18. Yüzyılda Okunan İlahi Besteleri
Osmanlılar’da XVIII. y.y., toprak kaybettiren antlaşmalarla
başlamıştır. 1699 Karlofça Antlaşması ile ağır bir yenilgiyi kabullenen Osmanlı
Devleti, 1718 Pasarofça Antlaşması ile topraklarının bir kısmını daha gözden
çıkarmak zorunda kalmıştır. Büyük devletlerin ablukası altında, idare
aksaklıkları ve başarısızlıklar birbirini izlemiş ve Osmanlı İmparatorluğu’nun
Avrupa devletlerinden geri kalma temposunda hiçbir değişiklik olmamıştır.
Sultan III.Ahmed devrinde Damad İbrahim Paşa’nın sadrazamlığı ile başlayan Lale
Devri, çıkarılan isyanla talihsiz bir âkıbete uğramış ve imparatorluk
toprakları içinde istikrar ve sükûnet ortamını tesis etme çabaları da işe
yaramamıştır.
Nedim’in aşk ve neşe şiirlerini terennüm ederek, genellikle dindışı
formlarda eser veren mûsıkişinasların besteleri ile canlanan hayatın zevklerini
tatmaya ve savaşları geride bırakarak barış ortamının tadını çıkarmaya çalışan
Lale Devri insanları için Patrona Halil İsyanı acı bir son olmuştur.
Yaşanan bütün olumsuzluklara rağmen Osmanlı Devleti’nde sanat
hareketleri başarılı bir şekilde devam etmiş, Türk mûsıkisi büyük sanatkârların
elinde işlenerek daha bedii bir hal almıştır.
XVIII. y.y. mûsıkisinin en belirgin özellikleri; sanatta olgunluk
döneminin yaşanması, bestekârlık sahasında önceki asırlara nisbetle büyük bir
ilerlemenin görülmesi ve bestekârların fark gözetmeden divan, tekke ve âşık
tarzlarının hepsinde eser vermiş olmalarıdır.
Mesela bestelediği tekbir ile ölümsüzleşen Itrî aynı zamanda otuzun
üzerinde dindışı esere imza atmıştır.
XVIII. y.y.da da önceki dönemlerde olduğu gibi, klasik mûsıkişinaslar
tarafından iltifat gören ve sanat değeri yüksek olmayan cami mûsıkisi eserleri
göze çarpmaktadır. Ayrı bir tavrı bulunan tekke mûsıkisi de kimi zaman klasik
mûsıkişinaslar, kimi zaman da tekke müntesibleri elinde varlığını devam
ettirmiştir. Daha elit bir çevreye hitap eden klasik mûsıki, edebiyatın aksine
Arap ve Acem kültüründen etkilenmemiş, bilakis onlar üzerinde derin tesirler
oluşturmuştur. Halk ve tekke mûsıkisi ile klasik mûsıki tesiri altında
şekillenen, saz şairlerinin vücuda getirdiği âşık mûsıkisi de dinî ve dindışı
formlarda eserler bırakmıştır. XVIII. y.y.ın bir diğer mûsıki dalı olan halk
mûsıkisi ise tabii güzelliğe sahip fakat sanat değeri düşük eserler ortaya koymuş
ve geniş halk kitlelerine hitap etmiştir.
XVIII. y.y. dinî mûsıki eserleri genellikle tekkelerde icra
edilmiştir. Cami mûsıkisi eserleri, tekke ilâhileri yanında oldukça azdır.
Güfteler genellikle Abdulahad
Nuri, Yunus Emre, Şemseddin Sivâsî, Nazmî, İsa Mahvî, Aziz Mahmud
Hüdâyî, Eşrefoğlu Rûmî’nin eserleri arasından seçilmiştir.
Osmanlı padişahlarından III.Ahmed’in saltanatı sırasında yaşanan Lale
Devri’nde mûsıki sanatı zirveye taşınmış, onu takip eden I. Mahmud ve I.
Abdülhamid döneminde de aynı himaye devam etmiştir.Sultan I.Mahmud kabiliyet
sahibi bir mûsıkişinastır ve unutulmaktan kurtarılan bazı eserleri çok takdir
görmüştür. Onun döneminde sarayda
sanatkârlardan oluşan bir kadro teşekkül etmiştir. I.Mahmud’un ölümü üzerine
tahta geçen III.Osman saraydaki mûsıki çevresini dağıtmıştır. III.Mustafa şair
padişahlardan biridir ve döneminde nisbî bir toparlanma olmuştur. I.Abdülhamid döneminde genişleyen sanat
hayatı sultan saraylarına da yansımıştır. Padişahın kızı Esma Sultan’ın
yalıları birer mûsıki okulu gibi hizmet vermiştir. Kendisi de bir mûsıkişinas olan III.Selim ise
mûsıkiye hem bizzat hizmet etmiş, hem de destek vermiştir. Onun saltanatı
sırasında Türk mûsıkisi tekâmülünün zirvesine çıkmıştır. Sarayla ilgili memuriyetlerde bile mûsıki bilenler
tercih edilmiştir.
XVIII. y.y.da anılacak çok sayıda beste yanında mûsıki nazariyatı
sahasında verilmiş olan eserler de mevcuttur. Nayî Osman Dede ve Dimitrius
Cântemir’in bu alandaki çalışmaları ve Şeyhülislam Mehmed Esad Efendi’nin
Mûsıkişinaslar Tezkiresi son derece mühimdir.
Dönemin ünlü mûsıkişinasları arasında yeralan Itrî (v.1711), Derviş
Ali Şirüganî (v.1714), Çalak Ahmed Efendi (v.1711), Tosunzâde Abdullah Efendi
(v.1715), Küçük Müezzin Mehmed Efendi (v.1717) hakkında tezimizde eserleri bulunan
bestekârların hayat hikâyelerine ayrılan bölümde geniş bilgi verilmiştir. Bu
isimler dışında XVIII. y.y. mûsıki hayatına katkı sağlamış olan çok sayıda
mûsıkişinas ve yaptıkları çalışmalar şu şekilde anılabilir:
Ali Şirüganî’den sonra en çok dinî eser veren bestekâr olan Çalakzâde
Mustafa (v.1757) Çalak Ahmed Efendi’nin oğludur ve değerli bir zâkir ve
mevlidhandır.
Dinî ve dindışı eserleriyle tanınan vaiz, şair ve hattat olan Bayrâmî
şeyhi Himmetzâde Abdullah (v.1710) da dönemin hatrı sayılır mûsıki isimlerindendir.
Zamanın en kudretli neyzeni olduğu için ‘kutbunnâyi’ lakabıyla tanınan
Şeyh Osman Dede ( v.1729) Galata Mevlevihanesi neyzenbaşılığı ve şeyhliği
yapmıştır. Farsça Rabt-ı Ta’birât-ı Mûsıki adlı manzum nazarî bir eser ve ebced
notasından hareket ederek geliştirdiği nota sistemini ve nazari bilgileri
içeren Nota-i Türkî adlı günümüze ulaşmayan bir eser kaleme almıştır.
Mirâciye’si ise Türk mûsıkisinin en büyük eseridir.
Kenzi mahlasıyla tanınan Manisalı Hasan Efendi (v.1715) günümüze bir
Edvar Risalesi bırakmıştır.
Hanendeliği ve bestekârlığı ile dikkat çeken Kazzaz Hasan Çelebi
(v.1720?)’nin günümüze ulaşmış bir eseri yoktur.
Yahya Nazîm (v.1717) dönemin şair bestekârlarındandır. Divan sahibi
olan şair, Osmanlı edebiyat tarihinde en çok na’t yazan şairdir. Zamanımıza 14
bestesi ulaşmıştır.
Büyük formda eserler bestelemiş olsa da şarkı bestekârı olarak bilinen
Tanbûrî Mustafa Çavuş (v.1745)’un 69 eseri bugün bilinmektedir.
İzzî mahlasını kullanan Eşrefzâde İzzeddin (v.1739) de mutasavvıf şair
ve mûsıkişinaslardan biridir.
Devrin çok eser veren bestekârlarından Tanbûrî Hasan Ağa (v.1728-29)
Hulus, Burnaz ve Enfî lakaplarını kullanmış, çeşitli formlarda 200’den fazla
eser bestelemiştir.
İstanbul Yavuz Selim Cami na’thanı Niznam Yusuf Çelebi (v.1728?)
genellikle dinî formlarda, 50 civarında da beste, semâi ve şarkı formlarında
eser bestelemiştir.
Drağman zâkiri Şeyh Ahmed Vefki Efendi (v.1748) na’t, ilâhi ve
tevşihleriyle tanınmıştır.
Lale Devri’nin büyük bestekârı Eyyûbi Ebubekir Ağa (v.1759) bugüne
ulaşmayan bir Edvar Risalesi yazmış ve bir güfte mecmuası derlemiştir. 49 eseri
elimizde mevcuttur.
Şeyhülislam Mehmed Esad Efendi (v.1753) şairliği, dinî çalışmaları ve
mûsıki alanındaki Atrabu’l-Âsâr fî Tezkireti Urefâi’l-Edvâr adlı nazarî eseri
ile tanınmıştır. Bestelerinden 12 tanesi bugüne kalmıştır.
Sultan I.Mahmud bestekâr şairlerdendir. Sebkatî mahlasıyla şiirler
kaleme almıştır. Bazı saz eserleri bize ulaşmıştır.
Osmanlı İmparatorluğu’nun Moldovya prensi Dimitrius Cântemir
Kantemiroğlu (v.1723) iyi bir tanbur icracısıdır.Kitab-ı İlm-i Mûsıki alâ
Vech-i Hurufât adlı eserinde Türk mûsıkisinin perde, makam ve usulleri hakkında
bilgiler vermiş, II. bölümde ise ebced notasından geliştirdiği bir nota
sistemiyle yazdığı 315 kadar peşrev ve 40 saz semâisi ile birkaç besteye yer
vermiştir. İyi bir saz eseri bestekârı da olan Kantemiroğlu’ndan 65 eser
günümüze ulaşmıştır ki üç tanesi sözlüdür.
Hem nazarî çalışmaları, hem besteleri ile tanınan Kemânî Hızır Ağa
(v.1760?) müsebba adlı bir usûl ve vech-i arazbar makamını icad etmiş,
Tefhimü’l-Makâmât fî Tevlidi’n-Nağamât adlı bir mûsıki nazariyatı eseri
yazmıştır.Yedi eseri zamanımıza ulaşmıştır.
Bestekâr ve neyzen Mustafa Ali Kevserî Efendi (v.1770) kaleme aldığı
eserinde Kantemiroğlu’nun notasını kaydettiği peşrev ve saz semâilerine 162
eser daha ilave etmiştir ki bunların dördünün bestesi kendine aittir.
Zaharya (v.1740?) devrin tanınmış hanende ve tanbûrîlerindendir. Mir
Cemil Kürkçü gibi isimlerle de kaydedilmiş olan Rum asıllı bestekârın 19 eseri
zamanımıza ulaşmıştır.
Beste ve şarkıları ile tanınan Halifezâde Tahir Efendi (v.1774) de
XVIII. y.y.ın önemli simaları arasındadır.
Dinî ve dindışı eserlerin sahibi şair ve hanende Üsküdarlı Hafız
Süleyman Rıfat Efendi de dönemin meşhur isimleri arasında kaydedilebilir.
Dinî sahadaki eserleri ile Buhurizâde-i Sâni olarak tanınan Abdülkerim
Efendi (v.1778)’nin beş ilâhisi zamanımıza ulaşmıştır.
Tab’î Mustafa Efendi (v.1770) bestekâr ve hanendedir. 34 eseri
elimizde mevcuttur.
Bursalı Âmâ Sâdık Efendi (v.1780-90) bestenigâr mevlevi ayini ile
şöhret bulmuştur.
Vardakosta Ahmed Ağa (v.1794) ‘musahib’ sıfatıyla da tanınmıştır.
Hicaz ve nihâvend ayinleri dahil olmak üzere 44 eseri, icad ettiği ferahfeza
makamı ve bulduğu darb-ı hüner adlı usûl onu gelecek asırlara taşımıştır.
Şeyda Hâfız mahlasıyla tanınan Abdürrahim Dede (v.1800) kudüm ve ney
icrasında devrin üstadlarındandır. Bestelediği üç mevlevi ayininden biri ve
yedi dindışı eseri günümüze ulaşabilmiştir.
Yenikapı Mevlevihanesi şeyhi Ali Nutki Dede (v.1804)’nin bir mevlevi
ayini zamanımıza kadar gelebilmiş, Defter-i Dervişan adlı eseri ise vefatından
sonra kardeşi tarafından devam ettirilmiştir.
XVIII. y.y.ın diğer önemli isimlerinden Küçük Mehmed Ağa’nın 43 eseri
zamanımıza ulaşmıştr.
Mûsıkide Lale Devri özelliklerini devam ettiren Hacı Sadullah Ağa
(v.1800) ise beste ve semâi formlarında 33 eser bırakmış, aşiran zemzeme ve
kürdi tahir adıyla iki makam tertib etmiştir.
XVIII. y.y. Türk mûsıkisi tarihinde isimleri anılmaya değer diğer
bestekârlar da şunlardır:
Muhammediyecilikle büyük bir şöhret kazanan Şeyh Müstakim (v.1709),
mevlid ve muhammediye okumakla mâruf Bursalı Sarıcazâde İbrahim (v.1709),
Bursalı bestekârlardan Çatalsakal Mustafa (v.1709), yüzden fazla eserin
bestekârı Şiveî Ahmed Çelebi , değerli bir neyzen olan Mevlevi Mustafa
(v.1713), ilâhileriyle şöhret kazanmış olan Karaoğlan Mustafa (v.1716), Çene
lakabıyla tanınan, kemankeş, şair ve hattat Şuhûdî Mehmed (v.1717), tanınmış
mevlidcilerden Şeyh Rıza , Hüseyin Dede (v.1718), Hacı Mustafa (v.1720),
Bursalı Nizameddin (v.1737), değerli zakirbaşlarından Edirneli Şaban Dede
(v.1721), İmamzâde Efendi (v.1756), Çavuşzâde Hacı Mehmed Ağa (v.1759), Hacı
Salih (v.1772), Siyahi Ahmed (v.1778), Kocagözzâde Mustafa (v.1780), mâruf
neyzenlerden Derviş Ahmed (v.1748), Derviş Süleyman (v.1753), Ahmed Dede
(v.1726), Hüsni Dede (v.1735), Mevlevi Derviş Mustafa (v.1765), uşşak
makamındaki tevşihi ile tanınan neyzen Derviş Musa (v.1727),dinî besteler yapan
İbrahim Ağa (v.1732), zâkirlerden Molla Mustafa (v.1732), Hatem Mehmed (v.1740),
Kabakzâde Mustafa (v.1745), Hastazâde Abdullah (v.1746), Kadirî Mehmed
(v.1748), Beyzâde Hacı Mehmed (v.1756), bestelediği durak ile unutulmayan Şeyh
Mehmed Tulûî (v.1756), Koyun Halife namıyla şöhret kazanan Çörekçizâde Ahmed
Münir Bahâeddin.
ACEM
Dil-i şeydâyı söyleten Rasûlullâh’a 'âşıkdur
Durmaz yanar vücûdum âh itmeyüp nideyüm
Sînesi dâğuna merhem urmadı
ACEM KÜRDÎ
Rûh-ı pâk-i Mustafâ’ya itmişem cânum fedâ
AŞİRÂN
Dâim salât olsun sana yâ rahmeten li’l-'âlemîn
Zemzeme teşne lebâbdur nazra-i pîr-i 'azîz
BEYÂTİ
'Aceb mekkâredür dünyâ bilürken aldanur âdem
Allâh 'aşkına Allâh’ı seven
Bilmem nideyüm 'aşkun elinden kande gideyüm 'aşkun elinden
Bî-vücûdum 'aşk odı bilsem benüm nem yandurur
Bu yetimi hüsnle bir gevher-i kemyâbsun yâ Resûlallâh
Câm-ı 'aşk-ile ezel mey nûş olandır Halvetî
Cürm ü taksîre idüp âh diyelüm estağfirullâh
Çün toğup tutdı cihân yüzünü hüsnün güneşi yâ Resûlallâh
Durmaz yanar vücûdum âh itmeyüp nideyüm
Düşelden derdine yokdur karârum yâ Resûlallâh
El-kerem ey menbâ'-ı lutf-ı 'inâyet zü’l-'atâ
Ey derdlülerin derdine dermân iden Allâh
Ey şefî'-i cümle 'âlem mazhar-ı sırr-ı İlâh
Eyyûbem mübtelâyam derde dermân isterüm
Gafletde olan gönlüm gel Hakk’a niyâz eyle
Gam-ı 'aşkunla olsam pâre pâre yâ Resûlallâh
Geldüm kapuna pür-güneh lutf it eyâ Rabb-i rahîm
Hadden aşdı iştiyâkum
Hurşid-i ruhunla dil benzer gibi bir yâra
Kaçankim makdem-i pâkünle 'âlem muhterem oldı
Karîn-i bezm-i erbâb-ı hevâyum yâ Resûlallâh
Kûy-ı 'aşka gel rân ol ey gönül
Künnâ zevâtü’r-reşîd nülnâ hayâtü’l-ebed
Musahhar emrine heb cümle eşyâ
Mustafâ Ahmed Muhammed sâdiku’l-va'du’l-emîn
Nolur-ise ko ki olsun noliser eyvâh
Ruhun şevki-ile açıldum gül oldum yâ Resûlallâh
Sana ey şâh-ı kerem uymayanun bitmez işi
Uyan gözün ac durma yalvar güzel Allâh’a
Uyan gözün ac durma yalvar güzel Allâh’a
Vücûdun dürc-i dârû-yı şefâ'at yâ Resûlallâh
Zât-ı pâküne her sabâh u mesâ
BÛSELİK
Durmaz yanar vücûdum âh itmeyüp nideyüm
ÇARGÂH
'Arz-ı dîdâr eyledikçe şâhid-i envâr-ı hû
'Aşkun kime yâr olur dâim işi zâr olur
Bâg-ı cemâle çün irem yâ hû hû ey yâ hû hû
Cânumı 'uryân idüp saldum bu 'aşk deryâsına
Dâim salât olsun sana yâ rahmeten li’l-'âlemîn
Dem-be-dem firkat elinden kılaram ben âh u âh
Derd-i cürme mübtelâyum yâ Resûlallâh meded
Diger 'azîmet mî-konet âh el-vedâ'
Esmâ-i ilâhîde bî-had hünerüm var
Ey kadir-i mutlak Hüdâ kuldan hatâ senden 'atâ
Gönül hayrân olupdur 'ışk elinden ciger püryân olupdur 'ışk elinden
İşimiz subh u mesâ cürm ü hatâ
Kapunda zerreden kemter gedâyum yâ Resûlallâh
Lutfu vardır bu günâha ol benim sultânumın
Rabbi salli 'ale’t-tihâmi hâtemü’r-rusulü’l-kirâm
Sahn-ı sırrun kıl mutahhar kalmasun illâ ahad
Senden irmese kerem ey zü’l-'atâ
DÜGÂH
Durmaz yanar vücûdum âh itmeyüp nideyüm
EVC
Bî-vücûdum 'aşk odı bilsem benüm nem yandurur
Çün togup tutdı cihân yüzünü hüsnün güneşi yâ Resûlallâh
HİSAR
Bî-vücûdum 'aşk odı bilsem benüm nem yandurur
Çün togup tutdı cihân yüzünü hüsnün güneşi yâ Resûlallâh
HÜSEYNİ
'Âlem-arâyı buldum 'âlem-arâ benem
'Âlem-i dilden nedür matlab dilâ bilmez misün
'Âşıkı ma'şûka vâsıl eyleyen hû zikridür
'Âşıklarun sermâyesi sıdk-ile zikrullâh imiş
'Âşık oldur râh-ı Hak’da cânını ide nisâr
'Aşk câmın içdüm mestâne geldüm
'Aşk-ı Hak [her] kimün ola yâri
'Aşk-ı Mevlâ’dan safâlar kesb idüp
'Aşkın meyine ben kanageldüm
'Aşkla dilerüm senden tecellî eyle yâ Allâh
Bahr-ı 'ummân dürrüyem yerim mekânum andadur
Baş açık girdüm bugün meydân-ı 'aşka ey gönül
Ben bu 'aşkı bilmez idüm bir 'aceb sevdâ imiş
Bilmeyen cân-ı Yûsuf Ken'ân’ı bilmez kandedür
Bir ben degül seni seven cümle 'âlemdür sevici
Bir nazar kıl hâlime âsân ola cümle sübül
Bir yüze düş oldı gözüm
Bî-vücûdum 'aşk odı bilsem benüm nem yandurur
Bizdedür genc-i muhabbet bizdedür nûr-ı safâ
Bize bizden olan yakîn u karîb
Biz ezelden mestâneyüz bize Gülşenîler dirler
Bizi varlık hicâbundan halâs it
Bu 'âlem mazhar-ı esmâ gönül eyle sübhânî
Bu dil-i gümrâh hicründür hidâyet eyle sultânum
Cânı suzân eyledi fikr-i hayâlün külhanı
Cehl u gaflet bu batâlet nefs-i nâdânındadur
Cemâlün sûre-i Şems Duhâdur yâ Resûlallâh
Cemâlün verd-i gülzâr-ı İremdür yâ Resûlallâh
Cemâlu’llâh oldı vech-i pâk-i Mustafâ-mir'ât
Çü gencün meskeni vîrânelerdür
Çün sana gönlüm mübtelâ düşdi
Çün togup tutdı cihân yüzünü hüsnün güneşi yâ Resûlallâh
Derd ehli libâsını 'aşk-ile giyen gelsün
Derûnum 'aşkın-ile yâ Resûlallâh kebâb oldı
Deryâ gibi cûş itdün 'ummân olacak gönlüm
Deryâ-yı 'aşka dürdâne geldüm sahrâ-yı şevka seyrâne geldüm
Dîde giryân oldı her dem 'aşk-ile
Dil-i mecrûh tîr-i ma'siyetle yara olmuşdur
Dil-i şeydâyı söyleten Rasûlullâh’a 'âşıkdur
Dil zevrakunı cürm [ü] hatâ bahrine salduk
Diyâr-ı dâr-ı dünyâda Hüdâyâ bâkî dârum yok
Durman yanalum âteş-i 'aşka şu'le virelüm âteş-i 'aşka
Durmaz yanar vücûdum âh itmeyüp nideyüm
Enbiyânun mefharı makbûl-i dergâh-ı Hüdâ
Esîr-i nefs-i mekkârum şefâ'at yâ Resûlallâh
Ey 'aceb bilsem nedür yâ Rab bu derdün çâresi
Ey bu cümle kulları yog-iken vâr eyleyen
Ey dil bize vir bir haber dost illerine kim gider
Ey dil zen-i dünyânun çün alına aldandun
Ey gönül havf u hayâ it Hazret-i Allâh’dan
Ey gönül Mecnûn kimdür zâhirâ 'âkil nedür
Ey h'âcem seni seveli gözüme cihân görünmez
Ey Rasûl-i hak habîb-i zât-ı pâk-i kibriyâ
Ey tâlib-i vasl-ı Hüdâ gel gidelüm Hak’dan yana
Gerekmez 'âlemün nakşı gönül kurb-ı visâl ister
Gönül vücûdun şehrüni seyr eyle gör cânânunı
Görün âyine-i hikmet-nümâdur halka-i tevhîd
H~âb-ı gafletden uyan uyanayum mâsivâdan cümleten usanayum
Hâdi-i sübül zât-ı kerem-kâr-ı Muhammed
Hakk’un cemâlin gözleyen hû dimesün yâ ne disün
Her neye baksa gözün bil sırr-ı Sübhân andadur
Hevâ sahrâsı içinde dûn u gûn
Hücûm-ı derd u gamdan bana bir kehfü’l-emân olmaz
Hüdâvendâ şu 'âlemde esen yeller seni ister
İlâhî 'aşkuz dâimâ âh u fiğandur kârımız
İlâhî zulmet cürmiyle doldum nedâmet eyledüm estağfirullâh
İster isen cânânı meydâna gel meydâna
Koyup şerm u hevâ vu mâsivâyı
Mâ hest nemîdânem horşîd roht yâ ne
Menba'-ı feyz-i Hüdâ’yı eyle kalbin hû ile
Micmer-i kalbün pür idüp ahker-i tevhîd ile
Mir'ât-ı ruhun cilvegeh-i nûr-ı Hüdâ’dur
Mücellâ eyledi kalbüm İlâhî zikrün envârı
Mülk-i merdân-ı Hüdâ'nun kârı zikrullâh olur
Nefse uyup cürm idersem olmazam yâ Rab mukîm
Ne tatludur senin sözün ki benden gönlümü kapdı
Ol menem ki vâkıf-ı esrâr-ı 'ilm-i âdemem
'Ömür bağçesinün güli solmadan
Rûh-ı pâk-i Mustafâ’ya itmişem cânum fedâ
Seherde açılan güller nedendür
Selam olsun eyâ Tâhâ vu Yâsîn
Sen seni bilmekdür ancak [pîre] ülfetden garaz
Sevdân-ile dil mülkünü vîrâne döndürdün
Sevdüm seni hep vârum yağmadur alan alsun
Suffe-i sadrunda dâim 'âşıkun efkâr-ı hû
Şeb-i târîk-i ğurbetden geçüp rûz-ı visâl iste
Şunlar ki görüp yüzünü bu dâra gelürler
Tutmadum ben sünnetüni şerm-sârum yâ Nebi
'Usretler[i] teysîr idici Hazret-i Mevlâ
Uyan behey ğâfil h~âb-ı ğafletden
Uyan ğafletden ey nâim Hakk’a yalvar seherlerde
Vahdet meyüni içdüm mestâne olub geldüm
Vâsıl olmaz Hakk’a kimse cümleden dûr olmadan
Vücûdun 'âleme lutf-ı Hüdâdur yâ Rasûlallah
Vücûdun der-i nâyâba bî-safâdur yâ Resûlallâh
Yâ İlâhî vâkıf-ı evsâf-ı esrâr it beni
Yanalum yakılalum 'aşk-ıla sûzân olalum
Y andum kül oldum ' aşk meydânunda
Yâ Rab bize ihsân it vuslat yolunu göster
Yüzbin cefâ kılsan bana
Zerreler zâhir mi olurdı âfitâb olmasa
Zihî 'izzet ana kim ol reh-i kûyunda hâk oldı
Ziyâlar virdi nûruyla dil u câna seher zikri
Zühdünü ko 'aşka düş ehl-i Cinân itsün seni
HÜSEYNİ AŞİRÂN
'Arif oldur mazhar-ı nûr-ı cemâlullâh ola
Hasret-i dergâh-ı fahr-ı 'âlem ile dem-be-dem
Kâmil olmak ister-isen ey gönül
Kuruldı erenler meclisi cân virüp cân alan gelsün
Murâd-ı devlete irmek dilersen
Y â Rabbi derûnumda efkârumı 'aşk eyle
Zikrullâh kalbi nûr ider 'âşıkları sürûr ider
KÛÇEK SÜNBÜLE
Derdün oduna yanmış pervâneleriz Hakka
Derûn-ı 'âşıka hâlet-i fezâdur halka-i tevhîd
Dil odur kim ola dâim mahrem-i râz-ı şühûd
Fezâ-yı 'aşkda der-i bârgâh-ı Mevlânâ
Genc-i 'aşkı isterisen dil-i vîrânda ara
İdelden zikr-ile ülfet-i gönülde iftihârum var
İki kaşun arasında çekdi hatt-ı istivâ
İlâhî neylesün nitsün gönül sensiz karâr itmez
'Uyûn-ı kalbi ihyâ it kerem kıl zü’l-celâlullâh
MÂHÛR
Ahsen-i takvîm imiş çün halk-ı eşyâdan garaz
Aldun mı gönül hüsn-ile yektâ haberin sen
Allâhu Rabbu lâ yezâl yâ Vâhidu yâ Ze’l-celâl
'Âşık iver cânunı dildâra kurbân itmege
Bâg-ı muhabbetde ezel açıldı çün ezhâr-ı aşk
Bî-çâreyem hem pür-vebâl yâ Rab bana itme suâl
Bi-hamdillâh yine geldi sa'âdetle sıyâm şehri
Bî-vücûdum 'aşk odı bilsem benüm nem yandurur
Bu 'aşk düşdi cânumıza bahar eyledi kışımız
Câna cefâ kıl yâ vefâ senden hem ol hoş hem bu hoş
Çok kılmışam yâ Rab günâh estagfirullâhe’l-'azîm
Çün togup tutdı cihân yüzünü hüsnün güneşi yâ Resûlallâh
Durmaz yanar vücûdum âh itmeyüp nideyüm
Elâ ey mürşid-i 'âlem haber vir 'ilm-i Mevlâ’dan
Eyâ rehber olan râh-ı visâle Muhammed Mustafâ sultân-ı kevneyn
Ey gönül bîdâr olup yalvar Hüdâ’ya her seher
Ey gönül dillerde sen efsâne oldun bilmedün
Gel ey bâd-ı sabâ lutf eyle bir kez haber vir bize cânân illeründen
Gir semâ'a zikr-ile gel yâna yâna hû deyu
Gönülde cilve-ger nakş-ı hayâlün yâ Resûlallâh
Gönül pervâne-i bezm-i visâlün yâ Resûlallâh
Gönül pervâne-i bezm-i visâlün yâ Resûlallâh
Her seher âh eyleyüp biz kim kabâ çâk eylerüz
Hevâ ise yeter gönül gel Allâh’a dönelüm gel
İsteyen kûy-ı visâl ol gül[-i] bî-hârdan
İşbu gönlüm hâlüni bilmez cihânda vâr olan
Kurbet-i Mevlâ ise kasdun tamâm
O kim 'aşkına pür derd-i elemdür yâ Resûlallâh
Rabbenâ yâ Rabbenâ eyle meded
Rabbüni bildi nefsine âgâh zâkir-i lâ ilâhe illa’llâh
Reh-i 'aşkunda bî-sabr u şekîbüm yâ Resûlallâh
Ruhundur nüsha-i pâk-i melâhat yâ Resûlallâh
Sevdâ-yı sivâdan gec gel hû diyelim yâ hû
Şehâ tevhîdün esrârın diyen bilmez bilen dimez
Şerm-sâr itme Hüdâyâ rûz-ı mahşerde beni
Şol gönül kim râh-ı Hakk’a rûz şeb tâlân ola
Vücûd-ı efhamun cûd-ı Hüdâ’dur yâ Resûlallâh
Yâ İlâhî eyle tevfîkün refîküm dâimâ
Yâ İlâhî zikrün ile vir gönüllere cilâ
Yüzünü göreli hayrân olmuşam
Zikrün ile olmuşam ratbu’l-lisân
MUHAYYER
Ahvâl-i serencâmum bu sâ'ate irince
'Aşk-ile yakûb cânı pervâneye döndürdün
Belürse vech-i cânânı bu cism-i cânı neylerler
Câm-ı 'aşkı nûş idüb sermest-i handân ol yürü
Cemî'-i enbiyâlardan Muhammed cümlenün şâhı
Cümle 'âlem âşinâ ben arada bîgâneyem
Derd ehli olan dârunı dildâra satarlar
Derd-i 'aşka mazhar olmuş bir gönül ister gönül
Derd-i yâra sabr idersen ey gönül dermân senin
Derûn-ı 'âşıka hâlet-i fezâdur halka-i tevhîd
Ey dil eger âkil isen 'aşk-ile mihmân ol yürü
Ey gönül gel ağlama zârı zârı inleme
Ey Rasûl-i Mustafâ vu murtezâ yâ Resûlallâh
Felek gerdişleründen işlerün bilmişlerün gönder
Geldük kapuna ey Hüdâ lutf it bize yâ Rabbenâ
Gönül senden peyâm-ı yâri özler
Hezâr vird-i 'aşkum nâle kârum yâ Resûlallâh
'İzârındur meh-i burc-ı sa'âdet yâ Resûlallâh
Kad eşrakte’d-dünyâ bi’ş-şemsi vu Mevlânâ
Kapunda zerreden kemter gedâyum yâ Resûlallâh
Kûy-ı 'aşkun bana bir kûh-ı tecellî görünür yâ Resûlallâh
Ne ğam ey dil meşakkatden kerîm Allâh’ımız vardur
Sensün penâhum ümidgâhum dinle günâhum yâ Resûlallâh
Şarâb-ı bezm-i vahdetden içüp mestân olan gelsün
Şübhesiz Firdevs-i a'lâdur Rasûl’ün ravzası
Yâ Rab beni mesrûr it envâr-ı nevâlünle
Yeter yandum firâkın âteşine tecellî eyle sultânum Allâh
Zen-i dünyâya aldanma bu bir mekkâre-i a'zamdur
NEVÂ
Açılaldan ravza-i dil ol gül[-i] handân ile
'Arz-ı dîdâr eyledikçe şâhid-i envâr-ı hû
'Aşk-ı Mevlâ’ya her ki bugün yâr oldı
Bahâ-yı reşh-i la'lün cân degül mi
Bî-vücûdum 'aşk odı bilsem benüm nem yandurur
Bulur var mı yolu kandedür dost ili
Cânumı kurbân idersem nolıser sırr-ı pâk-i Mustafâ’nun 'aşkuna
Cebînün âyet-i feth-i zaferdür yâ Resûlallâh
Cemâlün matla-'ı nûr-ı necâbet yâ Resûlallâh
Cûş idüp gösterdi kesret-i mevcüni deryâ-yı cûd
Çün dosta vâsıl olmadın ağla gözüm anla gönlüm
Çün toğup tutdı cihân yüzünü hüsnün güneşi yâ Resûlallâh
Derd-i cürme mübtelâyum yâ Resûlallâh meded
Dil u cân hic karâr itmez tecellî eyle yâ Allâh
Durmaz yanar vücûdum âh itmeyüp nideyim
Feth olunca Hak’dan yana yolumuz
Gel berû ey gönlümün sahnunda seyrân eyleyen
Gel ey bâd-ı sabâ lutf eyle bir kez haber vir bize cânân illeründen
Genc-i 'aşkdur hâne-i dil halka ızhâr eylemem
Gerçi ister kullarun envâr-ı zâta irmege
Gülistân-ı vahdete gir ezher-i tevhîd-ile
Gülşen-i tevhîd eylersen mekân verd-i 'irfânı bulursun raygân
Her kimin 'aşkullâhı kalbine mihmân olur
İdelüm cân-ile Mevlâ’yı taleb
İhsânuna müstağrakuz yâ Rab nice şükr idelüm
İlâhî hazretünden matlab-ı a'lâ budur her gâh
İlâhî vaslun bâğına girmek diler cân bülbüli
Kudûmun revnak-ı taht-ı risâlet yâ Resûlallâh
‘Küntü kenz’in sırrıdur dünyâ vu 'ukbâdan ğaraz
Murâdum senden özge yokdur asla
Mülk-i bekadan gelmişem fâni cihânı neylerem
Niçe bir firkat-ile yansun cân u dil
Pâk idegör levh-i dilden mâsivâ illâ ile
Sallû 'ale’llezî feteha’l-kevne nûruhû
Subhâne zi’l-lutfi ve’l-ihsân yâ Allâhu yâ Rahmân
Tahkîk ider tasdîkî imâna irmek isteyen
Tînet-i âdemde konmasa ezel sevdâ-yı 'aşk
Uyup emmâreye itdüm cihânda bunca evzârı
Vücûdun itdi Hak dürr-i yegâne yâ Resûlallâh
Yanmakdan usanmazam pervâne miyem bilmem
Yüzbin cefâ kılsan bana senden yüzüm döndürmezem
Zihî 'izzet-fezâdur zikr-i Mevlâ
Zuhûr-ı kâinâtun ma'denisün yâ Resûlallâh
NİKRİZ
Bahr içinde katreyüm bahr oldı hayrân banâ
Ey hakîkat erenleri dost ilinün serverleri
Ey sa'âdet-i nûr sultân-ı hayru’l-mürselîn
Hayâlün cânlara râhat-fezâdur yâ Resûlallâh
Müstağrak oldum lütfuna hamd olsun Allâh’ım sanâ
NİŞÂBÛR
Dergeh-i Hakk’a yüzün sür ber-devâm
Dermân ara[r]dum derdüme derdüm bana dermân imiş
İlâhî dilerüm senden 'aşkın vir şevkin vir
İnilerim dün [ü] gün derdli olan iniler
Sivâdan kalbüni pâk ît gönül mir'ât-ı Rahmân’dur
PENCGÂH
'Âlemler nûra gark oldı Muhammed toğdu[ğı] gice
Câm-ı Cem’i nûş itmege cân u gönül eyler taleb
Cân u dil şehrin ezelden eyledi yağmâ-yı 'aşk
Cenâb-ı hazretünden oldı ihsân
Doğdı ol sadr-ı risâlet basdı 'arş üzre kadem
Sâfiyem sûfî ezelden Hakk’a mir'ât olmuşam
Tâlibâ gördün mi dünyâ kaydı hic
Y andı gönülde mâsivâ çün nâr-ı zikrullâh ile
RAST
'Aşk câmunı Mevlâ’dan nûş idüp evvel çün
'Aşkunla cihân beste lutf ile 'inâyet kıl
Bahr içinde katreyüm bahr oldı hayrân banâ
Ben ol dürr-i me'ânîyüm ki sığmam heft deryâya
Bir nazar kılsan 'acebdür bu fenânün hâlüne
Bî-vücûdum 'aşk odu bilsem benim nem yandurur
Bu mezâhir kim vücûd-ı mutlak ızhâr eyledi
Cenâb-ı hazretünden oldı ihsân
Çün toğup tutdı cihân yüzünü hüsnün güneşi yâ Resûlallâh
Derdimün pâyânı yokdur hâlüm olmuşdur harâb
Der-i devlet me'âbundan meded kıl
Dolab niçün inilersün
Eyâ sultân-ı kevneynün sözün cümle hakayıkdur
Ey cemâlün matla'-ı Hurşîd-i ikbâl-i kerem
Ey emîn-i genc-i rahmet mâh-ı ümmet merhabâ
Ey fahr-ı cihân h’âce-i kevneyn-i müzekkî
Ey saçun zincîrini ve’l-leyl hoş ta'bîr ider
Ey şifâ-sâz-ı 'inâyât-ı ebed hasta-hâl-i 'aşkınam yâ Rab meded
Gel berû ey yanmağa pervâne-veş nâr isteyen
Herkes olamaz kâbil-i etvâr-ı hakîkat
Hüdâ’yı zikr iden şâm seher-gâh
Kalbi beytullâh olmaz cümleden pâk itmeyen
Lutf eyleyüp bir kez nazar eylerse ger sultânımız
Merhabâ ey şu'le-i âyine-i sırr-ı Hüdâ
Mutahhar it beni zenb-i cûddan
Oldı zâtun çünkü mahbûb-ı Samed yâ Resûlallâh şefâ'at kıl meded
Sıfâtun 'addına yokdurur nihâyet yâ Resûlallâh
Sînesi dâgına merhem urmadı
Tâ'atüm yok gark-ı 'isyân olmuşam yâ Resûlallâh şefâ'at eylegil
Tâ ezel bezmünde itdüm cân-ile ikrâr dost
Teşne-i bahr-i muhît olan dile reş neylesün
Vücûdum tîg-i sehv ü cürmiyle sad-pâre olmuşdur
REHÂVİ
Bu gülşende hezâr[-ı] bî-nevâyum yâ Resûlallâh
Dervîş olan kişinün sözleri 'umrân olur
Ey nefs yeter sehv-i zelel insâfa gel insâfa gel
Garîk-i cürm ü 'isyânum şefâ'at yâ Resûlallâh
Habs içün geldi gelür ıtlâk içün fermân bana
Kılalum 'aşk-ı ilâhî ile safâ
Subhâne zi’l-lutfi ve’l-ihsân yâ Allâhu yâ Rahmân
Visâlün zevkini eyle müyesser
Y â Rab lisânumda ezkârımı 'aşk eyle
SABÂ
Açıldı şevkiyle meydân kanı merdâneler gelsün
Ben bu nefsin elinden kande gidem Allâh’ım
Benem ol 'aşk bahresi denizler hayrân bana
Bezm-i 'aşkın sâkiyâ peymânesidür bu gönül
Bî-vücûdum 'aşk odı bilsem benüm nem yandurur
Bu nice dertdür ki düşdi câna dermân istemez
Cemâlün 'âşıkı neyler cihânı yâ Resûlallâh
Cemâlün nûruna nisbet cihân şemsi degül zerre
Cür'a-nûş-ı câm-ı tahkîk-i ezeldür bu gönül
Çün Medine-i Münevvere ravzuna kıldın vüsûl
Çün togup tutdı cihân yüzünü hüsnün güneşi yâ Resûlallâh
Dervîş olan 'âşık gerek yolunda hem sâdık gerek
Dervîş olan mü'min karındâş tarîkünde sâbit gerek
Durmaz yanar vücûdum âh itmeyüp nideyüm
Düşeli bu 'aşkun cânım eline
Ey habîb-i Hak kerîmü’ ş-şân Muhammed Mustafâ
Eyledün 'izz u sa'âdetle sefer
Eyleyüp habl-ı metîne i'tisâm
Ey şeh-i makbûl Cenâb-ı kibriyâ
Gaflet ile bana bir hesâb göründi
Gel ey bâd-ı sabâ lutf it haber vir bana yârümden
Gelmişem vahdet ilinden 'aşk-ıla cihâna ben
Gülşen-i vahdetde dâim rûz u şeb dil bülbüli
Habîbullâh cihâna cân degül mi
İlâhî yâ men müstagrak-ı yemm-i 'isyân
Kârı zâr oldı hemîşe 'âşık-ı şeydâlarun
Mevlâ seni tevhîd iden
Ne var derde düşdüm ise
Niyâz idüp her seher-gâh
Nola dil olsa safâdan pür-nûr
Olmasa âyine-veş kir u sevdâdan dil beri
Rabb-i ahad ferd-i samed müheyminu’l-cebbâr
Ravzana çün yüz süren bulur emân
Sâlik mürşidine hizmeti şâhâne gerek
Sa'y-ile çün bulunurmuş ol Hüdâ
Tevfîk eyle bizi vuslat yoluna efendüm meded heyâ sultânum meded
Vech-i küllîden teveccüh kıl Cenâb-ı Hazrete
Yâ Resûlallâh cemâlün mihr-i mücellâ-yı Hüdâ
Yûsuf-ı dil câh-ı gamda kaldı hayret vaktidür
SEGÂH
Bî-vücûdum 'aşk odı bilsem benüm nem yandurur
Çün togup tutdı cihân yüzünü hüsnün güneşi yâ Resûlallâh
Durmaz yanar vücûdum âh itmeyüp nideyüm
UŞŞÂK
Aç gözün gafletden uyan felâh bulmaz nefse uyan
Allâhümme yâ Hâdî hüva’llâhü hû hû Allâh
'Âşıkları handân iden Sinânîler derler bize
'Aşk bulan 'âşıklar hic asla bir kâr istemez
'Aşk-ı Hak her kimün yârı ola Allâh
Ateş-i tevhîde yanan yanmadı 'aşk oduna
Bekkir 'ale’r-revâhil yâ sâbika’l-cemâl
Bırakdum 'aşkun-ile nâm-ı 'ârum yâ Resûlallâh
Bî-vücûdum 'aşk odı bilsem benüm nem yandurur
Bu cân teşne-i visâl-i hazretüne Allâh’ım
Bu gönlüm şehrini seyrân iderken
Bugün bize vefâlardur safâ-yı Mustafâ geldi
Bu nice dertdür ki düşdi câna dermân istemez
Cemâlün nûrunun 'âşıklarına
Çıkdum erik dalına anda yedüm üzümü
Çün togup tutdı cihân yüzünü hüsnün güneşi yâ Resûlallâh
Dâim salât olsun sana yâ rahmeten li’l-'âlemîn
Derûnum âteş-i 'aşkunla yandır yâ Resûlallâh
Diller 'aceb hayrân olur esrâr-ı zikrullâh ile
Durmaz yanar vücûdum âh itmeyüp nideyüm
Ey enbiyâlar serveri ey evliyâlar rehberi
Ey gönül agla dem-â-dem dîde-i pür-hûn ile
Firkatün oduna yakma kullarun
Gerci ister kulun envâr-ı zâta irmege
Gider gayrı gönülden eyle pür-nûr
Gönül Hakk’un cemâl âyinesidür
H~âb-ı ğafletden uyan uyanayum mâsivâdan cümleten usanayum
Hak nûrudur rehber bize Nûrîleriz Şemsîleriz
Hasta diller derdinün dermânı 'aşkullâhdur
İstersen eger Hakk’ı zikr eyle vu zâr eyle
Lutf eyle dil-i zâra yâ Rab kerem eyle
Mey-i 'aşkunla sermest-i harâbam yâ Resûlallâh
Ol cihan fahrınun sırrına kurbân olayum
Rahmet oldı 'âleme dîden gelüp fahr-ı cihân
Ravza-i huld-i berînün 'andelîbidür gönül
Safâ-yı ehl- dil nûr-ı cemâlün yâ Resûlallâh
Şem'ine pervâneyüm ben yanageldüm bu gice
Vechi var teşne-i âb-ı keremün olsa cihân
Vuslat-ı Hak ise maksûdun tamâm
Y ağmaya virme neş ‘eni ' aşk-ile durma tol meded
Yüregime dost derdi urdı dürlü yâreler
Yüzüm kara günâhum bî-nihâyet
Yüzün tâbende-i mihr-i Hüdâdur yâ Resûlallâh
Zât-ı Hak’da mahrem-i 'irfân olan anlar bizi
Zulmet-i hicründe bîdâr olmuşam yâ Rab meded
MAKÂMI UMUMİ
Âfitâb-ı subh-ı mâ evhâ habîb-i kibriyâ
Bugün Ya'kûb-ı kalbe Yûsuf-ı cândan haber geldi
Bulan cem'iyyet-i kübrâ olur sâf
Ey gönül neylersün bu cihânı
Ey Hüdâ’dan lutf-ı ihsân isteyen
Ey mazhar-ı cenâb-ı ikrâm-ı levlâk el-meded
Ey olan bu âşinâ-yı cezbe-i 'aşk-ı Hüdâ
[İremez ol] sıhhate derdünle bulmazsa devâ
Levh-i dilden okuyan 'ilm-i ilâhîden sebak
Rehrev-i râh-ı Hüdâ’ya pişvâdur bu gönül
Tarîkat kurb-ı Rahmân’dur bu meydân özge meydândur
Dîdem yüzüne nâzır nâzır yüzüne dîdem
Bestesi ve güftesi Yahya Nazim’e ait şehnaz makamında, sengin semai
usulünde bir eser, incelenecektir. Eser,’Dîdem yüzüne nâzır nâzır yüzüne dîdem’
mısraıyla başlayan, akis sanatının müstesna örneklerinden olan bir gazeldir.
Bestede, gazelin birinci beytiyle üçüncü beyti kullanılmıştır.
Dîdem yüzüne nâzır nâzır yüzüne dîdem
Kıblem olalı kâşın kâşın olalı kıblem
Cennet gibidir rûyin rûyin gibidir cennet
Âdem doyamaz sana sana doyamaz âdem
Gamzen ciğerim deldi deldi ciğerim gamzen
Bilmem nicolur hâlim hâlim nicolur bilmem
Vuslat bileli hicrin hicrin bileli vuslat
Mâtem görünür şâdî şâdî görünür mâtem
Zahmım göricek cânâ cânâ göricek zahmım
Merhem koyasın bir gün bir gün merhem koyasın
Sende nazarı dâim dâim nazarı sende
Âlem yüzüne meftûn meftûn yüzüne âlem
Olsun ko Nazîm ey gül ey gül ko Nazîm olsun
Herdem gülüne bülbül bülbül gülüne herdem ‘
Gazelin vezni: Mefülü Mefâîlün Mefülü Mefâîlün
Bestenin makamı: Eser, şehnaz makamında bestelenmiştir. ‘Şehnaz Farsça
nazlı, şuh, güzel demektir. Elimizde iki yüz yetmiş altı örneği vardır ve yirmi
sekizinci sıradadır. Eskiden çok, son zamanlarda daha az kullanılmıştır. En
eski makamlardandır.’ ‘Şehnaz makamı,
dügâh perdesinde karar eden mürekkep makamlardan biridir. Seyri inicidir.
Dizisi hüseyni perdesindeki hümayun dizisine yerinde hicaz ailesini meydana
getiren dizilerin yani inici hümayun, hicaz, uzzal, zirguleli hicazın
katılmasıyla meydana gelmiştir. Bu makamın birinci derecede güçlüsü, muhayyer
perdesidir. Buselik çeşnisiyle yarım karar yapılırken nim şehnaz perdesi yeden
olarak kullanılır. İkinci derece güçlüsü ise hüseyni perdesidir. Bu perde
hüseyni üzerindeki hümayun dizisinin karar perdesidir. Üzerinde hicaz
çeşnisiyle asma karar yapılır. Donanımı yerindeki hicaz dizilerinin donanımı
esas olarak alınır. ‘Si’ için bakiye bemol, ‘do’ için bakiye diyez donanıma
yazılır. Giriş seyrinde hüseyni perdesindeki hümayun dizisi kullanılacaktır.
Bunun için ve diğer gerekli, değişiklikler eser içinde gösterilir.’ Büyük bir zerafet, hayal gücü, hasret ifadesi
ve nezaket manası taşır. Masal edasına çok müsait, çok güzel ve karakteristik
bir makamdır.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar