kendi haddini düşünüp eyle kelâma ağaz Geçme mikdarını sakın eyleme hem nutku diraz

Deme halka ne işittinse anı kıl perhiz

Şermsâr etmeye tâ kim seni ehl-i temyiz

Bî-teemmül söze ağaza cesaret etme

Sonra haclet çekerek samtu nedâmet etme

Kılıp etnâb-ı kelâm eyleme nâsı ibraz

Hazmile söyle sözü gelse de vakt-i güftâr

Hele beyhûde söz etmeyin kılar insanı melûl

Her zaman hazm u sükût etmede erbâb-ı ukûl

3.   Sözü fikir eyle, ondan sonra söyle.

1.   Kendi dereceni düşünüp söze öyle başla, mikdarını aşma sakın, hem de konuşmam uzatma.

2.   Ne işittinse onu halka söyleme, dilini tut, az söyle; ta ki seçkin insanlar seni utandırmasın.

3.   İyice düşünmeden söze başlamaya cesaret etme, sonra da utanarak susup pişman olma.

4.   Konuşma zamanı gelse de sözü yutkunarak söyle. Kelâmı uzatma; insanlara sımm söyleyecek kadar ileri git­me.

5.   Hele insanı usandıracak faydasız söz konuşmayın. Akıllı kişiler, her zaman azimli ve sükût etmektedirler.

— 192 —

4.   Kadr-i merdüm beşinas.

Merdümün kadrini bil eyle muhabbet ibraz

Bâhusus ehl-i maârifse anı kıl i'zâz

Ehl-i Um ü hünere hürmet eden hurrem olur

Nutk u tedbirleri rîş-i dile merhem olur

İntihap etmesi güç merd-i safâ ayn-ı güher

Böyle merdâne fedâ cânın eder ehl-i basar

Eyle ahvâl-i enâme göre her dem hürmet Can-sipârâne ede tâ sana bunlar hizmet

Kadr-ı merdân bilip etme riâyette kusûr

Ki müheyyâ bulasın ravza-i izzetde kusûr

4.   Ey Oğul! İnsan kadrini bil.

1.   İnsanın kıymetini bil, ona sevgi göster. Özellikle irfan sahiplerindense onu aziz tut.

2.   İlim ve hüner ehline saygı gösteren mesrûr olur; onların güzel söz ve hüsn-ü tedbirleri gönül yarasına ilaç olur.

3.   Mücevher gibi, şerefli kişiyi de seçmek zordur; böyle hamiyetli insana basiret sahipleri canını fedâ eder.

4.   Her an mahlûkatın hallerine göre hürmet eyle; ta ki bunlar canlarını feda ederek sana hizmet ede.

!       5. İnsan kıymetini bilip saygıda kusur etme ki, Cen­

F: 13

net bahçesinde zînetli ve yüksek köşkleri hazırlanmış bu­lasın.

— 193 —

5.   Râz-ı hiş nigehdar.

Kimseye eyleme esrârını izhar ey yâr Olsa da yâr-ı muhib söyleme sırrını zinhâr

Her kime söyler isen sırrı kalır sanma nihân İki lebden çıka bir sır olur elbbette ayân

Ketm-i sır eyleyecek varsa cihanda anka

Râzı koy mahzene miftahını eyle imhâ

Eyle mir'ata nazar sırrı nasıl hıfz eyler Sırrı meydana koşa revnakı kalmaz neyler

Râz olur nezid ana bir de begayet mektûm

Dehen ü lebleri gûya o gürûhun mahtûn

S.   Ey oğul! Kendi sırrını muhafaza eyle: Deme sır­rını dostuna.

1.   Ey dost! Kimseye sırlarını açıklama; sâdık yârin olsa da sakın sırrını söyleme.

2.   Her kime söylersen, sırrını gizli kalır zannetme. îki dudaktan çıkan bir sır, elbette belli olur, yayılır.

3.    Cihanda sır saklayacak varsa o da "anka"dır, sırrını koy mahzene, anahtarını da yok et.

4.   Aynaya bak nasıl sırrını saklıyor; neylersin ki, sırrı ifşâ edenin letâfeti kalmaz.

5.   Ağız ve dudakları, sanki mühürlüymüş gibi olan kimselerin sırrı yanında ve gayet de gizli kalır.

— 194 —

6.   Merdüm-ra be-vakt-ı hışm azmây.

Ademi tecrübe et vakt-i gazabında o kişi

Hâl-ü etvârına hoş bak nicedir anın işi

Hikmet-i şer'a muvafık mı değil mi kârı

Bilinir hîn-ı gazabında kişinin efkârı

Haddi eylerse tecavüz bil o mağlûb-i hevâ

Nefse tâbidir o her ne desen etmez ısğâ

Kâmil insana gazap leşkeri eylerse hücum

Asker hilmile eyler anı def ü mehzûm

Hamr-ı hışm etmede mahiyyet-i insanı ayan Kim ki sekrân-ı gazaptır anı add et hayvan

6.   İnsanı öfkeli vaktinde tecrübe et.

1.    İnsanı öfkeli zamanında dene, o kişinin hâl ve ha­reketlerine, işinin nasıl olduğuna iyice bak.

2.   Yaptığı, Şeriatın emrine uygun mu değil mi? Kişi­nin fikirleri öfkeli vaktinde bilinir.

3.    Haddini tecâvüz eyleyenin hevesine yenildiğini bil, ona her ne desen duymaz; çünkü nefsine uymuştur.

4.    Olgun insana, öfke askeri saldırsa, halîm asker, sa­bır ve tahammülü ile onu savar ve hezimete uğratır.

5.    Öfke şarabı, insanın aslını meydana çıkarır. Hangi kişi öfke sarhoşu olursa, onu hayvan say.

— 195 —

7.   Dost-ra beseved ve ziyan imtihan kon.

Dem-i ni’ınette sana her kim eder arz-ı hulûs

Hem-dem-i sâdık anı sanma muhibh-i mahsûs

Vakt-i ikbâlde kim etse uhuvvet ibrâz

I'timad etme ki soru olsa hazmile biraz

Söyle o dürlü hikâyet ile merdâne kelâm

Gösterip sıdk u tevâzü’ kılar ülfette devam

İmtihan dostu et seved-ü ziyanla ola tâ

Yâr-ı sâdıkla riyâ-pîşe muhibler peydâ

Nakd-ü mal iste ziyan-dîdelik eyler izhâr

Eğer eylerse muvâsât anı bil sâdık yâr

7.   Dost edineceğin kişiyi dene, sana ne fayda ve zi­yanı olabilir?

1.   Varlıklı zamanında sana her kim dost görünerek gelirse onu candan dostun, sadık arkadaşın zannetme.

2.   Saâdetli vaktinde kim kardeşlik gösterirse ona inanma, onu biraz anştınp incelemiş ol.

3.   O çeşitli hikâyeler anlatarak mertçe kelâm söyler. Doğru ve mütevâzî görünerek iyi geçinmekte devam eder.

4.   Dost edineceğin kimseyi dene, sana ne fayda ve zi­yanı olabilir? Tâ ki riyâ sahibi olan, can dostun ortaya çık­sın.

5.   Ondan servet ve mal iste, zarar görmüş olduğunu ona açıkla. Eğer seni teselli eylerse, onu can dostu bil.

— 196 —

8.   Dost zeyrek ve dânâ ihtiyar kon.

Dost ol âdemi tut kim ola dânâ ve hakîm

Nush u tedbîriyle tâ bulasın râh-ı selîm

Olmasa dost zekî nefi yok efâli hatâ

Yâr-ı ahmaktan olur düşman-ı âkil evlâ

Fârık-ı nîk u bed olmazsa muhih olsun dür

Çünkü hayrı bilemez cehliyle her kârı kusûr

Kimyâdır o muhib kim ola Um ü hüneri

Müşkülâtın ne ise söyle al ondan haberi

Her dem insana gerek böyle muhibb-i âkil

Hüsn ü re'yiyle olur meyve-i maksad hâsıl

8.   Âlim ve hikmet sahibi insanı dost edin.

1.   Bilgin ve hikmet sahibi insanı dost edin ki onun nasihat ve tedbîriyle selâmet yolunu bulasın.

2.   Dost, zekî olmazsa onun faydası da olmaz, işleri hatalı olur, akıllı düşman ahmak dosttan evlâdır (daha iyi­dir).

3.   İyi ile kötüyü fark etmiyorsa, dost uzak olsun. Çünkü cehaletle her kusurlu işi yapan hayrı bilemez.

4.   İlim ve hüner sahibi olan dost, kimya gibidir; zor işlerini ona söyle, ondan haberini al.

5.   Böyle akıllı dost, her zaman insana gereklidir. Ne­ticede güzel fikriyle, istenen meyve elde edilmiş olur.

— 197 —

9.   Ez merdum ebleh ve nâdân bekirîz.

Göricek ebleh ve nâdânı hemen eyle firar

Sıkar etvârı sözü âdemi eyler bîzâr

Aklı nâkıs sözü bed terbiyesiz şahs-ı cehûl

Devirir çam nereye berk-i teni etse nüzûl

Olamaz ebleh olan yâr u refik ehl-i dile Gülşene karga girip de uçamaz bülbül ile

İktiran eylese taş şişeye gelmez mi zarar

Ukalâ meclisi nâdândan ederfart-ı hazer

Sözü efâli verir cana keder nâdânın Farkı yok hergeleden terbiyesiz insanın

9.   Ahmak ve câhil adamdan firar eyle, kaç,

1.   Ahmak ve câhili görünce hemen firar eyle; onların davranışları insanı sıkar, sözü usanç verir.

2.   Noksan akıllı, kötü sözlü, terbiyesiz çok cahil şa­hıs, vücudun şimşeği nereye düşse çam devirir.

3.   Ahmak olan, gönül ehline hakiki dost olamaz. Gülbahçesine karga girip de bülbül ile uçamaz.

4.   Taş, yakınına atılsa, şişeye zarar gelmez mi? Akıl sahipleri de cahillerden pek çok kaçınır.

5.   Cahilin sözü, hareketleri cana keder verir; terbiye­siz insanın hergeleden farkı yoktur.

— 198 —

10.   Dost ve aşna-ra be vakt-ı rene ve sahtî azmây.

Tecrübe kıl dem-i mihnette muhib yâr ânı

Süfehâ aldatır ülfetle nice inşânı

Vakt-1 ni ‘ınette riyâkâr eder enva-1 hulûs

Çünkü görmekte seni cevher-i ikbâle füsûs

Semtine gelmez o zâil olıcak emvâlin

Zemmeder belki seni olsa dîğer-gûn hâlin

Sanma her arz-ı mahabbet edeni yâr-ı muhib

Ede gör tecrübe zâhir olur efkâr-ı muhib

Ana evvel ehl-i vefâ yâr-ı muhibdi ender Vakt-i sahtî ve şedâidde gelir himmet eder

10.    Dost, kara günde belli olur.

1.   Belâ ve musibet zamanında sâdık dostlarını tecrü­be kıl; sefih olanlar, nice muhabbet göstererek insanı alda­tır.

2.   Riyâkâr, nimet vaktinde her çeşit samimiyet göste­rir, çünkü senin mal varlığından faydalanmak ister.

3.   Malların elinde kalmayınca, o senin semtine uğra­maz. Belki seni, itibarlı hâlin gidince zemmeder.

4.   Her dost görüneni, can dostu sanma, tecrübe et­mekte devamlı ol; can dostu, fikirleriyle bilinir.

5.   Dostluğunda sâbit ve sâdık olan vefâ ehli, ona ön­celikle can dostu olup sahtelik, zahmetli ve meşakkatli hallerinde gelir, himmet eder.

— 199 —

11.   Der kâr-ı hayr cidd-ü cehd kon.

Cümle hayır işde himemi nakdini sarî et ey pîr

Ola hâsıl himem ü cehdin ile nef-i kesir

Emr-i hayra edesin ez -dil ü can hezl-i himem

Hayır işin çünkü husulünde olur nef -i ümem

Eyle mâlen bedenen hayır işe cidd-i ikdâm

Yâd ede hayır ile halk ismini tâ rûz-i kıyâm

Birr-ü takvâya teâvün ile emretti ilâh

Birr-ü hayra kılasın bezl-i mesâi her gâh

Iktidârınca cihânda hasenat et hasenat

Bulasın izzet dâreyıı ile âlî derecât

11.   Canla malla hayır işde sebât ve devam eyle.

1.   Ey ihtiyâr! Bütün gayretlerini ve paranı hayır işe sarf et, gayretlerin ve çalışmanla nice faydalı işler yapılır.

2.   Himmetlerini can u gönülden hayır emrine veresin; çünkü hayır işin yapılması, ümmetlerin faydasına olur.

3.   Malla, bedenle, hayır işe ciddî olarak sebat ve de­vam eyle; halk, adını kıyamet gününe kadar hayır ile anar.

4.   Allah: "İyilik ve takvâ üzere yardımlaşın" (Mâide: 5/2) diye emretti; iyilik ve hayra her zaman çalışasın.

5.   Dünyada kudretin oldukça, iyilik yap iyilik, dünya ve âhirette yüksek dereceler ile izzet bulasın.

— 200 —

12.   Tedbîr ba merdüm-i muslih ü dânâkon.

İdegör âlim-i muslih ile tedbîr-i umûr

Gösterir râh-ı savab ehl-i hüner merd-i kur

Kılsa bir kâra tefekkürle şurûğ ehl-i kemâl .

Husn-ü sûretle işi şüphe yok eyler ikmâl .                           /

Hikmet ü şer'a kılar her işi dânâ tevfîk

Kim ki re’y istese doğru yola eyler teşvîk

12.    Ey oğul! İşlerini, ıslah eden âlim ve bilgin kişi­lerle danışarak yap.

1.    Islah eden âlim ile işleri döndürmede devam et; doğru yolu hüner ehli kör kimse gösterir.

2.    Kemâl sahibi, her işe tefekkür ederek başlasa, hiç şüphe yok ki güzel sûretle işi bitirir.

3.    Bilgin, her işi hikmet ve şerîate uygun yapar; fikir soran kimseyi de doğru yola teşvîk eyler.

— 201 —

15.   Dostân ü yâran-ra aziz dar.

Cümle yâran ve muhibbânı tutup izzetle

Anları eyle nüvazîş kerem ve hürmetle

Dostlar lâyık -ı i'zâz ü niamdır lâ-rayb

Himem-i lutfı dirîğ eylemek anlardan ayb

Okuduk "innemel insane abîdü’l ihsan"

Kıl ehibbâyı nüvazişle mütetayyib ey can

Ecnebi görse mürüvvet kul olur hizmet eder

Abde lütfetmez isen kâh u beyâbâna gider

Eyle i'zâz ehibbâyı bilirsen sâdık

Kişinin derdinedir dost tabîb-i hâzık

15.   Ey oğul! Bütün dostları ve sevdiklerini aziz tut.

1.   Bütün dost ve sevenleri aziz tutup onları kerem ve hürmetle taltif eyle.

2.   Şüphe yok ki dostlar, hürmet ve ihsana lâyıktır. On­lardan gayret ve lütfü esirgemek, ayıptır.

3.   Okuduk: "İnsan iyiliğin kölesidir."0’ Ey oğul! Lütûf ile dostların hatırlarını hoş eyle.

4.   Yabancı görse insanlık gösterir, hizmet eder; kula lütfetmez isen dağ ve çöle gider.

5.   Sâdık bildiğin dostlara hürmet eyle, saygı göster, mahâretli doktor (hekim), kişinin derdine dost olur.

Not: 1. "İnnemel insan abîdü'l ihsan (insan iyiliğin kölesidir)" ve "Bil birri yiista' bedül hür (iyilikle hür kişi köle kılınır)" sözlerinin her ikisi de Hz. Ali Kerremallahü Vechehü Hazretlerinin vecîzeleridir.

— 204 —

16.   Ba dost ve düşman pîşanî kuşade dar.

Düşman ve dosta et lutfu beşaşet izhar

Kılma a'dâyı bed-endîşe hakaret izhar

Münhasır kalmaya lütf-u nazarın ihvâna iltifat eyle hem a'dâ-yı bed-endişâna

Kıl tecâhül sana düşmandan erer cevr-u eza

Edegör sabr u tahammül bulur âhir o belâ

Anı zâhirde muhibbin gibi tut kıl taltif Tâ ki düşmanlığını etmeye hasid taz'îf

16.   Dost ve düşmana lütuf ve güler yüz göster.

1.    Dost ve düşmana güleryüz göster ve lütüfkâr dav­ran; düşmanı kötü endişeli kılma, ona hakaret etme,

2.    Lütüfkâr bakışın, yalnız kardeşlere münhasır kal­masın; hem kötü düşünen düşmanlara da iltifat eyle.

3.    Sana düşmandan zulüm ve eziyet ererse, bilmemezlikten gel; Sabır ve tahammül göster, sen ecrini alır­sın, o neticede belâsını bulur.

4.    Düşmanı, görünüşte dostun imiş gibi tut, onu taltif eyle, tâ ki hasedçi düşman, düşmanlığını artırmasın.

— 205 —

17.   Mader ü peder-ra azîz dar.

Peder ve maderi i'zaz ile kıl şâd-ü karîr

Etme hürmette kusûr onları lâzım tevgîr

ister evlâdını âlî ola dâim ebeveyn

Bulunur onları tatyîb ile izz-i dâreyn

Valideynin olur evlâdda hakk-ı bisyâr

Emreder onlara ihsan ile Rabb-ı Settâr

Sana hizmetleri çok vakt-i tufûliyette

Siyyema vakt-i şedâidde dem-i kedrette

Her dem evlâda garazsız hizmet etmişler

Bâb-ı eşfak ü mürüvvette sebat etmişler

17.    Ey oğul! Ana ve babayı aziz tut, haklarına ria­yet eyle.

1.    Ana ve babaya hürmet etmekle memnun ve mesrûr kıl, hürmette kusûr etme, onlara tazîm lâzımdır.

2.    Ebeveyn, dâimâ evlâdının yükselmesini ister. Dün­ya ve âhiret şerefi, ancak ana ve babaya hoş muâmele et­mekle kazanılır.

3.    Valideynin, evlâd üzerinde pek çok hakkı vardır; günahları örten Allahü Teâlâ:"Ana ve babaya ihsan ile" emreder.0

4.    Çocukluk vaktinde sana çok hizmetleri olmuştur, hele hastalık ve keder zamanında daha ziyade hizmet et­mişlerdir.

5.    Her zaman evlâda karşılıksız hizmette bulunmuş­lar, şefkat ve insanlık hususunda sebat etmişlerdir.

Not: 1. Lokman Sûresi ondört ve onbeşinci âyetlerinde ebeveyn hakları açıklanmaktadır. Bu âyetlerde özetle: "Biz insana, ana ve babasını tavsiye et­tik (Onlara itaat etmesini emrettik.)... Allah'a, ana ve babana şükret... Onlarla dünyada iyi geçin..." buyurulmaktadır.

— 206 —

18.   Üstad ra bihterîn pederan dan.

Eyle üstâda riâyet bil anı ayn-ı güher

Öğretir ilm-ü edeb rif atine himmet eder

Dâim âdâb ü salah eserine çekmekte seni

Rifat-i kadrine hasreyledi fikr ü bedeni

Vesh-ı cehli bırakmaz seni pâk eyler edîh

Kılar ahlâkını ta'lîm-i edeble tehzîb

Böyle üstâdı bil evlâ peder ve mâderden

Eyle tahsîl-i maârif o hüner-perverden

Cevher-i Um ü hünerle seni tezyin ü karîr

Kılar encâm ederim işte kaviyyen tebşir ■

18.   İyi bir üstâdı, ana baba yerinde tut.

1.    Üstad haklarına riâyet eyle, onu değerli mücevher bil; İlim ve edeb öğretip senin yükselmene gayret eder.

2.    Seni dâima güzel ahlâka ve doğruluk yoluna çek­mektedir; Maddî ve manevî varlığını, yükselme değerine adadı.

3.    Edîb, cehaletin kirini bırakmaz, seni tertemiz ey­ler; Edeb öğretmekle, ahlâkını güzelleştirir.

4.   Böyle üstâdı, ana ve babadan üstün bil. O hüner sahibi terbiye edici (mürebbî)den bilgi öğren.

5.    İlim ve hüner mücevheriyle seni süsler ve memnun kılar. Neticede işte sana kuvvetli olarak müjde veririm.

— 207 —

19.   Ferzend-ra ilim ve edeb beyamûz

Hilye-i ilimle kıl oğlunu tezyine şitâb

Şerefli ilim ve maârifle olafaide-yâb

İntihâb eyle bir üstâd ana beher ta'lîm

Öğretip ilm ü edeb göstere hem nehc-i kavim

İlm-i ahlâka velîk etmeli gayet dikkat

Hüsn-ü ahlâk olur insana büyük ehliyet

Süfehâdan değil evlâd uzak olsun pederân

Etti bunlar nice evlâdı sefil ü giryân

Oğlun ayrılmayıp üstâddan etsin tahsil

İlm ü âdâbı ola mazhar-ı izz ü tebcil

19.   Yavrunu, ilim ve güzel ahlâk ile zînetlendir.

1.    İlmin zînetiyle oğlunu acele süslü eyle; ilim ve ir­fan şerefiyle faydalı olabilsin.

2.    Her ilmi öğretmek için ona bir öğretmen seç; ilim ve edeb öğretip hem de doğru yolu göstersin.

3.    Velâkin güzel ahlâk ilmine gayet dikkat etmeli; hüsn-ü ahlâk insana, büyük ehliyet kazandırır.

4.    Kötü kişilerden yalnız evlâd değil, babalar bile uzak olsun; bunlar, nice evlâdı sefâlet içinde bıraktılar ve ağlattılar.

5.    Oğlun, üstâttan ayrılmayıp tahsiline devam etsin; ilim ve edebleri, güzel ahlâkı, hürmet ve ta'zîme mazhar kılar.

— 208 —

20.   Din ra ez beher art cihan ve direm ra ez berây in cihan nigah dar.

Dindir vaz-i İlâhî ana vâcib dikkat

Ki diyanetle her işte bulur insan rifat

Dini ukbâ için et hıfz ve sıyanet zîrâ

Emr-i dîni soracak evvel o âlemde Hüdâ

Akçayı sakla bu dünya için elzem para

Kalma tâ işlerini tesviyede bîçâre

Bu cihanda her işi akça hemen hâsıl eder

Bîtab menzil-i maksûda seni vâsıl eder

ihtiyaca göre hıfzeyle zer u sîm ey yâr

Olma dünya için ağyâra varıp minnetdâr

20.   Din, o âlemden bu cihanı himâye için gönderil­miş cevherdir.0

1.   Din, ona dikkat edilmesi farz olan İlahî bir kanun­dur ki, insan her işte diyanetle yüksek ve büyük rütbe ka­zanır.

2.   Dini, âhiret için muhafaza ve himaye et, zîra o âlemde Allah, ilk önce dînin emrini soracaktır.

3.   Akçayı bu dünya için sakla, para gereklidir. Tâ ki işlerini ayarlamada çaresiz kalmayasın.

4.   Bu dünyada her işi para derhal halleder, yorulmak­sızın seni gideceğin yere ulaştırır.

5.   Ey oğul! İhtiyaca göre altın ve gümüşü muhafaza eyle; dünya için yabancılara varıp da minnet altında kal­ma, mahcup da olma.

F: 14

Not: 1. Lokman Sûresi otuzikinci âyetinde "din", beşinci âyetinde "o âlem(cihan)" anlamında "âhiret”, "bu cihan" manâsında "dünya" kelimeleri, aynı sûrenin onbeş ve otuzüçüncü âyetlerinde geçiyorlar.

— 209 —

21.   Hare be endaze-i dahi kon.

Ne ise masrafın eyle ana bir had ta'yîn Hârice çıkma o hadden olayım dersen emîn

Ne ki lâzımsa alıp hâcete kâfi hare et Hazm ü dikkatle tasarrufla o hadde dere et

Etme beyhude mesarif süfehâya bakma

Sonra çok borca düşüp beytü karın yakma

Kıl idare işini ehz ü atâda dikkat

Ederek eser-i hakîmânede bezl-i himmet

Yorganından ileri her kim uzatsa ayağın Üşütür kendini hem söndürür âhir ocağın

21.   Harcamanı ölçü dahilinde yap.

1.    Masrafın ne ise ona bir ölçü ta'yin eyle, ölçüden emîn olayım dersen harice çıkma.

2.   İhtiyacı karşılayacak her ne lâzımsa harca, o ölçü­ye dikkat ve tasarrufla ithal et.

3.    Boş yere masraflar etme, sefih kişilere bakma; çok borca düşüp sonra evini barkını yakma.

4.    Kazanma ve harcama işini dikkatle idare et, hik­met yolunda malını bol bol harcamaya gayret eyle.

5.    İleri de gitme, her kim yorganından ileri ayağını uzatsa, kendini üşütür, hem sonunda ocağını söndürür.

—210 —

22.   Der heme kâr hamiyane rû-baş.

Etme tefrit hem ifrat her işde ey nûr İhtiyâr-ı evsat emri kılarak et tedbîr

Hayırdır evsatı her kârın eser var bisyar Mu'tedil rıh ile keşti hoş eder seyr-i bihar

Yağmurun nefi cihan halkına dürr-ibî-pâyân

Yağsa çok seyl basıp gark olur ins ü hayvan -

Eyle her kâr ü amelde vasat üzre hareket Avn-i Hakla ola hâsıl her işde bereket

Etmeli mutedilâne her işe sa'y ey can

Ki vasata hayr-ı umûr olduğun eyle iz'an

22.   Ey oğul! Bütün işlerinde orta yolu tut.®

1.   Her işte hem ifrat, hem de tefrit yapma; orta yolu seçerek işlerinde tedbirli ol.

2.   Her işin ortası hayırlı olduğuna çok işaret var: Ge­mi bile denizlerde mutedil rüzgârla hoş seyreder.

3.   Dünya milletlerine yağmurun faydası tükenmeyen inci gibidir. Çok yağsa, sel basıp insan ve hayvan boğulur.

4.   Her iş ve amelde orta halli hareket eyle. Allah'ın yardımıyla her işte bereket meydana gelir.

5.   Ey oğul! Her işte vasat üzere yürümeli ki vasat, iş­lerin hayırlısı olduğunu bil.

Not: 1. Lokman Sûresi ondokuz ve otuzikinci âyetlerinde "orta yola" şöyle işaret edilmektedir:

— "Yürüyüşünde mu'tedil ol (Çok hızlı ve de çok ağır yürüme)."

"Onları dağlar gibi dalga sardığı vakit dîni yalnız Al­lah'a tahsis etmek suretiyle (ve halis ve) muhlis (insan)lar olarak Allah'ı çağırırlar. Sonra Allah onları selâmetle ka­raya çıkardığı zaman içlerinden bir kısmı orta yolu tutar (Tevhidden ibaret olan orta yolda sebat eder)."

—■ 211 —

23.   Ez müfsidan dür baş.

Eyleme atf-ı nazar müfsid-i bed-endîşe

Seni nâgeh düşürür mezbele-i teşvişe

Kim uyup nefse kılar nâr-ı fesadı îkâd

Celbeder nefret hulkı edilir la'n ile yâd

Müfsidan vadi-i zilletde gezer leyi ü nehar

Rûy-ı rahat göremez pûte-i mihnette yanar

Müfsidetkâr eder ülfetle mefâsid ilka

Sûretâ gerçi beşer ma'nîdedir ejderha

Her zaman böyle erazilden uzak ol sad mîl

Getirir başa belâ işleri daim tesvîl

23.   Ey oğul! Müfsitlerden uzak ol.

1.    Müfsit, kötü düşünceli kişiye meyletme, seni ansı­zın mezbeleye düşürür.

2.    Kim nefsine uyarsa, fesat ateşine tutuşturmuştur. Öyleleri nefret kazanır, ahlâkı da la'netle anılır.

3.    Müfsitler, kötülük yuvalarında gece gündüz gezer, dolaşır; rahat yüzü göremez, mihnet potasında yanar.

4.    Fesat sahipleri, kötülüklerini dostlukla ilka ederler. Sürerinde (görünüşünde) sanki insan, sîretinde (mânâ­sında) ise ejderhâdır.

5.    Her zaman böyle rezillerden yüz mil uzak ol! On­lar daima başa belâ getirir; işleri, çirkini güzel göstererek insanları iğfal etmektir.

— 212 —

24.   Civan merdî pîşe kon.

Ey piser cûd ü sehâ âdetin olsun her dem

Ki olur merd-i sehâ cûd ile mergûb-i ümem

Sever erbâb-ı sehâyı dil ü candan inşân

Rûz u şeb zikr-i cemilin ederek vird-i zebân

Celbeder nefret-i hakkı nereye gitse bahîl

Sevdirir halka civanmerdi sever.Rahb-i cemîl

Her mahalde yaşar âsûde bulur hem rifat

Ki olur merd-i sehâ lâyık-ı izz ü hürmet

iktidarımsa sehâkâr ola daim insan

ihtiyaç ehlini de etmeye herkes nisyan

24.   Ey oğul! Her zaman cömertlik, âdetin olsun.

1.   Ey oğul! Her zaman cömertlik ve el açıklığı âdetin olsun. Sehâ ve kerem sahibi kişi, cömertliğiyle herkesin rağbet edileni olur.

2.    İnsan, seha sahiplerini dil ve candan sever; gece gündüz güzelce zikrederek diline vird eder.

3.    Cimri, nereye gitse halkın nefretini üzerine çeker. Güzel Rab, sehâvet sahibini hem kendisi sever, hem de halka sevdirir.

4.    Cömert kişi, hem saygı ve hürmete lâyık olur, her yaşadığı yerde rahat eder, hem de yücelik bulur.

5.    İnsan, kudreti yettiğince daima cömert olmalıdır; herkes ihtiyaç sahiplerini de unutmamalıdır.

— 213 —

25.   Be hane-i her ki rûy-ı dest ü zeban ü çeşm nigah dar.

Her kimin hanesine âzim olursan ey yâr Dest ü çeşm ü dili hem hıfzedici ol her bâr Kapıdan haneye gir rıfk ile hoş niyetle Görüp ev sahibin izin iste güzel sûretle Elini malına ev sahibinin etme diraz

Yoktur el sürmeye meydanda dahi olsa cevaz

Edeb ü şânı muhil sözden edip hıfz-ı lisan ihtiyat üzere söz et olmaya dilgîz insan Her yerde atf-ı nigâh eyleme hıfzet gözünü Seve âhû gibi herkes gözünü hem özünü

25.   Ey oğul! Her kimin evine girersen, el, dil ve gözünü muhafaza eyle.®

1.   Ey oğul! Herkimin evine girersen, el, dil ve gözü­nü her defasında muhafaza edici ol.

2.   Kapıdan eve, hoş niyetle gir; hane sahibini görüp güzel sûretle izin iste.

3.   Elini, ev sahibinin malına uzatma, meydanda dahi olsa, el sürmeye cevaz yoktur.

4.   Edep ve şâna dokunan sözden, dilini muhafaza ey­leyip ihtiyat üzere söz et, kimseyi gücendirme; sözü kalbi­ne yerleştirip unutmayan nice insan vardır.

5.   Her yere gelişi güzel bakma, gözünü muhafaza ey­le. Eğer bu öğütlerimi tutarsan, herkes gözünü (görüşünü), hem de özünü (güzel terbiye ve ahlâkını) âhû gibi seve­cektir.

Not: 1. Lokman Sûresi onyedi, onsekiz ve ondokuzuncu âyetlerinde:

— "Yavrucuğum!.. İyiliği emret, kötülükten vaz geçirmeye çalış. İn­sanlardan kibirlenip yüzünü çevirme. Yeryüzünde şımarık yürüme. Yürüyü­şünde mu'tedil ol, sesini alçalt..." gibi güzel ahlâk kuralları Hz. Lokman Hekîm tarafından oğluna bildirilmiş olduğu beyan edilmektedir.

— 214 —

26.    Kem tama* ve bîâzar baş.

Düşme dâm-ı tama’a mazhar-ı hırman olma

Kahr ıı zillet çekip encam perişan olma

Izz ü rahat göremez hırsla nâlân tâmi'

Her dem asûde yaşar izzile merd-i kani’

Makiyan dane için oldu kümes içre sefil

Köpek eder gahgaha sahrâda bulur rızk-ı cemîl

Etme mahlûk-ı Hûda'yı sakın âzar asla

Kim ezâ halka ederse görür elbet o cezâ

26.    Ey oğul! Kötü tamah etme ve hüsranda kal­ma.0

1.    Tamah tuzağına düşüp, mahrumluğa teveccüh edip hüsranda kalma; Kahır ve zillet çekip sonunda perîşan ol­ma.

2.   Hırsla inleyen tamahkâr kimse, izzet ve rahat göre­mez. Kanaatkâr insan, her zaman izzetle rahat yaşar.

3.    Tavuk, tane için kümeste yaşamaktan sefil oldu. Köpek, sahrada güzel yiyecek bulur, gahgaha eder.

4.    Allah’ın mahlûkunu, sakın asla azarlama. Kim hal­ka ezâ ederse, o elbet cezâ görür.

Not: 1. Kötü tama' konusunda bir ata sözümüz: "Gö­zü tenekede olan kuşun, ayağı tuzaktan kurtulamaz."

— 215 —

27.   Herçi hahî goften ez cevab an biyendîş,

Söz demek istediğinde düşünüp bil-etraf

Sonra îrad-ı kelâm et demeye kimseniz âf

Etmeden bed-i suhan fikr-i cevab et zîra

Demesin ehl-i suhan nutkun eşittikde hatâ

Söze bed' eylemeden eyle cevabın ihzâr

Edesin sonra fesahatle şürû-ı güftar

Nutkunu müstemiîn etmeli candan tahsîn

işte kanün-ı kelâmı sana kıldım tebyîn

Iş bu üslûbile söz söyle velîk etme şitâb <

Olmaya tâ ki sözün beyhude çün savt-ı zübâb

27.   Her ne zaman söz söylemek istersen, söze baş­lamadan önce cevabını hazır eyle.

1.   Söz söylemek istediğinde, etraflıca düşünüp ondan sonra konuş. Kimse of demesin.

2.   Konuşmaya başlamadan, önce ne cevap verileceği­ni düşün; zîra konuşmanı dinleyen söz ehli, "hatâlı söyle­di" demesinler.

3.   Söze başlamadan evvel, cevabını hazırlayıp sonra fesahatla söze başlayasın.

4.   Konuşmanı dinleyenler, güzel bulup candan takdir etmeli. İşte sözün kanûnunu, sana açık ifade ve beyan et­tim.

5.   İşte bu usûl ile söz söyle, lâkin acele etme, tâ ki sö­zün, sinek sesi gibi boş olmasın.

— 216 —

28.   Peyveste âmüzende-i dâniş ve hüner baş.

Eyle öğrenmek için ilm ü hüner cidd-i kesir

Etti âlimleri Kur'an'da senâ Rabb-i Basîr

Her kim evc-i hüner ü dânîşe tahrik ede bâl

Olur ahlâkını tehzîb ile memdûh-ı ricâl

Zülcenaheyn ise dânâ bil anı sen iksir

Dünyevî, uhrevî andan görülür nef -i kesir

Eyle tahsîl-i kemâl emrine sa'y ü ikdâm

Tâ"minel mehd Hal lahd"e olup mazhar-ı tâm

Fıkh ü tefsir ü hadîse edesin sarf-ı himem

Bu ulûm ehlini tut yâr-ı şefik ü hem-dem

28.   Dâimâ ilim ve sanat öğrenenlerden ol.

1.    İlim ve sanat öğrenmek için çok gayret eyle, görme kudretine sahip olan Allah, Kur'an'da âlimleri senâ etti.®

2.   Her kim ilim ve hünerde yükselmesini isterse, kanadı­nı hareket ettirsin, derhal çalışmaya başlasın. Ahlâkını da güzelleştirmekle medhü senâya (övülmeğe) lâyık adamlar­dan olur.

3.   Bilgin iki kanatlı (zahir ve batın ilmini) tanıyorsa, sen onu iksir bil, dünya ve âhirete ait ondan çok fayda görülür.

4.   İlmi tamamen tahsil eyle, emrine koş, sebat ve de­vamlı ol, "Beşikten mezara kadar..."® tam mazhar ol.

5.    İlimde özellikle gayretini, fıkıh, tefsir ve hadîse sarf edesin; bu ilimlerin ehlini, şefkatli, dost ve arkadaş tut.

Not: 1. Allah, "Kur'an'da âlimleri senâ etti"den maksat, Fatır sûresinde: "Allah'dan ancak âlimler korkar” meâlindeki yirmi sekizinci ayetine işaret vardır.

2. "Beşikten mezara kadar.." sözüyle ilim konusundaki şu hadîs-i şerife işa­ret edilmektedir: "Utlübû'l ilme minel mehdi ila'-l-lahd (Beşikten mezara ka­dar ilim öğreniniz.)"

— 217 —

29.   Pîrân-ra buzurk dar.

Pirler lâyık-ı ta'zîm riâyet eyle

Ey civan eski müsin zâtı himayet eyle

Gördüğün ânda kıl enva-ı beşaşet izhar

Hâl ü hatırlarını cidden edip istifsar

İhtiyar adama etmekte muraat üdebâ

Bâhusus ehl-i muhabbet ola yâ ehl-i vefa

Nice yıl eylese mevlâsına bende hizmet

Anı tutmaz yeni bende gibi mevlâ elbet

Yapagör hâtır-ı pîrâni hemen et tâ'zîm

Ustalar yıkmaz eder eski binâyı termîm

29.   Ey oğul! Yaşlı adama saygı ve hürmet göster.

1.    Ey oğul! İhtiyar adamlar, ta'zîm ve hürmete layık­tır. Onlara riâyet eyle, eski yaşlanmış zâtı himaye et.

2.    Gödüğün zamanlarda her çeşit güleryüzlülük izhar eyle; hâl ve hatırlarını da cidden sorup araştır.

3.    Edep sahibi olanlar, yaşlı adama saygı göstermekteler. Özellikle onlara, muhabbet ehli, ya da vefa ehli ol­malıdır.

4.    Nice yıl, sahibine kulluk ve hizmet eylese köle, onu sahibi elbet yeni kul gibi tutmaz.

5.    İhtiyarın hatırını yapagör, hemen saygı göster; us­talar eski binayı yıkmaz, ta’ınir eder, onarır.

— 218 —

30.    Merdum ra benâm nikü hân.

Eyle insanı güzel nam ile yâd ü tezkîr

Fasl ü zem etme dahi kimseyi takbih ey yâr

Hüsn-ü ef âlini söyle kişinin görme uyûb

Kendi ayıbın gören eyler mi enâmı mahcûb

Etme bed-nâm ile bir kimseyi yâd ü takbih

Kılma iğrâza düşüp nefsini halka tercih

Fasl ü zem oldu haram etme günaha cür'et

Hayır ile zikreder insanı mekârim-i haslet

Nâm-ı nîkû ile yâd eyle enâmı her-gâh

Kötü hâli olanı nush ederek kıl âgâh

30.    Ey oğul! İnsanı iyi isim ile hatıra getir, an.

1.    Ey oğul! İnsanı güzel nâm ile hatırla ve an. Kimse­yi zem ve gıybet etme; çirkin dahi görme.

2.    Güzel fiillerini söyle, kişinin ayıplarını da görme. Kendi ayıbını gören, başka insanları mahcup eyler mi?

3.    Kötü isim ile kimseyi anma, takbih etme. İleri gi­dip nefsini halka üstün tutma.

4.    Günaha cüret edip de zem ve gıybet yapma, onları işlemek haram oldu. Hayır ile zikreden insan, güzel ahlâk sahibi olur.

5.    Her defasında halkı güzel nâm ile yâd eyle; kötü hâli olanı, nasîhat ederek basiretli kıl.

— 219 —

31.   Ez merdüm-i mütekebbir ü bahil dür baş

Kibriyâ Hazret-i Allah'a sezadır ancak

Kim tekebbür ede ednâdır o şahs-ı ahmak

Göricek şahs-ı bahîl ü mütekebbir dür ol

Semtine uğrama illâ ana kibir et nâr ol

Mütekehbirlere kibir et dedi şîr-i yezdan

Vâkıf-ı sırr-ı hafi sahr-ı Resûl-i zî-şân

Uzak ol bahl ü tekebbür edene kılma nigâh

Etmesin halkı o bedhûlara muhtaç Allah

Bunlara hâk-i mezellet olur encâm-ı makar

Bak bahîl akçası her demi mihnetle geçer

31.   Ey oğul! Cimri ve kibirli adamdan uzak ol.(1)

1.    Ululuk ancak Hazret-i Allah'a yaraşır. Tekebbür eden kimse, o alçak, ahmak şahıstır.

2.    Cimri ve kibirli şalisi görünce, ondan uzak ol, sem­tine uğrama. Eğer mecbûı olur da uğrarsan, onun kibrine karşı kibir et, nûr ol.

3.    Allah'ın arslanı, "mütekehbirlere kibir et" dedi. Şâm Yüce Resûl, vâkıf olduğu şahsın gizli sırlarını örter­di.

4.    Cimrilik ve kibir edene, nazar kılma. Allah kötü huylulara halkı muhtaç etmesin.

5.    Bunların ikametgâhı, neticede mezellet toprağı olur. Gör ki, cimrinin parası çoktur fakat her vakti mihnet­le geçer.

Not: 1. Lokman Sûresi onsekizinci âyetinde: "... İnsanlardan kibirlenip yüzün çevirme. Yer yüzünde şımarık yürüme. Zira Allah, her kibir taslayanı kendini beğenip övüneni sevmez" buyurulmasıyla mütekebbirlerin Allah sev­gisine nail olamayan bedbatlardan olduğu bildirilmektedir.

— 220 —

32.    Tüvangerî der kanâat dan.

Her ne verdiyse Hüdâ eyle kanaat zîra

Kişi bu kenz-i kanaatla eder kesb-i gına

Eder insanı tüvanger bu hazîne-i memdûh

Nâil olmazsa bu kenze olur insan makdûh

Edemez merde bile hâlini ifşa kaani

Pîş-i nâ-merde gidip fakrını söyler tâmi

Rızkın esbabına lâzımsa tevessül etmek

Halkı iz'âc ile lâyık mı tezellül etmek

Bil yakîn, kenz-i kanaatda gınadır mevcûd

Tutup esbabını iste kılar i'tâ ma'bûd

32.    Ey oğul! Hakikî zenginliği kanaat bil.

1.    Allah, her ne verdiyse kanaat eyle; zîra kişi bu ka­naat hâzinesiyle zengin olur.

2.    Bu hazine, insanı güzel ahlâk sahibi övülen bir zengin eder. Eğer insan, bu kanaat hâzinesine sahip ol­mazsa, mezmûm olur.

3.    Kanaat sahibi olan, halini merd adama bile açıklayamaz. Tamahkar olan, nâ-merdin önüne gidip ihtiyacını söyler, dilenir.

4.    Rızkın sebeplerine yapışmak lâzımsa da, insanları ta'cîz ile önlerinde alçalmak lâyık mıdır?

5.    Yakînen bil, kanaat hâzinesinde zenginlik mevcuddur. Sebeplerine yapışıp rızkı Mevlâ'dan iste, O Yüce Ma'bûd, isteyene verir.

— 221 —

33.    Zîr destan-ra benevâz.

34.    Ez düşman dostrev hazer kon.

Hamd bî-pâyân an Hûda'yı müstean ra azze ve celle ki in tercüme-i manzûme-i pendnâme bihadd-i hitâm resîde ez kaariân ayıp-pûşan ümid darem ki

Islah-ı hatâ ve nevakıs koned

Pendnâme bak edilmiş tercüme

Bî-güman her fıkrası habl-i metîn Söyledi Raşid güher-i tarihini Dil küşâ manzumedir mîrem bihîn 1322

33.    Ey oğul! Aşağıdaki destanı (anlatılan öğütlerihikâyeleri) sevip tutasın.

34.    Ey oğul! Düşmandan dost olmaz, dost görünse bile; böyle geçici dosttan sakın.

Hamd, sonsuz ve kendisinden yardım talep olunan Allahü Teâlâ Azze ve Celle Hazretlerine olsun ki, bu pendnamenin manzum tercümesi bitirilme haddine ulaştı. Okuyuculardan ayıp örtmelerini ümid ederim ki:

Hatâyı düzeltsinler ve noksanlıkları varsa tam ve mü­kemmel olması için ilâvesi gereken şeyleri bildirsinler.

Pendnâme, tercüme edilmiş bak,

Şüphesiz her bölümü selâmet vasıtasıdır.

Raşid, mücevher tarihini söyledi

Beyim, bu gönül açan iyi manzûmedir.

1322

— 222 —

LİMÜTERCİMİH'İL FAKÎR

1.    Karındaşça geçinmek muktezîdir halk-ı âlemde Yaşa dünyada dervişâne terk et kîn ü udvânı

2.    Gerekdir ilm-i ahlâkı güzelce eylemek tahsil Budur nime'd-delîl eyler irâe râh-ı irfânı

3.    Hakikat ehli teşbih eylemiş dünyayı bir cisre İkametine değil yapmış geçe herkes deyü bânî

4.    Geçer pek az zamanda ins ü hayvan şâdman giryan İkamet köprüde olmaz kabul etmez o mihmânı

A

5.    Bu az müddetde hemrâhınla lâyık mı niza etmek Düşün evvel geçen mağrûr-ı servet ehl-i sâmânı

6.    Sebükmağzân bakıp ârâyiş-i dehre olur handân Bilirken tîg-ı gamla eylemiş giryan nice cânı

7.    Görürsen âşikâre âteş-i âlâm-ı gerdûnı Hazer kıl iltihabından değildir söz pinhânî

8.    Kim içse sâgar-ı dünyayı oldu ol kadar bed-mest Geçer çok dem ayılmaz fârık olmaz han ü dükkânı

9.    Bilir dânişverân âlimle nâdânı kelâmından Kişi savtından anlar zâğ ile murg-ı gülistânı

10.

Biddanyok mesâil-i serd ile da'vâ-yıfazl etme Çıkar kalfy-akçanın sabret biraz meydâna butlânı

— 223 —

11.   Geçer her vakti rahatla yaşar izz ve saadetle

Bir ahkar kul olursa mazhar-ı tevfîk-i Rabbânî

12.   Erenler üns-i billah kasrına pür neş'edir dâim

Eder mi arzu mülk-i cihânı zevk-i bostânı

13.   Gönül ümîd-i lutf etmekde bahr-ı feyz pınarından

Değildir mııra ayıp isterse eltâf-ı Süleyman'ı

14.   Gidenler râh-ı aşka kûy-ı cânâna erer âhir

Refah istersen ol âzim bu yoldur râh-ı Sübhânî

15.   Tabîb-i hâzık-ı hoş-hâr ersin anladım yâhû

Gel iç ayn-ı şifâdır bu devây-ı PEND-İ LOKMAN’I

16.   Gezer Raşid çü seyyâre felek kılmıştır âvâre

Diller derd-i dile çâre umar eltâf-ı Rahmân'ı

1.    Âlemdeki insanlarla kardeşçe geçinmek gereklidir. Dünyada dervişler gibi yaşa, kin ve düşmanlığı terket.

2.   İlim ve ahlâkı, güzelce öğrenmek lâzımdır, Bu in­sana irfan yolunu gösteren ne güzel delildir.

3.    Hakikat ehli, dünyayı bir köprüye benzetmişlerdir. Onu yapan, ikamet için yapmış değil, herkes geçsin diye bina eylemiştir.

4.   İnsan ve hayvan, pek az zamanda sevinerek, ağla­yarak geçer; ikamet köprüde olmaz, o misafiri kabul et­mez.

5.    Bu zamanda yol arkadaşınla kavga etmek lâyık olur mu? Evvelce servetiyle gururlanıp giden zengini düşün.

— 224 —

6.   Ahmaklar, nice gönlü yaralı kişilerin gam kılıcıyla ağladıklarını bilirken, dünyanın zînetine bakıp mesrur olurlar.

7.   Dünyanın elemlerinin ateşini açıkça görürsen, dik­kat et sana bulaşmasın çünkü söz gizli kalmaz.

8.   Kim dünya kadehinden içerse, o kadar sarhoş olur ki çok zaman geçer de ayılmaz. O, han ve dükkânı birbi­rinden ayıramaz.

9.   Bilginler, âlim ile câhili sözlerinden bilir. Kişinin, karga ile gül bahçesinin bülbülünü sesinden tanıdığı gibi.

10.  Sermayen yok, meseleler söylemekle üstünlük da'vasmda bulunma. Biraz sabret, paranın kalp olanı biraz­dan meydana çıkar.

11.  Kim yüce Allah'ın lütfuna mazhar mütevâzî bir kul olursa, onun her vakti rahatla geçer; o izzet ve şerefle yaşar.

12.   Allah'ın cennetine erip alışanlar, dâima neş'e do­ludur. Onlar, dünya mülkünü, bostan zevkini arzu eder mi?

13.  Gönül, feyz denizinin pınarından feyz ümit etme­dedir. Karınca Süleyman'ın lûtfunu isterse ayıp değildir.

14.  Aşk yoluna gidenler, neticede sevdiğinin semtine erer. Eğer selâmet istersen kararlı ol. Sübhân olan Allah'ın yolu, bu yoldur.

15.  Hoş işen maharetli hekimsin, anladım, gel iç, bu Lokman Hekim'in dertlere devâ olan "ÖĞÜT KİTABI" şifânın tâ kendisidir.

F: 15

16.  Raşid, bir seyyare gibi gezer, felek onu âvâre kıl­mıştır. Gönül derdine çare diler, Rahman’ın lütuflarını umar.

— 225 —

BAHARİYE

Mütalâaya sezâ bir bahariyye-i ferah-efzâ olmakla bu mahalle dere ve terkîm kılınmıştır (Nazar ve tefekküre lâyık çok farahlatıcı bir bahariyye olmakla buraya dahil edilmiş ve yazılmıştır).

1.    Zamanı geldi işte nev-bahârın Güler vechi gibi "gül" ol nigârın

2.    Dumû-ı âşık-âsâ carî enhâr Sadâsın subh-dem gûş et bihârın

3.    Lisân-ı halle eşyâ-yı âlem

Hep olmuş sebha-hâni Kirdgâr'ın

4.    Ganimettir bahar eyler mi zâyi' Safâ bulmaktır âmâli kibârın

5.    Gözün açmış eder "nergis" temâşâ Rabî'nin bilmiş ezhâr i’tibârın

6.    Açıldı "verd-i hamra" sâgar-âsâ Ferahbahşâ bu dem zevk-ı mesârın

7.    "Papatya" güldü dendânı göründü Mey içmiş "erguvan" çeksün humârın

8.    "Benefşe" başın eğmiş beher secde Gülün pâyında arz eyler nisârın

9.    Tâ top u mey bir civandan attı şimdi Elinden "ballı baba" ihtiyarın

— 226 —

10.  Oturmuş "yasemin’' yüz aklığıyla Eder hıfz "ıhlamur" "fulye" vekârmT

11.  Olunca zülf-i "sünbül" nefha-bahşâ Bırakmaz âşığın sabr ü kararın

12.  "Karanfil" hemdem olmuş "zaymirâne" Çıkarlar başına her gül-izârın

13.  Hicabından "gelincik" çok kızarmış Duvak başında örtünmüş izârın

14.  Bu gün şebbû gelip neşr etti hoşbû "Hezârân" kılmış izhar iftikârın

15.  "Sadef isterdi "reyhâna" tekaddüm Dedi "zambak": Nedir bu ictisârın?

16.  Dıraht üzre durur "cülnar" çün nar Yakar ekdârını her sû güvârın

17.  Kılar "leylâk" beşaşetle temâyül Ferah-nâk etti hoşbûy civârın

18.  Bu mevsim açtı bak bâzar sad-berk Bu dem yek-renk olan tuttu şikârın

19.  Ne hoştur mest olunca sîm-tenler Verip "zerrîn" kadeh mest ile yârın

20.  Bu gülşende dilersen zevk-i câvîd Fedâ cânâna kıl her neyse vârın

— 227 —

21.  Güler gülşende gül mesrur sünbül Zebûndur hâli efgandan hezârın

22.   Nihândır nâr-ı aşk ihrâk eder dil
O hâle tarzı benzer lâlezârın

23.  Eder bâd-ı sabâ daim tene'um İşitmez bülbülün feryâd ü zârın

24.  Temas etmekte cism-i dilberâne Açar geysilerin her şîvekârın

25.  Gülün açmış nikahın bî-muhâbâ Görüp bülbül bunu artırdı zârın

26.  Yazık dil-hûn olup kılmakta feryâd Ki vardır hakkı terk etse diyârın

27.   Nazar kıl salkıma âvize-âsâ

Ki göstermekte rûy-i iftikârın

28.  Alır üftadegân bu şeb-i safâdan Ferahbahşâsıdır her dilfikârın

29.  Müneccim vakt-ı sa'd ü nahsi gözler Değil âşık bilen leyi ü nehârın

30.   Isırgan mürûre etmektedir nâz

İşi aks üzre olmuş rüzgârın

31.  Gerekdir cevr-i ağyâra tahammül Seven rûy-ı gülü hoş gördü hârın

— 228 —

32.   Acûl ü ahar çeker zahm-ı nedâmet

Teenni de’bîd-i hikmet-şiârın(t>

33.   Eriştir ey sabâ bu ehl-i dilden

Ola rehber bana bu yâdgârın

34.   Eder şiddet.ki yoktur rahmi çarkın

Buka-ı sabır ola cây-ı kararın

35.   Zarîfâne gerek inşâd-ı eş'âr

Sükût et yoksa Raşid iktidârın

1.   İşte ilkbahar zamanı geldi. Sevgilinin yüzünün gül­düğü gibi "gül" açar.

2.   Âşığın göz yaşlan akan ırmak gibidir. Sabah ak­şam, denizlerin sesini de dinle.

3.   Kâinatta bulunan bütün eşya, hâl lisanıyla hep ya­ratan Allah'ı zikrediyor.

4.   Büyüklerin arzulan safâ bulmaktır, onlar bahan ganîmet bilirler, aslâ zâyi etmezler.

5.   Nergis gözünü açmış, ibret almak maksadiyle etra­fı seyreder. Çiçekler, ilkbaharın ehemmiyetini bilmişler­dir.

6.   "Kırmızı gül" kadeh gibi açıldı. İşte bu an, ferahlık bahşeden zevk zamanıdır.

7.   "Papatya" gülünce dişleri göründü. Şarap için "er­guvan" da baş ağrısı çeksin.

8.   "Menekşe" her secdede başını eğmiş, gülün aya­ğında ihsanını arz eyler.

9.   "Ballı baba", sarhoşluk topunu şimdi bir gencin elinden alıp ihtiyarın üzerine attı.

10.   "Yasemin" çiçeği, yüz aklığıyla oturmuş. "Ihla­mur" ve "fulya" vakarını korur.

Not: (2) Fülye'nin aslı "fülürye"dir. Fülürye, yeşilli sarih ve güzel sesli bir cins kuş anlamına geldiği gibi bir nevi "sarı çiçek” manasına da gelir. (Kamûs-ı Türkî, s. 1005)

— 229 —

11.  ”Sünbül"ün saçları etrafa güzel koku üfürünce, âşığın sabır ve kararını bırakmaz.

12.   "Karanfil", "fesleğen" çiçeğine arkadaş olmuş, her gül yanaklının başına çıkarlar.

13.   Utancından "gelincik" çok kizirmiş. Tülden yapıl­mış telli, süslü duvak'ını yanağına örtünmüş.

14.  Bu gün "öd ağacı" yakılıp güzel kokuları civara yaydı. Bülbüller ayrılıklarını izhar ettiler.

15.  "İnci kabuğu", "reyhan" çiçeğini geçmek isterdi. "Zambak" ona: — "Sen bu cesareti nereden buldun?" dedi.

16.   "Erkek nar"ın çiçeği nar gibidir, ağaç üzerinde durur. Gam ve kederleri giderir, her yanı hazmettirir.

17.   "Leylak" güler yüzlülükle bir tarafa meyleder. Ci­varını güzel kokularla sevinçli ve mesrûr kılar.

18.  "Bak, yüz yapraklı gül bu mevsim pazar yerini açtı. Bu zamanda tek renkte olan, avını yakaladı.

19.   Gümüş tenliler, keyiflenince güzeldir. Sevgiliye hoş kokulu "zerrin" çiçeğinden bir kadeh verilince sarhoş olur.

20.   Bu gül bahçesinde eğer ebedî zevk dilersen, her neyin varsa sevgiliye bağışla.

21.   Gül bahçesinde gül güler, sümbül sevinir. Bülbü­lün ise ağlamaktan hâli perişandır.

22.  Aşk âteşi gizlidir, kalbi yakar. Lâle bahçesinin şekli de o hâle benzer.

23.   Sabah rüzgârı daima nimet içinde yaşar; bülbülün ağlayıp inlediğini işitmez.

— 230 —

24.   Saba rüzgârı dilberlerin vücuduna temas eder, her nazlı güzelin giysilerini açar.

25.   Gül yüzlü sevgili yaşmağını pervasızca açmış; bülbül bunu görünce ağlayıp inlemesini artırdı.

26.   Yazık, yüreği kanlı olup âh ü figan kılmaktadır. Bu sebepten yurdunu terk etse hakkı vardır.

27.   Âvize gibi duran "salkım çiçeği"ne dikkatlice bak ki iftihâr edilecek yüzünü göstermektedir.

28.   Bu gönlü delik ve yaralı olan her bîçare (sevgili­ye), gece açılıp gündüz kapanan "gece safâsı" ferahlık ve­rir.

29.   Müneccim, uğurlu ve uğursuz vakti gözler. Âşık ise gece ve gündüzün farkında bile değildir.

30.   Isırgan otu, murûre (hiç bir bitki yetiştirmeyen yere karşı) nâz etmektedir. Zamanın işi de tersine olmak­tadır.

31.   Yabancıların zulmüne tahammül gerektir. Çünkü gülünü seven onun tikenine katlanır.

32.   Acele eden kişi, pişmanlık darbesinin acısını çe­ker. Sen hikmet sahibi olarak teennî ile (yavaş) hareket et.

33.   Ey sabâ rüzgârı! Bana bu gönül ehlinden haber eriştir. Bu hediyen bana rehber olsun.

34.   Feleğin merhameti yoktur, sertlik gösterir. Buna senin vereceğin karar, sabır kösteği olmaldır.

35.   Şiir yazmak, zarâfet ile olmalıdır. Eğer buna gü­cün yetmiyorsa Raşid, sükût et (daha iyi edersin).

(*) Not: "de'bîd" kelimesinin aslı, ”de'bi-dîrîn”dir. Âdet, usûl ve kaide mânâlarına gelir. (Ş. Sârnî: Kamûs-ı Türkî, s. 596)

— 231 —

— 232 —

L) EMSAL İ LOKMAN I HEKÎM
VE BAZI AKVAL-İL ARAB

FAB ÜLEŞ

LOKMANI SAPIENTIS
ET QUDDAM DICTA
ARABUM

CUM INTERPRETIONELATINA
THOMAS ERPEENII
EJUSDEMQUE NOTULIS ET STRICTURIS
JACOBIGOLII

El yazısı ile yapılan bir ilâve:
Lugduni in Batavis
1748

Başka bir kalemle diğer bir ek:
(Hollanda)

Kitabın Beyazıt Devlet Kütüphanesine:
Kayıt Numarası: 107143/892.7
Kayıt Tarihi: 3.5.1927

— 233 —

— 234 —

1-  ARSLAN VE İKİ ÖKÜZ

Arslan, bir keresinde iki öküzün bulunduğu yere çı­kageldi. Öküzler birbirlerine yardımcı oldular ve arslanı boynuzladılar. Böylece arslan aralarına giremedi.

Öküzlerden birini tek başına yakalayabilmek için hile yapıp arkadaşından ayrıldığında onlara taarruz etmeyece­ğine dair her ikisine de söz verdi. Öküzler, birbirinden ay­rılır ayrılmaz onları teker teker hakladı...

Bunun manası yani bu hikâyeden alınacak ders:

İki şehir halkı bir şey üzerine ittifak ederlerse düş­man onları elde edemez. Şayet ittifak etmeyip ayrılığa dü­şerlerse hepsi birden helâk olur.

2-GEYİK YAVRUSU

Bir geyik yavrusu bir keresinde susadı. Suyun kayna­ğına geldi. Su içerken hayalini suda gördü. Ayaklarına dikkat ettiği için üzüldü. Boynuzlarının büyüklüğüne ve güzelliğine de sevindi, kibirlendi. Tam bu halde iken, av­cılar ona karşı çıkageldiler. Geyik yavrusu, avcılardan he­zimete uğradı. Fakat o kolaylıkla gizlenebilecek bir yer­deydi, ama bunu düşünemedi. Ne zaman ki dağa girdi ve ağaçlar arasında gizlendi. Avcılar ona ulaştılar ve öldürdü­ler...

Öleceği sırada şöyle dedi:

— Yazık bana! Ben, beni kurtaranı hor tutmuş, beni helâk edecek olanı da kurtaracağını uman zavallının biri­yim!..

— 235 —

3-   GEYİK

Bir geyik bir defasında hastalandı. Onun arkadaşları vahşî hayvanlardı. Ona hasta ziyaretine geldiler. Etrafında bulunan böcek ve otlan yiyip bitirdiler. Geyik hastalığın­dan ayılıp yiyecek bir şey aradığında, hiçbir şey bulamadı. Böylece açlıktan helâk oldu...

Bundan alınacak ders:

Ehli çok olan kimsenin üzüntüsü de çok olur.

4-   ARSLAN VE TİLKİ

Bir arslan bir defasında güneşin hararetinden pek bu­naldı da başkalarının yerine girdi. Orada gölgeleniyordu. Tam eğlenecek yerinde iken bir küçük canavar (keler), arslanın sırtına doğru yürüyerek gelmekteydi. Arslan der­hal yerinden sıçrayıp ayağa kalktı. Keleri sağında ve so­lunda görünce çok korktu...

Tilki ona baktı ve o da çok güldü. Arslan tilkiye:

— Benim korkum kelerden değildir, ben ancak hor­landığımda kızarım... dedi.

Bundan alınacak ders:

Akıllı kişinin korkması, ölümden daha şiddetlidir.

— 236 —

5-   ARSLAN VE ÖKÜZ

Bir arslan bir keresinde bir öküzü parçalayıp yemek diledi. Onun cüssesinden (gövdesinden) dolayı cesaret edemedi. Ona hile yapmak için zaman geçirip şöyle dedi:

— Bil ki ben, ekmeğe katık etmeye yağlı bir kuzu ? kestim. Bu gece benim yanımda ol, beraber yiyelim...

Öküz ona icabet eyledi. O yere ulaştığında mânâlı mânâlı baktı! Arslan, büyük yaratıklar için çok odun ha­zırlamıştı... Öküz onları görünce kaçarak geriye döndü. Arslan ona dedi ki:

— Buraya geldikten sonra niçin geriye döndün? Öküz:

— Ben bildim ki işte bu hazırlık kuzudan daha büyük olan içindir, dedi.

Bundan alınacak ders:

Akıllı kişi, düşmanına güvenmemeli ve onunla arka­daşlık etmemelidir.

6-   ARSLAN VE TİLKİ

Arslan yaşlandı ve zayıfladı, vahşi hayvanlardan hiç­birine güç yetiremez hale geldi. Kendi maişetini kazan­mak için hile yapmak diledi. Yalandan hastalandı ve ken­disini mağaralardan birisinin önüne bıraktı. Vahşi hayvan­lardan herhangi biri ziyaret için ona geldiği zaman, onu mağaranın içine çekti ve yedi...

Tilki degeldi, mağaranın kapısında arslana selam verdikten sonra durup:

— 237 —

— Ey vahşi hayvanların efendisi, haliniz nasıldır? dedi.

Arslan ona:

— Ey güzellik babası, niçin içeri girmezsin? cevabını verdi.

Tilki:

— Ey efendi, ben senin bu haline çok ağladım. Şu kadar var ki, senin yanına pek çok ayak izleri girmiş velâkin onlardan bir tanesi bile dışarı çıkmamış olduğunu gördüm, dedi.

Bundan alınacak ders:

însan bir işi iyice seçip ayırıncaya kadar ansızın hü­cum etmemelidir.

7-   ARSLAN VE İNSAN

Arslan bir defasında yol üzerinde bir insana rastladı. Adam, sözleriyle kuvvet ve şiddetle iki ağaca tırmanabile­ceğim iddia ediyordu.

Arslan kuvvet ve şiddetinde daha mahirdi.

İnsan, bir duvarın üzerinde bir adamın resmini gördü. O arslandan daha da süratli hareket ederken insan gülme­ye başladı. Arslan ona dedi ki:

— Eğer yırtıcı hayvanlar şu Ademoğlunun benzerini yapmış olsalardı, hiçbir insan yırtıcı mahlûkatı geçemezdi, fakat yırtıcı hayvanlar sür'at bakımından insanı geçiyorlar.

Bundan alınacak ders:

İnsan, kendi yakınlarının şehadetiyle tezkiye edilme­melidir.

— 238 —

8-   GEYİK VE ARSLAN

Bir geyik bir keresinde avcılardan korkusundan ür­küp bir mağaraya kaçtı. Arslan da onu takip ederek mağa­raya girdi ve geyiği parçaladı...

O zaman geyik kendi kendisine şunları söyledi:

— Yazık bana! Ben yaramazın birisiyim. Çünkü ben, insanlardan kaçtım, onlardan daha çetin ve tehlikeli olan­ların eline düştüm...

Bundan alınacak ders:

Korkularından kaçan kimseler, daha büyük bir belâya uğrarlar.

9-   GEYİK VE TİLKİ

Bir geyik bir keresinde susayınca su içmek üzere bir su kenarına geldi. Su ise derin bir kuyuda bulunuyordu. Sonra su içmek üzere hücum edince suyu içemedi. Bunu tilki görünce ona şöyle dedi:

— Ey kardeşim! Gelmezden önce bu yeri neden ince­leme yapmadığına teessüf ederim...

Bundan alınacak ders:

Sığ denize giren, su başını aşana kadar yüzme öğre­nemez.

— 239 —-

10-   TAVŞANLAR VE TİLKİLER

Bir keresinde kartallarla tavşanlar arasında bir harp çıkmış. Tavşanlar, kartalları yenmek ve yaramazlıkların­dan kurtulmak için tilkilere başvurmuşlar, onlardan yar­dım istemişler.

Tilkiler onlara demişler ki:

— Eğer sizi tanımasaydık, kimlerle savaş yapılacağı­nı bilir ona göre gerekeni yapardık...

Bundan alınacak ders:

İnsan, şiddet ve kuvvet bakımından kendisinden üstün olanlarla savaşmayı istemez.

11-   TAVŞAN VE DİŞİ ARSLAN

Bir tavşan bir defasında gözyaşı dökerek dişi arslana şöyle demiş:

— Ben her sene çok çok evlâdlar doğruyorum. Sen ise bütün ömründe bir veya iki tane doğuruyorsun...

Dişi arslan ona şöyle cevap vermiş:

— Sen doğru söyledin. Şu kadar var ki bizden bir ta­ne de olsa o yedi demektir yani yedisine bedeldir, demiş.

Bundan alınacak ders:

Güçlü kuvvetli bir tek evlât, âciz birçok evlâtlardan daha hayırlıdır.

— 240 —

12-   KADIN VE TAVUK

Bir kadının her gün gümüş yumurta yumurtlayan bir tavuğu varmış. Kadın kendi kendisine demiş ki:

— Eğer ben bu tavuğun yemini çok verirsem günde iki yumurta yapar... Ne zaman ki yemini çok vermiş, tavu­ğun kursağı yarılmış ve tavuk ölmüş.

Bundan alınacak ders:

Birçok insan vardır ki, onlar çok kazanç elde etmek sebebiyle sermayelerini (ana paralarını) da helâk ederler.

13-   SİVRİSİNEK VE ÖKÜZ

Bir sivri sinek, öküzün boynuzu üzerine konmuş. Ve ona ağırlık verdiğini sanarak demiş ki:

— Eğer ben sana ağırlık vermişsem, sen bana haber ver de senden uçayım... Öküz:

— Ey sivrisinek, sen kim için geldin ve kime zakar verdin ben anlamadım, haberim yok, demiş.

Bundan alınacak ders:

Kim kendisinin anılmasını ve büyük sayılmasını is­terse o, hakir, zayıf bir kimsedir.

F: 16

— 241 —

14-   İNSAN VE ÖLÜM

Bir adam bir defasında sırtına bir demet odun yüklen­di. Odun ona ağır geldi. Ne zaman ki yoruldu ve ona yü­künden dolayı darlık geldi. Odun demetini omuzundan attı ve Azrail'in ölümle ruhunu almasına dua etti. O anda bir zat karşısına çıkageldi:

— İşte ben senin aradığın kimseyim, neden beni ça­ğırdın? dedi.

İnsan:

— Ben seni işte şu odun demetini sırtıma kaldınvermen için çağırdım, dedi.

Bundan alınacak ders:

İnsan, âlemin esiri de olsa dünya hayatını sever; kötü talihli ve kuvvetsiz de olsa dünyaya küsmez.

15-   BOSTANCI

Bostancı bir gün bakla yetiştiriyordu. Ona denildi ki:

— Niçin bu topraktaki baklanın görünüşü güzeldir? Hizmet edilmiş olduğu halde...

Bostancı şu cevabı verdi:

— Annesi onu terbiye etti. İşte bu annesini de babası terbiye etti, dedi.

Bundan alınacak ders:

Annenin evlâdını terrbiye etmesi, babanın anneye mürebbi olmasından daha faziletlidir.

— 242 —

16-   İNSAN VE PUT

Adamın evinde bir putu vardı. Adam ona tapıyor ve her gün onun için bir kurban kesiyordu. Sahip olduğu bü­tün varlığını işte bu puta harcadı ve tüketti.

Adam kararsızlık gösterip söylenerek gözlerini puta dikti de:

— Sana verdiğim mal, bana hiçbir fayda sağlamadı.

Bundan sonra da put için başka bir kurban kesmedi, diye sen beni zem ediyormuşsun... dedi.

Bundan alınacak ders:

Kim malını yüksek yerlerde (lükse) harcarsa, muhak­kak o muhtaç olur ve Allah onu fakir kılar.

17-   SİYAH ADAM

Bir insan, bir keresinde siyah bir adam gördü. O suda durmaktaydı ve yıkanıyordu.

O insan, siyah adama şöyle seslendi:

— Ey kardeş! Sen nehirde aslını değiştirmeye uğraş­ma. Çünkü sen beyazlamaya güç yetiremezsin ve zamâna da ebedi muktedir olamazsın.

Bundan alınacak ders:

İnsanın aslına vurulan damga değiştirilemez.

— 243 —

18-  İNSAN VE AT

İnsan bir ata biniyordu, at hamile olup yolun bir kıs­mına gelince bir yavru doğurdu. Uzak yol hariç olmak üzere o da anasına tabi oldu. Sonra durdu ve sahibine dedi ki:

— Ey efendim! Gördüğün gibi daha ben küçüğüm. Yürümeye gücüm yetmiyor. Sen beni geçtin ve şurada terkettin... Eğer sen beni kendinle beraber getirmeseydin ve ben kuvvetlenip büyüyene kadar terbiye etmeseydin, az kalsın ben helak olup gitmiştim...

Bundan böyle ben de seni sırtımda taşıyacağım ve se­ni dilediğin yere süratle ulaştıracağım...

Bundan alınacak ders:

Ehline ve lâyık olana yapılan iyilik, yerini bulur ve bilinir.

— 244 —

19-   İNSAN VE DOMUZ

Bir insan bir keresinde dört ayaklı hayvanlardan bir koç, bir keçi ve bir de domuz yüklenerek taşıdı. Hepsini satmak için şehre geldi. Koç ve keçi uslu durup diğer hay­vanlara tos vurmuyorlardı. Domuz ise daima taarruz edi­yor ve doğru durmuyordu.

İnsan ona dedi ki:

— Ey vahşi hayvanların en kötüsü! Koç ve keçi sükûnet üzere olup tos vurmadıkları halde sen niçin doğru durmuyor ve yerinde sakin olmuyorsun?

Domuz:

— Her varlık kendi mahiyetini bilir. Ben de bilirim ki, koç yünü için, keçi de sütü için beslenir. Ben ise yara­mazın biriyim. Bende ne yün bulunur ve ne de süt. Ben şehre ulaştığım anda beni "meşlaha" gönderdiler, dedi.(I)

Bundan alınacak ders:

Kendi elleriyle yaptıkları hatalarda ve günahlarda ol­dukları bilinen kimseler -kötülüklerini de bildikleri haldeacaba onların âhiret halleri nice olacaktır.

(1) Meşlah: Maşlah, altı üstü bir olan ve kol yerine yarıkları bulunan bir çeşit elbise. (Osmanlıca-Türkçe Yeni Lügat: s. 420)

— 245 —

20-   KAPLUMBAĞA VE TAVŞAN

Kaplumbağa ve tavşan bir defasında birbirleriyle ya­rıştılar. Tavşan güzel yaratılışı, yenliliği, uyuz hastalığı se­bebiyle yolda bezginlik gösterdi ve uyuyakaidi.

Kaplumbağa ise bilgisi, ağır tabiatlı oluşu, kararsızlık içinde olmayışı ve yürüyüşünde bezginlik göstermeyişi se­bebiyle -tavşan uykusundan uyanmadandağa ulaştı, yarı­şı kazandı.

Tavşan uykusundan uyandığında kaplumbağanın ya­rışı kazandığını gördü. Neticede hiçbir şey kazandırmaya­cak pişmanlıkla pişman oldu.

Bundan alınacak ders:

Biri kuvvetli diğeri zayıf olan iki devlet birbirleriyle harbe girseler, zayıf olan devlet yenilme korkusundan do­layı uyumaz, savaşta uyanık bulunur. Böyle uyanık bulun­ması sebebiyle zayıf devlet, kuvvetli olan devlete karşı za­fer kazanmıştır. Kuvvetine güvenen ve uyanık olmayan devlet ise sonunda kendisine hiçbir şey kazandırmayacak pişmanlıkla pişman olur.

21-   KURT

Kurt, bir keresinde küçük bir domuz eniğini kaptı. Onu götürürken arslan peşinden takip etti ve kurdun elin­den domuz eniğini aldı. Kurt kendi kendisine şöyle söyle­di:

— Benimle beraber devamlı kalmayan gasbettiğim bir şey için neden hayret edeyim?

Bundan alınacak ders:

Zulümden kazanılan, sahibiyle beraber devamlı kalıcı değildir.

Sahibiyle kalsa bile ona sevinmeye değmez.

— 246 —

22-   BÖĞÜRTLEN

Böğürtlen bir keresinde bostancıya şöyle söyler:

— Kim bana önem verir, bostanın ortasına diker, su­lar ve hizmet ederse o hükümdarlardan olur. Bana arzu duyarlar, benim çiçeğime ve meyveme bakarlar. Beni be­ğenip alır, yeryüzünün en güzel yerindeki bostanın ortası­na da dikerler. Her gün iki defa su verildiğinde yeri kap­lar, dikenleri kuvvetlenir, dal budak salar. Onun dalları et­rafındaki bütün ağaçların üzerlerine dağılır. Yere damarlar eklenir. Onun dikenlerinin çokluğundan bostan dolar. Hiç­bir kimse onu geçmeye güç yetiremez...

Bundan alınacak ders:

Kötü bir insana yakınlık gösterir, ona iyilikte bu­lunursan, onun kötülükleri çoğalır ve itaat etmemekte inat eder. Sen ona iyilik yapmakta devam edersen, o da sana kötülük yapmakta devam eder.

23-   SİYAH

Siyah bir adam, günün birinde elbisesini çıkardı. Kar­lı olan bir yere geldi. Kardan aldı. Onunla vücudunu ovdu. Ona:

— Niçin vücudunu karla ovuyorsun? denildi.

Siyah adam cevabında:

— Umulur ki ben beyaz adam olurum, dedi.

Bu zamanda hakim bir adam geldi. Ona!

— Ey siyah adam! Sen nefsini ayıplama, muhakkak senin vücudunun kardan daha beyaz olması mümkündür ve siyah olmak da mürtet olmaz, dedi.

Bundan alınacak ders:

Kötü kişiler, iyileri bozmaya güç yetirirler, fakat iyi­ler kötüleri düzeltmeye muktedir olmazlar.

— 247 —

24-  KIRBÖCEĞİ VE ARI

Kırböceği bir defasında bal arısına:

— Eğer sen beni alır kendinle beraber götürürsen, ay­nen senin gibi ve hatta daha çok ben de bal yapacağım, dedi.

An, onun fikrini kabul ederek beraberinde getirdi. Fakat kırböceği, arı gibi bal yapmaya güç yetiremedi. Bu­nun üzerine arı, onu sırtında taşıdığı yükü ile beraber döv­dü.

Kırböceği öleceği sırada kendi kendine:

Ben beraberlikten kendime ulaşanı bana zorunlu kıl­dım. Lâkin bana kır işi (çiçeklerden bal toplaması) müm­kün görünmüyor. Ben bal yapma işini neden arzu ettim? demiş.

Bundan alınacak ders:

Çok insanlar vardır ki, birçok işleri yapmaktan nefis­lerinde zevk duyarlar. Sonra işleri bilenleri bırakırlar. İşsever görülüp gerçekten iş yapmadıkları anlaşılınca onların yalanları meydana çıkar. Hakîkaten işi gereğince yapanlar ise mükâfatlandırılırlar.

— 248 —

25-   ÇOCUK

Bir çocuk bir defasında kendisini ırmağın suyuna attı. Lâkin yüzme de bilmiyordu. Tam boğulmak üzereyken yoldan geçen bir adamdan yardım istedi. Adam ona doğru geldi ve ırmağa girmesinden dolayı çocuğu kınamaya baş­ladı.

Çocuk ona:

— Ey adam! Önce beni ölümden kurtar. Ondan sonra da beni kına, dedi.

Bundan alınacak ders:

Senin arkadaşının başına kurtarılması gereken deh­şetli bir iş geldiği zaman öncelikle onu kurtar. Sonra da onu kına. Çünkü bu kınama ona güzel bir iyilik olur.

26-ÇOCUK VE AKREP

Bir çocuk bir keresinde çekirge avlıyordu. Bu esnada bir akrep gördü. Bunu büyük bir çekirge sandı. Onu yaka­lamak için elini uzattı. Sonra akrep ondan uzaklaşarak ço­cuğa şöyle dedi:

— Eğer sen beni elinde tutsaydın, çekirge avlayamayacaktın.

Bundan alınacak ders:

İnsan, iyiyi kötüden ayırmalı; her şeyde tedbirli ola­rak ve haddini bilerek hareket etmelidir.

— 249 —

27-   GÜVERCİN

Bir güvercin bir defasında susadı. Yürümeye başladı, su arayarak bir duvarın üzerinden devreyledi. Duvarın üzerinde su dolu küçük bir çanak gördü. Çok acele uçtu ve kendisini çanağa çarptı. Derhal kursağı yarıldı. Güvercin kendi kendisine şunları söyledi:

— Yazık bana! Ben yaramazın biriyim. Çünkü su is­tediğimde acele ettim ve ruhum gitti.

Bundan alınacak ders:

Herşeyi birer birer, bezginlik göstermeyerek yapmak, işte acele etmekten ve sürat göstermekten daha iyidir.

28-   KEDİ

Bir kedi bir keresinde demirci dükkânına girdi. Atıl­mış eğe demirine değdi. Diliyle onu yaladı. Kedinin dilin­den kan aktı ve o kanı eğeden akıyor zannederek yuttu. Eve dönene kadar dili kanadı ve kedi öldü.

Bundan alınacak ders:

Vacip olmaksızın malını kim nafaka verir de sonra onu iflas edene kadar güzel yapmazsa, o iflas eder fakat if­las ettiğini bilmez. Hata avdet eder, tatlıdır ve sahibi onda lezzet bulur. O bilmez ki, günah ömrünü noksanlaştırır ve bu da cehaletin en büyük cümlesindendir.

— 250 —

29-   DEMİRCİ VE KÖPEK

Bir demircinin köpeği vardı. Demirci iş yapmaya de­vam ederken o da devamlı uyuyordu. Demirci işi paydos edip arkadaşlarıyla ekmek yemek için oturunca köpek de uykudan uyandı.

Demirci:

— Ey yaramaz köpek! Hangi sebeple yeryüzünü ha­rekete getiren rüzgârın sesi seni uyândırmıyor da bu yerin gizli sesini işittiğin zaman uyandın? demiş.

Bundan alınacak ders:

İnsan namazı kılacağı ve hayır işlerini yapacağı za­man uykusu gelir, uyur. Davul, zuma ve şarkı sesi işitirse arkasından koşar. İşte bunlar en büyük cehalet işlerinden­dir. Kişi, kendisine yaraşmayan işleri, zararlı işleri yapar; faydalı olanlardan gaflet eder, onları yapmaz.

30-   KÖPEKLER VE TİLKİ

Köpekler bir defasında yırtıcı hayvan derisine rastla­dılar. Ona gittiler, dişleriyle deriyi ısırır gibi tuttular. Tilki onları böyle yaparken görünce:

— Eğer o canlı bir tane olsaydı, sizden birinin sivri ve uzun dişi olduğu gibi "Siz onun tırnaklarını da görür­dünüz", dedi.

Bundan alınacak ders:

Bir topluma söven kimseler, öldüklerinde kendi ne­fislerinde onun cevabını veremeyeceklerdir.

— 251 —

31-   KÖPEK VE TAVŞAN

Köpek bir defasında bir tavşanı kovalayıp uzaklaştır­dı. Ona yetişince, yakaladı ve dişleriyle kan akıncaya ka­dar onu ısırdı. Diliyle de kanı yaladı.

Tavşan:

— Seni görüyorum, sanki benim düşmanımmışsın gi­bi beni ısırdın!

Sonra da sanki benim samimi dostummuşsun gibi be­ni öpüyorsun, dedi.

Bundan alınacak ders:

Kim kalbinde düşmanlık ve hile düşünür ve görünüş­te merhamet ve sevgi gösterirse aldanılmamalıdır.

32-   KARIN VE İKİ AYAK

Karın ve iki ayak kendi aralarında cismi hangisinin taşıdığı hususunda çekiştiler. Ayaklar:

— Bizim kuvvetimizle Vücudu biz taşıyoruz, dediler. Karın:

— Eğer ben yiyeceklerden bir gıda vermeseydim, siz ikiniz de yürümeye gücünüz yetmez, fazla olarak da hiçbir şey taşıyamazdınız, dedi.

Bundan alınacak ders:

Kim birini yerine vekil edinir de eğer onu azletmezse o kendisini azletmeyenden büyük ve kuvvetli zanneder. Halbuki onun hizmet ettirecek ve ruhuna fayda sağlayacak bir kudreti mevcut değildir.

— 252 —

33-   FARELER VE TAVUKLAR

Tavukların hasta olduğu farelere ulaştığında, tavus kuşunun teleklerini giydiler ve tavukları ziyarete geldiler. Tavuklara:

— Ey tavuklar, selâm size! S izler nasılsınız, halleri-/ niz nasıldır? dediler.

Tavuklar da:

— Bizler, sizlerin yüzünüzü görmediğimiz günden beri iyilik üzereyiz, cevabını verdiler.

Bundan alınacak ders:

Riya olarak dıştan sevgi gösterip kalbinde ise hile bu­lunduran kimse, müfsit bir kişidir.

34-   GÜNEŞ VE RÜZGÂR

Güneş ve rüzgâr, insanı elbisesinden soymaya hangi­sinin gücünün yeteceği konusunda aralarında çekişmeye girdiler. Rüzgâr cidden pek şiddetli ve katı esti. İnsan, rüzgâr şiddetli ve katı esince elbisesini üzerine giydi ve her yönden ona iltifat etti.

Güneş yükselip de sıcaklık şiddetlenince insan elbi­sesini çıkardı ve omuzunda taşıdı...

Bundan alınacak ders:

Tevazû ve güzel ahlâk kiminle beraber bulunursa, sa­hibini istediğine nail kılar.

— 253 —

35-İKİ HOROZ

İki horoz yiyecek konusunda birbirleriyle dövüştüler. Biri ötekine üstün geldi. O da vaktini bazı yerlerde geçir­mekteydi. Üstün gelen horoza gelince, o yüksek düz bir yerin üzerine çıktı. İki kanadını yaydı, ötmeye ve övünme­ye başladı.

Av kuşu uzun boylu atmaca onu gördü. Havadan sü­zülüp üzerine indi ve onu süratle yakaladı...

Bundan alınacak ders:

İnsan kuvvetiyle övünmemelidir. Böyle yapmakla kaçınılmayacak tehlikeye düşülmüş olur.

36-   KURTLAR

Kurtlar, akan bir su kenarında sığır derilerine rastgeldiler. Yanlarında da başka hiçbir kimse yoktu. Hepsi ye­mek üzere ittifak ettiler ve derilere ulaşan suyun tamamını içmeye ve derileri de yemeye sözleştiler. İçtikleri suyun çokluğundan, onların karınları yarıldı ve öldüler, derilere ulaşamadılar...

Bundan alınacak ders:

Reyi az olan muktedir kimse, yapılması zarûrî olma­yan işi bile yapar.

— 254 —

37-   ÖRDEK VE KIRLANGIÇ KUŞU

Ördek ve kırlangıç kuşu, yiyecek konusunda müşte­rek hareket ettiler. Bitkileri çok olan bir yere geldiler. Gündüzleyin doğru yoldan gelen avcıları gördüler.

Kırlangıç kuşu, sakin olduğundan ve gizli öttüğünden uçtu, kurtuldu...

Ördeğe gelince avcılar onu gördüler ve boğazladı­lar...

Bundan alınacak ders:

Kim, kendisine benzemeyenlerle birbirine karışır da yer, içer ve arkadaşlık yaparsa, o kendi soyunun oğlu de­ğildir. Yani herkes kendi akranıyla arkadaşlık etmelidir.

38-   KAZ VE YILDIZIN ZİYASI

Nükabül Mülâh kitabı "Emsâl-i Lokman Hekîm" kıs­mındaki son hikâye budur:

"Bir kaz, suda yıldızın ziyasını gördü. Onu bir balık sandı ve avlamak üzere ona kuvvetlice saldırdı. Saldırma­sını da birkaç kere tekrarladı. Neticede onun avlanacak bir şey olmadığını anladı ve onu terk etti.

Ertesi gün yine suda bir balık gördü. Onu da dün gör­düğü yıldızın ziyası sanarak avlamayı bıraktı, avlamadı...

Bundan alınacak ders:

İnsan, mutlaka hak ile batıl arasını seçebilmelidir. Çünkü, onlardan biri diğerinin yerine sahip çıkmasın: Hakkın yerine batıl geçmesin...

— 255 —

M) BAZI AKVAL'İL ARAB
SENTENTI QU E DAM ARABIC

1.   Hikmetin başı Allah korkusudur.

2.   Yeryüzü halkı arasında âlim, maden içindeki altın gibidir.

3.   Kim kendisini akıllının menzilesinde tutarsa, Allah da onu -insanlar arasındacahiller menzilesinde tutar.

4.   Kim hikmeti kuvvetlendirmeyi severse, kadınlar nefsine mâlik olmasın.

5.   Kötü kişilerden kötülüğün nakledilmesi, sert yer­den üzüntünün nakledilmesinden daha kolaydır.

6.   Sakınmak bakımından tanımadığın insanlar arasın­daki gibi ol.

7.   Kimin bineği tamah olursa, onun sahibi de fakirlik olur.

8.   Sırrını gizleyen, muradına erer.

9.   Yetimin başında merhametsizlik öğrenilir.

10.   Sabahla ektiğin sana fayda verir. Ne ekersen onu biçersin Âdemoğlu.

11.   Senin sırrın, senin koruman altındadır, başkasının sırandan daha kolay muhafaza edilir.

12.   Seni yüzünde metheden, sana sövmüş gibidir.

13.   Sana söz getiren, senden de başkasına götürür.

14.   Âlim, cahili bilir; çünkü o önce cahildi.

Cahil, âlimi bilmez; çünkü o âlim olmadı.

15.   Cahil, kendi nefsinin düşmanıdır; başkasına nasıl dost olabilir?

— 256 —

(Emel atma binen, eceliyle düşer. Hz. Ali)

17.   Kim işleri girişerek, çalışarak ve danışarak yapar­sa, denizlere bile mâlik olur.

18.   Tecrübenin çok olması, akılı geliştirir ve olgun­laştırır.

19.   İnsanların hepsi akıllı olsaydı, dünya harap olur­du.

20.   Fesatlık, maldan çoğunu yok eder.

21.   Tembel, uykusu çok, Allah'dan uzaklaşmış ve fa­kirliğe mirasçı olan kimsedir.

22.   Evden evvel komşu, yoldan önce de arkadaş edin.

23.   Kendine iyi davranılmasını istiyorsan, sen de baş­kalarına iyilik eyle.

24.   Başkalarının kusurunu gördüğün gibi, kendi ku­surlarını da gör.

25.   Öfkenin evveli delilik, sonu ise pişmanlıktır.

26.   Kişi için ne takdir edilmişse tamamlanır; hırs ise hükümsüzdür.

27.    Hevası (nefsinin istekleri) galip gelen, aklım helâk eder.

28.    İbadet, şehveti öldürür.

29.    Akıllı düşman, cahil dosttan daha hayırlıdır.

30.    Nefsin isteklerinden el çekmek, fenalık yapma­mak, zenginliktir.

31.    Tedbirli olmak gibi akıl yoktur,

Haramdan el çekmek gibi takvâ yoktur,

Güzel ahlâk gibi iyilik yoktur, Kanaat gibi zenginlik yoktur.

32.   Kanaatkâr olunan fakirlik, haram ve zulümle ka­zanılan zenginlikten daha hayırlıdır.

F: 17

— 257 —

33.   Ahras'ın (dilsizin) lisanı, yalan konuşanın lisanın­dan daha iyidir.

34.   İnsanların en kötüsü, ilmi kendisine bir fayda sağlamayan âlimdir.

35.   Şu iki şey doymaz: Biri, ilim isteyen; diğeri de mal isteyendir.

36.   Edebi olmayan şahıs, ruhu olmayan ceset gibidir.

37.   Zarar vermeyen az mal, zararlı olan çok maldan daha iyidir.

38.   Cahil, nefsinden razı olur yani kendisini beğenir ve nefsinin isteklerini yerine getirir.

39.   Kelâmı çok olan, zelil olur.

40.   Kanaat gösterilen az mal, zenginlik kaynağıdır.

41.   Rızıktan mahrum edilen akıllı kişi (hamdetmesi sebebiyle), kendisine bol rızık verilen cahilden daha iyidir (nzkın kadrini bilmediği için).

42.   Dinle, öğren... Sus, selamette ol...

43.   Acelede nedamet (pişmanlık), teennide (orta halli gitmekte) selamet vardır.

44.   İnsanlar iki çeşittir:

Birincisi, kendisi nimete ulaşıp onunla yetinmeyen kimse.

İkinci de nimeti bulamayıp onu isteyen kimse.

45.   Raiyyenin (halkın) ıslahı (düzeltilmesi ve iyileşti­rilmesi), cünûdun (askerlerin) çoğunun ıslahından daha faydalıdır.w

46.   Sabır, sevincin anahtarıdır; acele de pişmanlığın anahtarıdır.

(*) Cünd: Çoğulu, "cünûd"dur. Er, asker, ordu, bir kimsenin yardımcı­ları, şehir gibi manâlara gelmektedir. (Yeni Lügat, s. 89)

— 258 —

47.   Meliklerin (idarecilerin) kardeşliği yoktur,

Hasetciler için rahat yoktur,

Yalancıların da insanlığı yoktur.

48.   Günahsız mu’tedil (adaletli) kişi, nefsini günahkâr bilir.

49.   Hafif gördüğün kerîm (iyi) adamdan, şakaya aldı­ğın ahmaktan, kızdırdığın akıllıdan ve beraber yaşadığın fâcir (kötü) kişilerden kendini koru, sakın...

50.   Üç şey, üç şeyle beraber bir fayda sağlamaz:

a)   Ululukla beraber alçaklık,

b)   İyilikle beraber kötülük,

c)    Hakimlikle beraber cehalet bir fayda sağlamaz.

51.    Onu dilediğin zaman açıklayacağın, göğüste giz­lediğinden başka ilim yoktur.

52.   İnsanların en anlayışlı olanları, işlerin sonlarını gören (hesaplayan) kişilerdir.

53.   Üç şey ancak üç yerde belli olur:

a)   Yiğitlik harbde,

b)   Hakimlik öfkede

c)    Dostluk da kendisine ihtiyaç duyulduğu zamanda belli olur.

54.   Hayırı şerden, iyiyi kötüden ayıramayan kimseyi hayvanlara ilhak eyle (onlardan say).

55.   Kardeşlerin hayırlısı, kardeşini kötülükten sakın­dıran ve onları hayırlı işlere yönelten kimselerdir.

56.   Nefsinin bütün isteklerine galip gelmeyen kimse, hikmet sahibi "Hakîm" bir kişi olamaz.

— 259 —

57.   Kim tecrübe ederse ilmi artar; kim de îman eder­se îmanı artar.

58.   Akıllı dilsiz, konuşan cahilden daha iyidir.

59.   Bir kelime konuştuğun zaman, o sana malik olur; konuşmadığın zamanda da sen ona malik olursun.

60.   Eğer cahil, cahillik etmeseydi akıllı kişinin akıllı olduğu bilinmezdi.

61.   Beşikten-Hüdâ'ya (Allah'a) kavuşana kadar ilmi talep et (öğren).

62.    İnsana zor gelen şey, kendi nefsini tanımaktır.

63.   İnsanlar, hükümdarlarının (idarecilerinin) dini üzredirler.

64.   Kim çirkini (kötüyü) güzel görürse, onunla amel eder (onu yapar).

65.   Rıdfe üzerinde olan şeyden al/*’

66.    Dünya ve mal sevgisi, bütün hatâların başıdır.

67.   Yersiz haya, rızka mani olur.

68.   Arkadaşlığın hayırlısı, muhalefetin (zıddıyyetin) azlığıdır.

69.   Kulun elinde olan her şey, Mevlâsı içindir.

70.   Altı huy bize ahmağı bildirir:

1)   Sebepsiz yere öfkelenmesi,

2)   Faydası olmayan söz konuşması,

3)   Her bir kişiye güvenmesi,

4)   Elde ve ayaktaki ağrı ve sızıları, diğer organlarda bilmesi,

(*) Rıdfe: Ateş veya güneşte kızdırılmış taş. Kızgın taşı, süte bırakıp suhenet vermek. Kızmış taş üzerinde pişirdikleri et ki buna "merdûf' dahi der­ler. (Ahterî Lügati, s. 437)

— 260 —

5)    Lüzumsuz sorular sorması,

6)    Dostunu, düşmanından ayıramaz olmasıdır.

71.    Dünya cîfe (leş)dir, onu isteyenler köpeklerdir.

72.   Zenginlik, kanaatkârlıktır. Fakirliğin başı, tevazu göstermektir.

73.   İnsanların helâk olmasına sebep olan iki hal şun­lardır:

Biri, malın lüzumsuz yere harcanması, israf edilmesi­dir.

Diğeri ise faydasız söz konuşulmasıdır.

74.   Senin aleyhine olarak öfke devam ettikçe, sen nefsini insanlardan sayma.

75.   Allah'ın sana verdiğine kanaat göster ki, zengin olasın.

76.   Vera' (haramlardan sakınmak), öyle bir ağaçtır ki, onun gövdesi kanaat ve meyvesi ise rahat (asûdelik)tir.

77.   Ziyaretçi, ziyaret edilenin kabzasında (elinde, emrinde)dir.

78.   Başkaları için hîle (tuzak) kurup da sonra ona kendisi düşen (yakalanan) kimse, akıllı değildir.

79.    Deve, devenin yerine çöker.

80.   Dünya, faziletler mahalli değil; sevdiğine kavuş­ma yeridir.

81.    Ahmak ricleden (ahmaklık otundan)dır.

82.   Büyük dağın yakınında olmak, insanlara kötülük getirir.

83.   Kifayet miktarınca, bıktırmadan ziyaret et ki, sev­gi artsın.

84.    Kişi hangi şeyi ziyade severse, onu çok zikreder.

— 261 —

85.    Tevazu, şerefi artırır. Bununla da nimet tamamla­nır.

86.   Kemâl (olgunluk) üç şeydedir:

a)   Dinde iffetli olmak,

b)    Musîbet zamanında sabırlı olmak,

c)    Maişette (hayatta, yaşayışta), güzel tedbirli olmak­tır.

87.   Adaletsiz sultan (idareci), susuz nehir gibidir.

88.    Beden hasta olduğu zaman, yiyeceklerin fayda vermediği gibi; akıl dünya sevgisine kapıyı kapadığı zaman da nasihatler ona fayda vermez.

89.   Amelsiz âlim, yağmursuz bulut gibidir.

90.    Kim babasına vakarlı (temkinli) davranırsa, gün­leri bereketli olur.

91.   Cömert olmayan zengin, meyvesiz ağaç gibidir.

92.   Sabırsız fakir, yağsız kandil gibidir.

93.   Tevbesiz gençlik zamanı, çatısız ev gibidir.

94.   Hayâsız kadın, tuzsuz yemek gibidir.

95.    Âlimin bir tek günü, cahilin hayatının tamamın­dan daha hayırlıdır.

96.    Zalim ölüdür, dünya hayatında yaşasa bile.

Muhsin diridir, âhirete gitmiş olsa bile.

97.    Benim kalbim, oğlumun kalbi üzerindedir.

Oğlumun kalbi de bir taşın üzerindedir.

98.    Sana düşmanlık ve haset edenlere, sen düşmanlık gösterme.

99.    îyice düşünmedikçe, darlıkla işi acele yapma.

100.    Ahmak kişiyi muhatap etme ve ona katışma. Çünkü o utanmaz.

— 262 —

Biz Lokman'a hikmet verdik. (Lokman: 31112)

Kime hikmet verilmişse ona bol hayır verilmiştir. (Bakara: 2/269)

HAZRET-İ LOKMAN ALEYHİSSELÂM'IN
HİKMETLERİ

— 263 —

— 264 —

A) HZ. LOKMAN HEKÎM'İN HİKMETLERİ

1) LOKMAN'A HİKMET VERDİK*’

Allahü Teâlâ buyurdu:

"Şânım hakkı için Lokman'a hikmet verdik ki, Şükret Allah'a diye.

Ve her kim şükrederse, kendi lehine eder;

Her kim de nankörlük ederse, herhalde

Allah (C.C.) ganîdir, hamîddir.

Hani Lokman da oğluna demişti:

Ona va'zediyordu:

— Yavrum! Allah'a şirk koşma.

Çünkü şirk, çok büyük bir zulümdür." (Lokman

Sûresi, âyet: 12-13)

(*) Hikmet'in lügat manâsı: Akıl, ilim, ilimle amel, işlerde isabet de­mektir. Ulemânın örfünde hikmet: Gücünün yettiği kadar nazarî ilimleri elde ederek, faziletli amelleri yaparak insanın nefsini tam meleklik mertebesine yükseltmesidir.

Hikmet, Kur'an, Peygamberlik, kitap, din, muhkem sünnet, muhkem bilgiler, güzel ahlâk, faydalı sanatlar, kötülükleri önlemek, iyilikleri yaymak, faydalı ve ibretli güzel söz, Allah’ın âdeti, Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem)in sünneti, dînî öğütler, haşyet, tâat, İlâhî işaret, her şeyi doğruya döndürmektir... Eşyanın hakîkat ve manâsım kavramaktır.

Hikmet: Yukarıda sayılan şeylerin hepsidir ve her nev'î hikmet, Allah'ın ihsanıdır. (Hak Dini Kur'an Dili: 2/913)

— 265 —

2-  BÜYÜK HİKMET SAHİBİ

Dillerde "Lokmân-ı Hakim" diye meşhur olan ve kendisine hikmet verildiği bildirilmiş olmakla "hakim" sı­fatı kendisine çok uyan bu zâtın "hakim lâkabıyla anılma­sının sebebi, herhalde çok ve anlamlı "öğütler" vermiş ol­masıdır.

Onun lisanından olmakla beraber, aslında Cenab-ı Hakk'ın kelâmı olan şu öğüt örnekleri, aynı zamanda "hik­met" in nelerden ibaret olduğu hakkında da bize fikir ver­mektedir:

— Ey oğulcağızım! Allah'a şirk koşma, şüphesiz şirk en büyük bir zulümdür.

— İşlediğin şey, hardal tanesi kadar da olsa, Allah ondan haberdardır.

— Namazı kıl, dine uygun olanı emret, aykırı olanı da önle...

Ve başına gelene de sabret...

— Yeryüzünde böbürlenerek yürüme! ... (Lokman sûresi: 13,16,17,18. âyetler)

Demek ki Allah'ın ona verdiği hikmetin neticeleri, bu manidar nasîhatlar olarak görünmektedir. Bu kıymetli uyarılar, hikmetinin, bildiklerinin sonucu olarak insanlara aksetmektedir...

(Ekrem SAGIROGLU: Bilgiden İlme ve Gerçek Ha­yata s. 120, Bayrak Yayımcılık-Matbaacılık Koll.Şti. İst. 1986)

— 266 —

B) HİKMETİ ONU SORMASINA MANİ OLDU

Davud Aleyhisselâm, zırh gömlek yapanların ilki ol­duğu gibi, onu giyenlerin de ilki idi.

Davud aleyhisselâm, zırh gömlek yapmağa koyuldu^

Lokman Hekîm, hiç zırh gömlek görmemişti. Davud Aleyhisselâm'ı, zırh gömlek yaparken görünce taaccüp (hayret) etti.

Bunun ne olduğunu bilmediği için, Davud Aleyhisselâm’a sorup öğrenmeğe isteklendi ise de, Davud Aleyhisselâm’ın onu örüp boşalmasına kadar susmayı ter­cih etti. Hikmeti, onu ona sormasına engel oldu...

(Salebi, s.278, Zemahşerî: 3/282, Hâkim Müstedrek: 2/422)

3-   SEN HABEŞLİ LOKMAN DEĞİL MİSİN

Bir adam Lokman Hekim'e gelerek:

— Sen Habeşli Lokman değil misin? dedi.

Lokman Hekim:

— Evet, dedi.

Adam:

— Sen koyunlan otlatan bir çoban değil miydin? de­di.

Lokman Hekim:

— Evet, dedi ve sözlerine devamla adama verdiği öğütünde:

İnsanlara güleryüzlü ol. Onlara hoş muamelede bu­lun. Tatlı sözlerinle onları razı eyle...

— 267 —

— Ey kardeşimin oğlu! Eğer bu söylediklerimi yeri­ne getirirsen, (ki ben de öyle yapanm) sana şu öğütlerimi de bildireyim:

Ben gözlerimi fenalıklardan muhafaza eylerim. Dili­mi tutarım. Helâlinden yerim. İffet ve namûsumu koru­rum. Verdiğim sözü yerine getiririm. Misafirime ikramda bulunurum. Komşuluk haklarına riayet ederim. Mâlâyani (hiçbir işe yaramayan boş) şeyleri terk ederim. İşte bu se­beplerden dolayı gördüğün gibi oldum (hikmete ulaştım), buyurdu. (İbn-i Kesîr Tefsiri, s.911)

4-   HİKMET SAHİBİ

Emevî Halîfelerinden Hz. Ömer b. Abd'ül-Azîz, Ha­şan Basrî Hazretlerine bir mektup yazarak:

    "Bana bir nasihatte bulununuz" der. O da:

    "Hz. Nuh kadar ömrün,

Hz. Süleyman kadar mülkün,

Hz. İbrahim kadar inanç (yakîn)m,

Ve Hz. Lokman gibi hikmet sahibi olsan. Bilesin ki, bunun sonunda aşılması güç bir yokuş vardır. O da ölüm­dür.

Ölümden sonra ise, iki menzil (cennet-cehennem) vardır. Bu ikiden birisi mukadderdir" diye yazar. (Hakses Mecmuası; Sayı: 134, s.13)

5-   HİKMETİ NASIL ÖĞRENDİN

Hz. Lokman Aleyhisselâm'a:

    "Hikmeti nasıl öğrendiğinden" sordular? Cevaben:

— 268 —

    "A’ınâ bir adam, değneği ile yoklamadıkça nasıl yere basmazsa, aynı ben de onun gibiyim. Konuşmak iste­diğim zaman, önce düşünür, eğer bir hayır varsa konuşu­rum. Yoksa sükût ederim. İşte hikmete böylece ulaştım" dedi. (Mecâlis-i Sinaniyye: s.'442)

6-   HİKMETE NASIL ULAŞTIN

Hz. Lokman Hakîm'e:

    "Bu hikmet ve mertebeye nasıl ulaştın?" dediler. Lokman:

    "1. Sözde doğrulukla,

2.   Emânete riâyetle,

3.   Mâlâyânî-lüzumsuz-konuşmamakla,

4.   Bana lâzım olmayana değer vermemekle..." dedi. (İhyâ: 3/110)

7.   LOKMAN IN HİKMETİ

Süveyd Bin Sâmît, Hac için Mekke'ye gelmişti.

Şiirinin güzelliğinden, soyunun şerefinden ötürü kav­ini ona:

    "El-kâmil..." ünvanmı vermişti.

Resûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem), bu zâtı arayıp buldu.

İslâma çağırdı...

Süveyd:

    "Herhalde bende olan sende de var" dedi.

    "Sende olan nedir ki?"

— Lokman'ın hikmeti.

— Onları bana okur musun?

— 269 —

Süveyd okudu...

Resûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem):

    "Bu ne güzel bir söz", dedi.

Ve sözlerine devamla:

"Ama benimki seninkinden daha iyi:

Allah'ın bana indirdiği Kur'ân!

Hidâyet kaynağı ve nurdur..." dedi.

Ona Kur'ân okudu...

Süveyd: •

    "Bu ne güzel söz" dedi.

Ve Medine'ye döndü.

Kalbi İslâm'a meyletmişti...

Ama çok geçmeden Hazreçliler onu öldürdüler.

Kavmi, onun müslüman olarak öldüğünü söylerler/0

(Tarihçilere göre Süveyd b.Sâmit, kabiliyet, şecaat, asalet ve şairliği sebebiyle Medine'de Kâmil (Yetkin) lâkabıyla tanınırdı. Fakat Resûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ile karşılaş­tıktan sonra Medine'ye dönünce bir süre sonra patlak ve­ren Buas savaşında öldürüldü.) (Mevdûdî: Tefhîmül Kur'ân, 4/292)

8-   UZUN ÖMÜR

Uzun bir hayat yaşayan Lokman Hekîm:

— Uzun ömür isteyenler:

Başı serin,

Kalbi ferah,

Ayağı sıcak tutmalı... demiş/2

(1)    İslama İtirazlar ve Krr'an-ı Kerim'den Cevaplar, s. 196

(2)    Prof. Dr. Süheyl ÜNVER: Lokman Hekim, s. 31.

— 270 —

9-   NASILSIN

Bir gün Dâvud Aleyhisselâm, Lokman Hekim'e:

— Nasılsın? dedi. Lokman Hekim cevap verdi:

— Ben başka bir kuvvetin tasarrufu altındayım...

Yine başka bir gün Dâvud Aleyhisselâm, Lokman Hekim'e:

— Nasıl sabahladın? diye sordu.

Lokman Hekim:

— İşim, bir elim diğeri üzerinde olduğu halde sabah­ladım, dedi.

(Bu söz, onun bütün geceyi namaz kılarak, dua ede­rek ibadetle geçirdiğini anlatmakta olsa gerektir.)

Kâşifi: "Bundan murad, fazilet ve adalet elidir" de­miştir.®

10-   LOKMAN VE KÖR KİŞİ

Anlatılır ki, bir adamın bir gözü körmüş. Diğer gözü ise çok iyi görürmüş...

Lokman Hekim, adamın kör gözünü çıkarıp, yerine keçi gözü takmış..

Aradan hayli zaman geçmiş. Günün birinde yolda rastladığı adamı gören Lokman Hekim:

— "Gözlerin nasıl oldu?" diye sormuş.

Adam cevap vermiş:

— Eski gözüm çok iyi görüyor. Öteki gözüme gelin­ce keçi gözü olduğundan, nerede yeşillik görse o tarafa koşuyor... demiş.(4)

(3)    a.e. s. 17, Mecalis-i Sinaniye, s. 442, Tefsir-i Cevahir: L/138,

(4)    Anlatan: İstanbul-Emirgân'da ikamet eden, Haşan Fehmi İlmen Kızı Fatima Dürdâne 8.12.1980

— 271 —

11-EDEBİ KİMDEN ÖĞRENDİN

Hz. Lokman Hekîm'e:

   "Edebi kimden öğrendin?" diye sormuşlar. Cevap vermiş:

   "Edebsizlerden öğrendim. Şöyle ki: Onların işle­rinden hangisi gözüme hoş görünmedi ise onu yapmaktan sakındım..." demiş.(5)

12-   İNSANLARIN EN KÖTÜSÜ

Yine Lokman Hekîm'e sormuşlar:

   "İnsanların en zelili (kötüsü) hangisidir?" Hz. Lokman:

   "İnsanların en zavallısı, işlediği günahları hatırla­dığında üzüntü duymayan, insanların kendisini görmesine aldırış etmeyerek kötülük yapmakta devam eden kimsedir. Böyle kimseler, hemen kendilerini toparlayıp, günahların­dan üzüntü duyacak hale gelmelidirler. Yoksa hem günah işleyip, hem de bunlardan üzüntü duymamak, îmandaki zayıflığın işaretidir. Bunun neticesi de imansızlığa doğru hızla yol alış olur."(6)

Aynı soruya verdiği diğer bir cevap da şöyledir:

   "İnsanların kötü hareketlerini gördüğü halde nemelâzımcımcılık eden (emri bilme’rûf ve nehyi anil münker yapmayan) kimsedir" demiş.(7)

(5)    Şeyh Sa'dî: Gülistan, s. 386.

(6)   Celaleyn Tefsiri: 2/62, Mehmet Dikmen-Bünyamin Ateş: Peygam­berler Tarihi, s. 515.

(7)    Mecmûatüt Tefasir: 5/63,

— 272 —

13-    YÜZÜĞÜNDEKİ YAZI

Lokman Hekîm’in yüzüğünde şöyle yazılıydı:

— Gözle gördüğünü gizlemek, zan ile bir kimseyi rezîl etmekten iyidir.®

14-   DÜNYANIN EN LEZZETLİ NİMETİ

    "Ey Lokman! Dünyanın en lezzetli nimeti nedir?" demişler.

Hz. Lokman:

    "Dünyanın her türlü lezzetini tattım; ilimden daha lezzetlisini bulamadım..." cevabını vermiş.®

15-    DÜNYAYI NASIL GÖRDÜN

Ey Lokman!

— Dünyayı nasıl gördün? demişler.

Lokman:

— Dünyayı iki kapılı bir han gördüm...

Bir kapısından girdim.. Diğerinden çıkmak üzereyim, demiş.(10)

(8)    Gazalî: Kimya-yı Saadet: 1/354,

(9)    A. Cemil Akıncı: Lokman Hekim, s. 198.

(10)    A. Cemil Akıncı: Lokman Hekim, s. 208.

F: 18

— 273 —

16-   DÜNYA VE DERYA

"Ey Oğul! Muhakkak ki dünya, derin bir denizdir. İçinde birçok insanlar boğulmuştur. Şimdi sen de bu derya içindesin.

Eğer takvâ gemisine biner, Hakka tevekkül edersen kurtulabilirsin.

Bütün tehlikelerden kurtulabileceğine emin deği­lim...’’00

17-    DÜNYADAN HASRETLE GİDER

Ey Oğul! İki kişi dünyadan hasretle gider: Biri:

a)   Malı olup yemeyen,

b)   Ve bir ilim bilir olup amel etmeyen.02

18-    HİKMETE SARIL

Lokman Hekîm dedi:

— Oğulcuğum! Hikmete sarıl, onunla ikram olunur­sun.

Hikmeti aziz tut, sen de onunla aziz olursun.

Hikmet, ahlâkının en güzeli ve ulusu, Allah Azze ve Celle'nin Hak Dînidir.03

(11)    İhyâ, c. 3, s. 202,

(12)    Taberî, c. l.s. 383,

(13)    Arâis'ül Mecâlis, s. 206,

— 274 —

19-    HİKMET Mİ DAHA İYİDİR MAL MI

Hz. Lokman oğluna demiş ki:

— "Oğulcağızım! Gerçek hikmet senin on şey ile amel etmendir:

1-   Ölü kalbleri diriltmelisin!

2-   Miskinlerle oturmalısın!

3-   Kralların meclisinden sakınmalısın!

4-    Hakîr kimselerle tanışmaksın!

5-    Köleleri âzat etmelisin!

6-    Garipleri konuk!amalisin!

7-    Fakiri zengin kılmalısın!

8-    Şerefli kimselerin şerefini korumalısın!

9-    Büyük kimselerin de ululuğunu artırmalısın!

Emr-i bilma'rûf ve nehy-i anil münkeri harfiyyen uy­gulamalısın.

10-   Hikmet, maldan daha iyidir:

Korkudan muhafaza edicidir.

Harp için iyi bir hazırlıktır.

Ticaret ânında iyi bir sermâyedir.

Korku bastığında şefâatçidir.

Nefis, yakîn derecesine ulaştığında iyi bir delildir.

Elbise örtmediğinde, o iyi bir sütredir."(14)

(14)    Münebbihât, s. 36

— 275 —

20-    UZUN YAŞAMANIN SIRRI

Lokman Hekim'e sormuşlar ki:

    "Sen neden bu kadar uzun müddet, sağlık ve âfiyet üzere yaşayabiliyorsun?"

Şu cevabı vermiş:

    "Ben günde bir, haftada bir, ayda bir, yılda bir... kaidesine riâyet ederim. Yâni:

Günde bir defa yemek yer,

Haftada bir defa eşime yaklaşır,

Ayda bir defa müshil kullanmak sûretiyle, içimi te­mizler,

Yılda bir defa da kan aldırırdım..." demiş.(15)

21-    EN İYİ HASLET

Oğlu, Lokman Hekîm'e sordu; Babacığım:

— Bir insanın en iyi hasleti hangisidir?

Lokman:

— Dindir, buyurdu.

Oğlu:

— İki haslet olursa?

Lokman:

— Din ve mal, buyurdu.

Oğlu:

— Üç haslet olursa?

(15)    Sıhhat Hazînesi, s. 244

— 276 —

Lokman:

— Din, mal ve hayâ, buyurdu.

Oğlu:

— Dört haslet olursa?

Lokman:

— Din, mal, hayâ ve güzel huy, buyurdu.

Oğlu:

— Beş haslet olurlarsa?

Lokman:

— Din, mal, hayâ, güzel huy ve cömertlik, buyurdu.

Oğlu:

— Altı haslete olurlarsa?

Lokman:

— Oğlum! Saydığım şu beş haslet kimde bulunursa o zât müttakî, pâk ve temiz olup Allahü Teâlâ'nın dostudur; şeytandan uzaktır buyurdu.’16

22-    LOKMAN ALEYHİSSELÂM’IN SADÂKATİ

Bir gün Lokman’ın efendisine hediye bir karpuz getirdiler. Hizmetçiye "Git, oğlum Lokman'ı çağır" dedi.

Lokman gelince, efendisi, karpuzu kesip ona bir dilim verdi.

Lokman, o dilimi bal gibi, şeker gibi yedi.

Hem de öyle lezzetle yedi ki Lokman’ın efendisi, ikinci di­limi de

Kesip sundu. Böyle böyle karpuzu tamamen yedi.

(16)    İhyâ: 3/122,

— 277 —

Yalnız bir dilim kaldı. Efendisi "Bunu da ben yiyeyim; bir göreyim Bakayım nasıl şey, herhalde tatlı bir karpuz" dedi.

Çünkü Lokman, öyle lezzetle, öyle zevkle, öyle iştahlı iştahlı

Yiyordu ki; görenlerin de iştâhı geliyordu.

Efendisi o dilimi yer yemez, karpuzun acılığından ağzını bir ateştir

Sardı, dili uçukladı, boğazı yandı.

Bir müddet acılığından âdetâ kendisini kaybetti.

Sonra "A benim canım efendim,

Böyle bir zehiri nasıl oldu da tatlı yedin?

Böyle bir kahrı nasıl oldu da lütuf saydın?

Bu ne sabır? Neden böyle sabrettin? Sanki canına kastın var?

Niye bir şey söylemedin? Niye biraz sabret, şimdi yiyemem demedin" dedi.

Lokman dedi ki: Senin nimetler bağışlayan elinden o kadar

Rızıklandım ki, utancımdan âdetâ iki kat olmuşumdur.

Elinde sunduğun bir şeye, ey marifet sahibi, bu acıdır Demeğe utandım. Senin tanene, tuzağına gark olmuşumdur.

Bu kadarcık bir acıya dayanamaz, feryâd edersem Bütün cüzülerim hâk ile yeksân olsun.

— 278 —

Şeker bağışlayan elinin lezzeti, bu karpuzdaki acılığı hiç bırakır mı?

Sevgiden acılıklar tatlılaşır, sevgiden bakırlar altın kesilir.

Sevgiden bulanık, tortulu sular, arı, duru bir hâle gelir. Sevgiden dertler şifâ bulur.

Sevgiden ölü dirilir. Sevgiden padişah kul olur.(17)

23-    LOKMAN VE EFENDİSİ

Lokman, tertemiz bir kul değil miydi?

Gece gündüz, kullukta kusur etmez, gayret göstermez miydi?

Efendisi, iş gördürmede onu ileri sürer, Onu oğullarından da daha hoş tutardı.

Lokman, kul oğluydu ama efendiydi.

Nefis istediğinden hürdü.

Lokman'ın efendisi, görünüşte efendiye benzerdi;

Gerçekte ise efendisi, kuluydu, kölesiydi Lokman'ın.

Bu ters dünyada bu çeşit adamlar pek çoktur.

Böyle kişilerin gözlerinde inci bir saman çöpünden de bayağıdır.

Bu ışık sahibi, akıl yoluyla adamın gönlüne yol bulur.

O adamda ne varsa görür, anlayışı birisinden duymayla değildir.

(17)   Tâhir Biiyükkörükçü; Mevlâna ve Mesnevi: s. 244-245, A. Gölpınarh; Mesnevi ve Şerhi: c. 2, s. 231-233,

— 279 —

Gizli şeyleri iyiden iyiye bilen Hakk’ın has kulları, Dünyada gönüllerin casuslarıdır.

Gönülde bir hayal belirdi mi, o hayâlin sırrı, Onun gözü önünde apaçık serilir.

Lokman, kul şeklinde bir efendiydi.

Kulluk, görünüşünde bir örtüydü ona.

Şunu iyi bil ki, o âlemden bu âleme,

Tersine vuran çok şeyler var.

Lokman’ın efendisi,

Lokman'sız yemek yemezdi.’18

24-    HİZMETÇİLERİN "TURFANDA MEYVELERİ
LOKMAN YEDİ" DİYE İFTİRA ETMELERİ

Lokman, efendisinin hizmetçileri arasında hor bir kuldur.

Efendi, yesin de içi açılsın diye hizmetçilerini meyve getirmek üzere bağa gönderdi.

Lokman, kulların arasında bir yanaşmaydı sanki.

İçi mânâlarla dopdoluydu. Görünüşüyse geceye ben­ziyordu.

O kullar topladıkları meyvaları, hırsa, tamâha uydu­lar, bir iyice yediler.

Efendilerine de, meyvaları Lokman yedi dediler.

Efendisi, Lokman'a yüzünü ekşitti, ağır muâmelede bulundu.

(18)    Aynı eser: c. 2, s. 228-230,

— 280 —

Lokman, efendisinin azarına sebep aradı; anlayınca da ağzını açtı, dedi ki.

— A efendi! Hâin kul, Hak katında, O'nun râzılığını kazanamaz.

A ululuk sâhibi, sına bizi; hepimize sıcak su içir.

Ondan sonra da ata bin. Bizi yaya olarak geniş, uçsuz bucaksız bir ovada koştur.

O vakit kötü işleyeni gör. Sırları açan Allah'ın sanat­larını seyret.

Efendi, kölelerine sıcak su içirdi.

Onlar da korkularından içtiler.

Ondan sonra, onları ovalarda koşturmaya başladı.

O topluluk, yukarı aşağı koşup duruyordu.

Derken yorgunluktan kusmaya başladılar.

O su, içlerindeki meyvaları dışarı çıkardı.

Lokman'a da bunaltı geldi. Kusmaya başladı, ağzın­dan duru su çıktı.

Lokman'ın hikmeti bunu gösterirse,

Varlığı yetiştirip geliştirenin hikmeti neler yapmaz? Kıyâmet gününde, bütün gizli şeyler ortaya çıkar. Sizin de bilinmesini istemediğiniz şey meydana çıktı. Sıcak su içtiler, barsakları doğrandı.

Kendilerini rezil edecek sırları, tamamiyle ortaya dö­küldü.

Kötü yaraya kötü ilâç konur.

Eşeğin başına, köpeğin dişi gerek.

"Pis şeyler, pisler içindir", hükmünün hikmeti var!

Çirkine lâyık olan çirkin eştir.(19)

(19)    A. Gölpınarlı; Mesnevî ve Şerhi: c. 1, s. 588-589,

— 281 —

25-   LOKMAN HEKİM’İN SIRRI

Lokman Hekim, vefâtı esnâsında bir zarf vererek: "Benim esrarım bundadır. Vefâtımdan sonra ancak açabi­lirsiniz. Açmadan önce müzâyedeye koyun. Her kim fazla akça verirse, zarf onda kalsın ve zarfı o açsın. Alınacak para, çoluk çocuğuma nafaka olarak dağıtılsın" dedi.

Ve sonra canım teslim etti.

Zarfı açtılar ki, içine aşağıdaki beyti kendi lisânınca yazmış:

"Ayağını sıcak tut, başını serin,

Kendine bir iş bul da düşünme derin".

Açıklaması:

Bu hususta, bütün halef ve selef hekimler ittifak et­mişlerdir. Hakikaten bütün hastalıklar, önce ayaktan girer. Yukarıya ve en nihâyet dimâğa vâsıl olur. Fakat insanlar, bunun farkına varmazlar. İnsanın ayağı, bitkilerin kökü mesâbesindedir. Kış günlerinde bilhassa fazla dikkat lâzımdır. Bedeni nâzik ve teni nârin olanlar, daha da dik­katli bulunmalıdırlar.’20

26-   LOKMA VE LOKMAN

Lokma için, lokman rehîn oldu gitti;

Şimdi Lokman’ın sırası, a lokma git.

Bu didiniş lokmasının havasına kapılmışsınız da, Lokman’ın tabanında diken arayıp duruyorsunuz.

(20)    Sıhhat Hazînesi: s. 113,

— 282 —

Oysa onun ayağında diken değil, dikenin gölgesi bile yok. Fakat hırsınızdan bu ayırt ediş yok ki sizde.

Lokman'ın canı, Hakk'ın gül bahçesidir.

Onun can ayağı, niçin bir dikenle yaralansın!^

27-    LOKMAN HEKİM'İN SABRI

"Enes (R.A.)'den rivâyet olunmuştur. Demiştir ki:

Resûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem):

— Susmak hikmettir, ama onu yapan azdır; buyurdu­lar”.

Bu hadîsi, Beyhakî "Eş'Şuab" (adlı kitabında) zaif bir senetle tahriç etmiş, onun Lokman Aleyhisselâmın sözle­rinden mevkuf (bir hadis) olduğunu sahihlemiştir.(22)

Lokman, tertemiz Dâvud'un yanına gitmiş.

O'nun, demirden halkalar yapmakta olduğunu gör­müştü.

O yüce pâdişâh, çelikten yaptığı halkaları, birbirine takmadaydı.

Lokman, silâh yapma sanatını az görmüştü; şaşırdı kaldı.

Bu neye yarar acaba? Kat kat halkalarla ne yapıyor­sun?

Diye sorsam mı dedi.

(21)    A. Gölpmarlı; Mesnevî ve Şerhi: c. 1, s. 381-382,

(22)    Bülûğ'ül-Merâm; c.4, s. 377, Hadîs No: 1506, Tenbîh'ül-Gâfilîn: s. 236,

— 283 —

Sonra, kendi kendine sabır daha iyidir dedi.

SABIR: "Adamı maksadına en tez ulaştıran bir kılâvuzdur" dedi.

Sormadın mı, iş pek tez belirir.

Sabır kuşu, bütün kuşlardan daha tez uçar.

Fakat sorarsan, iş daha geç anlaşılır.

Kolay şey, sabırsızlıktan güçleşir gider.

Lokman, bir zaman sustu, seyretti. Dâvud da işini bi­tirdi.

Bir zırh yaptı. Sabırlı Lokman’ın karşısında giyindi:

— A yiğit dedi! "Savaşta insanı, yaralanmaktan koru­yan iyi bir elbisedir bu! Lokman; "Sabır hikmettir, ama yapanı az" dedi.

A filân "Vel-Asrı" sûresinin sonunu oku da bak!

Yüce Allah (C.C.), sabrı Hakk'a eş etti.

Hak, yüzlerce kimyâ yarattı.

Ama insan, sabır gibi bir kimyâ görmedi gitti.(23)

(23)    A. Gölpınarlı; Mesnevî ve Şerhi: c. 3, s. 217-218,

— 284 —

28-    KALB VE SIRLARI

Lokman oğluna dedi ki:

— Oğlum!

Kalb, rûhun karışmış sırlarından meydana gelmiştir.

Kalb, şeytana, hevâya (boş şeylere) ve dünyaya mey­leden nefsin sıfatlarını kazanmaması için, ruha öğüt ve­rir...

O öyle bir dünyadır ki, içinde -memeden ayrılmayı isteyen çocuk gibi iki yıl kadaraz bir zaman kalınır...

Vefattan sonra iki yurttan birine gidilir.

Onlar:

Ya Cennet,

Veyahut da Cehennemdir.

Allah'dan irtibâtını koparan nefsin, ruh tarafına dön­mesi, veya kalb tarafına yönelmesi mümkün görülmez. Çünkü:

"El-cinsü yemîlü ile'l-cins": cins cinsine çeker.

Nefis de, şeytana, hevâya ve dünyaya meyleder.

Kalb de, önce rûha meyleder ve sonra da nefse mey­leder.

Burada kalb ile nefis arasına ruh girdiğinden, bir fet­ret devri geçirilir.

Lâkin o fetretten sonra rahmete dönebilir...

Nefsânî isteklerinden sıyrıldığı zaman, o ihlâsm ken­disi olur.

O da tevhîd'dir.

Böylece hâlini ıslah mümkündür...

— 285 —

— Yavrum!

Benim yoluma tâbi ol.

O da tevhidi (Tek Allah inancım) izhârdır.

Eğer saâdetten, gelecekte faydalanmak istersen bunu yap!

Yok eğer böyle yapmazsan...

Bundan ötesi, merkebin anırmasından ibârettir...

Dediler ki:

— O sofudur...

Vaktinden önce konuşur...(24)

29-    LOKMAN HEKİM'İN TAHAMMÜLÜ

Bir gün Lokman bir yerden geçerken, birisi onu ka­çan kölesine benzetmiş:

    "Gel bakalım!" demiş. Onu tutmuş, bırakmamış. Bir sene ona cefâ etmiş, cevretmiş ve bir sene çalıştırarak bir ev yaptırmış.

Bir sene sonra kaçan köle pişman olmuş. Efendisinin yanına gelmiş, özür dilemiş. Fakat efendisi Lokman'a hakksızlık etmiş olduğu için, Lokman'dan fena halde korkmuş. Lokman'ın ayağını çözmüş, özür dilemiş.

Lokman gülmüş:

    "Özrün faydasızdır. Çünkü bir senedir bana kan yutturdun. Ettiğin ezâlar ve cefâlar iki söz ile gönülden nasıl çıkar? Böyle olmakla beraber ey iyi adam, seni affe­diyorum. Çünkü sen beni çalıştırdın, müstefit oldunsa da, benim de ayrıca istifâdem, kârım var:

Sen kârlısın, çünkü bedâva bir ev yaptırdın.

(24)    Neysâbûrî Tefsiri, c. 21, s. 58,

— 286 —

Ben de kârlıyım. Çünkü ilmim, irfânım, tecrübem arttı.

Benim de kölelerim vardı. Onlara zaman zaman ağır işler gördürürdüm. Şimdi çamur işlerinde çalıştığım, zah­met ne demek olduğunu öğrendiğim için, bundan sonra kölelerime ağır iş teklif etmem" demiş.

Böyledir:

Her kim büyüklerin çevrini çekmezse,

Küçüklere âcizlere gönlü yanmaz.

Eğer büyüklerin sözleri sana ağır geliyorsa,

Elin altındakilere sertlik yapma !(23)

30-    LOKMAN VE HIRSIZLARA NASÎHAT

Yunan toprağında bir kervan vurmuşlar. Bir çok mal ele geçirmişler. Bezirgânlar ağlamışlar, inlemişler:

    "Allah için olsun, peygamber için olsun bize acı­yın, malımızı verin" demişler. Tabiîdir ki bu yalvarmanın bir faydası olmamış:

Kalbi kara hırsız gâlip gelince,

Kervan halkının ağlamalarından müteessir mi olur?

Tesâdüfen Lokman Hekim de o kervan halkının ara­sında imiş. Kervan halkından birisi Lokman'a rica etmiş:

    "Şu hırsızlara biraz nasihat buyur, hakîmâne söz­ler söyle. Belki malımızın bir kısmını olsun geri verirler. Bu kadar malın gitmesine yazıktır..." demişler.

Lokman Hekim:

(25)    Şeyh Sâdî-i Şîrâzî: Bostan, s. 189, Tercüme: Kilisli Rifat Bilge, Meral Yayınları, İrfan Matbaası, İstanbul-1975.

— 287 —

— "Asıl böyle kimselere söylenecek hakimane sözle­re yazıktır" demiş.

Paslı bir demirden pası cilâ ile gidermek kabil değil­dir.

Kalbi kara insana öğüt vermenin faydası yoktur.

Hiç taşa demir çivi girer mi?(26)

(Açıklama: Hikâye pek açıktır. Anlaşılmayan hiçbir tarafı yoktur. Kervan toprağında vurulmuş ve soyulmuş, kervan halkının ağlamalarına kulak vermeyen "kalbi kara hırsız” Yunanlıdır, Batılıdır.

Bu defa vurulan kervandan ele geçirilen "bir çok mal değil", Lokman Hekim'in "HAKÎMÂNE SÖZLERI"dir.

Lokman Hekim'e ait olan "KALB VE DİL" hikmeti Ezop'a; "LOKMAN YEMİNİ" ise "HİPOKRAT YEMİNİ"ne tahvil edilmek istenmiş olduğu görülmektedir." Hz. Lokman Aleyhisselâm" bahsinde kaynakları verilmiştir.)

31) BENİM BİR TEK KALBİM VAR

Lokman Hekim oğluna verdiği öğütünde:

— Oğlum! Günahın zerresinden kaç. Gazabına uğra­yacakmışsın gibi Allah'dan kork, lâkin korkudan fazla ümit bağla...

Bu anda oğlu soruyu kavuşturur:

— Hem korkulu bulunmak, hem de ümitvar olmak nasıl mümkün olur? Benim bir tek kalbim var?

Lokman Hekim'in cevabı:

(26)   Şeyh Sâ'dî-i Şîrazî: Gülistan, s. 383, 9. Baskı, İrfan Mat. İstanbul1975

— 288 —

— Bilmez misin yavrum! Mümin iki kalbe sahiptir, biriyle korkar; diğeriyle ümitvar olur...

(Açıklama:

Yüce Allah, Kur'an'da Ahzâb Sûresi dördüncü âyetinde: "Allah bir adamın içinde iki kalb yaratmadı..." buyurulmaktadır.

> 

Merhum Haşan Basri Çantay, bu âyetin açıklamasın­da diyor ki:

Kâfirlerden biri "Benim iki kalbim var. Her şeyi on­larla bilirim. Bunlar Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in bir tek kal­binden efdaldir" demişti. Onu reddediyor.)

Lokman Hekim'in oğluna verdiği cevabı, Peygamber­ler Tarihi Ansiklopedisi şöylece nakletmektedir:

"Lokman Hekim; "Ey oğul! Müminin öyle bir kalbi vardır ki, sanki o iki kalb gibidir:

Birisi ile Allahü Teâlâ’nın rahmetini umar,

Diğeri ile Allahü Teâlâ'nın azâbından korkar.

(Yâni, mü’ınin ümit ile korku arasında olacaktır. Ne sâdece ümid edip azâbdan emin olacak; ne de korkuya dü­şüp Allahü Teâlâ'nın rahmetinden ümid kesecek)" buyur­du/27

32CÂHİLE HİKMET EĞLENCE GELİR

"Öyle çocuklarla oynama, arkadaşlarınla naz yapma.

Hak adamlarıyla yürü, duâları sebebiyle affedil." (Rûh'ül-beyân: c. 7, s. 85),

Şeyh Sa'dî demiştir ki:

(27)    Peygamberler Tarihi Ans. 4/160 ve d.v.

F: 19

— 289 —

İşittim ki, Lokman siyah tenkildir, teni ve endâmı nâzik olmuştur.

Hakk'ın öğütlerini tutan bir kuluydu. Bağdat'ta onun işi uygun olmuştu. Bir senede saraya iyilik dolmuştu.

Vezirin kölelerinden hiç birisi O'nu tanımamıştı.

Köle, vezirin önüne tekrar gelince ona:

    "Kendisini Lokman'dan yüksek görmemesini..." tembihledi...

Onun ayağı kaydı ve Lokman'dan özür dilemek gö­ründü.

Lokman güldü ve dedi ki:

    "Özür dilemek ne fayda sağlar?

Bir senedir senin zulmünden, ciğerim kan dolmuştur!

Bin sanat, gönülden kapıyı nasıl açayım?

Lâkin ey temiz ruhlu insan! Ben senin özrün, Bize zarar vermesin diye seni bağışlayacağım. Çünkü sen, kendi sarayını mamûr yapmışsın. Bana ise çok hikmet ve marifet verildi.

Ey iyi talihli genç! Sen, emirleri ve iş zamanlan Pek çetin olan çadırcının kapısında bir kölesin.

Her sert ve güç işi hatırladığım zaman; katı gönüllere Ermişlerin duâsı, bana çözüm yolu olarak görünür.

Kendisine büyük zulümler yapılan her kimse, o zul­mü taşıyamaz.

Küçük zayıflara gönlü acımayan kimselere, âmirlerinden de çetin söz gelir! (yâni acımayana acınmaz).

— 290 —

Senin emrinin altında bulunanlara zulüm etme.

Zamâna kabâhat bulma, sen de onun içindesin.

Cihanda hiç bir insan oğlu kalmaz (Herkes ölür ve yaptıklarından hesap verir).

Oyuncak sözler, büyüklerden nakledilmemiştir.

Akıl sâhibi kişilerden, zaten öyle sözler sâdır olmaz.

Câhile hikmetten yüz bab söyleseler,

Onun kulağında -hikmetli sözleroyun ve eğlence gelir."08

33İLAÇ KOKUSU

Seyyid Yahya Şirvanî'den nakledildiğine göre ömrü­nün sonunda altı ay, ağzına bir lokma dahi koymamıştır. Bu müddet içerisinde bir gün canı bir çeşit yemek istemiş ve istemiş olduğu yemeği büyük oğlu itina ile hazırlayarak önüne getirmiş. Şeyh ondan bir lokma almış ve onu ağzına götürmeden İlâhî mevzulara dalarak meşgul olmuş. Bir müddet sonra, almış olduğu lokmayı geri bırakmış. Kendi­sine bunun sebebi sorulduğunda şöyle cevap vermiş: — Lokman Hekim, uzun yıllar bazı ilâç kokuları ile gıdalandı. Benim bu lokma kokusu ile gıdalanmam büyük bir şey mi?

(S. Y. Şirvanî: Vird-i Settar, s. 3, Ahmed Said Mat. İst. 1971)

(28)    Rûh'ül-Beyân: c. 7, s. 88,

— 291 —-

34. HASTAYA NE YEDİRELİM

Hz. Lokman Hekim'e:

    "Hastaya ne yedirelim?" demişler.

Hz. Lokman Hekim de verdiği cevabında:

    "Acı söz yedirmeyin de ne yedirirseniz yedirin" demiş.

(M. Kemal Pilavoğlu: İslâmiyet ve Tıp, s. 112, Kevser Yay. İst. 1973)

35-    SUSAM BİTER SANDIM

Bir gün efendisi Lokman'a:

— Var tarlamıza susam tohumunu ek, der.

Lokman:

Arpa eker. Bitince efendisi görüp:

— Niçin susam yerine arpa ektin? der.

Lokman:

— Arpadan susam biter sandım, der.

Efendisi:

— Buna sebep nedir? deyince:

— Seni gördüm ki, âhiretin tarlası olan dünyâda dâima günah tohumunu ekiyorsun! Rahmet ve cennet bekliyorsun.

Eğer kötü ameller, iyi rütbeleri kazandırır ve cennet nimetlerine ulaştırırsa, arpa tohumu da susam bitirir, dedi.

— 292 —

Bu ibretli güzel söz, efendisini gaflet uykusundan uyandırdı.

Hikmetli sözleriyle saadet kazandıran Lokman'ı azât etti.’29

36-    ELLERİ OLMASAYDI

Bir seferinde, sahibi adam salmıştı Lokman Hekim'e:

— Ey Lokman, sahibimizin oğlunun gözleri kapan­dı.

— Niçin?..

— Önce yaralar belirdi, sonra artıp onu görmez yap­tılar...

Sahibimiz senden devâ istiyor.

Lokman Hekim:

— "Ah oğlunun elleri olmasaydı!" dedi.

— Ne demek bu?

— Sen sahibimize git, bu kadarını söyle. O anlar.

Adam dönmüştü ve cevabını aynen tekrarlamıştı. Sa­hibi gerçekten derde sebep olanı bulmuş, oğlunun ellerini bağlatmıştı.

Bir ay geçmeden, yaralar kapanmış ve çocuğun göz­leri açılmıştı. Çünkü çocuk ilk küçük yarayı kaşıya kaşıya bu hâle düşmüştü.’30

(29)    Mir'ât-ı Kâinat, c. 1, s. 199

(30)    A. Cemil Akıncı: Lokman Hekim, s. 59

— 293 —

37-   YA MAL YA SU

Bir gün Lokman'ın efendisi bir kimse ile nerd (tavla) oynayıp her kim mağlup olursa, ırmağın cümle suyunu içecektir.

Yahut bütün malının yansını, gâlip olana verecektir, diye bahis ettiler. Bu oyuna girişip oynayınca, Lokman'ın efendisi yenildi. Mühlet istedi. Gam ve elemle oynadığına pişman oldu. Lokman bunu duydu. Efendisini teselli etti. Sonra efendisi ve onun hasmıyla ırmak kenarına vardılar.

Orada Lokman:

— Eğer efendime bu ırmaktan dün nerd oynarken akan suyu içmek teklif edersen, onu hazırla getir, içsin.

Eğer şimdi akan suyu teklif edersen, onu tut ki akıp gitmesin.

Eğer ırmağın bu mahallinden yukarısındaki suyu iç­sin dersen, onu da tut ki aşağısına karışmasın...

Aşikârdır ki benim efendim dünyanın evvelinden ■ âhirine kadar bu ırmaktan akan cümle suları içmeye şart etmedi deyince:

Adam susup, maldan ferâğat eyledi.

Efendisi de sevincinden, Lokman'ı azât eyledi.

Hikmetlerinden ilk zuhur eden budur, diyenler var­dır.00

(31)    Mir'ât-ı Kâinat, c.l, s. 199

— 294 —

38-    EKMEĞİNİ ŞEKERLE YE

Bir gün Lokman Hekim bir çocuğa rast geldi. Çocu­ğun elinde ekmek vardı. Hem yiyor hem hisleniyordu...

Lokman Hekim, çocuğa sokuldu ve diledi:

— Ey oğlum! Ekmeğini şekerle ye.

Çocuk sert bir cevap verdi:

— Ben şekeri nerede bulayım?

Lokman:

— Şeker bulmak gerekmez.. İyice acıkmanı bekle.

O zaman yiyeceğin tek dilim ekmek sana şekerli ge­lir/32

39-    HAYDİ İÇERİ GİRİN

Bir hasta gelmişti. Bağırsaklarından şikâyetçiydi..

Lokman Hekim, onu yatırdı ve kamını açtı. Derdini giderdikten sonra, bağırsakları yerine yerleştirdi... O esnâda da: "Haydi girin içeri" dedi.

Öğrencileri, bu sözü bir usûl saydılar.

Onlardan bir başkası, Lokman Hekim yokken, ameli­yatı bitirince, bağırsakları yerleştirirken, aynı sözleri söy­ledi. Lâkin bağırsaklar bir türlü karın boşluğuna yerleşe­mediler. Öğrenci ter içinde kalmıştı.

O esnâda Lokman Hekim geldi.

Öğrenci, durumu anlattı.

(32)    A. Cemil Akıncı: Lokman Hekim, s. 142

— 295 —

Lokman hekim, hastanın yanına sokuldu... Bağırsak­ları yakaladı ve yerlerine oturtmaya başladı. Bu seferi tat­lılıkla değil, sert bir dil ile: "Haydi bakayım, acele içeri gi­rin" emrini verdi..

Bağırsaklar yerlerine oturdular.

Lokman Hekim, işi bitince öğrencisine döndü.. An­lattı:

— Oğlum! Geçen günkü hastanın bağırsakları inatçı değildiler. Tatlılıkla karma oturdular.

Bunlarsa inatçılar, sertlikten anlarlar ancak. Aklında iyi tut..

İyileştirmeye çalıştığın her uzvun bir huyu vardır..

Hekimlik yapacak insan bunu bilmelidir.

Bedenimizin uzuvlarına huylarımızı kendimiz veri­riz:

Çok dedikodu dinleyen bir kulak,

Fenâ şeylere bakmaya mecbur edilen göz,

Kötü konuşturulan dil,

Fesâda uğrayan mîde,

Yorulan bağırsak, elbette huy kapacaklardır.

İnsan, davranışlarıyla uzuvlarına ne türlü huylar ver­diğini farketmez.

İyi huylar ömrü uzatır, kötü huylar kısaltır.

Gün gelecek, bedenden bedene uzuvlar taşınacaktır.

Bu uzuvlar, orada yaşabilmeleri için, bedendeki huya uygun olmalıdır/33

(33)    A.C. Akıncı: Lokman Hekim, s. 139-140

— 296 —

40-   HİKMET KİTABI

Hazreti Dâvud (Aleyhisselâm):

    "Hani bana HİKMET KİTABInı yazıp verecektin, ey Lokman?.." dedi.

Lokman Hekim, torbasından kitabı çıkarıp uzattı...

Hazreti Dâvud çok içlendi.. Kitabı dikkatle inceledi...

Lokman Hekim'e teşekkür etti...

Hz. Dâvud oğluna:

    "Ey Süleyman! Bu kitapta sevgili Allah'ımızın Lokman'a verdiği bütün hikmetler yazılıdır. Onu insanlı­ğın dertleri için, soyumuz iyi korusun..." dedi.

Süleyman söz verdi:

    "Ey Peygamber babam! Ben ve soyum, onu canla­rı gibi saklayacaklardır."

Lokman Hekim'in Dâvud Aleyhisselâm'a verdiği ki­tap gerçekten saklandı... Danyal'a geçti.. Fakat Buhtunasar’ın Filistin'i ele geçirip yakıp yıkmasında ve Yahûdîleri öldürterek, bir kısmını Babil'e götürmesinde, kitap da Danyal ile Babil'e gitti. Büyük İskender zamanına kadar oradaydı. İskender Babil'i aldığı zaman, Lokman'ın HİK­MET KİTABI, İskender'in hocası Aristo'nun eline geçti.(34)

(Hz. Dâvud ile Lokman Hekim'in bu muhaveresi, Lokman Aleyhisselâm'ın kitap sahibi bir peygamber oldu­ğunu, HİKMET KİTABI'nın, ilmin değerini takdir eden insanlarca elden ele, dilden dile dolaştığını göstermekte­dir.)

(34)    A. Cemil Akıncı: Lokman Hekim, s. 192

— 297 —

41-   BUGÜNÜN LOKMAN'I KİMDİR

Prof. Dr. Süheyl Ünver, "Bugünün Lokman'ı kim­dir?" sorusunu şöylece cevaplıyor:

Hazret-i Lokman, Hakîm-i hâliste (ihlâs sahibi Hakîm'de) olur.

Fahrettin Razî der ki:

Lokman’ın Hekim olması, kendisine verilen nimete şâkir (çok şükür edici) ve başkalarına vâiz (nasîhat veren) olmasıdır, insanın en âlî (yüksek) mertebesi budur.

Bize göre bugünün Lokman'ı:

Zamanımıza da uyan fasıllarından oğluna nasihatleri yalnız bilmekle (vermekle) değil, tatbik etmekle de şahsi­yet sahibi olandır.’35

42-   KALB VE DİL HİKMETİ’’

— Hz. Lokman’ın kendisinde görülen ve akla delâlet eden ilk hikmeti şudur:

Kendisi, efendisinin koyunlarmı güden bir çobandı. Efendisi, bir gün onun akıl ve marifetini imtihan etmek üzere ona dedi ki:

— "Bir koyun kes. Bana en güzel iki uzvunu getir."

(35)    S. Ünver: Lokman Hekim, s. 31

(*) Yunanlıların EZOP'a isnad ettikleri KALB VE DİL HİKMETİ, Lokman Hekim'e ait O'nun güzel bir fıkrasıdır. Lokman Aleyhisselâm’ın bu hikâyesi, her tabakadan müfessirler tarafından zamanımıza kadar böylece nakledilegelmiş olup Hz. Dâvud ile Hz. Lokman arasında vuku bulduğu beyan edilmektedir.

(Taberi Tefsiri: 21/39, Neysâbûrî: 21/54, Hâzin: 3/441, Ebu's Suûd Tef­siri: 7/413, Rûh'ül Beyan: 7/76, Hülâsatül Beyan: 11/416)

— 298 —

Hz. Lokman, dilini ve kalbini getirdi.

Başka bir zaman da yme kendisine:

    "Bir koyun kes. Bana en kötü iki uzvunu getir." dedi.

Hz. Lokman, dilini ve kalbini getirdi.

Efendisi bunun sebebini sorduğunda:                              <

    "İyi olduklarında bu ikisinden daha iyisi yoktur.

Kötü olduklarında da bu ikisinden daha kötüsü yok­tur" cevabını verdi.

Efendisi, onun bu hikmetli sözünü beğendi, kendisini azat etti.(36)

43-    RAHAT OTUR RAHAT KALK

— Hz. Lokman'ın hekimliğe (Tıbba) ait anlatılan ilk hikmetinin şu olduğu söylenir:

Lokman ve efendisi beraber bulunuyorlardı.

Efendisi, helâya girdiği zaman oturmasını çok uzattı. Lokman bunu görünce, seslenerek:

    "Gerçekten helâda uzun oturmak, kalbi sabırsızlaştırır ve feryat ettirir. Nâsûr hastalığına sebep olur.(37)

Hararet başa yükselir. Rahat -sakînet ve vakarlıotur, rahat kalk. Yâni oturup kalkışını sert olarak değil, yavaş yap" dedi.

(36)    Ruh'ül-Beyah: c. 7, s. 76, Tenbhih'ül-Gâfilîn: s. 238-239,

(37)    Nâsûr: Oturak etrafında olan bir hastalıktır. Çoğulu, nevâsîr'dir.

(Müncid, c. 1, s. 805)

— 299 —

Helâdan çıkınca bu söz efendisinin çok hoşuna gitti. Lokman'ın sözünü helânın kapısı üzerine yazdırdı.08

44-    İSKENDER VE SAĞLIK

İskender, "hakimler adası"na ulaşmıştı. O, büyük bir ada idi.         ;

Orada bir kavim gördü ki, elbiseleri ağaçların yap­raklarından, evleri kaya ve taşların oyuklan -mağaralar­dı.

Onlara, hikmet hakkında meseleler sordu?

Onlar, cevabın daha güzeli ve konuşmanın da daha lâtif olanıyla cevap verdiler. Çünkü onlar, hakim isminin görülen manasmdaydılar (hakim kimselerdi).

Onlara dedi:

— Hacetiniz ne ise sorunuz? Dediler ki:

— Dünyada ebedî kalmak istiyoruz! Dedi ki:

— Ben de bunu kendim için istemekteyim. Fakat kendi nefsini ebedîleştirmeye gücü yetmeyen, sizi nasıl ebedîliğe kavuşturabilir?

Onların büyük olanı dedi ki:

— Senden, beden sağlığımızın ebedî olmasını istiyo­ruz?

Ona da cevap verdi:

— Yukarıda dediğim gibi buna da gücüm yetmez! Dediler ki:

(38)    Ruh'ül-Beyan: c. 7, s. 76.

— 300 —

— Biz, ömürlerimizin ebedîliğini tanıdık. Dedi ki:

— Ben kendi rûhumu bilip tanıyamadım? Sizin ki nasıldır, ben ne bileyim? Ona dediler ki:

— Bizi davet et, bunu yapmaya kudreti yetenden ta­lep edelim. Bundan daha büyük olanlara da onun kudreti yetiyor...

İnsanlar, İskender'in askerlerinin çokluğuna ve mer­tebesinin büyüklüğüne bakıyorlardı! Onların arasında "Sağlûk Şeyh" de vardı. Başını yukarıya kaldırmıyordu.

İskender ona dedi:

— Sana ne oluyor ki, insanların baktığına sen bakmı­yorsun?

Şeyh dedi:

— Senden önce gördüğüm melik beni hayrette bırak­tı! Tâ ki, sana ve senin melikine bakana kadar.. İskender dedi:

— O kimdir? Şeyh dedi:

— Melik'in biri bizim yanımızdadır. Diğeri ise "sağlûk-sağhk"tır.

Her ikisi de bir günde öldüler!

Bir müddet o ikisinden ayaldim ve sonra tekrar o iki­sine geldim. Fakat onu tanıyamadım...

Onlan terk etti ve ayrıldı...09

Bu hikâye, Lokman Sûresi tefsiri bahsinde zikredil­miştir.

(39)    Rûh'ül Beyan, c. 7, s. 83.

— 301 —

45-   İKİ TÜRLÜ HİKMET

Hikmet iki türlüdür:

1.   Söylenmek sûretiyle açığa vurulmuş hikmettir:

Kur'an-ı Kerîm'de Lokman Hekîm'in oğluna yaptığı öğütler gibi.

2.   Hikmet-i meskûtün anhâdır:

Konuşulmadığı, lâfızla ifade edilmediği halde hikmet olur. Nitekim Lokman Hekîm, Dâvud Aleyhisselâm'ı ziya­reti esnasında O'nu bir işle meşgul buldu. Ne yapıyorsun? diye sormak istedi. Hikmeti sormaya mani oldu, ama sor­madan işin bitmesini beklemeye başladı. Dâvud Peygam­ber onu tamamladı ve sırtına giyindikten sonra:

   "Ne güzel harp gömleği" dedi.

Lokman Hekîm de sormadan yapılan işin ne olduğu­nu öğrenmiş oldu. Ve "Sabır ne güzel huydur" dedi ve ar­kasından ekledi:

   "Susmak bir hikmettir ve fakat işleyebilen pek az­dır" dedi.

Lokman’ın bu sözü üzerine Dâvud Aleyhisselâm, Lokman'a:

   "Bu sözün dolayısıyla sen HAKÎM tesmiye olun­dun" dedi.(40)

(40)    M. Arabî: Fusûs'ül Hikem, s. 234, Tefsîr-i Ebû's-Suûd, Lokman Sûresi.

— 302 —

46-   BANA DÖNENLERİN YOLUNA UY

Begavî Hazretleri: Meâlimü't-Tenzîl ismindeki tefsirinde LOKMAN Sûresi 15'inci âyeti kerimesi:

"BANA DÖNENLERİN YOLUNA UY.. (Vettebi' sebile men enâbe ileyye)."

Bu âyet-i kerîmenin tefsirinde buyurmuşlar:

"Meri'den murat Hz. Ebû Bekir'dir. Bunun izahı şu­dur: Hz. Ebû Bekir islâma geldi. Hz. Osman, Talha, Zübeyr, Sa'd ibn-i Ebî Vakkas, Abdurrahman Bin Avf (Allah onlardan razı olsun) hepsi Hz. Ebû Bekir'in yanma geldi­ler. Dediler ki:

   "Sen Peygamber'e inandın ve tasdik ettin mi?". Hz. Ebû Bekir de:

   "Âmennâ ve saddaknâ (İnandım ve tasdik ettim)...

O doğru ifadeli bir Peygamber'dir. Siz de O'na îman edin." diyerek hepsini alıp Resûlüllah'a götürdü. Hepsi müslüman oldular. İşte bu zevât Hz. Ebû Bekir'in teşviki ile müslümanhğa girdiler. Âyet-i kerîmede beyan edilen: "O kimsenin yoluna gir"den maksat, Hz. Ebû Bekir oldu­ğu anlaşılmaktadır/41

Açıklama:

Âlimlerin, Hz. Lokman'ın "HAKİM" ve "VELÎ" ol­duğu görüşünde ittifak ettiklerini bildirmiştik. Zikredilen menkıbede kanaatımca Hz. Lokman'a "VELÎ" denilmesi­nin açıklaması yapılmaktadır. Çünkü İslâmî görüşe göre "VELÎLÎK" mertebesinde birinci sırada Hz. Ebû Bekir ge-

(41)   Şemseddin Sivasî: Peygamberimizin Sevgilisi Dört Halîfenin Menkıbeleri (Menâkıb-ı Cehâr Yâr-ı Giizîn), 50. Menkabe, s. 48.

— 303 —

lir. "Meriden murat Hz. Ebû Bekir'dir" tarzında yapılan açıklama, ilk bakışta çelişkili gibi gelmiyorsa da mezkûr âyetin asıl metninde "meri'den sonra gelen "enâbe"nin manasıyla beraber karşılaştırıldığında nakledilen görüşün doğru olmadığı anlaşılmaktadır.

"Enâbe" terimi, Kur'an-ı Kerîm'de üç sûre (4 âyet)te geçmiştir:

1.   Ra'd Sûresi 27’nci âyetindedir. Meali:

"Kendisine yöneleni Allah hidâyete erdirir."

2.   Lokman Sûresi 15'inci âyetindedir. Meâli:

"Bana yönelenlerin (dönenlerin) yoluna uy."

3.   Sâd Sûresi 24'üncü âyetindedir. Meâli:

"Dâvud, tevbe edip Allah'a yöneldi."

4.   Yine Sâd Sûresi 34'üncü âyetindedir. Meâli:

"Süleyman yine eski haline döndü." buyurmuştur.

Konumuz olan Lokman Sûresi 15'inci âyetinin meâline:

"Bana dönenlerin yoluna uy" a Çantay'ın meâlinde:

"Bana dönenlerin (mü’ıninlerin) yoluna uy"; Elmalı Tefsirinde:

"Bana dönenlerin (muvahhitlerin) yoluna uy" ilâvelerinin yapıldığına şahit olunmuştur.

Ayrıca "O doğru ifadeli bir Peygamberdir" cümlesiy­le menkıbede bir peygambere işaret edildiği açıklanmaktadır. Bu hangi peygambere işaret kabul edilmelidir?

Bu peygamber, öncelikle Lokman Sûresi de dahil ol­mak üzere Kur'an-ı Kerîm kendisine nâzil olan Muham-

— 304 —

med (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz olmalıdır. İkinci olarak da Lokman Sûresi 15'inci âyeti üzerinde konuşulduğuna göre Lokman Aleyhisselâm'a işaret edilmiş olmalıdır.

Bir de "enâbe"nin içinde geçtiği 4 âyetten ikisinde Dâvud ve oğlu Süleyman peygamberlerin zikredilmeleri sebebiyle mezkûr âyet meâlinin nasıl olduğu meydana çık­mış oluyor:

"BANA DÖNENLERİN (DÂVUD; Süleyman ve Hz. Muhammed Aleyhisselâmlar’ın) yoluna uy"...

47-   VAR ALLAH'A KULLUK EYLE

"Lokman Hekim’in Tahammülü" ile "Lokman ve Hır­sızlara Nasihat" hikmetlerini kendisinden naklettiğimiz Şeyh Sadî-i Şirâzî, Bayezid-i Bestâmî'den aşağıdaki hik­meti nakleder:

"Bâyezid-i Bestamî’nin annesinden:

— Hamileyken ne zaman şüpheli lokma yediysem Bâyezid ayak dürterdi. Lokmayı ağzımdan bırakmadıkça o da tepinmeyi bırakmazdı."

Bâyezid mektepte Lokman Sûresi'nin 13'üncü âyetine gelince, içine ateş düştü. Eve dönüncü annesine:

   "Hakk Teâlâ (Bana ve ana babana kulluk eyle) bu­yuruyor. Bu nasıl olur?!!.." Annesinden:

   "Ben hakkımı sana bağışladım. Var Allah'a kulluk eyle" cevabını alır."® (Şeyh Sa'dî)

(*) Not: Âyet-i celilenin orijinal metninde: "ENİŞKÜRLÎ VE LİVALİDEYK (BANA VE ANA-BABANA TEŞEKKÜR ET)" buyurulmuştur. Bu âyet-i kerimede "EBEVEYN"e teşekkür, Yüce Allah'a teşekkür, kabil edilmiş­tir. Zîra kula teşekkür etmeyen, Âllahü Teâlâ hazretlerine de hiç teşekkür et­mez.

— 305 —

48-   LA FONTEN’İN ATLA KURT HİKMETİ

Fransız masal şairi La Fonten (1621-1695), hayatının sonuna doğru (1678-1695) yılları arasında Lokman Hekim'i ve eserlerini tanır:

    "Evreni yaratan BÜYÜK USTA'dan bahseder..."

    "Doğu masallarından ilham alarak konularını zen­ginleştirir..."

    "Tabiat üstü kuvvetlerle, tabiat duygusunu birbiriyle bağdaştırır.."

    "Kendisini ilk bahar mevsiminin ılık seher yelleri arasında bulur."

Lokman Hekim'i kendine candan dost edinir ve Onun yardımına sığınır:

"Gel YÜCE HEKİM, gel! Kurtar dostunu..."

La Fonten, artık aradığı USTA'sını yanında bulur ve Lokman Hekim’e dost olur:

"Gerçek bir dostu olmak ne güzel şey."

Bundan sonra La Fonten, "ATLA KURT" masalını yazar ve USTA'sının mesleğini "KURT"a söyletir; bu ma­salın 20 ve 31'inci satırlarında USTA'sı LOKMAN HE­KİMİ iki kere zikreder ve "çizmeden yukarı da çıkmaz":

Çünkü Yüce Allah, Lokman Sûresi 12 ve 13’üncü âyetlerinde "LOKMAN" mübarek adım ancak iki kere anmıştır...

Bu kısa açıklamadan sonra Lokman Hekim'in bazı hikmetlerine de işaret edilen "ATLA KURT” masalını bu­raya yazıyoruz:

— 306 —

ATLA KURT

Bahar gelmiş,

Ilık seher yelleri,

Otları tazelemiş.

Bütün canlılar düşmüş kırlara, Canlarına can katmaya.

Kurdun biri de çıkmış gezermiş, Karsız dünya ne de güzelmiş.

Bir de bakmış bir kır at;

Salınmış yeşil çayıra.

Düşünün kurttaki sevinci:

    Al sana yiyecek, demiş;

Ama yiyebilirsen ye!

Ne diye koyun değilsin, be mübarek!

Çoktan bitirmiştim işini.

Ama seni haklamak mesele.

Türlü oyunlara baş vurmam gerek.

Vuracağız ne yapalım.

Kurt böyle demiş,

Ve uygun adım atın yanına gelmiş;

    Ben, demiş, Lokman Hekim’in soyundanım;

Bu çayırlarda ne kadar ot varsa Hepsinin iyisini kötüsünü bilirim. Övünmek gibi olmasın ama, Her derde devâ bulmuşumdur. Düldül gibi atsınız maşallah; Ama bir derdiniz var, belli.

— 307 —

Söyleyin, hemen söküp atayım bedava.

Bir şeyim yok diyemezsiniz:

Başı boş bırakılan at, Ya hastadır ya sakat, Lokman Hekim böyle der.

    Arka ayağımda çıban var, demiş at.

    Aman evlat, demiş kurt;

Ayak dediğin şakaya gelmez, Bir işledi mi kolay baş edilmez. Sizlere hizmet boynumun borcudur: Bu ameliyatların da kurduyumdur.

Hazret şurdan mı kapsam, burdan mı kapsam Diye bakıyormuş hastasına.

At çoktan işin farkında, Punduna gelir gelmez basmış tekmeyi. Ne diş kalmış hekimde ne çene kemiği.

    Oh olsun bana, demiş kurt, ağlamaklı: Kimse çizmeden yukarı çıkmamalı.

Hekimlik senin nene?

Kasaplığınla yetinsene!(42)

(42) La Fonten: MASALLAR, s. 121-122,

— 308 —

49-    LOKMAN HEKÎM'İN SON TAVSİYELERİ

— Ey Oğul!

1.    Zinhâr avreti sırdaş eyleme (Sakın eşine sırrını söyleme).

2.   Alçaktan borç etme. (Âdî kişiden ödünç alma).

3.   Avam ile dostluk eyleme. Ziyan edersin.

4.   Allah Teâlâ'dan gayriye tapma.

5.   Peygamberleri münkir olma.

6.   Gündüz çok uyuma. Geceleri az uyu.

7.   Sidiğini saklama.

8.   Çok cima' etme.

9.   Gecede su içme. Ayak üstünden su içme.

10.   Doyuncaya dek yedikte, üzerine yemek yeme.

Az yemek ile kanaat eyle; eğer dilersen daim sağ ola­sın.

Cemi' illetlerin başı bu saydıklarımdandır.

Tâ iştihan galip olmayınca nesne yeme.

Çün iştihan dahi bâki olsa, elini yemekten çek.

Koyun sürüsü ortasından geçme.

Senden kimse nesne sormayınca, haber verme ve söyleme.

Ey Oğul! Dünyadan iki kişi hasretle gider:

— 309 —

Biri ol ki, malı çok ola yemeye, biri de ol ki, ilim bi­lir ola amel etmeye.

Ey Oğul! Müfsitlerle dostluk etme ve musahip olma ki onların tabiatı sana eser etmeye. Anların fiiliyle müttehem olmayasın. Bir kişi namaz kılmaya meyhâneye girse, şarap içer derler.

Çün düşman düşmanlık etmekte fırsat bulamasa dost­luğa başlaya, dosluk eyleye. Ol dostluk içinde ne işler eder ki, yüz düşman etmiye.

Ey Oğul! İhtiyarın elinde ola, halka iyilik eyle.

Eğer sen düşesin, halk dahi iyilik eyleye.

Her işte acele ile evme, sabreyle. Tâ muradın hâsıl ola.

İyilik bilmeze, iyilik etme ve öğüt verme ki, zâyi' ola.

Çünkü hımara zağferan verirsen yer ve ne kadar sa­man verirsen yer, fark eylemez.

Kimin ile tuz ekmek yersen, hakkını bil ve duâdan unutma.

Çünkü bu vasiyetler bitti, ruhunu teslim eyledi. Oğlu yas tuttu. Bir kaç gün geçti. Komşuluğunda bir avam var­dı. Anınla dostluk eyledi. Tâ atasının sözünü tecrübe eyliye. Öyle dost oldular ki, bir zaman birbirinden ayrı yürü­mez oldular. Bir gün bir alçak kişiden dört dirhem borç al­dı. Bir gün de bir koyun aldı. Koyunu boğazladı. Bir çuva­la koyup kölesine dedi ki, götür bunu ol dostun yanma koy (evine saklasın). Kimseye bu sim demesin. Sonra ol çuva­lı, gece yarısı ondan alıp evine iletti. Zevcesine dedi ki:

— Ey hâtûn! Bu gece bir iş elimden çıktı. Sana de­rim, olmaya ki, sen de kimseye demeyesin. Avreti ant içti ki, kimseye demeye. Kocası dedi ki:

— 310 —

   "Bu gece bir yiğit öldürdüm, bu çuvala koydum. Ev içine gömerim. Benimle düşman idi."

Derhal ev içine ol koyunu gömdü. Çün dört beş gün sonra avretini dövdü ve dedi ki, seni boşarım ve bir avret dahi alırım, sen evin içindekini giderdin, evde gömülü ola­nı başkalarına söyledin. Hatunu evden çıkıp gitti. Ol ava­ma dedi: "Erim beş altı gündür ki bir yiğiti öldürdü. Ev içine gömdü." Avam çün bu sözü işitti. Derhal sultana ha­ber verdi ki, Lokman Aleyhisselâm’ın oğlu bir kan eyledi. Sultan bir adam salmak istedi. Ol avam dedi ki, ben vara­yım, Hazret-i Lokman’ın oğlunu getireyim. Yürüyüp Lok­man Aleyhisselâm’ın evine vardı ve boynuna bir ip taktı. Sultan kapısına iletti.

Ol alacaklı kimse yakasına yapışıp dört dirhemi ver dedi. Şimdi seni öldürürler, benim malım zâyi' olur..

Sultan uzaktan bu işi gördü. Öyle zannetti ki, katildir. Adam saldı, bana getirin dedi. Andan sonra öldürün, tâ halka öğüt olsun. Çün Lokman Aleyhisselâm’ın oğlv'nu sultana götürdüler... Sultan dedi ki:

— Ey Hekîm oğlu! Atan iyi bir Hakîm idi ve uslu idi. Sen dahi iddia ederdin ki ben dahi atam gibi usluyum, ne câhilâne iştir ki sen işledin?

Hakîm oğlu dedi ki:

   "Ben ne eylemişem?" Sultan dedi ki:

   "Niçin adam öldürdün?" Hazret-i Lokman Hakîm'in oğlu:

"Ben adam öldürmemişem" dedi.

Ol avam dostu ileri geldi. Tanıklık verdi ki: Adam öl­dürdü.

— 311 —

Lokman Hakîm'in oğlu dedi ki:

    "Ey Melik! Adam gönderin, ol ölüyü huzurunuza getirsinler."

Sultan, adamlar saldı. Vardılar, çuvalı çıkardılar, Melik'e götürdüler. Melik, çuvalı açtırdı. İçinden bir koyun ölüsü çıktı. Hazırlar taaccüp edip şaşırdılar. Sultan dedi ki: ■

— Bu nedir? Hazret-i Lokman Hakîm'in oğlu dedi ki:

    "Ey Sultanım! Benim atam bana üç vasiyet etti:

Avretini sırdaş edinme.

Avam ile dostluk eyleme.

Alçak kişiden borç edinme."

Ben bu vasiyetleri sınadım/42

50-    HZ. LOKMAN HEKÎM'İN BAZI FAZİLETLERİ

Yüce Allah tarafından, Lokman Aleyhisselâm’a hik­met verilmişti. Hz. Lokman, ilmiyle, hikmetiyle Davud Aleyhisselâm’a vezirlik ederdi. O, Allah'ı sevmiş, Allah da onu sevmişti.

Allah korkusunu hiç bir zaman hatırından çıkarmaz, Allah'ın emirlerini tutar, şükür ve ibadetlerinde devamlı bir kul idi.

Ahireti ve âhiret işlerini çok düşünür, kendini ölmüş gibi bilir, Allah'ı ve ölümü hiç hatırmdan çıkarmazdı.

Susmanın hikmet olduğunu söyler, çok vakit susar, ancak lüzumunda konuşurdu; gereksiz yere konuşmaz ve gülmezdi.

(42) Taberi Tarihi, c. 1, s. 381.

— 312 —

sTam edebli, insanlara şefkatli ve halka güzel öğütler verirdi.

Daima doğru söyler, doğru sözlü olanları çok severdi. Verdiği sözü yerine getirir, dediğini mutlaka yapardı.

Dünyada en lezzetli şeyin ilim olduğuna inanırdı...

Malı helâk olduğunda gam çekmezdi: Duvarı nem, insanı gam yıkar, derdi.

Halka güler yüz gösterir, tedaviye gelen hastalarını bir tutar, aralarında ayırım yapmazdı. İnsan kadrini bilirdi.

Zamanında insanlar, onun sözlerinden daha güzel söz işitmemişlerdi.

Yaptığı her işin sonunu iyice hesaplar ve düşünürdü.

Gündüzleri hiç uyumazdı; geceleri de az uyurdu.

Hz. Lokman Hekîm, çok sabırlı idi. Karısı ve oğlu küfür yolunda oldukları zamanlar, sabır ve metanetle tel­kinleri ve nasihatleriyle bunları hidâyete kavuşturmuştu.

Çok yemek yemez, çok konuşmaz, çok uyumaz, çok yol yürürdü.

Gece kalkıp su içmez, midesini çok doldurmazdı.

Kemâl-i edebinden, bir kere olsun yere tükürüp sümkürdüğü görülmemişti.

Lokman Hekîm, gözlerini fenalıklardan muhafaza eyler, dilini tutar, ihtirasını önler, edeb yerini korur, kıya­mını (namazını) uzatır, helâlinden yer, misâfirini ağırlar, onlara ikramda bulunur, komşuluk haklarına riayet eder, boş ve yararsız söz ve işlerle uğraşmazdı.

Sözü tatlı söyler, kaba, katı ve sert söylemezdi. Her işte itidal sahibiydi.

— 313 —

Nasihatten her ne söylerse, onu ilk önce kendi yapar­dı.

Yaşadığı müddetçe, Allah'a sıdk u ihlâs ile mütevec­cih ve mütevekkil idi...

İşte bu sebeplerden dolayı Lokman Aleyhisselâm, hikmete ulaşmıştı. (Lokman Sûresi: 31/1,34, İbn-i Kesir Tefsiri: 1/911, Ruhü’l Beyan: 7/5, 76, H. Asım Koksal: Peygamberler Tarihi, 2/230-234)

— 314 —

BEDEBİYATTA LOKMAN HEKİM

Memleketimizde şairlerin şiirlerinde Lokman Hekim'e oldukça yer ve önem verdikleri görülmektedir. Bu konuda bir araştırma yapıldığı takdirde pek geniş bilgi el­de edilebileceği anlaşılmaktadır. Topladığımız bazı misâlleri aşağıda sunuyoruz:

Bayburtlu Celâli, göz göz olmuş yaresine bir tabip di­ler ve en içten gelen duygularıyla Lokman'a "sen safa gel­din" diyerek şöyle seslenir:

1.   Bir bab-ı gaflette üçler yediler,

Seni bana hekim, cerrah dediler.

Yarem göz göz olmuş, bir tabip diler, Derdimin Lokman'ı sen safa geldin.

Narmanlı Sümmânî, Kâbe kapısına kadar gidip derdi­ne çare için Yaradana dua ettiğini, ecel oku isabet ettiğin­den Lokman'ın da derdine çare bulamıyacağma işaret ede­rek der ki:

2.   Kâbe kapısına düştüm meledim

Yeri göğü yaradandan diledim

Ecel okun al kanıma buladım

Lokman da derdime çare bulmadı:

Ne âb-ı hayatta, ne Lokman'da var...

Karacaoğlan, Bayburt illerinde dolaşır. Azgın yarala­rına, yar zülfünün telleri gibi el gerekeceğini düşünür. Bu esnâda Lokman Hekim'i hatırlar ve davet eder:

— 315 —

3.   Karacaoğlan der ki Bayburt illeri

Esip esip gelir bize yelleri

Burmalanmış yar zülfünün telleri O telleri gerecek el gerek bana.

Bir gün değil, beş gün değil, yüz gündür

Deste zülüf al yanağa düzgündür,

Merhem almaz yaralarım azgındır, Derdimin Lokman'ı gel yavaş yavaş.

Sivaslı Ruhsatî, İslâm Dininden aldığı namus anlayı­şıyla Fatma'sına Lokman’ın el vurmasına da razı değildir. Fakat yaranın Fatma'yı alacağı ve hasretinin kıyamete ka­lacağını da düşünür. Telli cânânı bir daha görebilmek için hekimler Hekim'i Lokman'ı da çağırmadan edemez:

4.   El vurma Fatma’ya Lokman karışmaz

Bu yara Fatma'yı alacak dedim

Bir daha göreydim telli cânânı

Hasret kıyamete kalacak dedim.

Aşık Kerem, yüce dağ başına çıkar, gezer, çöker, otu­rur. Temiz hava alır. Soğuk sularından içer. Yine de derdi elli iken bine çıkar. B öylece artan derdine Lokman Hekim gibi cerrahı davet ederek derdini söyler:

5.   Yüce dağ başında çöktüm oturdum

Derdim elli iken bine yetürdüm

Lokman Hekim gibi cerrah götürdüm Şu benim derdimden bilen olmadı.

— 316 —

Pir Sultan Abdal, gönül yarasına tutulduğunu, bütün dertlilere derman olan hekimlerin şahına ihtiyacının bu­lunduğunu Lokman olan şahdan diler:

6.   Gel benim derdime bir derman eyle

Kamu dertlilere derman olan şah Yüz sürem kapına bir ferman eyle Gönül yaresine Lokman olan şah.

Sivaslı Aşık Kâmili, ümitsizdir, derdine derman olup olmayacağında tereddüdü vardır. Cihan başına zindan ol­muştur. Bu arada hastalık ona ölümü hatırlatır da "dirilse Hz. Lokman" diyerek Lokman Hekim'in ölüsünden dahi ilaç istediği görülmektedir:

7.   Olur mu derdime derman?

Cihan başıma zindan

Dirilse Hz. Lokman

ilacı hiç bulunmaz mı?

Bayburtlu Coşkunî, vücudunun yaralandığını, tabip istediğini, gönlüne hitap ederek şöyle seslenir:

8.   Gel ey gönül sen Allah'ı seversen

Bin arzuhalimi yâra ulaştır.

Vücud yaralandı tabip diliyor

Doğru derdim öz Lokman'a ulaştır.

Bursali Ahi, yüreğinde onulmaz yaralarının bulundu­ğunu, dermanı olmayan yarasını gören herkesle beraber Lokman'ın da ağladığını şöyle dile getirmektedir:

— 317 —

9.   Yüreğimde yörelerim onulmaz

İşler fitilleri derman ağladı

Ey efendim buna çare bulunmaz

Zahmimi seyreden Lokman ağladı.

Aşık Hicranî, sözünde riya olmadığını, tıb ilminde tabiblerin en başında Lokman Hekim'in geldiğini, unutul­mak şöyle dursun, günden güne şöhretinin arttığını, bu­günkü şöhretinin dünden daha iyi olduğunu anlatıyor:

10.   Etıbba-ı ilmin Lokman kıyasi

Bu aciz sözümün yoktur riyası

Vechinde görülür aslın ziyası

Bugünkü şöhretin dünden iyidir.

* * *

11.   Her tabip derdine derman bulamaz

Çiçekler söyleten Lokman'ı getir.

Her cerrah yaramı açıp saramaz Şu halde Ca'fer-i Tayyar'ı getir.

* * *

72. Şaha esrarı hikmetten gelüptür nakille hüccet

Buyurmuş Hazret-ı Lokman dilersen cismine sıhhat

Bahar eyyamı iç müshil ki ta görmeyesin illet

Vücudun mülkünü emrazdan halis eder bu şer­bet...w

Sivaslı Ahmet Sûzî (1765-1830), önce Rabbine yal­varır, dua eder, sonra da derdinin devasını Lokman'dan gelip ister:

(1)    İlhan Yardımcı: Sağlık Folklorunda Lokman Hekim, s. 45-52,

— 318 —

13.   İlâhi! Dertliyim, dermana geldim.

Devasın isteyii Lokman'a geldim.

Diyarbakırlı Ahmed Mürşidi Efendi (1698-1760), gönlüne Muhammed Aleyhisselâm’ın hayalinin nakşolup çıkmadığını, cemaline (güzelliğine) seyran olduğunu, Resûlüllah'ın aşkının ateşinden beden ve ruhunun yanıp tutuştuğunu beyan ederek "eriş dermana Lokman'ım Mu­hammed" deyip tıpkı aşkı gibi Lokman'ı Muhammed'e sı­fat yapıp kaynaştırmıştır:

14.   Hayalin gönlüme nakşoldu çıkmaz

Cemalin oldu seyranım Muhammed.

Yakar aşkın odu cism ile canı

Eriş dermana Lokman'ım Muhammed.

Sivaslı Feryadî (ö. 1904), gam yükünün tüccarı oldu­ğunu, Lokman'ı aradığı halde derdine derman bulamadığı­nı veya gam yükü ile Lokman arasında sıkışıp kaldığını anlatmaktadır:

15.  Yine gam yüküne tüccar ben oldum Bulmadım Lokman'ı arada kaldım.

Yunus Emre (13. yüzyılın ikinci yarısı ve 14. yüzyı­lın başı), Hakk’ın kendisine bir gönül verdiğini, bazan se­vinip bazan da üzüldüğünü, ağladığını, bazı defalar da hikmetlere dalıp Calinus ve Lokman olduğunu dile getir­mektedir:

— 319 —

16.    Hak bir gönül verdi bana, ha demeden hayran olur.

Bir dem gelir şadı bulur, bir dem gelir giryan olur.

Hiç nesneyi bilmez olur, bir dem cehaletle kalır, Bir dem dalar hikmetlere, Calinus u Lokman olur.

Sunullah Gaybî (17. yüzyıl) biraz sert ve öfkeli ola­rak zahire, görünüşe bakıp da işin iç yüzünü anlamayan kişinin canânı (gerçek dostunu) da bilemeyeceği gibi, der­di olmayan münafığın Lokman'ı da bilmesinin mümkün olamayacağını anlatır:

17.   Canı olmayan zahid, cananı neden bilsin?

Bîderd olan münafık, Lokman'ı neden bilsin?

Mısırlı Muhammed Niyazi (ö. 1693), yarasını kendi yârinden bilip tedavisi için Lokman'a geldiğini veciz ve öz bir şekilde dile getirir:

18.   Yaramı bildim, yârimden imiş

Bunda Niyazi, Lokman'a geldim.

Aşık Ali Ahî (17. yüzyıl), kendisinin aşk yarasına tu­tulduğunu, bu sebeple derman olan ilâcının dert arasına gizlenmiş bulunduğunu, bunlara çare olabilecek ilim ve hikmetin Lokman Hekim'den alınabileceğine işaretle der ki:

19.   Çalış bu girdabın çık karasına

Derman da gizlenmiş dert arasına

Merhemim olur mu aşk yarasına

Bu Um ü hikmeti Lokman'dan aldım.

— 320 —

Hoca Ahmed Fakîh (13. yüzyıl), hiç derman buluna­mayan derde yakalanmıştır. Bukrat ve Lokman'a gelir, muayene olur, ilâç verirler, kullanır. Verdikleri ilâç onu tedavi etmeyince "hiç ilâç bulamadılar..." feryadını basar:

20.   Bu bir rençtir ki hiç derman bulunmaz

İlaç bulamadılar Bukrat u Lokman.

Said Emre (13. yüzyıl sonu-14. yüzyıl başı), Bu da ölüm hastalığına yakalananlar arasındadır. Çünkü öteki dünyaya (âhirete) gidenleri araştırmakta ve onlardan "neredeler?..." diye sorular sormaya devam etmektedir:

21.   Kanı Hüsrev, Kanı Şirin ü Ferhad?

Kanı ol Calinus Hakim ü Lokman?'2

Rûh'ül Beyan Tefsirinde Lokman'ın rütbesine işaretle denilmiştir ki:

22.   Lokmanın rütbesini bulana kadar,

Heybet ateşi canı aslâ yakamaz.

Can âşık gibi bir pervane olmuştur,

Eğer yanmak isterse mumun yanına geliri

Osman Hayri Mürşid Efendi, yüce Allah'ın Hakim ve Halim sıfatlarına işaret edeerek Hz. Lokman'ın ilim ve hikmet deryasından safî bir cevher çıkaran dalgıç bulun­duğunu açıklar:

(2)    Muzaffer Reşid: Vatan Şairleri Antolojisi'nden derlenmiştir.

(3)    Rûh'ül Beyan: 7/82,

—321 —

23.  Ey Hakîm ve Halîmike velem y ezelî İlim ve hikmette kâmil-i ezelî Hikmetin bahri dolu cevheri hâs Nice Lokmanı eyledin gavvâs.™

Cevahir Tefsirinde Lokman’ın hikmetinin yüksekliği­ne işaretle şöyle denmektedir:

24.   Lokmanın hikmeti, bu derece yükselmiştir: Merhameti yüce Rabb'ın hikmetine ulaşmıştır. Gizli olan ne varsa, her şey sana açıklanmıştır, Bir kimse ki hainlik eder, rezîl rüsvay olmuş­tur.™

Hocam merhum Mustafa Karabeyoğlu, Kur'an’ın Al­lah kelâmı olduğunu, içi dışı parlattığını, cahillik derdine Lokman ilâcının iyi gelebileceğini anlatarak der ki:

25.   Kur'an imiz Hak sözü, parlatır dışı özü.

Cahilliğin derdine, hem Lokman'dır hem ilâç™

Şair Kuddûsî de gönlüne sabır tavsiyesinde bulunur. Derdine derman bulabileceğine kesin inancı vardır ve Lokman’ın geleceğini beklemektedir:

26.  Sabreyle gönül, derdine derman gelir elbet, Sen hastaya bil söyle ki, Lokman gelir elbet.™

(4)   Sıhhat Hâzinesi, s. 102

(5)   Cevahir Tefsiri: 1/138,

(6)   Kırkbir Cim, s. 2,

(7)   Kuddûsî Divanı, s. 13,

— 322 —

Değerli doktorlarımızdan Prof. Dr. Süheyl Ünver, Lokman Hekim isimli eserinde "Tasavvuf ve Edebiyatta Lokman" bölümünde: "Memleketimizde halk mistik folk­lor âleminde ve münevverlerin divan edebiyatında Lok­man ismi çok geçer..." diyerek aşağıdaki misâlleri ver­mektedir:

27.   Bir devasız derde düştüm ah ki Lokman bihaber.

(Bir çaresiz hastalığa yakalandım, ne yazık ki Lok­man bile habersizdir.)

.

Marazı aşka deva eylemez Lokmanlar.

(Lokman başta olmak üzere doktorlar, aşk yafasına ilâç bulamazlar.)

Müsteidd-i mürg olan biçare bimare Lokman neyle­sin?

(Ölüm hastalığına yakalanan kişiye Lokman ne yapa­bilir?)

Felek tasında macunu hayata sa'y edip Lokman

Eritti mâye-i ömrin, memata bulmadı derman.

(Lokman, dünya âleminde hayata ilâç yapmaya çalı­şarak,

Ömrünü tüketti, fakat ecele bir çare bulamadı...)

4« îjî 5*4

Şifayı böyle yazmış Şeyhî Lokman

Güzeller lebleri (dudakları) her derde derman.

* * #

— 323 —

Ata sözlerinden

— Çaresiz derde Lokman bile âciz kalır.

— Çaresiz derde Lokman neylesin?

— Ecele çare olsaydı, Lokman Hekim bulurdu...

Yine Süheyh Ünver, aynı eserinde "Mezar Taşlarında Lokman" bahsinde: "Türkiyenin ve bilhassa İstanbul’un bir çok kabristanlarında mezar taşlarında manzum ibareler içinde Lokman ismi de çok geçer” der ve şu Örnekleri ve­rir:

28.   Çalışıp nice tabibler derde derman bulmadım

Nuş edip cam-ı ecel Lokmana hacet koymadım.

(Nice doktorlarla ölüme çare aradım, buna bir ilâç bulamadım.

Ecel şerbetini içip Lokman'a ihtiyaç bırakmadım.)

îj; sjc

İçtim ecel şerbetini Lokman'a hacet kalmadı.

$ $ $

Gelse Lokman neylesin? Dolmuş ecel peymanesi (kadehi).

* * *

Bâd-ı ecel erişti bu gonca-i gülün rûyine

Lokman Hekim olsa, çare bulunmaz derdine.

(Bu açılmak üzere olan çiçeğin kokusuna ecel rüzgârı ulaştı. Artık Lokman Hekim de gelse, derdine çare bulun­maz.)

— 324 —

İmam Gazalî (1058-1111 Mîlâdî)de bir mezar taşın­dan misâl vermektedir:

"Bir doktorun mezar taşında şöyle yazılıdır:

Lokman’ın da mezarına intikal ettiğini,

Bana söyledikleri vakit dedim ki:

Hani onun tıptaki mevkii ve bu husustaki hazakati (ustalığı)?

Kendini ölümden kurtaramayan, başkasını nasıl kur­tarabilir?"

(İhyâ: 4/870)

Avaz-ı bülend ile demiş Hazret-i Lokman

Hikmetle tegannî maraz-ı aşka devadır.

Müştak Baba

(Hazret-i Lokman yüksek sesle demiş ki:

Bilgelikle okumak aşk derdine devadır.)’8

Aşki'ye gel her derdine devadır

Aşkın yoksa Lokman gelse hevâdır.

Mahmud Öncü-1976

Derdim yığın yığın, gam kile kile,

Lokman da sağ değil, derdimi bile.

Zahiri mahluktu, muhabbet idi,

Bâtını nefsa-i hikmette idi,

Her derde dermana gayrette idi,

Emrah-ı zamanın Lokmanı gitti.™

(8)    Nezih Uzel Sûrîye'de Türk Müziği Makalesi, 15.8.1989 Zaman Gaz.

(9)    Doç. Dr. Zeki Başar: Erzurum'da Tıbbî ve Mistik Folklor Araştır­maları, s. 198, 250, Sevin Matbaası, Ankara-1972.

— 325 —

Hz. LOKMAN HEKİM'İN CANLILIK VE KIYMETİ DEVAM EDİYOR

Hz. Lokman Hekim'in, kendisine Yüce Allah tarafın­dan verilen güzel adı "LOKMAN" halk arasında dün oldu­ğu gibi bu gün de hâlâ yaşıyor, canlılık ve kıymetini de­vam ettiriyor. Şimdi buna dair bazı misâller sunuyorum:

1.  Ashab-ı Kiram'dan Lokman b. Beşir varmış ve Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Efendimizden hadîs-i şerifler rivayet edermiş. (İhyâ: 4/870)

2.  Osmanlı Türk müelliflerinden Lokman İbn-i Hüse­yin El-Aşûrî el-Hüseynî vardır ve "Kıyafet-ü İnsaniyye fî şemâil-i Osmaniyye" isimli eseri yazmıştır. (Müncid, s. 461)

3.  İran şairleri arasında Lokman isimli olanı da var­dır. (Ş. Sami: Kamusul A'lâm: 5/3995)

4.  Lokman Hekim, halk hekimliğinin sembolleşmiş adı olmuştur:

Halka, yaşayışıyla güzel örnek olan, onları sanat ve maarife teşvik eden, hayır cemiyetleri kuran, birlik ve be­raberlik için teşvik eden, okullar açan önder kişilere de bu ismin verildiği görülüyor:

Doktor Hâfız Cemal Bey'e verilen Lokman Hekim sı­fatı gibi...

Bu doktor, kendisini kısa zamanda İstanbullulara ta­nıtmış ve tedavîde kullandığı orijinal usuller ve verdiği ilâçlarla hastalarının büyük çoğunluğunu huzura kavuştu­ruyordu. Bunun için kendisinden Lokman Hekim diye bahsedilmeye başlandı. Sonraları bu ünvanı soyadı olarak seçmiştir. (Türk Kültürü: 4/412)

— 326 —

5.   Lokman Hekim hakkında yapılan neşriyat yanında yine Lokman adı ile yayın yapıldığı görülmektedir:

— Lokman Sağlık Yayınları,

— Lokman Postası gibi...

Lokman Postası "YAKIŞTIRMALAR" sütûnundan seçilenler:

— Adam, ahbabından bellidir; Lokman da isminden.

— İşkence: Lokman ilâçlarıyla bitti...

— Şimşek: Lokman ilâçlarının tesir hızıdır; (Lokman Postası, Sayı: 79, s. 4, Aralık-1974)

— Dilerim Mevlâdan ki:

Lokman Hekim'in öğütleri, kalblere şimşek hızı ile ulaşsın.

LOKMAN HEKİM ÜZERİNE

Eczacı, folklor araştırmacısı Müjgan Üçer, 1983 yı­lında Eskişehir'de yapılan l'inci Uluslararası Türk Halk Edebiyatı Semineri'ne "Halk Edebiyatımızda Lokman He­kim Üzerine" adlı bildirisiyle, katılmıştır. Biz, işte bu bildi­riden önemli gördüğümüz bölümleri sunuyoruz:

Doğu Türkistan'da Lokman Hekim ile ilgili su mani söyleniyormuş:

Hani bin yaşayan Lokman

Ölüme hileler kılan

Neden dünyada bel bağlayıp

Canına bulmadı derman.

— 327 —

Cemil Cahit Güzelbey, Gaziantep yöresindeki folklor çalışmalarında bir kıtasında Dr. A. Ekrem Battal için şöyle diyor:

Bir zamanlar car sunardın en ümitsiz hastaya

Şimdi aciz kaldı doktorlar sana can vermeden "İrciî" (dön) emrine hiç var mı diretmiş tek kişi

Geçti Lokmanlar cihandan mevte derman vermeden.

Bir şarkımızda ise Lokman karşımıza şöyle çıkıyor:

Hani Karun malı n'itmiş

Hani Cengiz şanı n'itmiş

Hani Lokman canı n'itmiş

Yalan dünya yalan imiş.

Sivas'ta Naime Mergam'dan alınan Lokman Hekim'in bir hikmeti:

Lokman Hekim: "Çok uzun yaşadım ama iki şeye akıl erdiremedim" demiş: "Birisi sıcak suyun ölüleri dirilt­mediğine,

Diğeri ise ikindi ile akşam arası yatıp da kalkanların mecnun olmadıklarına..."

1982 yılına kadar Sivas'ta çocuk hastalıkları ve sağlı­ğı hekimi olarak görev yapan Gaziantepli Dr. M. Kâzım Erkent, Sivas yöresi insanlarının çeşitli vesileler ile kendi­sine yönelttikleri güzel dilekleri, temennileri toplayarak halk ağzından şöyle bir derleme yapmış:

— 328 —

Şifa yurdu olsun haneniz

Yağ bala gitsin kazancınız

Eliniz İbn-i Sina’dan olsun İlâcınız Lokman Hekim'den Dürüstlük rehberiniz olsun Haneniz bereketle dolsun.

(Müjgan Üçer: Lokman Hekim Üzerine, Gümüş Ba­sımevi, İstanbul-1984 Beyazıt Devlet Ktb. No: 272956)

Lokman Hekim, halk türkülerine de girmiştir:

Karadır kaşların ferman yazdırır

Aşkın beni diyar diyar gezdirir Lokman Hekim gelse yaram azdırır Yaramı sarmaya yar kendi gelsin.

Ordunun dereleri aksa yukarı aksa Meslektaşlar biraz da Lokman’a baksa.

Okunan ilahilerde de Lokman Hekim'den bahsedil­mektedir:

Aklım var diye söyler tabipler

\ Lokman Hekim gibi bilsen ne fayda Son nefeste söylemezse bu diller Bülbül gibi dilin olsa ne fayda.

(Mehmet Cengiz: Sadâ Mecmuası, s. 204)

— 329 —

NA'T-I ŞERİF İ HZ. LOKMAN ALÂ NEBİYYİNA
VE ALEYHİ’S SALÂT-Ü VESSELAM

1.     Buyurdu Hazret-i Lokman'a hikmeti i'tâ

Devây-ı nushunu Kur'an âlîşan eder enbâ

2.     Nebî olmaklığında hangi zâtın ihtilâf olsa

Kibârri Evliyâ'dan da değil denmez ona aslâ

3.     Birisi işte onlardan bu zât-ı pür-şeref kim

Eder bazı efâdil Enbiyâ’dan olduğun inşâ

4.     Hilâfet olarak teklif andan i'tizâr etmiş Recâ-yı afiyet kılmıştı verdi hikmeti Mevlâ

5.     Nübüvvet olmuş istihrâc yine i'tizâr etmiş

Deyü ehl-i ulûmun bazısı etmektedir imlâ

6.     Kölelik zişti-i sûret rivayet etti bazılar

Nebî ise bu sözler bî-esas olduğudur iclâ

7.     Muasır Hazret-i Dâvud ile çok Enbiyâ ile Mübarek kabri Ramle canibinde oluyor enbâ

8.     Talep ettik de Üstadı koyunun etyeb cismin Lisan ve kalbini derhal buyurmuştu ona i'tâ

— 330 —

9.   Edip sonra koyunun ahbes a'zasını matlûb

Yine kalb ve lisanını verdiğinde oldu istinbâ

10.   Dedi bunlar eğer etyeb olursa ondan etyeb yok Habis olursa onlar olurlar ekreh a'zâ

> 

11.   Bunun gibi nice nice nesayih eyleyip îrâd

Tevarih içre onlardan bir miktar olur inşâ

12.   Şeh gününe cümle Enbiyâya ehl-i îmana

Salevât hî-aded olsun kemâ yardâ bihel Mevlâ

13.   Şifâ-yı avn ile Rabb-i Hakîm etsin kemâl-i şâd

Devâ-yı afv-ı emrâz-ı zünûbün eylesin imhâ

(Ahmed İlhamiyyis Sa'dî-seyyid Mustafa Niyazî: Şerh-i Esmâ-i Enbiyâ’nın Evlîya’nın Kıssası, s. 53, Şeyh Vefa Mat. îslâmol-1284 Hicrî)

1.   Allah Hazret-i Lokman'a hikmeti verdi. O'nun hik­metli nasîhatlarım şanı yüce Kur'an anlatır.

2.    Nebî olup olmadığında hangi zâtın ihtilâf edilse, ona aslâ Evliyâ'nın büyüklerinden de değildir denilmez.

3.    İşte onlardan birisi de bu şeref dolu zâttır. Bazı bil­ginler O'nun Enbiyâ'dan olduğunu bildirdiler.

4.    Kendisine hilâfet teklif edildi, ondan özür diledi. Affedilmesini dileyince Mevla O'na hikmeti verdi.

5.    Bazı âlimler, "Lokman'a Peygamberlik teklif edildi yine özür diledi" diye yazmaktadırlar.

— 331 —

6.  Bazı bilginler de O'nun köle ve kabih yaradılışlı olduğunu rivayet ettiler. Eğer Lokman Nebî ise bu sözle­rin bir asıl ve esası yoktur.

7.  O, Hazret-i Davud ve bir çok Enbiyâ ile çağdaştır. Mübarek kabri Ramle yakınındadır.

8.  Üstadı O'na "Bir koyun kes, bana en güzel iki uz­vunu getir" deyince; Lokman derhal dilini ve kalbini geti­rip verdi.

9.  "Bir koyun kes, bana en kötü iki organını getir" de­yince de Lokman yine dilini ve kalbini getirdi. Bunun se­bebi sorulduğunda:

10.  "İyi olduklarında bu ikisinden daha iyisi yoktur. Kötü olduklarında da bu ikisinden daha kötüsü yoktur" ce­vabını verdi.

11.  Bunun gibi daha nice nice nasîhatlar söyleyip ta­rihler onlardan bir kısmını yazmışlardır.

12.  Ulu kıyamet gününe, bütün peygamberlere ve îman ehli müslümanlara Mevlâ'nın razı olduğu gibi sayısız duâlar olsun.

13.  Hikmet sahibi yüce Allah, onu şifasıyla mesrûr kılsın. Onu bütün günah hastalıklarından temizlesin.

— 332 —

C) KAYNAKLAR

1.     Kur'an-ı Kerîm, Diyanet İşi. Bşk. Yay. Ankara-1973.

2.     Tecrîd-i Sarih Tercemesi, Diyanet işi. Bşk. Yay. Ankara-1971.

3.     Sahîh-i Müslim ve Tercemesi: Mehmet Sofuoğlu, İst. 1967.

4.     Bülûğ’ul Meram: Mütercim Ahmet Davudoğlu, Sönmez Neşriyatı, İst. 1967.

5.     Tâc: Ali Nasıl, Üçüncü Baskı, Mısır-1961.                                                                    (

6.     Ihyâü Ulûm’id-dîn: İmam Gazali, Mısır 1358 H.

7.     Kimyay-ı Saadet: imam Gazali, Tan Matbaası, İst. 1969.

8.     Mükâşefet'il Kulûb: i. Gazali, Fatih Yay. İst 1969.

9.     Eyyühe'l Veled: i. Gazali, Bedir Yay. 6. Baskı,.İst. 1970.

10.     Kur'an-ı Hakim ve Meâl-i Kerîm: H. B. Çantay, Ahmet Said Mat İst 1975.

11.     Rûh'ül Beyan: İsmail Hakkı Bursali, Ata Ofset Basımevi, İst. 1971.

12.     Taberi Tefsîri: İbn-i Cerîn’it Taberî, Mısır Meymeniyye Mat. 1306.

13.     Taberî Tarihi: ibn-i Cerir'it Taberî, Kahire -1357.

14.     Rûh’ül Meânî Tefsîri: El-Alûsî, Lübnan-Beyrut 1267.

15.     ibn-i Kesir Tefsîri: El-Kuraşî, Fatih Kütüphanesi, Yazma Nüsha No: 54,

16.     Mevakib Tefsîri: İsmail Ferruh, Âmire Mat. Mısır -1282 H.

17.     Hâzin Tefsîri: El-bağdâdî, Mısır Meymeniyye Mat 1306.

18.     Mefatih’ül Gayb Tefsîri: Fahr'üd-dîn Razî, Âmire Mat. 1324.

19.     Ebû's-Suûd Tefsîri: Şeyh'ül İslâm Ebû's Suûd Efendi, Mefatih’ül Gayb Tefsîri kenarında.

20.     Nisâbûrî Tefsîri: El-Nisâbûri, Taberî Tefsîri kenarında.

21.     Celâleyn Tefsîri: El-Mahallî, Âmire Mat. Mısır -1326 H.

22.     Kitab-ü Mecmûat'ü mine't-Tefasîr, Lade Mat. Lübnan-Beyrut.

23.     Hak Dini Kur'an Dili: M. H. Yazır, Nebioğlu Basımevi. 2. Baskı, İst 1960.

24.     Hulâsat'ül Beyan Tefsîri: Konyalı M. Vehbî, Evkaf-ı İslâmiye Mat. 1340.

25.     Kur'an-ı Kerîm'in Türkçe Meâli Âlîsi ve Tefsîri: Ö. N. Bilmen, İst 1965.

26.     Büyük İslâm ilmihâli: Ö. N. Bilmen, Duran Ofset Basımevi, İst. 1969.

27.     Tenbîh'ül Gafilin ve Bostan'ül Ârifîn: Semerkandî, Bedir Yay. İst. 1974.

28.     Mesnevi ve Şerhi: Abdülbakî Gölpınarlı, 1. Basılış, İst 1973-1974.

29.     Mevlâna ve Mesnevisi: Tahir Büyükkörükçü, 2. Baskı, İstanbul, Tarihsiz.

30.     Müzekk'in Nüfûs: El-İznikî, Arslan Yay. İst. 1971,

31.     Arâis'ül Mecalis: Kısas'ul Enbiyâ (Enbiya Kıssaları), Kahire-1971.

32.     Mecalis-i Sinaniyye: Şeyh Ümmi Sinan, Osmaniye Mat İst 1307 H.

33.     Kırkbir Cim; Mustafa Karabey, Ankara Basım ve Cilt evi -1949.

34.     Lokman Hekim: Ahmet Cemil Akıncı, Ahmet Said Mat. İst. 1973.

35.     Lokman'ın Oğluna Öğütleri ve Hikmetler: Mehmet Öten, Konya -1977.

36.     Lokman Hekim: Prof. Süheyl Ünver, Fatih Mat İst. 1972.

37.     Sağlık Folklorumuzda Lokman Hekim: ilhan Yardımcı, Tan Mat. İst. 1969.

38.     Sıhhat Hazînesi: Osman Hayrî Mürşid Efendi, Bahar Yay. Yaylacık Mat. İst. 1971

39.     Bostan ve Gülistan: Ş. S. Şirâzî, Meral Yay. irfan Mat. İst. 1975.

— 333 —

40.     İslam Ansiklopedisi, Maarif Basımevi, İst. 1957.

41.     Ahteri Kebîr: Karahisarlı Mustafa b. Şemseddin, Hacı Hüseyin Mat. İst. 1309.

42.     Kuddûsî Dîvanı: Meş'arîzâde Ahmet Kuddûsî, Mahmut Bey Mat. 1325.

43.     İslama itirazlar ve Kur'an-ı Kerîm'den Cevaplar: S. Ateş, Emel Mat. Ank. 1971.

44.     Fusûs'ul Hikem: Muhiddîn-i Arabî, Maarif Basımevi, İst. 1956.

45.     Mir’ât-ı Kâinat Tarihi: Nişancızade Mehmed b. Ramazan, 2 cilt. 1269 H.

46.     Kitab'ül Muammer: Süleymaniye Kütüphanesi, Bağdatlı Vehbi No: 1120.

47.     Kamûs'ül A’lâm: Şemseddîn Sami, Altı cilt.

48.     Mücem'ül Müfehres: Mehmet Fuad Abdülbâkî, Dâr'ul Kütüb'il Mısriyye-1358 H.

49.     Esbab'ün Nüzûl: Suyûtî, Celâleyn Tefsîri kenarında.

50.     Ramûz'ül Ehadîs: A. Z. Gümüşhanevî, Pamuk Yay. Engin Ofset Basımevi, İst. 1986.

51.     El-Müncid, Beyrut 1956.

52.     İslâm Türk Ansiklopedisi, Âsar-i ilmiye Kütüphanesi, İst. 1940.

53.     Münebbihat: ibn-i Macer'il Askalanî, Yaylacık Mat. İst. 1974.

54.     Pendnâme: Feridüddîn Attar, Osmaniye Matbaası, İst. 1304 H.

55.     Ramûz’ül Ehadîs Şerhi: Levami'il Ukûl, İst. 1292 H.

56.     Hayat’ül Hayvan: Demîrî, Mısır-1321 H. '

57.     Bergama'da Şifalı Otlar ve Lokman Hekim: Osman Bayatlı, İzmir-1938.

58.     Terbiyet'ül islamiye Dergisi, sayı: 6, s. 10-17,1404 Hicrî, 1984 Milâdî, Bağdat.

59.     Ahmet Davudoğlu: Sahîh-i Müslim Tercüme ve Şerhi, Sönmez Neşriyatı, İstanbul-1977, ikinci Baskısı.

60.     M. Yusuf Kandehlevî: Hayat'üs Sahâbe, Yaylacık Matbaası, İstanbul 1980.

61.     Pendname-i Lokman Hakîm, Dersaâdet Mahmud Bey Matbaası, 1324 Hicrî, Üsküdar Hacı Selim Kütüphanesi: 3/679.

62.     Emsâl-i Lokman Hakîm ve Bazı Akvâl'il Arab, Lugduni ın Batavis, Hollanda-1748. Beya­zıt Devlet Kütüphanesi: 107143/892.7.

63.     Mevdûdî: Tefhîm'ül Kur'an, insan Yayınları, istanbul-1988.

64.     M. Asım Koksal: Peygamberler Tarihi, T. Diy. Vakfı Yay. Ankara-1990.

65.     Hadîslerle Kur'an-ı Kerîm Tefsîriibn-i Kesîr, Çağrı Yay. İst. 1986.

66.     Peygamberler Tarihi Ans. (4/160), ihlas Mat. ve Dağıtım A.Ş. İstanbul.

67.     Lokman'ın Vasiyetleri, Süleymaniye Kütüphanesi Defter No: 924.

68.     Şemseddin Sivasî: Menakıb-ı Cehar Yâr-ı Güzîn.

69.     Nüzûlünden Günümüze Kur'an-ı Kerim Bilgileri: Dr. Osman Keskioğlu, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara-1987.

70.     Mehmet Dikmen-Bünyamin Ateş: Peygamberler Tarihi, 4. Baskı, Yeni Asya Yayınları, is­tanbul-1978.

71.     Prof. Dr. İbrahim Canan: Kütüb-i Sitte, Akçağ Yayınları, Ankara-1988.

72.     Meydan Larousse (Librairie Larousse, Paris-1960) Meydan Gazetecilik ve Neşriyat Ltd. Şti. istanbul-1969.

73.     Afif Abdullah Tabbara: Kur'an'da Peygamberler ve Peygamberimiz, Mütercimler: A. Rıza Temel-Yahya Alkın, Yaylacık Mat. İst. 1982.

Ve diğerleri...

— 334 —

İÇİNDEKİLER

Kuran-ı Kerim'de Lokman (a.s)..................... .......................... 5

Hz. Lokman (a.s.)...............................................................    20

Kur'an'da isim ve kıssası anlatılan Peygamber......................... 22

Lokman Sûresi'nin Kur'an'daki yeri........................................ 22

Lokman Hekim nebi midir, veli midir?................................... 25

Kur'an'da ismi geçen peygamberler yirmibeş tane mi?............ 27

Lokman (a.s.)’ın mesleği....................................................... 29

Lokman Hekim'in hakiki hüviyeti........................................... 31

Lokman Hekim kimdir?......................................................... 37

Lokman (a.s.) hikmeti peygamberliğe tercih mi etti?................ 44

Hz. Lokman Hekim köle miydi?............................................. 46

Lokman (a.s.)'ın yaşadığı devir............................................... 50

Lokman (a.s)'ın memleketi..................................................... 51

Lokman (a.s)’ın vefatı........................................................... 52

Lokman (a.s)’ın yaşı............................................................   52

Lokman (a.s)'ın soyu............................................................. 58

Hz.Lokman (a.s)’ın nasihatları............................................... 68

Hz.Lokman (a.s)'ın nasihatları kaça ayrılır?............................. 69

Hz. Lokman Hekim'in hikmet ve nasihatlarına dair açıklama..   70

Hz. Lokman Hekim'in oğluna Kur'an-ı Kerim'deki nasihatları.. 75

— 335 —

Hz. Lokman Hekim'in Kur'an-ı Kerim'de

haber verilen diğer insanlara öğütleri.............................. ..81

Hadis-i şerifde Lokman Hekim  .................................. 85

Hz. Lokman’ın oğluna öğütleri ve hikmetleri.................. 115

Hz. Lokman’ın oğluna nasihatları................................... 130

Hz. Lokman Hekim'in oğluna yüz öğüdü........................ 136

Lokman Hekim'in muhtelif eserlerden

derlenen hikmetli sözleri............................................... 142

Lokman Hekim'in oğluna ettiği nasihatlar ...................... 160

Hz. Lokman Hekim'in ilk ve son nasihatları.................. 173

Pendnâme ve Emsali Lokman Hekim............................. 175

Pendname-i Lokman Hekim Manzum tercümesi........... 179

Lokman Hekim'in oğluna yönelik

öğütlerinin manzum tercümesi....................................... 190

Lokman Hekim'den hikayeler......................................... 233

Bazı Arap atasözleri...................................................... 256

Lokman (a.s.)'ın hikmetleri............................................ 263

Bugünün Lokman'ı kimdir?............................................ 298

Lokman Hekim'in son tavsiyeleri................................... 309

Lokman Hekim'in bazı faziletleri................................... 312

Edebiyatta Lokman Hekim............................................ 315

Lokman Hekim'in canlılık ve

kıymeti devam ediyor................................................... 326

Lokman Hekim üzerine................................................. 327

Nat-ı Şerif..................................................................... 330

— 336 —

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar