BİR MEVLANA AŞIĞI: EVA DE VITRAY MEYEROVITCH
“Hiç insan Mevlâna’yı okuduktan sonra Müslüman olmaz mı?”
“Eva de Vitray Meyerovicth”
Prof Dr. Abdullah
Öztürk
01.11.2015
Farklı kıta ve kollardan geçerek ummana kavuşan nehirler
gibi, farklı dil ve dinlerden geçerek Mevlana ile buluşan Havva Hanım’ın
karşılaştığı gerçekler merak etmeye değer. Çoğu zaman karşılaştığımız öyle
mesajlar ve işaretler vardır ki, onları bazen görür, bazen yaşar, bazen
hissederiz. Öyle mesajlar da vardır ki, ete kemiğe bürünür insan diliyle
görünür, inci gibi sayfalara dizilir. Beklenmedik bir zaman ve mekânda
karşımıza çıkan bu mesajlarla olan tanışmamız belki görünüşte tesadüfle başlar,
hayranlıkla sürer, hikmet ve hakikatle sonuçlanır. İşte Eva de Vitray
Meyerovicth’in Mevlana buluşması da böyle bir mesajla gerçekleşmiştir.
Havva Hanım, 5 Kasım 1909 yılında Paris’in Boulogne
Bölgesi’nde dünyaya gelir. Aristokrat ve dindar bir ailenin kızıdır. İlk
zamanlar elit ailelere mensup öğrencilerin gittiği bir rahibe okuluna gider.
Ama anılarında o dönemden ve rahibelerden pek memnun olmadığını söyler. Sonra
Hukuk Fakültesi’ne girer, akademik kariyer yapar ve kitaplara sığmayacak
başarılara imza atar. Daha sonra Fransa’nın en büyük araştırma merkezi, İlmi
Araştırmalar Millî Merkezi’nde Fizik Bölümü Daire Başkanlığı’na atanır. Bu
kurumda 1935 yılında nükleer fizik dalında Nobel ödülü alan Fréderic Joliot ve
eşi Irene’nin laboratuvarında yönetici olarak çalışır. Bu yıllarda, Muhammet
İkbal’in Mevlana hakkında İngilizce yazdığı “İslam’da Dinî Düşüncenin
Yeniden İnşası” adlı eserine rastlar ve onu okuyunca Mevlana’dan haberi
olur; âdeta dünyası değişir. Kendi tabiriyle, “Ya şimdiye kadar okuduğum
Yunan felsefesinin söyledikleri, ya da Mevlana’nın söyledikleri doğrudur.”
der. Fransızca yazılmış kaynak bulamadığı için İkbal’in İngilizce yazılmış
kitaplarını Fransızcaya çevirir. O yıllarda başladığı “Eflâtun’da Simgeler”
adlı doktora çalışmasını bırakarak “Mevlana Celalettin Rumi, Mistik Düşünce ve
İslam’da Şiir” konulu doktorasına başlar ve bitirir. Bu çalışmadan sonra
İslam’a girmeyi düşünür. Ancak bu Fransa gibi bir ülkede kolay değildir.
Akşamları ihtida etmeye karar verir, gündüzleri vazgeçer. Bir gün, “Ey
Tanrım! İslam’a gireyim mi girmeyeyim mi? Bana bir işaret ver.” diye samimi
bir dua eder. O gece rüyasında mezar taşında Eva adının Arapça “Havva” olarak
yazıldığını görür. Sabah uyandığında ise Müslüman olur. Rüyasını anlattığı
kişilere, “Anladım ki Allah Fransızca da biliyor.” diye espri yapardı.
Müslüman olduktan sonra İslam ülkelerine geziler yapmaya
başlayan Havva Hanım Türkiye’ye gelir. İstanbul’da Halil Can isminde bir
neyzenle tanışır. Halil Can onu Galata Mevlevihanesi’ne götürür. Orada gözü
mezarlığa takılır ve tüyleri diken diken olur: “Bir baktım, üç yıl önce
rüyamda gördüğüm mezar taşımın aynısı orada.” Sözünü ettiği mezar Havva
isminde bir kadına aittir. Mezarlık ise Mevlevi hanımların mezarlığıdır. Çok
duygulanır, ağlar ve kendi kendine “Sen Mevlevi olacaksın.” der.
Bir başka gün yolu Eyüp’e düşer. Orada abdest alıp, namaz
kılar. Onu Eyüp Sultan’a götüren şoför de namaz kılar. Sonra geri dönerler.
Havva Hanım borcunu ödemek üzere parayı uzatır. Şoför ise para almak istemez.
Sonrasında “Ben uzatıyorum, o almıyor. Bu inanılmaz bir şey. Hiçbir ülkede
bunu yaşamazsınız.” diyecektir. İsmini sorduğunda şoför “Ali” der. “Bak
Ali! Bu benim için haram. Bende para çok, sen de bebe çok.” der. İnatlaşma
sürerken Ali, Havva Hanıma dönerek, “Hac?” der. Havva Hanım da “İnşallah bir
gün.” der. Şoför iki elini dua eder şekilde yüzüne sürer ve ona: “İnşallah
sen bir gün hac yapar, Arafat’ta taksi şoförü Ali’ye dua edersin.” Havva
Hanım da “âmin” diyerek kabul eder. Bunun üzerine şoför ücretin yarısını almayı
kabul eder.
Havva Hanım Paris’e döner. Paris’te Müslüman Yazarlar
Derneği kurulur ve Havva Hanım derneğin genel sekreteri seçilir. Daha sonra bu
yazarlar hep beraber hacca giderler. Havva Hanım hac mahallini görünce çok
şaşırır ve onu mahşere benzetir. Kendini başka bir dünyada hisseder ve her şeyi
unutur. Ne evlatları, ne kocası, hiç kimse aklına gelmez. Ama Arafat’a çıkar
çıkmaz İstanbullu taksi şoförü Ali’yi hatırlar ve ağlayarak Ali’ye dua eder.
Havva Hanım kendisine de ilginç gelen bu olayı Paris’teki dostlarına anlatırken
gözlerinden yaşlar akar, “İslam kardeşliği böyle bir şey.” derdi.
Bir ara Mısır Ezher Üniversitesinde felsefe hocalığı yapan
Havva Hanım, dostlarına sık sık şu gerçeği vurgulardı: “Ne gariptir ki ben
de dâhil, Roger Garaudy gibi birçok Fransız filozof İslam felsefesini tanımadan
Sorbon Üniversitesinde felsefe doktorası yaptık.” Paris Sorbonne
Üniversitesinde lisans, yüksek lisans ve doktora yapmış eski bir öğrenci ve
hâlâ o üniversite ile irtibatı olan bir öğretim üyesi olarak ben de bu gerçeği
doğruluyorum. Fransa’daki üniversitelerin felsefe programları incelendiğinde,
İslam felsefesi kürsüsü veya dersi olmadığı görülür. Bu gerçeği iyi bilen ve
yaşayan Havva Hanım, Mevlana anlayışıyla Batı’daki İslam karşıtlığını yıkmaya
çalışır. Batılılar için yazdığı “İslam, l’autre visage” (İslam’ın Güler Yüzü)
bu eserlerinden biridir.
“Ben bir Konyalıyım, kendimi de Türk hissediyorum.” diyen Havva Hanım, bir gün Konya’dan Paris’e dönerken bana,
“Ne olur ben ölünce Konya’da Mevlana’nın arkasında mütevazı bir mezarlığa
defnedilmemi sağla.” diye vasiyet etmişti. Ama kendisine ve İslam’a ters düşen
oğulları yüzünden sağlığında bana yazılı bir vasiyet verememişti. Muhtemelen
onları kırmak ve onlara anlamsız gelen böyle bir teklifle ailede sorun çıkarmak
istemedi. “Sen de benim manevi oğlumsun. Ne fark eder, bir yolunu bul sen
götür, gönülden iste, Allah yolumuzu açar.” demişti. Ben de belki bir belge
ve bilgi olarak işe yarar diye, 1989 yıllarında Selçuk Üniversitesinde yaptığı
bir konuşma sırasında, basın önünde Konya’da gömülmek istediğini sözlü olarak
beyan etmesini sağladım ve böylece bu isteği yerel gazetelere yansıdı. Yıllar
sonra nasip oldu, izin alabilmek için oğullarına yazdığım ikna mektuplarında bu
beyanları belge olarak kullandım.
Yalnız yaşayan Havva Hanım’a Fransa’da Ayşe Şaşı isminde bir
Cezayirli bakıcılık yapıyor ve onunla kalıyordu. Bir gün Havva Hanım
rahatsızlanmış. Sonra hastalığı ilerlemiş, yatağa düşmüş. On gün doktor olan
büyük oğlunun çalıştığı hastanede kalmış. Kocası daha önce ölen Havva Hanım’ın
evli iki oğlu vardı. Büyüğü 14. Paris’teki bir hastanede tıp profesörü, küçüğü
de 16. Paris’te oturan önemli bir avukattı. Ayşe Hanım onların annelerine olan
ilgisizliğinden şikâyette bulunurdu. Ama onun oğullarını aratmayan ve kendisini
yalnız bırakmayan yüzlerce yerli ve yabancı Mevlana dostu vardı. Mesnevi
çevirisini tamamladıktan birkaç yıl sonra, yaşlılığı ve rahatsızlığı yüzünden
bilimsel çalışmalarına ara vermiş ve yatağa düşmüştü.
Nihayet o da her fani gibi, 24 Temmuz 1999 tarihinde, 72 Rue
Claude Bernard Paris 5’teki apartmanın beşinci katındaki dairesinde Hakkın
rahmetine kavuştu. Bakıcısı Ayşe Hanım’ın anlattığına göre ölüm anı çok güzel
geçmiş. Kendisini muayene eden ve onu çok seven Hıristiyan doktorunu beklerken
bizleri, Konya’yı, Mevlana’yı, anmış. Gülümseyerek, “Ayşe seni çok seviyorum,
hep beraber olacağız.” demiş ve şahadet getirerek hayata gözlerini yummuş.
Havva Hanım’ın ölümüne gidemedik. Daha sonra Paris’te onu
tanıyan Türk dostları bana, “Hocam mezarında bir mezar taşı bile yok. Mezarına
bir taş dikebilir miyiz? Burada kimse ilgilenmiyor.” dediler. Ben, “Gerekirse
Konya’da yaptırır göndeririz.” dedim.
Sonra bir aylık bir araştırma izniyle Paris’e gittim. Onu
tanıyan, Yıldız Ay ve Aziz Kaya gibi bazı Türk dostları beni Orly Havaalanı
yakınındaki mezarlığa götürdüler. Her ülkeden insanların olduğu bir mezarlıktı.
Müslümanların bulunduğu sade, gösterişsiz bir alan vardı. Mezarlıktaki yerini
bulduk. Ama Havva Hanım’ım mezarında ismi yazılı bir mezar taşı yoktu. Mezarını
da görevlilerin verdiği numaralardan arayarak bulmuştuk. Ben mezarı görünce çok
kötü oldum. Bir anda aklıma vasiyeti geldi. Her şey gözümde canlandı.
Olanlar karşısında içine düştüğümüz çaresiz ve ümitsizlik
duygular içinde kıvranırken, bir an kıbleye döndüm, ellerimi semaya açarak, “Ya
Rabbi, eğer bu kadın hakikaten samimi idiyse ne olur bunun vasiyetini yerine
getirmemize yardımcı ol! Onu vasiyeti doğrultusunda Konya’ya Mevlana
Türbesi’nin karşısında bulunan Üçler Mezarlığına nakledelim.” diye dostlarla
ağlayarak dua ettik. Bu teşebbüsümüzün asıl sebebi orada mezar defterine bakan
Fransız görevlinin bize aktardığı acı bir gerçekti: Havva Hanım’ın on yıllık
mezar süresi bir yıl sonra dolacak ve bir on yıllık mezar ücretinin ödenmemesi
hâlinde cesedi “Fosse Commune” (Ortak Çukur) denilen kimsesizlerin cesetlerinin
atıldığı büyük bir çukura atılacaktı. Sonra oğullarına mektup yazdım. Çok
uğraştık, çok zorlandık, ama sonunda Allah’ın izniyle mezarını Konya’ya
getirdik…
Havva Hanım Hz. Mevlana’yı dünyaya tanıtan çok önemli bir
isim. Mevlana’nın dev eseri Mesnevi’yi ve diğer birçok eserini Fransızcaya
çevirerek Mevlana’yı tüm dünyaya tanıtmıştır. Fransızca yazdığı, eşim Melek
Öztürk ile Türkçeye çevirdiğimiz “Konya ve Kozmik Raks” olarak Ankara’da
yayınlanan eseri Havva Hanım’ın Konya tarihi ve semaya verdiği önemi yansıtır.
Yine Fransızlar için yazdığı ve imzalayarak Türkçeye çevirmemizi istediği başka
bir eseri de “Mevlana ve Tasavvuf” eseridir. Bu eseri çevirip yayına
hazırladık. Yayın için bir sponsor bulduğumuz an onu da yayımlayacağız. Cemal
Aydın dostumuzun yine Fransızcadan çevirdiği “İslam’ın Güler Yüzü” Havva
Hanım’ın İslam’ı Batılılara tanıtmak için yazdığı diğer önemli kitaplardandır.
Mevlana’nın hemen hemen tüm eserlerini Fransızcaya çeviren
Havva Hanım’la ne zaman bir araya gelsek, şu dört soruyu tartışır, onlara cevap
arardık. Batılıların bize en çok sorduğu sorular bunlardı. Mevlana’yı anlamak
ve anlatmak istetenlere bu dört soruya cevap bulmasını öğütlerdik: “Sizler
Mevlana’da ne buldunuz? Batılılar onda ne buluyor? Mevlana’yı Batılı
düşünürlerden ayıran nedir? Mevlana’nın mesajları 21. asır insanının
sorunlarına hangi cevapları verebilir?”
Eğer Havva Hanım gibi Mevlana’yı bilimsel olarak çeşitli
dillerde Batılılara veya yabancılara tanıtmak istiyorsak mutlaka bu sorulara
cevap bulmamız gerek. Mirasyedi Müslümanlar olarak belki biz bu cevaplara
ihtiyaç duymayız. Ama o zaman da Mevlana törenlerinde Mevlana’yı tanıtıyoruz
diye Konya’ya gelen yabancılara sadece çizgi film seyreder gibi sema
seyrettirir, göndeririz. “Peygamberler bizim soyumuzdan geldi, dini de en
iyi biz biliriz.” diyenler gibi biz de, “Mevlana bizimdir.” der; Mevlana
diyarında sağır gezer, kör bakarız. Zaman zaman Mevlana’ya akın eden
kalabalıkları görünce Mevlana’yı hatırlar, ev sahibi olarak yabancı kalmamak
için beylik sloganlarla “Mevlanamız en şöyle, en böyle” diyerek nutuklar
atarız. İnşallah kendi değerlerinin farkında olan yeni gençler ve
araştırmacılar bir gün bu eksikliklerimizi telafi edecek ve sahip olduğumuz
değerleri ortaya çıkarıp insanlığın hizmetine sunacaklar. Bugün dünyamızın
Mevlana’nın evrensel mesajlarına daha çok ihtiyacı var. Zira bugün dünyamız
“Varsa yoksa benim ailem, benim ülkem, benim insanım!” diyen lider, düşünür ve
entellerle dolu. Bunlardan evrensel barış ve huzur çıkmaz.
Mevlana değerlerini Havva Hanım vasıtasıyla tanıyanlar,
Mevlana ile birlikte Havva Hanım’ın da mezarını ziyaret edip dua ediyorlar.
Maalesef onu ziyaret etmek isteyen yerli ve yabancılar yol üzerinde veya Üçler
Mezarlığında hiçbir yönlendirici işaret olmadığı için onu bulamıyorlar.
(İlgililere duyurulur.)
Sağlığında yaptığı bilimsel çalışmalarıyla Hz. Mevlana’nın
tüm dünyada tanınmasına yardımcı olan Havva Hanım, Konya’da Mevlana’nın
yakınına defnedilerek ölümünden sonra da Mevlana’nın tanınmasına devam
etmektedir. Kendisine Yüce Allah’tan rahmet diler, hayat öyküsünün bizim gibi
İslam’ı hazır bulan Müslümanlara ibret olmasını temenni ederiz.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar