Print Friendly and PDF

18. Yüzyılda Okunan İlahi Besteleri

Bunlarada Bakarsınız



Osmanlılar’da XVIII. y.y., toprak kaybettiren antlaşmalarla başlamıştır. 1699 Karlofça Antlaşması ile ağır bir yenilgiyi kabullenen Osmanlı Devleti, 1718 Pasarofça Antlaşması ile topraklarının bir kısmını daha gözden çıkarmak zorunda kalmıştır. Büyük devletlerin ablukası altında, idare aksaklıkları ve başarısızlıklar birbirini izlemiş ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa devletlerinden geri kalma temposunda hiçbir değişiklik olmamıştır. Sultan III.Ahmed devrinde Damad İbrahim Paşa’nın sadrazamlığı ile başlayan Lale Devri, çıkarılan isyanla talihsiz bir âkıbete uğramış ve imparatorluk toprakları içinde istikrar ve sükûnet ortamını tesis etme çabaları da işe yaramamıştır.
Nedim’in aşk ve neşe şiirlerini terennüm ederek, genellikle dindışı formlarda eser veren mûsıkişinasların besteleri ile canlanan hayatın zevklerini tatmaya ve savaşları geride bırakarak barış ortamının tadını çıkarmaya çalışan Lale Devri insanları için Patrona Halil İsyanı acı bir son olmuştur.
Yaşanan bütün olumsuzluklara rağmen Osmanlı Devleti’nde sanat hareketleri başarılı bir şekilde devam etmiş, Türk mûsıkisi büyük sanatkârların elinde işlenerek daha bedii bir hal almıştır.
XVIII. y.y. mûsıkisinin en belirgin özellikleri; sanatta olgunluk döneminin yaşanması, bestekârlık sahasında önceki asırlara nisbetle büyük bir ilerlemenin görülmesi ve bestekârların fark gözetmeden divan, tekke ve âşık tarzlarının hepsinde eser vermiş olmalarıdır.  Mesela bestelediği tekbir ile ölümsüzleşen Itrî aynı zamanda otuzun üzerinde dindışı esere imza atmıştır.
XVIII. y.y.da da önceki dönemlerde olduğu gibi, klasik mûsıkişinaslar tarafından iltifat gören ve sanat değeri yüksek olmayan cami mûsıkisi eserleri göze çarpmaktadır. Ayrı bir tavrı bulunan tekke mûsıkisi de kimi zaman klasik mûsıkişinaslar, kimi zaman da tekke müntesibleri elinde varlığını devam ettirmiştir. Daha elit bir çevreye hitap eden klasik mûsıki, edebiyatın aksine Arap ve Acem kültüründen etkilenmemiş, bilakis onlar üzerinde derin tesirler oluşturmuştur. Halk ve tekke mûsıkisi ile klasik mûsıki tesiri altında şekillenen, saz şairlerinin vücuda getirdiği âşık mûsıkisi de dinî ve dindışı formlarda eserler bırakmıştır. XVIII. y.y.ın bir diğer mûsıki dalı olan halk mûsıkisi ise tabii güzelliğe sahip fakat sanat değeri düşük eserler ortaya koymuş ve geniş halk kitlelerine hitap etmiştir.
XVIII. y.y. dinî mûsıki eserleri genellikle tekkelerde icra edilmiştir. Cami mûsıkisi eserleri, tekke ilâhileri yanında oldukça azdır. Güfteler genellikle Abdulahad
Nuri, Yunus Emre, Şemseddin Sivâsî, Nazmî, İsa Mahvî, Aziz Mahmud Hüdâyî, Eşrefoğlu Rûmî’nin eserleri arasından seçilmiştir.
Osmanlı padişahlarından III.Ahmed’in saltanatı sırasında yaşanan Lale Devri’nde mûsıki sanatı zirveye taşınmış, onu takip eden I. Mahmud ve I. Abdülhamid döneminde de aynı himaye devam etmiştir.Sultan I.Mahmud kabiliyet sahibi bir mûsıkişinastır ve unutulmaktan kurtarılan bazı eserleri çok takdir görmüştür.  Onun döneminde sarayda sanatkârlardan oluşan bir kadro teşekkül etmiştir. I.Mahmud’un ölümü üzerine tahta geçen III.Osman saraydaki mûsıki çevresini dağıtmıştır. III.Mustafa şair padişahlardan biridir ve döneminde nisbî bir toparlanma olmuştur.  I.Abdülhamid döneminde genişleyen sanat hayatı sultan saraylarına da yansımıştır. Padişahın kızı Esma Sultan’ın yalıları birer mûsıki okulu gibi hizmet vermiştir.  Kendisi de bir mûsıkişinas olan III.Selim ise mûsıkiye hem bizzat hizmet etmiş, hem de destek vermiştir. Onun saltanatı sırasında Türk mûsıkisi tekâmülünün zirvesine çıkmıştır.     Sarayla ilgili memuriyetlerde bile mûsıki bilenler tercih edilmiştir.
XVIII. y.y.da anılacak çok sayıda beste yanında mûsıki nazariyatı sahasında verilmiş olan eserler de mevcuttur. Nayî Osman Dede ve Dimitrius Cântemir’in bu alandaki çalışmaları ve Şeyhülislam Mehmed Esad Efendi’nin Mûsıkişinaslar Tezkiresi son derece mühimdir.
Dönemin ünlü mûsıkişinasları arasında yeralan Itrî (v.1711), Derviş Ali Şirüganî (v.1714), Çalak Ahmed Efendi (v.1711), Tosunzâde Abdullah Efendi (v.1715), Küçük Müezzin Mehmed Efendi (v.1717) hakkında tezimizde eserleri bulunan bestekârların hayat hikâyelerine ayrılan bölümde geniş bilgi verilmiştir. Bu isimler dışında XVIII. y.y. mûsıki hayatına katkı sağlamış olan çok sayıda mûsıkişinas ve yaptıkları çalışmalar şu şekilde anılabilir:
Ali Şirüganî’den sonra en çok dinî eser veren bestekâr olan Çalakzâde Mustafa (v.1757) Çalak Ahmed Efendi’nin oğludur ve değerli bir zâkir ve mevlidhandır.
Dinî ve dindışı eserleriyle tanınan vaiz, şair ve hattat olan Bayrâmî şeyhi Himmetzâde Abdullah (v.1710) da dönemin hatrı sayılır mûsıki isimlerindendir.
Zamanın en kudretli neyzeni olduğu için ‘kutbunnâyi’ lakabıyla tanınan Şeyh Osman Dede ( v.1729) Galata Mevlevihanesi neyzenbaşılığı ve şeyhliği yapmıştır. Farsça Rabt-ı Ta’birât-ı Mûsıki adlı manzum nazarî bir eser ve ebced notasından hareket ederek geliştirdiği nota sistemini ve nazari bilgileri içeren Nota-i Türkî adlı günümüze ulaşmayan bir eser kaleme almıştır. Mirâciye’si ise Türk mûsıkisinin en büyük eseridir.
Kenzi mahlasıyla tanınan Manisalı Hasan Efendi (v.1715) günümüze bir Edvar Risalesi bırakmıştır.
Hanendeliği ve bestekârlığı ile dikkat çeken Kazzaz Hasan Çelebi (v.1720?)’nin günümüze ulaşmış bir eseri yoktur.
Yahya Nazîm (v.1717) dönemin şair bestekârlarındandır. Divan sahibi olan şair, Osmanlı edebiyat tarihinde en çok na’t yazan şairdir. Zamanımıza 14 bestesi ulaşmıştır.
Büyük formda eserler bestelemiş olsa da şarkı bestekârı olarak bilinen Tanbûrî Mustafa Çavuş (v.1745)’un 69 eseri bugün bilinmektedir.
İzzî mahlasını kullanan Eşrefzâde İzzeddin (v.1739) de mutasavvıf şair ve mûsıkişinaslardan biridir.
Devrin çok eser veren bestekârlarından Tanbûrî Hasan Ağa (v.1728-29) Hulus, Burnaz ve Enfî lakaplarını kullanmış, çeşitli formlarda 200’den fazla eser bestelemiştir.
İstanbul Yavuz Selim Cami na’thanı Niznam Yusuf Çelebi (v.1728?) genellikle dinî formlarda, 50 civarında da beste, semâi ve şarkı formlarında eser bestelemiştir.
Drağman zâkiri Şeyh Ahmed Vefki Efendi (v.1748) na’t, ilâhi ve tevşihleriyle tanınmıştır.
Lale Devri’nin büyük bestekârı Eyyûbi Ebubekir Ağa (v.1759) bugüne ulaşmayan bir Edvar Risalesi yazmış ve bir güfte mecmuası derlemiştir. 49 eseri elimizde mevcuttur.
Şeyhülislam Mehmed Esad Efendi (v.1753) şairliği, dinî çalışmaları ve mûsıki alanındaki Atrabu’l-Âsâr fî Tezkireti Urefâi’l-Edvâr adlı nazarî eseri ile tanınmıştır. Bestelerinden 12 tanesi bugüne kalmıştır.
Sultan I.Mahmud bestekâr şairlerdendir. Sebkatî mahlasıyla şiirler kaleme almıştır. Bazı saz eserleri bize ulaşmıştır.
Osmanlı İmparatorluğu’nun Moldovya prensi Dimitrius Cântemir Kantemiroğlu (v.1723) iyi bir tanbur icracısıdır.Kitab-ı İlm-i Mûsıki alâ Vech-i Hurufât adlı eserinde Türk mûsıkisinin perde, makam ve usulleri hakkında bilgiler vermiş, II. bölümde ise ebced notasından geliştirdiği bir nota sistemiyle yazdığı 315 kadar peşrev ve 40 saz semâisi ile birkaç besteye yer vermiştir. İyi bir saz eseri bestekârı da olan Kantemiroğlu’ndan 65 eser günümüze ulaşmıştır ki üç tanesi sözlüdür.
Hem nazarî çalışmaları, hem besteleri ile tanınan Kemânî Hızır Ağa (v.1760?) müsebba adlı bir usûl ve vech-i arazbar makamını icad etmiş, Tefhimü’l-Makâmât fî Tevlidi’n-Nağamât adlı bir mûsıki nazariyatı eseri yazmıştır.Yedi eseri zamanımıza ulaşmıştır.
Bestekâr ve neyzen Mustafa Ali Kevserî Efendi (v.1770) kaleme aldığı eserinde Kantemiroğlu’nun notasını kaydettiği peşrev ve saz semâilerine 162 eser daha ilave etmiştir ki bunların dördünün bestesi kendine aittir.
Zaharya (v.1740?) devrin tanınmış hanende ve tanbûrîlerindendir. Mir Cemil Kürkçü gibi isimlerle de kaydedilmiş olan Rum asıllı bestekârın 19 eseri zamanımıza ulaşmıştır.
Beste ve şarkıları ile tanınan Halifezâde Tahir Efendi (v.1774) de XVIII. y.y.ın önemli simaları arasındadır.
Dinî ve dindışı eserlerin sahibi şair ve hanende Üsküdarlı Hafız Süleyman Rıfat Efendi de dönemin meşhur isimleri arasında kaydedilebilir.
Dinî sahadaki eserleri ile Buhurizâde-i Sâni olarak tanınan Abdülkerim Efendi (v.1778)’nin beş ilâhisi zamanımıza ulaşmıştır.
Tab’î Mustafa Efendi (v.1770) bestekâr ve hanendedir. 34 eseri elimizde mevcuttur.
Bursalı Âmâ Sâdık Efendi (v.1780-90) bestenigâr mevlevi ayini ile şöhret bulmuştur.
Vardakosta Ahmed Ağa (v.1794) ‘musahib’ sıfatıyla da tanınmıştır. Hicaz ve nihâvend ayinleri dahil olmak üzere 44 eseri, icad ettiği ferahfeza makamı ve bulduğu darb-ı hüner adlı usûl onu gelecek asırlara taşımıştır.
Şeyda Hâfız mahlasıyla tanınan Abdürrahim Dede (v.1800) kudüm ve ney icrasında devrin üstadlarındandır. Bestelediği üç mevlevi ayininden biri ve yedi dindışı eseri günümüze ulaşabilmiştir.
Yenikapı Mevlevihanesi şeyhi Ali Nutki Dede (v.1804)’nin bir mevlevi ayini zamanımıza kadar gelebilmiş, Defter-i Dervişan adlı eseri ise vefatından sonra kardeşi tarafından devam ettirilmiştir.
XVIII. y.y.ın diğer önemli isimlerinden Küçük Mehmed Ağa’nın 43 eseri zamanımıza ulaşmıştr.
Mûsıkide Lale Devri özelliklerini devam ettiren Hacı Sadullah Ağa (v.1800) ise beste ve semâi formlarında 33 eser bırakmış, aşiran zemzeme ve kürdi tahir adıyla iki makam tertib etmiştir.
XVIII. y.y. Türk mûsıkisi tarihinde isimleri anılmaya değer diğer bestekârlar da şunlardır:
Muhammediyecilikle büyük bir şöhret kazanan Şeyh Müstakim (v.1709), mevlid ve muhammediye okumakla mâruf Bursalı Sarıcazâde İbrahim (v.1709), Bursalı bestekârlardan Çatalsakal Mustafa (v.1709), yüzden fazla eserin bestekârı Şiveî Ahmed Çelebi , değerli bir neyzen olan Mevlevi Mustafa (v.1713), ilâhileriyle şöhret kazanmış olan Karaoğlan Mustafa (v.1716), Çene lakabıyla tanınan, kemankeş, şair ve hattat Şuhûdî Mehmed (v.1717), tanınmış mevlidcilerden Şeyh Rıza , Hüseyin Dede (v.1718), Hacı Mustafa (v.1720), Bursalı Nizameddin (v.1737), değerli zakirbaşlarından Edirneli Şaban Dede (v.1721), İmamzâde Efendi (v.1756), Çavuşzâde Hacı Mehmed Ağa (v.1759), Hacı Salih (v.1772), Siyahi Ahmed (v.1778), Kocagözzâde Mustafa (v.1780), mâruf neyzenlerden Derviş Ahmed (v.1748), Derviş Süleyman (v.1753), Ahmed Dede (v.1726), Hüsni Dede (v.1735), Mevlevi Derviş Mustafa (v.1765), uşşak makamındaki tevşihi ile tanınan neyzen Derviş Musa (v.1727),dinî besteler yapan İbrahim Ağa (v.1732), zâkirlerden Molla Mustafa (v.1732), Hatem Mehmed (v.1740), Kabakzâde Mustafa (v.1745), Hastazâde Abdullah (v.1746), Kadirî Mehmed (v.1748), Beyzâde Hacı Mehmed (v.1756), bestelediği durak ile unutulmayan Şeyh Mehmed Tulûî (v.1756), Koyun Halife namıyla şöhret kazanan Çörekçizâde Ahmed Münir Bahâeddin.
ACEM
Dil-i şeydâyı söyleten Rasûlullâh’a 'âşıkdur          
Durmaz yanar vücûdum âh itmeyüp nideyüm       
Sînesi dâğuna merhem urmadı       
ACEM KÜRDÎ
Rûh-ı pâk-i Mustafâ’ya itmişem cânum fedâ         
AŞİRÂN
Dâim salât olsun sana yâ rahmeten li’l-'âlemîn     
Zemzeme teşne lebâbdur nazra-i pîr-i 'azîz         
BEYÂTİ
'Aceb mekkâredür dünyâ bilürken aldanur âdem 
Allâh 'aşkına Allâh’ı seven   
Bilmem nideyüm 'aşkun elinden kande gideyüm 'aşkun elinden
Bî-vücûdum 'aşk odı bilsem benüm nem yandurur          
Bu yetimi hüsnle bir gevher-i kemyâbsun yâ Resûlallâh  
Câm-ı 'aşk-ile ezel mey nûş olandır Halvetî          
Cürm ü taksîre idüp âh diyelüm estağfirullâh       
Çün toğup tutdı cihân yüzünü hüsnün güneşi yâ Resûlallâh      
Durmaz yanar vücûdum âh itmeyüp nideyüm       
Düşelden derdine yokdur karârum yâ Resûlallâh  
El-kerem ey menbâ'-ı lutf-ı 'inâyet zü’l-'atâ         
Ey derdlülerin derdine dermân iden Allâh 
Ey şefî'-i cümle 'âlem mazhar-ı sırr-ı İlâh 
Eyyûbem mübtelâyam derde dermân isterüm       
Gafletde olan gönlüm gel Hakk’a niyâz eyle          
Gam-ı 'aşkunla olsam pâre pâre yâ Resûlallâh      
Geldüm kapuna pür-güneh lutf it eyâ Rabb-i rahîm        
Hadden aşdı iştiyâkum        
Hurşid-i ruhunla dil benzer gibi bir yâra   
Kaçankim makdem-i pâkünle 'âlem muhterem oldı         
Karîn-i bezm-i erbâb-ı hevâyum yâ Resûlallâh    
Kûy-ı 'aşka gel rân ol ey gönül        
Künnâ zevâtü’r-reşîd nülnâ hayâtü’l-ebed
Musahhar emrine heb cümle eşyâ  
Mustafâ Ahmed Muhammed sâdiku’l-va'du’l-emîn         
Nolur-ise ko ki olsun noliser eyvâh
Ruhun şevki-ile açıldum gül oldum yâ Resûlallâh
Sana ey şâh-ı kerem uymayanun bitmez işi          
Uyan gözün ac durma yalvar güzel Allâh’a
Uyan gözün ac durma yalvar güzel Allâh’a
Vücûdun dürc-i dârû-yı şefâ'at yâ Resûlallâh       
Zât-ı pâküne her sabâh u mesâ      
BÛSELİK
Durmaz yanar vücûdum âh itmeyüp nideyüm       
ÇARGÂH
'Arz-ı dîdâr eyledikçe şâhid-i envâr-ı hû  
'Aşkun kime yâr olur dâim işi zâr olur        
Bâg-ı cemâle çün irem yâ hû hû ey yâ hû hû        
Cânumı 'uryân idüp saldum bu 'aşk deryâsına      
Dâim salât olsun sana yâ rahmeten li’l-'âlemîn     
Dem-be-dem firkat elinden kılaram ben âh u âh 
Derd-i cürme mübtelâyum yâ Resûlallâh meded  
Diger 'azîmet mî-konet âh el-vedâ'
Esmâ-i ilâhîde bî-had hünerüm var
Ey kadir-i mutlak Hüdâ kuldan hatâ senden 'atâ   
Gönül hayrân olupdur 'ışk elinden ciger püryân olupdur 'ışk elinden    
İşimiz subh u mesâ cürm ü hatâ     
Kapunda zerreden kemter gedâyum yâ Resûlallâh           
Lutfu vardır bu günâha ol benim sultânumın        
Rabbi salli 'ale’t-tihâmi hâtemü’r-rusulü’l-kirâm 
Sahn-ı sırrun kıl mutahhar kalmasun illâ ahad      
Senden irmese kerem ey zü’l-'atâ  
DÜGÂH
Durmaz yanar vücûdum âh itmeyüp nideyüm       
EVC
Bî-vücûdum 'aşk odı bilsem benüm nem yandurur          
Çün togup tutdı cihân yüzünü hüsnün güneşi yâ Resûlallâh      
HİSAR
Bî-vücûdum 'aşk odı bilsem benüm nem yandurur          
Çün togup tutdı cihân yüzünü hüsnün güneşi yâ Resûlallâh      
HÜSEYNİ
'Âlem-arâyı buldum 'âlem-arâ benem       
'Âlem-i dilden nedür matlab dilâ bilmez misün    
'Âşıkı ma'şûka vâsıl eyleyen hû zikridür    
'Âşıklarun sermâyesi sıdk-ile zikrullâh imiş          
'Âşık oldur râh-ı Hak’da cânını ide nisâr    
'Aşk câmın içdüm mestâne geldüm
'Aşk-ı Hak [her] kimün ola yâri       
'Aşk-ı Mevlâ’dan safâlar kesb idüp 
'Aşkın meyine ben kanageldüm      
'Aşkla dilerüm senden tecellî eyle yâ Allâh
Bahr-ı 'ummân dürrüyem yerim mekânum andadur        
Baş açık girdüm bugün meydân-ı 'aşka ey gönül 
Ben bu 'aşkı bilmez idüm bir 'aceb sevdâ imiş      
Bilmeyen cân-ı Yûsuf Ken'ân’ı bilmez kandedür  
Bir ben degül seni seven cümle 'âlemdür sevici   
Bir nazar kıl hâlime âsân ola cümle sübül  
Bir yüze düş oldı gözüm      
Bî-vücûdum 'aşk odı bilsem benüm nem yandurur          
Bizdedür genc-i muhabbet bizdedür nûr-ı safâ   
Bize bizden olan yakîn u karîb        
Biz ezelden mestâneyüz bize Gülşenîler dirler     
Bizi varlık hicâbundan halâs it         
Bu 'âlem mazhar-ı esmâ gönül eyle sübhânî         
Bu dil-i gümrâh hicründür hidâyet eyle sultânum
Cânı suzân eyledi fikr-i hayâlün külhanı   
Cehl u gaflet bu batâlet nefs-i nâdânındadur       
Cemâlün sûre-i Şems Duhâdur yâ Resûlallâh       
Cemâlün verd-i gülzâr-ı İremdür yâ Resûlallâh    
Cemâlu’llâh oldı vech-i pâk-i Mustafâ-mir'ât        
Çü gencün meskeni vîrânelerdür   
Çün sana gönlüm mübtelâ düşdi    
Çün togup tutdı cihân yüzünü hüsnün güneşi yâ Resûlallâh      
Derd ehli libâsını 'aşk-ile giyen gelsün     
Derûnum 'aşkın-ile yâ Resûlallâh kebâb oldı        
Deryâ gibi cûş itdün 'ummân olacak gönlüm        
Deryâ-yı 'aşka dürdâne geldüm sahrâ-yı şevka seyrâne geldüm
Dîde giryân oldı her dem 'aşk-ile   
Dil-i mecrûh tîr-i ma'siyetle yara olmuşdur          
Dil-i şeydâyı söyleten Rasûlullâh’a 'âşıkdur          
Dil zevrakunı cürm [ü] hatâ bahrine salduk           
Diyâr-ı dâr-ı dünyâda Hüdâyâ bâkî dârum yok     
Durman yanalum âteş-i 'aşka şu'le virelüm âteş-i 'aşka   
Durmaz yanar vücûdum âh itmeyüp nideyüm       
Enbiyânun mefharı makbûl-i dergâh-ı Hüdâ        
Esîr-i nefs-i mekkârum şefâ'at yâ Resûlallâh        
Ey 'aceb bilsem nedür yâ Rab bu derdün çâresi    
Ey bu cümle kulları yog-iken vâr eyleyen  
Ey dil bize vir bir haber dost illerine kim gider     
Ey dil zen-i dünyânun çün alına aldandun
Ey gönül havf u hayâ it Hazret-i Allâh’dan 
Ey gönül Mecnûn kimdür zâhirâ 'âkil nedür          
Ey h'âcem seni seveli gözüme cihân görünmez    
Ey Rasûl-i hak habîb-i zât-ı pâk-i kibriyâ  
Ey tâlib-i vasl-ı Hüdâ gel gidelüm Hak’dan yana  
Gerekmez 'âlemün nakşı gönül kurb-ı visâl ister 
Gönül vücûdun şehrüni seyr eyle gör cânânunı    
Görün âyine-i hikmet-nümâdur halka-i tevhîd     
H~âb-ı gafletden uyan uyanayum mâsivâdan cümleten usanayum        
Hâdi-i sübül zât-ı kerem-kâr-ı Muhammed         
Hakk’un cemâlin gözleyen hû dimesün yâ ne disün        
Her neye baksa gözün bil sırr-ı Sübhân andadur 
Hevâ sahrâsı içinde dûn u gûn       
Hücûm-ı derd u gamdan bana bir kehfü’l-emân olmaz   
Hüdâvendâ şu 'âlemde esen yeller seni ister        
İlâhî 'aşkuz dâimâ âh u fiğandur kârımız   
İlâhî zulmet cürmiyle doldum nedâmet eyledüm estağfirullâh    
İster isen cânânı meydâna gel meydâna    
Koyup şerm u hevâ vu mâsivâyı      
Mâ hest nemîdânem horşîd roht yâ ne       
Menba'-ı feyz-i Hüdâ’yı eyle kalbin hû ile 
Micmer-i kalbün pür idüp ahker-i tevhîd ile         
Mir'ât-ı ruhun cilvegeh-i nûr-ı Hüdâ’dur  
Mücellâ eyledi kalbüm İlâhî zikrün envârı  
Mülk-i merdân-ı Hüdâ'nun kârı zikrullâh olur      
Nefse uyup cürm idersem olmazam yâ Rab mukîm          
Ne tatludur senin sözün ki benden gönlümü kapdı         
Ol menem ki vâkıf-ı esrâr-ı 'ilm-i âdemem           
'Ömür bağçesinün güli solmadan   
Rûh-ı pâk-i Mustafâ’ya itmişem cânum fedâ         
Seherde açılan güller nedendür      
Selam olsun eyâ Tâhâ vu Yâsîn       
Sen seni bilmekdür ancak [pîre] ülfetden garaz    
Sevdân-ile dil mülkünü vîrâne döndürdün
Sevdüm seni hep vârum yağmadur alan alsun      
Suffe-i sadrunda dâim 'âşıkun efkâr-ı hû  
Şeb-i târîk-i ğurbetden geçüp rûz-ı visâl iste      
Şunlar ki görüp yüzünü bu dâra gelürler   
Tutmadum ben sünnetüni şerm-sârum yâ Nebi   
'Usretler[i] teysîr idici Hazret-i Mevlâ         
Uyan behey ğâfil h~âb-ı ğafletden 
Uyan ğafletden ey nâim Hakk’a yalvar seherlerde 
Vahdet meyüni içdüm mestâne olub geldüm        
Vâsıl olmaz Hakk’a kimse cümleden dûr olmadan
Vücûdun 'âleme lutf-ı Hüdâdur yâ Rasûlallah       
Vücûdun der-i nâyâba bî-safâdur yâ Resûlallâh   
Yâ İlâhî vâkıf-ı evsâf-ı esrâr it beni 
Yanalum yakılalum 'aşk-ıla sûzân olalum  
Y andum kül oldum ' aşk meydânunda      
Yâ Rab bize ihsân it vuslat yolunu göster  
Yüzbin cefâ kılsan bana       
Zerreler zâhir mi olurdı âfitâb olmasa        
Zihî 'izzet ana kim ol reh-i kûyunda hâk oldı        
Ziyâlar virdi nûruyla dil u câna seher zikri 
Zühdünü ko 'aşka düş ehl-i Cinân itsün seni        
HÜSEYNİ AŞİRÂN
'Arif oldur mazhar-ı nûr-ı cemâlullâh ola  
Hasret-i dergâh-ı fahr-ı 'âlem ile dem-be-dem   
Kâmil olmak ister-isen ey gönül     
Kuruldı erenler meclisi cân virüp cân alan gelsün
Murâd-ı devlete irmek dilersen      
Y â Rabbi derûnumda efkârumı 'aşk eyle   
Zikrullâh kalbi nûr ider 'âşıkları sürûr ider 
KÛÇEK SÜNBÜLE
Derdün oduna yanmış pervâneleriz Hakka
Derûn-ı 'âşıka hâlet-i fezâdur halka-i tevhîd        
Dil odur kim ola dâim mahrem-i râz-ı şühûd       
Fezâ-yı 'aşkda der-i bârgâh-ı Mevlânâ      
Genc-i 'aşkı isterisen dil-i vîrânda ara       
İdelden zikr-ile ülfet-i gönülde iftihârum var       
İki kaşun arasında çekdi hatt-ı istivâ          
İlâhî neylesün nitsün gönül sensiz karâr itmez     
'Uyûn-ı kalbi ihyâ it kerem kıl zü’l-celâlullâh        
MÂHÛR
Ahsen-i takvîm imiş çün halk-ı eşyâdan garaz     
Aldun mı gönül hüsn-ile yektâ haberin sen          
Allâhu Rabbu lâ yezâl yâ Vâhidu yâ Ze’l-celâl        
'Âşık iver cânunı dildâra kurbân itmege     
Bâg-ı muhabbetde ezel açıldı çün ezhâr-ı aşk     
Bî-çâreyem hem pür-vebâl yâ Rab bana itme suâl
Bi-hamdillâh yine geldi sa'âdetle sıyâm şehri       
Bî-vücûdum 'aşk odı bilsem benüm nem yandurur          
Bu 'aşk düşdi cânumıza bahar eyledi kışımız
Câna cefâ kıl yâ vefâ senden hem ol hoş hem bu hoş      
Çok kılmışam yâ Rab günâh estagfirullâhe’l-'azîm           
Çün togup tutdı cihân yüzünü hüsnün güneşi yâ Resûlallâh      
Durmaz yanar vücûdum âh itmeyüp nideyüm       
Elâ ey mürşid-i 'âlem haber vir 'ilm-i Mevlâ’dan   
Eyâ rehber olan râh-ı visâle Muhammed Mustafâ  sultân-ı kevneyn      
Ey gönül bîdâr olup yalvar Hüdâ’ya her seher       
Ey gönül dillerde sen efsâne oldun bilmedün       
Gel ey bâd-ı sabâ lutf eyle bir kez haber vir bize cânân illeründen        
Gir semâ'a zikr-ile gel yâna yâna hû deyu 
Gönülde cilve-ger nakş-ı hayâlün yâ Resûlallâh   
Gönül pervâne-i bezm-i visâlün yâ Resûlallâh      
Gönül pervâne-i bezm-i visâlün yâ Resûlallâh      
Her seher âh eyleyüp biz kim kabâ çâk eylerüz    
Hevâ ise yeter gönül gel Allâh’a dönelüm gel       
İsteyen kûy-ı visâl ol gül[-i] bî-hârdan      
İşbu gönlüm hâlüni bilmez cihânda vâr olan         
Kurbet-i Mevlâ ise kasdun tamâm  
O kim 'aşkına pür derd-i elemdür yâ Resûlallâh   
Rabbenâ yâ Rabbenâ eyle meded   
Rabbüni bildi nefsine âgâh zâkir-i lâ ilâhe illa’llâh           
Reh-i 'aşkunda bî-sabr u şekîbüm yâ Resûlallâh  
Ruhundur nüsha-i pâk-i melâhat yâ Resûlallâh    
Sevdâ-yı sivâdan gec gel hû diyelim yâ hû
Şehâ tevhîdün esrârın diyen bilmez bilen dimez  
Şerm-sâr itme Hüdâyâ rûz-ı mahşerde beni         
Şol gönül kim râh-ı Hakk’a rûz şeb tâlân ola         
Vücûd-ı efhamun cûd-ı Hüdâ’dur yâ Resûlallâh   
Yâ İlâhî eyle tevfîkün refîküm dâimâ          
Yâ İlâhî zikrün ile vir gönüllere cilâ
Yüzünü göreli hayrân olmuşam      
Zikrün ile olmuşam ratbu’l-lisân    
MUHAYYER
Ahvâl-i serencâmum bu sâ'ate irince         
'Aşk-ile yakûb cânı pervâneye döndürdün
Belürse vech-i cânânı bu cism-i cânı neylerler     
Câm-ı 'aşkı nûş idüb sermest-i handân ol yürü    
Cemî'-i enbiyâlardan Muhammed cümlenün şâhı
Cümle 'âlem âşinâ ben arada bîgâneyem   
Derd ehli olan dârunı dildâra satarlar         
Derd-i 'aşka mazhar olmuş bir gönül ister gönül 
Derd-i yâra sabr idersen ey gönül dermân senin 
Derûn-ı 'âşıka hâlet-i fezâdur halka-i tevhîd        
Ey dil eger âkil isen 'aşk-ile mihmân ol yürü         
Ey gönül gel ağlama zârı zârı inleme          
Ey Rasûl-i Mustafâ vu murtezâ yâ Resûlallâh         
Felek gerdişleründen işlerün bilmişlerün gönder
Geldük kapuna ey Hüdâ lutf it bize yâ Rabbenâ    
Gönül senden peyâm-ı yâri özler   
Hezâr vird-i 'aşkum nâle kârum yâ Resûlallâh      
'İzârındur meh-i burc-ı sa'âdet yâ Resûlallâh       
Kad eşrakte’d-dünyâ bi’ş-şemsi vu Mevlânâ        
Kapunda zerreden kemter gedâyum yâ Resûlallâh           
Kûy-ı 'aşkun bana bir kûh-ı tecellî görünür yâ Resûlallâh           
Ne ğam ey dil meşakkatden kerîm Allâh’ımız vardur       
Sensün penâhum ümidgâhum dinle günâhum yâ Resûlallâh      
Şarâb-ı bezm-i vahdetden içüp mestân olan gelsün        
Şübhesiz Firdevs-i a'lâdur Rasûl’ün ravzası          
Yâ Rab beni mesrûr it envâr-ı nevâlünle    
Yeter yandum firâkın âteşine tecellî eyle sultânum Allâh 
Zen-i dünyâya aldanma bu bir mekkâre-i a'zamdur
NEVÂ
Açılaldan ravza-i dil ol gül[-i] handân ile  
'Arz-ı dîdâr eyledikçe şâhid-i envâr-ı hû  
'Aşk-ı Mevlâ’ya her ki bugün yâr oldı         
Bahâ-yı reşh-i la'lün cân degül mi 
Bî-vücûdum 'aşk odı bilsem benüm nem yandurur          
Bulur var mı yolu kandedür dost ili 
Cânumı kurbân idersem nolıser sırr-ı pâk-i Mustafâ’nun 'aşkuna          
Cebînün âyet-i feth-i zaferdür yâ Resûlallâh        
Cemâlün matla-'ı nûr-ı necâbet yâ Resûlallâh      
Cûş idüp gösterdi kesret-i mevcüni deryâ-yı cûd
Çün dosta vâsıl olmadın ağla gözüm anla gönlüm
Çün toğup tutdı cihân yüzünü hüsnün güneşi yâ Resûlallâh      
Derd-i cürme mübtelâyum yâ Resûlallâh meded  
Dil u cân hic karâr itmez tecellî eyle yâ Allâh        
Durmaz yanar vücûdum âh itmeyüp nideyim        
Feth olunca Hak’dan yana yolumuz
Gel berû ey gönlümün sahnunda seyrân eyleyen 
Gel ey bâd-ı sabâ lutf eyle bir kez haber vir bize cânân illeründen        
Genc-i 'aşkdur hâne-i dil halka ızhâr eylemem    
Gerçi ister kullarun envâr-ı zâta irmege    
Gülistân-ı vahdete gir ezher-i tevhîd-ile  
Gülşen-i tevhîd eylersen mekân verd-i 'irfânı bulursun raygân  
Her kimin 'aşkullâhı kalbine mihmân olur 
İdelüm cân-ile Mevlâ’yı taleb          
İhsânuna müstağrakuz yâ Rab nice şükr idelüm   
İlâhî hazretünden matlab-ı a'lâ budur her gâh      
İlâhî vaslun bâğına girmek diler cân bülbüli          
Kudûmun revnak-ı taht-ı risâlet yâ Resûlallâh      
‘Küntü kenz’in sırrıdur dünyâ vu 'ukbâdan ğaraz 
Murâdum senden özge yokdur asla
Mülk-i bekadan gelmişem fâni cihânı neylerem   
Niçe bir firkat-ile yansun cân u dil 
Pâk idegör levh-i dilden mâsivâ illâ ile       
Sallû 'ale’llezî feteha’l-kevne nûruhû         
Subhâne zi’l-lutfi ve’l-ihsân yâ Allâhu yâ Rahmân
Tahkîk ider tasdîkî imâna irmek isteyen    
Tînet-i âdemde konmasa ezel sevdâ-yı 'aşk         
Uyup emmâreye itdüm cihânda bunca evzârı        
Vücûdun itdi Hak dürr-i yegâne yâ Resûlallâh      
Yanmakdan usanmazam pervâne miyem bilmem 
Yüzbin cefâ kılsan bana senden yüzüm döndürmezem   
Zihî 'izzet-fezâdur zikr-i Mevlâ      
Zuhûr-ı kâinâtun ma'denisün yâ Resûlallâh          
NİKRİZ
Bahr içinde katreyüm bahr oldı hayrân banâ         
Ey hakîkat erenleri dost ilinün serverleri    
Ey sa'âdet-i nûr sultân-ı hayru’l-mürselîn
Hayâlün cânlara râhat-fezâdur yâ Resûlallâh         
Müstağrak oldum lütfuna hamd olsun Allâh’ım sanâ        
NİŞÂBÛR
Dergeh-i Hakk’a yüzün sür ber-devâm     
Dermân ara[r]dum derdüme derdüm bana dermân imiş  
İlâhî dilerüm senden 'aşkın vir şevkin vir   
İnilerim dün [ü] gün derdli olan iniler        
Sivâdan kalbüni pâk ît gönül mir'ât-ı Rahmân’dur
PENCGÂH
'Âlemler nûra gark oldı Muhammed toğdu[ğı] gice          
Câm-ı Cem’i nûş itmege cân u gönül eyler taleb  
Cân u dil şehrin ezelden eyledi yağmâ-yı 'aşk      
Cenâb-ı hazretünden oldı ihsân     
Doğdı ol sadr-ı risâlet basdı 'arş üzre kadem        
Sâfiyem sûfî ezelden Hakk’a mir'ât olmuşam        
Tâlibâ gördün mi dünyâ kaydı hic   
Y andı gönülde mâsivâ çün nâr-ı zikrullâh ile       
RAST
'Aşk câmunı Mevlâ’dan nûş idüp evvel çün           
'Aşkunla cihân beste lutf ile 'inâyet kıl       
Bahr içinde katreyüm bahr oldı hayrân banâ         
Ben ol dürr-i me'ânîyüm ki sığmam heft deryâya 
Bir nazar kılsan 'acebdür bu fenânün hâlüne        
Bî-vücûdum 'aşk odu bilsem benim nem yandurur          
Bu mezâhir kim vücûd-ı mutlak ızhâr eyledi         
Cenâb-ı hazretünden oldı ihsân     
Çün toğup tutdı cihân yüzünü hüsnün güneşi yâ Resûlallâh      
Derdimün pâyânı yokdur hâlüm olmuşdur harâb  
Der-i devlet me'âbundan meded kıl          
Dolab niçün inilersün          
Eyâ sultân-ı kevneynün sözün cümle hakayıkdur 
Ey cemâlün matla'-ı Hurşîd-i ikbâl-i kerem          
Ey emîn-i genc-i rahmet mâh-ı ümmet merhabâ 
Ey fahr-ı cihân h’âce-i kevneyn-i müzekkî
Ey saçun zincîrini ve’l-leyl hoş ta'bîr ider  
Ey şifâ-sâz-ı 'inâyât-ı ebed hasta-hâl-i 'aşkınam yâ Rab meded
Gel berû ey yanmağa pervâne-veş nâr isteyen     
Herkes olamaz kâbil-i etvâr-ı hakîkat        
Hüdâ’yı zikr iden şâm seher-gâh   
Kalbi beytullâh olmaz cümleden pâk itmeyen       
Lutf eyleyüp bir kez nazar eylerse ger sultânımız
Merhabâ ey şu'le-i âyine-i sırr-ı Hüdâ       
Mutahhar it beni zenb-i cûddan     
Oldı zâtun çünkü mahbûb-ı Samed yâ Resûlallâh şefâ'at kıl meded       
Sıfâtun 'addına yokdurur nihâyet yâ Resûlallâh     
Sînesi dâgına merhem urmadı        
Tâ'atüm yok gark-ı 'isyân olmuşam yâ Resûlallâh şefâ'at eylegil 
Tâ ezel bezmünde itdüm cân-ile ikrâr dost          
Teşne-i bahr-i muhît olan dile reş neylesün        
Vücûdum tîg-i sehv ü cürmiyle sad-pâre olmuşdur        
REHÂVİ
Bu gülşende hezâr[-ı] bî-nevâyum yâ Resûlallâh 
Dervîş olan kişinün sözleri 'umrân olur     
Ey nefs yeter sehv-i zelel insâfa gel insâfa gel      
Garîk-i cürm ü 'isyânum şefâ'at yâ Resûlallâh       
Habs içün geldi gelür ıtlâk içün fermân bana        
Kılalum 'aşk-ı ilâhî ile safâ   
Subhâne zi’l-lutfi ve’l-ihsân yâ Allâhu yâ Rahmân
Visâlün zevkini eyle müyesser        
Y â Rab lisânumda ezkârımı 'aşk eyle         
SABÂ
Açıldı şevkiyle meydân kanı merdâneler gelsün   
Ben bu nefsin elinden kande gidem Allâh’ım        
Benem ol 'aşk bahresi denizler hayrân bana         
Bezm-i 'aşkın sâkiyâ peymânesidür bu gönül       
Bî-vücûdum 'aşk odı bilsem benüm nem yandurur          
Bu nice dertdür ki düşdi câna dermân istemez     
Cemâlün 'âşıkı neyler cihânı yâ Resûlallâh 
Cemâlün nûruna nisbet cihân şemsi degül zerre 
Cür'a-nûş-ı câm-ı tahkîk-i ezeldür bu gönül       
Çün Medine-i Münevvere ravzuna kıldın vüsûl    
Çün togup tutdı cihân yüzünü hüsnün güneşi yâ Resûlallâh      
Dervîş olan 'âşık gerek yolunda hem sâdık gerek 
Dervîş olan mü'min karındâş tarîkünde sâbit gerek         
Durmaz yanar vücûdum âh itmeyüp nideyüm       
Düşeli bu 'aşkun cânım eline          
Ey habîb-i Hak kerîmü’ ş-şân Muhammed Mustafâ          
Eyledün 'izz u sa'âdetle sefer          
Eyleyüp habl-ı metîne i'tisâm          
Ey şeh-i makbûl Cenâb-ı kibriyâ    
Gaflet ile bana bir hesâb göründi    
Gel ey bâd-ı sabâ lutf it haber vir bana yârümden
Gelmişem vahdet ilinden 'aşk-ıla cihâna ben        
Gülşen-i vahdetde dâim rûz u şeb dil bülbüli       
Habîbullâh cihâna cân degül mi      
İlâhî yâ men müstagrak-ı yemm-i 'isyân    
Kârı zâr oldı hemîşe 'âşık-ı şeydâlarun      
Mevlâ seni tevhîd iden         
Ne var derde düşdüm ise    
Niyâz idüp her seher-gâh   
Nola dil olsa safâdan pür-nûr         
Olmasa âyine-veş kir u sevdâdan dil beri  
Rabb-i ahad ferd-i samed müheyminu’l-cebbâr  
Ravzana çün yüz süren bulur emân
Sâlik mürşidine hizmeti şâhâne gerek       
Sa'y-ile çün bulunurmuş ol Hüdâ   
Tevfîk eyle bizi vuslat yoluna efendüm meded heyâ sultânum meded  
Vech-i küllîden teveccüh kıl Cenâb-ı Hazrete      
Yâ Resûlallâh cemâlün mihr-i mücellâ-yı Hüdâ    
Yûsuf-ı dil câh-ı gamda kaldı hayret vaktidür       
SEGÂH
Bî-vücûdum 'aşk odı bilsem benüm nem yandurur          
Çün togup tutdı cihân yüzünü hüsnün güneşi yâ Resûlallâh      
Durmaz yanar vücûdum âh itmeyüp nideyüm       
UŞŞÂK
Aç gözün gafletden uyan felâh bulmaz nefse uyan          
Allâhümme yâ Hâdî hüva’llâhü hû hû Allâh           
'Âşıkları handân iden Sinânîler derler bize
'Aşk bulan 'âşıklar hic asla bir kâr istemez
'Aşk-ı Hak her kimün yârı ola Allâh
Ateş-i tevhîde yanan yanmadı 'aşk oduna 
Bekkir 'ale’r-revâhil yâ sâbika’l-cemâl       
Bırakdum 'aşkun-ile nâm-ı 'ârum yâ Resûlallâh    
Bî-vücûdum 'aşk odı bilsem benüm nem yandurur          
Bu cân teşne-i visâl-i hazretüne Allâh’ım  
Bu gönlüm şehrini seyrân iderken  
Bugün bize vefâlardur safâ-yı Mustafâ geldi         
Bu nice dertdür ki düşdi câna dermân istemez     
Cemâlün nûrunun 'âşıklarına          
Çıkdum erik dalına anda yedüm üzümü    
Çün togup tutdı cihân yüzünü hüsnün güneşi yâ Resûlallâh      
Dâim salât olsun sana yâ rahmeten li’l-'âlemîn     
Derûnum âteş-i 'aşkunla yandır yâ Resûlallâh      
Diller 'aceb hayrân olur esrâr-ı zikrullâh ile          
Durmaz yanar vücûdum âh itmeyüp nideyüm       
Ey enbiyâlar serveri ey evliyâlar rehberi     
Ey gönül agla dem-â-dem dîde-i pür-hûn ile      
Firkatün oduna yakma kullarun       
Gerci ister kulun envâr-ı zâta irmege        
Gider gayrı gönülden eyle pür-nûr
Gönül Hakk’un cemâl âyinesidür    
H~âb-ı ğafletden uyan uyanayum mâsivâdan cümleten usanayum        
Hak nûrudur rehber bize Nûrîleriz Şemsîleriz      
Hasta diller derdinün dermânı 'aşkullâhdur          
İstersen eger Hakk’ı zikr eyle vu zâr eyle  
Lutf eyle dil-i zâra yâ Rab kerem eyle        
Mey-i 'aşkunla sermest-i harâbam yâ Resûlallâh  
Ol cihan fahrınun sırrına kurbân olayum    
Rahmet oldı 'âleme dîden gelüp fahr-ı cihân        
Ravza-i huld-i berînün 'andelîbidür gönül
Safâ-yı ehl- dil nûr-ı cemâlün yâ Resûlallâh         
Şem'ine pervâneyüm ben yanageldüm bu gice     
Vechi var teşne-i âb-ı keremün olsa cihân
Vuslat-ı Hak ise maksûdun tamâm 
Y ağmaya virme neş ‘eni ' aşk-ile durma tol meded         
Yüregime dost derdi urdı dürlü yâreler     
Yüzüm kara günâhum bî-nihâyet   
Yüzün tâbende-i mihr-i Hüdâdur yâ Resûlallâh   
Zât-ı Hak’da mahrem-i 'irfân olan anlar bizi          
Zulmet-i hicründe bîdâr olmuşam yâ Rab meded 
MAKÂMI UMUMİ
Âfitâb-ı subh-ı mâ evhâ habîb-i kibriyâ    
Bugün Ya'kûb-ı kalbe Yûsuf-ı cândan haber geldi           
Bulan cem'iyyet-i kübrâ olur sâf     
Ey gönül neylersün bu cihânı          
Ey Hüdâ’dan lutf-ı ihsân isteyen     
Ey mazhar-ı cenâb-ı ikrâm-ı levlâk el-meded      
Ey olan bu âşinâ-yı cezbe-i 'aşk-ı Hüdâ    
[İremez ol] sıhhate derdünle bulmazsa devâ        
Levh-i dilden okuyan 'ilm-i ilâhîden sebak           
Rehrev-i râh-ı Hüdâ’ya pişvâdur bu gönül
Tarîkat kurb-ı Rahmân’dur bu meydân özge meydândur
Dîdem yüzüne nâzır nâzır yüzüne dîdem 
Bestesi ve güftesi Yahya Nazim’e ait şehnaz makamında, sengin semai usulünde bir eser, incelenecektir. Eser,’Dîdem yüzüne nâzır nâzır yüzüne dîdem’ mısraıyla başlayan, akis sanatının müstesna örneklerinden olan bir gazeldir. Bestede, gazelin birinci beytiyle üçüncü beyti kullanılmıştır.
Dîdem yüzüne nâzır nâzır yüzüne dîdem 
Kıblem olalı kâşın kâşın olalı kıblem
Cennet gibidir rûyin rûyin gibidir cennet
Âdem doyamaz sana sana doyamaz âdem
Gamzen ciğerim deldi deldi ciğerim gamzen
Bilmem nicolur hâlim hâlim nicolur bilmem
Vuslat bileli hicrin hicrin bileli vuslat
Mâtem görünür şâdî şâdî görünür mâtem
Zahmım göricek cânâ cânâ göricek zahmım
Merhem koyasın bir gün bir gün merhem koyasın
Sende nazarı dâim dâim nazarı sende
Âlem yüzüne meftûn meftûn yüzüne âlem
Olsun ko Nazîm ey gül ey gül ko Nazîm olsun
Herdem gülüne bülbül bülbül gülüne herdem ‘
Gazelin vezni: Mefülü Mefâîlün Mefülü Mefâîlün
Bestenin makamı: Eser, şehnaz makamında bestelenmiştir. ‘Şehnaz Farsça nazlı, şuh, güzel demektir. Elimizde iki yüz yetmiş altı örneği vardır ve yirmi sekizinci sıradadır. Eskiden çok, son zamanlarda daha az kullanılmıştır. En eski makamlardandır.’  ‘Şehnaz makamı, dügâh perdesinde karar eden mürekkep makamlardan biridir. Seyri inicidir. Dizisi hüseyni perdesindeki hümayun dizisine yerinde hicaz ailesini meydana getiren dizilerin yani inici hümayun, hicaz, uzzal, zirguleli hicazın katılmasıyla meydana gelmiştir. Bu makamın birinci derecede güçlüsü, muhayyer perdesidir. Buselik çeşnisiyle yarım karar yapılırken nim şehnaz perdesi yeden olarak kullanılır. İkinci derece güçlüsü ise hüseyni perdesidir. Bu perde hüseyni üzerindeki hümayun dizisinin karar perdesidir. Üzerinde hicaz çeşnisiyle asma karar yapılır. Donanımı yerindeki hicaz dizilerinin donanımı esas olarak alınır. ‘Si’ için bakiye bemol, ‘do’ için bakiye diyez donanıma yazılır. Giriş seyrinde hüseyni perdesindeki hümayun dizisi kullanılacaktır. Bunun için ve diğer gerekli, değişiklikler eser içinde gösterilir.’  Büyük bir zerafet, hayal gücü, hasret ifadesi ve nezaket manası taşır. Masal edasına çok müsait, çok güzel ve karakteristik bir makamdır.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar