Print Friendly and PDF

HİNT, YUNAN ve MISIR MİTOLOJİLERİNDE GİZEMLİ BİLGİLERİN KAYNAKLARI

Bunlarada Bakarsınız



R. EMMANUEL

HİNT, YUNAN ve MISIR MİTOLOJİLERİNDE

GİZEMLİ BİLGİLERİN KAYNAKLARI

Çeviren

Halûk ÖZDEN

Ruh ve Madde

Kitabın Orijinal adı

LES FLORALIES DE L’ESPRIT (1974)

İÇİNDEKİLER

SUNUŞ                               7

GİRİŞ         ....             9

MISIR                 17

BÖLÜM I

Antik Mısır'ın Sırları                      19

BÖLÜM II

Bedenlerin Mumyalanmasındaki Amaçlar .....         25 '

BÖLÜM III

Piramitler'                                 41

BÖLÜM IV

Kutsal Yazı                            43

BÖLÜM V

Mısır Tanrıları                        47

BÖLÜM VI .

Firavunlar                               59

BÖLÜM VII

Mısır'ın Mayası                         65

HİNT                                  67

Hint Gizemlerine Giriş        69

BÖLÜM I

Hint'in Sırları             75

BÖLÜM II

Çiva’nın Dansı           79

BÖLÜM III

Çiva-Maya, Çiva-Parvati ve Çiva-Kali                 82

BÖLÜM IV

Yaradılış ve Tahrip                              86

BÖLÜM V

Kali'nin Dansının Sembolizmi                      92

BÖLÜM VI

Dünyanın Kurtarıcısı Çiva                      97

YUNAN             105

Antik Yunan Sırlarına Giriş                           107

BÖLÜM I

Eski Yunan’m Sırları               112

BÖLÜM II

Kurtuluşun Tanrıları               120

BÖLÜM III

Kurtuluşun Hazırlığı           „          123

BÖLÜM IV

İlk Irkların ve İnsanların Sembolizmi                         129

BÖLÜM V

Kahramanlar ve Güzel Helen        —            135

BÖLÜM VI        :

Kahramanlar ve Eprövler (Sınamalar)                141

BÖLÜM VII

Narsis’in İnisiyasyonu           144

Sonuç             150

SUNUŞ

Eski Mısır, Hint ve Yunan gelenekleri, kesinlikle karşı koyamayacağımız bir şekilde, kendilerinden sonraki tüm geleneklere, dinlere ya da dinlerin yorumlarına etki etmiş, felsefi ve ezo- terik yaşamın kaynağını oluşturmuştur.

Hiçbir gelenek diğerinden bağımsız değildir; aynı şekilde hiçbir din kendini öteki dinlerden soyutlayamaz. Rene Emmanu- el, mitoloji ve geleneği, inancı ve fantastik olanı, İçsel'i ve dışsal’ı ezoterizmin güçlü elleri arasında yorumlayarak, kaynaştırarak, tam bir berraklıkla, ama kendi görüş açısı altında ve biraz da kapsamlı anlayışı istemeden daraltan yorumlarıyla, şimdiye kadar ülkemizde yayınlanmamış bir eseri meydana getirmekle, bize göre, çok yararlı bir uyarıda bulunmuştur.

Çok yönlü bilgi İsteyen böyle bir kitabı Türkçeleştirmek için, en azından, söz konusu geleneklerden yeterince haberdar olmak gerekirdi ki Sayın Halûk özden bunu başarmıştır.

Ruh ve Madde Yayınları, vazifesini yerine getirmenin he- yacanmı yaşayarak, Yeni Çağ'm İnsanlarına Eski Çağ'm bilgisini edinmekte yardım etmektedir. Kitap içerik bakımından çok dolu ve ilhamlıdır.

Ergün Arıkdal        - Bilyay Vakfı

Ruh ve Madde Yayınları

GİRİŞ

"Tüm dinler Tann'nın büyük elmasının façetalandırlar."

Bu kitap, okuyucuyu insanlık âlemimizin üç büyük tradisyo- nuna (gelenek) alıştırmak amacıyla tasarlanmıştır. Genellikle, spi- ritüalistler çok gizli geleneklere rastlayınca çaresiz kalırlar; çünki bunların içinde kaybolmak işten bile değildir. Her millet ya da devlet ve genellikle her başkent, kendi özel Tanrılarına sahip olmaktan onur duyar. Öyle ki, Tanrıların isimlerindeki değişiklik ve az ya da çok Çeşitli oluşları, karışıklıkların başlıca kaynaklandır. Örneğin Mısır'da her üç büyük metropolün özel Panteonlan (ilâhlara özel olarak yapılan tapmakları) vardı: Teb, Memfis ve Heliopolis gibi... Yu- nan’da da Atina, Tesalya, Aetolya, Thebai (Teb) vs, efsanelerinin bulunması gibi... Bu değişik gelenekler (*) birbirleriyle çelişmiyorlardı. Bunlar aynı realitenin "değişik açılardan görünüşü" ydüler. Ama isimler değişiyordu ve nitekim bu gelenekleri okuyanları şaşırtan husus da bu olmaktadır. Bu nedenle, çok ince farklardan kaynaklanan zorluklara rağmen Tanrıların tüm geleneklerdeki ortak çehrelerini muhafaza etmeye gayret ettik. Diğer taraftan da bunu, fiilin cereyan ettiği "an"ı okuyucunun ruhuna yerleştirmek amacıyla ve Batı ülkelerince daha iyi tanman Tevrat'taki (Kitabı Mukaddes) sözlere bağlayarak yaptık.

Her millet, zekâ durumuna, yeteneklerine, tekâmül derecesi-

(*) Gelenek=Tradisyon (Latince'de Traditio sözcüğünden gelir): Dinsel inançların, doktrinlerin, efsanelerin, örf ve âdetlerin geniş bir zamansüreci içerisinde yazılı ve özellikle de sözlü olarak nesilden nesile aktarılması. (Ç.N.)

Gizemli Bilgilerin Kaynaklan

ne ve saf mantığına göre bir Panteon tasarlamıştır. Diğer taraftan her büyük milletin ruhu, tıpkı teker teker tüm bireylerde olduğu gibi, İlâhî sırlan kendine özgü hissetme usûllerine sahiptir.

Böylece, Eski Mısır'da yaşayan insanlar, kendilerine Atlantis'in kızıl Tanrılan tarafından vasiyet edilmiş olan bir hayat sürdürürlerdi. Buna karşılık Hintliler çoktan beri daha tekâmül etmiş bir şekilde, farklılıklar gösteren ölçülere göre ve Atlantis’ten çıkarak biri kuzeyden, diğeri de güneyden gelen ve yeni bir ırk (Aryen) potasında kaynayan bu iki akımın birleşmesiyle meydana gelmiş yeni bir ırkın Manu'sunun direktifleriyle yaşıyorlardı.

Ruhsal teknikleri sayesinde Hindular, yaratılışı "ruhun antenleri" ve kutsal kitapları ile hissedebiliyorlar, âdeta ona elleriyle dokunabiliyorlardı. Hocaları (mürşitleri) da onları kinayelerle dolu ve akıldan çok ruha hitap eden küçük masallarla eğitiyorlardı. Bir üstad, insandaki düalitenin (ikilem) dâhiliğe kavuşma yolunda bir engel oluşturduğunu anlatmak için asla uzun felsefî yorumlara girmez, sadece birkaç cümle ile bu imkânsızlığı belirleyen "bir imaj" verirdi. Şöyle derdi:

"Dezenkarne (*) bir ruh, Vişnu'nun Cenneti'nin kapısını çalar. Tanrı ona kim olduğunu sorar. Varlık, "Ben," diye cevaplar. "Geri dön," der Vişnu, "Burada hem sana, hem de bana yer yok!" Varlık yeniden yeryüzüne doğar ve binlerce deneyde bulunur. Bil- i gilerini geliştirir ve birçok hayatlar sonra yeniden gelerek, cenne- i tin kapısını çalar. Vişnu sorar: "Kimdir o?"; ve bu kez varlık cevap- ) 1ar: "Sen." "Gir," der Vişnu. (Vişnu Purana)

v Parlak dönemde, Yunanlılarla birlikte büyük bir değişim oldu, çünki zekâ, mantık ve akıl vasıtasıyla olgunluk kazanmıştı ve bu kez tam Batı düşüncesine uygun bir şekilde aydınlık, mantıklı ve kesin bir tradisyon görülmekteydi. Yunanistan bizler için Doğu ve Batı arasında bir "köprü" dür. Ruh, antenlerini kaybetmiş,nöbeti akıl devralmıştır. Lâkırdılar söz'ün (kelâm) yerini alır ve zekânın işlediği günahlar bir sürü sofistin, yani o güzelim uygarlıklarını ele geçiren birtakım iyi konuşan canavarların ortaya çıkmasına neden olur. Aynen 20. yüzyıl süresince Kelâm'm, şimdinin safsatacıları

(*) Dezenkarne: Bedenini terk etmiş, bedenstz.

Giriş

(sofistleri) tarafından yok edilişi gibi...

Hint, Krişna ile birlikte gelecekteki Hristiyanhğm yollarını açıyordu ve içteki Tanrı, Baghavat-Gita'nın kahramanına doğrudan yol gösteriyordu. Bu, Mısır'da Osiris ve İsis tarafından insanın kalbine gömülen Tanrı Horus vasıtasıyla ekilen tohumun bir meyve- siydi. Yunan da kendi sırası geldiğinde Diyonizos’u yerleştirdi insanın kalbine. Bu, içteki ve kör Tanrıydı. O ancak inİsiye olan insan vasıtası ile yeniden dirilebilecek ve güneş ışığını yeniden görecekti; körlüğü tamamen iyileşmiş olarak... Toprağın (Dünyanın) bedenine Hephaistos ile inmiş olan İlâhî Ateş, oğlu Erikhthonios vasıtasıyla yeniden yukarıya çıkacaktı. Bu, insanın omurga kemiğinde uyumakta olan Ateş Yılan'dı. Efsane şöyledir: Erikhthonios ya da Lâtinlere göre Eresikhton, Hephaistos ile Gaea'nın (İlksel Dünya) oğullarıydı ve onu Athena yetiştirmişti; demek ki inişi ya syon (*) için gerekli bir unsurdu. Yunan bir taşla iki kuş vurmakta, yani Diyonizos’u ve Hephaistos’u insanın bu harikulade başarısı sayesinde sevinçten sarhoş etmekte, Diyonizos’u diriltmekte ve Ateş'i Olim- pos’a yeniden çıkarmaktadır (Bazı yorumcular Tanrıların şaraptan dolayı sarhoş olduklarım söylemişlerdir! Bu büyük bir yanlıştır.).

* * *

Hristiyanhğa giden yolun son taşlarını, daha ileride göreceğimiz gibi Yunanistan döşemiştir. Bu mütevazi kitap, bu üç büyük konuyu da detaylarıyla ele almamıza imkân vermemektedir. Ancak yapmak istediğimiz şey, her üç irşat, her üç vahiy ile ilgili fikirleri aydınlatmak ve sabitleştirmektir. Bundan amaç, okuyucunun bunları birbirine bağlayan Ariadne'nin ipini (**)görmesini sağla- (*) İntsiyasyon: İnsanlığın fikirsel tarihi boyunca oluşan eski geleneklerin devamını sağlayan (gizli, batını) bilginin, bu bilgileri öğreten mezheplere bağlanan sınırlı sayıdaki kimselere (inisiyelere) kendi usûlüne uygun tarzda öğretilmesidir, Inisiyasyonda üç ana konu vardır: Allah, İnsan, Tabiat ve bunların arasındaki ilişkilerin derece ve nitelikleri.

(**) Ariadne: (Yunan Mit.) Minos İle Pasiphae’nin kızı. Theseus, Girit Adası'na Mİnotoros ile dövüşmeye gelince Ariadne ona aşık olmuştu. Ve Minotoros’un içinde bulunduğu binbir dehlizli lâbirent mağarasında kaybolmasın diye ona bir yumak ip vermişti. Theseus dehlizlerde ilerledikçe yumağı açıyordu. Canavarı öldürdükten sonra çıkış yolunu da bu ip sayesinde bulmuştu. (Ç.N,)'

Gizemli Bilgilerin Kaynaklan

maktır. İnsanların yaratılışının, eğitiminin ve kurtuluşunun sorumlusu olan Tannian tanımayı ve karşılıklarını bulma sistemiyle değişik isimler taşıyan benzer Tannian ayırt etmeyi sağlamaktır. Eş anlamlılık durumu büyük dinsel etikleri (ahlâk ilmi) sentez etme denemelerinde daima bir engel oluşturmuştur ve antik dünya da dinden başka bir şeyden asla söz etmiyordu.

İlk önce ideal yaratılışın (ön yaradılış) büyük Tannian gelir: Mısır'daki Phtha, Hint'teki Brahman, Yunan'daki Uranos gibi. Bu üç Tanrı da statiktirler ve sadece İlâhî Plân’m idelerini yayarlar. Onlara Varlık Olmayan denir. Sonra aktif (faal, etken) yaratılışın Tanrıları gelir. Bunlar Varlık Olmayan'ın idelerini somutlaştırırlar, maddî hâle sokarlar. Bunlar Amon-Ra, Brahma ve Zeus'tur. Musa'nın Tevratı ve Mısır dini arasında paralellik kuran A. Moret, Tanrı Atum'un ikiye ayrıldığını ve oğlu Ra'nın meydana çıktığını, bunun da Tevrat'taki Fiat Lux'e (*) karşılık geldiğini söyler. Biz de buna, Yunanlılar'da Helİos’un ortaya çıkışını ekleyebiliriz.

Heliopolis'te, aktif yaratılış Atum-Ra ile başlar; bunu Shou, yani "hava"', ardından Tefnet, yani "ateş"; sonra Geb, yani gelecekteki "toprak" ve Nut, yani "göğün genişliği" izler. Ardından şunlar gelir: Osiris-İsİs, yani "güneş ve ay"; ardından Set, yani "nefes (hava)" ve Nefitis, yani "İlâhîtabiat" ve diğer Tanrı ve Tanrıçalar: Thot-Hermes, Hator, Anubis, Maat, vs. (Bakınız. Sayfa 51)

Erkek Tanrıların, bir ot parça sınüdahi yaratmak için daima eşlerine ihtiyaçları vardır. Bu sebeple tüm tradisyonlarda, yaratıcı Tanrıların eşlerinden asla vazgeçemedikleri görülür.

Memfis Teolojisi en dengeli gözükenidir. Çünki Varlık Ol- mayan'a, yani Ptah’a dek çıkar. Ama Ptah'm adı bazı karışıklıklara da yol açabilir, çünki bize bu Tann'nm 8 ayrı emanasyona (sudûr) daha hayat verdiği söylenir. Bu rakam Memfis’teki kara taş üzerinde de yer almakla birlikte doğru değildir, çünki 12 Büyük Tanrı vardır. Bu, Ön yaradılışın Tanrılarının taş üzerinde hesaba katılmamış olmasından dolayıdır. Bunlar üç adettir ve bu durumda sayı doğru olur (9 + 3). Mısır’daki Ptahlar'ın çokluğu bir tartışma ko-

(*) Fiat Lux: "Işık olsun!"

12

Giriş nusudur,

Kabala bize 10 Sefirotün sayısını verir ama bunların başma Airi Soph Aur ve Ain'i getirir. Bu da 12 sayısı eder; Olimpos’un 12 Tanrısı gibi...

Dikkat edilecek bir konu da şudur: Her üç tradisyon da erkek Tanrıları Ateş işareti altına ve Tanrıçaları da Su işareti altına yerleştirir.

Gök’te (*) cereyan edenlerin yeryüzünde bir yansıması vardır. Böylece Tanrı Hapi ile kişileştirilmiş olan Nil nehri, Mısırlılar'a göre tüm hayatların kaynağı olan su ile ateşin birleşmesini gerçekleştiriyordu. Nil nehri Gök'te doğuyor ve aynı zamanda hem semavî (İlâhî), hem de yeryüzüne ait suları naklediyordu. Bu yüzden kutsaldı. Bu İlâhî suları kullanmayı yalnızca büyük rahipler biliyorlardı ve halk için sadece bir sembolden ibaret olan bu diri sularla (**) kendilerini yıkıyorlardı.

Mısırlılar gibi güneşe hayran bir halk daha bulmak için At- lantis'e bakmak gerekir. Bir bolüm Atlantisliler'in, tufandan kaçmak ve günümüzde bir çöl durumunda olan Gobi Denizi'nin çevresinde oluşacak olan 5. Irk'a bu güneş tapmcasım aktarmak amacıyla Mısır'da yerleşmiş oldukları doğrudur. Nil şafakta bir çocuk gibi doğuyor, gün içinde büyüyor ve geceleyin bir ihtiyar gibi çekiliyordu; aynen güneş gibi...

Atum yaratıcı Tanrıdır. Oğlu Ra ruhsal güneşi temsil eder ve Osiris de Gök'te yolculuk eden güneşi. Onlar Mısır yaratılışındaki aktif triniteyi (üçlem, teslis) oluştururlar.

Mısır dini Hristiyanlık'taki ekmek ve şarap ayinini de hazırlamıştır. Çünki eski bir metinde îsis şöyle demektedir: "Ben bu bölgelerin kraliçesiyim; ölümlülere buğdayın ve hububatın sırrını ilk açıklayacak olan benim. Ben Köpek Takım Yıldızı'nda doğanım. Sen, benim sütannem olan ey Mısır, yeniden sevin."

Yunan’da Köpek burcunu (takım yıldız) kutsal sırların bekçisi olan Tanrı Hermes ile birlikte görmekteyiz. Mısır'da Thot-Her-

(*) Gök: Bu kitapta ilk harfi büyük ”G" olarak geçen Gök sözcüğü ile İlâhî Plân, Tanrı Katı kastedilmektedir .(Ç.N.)

(**), Diri sular: Bilginin, yenilenmiş astral bedenin ve tekâmülün sembolüdür.

13

Gizemli Bilgilerin Kaynakları

mes bir köpek başı ya da bir doğan başı ile temsil edilir; Anubis gibi...

Bu kitapta en başa Hint’i değil de Mısır’ı almamızın sebebi, daha 5. Ana Irk’m da oluşmasından evvel, kıta henüz sular tarafından örtülmemişken bir Atlantis din odağının Mısır'a göç etmiş olmasıdır.

Zamanında Mısır, Firavun Akhenaton'un şahsında bir ön- Buda görmüştür. Onu, daha sonra Hint'in Buda'sımn da yapmış olduğu gibi "başkalarının acısını paylaşan" olarak tanımlayabiliriz. Ancak onu izleyen ve sergilediği örneği uygulayan olmadı, çünki bu "vaktinden evvel" gelen zat, bu hükümdar, içteki düşmanları kadar dıştakileri de bağışlıyordu; iyi kalpli ve ılımlıydı. Denmiştir ki, onun sergilediği örnek "kuğu siyah, karga da beyaz olduğu zaman" izlenecektir. Bu, insanların envolüşyonları (*) sırasında yaşadıklarının tam tersi bir hayat sürdürecekleri 6. Irk zamanında olacaktır. Bu, insanlığın görkemli geri dönüşü olacaktır; böylece insanlar sevgi ile tekâmül edeceklerdir.

Bu çocuklar kadar saf ve temiz kral sadece 16 yıl hüküm sürmüş ve onun ardından rahipler yine eski (çok tanrıcı) dini geri getirmişlerdir. Halbuki bu kral tek tanrıcı bir dini yerleştirmişti; tıpkı Musa'nın daha sonraları yapmış olduğu gibi... Sevginin kazanılması ancak maddenin fethedilmesinden sonra gerçekleşebilir. Ancak insanlar maddenin kölesi olmaktan sıyrılabildikleri zaman gerçekleşebilir ve bunun için de üçüncü gözün (durugörünün) açılmasını, yani 6. Irk'ta yeniden ortaya çıkmasını (**) beklemek gerekecektir.

Mısırlı büyük rahiplerin bilimleri ve güçleri, atasözü olacak derecedeydi. Tüm uluslardan filozoflar onların tapınaklarına âdeta hücum edercesine gelmekteydiler. Burada tüm bilimleri inceliyorlardı ve bizim çağdaş bilimimiz onların hesaplarının doğrulu-

(*) Envolüsyon (Involution): Gerileme, iniş. Evolüsyon’un tersidir. İnsanların tekâmül süreçleri içinde giderek maddeye gömülmeleri ve İlâhî kimliklerini unutmaları anlamındadır.(Ç.N.)

(**) Bilindiği gibi insanın bu melekesi 4. irk zamanında, yani Atlantisliler tarafından bizim beş duyumuzu kullandığımız gibi kullanılıyordu, normal olarak faaliyet halindeydi. (Ç.N.)

14

Giriş ğunu pek çok kereler onaylamak imkânına sahip olmuştur. Bunlar arasında Dünya'nm bir küre olduğu ve Güneş'in çevresinde dönmekte olduğu da vardı.

Fisagor, Mısır tapınaklarında tam 22 yıl kaldı. Eflâtun, Hero- dot, Solon, Tales ve diğerleri onların bilimine inisiye oldular ve bu tapınaklara yanaşmadan önce de sünnet olmak zorunda kaldılar. Sünnet olmak, Tanrı'ya yaklaşmaya davet edilenlere şart koşulan bir sağlık kuralıydı sadece.

Tapmağa giren ve Tann'nm heykeli önünde eğilen Heliopolis rahibi şöyle diyordu: "Ben Heliopolis Ankası'yım (♦) (2 defa doğmuş). Aşağı âlemin gölü içinde bulunanı (timsahı) sakinleştirdim (timsah: Çocukluk dönemindeki insanlığın sembolü)."

Rahipler, Tann'nm kıvılcımının insanın bedeninde saklı olduğunu öğretirlerdi. Bir papirüste şöyle yazar: "Tahtım, içinde ölümlü tarafıma hükmettiğim kılıfımın içindedir."

Tekrardoğuşu öğretiyorlardı ve insanlannbeşerî tekâmül boyunca aynı yaşam dönemlerini, ama hep bir oktav yukarısından yaşadıklarını söylüyorlardı. Bir yazıtta belirtildiği gibi: "Asırlar boyu olmuş olan, ebediyen olacaktır." Tevrat’ın içindeki Vaiz bölümünde dendiği gibi: "Ne var idi ise olacak olan odur ve ne yapıldı ise yapılacak olan odur; güneşin altında yeni bir şey yok." (1:9) ■

Bu üç büyük tradisyona da "sentezci bir açıdan bakan" bu eserde pek çok detay bir kenara bırakılmıştır. Bunun için pek çok kitaplar gerekir. Amacımız, okuyucunun ruhundaki, insanlığımızın üç büyük etiğinin tek, bir merkezde toplandığı bilgisini uyandırmaktır.

Tüm enerjimizi Trinite (teslis, üçlem, üçlü birlik) ve bunun insanları yaratıcı, muhafaza edici ve hürriyete kavuşturucu rolü üzerinde yoğunlaştırdık. Her üç değişik bakış açısı vasıtasıyla da, dünyanın dinsel tarihinin en enteresan üç büyük bölümünü aydınlatmayı düşünüyoruz. Ancak bu aydmlatış, tarihçilerinkinden biraz farklı olacaktır. Buna ilâveten, bu Öğretiyi Kitab-ı Mukaddesle de yer yer bağdaştıracağız. Böylece bizler, yani kutsal yazıla-

(*) Anka^Zümrüdüanka kuşu, Phoenix (Pöniks).

15

Gizemli Bilgilerin Kaynaklan

rınm başka vahiylerce de tasdik bulduğunu görenler için her şey aydınlanacaktır.

Metinde fazla ilerlemeden evvel Mısır Tanrılarının bir tablosunu sunduk. Bu tablo Mısır Panteon’u hakkında oldukça belirgin bir fikir verecektir. Başka bir tabloda her üç tradisyondaki Tanrıların aralarındaki bağlantılar görülmektedir. Şunu da belirtelim ki "zaman", insanları ve tabiatı olduğu gibi, Tannian da değiştirmektedir. Bu yüzden esasta değil, ama dış görünümde değişiklikler olmuştur. Zamanı gelince göreceğiz ki, Tanrılarını en çok "modernleştirmiş" olan Hindistan’dır.

Not: Fazlasıyla yoğunlaştırılmış olan bu kitap, insanlığın üç büyük dinsel ezoterik geleneklerinin bir "sentezini" temsil etmektedir. Yaradan tarafından tasavvur edilmiş olan büyük "puzzle"m (*) "yeniden yapılmış" bir imajım vermektedir. Bu kitap, okuyucular için, her üç geleneğin de tarihsel bilgisine sahip oldukları varsayılarak meydana getirilmiştir (**).

(*) Puzzle: Bir resmi yeniden oluşturmak için kesilmiş parçalan biraraya getirmeye ■$ '        dayanan bir sabır ve zekâ oyunu.

(**) İlk Büyük İnisiyatik Tradİsyon'a gelince, o, Tanrı ’ntn Mukaddes Kitabı 'dır ve ona asla insan eli değmemiştir. (Bakınız: Reconciliation avec la vie. R. Emmanuel)

16

MISIR

BÖLÜM I

ANTİK MISIR’IN SIRLARI

l Dünya kurulduğundan bu yana, üzerinde yaşamış olan uygarlıkların birbirleri arasındaki bağlantıların araştırılması son derece yararlıdır. Atlantis ırkları ile bizler arasında ortak görüntüler mevcuttur. Bu bağlar hayli bulanıktır; oysa ki 5. Ana Irk'ı (ya da kök ırkı) oluşturan bütünün alt ırkları arasındaki benzerlikler daha belirgindir. Sikluslar (devirler) genellikle büyük âfetlerle son bulur. 1914-1918 savaşı Yunan-Lâtin etkisini yok etmiş ve 1918-1938 arasındaki dönem de Yunan etkisinin düşüşe geçmesinin başlangıcım oluşturmuştur. Bu son savaşın ardından yeni bir dönemin, yani bir zamanlar Kalde-Mısır tekâmülünü yönetmiş olan Hiyerarşilerim kanatlan altındaki bir dönemin doğmakta olduğu görülebilir.

Mısır’ın 3. alt ırkı ile bizler arasında benzerlikler mevcuttur. Mısır da Hint’in 1. alt ırkı tarafından etkilenmiştir. Ve ondan kar- tal'ı, kutsal ineği ve yılan 'ı almıştır.

Bizler büyük eski ırkların yani Lemurya’nın, Atlantis’in ve tufan sonrası büyük ırkların torunlarıyız; aslında bunları az da olsa hatırlamalıyız. Ama ne yazık ki tüm anıların üzeri kalın bir kül tabakasıyla kaplı durumda. Bunu kazıyıp çıkarmak da bir hayli zor. Eski bir uygarlığın tarihi tarafından cezbedilen kişiler, büyük bir ihtimalle bir zamanlar oralarda yaşamış ve bunların anılarına sahip insanlardan oluşur.

Büyük uygarlıklar zaman içinde, her biri geçmiş tecrübelerinin meyvelerini taşıyarak kesişirler. Ama bu biraraya gelişler asla aynı plân üzerinde gerçekleşmez. İnsanlar tekâmül etmiş olduklarından, onlara aynı tecrübeleri tekrar tekrar yaşatmanın bir anlamı yoktur. Daha üst bir plânda, eprövler (imtihanlar) daha değişik bir

19

Gizemli Bilgilerin Kaynakları

çehre kazanırlar ve hızlanan tekâmül seyri ile birlikte değişik boyutlara nüfuz etmeyi sağlarlar.

Hızlandırılmış tekâmül seyri şeması konik şekilde bir yay gibi, tabanda geniş, zirvede ise nokta hâline gelen bir yay gibi çizilebilir. Tekâmülümüz esnasında bizden önceki ırklarm etkisi altm- dayızdır. Şöyle ki:

1.        Hint ırkı ileride 7. Irk (sonuncu) ile kesişecektir.

2.        İran ırkı ileride 6. Irk (başlangıçta) ile kesişecektir.

3.        Mısır-Kalde ırkı, 5. Irk (bizimki) ile kesişmektedir.

4.        Grek-Latin ırkı, bizlerin, yani envolüsyon (düşüş) perdesini kapayıp 7. Ana Irk nihayetinde gerçekleşecek olan dünyanın sona ermesinden önce evolüsyona (yükseliş, tekâmül), kurtuluşa doğru tırmanmaya başlayacak olan 5. Irk'ın ilk üçte birlik döneminde etkili olmuştur.

Savaşı izleyen karmaşalar ve insanların maddî refaha ve zenginliklere ihtirasla saldırışları, tekâmül sürecinin bir zamanların gerileme dönemindeki Mısır'ında egemen olan güçler tarafından ele geçirilmiş olduğunun kanıtlarıdır.

Hristiyanhğın gelişiyle din, eskiden Mısır'da bilinen bir şeki- le bürünmeye mecbur kaldı. Şunlar vardı:

Osiris, güneş; îsis, ay; Horus, içteki Tanrı, gelecekteki kurtarıcı. Bu, Hristiyanhk'ta: Baba, Oğul ya da Güneş Mesih ve dünyadaki yansıması Meryem ile çocuk İsa olan Kutsal Ruh'tur. Eski Paris (Lutece), tsis'i tanımıştı. Parisliler1 önceleri Bar-İsis diye, daha sonraları Parisis diye adlandırılıyorlardı. Şimdi ise "Paris"liler denmektedir.

5.        Ana Irk'm sona ermekte oluşu ve envolüsyondan (düşüş) evolüsyona geçiş noktasında bulunmanın bir icabı olarak bizler, yani günümüz insanlığı, tam bir gerileme içindeyiz.

İçine dalmış olduğumuz şeytan kazanından diğer bir ırkın mayası çıkacaktır; ancak hangisinin? Yeniden tırmanışı sırasında, ilk kez İlâhî bir plâna rastlayacak olan ırkın... Bu, İsa tarafından şu sözlerle bildirilmiş olan, Teselli Edici'nin gelişi olacaktır: "Eğer ben gitmezsem, Teselli Edici size asla gelmeyecektir; ama eğer gidersem, onu size yollayacağım." (Yuhanna, 16:7) Bu Teselli Edici

20

Antik Mısır'ın Sırlan

TEKÂMÜLÜN HIZLANMASI (Zaman içinde)

Başlangıçta dünyanın ve insanların tekâmülü büyük zaman dilimlerinde gerçekleşiyordu. Zamanla, çemberler daraldıkça tekâmülün de seyri hızlandı. Öyle ki yukarılara tırmanıldıkça, eskiden milyonlarla ölçülen yıllarda gerçekleşenler tepeye doğru onlu sayılarla ifâde edilen yıllarda oluşmaya başladı.

Durugörü melekemize (üçüncü göz) yeniden kavuşmaksızm tekâmülün sonunun bu hızlı seyrini takip edebilmemiz imkânsız olacaktır. 20. yüzyıl insanının bedensel ve psişik yapısı, ruhsal görüşe yeniden kavuşmasını engelleyecek derecede yoğundur..

21

Gizemli Bilgilerin Kaynakları

bizim 5. Irkımız’dan değildir, ama hazırlanmakta olan ve sonunda "altın çağ"ı bulacak olan 6. Irk’a mensuptur.

İçinde bulunduğumuz düşüş, geçicidir. Bu, iyi tohumların ayıklanmasına vesile oluşturmaktadır. Modern dünyanın kaosu içinde bile ebedî hakikatlere ilişkin duru bir anlayışı kendinde muhafaza etmeyi bilenlerdir bunlar. Ancak bu kez de karşılarına An- techrist (Mesih-karşıtı; Deccal)(*) çıkı vermekte ve tıpkı aziz Pav- lus'un dediği gibi, başlıca niteliği yanlış olanı baştan çıkarıcı ve cazip kılmak olan sayısız propagandaları ile insanları şeytanca ağına düşürü ver mekted ir.

Aziz Yuhanna, o harika rüyetinde Antechrist’in 5. Irk'ı, yani bizleri kemirmekte olduğunu görmüş ve şöyle demişti: "Toprağa ve denize felâket yağacak, çünki fazla bir zamanının kalmadığını bilen şeytan, hiddetten kudurmuş bir şekilde bize doğru inmiştir." Yani 5. Irk'm sona erişinden hemen önceki zaman dilimini kastediyordu.

İnsan hiçbir zaman bu denli koyu bir pisliği aşmak durumunda kalmadı; hiçbir zaman da bu denli hasta bir ortamda yaşamadı. Burunlarımızı en pis kokuları bile solumaya nasıl da alıştırdıklarını görüyor musunuz? Gözlerimizi en berbat arsızlıklara içimiz titremeden bakmaya nasıl da alıştırdıklarını, kulaklarımızı en feci vahşet haykırışlarını hiç tepki göstermeksizin duymaya nasıl da alıştırdıklarını görüyor musunuz? Güzelliğin süprüntüye, faziletin rezilliğe, iyilikseverliğin aptallığa, onurun ise etrafını küçümsemeye dönüştürüldüğü günümüzde çevremizde olup bitmekte olanları dikkatlice gözleyecek olursak Deccal’m çoktandır aramızda olduğunu görürüz! Belki de 2000 yılında kazanacağı zaferi düşünmektedir!

Gençliğin ne durumda olduğu meydandadır. Sanat, müzik, roman, sinema, tiyatro, evlât sevgisi, utanma duygusu ne hâldedir? Ağaç hakkında, meyvelerine bakarak hüküm verilir. Son imtihanımız hayli zor geçecektir. Çünki "çağa ayak uydurmak, bugüne uygun yaşamak" gibi bahanelerle hepimiz bu pisliğe bulaşmış du-

(*) Antechrist (Antekrist-Deccal): insanların nefslerinin azması ve bunun etkisiyle nefs tatmini ile alâkalı tüm unsurların baş tacı edilmesinin sembolüdür. (Ç.N.)

22

Antik Mısırhn Sırlan ramdayız. 'Toz çocukları, uyanın!” diye haykırıyordu İşaya, bir zamanlar. Ancak toz çocuklarının hiçbir zaman Kassandralar'a (*) kulak asmamış Oldukları da yazılıdır. İşte bu yüzden 5. Irkımız, sonunda san ırkın istilâsına uğrayacaktır ve her ırkın sonuna damgasını vuran tufan, bir kez daha dünyayı temizleyecektir. Bu, tüm top- lümların kutsal kitaplarında yazılıdır. Gelelim konumuza.

* * *

Uğraşılarımızın çoğunluğu bedenimize yöneliktir ve bu konuda biraz Mısırlılar'a benzemekteyiz. Ama eskiler bazı dinsel tören uygulamalarına da zorunlu gözüyle bakıyorlar ve bunları yerine getiriyorlardı. Bunların kökü de bedensel bazlardan çok, metafizik sahalara uzanmaktaydı. Mısırlılar, krallarını ve eşlerini mumyalayan Aztekler'in, Güanşlar'm (**), İnkalar'm, Atlantis'in uygulamalarını devam ettiriyorlardı. Anlayışları farklıydı. Oturdukları evler gayet mütevazi ve hafif malzemeden, kil ve kamışlar- dan inşa edilmişlerdi ve yapımı, kullanımı ve bakımı çok kolaydı. Buna karşın mezar, zamana direnebilen özellikleri olan sağlam malzemeden inşa ediliyordu. Mısırlı için gerçek yaşam, ölümden sonraki yaşamdı.

Bu mezardaki insan, Mısır Tanrılarının heykelcikleri ile çevrili olarak yaşamını sürdürüyordu. Diğer bazı eşyalar da merhumun bedenli hayatı esnasındaki değişik dönemlerdeki durumlarını, hâllerini temsil ediyorlardı. Mezarlarda buğday başaklarına dahi rastlanmıştır. Çünki dezenkarne (bedenini terk etmiş) Mısırlı, Osiris'in güneşe ait eterik güçlerini kullanmayı hâlâ biliyordu. Ve bunları gerek tezahür etmek, gerekse de mezan ve mumyasını korumak amacıyla kullanıyordu. Lord Çarnavon'un keşif ekibinde- kilerin pek çoğunun ölmesi, bunun bir kanıtıdır. Ölü kişi, Yunanh- lar'ın "cehennem" dedikleri ve sadece "geçici bir yer" durumunda, olan dünyada değil, Osiris’le birlikte yaşamak zorundaydı.

(*) KassandrarTntva kralı Priatnos ile karısı Hekabe'nin kızı. Mitolojiye göre Kassandra, Truva tarihinin tüm olaylarını ve felâketleri önceden görüp haber vermiş bir Tanrı sözcüsü, bir kâhinedir. Ancak sözlerine hiç kimse İnanmamış, felâketler ise aynen gerçekleşmiştir. (Ç.N)

(**) Giianşlar: Kanarya adalarının eski halkı. (Ç.N)

23

Gizemli Bilgilerin Kaynaklan

Bize gelince, bizler bunun tam tersini yapıyoruz. Sağlam evler inşa ediyoruz ama üstesinden gelemediğimiz ölüme karşı hiçbir güvencemiz yok. Bedenimizi tıbbî ve cerrahî birtakım yöntemlerle yamaya yamaya dünyasal hayatımızı sürdürmeyi deniyoruz. Ölümlü olanı seçmek için ebedî olanı göz ardı etmiş bir durumdayız. Yine de önümüzdeki 1000 sene zarfında ne bu evlerimizden, ne bu âletlerimizden, ne de bu illüzyonlarımızdan eser bile kalmayacak. Ama mumyalar zamana meydan okumayı hâlâ sürdürüyorlar!

Mısırlılarla Babil'de uzun süre temas hâlinde bulunmuş olan Yahudiler bu geleneği kapmışlardı. Mısır'dan çıkışları sonrasmda, Kamış Bayramı'nda hafif kulübeler yaparlar ve içinde sekiz gün otururlardı. Bu, insanı gevşekliğe ve durağanlığa sevk eden rahat, konforlu mekânların, yani insanın gerçek enerjisini ona unutturan mekânların terk edilmesi gerektiğinin bir sembolüydü. Çöldeki İsrailli Yahudilerin bu konaklama yerlerine Succoth (Sükot) denirdi.

24

BÖLÜM II

BEDENLERİN MUMYALANMASINDAKİ
AMAÇLAR

Mısırlılar ölülerini niçin mumyalıyorlardı? Mumyalama işi rahipler tarafından pek çok nedenlerden dolayı teşvik ve tavsiye ediliyordu: Fizik bedenin korunması, bedenini terketmiş kişiye daha uzun bir süre yeniden doğmama imkânım sağlıyordu. Bu sayede varlık, geçmiş hayatındaki tecrübeleri yeniden tekrarlama ihtimalinin önüne geçebiliyordu. Zaman geçtikçe ortamlar değişir ve değişen şartlarla birlikte yepyeni tecrübeler yapma imkânı doğar; çünki yaşam şartlarının değişmiş olması bilgilenme açısından göz ardı edilemeyecek denli önemli bir husustur.

Ayrıca dezenkarne varlık, Osiris ve İsis’in İlâhî âlemi ile daha uzun bir süre temasta kalabiliyor ve bu da ona İlâhî İrade Yasalan'nı daha iyi kavrayabilme ve daha bilgeleşebilme imkânı tanıyordu.

Ölü kişi, dünyadaki ailesine de rehberlik ediyordu. Onunla görüşülüyor, ona hediyeler bile sunuluyordu. Mezarlarda bu tip irtibatlar için özel bir oda bulunurdu; ölü kişi burada materyalize olur, ailesi ve yakın arkadaşları ile hayat ve ölüm sorunları hakkında görüşürdü. Bir rahip, maji sayesinde aracı rolü oynardı. O devirde ölüme, yaşamaktan daha çok Önem verilirdi. Bir insan olarak kalmaktansa, bir Osiris olmak daha önemliydi.

Mısırlılar için hayat tekti. Ama her biri bir Tanrının himayesinde olan iki kısma ayrılırdı. Ra, Güneş'in Babası'dır; dünya üzerindeki hayatı yaratmıştır ve onun enerjisi insanları bedenlenmiş hâlde tutar. Mezar Ötesi hayat da Osiris, yani güneş tarafından yönetilirdi. İnsan için bu safha, kalbinde yerleşmiş Tanrı olan Horus tarafından inisiyasyon sayesinde diriltilmeden önceki, Osiris'in

25

Gizemli Bilgilerin Kaynaklan

ölümü safhasıdır. Ra ve Osiris dünyanın işleyişinde biraraya gelirler. Ra, Yunan'daki Heliosün görevini yapar ve Osİris'in de mesajcısı, habercisi Thot Hermes'tir. Bu, ruhlara ölümden sonra rehberlik eden Tanrıdır. Dürüst insanın ruhu Hermes tarafından onu daha ileri seviyelere eğitecek olan Osiris’e getirilir. Dürüst olmayan insanın ruhu, amenti'nin (♦) anndırıcı girdaplarından geçtikten sonra Hermes tarafından yeni bir enkarnasyona (**) sevk edilir. Hermes, ruhların ilkbaharını oluşturmaktadır; kaldı ki Yunan'da da Persefon (Persephone), kışın ölümü ardından doğan tabiata ait "ilkbahar"ı temsil etmektedir.

Ra "ruhsal" güneşi temsil eder ve ön yaradılış sona erdiğinde yerini oğlu Osiris’e bırakır. Osiris'in, kardeşi Set (ya da Tifon) tarafından öldürülüşü, cinslerin Akrep burcunda birbirlerinden ayrılışlarından sonra yer alır. Fiziksel güneş sabahları yeniden doğabilmek için geceleri "küçük bir ölüm" yaşamak zorundadır. Bu, insan için de böyledir; o da hayatı boyunca başlıca iki hâl yaşar: Uyku ve uyanıklık.

Fizik beden tamamen tahrip olmazsa, dezenkarne (***)' varlık sık sık bu bedeni düşünür, dünyaya bağlı kalır ve hem fizik âlemin tecrübelerinden, hem de Osiris'in mevcudiyetinden aynı anda istifade eder. Mumya, bu çifte irtibatı garantilemektedir. Eski toplumlar Tanrılara olan özlemlerini içlerinde muhafaza ediyorlardı. Ancak maddeye olan hakimiyeti sağlamak amacıyla onların göğe çıkan yollarının bir süre için kapanması gerekiyordu. Bedenlerin mumyalanması işinin unutulması ile birlikte, insanlar semavî kökenlerini de unuttular ve bedenlerini sevmeye yöneldiler; tıpkı günümüzde olduğu gibi,

Mısır Hiyerarşileri günümüzde yeniden faaliyetlerine başlamışlardır ve bizlere bedenimizi sevmeyi öğretirler; ancak bu kez tıpkı bir âlet gibi, tekâmülde kullanılan bir âlet, bir araç gibi... Bu, İsa sevgisinden (ruhaniyetinden) gelen itiliş ve onun Sevgi Kanu- nu’nun ışığında gerçekleşir. O, eski çağların inisiyasyonunu, bi-

(*) Amenti: Eski Mısır tapıncastnda cehenneme verilen isim.

(**) Enkarnasyon: Bedetılennıe.

(***) Dezenkarnasyon: Bedenîni terketme.

26

Bedenlerin Mumyalanmasındaki Amaçlar reysel inisiyasyona dönüştürmüştür (*).

Mısır çağının Hiyerarşileri de tekâmül etmişlerdir, ama hepsi aynı plân üzerinde değildirler. Bazıları çok ileride olmalarına karşılık, bazıları da hayli geridedirler. Dolayısıyla "geride kalan Hiyerarşilerin" öğretisi de diğerlerininkinden farklı olacaktır. Bu her iki öğreti de değişik düşünce akımlarını yaşatacaktır. Örneğin, biri insanı ruhsal bilime yöneltirken, geride kalanların yönetimindeki öğreti ise ruhsalhğa yabancı olan materyalist bilime zemin hazırlayacaktır. Madde üzerinde elde edilen başarılar onun mutluluğuna yetecektir. Bu doğrudur, çünki büyük bilim adamları arasında saf ruhsalhğa da ilgi duyanların sayısı bir elin parmaklarıyla sayılacak kadar azdır.

Günümüzde astrolojiye karşı olan bu yoğun merak da, o görkemli çağdaki göğü inceleyen Kaideli üstadların etkisi yüzünden- dir. İçinde bulunduğumuz düşüş (envolüsyon) hâli, Kaideli üstad- larm yaptığı biçimde, insanın kurtuluşunu yıldızlarda aramamıza imkân vermiyor. Bizim astrolojide aradığımız şey, gezegenlerin sadece kişisel göğümüze olan fayda ve zararlarını araştırmaktan ibarettir.

Yeni doğan insan, bir yansıması olduğu makrokozmosun yoğunlaşmış bir modelidir ve insan makrokozmosa ancak Ölümden sonra dönebilir.

Güneş Kelâm'ı (Logos) tarafından birleştirilen (ahenkli kılınan) Mısır-Kaide güçleri, bizlerin, yani 5. Irk'm içinden envolüsyo- nun sonundaki o müthiş imtihandan sonra en iyileri, yani insanlığı bir ayıklamaya tâbi tutarak seçilenleri, yeni oluşmakta olan ve "sonunda" herkesin gerçek yerini bulacağı 6. Irk'a doğru sevk etmek maksadıyla, tekâmülümüzü hızlandırmakla meşguldürler.

6. Irk'ta, bu kez eski Pers tekâmülünü yönetmiş olan Hiyerarşiler görev alacaklar ve insanlar arasına gelip çalışacaklardır. Onlar da Güneş Kelâm tarafından, tüm tekâmülün Sahibi tarafından ahenkli bir hâle getirilmişlerdir.

Son ırk, yani 7. Irk zamanında da bu kez, görev eski Hint'i yö-

(*) Bireysel inisiyasyondan kastedilen, her insanın artık kendi kendinin mürşidi olması gerektiğidir. Oysa bu, eskiden böyle değildi. (Ç.N.)

27

Gizemli Bilgilerin Kaynaklan

netmiş olan Hiyerarşilere verilecektir. Dünyanın sonuna dek sürecek tekâmülü tamamlayacak olan, onlardır. Görülüyor ki her Hiyerarşi, belli bir süre büyük bir ana ırk üzerinde çalışmaktadır. Sonra mesai bitince tatile girilir; bu, elde edilen neticelerin bilançosunu çıkarma ve kendilerinden sonra gelenlerin çalışmasını izleme aşamasıdır. Tekrar görev devralma saati gelince bu Hiyerarşiler, İlâhî Plân tarafından öngörülen yeni metotları uygulamak üzere yeniden sahneye çıkarlar. Çünki hiçbir şey durağan değildir, her şey değişime uğrar, her şey Evrenimizin Büyük Mimarı'nın tayin ettiği amaca, Mutlak'a yönelmiş durumdadır.

* * *

Evrende her şey temel bir fikir etrafında, yani "İNSAN'’ın çevresinde döner. Her şey onun varlığına, tekâmülüne, kurtuluşuna hizmet olsun diyedir. Çünki Tann'nm, ebedî sanatını icra edebilmesi, Hiyerarşilerini ve ileride yaratacaklarını yenileyebilmesi için insanlara ihtiyacı Vardır. Bu yüzden eski çağların tapınaklarının duvarında şu ifadeye, şu emire rastlanırdı: "KENDİNİ BİL". Bu aslî bilgiden, günün birinde "özgün yaratıcıların 10. Hiyerarşisi”, yani milyonlarca deneylerinin sonucunda, gelecekteki bir evrenin yaratılması vazifesinin "kadro"sunu oluşturma liyakatine ulaşmış insanlar tarafından meydana getirilmiş bir hiyerarşi doğacaktır.

Antik Mısır tapınaklarının gizemlerinde neler öğretilirdi? Değişik inisiyatik derecelerin imtihanları nelerdi? Kutsal sırlar imtihanlarına girebilmek için neleri bilmek gerekiyordu?

Tüm inisiyatik geleneklerde olduğu gibi, işin temeli katarsis yani "düşünce ve fiillerin arındırılması" İdi. Ayrıca insanlığı yöneten gerçek yasaları tanımak gerekiyordu. Bu, dünyanın başlangıçtan sona kadar tüm tarihini içeren ilksel büyük gelenektir. Bunu bilmek demek, tüm toplamların efsane ve mitlerini anlamak ve izah edebilmek demektir. Çünki her zaman için başlıca iki tür öğreti var olmuştur: Biri cahil halk için, diğeri de sırların adayları için(*).

Sırların adayları iyi hazırlanmış ve İlâhî plânı başından sonu-

(*) Paris’teki Notre-Dame Kİlİsesi’nin büyük kapısındaki tasvirde, Meryem Ana sağ elinde iki kitap tutmaktadır. Bunlardan biri kapalı, diğeri de açıktır. Birisi cahiller, diğeri de gelişmiş kişilere sunulan bilginin sembolüdürler.

28

Bedenlerin Mumyalanmasındaki Amaçlar na kadar izah edebilecek durumda olmalıydılar. Örneğin, Tanrıların değişik sembollerini ve onlann birbirlerine göre olan vaziyetlerini, dünyanın ve insanlarm yaratılışındaki çalışmalarını açıkla- yabilmeliydiler. Bir aday, Kaos'un, gecenin ve ışığın oluşumunu, Hiyerarşilerin, En Yüksek Tann'nm form panselerinin (düşünce şekillerinin) materyalize oluşundaki etki ve düzenlerini, gezegenlerin oluşumunu, ilk karaların, balıkların, sürüngenlerin, kuşların, bitkiler âleminin ve insamn ortaya çıkışını açıklamak zorundaydı. Ve Zat-şuurunun (*), şahsiyetin, hürriyetin ve serbest iradenin insan tarafından fethedilişini açıklayabilmeliydi. Yerkürede yaşamış ırkların misyonlarını, zekânın ve sorumluluğun belirişini izah edebilmeliydi. İlâhî plânın dört çağ boyunca olan safhalarını, her büyük ırkın son döneminde insanlarca ekilen kötülük tohumlarının kurutulması maksadıyla oluşan ve hemen ardından tufanların geldiği "kırılma noktasını" açıklamalıydı. Dünyanın iki kısma ayrılışını, bunlardan Doğu olanının ruhsalhğı muhafaza etme misyonuna, diğerinin, yani Batının da maddeyi fethetme tatbikatına sahip oluşlarını, envolüsyonun (düşüş) sonundaki imtihanı ve iyile- rin-kötülerin birbirlerinden ayrılmasını ve saflaşmış, arı hâle gelmiş bir insanlığın, kendisine hayat vermiş olan kaynağa o görkemli yükselişini, vs... açıklayabilmeliydi. Ancak tüm bunlar bir adayın büyük sırlar bölümünde bilmek ve açıklamak zorunda olduklarının yanında yine de çok basit kalıyordu. Örneğin Koç, Boğa, Balık ve zodyakm diğer burçlarının ilişkileri, bağlantıları ve bunların yaratılışın bir "anını" temsil etmelerinin nedenleri gibi sorulara verilmesi gereken cevaplar... Aday tüm inisiyelere ait şu vecizeyi de açıklamak zorundaydı: "Tanrı Baba, yaratışı esnasında, uzayın haçında dört ana noktadan kendini çarmıha germiştir." İlâhî güçlerin tabiata ve insanlara inişlerinin ve her şeye dağılmış olmalarının sembolizmini izah edebilmeliydi. Buna insanlarm yaratılması, gelişmeleri, olgunlaşmaları ve gelecekte Tann Oğlu’nun insan kisvesiyle inişi de dahildi; yani tüm kutsal kitaplarca belirtilen zamanların sonuna, envolüsyonun sonuna dek, insanlığa mÜyar- larca deneyimini gerçekleştirmesi için verilen zamanın sonuna

(*) Zat şuuru: Kentli hakktndaki şuuru.

29

Gizemli Bilgilerin Kaynakları

dek sürecek olan "haçın tekâmülü "nü açıklamalıydı. Aday, içinde yedi ana ırkın yer aldığı (Dünyanın başlangıcından sonuna dek) ” inisiyeler haçı"nı meydana getirmek ve "Küp"ü geliştirmeyi bilmek zorundaydı. Ve büyük ırkların düşüşünün sebeplerini, siklus (devre) kanununu ve bu ırkların, sonunda bir tufan ile tahrip edilmelerine yol açan günahlarının türünün ne olduğunu izah etmeliydi.

HAÇIN ZAMAN İÇİNDE OLUŞUMU VE GELİŞİMİ

Şekil 1 sadece dairedir, Mutlak'ın sembolüdür. Şekil 2'de daire merkezindeki nokta ile İlâhî plânın hazır ve harekete geçmek üzere olduğu ifade ediliyor. Şekil 3 bize göksel ve dünyasal âlemden oluşan Oğui'un (Rab-Demiurgos) yaratılışını gösteriyor. Şekil 4 (a) yaratılış maksadıyla Oğul'a bağlanmış Ana’yı sembolize eder. . Şekil 4 (b) yaratılışın başladığını, hayat çarkının döndüğünü gösteriyor. Şekil 5 insanın hâlâ İlâhî olduğunu (tepesindeki çember ile) gösteriyor. Bu, Aden Bahçesinden çıkıştan sonraki insandır, henüz beşer değildir. Şekil 6'dâki bu kez beşerdir. Çember kaybolmuştur. Dünya üzerinde yalnızdır ve ilk fizikî hayvan ırkları içinde yaşamaktadır; Tau'daki yatay çizgi bize, onun omurga kemiğinin tıpkı hayvanlardaki gibi yere paralel olduğunu gösterir. Bu, Yunaridaki Kentor (Santor)'dur. Şekil 7 insanın zekâ ile donatılmış olduğunu gösterir (5. Irk) ve bu zekâ sayesinde hayvanı tabiatını İnsanî hâle çevirebilir. Zekidir ve boylece sorumluluk almıştır. Tau'yu yukarı doğru aşan düşey hat insanın başının göğe doğru, yani varlığının son hedefine doğru kalkık olduğunu anlatır. Bu yöneliş onun mevcudiyetinin sonunda, evolüsyonunun sonundaki yüksek hedefine, Kâmil İnsan ve Tanrı Erleri, Tanrı Kullan (seçilmişler) olma hedefine ulaştıracaktır. Apokalips'teki (Yuhanna'nın Vahyi) 4 hayvan, henüz hayvanlık tabiatına sahip 4 insan ırkını temsil eder. "Kare" durağanlık sembolüdür ve inisiyeler tarafından katları açılmış ve bu da hürriyete kavuşma haçının doğmasına neden olmuştur.

Bedenlerin Mumyalanmasındaki Amaçlar

Not: 5. Irk, envulüsyon ile evolüsyon arasında bir "menteşe" gibidir. Haçın tepesine ulaşmadan önceki aşamada, tam merkezde bulunmaktadır.

Mısır inisiyasyonunun merkezî mitolojisini Osiris, İsis, Tifon ve Horus ve bunların dişileri olan Neith (Büyük Ana), Hator (aşk, tabiatın anası), Nefitis, Nut, vs.’lerin ve aktif dönemin ateşinin tüm ilâhlarına ait olan efsaneleri oluşturur.

İşte Osiris'in efsanesi:

Osiris, hem kız kardeşi, hem de kansı olan İsis ile dünya üzerinde hüküm sürmekteydi. Tabiatı ve insanların bedenlerini yaratmışlardı. Başlangıçta dört ayak üzerinde yürüyen insanı doğrultmuşlardı. İnsan iki ayağı üzerine dikildikten sonra Osiris ona konuşabilmesi için hançereyi (gırtlak) vermişti ki bu daha sonra, İlâhî Kelâm'ın ifadesi (insanlığa ifade edilmesi) için lâzım olacaktı. Ama günün birinde Set (ya da Tifon) Osiris’i öldürdü, bedenini 14 parçaya böldü ve bunu bir sandığa koyup Nil’e attı. Gözyaşlarına boğulan İsis eşini aramaya koyuldu ve sonunda sandığı buldu, bedeninin 14 parçasını birleştirdi. Sadece Nil balıklarınca yenmiş olan phallus (erkeklik organı) hariç tüm beden tamdı ve Osiris, ağzının açılmasını sağlayan oğlu Horus sayesinde yaşama döndü, dirildi.

Gizemli Bilgilerin Kaynaklan

Göğe yeniden çıkan kan koca, nöbetleşe olarak aydınlattıkları dünya üzerinde yeniden hüküm sürmeye başladılar. İnsanlara tekâmül etmelerini ve kurtuluşlarım sağlamak amacıyla Osiris gündüzü, İsis de geceyi aydınlatıyordu. Oğulları Horus, Tifon' dan gizlenerek insanların kalbi içinde saklanmıştı ve insanların günün birinde ölümü yenmelerini sağlamak suretiyle Babası'nın intikamını almak istiyordu. İsis'in insan ciğerlerinden yapılma iki kanadı,-kıymetli İlâhî tohumu koruyordu. Yengeç ise sert kabuğu (göğüs kafesi) ile kalbi koruyordu. Kendi köşesinde, Osiris, kalbin içine kendi gücünü ve sevgisini yerleştirmişti ve bu yüzden bu organ insan bedeninin "motoru'dur. Bu hadise Aslan burcunda cereyan ediyordu ki bu, güneşe ait kurtarıcıların burcudur.

İşte ana çizgileriyle, bu eski ve egzoterik (dışrak, umuma mal olmuş) Mısır efsanesi... Sırların adayı, bunun ezoterik (batmî) tarafını geliştirmek ve ruhsal olgunluğunu ispatlamak için karanlık noktaları aydınlatmak ve açık bir şekilde izah etmek zorundaydı. işte bu efsanenin bizlere ahlatmak istedikleri:

Başlangıçta, Osiris ve İsis, büyük aslî nebülözün içinde birleşik durumdaydılar. Bu nebülÖz Kaos'tu ve tüm yaratılışı tohum hâlinde kapsamaktaydı: Güneş’i, Ay’ı, gezegenleri, Dünya'yı, vs... hepsi de ilk karanlıklar içine dalmış durumdaydılar. Atum-Ra (Baba ve Oğul) hüküm sürmekteydi ve günün birinde Ra, Kaos'u ışığıyla aydınlattı ve Kaos, kozmik gecede, Fiat Lux’ü ve Güneş'e ait Arkanj'Iarın (büyükmelek) sahneye çıkmalarına tekabül eden içsel bir ışıkla parladı. Bundan sonra şunlar oldu:

Güneş Hiyerarşileri'nin yüksek titreşimlerinin merkezinden uzaklaşan gücüne bağlı olarak fiziksel Güneş meydana çıktı (*). Nebülöze ait Ay'ın meydana çıkışı Güneşinkinin tersine oldu, çünki Ay'ın önemli bir yoğunlaşma yeteneği vardı. Bu çok yoğun Ay, nebülözün kendi üzerine basitçe bir dönüşüyle meydana çıkmıştı. Bu, Güneş için, Kutsal Kitap'taki dördüncü günün başında, Ay içinse bu dönemin sonunda gerçekleşti. Kutsal Kitap bu iki aydın-

'(*) Güneşe ait tüm güçler merkezden yayılır; Ay'a ait tüm güçler ise merkeze toplanır.

32

Bedenlerin Mumyalanmasındaki Amaçlar lahcıyı böyle anlatır.

Aslî nebülözde, geriye sadece Dünya ve Zodyakımız'ın gezegenleri kaldı.

Osiris, karısının da yardımıyla 4. günün sonunda deniz hayvanlarını yarattı. Bunu takiben, ilk karaların meydana çıkmasıyla birlikte, Kuzey Kutbu'nun çevresinde kuşlar belirdi. Bu topraklar daha sonra "kutupsal" olarak adlandırılan 1. Irk'ın tekâmül alanı olacaktı.

Kara parçalan bu ilk sulardan yükseldikçe, mineral, bitki ve hayvanlar âlemi de düzenlendi. Bir kaplumbağa suyun derinliklerini terk eder de yüzeye çıkarsa, kabuğu sülardan çıkan bir kara parçası görünümü verir. Dolayısıyla kaplumbağa sembolü ile bu ilk kara parçalarının sular içinden yükselişleri ifade edilmiştir.

Tüm bu yaradılış henüz Arşetipal (Arşetipe ait) safhadadır, tohum halindedir, materyalize olmuş değildir. 7. güre dek mater- yalize olacaktır ama şu aşamada henüz o noktada değiliz. Tan- n'nın, insanın arşetipal formunu kendi "suretinde" yaratışı 6. gündedir. Kutsal yazılarda sözü geçen dünya çamuru da arşetipaldir. Çünki bu maddî çamur olacak olsa, Tanrı ilk önce bunu kullanamazdı, çünki o takdirde insan Tann'nm suretinde olamazdı, çünki hiçbir suret Tanrı hakkında fikir veremez. Demek ki insan, yaratıcısı gibi saf bir ruhtu.

Tüm bu arşetipal formları takiben, Aden Bahçesi denilen yer meydana geldi. Tevrat'ın söylediğine göre orada fizik olarak "ne ağaç, ne tarla otlan ve ne de insanlar" vardı. Sadece yerden bir buhar yükseliyordu ve yeniden toprağın yüzeyine düşüyordu. Bu, arşetipal formları yoğunlaştırmaya çalışan îsis’in nemli dönemidir. Ama bu formlar ancak Aden Bahçesi'nden çıktıktan sonra yoğunlaşacaklardı. Ve bu, henüz Baba’nın suretinde olan, yani androgyne (Androjin,iki cinsiyeti de bünyesinde bulunduran) olan 1. Irk insanı ile olmayacaktı.

Her üç âlem de (mineral, bitki, hayvan) iyice materyalize olduklarında, tabiat gelişti ve tefsirlerin ifade ettiğine göre henüz bir hayalet durumunda bulunan androjin insan aşağıdan yukarı doğru yoğunlaşmaya başladı. Yani Balık burcunda iken önce ayaklar

33

Gizemli Bilgilerin Kaynakları

oluştu. İlk fizik İnsan oluştuğunda, o ne erkek ne de kadındı. O, hennafrodit idi.

Bu esnada insanın bir bedeni vardı ama, insana benzemekten çok uzaktı. Yerde sürünüyordu ve çok esnek bir zar ile kaplıydı. Aynı anda hem suda hem karada yaşayabiliyordu ve bu, Mısır'da timsah sembolü ile ifade edilmiştir. İnsandan ziyade Tann olan bu dönemin Âdemi (*), henüz bir demiurgos (Eflâtun felsefesinde yaratıcı Tanrı'ya verilen ad) idi ve Tevrat şöyle söyler:

"Tanrı, onları nasıl isimlendireceğini anlamak için tüm hayvanlan insanın önünden geçirdi ve insan tüm hayvanlara isim verdi." Atlantisliler bu insana Afum derlerdi. Bu, Kızıl Tann idi. Şurası dikkat çekicidir ki Tevrat, Mısır geleneği ile ortak noktalar içermektedir. Çünki Hz. Musa bir Mısır inisryesidir ve tapınaklarda yetiştirilmiştir. Bu yüzden sık sık Tevrat’taki bilgilere başvuracağız, çünki bu, aynı zamanda Batı alemince de iyi tanınmaktadır.

Atum'dan direktifleri alan Osiris ve İsis, insana bir eş verdi. Bu, bizi Aden Bahçesi'nde "cinslerin birbirinden ayrılması" konusuna getirir. Hennafrodit insan her iki cinsi de kendinde bulunduruyordu; yani Güneş’e ait pozitif akım, Ay'a ait negatif akım ile dengelenmişti. Baha'nın yaptığı iş, insandaki zıtlaşan ve aynı zamanda birbirinin tamamlayıcısı olan iki akımı birbirinden ayır- maktıve bundan böyle insan pozitif ya da negatif olarak iki ayrı cinste, yani kadın ve erkek olarak doğmaya başladı. Günün birinde insan, bu değişimin, bu dönüşümün farkına vardı. Bu yüzden Tevrat'taki Âdem şöyle haykırır: "Şimdi, bu benim kemiklerimden kemik ve etimden ettir; buna Nisa (kadın) denilecek, çünki o İnsandan alındı." Şunu belirtelim ki o günden itibaren insan için bir "kardeş ruh" meydana gelmişti, çünki hermafrodit insanın canı ikiye ayrılmıştı (**).

Böylece yüksek bir güneş varlığı, Tefnet (ilksel ateşin Tanrısı) gelecekteki misyonunu hazırlıyordu. Aden'deki çifti Bilgi Ağa- cı'nın sembolik elmasını yemeye tahrik ediyordu (Tevrat'taki sembolik yılan görünümünde.) Bu, konuşan bir yılandı! Onlara Bilgi Ağacı'nın meyvesinden yerlerse Tanrılar gibi olacaklarını, iyiyi (*) Bu ifade, onun çok -..el İşmiş, mütekâmil bir varlık olduğunu belirtmektedir. (**) Tevrat'ta birbiri a dından gelen üç Adem'in oluşumuna dikkat ediniz.

34

Bedenlerin Mumyalanmasındaki Amaçlar kötüden ayırabileceklerini garanti ediyordu. Böylece meyveyi yediklerinde gözleri açıldı ve çıplak olduklarını farkederek kendilerine incir yapraklarından kemerler yaptılar. İncir, inisiyasyonun sembolik ağacıdır. Bu yüzden İsa, kendisine "Beni nereden tanıyorsun?" diye soran Nathanael’e, "Filipus (hocası) seni çağırmadan önce, seni incir ağacının altında görmüştüm" diye cevap verir.

Adem ve Havva'nın çıplak oluşlarını görmeleri henüz fizik gözler vasıtasıyla değildi. Bu, fizik görüşün tohumunun onlarda ekilmiş olduğunu belirtmek içindir.

O esnada fizik göz sadece basit bir ışıklı nokta hâlindeydi, ama zamanla birlikte görüş daha kesin bir hâl aldı ve bu, sis ve büyük bulutların denizleri oluşturmak için yoğunlaştıkları dönemden sonra, Atlantis'in ilk üçte birlik dönemine dek sürdü. Gökyüzü açıldığında, güneş ışınları toprağa değebildiler ve Osiris'in ışığı bu fiziksel görüş tohumunu geliştirdi. Çünki görüşü yaratan ışıktır ve birkaç sene karanlıkta tutulan bir kişinin kör olması da bunun kanıtıdır. Tüm bu karşılaştırmalar Osiris ve İsis mitinin (♦) anlaşılması için gereklidir ama yine de Set tarafından Osiris'in öldürülüşünü, on dört parçaya bölünüşünü ve Nil’e atılışını izah edememektedir. Bunun ezoterik açıklaması ise şöyledir:

Atmosfer tabakası henüz yoktu. İnsan, ana rahmindeki cenin gibi, yerküreyi dev bir "yılan" gibi çevreleyen eterik (esiri) tesirlerle besleniyordu. Set (ya da Tifon), atmosferdeki havayı temsil etmektedir ve işte bu artık meydana çıkmış ve o ana kadar eterik güçleri sayesinde insana hayat veren Osiris'in yerine geçmişti. Tanrı, kadın ve erkeğin burunlarına üflediği zaman onlar artık fizik (bedenli) varlıklar oldular. Ama atmosferdeki hava nasıl fizik bedene hayat veriyorsa, aynı zamanda beraberinde Ölümü de getirmişti ve insan fani (ölümlü) bir varlık oldu. Efsanede Set'in Osiris'i öldürmesi, insanların artık Osiris'in eterik güçlerinden beslenemeye- ceklerini ve Set’in, atmosfer tabakasını bunların yerine koymuş olduğunu belirtmek içindir. Onun için, Set Osiris'i öldürdü denir. Set, insanın doğum yeri olan kozmos ile olan bağını kesmiş ve insan da

(*) Mit: Efsane

35

Gizemli Bilgilerin Kaynaklan

böylece maddî âleme inebilmiştir.

Ama değişime uğramakta olan yalnızca insan değildi. Tüm evren buna hazırlanıyordu. Güneş ve Ay henüz "dengede" değildiler ve insan henüz beyin ve ona bağlı sinirlerce oluşturulan elektrik santralına kavuşmuş değildi (*). Bu yüzden efsane, bize Osi- ris’in 14 parçaya bölünmesinden bahseder.

Bu rakam astroloji ile alâkalıdır. Bu, bir ay içinde Osiris’in 14 ışıklı gününü ve Güneş'in ışığını yansıtması için İsis’e yerini verip ortadan kaybolduğu 14 karanlık geceyi temsil eder. Tevrat şöyle der: "Ve akşam oldu ve sabah oldu." Bu, aynı zamanda omurga kemiğinde bulunan 28 beyin sinirinin de yaratılışım ifade eder: Osi- ris'e ait 14 pozitif ve İsis'e ait 14 negatif olarak. İsis, kadın bedeninde ırkın devresel olarak yeniden oluşturulmasını sağlar, çünki âdet dönemleri 28 gündür (14 + 14).

Osiris ve îsis'i Dünya'dan dışarı çıkarmak "gerekiyordu” çünki Güneş maddeyi yakacaktı ve Ay da bunu sertleştirecekti. Halbuki tabiatın ve insanların ahenkli olaYak gelişmesi için azamî esneklik gerekmekteydi.

İşin aslı odur ki, Osiris'in 14 parçaya bölünmesi bizlerde gerçekleşmiştir ve bu, insandaki komuta merkezinin (beyin) oluşturulmasını sağlayan, pozitif ve negatif olarak 28 adet beyin sinirinin meydana getirilmesi sayesinde olmuştur.

Astrolojik olarak, fizik bedenin oluşumu aşağıdan yukarıya doğru olmuştur. Balık burcunda iken ayaklar oluşmuş ve sonra Terazi burcunda, beden kalçalar seviyesine varmıştır. Göğüs kafesi Yengeç'te başlamış, yoğunlaşmış ve şekillenmiştir. Set- Ti- foriun (hava) fazlalığını önlemek için İsis ciğerleri meydana getirmiş ve daha sonra Osiris’in de yardımıyla 28 adet beyin sinirini ve bunu takiben de beyni yaratmıştır. Sonra insanlar cinsel aşırılıklar içine batmasınlar diye, cinsel güçlerin büyük bir kısmının İstikameti saptırılmış ve bunlar beynin yapımında kullanılmıştır. Bu yöntemle insanlar cinsel güçlere hâkim olabilmekte ve seksüel obse- deler olmaktan kurtulabilmektedirler. Şayet beyin büyük ölçü-

(*) Güneşin etkisinin çok güçlü oluşu, o devirdeki bazı hayvanların 80 ton olmasının nedenini izah eder!

36

Bedenlerin Mumyalanmasındaki Amaçlar de cinsel faaliyete katılmamış olsaydı daha hâlâ hayvanlar gibi olur, içgüdülerimizle davranırdık.

İsis ciğerleri yaratmışsa, buna karşılık Osiris de gırtlağı (hançere) vermiştir. Bu, söz söylemenin ve gelecekte insanların mükemmel anlığa ulaştıklarında kullanacakları Kelâm'ın organıdır.

İlâhî çiftm, eserlerini tamamlamak üzere yapmalan gereken tek iş, oğullan Horus'un kurtarıcı prensibini insanın içine yerleştirmekti. Bu, insanların günün birinde kalplerinde Osiris ile îsis'in gücünü ve ışığını yeniden bulmaları içindi. Bu yaratıcı süreç sayesinde; kalp, ciğerler, hançere, beyin Sayesinde insan günün birinde yeniden SÖz'ü söyleme hassasına, yani başlangıçta olduğu gibi Yaratıcı Kelâm'i, Osiris ve îsis'in Oğlu Horus’un Güneşi’nin mekânı olan Kalp'ten gelen bu Söz'ü söyleme hassasına sahip olacaktı. Osiris'in hançeresinden geçerek İlâhî Kelâm'ın doğmasını sağlayan, Ana'nın ciğerlerinden gelen nefes idi. İnsanı güneş inisiyasyonuna götüren daima Ana'dır. Bu, aydınlanma esnasında omurga kemiğinden yukarı çıkan ateş yılan, Hint'teki adıyla da Kundalini sayesindedir. İşte garip bir efsanenin insanları nasıl da yüksek bilgeliğe ve hürriyete doğru götürdüğünün örneği...

Set-Tifon bizlerde kötü bir varlık olduğu izlenimini yaratabilir. Ama o, insanı Tannlara bağlayan bağı kesmek ve bu sayede ona •fizik (bedenli) hayatı sağlamak, maddî âleme hükmetmesini, burada gelecekteki yaratıcı rolü için gerekli olan, yani Hiyerarşilerin yerini alması için göreve çağrıldığında gerekli olan milyarlarca deneyimi sonunda oluşacak olan bilgiyi elde etmesini sağlamak suretiyle misyonunu başarıyla tamamlamıştır. Aslında o, kardeşi Osi- ris'i öldürmemiştir; onu tekrar yerine, Göğe koymuştur. Ve onun yerine Horus'u, insanın kalbinde saklı bulunan Tanrı’yı getirmiştir.

Bilgiye yabancı olanlardan gerçeği saklamak maksadıyla, eski mitograflar (mitoloji yazarları) insanlara "maddî" âleme inişlerinde "eşlik etmek" misyonuna sahip bazı İlâhî sudûrlan kötü olarak nitelendirmişlerdir! Set "kötü" bir prensip değildir. O, kendisine İlâhî Plân’da takdir edilmiş olan çalışmayı ve vazifeyi gerçekleştirmiştir. İlksel Büyük Geleneği bilmeyen tannbilimciler, iyi kalpli

37

Gizemli Bilgilerin Kaynakları

Lüsifer'i bir şeytan kabul ederek tuzağa düşmüşlerdir. Aym şeyi "Karayüzlü Melekler" dedikleri Arşeler için de yapmışlardır. Onların, çalışmalarını Fiat Luxlen önce, Kaos'un karanlıklarında gerçekleştirdiklerini, çehrelerinin bu yüzden siyah olduğunu, yani Kara Bakireler gibi onların da yüzlerinin görünmez olduğunu anlayamamışlardır.

Eğer efsane bize Osirîs'in cinsel organının İsis tarafından bulunamadığını, çünki bunun Nil balıkları tarafından yenmiş olduğunu söylüyorsa, bu, insanların üremesi için Tanrı’nın böyle bir organa ihtiyacı olmadığını belirtmek içindir. Osiris'in sahte ölümü, Güneş'in Akrep burcundan geçtiği esnada, cinsel organların yaratıldığı yerde gerçekleşmiştir ve bu burç Set-Tifon'a ait kabul edilir. Cinslerin birbirinden ayrılması gerçekleştirildiğine göre, üreme "doğal" şekilde, kadın ve erkek tarafından gerçekleştirilebilirdi artık...

Ruhsal Hiyerarşiler gezegenleri yönetirler ve bunlar insan için beşiğinin üzerin'e eğilmiş Periler'dir ve her biri bir fizik organın oluşturulmasına iştirak eder, şöyle ki: Ayaklar (Balık); göğüs kafesi (Yengeç); kalp (Aslan); bağırsak (Başak); vs... Şunu da belirtmek gerekir ki Osiris ve İsis, fizik yaşamın sürdürülmesi için gerekli olan enerjileri sağlamak üzere bağırsakta birleşirler. İsis sindirim sistemi sıvılarını salgılar ve Ay kökenli unsurlar üzerinde çalışırken, Osiris de Güneş'e ait eterik güçlerin sindirilmesini yönetir.        *

Sırların adayları Osiris'in Lâmbası'nm da ne anlama geldiğini açıklamak zorundaydılar.

Bu lâmba, tüm ilk fizik ırkların insanlarının başlarının üstünde taşıdıkları bir çıkıntıyı ifade etmektedir. Bu çıkıntı, insanlara, fizik gözlerle görmenin henüz ortaya çıkmadığı dönemde durugörü- yü temin ediyordu. Günümüzdeki bebekler de hâlâ alınlarmın tepesinde, Osiris'in Lâmbası'nm sapının geçtiği bir delik taşırlar. Bu delik zamanla kireçlenerek kemikle kapanır, buna bıngıldak denir.

İnsanların ve dünyanın yaratılışının bu büyük tablosunun ezoterik olarak incelenmesi, adayları, kendi iradelerine bağlı ola-

38

Bedenlerin Mumyalanmasındaki Amaçlar

rak durugörü melekelerini geliştirmeden evvel, çok önceden ve ciddî bir şekilde hazırlıyordu; böylece inisiye adayları üçüncü gözlerinin açılmasını gayet normal şekilde karşılıyoı, buna şaşırmıyorlardı. Bu vizyonları (rüyetleri) zaman içinde bir yere oturtuyorlar, tekâmüldeki gerçek yerlerini saptıyorlar ve devamını da Öğreniyorlardı. Bu, inisiyasyon öncesi (Ön-inisiyasyon) büyük bir bilgi edinme imkânıydı. Son inisiyasyonda, aday (mist)(*) zaman ve mekân dışı olarak, gözlerinin önünden yaratılışın tüm safhalarının geçtiğini görüyordu ve burada gördükleri, birbirleri ardısıra kendisini eğitmiş olan hiyerofantlarınm (büyük rahip, mürşit) öğretilerinin çarpıcı bir kanıtını, tasdikini oluşturuyordu [Yuhanna'nın Vahyi'nde (Apokalips) anlattıkları gibi].

En yüksek vecde dalmış olan mürit, Ön yaradılışın ve arşetipal idelerin gözlerinin Önünden geçmelerine ve onları yoğunlaştırmak ve sonra da materyalize etmekle görevli Tanrıların küresinde yerlerini alışlarına tanık oluyordu.

Kendisinde, Osiris ve İsis’in muazzam güçlerinin içine işlediğini hissediyor ve ardından da henüz zihni oluşmamış insanların o rüya gibi şuurları içine dalıyordu. Onların, kendilerini sevgi titreşimleri ile çevrelemiş bulunan Tanrılarla olan doğrudan ilişkilerinden kaynaklanan o cennete özgü sevinçlerinin şuuruna varıyordu; çünki bu, Altın Çağ'dı. Bunun ardından sıra Gümüş Ça- ğı'na, sonra Tunç Çağı'na ve en sonunda da durugorünün giderek yok olduğu Demir Çağı'na geliyordu. Gün içinde vizyonlar (niyetler) kaybolmuştu ve insanlar artık Tanrıları görememekten dolayı üzgündüler, ama gece olunca onları yeniden bulabiliyorlardı. Aday, fizik gözlerle görmenin durugörüyü öldürdüğünü ve onun yerini almakta olduğunu görüyordu. Günün birinde insanlar bu kayıp cennet için üzülecekler, onu Özleyeceklerdi, ama artık çok geçti; bir kere tuzağa düşmüşler, tekâmülün çarklarınca yutul- muşlardı.

Gece vizyonları uzun bir süre daha devam etti. Tevrat, Ya- kub'un uykusu esnasındaki kendi adını taşıyan ünlü merdiveni ya da Yesse’nin Boaz'm şeceresini gördüğü vizyonunu anlatır./ f*) Sırlan Öğrenmeye aday müritlere "misi" denir.

39

Gizemli Bilgilerin Kaynaklan

Not: Levitasyon fenomeninin temelinde merkezde toplanan iki eterin (toplam 5 tanedir) nötürleştirilmesi yatar. Bu durumda merkezden yayılan 3 eter kalır ki, sonuç yükseltici olur.

40

BÖLÜM III

PİRAMİTLER

Eski Mısırlılar matematiğin sırlarım iyi biliyorlardı. Fisagor onların tapınaklarında 22 yıl eğitim görmüştü ve piramitlerin sırları günümüzde henüz tamamen keşfedilmiş değildir.

Piramitler, Tevrat'ta da sözü geçen büyük tufandan önce, Atlantis'ten gelmiş olan inisiyeler tarafından inşa edilmişlerdi. Bir taban üzerine oturan 4 üçgenden yapılmışlardır ve taban bir dörtgendir. Üçgen, Hindular’ın Tejas diye adlandırdıkları ışık eterinin (esirinin) bir kopyası, bir reprodüksiyonudur. Bu, şekil verici bir eterdir ve "hareketi" doğurur; demek ki merkezden yayılandır. Güç, tepeden çıkar, sağ taraftan iner (bize göre), tabanı da geçer ve en sonunda sol taraftan tepeye kadar yükselir ve yeniden iner; bu sonsuza kadar böyle sürüp gider. Tabandaki kare, fizik yaratılışın (hilkat) sembolüdür ve onun şekli devinimsizliği simgeler. Bu, hayat dövüşünün arenasıdır ve oradan ancak "yükselerek" çıkılâbi- lir; 4 unsurla, yani hava, su, toprak ve ateş ile bağlantı hâlindedir; maddî dengeyi temsil eder. Zohar (*) şöyle der: "İnsan, İlâhî tarafını bulmadan önce 4 kabuğunu da kırmak zorundadır." İnsan, birliği yeniden bulmadan Önce içindeki baskılan ve çelişkileri ahenkli bir hâle getirmek zorunda kalacaktır (Piramit ve Tejas şemasına bakınız. S. 40).

Dört üçgeni bir daire içine yerleştirirsek, bu, 12 köşeli yıldız, yani Zodyak'ın sembolü, 12 gezegenin bölgesi ve çemberin 360 derecesi olur. Üçgenlerin daire çevresiyle temas ettikleri her noktada kendilerine fizik bedenimizin bir bölümünü borçlu olduğumuz 12

(*) Zohar: Kabala'nm en önemli kitabı.

41

Gizemli Bilgilerin Kaynaklan

yöneticiden, yani 12 Gezegenin Ruhları'ndan birinin bölgesi bulunur.

Tüm Orta Doğu bölgesi, başlıca mihrakları (odakları) Mısır olmuş olan Atlantisliler'in aktardıkları yüksek öğretileri almıştı. Mezopotamya'da Plimpton tabletlerinin bulunuşu bunu kanıtlar. Bunlar Sümer ve Babil dönemine .kadar uzanmaktadır. John Kreit- ner 322 no'lu tablette, aritmetik ile 4000 yıl önce de haşır neşir olunduğunu, kök karelerin hesaplanmasının, üçgenlerin geometrisinin, Fisagorün triple teorisinin, trigonometri ve altmışlı gelişen sayılar teorisinin, üstelik de cebire başvurmaksızın bilindiğini çözmüştür. Güneşin altında yeni hiçbir şey yoktur!

Tüm dinsel tradisyonlarda (geleneklerde) ilginç bir husus vardır: Denir ki, Tanrılar da insanlar gibi zamanla yaşlanırlar ve karanlığa çekilirler. Onların yerini genç Tanrılar alır, çünki onların titreşimleri daha tazelenmiştir ve insanlara daha fazla yaklaşabilirler. Böylece Ptah, yani Mısırlılar'ın ilk büyük Tanrısı, Yunan'da- ki Zeus’un benzeri olan Amon'a bırakır yerini. Sonra Ra (Yu- nan'daki Helios), onu izler ve sonra o da yerini Tanrı Osiris'e bırakır (Yunan'daki Apollon). Ve en sonunda insanın içindeki Tanrı önem kazanır; Horus, ölülerin ağızlarının ve gözlerinin açılması ayini (ritüeli) ile babası Osiris'e hayatını geri verir. Horus, Yunan'daki Diyonizos, Hint'teki Krişna ve Hristiyanlarda da insanın içindeki (yüreğindeki, gönlündeki) İsa’nın karşılığıdır.

42

BÖLÜM IV

KUTSAL YAZI

Mısır rahipleri kutsal yazı olarak hiyerogliflerin sembolizmini kullanıyorlardı. Öyle ki, bunların kullanımı onlara bir bakışta bir Tanrının fonksiyonlarını ve vasıflarını gösteriyordu. Buna göre, Güneş'in ruhsal prensibi olan ve ismi iki harften oluşan Ra, şöyle yazılırdı:

1)        R harfi basık bir disk gibi temsil edilirdi. Bu, "ağızı", sözü ve Kelâm'ı temsil ediyordu.

2)        İkinci harf olan A ise bir kol şeklinde yazılırdı. Bu kol doğrudan doğruya tüm plânlar üzerindeki eylem fikrini, aktivite fikrini, yaratılışı, şuurun oluşumunu, iradeyi, kararı, vs. ilham ve telkin ederdi. İki harf bir araya gelince, Söz ya da Kelâm'ı ve aktivite- yi, yaratma iradesini oluştururlardı. Genellikle bu işareti ortasında nokta bulunan bir daire izlerdi. Bu da, bu irade-etkinliğin daha yukarıdan geldiği, yaratıcı fikrinin oluşumunu tezahür ettiren Mutlaklan geldiği anlamında idi. Ra'nın hiyeroglif şeması şöyledir:

43

Gizemli Bilgilerin Kaynaklan

Kabaca, iki çeşit yazı vardı: Rahipler tarafından dinsel metinler için kullanılan hiyeratik ile halk tarafından bilinen ve günlük yaşamın şartlan içinde kullanılan demotik yazı. Buna göre, insanların fiziksel ve ruhsal hareketten ibaret olan hayatlannı temsil etmek için, insanın iki bacağı biçimindeki A şekli kullanılırdı.

Alemin ve insanın yaratılışı, düşüşü ve kaderi Pimender'in büyük kitabında öğretiliyordu. Bu kitabın içinde Mısır'ın Büyük Tanrısı, Thot- Hermes’e nasıl yarattığını anlatıyordu. Tann, Thot- Hermes ile uykusu esnasında konuşuyordu: "Neyi görmeyi ve duymayı istersin; ey Thot? Neyi öğrenmeyi ve tanımayı dilersin?" "Sorarım sana, kimsin sen?" "Ben," der Pimender, "ben İlâhî düşüncenin gücüyüm; bana ne istediğini söyle, yardımına geleceğim." "Var olan şeylerin tabiatını öğrenmeyi ve Tanrı'yı tanımayı isterim."Gözlerimin önünde olağanüstü bir manzara belirdi; her tarafımı hayranlık kapladı. Bana, nemli bir karanlıktan ışığın sesi sıyrılıyormuş gibi geldi. Bu Kelâm nemli bir prensip üzerinde götürülüyordu ve ondan saf ve hafif bir ateş çıkıp göklerde kayboluyordu. Hafif olan hava, Ruh'un benzeriydi; su ve ateş arasındaki bölgeyi işgal ediyordu. Ve toprak ve sular birbirleriyle öyle karışmışlardı ki, sularla kaplı toprağın yüzeyi hiçbir yerde gözükmüyordu. Her ikisi de Ruh'un Kelâmı ile hareket ettiriliyorlardı; çünki O, onların üzerinde mevcuttu; böylece Pimender bana dedi ki: "Bu manzaranın ne anlama geldiğini anladın mı?" "Anlayacağım! diye yanıtladım." Pimender ekledi: "Bu ışık, benim; ben akılım, senin Tannnım ve ben karanlıktan sıyrılan nemli prensipten çok daha eskiyim. Ben düşüncenin tohumuyum, ışıl ışıl parlayan Kelâm'ım, Tanrının oğluyum. Sana diyeceğim odur ki kendi içinde duyduğunu ve gördüğünü düşün; Sahibin (Rabb'in) Kelâ- mı'dır. Bu, Baba Tanrı'nm düşüncesidir, bunlar hiçbir zaman ayrılmazlar ve birliktelikleri hayattır." "Pimender'e, hayatın unsurlarının nereden çıktığını soracağım." "Tanrı’nm iradesinden, ki O, kendi mükemmeliğini kavramış olup yaratmış olduğu diğer tüm unsurları ve yaşayabilir tohumlan onunla süslemiştir. Çünki Akıl, her iki cinsin de hayat ve ışık olarak isimlendirilen o çifte bereketliliğine sahip olan Tann'dır. Kelâm’ı ile diğer bir etkili Zekâ’- yı (Aklı) yaratmıştır. O ayrıca, daireler içinde maddî âlemi içeren

44

Kutsal Yazt

Yedi Etken’i de oluşturmuştur ve bunların etkisi kader diye adlandırılır. Yapıcı Akıl ve Kelâm, kendilerinde bu büyük süratle dönen yedi daireyi kapsarlar; bu makine başlangıcından sonuna kadar ne başlangıcı ne de sonu olmaksızın hareket eder; çünki bittiği noktada yeniden başlar. Bu daireler bütününden, Tann’nın isteği üzerine aşağı seviyedeki unsurlar, yani akıldan mahrum hayvanlar çıkmıştır; çünki onlara bunu vermemiştir. Hava, kanatlı hayvanları; su, yüzen hayvanlan taşımıştır. Daha sonra da toprak kendisindeki hayvanlara, dört ayaklılara, yılanlara, vahşi ve ehlileşmiş hayvanlara hayat vermiştir. Ama Akıl, yani her şeyin babası, kendi suretinde olan insanı doğurmuş ve onu kendi oğlu gibi kabul etmişti, çünki o güzeldi ve Babasının veçhesindeydi (*). Tanrı kendi suretinde olan insana, eserini de kullanma yeteneği vermiştir. Ama Babasının her şeyin yaratıcısı olduğunu gören insan, kendisi de yaratmak istemiş ve Babasını seyretmeyi bırakıp, maddî varlık âlemine bağlanmıştır.

Her şey onun kudreti altına sunuldu ve o Yedi Etkeni'nin sıfatlarını değerlendirdi. İnsanın aklını destekleyen bunlar, ona yeteneklerini aktardılar. Bunların esasını ve kendi öz tabiatını tanıdığı andan itibaren o, dairelerin içine girmeyi ve bunların dış çemberini kırmayı istedi; bunu da ateş üzerinde bizzat hüküm sürenin vasıflarını kendinde yaşayarak yapacaktı. Ve akıldan mahrum ve ölümlü olan hayvanlar üzerinde "tüm hakimiyete sahip bulunan" yükseldi, ahengin bağrından çıktı, çemberlerin gücünü kırdı ve ahenk için sevgiyi ele geçirdi. Bundan bir varlık sureti doğdu ve Tanrı'nın güzel suretinden biri olarak doğayı gösterdi: Akıldan mahrum insan. Ama dünyasal tüm hayvanların içinde yalnızca insan çift varlıkla donatılmıştı: Bedeni ile ölümlü idi, ama asıl varlığı ile ölümsüzdü. Demek oluyor ki, insan yüksek bir ahengi gerçekleştirmiştir ve ona tekrar nüfuz edebilmeyi istediği için esarete düşmüştür (maddî formların esareti altına girmiştir).

Ama Tann dedi: Bir kısım akim bahşedildiği sîzler, öz tabiatınızı tanıyın ve ölümsüzlüğünüze dikkât edin. Kendinizin bedensel kısmınıza olan sevginiz ölüm sebebiniz olacaktır.

O "Manevî Güzel" sıfatını (Hüsn) taşıyordu. (Ç.N)

45

Gizemli Bilgilerin Kaynaklan

Bu sözlerden sonra, âlemlerin ahengi ve mukadderi kanunlarına göre Tanrı "değişik unsurların karışımını ve kendi öz karakterlerine göre çoğalacak olan türleri meydana getirdi".

Pimender'in bu kitabında, dünyanın tüm dinsel tradisyonla- rındaki yaratılışın gelişim sürecini bulabiliriz: Baha'nın düşüncesi, ilk gece, semavî ateş, semavî su, semavî toprak, tüm yaratılmışın arşetipleri, Baha'nın ve Oğul'un bu ön yaradılışı ahenkli kılan Düşünce (Baha’nın) ve Keİâm'ı (Oğul'un), ilk yapıcı akıl olan Oğul'un Kelâm'ı...

Ardından Yedi Etken belirir. Bunlar, hayatın yedi naibi, Hint'teki Yedi Büyük Deva, Hristiyanlarda tahtın önündeki yedi Ruh'tur.

Yaratılış, bittiği yerde daima yeniden başlar, Baba’dan çıkar ve Baha'ya geri döner; Tann'nm büyük nefes verişi, nefes alışı gibi... Her evren O’ndan çıkar ve O'nun tarafından soğurulur. Pimender insanlara cesaret verici iki ifade ile son bulmaktadır: 1) Öz tabiatınızı tanıyîmz [İlâhî olduğunuzu ve üçlemenin, teslisin içinizde bulunduğunu biliniz]. 2) Bedeninize karşı duyduğunuz ve önceden tasarlanmış olan bu sevgi, Ölüm sebebiniz olacaktır (ruhsal ölüm). İki tür insan olacaktır: İlâhî niteliğinin şuurunda olup bunu tamamına erdirmek için gayret sarf edenler ve diğer taraftan bunu, isteyerek veya ellerinde olmadan unutmuş olan ve hiçbir zaman inisiyeler gibi ölümü yenmeyi bilemeyecek olan insanlar.

46

BÖLÜM V

MISIR TANRILARI

Mısır Tanrılarını hafızamızda yerleştirebilmek, tasnif edebilmek için onları iyice gün ışığına çıkaralım ve onların diğer geleneklerdeki karşılıklarını vermeye çalışalım. Aşağıda verdiğimiz,tablo, bu karşılıkları oluşturmak için hayli gereklidir. Mısır Tanrılarına en çok uyan gelenek, Yunan geleneğidir. Bunun bizi şaşırtmaması gerekir. Çünki Yunanistan’ın tüm büyük filozofları burada uzun süreler kalmışlardır. Örneğin Fisagor, büyük kutsal merkezlerin rahipleri arasında 22 sene süren bir staj yapmıştır.

PHTHA: Varlık Olmayan’ı, ilk. Ana-Baba'yı temsil eder. O’nun karşılıkları Hint’te Brahman, Yunan’da Uranos'tur. Bunlar ön yaratılışın büyük Tanrılarıdır, yaratıcı ideler âleminin büyük mimarlarıdır.

Bunların ardından aktif yaratılışın Tanrıları gelir: Mısır’da Amon, Hint’de Brahma, Yunan’da Zeus. Bu Tanrılar "maddî" yaratılışın şafağında yer alırlar. Bundan sonra Güneşe ait Tanrılar gelir: Mısır'da Osiris, Hint’te Vİşnu, Yunan’da Apollon. Bu Tanrılar, Kelâmları vasıtasıyla hayattan sorumludurlar. Bunlar ruhsal ve fiziksel Güneşin Tanrılarıdır. Bunların sembolü, dikilitaş ile temsil edilen Fallus’tur. Hint'te Lingam, Yunan’da Omphalos'tur (Omfa- los). Bunlar "materyalize" olmuş Ğüneşin Tanrılarıdır. Şunu da belirtmek gerekir ki bu Tanrıların Baba'ları Vardır, yani fiziksel Güneşin materyalize olmadan önceki oluşumunu hazırlayan varlıklar vardır. Mısır’da Ra, Yunan’da Helios ve Hint'te güneş arabasını İndra’ya emanet eden Vişnu.

Bu Güneşe ait Tanrıların hepsi kurtarıcıdırlar, insan sürüleri-

47

Gizemli Bilgilerin Kaynaklan

nin iyi birer çobanıdırlar; bunların tümü dünya insanları tarafından öldürülmüş, parçalara ayrılmışlardır. Prajapati, Mithra, Zag- reus; İsa.., hepsi de insanların kurtuluşu için kendilerini kurban etmişlerdir. Bunların ardından da insanların kalbine girmiş (içe yerleştirilmiş) Tanrılar gelir: Mısır'da Hohıs, Hint'te Krişna, Yunan'da Diyonizos. Bunlar, insanların kendilerinde inisiyasyon vasıtasıyla diriltmek zorunda oldukları içteki (yüreklerindeki) Tanrılardır.

Güneşe ait sudûrlar (emanasyonlar), Mısır'da daha aşağılara inmez. Halbuki Hint'te Ganeça, bu Tanrılarla insanlar arasındaki bağı oluşturur. Aynı şekilde Yunan'da da bu boşluğu Baküs doldurur.

Aşağıdaki tablo her üç geleneğin başlıca Tanrılarını göstermektedir. Çiva hariç tümü de erkek Tanrılardır, Çiva, Trimurtinin üçüncü şahsıdır ve Sakti'si ile aynı anda hem erkek, hem dişidir.

ÜÇ GELENEĞİN TANRILARI

Onu bazen bedeninin yarısı erkek elbiseleri, diğer yarısı kadın elbiseleri giymiş olarak temsil ederler (Not: Çiva, 3 şekilde temsil edilir: 1. Erkek şeklinde, 2. Pavarti, yani evlâtlarına karşı müşfik ve yumu-

48

Mısır Tanrıları

şak, iyi anne şeklinde, 3. Formları ve hayatı tahrip eden kara Kali şeklinde). Diğer geleneklerde ise bunun yerinde bir Tanrıça bulunur, sıfatı da Su’dur.

Yunan'da Baküs, Diyonizos'un bir sudûrudur. O insanların daha yakınındadır ve dış yaşamlarında aktif bir pay sahibidir. İsa Mesih, bir insan bedeni içinde inmeyi kabul ederek ve insanlarla beraber yaşayarak kusursuz bir örnek oluşturmuştur.

YARATILIŞ

(MISIR MİTOLOJİSİNE GÖRE)

Başlangıçta yalnızca gelecekteki hilkatini düşünen büyük Tanrı Phtha'nm dışında hiçbir şey mevcut değildi. Onun ilk tezahürü Nun, ya da ilksel.Uçurum, Hint'in Maya'sı ya da Yunan'ın Gaea'sı gibi, her şeyin Ana'sı olan dişil enerji oldu. Nun, daha sonra Shou ile, yani ilksel Hava İle birleştiğinde nemliliğin kendiliğinden mevcut (yani yaratılmamış) özü oldu. O, tıpkı Yunan’daki Ga- ea gibi, Phtha'nm aklı oldu. Bunun ardından ilksel Ateş'in, ilksel Gok’ün, ilksel»Hava'nm, ilksel Su'nun, ilksel Toprağın Özleri doğdular. Mısırlılar envolüsyon ve evolüsyonu Djed sütunu, ya da başka deyişle hayat ağacı ile sembolize etmişlerdir.

Aktif yaratılışın arşetipleri hazır olduktan sonra, tertiplenmiş yoğunlaşmanın Tanrıları, Amon-Ra'nm (ya da Atum-Ra) yani ruhsal güneşin, Amon ve Ra olarak ikiye ayrılışları ile belirdiler (Memfis ve Heliopolis metropollerine göre). İlksel Gök'ten ve Topraktan dört çocuk doğdu: Osiris ve İsis, Set ve Neftis yani yeryüzünü gündüz ve gece aydınlatmakta olan iki ışık kaynağı (Osiris-İsis) ile Hava ve Tabiat (Set-Nefitis).

SET-TİFON: Atmosferdeki hava vasıtasıyla insanların yeryüzünde yaşamalarını sağlayan hayat nefesi. İnsan varlıkları o günden itibaren hayat ve ölüm çemberleri içine gireceklerdir. Demek ki Set, insanı öldürmüştür (ruhsal hayatta), ama Ölümden sonra, şayet ilk saflığını muhafaza edebilmişse, Osiris'i yeniden görebilir.

49

Gizemli Bilgilerin Kaynakları

NEFTİS: İsis’in kız kardeşi. Dünya yaşamını organize eder. İnsanlar fizik bedenlerinde beslenebilsinler diye doğayı bereketli kılmıştır.

MAÂT: Yunan’daki Themis gibi, Adalet Tanrıçasıdır.

HATOR: Yunan’daki Afrodit gibi, Aşk Tanrıçası'dır.

THOT-HERMES: İnsanlarla tanrılar arasında arabulucu, İlâhî habercidir; Tekrardoğuşlar ve İnisiyasyon Tannsı’dır. Yazı ve dillerin, astronominin, sayıların ve tüm sanatların Tannsı'dır. Üç telli lir'i icat etmiştir. Kutsal kitaplar vasıtasıyla bilginin hocası olan Tannça Seshat'a katılmıştır (çok daha sonraları Yunan’da çocuk yaştaki Hermes yedi telli lir'i icat edecek ve bunu, dünya üzerinden geçecek olan yedi büyük ırkın yöneticisi olan Apollon’a teslim edecektir).

İnsanlar yeryüzünde artık fizikî bir bedene bağlı olarak yaşadıklarından dolayı her devre sonunda meydana gelen çöküşü önceden gören Osiris ve İsis, insanları topluca bir düşüşten korumaya karar verdiler. Bu nedenle her insanın kalbinin içine, yaratılmışları Yaratıcılarına bağlayan görünmez "bağı", yani oğullan Ho- rus'u yerleştirdiler. Horus'un tanınmasından, fark edilmesinden sonra Güneş İnisiyeleri soyu ortaya çıkacaktır. Bu da İsis’in sayesinde, yeni adı Kundalini olan ve omurganın alt kısmında, kök lo- tüste uyumakta olan ateş yılan vasıtasıyla olacaktır.

Yoğunlaşma en üst noktasına ulaştığında dünya, devreler (sikluslar) ve ırklar boyunca gerçekleşetek olan uzun haccına başlamak üzere yola çıkar ve bu da dünyanın sonuna kadar sürer. Ancak uzun tekâmül yoluna bağlanmış insanlara hâlâ daha gerekli olan bir şey vardı; eksiksiz insanın ihtiyacı olan gıdanın sembolizmi gerekliydi. Bu, Nil'di, Nil, bu sembolü sağlayan Tanrı Hapi ile temsil edilmişti.

Ezoterik bilgiye göre üç Nil vardı. Tüm geleneklerdeki kutsal nehirler, kaynaklarını Gök'ten alırla:* Hint, bu tradisyonu günümüze dek muhafaza etmiştir. İlk Nil "semavî" (göksel) idi. İlâhî Bilgeliği içeren diri suları orada akmaktaydı. İnisiyelerin sonsuzluk gecelerini teskin etmeye geldikleri yer orasıydı. İkinci Nil, "dünyasal" idi. Bunun suları toprağın bereketini ve hayvanlarla insanların

50

Mısır Tannlart

dünyasal besinlerini sağlıyordu.

Üçüncü Nil’in "bir yeraltı geçi ti” vardı. Bu, kötülerin ruhlarını, şahin ya da köpek başlı Anubis tarafından nezaret edilen mahkemeden ve adalet terazisinde tartılıştan geçtikten sonra Mısır’ın Cehennemi'ne, yani Amenti’ye taşıyan cehennemi bir Nil’dir.

51

Gizemli Bilgilerin Kaynakları

îsis dini, Galya'ya dek uzanmaktaydı. Lütes'in (Lutece) sakinlerine Bar-İsis denirdi (îsis'in oğullan demektir). Daha sonra dildeki bozulma ile barizyen ve en sonunda parizyen olmuştur [Bu, Parisli anlamına gelir. Bugünkü Paris'in eski adı Lülece (Lü- tes) idi].

Ölüm, seyyal bedenleri fizik bedenden (Khnum) ayırıyordu. Diğer üç beden aşağıdan yukarıya doğru şöyle isimlendiriliyordu: Ölümden sonra eterik (esîrî) ve astral beden tarafından oluşturulan Ka. Eterik beden ölümden sonra yaklaşık bir ay zarfında kayboluyordu; ama astral beden, mumyalama işi sayesinde hayli uzun bir süre varlığını devam ettiriyordu.

Bunu Ba izliyordu; bu, mantal (zihin) tarafından oluşturuluyordu.

Son olarak spiritüel ruh vardı, buna Sahu derlerdi; bu ölümsüzdür.

İnsan, Mısırlılar tarafından bir göçmen kuş olarak kabul ediliyordu. Bir Osiris ölmadan, yani bir Güneş înisiyesi (Fönix sembo- lü)(*) olmadan evvel binlerce kez doğmalı ve tekrar doğmalıydı.

ENKARNASYON-DEZENKARNASYON ŞEMASI

SAHU (ÖLÜMSÜZ RUH)

İşte bu yüzden, bilgeler ölümden asla korkmazlardı; tıpkı mezarlarında yazılı olan şu cümlelerde ifade edildiği gibi: "Ölüm bana bir hastalığın iyileşmesi gibi, ateşli bir hastalıktan sonra temiz havaya çıkmak gibi gelir."

"Ölüm, şimdi bana uzun esaret yıllarından sonra evine yeniden kavuşmayı isteyen bir adamın arzusu gibi geliyor." "Ben dünüm ve ben bugünüm." Her bir hayat, insanı Osiris’e yaklaştırmak

' (Ü Zümriitilaııka kuşu: Phoenix (Föniks).

52

Mısır Tanrıları

zorundaydı. Şayet bu gerçekleşmemişse, bu boşa harcanmış bir hayattı ve yeniden başlamak gerekiyordu.

RAHİPLİK

Mısırlı rahipler kastlar (sınıflar) ve fonksiyonlara göre ayrılmışlardı. Bunların en başında Tanrıların hizmetkârları kastı vardı. Bunlar gizli tapınağa dahildiler. Bunlardan sonra eğitmen ve bilgin rahipler geliyordu. Bu rahipler bilimsel araştırmalarla uğraşırlardı. Astronomi, geometri, aritmetik, kutsal sayılar, vs... gibi. Eğitmenler, adaylara sırları öğretirlerdi. Diğerleri ise tıp ile meşguldüler.

Bunların ardından Uab rahipleri gelirdi. Bunlar halka dini öğretirler, seremoniler ve dinsel yürüyüşler düzenlerler, duaları ve dinsel merasimleri gözlerler ve ayrıca kasaplardaki etleri de kontrol ederler, bunların temiz ya da pis olduklarını bildirirlerdi.

Sem rahipleri ise ölüm uzmanıydılar. Ölülerin ağızlarını ve gözlerini açarlar, tabuta yatırılmadan önce bedeni bantlarla çevirirler, mumyalama işini kontrol ederlerdi.

Son rahipler sınıfı da Ka hizmetkârlarından oluşuyordu. Ka, Ölülerin astral bedenlerine verilen addır. Onu eğitirler, ona tavsiyelerde bulunurlardı (Tibetlilerde olduğu gibi). Ölüler için getirilen hediyeleri kabul ederler ve bunları mezara yerleştirirlerdi.

16 yaşındaki acemiler tasfiye ve arıtma işine adanırlardı. Staj 4 sene sürerdi.

20 yaşında Osiris'in hizmetkârları olurlardı. Bu staj 12 sene sürerdi.

32 yaşma geldiklerinde 3. kâhin durumuna geçerlerdi. Bu, 15 sene devam ederdi.

47 yaşma geldiklerinde, 12 sene boyunca 2. kâhin olurlardı.

59 yaşında ise büyük rahip ya da Tanrı Amon'un kâhini durumuna gelirlerdi.

53

Gizemli Bilgilerin Kaynaklan

86 yaşında emekli olabilirlerdi. Büyük rahip, tapınakta, Kutsallar Kutsalı Tann'dan bir tür kutsal bir rütbeyi karşı karşıya gelerek bizzat alırdı.

HAYVAN BAŞLI TANRILAR

Hayvan başlı Tanrılar Batı insanını uzun süre düşünmeye sevk etmiştir. Çünki onlar bu seınbolizmayı ve kutsal hayvanların anlamını pek kavrayamıyorlardı.

Mısır'da boğaya "Apis" denirdi. Tanrı, hayatın ilk izini astrolojik işaret olarak Boğa burcunda çizmişti. Demek ki Apis, Kelâm’a bağlıydı; her ne kadar bu kelâm hâlâ soyut bile olsa... Mısır’da Boğa, ilkbahar mevsiminde gündüzün geceye eşit olduğu gün doğuyordu. Bu yüzden yaratıcı Güneş ve tabiatın uyanışı ile ilintiliydi. Kamak'ta Tanrıça Mut'a adanmış bir tapınakta Tanrıça Sekmet'in, arkeologları çok düşündüren bir heykeli bulunmuştu. Bu Tanrıça, bir kadın bedeninde aslan başına sahipti. Bu, yalnızca astrolojik bir hatırlatmadır. Onun Osiris ile, yani Aslan burcunun idarecisi İle olan birliğini de aslan başı ile temsil etmeleri gayet mantıklıdır. Horusü da şahin başı ile temsil ederler. Ruhün hiyeroglifteki işaretinin şahin olduğu bilinince bunun şaşırtıcı bir tarafı kalmaz. Horus, insanın içindeki Tanrıdır; ama,ruh günün birinde Horus tarafından kurtarılacak ve ikisi de beraberce Güneş Osiris'e yükseleceklerdir.

Tanrı Şebek de bir timsah başına sahiptir. Çünki o, hâlâ İlâhî olan, Tanrı suretindeki ilk insanları temsil eder. Diğer taraftan, bunların fizik bedenlerinin "tohumları" (embriyo) belli belirsiz bir şekilde timsahı andırıyordu. Yeryüzünü kaplayan su tabakasının içinde yaşıyorlardı. Bu ön insanlar, insan bedenlerinin atalarıdırlar ve Ruhsal Nil’den inmişlerdir.

Kedi (erkek veya dişi) denge ve meditasyonun önemli bir sembolüdür. Tanrıça Pasht, kedi başı ile temsil edilmiştir. Aslında kedi, insanlar için bir model oluşturmaktadır. Bunu anlayabilmek için bu hayvanı izlemek yeterlidir. Kedi oyun da oynasa, avlansa da bunu âdeta düşüne taşma yapmakta, gücünü hiçbir zaman sa-

54

Mısır Tannian

çıp savurmamaktadır. İşini bitirdiğinde de, gevşek bir meditasyon hâline büriinüverir. Avını izleyen bir kediyi, örneğin bir kuşu gözetlemekte olan bir kediyi ele alalım. Uzaktan kuşun yere konduğunu görür, hiç acele etmeksizin yavaşça kalkar ve gözleri kurbanına sabitleşmiş vaziyette, kendini fazla belli etmeden maharetli şekilde yavaşça ilerler. Kurbanına yaklaştığı ölçüde yavaş ve sakindir... Uygun mesafeye geldiğinde kendi üzerine toplanır ve tüm gücüyle hedefine doğru atılır.

Avını yakalayabilmişse ne âlâdır. Ama şayet kuş pençelerinden kurtulmayı başarmışsa, bu da önemli değildir; sakin sakin yerine geri döner ve yeniden o gevşek pozisyonunu alır. Tavrında en ufak bir can sıkkınlığı yoktur.

Sadece hayat oyunu oynamaktadır, ne eksik ne fazla, diğer bir fırsatı bekleyerek... Kedi bir denge, bir çalışma-dinlenme modelidir. Meditasyon tam ona uygundur, hiçbir sıkıntı duymaksızın bu hâli yaşar.

Kedi geceleyin gayet iyi görür. Durugörüyü temsil eden baykuş ve yarasa gibi o da duruğörünün sembolüdür. Kedi gece vakti avlanır.

Evi, insanlara ait gıda maddelerini çalan ve kirleten kemirgenlerden korur. Eğer gece avlanıyorsa, bu İsis ile ortaklaşadır; ve Tanrıça Pasht gece boyunca "uykuda olan" güneşin başında beklemekte ve onu, pençesinin altında tuttuğu karanlıklar yılanından korumaktadır.

Yırtıcı kuşların gözleri öyle keskindir ki, onlardan hiçbir şey kaçamaz. Bu nedenle Tanrı Anubis bir atmaca ya da şahin başı taşıyordu. O, ruhların ölümden sonra tartıya vuruluşlarını yöneten hâkim idi ve hiçbir insan ondan hatalarım gizleyemezdi.

Sinosefal (kinokefal) yani köpek kafalı maymun Mısır'da önemli bir semboldü. Maymundu çünki zihnî melekesi olmayan hayvani safhadaki insan ırklarını temsil ediyordu. Köpek kafası bize, bu ırkların idarecisini, semavî Köpek burcunu yöneten Thot- Hermes'i belirtmektedir. Maymunun kafası ayrıca, bu ilkel ırkların insanlarının şayet Tanrılara sadık kalmış olsalardı, daima onlarla ortak bir yaşam sürdürecek olduklarını, İlâhî niteliklerini ko-

55

Gizemli Bilgilerin Kaynakları

ruyacak olduklarını da ifade eder.

Hint'teki maymun Hanuman örneği de bunu kanıtlar. Dünyaya inişinde Rama'ya eşlik eden Hanuman, Tannsma olan kusursuz sadakati sayesinde yeryüzündeki insanların, kardeşlerinin uğradığı ıstıraplara maruz kalmamış, çünki Rama İle bir olmayı başarmıştı. O, Rama hâline gelmişti ve onunla birlikte yeniden Göğe çıkmıştı. Şunu da hatırlatalım ki insan maymundan türememiş- tir. Tam tersine olarak ilkel insanların hayvanlarla çiftleşmesinden ötürü, aslında maymun insandan türemiştir.

MISIR İNİSİYASYONU

Mısır'da kurulan Atlantis merkezi, tükenmiş olan 4. Irk ile hazırlanmakta olan ve kalkışa geçen 5. Irk arasında Hiyerarşiler tarafından kurulan bir köprü oluşturmuştur. Bu iki ırk da Atlantis'i denizin dibine yollayan büyük tufan ile birbirlerinden ayrılmışlardır. Herbir tufandan evvel ırkların yöneticileri, hazırlanmakta olan ırkın iyi tohumunu korurlar. Nuh ve Rama 4. Irk’m kurtulanlarının iki akım hâlinde, biri güneyden, diğeri kuzeyden gelen ve günümüzde bir çöl durumunda olan Gobi Denizi'nin çevresinde birleşen iki grubun yöneticileri olmuşlardır. Eskilere göre, arş (Köprü kemeri, Nuh'un Gemisi) ve köprü aynı anlamdadırlar; bize bir gemiden sadece mitoloji bahseder. Aslında söz konusu olan bir köprüdür. Bu yüzden Nuh'un Gemisi bir semboldür. 1. Arî Alt İrk Hindistan'da yerleşmişti. 2. Alt Irk Eski Pers ülkesinde, Zerdüşt'ün yönetiminde yerleşmişti. 3. Alt Irk Mısır-Kalde idi ve Mısır'daki Atlantis mihrakı ile birleşmişti. 4. Alt İrk, o güzelim Yunan medeniyetinin sahibidir. 5. Alt Irk Kelt ve Anglo-Sakson kökenli olarak pek çok*dallara ayrılır ki bunlar Avrupa’yı paylaşmışlardı.

Herbir ırk yedi alt ırka hayat verdiğinden dolayı geriye iki tane daha kalıyor ki bunlar, ortaya çıkmak için zamanlarının gelmesini beklemektedirler. Bunların gelişi o kadar uzakta değildir, hatta hayli kısa bir zamanda gerçekleşecektir. Çünki tekâmül giderek hızlanmaktadır. ( ünümüzde birkaç düzine yılda-gerçekleşenler,

56

Mısır Tanrıları geçmişte asırlar, hatta binlerce yılda oluşmaktaydı. Son iki alt ırk herhalde Antekrist'in (Deccal) pençeleri arasında olacaktır (s.21 deki "Tekâmülün Hızlanışı" şemasına bakınız).

* * *

Eski Mısır'ın büyük inisîyasyonlarımn tekniği neydi?

Tapınaklardaki uzun meditasyonlar, inisiye adayım büyük inisiyasyonlara hazırlıyordu. Bu, tüm insanlarda bulunan görme ve işitme tohumlarını geliştiriyordu.

Eğitmen hierofantlar (mürşit, büyük rahip) bu tohumlan yumurtadan çıkışlarından olgunlaşmalarına dek izlerler, denetlerlerdi. Ama ekstazları (vecd hâlleri) sırasında mistler (öğrenci, mürit) görünmez âlemlere yaptıkları seyahatleri berrak şekilde hatırlamıyorlardı, çünki "Hafıza Merkezi" bu yolculuklannda onları izlemiyordu. Günümüzde inanıldığı biçimde hafıza beyinde bulunmaz, tersine; eterik (esîrî) bedenin yüksek iki alt plânı üstünde bulunur. Hierofant, gücü sayesinde bu iki yüksek alt plânı ayılır ve böylece hafıza, astral ve mantal bedeni izleyebilirdi. Geri kalan 5 alt plân ise fizik bedendeki organik yaşamı devam ettirirlerdi. Bu minik kurnazlık sayesinde mistler ruhsal âlemlere yaptıkları yolculukların hatıralarını muhafaza edebilirler ve bunların tekrarı ile de iradelerine bağlı olarak durugörülerini kullanır duruma gelirlerdi.

Ana'nın aydınlatması da denilen büyük îsis inisiyasyonu esnasında mist büyük bir taş sandığa (Osiris sandığını anımsatan) yatar ve Hierofant tarafından bunun içinde uyutulurdu. Bu uyku üç gün üç gece sürerdi ve büyük yolculuk üstadın yönetiminde, başlardı. (Şunu hatırlatalım ki Lazarus da üstadı İsa tarafından uyandırılmadan evvel üç gün üç gece bu yolculuğu yapmıştı.)

Bu inisiyasyon ateş yılan'ın/Hint'teki adıyla da Kundali- ni'nin, yani o ana kadar bel kemiğinin son iki omuru hizasındaki kök şakrada yerleşmiş ve uykuda bulunan bu enerjinin omurga boyunca yukarı çıkmasına bağlıydı. Epröv (sınav) sona erdiğinde, mist, tapmağın doğu yüzündeki güneşin ilk ışınlarının aydınlattığı bir meydana taşınırdı. O arhk "iki kere doğmuş" idi. İsis ve Osi- ris'in yeniden bulunmuş olan oğluydu. Ancak hürriyetine tam ka-

57

Gizemli Bilgilerin Kaynaklan

vuşmadan önce iki büyük inisiyasyondan daha geçmesi gerekiyordu.

Bu İsıs aydınlanmasından sonra, kişi, en ufak ayrıntılarına varıncaya dek kontrol edebilecek kadar tüm yaşamlarını biliyordu. Sfenks ile karşılıklı ve aynı seviyeden görüşebiliyor ve neticelerden sebeplere tırmanarak tüm sırlara vakıf oluyordu.

Lazarus'dan söz etmiştik. Onun inisiyasyonu iki önemli noktada farklı bir durum gösterir: 1) Lazarus, mezardan çıktığında yeniden dirilmiş değildi. Genel kanaatin aksine, o üç gün üç gece boyunca sahte bir mezarda kalmıştı. İsa, bunu bizzat şöyle ifade eder: "Dostumuz Lazarus uyumuştu." Ve buna ek olarak o, Güneş inisi- yasyonunu geçmişti. 2) Mısırlı mist, hierofantı (mürşidi) eşliğinde seyahatini gerçekleştirebiliyordu. Ama Lazarus bunu tek başına yapmıştı. Çünki îsa, bireysel inisiyasyonu başlatıyordu. Yani, Demir Çağı'na uygun, rehbersiz-mürşitsiz bir inisiyasyonu... Mist’e eşlik eden mürşit onun rüyetlerini yorumluyordu ve dolayısıyla inisiyasyon, Öğreticinin şahsiyetiyle belirginleşiyordu. Ötekinde ise mürşitin yerini İsa'nın düşünce şekli alıyordu. Eski inisiyasyon ile yeni, Mesihî inisiyasyonunun arasındaki bu fark önemlidir.

Mısır İnisiyasyonu için bak: "Büyük İnisiyeler", E. Sciture, Hermes Bolümü. (Sayfa 159-211) Ruh ve Madde Yayınlan.

58

BÖLÜM VS

FİRAVUNLAR

Mısır halkının firavuna duyduğu hayranlık bizlere putata- parlık gibi gelebilir. Çünki o, bize göre sadece bir insandır. Ama şunu unutmamalıdır ki, ilk beş hanedanın firavunları birer inisiye idiler. Yani hepsi de gerçek ilâhlardı. Hint'te de bir üstadın öğrencileri (mürit) onu bir tann gibi görürler. Firavunların ilâhîliklerini kaybedişleri, beşinci hanedandan sonradır.

Bu tanrısal krallar halkı oluşturan tüm bireylerin her birinin düşüncelerini içine alan "halkın kolektif ruhu" ile gerçek bir temas hâlinde idiler. Günümüzde bu düşünceler topluluğuna kamuoyu denmektedir.

İnisiyasyonu esnasında, firavun, iradesine bağlı olarak ben’iyle olan ilişkisini keser; Mısır’ın ve karısı İsis’in koruyucusu olan Osiris'le birleşir.

O, bu İlâhî çiftin çocukları, ve onların iradelerinin yeryüzün- deki itaatkâr uygulayıcısı olan oğulları Horus durumuna gelirdi. O, artık bu ülkeyi yönetmekte olan herhangi biri değil, oğulları Horus, yani Firavun vasıtasıyla ülkeyi yönetmekte olan Osiris-İsis idi.

Güç sembolü, firavunun alnı üzerinde görülürdü: Dünya üzerinde ölüm ve hayatı dağıtan, ilâhîliğin işareti olan bilgelik yılanı Uraeus.

Firavunsal ilâhîliğin sembolleri pek çoktur. Biz sadece en Önemlilerini açıklayacağız.

59

Gizemli Bilgilerin Kaynaklan

FİRAVUNUN SIFATLARI

Gerçek inisiye firavunlar, sembolik işaret olarak çengelli asa "Heka"yı, yani İlâhî gücün sembolünü ve tüm âlemlerdeki İlâhî adaletin sembolü olan "Flagellum"u taşırlardı. Bu, aynı zamanda Karma 'yı, ve kötülere verilen cezaları ve en küçüğünden en büyüğüne kadar şaşmaz şekilde uygulanan adaleti temsil ediyordu. Herkes hataları dolayısıyla cezalandırılmak zorundaydı. Çengel aşağıya, yani fizik âleme doğru gevşeyen çemberdir.

SKARABE ya da EIEFRİ: En yüksek Tanrı Phtha'nm sembolüdür. Çünki bu böcek "ön" ayaklarının yardımıyla toplar yapar ve bunları başı daima doğuya dönük olarak ve arka ayakları yardımıyla yuvasına iter. Skarabe "Kendi Kendinin Yaratıcısıdır". Sadece erkeği vardır, dişisi yoktur. Dışkısından oluşturduğu bu topun içine tohumunu aşılar ve bunu bir ay zamanı (*) gömer; küçükleri belirmeye başladıklarında topu topraktan çıkanr ve suya gö-

(*) 24 gün süresince

60

Firavunlar

türür. Onu suda eritir ve küçükler serbest kalırlar; bunların sudan çıkışları Ra'ya, yani kozmik gecedeki ilksel su’dan (Nut'tan) çıkan güneşin bu durumuna benzer. Skarabe "siyahtır’'. Bu da kozmik geceyi hatırlatır ve ayaklarında 30 parmak vardır, yani bir ayın günleri kadar! Skarabe kendi kendini doğuran (kendi kendinin sebebi olan) Büyük Yaratıcı Phtha'yı temsil eder. Ve ona verilen Hefri ismi, "ailesi olmayan" anlamına gelir. Tıpkı Phtha'nm, evrenimizin büyük kütlesini tek başına şekillendirmesi gibi...

■ İBİŞ: Mısırhlar’ın kutsal kuşu; çünki, sayılar ilminin babası olarak kabul ederlerdi. Daima düzgün olan adımları bir uzunluk ölçüsü- oluşturuyordu. İsis'e ve Thot-Hermes'e adanmıştı. Thot, matematikleri ibiş sembolü altında öğretirdi ve çalışmasını îsis'in yardımıyla ay ışığında gerçekleştirirdi.

LOTÜS: Dünyasal ve semavî âlemi, Osiris ve îsis'in mekânını temsil ederdi. Sapı suyu, yani astral âlemi geçerek çiçeğini tüm hayatın kaynağı olan güneşte açan lotüs aynı zamanda maddî âlemin saksısında toprağa batırılmış inşam temsil ederdi. Lotüs aynı zamanda tekrardoğuşun da sembolüydü. Çünki çiçeği solduğu vakit, tohumları suyun dibine sonra da toprağa inerlerdi. Tıpkı ölen ve yeniden dünyaya inen insan gibi... Daha önce seyyaı

61

Gizemli Bilgilerin Kaynakları

bedenlerine, daha sonra da dünya üzerindeki yeni maddî bedenine yeniden doğmak üzere cennetten inen insanı temsil ederdi.

Lotüsler üç renkte olurlar: Beyaz, mavi ve pembe. Beyaz renk semavî saflığı, arılığı gösterir. Mavi renk samimî ibadetin ve pembe de aşkın (sevginin) sembolüdür, gelecekteki Ruh-insan'm rengidir.

BOĞA VE İNEK: Zodyak'm ikinci burcu olan Boğa henüz soyut durumda olan Kelârrim kaynağıdır. Diğer bütün burçların tohumunu hazırlar. Diğer burçların gelecekteki hasatlarının yükseldiği hayat tarlasının ilk izini çiziyordu. Öküz Apis, -ki Osiris’e adanmıştır- böğründe İsis'in ayçasını (hilâlini), etkin üretici kudretin iki işaretini taşıyordu.

İNEK: Bu, Nut'tur. Kozmik inek olan yıldızlı Gök'tür. İsis, saçlarında kozmik anasının kutsal ineğinin iki boynuzunu taşır. Anasının sütü Samanyolu'nu oluşturmuştur. Kızı İsis, bakireye ait ve kutsal olan bu sütün kahramanlarını sular. [Fransızca'da Sa- manyolu'na "sütümsü yol" (Voie lactee) denir. Ç.N.] O, Osiris'le olan birliği vasıtasıyla, göksel olduğu kadar dünyasal besinlerin de bolluk ve bereketinin sembolüdür. Güneşin olgunlaştırdığı tohumları "filizlendiren" odur.

ANKH YA DA KULPLU HAÇ: En yaygın Mısır sembolüdür. Tanrılar tarafından insana ayrılan hayatı temsil eder. Tau'nun üstündeki daire bunu kanıtlar. Bu sembol henüz çocukluk dönemindeki İlk dört insan ırkı tarafından kullanılmıştır. Tanrılar onları henüz terk etmiş değillerdi. Yatay çizgi Tanrılar ile insanlarm birbirinden ayrıldığı bölgeyi gösterir. Bu Tau olacaktır. Çember kaybolduğunda insanlar hür irade ve hürriyete doğru ilerleyeceklerdir.

Ankh ayrıca insanın değişik bölümlerini de temsil eder. İçine yerleştirilmiş olan Trinite (Üçlü birlik) ve sahip olduğu "yedi beden" vasıtası ile İlâhî nitelikte olan insanı da temsil eder, İnsan bun-

62

Firavunlar

lar vasıtasıyla bir gün ilk ilâhîliğine kavuşacaktır. Bu, Tanrıların ellerinde tuttukları bir hayat işaretidir. Çünki insanın ölümü ve hayatı üzerindeki iktidar onların ellerindedir.

Bu yüzdendir kİ Ankh'ı mumyaların göğüsleri üzerine koyarlardı. Yatay çubuk ve dikey çubuk uzayın haçını temsil ederdi. Başka bir deyişle pozitif gücü (dikey) ve negatif gücü (yatay) temsil ederdi. Çember ya da yumurta biçimindeki daire sonsuzluk dairesini (kuyruğunu ısıran yılan) veya Dünya yumurtasını (*)temsil ederdi. Demek ki Ankh, hayatın, ölümün ve sondaki Ölümsüzlüğün sembolüdür. Mumyanın göğsüne konmuş olan kulplu haç, ölü kişinin, gerekli olan ve kendisinin Tanrılara benzer duruma gelmesini temin edecek olan son mükemmelleşmeyi (kemale ermeyi) sağlayacak yeniden doğuşlarının sembolü durumuna gelmişti.

KAYIK: İnsanın dünya üzerinden geçişi kayık ile temsil edilmişti. Ön kısımda doğum vardı. Yetişkin İnsanın hayatının ortasında Hayat Haçı vardı; çünki yaşamın amacını asla unutmamak gerekiyordu ve arkada da ölüm vardı. Kayık, ölümden sonra, cehennem ırmağından geçişi temsil ediyordu. Ölüyü, kendisini adalet terazisi üzerinde muhakeme edecek olan Thot-Hermes ve Amibisin beklediği bölgeye taşıyordu.

(*) Okiiltist ve teozofların da belirttiği gibi, dünya canlı bir varlıktır (diğer gezegenler gibi). Onun da bir tohumu mevcuttur. (Ç.N.)

63

Gizemli Bilgilerin Kaynakları

Kış başlangıcında firavun, güneşin Ölümünü şereflendirmek için kayığı yüzdürürdü. Ocak ayı başında ise, güneş yeniden hareketini kazanınca, dirilmiş olan Osiris, sadık eşi îsis ve ağzının açılmasını sağlayarak babasına hayatını yeniden kazandıran oğlu Horus adına kutlamalar yapılırdı.

Diğer bir kayık İse güneş-öncesi Tanrılarını, yani fizik güneşin babaları Amon ve Ra'yı şereflendirirdi. Tüm bu bayramlar 36 gün sürerdi.

64'

BÖLÜM VII

MISIR'IN MAYASI

Eski Mısır'ın uzun've görkemli dönemi, inisiye fira vunlar hanedanları boyunca sürdü. Bunlar beş hanedandı ve bunun ardından da gerileme başladı. Bundan sonra gelen firavunlar, atalarmın yüksek bilgeliğine ulaşamadılar ve bu yüzden koruyucu Tanrılar dâ Mısır halklarından uzaklaştılar.

Arkeolojik bulgulardaki bolluğa rağmen Mısır'ın ihtişamından geriye pek de bir şey kalmamıştır. Bazı dev taş sütunlar, piramitler, dilsizleşmiş bir sfenks ve ezoterik anlamları yitirilmiş bazı papirüsler... Ama bilgeliğin saf mücevherleri asla kaybolmazlar ve biz onları iyice gizlenmiş bir durumda, bayrağı devralan Hint’in ve Yunan'm mitoslarında ve günün birinde bir firavunun kızı tarafından kurtarılmış olan Mısırlı bir inisiyenin, Hz. Musa'nın meydana getirmiş olduğu Tevrat'ta bulabiliriz. Bu kız onun tapınaklarda yetiştirilmesini sağladı ve bu binlerce yıllık bilgelik, Doğu'riun ve Özellikle de Batı'nın, aslında sadece isimleri değişmiş olan ve aynı Tanrılara, fakat değişik gökler altında bulunan gelecekteki uygarlıkları için bir maya vazifesi gördü.

Aryen bilgeliği Atlantis'inkinih yerini almıştı. Başka bir ifadeyle, 5. Ana İrk Atlantis'in dördüncü ırkının yerini aldı; ve bu 5. Ana Irk’m birinci alt ırkı olan Hint, değişmiş bulunan dünyanın ruhanî hocası olacaktı. Günümüzde ise artık can çekişmektedir. Güneşten sudûr eden "her şey", güneş ordularının sahibi ve tüm tekâmülün naibi olan Hz. İsa'nın yeryüzüne gelişini hazırlamışlardır. Her biri, Ustad tarafından getirilmiş olan Sevgi Kanunu'na uygun olarak, hayvansal türlerin yerini bitkisel türlerin alması sayesinde tüm insanlar için bir birleşmenin temellerini atmışlardır. Bu birleşme günümüze dek rahipler (din adamları) tarafından sağlanıyordu. Artık bu, bireysel inisiyasyon İle gerçekleşecektir.

' -        65

Gizemli Bilgilerin Kaynaklan

İsa Mesih, Son Yemek sırasında "bitkisel” türlerin transsübs- tansiyasyonunu ’(*) haber vermişti. Bu, o ana kadar imkânsız olan bir şeydi, ancak Golgota'da gerçekleşecekti.

Hristiyanlığın "kendiliğinden doğmuş olduğu" görüşü bir ütopyadan başka bir şey değildir. Adem'den bu yana hiç kimse ataları olmadan ve metotlu bir hazırlık olmaksızın donmamaktadır. Tıpkı akıp giden bir hayatın bir sonraki hayatı hazırlaması gibi, her dinsel gelenek de kendisinden sonrakini hazırlamaktadır. Tüm geleneklerin aynı noktaya yönelmiş olmaları sayesinde, Hristiyanlığın da mantığa uygun ve geleneksel temelleri gün ışığına çıkmaktadır. Çünki değişmekte olan dinlerin kendisi değil, onların zaman içinde birbirini izleyen nesillere uygun hâle getirilmiş olan isimleri ve biçimleridir. Aziz Augustin bunu şu sözlerle ifade etmiştir: "Aslında, Hristiyanhk dini denilen bu şey eskiden de mevcuttu ve insan türünün başlangıcından bu yâna da hep mevcut oldu. Ne zaman ki İsa Mesih geldi, önceden beri var olan bu gerçek dîne Hristiyanhk denmeye başlandı." İsa Mesih'e gelince, o da bunu şu sözlerle ifade etmişti: "Ve size derim: Doğu'dan ve Batı'dan birçokları gelecekler ve göklerin melekû- tunda İbrahim, İshak ve Yakup ile oturacaklar." (Matta. 8:11) Yu- hanna’nın İncili'nde de şu ifadeleri yer almaktadır: "Bu ağıldan olmayan başka koyunlanm da vardır ve onları da getirmem gerekmektedir. Onlar da benim sesimi duyacaklar ve sadece tek bir sürü, tek bir çoban olacak." (Yuhannâ. 10:16)(**)

Güneş Kelâm, günün birinde, yani hazırlanmakta olan 6. Ana Irk zamanında ve insanlar en nihayet birbirlerini anladıkları ve hemfikir oldukları zaman evrensel kilisenin tek çobanı olacaktır. Bu şuurlanışın insanlara iyilik yapma isteğini, evrensel amacı daha açık seçik görebilmeyi,.insanların birbirleriyle ve Yaratıcının da insanlarla barışmasına kendi isteğiyle ve gönülden katılmayı kazandırmasını ümit edelim. Bunun gerçekleşmesi için her insan İlk önce kendi kendisiyle barış yapacak, diğeri bunu izlemekte gecikmeyecektir.

(*) TraHssübstaıısİyasycn:(Fr.) Katolik Teolojisi'ne göre, ekmeğin ve şarabın Hz. İsa'nın eti ve kanı hâline dönüşmesi.

(**) Bu ifadeler gayet açıklayıcı olduğundan sık sık aktarma gereği duyulmuştur. (R.E.)

66        '

HİNT

HÎNT GİZEMLERİNE GİRİŞ

İ lintin, Mısır ile birlikte 5. Ana Irk'a ait dinlerin anası olduğu itiraz kabul etmez bir gerçektir. Çünki Atlantis’te pratik olarak dinler mevcut değildi. Mevcut değillerdi, çünki bunlara gerek yoktu. Atlantis Irkı'nın sonunda, geri kalanlarda din tohumları oluşmaya başlamıştı. Ama bunlar bundan sonraki ırkta, yani 5. Arî Irkta gelişecek olan birtakım taslaklar, tohumlar durumundaydılar. Dine ihtiyaç yoktu, çünki o devirde durugörü gayet normal olarak faaliyette olan bir meleke idi; üçüncü göz henüz kaybolmamıştı. 4. Irk'm başlangıç dönemine nazaran gücünden epeyce yitirmişti ama hâlâ görünmez âlemde neler olup bittiğini görmeyi sağlıyordu. Hiyerarşiler en gelişmiş kişilere görünebiliyorlardı. Diğerlerinin hissesine de astral ve esiri rüyetler düşmekteydi.

Düşüş döneminin sonunda Atlantis bazı dramatik olaylara, birbiri ardı sıra gelen kara maji (*) gelişmelerine sahne oldu. Kara majinin bu denli ifrat bir şekilde patlayışının sebebini anlamak zordu. Halbuki insanlar hâlâ daha Tanrılarla birlikte yaşıyorlardı. Peki ama ne olmuştu? Astralın alt plânlarına bir bakış, bize bunun cevabım verecektir. İster iniş (düşüş) esnasında olsun, isterse de tekrar yukarı (ruha doğru) yükseliş esnasında olsun, insanlık kaçınılmaz bir şekilde daima astral âlemden ve onun yedi alt plânından da her iki yönde geçmek zorundadır. Astralın son iki alt plânı tüm ucubelerin, reziletin, tüm aşağı seviyeli tutkuların, kibrin, az- gın hükmetme arzularının ve hayvani cinsel tutkuların inidir. Tevrat'ta şöyle yazar: "Tanrı insanlan yarattığına pişman oldu" ve Kutsal Kitap’ta yazılı olan tufan, lanetlenmiş kıtayı silip geçmiştir.

Bu korkunç dönem süresince gelecekteki ırkın yöneticisi korunması gerekenleri ayıkladı, biraraya topladı ve onlara kıtayı terk ettirdi. Bu iş, tufan yağmurunun ilk damlaları düşmeden önce halledildi. 5. Irkin iyi tohumu kurtarılmıştı ve bizim 5. Arî Irkımız nihayet yeni idarecisinin rehberliğinde Gobi Denizi'ne ulaştı ve her şeye silbaştan, sıfırdan başladılar.

(*) Kara büyü •

69

Gizemli Bilgilerin Kaynaklan

Hint Gizemlerine Giriş

Irkın nüfusunun çoğaldığı pek çok asırlardan sonra, birinci alt ırk Hint'e doğru göç etti. Amaç, kuzeyden kutsal savaşçı Rama yönetiminde gelen bir akımla buluşmaktı. Hint’in fethedilişi Ra- mayana’da anlatılmıştır.

Arî Irk'm diğer alt ırkları da Ari merkezlerini sırası gelince terk ettiler. İranlılar, Mısır-Kaldeliler, Kelt-Yunanhlar, Tötonlar ya da Anglo-Saksonlar, her biri kendi bölgelerinde ışıldadılar ve yüksek medeniyetler yarattılar.

Durugörü melekesi halkta kayboldu ve yalnızca halkların yöneticilerinde devam etti. DurugÖrünün kaybolması, insanlığı bireyselliğe ek olarak hür iradesine ve olgunluğuna kavuşturacak olan zekânın hayat bulması içindi. İnsanlığı, Demir Çağı'nın sonundaki, düzelmesi imkânı olmayan bir düşüşten korumak amacıyla tekâmülümüzü , yöneten büyük varlıklar, insanlığın büyük bir bölümü için bu ölümcül tehlikenin yönünü değiştirmek amacıyla bir kanun hazırladılar. Bu kanuna Büyük Jiksel inisiyatik Gelenek denir. 5. Aryen Irkı, zekâ ve serbest irade tohumu ile donatılmıştı. Hz. îsa tarafından haberi verilen hürriyetine kavuşuncaya dek bunları geliştirmekle yükümlüydü. Tanrılar, insanlığı, yaşı büyüdükçe gelişmekte olan bir çocuk olarak görüyorlardı. Şöyle kİ, çocukluğu ifade eden ilk safha vardı. İkinci safha da yetişkinlik sâfhasıydı. Bu safhada göreceli bir hürriyet vardı. Ve son olarak da üçüncü safha geliyordu ki bu da insanlığın olgunluk dönemiydi. Bu son durum çoğunluk tarafından elde edildiğinde, Tanrılar geri çekilirler ye insanları hemen hemen tam bir hürriyet içerisinde, kendi kaderlerini kendilerinin hazırlamalarına bırakırlardı.

Hristiyanlar için bu, Üç İncil demektir: 1) Baba'nınki; sert ama doğru. Eski Ahit’te anlatılanlardır bunlar. Bu, çocukluktur. 2) Oğul'unki. Tüm ceza kanunlarını (kısasa kısas), yeni Sevgi Kanunu ile değiştirir. Bu yetişkinliktir. 3) Ruh-ül Kudüs’ünki (Kutsal Ruh). Sevgi Kanunu'nu kendini kurban etme (feda etme, fedakârlık) ile taçlandırır. Bu, insanın gerçek olgunluğudur. Bu üçü şöyle de ifâde edilebilir: 1) Kanun; 2) Sevgi; 3) Bireysel Ben'in kurban edilmesi. Bu 3. İncil gelecekteki 6. Irk döneminde açılacaktır.

71 '

Gizemli Bilgilerin Kaynaklan

5. Arî Irk'ın mahvoluşunun nedeni bu hürriyetini kötüye kullanmakta olmasıdır. Çünki o, zekâ dolayısıyla kendi kendini batırmaktadır. Bilimdeki, maddî sahadaki başarıları ona tekâmülün gerçek amacını, yani ruhaniyeti ve kurtuluş yolunu kaybettirecektir. Ve diğer bir taraftanda insanlar anarşi içine düşeceklerdir (aşağı astrale ait tutkuların uyanışı).

Hint'in eski kutsal yazıları bize, Demir Çağı'ndan, Kali-Yu- ga'dan söz ederler. Yani gerçek değerlerin düşüşünden (ayaklar altına alınışından) ve karışıklığından bahsederler: "Sosyal sınıflar" belirgin faziletlerini yitirdiler. Birbirinden ayırt edilemez aptallar, mide bulandırıcı ve yapışkan bir hamur halinde biraraya gelecekler. En aşağıdaki noktaya gelindiğinde Yaradan aynı anda hem dünyayı ve hem de Tanrıları soğuracak.

Tüm geleneklerde insanlığın, Demir Çağı'nm sonunda yaşayacak olduğu (2000 yılı dolaylarında) bu hazin akıbetten söz edilir. Günümüzde, dünyayı tutkulardan arınmış bir gözle müşahede edenler için bu çöküşün virüsü açık seçik biçimde görünür durumdadır. Ve İsa, "ıstıraptan kaçış" olarak tanımladığı bu çöküşe karşı insanları uyarmaktadır. Tüm bunlar, günümüz modern dünyasının, Tanrıları ve eski bilge gelenekleri reddetmesinden kaynaklanmaktadır.

En ruhanileşmiş ve ataların geleneğine en bağlı olan milletin, yani tek kelimeyle Hint'in, günün birinde binlerce yıllık birliğini dağıtacak olan ve onu sürekli aşındıranlara güçlerin ve tutkuların kurbanı olacağını kim tahmin edebilirdi? Hint tehlikededir; kin ve politika onu kemirmektedir. Halbuki aynı Hint, kendisine emanet edilen kutsal mirası günümüze kadar muhafaza etmiş ve çocuklarına, Tanrılarla olan sıkı bağı korumaları imkânını sunmuştu!

Onun kutsal yazıtları bu kara güçlerin ışığa karşı, ya da başka bir ifadesiyle bu illüzyonun ebedî gerçeğe karşı olan savaşını önceden bildirmişlerdi. Ümit edelim, Hint'in yüksek ruhaniyeti bu kara güçleri yok etsin ve azizleri de boş yere yok olmasınlar. Günümüzdeki tüm dinlerin anası olan Hint, her şeye rağmen hâlâ daha dinsel tekâmülün zirvesindedir. Çünki o, üçüncü Incil ruhunu, . Kutsal Ruh'unkini uygulamaya koymuştur; ilk Sırayı Kutsal Uç -

72

Gizemli Bilgilerin Kaynaklan

lem'in (Trinite) üçüncü görünüşüne bağışlamıştır.

Okuyucuya genel tekâmül konusunda daha bir şuur kazandırmak için büyük "V" şemasını verdik Burada insanlığın günümüze dek ka tefmiş olduğu yol ve dünyanın sonundan evvel, evrenimizin giderek demateryalize (gayri maddîleşme) oluşu ve kendisini yaratan kaynak tarafından emilmesinden önce katedilmesi gereken yol gösterilmiştir. Çünki evrenimizin yok oluşu, yaratılışının tersine olacaktır. Envolüsyon (aşağı iniş) esnasında aşama aşama materyalize olarak yoğunlaşan evren, evolüsyonda (yükseliş) giderek kaybolacaktır (Şemada; ”V"nin sağdaki kolu).

6. ve 7. Irkların fizik bedenleri, bizlerin, ruhun nüfuz etmesini zorlaştıran şu ağır bedenlerimizden çok farklı olacaklardır. Ve bu tedricen ilerleyen demateryalizasyon sonucunda da kaybolmuş bulunan üçüncü göz yeniden ortaya çıkacaktır.

74

BÖLÜM I

HİNT’İN SIRLARI

Doğu’da, Maya'yı, tezahür eden dünyanın ilk illüzyonu olarak, ruh âleminin realitesine nazaran sadece bir göz aldanması olan dünyanın (fizik âlem) bir illüzyonu olarak kabul etmek, ortak bir tavırdır. Tanrıça (Devi Maya) İlâhî illüzyonist olmaktan daha başka fonksiyonlara da sahiptir. Kozmik enerji Maya şekli olmayan âlemin yaratıcısı olan Tann’nın karısı Maya, "ebedî dişildir". Hem yaratılmış ve hem de yaratılmamıştır; işte bu yüzden hiçbir insan, sıfatı olmayan, kendi ebediyeti içinde bulunan, hareketsiz ve arzusu olmayan saf Ruh’a, Mutlak'a ulaşmadıkça onun üstündeki örtüyü kaldıramaz.

Modern Hint, onu Çiva’nın eşi yapmıştır. Çiva, Trimurti’nin 3. görünüşüdür. Bu yaratıcı 3. görünüş, Maya ile birlikte, kendi sonsuz tefekkürü içinde kaybolmuş olan ve statik durumda bulunan Varlık Olmayan'dan çıkmıştır.

Trini tenin (üçlem) 3. görünüşü olan Çiva'yı büyük kozmik Tanrı Brahma'dan daha yüksek kabul etmek bize usulsüz gibi görünebilir. Ama bunu söyleyenlerin bu hükümleri tamamen değersiz de değildir; neden mi?

Çiva-Maya her şeye üstün olan Tanrılar olarak kabul edilirleri Çünki bir taraftan Mutlak'ın bilgeliğine sahiptirler, diğer taraftan da onlarda, yaratılmış âlemin en derin bilgisi mevcuttur. Brahma özellikle ilk ön yaradılışı, Vişnu da aktif yaradılışın başlangıcını bilirler. Çiva da o kadarını bilir, ama buna ek olarak onda dünyasal âlemin de bilgisi mevcuttur; çünki Çiva dünyada ve dünya İçin dansetmektedir.

75

Gizemli Bilgilerin Kaynaklan

Bir efsane, bizleri Çiva'nm kudretlerinin genişliği hakkında aydınlatacaktır: Günün birinde Brahma ve Vişnu denize girmişlerdi. Gökteki üstünlükleri hakkında tartışıyorlardı. Her biri kendinin en yüksek Tann olduğpnu iddia ediyordu. Aniden, önlerinde dalgalan yararak bir lingarriın (*) tepesi belirdi. Tartışmayı bırakarak bu gözlerinin önünde giderek büyüyen lingamı izlemeye koyuldular. Lİngam o kadar büyüdü ki Brahma ve Vişnu şaşırmış bir hâlde bunun gerçek büyüklüğünün ne olabileceğini kendi kendilerine sormaya başladılar. Her iki ucunu da saptamak için aralarında anlaştılar. Brahma, zirvesine ulaşmak için göklere uçtu, yükseldi. Vişnu da görünmeyen tabanını bulmak için sulara daldı. Ama Brahma yükseldikçe lingam da yükseliyordu. Vişnu da taban kısmının gittikçe aşağıya uzadığını görüyordu. Her iki Tann da tüm çabalarına rağmen ne altını ne de tepesini göremediler. Cesaretlerini kaybetmiş olarak su yüzeyine döndüler ve dinlenmeye koyuldular. İşte bu esnada Çiva göründü ve onlara en büyük ve en eksiksiz Tanrının kendisi olduğunu söyledi. Brahma ne kadar yükselse O da o kadar yükselebiliyor, Vişnu ne kadar inse, O da o kadar inebiliyordu. İki Tanrı da gülümsediler ve O'riun doğru söylediğini kabul ettiler.

Biz Batıkları şaşırtan bir husus, her iki Tanrının da Çiva'nm bu iddiasını saygı ile karşılayıp kabul etmeleridir. Bize göre o sadece üçüncü prensiptir. En gençlerinin, kendilerinden daha üstün olduğunu kabul etmişlerdi. Çünki kendilerinin inemedikleri plânlara-o inebiliyor, hâkim olabiliyordu. Onların şiddetli titreşimleri maddeyi uçucu hâle getiriyordu; halbuki Çiva'nm daha az şiddetli olan titreşimleri kendisine maddî âlemde daha da* aşağılara inme imkânı veriyordu. İşte bu yüzden Çiva onlardan üstündü. Diğer taraftan Hintliler, aslında bir tek olan bu üç Tanrı arasında çok az fark görürler. Onlann fikirleri geniştir ve onlar sadece kendi geleneksel Tanrılarına saygı duymakla kalmazlar, kendilerine gösterilebilecek olan yabancı Tanrıları da saygı ile karşılarlar. İlâhî olan her şey onlara tesir eder. Ancak her biri bunlardan birini seçecek-

(*) Lingam: Erkeklik organı

76

Hint’in Sırlan

tir. Bu, onun tercihi ve iştası (*) olacaktır. Bu, kendisine en uygun olanıdır. Onunla, hayranlığının şahsî biçimine göre daha çok yakınlıklar kuracaktır.

Batıklar, lingam'ı anlamazlar. Bu sembolü seks ile karıştırırlar ama, aslında bu başka bir şeydir. O beşerî değil, İlâhî neslin sembolüdür ki, bunun içinde her şey saflıktır, ışıktır, menfaatsiz sevgidir. Lingam gerçek aşkın, Yaratıcıların Aşkının pozitif kutbudur. Halbuki seks, hayvana düşen hissedir. Beşerî sevgi, bunun negatif kutbudur. Sadece insan nesli için, hayat tarafından kullanılan şekillerin yenilenmesi için gereklidir. Genellikle geçici olan zevkleriyle beşerî aşk, beraberinde huzursuzluk, hayal kırıklığı,ahenksizlik, nefret ve bazen de cinayet getirmektedir. Yunanlılar bunu şöyle ifade ederler: İlâhî aşkın sembolü, arabası beyaz kuğular tarafından çekilen Tanrı Eros'tur. Halbuki beşerî aşkın Tanrısı olan Cupido'nun (*) (Küpido) arabasını kaplanlar çeker!

Beşerî aşk insanı hürriyete kavuşturacağına, tam tersine genellikle "zincirlerle bağlar"; insanı ruhsal sağlıktan ve ahenkten uzaklaştırır. Bu, içgüdünün bir tezahürüdür; insanı yeryüzüne doğru çeker ve hatta zaman zaman onu milyonlarca yıldır savaşmış olduğumuz o hayvanı tabiatına geri döndürür.

Azizlerin cinsel perhizleri, seksüel zevkten yoksunluk değil-

(*) İşta (Sanskritçe) .Kendisine gönül verilmiş olan semavî varlık, hamı varlık; meditasyon objesi olarak seçilmiş olan ulûhiyet kademesi,

(**) Cupido: Yunan Aşk Tanrısı Eros*un Lâtince karşılığı. Adı, arzu anlamına gelir. (Ç.N.)

77

Gizemli Bilgilerin Kaynaklan

dir. Bu, neslin devamını sağlayan gücün ruhsal bir neşeye dönüşmesidir; tıpkı dünyasal tüm olasılıklardan kurtulmuş Tanrıların bildikleri gibi... İşte, lingam'ın bizlere vermek istediği asıl imaj bu- dur.

Eski Yunan'ın parlak döneminde saray kadınları (kurtizan) Afrodit'e adanmışlardı. Bu kadınlar-aslında birer eğitmendiler. İnsanın içindeki hayvanın cinsel hamlelerini, İlâhî aşka dönüştürmek maksadıyla yüceltmeye çalışıyorlardı. Korent'te bulunan bazıları, mükemmel öğretmenlerdi. Bu Örnek, Tanrıların, insanlar arasında bedensel tutkuların en çok esiri olanlara karşı bile ne derin bir şefkat gösterdiklerini ortaya koymaktadır.

78

BÖLÜM II

ÇİVA'NIN DANSI

Çiva’nın ’lingam’ı pozitif yaratılışın sembolü ise, karısının yonisi de negatif ya da pasif yaratılışın sembolüdür. Yoni (*) olmaksızın Çiva hiçbir şey yaratamazdı. Bu aynı zamanda bir evrenin oluşturulması maksadıyla, ebediyet ile zamanın mutlu evlilikleridir. Bu iki İlâhî yaratıcı, kendi zatlarım sonsuz sayıda yaratıklar hâlinde çoğaltmışlardır. Bunlar, yani yaratılanlar, İlâhî d raman m sadece âlemdeki aktörleridirler. Demek ki Maya, hayatî yaratıcı sürecin olaysal (görüngüsel) karakterini ya da yaratıcı enerjiyi temsil etmektedir.

Maya bunun sürekli, görünen veya görünmeyen, fani veya ebedî tezahürüdür. Onun sayısız renklerdeki örtülerinin maksadı, Mutlak'ın çehresini her şeyden gizlemektir. Çünki onun örtüsü her şeyi Örtmektedir; o, Tanrıların ve yaratıkların hayatî enerjisidir ve onları sonuna dek izleyecektir. -

Zaman içinde ve değişik plânlardaki durumuna göre oha birçok isim verilmiştir: Maya, Durga, Pavarti, Camunda, Candi, Sati, Uma, Kali, vs.

Çiva-Maya-Pavarti-Kali, Mutlak'ın tezahür esnasındaki ener-

1 fisinin çifte şahsiyete bürünüşü olarak kabul edildiler.

Çİva, yani koca, tıpkı bireyler gibi, âlemlerin dans kralıdır. Bu, tabiat güçlerinin elete tutuşarak yaptıkları ve giderek fantastik bir baleye dönüşen danstır. Var olan her şey Çiva ve Sakti'nin (**) danslarının bir neticesidir. Yunan'm Kronos’u gibi, Çiva'nm da amblemi,

(*) Yoni; Dişilik organı.

(**) Sakti:Eş,ya da tamatnlaytcı enerji.

79

Gizemli Bilgilerin Kaynaklan

sağ elinde tuttuğu ve akıp giden zamanın işareti olan "kum saatedir. Ayrıca bir davula da vurmaktadır. Davul, sesin amblemidir; Kutsal Kelâm'm, geleneğin, İlâhî hakikatin, vahyin ve ritmin taşıyıcısıdır.

Sol elinde yaratıcı ateşi, aydınlanmanın ateşini tutar (tıpkı İncirdeki havarilerin başındaki ateş dilleri gibi). İkinci sağ eli -ki yeri işaret etmektedir- dürüst olanlara sunduğu barışı ve koruyuculuğunu gösterir. İkinci sol eli ayağını göstermektedir. Ayağı, kutsal dansının tezahür edişteki ilk ölçüsünü, evrenin dans pistini sembo- lize.etmektedir. Çiva bir cücenin üstünde dans eder. Cüce, cahil insanı, Çiva’nm dansından bir şey anlamayan ve ona katılmayan ve ebedî hayatta ölmüş olan insanı temsil eder.

İlâhî dansçı bir alev çemberi ile çevrilmiştir. Bu alevler âlem yumurtasındaki yaratıcı güçlerin, gebe durumdaki evrenin işaretleridirler. Alevler, yaşamların tekrardoğuşlar vasıtasıyla yenilenmesinin de sembolüdürler.

İkinci sağ eli, Oğlu Ganeça'mn enerjisinin de insanların barışını paylaştığını işaret eder. Çünki oğlu, insanlarla birlikte yaşamakta ve lâyık olanları ödüllendirmektedir. Ganeça, hürriyet ve kurtuluş yolu üzerindeki "Engelleri Ortadan Kaldıran" olarak anılmaktadır.

Çiva'nın dansı, ebediyet ve zamanın, boşluğun ve dinamik hayatın paradoksunu ortaya koymaktadır. Aslında bunların tümü tek ve aynı şeydir.        *

Çiva, Yunan'daki Kronos ile aynı imtiyazlara sahiptir. Bu durumda ona, Maha-Kala ismi verilir. Bu, ebedî zamandır, Büyük Yogi'dir ve yüzü siyahtır (Kaosün karanlıklarını çağrıştırır); evrendeki ritimleri düzenler. O, her şeyin yaratıcısı ve yok edicisidir. Ama onun meydana getirdiği yıkılış, ’olmak’a hayat verir; ölüm, hayat'a denge verir. Ölüm, yeniden doğmakta olan hayata rahim vazifesi görür.

Çiva'nın bedenînin her tarafı dans eder, ancak yüzü duygusuz ve hareketsizdir. Sudûru ve sureti olduğu "Varlık Olmayan"m âdeta bir maskesi gibidir. Saçlarının ve kıllarının bolluğu bir güç işaretidir. Çiva’nın el sürülmemiş ve başının tepesinde bir topuz

80

Çiva'nın Dansı

hâlinde yükselen saçları vardır. Bu çıkıntı İlâhî güçlerin çağlayanını, Tanrıların Büyük Yogisi’nin ışıklı çeşmesini temsil eder; tıpkı Buda'nm da başının üstünde görülmekte olduğu gibi... Bu fikir muhtemelen Musa tarafından Samson efsanesinde yeniden ele alınmıştır. Samson, gücünü saçlarından alan kahramandır. Ve saçları Dalila tarafından kesildiğinde, zapt edilemez güçleri onu terk etmiş ve kendisi beşerî şartlarm felâketlerine maruz kalmıştır.

Buna karşılık Hint'teki zahitler(*) saçlarım kazıtırlar. Bu, kendilerinin henüz Tann değil, beşer olduklarını göstermek içindir. Bu onlann alçak gönüllülüğünü gösterir. Onlar Maya'nm hilelerini hakir görürler ve kendilerini Tanrılarla kıyaslama kibrini reddederler. Ayrıca, bu kez dünya hayatına ilişkin olarak ifade ettiği anlam bakımından kıl, hayvanın bir işaretidir ve bu da onlan beşerî üreme faaliyetine sürüklemeye çalışır. Halbuki onlar cinsel perhiz karan almışlardır. Örneğin, Jain'ler vücutlarındaki tüm kılları yolarlar. Kazınmış saçlar cinsel perhizin işaretidir, çünki Maya'nm Yonisi üreme yoluyla insanı tekrardoğuşlar çemberine zincirlemektedir. Maya insanlara körlük ve yanılsama (illüzyon) verir (*♦).

Zahit: Dinin (ya da bir inisiyasyonun) yasak ettiği şeylerden sakınıp buyurduklarını yerine getiren kimse.

(**) Çiva’nın bu iki gücünü de resmetmek içinbazen onu sol tarafı erkek giysileri giymiş, sağ tarafı da kadın elbiseleri giymiş şekilde temsil ederler.

81

BÖLÜM III

ÇİVA-MAYA, ÇİVA-PARVATİ
VE ÇİVA-KALİ

Maya'nın Örtüleri realiteyi (gerçekliği) tüm insanlardan saklamaktadır. Buda'nın hikâyesi bunun ezoterik bir izahıdır. Babasının büyüleyici sarayında (cennet) kalırken, Maya, genç delikanlının ebediyet susuzluğunu kolayca uyutmasını biliyordu. Ama babasının sarayının dışıha (dünya) yaptığı dört kısa gezinti ona, Maya’mn örtüsünü atmak ve dünyanın bahtsızlığını ve tekrardoğuş- lar tuzağım kayrama imkânını verdi.

Genç Sidaharta tacını çıkardı ve saçlarını kesti. Hepsini havaya fırlatıp şöyle haykırdı: "Eğer bir Buda olmaya mecbursam havada kalsınlar, yoksa yere düşsünler." Taç ve saçlar toprağa belli bir mesafe kala havada asılı kaldılar. Sakla-İndra ebediyen saklamak için onlan orada harika bir sandığa koydu. Bu efsanede ayrıca biz- lere Yunan inisiyelerinin atı Pegasus'u hatırlatan harika at Kantha- ka da bulunmaktadır. Bu at, sahibinin semavî yurdunu kendisini yanına almadan aramaya gideceğini düşündü ve kalbi kırılarak üzüntüsünden derhal Öldü. 33 Tanrının Göğü’ne götürüldü; orada günün birinde sahibini tekrar görebilecekti.

Çiva saçlarını kesmedi; böylece de aşağıdan değil, yukarıdan, hayvan 'ın mevcut olmadığı yerden geldiğini ispat etmektedir. Saçlar tanrısal gücün sembolüdürler; her bir saç teli kâinatın ritimlerini yakalayan bir antendir. Onun siyah ve güzel saçlarında ayrıca ışıklı bir ay görülür. Bu, Ana’mn işaretidir; tohumları filizlendiren ve tıpkı Persefon gibi tabiatın ve insanların baharım temin eden gü-

82

Çiva-Maya, Çiva-Parvati ve Çiva-Kali

j cün işaretidir. Eğer Çiva kâinatın büyük dansçısı ise, o, aynı za- f        manda siki us!arı (devre) ve ritimleri (ahenkleri) bitirendir; tahrip edici

tarafı olan Maya-Kali sayesinde her şeyin sabitleyicisi ve yok edici-

[ sidir. Yapıcı tarafı ise Pavarti (ya da Parvati)'dir.

[        Dengelenmiş olan bu iki güç, fiziksel ve aynı zamanda ruhsal

(•’ hayatı yaratmak için genişler ve yayılırlar. Dünyada hüküm süren

<        yoldan saptırıcı büyük şeytan Ravana'yı hapsedenler onlardır. Ka- i rısı Pavarti'nin arıtıcı suları, zahitlere aydınlanmanın büyük vafti-

<        zini ihsan eder.

J        Ay'a Çiçu derler ve bu, anaya ait tatlı ve yumuşak hayatın iç-

| kişinin kadehini temsil eder; tüm varlık gruplarını geliştirin, tüm ço- \        cuklan hatta hâlâ Maya'nın Örtüsü ile oynamakta olan cahilleri bile

l okşar. Büyük mandayı, Hint Minotor'unu ya da diğer bir ifadesiyle insanı esaret hâlinde tutan ve öldürülmesi çok zor olan ihtiyar adamı öldüren Pavarti'dir. Onu öldürürken kendisi ateşli bir asla- j nın üstüne binmiş durumdadır (Aslan kalp burcudur, güneşe ait kurtarıcıların ve Oğul'un merkezidir). Ay "Çiçu", Pavarti'nin "fi- ' ziksel" sembolüdür.

* * *

Çiva büyük Vira’dır; yani büyük kahramandır; kötü güçlere L karşı olan savaşı yönetendir. Tıpkı Hindu kahramanı Rama gibi, bize Yunan’m Heraklesi'ni (Herkül) hatırlatır. Ama bu iki mitoloji arasında başka benzerlikler de mevcuttur.

Krişna, sihirli flütünden çıkan müziği ile tıpkı Ses Tanrısı, s Kelâm Tanrısı Orfe'nin liri ile yaptığı gibi kalpleri fetheder. Krişna, Yanuma'mn kutsal sularını kirleten şeytan yılan Kaliya'yı kovar. Apollon da Delf şehrinde sahte vahiyler veren yılan Python’u (Pi- ı ton) öldürür, onun yerine geçer ve Delf'teki İlâhî vahiylerde (orakl) L pitilerin (*) Tanrısı olur.

i        Krişna, yılan Kaliya'yı öldürmemişti; onu insanlardan uzağa

kovmuştu, çünki insanlarm iyi ile kötü arasında tercih yapabilmeleri

(*) Fiti: Apollon tapınağının kâhinesi. Çağlarında çok etkin olan bu medyanı kadınlar üç ayaklı bir sandalye üzerinde transa girerler ve kehanette bulunurlardı. (Ç.N.)        /

83

Gizemli Bilgilerin Kaynakları

gerekiyordu. Ama eğer kötü olan çok güçlü ise, bu durumda, bir Tanrı karşıt ağırlık oluşturmak için bedenlenerek doğmaktadır.

Bu karşıt güçler arasında tam bir denge olması lâzımdır. Aynı anda hem ölümü ve hem de bilgeliği verebilen yılan Naga, bunun sembolüdür.

Yılanın kötü tesirli olan tarafı dünyaya bağlı kalır; yerde sürünerek yaklaşan ve insanı ısırarak zehirleyenler, insanların beşerî tutkularıdır, öldürülmesi veya atılması gereken işte budur. Bebek He- rakles (Herkül), Hera tarafından gönderilen iki yılanı da boğar. Bu da onun ilahiliğini ispat eder. O, babası Zeus’un bilgeliği dolayısıyla bu her iki gücün de üzerindedir.

* * *

Hint'te Ana’ya ait iki görünüş kabul edilir. Birisi Kri-Laks- hmi (Kri-Lakşmi), dünyasal mutluluk Tanrıçasıdır; diğeri Sarasvati, Brahma'nın karısı, şarkının, ilmin ve nutkun patroniçesidir. Saf Ruh'tandır, Brahma'dandır; ilim ve'bilgi verir, çünki insan, zıtların bir karışımıdır ve her iki Tanrıçayı da insanlığın kurtarıcısının sevgisinde birleştirmek zorundadır.

Bunu, bir çember oluşturan baş parmak ve işaret parmağının uçlarının birbirine dokunması ile de temsil ederler. Bu, onu aramayan insanın yeniden doğuş ve ölüm devresine (çevrim) bağlı olduğunu gösterir. Sol elinde de lotüs çiçeği vardır. Baş parmağı ve işaret parmağı bir daire oluşturur ve Parvati’nin (ya da Pavarti) âlemin yumurtasında, ilksel Kaos'ta, Mutlak'ın Çemberi'nde -ki oradan gelmiştir- mevcut olduğunu gösterir.

Bu altın lotüs, kaosun ilksel sularından, evrensel dölyatağm- dan (rahimden) fışkırmıştır ve ayrıca insanın başı üzerinde yerleşmiş bulunan bin taçyapraklı lotüsü, ışık çağlayanını akıtan ve inişi- ye insanı, yani Baha’ya geri dönüş yapan insanı sarıp sarmalayan lotüsü hatırlatmaktadır.

Saravasti (ya da Sarasvati), lotüslü kadın, tıpkı Yunanhlar’m Demeter'i gibi insanların süt anasıdır aynı zamanda. Toprağı bereketlendirir; bu durumda ona Harihimİ, yani "iyi ürünler veren" denir. İki oğlu vardır: Kardana, "alüvyon çamuru" ve Ciklida, "nemli-

84

f        Çiva-Maya, Çiva-Paruati ve Çiva-Kali

lik, besi suyu ile bitkilerin gıdasını sağlayan su". Kralların, hazine- f; lerini ve krallığın refahını korumak amacıyla mistik bir merasimle kendilerine eş olarak aldıkları odur; o, aynı zamanda antik çağın | Tanrıçalarının ve Hristiyanlarm Magna Materi'dir (Büyük Ana), f Bu Ana Tanrıçanın aktif enerjisinin adı, Sakti'dir; insanlara rehberlik.

eden ve onlara vaftizini, aydınlanmayı sunan bilgeliktir. Zahiti, ş        Maya ’nın büyüsünün ötesine geçiren ve onu hürriyet yolu üzerinde

yöneten odur.

I        Özet olarak, onun işi tanrılar ve insanlar yaratmaktır. Ayrıca,

envolüsyon (düşüş) esnasında dünyayı örtüleri ile kaplamak, yani insanları, dünyasal deneyler alanına daldırmak suretiyle onlann ken- di dâhiliklerini görmelerini engellemek, insanı tanrılara bağlayan J köprüleri kesmektir. Onun oyunu, maddî hayatın deneyimlerini tüm ; tehlikelerine rağmen ciddiye almaya dayanır. Bunun amacı hayrın ve- ya şerrin içindeyken 'ben'şuurunu, bireyselliği ve serbest seçim (ter- l cİh) hürriyetini, ölümsüz hayatı ya da ölümü seçebilme hürriyetini yaratmaktır.

Bedenlenmiş yaratıklar için deneyleri elle tutulabilir kılan şey Maya.’nın oyunlarıdır ve onun pek çok görünüşü epijenez’e (epi- l genese) (*), yani gelecekteki âlemlerde insanı yetkili, bilgili, şuurlu I ve orijinal bir yaratıcı olabilme imkânına kavuşturan bu deneysel l özgün bilgi şekline sağlam bir temel oluştururlar (Gelecekteki 10.

Hiyerarşi'de).

L Kinayeli olarak, O (Maya), Aden Bahçesindeki elmanın etidir; t kapılan önce İlâhî, sonra zamanla beşerî olan yaratıcı heyecana, in- | sansal 10. Hiyerarşinin yaratılışım mümkün kılarak açar. Yara- dan ve Maya'sı insanlara Tanrı oğullarına lâyık bir kader hazırla-

I maktadır.

(*) Epijenez: Sıralı Oluşum. Tohum hâlinde yaratılış.

85

BÖLÜM IV

YARADILIŞ VE TAHRİP

Çiva-Sakti'nin çocukları Ganeça ve Skanda Karttikeya'dır. Ganeça, fil başlı Tanrıdır. Skanda Karttikeya "zaferin çehresi"dir; sırların bekçisidir ve imansızlar ile kutsal şeylere zarar verenleri parçalar (Kirttimukha diye de adlandırılır). Skanda, Yunan’daki Adalet ve Karma Tanrısı Ares’e benzer. Bu bir "uyandırıcıdır, ama kavga ve savaş vasıtasıyla uyandırır; zaten vasıfları da bunu ispatlar: Elindeki mızrağın sivri ucunu geride kalanların böğrüne dürterek onların ilerlemelerini sağlar. Çanı, tıpkı horoz gibi "uyandırır" ve cesaretle tekâmül etmek için izlenmesi gereken bir bayrağı vardır; çünki o, tembelleri sevmez.

Denebilir ki, hiçbir Tann Batı dünyasını bu fil başlı, koca karınlı, ağır ve kalender yürüyüştü Ganeça kadar merakta bırakmamıştır; hele bu Tanrının bir farenin (Vahana) üzerine binmiş olduğu da hatırlanacak olursa...

Bu önemli şahsiyet çok saygı uyandırdığı Hint'te pek popülerdir. Peki ama hayranlarının ruhunda hangi anlamları uyandırmaktadır acaba? Neyin sembolüdür?

O, "engellerin- üstadı "dır, iman sahibi olanlara yolu açar; aynen bir filin ormanda yürürken kendisine yol açmak için önündeki engelleri hortumuyla koparışı gibi. Bazı yönlerden Çiva’nın, Mit- ra'nm, Minosün, Zeus'un, zahmetsiz bir biçimde hayatın derin izini çizen boğasına benzer. Sol elinde, kendisine sadakat gösterenlerin üzerine döktüğü ve ya pirinç, ya mücevher ya da mercanla dolu bir büyük fincan vardır. Koca karnı ve zenginlikleri, sağlıklı ve bolluk içinde olmayı ifade etmektedir. Binek olarak kullandığı "fare",

86

Yaradılış ve Tahrip engelleri de aşarak sessizce yollarım sürdüren ruhsal güçleri, maddî ve ruhsal gıdaların istif edildiği evlere, bodrumlara, tavan aralarına sızan ruhsal güçleri temsil etmektedir.

İki yüzü olan Cava heykellerinin b*r tarafı Ganeça'yı, Tan- n'nın iyiliksever görünümünü temsil eder. Diğer tarafı da Kirtti- mukha’yı ya da Gora-Muti'nİn yüzünü, zaferin çehresini, kendi bedenini parçalamış ve daima aç olduğundan dolayı imansızları da parçalamaya hazır olan, ama zahitleri koruyan canavarı temsil eder.

O, eşik bekçisidir, bilgeliğin bekçisidir. Tıpkı Yunanhlar’m Medüsa'sı gibi Çiva'nın kızgınlığını, çığlıklar atan yok edici Çiva- Rudra’yı temsil eder. Bu başın heykeli kötülüğe, büyüye, hırsızlığa ve cinlere karşı koruyucu bir tedbir olarak evlerde bulundurulur. O, tıpkı Athena'mn kalkanının ortasındaki Medüsa başı gibi, düşmanlarının korkudan taş kesilmelerine yol açar.

Babası Çiva, büyük İlâhî okçudur. O, tek bir okla insanları esaret altında tutan üç sembolik kaleyi birden yıkmıştır: Ego, mantal ve astral kalelerini. Bunu hiçbir Tanrı başaramamıştı, çünki sadece tek bir ok kullanma hakkı vardu Bu da bedenin mahkûmu durumundaki ruhu esir almış olan ve karanlıklan yaran, aydınlanma ve bilgi okuydu. Çiva'nın Brahma ve Vişnu'ya oranla bir üstünlüğü de, ötekilerin, insanlann seyyal bedenlerinde onun kadar aşağı inemeyişleridir.

Öte yandan, karısı olan Sharada-Parvati de, dünyayı tahrip etmek veya kölesi yapmak isteyen canavar mandayı öldürür. Bu mit, şu ana kadar pasif bir rolde görünmüş olan Tanrıçanın yaratılışını belirtmektedir:

Bu şaşırtıcı canavar Tannlan çok endişelendiriyordu ve bunlar sonunda üç büyük Tanrıdan, yani Brahma, Vişnu ve Çiva'dan yardım istediler. Bu rica karşısmda her üç Tanrı da çok hiddetlendiler ve her biri kendi tabiatına uygun güçlü bir enerji yaydı. Bu üç İlâhî enerjinin birleşmesi, giderek yoğunlaşan bir ateş bulutu meydana getirdi. Bu buluttan 18 kollu Tanrıça, evrenin en yüksek enerjisinin şahıs hâline gelmişi fışkırmaktaydı. Bu Tanrıça, insanlann bu 18 sembolik kollu anası, insanların iniş, yani envolüsyon esnasm-

87

Gizemli Bilgilerin Kaynaklan

da maddî âlemde 9 basamak düşeceklerini ifade etmekteydi. Ayrıca tekrar yukarı çıkmak ve Tanrıların yanındaki yerlerini yeniden almak için, onuncuda, yani büyük Tann'nm sayısında, başka bir deyişle 0 (sıfır) sayısıyla (yaratılış), yani âlem yumurtasıyla birlikte olan Bir ile ifade edilende (1 + 0) erimeden evvel 9 ruhsal basamağı yeniden çıkmaları gerektiğini temsil ediyordu. Onun nazarında Tanrılar seviniyorlar ve ona saygılarını sunuyorlardı. Tanrıların bu birleşmesi, canavar Mahisha'yı yok etmeye yeterdi.

Korkunç büyücü Mahisha en gözde formu olan manda görünümüne bürünmüş bir hâldeyken Tanrıçanın kemendine yakalandı, ama aslana dönüştü ve bunun üzerine de Tanrıça tarafından kafası koparıldı. Bunu takiben, elinde büyük bir kılıç taşıyan bir kahramana dönüşlüyse de anında oklarla delik deşik edildi. Tekrardan kızgın bir file dönüştü ve hortumuyla Tanrıçayı kavradı. Dişlerini saplamak için onu kendine çekiyordu ki bir kılıç darbesi hortumunu kesti; bunun üzerine yeniden o dev manda formunu aldı. Boş yere debelendi durdu. Tanrıçanın üzerine dağlan fırlatıp korkunç şekilde böğürdü ve Tanrıçanın yere sapladığı okları çekti. Sonra aniden Tanrıça havalandı ve canavarın ensesine üç çatallı (üç enerji) mızrağını geçirdi. Canavar, ağzından silahlanmış bir kahramanın imajını çıkarmaya çok uğraştı ama boşunaydı. Çünki bu çıkmadan önce Tanrıça onun başını kesti ve Mahisha öldü. Bu trajik öykü esnasında yumuşak ve tatlı Parvati, büyük ve güçlü Chamunda ya da Durga olarak gözükür. Ona Himalaya’mn kızı da denir, çünki tıpkı onun bozulmamış karları gibi saftır.

Mahisha'nın çok sayıdaki şekil değişimleri bize Yunan mitoloji sindeki«Nereus'u, Proteus'u, Arkelousü, Sigaris'i, yani astral, mantal ve ego âlemlerini koruyan ve beklenmedik şekil değişimlerine uğrayan bu canavar eşik bekçilerini anımsatır. Bu dram Maya'nın aldatmalarından bıkıp usanmış ve "realite" (gerçeklik) âlemine girebilmek için dünya rüyasından kaçmaya girişen tüm insanlara vadedilmiştir.

Tanrıçayı ayrıca Çiva’nm lingamı içinde de temsil ederler. Bu lingam Vişnu’nunkinin daha genişlemiş bir formudur, ama tezahür etmiş âlemde daha derinlere dalabilir. Burada Tanrıçanın 10

88

Yaradtltş ve Tahrip kolu vardır. Bu, yüksek Bilgeliğin, Mutlak'ın sayısıdır; 1 ve daire, 10'u meydana getirir. Tanrıça’mn 5 kafası vardır, çünki dünyaya beş ırkı koymuştur. Üç rengi vardır: Kırmızı, beyaz ve siyah. Kırmızı, onun (Tanrıçanın) arşetipal şekilleri oluşturan tezahürün (sıvılar) kanı olduğunu belirtir; o, Dünya'ya boyutlarını vermiştir. Beyaz olunca, o tatlı Parvati’dir, yani ideal, saf ve sadık eştir. Siyah iken Kali'dir, şekillerin yok edicisidir, Ölüm Tanrıçası'dır.

Simgeleri yay ve oklardır; tıpkı Diana gibi... İpi ya da kemendi ile fikirleri, varlıkları veya nesneleri yakalar ve bu sayede onları rahatça inceler. Ucu çivili değneği binek hayvanını (fizik beden) uyarmak içindir. Gecenin Kraliçesi'dir. Diana ve Artemis gibi o da kahramanlan ya da geleceğin kahramanlannı avlar ve oku amaca doğru hiç sapmadan gider; ulaştığı kişide Aydınlanma’yı meydana getirir.

Yaratıcı olduğuna göre, insanların üstüne Ruh’un beş okunu yollar ve insan beş duyu ile donatılır: Birinci olarak işitme (Akaşa), ses; ardından da görme (Tejas), hava (Vayu), dokunma duyusu; tad alma (Apaş) ve koku alma (Prithivi). Ucu iğneli değneği cansız ve güçsüzlere tahsis edilmiştir. Bu gibilerin payına ıstırap düşmektedir ve bu da, bu "mevcut olan, ama yaşamayanlar"! isteseler de istemeseler de ilerletir, geliştirir.

Bu insanlar vasat hâlde bulunmayı âdet edinmişlerdir. Yani dünyanın geri seviyeli zevklerine bağımlıdırlar ve bunu da her şeyi basit tarafından değerlendiren bir felsefeymiş gibi kabul ederler ki aslında bu bir zihinsel tembellik durumudur. Bu alışkanlık biz- lere çirkin, iğrenç ve ahlâka uymayan şeyleri "günümüzün kaçınılmaz sonuçlan "çehresi altında kabul ettirmektedir. "Her şeye alışılır " atasözü, bu durağanlığı belirtir.

İndra'nm domuzu efsanesi, alışkanlıkların gücünü anlamamızı sağlamaktadır:

îndra, göğün tepelerinden, yeryüzünde sürüp gitmekte olan hayatı seyretmekteydi ki birden, bir gölün çamurunda eğlenen bir grup domuz gördü. Tann kendi kendine sordu: Bu hayvanlar balçığa bulanmaktan ne zevk alıyorlar ki? Araştırdı, etti ve bu alışkanlık için hiçbir sebep bulamadı. Diğer Tanrılara da danıştaysa da hiç

89

Gizemli Bilgilerin Kaynaklan

biri buna bir cevap veremediler. Domuzlan tekrardan gördü ve çok meraklandığı bir gün, bir karara vardı. Diğer Tanrılara, bir süre için domuz bedenine enkame olmak istediğini bildirdi. Aynı şekilde merakta olan Tannlar da bu fikri harika buldular. îndra, doğmakta olan bir domuza enkarne oldu. Büyüdü ve ailesi ile birlikte balçıkta yuvarlanmaya gitti. İlk banyolar pek hoş sayılmazdı, ama sonradan buna alıştı. Bir dişi ile birleşti ve çok sevdiği yavruları oldu. Zaman geçtikçe çamur banyolarını arzu ettiğini görüp şaşırdı ve yetişkin olduğunda da bundan asla vazgeçemediğini gördü! Süresi dolduğu hâlde hâlâ Göğe geri dönmediğini gören Tanrılar ona aralarındaki yerini almasını emrettiler... îndra reddetti! Tanrılar aralarında toplandılar ve onu tekrar eski yerini almaya mecbur etmek için tek bir çözüm buldular; bu da domuzu Öldürmekti!

GÖğe geri döndüğünde, îndra başından geçen bu serüvene çok güldü, ama domuzların balçığı neden sevdiklerini asla anlayamadı. Domuzları anlamak için domuz olmak gerekir. İşte bu öykünün ana fikri: Insarh alışkanlıkları yaratır.

Hepimiz Trinite'nin üç İlâhî gücünü kendimizde taşıyoruz. Ama bunlarla temas kurmamızı sağlayacak psişik organlarımızı geliştirmemiş olduğumuz için de bunları bilmiyoruz. Bu üç kuvvet şuurumuzdan bazı örtülerle, Maya'nm örtüleriyle, yani illüzyonla ayrılmışlardır- Bu örtüler, olaylara ait hayatın (fenomenler hayatı) büyük serabını, İçimizde tek (yegâne) hayatın harikulade şarkısı yankılanıp durduğu hâlde gözyaşlarıyla sulanan Ölümlü evrenin bizlere oynadığı oyunu sembolize ederler. İlâhîliğimizin ortaya çıkması bu tozlu örtüleri indirecektir. Şayet kendi içimize bakmaya hazırsak, her şey ilham verici bir nesneye dönüşür. Çi- va'nın adı lütufkâr, iyiliksever, güzel anlamlarına gelir. Ama onun korkunç o.lan diğer bir yüzü de vardır: Bu, Çiva-Rudra'dır. Çığlıklar atan, kükreyen Çiva-Rudra! Ayrıca iki dişil görünümü de vardır; bunlara daha önce de değinmiştik: 1) Parva ti, çocuklarını okşayan ve onları, mandayı (kötü güçleri) öldürerek koruyan tatlı Par- vati; 2) Evrendeki yıkıcı güç olan siyah Kali. Kali, kocası Çiva'nın bedeni üstünde dans eder. Kesik kafalardan oluşan bir kolyesi vardır; bir elinde yeni kesilmiş bir kafa tutar, diğer elinde keskin bir bı-

90

Yaradtltş ve Tahrip

çak vardır. Kanı emmek için dilini uzatıp, hayatı bir kafatasından içer. Kan denizinde yüzen bir tekneyi kullanır ve veba, kolera saçar; insanlar ondan korkup dehşet içinde kaçarlar. İşte bu, siyah Kali’dir.

Bu korkunç yokedici, Kali'dir. Kala'nm, yani zamanın dişil adıdır; zamanın her şeyi çökerttiği fikrini verir. Maya’nm büyüsüyle dünya hayatını tadan insanlar ve objeler kendilerine hayat vermiş olan ilkenin içinde kaybolurlar. Her yeni yaratık onun mühründe kazılıdır ve her doğum için bir bedenin dünyaya geri dönmesini talep eder; o, hayattan beslenen hayattır ve hayat yeniden ölümden doğacaktır.

Çiva da bu tahrip kanununa uymak ve kabullenmek zorundadır. Kocasının beyaz bedeni üstünde dans eden kara Tanrıça imajı bize bunu anlatır. O, Çiva'nın karanlık karşıtıdır, Zaman Ka- nunu'dur.

91

BÖLÜM V

KALÎ'NÎN DANSININ SEMBOLİZMİ

Hindistan’da, Kangra'da, Kali'nin bu Ölüm dansının, herme- tik (*) sembolizme sahip bir heykeli vardır. Ama Kali, bu kez üstüs- te konmuş iki insan bedeninin üstünde dans etmektedir! Üzerinde dans ettiği en üstteki bedenin adı Çiva-Sakala’dır, gözleri açıktır ve saçında bir ay taşımaktadır; o, Mutlak'ın "tezahürü içindeki" hayatım temsil etmektedir. Çiva-Sakala'nm bedeninin altına yerleştirilmiş olan kişi onun bir ikizi, bir dublesi gibidir ama bunun gözleri kapalıdır, uyuyor gibidir. Bu, Çiva-Nİskhala’dır. Bedeni renksiz gibidir, şekilsiz izlenimi uyandırmaktadır. Ona Cava da denir. Bu, içinde hiçbir etkinliğin belirmediği ceset anlamındadır. Bununla birlikte, dinlenme hâlindeki, atıl durumda ve yaratıcı rüyalarının içinde kaybolmuş Mutlak'ı temsil eder; Kali ile temas hâlinde değildir. O, Maya'sı içindeki Brahman’dır. Maya, yaratıcı enerjidir ve onsuz hiçbir şey yapamaz. O, boşluktur ve bununla birlikte Evrenler onun rüyasından fışkırırlar!

Çiva-Niskhala'nın rüyası ve Tanrıça ile temasta olan Çiva- Sakala'nın araya girmesi sayesinde âlemi doğuran, yaratıcı enerji Maya'dır. Dünya üzerine renk renk örtülerini yansıtan ve uykucu Çiva-Niskhala'nın statik güçlerini kullanan odur. Hakikî gerçekliği bizlerden gizleyen, yüce gerçekliğin statik ve dinamik iki görünümü olan iki Çiva’nın bedenlerini bizlerden saklayan onun örtüleridir.

Bu İlâhî üçlüyü aşağıdan yukarıya doğru gözleyecek olursak bize, Mutlak'ın statik plânının ebedî istirahati içindeki katlanmasıyla tüm tekâmülün bir imajını verir.

(*) Hermetik: Gizli, saklı, üstü örtülü.

92

Kali'nin Dansının Sembolizmi

Hayat, Çiva-Niskhala’dan Çiva-Sakala'nm içine geçer ve orada zaman tarafından ele geçirilir..Ardından da Parvati, geçişi esnasında, henüz formların içine inmeden evvel onu okşar ve bunlar vakitlerini doldurunca, yeni hayat formlarının Büyük Mimar'ın işini görebilmelerini sağlamak amacıyla Kali bunları yok edecektir; işte bunlar envolüsyona ilişkin olanlardır... Ama evolüsyonla birlikte, milyarlarca yıllık deneyimlerden sonra insanlar bu iki İlâhî gücün, yani "yaratma-tahrip etme"nin kanunlarmı anladıklarında, hızlı ve daha çok tekâmül edecekler. Pek çok hayatların ardından, insanlar Maya'nm örtülerini birbiri ardından kaldırmayı isteyecekler ve günün birinde ilk olarak Çiva-Sakala'nm bedeniyle karşılaşacaklar. Ardından en yüksek boşluk deneyinden sonra Çi- va-Niskhala'nın bedenini, ebedî medİtasyonu içindeki Mutlak'ı bulacaklardır.

Kali, daima bizim iyiliğimiz ve ruhsal tekâmülümüz için dans etmektedir. Formları, yeniden yaşamayı sağlamak için yok etmektedir ve her yeni hayat, prensip olarak Kali tarafından tahrip edilmiş olandan daha gelişmiş bir hayat olmalıdır. Her bir yaşam, iki Çiva'ya doğru atılmış küçük ya da büyük bir adım olmalıdır, çünki onlar insanın sırrını ellerinde bulundurmaktadırlar. Şunu da belirtelim ki, Tanrıların karıları, eril sudûrlarla (emanasyonlar- la) aynı zamanda inerler ve değişime uğrarlar; böylece, Vişnu’nun karısı Laksmi, Rama'nm karısı Sita olacaktır. Daha sonra da Kriş- na’nın karısı Radha olacaktır.

* * *

Çiva'ya Vira da denir, yani "kahraman". O, Herkül gibi tüm insanlar için bir modeldir. Tıpkı Yunanlı kahraman gibi," ihtiyar adamı”, yani bozuk ahlâklı zorba ego'yu, diğer bir ifadeyle güçlü ve kudurmuş bir hayvan ile yani kızgın bir fil ile temsil edilen alışkanlıklarımızın yükünü öldürür. Bu fil her bakımdan Herkül'ün çıplak elleriyle boğduğu ve derisini yüzdüğü Nemea Aslanı'na benzemektedir. Ama Çiva daha değişik bir yöntem izler. Canavan güçlü kollarıyla kavrar ve onu kendisiyle dans etmeye zorlar; bu dans, filin güçten düşmesine ve ölümüne dek sürer. Bundan, Çi~

93

Gizemli Bilgilerin Kaynaklan

va'yı taklit etmek isteyen insanlar için bu kavganın binlerce hayat boyu sürdüğü anlamı çıkmaktadır.

Çiva filin derisini yüzer ve üstüne giyer (Herkül gibi) ve bu onu dünyanın tutkularına karşı yaralanmaz bir duruma getirir. Üç çatallı mızrak, Çiva’nm vasıflarından biridir; çünki o, karısı Parva- ti İle birlikte "Arıtıcı Sulann" hâkimidir ve her ikisi de aydınlanmanın büyük vaftizini insanlara dağıtırlar (O, Yunan’daki Posei- don’un aynısıdır). Ana'nın nemli prensibi olan su, ruhun aynasını oluşturur; bu yüzden ırmaklar, göller, gölcükler mitolojilerde sık sık yer alırlar. Çünki su, mistin şahsiyetini eritir; o, orada kendini kaybeder, orada kendini yeniden bulur. Tıpkı bir su perisi (Nemf) tarafından Ana'nın inisiyasyonundan evvel eğitilen Lancelot (*) gibi... Su, Ana'nm başlıca vasfıdır. "Şahsiyef'i eritir ve gerçek hüviyeti yeniden buldurur.

Bazı zahitler, Vişnu'ya Maya’nın sırrını sordular; meselâ Sut- rapan bunlardan biriydi. Vişnu onu derin bir göle daldırdı ve Sut- rapan orada kendisini-babasma yeniden kavuşan genç bir prenses olarak buldu. Babası onu tıpkı masallardaki gibi yakışıklı bir prensle evlendirdi, çok mutlu oldular ve pek çok çocukları oldu. Sonuç olarak kaderinden gayet memnundu ve daha fazlasını da İstemiyordu. Ama Sutrapan geri dönüp de eski şeklini yeniden aldığında, muzip Vişnu ona Maya'nm sırrını keşfedip edemediğini sordu. Bilge (Sutrapan), kendini Maya’nın büyülü ağlarına takılmaya bırakmış olduğunu itiraf etti. Bunlar hakkında öncesine nazaran fazladan bir bilgi elde edemediğini ve şimdi bu serapların, kendi varlığı üzerinde hiçbir etkisinin kalmadığını belirtti. Vişnu da ona kimsenin bunu anlamaya muktedir olmadığını ve ona yaklaşan herkesin derhal onun esaretine girdiğini İtiraf etti. Çünki Maya, Tanrılardan önce doğmuştu ve Tanrılar için Maya, Mutlak'ın İdelerine göre sürekli değişim halindeydi. Maya, ebediyetin hareket eden şekli olarak kabul edilebilir.

Şayet insan, duyularının ve zihninin, gerçekte İlâhî ben'in tanınmasına çıkaran büyük merdivenin sadece minik bir basamağı-

(*) Lancelot: Kral Artlıur ile ilgili "Yuvarlak Masa" efsanelerindeki şövalyelerden bîri.

94

Kali'nin Dansının Sembolizmi nı oluşturduklarını kabul etmek isteseydi, tüm ümitleri için ona izin verilirdi.

Günümüz dünyasının muazzam karmaşası içinde dünyanm büyük tradisyonlarmın incelenmesi, "Zamanların Sonu"nun korkunç imtihanlarını önlemek için son şansımızı oluşturmaktadır. İnsan, herkesin öğrencilik etmek hakkına sahip olduğu antik çağın o görkemli ruhsal mirasını günün birinde elde edebilmek için dâima ebedî bir öğrenci olarak kalmalıdır; ve az sayıda da olsa bunun kişisel deneyimini yaşamış bazı insanlar, herkesin günün birinde ölümsüzlüğe ulaşabileceğinin elle tutulur birer kanıtıdırlar.

Tüm zamanların azizleri ve büyük filozoftan şunu gayet iyi bilirler ki, dünya daima aynı deneylere tekrar tekrar ama her seferinde daha yüksek bir yörüngede yeniden başlar ve büyük inisiye- lerin de belirttiği gibi, "Güneşin altında yeni hiçbir şey yoktur". Neden böyle demişlerdir? Çünki bunun "bizzat" tecrübesini yaşamışlar ve bunu Tabiatın I lafızası'ndan (Akaşik kayıt) kontrol etmişlerdir.

Belirlenmiş sikluslara (devrelere) göre, dönem dönem, evo- lüsyondan bozulmaya geçmekteyiz. Başlangıçta, faziletlerin doruk noktalarına eriştiği Altın Çağ'da, faziletlerin payı 4’te 4'tü. Onu izleyen uygarlık Gümüş Çağı'ndan geçiyordu ve faziletler 4'te 3’e düştü. Ondan sonraki Tunç Çağı'nda ise faziletler 4'te 2’den daha fazla değildi. Demir Çağı'nın başlangıcı bu faziletlerin dörtte birlik bir bölümünü "kesip attı. Geriye kalan o dörtte birlik faziletler de bu uygarlığın giderek düşüşü ile birlikte eriyip gidecek ve siklusun sonunda tüm faziletler rezilete dönüşecek, utanma kalkacak, rezi- letler ve tutkular zincirlerinden boşanacak, savaşlar ve ihtilaller de birbirini izleyecek ve tüm sanatlar yolundan şaşacak; tüm bunlar yeni bir tufanın gelip yeryüzünü bu nefret edilesi şeylerden temizlemesine dek sürecektir. Çağımız, antik çağlardaki büyük çöküş devirlerine benzemektedir ve günümüzdeki çocukların pek çoğu bu felâketlerin tanıkları olacaklardır.

Tüm kutsal yazılar bizlerin, yani 5. Irk'ın bu korkunç çöküşünü önceden söylemişlerdir. Vişnu Turana, Demir Çağı'nın sonundan şu ifadelerle söz eder: "Toplum, refahın tek amaç edinildiği,

95

Gizemli Bilgilerin Kaynaklan

maddî zenginliğin ise faziletin yegâne kaynağı hâline geldiği, karı ve koca arasındaki tek bağın tutku olduğu, sahte tavırlılığın (ikiyüzlülüğün) hayattaki başarının kaynağı olduğu, cinsellik ticaretinin yegâne zevk vasıtası olduğu bir safhaya gelirse... Kali-Yuga'nm (Demir Çağı) içindeyiz demektir."

İsa, Demir Çağı’nm sona eriş dönemini insanların "ıstıraptan kaçışları" olarak tanımlamış, Aziz Luka da gelecekteki tufandan söz ederken "insanlar kabaran denizi ve dalgaların azgınlığını görünce korkudan öleceklerdir" ifadesini kullanmıştır. Bu sonuna ermekte olan 5. Irk, bilimi en uç sınırlarına kadar vardıracaktır, ama gelecekteki 6. Irk'ın uğraşısı insanları metafiziğe doğru sevk etmek olacaktır. Bu, "ruhun bilimi"dir ve bu kutsanmış ırk yeniden İlâhî plâna, Çiva-Parvati'nin plânına (Hristiyanlıktaki Kutsal Ruh) dokunmayı başaran ırk olacaktır ve böylece bu ırk Altın Çağ'ı yeniden bulacaktır.

‘96

BÖLÜM VI

DÜNYANIN KURTARICISI ÇİVA

Kutsanmış 6. Irk Çiva-Parvati’ye emanet olacaktır ve o da İsa'nın dediği gibi sonuncu büyük ırkın, yani 7. Irk'ın şafağına kadar bunun Teselli Edicisi olacaktır. Tanrıların tekâmülleri bizimkine paraleldir. Brahma'nın yerini Vişnu'ya ve onun da yerini Çi-„ va'ya bıraktıklarını gördük. 6. Irk’m sonunda, Vişnu yönetimi tekrar devralacak, Brahma da sonra onun yerine geçecek ve kâinatın bir Anka (föniks) kuşu misali, küllerinden yeniden doğmasını beklerken, dünyanın sonuna dek hüküm sürecektir. Evolüsyon ve envolüsyonun kesiştiği o büyük kırılma noktası bizim ırkımızdan, yani 5. Irk'tan geçmekte ve insanlığın ayıklanması için gerekli olan imtihan da zaten şu anda gerçekleştirilmektedir,

"Tercih saati"nde ağaca; meyvelerine bakarak değer biçile- cektir, yoksa yanıltıcı yapraklarına bakarak değil... Çünki tüm insanlık içinde, 7. Irk'ın da sonunda, Yuhanna’nın Vahyi’nde (Apo- kalips) bildirdiği gibi 144.000 büyük inisiye çıkacaktır. Bu, tüm irii- siyelerin gördüğü bir rüyettir ama, sadece Yuhanna bunu yazıya dökmüştür. Matta da İncili'nde aynı şeyi ifade etmiştir. Yunanlılar ise "seçme saati"ni belirtmek için orijinal bir fikirden hareket ederler. Biz 5. Irk'ı ilgilendiren o olumlu ve olumsuz arasındaki seçimde, bu hayatî sorunu Venüs’ün üç eşlikçisi olan "Uç îlâhe’1 (*) ile temsil ederler. Bunlardan ilki olan Euphrosyne (ruhun neşesi) elinde bir gül tutar; bu, güzellik ve anlığın sembolüdür. İkincisi olan Thalia (yeşeren) bir mersin ağacı dalı tutar; bu, doğanın sırla-

(*) Kharitler: Yunanca Kharites. Latince Gratia. Eski Ytinan dininde bereket tanrıçaları.

97

Gizemli Bilgilerin Kaynaklan

nnın bilinmesinin sembolüdür. Üçüncüsü yani Aglaia (Parlayan) elinde bir oyun zan tutar; bu, insanlığın nihaî kaderini ve ayıklan-, masını sembolize eder. Her birimiz elimizde birer oyun zan tutuyoruz... iyi sayıyı atabilecek miyiz? Bu tamamen tekâmülümüze bağlıdır. Lotüsü, o beş yapraklı kutsal çiçeği hatırlayalım. Bü sayı Güneş Tannsı'nm, Kurtancl’nın, Dünya'nm başlangıcından sonuna dek var olan yedi büyük ırkın Efendisi’nin sayısıdır.

Bunca kandırmacanın arasında gerçeği tanımanın en iyi yolu ağaç hakkında meyvelerine bakarak hüküm vermektir, saf ve faydalı meyveler vermeyen her ağaç sökülmeye mahkûmdur.

Dağdaki Vaaz'da, bu son imtihanı başarıyla geçebilmemiz için gerekli tüm pozitif cevaplar mevcuttur. Sadece bunları yerine getirsek bile yeterlidir. Ya da Buda'nın sekiz aşamalı yolunu, veya dünya üzerindeki tüm büyük dinî etiklerin gösterdikleri yolu samimiyetle izleyelim. Ortaya konmuş olan gerçek gayet sadedir ve geri kalanı ise Maya tarafından şaşırtılmış insanlann gördükleri illüzyonlardan ibarettir.

Aslında Çiva bizlerdeki çokluk şuurunu yok eden Tanrıdır ve bununla, bizlere birliğin yüksek şuurunu vermektedir. Bu şuuru kâh Çiva ile birleşmede, kâh yükselişin sonunda evrenimizin yaratıcısı büyük Tanrı Brahman'da erimede vermektedir.

Zeuş ve Poseidon gibi, Çiva’nın İşareti de Boğa burcunda hayatın ilk izini kazımış olan beyaz boğadır; adı Nandin'dir ve tekâmül etmiş olanların ruhsal haşatı, bu İlâhî izde filizlenecektir. Çiva, insanları ve çocukları demonlardan (iblisler, şeytanlar) korur.

Büyük Yılan Vasuki, evrenimizi denizden çıkarmak için kuyruğuyla süt denizini karıştırırken, Yılan henüz çok nazik durumdaki âlemi zehirleyebilecek olan zehirini (Kalakuta) tükürdü. Çiva bu zehiri avucunun içiyle yakaladı ve yuttu! O günden itibaren boğazı mavi oldu; onun "koruyucu" (Nila-Kantha) adı da buradan gelir.

Başka bir seferinde Ganj nehri gökleri terk edip de dünyaya düştüğünde, bu ycğun su kütlesi dünyayı boğmak ve yok etmek tehlikesi yarattı! Çr a saçlarını ortaya yayarak, bunlardan koruyucu bir yastık yaptı e bunu gökten düşen dev şelâlenin altına yer-

98

Dünya'nm Kurtarıcısı Çiva

leştirerek, sarsıntıyı durdurdu ve dünyayı kurtardı. Tüm kutsal ırmakların kaynağı göktedir ve üç güzergâha ayrılırlar. Kutsal ırmak olan Ganj da üç güzergâh izler: 1) Gökten (Mandakimi) iner; 2) Dünyasal güzergâhın adı Gahga'dır; 3) Bhagavati denen cehennemi ya da yeraltı güzergâhı vardır.

J        ■'

*        Ü- *

Trinitenin (üçlem) üç Tanrısı birbirlerine benzerler: Yaratılış, Brahma'nın eseridir; Vişnu, Kelâmı ile maddî âlemi yaratır, onu korur ve devamını sağlar. Aynı şekilde yaradılanlan da korur ve devam ettirir. Bu işinde, Çiva’nın, âlemin Anası (Pavarti) olan negatif güçlerinden yardım görür. Tüm büyük Tanrılar cinsiyetsiz olduklarından kendilerinde çifte bir enerji vardır, yani pozitif-ne- ğatif, kİ bunu, Çiva’da ve kansı Pavarti'de bütün yaratma eyîemle- ' ri sırasında görürüz. Yokoluş (tahrip) İçinse bu, Çiva-Kali olacaktır.

Sikluslann (devrelerin) sonunda Çiva bir harap edici olarak kıtaları, ırkları, ulusları, bireyleri tahrip eder. Bunu Siyah Kali'nin negatif polaritesi (kutupluluk) ile yapar. Hayat tarafından kullanılmış ya da tekâmüllerini daha ileriye götürebilmekten aciz görünen formları tahrip eder.

Bilgeler şöyle derler. "Ölüm, Tanrıların paha biçilmez bir hediyesidir. O olmasaydı, tekâmül imkânsız olurdu ve beşerî deha gelişme ijnkânı bulamazdı."

*        * *

Bu arada, Hindu geleneğinin en büyük bilmecelerinden birini, yani maymun Hannuman'ın sırrım aydınlatmaya çalışalım. Bu maymun, Tann Rama’nm sadık dostudur ve fil başlı Tann Ganeça gibi o da Batılı insanlan bir hayli düşünmeye sevk etmiştir. Hindistan’ı ziyaret eden turistler bir maymun için tapmak inşa edilmiş olduğunu görünce şaşkınlığa düşmüşlerdir. Aslında Hannuman sembolü onlara da tamamıyla uygundur. Maymun ilkel formdaki, ilk hâlindeki insanı sembolize etmektedir. Yani henüz yeni soğumaya yüz tutmuş olan antik Lemurya toprağı üzerindeki, ancak

99

Gizemli Bilgilerin Kaynakları

dört ayak üzerinde yürüyebilen insanı sembolize eder. O devirde tüm insanlar hayvanı andırıyorlardı. Henüz iki ayakları üzerine di- kİlmemişlerdi ve maymun Hannuman ile büyük benzerlikleri vardı. Bu, insanın maymundan geldiğini göstermez; tam tersine, maymun insandan türemiştir. Şuursuz bir hâlde olan ve İlâhî yasaları henüz bilmeyen ve bu yüzden de mazur durumdaki insanların, o devirdeki çarpık faaliyetlerinin sonucunda ölmüştür. Bu ilişkiler pithecoide (pitekoid) maymunların ırkını meydana getirmiştir. Antropoide (antropoid) maymunlar Atlantis insanlarının eseridir. Bu, diğeri gibi affedilebilir bir iş de değildir. Çünki bu insanlar diğerlerine göre bir hayli şuurlannıışlardı.

Hannuman şimdiki ve gelecekteki sofuların (zahitlerin) bir modelini oluşturmaktadır; sahip olduğu her şeyi ortaya koyar: Gücünü, çevikliğini, zekâsını, saflığını, sevgisini, kalbini ve ruhunu hep sahibi için, her şeyiyle taptığı Tanrı Rama için adar. Sahibi'ne benzeme isteğinin gücü sayesinde O'na benzememiş ve o da Rama olmuştur! Hannuman artık bir maymün.değildir, bir .insan da değildir, ama bir Tanrıdır ve o tapmak da bîr Tanrı için yapılmıştır.

Onun ulûhiyetini ispat etmek için, efsane bize şu masah anlatır:

Bir gün, yan kardeşi olan ve beş Pandava kardeşten biri olduğundan dolayı kutsiyet yolunu izleyen Bhima, ondan kendisine İlâhî şekliyle görünmesini istedi (Pandava kardeşler İndra'nm en- karnasyonlarıdır. Kibirlerinden öfürü bedenlenmeye mecbur edilmişlerdir! Tıpkı Hristiyanlann asi melekleri gibi, aslında bunlar tabiatın beş gücüdürler; tıpkı günümüzde, 5. Ana Irk’ta faaliyette olan beş Tattva gibi). Bunun üzerine Hannuman öyle boyutlara ulaştı ki, tüm ormanı kapladı. Ardından Vindhya Dağlan'nın üzerine yükseldi ve parlaklığı güneşin parlaklığına eşdeğer bir hâle geldi ve Bhima'yı gözlerini kapamaya mecbur etti. Hannuman ona Şöyle dedi: "Günahsız olan sen, beni sadece şimdilik aldığım boyutlarla görebilirsin, ama ben bunları dilediğimce arttırabilirim."

Büyük demon Ravana'yı tek başına yenebilirdi, ama nezaketinden ötürü sahibini bu büyük zafer ve şereften mahrum etmek is-

100        '        .

Ilüııya’nırı Kurtarıcısı Çiva

temedi. Hannuman sadakati, cesareti, alçakgönüllülüğü, sabrı, kendini feda edişi ile kemâle erdi, Sahibi’ne kadar yükseldi. Bu yüzden Hintliler onu severler, saygı duyarlar, onu taklit etmeye çalışırlar. Hannuman'ın hikâyesi aslında insanın hikâyesidir. Maymun, ilkel insanın hayvan tarafını meydana çıkarmak için ortaya konmuştur. Alelade maymun bir taklitçidir, ama Hannuman bir Tanrıyı taklit etmiştir ve Tanrısına benzer bir hâle gelmiştir. Bu örnekle bizlere, insanların hayvani tabiatlarına rağmen binlerce ıstıraplı ölüme ve reenkamasyona maruz kalmaya mecbur olmadıkları, muzip Maya tarafından kurulan tuzaklara yakalanmak yerine, Hannuman gibi, Tanrılarına olan inançlarını ve kendilerinin de İlâhî oldukları bilgisini muhafaza ettikleri ve her şeyde Tanrılarını taklit etmeye çalıştıkları takdirde, doğum ve ölümlere mecbur kalmayacakları anlatılmak istenmiştir. Hannuman, tam bir sadakat göstererek bir kahraman hâline gelmişti; halbuki Yunanlı kahraman Herakles (Herkül) bunu iradesinin gücü ile başardı. Ama Hannuman aynı sonuca tatlılıkla ve kalp ile ulaştı. Hannuman, daha ziyade, Tanrı'ya tefekkür (meditaşyon) ve sevgi ile ulaşan yegâne Yunanh kahraman olan Narsis.’e benzer. Şurası da bir gerçektir ki, bu iki kahraman arasında büyük bir zaman farkı vardır. Hannuman maddî âleme inişe engel olurken, Narsis ise bu maddî âlemden Olimpos'a yeniden çıkışı başarmaktadır (Not: İnsanlığın inişi Tanrı için gerekliydi, yoksa plânı gerçekleşemeyecekti. "İlk günah” olmamıştır, Âdem ve Havva sadece Tanrı'ya "boyun eğmişlerdir").

* * *

Çiva'ya öncelik tanıyan çağdaş Hindistan, Brahmancılar ve Vişnucular arasındaki Tanrılar savaşına son vererek, evolüsyonu sıkı bir şekilde izlemektedir. Modern dinin başlıca amacı durumuna gelen Çiva, insanlara kurtuluşun en emin ve en akılcı yolunu göstermektedir. Çünki insanlar ikinci prensip olan Vİşnu’ya ulaşmadan ve bunun ardından da hürriyetlerini Brahma ile birleşmede sona erdirmeden evvel Çiva'dan geçmek zorundadırlar. Bu zincirleme bağlantıyı gerektiren sert inisiyasyon yasası bunu icab

101

Gizemli Bilgilerin Kaynakları

ettirmektedir.

Bu dinsel çağdaşlaşma hareketiyle Hindistan, tüm ulusların başında yer almaktadır ve Hristiyanl^r için Teselli Edici'ye; diğer bir deyişle gelecekteki 6. Irk’ın Sahibi'ne ait olan 3. Incil'i açmıştır. Çünki inisiyasyonda, Tanrılar tarafından çizilen yolu izlemek ve bunu yaparken de menzilleri zorlamamak gerekir. Daha önce Çivacı olmadan, Brahmacı ya da Vişnucu olunamaz.

* * *

Bundan sonraki bölümlerde Hint geleneğini Yunan geleneği ile kıyaslama imkânımız olacak. Her ikisinin kahramanları birbirinden farklıdır. Yunan kahramanları kutsal bir hiddetle harekete geçmiş olup, yaptıkları savaşlar aslında insanın kendine karşı olan kavgalarıdır. Bunu Aziz Augustin şöyle tanımlayacaktır: "Aslında, kalbimin derinliklerindeki bu mücadele benim yine bizzat kendime karşı olan bir savaşımdı."

İlk Arî alt ırk olmasından dolayı Hint, tüm dinlerin anası olmuştur. Ve 7. Irk zamanında yönetimi alacak olan yine odur, çünki evrensel din içinde ilk eriyecek olan odur. Çünki Mesih'i gerçek Güneş Kelâm olarak bizden önce tanıyacaktır; Hindistan’da Tan- n'ya insanlar tarafından çeşitli isimler verilmiş olduğu ve bu isimler yüzünden savaşmanın gereksiz olduğu, çünki herkes için Tek Bir Tann'nm mevcut olduğu bilinmektedir.

Bu bölümü, insanlığın büyük dinsel geleneklerini karşılaştıran bir şema ile bitiriyoruz. Çünki bunların hepsi kutsal Dekad'da (10 bölümden oluşan) birleşirler. "10", Tann'nm sayısıdır; başlangıçta, henüz ilâhı bir durumda iken insanın da yer almış olduğu Dekad’dır. Dünyanın çılgınlıklarında kendini kaybetmiş olan insan, şayet bütün ruhu ile isterse İlâhî ailesine ve kaybolmuş kuzusunu arayan semavî Babası'nm evine milyonlarca yıllık ayrılıktan sonra dahi kavuşabilir. Bu şemalar, ancak Yaratılışın ve Tanrıların "inişi"nin safhalarını gözümüzün önüne getirmeleri açısından bir- birleriyle kıyaslanabilirler. Örneğin Hristiyan mitolojisinde Tanrıların yerine onların mümkün olabilecek en aşağı seviyeye kadar inebilen "sudûrlan" (emanasyonları) getirilmiştir. Hristiyanlar

Dünyacın Kurtanctst Çiva

i na

Gizemli Bilgilerin Kaynaklan

bunlara "Hiyerarşiler" adını vermişlerdir. Diğer taraftan Kelt ve Yunan mitolojilerinde, hayvan-insanlar "zihin" ile donatıldıklarında bir Tanrıçanın ortaya çıkarak evolüsyondaki (tekâmüldeki) yerini aldığım görürüz. Bu, bizim 5. Ana Irk'ın başlangıcındadır ve Kelt mitolojisinde Tanrıça Epona’dır, Yunan'da ise güçlü Athe- na’dır, "Baba’mn Zekâsı"dır.

Bütün Güneşli Kurtarıcılar (Mesihler) tüm geleneklerde yer alırlar: Horus, Krişna, Diyonizos, Ogmi, Tipereth ve en son olarak Hz. İsa. Geriye iki ırk rehberi daha kalıyor ki bunlar da gelecekte, yani 6. ve 7. Irk’larda ortaya çıkacaklardır. 6. Irk için, Teselli Edici (Kutsal Ruh) ve 7. Irk için Baba, ya da onun "Öz sudûru" olacaktır.

104

YUNAN

"Sırların amacı, ruhları prensiplerine, ilk ve son hâllerine yeniden getirmektir. Yani kendisinden aşağı inmiş oldukları hayata, Tann’ya, Diyonizos vasıtasıyla onları gerLdöndürmektir."

Olimpiodor

ANTİK YUNAN SIRLARINA GİRÎŞ

Mısır ve Hint sırlarına bazı bakış açılarını gözden geçirdik. Yunan ile de yaratılışa ve kurtuluşa ilişkin, ince bir zekânın ürünü olan mitlerine nüfuz edeceğiz. Tanrıların ve insanlann yaldızlı efsanesi, nihaî hürriyetlerini elde etmek ve gelmiş oldukları Olim- poş’a yeniden dönebilmek için yapabileceklerinin en iyisini yapmaktan kaçınmayan mistler (veya kahramanlar) tarafından kullanılan pek çok ve çeşitli yollarm bir toplamını oluşturmaktadır. Antik Yunan’m şairleri ve nüfuzlu hikayecileri bizlere hermetik yapıda harikulade efsaneler bırakmışlardır. Çünki onlann birçoğu çeşitli derecelerden inisiye idiler ve büyük zekâları sayesinde sırlarla rahatça oynayabiliyorlar, böylece de bilginin yabancısı olanların ve inanmayanların bu sırların mesajına zarar vermelerini engellemiş oluyorlardı.

İnsanın hürriyetine götüren içteki yolu bulan Hint’in Buda'sı- nın aksine, Yunanlılar, Incil'de geçen bir cümlede ifade edilen "Tanrı'ya şiddet ile ulaşılabileceği" bilgisini uygulamaya koymuşlardı! Yunanistan'ın kahramanlar ordusu bunun göstergesidir ve sadece Narsis bunların dışında kalır. O bir mistiktir, tıpkı Buda gibi seyir ve temaşaya dalmış biridir.

Mısır, Tanrı’ya ayin majişi ile, Hint de vicdanî muhasebe, kayıtsızlık ve meditasyon-konsantrasyon ile yaklaşıyordu. Yunan ise dövüşü tercih etmiştir. Tanrıya ulaşmak için dövüşmeyi, insanın kendine karşı göğüs göğüse dövüşmesini seçmişlerdir.

Zira şiddet Tanrı'ya karşı değil, insanı esaret hâlinde tutan, milyonlarca yıl boyunca gelişip kök salmış olan kötü alışkanlık-

:        107

Gizemli Bilgilerin Kaynaklan

larına karşı, arzu ve tutkularına karşı kullanılmalıydı ve her bir alışkanlığın yenilmesi, mitolojideki bir canavarın Ölümü ile temsil edilmiştir.

Hint "durağan, sakin" azizleri sever; Yunan ise, yolları üzerine Tanrılar ve Tanrıçalar tarafından konulan tüm engellere, Onlarla eşit bir seviyeye gelmiş olduklarını kanıtlamak için saldıran "dinamik" azizleri sever.

Yunan Tannian zayıflardan hoşlanmazlar; güçlü ve cesur insanları severler ve Truva savaşı da bunun en ikna edici açıklamasıdır. Bu "hayalî" savaş, dâhi ve muzip Homeros tarafından tahayyül edilmiş olup, günümüze dek, yanlış bir kanaat eseri olarak "Olimpos Tanrılannm isteği ile harekete geçirilmiş olan, Tanrıların kendi aralarındaki savaşları" olarak muhafaza edilegelmiştir.

İnisiyatör Tanrılar, bu İlâhî savaşta kutsal Truva kentini koruyan Tanrılarla, başka bir deyişle Baha'nın, yani Zeus'un gözetiminde olup da kurtarıcı vazifelerinin kutsiyetine yeterince hazır- lanmamış olan İnsanlarla karşı karşıya geldiler.

Ama bu büyük savaş "içteki" Tanrı'yı diriltmeye yetmedi. Öyle bir an geldi ki bu sonucu elde etmek için "vicdan muhasebesinin gerekli olduğu bir durum oluştu ve Homeros, Odiseus’un (*) zekâsından bunu fışkırttı (Odiseus burada, zekâ ile bezenmiş 5. Irk'ın prototipidir) ve sembolik tahta at, kahramanımıza ve arkadaşlarına kutsal şehri ele geçirme imkânını sağladı.

Truva atı sembolü bunu bizlere açıklamaktadır. Gök'ü yeniden bulmadan önceki o yüce savaş, atın karanlığında, sessizlikte cereyan etmelidir. At, burada inşanın fizik bedenini temsil etmektedir ve Diyonizos, yani içteki, güneşe ait Tanrı bu atın içinde dirilecektir. İnsan bu Tanrıyı diriltmek için ikinci kez doğacak ve Diyoni- zos ile birlikte ahenk içinde Olimpos’a çıkacaklardır.

Bu savaşta yer alan bütün mistlerin hepsi de kurtuluşa adaydırlar, ama inisiyatik mertebelerine göre değişik derecelerde olmak üzere... Ayrıca, pek çoğu da muvaffak olamayacaktır. Efsane, bunların düşmanlan tarafından öldürüldüklerini söyler. Bundan, onların fizik hayatta değil, ebedî hayatta öldüklerini anlamak lâzımdır,

(*) Batı dillerinde "Uhjsse” diye geçer, Lâtince "Ulyxes” den türemiştir.

108

Antik Yunan Sırlarına Giriş

çünki bu savaş, Truva savaşı, "hayal ürünüdür, kurgudur".

Himaye ettikleri kişilerin kalitesini göz önünde bulunduran Tanrılar ve Tanrıçalar, gözdelerinin hayatım kurtarmışlar ve onlara imtihanlara yeniden başlama imkânım sunmuşlardır. Tıpkı ileriki zamanlar için muhafazaya alınmış olan Aineias (*) gibi!

Savaş inanılmayacak bir biçimde başlar! Sorumlusu, Aşk Tan- , rıçası Afrodit'tirl. Ardından Ksanthos (Skamandros) nehri Aşil (Akileus) ile mücadeleye girişir ve gücü tükenmek üzere olan kahramanımız, Ateş Tanrısı Hephaestos'tan İlâhî denebilecek bir yardım alır. Athena’ya gelince, küstahça bir tarafgirlik gösterir. Truva- lılar'ın oklarının ya da mızraklarının yönünü saptırır, sonra da bu adaletsizlikten hoşnut olmayarak onların ellerine, attıkları ve hedefine ulaşamamış mızraklarını yeniden verir!

Bu "tek bir damla bile kan akmayan " vahşi savaşta (!) kahramanların, Ölümlü bedenin ölümsüzlüğe kavuşması için beşer doğasından kaynaklanan her şeyi atmaktan başka bir gayeleri yoktur.

Tüm bu inanılmaz olaylardan sonra, bunun klâsikbir savaş olduğuna kim inanabilir ki? Truva kentinin harabelerini bulan ve Truva’nm Agamemnon ve Aşil tarafından kuşatıldığını düşünen arkeologlar belki... Diğer bir kısmı da Ağrı (Ararat) Dağı'nda, Nuh'un Gemisi'ni bulmak için keşif grubu oluşturmuşlardır. Halbuki söz konusu olan "sembolik" bir gemidir! Tüm eski kentler pek çök kez kuşatılmışlar ve tarihleri boyunca defalarca yeniden inşa edilmişlerdir. Truva da bunlardan biridir. Şunu anlamak gerekir ki,. Yunan mitolojisi cahillere sıkıca kapalı, âdeta mühürlü bir kutsal kitaptır, tıpkı Tevrat gibi... Torah, okuyucularını daha en başından mühürlü olduğu konusunda uyarır: "Torah'ın (Yasa) her kelimesi yüksek bir anlam ve yüce bir sır kapsar... Torah 'ın kendisi yerine sadece Torah'ın elbiselerini alanlara ne yazık. Basit insanlar elbiselerin altında sakh olanı görmezler; daha iyi eğitim görmüş kişiler ise elbiselere değil, bunların örttüğü şeye dikkat ederler." Bu tavsiye, tüm eski geleneklere uygulanabilir. Nitekim Pavlus, Tite'ye, müritlerin Yahudi tradisyonunda geçen tüm masallara ve kinayelere İnanmaktan kaçınmalarını öğütlemesini söylemiştir.

(*) Aineias: Lâtincesi Aeneas. Af rodit ile Truvalt prens Anktıİses’in oğlu.

109

Gizemli Bilgilerin Kaynaklan

Mitolojilerin tabiatında zihinsel yoldan anlaşılmaya izin vermeyen bir karakter vardır, çünki o takdirde "maji”lerihi yitirme tehlikesi doğar. Başlıca amaçları konuya vakıf okuyucunun, ruhunda hissetmiş olduğu pek çok çarpışmayı takiben gelen bir tür aydınlanmaya sebep olmaktır. Mitolojileri kendi aralarında mukayese ederek, bu ifşa edici kıvılcımların sık sık oluşması mümkündür. Mitolojilerin hepsi kutsal bilmecelerdir ve hepsi de şu iyi bilinmesi gereken"Ortak Gövde"den, İlksel Büyük Gelenek’ten kaynaklanmaktadırlar.

Günümüzde bir din adamı çıkıp da "tek bir kitaba bağlananlara çok yazık" dese ona hak veririz; çünki her din, diğer dinlerle paralel olarak ele alınırsa daha iyi anlaşılır. Bu kitap da bir gelenekten diğerine sıçramakta ve onları yukarıda, ortak kaynakta birleştirmektedir. Eğer her şey Tanrı’ya aitse, herkes için tek bir Tanrı vardır.

Tüm gelenekler birbirlerini tamamlarlar, güçlendirirler ve karşılıklı olarak aydınlatırlar. Buna, gelişini hazırlamış oldukları Hristiyanlık da dahildir (*). İsa, "Göklerin krallığının masasına oturmak için Doğu’dan ve Batı'dan geleceklerdir" demiştir. Yu- hanna’nın İncili’ndeki bir ifadesinde de şöyle der: "Ve bu ağıldan olmayan başka koyunlarım var ki, onları da getirmeliyim, benim sesimi işitecekler; ve tek sürü, tek çoban olacak." (Yuhanna 10:16)Bağnaz olanların dikkatine sunulur!

Gelelim eski Yunan'a. Şairlerine; filozoflarına, kutsal sırlara inisiye olanlara ve seçkin tabakasının yüksek ruhaniyetine ve din- ‘ sel şevkine bakarak denebilir ki, Olimpos Tanrıları, toprağı Tann- larca kutsanmış bu ülkenin semalarında, Rühün şahane bir ağını dokumuşlardır ve daha önce başka bir âlemde olan insanlar buraya kendi istekleri ile, Helen ve kız kardeşlerinin, güzelliğinden büyülenmiş olarak gelmişlerdir.

Tanrılar, Yunan mesajı ile birlikte, eski dünyaya, Tanrılara yakın olma arzusunu veren son meşaleyi de yakmış oldular. BÖy- lece de en güzel meyvesi, yeryüzünde bedenlenmiş olan Güneş

(*) Bütün dinler de prensipler olarak Müslümanlıkta birleşmiştir. Fatiha Suresi bunu ifade eder. (Ruh ve Madde)

110

Antik Yunan Sırlarına Giriş

Kelâm'ı ağırlamak olan Hristiyanlığm yolunu açmışlardır... tercih saati gelip çatmadan önce. Ancak bu saat gelmiştir ve bizler o saati yaşamaktayız.

111

BÖLÜM I

ESKİ YUNAN’IN SIRLARI

Sırlar üzerindeki incelememiz/ insanlığın araştırmak, çalışmak ve fethetmek zorunda olduğu maddede kendini kaybetmesinden önceki eski geleneklerin dünyaya en son geleni olan antik Yunan sırları ile sona erecek.

Maddenin bu fethedil işi zekânın, zat şuurunun, ferdiyetin ve hürriyetin gelişimi ile beraber olmaktadır. Ayrıca, olgunluğumuza da son bilimsel fetihlerden kısa bir Süre önce ulaştık ve düşünce ve faaliyetlerimizin yüzde yüz sorumlusu durumuna geldik. Bu da bizlere, mensubu bulunduğumuz 5. Ana Irk 'ın(Köklrk) son imtihanına katılabilme imkânını vermektedir.

Bu yüzdendir ki, Yunan düşüncesi bütünüyle Batı düşüncesini ve özellikle de Avrupa düşüncesini çok etkilemiştir. Her şey, vakti geldiğinde, tam saatinde ve iyi belirlenmiş bir amaç doğrultusunda gerçekleşir. Ama bu gerçek yine de insanları tarihi kendilerinin meydana getirdikleri düşüncesinden kurtaramaz!

Yaratıcı, insanlara bu imtihanı geçmeleri için mümkün olan en fazla şansı tanımak amacıyla ikî ışık yükseltmiştir: Biri Do- ğu'da, Buda suretinde, diğeri de Batı ile Doğu arasında, İsa suretinde... Bu himaye edici hükmün bizleri uğursuz alışkanlıklarımızdan, egoizmamızdan, nefretlerimizden, savaşlarımızdan ve din- sel-politik tabularımızdan kurtarıp kurtarmadığına hüküm yermek de bizlere kalmaktadır.

Maddenin fethedilişi başarılmış gibi görünmektedir; buna karşılık yüksek ruhâniyetin fethi ise dev bir yenilgi durumundadır. Merhametsizliğe, barbarlığa, önüne geçilemeyen tutkulara bir

112

Eski Yunanln Sırlan dönüş vardır. Ahlâk, şeref, kendine saygı giderek yitirilmektedir ve şiddetini giderek arttıran bir cinsellik tüm değerlere baskın çık-, maktadır. Ama şu anda mesele, yüzyılımızın bir davasını yapmak değildir. İsterseniz biz şimdi yeniden eski Yunan'a, aktif yaradılış Tanrıları dönemine geri dönelim.

Fikirleri daha iyi sabitleştirmek amaeıyla "ön yaradıhş"m, kozal plânın (*) son alt plânlarında, İlâhî âlem ile tezahür etmiş âlem arasındaki sınırda durmuş olduğunu söyleyelim. Pek tabiî ki yaratılış bu bölgede durmuyordu; plânlan katederek, insanlardan saklanarak fizik plâna kadar, Dünya'nın merkezine kadar iniyordu.

Önce toprağı, sonra toprak altını ve ateşe ait tabakalan oluşturdu ve gücü, Dünya'nın merkezinde bir denge hâlinde kaldı. Bu merkezdeki madenî tabakalarda, manyetik alanlara dönüşmüş hâlde ilk ateş bulunur.

Su, ateşi izledi; ama o kadar aşağı inmedi. Ruhsal kaynaklarına yeniden çıkış saati gelinceye dek arzın üst tabakalarında kendi içine çekildi kaldı. Çünki inmiş olan her şey, günün birinde neşrol- duğu kaynağa yeniden çıkmak zorundadır.

Bu yüzden Hint’te envolüsyon veevolüsyonu Yüce Varlığın nefes ahş verişi ile kıyaslarlar. Svara, yani nefes, yaratılmış olanı Büyük Mimar Brahman'ın göğsünden çıkarır. Nefes verişin sonunda Brahman yeniden nefes ahr ve yaratılmış olanı tekrar içine çeker. Yunan'm Uranosu da aynını yapar, ama kendisinden dışarı yolladığı, düşüncesidir. Ve bu, tıpkı Brahman'ın nefes ahş verişi gibi bir ritmefahenk) bağlı olarak çahşır. Tıpkı Brahman'ın nefes

(7) Atma Plânı

(6) Buddhi Plânı

(5) Kozal Plân .

(4) Mantal Plân

(3) Astral Plân

(2) Esiri Plân

(1) Fizik Plân

■ (*) Kozal plân: Teozoflar, Hint geleneğine de dayanarak evreni de tıpkı insan gibi 7 plân olarak kabul ederler. Buna göre en kaba olandan, yani fizik plândan başlayarak en seyyal olana doğru olan 7 plân, şu İsimleri alır:

> ÖLÜMSÜZ İLÂHÎ ÜÇLEM (MONAD)

ÖLÜMLÜ MADDÎ BÖLÜM

i

113

Gizemli Bilgilerin Kaynaklan

alış verişinde her içe çekişin, âlemi kozmik bir geceye sokmasına ve orada, büyük Tann'nm, elde edilen sonuçların bir bilançosunu yapmasına ve tefekküründe yeni bir evren siklusunun (devresinin) prensiplerini hazırlamasına benzer.

Bir evrenin sonunda, Tanrılar, insanlar ve şeyler, tohum hâlinde uykuda kalırlar ve bu uykudaki tohumlarla yeni bir evrenin tohumlanmasında kullanılacakları, gelecekteki o yaradılışın şafağı sökene dek beklerler; çünki Tanrı, âlemler yaratmaya asla ara ver-- mez. Bu, "bizlerin ya da bir âlemin, ölümden sonra hiç olacağı" fikrine de bir son vermektedir. Bizler hepimiz, sonsuz hayat siklusları içinde ebediyen sıralanmış durumdayız ve bu sürekli yenilenmeyi hiçbir şey önleyemez. Zaten hiçbir şey, insanın Tann'nm bağrına yeniden girmesini engelleyemez; o, O'nun suretinde yaratılmıştır. Gerçi bunu unutmuş durumdadır ama beşerî şartları kesinlikle terk edip aslî vatanını bulmak da onun vazifesidir; bunun sayısız örnekleri de mevcuttur.

Bazı insanlar hürriyete kavuşmuşlar ve Elize Bahçelerine (Champs-Elysee; efsanede faziletli adamların ve kahramanların oturduğu yer) ya da Nirvana'ya girmişlerdir. Bizim âlemimizde yeniden doğmayacaklardır ama bundan sonraki evrende, ancak bu kez insan olarak değil, yaratıcı bir Hiyerarşi olarak hizmet edeceklerdir. İnsanlar,"Özgün Yaratıcılar 10. Hiyerarşisi"™ oluşturmaya davet edilmişlerdir. "Aslî" diyoruz çünki epij enez (*) sayesinde insanlara, tüm hayatları boyunca yaptıkları ve dolayısıyla Yaratıcı 'yı ufak işlerle uğraşmaktan koruyan ve yükünü hafifleten milyonlarca deneyleri sonucunda, büyük bir etkinlik hürriyeti tanınmıştır.

Eski Mısır'ın rahipleri bunu zaten biliyorlardı. Göğü ziyaret eden ve tanımadığı bir grup Tann görerek "Bunlar da kim?" diye soran bir seyyaha Thot-Hermes şöyle cevap veriyordu: "Onlar mı? Onlar insanlardır."

Evrenimizin yaratılışında yüksek fonksiyonları üzerlerine alan dokuz Hiyerarşi arasında, diğer evrenlerdeki tekâmülün meyvesi olanlar da vardır. Bunların en aşağıda olanları da evrenimiz gezegenlerinden bazılarının ilk devirlerinde meydana gelmişlerdir:

(*) Tohum hâlinde yaratılış. Sıralı oluşum.

114

Eski Yunanhn Sırlan

Venüs, Merkür ve Mars gibi; ve onlar yeryüzü insanlarından çofc daha gelişmiş bir durumdadırlar. Bizler, tekâmülümüzün arka saflarda kalanlarım oluşturuyoruz.

Yuhanna'nın Vahyİ'ndeki lekesiz elbiselere bürünmüş 144.000 seçilmiş kişiyi hatırlarız. Şurası besbellidir ki, bu muazzam "sürüp giden yaratılış" işinde, Arkanj (Archange-Büyükmelekler) ya da Arşe (Archee) olmayanlara, yani büyük yönetici olmayanlara da yer vardır. Müdür yardımcıları, mühendisler, bilim adamları, şantiye şefleri, usta başı, kalifiye işçiler gibi mevkiler ve iyi iradeye sahip insanlar da olacaktır; Tanrı geriye kalanları kullanmasını bilir.

Bir örnek: Güneş'ten geçmiş seçilmişler arasında bulunmayan Ay Pitrisleri (*), İlk insanların spiritüel babalan olmuşlardır; insan nesli için "ayıklanmış tohum" hizmeti görmüşlerdir. Parantezimizi kapayalım ve tekrar antik Yunan’a dönelim.

Mitoloji bize şöyle der: Alemi yenen ve barışa kavuşturan Ze- us, Gök’ün sahibi olarak hüküm sürüyordu; çalışması sona ermişti

(*) Ay Pitrisleri: Yazar, burada teozoflann, özellikle de H.P.Blavatsky'nin "Gizli Doktrin" (Doctrİne Secrete) adlı eserinde verdiği bilgilerle hareket ediyor. Buna göre, Güneş Sistemindeki her bir gezegenin hayatı birbirine bağlı 7 halkadan oluşur. Bunların tümü o gezegenin yaşamı esnasında geçirdiği evrelerdir ve yedinci- nin sonunda bu hayat biter. Dünyamız da bu 7 hâlden geçmektedir. Bugünkü tezahür ettiği hâl, yani "Dünya" dediğimiz hâl, bu gezegenin 4. periyodudur. Geriye üç periyot (dönem) daha kalmaktadır. Bu periyotlara Sanskritçe'de "Manvantara" adı verilir. Dünya bugünkü durumuna gelmeden önce üç Manvantara yaşamıştır, îlk hâli arşetip âleminde idi (1. periyot); ikinci hâli teozoflann Mantal Âlem de- » dikleri boyutta, üçüncü hâli de Astral Âlem adını verdikleri boyutun maddesin- dendi. Giderek yoğunlaşmış ve şimdiki durumunu almıştır, işte şimdikinden bir önceki, yani 3. Manvantara esnasında -ki buna Ay Manvantarası adını verirler- 7 varlık sınıfı meydana gelmiştir (zaten her periyöt-manvantara- esnasında 7 varlık grubu oluşmakta, bunlar da, kendilerinden sonraki periyodun varlıklarını oluşturmakta ve onlara rehberlik etmektedirler). Bunlara Ay Pitrisleri denilmektedir. Bunlara "Atalar" da derler, çünki şimdiki manvantaranın varlıklarını onlar meydana getirmişlerdir. Bunların bir kısmı çeşitli bedenleri oluşturmuşlar, sonra da bunlara enkarne olmuşlardır. Yine Blavatsky'ye göre bunlar bugünkü İnsanlığın büyük bölümünü oluşturmaktadırlar. Daha önceki manvantaralarda tekâmüllerini tamamlamış olan varlıklar (ki bunların bazılarına Güneş Pitrisleri denir) dünya insanlığının gelişmesine önderlik eden varlıklar olmuşlardı^. Tekâmülün çök daha aşağt kademelerinde olan Ay Pitrisleri ise, yazarın belirttiğine göre ilk insanlara ruhsal rehberlik yapmışlardır. {Kaynak: Kadim Bilgelik (Sagesse Antİque)-Annie BESANT} (Ç.N.)

115

Gizemli Bilgilerin Kaynaklan

ve kendisinin altında bulunan kadrolarının çalışmalarını gözlüyor, denetliyordu [Tıpkı, Yaratılış (Tekvin) bölümündeki 6. günden sonra dinlenen Tanrı gibi],

, İlksel karanlıklara daima dalmışızdır. Gecenin anası Leto, oğlu Apollon ve kızı Artemis’in -ki bunlar Zeus ile olan beraberliğinden doğmuşlardır- gelişini hazırlamıştır. Kaos üzerinde hüküm süren Leto, oğlunun gelip de atıl durumda bulunan arşetipal formlara kelâmının hayatını vermesini beklerken bir yandan da bu arşetipal formları aşağı doğru itme vazifesini görüyordu.

Kendi köşelerinde ise Ateş Tanrısı Hephaestos ile Aşk Tanrıçası ve nemli prensibin nakil vasıtası olan Afrodit de Güneş'in ve Ay'ın, yani Apollon ve Artemis'in doğumunu hazırlıyorlardı.

Ateş'in görünen işareti Apollon, ancak.su ile çevrili bir adada doğabilirdi; böylece, "Aydınlık, Parlak" adı da verilen Delos Ada- sı'nda doğdu. Doğum ıstırabı çeken anası Leto, bir palmiyenin gövdesine kollarını doladı ve Güneş Apollon ve ardından da kız kardeşi Artemis yani Ay, doğdular. Burada güneşe ait bir ağaç olan Palmiye sembolünü görüyoruz. Yaprakları tamamıyla Tejas, yani güneşsel şekillendirici esir (ether) formundadır. Bu ağaç sıcak ülkelerde, başı güneşte ve ayakları su içinde olarak gelişir, çünki Oğul ve Ana yaradılış esnasında asla birbirlerinden ayrılmazlar; Ana, Oğul'u daima ihtiva eder.

İncir ağacının Ana'nın inisiyasyonuna adanmış olması gibi, palmiye de güneş inisiyasyonuna adanmıştır. İncir (ya da nar) Ka- os'u, taneleri ya da çekirdekleri de âlemde filizlenmeye hazır olan yaratılışın tohumlarım temsil eder. Bir örnek: Persefon, Hades'ten tamamen kurtulamamaktadır. Çünki dört nar tanesi yemiştir. Demek ki neslin içine girmek için İlâhî âlemin eşiğini aşmıştır ve bu iş, ilk dört ırk zamanında (dört nar tanesi) olmuştur. Hz. İsa da Natana- el'e şöyle demiştir: "Filippus seni çağırmadan önce, seni incir ağacının altında görmüştüm." Demek ki Natanael, Ana tarafından, yani üçüncü prensip, Kutsal Ruh tarafından aydınlanmış biriydi.

Sonuç olarak iki aydınlatıcı, yani Güneş ve Ay, Gök'teki yerlerini aldılar. Sıra insanın, yeryüzündeki krallığının şuuruna varmasına gelmişti. Randevusuna gelmişti, yani buluşmada hazırdı ve

116

Eski Yunan’tn Sırlan böylece materyalize olmuş ilk insanlar, henüz seyyalevîhâldeki bedenleriyle eski Lemurya toprağına bastılar. Yaprakları göğe yönelmiş büyük zambaklara benziyorlardı. Âdeta bir cenin gibi, etraflarındaki besi kordonlarıyla besleniyorlardı ve bunlar sayesinde Kozmos'un hayat enerjilerini çekiyorlardı. İlk materyalize olan kısım ayaklar idi ve bunlar yeryüzünü kaplayan sıcak su tabakasına giriyordu. Bu iş, Balık burcunda iken meydana gelmişti. Bu dönemin bir hatırası sonucu Hristiyanlar eskiden kendilerini "Pissi- culis"ler (*) diye adlandırıyorlardı ve Hint'te Vişnu, Kalde’de Oan- nes gibi, Hz. İsa da Balık burcunun sahibiydi.

(*) Pissiculi, "Küçük Balık" demektir. Hz. İsa'ya "Büyük Balık" derler.

117

Gizemli Bilgilerin Kaynakları        f

FİZİK BEDENİN EVOLÜSYONU:

•        İnsanlar: "Zambak Çiçeği"

•        Ayaklan materyalize olmuş insanlar

•        Amfibi (hem suda hem de havada yaşayan) ve Cinsiyetsiz İnsanlar: Kroko- dil (Timsah) '

•        Ciğerleri oluşmuş insanlar: Lemurya ırklarının sonu

•        Etten ve kemikten insanlar: Herma froditler

•        Hayvan İnsanlar: Atlantis'in ilk üçte birlik dönemLCinslerin ayrılması

•        Kentorlar

•        Zihin ile donatılmış insanlar: 5. Arı Irk

Şemanın Yorumu: Bu, ilk Lemurya alt ırkına mensup bir insan varlığının bir taslağıdır. Materyalİzasyon aşağıdan yukarıya doğru olmaktadır. Ayakların bir taslağı ancak üçüncü alt ırkta belirmiştir ve 7. alt ırkta tamamen oluşmuştur. Varlık, devasa bir seyyalevî beden şeklinde ve büyük bir gaz kabarcığı gibidir. Hayatını, sis İçinde bulunan eterik (esiri) güçler ve tartılamayacak kadar hafif cevherlerle sürdürmektedir. O devirde henüz hava yoktu ve hayat, kabarcık içine, çevresinde dalgalanıp duran ve pek çok göbek kordonunu andıran besleyici kordonlar vasıtasıyla nüfuz edebiliyordu.

Formlar kalıcı değildi ve göğe doğru yönelmiş bu zambak şekline gelebilmek için sürekli’olarak değişiyorlardı. Hermetistler bunlara "Mandragorlar" diyorlardı ve bunlar, alt uçları yeryüzünü kaplamış olan'Sicııfc su tabakasının içinde sürüklenir bir durumda, sis içinde yavaşça hareket ediyorlardı. Bunlar çok daha sonra, 3.1rk'ta büyük bölümüyle materyelize oldular ve "Amfibiler" (Mısır Timsahı Sembolü) adını aldılar. Bu hadise, atmosferin oluşumundan sonra gerçekleşti. Tevrat şöyle der: "Tann insanın burun deliklerine üfledi ve o da canh bir varlık oldu." Bu, aynı zamanda Mısır’da, Set-Tifon’un, kardeşi Osiris'i öldürdüğü andır. Çünki besleyici kordonlarını yitiren yaratıklar, Osiris’in güneşe ait eterik güçlerine sığınacaklardı. Osiris'in hadım edilmesi ise çok daha sonra, insanlar iyice materyalize olmuş bir bedene sahip oldukları ve erkek ile dişi cinsel organlarının oluştuğu Akrep burcunda gerçekleşecekti. Osiris’in İlâhî phallus'u (erkeklik organı) insanların üremesi için artık gerekli olmayacaktı.

118

Eski Yunan'ın Sırlan

Aşağıda bunun ve envolüsyon - evolüsyon Tetraktisi'nin (İlk dört sayı 1+ 2+3+4 -10; mükemmel sayı, ahenk her şeyin ilkesi) birer şeması bulunmaktadır.

FİSAGOR'UN TETRAKTİS'İ

Fisagor'un Tetraktisi, bizlere Tann’nm ve insanlığın inişlerinin ve insanların, ilk kaynaklarına "yeniden çıkışlarının" sırrını kavrama imkânı vermektedir. Tann, aşağı doğru iki gücü (pozitif-negatif) yansıtır ve Oğul da bu iki güçle birleşir. Bu üç güç de dördüncüyü, yani "madde"yi oluştururlar.

Envolüsyonun sonunda, diğer bir ifadesiyle "Zamanların Sonu"nda, kum saati

' ters döndürülecektir. Yani insanlar yaşam biçimlerini değiştirmek ve tekâmül-, leri için o uğursuz alışkanlıklarına gerçekten "sırt çevirmek" zorunda kalacaklardır.

6, yani tezahürün motoru, tekâmülün sağduyusu içinde dönecektir. Zekâ, Akıl ve Kalp insanın kurtuluşu için birleşmek zorunda kalacaklardır. İnsan 10'a, yani Tan- n'ya dönüş yapmadan evvel 9'a ulaşmak zorunda kalacaktır.

Üstteki 3 nokta, ilksel Trinite'nin etkisini belirtirler.

Kum saatinin alt 3 noktası İçteki Tann'yı ifade ederler.

Alttaki 2 nokta, insandaki dualiteyi gösterirler. Motoru meydana getiren 6 nokta ruh-madde dengesini ve zaman çarkını belirtirler.        - - Q

BÖLÜM II

KURTULUŞUN TANRILARI

İnsanlar nasıl yeryüzüne inmiş iseler, günün birinde de tekrar Olimpos'a çıkabilmeleri gerekiyordu... Yaratıcı, oraya asla tek başlarına çıkamayacaklarım, onlara Tanrı suretinde yaratılmış olmalarının hiç de boşu boşuna ve yeryüzü Cehennem'inde sefalet içinde telef edilmek için olmadığını sık sık hatırlatmak gerektiğini gayet iyi biliyor ve onlar için gayet etkili bir nihaî kader hazırlıyordu. Yunan bilgeleri bizleri sembolizm ve>sayılar (Tetraktis şeması) vasıtasıyla eğitmekten geri kalmamışlardır. Bu yüzden, acılarımızı paylaşan gökte, kurtuluş oyununun iki büyük yöneticisinin belir işini göreceğiz! Güneş Kelâm, âleme doğru bir sudur (emanasyon) yan? sıtır. Bu, güneş mesajcısı (habercisi) olan ve içteki Tanrının mekânı olan Kalp ile maddî âlem arasındaki bağlantı vazifesini gören Her- mes'tir. Öte taraftan Zeus da yardım etmek ister ve böylece Athena doğar. O, Babasının zekâsıdır; tamamen silâhlanmış bir hâlde Ze- us'un açılmış kafatasından çıkmıştır. Bu yeterli midir? Hayır, Zeus bir ölümlü kadınla, yani Semele ile birleşir. Bu, bu birleşmenin mey- vesinin, günün birinde bir İnsan bedeninde, ikâmet etmek zorunda kalacağım belirtmek açısından Önemlidir! Bu yüzden efsane şöyle der: Semele kıskanç Hera'nm tavsiyesi üzerine kocasını tüm haşmetiyle görmek ister. Zeus kendini gösterir ve bunun üzerine Semele bu tezahürün etkisiyle yanarak ölür. Zeus, kadının karnındaki çocuğu ateşten kurtarması için Hermes'i görevlendirir. Zeus kurtarılan cenini "bacağının içine diker" ve normal doğumun gününe kadar onu orada taşır. Dikme İşini bir yılan- Tann’hm yaptığı söylenir. Efsane bize Diyo . izos'un tabiatını anlama imkânı vermektedir. O, tıpkı Mısır'daki bmzeri Horus gibi, gelecekte insanın kalbi içine

120

Kurtuluşun Tanrıları yerleştirilecek olan Tanrıdır.

Ama bu yerleşim için bir şey daha, yani Ana’nm sevgisi gereklidir ve bu da Afrodit'i devreye sokacaktır; çünki kurtuluşun yolu Sevgi'den, Yürek'ten (cesaret) ve Akıl’dan geçmektedir.

Hermes, Afrodit ve Diyonizosün oluşturdukları üçlüye, insanlar zihine kavuşturulduktan sonra İnisiyasyon Tanrıçası Athe- na da katılır. Hermes adaylar aramak için tüm âlemi arşınlar durur; Athena onları korur ve tavsiye eder, Afrodit sevgi yolunu açar ve Diyonizos da buna kalp yolunu ekler. Bu yetecek midir? Hayır, çünki insanlar inatçı ve kalın kafalıdırlar ve tüm bunlara insanlann daha kolay erişebilecekleri başka bir şey daha eklemek gereklidir.        ;

Bu başka bir şeyin, Göğü toprağa bağlaması gerekmektedir. Bu, insanlara içlerindeki Tannlan ile doğrudan temasa geçmelerini sağlayacak bir şey olmalıdır. Dışarının içeriyle doğrudan doğruya birleşmesinin görünür bir alâmeti gereklidir ve Yunan da bunun temellerini atacaktır. Böylece Baküs (Bacchus) ve Keres'i (Ceres), yani Şarap Tanrısı ile Hasatlar Tannçası'nm buğdayını, diğer bir ifadeyle kutsal türlerin ekmek ve şarabını görmekteyiz. Buna, tabiatın kurtuluşu açısından daha eklenecekler vardır: Çünki doğa da kendi köşesinde tekâmül etmektedir ve tabiatın kışın ölümünün ardından, üç alt âlemin kurban edilişleri iki büyük ilkbahar majisyeni olan Hermes ve Persefon sayesinde karşılık görmeli, ödüllendirilmelidir. Hermes daha sonraları Hermetistlerin Yeşil Avcısı olacak ve Persefon da Hades'ten çıkacak ve ilkbaharda, doğanın baharının tüm tohumlarını göğsünde taşıyarak yeniden belirecektir. Efsane, Hermes'in, Persefon’un sevgilisi olduğunu söyler, çünki Persefonün getirmiş olduğu tohumlara hayat üfleyecek olan odur (Güneş) ve onları yeryüzünde büyütecek olan da Perse- fon'un ve doğanın Ana’sı Demeter'dir. Bu yeterli midir? İnsanlığın kurtuluşu garantiye alınmış mıdır? Zeus bundan hâlâ şüphelidir. İnsanlara Gök’ten düşmüş bir Titan modeli yollamaya karar verir ve Onlara, bu Örneği izleyebileceklerini, bunu her noktasına varıncaya kadar taklit edebileceklerini göstermek için de yolladığı bu modeli Olimpos’a kadar tekrar çıkartır. Yeryüzünde görmüş olduğu acınacak hâldeki yaratıkları düşünen Prometeus da onlar

121

Gizemli Bilgilerin Kaynaklan

için bir parça göksel ateş çalar ve bunu bir narteks'in (*) oyuk sapının içine saklar. Burada, bir taraftan yeni ırka (5. Arî Irk) Athenâ ile birlikte getirdiği zekâ, diğer taraftan da omurgada (narteks'in oyuk sapı) yatmakta olan ve günümüzde kundalini adıyla bilinen ateş yılan söz konuşudur.

Prometeus, Demiurgos 'un (yaratıcı Tanrı) bir sudûrunu temsil etmektedir, çünki Athena'nm yardımı ile Deukalion Tufanı'nm (Nuh Tufanı) ardından dünya nüfusunu yeniden oluşturacak olanların modelini yaratmıştır ve sonuç olarak bu insan, zihin ve Athe- na'nın (aslında Zeus'un) zekâsı ile donatılmış olarak tam olacaktır. Hephaestos ona bir kadın verir. Bu, Pandora’dır ve Afrodit ile Ka- rit’ler ve Horalar ona tüm zerafetleri bahşederler (tıpkı yeni erkek ' gibi, ilk ırklara özgü hay vanîliğin bağlarım koparacak bir kadın). Yaptığı hırsızlıktan sonra Prometeus, Olimpos'tan gelen hediyelere güvenmez ve beraberinde esrarengiz bir kutu ile gelen bu yeni kadını görünce ihtiyatlı davranır, her iki hediyeyi de reddeder.

* Ama Prometeus'un Epimeteus adlı ölümlü bir kardeşi vardır ve bu hediyelerle baştan çıkacak bir yaradılıştadır. İsmi, "sonradan düşünen" anlamına gelmektedir.

Epimeteus, kardeşi Prometeus gibi İlâhî değildir. Henüz At- hena'mn zekâsını kullanmayı bilmeyen adi insan ırklarını sembolize etmektedir. Arzular ve tutkular onları Pandora’nm güzelliğine yöneltir ve Epimeteus'un merakı kendisini o meşhur kutuyu açma-: ya ve içindekileri görmeye sevk eder. Ancak Pandora ve beraberindeki kutu, sonradan ona pek çok dert verecektir, çünki getirmiş olduğu kutu şayet açılırsa, yeryüzünün tüm kötülükleri serbest kalmaktadır! Epimeteus kutunun kapağını kapamakta çök gecikir; kutu boşalmış ve dibinde yalnızca ümit Çalmıştır.

Mitoloji yazarlarının, gerçekleri saklayarak ne denli uydurma şeyler yazmış olduklarını müşahede etmemiz yararlıdır. Şimdi İle geleceği birbirine karıştırırlar; ardından Prometeus vasıtasıyla "ikinci ilk adam" yarattırmışlardır ve Hephaestos yeni bir "ilk kadın" (Zihin ile donatılmış) yaratır, Çünki ilk ”dört ırk" ta zihin yoktu ve bu yüzden henüz insan olarak nitelendirilme hakkını elde etmemişlerdi.

(*) Narteks: Prometeus ’uk elindeki içi oyuk, bir ucu topuz biçimindeki sopa.

122

BÖLÜM III

KURTULUŞUN HAZIRLIĞI

Gelecekteki kurtuluşun hükmü geçerlidir (Zekâ ve Ateş Yılan Kundalini)(*) ve insan kendini Göğe bağlayan bu bağı kullanabilir; bu yeterli olacak mıdır? Hayır, Rober Frost'un da dediği gibi insanlar hataları içinde bocalamayı sevmektedirler: "İnsanlık doğru yürümeyi, ancak, tersine gitmek için her şeyi denedikten sonra öğrenecektir."

( Sık sık aynı deneylere ve aynı hatalara yeniden başlamaktayız. İnsanlar milyonlarca yıldan beri bir Irk Tanrısı adına savaşıp durmaktadırlar, sanki pek çok Tanrı varmış gibi! Bu yüzden Yaratıcı, günün birinde ihsanların artık tek bir görünmez Tann'ya inanmayacaklarını bildiğinden kendi Öz oğlunu (**) bir insan bedeniyle yeryüzüne yolladı ve bÖylece de herkese kusursuz insanın nasıl olacağının canlı ve elle tutulur örneğini göstermiş oldu.

Örfe tarafından açılan yolu izleyen İsa, 6. Ana Irk (gelecekteki) döneminde kurulacak olan evrensel kiliseyi hedefleyerek, kültlerin (tapmcalann) ve kiliselerin birbirlerİyle ahenkli bir hâle getirilmesini vaaz etti. Örfe, yaratıcı Kelâm'ın bir formudur; lirinin sesiyle doğayı ve hayvanlan büyüler. İnsanlara Kelâm'ı kullanmayı öğretir.

Hz. İsa örneği ile, yaşayan bir Tann'nm bir insan bedeninde

(*) Yunan'da Kundalini'ye Erikhtionos ya da Erikhtonius veya Eresikhton denir. (**) Bu ifade,sembolik anlam taşımaktadır. Tanrı, "Yaradan" değil, "Dünya Rab- bi" anlamındadır. Dolayısıyla,Hz. İsa, Ruhsal İdare Mekanizması'nın bir üyesi olarak yeryüzüne İnmiştir. Bağlı bulunduğu Ruhsal Plân'tn "öz oğlu" olarak tanımlanmasının anlamı budiır. (Ruh ve Madde)

123

Gizemli Bilgilerin Kaynaklan

ikâmet edebileceği ispat edilmiştir ve Hz. İsa, bunu ihsanlara tebliğ etmiştir: "Ben dedim: Siz İlâhlarsınız." (Yuhanna) İnançların ayniyeti içinse şöyle diyecektir: "Ve size derim: Doğu'dan ve Batı'dan birçokları gelecekler ve göklerin melekûtunda İbrahim, İshak ve Yakup ile oturacaklar." (Matta. 8:11)

İnsanlar yaptıkları hatalara bağlı olduklarından dolayı, bu dinsel birleşme gerçekleştirilmeden önce binlerce yıl geçmesi gerekmektedir. İnsanlar savaşları sevmektedirler ve ırklarının ya da uluslarının Tanrısı adına savaşmaktadırlar.

Bir zamanlar, Dünya, henüz Güneş ile birleşik durumda bulunduğu büyük aslî nebülözün içindeydi ve evolüsyon yolculuğuna çıkmadan önce, ayrılık vakti gelip çattığında Güneş Kelâm, Dünya’ya günün birinde onunla nişanlanacağını ve âlemin sona erişinde de kendisini eş (zevce) olarak alacağım vaad etti. Yuhanna, zaman ötesi niyetinde, nişanlanmanın gerçekleştiğini görür ve şöyle der: "Gel, sana nişanlım göstereceğim." Söz konusu nişanlı, Dünya'dır.        ’’        *

* * *

Tekâmülde her şey binlerce sene önceden hazırlanır; her şey daha sonra gelişip büyüyecek tohumlar gibi ekilmiş durumdadır. BÖylece Yunan'da Örfe, efsaneye göre, Dünya ve Güneş'in nişanlanmalarının paktına mühürü basmak istemişti ama bu İş için henüz vakit erkendi. Efsane bunu bize anlatır, kulak verelim: Örfe Güneş Kelâm'ın bir şeklini temsil etmektedir; lirinden de anlaşıldığı gibi, bir yaratıcı müzikal formdur. Ses, aslî Kaos âleminden çıkmıştı ve onu geliştirmişti. Ama ses, yarattığı ölçüde tahrip de edebilir. Jericho (Eriha, Ariha) duvarlarının yıkılışının sembolik hikâyesi bize bunu anlatır. İnsanların Kelâm’ın gücünü doğru kullanmayı derhal öğrenmeleri gerekmekteydi. Atlantis’in yok olmasına neden olan kara maji, insanların yeniden telef olmalarına sebep olabilirdi ve bu yüzden Örfe onlara ses'ten, Kelâm'dan yararlanmayı öğretmeye gelmişti. Bu maksatla, bu işte uzmanlaşmış rahipler oluşturdu ve onlara, titreşimlerin Diyozinos ile yani içteki Tanrının titreşimleriyle senkronize olabileceği kutsal formüllerin (mantralar) kullanımını öğretti. Bu İlâhî uygulamalar sayesinde

124

Kurtuluşun Hazırlığı

insan kendi kendisine bir zarar vermekten korunmuş oluyordu (*). Şimdi bu efsaneye daha yakından bakalım:

Güneş Kelâm Örfe, insanları, hayvanları ve tüm tabiatı lirinden çıkardığı karşı konulmaz seslerle büyülüyordu. O, âlemin yaratılışının başlangıcında, henüz ışık yokken de hazırdı, mevcuttu. Bu yüzden efsane bize onun, Güneş'in Babası olan Helios’a hürmet ettiğini söyler. Onun da babası, ondan da eski ve yine onun gibi bir ön-güneş olan Hiperion'dur. Işık üç safhada oluşmuştur: 1) Fiat- Lux (Işık olsun), 2) Nebülözün içindeki ışık; ve 3) Gök’te yol alan dı- şanlaşmış Güneş. Bu üç safha, bize peşpeşe üç Güneş Tannsı’mn etkisini göstermektedir: Hiperion, sonra Helios ve ardından da Apol- lon. Demek ki Orfe'nin etkisi Helios'un ölümünden sonra yer almaktadır. Örfe nişanlısına olan aşkından ve hasretinden dolayı ıstırap çekmekteydi ve bir gün onunla evlenmeyi istedi. Bu istek kendisi açısından meşru idi; ama dünya (Eurydike-Oridis) aşağı âleme inmişti. Yani artık saf değildi; ilk önce dünyasal cehennemin sınavlarından geçmek zorundaydı. Göksel saadete karşılık, dünya, Yunanlılar tarafından bir cehennem olarak kabul ediliyordu. Demek ki bu nişanlanma imkânsızdı, zaten "bir kaza" da bu erken nişanlanmayı durduracaktı.

Orfe'nin erkek kardeşi olan Ariste, sürekli olarak Oridis’i izliyordu. Bir gün yine ondan kaçarken Oridis bir yılana bastı ve yılan da onu sokarak Ölümüne neden oldu! (Yine bir bilgelik yılanı)

Maddi âlemin diğer lekelenmiş varlıkları gibi Oridis (Eurydi- ke) de Göğe çıkamadı ve Hades'e (dünyasal cehennem) indi.

Onu bu kötü akıbetten çekip çıkarmak isteyen Örfe de aşağı indi ve Hades ile karısı Persefon’un huzuruna çıktı. Orfe'nin yürek parçalayıcı şarkılarından çok etkilenen Hades ona nişanlısını iade etme sözü verdi, ama bir şartı vardı: Örfe, cehennemi Öridis'in önünde yürüyerek ve bir kez bile arkasına dönmeden terk edecekti.

Böylece, kararlaştırılmış olduğu gibi Örfe, Öridis'in önünden yürüyordu (İlâhî olan, beşerî olandan daima Önde gelir) ve açık kapıdan da güneşin ışığı görünmeye başlamıştı ki, sevgilisinin yüzü- O Maalesef, modem kilise bu kutsal formülleri kullanmamaktadır Ve Fransızca, yani ölü dil, Lâtincenin, yani yaşayan dilin yerini tutamamaktadır. (R.E.)

125

Gizemli Bilgilerin Kaynaklan

nü görmek için karşı durulmaz bir istek duydu. Başını geriye çevirdi ve boylece Oridis, Hades’in karanlıklarına yeniden düşmeden önce onu son kez görmüş oldu, Hades tarafından Orfe'ye şart koşulan Öridis'in "Önünde" yürümesi, bizlere güneşin ve Kelâm'ının daima dünyadan önce gelmesi gerektiğini, çünki dünyaya hayat verenin güneş olduğunu ve bu yüzden güneşin dünyayı izlemesinin mümkün olmadığını anlama imkânı vermektedir.

Istıraptan çılgına dönen Örfe dünyayı dolaşarak ümitsizliğini haykırır durur. Kendisini teselli etmek isteyen kadınları reddeder, Diyonizos-Baküs kültünü oluşturup dinsel İlâhiler besteler ve dinsel seremonilerde bir ritüel (*) tesis eder kİ bunlar, daha sonra, İsa tarafından Golgota’da (**) nişanlanma antlaşmasının mührünün basılışının, kutsal ayin ve kusursuz birleşmenin hazırlayıcısıdır- lar.

Tüm güneş kökenli Tanrılar gibi -ki bunlar kötü güçler tarafından parçalanmış ya da haça gerilmişlerdir (Prajapati, Zagreus, Osiris) - Orfe’nin de TrakyalI Bakantlar‘tarafından başı kesilir (yeryüzünde Kelâm'ı yayanın ortadan kaldırılması) ve Meriç nehrine atılır. Ve Tann'nm kesik başı, kendisini denize götüren nehrin sulan üstünde yüzer. Dudakları da yorulmak bilmez şekilde sevgili Ori- dis'in ismini tekrarlayıp durur. Şimdi bu efsanenin yorumunu yapalım.

Güneş Kelâm, henüz hazır olmayan dünya ile bir antlaşma yapmak ister. Ama dünya, daha önce tekâmülünü gerçekleştirmeli- dir. Bir Bilgelik Yılanı bu vakitsiz birleşmeyi engeller ve Oridis, Tan-, rılardan ayrılmış bir şekilde tekâmüldeki yerini alır. Her şey yerine konulmuştur; Kelâm kendi küresinde daima yaratmakta ve Dünya da Güneş'in etrafında, yörüngesi üzerinde hareket etmektedir. Göğe yeniden ulaşmak için âlemin sonunu beklemek zorundadır.,. Bu yazgıyı yalnızca olağan dışı bir şey değiştirebilir. Ve bu olağan dışı şey, oğul yani İsa bizzat indiğinde ve dünya ile güneşin nişanlanma antlaşmasını kendi kam ile imzaladığında (***) gerçekleşecektir.

<*) Ritüel: Tapınma biçimlerinin ve kurallarının bütünü. Dinî merasim.

(**) Golgota; Hz. İsa'nın çarmıha gerildiği dağın İbranice adı.

(***) Bu, Hz. İsa’nın çarmıha gerilişi ve vazifesi uğruna canını feda etmesidir. (Ç.N.)

.126

Kurtuluşun Hazırlığı

Her majik anlaşma kan ile imzalanmalıdır (Romalı askerin mızrak darbesi).

Muazzam sevgisi yüzünden harekete geçen Örfe, nişanlanmayı öne almaya teşebbüs eder. Ama kız (dünya), kökeninde saf olmasına karşın aşağı plânlarda bunu yitirmiş durumdadır. Dünyanın saflığı geçmişin bir parçasıdır. Örfe geçmişe geri döner. Ve Öri- dis, kaderinin kendisine ayırmış olduğu yerine tekrar düşer... Kelâm, Tanrılarla uyum hâlinde olan dinsel şarkılar yaratır ve bunlara tesirlilik kazandıran ses tonu ile söyleme yeteneğinde olan rahipler oluşturur. Demek ki Örfe, Hz. İsa'nın yolunu hazırlamıştı ve dünyanın mirası ile güneşin aurasını birleştirmeyi başaracak olan Hz. İsa’ydı. Dünyanın ve güneşin resmî nişanlanma anlaşmasına gerçekten mührü basacak olan, onun, Romalı askerin mızrak darbesiyle delinen böğründen akacak olan kandı ve bu, aynı anda, bundan böyle hayvansal değil de bitkisel türlerin transsübstansi- yasyonunu temin etmiştir. Bu, Hz. İsa'nın, Eski Ahît'teki ceza yerine koyduğu yeni kanunun, yani Sevgi Kanunu'nun da gereğiydi.

BÖylece İsa'nın, Kana düğünündeki kehanetini anlama inv kânına kavuşmaktayız. Şöyle demişti: "Bunu ve bedenimi yiyiniz, bunu ve kanımı içiniz." Bu kehanet Golgota'da fiile dönüştü ve o günden itibaren, İsa’nın kanı ile canlanan nişanlı kız (dünya) yeniden güneşe ait titreşime sahip oldu ve bundan böyle üzerinde çıkan her şey (bitkiler) yeryüzü ile Güneş Kelâm arasında bir bağ çizgisi oluşturdu. Bu bağ, ayrıca insanların içlerindeki Tanrıları, yani Diyonizos-îsa ile birleşmeleri vasıtasıyla da kurulacaktı.

Kutsal Kitap, Nuh'un üzüm bağım yarattığmı söyler. Ama yeni şarabı yaratmak için yeni bir Tanrı gerekiyordu. Yunanlılar da bunu sağlamakta gecikmediler ve Baküs, bu hizmeti üzerine aldı. Yeni ekmeği dağıtmak için de bir Ana gerekiyordu ve bu işi de tabiatın bereket anası Demeter'in bir sudûru olan ve buğday ile taçlandırılmış Tanrıça Keres üzerine aldı. Gelecekteki türlerin ha- zırlanışı, akılcı bir yöntemle böyle gerçekleştirilmiştir.

Yunan mitolojisinde Perse (Perseus) ve Örfe, Hz. İsa'nın geli- ‘ şini haber verenler olmuşlardır; gelecekteki kahramanların kurtu-

127

Gizemli Bilgilerin Kaynaklan

luş yolunu hazırlamışlardır. Herakles bunların mitolojik bir örneğidir. Doğu’d a bu örneği Buda sunmuştur ve en sonunda da Filistin'de, Kelâm bir et bedene bağlanarak yeryüzüne inmiştir.

BİTKİSEL TÜRLERİN YAPISI

(*) EUCHARİSTİE.'Ekntek've şarap İle yapılan takdis ayini.

128

BÖLÜM IV

ÎLK IRKLARIN VE İNSANLARIN
SEMBOLİZMİ

Bazı bilgileri özetleyerek tekrar etmemiz, insanların yaradılışını ve düalitelerini iyi anlamak bakımından hiç de yararsız sayılmaz.

İlk iki insan ırkının varlıkları seyyalevî idiler. Dış görünümleri bakımından dev gaz kabarcıklarım andırıyorlardı. Ardından ilk olarak ayaklar oluştular ve-materyalize oldular. Seyyal niteliğini giderek yitiren bedenin boyu önemli ölçüde ufaldı. Hava meydana geldikten sonra beslenme kordonları da kayboldu ve insan, Ciğerleri vasıtasıyla solumaya başladı. Yeryüzünün henüz bir su tabakası ile kaplı olması nedeniyle insanlar henüz amfibi (Havada ve suda yaşayanlar) idiler. Bu da Mısır'daki Krokodil (Timsah) sembolünü doğrulamaktadır. Mısırlılar bunu insanların atası olarak . kabul ediyorlardı.

Yunanlılar, kuru dönemin insanlarından bahsederken Ken- tor (Kentaur-Santor) sembolünü kullanırlar. Bu, dört ayağı itibarıyla hayvan, yarı belinden yukarısı ve göğe kalkmış başı ile de İlâhîdir; omurga kemiği yataydır. Mısırlılar bunu Tau ile ve bunun bir önceki durumunu da kulplu haç ile sembolize ederler. Sonuç , olarak insan ayağa dikildi ve alt organları (bacakları) üzerinde yü- rüdü; omurga kemiği dikey duruma geldi. Silenler (Silenos) ve Fa- unuslar bunun sembolüdürler. Bu, Oğul ve Ana tarafından seçilmiş olan andır; Oğul gırtlağı, Ana da insanların ciğerlerini yaratacaktır (İnsanlarm Yaratılışı Sembolizmi şemasına bakınız).

Bu dönemin sonrasında insanlar hermafrodit bir hâlden geç-

129

Gizemli Bilgilerin Kaynaklan

tiler. Bu durumda iken her iki cinsi de bedenlerinde barındırıyorlar ve herhangi bir dış temas olmaksızın Venüslü Senyörlerin yönetiminde kendi kendilerini dölleyebiliyorlar ve üreyebiliyorlardı. Yunan, bu olayı bizlere bir efsane ile nakleder:

Hermes'in bir oğlu, günün birinde su perisi (nymphe) Salma- kis’in koruduğu bir pınarda yıkanıyordu. Peri, bu genç adamın yakışıklılığından çok etkilendi ve ona hemen aşık oluverdi. Delikanlı da onun cazibesinin etkisine girdi ve her ikisi de birbirlerine sıkıca sarıldılar, ama öyle güçlü sarıldılar ki her ikisi birden tek bir vücut oluşturdular. Ve bir mucize oldu; bu varlık her iki cinsi de kendinde barındırdı. Hermes fiziksel güzellik olduğundan, Afrodit de tüm analar gibi Aşk ve Su Tanrıçası olduğundan dolayı bu yeni varlığa her iki ulûhiyetin ismi birden verildi: Herm-Afrodit.

Bunu takip eden safhada cinsler birbirlerinden ayrıldılar. Bu olay Tevrat’ta, Adem'in kaburga kemiği hikâyesinde geçer. Aslında o kaburga kemiği değil "taraftır; kadııı erkeğin bir tarafından yapılmıştır, yani hermafrodit olan varlığın dişi tarafı ayrılmıştır. Ardından da güneş bu yeni dönemde bulutlan delerek yavaş yavaş kendini göstermeye başladı ve fizik gözün doğmasını sağladı. İnsan ayakta yürüyor, konuşuyor, duyuyor ve görüyordu. Eksiksizdi, ama hâlâ hayvandı, arzuları ve tutkularıyla yaşıyordu. Demek ki onu bu hay vanîlikten çekip çıkarmak gerekiyordu.

Onları hay vanîlikten çıkaracak olan, gökten düşmüş ve gelirken de göğün ateşini çalıp, bir narteks in oyuk sapında gizleyerek beraberinde getirmiş olan bir Titan’dır. Bu, Prometheus'un hay- van-insanlara, Athena’nm gelişini beklerken onları gelecekteki kurtuluşlarına doğru sevk edecek olan aklı, Baba’ya Özgü idraki getirmiş olduğu anlamındadır. Athena, Hermes.ve Afrodit (Aşk) ile birlikte inisiyasyomın İlâhî üçlüsünü meydana getirecektir (Prometheus Tevrat'taki tufandan sonraki dönemde 5. Irk'm babası olmuştur).

Athena, doğmakta olan zekâyı inceltecektir; Hermes ise insanları bilgiye doğru sevk edecektir. Perseus astral plânının yollarını, bu plânın bekçisi olan Medüsa'nın başını kesip öldürerek açacaktır. Örfe onları ’Pelâm’m sırlarına inisiye edecektir. Yaptığı hırsızlık yüzünden b ğlanmış olan Prometeus, bir inisiyenin gelip

130

İlk Irkların ve İnsanlann Sembolizmi

İNSANLARIN YARADILIŞI VE ENVOLÜSYON-EVOLÜSYON
SEMBOLİZMİ ŞEMASI (ANTİK YUNAN)

I.E.MURYA ;        ■■

131

Gizemli Bilgilerin Kaynaklan

Kendisini kurtarmasını bekleyecektir. Bu işi Herakles üzerine alacaktır. Diyonizos insanların kalbine yerleşmiştir ve onlarm vicdanını geliştirmektedir. Baküs şarabı, Keres de ekmeği hazırlar. Daha sonra ise Hz. İsa mükemmel ve kusursuz insan örneğini oluşturacaktır.        -        .

Şimdi artık yol açılmış durumdadır, Heros'un lejyonları (kahramanlar) Kayıp Cenneti yeniden bulmak için hayvansal krizaliti patlatmaya hazırlanmadadırlar.

Efsanelerden'biri, insanı âlemdeki gerçek mevkiine yerleştirmekte ve ona içsel çekişmesinin, yani bir o yana bir bu yana meyletmesinin sırrını açıklamaktadır. Bu, Kastor ve Pplluks, yani insandaki dualite’nin (ikilik) mitidir. Efsane şöyle der:

Leda, aynı gece hem Zeus ve hem de kocası Tindareos ile birleşir ve bunun sonucu ikiz oğlan doğurur. Bir tanesi Zeusün oğludur ve ölümsüzdür. Diğeri de Tindareos'undur ve ölümlüdür. îki kardeş arasında çok sıkı bir dostluk vardır ve İlâhî olanı, yani Polluks, kardeşinin yaşamını paylaşır ve onu terk etmez. Kardeşinin yönetimi altındaki Kastor, inisiyasyonu arar. İkisi beraber, zarar verici korsanların takımadalarını tasfiye ederler, kız kardeşleri Helen’i, onu kaçıran Theseus'dan geri alırlar. Argonotların seferinde de yer alırlar, ki bunun amacı "altın posf’u bulmaktır. Kalydon (Kalidon) domuzu avına da katılırlar, vs... Tüm bu eprovlerin "inisiyatik" bir amacı vardır. İki kardeşin de Athena'nın kültünü uyguladıkları söylenirdi. Polluks, Neptün'ün oğlunu, Bebrikler'in kralı Amikos'u yenmişti. Kastor ise usta bir at binicisi, at terbiyecisi (tutkuların terbiyecisi) olarak nitelendiriliyordu.

İki kız kardeşi kaçıran Polluks ve Kastor bunların yavuklusu olan îdas ve Linkeus kardeşlerle döğüşmek zorunda kalırlar. Polluks Linkeus'u öldürür, ama Kastor, îdas tarafından ölümcül şekilde yaralanır. Kardeşinin ölmekte olduğunu gören Polluks, babası Zeus’tan kendisini de öldürmesini diler, ama bu imkânsızdır. Çünki o ölümsüzdür! Tek bir çözüm vardır, o da Polluksün ölümsüzlüğünü ikiye ayırmasıdır. Polluks bunu kabul eder ve iki kardeş de yaşamaya devam eder. Ancak Kastor gündüz, Polluks gece yaşar (*). Her ikisi de usta biniciler olduklarından, onları ata binmiş ola-

(*) Polluks fizik bedeni ancak "gece”, yani Kastor uyuduğunda terk edebilir.

132

İlk Irkların ve İnsanların Sembolizmi rak tasvir ederler, ama atları zıt yönlere doğru gitmektedir. Silâhlan aynıdır, yarım yumurta biçimindeki başlıkları ise aynı yumurtadan çıktıklarını belirtmektedir. Başlarının üzerinde aynı yıldız parlamaktadır. İki Dioskur (Kastor-Polluks) da göğe Zeus tarafından konmuşlardır. Efsane işte böyle. Şimdi de ne anlama geldiğine bakalım:

İnsanlarda iki zıt güç barınmaktadır; biri İlâhî, diğeri beşerîdir (İlâhî ben ve beşerî ben). Birinci güç insanı göğe doğru çeker; ikinci güç ise maddî âleme doğru çeker. Birincisi felsefî ve ruhsal zevkleri arar, diğeri ise aşağı âlemin zevklerini, iktidarı, altını ve kadım arar. Bu yüzden, atlan zıt yöne doğru gitmektedir. Efsane, Kastor'un usta bir binici olduğunu söylüyor. Doğrudur; arzularının ve tutkularının dizginlerini ellerinde tutabiliyor, İnsanı hüsrana ve mahva sürükleyen bu çılgın kısrakları dizginleyebiliyordu. İki kardeş de inisiyatik sınavlardan geçerler.

İnisiyasyon Tanrıçası Athena'nın kültünü uygularlar. Arınmış astral bedeni sembolize eden Altın Post'u aramaya çıkarlar; hayvansal tutkuları temsil eden domuzu avlarlar. Helen'i, hayranı Theseus'tan geri alırlar. Helen, bilgeliğin İlâhî cazibesidir; tuzağa konan yem gibidir. Bu tekâmüllerini sona erdirirken, Olimpos'a çıkmaya çalışan tüm kahramanlar gibi büyük yollardaki haydutları öldürürler. Kastor en yüksek inisiyasyona ulaştığında kardeşi Polluks gibi ölümsüzdür artık. Bu büyük zaferi anmak isteyen Zeus onları beraberce İkizler burcunu oluşturdukları bölgeye yerleştirir.

133.

Gizemli Bilgilerin Kaynakları

İNSANLIĞIN KURTULUŞU ŞEMASI (2)

KAHRAMANLARIN AYDINLANMAYA

KESİK ÇİZGİLERLE BELİRTİLEN YOL,        DOĞRU ÇIKIŞLARI.

TAM HÜRRİYETİN YOLUNU BELİRT-        „ ANA NIN VAFTİZİ

MEKTEDİR, (YANİ: ANA OĞUL BABA) L BÜYÜK EN YÜKSEK İNİSİYASYON

Şema ile ilgili not: Ortadaki çizgiye ulaşan ya da bundan çıkan siyah oklar, Tanrılarla Tanrıçaların aralarındaki ''yakınlıkları" belirtiyor. "Noktalı çizgiye’’ sahip oklar, Ana tarafından aydınlanmış olanların izledikleri yolu ve ardından büyük hürriyetin yolunu belirtmektedir.

134

BÖLÜM V

KAHRAMANLAR VE GÜZEL HELEN

Tüm kahramanlar Helen ile evlenmek istiyorlardı. O ise birinden diğerine gidiyordu, tıpkı Menelaos’la olduğu gibi ya biriyle evleniyor ya da onu terk ediyordu. Helen bir sembolden ibarettir. O, bilgeliğin İlâhî çekiciliğidir. Zeus'un kızı olduğundan, onun bilgeliğini taşır. Bazıları onun Kanna Tanrıçası Nemesis'in kızı olduğunu söylerler. Nemesis kızını yalnızca arınmış olanlara, yani karmalarını bitirmiş, telafi etmiş olanlara verir.

Theseus onu kaçırmıştı, ama inisiyasyonunun bu safhası aşıldığında, kardeşlerinin onu geri almalarına izin verdi. Helen, ardından Menelaos ile evlendi; ama Menelaos sahip olduğu şan ve şereften yararlanarak uyuyor, hiçbir gelişme göstermiyordu. Paris, Helen'i ondan kaçırdı ve Truva'ya götürmek istedi. Bu davranışı o ünlü Truva Savaşı’nm sebebi olacaktı. Efsane bunu şöyle söyler: Helen, Paris ile gelmekte tereddüt edince Paris ona "Gidelim, çünki Afrodit öyle istiyor" dedi. Helen de " Madem ki ölümsüz Tanrıça böyle istiyor, öyleyse Truva'ya gidelim" diye yanıtladı.

Tüm bu kaçırma ve evlenme hikâyeleri tamamen kurgudur, çünki Helen bir sembolden ibarettir. O ebedî dişili, Ana'nın arıtıcı sularıyla yaptığı büyük vaftizin öncesindeki o sırların çekiciliğim, cazibesini temsil etmektir. İnisiyasyon yolundaki herkes ister İstemez onunla evlenmeyi arzu eder, buna çalışır. O, astral plânın Venüs'ü gibi, Afrodit'in daha alt plândaki bir sudûrudur. Ondan söz edildiği zaman sık sık "Helen ve kız kardeşleri" denir, çünki bu tür bir cazibe mitolojide ve hatta Fransız şövalyeliğinde gayet boldur: Saint-Michel Dağı'nın yanında Tomlaine kayasını, ya da diğer bir

135

Gizemli Bilgilerin Kaynaklan

deyişle Helen'in mezarını buluruz. Atalante'ninki bir diğeridir. De- ianeira'nın, Antiope'nin, Andromeda'nın, Penelope'nin, Hesio- ne’nin, vs... de vardır.

Helen'in amacı kahramanlan çezbetmektir. O, güzelliğini taşıdığı Afrodit’in bir yansımasıdır ve Goethe şöyle der: "Helen'i görmüş olan kişi asla bir daha kendine gelemez ve eski hâlini bulamaz." O, küçük sırlardan büyük sırlara geçme gayretini gösterenlere vaat edilmiş olan ilk mükâfatı temsil etmektedir. O, tannsal olanla beşerî olan arasında bir "köprüdür", ilk kaynağa geri dönüş hattı üzerindeki birinci aşamadır. Ne zaman bir mist (mürit) Helen ile evlenmeye muvaffak olursa, daha yukarıya tırmanmak için onu terk etmek zorundadır da. Onu yukanda Ana’nın vaftizi beklemektedir ve bu, aydınlanma ya da diğer bir ifadesiyle ilk büyük majör inisiyasyon olacaktır.

Ana’ların sembolü arınnuşlıktır ve günahları yıkayan su onun sembolüdür; tıpkı bedenin ve elbiselerin kirlerini yıkayan yeryüzündeki su gibidir.

Böylece, Truya’ya karşı girişilecek seferin komutanının seçilmesi sırasında Menelaos, kardeşi Agamemnon'un yararına olacak şekilde bir kenara itildi. Ama Agamemnon henüz gerekli arınmışlı- ğa sahip değildi. Bu yüzden, Yunan donanması rüzgârın esmemesinden dolayı limanda âdeta felç oldu. Agamemnon kendisini bu dünyaya bağlayan bazı duygusal bağlarını koparmalıydı. Agamemnon bu bağlan kızı İphigeneia'ıiın "sembolik" kurban edilişi sayesinde kırmak zorunda kalacaktı. Tatmin olan Tanrılar da Eo- lea'ya, seferin yapılması için gerekli olan rüzgârı serbest bırakmasını emrettiler.

Truva savaşı gayet iyi tezgâhlanmış inisiyatik bir entrikadır. Hatta öyle ki, onun sersemleticiliğine kapılabilinir. İşte, tapınaklardaki müritler (adaylar) tüm bu şaşırtıcı kurguların gerçek anlamını ortaya koymak zorundaydılar.

Bu savaşı yönetenler insanlar değil, tüm Olimpos’tur ve inişi- yatör Tannlar cesurane bir şekilde gözdelerinin yanında yer almışlardır, hatta Zeus'a karşı bile’

Tannlar da zaman zaman kahramanlar tarafından yaralanmışlardır ve bu, onların Tanrılarla eşit duruma geldiklerini gösterir.

136

Kahramanlar ve Güzel Helen

Örneğin Afrodit, cesur Diomedes tarafından öldürülmek üzere olan oğlu Ene'yi (Aeneas) kurtarır, onu kollarında taşır ama Diomedes onu izleyerek mızrağı ile elinden yaralar. Afrodit oğlunu yere düşürür, ancak Apollon imdada yetişir ve Ene’yi kalın ve kara bir bulutla sarmalayarak düşmanın hiddetinden korur! Cüretkâr Diomedes demek ki henüz güneşe ait inisiyasyonundan geçmeye hazır değildir; halbuki Ana 'ya ait eprövlerden muzaffer bir şekilde geçmiş ve bunu, tedavi olmak için Olimpos’a kaçan Tanrıça'ya şu sözlerle haykırmıştır: "Zeus'un kızı, savaştan ve dövüşten kaçıyorsun. Zayıf kadınları aldatmak sana yetmiyor mu? Şayet kavgaya bir daha geri dönmezsen, bundan böyle benim adım seni titretecektir." Bunlar Tanrı'ya zor kullanarak ulaşmaya hazır bir adamın sözleri değildir de nedir?

Ateşli Diomedes, ikinci büyük yüksek inisiyasyonundan geçmeye ve doğrudan Apollon’a saldırmaya teşebbüs eder. Tanrı da onun önüne tüm adayların yenmek zorunda oldukları engelleri koyar. Bu amaçla da Savaş Tanrısı Ares'e başvurur: "Ares, Ares, insanların felâketi kanlı Ares, şimdi Zeus Baha’ya karşı bile savaşacak olan şu cengâveri saf dışı bırakmayacak mısın? Daha önce Afrodit'i yaraladı, ardından da bir Tanrı gibi üzerime atıldı!"

Apöllon'un emrine itaat eden Ares kavgacılara saldırır ve çok sayıda iyi hazırlanmamış misti (adayı, müriti) Hades’e yollar. Savaş Tanrısı'nı görünce korkan Diomedes geri çekilir.

Ama bu durum inisiyatör Tannlarm projelerine çok ters düştüğü için Zeus'un karısı Hera kocasının yanma gelir ve ondan Ares'in sebep olduğu ve sırların adaylarının öldürülmesine yol açan katliamın durdurulmasını ister.

Zeus yeniden makul davranmaya başlar; çünki imtihanlar, varılacak hedefi unutturacak denli şiddetlenmeme!! ve henüz sadece beşerî silâhlara sahip olan bu yiğitlerin cesaretini kinci derecede olmamalıdır. ■

BÖylece Zeus karısına şöyle der: "Git ve ona en ağır ve sert cezalan vermeye alışkın olan Athena'yı ona karşı kışkırt."

Göğün Sahibi’nin desteği ile de güçlenen Athena hemen Dio- medes’i cesaretlendirmeye koyulur. Arabasında onun yanında yer alır; Ares'in ona fırlattığı okun yönünü değiştirir ve Diomedes’in de

137

Gizemli Bilgilerin Kaynaklan

okunu yönlendirir. Karnından yaralanan Ares tedavi olmak için Olimpos'a geri çıkar ve Zeüs'a da kızının ihanetinden yakınır. Zeus tarafından terslenir, ancak iyileştirilir.

Savaş Olimpos'ta da hiddet yaratır; Zeus âdeta satranç tahtasındaki piyonlara yapıldığı gibi mistlerin önüne çeşitli engeller sürer; Apollon kutsal şehri savunur ve efsanede dendiği gibi "çocuklarına kavuşmaktan daima mutlu" olan Hera'dan yardım gören Athena da saldırıya geçer.

Dövüşçüler yorgun düştüklerinde ise Tanrılar, savaşı canlan- .dırtnak için aralarında anlaşırlar. Her iki taraf arasında savaşı durdurma kararı alındığı bir sırada Zeus'un, kızı Athena'ya söylediği şu sözler bunun delilidir: "Çok çabuk şekilde Truvalılar ile Akadlı- lar'm ortasına git ve Truvalılar'ı, and içilmiş barışa ve birleşme kararına rağmen şu gururlu Akadhlar’a sataşmaya zorla." Athena tarafından kışkırtılan Pandaros’un attığı bir ok, bu barışa son verir. Bu okun hedefi olan Menelaos ise şayet Athena okun yönünü değiştirmese belki de'öldürülmüş olacaktır. Ama ölmez, çünki ok böğrüne saplanmıştır. Amaca ulaşılmış, savaş yeniden başlamıştır. .        ■

Truva’nm kuşatılmış kalesi içinde, Kral Priamos, bu savaşlara sebep olduğu için üzülen Helen'e şunu söyler: "Felâketlerimizin sebebi sen değilsin. Beni bu sert savaş altında ezenler sadece Tanrılardır." Bu da, bu savaşın tamamen inisiyatik ve kurguya dayalı olduğunu kanıtlamaktadır.        •

Şayet Homeros alelade bir Truva kuşatması anlatmak isteseydi işin içine Tanrıları karıştırmak ve hatta onları kendi aralarında savaştırmak gibi bir saygısızlıkta bulunmazdı. Zaten Home- ros’un kör olduğu (yine bir kurgu) söylenir. Denir ki; inisiyeler kördürler, çünki onlar aşağı âleme bakmazlar, ama durugörüleri sayesinde göksel âleme bakarlar. Bu hayal ürünü körlük Oidipus'a da uygulanmıştır. O da inisiye olduğu ve durugörüsü sayesinde Tanrıların ülkesini seyretme imkânına kavuştuğu gün kendini bir iğne ile kör etmişti.

Tüm kahramanlar ihtiyar adamı, yani şu çekip çıkarılması .çok ıstıraplı olan ve binlerce yıllık zalimliği ortadan kaldırılmak istendiğinde kendisini öfkeden küdururcasına savunan hayvanı ta-

138

Kahramanlar ve Güzel Helen rafı yıkmak için zalimce savaşırlar.

Kentaurlar’ın (Santor-Kentor) yapısı, bizlere, çıkarılıp atılması gereken kısmın ne olduğunu belirtirler. Yani "at bedeni" çıkarıp atılmalı, büst ve baş muhafaza edilmelidir. Bu, hayvansal tarafın atılmasının ne denli zor olduğunu vurgulayan bir örnektir; çünki defedildiği sanıldığında, aniden tekrar ortaya çıkıvermekte- dir.

Diomedes1 in babası ve Meleagrps’un kardeşi olan Tydeus (Tideus) da bu sebepten ötürü Thebai (Teb) surları altındaki imtihanını başaramaz. O, korkunç bir savaşçı olan Melanippos ile boy ölçüşmek zorundadır. Döğüşün sonunda Tideus düşmanı tarafından tehlikeli bir şekilde yaralanır. Athena bu döğüşü izliyordu ve gözdesinin Ölümcül bir şekilde yaralandığını görünce yanında onu İyileştirecek olan harikulâde bir ilaçla ona yöneldi, ama diğer bir savaşçı olan Amfiaros, Tideus'tan nefret ediyordu ve bu yüzden Athena’nm ona ilacı vermesine engel olmaya karar verdi. Şeytanca bir hile tahayyül etti. Tideus'un öfkeli ve intikamcı tabiatını iyi bildiğinden onu yaralayan Melanippos'un başım kesti ve alıp Tideus’a gösterdi. Düşmanının başım gören Tideus onu aldı ve sövüp saymaya başladı. Bu vahşiyane sahneden dehşete düşen Athena ilacıyla beraber oradan kaçtı... Ve boylece Tideus da İlâhî hayata gözlerini yumdu.

* * *

Antik Yunan'da uyanmış insanlara, ruhsal güçlere doymuş olduğunu belirtmek amacıyla kahramanların adı verilirdi. Bunlar maddî ve olağan hayatın olasılıklarmm üzerine çıkmış insanlardı; sözün kısası, yarı-Tannlardı. Zaten mitolojilerde onlar bize daima kral veya kraliçe oğullan olarak takdim edilmişlerdir ki, bu da demin söylemiş olduğumuz bilgiyi doğrulamaktadır. Onlar artık o andaki beşeriyete bağlı değildirler. Ayrıca mitolojilerdeki krallar ve kraliçeler daima ya enkarne olmuş Hiyerarşilerdir, ya da guru (büyük mürşitler, yol göstericiler) vazifesini gören inisiyelerdir. Bu yüzden sırların adayları, imtihanlarında, iyi hesaplanmış bir tedriç takip etmek suretiyle bunların birinden diğerine giderlerdi.

Mitolojiler genellikle şaşırtıcı bir incelik ve maharetle oluştur

139

Gizemli Bilgilerin Kaynakları

rulmuşlardır. îşte bir örnek: Evrenimizin yapılışında aktif yaradılış Kaosunun (çünki ilksel bir Kaos da var olmuştu) gecesinin Ana'sı olan Leto, Delos Adası'nda, Tevrat'taki iki ışık saçıcıyı, Apollon ve Artemis’i doğurur. Güneş ve Ay aslî nebülözden atılmış olduklarından, yaradılışta bir tek dünya kalmıştır. Bu dünyayı nüfuslandırmak gerekiyordu; böylece İsparta'da Leda'mn efsanesi doğdu. Bu, Ana Tanrıça Leto’nun benzeridir ama gezegenlerle ilgilenmez, insanlarla ilgilenir. Leda büyük beyaz kuğu şekline girerek Zeus ile birleşir, aynı zamanda İsparta kralı olan kocası Tin- dareos ile de birleşmede bulunur.

Bunun sonucunda iki değişik yumurta doğurur. Birinde iki ölümsüz varlık olan Polluks ve Helen, diğerinde ise kocası Tinda- reos'tan olan iki ölümlü varlık, yani Kastor ve Klİtaimnestra bulunmaktadır. Bu efsane, Herakles ve îphikles'in doğumu sırasındaki Alkmene ve Amphitrion'un efsanesiyle akrabadır.

Bu iki yumurtanın çifte doğumu neyi ifade etmektedir? Birinci yumurta, yani Baha'dan, Zeus'tan olan yumurta Polluks'u yani ruhsal ben’i ve kız kardeşi Helen'i, yani bilgeliğin İlâhî cazibesini kapsamaktadır ve burada, "ölümlü" insanların kurtuluşlarının iki şartı da mükemmelen birleştirilmiş bir şekilde karşımıza çıkmaktadır. ,

Diğer yumurtadan çıkan iki çocuk, Kastor ve Klİtaimnestra, Tindareos'un çocuklarıdır. Tindareos, Leda'mn kocası olduğundan dolayı bir semavî Hiyerarşiyi temsiletmektedir.

Başka bir gelenek bize Leda’mn, Karma Tanrıçası Nemesİs'in diğer bir isminden ibaret olduğunu söyler. Bu değişkenlik de nereden çıkmıştır? Sebebi şudur:

Çünki, yeryüzündeki ölümlü varlıklar Karma Yasası'na bağlanmak zorundadırlar. Ve bu yasa da ancak, karmalarını telafi etmiş, yani temizlemiş olanların Olimpos'a geri çıkmalarına izin vermektedir. Şayet Nemesis Helen'in (Bilgeliğin) anası ise, onunla evlenmeyi isteyecek olan insanların armnuşhğa ulaşacak olmaları gayet normaldir. Kastor'a gelince, o, Baba’nm suretinde yeniden yapılmadan önce kız kardeşi Helen'i ve İlâhî kardeşi Polluks'u bulmak zorunda olan insandır (Helen'in heykeli Roma'da, St. Piyer Kilisesi'ndedir).

140

BÖLÜM VI

KAHRAMANLAR VE EPRÖVLER
(SINAMALAR)

Odisseus'un (Odise) efsanesi de tıpkı diğer kahramanlarınki, yani Herakles'in, Theseus'un, Meleagros'un efsanesi gibi, Tanrılara lâyık olduklarını göstermek isteyen tüm kahramanların katlandıkları bir dizi inisiyatik imtihanlardan ibarettir.

Bazı mitlerde Helen'den söz edilmez. Onun yerini spiritüel v Ruh (*) alır. Bu, her iki ben’in, yani İlâhî olanla beşerî olanın ebedî kavgasıdır. Tıpkı Kastor ve Polluks efsanesinde anlatılmış olduğu gibi insandaki dualitedir. Eski zamanlarda baba, oğlunu inisiye eden kişiydi. Ve efsane de oğulun eprövü başardığını, babasını öldürdüğünü söyler (**).

Oidipus babasını öldürmüştü; Telegone de babası Odise'yi Öldürmüştü. Ve garip şey, iki kahraman da analarıyla evlenmişler- , di! Buradan da anlaşılıyor ki bu kahramanların annesi fiziksel bir anne değil, ruhsal bir varlıktır; bir Olimpos Tanrıçasıdır ve bu evlilik, İlâhî benliğine yeniden kavuşmak isteyen adayın (mürit) göstermiş öldüğü gayretin karşılığı olan bir Ödüldür.

Odise ve Penelope'nin oğulları olan Telemakhos, babasının yerine geçtikten sonra majisyen kadın Kirke ile evlendi ve ondan

(*) Spiritüel ruh: Bu, teozoflann bir ifadesidir. Hint metafiziğinden hareketle, insanın yapısını 7 bölüme ayrılmış olarak kabul ederler. Bunlar başlıca tüm geleneklerde ele alınmıştır, Sayfa 151 'deki karşılaştırmalı tabloda görüldüğü gibi İnsan yapısının en yoğun bölümü fizik bedeni olup, giderek seyyalleşmektedir, (Ç.N.)

(**) Sırların adayını eğiten kişiye "baba" denirdi. Burada ailevî bir bağ söz konusu değildi. (R.E.)

' 141

Gizemli Bilgilerin Kaynakları

Latinus adında bir oğul sahibi oldu. Kirke'nin oğlu olan Telegone de Athena'nm emri üzerine babasının karısı Penelope ile evlendi. Çünki Penelope, tüm insanlarda mevcut olan spiritüel ruh'tur. Mitoloji, tabiata aykırı evliliklerle doludur. Bu evlilikler tamamen kurgu ürünüdür, birer eprövdiirler ve denebilir ki, aydınlanmaya ulaşabilmiş tüm adaylar analarıyla evlenirler.

Bu şartlarda Ana'nın anlamı nedir?

İlâhî Ana'nın pek çok adı vardır. Bazılarına göre o spiritüel Ruh'tur; diğerine göre İlâhî Ben'dir; Hriştiyanlar için Ruh-ül Kudüs, Kutsal Ruh, yani üçlem’in (Trinite, Teslis) üçüncü şahsıdır. O, Asya'da kundalini adıyla tanınmıştır, yani insanı hürriyetine kavuşmaya kışkırtan ve ona İlk büyük majör inisiyasyonu veren ateş yılan’dır. Son iki safha ise şunlardır: Oğul’un (Güneşe ait ya da Ateş'e . ait oğul) inisiyasyonu ve Baha'nın tam hürriyetine kavuşma.

Mitoloji bir inanılmazlıklar resmî geçididir âdeta. Örneğin Herakles güzel Hesione’yi elde etmek için dövüşür ve elde ettikten sonra da onu arkadaşı Telâmon ile evlendirir! Theseus, Ariadne'yi kaçırır ve sonra da onu Naksos Adası ’nda terk eder! Aynı kahraman bu kez de Amazonların kraliçesi Antiope ile evlenir ve ardından da Phaidra (Fedr) ile evlenmek için onu terk eder. Herakles, karısı Megara’yı boşar ve onu müridi İolaos ile evlendirir. İason, Mede- ia'yı Altın Post'u ele geçirişinde kendisine destek olmuş olmasına rağmen reddeder ve Kreon'un kızı Glauke ile evlenir. Diğer taraftan Medeia da kral Aigeus (Ege) ile evlenir.‘Atina'dan kovulunca bu kez de kral Midas'ın karısı olur! Midas onu onurlandırmak için halkına Med'ler adını verir!

Tüm bu evlilik furyası aslında inisîyatik masallardan ibarettir ve bunca kanıta rağmen bunlarda yalnızca meteorolojik tezahürler bu- lan.Batıh mitologların bu saflığı karşısında hayrete düşmemek mümkün değildir!

İmtihanlar taşra kentlerine ve büyük kentlere göre değişkenlikler gösterir. Bunların her biri bir Tanrı ya da büyük bir hiyerarşiden çıkıp gelmiş bir kral tarafından kurulmuş olma onurunu elde etmek için veya büyük bir kahramanın beşiği olmak için can atarlar. Ama inisiyasyonun ana hatları pek değişiklik göstermez. He-

 

Kahramanlar ve Eprövler len ve kız kardeşlerinin büyüleyici güzelliği tarafından cezbedilmiş olan mistleri imtihanlara girmeye sevk edenler daima Ana’lar, yani Hera, Afrodit Artemis'tir.

Hephaestos (Hefaestos), yani İlksel Ateş'in Tanrısı onları silâhlandırır, Hermes ve Athena onlara tavsiyelerde bulunurlar. Biraz zayıf düştüklerinde ise onları desteklerler. Herakles'ten bahseden Athena şöyle der: "Sağlam omuzları Euristheus (Öristeus) tarafından verilen sert eprövlerin altında çöktüğünde ve Göğün kendine yardım etmesi için yalvardığında, Zeus’un oğlunun yardımına pek çok kez koştum." Euristheus, Herakles'in gurusu idi.

Bu efsanelerde harikulade bir konu vardı. O da meydana getirilişlerinde rol oynamış olan zekâ’dır. Bunlar, kutsal anlamı kavramak isteyenleri ilksel büyük geleneği iyi bilmeye ve ağır bir meditas- yona (tefekkür) dalmaya mecbur etmektedirler. İşte bu meditasyon, Göğün kapılarının yegâne altın anahtarıdır!

143

BÖLÜM VII

NARSİS’İN İNİSİYASYONU

Antik Yunan’m bu göz alıcı "dinamik" kahramanlar koleksiyonunda eksik olan bir şey vardı: Bir zıtlık gerekliydi ve bu zıtlık da ona, diğer kahramanların tam tersine, Tanrı'ya şiddet ile değil, sevgi (aşk>ve sadakat ile ulaşacak olan bir insan tipi altında daha çok değer kazandıracaktı. Bu, onu Hint'in yumuşak kalpli zahitlerine ya da bazı Hristiyan mistiklerine.daha çok yaklaştıracakta Bu kahramanın varlığı, Hermes ve Athena'nın etkilenmiş bakışları altında silâh şakırtılarıyla Olimpos’a tırmanmış kahramanlardan oluşan ve savaşı seven ordulara aykırı düşmektedir.

Bu yegâne tip tamamıyla mevcuttur, ama o, Yunan'ın değerli tacındaki yuvasına yerleştirilmiş bir mücevher gibi gayet gösterişsiz, alçakgönüllü bir tarzda, Narsis (Narkisos) miti şeklinde karşı-. miza çıkar.        :

Gerçekte mitolojideki bu çok özel mistik kahraman, gürültüsüz patırtısız bir şekilde doğar ve Ölür. Kimse onu tanımaz, sadece bir peri (nymphe) onu ölesiye sever ve o, güneşe ait inisiyasyona sevgi ile ulaşma kahramanlığını gösterir! Narsis ve Eko’ya (Ekho) ait iki mit birbirinin tamamlayıcısıdırlar; işte:

Narsis (Nergis, Narkisos) nymphe (*) Liriope ile ırmak Kep- hissos'un oğludur. Kâhin Tiresias, ana babasına onun "kendi kendisini görmediği sürece yaşayacağını" bildirmiştir. Efsane bize onun harikulâde bir yakışıklılıkta olduğunu, kadınları hor gördüğünü, yalnızlığı sevdiğini ve koruluklarda,dolaştığını söyler. "Ko-

(*) Nymphe (Nemf okunur): Su perisi,

144

Narsis'in İnisiyasyonu rularda dolaştığı bir gün bir su birikintisine dökülen bir kaynağın yanı başına geldi. Su birikintisine doğru eğildi ve suda kendi yüzünü gördü. Yansıyan bu çehreye hemen oracıkta aşık oldu ve bu seyirden kendini bir türlü ayıramadı. Giderek hissizleşti ve bulunduğu yerde kök salarak kendi ismini taşıyan çiçeğe (nergis) dönüştü." Başkaları onun, kendisini sü birikintisine bırakıp bunun içinde boğulduğunu ve ölümünden sonra da kendisini Hades'i (cehennem) çevreleyen Styks (Stiks) nehrinin sularında seyretmeye devam ettiğini söylerler. Bununla bizlere ne demek istenmektedir acaba?

Doğumundan itibaren, Narsis, Ana ’nm arındırıcı sularının bekçisi olan su perisinin oğlu olmasından Ötürü inisiyatik bir kadere adanmıştır. Babası bir ırmak Tanrıdır ve şu da bilinmektedir kİ kutsal ırmaklar kaynaklarını Gök'ten alırlar, tıpkı Mısır’daki Nil ya da Hint'teki Ganj gibi. Taşıdığı sular kutsal sulardır, ruhun diri sularıdır (*); ayrıca ırmak Tanrılar, İlâhî âlem ile beşer âlemi arasındaki smın da çizerler. Demek ki onlar tüm geleneklerdeki eşik bekçileridirler ve bu sının aşmak isteyen tüm mistlere smavlar yaşatırlar; tıpkı Arkhelous'un, inisiyasyonu isteyen Herakles’e yaptığı gibi...

Eski gelenekler ateşin sudan çıktığını söylerler ve dolayısıyla da empoze edilmiş olan sıralamaya göre ateş eprövünden önce su eprövünden geçilmelidir, yani Önce Ana, ardından Oğul gelir; tıpkı güneşin günün birinde Kaos'un ana sularından çıktığı gibi...

Her şey bize Narsis'in seyreden (temaşa eden) bir zahit olduğunu, ve hürriyetine kavuşmak için vicdan sesini dinlediğini ve bunu büyük bir sessizlikle yürüttüğünü gösteriyor.

Su, durugörüyü harekete geçirmek için bir tercih unsurudur ve günümüzde hâlâ görücüler bu yeteneklerini uyarmak için bir bardak su kullanırlar.

Narsis'in üzerine eğildiği su birikintisi durugörüyü harekete geçirmişti ve Narsis’in suda gördüğü kendi yüzü değildi; içteki Tanri'nın, Diyonizos'un çehresiydi ve bu onu aşktan çılgına çevİr-

(*) Ruhun diri sulan: Ruhun elde ettiği yeni bilgiler, bir çeşit kevser.

145

Gizemli Bilgilerin Kaynaklan

mişti. Bu İlâhî seyredişin içine gömülen Narsis dünyayı ve zavallı Nymphe (peri) Eko'yu unuttu ve güneşe ait İnisiyasyonunu başarılı şekilde tamamlayarak ruhta tekrar doğmak üzere dünya hayatına gözlerini yumdu. Buna ikinci doğum denir.

Damas yolu üzerindeki Aziz Pavlusün (St.Paul) güneşe ait bu aydınlanmaya kavuşmak için suya ihtiyacı olmamıştı. Bu iş, doğmakta olan Hristiyanhğı sağlamlaştırmak için kendisine ihtiyacı olan İsa'nın iradesi sayesinde oldu ve bir lütuf neticesiydi. Ama bunun ardından Pavlus, inisiyasyonunu, yerleşmiş kanuna göre yaşamak ve karmasını da ödemek zorunda kalacaktı.

Narsis’ten beri o adla anılan çiçeğe (nergis) gelince, bu Güneş Kelâm'm görünür bir sembolüdür, onun rengindedir, hemen hemen onun imzasıdır denilebilir.

Eko’nun hikâyesi çok daha incelik doludur. Efsane şöyle der: Eko, Hera'ya adanmış bir su perisi İdi. Zeusün, karısına olan ihanetlerini kolaylaştırmak için Hera’yı uzun ve güzel efsaneler anlatarak oyalardı; o esnada ise Zeus Olimpos’taû uzaklaşarak zina yapardı. Hera, Nymphe’nin (perinin) hilesini keşfetmekte gecikmedi ve cezalandırmak amacıyla onu kendisine soru sorulmadıkça konuşmamaya ve sorulan sorulara da ancak ay m kelimelerle cevap verebilmeye mahkûm etti. Eko, Narsis’e hayrandı ve onu kendisini göstermeden izlemekteydi. Nafsis'in Ölümünden sonra ise kayalıklara sığındı. Bedeni gitgide zayıflayarak öldü ve geriye bir tek sesi kaldı. Daima görünmez bir hâlde hep dinler ve şayfet bazı sözler duyarsa, bunun sadece son kelimelerini tekrar eder. Tabiat Tanrısı Pan ona aşık oldu ve onunla evlendi.

Bu mit bizlere neyi anlatmak istemektedir?

Tüm hikâye Nymphe’nin adında gizlidir: "Eko".

Şimdi, İnisiyasyon Tanrısı Hermes'in prensibini anımsayalım: "Yukarıdaki aşağıdakine benzer." Aşağıda olan, yukarıda olanın bir yansımasıdır. Dünyasal aşk, İlâhî aşkın bir ekosudur (yankısıdır) ve Narsis'i mahveden aşk, İlâhî aşktır. Yaratılmış olanın aşkı da yine İlâhî aşktır, onun rezonansını taşır ama çok hafif bir şekilde, tıpkı zayıf bir eko (yankı) gibidir. Vicdan sesi adı verilen de budur. Neticede, insan bir beşer olarak kaldıkça İlâhî dili konuşmaz, hatta onu anlayamaz bile. Bundan ötürü sadece kendi sözlerim ve kendi dü-

146

Nar sis'in İnisiyasyonu şüncelerini duyabilir... ve vicdan sesi susar. Ama şayet bir insan günün birinde İlâhî olana temas edecek olursa, kaybetmiş olduğu söz 'e tekrar kavuşan Eko’nun saf aşkım yeniden canlandırır ve Eko, ona, hizmetçisi olduğu ve insanlardaki kanalı vazifesini gördüğü İlâhî Ana Hera'nm sesini duyurur.

İşte, efsanelerin temel oluşturdukları inisiyatik imtihanlarda inisiyatör hiyerofant’a verilmesi gereken cevaplar bunlardı.

Mısır ve Hint efsaneleri gibi Yunan .efsanelerinin de tümünün anlamlarını açmak için ciltler dolusu yazmak gerekir; ancak bu mütevazi kitabın aman bu değildir. Bizim istediğimiz şey, okuyucunun ruhunda, Yaratıcı tarafından yeryüzündeki çocuklarına harika bir çiçek buketi gibi uzatılmış olan ve Gök ile Yer arasmda bulunan tüm büyük ezoterik geleneklerin "aynı noktaya yönelmiş oldukları" fikrinin net bir şekilde uyanmasıdır. Ve bu çiçek buketi, Gök ile olan teması yeniden kurmaya çalışan müstesna insanların ruhlarına güzel kokularını saçmaktadır. Pavlus, Korintoslular'a şöyle der: "Fakat bizi Mesih’te daima zafer mevkibinde götüren ve her yerde kendi bilgisinin kokusunu vasıtamızla gösteren Allah’a şükür! Çünki kurtuluşa erenlerde ve yok olanlarda, Allah nezdinde Mesih'in güzel kokuşuyuz; bunlara ölüm veren bir ölüm kokuşuyuz; birinciler için hayat veren hayat kokuşuyuz." (II. Kor: Bap

2)

Mitler ve sırlar daima gizli kalmak için değildir. Günün birinde üzerlerindeki örtüler kalkmak zorundadır ve İsa bunu çok önceden şu ifadelerle söylemiştir: "Bundan dolayı karanlıkta söylediğiniz her şey aydınlıkta işitilecek; ve iç odalarda kulağa söylediğiniz şeyler damların üzerinde ilân edilecektir." (Luka: Bap 12,

3)

Işığın meydana çıkarılması gerektiği, insanlann, kendi kurtuluşlarını sağlayacak tüm imkânları ellerinde bulundurmaları gereken bu an gelmiştir ve arayan herkes ışığı görecektir; yalnızca vicdanlarının sesini arzularının ve tutkularının bağırtısı ile örtbas eden gönüllü körler hariç! Kendi kendilerini kandıramadıklan her seferinde, İlâhî adaletin tüm tezahürlere rağmen bir tuzak olmadığı anlaşılır. Pavlus pek çoklarının gerçek sandığı bu orman kanunlarına karşı bizleri uyanr ve şöyle der: "Kendi kendinizi aldatmayın,

147

Gizemli Bilgilerin Kaynaklan

Tanrı kandırılamaz. însan neyi ekmişse onu biçecektir."

Mitolojiler, efsaneler, meseller, masallar; hepsi de gerçek birer meditasyon konuşudurlar ve bunları anlayabilmek, gizli mekanizmalarını görüp gösterebilmek büyük bir bazdır. Ama bu metinler sadece zihinsel bir zevk için meydana getirilmiş değildirler. Bunlar uzun tekâmül yolu üzerindeki işaret noktalarıdır; dünyadan çıkan ve Göğün maviliğinde kaybolan muazzam bir merdivenin basamaklarıdırlar ve bu yukarı doğru çıkan yürüyüşe "Hayvandan Meleğe" ya da envolüsyon-evolüsyon adı verilir.

İçinde bulunduğumuz zaman diliminin, tekâmül süreci içinde, sırların açıklanmaları için seçilmiş "an" olduğunu söylemiştik. Neden şimdi?

Çünki şu anda tam envolüsyon ve evolüsyon arasındaki kırılma noktasındayız. Bu, büyük "V" harfi ile sembolleştirilir. Bunun sol kanadı envolüsyonu, yani insanlığın, fethetmek zorunda olduğu maddî âlemde inişini temsil eder. Ardından, bu fetih sona erdiğinde, insanlık sağdaki evrimleştirici (evolütif) ait hattı yeniden tırmanmak zorundadır; semavî ocağına dönmek için buna mecburdur. Tıpkı müsrif bir çocuğun geri dönüşte, Tann’nm bu yolculuğun başında kendisine beşerî deha şeklinde geliştirmesi ve büyütmesi için emanet etmiş olduğu yeteneğin "faizini" Yaratı- cı'ya geri getirmesi gibidir. Buna epijenez (Epigenese) denir.

Tanrı, içinde bulunduğumuz 20. yüzyılın sonunda envolüs- yona ait "eski tulumları parçalayacak" ve onların yerine "yeni tu- lumlan" koyacak. Bu da tüm geleneklerde bahsi geçen yeni bir tufan ile olacaktır. İşte bu yüzden İsa Mesih, içeriye (hayata) girenlerin görebileceği şekilde bir taban üzerine yerleştirilmiş olan ışıktan söz eder. (Luka 11: 33) însan tüm dinsel gelenekleri incelemek suretiyle dinini aklı ile uyumlu kılabilecektir. Şu harika cümleyi söylemiş olan din adamı ile tamamen hemfikiriz: "Tek bir kitabı olan insana ne yazık"; çünki tüm dinler tek Tann'nm birer façetasıdırlar. Çok geç olmadan bu gerçeği bir an evvel hatırlamaya çalışalım.

148

Narsis 'in İnisiyasyonu

149

SONUÇ

Dünyanın bu üç büyük ezoterik geleneğini okuduktan sonra, insan ruhunda uyanan mantıklı sonuç şu olmaktadır: Tüm dinî ezoterik gelenekler birbirini tamamladıklarına, aynı noktalarda kesiştiklerine, çağlar boyunca birbirleriyle giderek uyumlu hâle geldiklerine göre bundan, "onların gerçek olduklan" ve aynı ortak gövdeden aktıkları sonucu çıkar. Bu ortak gövde, "İlk Büyük İnisiyatik Gelenektir", Tanri'nın Kutsal Kitabı'dır, büyük Nuh tufanından sonra Tanrı ve Hiyerarşileri tarafından meydana getirilmiştir ve nihayet zekâ ile donatılan insanlann, günün birinde tüm yaradılışın başı ve sonu olan Tann'ya geri dönebilmeleri için gerekli olan tüm imkânları ellerinde bulundurmaları içindir.

Ama maalesef, insanlar çoğu kez başlarına gelen felâketlerin sorumluluğunu Tann'ya "yüklerler!" Şu cümleyi kimbilir kaç kez söylemişizdir: "Şayet Tanrı mevcut olsaydı, bizleri böylesine ezmezdi." Başlarına gelen bedbahtlıklarının sorumlusunun bizzat kendileri olduğunu hâlâ bilmeyen zavallı insanlar! Çünki, Tevrat'ta da belirtilmiş olduğu gibi, geçmişteki binlerce bedenli hayatları sırasında yapmış oldukları kötülüğü "son kuruşuna kadar" mertçe ödemeyi reddetmektedirler. Pavlus'un da dediği gibi, bizler "isyanın çocuklarıyız" ve bu yüzden de daha önce ektiğimizi şimdi biçmek zorundayız. Günümüzde de pek çoklan buğday biçtiğini zannediyor, halbuki sap topluyorlar! Kuran-da da söylendiği gibi "Hayat pazarından aldığını, ödemek zorundasın"; bu, Adalet Yasası'dır.

İnsanlar için en büyük bedbahtlık büyük ezoterik gelenekleri bilmemek, Tekrardoğuş ve Karma gibi "başlıca yasalardan" haberi olmamak ve tüm bunlara karşılık da herkesin yalnızca kendi

Sonuç çıkarım düşündüğü, tuzaklarla dolu bu dünya ormanına inanmaktır (*).

Şurasını iyi anlamalıyız ki, hayat iki kısımdan oluşmaktadır. Bunlardan birisi ebedîdir, diğeri ise d evresel olarak ölümlüdür. Bu da insanlara, "ölümden sonra" pişmanlık duyma ve yapmış oldukları kötülükleri tamir etme imkânlarını göz önüne getirme fırsatı verir. Çünki insan bizzat kendi eserinin oğludur ve kendi öz çocuğu gibi yine kendinin halefi olur. Hezekiel bizlere şöyle der: "Çocuklar, ana babalan tarafından yenmiş olan ham meyveler yüzünden acıdan dişlerini gıcırdatacaklardır." Bu büyük bir haksızlık gibi gözükmektedir ama, burada acıdan dişlerini gıcırda tanların, tekrar doğmuş olan analar ve babalar olduğunu anlamak gerekir. Istırap çekmektedirler çünki "geçmiş hayatlannda" ham meyveler (günahlar) yemişlerdir.

Tüm geleneklerdeki bilgelerin sözleri üzerinde herkesin düşünmesi gerekir. Onlar "tüm insanlığa" aittirler ve bize şöyle söylerler: Bizler "Ebedî Olanlarız" ve şimdi ebediyette yaşamaktayız; şu suretle ki biz onu ihtiyaçlarımıza göre dilimlere ayırdık. Ancak ilk İlâhî kimliğimizi yeniden bulmak, bu dünya üzerine "yeniden dönmemek", karışıklıklarımıza ve çılgınlıklarımıza bu kez kesin bir şekilde son vermek de bizlere düşmektedir!

Baha'nın, en ciddî ve en cesur çocukları için hazırlamış olduğu şu fantastik kaderi herkesin düşünmesi iyi olur: "Bizimkinden sonra gelecek olan evren üzerinde hizmet görecek olan özgün yaratıcılar 10. Hiyerarşisinde yer almak." Bu harikulade kader, onu ruhumuzda daima yaşatmaya ve bir kefesinde hayatımızın küçük zevkleri ve büyük ıstıraplarının bulunduğu o terazinin diğer kefesine konulmaya fazlasıyla lâyıktır.

"Yaşamak ya da var olmak"; işte günümüzdeki Sfenks'in bizlere sorduğu bilmece! Ve ne denirse densin, ne yapılırsa yapılsın, günün birinde bu soruya cevap vermek gerekecektir ve kurtuluşu ya da hay vafıîliğe geri dönüşü artık bir kerede ve kesin bir şekilde

(*) Bm iki kanun, hayatı, ölümü, Tanrı'yı ve dünyada ve toplumda işgal ettiğimiz "yeri” anlayabilmemiz için birer anahtardırlar. (R.E.)

Gizemli Bilgilerin Kaynakları

seçmemiz için üç ilâhe'den (Kharitler) (*) sonuncusu olan Ağla- ia'nın bizlere uzattığı zarı atmamız gerekecektir. Zeki ve düşünen insanlar için bu sorunun sorulması bile gerekmez ve aslında böyle bir ihtimal oyununa girmek konusunda güçlü bir "hayır" demek lâzımdır; çünki zaten bedelini bir hayli pahalı ödemiş olduğumuz tüm o beşerî hamleler yeniden gündeme gelecek demektir!

Mitolojilerin ve efsanelerin "gizli" anlamını kavrayabilmek için tüm esas unsurları vermişsek bile, buna karşılık her şeyi birbirine karıştırmaktan başka bir işe yaramayan fazla detaylara girmemiş olduğumuzu da okuyucularımız hiç kuşkusuz fark etmişlerdir. Her şey "esas" olana göre özetlenmiştir; çünki ruh varlığının, Al- fa'dan Omega’ya dek, yani âlemin başlangıcından sonuna kadar, 7. Ana Irk'm sona erişine kadar sürecek ve çok önceden tasarlanmış olan o harikulade İlâhî plân uyarınca yürüyüşünü ve kurtuluşunu temsil eden büyük bir sentezin ışığını kavrayabilmesi için öyle şatafatlı sözlere ihtiyacı yoktur! Karşılaştırmalı tablolar okuyuculara çok yardımcı olacak Ve onlara yeryüzü hayatının lâbirentinden çıkabilmeleri için "Ariadne'nin (**) uzattığı ipi" yakalama imkânı verecektir. Ancak bu, yararlı meditasyonları ve ruhlan (kendi iç âlemleri) ile sık sık yapacakları konuşmaları da icap ettirmektedir.

Şu günümüzdeki düşüşün pisliğinde, şayet "Zamanların Sonunda" yer alan son imtihanı veremeyenlere İsa tarafından vadedilen o cehenneme "düşmek" istemiyorsak, tüm dinî inançlarımızı revizyondan geçirmemiz acilen gerekli gözükmektedir. Ayrıca, her üç büyük dinî geleneğin sentezini anlayıp kavrayanlar, o andan başlayarak, daha şimdiden geleceğin seçilmişlerini bir araya getirmeye başlamış olan yarının dünyasının o 6. Irk'ma vaat edilmiş evrensel tapınağı kurmaya başlayabileceklerdir...

(*) Kharit'ler: Göze hoş olanı simgeleyen Tanrıçalardır. Bu üç güzelin isimleri Aglaİa, Euphrosyne ve Thalia’dır (Yunan Mit.).

(**) Ariadne: (Yunan Mit.) Minos İle Pasiphae'nin kızı. Theseus, Girit Adası'na Minotoros ile dövüşmeye gelince Ariadne ona aşık olmuştu. Ve Minotoros'un içinde bulunduğu-bin bir dehlizlî lâbirent mağarasında kaybolmasın diye ona bir yumak ip vermişti, Theseus dehlizlerde ilerledikçe yumağı açıyordu. Cana- . varı öldürdükten sonra çıkış yolunu da bu ip sayesinde bulmuştu. (Ç.N.)

152

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar