Varidat Analizleri
Vâridât hakkında ba’zı tasavvuf klasiklerinin
tanımlarını özetleyecek olursak: Serrâc’ın Lüma’sında; “Vârid, tecellîden sonra
kalbe gelen ve onu kaplayan bir durumdur. İnsan fiilinin etkisi yoktur.” Hucvîrî; ‘‘Ma’nâların kalbe hulûl etmesiyle
ortaya çıkar.’’
Kuşeyrî; ‘‘Kulun kastı olmaksızın kalbe gelen
hâtırlardır.
Vâridler bâzen Allah’tan, bâzen ilimden gelir.
Vâridin özelliklerine gelince: Vârid;
hapşırığın, hapşıran kimseye üstün gelmesi gibidir. Herhangi bir çabaya,
gayrete gerek kalmadan meydana gelir.
Vârid, Kahhâr isminin tezâhürüdür. Gelen vârid
insandaki tüm isim ve sıfatları siler.
Sülûk ehline vârid zikirle gelir.
Tüm ma’nâlar ilk önce kalbe gelir, sonrasında
dimâğlardan dökülür. Akıl ise o ma’nâyı tefekkür eder.
Kalbe gelen ma’nâlar 4 kısımdır: “Rabbânî,
melekî, şeytânî ve nefsânî.”
İlâhî
ilhamlara muhâtap olan kimseler, gelen vâridin Allah’tan mı?, melekten mi?,
şeytandan mı?, nefisten mi? geldiğini anlamaları kolay olmaz.
Bunu anlamak için vârid sonrası ortaya çıkan
sonuçlara bakmak gerekir.
Rahmânî vâridde; Allâh’ın vechini sürekli bir müşâhede vardır. Allâh’ın vechini murâd
eden kimseye Allah vâsıtasız olarak ikrâm eder. İrâde, teveccüh edene âittir.
Allah kendisine teveccüh edenden hicâb isimlerini ve sıfâtlarını kaldırır.
Korku yok olur. Ve gayb âleminin bilgileri teveccüh eden kalbe açılır.
Melekî vâridde; Melek insanın kalbine zuhûr eder. Eğer Allah ile berâberse, Allâh’ın
teveccühü sürekli ona gelmeye devâm eder. Eğer insanın kalbi nefsi ile
berâberse o kalbi uyar. Şüphelilerden ve mekrûh olan fiillerden uzak durmasını
söyle. Mübâh nîmetlerden faydalanırken avâmın tavrından farklı olmasına dikkat
et. Yoksa pişmanlık ortaya çıkar. Melekî vâridin ardından, soğukluk ve lezzet
gelir. Vârid, elem vererek kişiyi terk etmez, vârid sonrası geriye ilim kalır.
Peygamberimize Cebrâil (aleyhisselâm.)’ın
gelerek peygamberliği müjdelediği sıradaki peygamberimizin hâli melekî vârid’in
etkisini en iyi anlatan olaydır: Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem),
Hirâ mağarasında ibâdet hâlindeydi. Cebrâil (aleyhisselâm) geldiğinde
peygamberimizi bir soğukluk aldı. İlk vahiy inzâl olduktan sonra
peygamberimiz koşarak Hz. Hatîce’nin evine geldi. Soğuktan titriyordu. ‘‘Beni
örtün, beni örtün!’’ dedi. Peygamberimiz biraz uyuduktan sonra rahatladı ve
duruldu. İşte bu olay melekî vâride en büyük örnektir.
Şeytânî vâridde; insana her türlü kötülük, fuhşiyyât ve şirk nüzûl eder. Bu esnâda
eğer kul Allah ile berâberse, Allah o kimseyi muhâfaza eder. Şeytan o kimseyle
uğraştığında o kalbi ele geçirirse kalb şeytana âit olur. Eğer sonrasında
dönerse, günah sadece şeytana âittir. Eğer dönmezse insan, şeytana âittir. Cehennemde
azâbı ikisi birden çeker. Eğer insan, melekle berâberse şeytan onunla savaşır.
Yenerse, geriye Allah kalır. Allah ise kulunu ister zelîl eder, ister muzaffer
kılar. Eğer insan nefsiyle berâberse ona da emelî hoş gösterilir. Eğer insan,
emele yönelirse şeytana âit olur. Halbuki Allah hızlân ile nusret
arasındadır. Şeytânî vâridin ardından;
hayret, sıkıntı, darbe, elem ve ağırlık meydana gelir.
Vârid, şeytânî olduğunda, nefis gelen ilhâmın
ilâhî olduğunu zanneder. Kalb, vâridi almaya başlayınca kalbin sıcaklığı artar,
nabız yükselir, kanın harâreti artmaya başlar.
Mafsallar uyuşmaya başlar. Vücut âzâları
ağrımaya başlar. Böylece vârid gelir, vücûda bir darbe indirerek gider.
Ardından da zillet bırakır. Nefsânî vâridde; nefis dünyâda her türlü nîmetten
faydalanmaya devâm eder, zevk ve sefâ içinde yaşamaktan mutluluk duyarsa,
nefsin âhiretteki hayır nasîbi kesilir. O nefse mükâfât yoktur. Dünyâyı murâd
edene dünyâ verilir. Bu kimselere “abdü’nnefs” denilir.
Kalbe gelen her şey iyi olmayabilir. Bâzen
kötülükler de doğabilir. Bu ise insanı çoğu kez istidrâc’a götürür. Vâridât,
istidrâc’a dönüşmüş olur.
Vâridler tek düze olmaz. Bâzen şiir, âyet ve
hadîs olurlar. Bazen atasözü, şiir, kıssa şeklinde olurlar. Vâridât’ın geliş kuvveti de her zaman aynı değildir.
Vâridât’ın kuvvet derecelerini şu şekilde özetleyebiliriz:
Birincisi, gelen vârid ile kişinin kābiliyyet
ve kuvvetinin eşit olduğu durum. Bu durumda kişi, gelen vâridi kontrol altına
alabilir.
İkincisi, vâridin geldiği kimsenin vâridden
kuvvetli olduğu zamanlar. Bu halde olanlar gelen vâridi başkalarına
hissettirmezler.
Üçüncüsü, kişi vâridi taşıyamayacak kadar
zayıf olduğu vakitler.
Vârid gelen kimse, üçüncü durumda her dâim
gelen vâridin etki alanına girer. Onu kontrol edemez. Vâridler tasavvuf târihinin oluşmasında
vazgeçilmez bir öneme sâhiptirler. Çünkü gelen vârid hakkında mutasavvıflar;
vâridin târihini, şeklini, mekânını kayıt altına almışlardır. Bu sâyede dönemin
siyâsî ve ekonomik özelliklerini, sosyal ve kültürel durumlarını öğrenebilme
şansına sahip olmaktayız
Allâh’ı, Allah’tan bir başkası
sevemez
“Ben gizli bir hazîne idim, bilinmek istedim.”
hadîsi, Allah Teâlâ’nın bilinme arzusunun kâinâtı yarattığını anlatmaktadır.
Âlem, Allâh’ın sevgi ve rahmetinin eseridir.
Ancak bu iki sıfat arasında da bir takım farklar bulunmaktadır. Rahmet, sâdece
Allah’tan kâinâta doğru akar. Tek yönlüdür. Sevgi ise iki yönde de hareket
eder.
İnsanlar Allâh’ı sevebilirken ona rahmet
edemezler. Ancak başka varlıklara rahmet edebilirler.
Mutasavvıflar, Allâh’ın sevgisinin âleme
varlık verdiğini söylerler.
İnsanî sevgi, Allâh’a içtenlikle bağlanma
sonucunda ortaya çıkar. Sevgi ne kadar büyükse, insanın mükemmelliğinin
derecesi de o kadar büyüktür.
Allah, insanları sevmemiş olsaydı insanların
da Allâh’ı sevmesi mümkün olmazdı.
Gizli hazîne hadîsinin özellikle bu yönünü
vurgulamak gerekir. Allah, insanlara olan sevgisinden dolayı onları
yaratmıştır.
Kur’ân “O, onları sever, onlarda onu severler”
âyeti bu düşünceyi doğrulamaktadır.
İbn-i Arâbî “Allâh’ı, Allah’tan bir başkası
sevemez. Allah’tan başka hiçbir âşık ve sevgili yoktur.”der.
Aşk adamları bu durumu ancak her şeyde Allâh’ı
görme makāmında anlayabilirler.
[William Chittick, Tasavvuf, İstanbul 2003, s.
150]
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar