İKİ TARAFÇA OYNANAN KUMAR: REKLAMIN ve BİREYİN ETİĞİ / VARLIĞI
Reha
BAŞOĞUL*
©2005
"Bana öyle geliyor ki bu gizem, kolaylıkla çözülebilecek bir durum olarak görülmesine yol açacak nedenden ötürü çözümsüz bir ey olarak düşünülmektedir."/ Poe, Morgue Sokağı Cinayeti
ÖZET:
21.yy’ın ilk yıllarını yaşayan insanoğlu, tarih boyunca
kendi yarattıkları ile kendi yaşamını zorlaştırmıştır. Silahlar, atom bombası,
televizyon gibi teknolojiye bağlı yaratımlar dışında, milliyetçilik gibi bazı
kavramlar da bu yaşamı zorlaştıranlar arasındadır. “İnsan” içinde olduğu savaş,
iş yaşamı, sanat ve bunun gibi bir çok ortamda, bu yarattıklarına çeşitli
sebeplerle bağlı kalmayı sürdürmüş, ancak yok etmek isteğini, isyanlarını
yansıttığı ya da yeniden türettiği çeşitli konuların başında ya da sonunda hep
karşısına çıkan ve onun tarafından yargılanacağını bildiği kavram 'etik'
olmuştur. Hiç bir zaman kendisini neslini, haysiyetini, hayatını ve zamanını
düşünmekten alıkoyamayan insan ırkı, kendi iç dünyasına çekilince bireysel
etiğinin ona ne gibi kısıtlamalar getirdiğini, ne gibi kolaylıklar sağladığını
düşünmekten kaçamaz. Kurumsal düzeyde ise, akademik ortamlarda yoğun bir
şekilde tartışılan ve zaman zaman küçümsenen etik kavramı hakkında araştırmalar
yapılmakta, kurumsal etik kodlarının kamuoyuna açıklanması gereği
hissedilmektedir.
Ancak bu kurumsal çabalar, doğa, zaman, bilim, teknoloji,
sanat alanında örneğin finansal kaynakların yöneticilerini samimiyetsiz
bulmamızı, toplumsal geleceğe dair umutsuzluk duymamızı engellememektedir. Bu
umutsuzluğun sebebi ticaret ve etik arasında varolan gerilim midir? Kısaca,
ticarette etiğin söz konusu olamayacağı varsayımı mıdır? Tüm bunları
derinlemesine düşündüğümüzde, belki de modern çağda sıklıkla karşılaştığımız
etik kavramının en büyük sorununun, düşünce çağının başlangıcının da sorunu
olması da ilgi çekicidir. Zira etik kesinleşmiş bir tanıma sahip değildir. Etik
kavramının kendisi tam da bir çıkar mücadelesi alanına dönüşmüş ve bu nedenle
de etik kurallar belirlenmesi işi, içinden çıkılmaz bir hale gelmiştir
Etiğe ilginin canlanmasında çeşitli etkenler rol
oynamıştır. Ne var ki, bugün moda olan, felsefenin daimi bilgisel bir alanı
olarak etik değildir. Moda olan,“meslek etiği” denilen ilkelerdir. Bunların en
eskileri bio-medikal etik veya bioetik ve basın etiğidir. Şu anda çeşitli
meslekler ve hizmet alanları da, kendi etiklerini geliştirme çabası
içerisindedir. ‘Etik’le ilgili bir diğer gelişme de, bütün kültürlere saygı
talebinin ve postmodernizmin norm sorunlarına relativist yaklaşımının -”her şey
olur” (any-thing goes) ilkesinin- yarattığı kargaşa karşısında, bazı çevrelerin
“evrensel bir etik” veya “evrenselleştirilebilir bir etik” ya da “global bir
etik” geliştirme girişimleridir. Etikle ilgili bu girişimlerde çeşitli
epistemolojik karıştırmalar dikkat çekmektedir. Bu karıştırmalar da, etiğin,
bugün gündeme getiren ihtiyaçlara cevap verebilecek şekilde geliştirilmesine
engel olmaktadır. [1]
Bu kavram
kargaşasının yarattığı kaosun bir parçası da reklamcılık sektörünü
etkilemektedir. Geçtiğimiz dönemde Türkiye'de bulunan ve ünlü bir reklam
eleştirmeni olan Bob Garfield'a göre reklamların %80'i çöplük [1] olarak
tanımlanabilir. Garfield’ın bu korkutucu nitelendirmesinin etik kavramıyla
birebir ilintili olması, “reklam ve etik” konusunu ele alan bu çalışmanın asli
konusunun tanımlanan çöplüğün yaratıcısı olan reklamcılar olması gerekliliğini
ortaya koymaktadır. Diğer yandan, bu “çöplüğe” ve de mesaj stratejilerine ve
hedef kitle araştırmalarına maruz kalan tüketicilerin bakış açısı da aynı
nitelendirme çerçevesinde konuya dahil olmaktadır. [2] Bazı teknoloji
firmalarının yine reklam yoluyla duyurduğu "reklam"dan koruyan
gözlükler, televizyonlar veya bir ihtimal gelecekte beynimize reklam
mesajlarının ulaşmasını engellemeye kadar gidecek çipler, tüketicinin gözünde
reklam içermeyen mesajlar ve reklam yapmayan kişiliklerin samimi bulunduğu bu
yoğun reklam çağında reklamcılığın da kendi etik sorgulamalarını iyice sorgulaması
gerektiğinin bir delilidir. Yazıda aşağıdaki başlıklara yer verilmektedir.
-
Muamma
Düş: Etik
-
Tek
Ayak Üstünde Bekleyen Yaramaz Çocuklar: Reklamcılar
-
Reklam
Nedir?
-
Reklamın
Kendine Güvendiği Bağımlı Etki: Dürtü
-
Kompulsif
Satın Alma
-
Tükeciyi
Avcunun İçine Al: Davranış Kontrolleri
-
Savunmasız
Beyinlere Sunulan Zehirli Elma Şekeri
-
İdeal
Kadını Yaratma ve Metayı Dayatma
-
Reklamda
Kadın ve Erkek Seks Kölesi mi?
-
Reklamıyla
Reklamcıyı Tavlayan Oyuncak: Tüketicinin arzusunu Kontrol Etmek İçin
Nöropazarlama
-
Medya
ve Reklam
-
Profesyonel
İş Yaşamında Reklamın Etiği ve Etiğin Reklamı
-
Halkla
İlişkilere Geçen “Alınan Mesajı İletme” Görevi
-
Kilit
İsim: Konkur
-
Profesyonel
Bireyin Gözünde Etiğin Algılanması
-
Reklamın
Etiğine ve Varlığına Karşı Tutum Araştırması
-
Araştırma
Analizi
-
Araştırmacının
Yorumu
-
Sonuç
Anahtar Kelimeler:
Etik,Reklam, Toplum, Birey,Tüketim Hastalıklan,Konkur, İş
Etiği, Cinsellik, Meta,Reklamcılık,Pazarlama,Reklamveren,
MUAMMA DÜŞ: ETİK
"Bugünün ütopyası yarının canı ve
kanıdır."/Viktor Hugo
Yunan mitolojisinde
Zeus'un oğlu Plutos sadece akıllı, erdemli, kibar, namuslu insanlar
dışındakilere yakınlık göstermeyerek, onları perişan, zayıf, sefil durumlara
düşürmeyi planlamıştır. Zeus ise oğlunun bu davranışı sonucunda bir grubun
kollanıp diğerlerinin dışlanacağını, insanlar arasında haksızlık ve eşitsizlik
olacağını düşünmüştür. Zeus'a göre herkes eşit şartlarda hayat maratonuna
başlamalıdır, bunun sağlanması için yapılması gereken şey oğlunun tüm insanları
eşit görmesidir ve gereken şey, acı da olsa Plutos'un gözlerinin kör
edilmesidir. Kör olduktan sonra Plutos, ahlaklı, erdemli, bilgili ve namuslu
olup olmadıklarını bilemediği insanların önüne, ayrım gözetmeden, olanaklarını,
maddi ve manevi kaynaklarını sermiştir. Ancak namus, erdem, ahlak kavramları
kendileri için daha az şey ifade edenler, yalan dolan, iki yüzlülük ve
riyakarlık ile Plutos'u aldatarak, bu zenginliklere kavuşmuşlar; bir takım ayak
oyunları, şiddet içeren davranışlar ve siyasi entrikalar ile bu imkanlardan
doğru insanlara göre daha çok yararlanmışlardır. Bu yetmezmiş gibi, bu
kaynakların büyük bölümünden kendileri yararlandıktan sonra, arta kalanları da
yakın çevrelerindekilere, eş, dost, partili gibi kendi benzerlerine
dağıtmışlardır. Ve ayrıca bu düzenbaz kişiler hassas köşe noktalarını tutarak,
namuslu insanların hak ettikleri noktalara gelebilmelerini önlemişlerdir. Bu
nedenle eski Yunan mitolojisine göre erdemli, namuslu, ahlaklı insanlar,
yetenekleri, bilgileri ve kültürel birikimleri ne olursa olsun, zor koşullar
içinde yaşamaya adeta mahkum olmuştur. O yüzden mitolojide, bu insanlara yardım
etmeye çalışan bir sürü tanrı gerektiği söylenir. Ahlak kurallarından yoksun
bir çok sektör açısından, bu tanrılar etik kuralların her biridir.
Etik
kelimesi, köken olarak Yunan dilinde “karakter” anlamını içeren “ethos”
kelimesinden türetilmiştir. Yani “ethos” kelimesinden “ethics” türetilmiştir.
Ethics ise kavram olarak ideal ve soyut olanı vurgulayarak; ahlak kurallarının
ve değer yargılarının ele alınması sonucu ortaya çıkmaktadır.[Mengüşoğlu,
Takiyettin.1965]
Günlük yaşamda insan ilişkileri sürecinin önemli bir bölümü
etik değer ve yargıların ortaya konulması ve uygulanmaya çalışılmasıyla
geçmektedir. Etik ilkelere göre davranmak veya etik dışı bir çok davranışta
bulunmak bireyin kendisinden başlamaktadır. Reklamcılık sektörünün de kaynağını
sosyal yaşamdan alması gerçeğinden hareketle, tüketici bireyin eşi, dostu,
çocuğu, akrabası ya da iş arkadaşlarıyla olan ilişkilerinde oluşan etik
yargıları, bireyin yine reklamları yargılarken temel aldığı asıl yargıyı
tetikleyecek güçtür. Birçok birey ilişkilerinde bazı davranışlara o kadar
alışılmış ve bunlar o denli olağanlaşmıştır ki, çoğu zaman davranışların etik
bir yanı olduğunun farkına nadiren varılabilir. Bireyin yaşantısında, dersi
yardımcısı yürüttüğü halde, ders ücretini kendisi alan akademisyenler, son
kullanma tarihi geçmiş ürünleri satan bakkallar, benzine su katan benzin
istasyonları ya da belediyelerin seçim zamanında hizmetinin reklamını yapmak
amacıyla kaldırımları döşemesi, hep etik dışı ilkelere karşı direnç
oluşturmamıza neden olurlar.
Bu örneklere karşın etik dışı olana karşı direncimizi, neye
göre ve nasıl ortaya koyabileceğimiz hala bir muammadır. Henüz ahlak
felsefesinde dahi kesin bir iyi-kötü ayrımının kurulamadığı bir gerçektir.
Buradan hareketle Ahlak felsefesi alanında beliren ahlak kurallarına karşı
çıkan doktrinin adı “amoralizm”dir (ahlak
dışıcılık). Amoralist ahlak felsefesinde, insanın doğal bir varlık olduğu ve
insanın ahlaki davranışları kadar ahlaki olmayan (gayri-ahlaki )
davranışlarının da söz konusu olabileceği, bu yüzden toplumda ahlak kuralları
oluşturmanın gereksiz olduğu savunulur. Alman düşünürü Friedrich Nietzsche
(1800-1900) “amoralist ahlak felsefesi ” nin başlıca savunucularından birisidir. Nietzsche şöyle
demektedir: “Ahlaki gerçekler diye bir şey yoktur. ” Nietzsche’ye göre insan doğal bir varlıktır. Bu yüzden
insan davranışlarında ahlak ve erdem kadar ahlaksızlık ve erdemsizlik de normal
karşılanmalıdır. Ahlaki ölçüler ve normlar koymak saçma ve gereksizdir.
Gazzali, Nietzsche’den farklı olarak insanların birbirlerini ahlak konusunda
yargılamamaları konusunu işlemektedir. Gazzali şöyle demektedir: (Aktaran:
Kandemir, 1986,64.) “Günahkarın, cifeden daha pis koktuğunu ve pisliğin başkasını
temizlemeyeceğini bilmiyor musun? Böyle iken sen, pis pis koktuğun halde başkasını
temizlemeğe nasıl cesaret edersin. ”
Gazzali’nin ahlak felsefesinde insanoğlunun her zaman doğru yolu
seçemeyebileceği ve bazen yanlış yola sapabileceği belirtilmekte; ancak bir
insanın başka bir insanı ahlak konusunda yargılama hakkının bulunamayacağı
ifade edilmektedir. Gazzali’nin ahlak felsefesine göre her insan farklı
ölçülerde de olsa - farkında olarak ya da olmayarak- gayri ahlaki davranış ve
eylemlerde bulunabilir.
Tarih boyunca ahlak felsefecilerine baktığımızda bu
karmaşanın içinde reklamın ve reklamcılığın etiğini sorgulayacağımız
düşünülmelidir; Protagoras Ahlak’ına baktığımızda
Protagoras (İ.Ö. 482-323)’a göre insan her şeyin ölçüsüdür. Genel geçerliliğe
sahip doğrular yoktur. Doğrular ve yanlışlar insandan insana değişir. Kynik
Ahlakı Sinoplu Diyojen’in (İ.Ö.
412-323) ahlak öğretisidir. Ahlak ve erdem peşinde koşmak doğru değildir. Erdem
tüm istek ve tutkulardan vazgeçerek yaşamaktır. Mutlu olmak için hiç bir şeye
aldırış etmeden yaşamalıdır. “Gölge etme başka ihsan istemem
senden” kinik felsefesinin (kinikizm)
temelidir. Kirene Ahlakı,
Aristippos’un (İ.Ö. 435-355) ‘Haz veren şey iyi, acı veren şey ise kötüdür.’
öğretisidir. İnsanın amacı en yüksek hazza ulaşmaktır. İnsan kendisine haz
vermeyen şeylerden uzak durmalıdır. Kirene ahlakının bu öğretisine, Haz
Ahlakı (Hedonizm) adı da verilmektedir.
Sokrates
Ahlakı ise Sokrates’in (İ.Ö. 469-399)
‘İnsanın temel amacı erdeme ulaşmak olmalıdır.’ Amacıyla özetlenebilir.
Varılacak erdem ancak bilgelikle mümkündür. Eflatun (İ.Ö. 427-347)’a göre ahlaki
davranışların temel gayesi “en yüksek iyi”dir. İyilik erdem demektir. İnsanlar
erdeme; bilgelik, yiğitlik, ölçülülük ve adalet ile ulaşırlar.Aristo (İ.Ö.
385-322)’ya göre toplumda yönetenler ve yönetilenler arasında bir ayrım
yapılması ahlakidir. Aristo şöyle der: “Öküz, yoksul kişinin kölesidir;
yoksul köle de efendisinin...”
Aristo’ya göre toplumda her zaman üsttekiler ve güçlüler yönetir; alttakiler
veya güçsüzler ise yönetilir. Perikles (İ.Ö. 495-429) ‘e göre ise vatandaşlar
kendi özel işlerini yaparlarken kamu işlerinden de kendilerini tamamen
soyutlamamalıdırlar. Vatandaşlar, toplumsal sorunlar ve devlet yönetiminde
ortaya çıkan sorunlarla da ilgilenmelidirler. İlkçağ ahlak felsefelerinden biri
olan Stoa ahlakına göre, doğru yasalar ve kurallar ancak akıl yolu ile
bulunabilir. Stoa ahlakına, “rasyonalist ahlak” da denilmektedir. İlkçağ düşünürlerinden bir diğeri
Epiktetos’un ahlak öğretisinde “bilge odur ki kimseyi kötülemez;
kimseyi övmez; kimseden yakınmaz; kimseyi suçlamaz.”... Bu ahlak felsefesi “sekinizm” olarak da adlandırılmaktadır. Epiküros (İ.Ö. 341-270)’un
ahlak anlayışında mutluluk “erdem” peşinde koşmakla değil, gündelik ve yalın
kaygıların ötesinde sükun ve huzurla temin edilir. Epikürizm ahlak öğretisinde
iki temel ilke söz konusudur. Ataraksia (ruh dinginliği) ve Apathos (ilgisizlik). Bir diğer düşünür Konfüçyüs (İ.Ö. 551-478) şöyle der: “Hiç
erişemeyecekmişsin , yada yitirecekmişsin gibi çalış.” Konfüçyüs, çalışma ahlakının önemi üzerinde duran
düşünürlerin başında gelir. Konfüçyüs’e göre çalışma, mutluluğa ve refaha
ulaşmanın yoludur St. Augustinus (İ.Ö. 354-430)’ın ahlak anlayışı ise şu
şekilde özetlenebilir. “Hiç ölmeyecekmişsin gibi çalış,
yarın ölecekmişsin gibi ibadet et.”
St.Augustinus’a göre, insan Tanrı’nın egemenliğine boyun eğmeli ve Tanrı’ya
ibadet etmelidir. İnsanlar arasındaki eşitsizliklere isyan etmek yerine
Tanrı’ya şükredilmelidir. Niccolo Machiavelli (1469-1527)’nin ahlak anlayışı: “Amaca
ulaşmak için her araç meşrudur.”
Francis Bacon (1564-1626)’a göre ise ancak dinsel inançlar ve buyruklar olmadan
da ahlaklı olunabilir. (Laik ahlak felsefesi) Siyasi liberalizmin kurucusu
olarak kabul edilen John Locke (1632-1704) tarafından baktığımızda bireyin
doğal hakları (yaşam, özgürlük ve mülkiyet hakları) asla ihlal edilemez. Bireyden
ya da devletten kaynaklanan ve doğal hakları ihlal eden her türlü zorlama gayri
ahlakidir. Locke, ahlaki meselelere “haklar” yönünden bakmaktadır.Bernard de
Mandeville (1670-1733)’in ahlak öğretisi ise günümüzü özetler niteliktedir. Ona
göre ahlak denen şey, içi boş bir kavramdır. İnsanlar kendi çıkarları olmazsa,
toplum yararına ve ahlaka uygun davranmayacaklardır. Fransız filozof Henri
Bergson (1859-1941)’un ahlak anlayışında iki türlü ahlak vardır: kapalı ahlak
ve açık ahlak. Kapalı ahlak, bireyin özgürlüğünü dikkate almayan ve zorlama
yoluyla ya da gelenek ya da tabuların baskısıyla oluşturulmuş ahlaktır. Açık
ahlak ise bireyin özgürlüğünü ön planda tutan, değişik kişilikleri hesaba katan
ahlak anlayışıdır. Jeremy Bentham (1748- 1832)’ın ahlak öğretisi de “En
üstün iyi” faydadır yönündedir. İyiyi,
kötüden ayırmak için faydalı olup olmadığına bakmalıdır. Bentham’ın “faydacı
ahlak” anlayışı Hedonizmin bir
uzantısıdır. Bentham şöyle der: “zevkin kendisi iyidir, tek
iyidir...acı kötüdür. İyi ve kötünün başka bir anlamı yoktur.” Bentham’a göre amaç, “en fazla sayıda insanın en fazla
mutluluğudur. ”diyerek faydadının yüzdelik dilimdeki ağırlığı adına ahlakın
varlığını ortaya koyar. Immanuel Kant
(1724-1804)’ın ahlak anlayışına baktığımızda her yerde ve zamanda neyi yapmamız
gerektiğini değil, neyi istememiz gerektiğini savunan ahlak öğretisine
vardığını görürüz. “Sana yapılmasını istemediğini, sen de başkasına yapma.” diyen Kant’a göre insanlar aynı zamanda genel bir yasa ve
evrensel bir kural olmasını isteyecekleri bir kurala göre hareket etmelidir. [34]
Çoğu yazar, sanatçı, bilimadamı ve felsefeci tarafından
sorunun temel noktası olarak görülen Hegel’in Moralitat dediği ve başka dillere
‘etik yaşam’ [Sittlichkeit] olarak çevirilen, tarihsel-toplumsal-törel
gerçeklikten ayrıbir ‘kişi ahlâkı’ ve bunun toplumsal bağlamı üzerine de
çeşitlilik gösteren pek çok görüş ortaya atılmıştır. Şimdilerde geçerliliği
tartışılan bu ayrım düşünülürken, biraz sonra belirteceğimiz gibi, bir de antik
geçmişteki bağlamı unutmamak, böyle bir ayrımın orası ve o zamanlar için de
geçerli olup olmadığını, eğer değilse iki olgu arasında nasıl bir sürekliliğin
bulunduğunu düşünmek gerekmektedir.[4]
Bu nedenle, etik teriminin anlamca açıklığa kavuşturulması
ve ‘etik’ sözcüğüne bugün yüklenen farklı kavramsal içeriklerin ayırt edilmesi,
yalnızca etiğin teorik geliştirilmesinde ilk adım olarak değil, aynı zamanda
özel, kamusal ve meslek yaşamımızda adım başında karşılaştığımız etik
problemler karşısında doğru ya da değerli eylemde bulunabilmek için zorunlu
görünmektedir.
Mesleki etiği sorguladığımızda, gerek meslek kavramının
temelinde olan işbölümünün geldiği nokta olarak ve gerekse de etik alana nüfus
eden bir olgu olarak kapitalizm ile karşılaşırız. Karl Marx’ın “kapitalizmin
sonlu olduğu” tezine karşı teorileri ile bilinen Alman sosyolog Max Weber,
kapitalizmi temelde bir ahlaki öğreti olarak incelenmesi gereken din olgusu ile
açıklamaktadır. Weber’e göre kapitalizmin ortaya çıkmasının zorunlu şartı,
“Protestan Ahlakı”dır. Protestan ahlakı ya da Püritanism, kendi içerisinde
akılcılığı, kazanç arzusu ve işbölümü ile kapitalist zihniyeti taşımaktadır
(Torun, sh: 106)[54]. Bu anlamıyla Protestanlık ile iktisadi kapitalizmin
birlikte ortaya çıkışı, manevi etikle sosyal etiğin ve de mesleki etiğin
örtüştüğü, modern kapitalizmin doğumunu şekillendirir. Kalvinist görüşte olan
ve ilk kapitalistlerin içinde bulunduğu Püritan öğreti, insanların Tanrının
yeryüzündeki aracı olduğunu ve Tanrının büyük azameti için bir meslekte, bir
işte çalışmaları için zorunlu kılındıkları fikridir. Bu fikirden etkilenen
gruplar içerisinde ekonomik başarı yönünde muazzam bir itici güç yaratılmıştır.
Buna inanan kişinin ölçülü ve tutumlu bir yaşam sürmesi gereği de bu itici güce
eşlik etmiştir.
Kapitalizmin ilk döneminde Püritanlar lüksün bir düşman
olduğuna inandılar, böylece zenginliği arttırma dürtüsü kasvetli ve süsten uzak
bir yaşam biçimi ile birleşti. İlk işadamları toplumda önemli değişikliklerin
olmasına yardım ettiklerinin çok az farkındaydılar; her şeyin üstünde dini
motifler tarafından teşvik edildiler. Püritanların din uğruna dünya zevklerini
feda etmeleri - yani kendini inkar etme- şeklindeki yaşam biçimi çağcıl
uygarlığın asıl parçası haline geldi. Weber bu oyuncunun kaderini şöyle
öngörmektedir:
“Püritan bir meslek içinde çalışmak istedi; biz de böyle
yapmaya zorlandık. Münzevilik manastır hücrelerinden günlük yaşamın içine
taşındığı ve dünyadaki ahlakta baskın olmaya başladığında, çağcıl ekonomik
düzenin büyük evrenini oluşturmada rol oynadı... Münzevilik dünyada yeniden
model olduğundan ve ideallerini dünyada yaymaya başladığından, maddi mallar
insanların yaşamında tarihte daha önce hiçbir dönemde olmadığı kadar gittikçe
artan ve sonunda karşı konulamaz bir güç kazandı... Birinin yaşamlarımız içinde
meslek edinme araştırmasındaki görev fikri ölü dinsel inançların hayaletine
benzer. Meslek edinmenin yerine getirilmesi üstün ruhsal ve kültürel değerlerle
doğrudan ilişkili olamaz veya öte yandan bu ekonomik saplantı olarak
görülmemelidir, birey genellikle onu haklı göstermek girişimini bırakır. En
yüksek gelişim alanında, A.B.D: de zenginliğin
peşinden koşma, dini ve etik anlamından soyundu, tamamen
dünyevi hırslarla bağlantılı hale geldi...” (Weber 1976, s. 181-182).
Bir meslek olarak reklamcılığı irdelemek için meslek
ilkeleri, tüketicinin gözündeki etik problemler ve felsefede tartışılan etik
problemleri birbirinden ayırmak ve etiğin teorik olarak geliştirilmesinde ilk
adım olarak değil, aynı zamanda özel,kamusal ve meslek yaşamımızda adım başında
karşılaştığımız etik problemler karşısında doğru ve değerli eylemlerde
bulunabilmek için Hacettepe Üniversitesi Felsefe Bölümü öğretim görevlisi Prof.
Dr. İoanna Kuçuradi şöyle bir açılımda bulunuyor:
"Bir
anlamdaki “etik problemler”, felsefenin başlangıçlarından beri filozofların
uğraştığı ana bir soru ya da problem demetini oluşturuyor: 'erdem nedir?',
'adalet nedir?' ve bunlara benzer birçok soru, Platon’un birçok dialoğunun ve
Aristoteles’in Nikomakhos’a Etikinin merkezindeki konuları oluşturuyor.
Başka bir anlamdaki
“etik problemler”, eylemde bulunmak zorunda olduğumuz günlük yaşamla -farkında
olsak da, olmasak da- doğrudan doğruya ilgili olan problemlerdir.Bu demektir
ki, sizin, benim, günlük yaşamımızda ve meslek yaşamımızda her an
karşılaştığımız ve eylemde bulunmak için şu veya bu şekilde çözmek zorunda
olduğumuz etik problemler, bir filozofun ele aldığı ve cevap bulmaya çalıştığı
etik problemlerden türce farklı problemlerdir: ilkleri, gerçek, bir defalık
problemlerdir.
Böyle bir
problemle belirli bir kişi, belirli bir anda, belirli bir durumda karşılaşır;
dolayısıyla ona verilen ve kişinin o durumdaki eylemini belirleyen cevap
(belirli kişinin bulduğu çözüm), yalnızca o belirli probleme verilen bir
cevaptır. Bu sorunları çözmenin reçetesi yoktur; cevabın her durumda bulunması
gerekir. Oysa ikinci türden etik problemler genel, teorik problemlerdir. Onlara
verilen cevap, felsefî bilgiyi oluşturur. Örneğin: “Doğru eylem nedir?” sorusu
ile “Bu durumda benim ne yapmam doğru olur?” sorusu epistemolojik bakımdan farklı
şeyler soruyor. İlk (fel-sefî) soruya bir cevap, eylemle ilgisinde ‘doğru ’
teriminin kavramsallaştırılmasıdır; oysa ikinci soruya cevap vermek için, kişi,
o belirli, gerçek, somut, tek durumda neyi yapması gerektiğini bulmak
zorundadır. Bunu da, eyleminin değeri için farklı sonuçlar yaratan, farklı
şekillerde yapabilir: bir “doğru eylem” kavramına dayanarak yapabilir, kendisi
için geçerli bir norma göre yapabilir, ya da sadece amacına nasıl ulaşacağını
hesap ederek eylemde bulunabilir. Örneğin “başımı alıp gitmem gerek” diyebilir,
ya da “kardeşimden durumu saklamam gerek” diyebilir. Görüldüğü gibi bu iki
cevabın da felsefeyle ilgisi yoktur. Bu son türden problemlere
“ahlâksalproblemler” de denmektedir."[5]
Alıntıda da belirtilen "bir doğru eylem kavramına
dayanarak yapılan" diğer eylem reklamcılık mesleğine sahip insanların
genel anlamda en büyük savunmasıdır: "Serbest piyasadaki rekabete
tutunmak amacıyla" özetlenen bu
günü birlik reklam savaşlarının sonucunda etik kavramının bir anda yerle bir
olup, daha da kötüsü kendi meslek ilkelerinden ödün vererek yeni gelecek
meslektaşlarına yeni bir "doğru eylem" tanımlaması yapmaları da
-farkında olarak ya da olmayarak " kaçınılmazdır.
Platon’un
diyaloglarındaki Sokrates’in “hiç kimse isteyerek kötü olmaz” kabulüne ve erdem
ile erdemlerin bilgisine olan ihtiyacı ısrarla vurgulamasına daha çok kulak
vermemiz yararlı olur. Bu da, genel olarak eğitimde ve meslekî eğitimde felsefî
etik eğitimine daha önemli bir yer vermemiz gerektiği anlamına gelmektedir.
TEK AYAK ÜSTÜNDE
BEKLEYEN YARAMAZ ÇOCUKLAR : REKLAMCILAR
"Reklam, yasal yoldan yalan söylemektir."/Michael
Jackman
Reklam
eleştirmeni Garfield reklamcılara, "Sizler işadamlarısınız,
sanatçılar değilsiniz!" şeklinde
seslenirken, onları sanatçıdan çok, uzun uzun ve çeşitli parametrelere bağlı
kalarak düşünen, düşündüklerinden neden-sonuç ilişkileri çıkarması gereken
işadamları olarak tanımlaması, birçok reklamcının egolu, hayalgücü yüksek ve
"ne yapsa yeridir" olarak nitelendirilmelerinin karşısında, daha
ciddi bir görünüm kazanmalarını isteyen bir uyarı olarak algılanabilir. Bu
anlatıma göre reklamcı, toplum önünde kendi meslek ilkelerine uyan bir
işadamıdır. Garfield "televizyonda yayınlanan reklamlar, izleyicilerin
reklamları umursamadığına, izlemekten kaçtığına dikkat çekerek, reklam
dünyasına bindikleri dalı kesmemelerini salık veriyor." dese de aslında bir yandan da reklamcıların iki
taraflı bir kumar oynadığının farkındadır. Bu kumarın etik tarafına ulaşmamasının
sebebini de reklamcıların satış için her yolun mübah olduğunu savunması olarak
gördüğü cevabını tekrarlamaktadır: “Doğru eyleme dayandırılarak
oluşturulan yeni eylem olarak” bu
işadamlarının " reklamın tek işlevi olduğunu, bunun da müşterinin satışlarını ve
pazar payını artırmak olduğunu söyleyerek aslında reklamcıların etik
değerlerini hiçe sayan etik günahları işlemesi için bir fırsat veriyor." [6] Garfield reklamcıların, yaratıcı olmak iddiasıyla,
insanların duygularını rencide ettiklerini, sömürdüklerini, utanç verici bir
biçimde, sorumsuz küçük çocuklar gibi başkalarını önemsemediklerini
düşünmektedir.[2]
Reklamcıların
sadece satış amaçlı olduğu konusunda fikirbirliğine vardığı bu karşıt görüş,
Garfield'ın da belirttiği reklam kirliliğinin gerektirdiği ve tüketicinin
reklamdan kaçtığı için daha çok para harcayarak reklam kampanyaları
düzenlenmesine yol açması açısından önemli bir role bürünmektedir. İçiçe geçmiş
bu düğümün gerek tüketicinin, gerek reklamcılık mesleğinin geleceği açısından
aşılması için ortada Machiavelli ahlakında yer alan ‘amaca
ulaşan her yol mübahtıf gibi, amacın
satış olduğu pazarlama ilminde ‘ satmak için her şey mübahtır" vurdumduymazlığının önüne geçecek etik kurallarının
gerekliliği öne çıkmaktadır. Çünkü bu yaklaşım biraz sonra da irdeleneceği gibi
insanlığa ve sahip olduğu en değerli varlığı hislerini sahte- yapısal bir hale
getirdiği için zarar vermektedir
REKLAM NEDİR?
“ Eğer reklam, ne zaman etik değerlere uygun olmazsa
reklamcılık güvenilirliğini kaybeder. Eğer tüketici reklama güvenmezse
Dünyaca ünlü
Ogilvy & Mather reklam ajansından Chris Moore’un “insanlık gibi akıl
arzuyla nerde buluşmuşsa orada her zaman yaşamıştır" [10] şeklinde
tanımladığı reklamın tarihine iki açıdan bakmak gerekmektedir: Modern Çağın
Reklam Tarihi ve İnsanlık Tarihi. [11]
İnsanlık tarihi açısından baktığımızda mağara adamlarının
satış ya da reklam yapmaya veyahut satın almaya ihtiyacı yoktu. Annesi
üşüdüğünü söylediğinde, gidip bir ayı avlayıp kürküyle bu ihtiyacı giderirdi.
Kabile hayatına baktığımızda da korunma ihtiyacı için insanların iletişime
geçmek zorunda olduğunu görürürüz. Takas yoluyla gerçekleşen ya hiç ya da çok
az ticaret vardı ve her aile ihtiyaçlarını el yordamıyla gerçekleştirerek
giderirdi. Kabileler büyüdükçe takasın önemi arttı. Hayvan kürkü takas
yapılacak en önemli malzeme haline geldi. Bunun karşılığında kabile üyesi
kendini korumak için silah ya da yiyecek alırdı. O zamanın satış biçimleri
sözlü, yüzeyüz ve reklam mesajı içermeyen iletişim yöntemlerinden oluşmaktaydı.
[11]
İsa'dan binlerce yıl önce Babilliler stenoyu (bir nevi
madeni levha) bulduklarında üzerine yazılan yazıtlarla bilinen ilk reklamı
yapmış oldular. Tapınak yapımlarında kendi adına şiirler ya da methiyeler
yazdırarak kendi uygarlığının ve karakterinin çağdaş anlamda reklamını yapan
krallar modern reklamcının marka yaratma çabasından pek farklı bir yöntem
izlemiyordu. Reklamcılık bilgisinin ilk yapıtaşlarını ise Napolyon'la birlikte
Fransız mühendislerce Nil Nehri kıyısındaki çamurların içinden çıkarılarak
bulunan Rosetta taşındaki Mısır hiyerogliflere borçluyuz. Bu taşta M.Ö. 2.
yüzyılda Mısır'da yaşamış Yunan/Mısırlı coğrafyacı, astronom ve matematikçi
Batlamyus tarafından kral adına 'Güneşin gerçek oğlu', 'Ay'ın babası' adları
altında ilk reklam posteriyle karşılaşılır. Yazılı bilinen ilk reklam mesajı
yine bu yüzılda Babilliler tarafından ödülleri duyurmak amacıyla tapınak
sütunlarına yapıştırılarak gerçekleştirilmiş fakat yine de bir satış amacı
içermemekteydi. Kurumsal ve satış teklifine yönelik reklamcılığın kökeni de
yine erken Mısır döneminde taşımacılık usulüyle şarap, baharat ya da metallarin
alıcılarına haber verilmesi için oluşturulan duyurulardan oluşmaktadır.
Pompei'de Antik Yunan'da bu şekilde bir çok duyuruyla gelişen ürün ya da
hizmete yönelik duyuru yöntemi Louis VII döneminde şarap tellallarının ya da
göstericilerin şehir duvarlarına etkinliklerini duyurmak için ve bu şekilde
para kazanmak için astığı posterlere kadar gitmektedir. Avrupa'nın Karanlık
Çağı olarak nitelendirilen dönemde savaş sırasında ticaretin devamı için
günümüzün reklamcılarının görevini üstlenen üst sınıfa mensup soyluların
müşterilerine haber vermek için reklam yoluna başvurmalarıyla, reklam satış
amaçlı halini yavaş yavaş almaya başladı. Ve zamanla deniz aşırı ülkelerden
gelen yiyecek, giyecek ya da ham madde ticaretiyle gerçekleşen gelişme reklamın
da yapılmasını zorunlu kıldı. [11]
İnsanlık tarihi içerisinde bu şekilde gelişen ve kökenlere
sahip olan reklamın gerekliliği, endüstri devriminin gerçekleşmesiyle iyice
hissedilmeye başlandı ve reklamcılık 20. yy içerisinde bir meslek dalı olarak
iş hayatının içerisinde önem kazandı. Kendi meslek ilkelerini zamanla
oluşturmaya çalışan reklamcılık
sektörü, profesyonel iş yaşamında firmaların tüketiciye
ulaşması için "ürünün ya da firmanın mesaj ını belirlenen bir kitleye
iletmekle yükümlü olan" konumda yer aldı.
Endüstri devrimi sonucunda ortaya çıkan kitle üretimi,
tüketimi harekete geçirme gereksinimini yarattı. Bu da reklamcılığın bugün
ilinen biçimine ulaşmasını zorunlu kıldı. 1880’lerde “tarımsal üretimin yeni
tekniklerle artış göstermesi ve bunun sonucunda yulaf imalatçısı Crowell’in
depolarında biriken yulafları satmak için yeni bir yol denemeye girişmesi,
doğrudan haneleri hedef alan ilk ulusal reklam kampanyasını yarattı. Yulaf o
yıllarda Amerika’da sadece hayvanları beslemek için kullanılıyordu ve üretim
artışına karşın talebin artışı olanaklı görünmüyordu. Crowell yulaf fazlasını,
kahvaltılık yulaflı gevrekler yaparak ve Amerikalıların kahvaltı kültürünü
kökten değiştirmeyi hedefleyerek eritmeyi denedi. “Quaker” markası ile ürettiği
yulaflı gevrekleri için gerçekleştirdiği yoğun reklam kampanyası, gerçekten de
Amerikalıların kahvaltı kültürünü toptan değiştirirken, aynı zamanda da
reklamın yeni kitle pazarları oluşturulması, yeni tüketim kalıpları yaratılması
ve tüketici tercihlerini değiştirmesi açısından gücünü ortaya çıkardı (Geray,
2003: 30-31)[55].
Reklam; bir ürüne veya kuruma ilişkin mesajın, görüş veya
düşüncenin kitlelere iletilmesi amacıyla, çeşitli duyuruların bir bedel
karşılığında, reklam verenin kimliği bilinerek, değişik mecralarda yayınlanması
şeklinde tanımlanabilir (Çetinkaya, 1992: 18). Hedef kitlesine göre reklamlar
çeşitlendirilmek istendiğinde; tüketici reklamı (hedef kitlesi tüketiciler olan
reklam ), endüstriyel reklam (üreticilere yönelik olan reklam), ticari reklam
(araç kurum ve kişilere yönelik olan reklam), mesleki reklam (meslek adamlarına
veya meslek kuruluşlarına yönelik olan reklam) şeklinde ayrımlar yapmak
mümkündür (Özkale, 1991: 98). Sanayileşme hareketi ile birlikte ekonomik alanda
reklam gelişmeye başlamıştır. Ancak piyasanın genişliği ve alıcıların
psikolojik durumları dikkate alınmadığından devrin başlıca reklam araçları olan
duvar resimleri, günlük gazeteler ve afişler teknik yönden zayıf kalmıştır.
Daha sonraları psikolojik alanda güdüleme araçlarının bulunması ve piyasadaki
tüketici davranışlarının değişik araçlarla etkilenmesi ve bu etkilerin
ölçülebilmesi reklamcılığın gelişmesini sağlayan temel unsurlardan olmuştur
(Bir ve Maviş, 1988: 18-19) [19]
Etik konusundaki araştırmalarıyla tanınan Ottawa
Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Tuncer Ören "profesyonel" i "
bir işi kazanç amacıyla yapan ve bu kazancı sadece parayla sınırlandırmayan
birey olarak tanımlamaktadır. Profesyonelin görevi, bilgi düzeyini devamlı
güncel tutmak, nitelik açısından bireysel yapılan işi çevresiyle
ilişkilendirmeye özen göstermek yanında işini iyi yapmak ve bunu çevresine
kanıtlamaktır. Yaptığı işten coşku ve heyecan duyan, meslek ahlakına uygun
davranan , mesleğini destekleyen ve mesleğinin gerektirdiği işlerin fazlasını da
yapan profesyonel için etik, sürdürülebilirliği sağlayan önemli bir öğedir.
Sürdürülebilir uygarlık açısından etik, uygarlık, sosyal düzen haklar arası
denge ,sorumluluk ilkellikten uzaklık kavramlarıyla ilişkilenmeyi gerektirir.
[12]
Bu
profesyonellik içinde geleneksel düşünceye göre reklamcı;
1-
Tüketicilere
ürünün fiyatını ve özelliklerini anlatmak ve bilgi vermek
2-
tüketicinin
ihtiyaç duyduğu ya da istediği yeni ürünleri tanıtmak için reklam içeriğini
oluşturur. Reklamcılığın işte burada karşılaştığı gerçek etik sorular şu
şekildedir:
-
Tüketici
gibi düşündüğümüzde onun gerçek ihtiyacı nedir?
-
Biz
ne istiyoruz
-
İstediğimizi
isteyebilir miyiz?
Bu sorular ise, felsefenin içindeki etikle profesyonel iş
yaşamındaki etiğin bağdaştığı Sokrates'in şu sorusuna dönüşür: " İnsanoğlu
için iyi bir yaşam nedir?"
Bizlere hep
iyi bir yaşam vaat eden reklamcının sorumluluğu, bu temel soru çerçevesinde
reklamı iyi-kötü, önemsiz-faydalı, kendine düşkün-samimi gibi kavramlarla
ilişkilendirmektir.
REKLAMIN KENDİNE GÜVENDİĞİ BAĞIMLI ETKİ: DÜRTÜ
" Reklamcılık; ahlaki olmayan kuvvete dayanır, tıpkı
aydınlatmayan ama elektroşokla öldüren elektrik gibi. Bu nedenle bu güç , nasıl
kullandığına bağlı olarak oluşan medeniyet kavramında var olmasına
değerdir." Jackson Lears
Reklamcıların
tüketici adına yukarıdaki soruları sorması, aslında onlara isteklerimizin ve
ihtiyaçlarımızın belirleme, bağımsız irade ile karar verme yetkisini ve hakkını
vermek demektir. Bu büyük güç reklamcının elinde inanılmaz bir etki yaratma
dürtüsü uyandırmaktadır. Gerek reklamcının satın alma dürtüsünü yaratması,
gerekse tüketicinin satın alma dürtüsüyle etki altında kalması bu gücün belirli
etik kurallara uyması gerektiğinin açık bir göstergesidir. Varolan psikolojik
ihtiyaçlarımızın (yemek,aidiyet,seks, güvenlik, konfor, güç vb.) reklamcı
tarafından sözle ve direkt olmasa bile sıklıkla sömürülmesi ve bunların
organize bir şekilde yönetilmesi, reklamın etkisiyle bir takım ürünleri satın
alma dürtümüzün uyarılmasına yol açmaktadır. [13]
O’Shaugnessy
duyguların satınalma davranışlarına olan etkisini “duygular davranışı harekete geçirebilir, bir şeyi
öneçıkarabilir, tercihleri yönlendirebilir ve öteki dürtüleri güçlendirebilir.
Bu yüzden, modaya uyma şeklindeki sosyal dürtü, insanın sahip olduğu şeyleri
sergilemeden duyduğu gurur tarafından pekiştirilir.” şeklinde ifade
etmektedir. [Aktaran, Trout ve Rivkin, 1999:49]
Nokta algılamada güdülenmenin oynadığı rol ve algılamanın
seçiciliğe, seçime ve tercihe bağlı görünümü veya niteliğidir. Bbu anlamda
Levine,Chein ve Murphy güdülenmenin algılamanın seçiciliği üzerindeki doğrusal
etkisini ortaya koymuşlardır.Yaptıkları deneyde aç bırakılan deneklere belirli
aralıklarla resimler gösterilmekte ancak resimler bir anlam taşımamaktadır. Bir
diğer kısmı da çok anlamlı bir nitelikte olmamasına rağmen bazı gıda
maddelerine benzer şekilleri de kapsamakta ve nihayet üçüncü bir kısmı da
çeşitli ev eşyalarını ifade etmektedir. Deney açlık süresi arttıkça gıda
maddelerinin daha yüksek oranlarda algılandığını göstermiştir.[56] “ Tüketici
Nasıl Düşünür” kitabının yazarı Gerald
Zaltman’da pazarlamacıların ve reklamcıların tüketicinin bilinci yerine
bilinçdışı hareketlerini öğrenmeleri gerektiğini ve ancak bu şekilde başarıya
ulaşacaklarını söyler: Yemeğin tadını insanın anılarıyla bağdaştırıldığını, .
önemsiz bir ilaç alımında markasız ve fiyatı ucuz ürünü tercih ederken çok
yakın bir hastanız için ulusal ve markalı ürünün tercih edildiğini söyleyen
Zaltman reklamın algılanması ve yargı süreci konusunu şu şekilde anlatıyor:
“ Bir
reklamın samimiyetini yargıladıklarında, tüketiciler verilen sinyallerin çoğunu
bilinçaltında seçerler. Dahası , hem yaratıcı ekipler, hem de tüketiciler, bu
sinyaller için yapılan seçimin farkında değillerdir. Örneğin , bir Pazarın
Zihni çalışmasında , Maya Bourdeau ortaya çıkarmıştır ki, samimiyeti
yargıladıklarında , hem tüketiciler , hem de yaratıcı ekipler, bilinçaltı
neoteni(bebeklere veya yavru hayvanlara olan aşırı ilgi)ile ilgili kriterleri
kullanmıştır. Bize çocukluğu , masumluğu ve saflığı hatırlatan büyü yuvarlak
gözler ve geniş alınlar, neotenik özellikler arasındadır. İnsanlar bebek yüzlü
biri tarafından gönderilen mesajları daha samimi olarak algılarlar; çünkü
bebekleri masum ve dürüst olarak görürler. Ancak bu çalışmada ne tüketiciler,
ne de yaratıcı ekip neotenin gücünü bilinç düzeyinde fark edebilmiştir.”
Bu tespite göre tüketicinin de reklam ve pazarlamacı
tarafında da aslında, tüketici ne istediğini, gerçek anlamda ortaya koyduğunu
göstermez. Bu belirsizliği ortaya kaldırmak için de metafor kullanımının
önemine dikkat çeker. Bunun bir örneği olarak da Chevrolet kamyonetlerinin
başarılı reklamını örnek verir. Firma “ kaya gibi “ reklamını tüketicilerle
yaptığı metafor ortaya çıkarma araştırmasına dayalı olarak tasarlamıştır. Sonuç
olarak fanatik Chevy kamyonet sahiplerinin düşünme şekillerinde mevcut olan
çağrışımları teşhis etmiş ve reklam aracılığıyla bu çağrışımları daha geniş bir
kamyonet alıcısı kitlenin düşünme şekline yerleştirmiştir. “ Kaya gibi”
kelimesi tüketicilerin zihninde dört temel çağrışım yaratır: “kaya” ,“sağlam”
ile “Chevy” “güvenilir” ile “chevy” “kaya” ile; ve “dayanıklı” “güvenilir” ile.
Tüketiciler, bir Chevy kamyonet ve bir kaya arasında bağlantı kurdukları zaman,
Chevy kamyonetlere sağlamlık gibi, kayayla ilgili nitetikler eklerler ve bu
nitelikleri güvenirlik ve güçlülük fikirlerine dönüştürürler. Bir diğer örnek
de bir psikanalizle açıklanıyor: Sigara içmek ve evindeki sigara dumanını
nötralize etmek konusunda bir tüketici kadının düşüncesi, tüketicilerin
iletişim kuruş tarzını ve pazarlamacıların ürünler hakkındaki bilgi sunuş
şeklini sosyal ve fiziksel tecrübelerin beraber çalışma şeklini de ortaya
çıkardığını söylüyor. Bir tüketicinin ifadesine göre, sigara dumanı,
çocuklarının elbislerine, mobilyasına ve arabasının içine sinmiştir. “ Çocuklarım”
diğer insanların evlerini ziyaret ettiğinde , bu insanların beni seyrettiğini
hissediyorum” diye ifade eder. Bu ifade
, görme hissi ile bağlantılı olan sosyal bir sorunu(başkalarının kınaması)
aktarıyor. Mülakatın daha sonraki kısmında ise, kadın “ çocuklarını
almak için uğradıklarında ise hemen ayrılmak için can atıyorlar” der. Bu ifade de sosyal bir sorunu “ ayrılmak
için can atıyorlar” aktarıyor, ancak
fiziksel hareketlerle bağlantılı. Mülakatın başka bir kısmında , koku giderici
ürünün nasıl işe yaradığı konusunda konuşulurken, aynı kadın şöyle ifade eder,”
şimdi, çocuklarım , arkadaşlarının evlerini ziyaret ettiklerinde artık birer
koku bombası değiller.” Bu şekilde tüketici , ürünü sosyal bir problemin çözümü
olarak görür; çünkü ürün koku bombasını imha etmektedir. Çocukların artık
sigara kokmaması ise, kadının “sigarayı bıraktığımı düşünüyorlar” dediği alanı
kapsar. Bu metaforları alan pazarlamacılar reklamın şeklini ve güdülenme
yaratacağı konuları elemine edebilmekte ve adrese teslim yapabilmektedir. Bu
çalışmaların etkisi olarak John Walter Thomson reklam ajansı dahili danışma
grubu için kasıtlı olarak moleküler biyoloji, matematik, mühendislik ve 19.yy.
Fransız edebiyatı gibi bölümlerden mezun olan insanları işe almıştır.
Yaratıcılık ve tüketici sorunlarını anlamakta geniş perspektif kazanan ajansın
müşteri hacmi artmıştır. Zira güdüleme çerçevesinseki resmin renklerinin
cezbediciliği zenginleşmiştir. Güdülenmede bir diğer unsur ise hatıralardır.
Örneğin eşinin gözetiminden rahatsız bir şeker hastası büyükbaba , torunuyla
yaptığı her kaçamakta bir kafeye gidip bir Coca-Cola içmektedirler. Böylece
ürün, torun büyüyüp yetişkin bir birey haline geldiğinde büyükbabayla olan
gizli hatırasını temsil eden bir sembole dönüşmektedir. Bu örnekte görüldüğü
gibi dürtü herkesin gittiği bilinen bir aile pikniğiyle gıda reklamıyla,
mezuniyet töreni ya da evlilikle içecek ve alkol reklamıyla teslim olduğumuz ve
reddedemediğimiz “ben” i temsil eden kendi hatıralarımızla ürün paketinin
içinde sokulabilir.[50]
Zihnimize nüfuz eden süslü görseller karşısında teslim
olmadan, karşılaştığımız bu durumun farkına vardığımızda ya da bu illüzyondan
etkilenmediğimizde reklamın etiği olması gerektiğini bir tüketici hakkı olarak
düşünebiliriz. Türkiye Felsefe Derneği Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Ahmet İnam'a
göre insan dürtülen bir varlıktır. Dürtülmenin ve dürtünün açılımlarını
aşağıdaki gibi belirten İnam'ın söyledikleriyle birlikte reklamcının elinde
nasıl bir güç olduğu ve bizim yönetilen dürtülerimizin kaynağına baktığımızda
ne derece bilinçli bir tüketici olduğumuzu da sorgulayabiliriz.
" Nerelerinden?
Bedeninden öncelikle, somatik dürtü, bedenimizden gelen, türümüzün tüm
bireylerine özgü harekete geçirici, kımıldatıcı güdü. Thumotik dürtü,
duygularımızdan kaynaklanıyor. Noetik dürtü, düşüncelerimizden Oikotik dürtü
ise, çevremizden geliyor.
... Dürtü,
genellikle, somatik boyutuyla sınırlı görüldüğü için, kör dürtü olarak
anlaşılır. Doğadan gelen, kendimizin katkıda bulunamadığı, bizi tutsak alan,
sürükleyen güç. Akıl ise, egemen olduğumuz, bilinçli olarak yaşadığımız
gücümüzdür. Akıl ışık, aydınlık, dürtüler ise kördür. Dürtülerin eline düşmüş
insan sürüklenir durur. Akıl, dürtüleri düzene sokar, dengeler, yerli yerine
yerleştirir.
... Oysa çağın bilgisi, kavramları "içtenlikten"
"içten" (İnnerlichkeit) yoksundurlar. Ezberci, papağan olmuştur
insan. İçinde bilgisi yoktur; bilgi kalıplar, biçimler olarak
"dışarıdan", "kutulardan",
dayatılan eğitim düzenlerinin
kör işleyişinden gelmektedir...............................
Düşüncenin
yaşama uzak düşmesi, yabancılaşması, hastalanması önlenmek isteniyor.
Dürtülerden uzak düşünce, hastadır: Kavramlar hastanesinin karanlık
odalarından, kültürün tümüne hastalık yayar: Kültür, doğadan uzaklaşır, yalancı
kültür olur; sahteci kültür: Yaşamı örten kültür. İnsan, Homo Mendax'a, yalan
söyleyen insana dönüşür.
Dürtülerin
çoğulluğu, tek bir dürtünün insanı ele geçirip yozlaştırmasını önleyecek;
yaşam, zenginliğini dürtülerin zenginliği ile sağlayacaktır; dürtüler
birbirleriyle savaşacak, bu savaşın uyumu, canlı, ateş gibi insanı ortaya
çıkaracaktır. İnsan, içinin içinde yanan ateşte, yaşamdaki ateşte, geleceğin
belirsiz alacakaranlığına dürtülerinin dansıyla yürüyecektir. (Elbette ateşi
yakıp, dürtülerine dans edebilecekleri "trajik" şöleni
hazırlayabilirse!)
İnsan hala
bilgisini dürtüye dönüştür emedi. Teknolojiyi içselleştiremedi. Gönlü ile
bilgisi arasındaki uçurumu nasıl kapatabileceğini o denli denemesine karşın,
hala öğrenmiş gibi görünmüyor. " [14]
Dayatılan
meslek öncesi ve içi eğitime maruz kalan reklamcılar dışında, teslimiyetin etik
kuralların ön plana çıkarılması gerektiğini en fazla hissettirenler, bilinçli
tüketici kitleden ayrılan yaşlılar, çocuklar ve psikolojik hastalıklarla
boğuşanlardır. Felaket durumunda ilk kurtarılması gereken yaşlı ve çocuklar
olmasına rağmen, burada öncelikle satın alma davranışları açısından psikolojik
rahatsızlığı olan “daha vahim” durumdaki insanlara değinmek gerekiyor.
" Reklamcılık
sadece reklamların şeytani şeylere dönüştüğü zaman şeytanidir." /David
Ogilvy
Reklamcıların her zaman bilinçli ya da bilinçsiz gözden
kaçırdığı kompulsif satın alma hastalığı, kişinin dürtüsel olarak satın alma
güdüsünü hissetmesi ve denetleyememesinin sonucunda ortaya çıkan, kişiyi mali
açıdan zor durumda bırakan bir bozukluktur (Black 1996) 1900’lü yılların
başında bu bozukluk ilk olarak satın alma manisi ya da oniomani adıyla ele
alınmıştır. Kraepelin ve Bleuler bu bozukluğu, bir tür patolojik, tepkisel
dürtü olarak değerlendirmiştir. Kompulsif satın almanın temelinde kişiyi
tehlikeye, heyecana sürükleyen dürtülerin yer aldığı belirtilerek, buna bağlı
gözlenen dürtüsel alışveriş bir kumarbazın kumar masasındaki davranışına
benzetilmiştir (McElroy ve ark 1995)[15]
Kompulsif satın alma terimi yerine kompulsif alışveriş,
satın alma manisi, kompulsif tüketim, dürtüsel satın alma, kontrol edilemeyen
satın alma gibi çeşitli terimler de kullanılmıştır (Dittmar ve ark 1995,
Lejoyeux ve ark 1996, McElroy ve ark 1994). Günümüz toplum yaşantısında alışverişin
boş zamanları değerlendirmede bir yaşam biçimi, bir aktivite olarak
algılanmasına paralel olarak planlanmayan, gereksinim duyulmayan eşyalara
yönelik alımların sıklığının daha da arttığı gözlenmektedir (Kuo 1996).
Kompulsif satın almanın toplumda sık olarak görüldüğü, ancak tanı ölçütlerinin
kesin olmaması nedeniyle, sıklığının yapılan tanımlamanın içeriğine göre % 1.1
ile % 5.9 arasında değişebileceği bildirilmiştir (Lejoyeux ve ark 1996) . [15]
Kuzey Amerika’da ve Avrupa’da yapılan bazı çalışmalarda ise
erişkin nüfusta şiddetli düzeydeki kompulsif satın alma oranının % 5 ile % 10
arasında olabileceği öngörülmüştür (Kuo 1996). Bu kişilerin, utanç
duymalarından dolayı hastalıklarını gizlemeleri, görülme sıklığının düşük
saptanmasına neden olmaktadır (McElroy ve ark 1995). Bozukluk kadınlarda daha
fazla görülür.
Literatürde yapılan üç çalışmada, kadınların oranı % 80 ile
% 92 arasında değişmektedir (Christenson ve ark 1994, McElroy ve ark. 1994,
Schlosser ve ark. 1994). [15]
Hastalık
sıklıkla büyük borçların oluşması, bu borçları ödeyememe, yasal maddi sorunlar,
suçluluk duyguları, evde alınan eşyaları koyacak yer kalmaması, alışverişlerde
aşırı zaman kaybedilmesi gibi durumlar sonrasında açığa çıkar. Bu anlamda henüz
reklamcı için bir sorumluluk doğmamıştır. Ancak hastalık mutsuzluk, yalnızlık,
öfke, engellenme ve irritasyon gibi olumsuz duygular yaşayan kişide alışveriş,
kişinin kendisini mutlu, güçlü, üstün, yeterli ve rahatlamış hissetmesine yol
açmaktadır. Bununla birlikte kompulsif satın almanın, kişide bulunan içsel
boşluk hissini tam olarak ortadan kaldıramaması ve uzun süreli bir etkiye sahip
olmaması kişideki depresyonu artırabilmektedir (Lejoyeux ve ark 1996).
Kompulsif satın alma ile depresyon arasındaki ilişkinin temelinde düşük benlik
saygısının yattığı düşünülmektedir (Christenson ve ark 1994). Bu kişilerde
satın alma yoluyla düşük olan benlik saygısının arttırılması, kişinin dayanma
düzeyini aşan stres, engellenme ve depresyonla baş etmede önemli bir rol
üstlenmektedir. Bu biçimde kompulsif satın alma, depresif düşüncelerden kaçınma
düzeneği olarak kullanılmaktadır.[15]
Daha da
ilginci araştırmalar; tüketicilerin belirli satın alımlarını yanlış olarak
algılamadıklarını ve yapmış oldukları bu alımlardan hoşlandıklarını ortaya
koymuştur. Rook ve Gardner (1987) çalışmasında deneklerin sadece %8 sinin
yaptıkları plansız satın alma davranışından dolayı kendilerini kötü
hissettiğini saptamıştır fakat %75 gibi büyük orandaki denekler yaptıkları
plansız satın alma davranışlarından dolayı kendilerini mutlu hissettiklerini
belirtmişlerdir (Beatty ve Ferrell, 1998). Hausman (2000) plansız satın alma
davranışı ile eğlence, sürpriz, heyecan ve yenilik gibi hedonik ihtiyaçların
tatmini arasında bir ilişkinin olduğunu ifade eder. Çalışma süresince yaptığı
görüşmelerde bazı deneklerin alışverişi bir görev olarak algıladıklarını ve
başkalarının sahip olmadığı farklı ürünler aradıklarını, bazı deneklerin
alışveriş bir terapi olarak gördüğünü ve terapiste para vermek yerine alışveriş
yaptıklarını bazılarının ise kendileri için alışveriş yaptığını ve eve dönüp
paketlere bakıp neler aldığını incelemesinin, kendilerini iyi hissettirdiğini
ifade etmektedir.
Plansız alışveriş yapanların büyük oranda erkeklerden
oluştuğu ve medeni hal açısından da bekarların nispeten daha fazla oldukları
gözlenmektedir. Öte yandan ise hazcı tüketim sergileyenlerin ağırlıkta evli ve
bayan olma eğilimde olduğu anlaşılmaktadır. İki grup arasında gelir açısından
çok belirgin fark olmamakla birlikte plansız davranış sergileyen grubun daha
çok alt gelir grubuna dahil olduğu ve daha çok serbest meslek sahibi kişilerden
meydana geldiği görülmektedir. Plansız davranış sergileyenlerin çoğunlukla
eğitim seviyesinin görece olarak düşük olduğu ve yaş olarak da genç olduğu
anlaşılmaktadır. Hazcı tüketimin ise ev hanımları arasında, nispeten yüksek
eğitim seviyesine sahip 25 üstü orta yaş grubunda yaygın olduğu ifade
edilebilir. Bu bilgiler ışığında satınalma kararlarında enformasyon araştırma
ve bilgi kullanımı açısından plansız alışveriş yapanların rasyonel olmaktan
uzak, dışsal faktörlerin etkisi altında ve çoğunlukla da spontane karar almakta
olduklarına işaret etmektedir.
Satın almada, içsel gerginlik yaşamamak için, kullanılan
tipik stratejiler arasında anlık hislere göre karar verme, bilinen markaları
tercih etme, aynı markayı tercih etme veya eş dost tavsiyesine göre tercih
belirleme veya satın alma yoludur. Öte yandan hazcı tüketimi benimseyenler ise
daha çok ürünlerin fonksiyonel özelliklerinden ziyade kalite, imaj, estetik ve
bilinirlik ve moda gibi özelliklerini kriter olarak kullanmaktadır. Bu grupta
da bilgi kullanımı sınırlı olmakla birlikte, kişilerin modayı izleme ve ürün
kalitesi konusunda bilgi sahibi olmaları veya ürünün sosyal beğenilirliğini
birer kalite veya üstünlük kriteri olarak algılama ve karar verme yoluna
gitmektedir. Başka bir ifade ile, kalite ve imaj ip uçları araştırmanın yerine
geçmektedir.[46]
Reklamcıların,
aramızdan herhangi birinde çeşitli sebeplerle ortaya çıkabilecek bu kişisel
davranış bozukluğunu, aslında ürün segmentine uydurarak hedef kitle belirlerken
dikkate almaması, habersiz olması ya da habersiz gözükmesi ve araştırma
girişiminde bulunma sorumluluğunu üstünden atmak istemesi, tüketicinin bilgi
eksikliğinden faydalanma olarak değerlendilip etik kurallarına uymazken[48]
gerek kendilerini gerek reklamverenleri gerekse toplumsal davranışlarımızın ne
denli bilinçli tüketimi mümkün kıldığını sorgulamamız açısından önemlidir. En
ufak bir dürtü kaynağına maruz kaldığımızda ikna edilebilmiş olmamız, satın
alma davranışlarımızın yönlendiricisi olan toplumbilimcilere, psikologlara
reklamverenlere olduğua kadar reklamcılara büyük bir sorumluluk yüklemektedir.
Bir yandan pazarlama kitaplarında başarı olarak nitelendirilen psikolojik
segmentasyon öğelerinin, diğer yandan bireylerin satın alma bozukluklarına
işaret etmesi, baş edilmesi güç bir sorunla uğraşmamıza neden olmaktadır:
Reklamcı ve reklamveren, etik değerleri ve toplumsal faydayı gözeterek bu
durumun sorumluluğunu üstlenmesi gerektiğini bilmekte midir?
TÜKETİCİYİ AVCUNUN İÇİNE AL: DAVRANIŞ
KONTROLLERİ
“Rüzgarın yönünü değiştiremediğin zaman,
yelkenlerini rüzgara göre ayarla.”/Xsentius
Reklam ve pazarlamacılar, belirledikleri hedef kitle için,
pazar araştırma şirketlerinden aldığı tüketicinin satın alma ve sosyal yaşam davranışları
verileriyle, firmanın mesajını en uygun dilde tüketiciye iletmek isterler.
Etiğe uygun görsel ve yazılı mesajlar verildiğini düşünmek için tüketici
davranışlarını kontrol altında tutma yöntemlerini incelemek gereklidir.
Tüketici davranışları ise üç temel yaklaşım içerisinde ele alınarak sistematik
olarak pazarlamacılar tarafından çözümlenmeye çalışılmıştır.
1.
Ön
Yaklaşımlar (a priori),
2.
Deneysel
Yaklaşımlar (emprikal),
3.
Derleme
(eclectic) yaklaşımlar.
Bu modelleri Pazarlama Bilimi konusunda yayınladığı
kitaplarla bilinen Kotler şöyle özetlemektedir.
(a)
İktisadi
güdülere ağırlık veren Marshallian iktisadi modeli,
(b)
Öğrenme
esasına dayalı Pavlovian modeli,
(c)
Psikoanalitik
güdülere önem veren Freudian psikoanalitik model,
(d)
Sosyo-psikolojik
faktörler esası üzerine kurulmuş Veblenian, sosyo- psikolojik model,
(e)
Örgütsel
faktörlere dayalı Hobbesian örgütsel faktör modeli.[24]
Güdülenme
konusunda psikologlarca günümüze kadar pek çok kuram geliştirilmiştir. Ancak
kuramların, evrensel boyutlarda benimsendiği söylenemez. Her bir kuram, insan
davranışlarını birbirinden farklı varsayımlara dayandırmaktadır. Dolayısıyla,
insan davranışlarını tüm yönleriyle ele alan ve inceleyen bir kuram da
geliştirilememiştir. [24]
Güdülenme konusu şu iki soruya yanıt
aramaktadır.
1.
Bireyi
bir iş, bir eylem yapmak için harekete geçiren nedir?
2.
Birey
neden bir iş veya bir eylemi değil de bir başka iş veya eylemi tercih
etmektedir? Belli bir davranışı ortaya koymaya yönelten itkiler nelerdir?
1.
Pawlow’un
Öğrenme Modeli
Pavlov modelinin savunucuları kusursuz bir davranış kuramı
geliştirdiklerini ileri sürmemişlerdir. Modelde, algı, bilinçaltı ve
kişilerarası etkileşim gibi önemli oluşlar üzerinde hiç durulmamıştır.
Yıllardan beri geliştirilen bu model bugün, dört temel kavrama dayanmaktadır.
Bu temel kavramlar, istek, uyarıcı, tepki, pekiştirme’dir."
Pavlov'un
modelinin pazarlamacılar için ayrı bir önemi vardır. Örneğin model, reklam
stratejisi alanındaki genel ilkelerin neler olabileceği konusuna ışık
tutmaktadır. Resimler, renkler ve sözcüklerden oluşan bir reklam uyaranı,
tüketiciyi harekete geçirecek özenle yapılmalıdır. Tepkiler, kendisini
uyaranların kontrolü altındaki davranışlardır. Genelde bu davranışların
otomatik sinir sistemince yönetildiği var sayılır. Bu nedenle birey, bu tepkilerini
bilinçli bir şekilde kontrol altında tutamaz. Koşulsuz uyaranla,
koşullandırılmamış uyaranın eşleştirilmesi sonucu, koşulsuz uyarana karşı
gösterilen tepki, koşullandırılmamış uyarana gösterilen tepkinin benzeridir,
refleksler, heyecanlar gibi. Bu nedenle de insan davranışları, tepkili
şartlandırma süreci ile değişikliğe uğratılabilir. Örneğin insanların etkisiz
(nötr) duygulara sahip olduğu yeni bir ürünün, heyecan verici spor
karşılaşmaları sırasında reklamı yapıldığında, bu ürünün heyecan verici olaylarla
devamlı biçimde eşleştirilmesi sonucu, ürünün tek başına heyecan uyandırmaya
başlaması mümkündür. [24]
2.
Freud’un
Psikanalitik Modeli
Freud ise ruhsal yapıyı bir buz dağına benzetir. Buzdağının
suyun üzerinde kalan küçük parçası bilinci simgelerken, altta kalan büyük kütle
bilinç dışı bölgesidir. Bilinç dışı alanındaki gereksinimler, istekler,
bastırılmış düşünce ve davranışlara yön vermektedir. Buna bağlı olarak,
yalnızca bilinci çözümlemeye yönelik olan psikolojik yaklaşımlar, "insan
davranışlarına yön veren güdülerin anlaşılabilmesinde yeterli olamayacağı
gerçeğini de ortaya koymaktadır." [24]
Freud'un
modeli, tüketici davranışları konusunda, ekonomik faktörler kadar sembolik
faktörlerle de bireylerin satın alma işlemine girişebileceğini belirlemektedir.
Örneğin, kadınların yaz tatili için bikini veya tanga türü bir mayo alımında,
iktisadi faktörlerden çok seksüel faktörler rol oynayabilir. Tüketicilerin
düşlerini, korkularını ve ümitlerini esas alan uyarıcılar, rasyonel temaları
işleyen uyarıcılardan çok daha başarılı olabilirler. Freud'un modelinin
tüketici davranışlarına uyarlanmasında karşılaşılacak en büyük güçlük, modelin
tek başına tüketicilerin davranışlarını açıklayamayacağı ve ölçme ile
ölçümlemeden kaynaklanmaktadır. [24]
-Abraham Maslow’un İnsan Gereksinmeleri
Hiyerarşisi
İnsanları
belirli bir davranışa yönlendiren temel etmen, onun gereksinimleridir. Abraham
Maslow, insan gereksinimlerini önem sırasına göre belli bir hiyerarşi (basamak)
içine yerleştirmiştir. Maslow'un gereksinme basamakları şunlardır:
1.
Fizyolojik
gereksinimler (Açlık ve susuzluk gibi fizyolojik gereksinimler)
2.
Güvenlik
gereksinimi (Fiziksel yaşamın devamı, tehlikeden korunma, korku duymama,
güvenlik içinde olma)
3.
Sosyal
gereksinimler (sevme, sevilme, ait olma, kimlik duygusu, özben)
4.
Saygınlık
gereksinimi (başarı, tanınma ve statü sahibi olma)
5.
Kişilik
geliştirme (kişinin yaratıcı yeteneklerini kullanabilmesi)
Maslow, bilinen 5 maddelik gereksinimler
dizisine, daha sonra iki yeni gereksinim eklemiştir. Bunlar:
6.
Bilmek
ve anlamak arzusu,
7.
Estetik
gereksinimlerdir.
"Bu ayırıma göre (tüketim
davranışının çıkış noktaları belirlendiğine göre), her gereksinim dilimindeki
kişileri ayrı bir tüketici grubu gibi düşünmek gerekir."
Maslow'un
modeli çeşitli yönleri ile eleştiriye uğramıştır. Bunların içinde en önemlisi,
bütün kişilerin gereksinimlerini aynı sırayı izleyen kalıpların içine
sokmaktır. Bütün insanların, aynı şekilde ve aynı şiddetle bu gereksinimler
tarafından motive edildiğini söylemek pek mümkün değildir. Aslında Maslow da, bir
bireyin fizyolojik gereksinimlerinin %85'ini, güvenlik gereksiniminin %70'ini,
sosyal gereksinimlerinin %50'sini, kendini gösterme gereksiniminin %40'ını ve
kendini tamamlama gereksiniminin ise ancak %10'unu tatmin etmiş olabileceğini
öne sürer. Telimen'e göre, "modern teknoloji tarafından yaratılan yüksek
hayat standardı insanların fizyolojik ve kendini emniyette hissetme
gereksinimini yeterli derecede sağlamaktadır." Lanquar ise, gelişmiş
ülkelerin açlık diye bir sorunu olmadığını aksine, zevkle döşenmiş sofralarda
yemek yemenin zevkine vardıklarını söyler. Güvenlik gereksinimi de çok farklı
nosyonları kapsamaktadır. Sosyal, psikolojik, ekonomik, can ve mal güvenliği,
ırz güvenliği, hastalıklar, hijyen bu gereksinimlerden bazılarıdır. [24]
3.
Engel,Kollat
ve Blackwell Modeli
Genel olarak
tüketici davranışlarında ve satın alma kararında beş önemli aşama vardır. EKB
Modeli, bu aşamaları esas almakta ve aşamalara etki eden içsel ve dışsal
etmenleri anlatmaktadır.
-
Sorunun
tanınması: Bireyin bir ürünü satın alma isteğinin başlaması ile satın alma
kararının ilk süreci de başlamıştır. Bu noktada tüketici davranışının
çözümlemesi bakımından bilinmesi gereken şey, sürecin başlamasına yol açanın ne
olduğudur?
-
Araştırma
(Bilgi toplama): Sorunun farkına varan veya satın almaya karar veren birey bir
takım bilgi kaynaklarından yararlanacaktır. Bilgi kaynakları nelerdir? Etkileri
bireyde nasıl olmaktadır? İkinci aşama bu sorunları inceler.
-
Alternatiflerin
Değerlendirilmesi: Satın almaya karar veren ve araştırma yapan bireyin karşısına
bu kez benzer ve çok çeşitli markalarda ya da modellerde ürünler çıkar.
Tüketici bunlar arasından, kendisini cezbeden seçeneklerden birisini
seçecektir. Ancak, hangi ölçüt ve etmenler etken olmaktadır da, tüketici/alıcı
o ürünü bir diğerine tercih etmektedir? Seçenekler birey tarafından hangi ölçüt
ve etmenler kullanılarak sıralanmıştır? Veya satın alma eğiliminin
güdülenmesinde hangileri daha etkili olmaktadır?
-
Seçim:
Tüketici var olan seçeneklerden hangisini tercih etmelidir?
-
Sonuçlar
(Satınalma sonrası değerlendirme): Satın alma sonrasında tüketici doyum veya
uyumsuzlukla karşılaşır. Doyum durumu, satın alma kararıyla, bu karara etki
eden etmenlerin uyum içinde olduğunu gösterir. Doyum, bir geri besleme ögesi
olarak, bilgi ve deneyimler aracılığıyla yeniden sisteme katılır. Uyumsuzluk
ise, karar sonrası şüphe durumudur. Ve kararın yeniden denetlenmesi sürecini
başlatır.
EKB Modeli,
karar alma süreçlerini nüve olarak almakta ve diğer dış ve iç etkenlerle bunu
açıklamaya çalışmaktadır. "Esas olarak kara kutu modeli;
girdilerin, kara kutu içindeki değişkenlerin, sosyal ve çevresel etmenlerin ve
sonuçların belirlenmesiyle daha ayrıntılı olarak gösterilmesidir." Model, sorunun tanınması aşamasından başlar, daha
doğrusu sorunun tanınması başlangıç olarak ele alınır ve karar süreci
aşamaları, modeli meydana getirir.[24]
1980’li yıllardan itibaren motivasyon, yetenek ve fırsat
faktörlerinin düşük düzeyde bulunduğu tüketicide duygusal öğelerle tutum
oluşturma eğiliminde bir artış görülmektedir (Mac Innis ve Jaworski, 1989:
1-23).Yapılan araştırmalara göre, reklam mesajını beğenen, seven ve bu mesaja
yönelik olumlu tutumu olan kişilerin reklama konu olan markaya karşı olumlu bir
tutum geliştirme ve satın alma niyeti taşıma olasılıkları oldukça yüksektir (Mitchell
ve Olson, 1981, 318). ‘Reklam tutumunun transferi’ adını taşıyan modele göre;
öncelikle mizahi üslup, müzik, hayvanlar, çocuklar gibi dikkat çekici
faktörlerin kullanımı ile reklam mesajına ilişkin bir tutum oluşturulur. Mesaja
karşı oluşan olumlu tutum, marka hakkında bilgilenme isteğini arttırır ve bu
istek zaman içinde marka tutumu haline dönüşür. Olumlu marka tutumu ise satın
alma niyetinin meydana gelmesinde etkili olur (MacKenzie vd., 1986, 130).
Reklam mesajlarında hedef kitlede çeşitli yeni duygular
canlandırma veya yaşanmış duyguların anımsanmasının sağlanması ve marka ile bir
duygu arasında ilişki kurulmasının gerçekleştirilmesi çalışması sık olarak
uygulanır (Fridja, 1987: 153). Ünlü Levi’s firmasının gerçekleştirdiği bir
kampanyayı bu çalışmaya örnek olarak göstermek mümkündür (Pelsmacker vd., 2001:
76). Bu kampanyada,reklam mesajında insanlarda mutluluk, neşe gibi duygular
yaratan ‘The Jokef isimli şarkı
reklam müziği olarak kullanılmış ve şarkının yarattığı bu tür duyguların Levi’s
markasına transferi sağlanmaya çalışılmıştır. Gerçekten de bir süre sonra
yapılan araştırmanın sonuçları Levi’s markasının insanlara mutluk, neşe gibi
duyguları anımsattığını göstermektedir. [47]
Harward
Üniversitesi’nde pazarlama alanındaki çalışmalarıyla ünlü Theodore Levitt "bir
şiir, bir tapınak, bir Cadillac- Hepsi ruhumuzu yükselten şeyler olarak
bilincimizde yer etmiştir ve sıradan aktivitelerimizin sembolik yorumu
hayallerimizin vaadini bize sunar."
diyerek abartının ve coşkunun sanat gibi içsesimize yaklaşma isteğinin
reklamcılıkta da oldukça fazla yer ettiğini anlatır. Çoğu edebiyatçının ve
grafik sanatçısının reklamcılık sektöründe yer almasının bir sebebi de budur.
Tüketicinin zihnine ulaşmak ve davranışlarımızı kontrol etmek için kullanılan
reklam dilinin bilincimize estetik biçimde hitap edip ilgimizi çekmesi
gerekmektedir. Reklamlarda kullanılan dil hem görsel-işitsel, hem de dilsel
nitelikleri içermektedir. Bir malı pazarlarken yapılacak olan reklamda aranan
en belirgin özellik, o reklamın önce kolaylıkla okunabilir, sonra da kolayca
anlaşılabilir olmasıdır. Yapılan incelemelerin sonunda ortaya çıkan gerçek,
reklam dilinin odak noktasının şiirsi dilde bulunmasıdır. [18] Bu nitelikler
reklam metinlerinde aranan en belirgin ögelerdir. Gereksiz bir şekilde manipule
edilen arzu ve ihtiyaçlarımızı kontrol etme yöntemleri 3 şekilde
kategorilendirilebilir. [13]
1.
Övgüyle
Söz Etme:
Abartılı,
fantastik ve imkansız olduğu aşikar iddialarda bulunmak. Bu yöntem bizim gizli
bıraktığımız psikolojik ihtiyaçlarımıza hitap etmektedir. Legal ve başarılı bir
reklam tekniğidir. Örneğin Bir kozmetik firmasının "Diğer kadınların sizi
öldürmeyi isteyeceği kadar güzel olacaksınız" sloganıyla yola çıkması
gibi.
2.
Dolaylı
ya da Yanlış Bilgi Verme:
Mesajın
rotasını ürünün içerdiği gerçek anlamı kullanmadan ya da birebir doğruluğunu
yansıtmadan bilinçli bir şekilde marka kimliğini anaphora ve anadiplosis adı
verilen yinelemelerle pekişterek değiştirme.
Örneğin:
Emlak Kredi'ye bugünden gelin.
Bugününüz
için, yarınınız için...
Kendiniz
için, çocuklarınız için... [18]
Avea’nın
diğer operatörden kendi operatörlerine geçtiğinde her zaman istenilen numaranın
aynı kaldığını her aboneye mevcut numarası temin edilir’ şeklinde dile getiren
vaadini getirememesi...[28]
3.
Bilinçaltı
Reklamcılığı:
Sinemalarda sık sık kullanılan ve zaman zaman cinsel obje
olarak düşünülen sinema sanatçısının sigara yakmasıyla ya da kola içmesiyle
uyanan ürünü satın alma dürtüsü, ya da fotoğrafların içindeki harflerin
örgüsüyle firmanın ismini yerleştirmek gibi..
Bu 3 yöntem bizi, kendi irademizle seçmemizden alıkoyarak
etik ilkelerini olduğu kadar vatandaşlık ve insan haklarımızı ihlal eden[16]
reklam teknikleri olarak karşımıza çıkar. Ve nereye, hangi noktaya, nasıl
ulaştığından habersiz bir biçimde, "sadece satın alınıp
alınmadığı konusunda tüketicinin dürtülerini" inceleyen pazar araştırmaları kullanılarak, önüne gelen
"brief'i (firmanın pazarlama stratejisini reklam ajansına aktardığı
açıklama metni) değerlendiren reklam yaratıcılarının, yarattıkları reklamın
satın alımından önceki ve sonraki detaylarıyla ilgilenmediklerini gösterir.
Örneğin Peugeot’un reklamında "O”na sahip olamamak ne
kadar utanç verici" cümlesinin
kullanılması kimi uzmanlara göre bir espiri olarak algılansa da reklamın
tüketiciye gerçek vaadinin almadığı takdirde utanç duyacağını sunması ve
arzulanabilirlik yaratması olması, etik ilkelere uymamaktadır. Elbette
reklamcılardan bir akademisyen gözüyle her türlü reklamın psikanaliz etkisini
değerlendirmeleri beklenmemelidir. Ancak satış için abartı, yanlış bilgi verme
ve bilinçaltına ürünün özelliklerinden fazla duygu hissi verilmesi bu kadar
reklamcılar tarafından iyi bilinirken bahsi geçen etik sorumluluklar içinde
reklamcının bu üç metodu toplum yararına kullanmadığı, aynı zamanda verilen hissin
Maslow’un açıkladığı gereksinimlerden “anlamı ve estetik ihtiyaçlarını” sömürdüğü açıktır.
Reklamveren firma tarafına baktığımızda ise ”Kötü
ürüne iyi reklam firmayı batırır.”
sözünü hemen hemen her reklam ajansı ve reklamveren bilmektedir. Çeşitli manipulelerle
tüketicinin zihnine giren reklamlarda, reklam ajansı ürün ve firma bilgilerine
bakarak ürünün mesajını tüketiciye iletir. Ancak reklamın vaadi firma
tarafından gerçekleştirilmiyorsa, reklamveren firma ve reklam ajansı zor
durumda kalmaktadır. Reklamlarında ‘ Türkiye ’nin her yerine 24 saat
içerisinde kargonuzu ulaştırma garantisi’
sloganını kullanan MNG Kargo müşterisinin bunun gerçekleşmediğinden ve paketin
hala ulaşmadığından şikayetçi olması, ‘Kesintisiz internet sloganıyla ortaya çıkan ADSL reklamlarına rağmen
tüketicinin memnun edilememesi, ''İnsanların güvenini kaybetmektense para
kaybetmeyi tercih ederim'' sloganıyla var olan Bosch’un müşterisinden üründen
şikayetçi olduğunda tamir için tekrar para talep edilmesi, ürünün gürültüsüz
vaadiyle sunulmasına karşın aşırı gürültülü olması, Garanti Bonus Card’ın ’ Peşin
fiyatına 12 taksitle’ sloganına güvenip
NetCell bayisine giden bir tüketicinin 240 Milyon TL yerine 340 Milyon TL
üzerinden taksitlendirilmesi gibi, “başarılı” reklamlara inanan ancak aynı vaadi satış noktasında
bulamayan müşterilerin tüketici haklarının gündeme gelmektedir. Ancak tüketici
haklarından sadece reklam yayınlandıktan ve tüketici satış noktasında ürünle
buluştuktan ya da kullandıktan sonra değil, reklamın yayınlanması sırasında da
sözetmek gerekmektedir. Sanayi ve Ticari Bakanlığınca Resmi Gazete vasıtasıyla
açıklanan ve denetlemesi yapılan “Ticari Reklam ve İlanlara
İlişkin İlkeler ve Uygulama Esaslarfna
dair yönetmeliğin ikinci bölüm Madde 7-c uyarınca reklamlar, özellikle aşağıda
belirtilen konularda, eksik bilgi vererek, anlam karışıklığına yol açarak veya
abartılı iddialar ileri sürerek yanlış izlenimler yaratmak suretiyle tüketiciyi
doğrudan ya da dolaylı olarak yanıltabilecek ifadeler ya da görüntüler
içeremez. Bunlar;
1)
Malın
yapısını, bileşimini, üretim yöntemi ve tarihini, amaca uygunluğunu, kullanım
alanları ve imkanlarını, verim ve performansını, miktarını, ticari ya da
coğrafi veya jeolojik kökeni, çevreye etkisi gibi özelliklerini,
2)
Mal
veya hizmetin değeri ve ödenecek gerçek toplam fiyatını,
3)
Kiralama
yoluyla satış, kiralama, taksitle satış ve kredili satış gibi diğer ödeme
şartlarını,
4)
Teslim,
değiştirme, geri alma, garanti, bakım ve onarım şartlarını,
5)
Telif
haklarını; patent, marka, faydalı model, endüstriyel tasarım, coğrafi işaretler
gibi sınai mülkiyet haklarını ve ticaret unvanlarını,
6)
Resmi
tanınma ya da onay, madalyalar, ödüller ve diplomalarını,
7)
Sosyal
amaçlı yardımları,
8)
Hizmetlerin
niteliklerini, kapsar.[33]
Bu kurallara tabi olan reklamveren firma
ve reklamajansı bilgiyi deforme etmeden ürünün ana ve yan vaatlerini eksiksiz
şekilde etüd etme zorunluğundadır.
SAVUNMASIZ BEYİNLERE SUNULAN ZEHİRLİ
ELMA ŞEKERİ:
"Eğer reklamlar, çocukların beynini istila edip,
ebeveyn görevlerine el koyarak zorla ailenin içine girmişse ve de aileler
marketle çocuk arasında bir aracı olmaktan öteye gidemeyecek kadar alçalmışsa,
işte bu; gerçekten günümüzün sosyal devrimidir." / Jules Henry
Çocukların reklam izlemesinde karşılaşılan bir durum,
reklamcıların ürün bilgisi konusunda çocuk psikiyatristleri tarafından
yönlendirilmesi gerektiğini ortaya koymaktadır. Örneğin Mini Cheetos’un
reklamında "dik kafana hüplet” sloganının kullanılması hem doktor hem anne
olan bir tüketiciyi uyarı noktasına getirmiştir. Küçük taneli yiyecekleri
‘hüpleterek’ yeme sonucunda, yiyicek taneciklerinin çocukların soluk borusuna
kaçma riski olduğunu belirten tüketici, reklamın yayından kaldırılmasını ve bu
tür bilinçsiz ürün kullanımlarına reklamlarda yer verilmemesini istemektedir.
Bir diğer şikayet ise Saray Çikolata reklamlarında sebze ve meyveleri görüp
yüzlerini buruşturan çocuklar nedeniyle, sebze ve meyvenin kötü tanıtıldığından
şikayet eden bir tüketici tarafından dile getirilmektedir. Bu şekilde yanıltıcı
ve ürün satışında çikolatayı tercih ettirmek için, sebze ve meyvelerin
çocuklara kötü bir imajla sunan reklamlar, aslında reklam içeriği yaratmak ve
ürünü arzulanır kılmak adına varolan doğru beslenme alışkanlıklarını da yanlış
göstererek çocuklar üzerinde olumsuz etki yaratmakta ve çocukların beslenme
alışkanlıklarının gitgide bozulmasına neden olmaktadır.[31]
Bu noktada çocuk ve gençlere yönelik ürünler üreten
firmalar ve onların çalıştıkları reklam ajanslarının, genç beyinlere sahip
kitlelere doğru mesajlar iletebilmek için çocuk psikiyatristlerinden yardım
almaları gereği ortaya çıkmaktadır. Yardım alınan kişilerden biri olan ve
yaklaşık 20 yıldır zengin banliyö bölgelerindeki ve şehir merkezlerindeki
çocuklar üzerine çalışan Dr. Allen Kanner, her geçen gün çocuklarda daha fazla
doyumsuzluk ortaya çıktığını, ürünlere aşırı ilgi duyulduğunu ve çocukların
inanılmaz bir tüketim çılgınlığının içinde olduğunu belirtmektedir.
Büyüdüklerinde ne olacağı sorulan çocukların, çabuk bir şekilde para kazanmak
isteği içinde olduğu, arkadaşlarının kim olduğu sorulduğunda hangi arkadaşının
ne giydiği ve üzerinde ne yazdığından bahsettikleri, fakat insani
özelliklerinden bahsetmediklerini söyleyen Dr. Kanner, ailelerin oldukça
şikayetçi olduğu bu durumdan televizyonu ve reklamları sorumlu tutmaktadır.
Televizyonun çocukları depresif, hırçın ve uzlaşmacı olmayan tutumlara ittiği
ve gitgide doyumsuz hale getirdiğini belirten Kanner, televizyonda izlediği bir
reklamda gördüğü ürünü isteyen çocuğun, ailesi tarafından reddedildiğinde
kişisel tatminsizlik yüzünden arkadaşları içinde “yetersiz birey olacağı”
endişeşiyle depresif bir karaktere büründüğünü ileri sürmektedir.
Hayatın içindeki davranış ve tutumlarda olduğu gibi
reklamların etkisindeki davranış ve tutumlarda da çocukluk dönemi ve yetişkin
psikopatolojisi açısından erken çocukluk dönemi son derece önemlidir.
Çocukların kişisel psikolojisi üzerine çalışmalarda bulunan Prof. Anna
Ornstein, çocukların bireysel özelliklerini belirlemede çeşitli dış etkenlerin
önemli olduğunu ve bu dış etkenlerin kalıcı karakter özelliklerini
dönüştürdüğünü şu şekilde belirtiyor:
“Bunun bir
nedeni vardır. Erken çocukluk döneminde çocuk bireysel özelliklerini
vurgulamanın yanı sıra artan özerkliği ve kendinde ısrarcılığı ile bakım veren
kişiyle arasında kurulmuş olan "etkileşimli düzenleyici sisteme"
(Sander 1975) yeni nitelikler kazandırır. Çocuk kendilik organizasyonu açısında
yeni bir aşamaya gelmiştir. Bu aşamada kontrolünü kaybetme korkusu yaşayan bir
anne için çocuğunun artmış güç hissi tehdit edici olabilir. Bakım veren kişi kaygılı
bir şekilde kontrol sağlamaya çalışırsa, aralarında mücadele başlar ve çocuğun
kendinde ısrarcılığı amaçsız ve sıklıkla yıkıcı bir saldırganlığa dönüşür
(disintegrates) ”.
Diğer yandan Lichtenberg (1989) bir gruba bağlı olmayı,
davranışı güdüleyen 5 sistemden biri olarak kabul etmiştir. Bir gruba bağlı
olmayı bağlanmanın bir şekli olarak değerlendirmek, niçin bazı çocukların
kendilik nesnesi olarak bazı gruplara bağlandığını anlamada yardımcı olabilir
Günümüzde çocukların henüz yeterince olgunlaşmadan değişen
yaşam tarzları ve çeşitliliğine uyum göstermesi beklenmektedir. Bu kuşakta
yaşıtlar, öğretmenler ve diğer toplum kaynakları 2 yaş ve öncesinden başlayarak
çocuğun kişiliği ve güçlülük ya da güçsüzlük hissinin gelişimi üzerinde bir
takım etkilerde bulunmaktadır. Başka bir deyişle çocuklar birincil bakım veren
kişiyle ilişkisinde, yeterli kendilik organizasyonlarını oluşturmadan çok önce
bakıcılar, kreş, anaokulu, spor klupleri gibi bir çok yapı ile daha geniş bir
sosyal çevreye giriyorlar. Ek olarak eğer birincil bakım veren kişiler çocuğun
gelişimsel ihtiyaçlarını karşılamada reddedici ya da duyarsız ise, böyle bir
çevreye uyum sağlayan çocuğun patolojik bir gelişimi olacaktır. Öfke,
saldırganlık ve mazokistik özellikler ve bunların savunma karşılıkları olarak
kibir, mağrurluk, küstahlık gelişen kişilikte yerleşmeye başlar.” [22]
36 aylık bir bebeğin yaklaşık 100 markanın logosunu
tanıdığını söyleyen Kanner, reklam savaşları içerisinde savunmasız biçimde
takip edilen çocukların ve gençlerin acımasızca harcandığını belirtiyor. [21]
Teksas A&M Üniversitesi’nde pazarlama profesörü olan
James U. McNeal, firmaların çocuk ürünleri pazarındaki karlılığın ne olduğunu
çok iyi bildiğini ve bu yüzden çocuklar üzerinde değişik stratejiler
izlediklerini söylüyor. Bunlardan bir tanesi, çocukların harcamaları için
aileleri tarafından verilen harçlıkların aile tarafından yönlendirilmesi, fakat
firmaların geleceğin marka tüketicisini yaratmak için bu etkiyi ortadan
kaldıracak reklam kampanyaları düzenlemesi biçiminde ortaya çıkıyor. 1997 yılı
itibariyle 12 yaş altı çocukların harçlıklarının 24 milyar dolarlık bir pazar
yarattığı, bu pazarın 2001 yılında 35 milyar dolara yükselmesi ve firmaların bu
pazarda kendilerine yer bulabilmek için çocukların zihinsel gelişimlerine zarar
verecek bir şekilde pazarlama politikaları uyguladığı McNeal tarafından
belirtiliyor. Tüm bu saldırgan politikalara karşın, çocukları korumak için
Kanner ve diğer çocuk hakları savunucuları, çocuklar üzerinde araştırma yapan,
hakkında danışmanlıkta bulunan ya da reklam yapan firmalardan belirli bir harç
kesilmesini öneriyorlar ve bu paranın çocuk gelişimine destek vermek için
oluşturulan fonlara aktarılmasını istiyorlar. Yaratılan bilinçsiz reklam
stratejilerine karşı, reklam ajanslarına ve pazarlama firmalarına, şimdiye
kadar bu firmalara yapılan danışmanlıklarla hipokrat yeminine aykırı
davranarak, zararlı reklamlarla çocukları negatif yönde etkilenmesine neden
olan psikiyatristlere, bilinçli çocuk psikiyatristleri vasıtasıyla müdahale
edilmesi, firmaların ve reklam ajansalarının doğru reklam metodları konusunda
bilgilendirilmesi, kontrol altında tutulmasını öneriyorlar. Bir çok firmanın
çocuk ürünleri içermese de, örneğin bir araba reklamında bile çocuklara sevimli
gelecek özellikler tanıtarak, çocukların zihnine girdikleri ve aileleri etki
altında bırakmak istediklerini söyleyen uzmanlar reklamcıların olgun bireylerle
çocukları ayırt etmeye yanaşmadığını ve öldürücü stratejiler izleyerek bu
pazarı etik olmayan yöntemlerle ele geçirmek istediklerini söylüyorlar [20
Diğer yandan New Jersey’de asistan profesörlük yapan S.
Paine çocuklara ulaşmak için çocuk psikiyatristlerinin kullanılmamasının
başlıbaşına etik dışı olduğunu belirtiyor. “Eğer psikologları bu işten
çekersek, bu yaratım sürecindeki karar alma mekanizmalarını nasıl kontrol
altına alacağız” diyen Paine, sadece Philadelphia’da ‘Kid2Kid’ adı altında çocuk pazarı için danışmanlık yapan 500
firmanın olduğu söylüyor ve bu firmalarda çalışan psikologların etik sorumluluk
içinde olması gerektiğini ve Kanada ve Avrupa’daki gibi çeşitli standartların
acilen oluşturulmasının gerekliliğini belirtiyor. [21]
Önlemler alınana kadar bu savunmasız ortamda çocukların
topluma nasıl yetişkin bireyler olarak kazandırıldığını ve sağlıklı bir çocuğun
gelişim sürecini düşündüğümüzde, kendini yeterli bir birey olarak hissetmek
isteyen çocukların, grup içerisinde reklamların etkisi ve vaatleri altında
ideal çocuk tanımlamalarının baskısı altında kaldığı görülüyor. Kendini bir
arkadaş grubu içinde tanımlayan çocuk ya da gençlerin, istenilen ürünün
kendisinde olmadığını hissettiğinde nasıl içsel problemler yaşayacağını Prof.
Anna Ornstein şöyle anlatıyor:
”Ergenlik
döneminde kendilik bütünleşmesi ve benlik saygısını düzenleyen sistemler ayrı
bir önem kazanır. Özellikle cinsel ve bilişsel alandaki olgunlaşmanın sonucunda
ergenin "ben- merkezciliği" artar. Beden ve zihin ile aşırı uğraşı ve
bunların işleyişi ergenin aşağılık ve güçsüzlük hisleri ile mükemmellik ve
büyüklük hisleri arasında gidip gelmesine neden olur. Gelişimsel olarak artmış
bir kırılganlığın olduğu bu dönemde ergenin onaylanma ve önem verilme ihtiyacı
da artar. Bununla birlikte ergenin kısmen karasız olan doğası, uygun çevreye
karşın bu kabulün oluşmasını zorlaştırır yani çevresinin eşduyumsal
başarısızlıklarının olma ihtimali artar. Bütüncül bir kendilik ve güvenilir bir
düzenleyici sistemi olmadan ergenliğe giren gençler için bu daha da güç
olacaktır. Bu durumda kendilik bütünleşmesinde yardımcı olacak cevaplılıkta ve
ergene önemli olduğunu hissettiren bir gruba dahil olma ihtiyacı özel bir önem
kazanır. Grup ergene ailenin sağlamakta çoğunlukla başarısız olduğu ait olma
hissi, onaylanma ve kabul görme hissini sağlar. Ayrıca ebeveyn yokluğu ya da
alkolik, şiddet uygulayan ebeveyne karşıt olarak güçlü bir liderlikte sağlar.
... Grand
Canyon filminin bir sahnesinde, genç adam yaşlı olandan eğer bir silaha sahip
olmaz ise yine de ona saygı duyulup duyulmayacağını öğrenmeye çalışmaktadır.
Bu, genç adamın silahı olmadan itibarı olmayacağını ve saygı bekleyemeyeceğini
gösteriyor. Yaşlı olan isteksizce ona katılır: silahın olması korku yaratır ve
bu genç adamın saygı oluşturması için tek yoldur. ”[22]
Yaratılan
basılı ve görsel reklamlarda bir kıyafete, bir ayakkabıya, bir oyuncağa ya da
ebeveyninin çatı katılı bir eve, hızlı bir arabaya sahip olamadığında reklam
mesajının içeriğinde “sahip olamazsan mutlu olamazsın” “ kendini gerçekleştir”
anlamı taşıyan sloganlarla süslenip neredeyse 18 yaş olarak tayin edilen
erişkin yaşına gelmemiş genç bireylerin önüne konulmasının sakıncaları bu
yüzden bireysel değildir, toplumsaldır ve hepimizi etkilemektedir. Grup içinde
kendisini önemli görme ve ayırt edilme şartının ürünlere endekslenmesi
yukarıdaki örnekte olduğu gibi saygı oluşturmak için insani özelliklerin hiçe
sayılması anlamına gelmektedir ve mesleki etik kavramlarla
bağdaşmamaktadır.[48]
İDEAL KADINI YARATMA VE METAYI DAYATMA:
"Sınırsız olan iki şey vardır: dişilik ve onu
sömürmenin yolları." Jean Luc BESSON
Her gün izlediğimiz reklamlarda, dizilerde, filmlerde,
magazin programlarında, haberlerde kadının toplumsal yaşamda nasıl görüldüğünü
ve bunun nasıl pekiştirildiğini hep birlikte görmekteyiz. Kadının medya’da ya
da reklamlardaki konumlandırılması sadece kadınları değil, çocukları ve
erkekleri de etkilemekte ve kadınlara karşı tutumlarını değiştirebilmektedir.
Kadın, cinsel meta, anne, eş, şiddet uygulanan kadın ve de bunların bütününde
dişi rolüyle zihinlerde konumlandırılmaya devam edilirken, anne ve eş olan
kadının toplumsal rolü de üç biçimde karşımıza çıkmaktadır: Temizlik, yemek ve
çocuk bakımı. [25] Bununla üretilen ise bu şekilde aile içindeki
sorunların,çatışmaların ve eşitsiz iş bölümünün tamamen görmezden gelinerek
onun yerine, kadının ezilmesi pahasına, ailenin uyumu, mutluluğu ve
birlikteliğinin öne çıkarılmasıdır.
Temizlik ve
gıda ürünlerinin reklamlarında, en çok anne ve eş olarak kadın, onlardan sonra
da ikinci sırada çocuklar, ailenin yaşlı kadınları yer almaktadır. Reklamların
kadınları güzel, bakımlı ve formdadır. Bu kadınların yerleştirildiği mekanlar
çoğunlukla mutfak, banyo ve alışveriş merkezidir. Kadınlar ev işi yapmaktan
dolayı memnun, huzurlu ve tatminlidirler. Örneğin Ariel reklamında 'Hayal
edin', 'İyi hissedin' sloganları eşliğinde ev işi yapan kadının kendine olan
güven duygusu pekiştirilir. İdeal bir dünya çizilir ki bu dünyada kadın Omo
reklamında olduğu gibi 'her gün bir sürü işi aynı anda ve üstelik dört dörtlük'
yapar. Ideal dünyanın "mükemmel" kadınının üzerindeki yük ve eşitsiz
işbölümü görünmez kılınır. İdeal dünyada ev işleri bazen de Sinderalla öyküsü
içerisinde sunulur. Örneğin Marc sarı güller temizlik ürünü reklamında sıradan
bir yaşamın içindeki kadın, ev işi yaptığı için büyülü bir dünyaya geçmekle
ödüllendirilir: Bu büyülü dünya ise evliliktir. Kadın gelin olarak
"Prensine" kavuşur. Persil ve Hes reklamlarında görüldüğü gibi,
kadınlar ev işini daha iyi yapma konusunda birbirlerini karşılaştırılmakta ve
"daha mükemmel olana" öykünmektedirler. Kadınlar böylece "daha
iyiye" ulaşmak için bir anlamda psikolojik baskı altına alınmaktadır.
Sadece kadınların yer aldığı reklamlarda bile kadınlara neyi nasıl yapmaları
gerektiğini söyleyen, onlara öğüt veren bir erkek sesi fonda yer alır. Genelde
temizlik ürünleri reklamlarında kadınlar ön planda olmakla beraber, sadece
erkeklerin yer aldığı reklamlar da vardır. Burada dikkat çekici olan
kendilerinin temizlik yaptığına dair bir ipucu olmamasına rağmen erkeklerin
"temizlik" vb. ev işi konusunda bir uzman bilgiçliği ile
"otorite" olarak konuşmaları, gerekirse kadınları paylamalarıdır:
Beyaz'ın Rinso reklamında olduğu gibi, "Ee hanımlar, şu var bu
var...Çamaşır var mı? Var, ben biliyorum. Eee Rinso da var... Atıver makineye o
zaman. O kendi içinde yıkar yaa. Bunu da mı ben söyleyeyim yaa".
REKLAMDA KADIN ve ERKEK SEKS KÖLESİ
Mİ?
“Belirli her
meta kendisi için savaşır,diğerlerini tanıyamaz ve her yerde kendini sanki eşi
benzeri yokmuş gibi dayatmaya çalışır. Bu durumda gösteri bu mücadelenin epik
şiiridir. Truvanın düşmesiyle asla sonuçlanmayacak destanıdır. Gösteri,
insanları ve silahlarını değil, metalarını ve tutkularını över. Bu kör dövüşte
her meta kendi tutkusunun peşinden giderek aslında bilinçsiz bir şekilde daha
yüce bir şeyi gerçekleştirir: Metanın dünya haline gelmesini ki bu aynı zamanda
dünyanın meta haline gelmesi demektir. Böylece bir meta mantığı kurnazlığı ile
, meta-biçimi mutlak gerçekleşmesine doğru ilerlerken , metanın özgüllüğü de bu
mücadele içinde yıpranır.”/Guy Debord
Kadının ailesel rolü gibi de insanın cinselliği de
reklamlarda bir çok değişik şekilde kullanılmaktadır. Genellikle müstehcenlik
ve çıplaklık, çekici modeller vasıtasıyla ürünü idealize etmek için cinselliğin
kullanılmasına örnektir. Cinselliğin dozajını ve çekiciliğini arttırmak için
müzik, ses ve koku öğelerine ağırlık verilmektedir. Burada tüketici tarafından
farkına varılması gereken, doğal hayatın bir öğesi olan cinsel çekicilikle,
ahlak kurallarına aykırı kullanılan cinsel çekiciliğin ayrımıdır. Erotizmle
pornografi arasındaki fark olarak da tanımlanabilecek olan bu ayrım reklamcılık
söz konusu olduğunda bir başka boyut kazanır. Yukarıda davranışları kontrol
altına alma biçimlerini anlatırken karşılaştığımız, isteğimiz dışında
bilinçaltı uyarılar yollayarak kamufle edilen cinsel mesajlarla, bir ürünü
arzulanır kılma ve bu arzuyu ürünle bağdaştırma. Yeni neslin özgürce yaşamak
istediği cinsellik bahane edilerek, kalıplaştırılan ürün reklamlarının içindeki
cinsellik, ürünün vaadi olarak gösterildiği için etik sorunlarla karşılaşılması
kaçınılmazdır.
Bu bağlamda,
reklam dünyasının “Cinsellik her zaman satar”
yaygın görüşüyle yola çıktığı ve buna teorik bir altyapı kazandırmak istediği
düşünülse de, aslında tek etki altında olanın tüketiciler olmadığı ve
kendilerinin de bu döngü içerisinde mağdur olarak nitelendirilebileceğini
belirtmek gerekir. Zira cinselliğini özümseyememiş bir toplum yapısı
içerisinde, ne kadar cinselliğin anlamını sömürmeden reklamlara yansıtabilecek
reklamcılar çıkarabildiği ayrı bir sorudur ve dikkatli bir incelemeyi
gerektirmektedir. Öncellikle cinselliğin günümüzde yaşadığı değişime
bakmadığımız ve reklamlardaki aktarımın altında ne gibi mesajlar yattığını
anlamadığımız sürece etik değerlere uygun reklamı ne tüketicinin beklentisinde
ne reklamcının yaratıcı görüşünde bulmamız zor gözükmektedir.
Prof. Dr. Ahmet İnam cinselliği şu
şekilde anlatır:
“Soru temelde şu: Cinsellikle dile gelen nedir? Cinsellik
ne anlatır?
Bir insan
bedeni ne söyler? Bir bedenin diğerine dokunması ne demektir? Dokunma nasıl bir
iletişimdir? Bize ne söyler?
Ahlak sorusu:
Cinsellikle ne dile gelmeli? Kendimi anlatırken cinselliğin yeri ne olmalı?
Heidegger anlamında ontolojik soru: Cinsellikle varlığın sesini nasıl duyarız?
(Cinsellik, biz sevişenlerle, masturbasyon yapanlarla, eşcinsel ilişkiye
girenlerle, topluma, siyasal yapıya, ekonomik düzene, toplumsal ve kültürel
ilişkiye ne söyler?
Cinselliğe
bir araç olarak bakıldığında, amacın üreme, yaşamı sürdürme gücü, enerjisi
olduğu söylenebilir. Cinsel birleşmenin verdiği heyecan, zevk, coşku bu aracın
amacına "hizmet ederken" ortaya çıkan bir durumdur. Bu zevk, Batı
kültüründe zaman zaman aşağılanmış, "günah", "ayıp"
sayılmıştır. "Şehvet" dizginlenmediğinde insanı”yolundan"
çıkaran, "akıllı" karar vermesini engelleyen aykırı bir güçtür. Bu
anlamıyla cinsellik, doğanın bir oyunudur; amaç üremedir; "zevk" bu
üremenin sağlanması için ortaya konmuş bir "yem"dir, bir tuzaktır.
Üreme, dindar için tanrı buyruğudur; bu amaç doğrultusunda ona hizmet için bu
yemi yutabilir. Bilimsel gorünümlü savlar açısındansa doğanın içimize koyduğu
bir enerjidir ve bu enerji "sağlıklı" biçimde kullanılmalıdır; bir
anlamda "makina" olan insanın "enerjisinin boşalması", akıp
giderek bedenin yeni dolmalarına olanak sağlaması gerekmektedir.'’”
Reklamlarda kullanılan cinselliğin de bu enerji boşalmasını
sağladığı bir gerçektir. Ahlakın insan bireyleri üzerinde yarattığı cinsel
değişimi anlatmak için Alfred Kinsey,’in çalışmalarına bakmamız gerekmektedir.
Kinsey, A.B.D.'de 1940'lar ile 50'lerde araştırmalarına başladığında, gerçek
cinsel davranışın incelemesi ilk kez yapılmaktaydı. Kinsey ve arkadaşları,
dinsel örgütlerden tepkiler almışlar, çalışmaları gazetelerde ve Kongrede
ahlakdışı diye kınanmıştı. Ne ki Kinsey direndi ve sonunda, beyaz Amerikan
nüfusu anlamlı derecede temsil eden bir örneklem olan on sekiz bin insanın
cinsel yaşam tarihlerini elde etti (Kinsey ve arkadaşları, 1948, 1953).
Kinsey'in vardığı sonuçlar, çoğunluk için şaşırtıcı, pek çok kişi için de şok
edici nitelikteydiler.
Çünkü, bu sonuçlar kamunun sözkonusu dönemdeki cinsel
davranışa ilişkin beklentileriyle, gerçek cinsel davranışları arasında büyük
bir farklılık olduğunu göstermekteydi. Kinsey, erkeklerin neredeyse % 70'inin
fahişelere gittiğini ve % 84'ünün evlilik öncesi cinsel ilişki kurduğunu
bulmuştu. Yine de erkeklerin % 40'ı, çifte standart izler biçimde, eşlerinin
evlenirken bakire olmalarını beklemekteydi. Erkeklerin % 90'dan fazlası, elle
doyum yapmaktaydı ve yaklaşık % 60'ı da oral seksin bir biçimini
uygulamışlardı. Kadınlara gelince, bunların % 50 kadarı evlilik öncesi,
çoğunlukla gelecekteki kocalarıyla olmak üzere, cinsel deneyim yaşamışlardı.
Kadınların % 60'lık bölümü elle doyum gerçekleştirmekteydiler ve aynı yüzdeyle
oral-jenital ilişki içine girmişlerdi. Kinsey'in bulgularının gösterdiği,
kamunun kabul ettiği tutumlar ile gerçek davranış arasındaki fark olasılıkla,
sözü edilen dönem içinde, İkinci Dünya Savaşı'nın hemen ardından, özellikte
büyüktü. Bir cinsel özgürleşme aşaması için oldukça erken bir dönemde,
1920'lerde, pek çok genç insanın daha önceki kuşakların yaşamını yöneten katı
ahlaki yasalardan kurtulmuş olduklarını duyumsadıkları bir dönem başlamıştı.
Cinsel davranış olasılıkla çok değişmişti, ancak cinselliğe ilişkin sorunlar,
bugünlerde olduğu gibi açık açık tartışılamıyordu. Kamu düzeyinde hâlâ güçlü
bir biçimde onaylanmayan cinsel etkinliklere katılan insanlar, bu
etkinliklerini gizliyorlardı ve başkalarının hangi derecede benzer pratikleri
uyguladıklarını bilmiyorlardı. 1960'ların daha hoşgörülü ortamı, açıkça ilan
edilen tutumların, gerçek davranışlarla daha bir uyumlu hale gelmesine yol
açtı. 1960'larda, karşı kültür niteliğindeki 'hippi' yaşam biçimleriyle el ele
gidenler gibi, varolan düzene meydan okuyan toplumsal hareketler de varolan
cinsel normları kırdı. Bu hareketler, cinsel özgürlüğü kutsanmış kıldılar;
kadınlar için doğum kontrol haplarının bulunması da, cinsel zevkin üremeden
açıkça ayrılmasına olanak sağladı. Kadın grupları aynı zamanda, erkek cinsel
değerlerinden kurtulunması, çifte standardın kaldırılması ve kadınların
ilişkilerinde daha fazla cinsel doyuma ulaşma gereksinimlerinin tanınması için bastırmaya
başlamışlardır.[37]
Yakın zamanlara kadar, cinsel davranışın Kinsey'in
zamanından bu yana nasıl değiştiğini doğrulukla bilmek güçtü. 1980'lerin
sonlarında, Lillian Rubin on üç ile kırk sekiz yaş arasındaki bin Amerikalıyla
konuşarak, son otuz yıl boyunca cinsel davranış ve tutumlarda ne gibi
değişiklikler olduğunu ortaya çıkarmaya çalışmıştır. Rubin'in bulgularına göre,
gerçekte önemli gelişmeler ortaya çıkmıştır. Cinsel etkinlik tipik olarak, daha
önceki kuşak için söz konusu olandan daha genç bir yaşta başlamaktadır; dahası,
yeniyetmelerin cinsel pratikleri en az yetişkinlerinkiler kadar değişken ve
kapsayıcı olma eğilimi göstermektedir. Çifte standardın hâlâ varolmasına
karşın, bu artık eskisi kadar güçlü değildir. En önemli değişikliklerden birisi,
kadınların ilişkilerinde cinsel zevki beklemeleri ve etkin bir bir biçimde bu
zevki arıyor olmalarıdır. Kadınlar artık, yalnızca cinsel doyum vermekle
kalmayıp cinsel doyuma ulaşmayı da beklemektedirler. Bu, Rubin'in ileri
sürdüğüne göre, her iki cins için de önemli sonuçları olan bir görüngüdür.
Kadınlar artık, cinsel bakımdan bir zamanlar olduklarından daha özgürdürler; ne
var ki, erkeklerin çoğunluğunun alkışladıkları bu gelişmenin yanında kadınlar,
pek çok erkeğin kabullenmekte zorlandığı, yeni bir kendilerini öne çıkarma
eğilimine girmişlerdir. Rubin'in konuştuğu erkekler sık sık "kendilerini
yetersiz duyduklarını", "hiçbir şeyi doğru dürüst
yapamadıklarını", ve "bugünlerde kadınları doyuma ulaştırmayı
olanaksız bulduklarını" söylemişlerdir (Rubin 1990).[37]
1994'te, bir araştırmacılar grubu, Kinsey'den bu yana
herhangi bir ülkedeki cinsellik üzerine yapılmış en kapsamlı çalışma olan The
Social Organization of Sexuality: Semai Practices in the United States
[Cinselliğin Toplumsal Örgütlenmesi: A.B.D.'deki Cinsel Pratikler] adlı kitabı
çıkardılar. Pek çoklarını şaşırtır biçimde, bu araştırmacıların bulguları
Amerikalılar arasında temel bir cinsel tutuculuğun bulunduğunu
düşündürmektedir. Örneğin, deneklerin % 83'ünün, geçmiş bir yıl boyunca
yalnızca tek bir eşleri olmuştur (ya da hiç eşleri olmamıştır); bu oran, evli
kişiler arasında % 96'ya çıkmaktadır. Kişinin eşine olan sadakati de oldukça
yaygındı: Kadınların yalnızca % 10'u, erkeklerinse % 25'i, yaşamları boyunca
tek bir kez evlilik dışı bir ilişkileri olduğunu belirtmişlerdir. Çalışmaya
göre, Amerikalıların yaşamları boyunca ortalama üç eşleri bulunmaktadır. Cinsel
davranış görünürde oturmuş bir nitelik sergilemesine karşın, bu çalışmada kimi
açık seçik değişikliklerin ortaya çıktığı da görülmektedir; bunlardan en
önemlisi, evlilik öncesi cinsel deneyimde, özellikle kadınlar arasında, giderek
hızlanan artıştır. Aslında, bugün evli olan Amerikalıların % 95'i, cinsel
bakımdan deneyimlidirler (Laumann ve arkadaşları 1994). The Social Organization
of Sexuality kitabı, Amerikalıların cinsel yaşamlarında, Kinsey'in raporlarının
zamanında olduklarından çok daha az serüven düşkünü olduklarını ortaya koyuyor
gibidir. Kinsey raporlarının yetersiz olmaları olasıdır. Belki de AİDS korkusu,
pek çok insanı cinsel etkinliklerinin sınırlarını daraltmaya zorlamıştır. Ya da
belki de bugünün oldukça tutucu olan siyasal ikliminde, insanlar cinsel
etkinliklerinin çeşitli yönlerini gizlemeye daha fazla eğilim gösteriyor
olabilirler.[37]
Michel Foucault, yüzyılımızda esen cinsel özgürlük
dalgasının bizi sürekli olarak cinselliğimiz üzerinde konuşmaya teşvik etmekten
öte "kışkırtmakta" olduğunu ve bizzat bu "söyleme
kışkırtılmanın" bile, aslında, bir yandan cinselliğimiz üzerinde bir baskı
oluşturduğunu; diğer yandan daha büyük bir baskının varlığını örtbas ettiğini
söyler. Foucault'ya göre çağdaş cinsellik söyleminin bu yoğunluğu, bu
"kışkırtılmışlığı", bir günahın itirafı şeklinde olmaktadır. Yani
cinselliğin konuşulmadık hiç bir tarafını bırakmamak suretiyle aslında ona
"itiraf" edilmesi gereken bir günah muamelesi yapılmaktadır.
Bireyler, bir günahı itiraf etme yönünde bitmez tükenmez bir baskıya maruz
kalmaktadırlar. Foucault’un cinsel devrim karşılığında, üstümüze aldığımız
baskı uyarısı ile kendi cinselliğimizin doğrularını ayıklama çabasında iken
Hasan Bülent Kahraman Radikal Gazetesi’ndeki köşeyazısında reklamcılıkta
kullanılan bu baskının failinin adresini başka bir yoldan tarif etmektedir:
”Michel Foucault, gövdeyle modernite arasındaki ilişkiyi
sorgularken, Hapishanenin Doğuşu isimli yapıtında, der ki, 19. yüzyıldan
başlayarak ceza olgusuna yaklaşımımız değişti. Ondan önce insanlar ceza verilen
bedeni ve cezalandırma sürecini izlerdi.
Oysa sonraları bu ortadan kalktı ve ceza adeta gizlendi.
İnsanlar cezayı izlenerek çekmeye koyuldular. Ceza bir tür disiplin eylemine
dönüştü. O da gizli gizli yapılır oldu. Hapishaneler bu nedenle kuruldu.
Onların mantığı da gözetlemeye dayanır. Fakat bunun ötesi de var: Okullarda
öğretmenler, hastanelerde doktorlar hastabakıcılar, ondan önce evde, ailede
ebeveynler disiplini kurmak ve uygulandığını görmek için daima izlerler
karşılarındakini ve gözetim altında tutarlar. Öylece toplumlar gözetleyen değil
gözetlenen insanlardan oluşmaya başladı. Bu da bir 'merkez' kavramının
doğmasına neden oldu. Gözetleyen merkezdir, merkezdedir. Michel Foucault,
gövdeyle modernite arasındaki ilişkiyi sorgularken, Hapishanenin Doğuşu isimli
yapıtında, der ki,
19. yüzyıldan başlayarak ceza olgusuna yaklaşımımız
değişti. Ondan önce insanlar ceza verilen bedeni ve cezalandırma sürecini
izlerdi.
Oysa
sonraları bu ortadan kalktı ve ceza adeta gizlendi. İnsanlar cezayı izlenerek
çekmeye koyuldular. Ceza bir tür disiplin eylemine dönüştü. O da gizli gizli
yapılır oldu. Hapishaneler bu nedenle kuruldu. Onların mantığı da gözetlemeye
dayanır. Fakat bunun ötesi de var: Okullarda öğretmenler, hastanelerde
doktorlar hastabakıcılar, ondan önce evde, ailede ebeveynler disiplini kurmak
ve uygulandığını görmek için daima izlerler karşılarındakini ve gözetim altında
tutarlar. Öylece toplumlar gözetleyen değil gözetlenen insanlardan oluşmaya
başladı. Bu da bir 'merkez' kavramının doğmasına neden oldu. Gözetleyen
merkezdir, merkezdedir. Çağdaş reklamcılık bu süreci bütünüyle ve çok bilinçli
olarak içerir. İzlemenin bir haz meselesi olduğunu bilir. Onun üstüne gider.
Fakat o kadarıyla yetinmez. O hazzı daha da yoğunlaştırıp somutlaştırmak için
işin içine doğrudan cinselliği katar. O maksatla da bedeni kullanır. Böylelikle
izlemenin cinsellikle ilişkisini daha da karmaşık bir hale getirir. İçimizde
gizli duran dikizcilik duygusunu sonuna kadar kullanır. Ama işte bütün soru
oradadır: Kabahat reklamcılarda mıdır yoksa gönüllü gizli dikizciler olan
bizlerde mi?”[35]
Reklamcı ve tüketici dahil kendi cinselliğimizi ahlak
kuralları dahilinde ya da dışında keşfettiğimiz ve tutarlılık
sergileyemediğimiz bu bilgiler ışığında reklamlarda kullanılan cinselliğe iki
açıdan yaklaşmamız gerekiyor. Olguları yalnızca dış mekanik güçlerin
yönlendirmediğini, olguların kişinin kendini gerçekleştirmesine yönelik bazı
amaçlara hizmet ettiğini öne süren bir felsefi öğreti olan teleolojik
(erekbilim) açıdan ve meslek ahlakını temsil eden deontolojik açıdan...
Teleolojik açıdan baktığımızda ürünü seksüalize etmek ve ticari kar amaçlı
cinsel çekiciliği kullanarak yaratılan istenilirlikten ürünün de pay çıkarması,
bencilce kullanılan cinsel çekiciliğin kendi amacına hizmet etmediğidir. Bunun
yanında cinsel çekiciliğin az kullanıldığı reklamlar daha çok merak yarattığı
için hayal gücüne etkili bir şekilde hitap eder (Fraedrich ve Ferrell 1992).
Fakat teleolojik-faydacı bakış açısı cinsel çekiciliğin kullanılmasını etik
açıdan pozitif anlamda görmektedir. Çünkü cinsel çekicilikle uyarılan
tüketiciler bunu elde etmek için ürünü gidip alacakları için reklamın amacı
açısından faydalı bir yoldur (Fraedrich ve Ferrell 1992). Aynı zamanda
cinsellikle uyarılan tüketiciler zevk alacakları bir tecrübe yaşadıkları gibi,
kendileri adına reklamın ihtiyaçlarını karşılama konusunda vekalet verdikleri
reklamcının sunduğu ihtiyaç giderme şekliyle amaca aykırı bir durum söz konusu
olmamaktadır (Kelley, Dawson ve Musialowski 1989). Karşıt olarak cinsel
çekicilik kullanan reklamlarda ürün kullanımıyla iliştirilerek kullanıldığı
takdirde, karşılığı ve gerçekliği olmayan cinsel haz vaadi ile verimsizlik ve
hayal kırıklığı yaşatacağından reklam amacına uygun hizmet etmemiş olur. Bir
başka durum da cinsellik içeren reklamda normal şartlarda ihtiyacı olmayan bir
ürünü alması için , ihtiyacını duyduğu cinsellik üzerinden bilinçaltı yolla gizli
bir ikna etme yöntemi kullanılması ve bunu eyleme geçirmesi için güdülemesidir
[Key 1973; Packard 1957; Pollay 1986).] Diğer bir durum ki en tehlikeli olarak
görülen cinselliğin kullanılma biçimi ise dikkatsiz kullanılma biçimidir.
Herhangi bir doz gözetmeksizin insanın cinsel ihtiyaçlarını güdüleyen cinsel
çekicilikle varolma yöntemini kullanan reklamlar, toplumda tutarsız ve
bilinçsiz cinsel davranışlar sergilenmesinde etkindir. Buna en iyi örnek
prezervatif reklamlarının doyumsuzluğu arttırması, doğum kontrol yöntemleri
sunan ürünlerin sayısının artması, istenmeyen hamilelik ve AIDS gibi
vakalarının görünme sıklığının çoğalması olarak gösterilebilir (Money 1988).
Cinselliği kullanan reklamlar, toplum içerisindeki çeşitli
organizasyonlarda, ilişkilerde direk olarak gençleri etkilemelerine rağmen,
henüz bu konuda yeterli olgunluğa erişememiş çocuklarda daha kalıcı hasarlara
neden olmaktadırlar. Diğer taraftan pazarlama teknikleri açısından ise
tüketiciler tarafından marka tercihine etkisi, bu direkt ve dolaylı etkilere
paralel olmaktadır. Ve yine cinsel içerikli reklamların amacından geri kaldığı
görülmektedir.
Deontolojik açıdan baktığımızda ise cinselliğin reklamlarda
kullanılmasını ahlaka ve toplumsal değerlere uymadığı görüşe sahip kitle
içerisinden üç ana segment göze çarpmaktadır. Birincisi liberal ve sansür
karşıtı olan kitle, (Fraedrich ve Ferrell 1992) ikincisi kadınların
alçaltıldığını düşünen feminist söyleme sahip kitle, üçüncüsü dini inançlara
saygısızlık olarak bakan kitle (Muncy (1992). Bu üç kitle arasında çeşitli
sansürcü politikaların izlenmesi gerektiğini savunan ya da bir denetleme
mekanizması bulunmasını isteyen veya özgür düşünceye aykırı olmayacak şekilde
hükümet yada hukukun yaptırım uygulamasını savunan farklı görüşler söz konusudur.
Cinsel içerikli reklam kullanımını etkileyen bir diğer
nokta da reklamcının cinsel ideolojisidir. Reklamcı için cinsel içerik sadece
bir pazarlama aracı mıdır, reklam içerisinde cinsellik yerine ürünü başka mizah
ya da korku öğeleriyle anlatma alternatiflerini kullanıyor mudur? Kimi
tüketicilerin erotik filmlere ya da basılı malzemelere karşı ilgi duyması, kimi
tüketicilerin erotik herhangi bir içeriğe karşı fobisi olması, cinsel açıdan
tecrübeleri, dini ve politik görüşü cinsel içerikli reklamlara karşı etiksel
tutumunda belirleyici olmaktadır. (Tansey, Hyman, and Brown 1992).
Cinsel içerikli reklamların kadını aşağılayıcı olduğunu
düşünenlere örnek teşkil eden bir görüş de Ankara Üniversitesi Kadın
Sorunlarını Araştırma Merkezi’nde, kadının metalaştırması sorununa değinen
akademisyenlerden gelmektedir. Bu akademisyenler, medya ve reklamlarda kadının
bedeninin teşhir edilmesi ve erkeğin bakışına sunulmasından da öteye giderek
kadını erkeğin cinsel arzularını tatmin eden bir 'meze'ye indirgediği görüşünü
ileri sürmektedirler:
”Hem Meziz
meze, hem de Algida reklamlarında bu yiyeceklerin tadına bakanlar kadınlar
olmakla birlikte, bu reklamlarda ima edilen kadınların kendisinin tad verici
olduğudur. Zaten bu reklamlardaki kadınlar da yakın çekim planlarda
parmaklarını ağızlarına götürmekte ve davetkar bakışlarıyla erkeklerin cinsel
fantezisi olan oral sekse çağrışım yapmaktadırlar. Algida dondurma reklamındaki
kadının görüntüsünü fondaki erkeğin söylediği 'sanki küçük bir kaçamak' sözü
pekiştirirken erkeklerin 'küçük kaçamak'ları meşrulaştırılmakta, Meziz
reklamında da yine kadın konuşmayıp, onun yerine dansöz kıyafetleri içinde
cinsellik yüklü göbek dansıyla, bedeni aracılığıyla mesajı vermektedir.”[25]
Bir furya halinde kullanılan cinselliğin, etik normlara
aykırı olduğunu gösteren çeşitli örneklere hem ulusal hem de uluslar arası
düzeyde rastlanmaktadır. Amerika’da bulunan Abercrombie&Fitch adlı giyim
firmasının basılı tanıtım malzemelerine pornografik materyal iliştirmesinin
sonucunda, ülkedeki aile derneği başkanının tepkisiyle büyüyen ulusal bir
boykot gerçekleşmiş ve firmanın satışları %15 oranında düşmüştür. Daha sonra
200.000 dolarlık bir reklam kampanyasıyla firmanın ürünlerine uyarı niteliğinde
bilgilendirme yapılmıştır.
Ülkemizde ise
son zamanlarda cinsel içerikli bir reklama karşı tepki örneği olarak, Radyo ve
Televizyon Üst Kurulu'nun (RTÜK) Alo 178 hattına, bir sucuk reklamında
"cinsel içerikli inlemeler kullanıldığı" gerekçesiyle 10 gün içinde
1500 şikayet gelmesi durumu gösterilebilir. Alo RTÜK 178 Hattı'na "Körpe
Sucuk" reklamı nedeniyle gelen şikayetlerde reklamın ahlak dışı olduğu
vurgulanırken, acilen yayından kaldırılması istenmiştir. Kimi vatandaşlar
RTÜK'ü, reklam kaldırılıncaya kadar aramakla tehdit ederken, reklam ‘porno
reklam’ olarak nitelendirilmektedir. 10 gün içinde 1500'ün üzerinde şikayet
alan reklam için gelen telefonların bazıları şöyledir:
"-Sanki seks filmi oynatılıyor.
Kadınla erkek sevişir gibi sesler çıkarıyor,
-Ahlak dışı
bir reklam. Türk aile ortamına yakışmayacak şekilde cinsellik içeriyor, -Bu
reklamın RTÜK'ten nasıl geçtiğine şaşıyorum. Zannetmiyorum ki Türk örf ve
adetlerine uygun bir reklam olsun. RTÜK'ün bu reklamı tekrar gözden geçirmesini
ve yeniden değerlendirilmesini istiyorum. Eminim bir yanlışlık olmuştur ve bu
yanlışlık düzeltilir,
-Aşırı erotik, müstehcen buluyor,
reklamların daha iyi denetlenmesini istiyoruz,
-Kardeşim yiyeceklerle cinselliğin ne anlamı var. Adam
yiyecek markasını anlatırken cinselliği kullanıyor. Çoluk çocuk önünde rezil
oluyoruz,
-Cinsellik kokan
reklam ailelere uygun değil,
-Porno film gibi yüz
kızartıcı bir reklam,
-Reklam mı porno film
mi belli değil,
-Reklamlarda sırf cinsellik işlenmeye başladı. Çoluk çocuk
reklam izleyemeyecek miyiz kardeşim? Ayıptır, bu kadar da olmaz ya. Bu Türkiye
cinsellikten başka birşey bilmiyor galiba.
-Hiç değilse
yiyeceklerle bunların yapılmaması gerekir. Nimetler bizim için kutsaldır.
-Kedi fare
misali kanal değiştirip duruyoruz. 'inleten lezzetler' sloganıyla 'porno
reklam' yayınlıyorlar. Daha ne kadar arayacağız verdiğimiz telefon paralarına
yazık.
"[26]
Reklam içeriğine yaratıcılık göstergesi olarak bakan, “ilgi
çektiği ve konuşulduğu için” başarılı bulan görüşlerin varlığını dikkate
alarak, etik olarak aykırı düşünülmediğini farz edip, reklam tekniği açısından
ele aldığımızda ise görüntüde yer verilmeyen ama ses yoluyla oral seksi
çağrıştıran sucuk reklamının ne erkek tüketicinin ne de kadın tüketici
açısından, sucukla erkek penisini bağdaştırmanın mantıklı olmadığı, aile
ortamlarında yenilen ürünlerden biri de olan sucuğun cinsel içerikli bir
mesajla bağdaştırılmasının ve akılda kalır kılınmasının marka konumlandırması
açısından yanlış olduğu, ve bu nedenlerle de gerek teoolojik gerekse
deontolojik açısıdan etik değerlere uymadığı söylenebilir. Yukarıda gelen
şikayetler incelendiğinde etik kurallara uymayan reklam içeriklerinin diğer
reklamların da izlenmesini engellediği, bunun da reklamcılar açısından bindiği
dalı kesen bir yaklaşım olduğunun görülmesi son derece çarpıcıdır.
Bir neo-realiszm savunucusu
olarak pornografik derecede cinselliği ele aldığı Marquis De Sade’ın “Sodom’un
120 günü” kitabından uyarlanan aynı adlı sinema filminin yönetmeni komunist
görüşleriyle bilinen Pier Paolo Pasolini’nin bu konudaki görüşü çarpıcıdır:
”1960'lıyılların sonlarında oluşan kültürel ve antropolojik
krizin ilk dönemlerinde -toplu iletişim ağının sahte alt-kültürü zaferi
kazanmaya başladığında- otantizmin son savunma noktası, Üçüncü Dünya'nın
'masum' gövdeleri ve cinsel organlarının -eskimiş, belirsiz ve yaşamsal-
vahşeti gibi gözüküyordu. Bugün ise tüm bunlar altüst oldu. Birincisi;
düşünceleri açıklama özgürlüğü ve cinsel özgürlük için yaptığımız ilerici
mücadele, tüketim toplumunun güçlerinin yanlışlık derecesinde geniş hoşgörü
tanımasıyla saptırılmış ve nötrleştirilmiştir.İkincisi; sözünü ettiğim o masum
gövdelerin otantizmi ise şimdiden tüketimin gücüyle bozulmuş, kullanılmış ve
deforme edilmiş durumdadırlar, dahası o gövdeler üzerinde uygulanan vahşet, şu
bizim yeni insanlık döneminin başlıca özü haline gelmiştir... "[42]
Cinsellik
kullanılan reklamlarda kullanılan etik normlara vurgu yapan yaklaşımlar, her ne
kadar kimi reklamcılarca bir Marksizm-kapitalizm tartışması malzemesi olarak
görülse de, özgür cinselliğini yaşamak isteyen bireylerin bu konudaki savunmasızlığını
önemsememek, insanın temel haklarına aykırı olur. Dış etkenlerin baskıcı
tutumlarının altında ezilen bir cinsellik, esasında sanal olarak yaratılan ve
özümüzü ve düşüncelerimizi yansıtmayan bir cinsellikle başbaşa kalmış olduğumuz
anlamına gelmektedir.
Prof. Dr. Ahmet İnam cinselliğin bu
saptırılmasını şu şekilde yorumlamaktadır:
” Toplumda
yaygın görüşlerin, inanışların dışında cinsel davranışlar sergilemenin, dünyayı
değiştirmede, yaygın gorüşlere karşı çıkmada bir ayrıcalık olduğunu sanmakla,
cinselliğe açık bir yaşamın dünyanın değiştirilmesi icin bir engelmiş gibi
anlamak iki temel yanlışı yansıtıyor. Şu ya da bu cinsel tercihin kendi başına
hiçbir anlamı yok: Cinselliğin kozmik ya da ontolojik alanına, sevişenlerin
birbirlerini, birbirlerindeki dünyaları üleşmelerine olanak sağlayan bir
sevişme duyarlılığı taşımıyorlarsa. Geleceğin dünyasında cinselliğin yeri,
önemi, anlamı elbette cinsellik gibi olmayacak; elbette cinsellik kaşınan bir
yeri kaşımak gibi anlaşılmayacak; elbette cinselliğe duygu, düşünce, toplum,
kültür, varolma boyutları kazandırılacak. Devrimi böyle bir cinsellik anlayışı
yapacak. Ham halat saplantılarla, teşhirci abartmalarla cinselliklerinde
evrene, insanlara ulaşamayanların, cinselliği dünyayı değiştirmede itici bir
güç olarak görebileceklerini sanmıyorum.
Yeni bir
dünya için, cinselliğin yeni yorumlarına gerek var. Olanı olanca çirkinliğiyle,
basma kalıp abartmalarla anlattığımız dünyanın yaşanası bir yanı olabilir mi?”[29]
Arzulanan
Oyuncak!: Tüketici Arzusunu Kontrol Etmek için NöroPazarlama
"Eğer 100 işadamı yasal olmayan bir
iş yapmaya karar verirlerse, o iş yasal olur."/Andrew
Young Yasası
Tüm bu abartı, ilgi çekme, şok ya da ima içeren habercilik
ya da reklamlarda cinsel içeriğin kullanılması reklamcılara yetmemiş olacak ki,
pazarlama uzmanları tarafından aynı zamanda bilimin etiğini de sorgulatacak
yepyeni bir kavramla uğraşılmaktadır. Tüketicileri- başka bir deyişle
insanlığı- kendi beyninden bile uzaklaştıracak tehlikeli bir yola sokan
Nöro-pazarlamacılar, tüketim arzularımızın anahtarını bulurlarsa, satın almak
istediklerimizi de değiştirebilecekler mi?
Nöro-pazarlamanın çıkış noktası, 10 yıl önce ünlü
sinirbilimci Antonio Damasio’nun insanların karar verirken beyinlerinin
yalnızca rasyonel bölümünü değil, duygusal bölgesini kullandıkları yönündeki
iddiasıdır. Bu pazarlamacıların duymak için can attıkları bir şey ve o tarihten
sonra araştırmacılar gözlerini fMRI’ye (fonksiyonel manyetik rezonans
görüntüleme) diktiler. fMRI, bir insanın alışveriş sırasında beyninin farklı
bölgelerindeki kan akışı haritasını çıkartabiliyor. Global ekonomide tüm
dengeleri altüst edecek nükleer silahtan farksız bu güç ile birlikte müşteri
anketleri gibi yöntemler rafa kaldırılıyor ve yerini, doğrudan müşterilerin
beyinlerini inceleyecek fonksiyonel manyetik rezonans görüntüleme (fMRI)
alıyor.
Neurosense şirketinin yönetim kurulu başkanı Michael
Brammer “‘İnsanların beyinlerini farklı ürünlere bakarken
görüntülüyoruz. Daha sonra hangilerini hatırladıklarını öğreniyoruz. Bu
aşamadan sonra tarama verilerini incelediğimiz zaman, hatırlanan ürün ile
ilgili beyin faaliyetinde neyin göze çarptığını bulup çıkartıyoruz’ derken tekniğin faydalarıyla ilgili makaleler ve büyük
şirketlerin bütçelerini buna ayırması da başlamıştır. 21 Temmuz 2004 tarihli
New Scientist dergisindeki araştırmaya göre buradaki asıl fikir, almayı çok
isteyeceği şeyleri, sözgelimi bir Armani pantolonu gördüğünde, insanın beyninde
olan bitenleri görebilmektir.
Nöro-pazarlama, asıl dikkati, on yıllardır süren bir
bilinmezi beyin tarayıcısıyla çözmeye çalıştığında çekmişti ‘Lezzet testlerinde
Pepsi’yi seçen insanlar neden gidip Coca Cola alıyorlardı? Beyin
görüntülemesinde uzman olan Read Montague, gözleri bağlı olarak Pepsi veya Coca
Cola içirdiği deneklerine hangisinin daha lezzetli olduğunu sordu. fMRI
kullanan Montague, striatum içindeki ventral putamen denilen bölgede, en
sevilen içecek denendiğinde hareketlilik saptadı. On yıllardır süren
tartışmalarda da olduğu gibi, daha fazla insan Pepsi’yi beğeniyordu. İşin en
ilginç tarafıysa, insanlara günlük yaşamda iki üründen hangisini içtikleri
sorulduğunda yanıtın tam tersi olmasıydı. Bu kez en fazla hareketliliğin
görüldüğü alan, yüksek bilişsel işlevlerle bağlantılı olan orta prefrontal
korteksti. Sonuçlar, insanların, belirli bir karar verirken o içecekle ilgili
hafızalarını ve izlenimlerini kullandıklarını gösteriyor. İşte bu ‘marka
tanıma’ bilinci, tüm reklamcıların en fazla oluşturmaya çalıştıkları
şeydir.Emory Üniversitesi'nde sinir bilimci olan Clinton Kilts, sevdiği nesnenin
resmini gören bir kişinin orta prefrontal korteksinde hareketlilik saptadı. Bu
alan, Montague’ın da bulduğu bölgeydi. Kilts’e göre bu, ‘kişinin
bir şeyi kendine tavsiye etmesi’ anlamına
gelir. ‘Mesela Ford Mustang marka arabayı seviyorsunuz. Bunun nedeni Detroit’te
büyümüş olmanız veya Mustang’in ilk arabanız olması olabilir.
Kaliforniya Teknik Enstitüsü’nden Steven Quartz ise, nöro-
pazarlamanın, farkında olmadığımız gizli tercihlerimizi de su yüzüne
çıkarabileceğini düşünüyor. Araştırmalar, tercihlerimizi kesinlikle izlediğimiz
anlayışı üzerine kurulu. Ancak, temel bilimler der ki; tercihlerin altında
yatan asıl olarak bilinçdı şıdır. ’ Reklamcılara göreyse, nöro-pazarlama,
geleneksel reklam araştırmalarının ortaya çıkaramadığı bilinçli eğilimleri bulma
gücüne sahiptir. Ford’un Avrupa bölümü, tüketicilerin markalarıyla ne tür bir
duygusal bağ kurduklarını ortaya çıkartmak için ‘nöro-pazarlama’ tekniğinden
yararlanıyorlar. DaimlerChrysler, Almanya’daki Ulm Üniversitesi’nde bazı
araştırma projelerine mali destek sağlayarak, tüketicinin hangi satın alma
tercihlerinin kendi markalarına yöneltilebileceğini araştırmaktadır.
Bilim adamları, bu yöntemler için heyecanlanırken
eleştiriler de artıyor. Reklam endüstrisi üzerine yazılar yazan Douglas
Rushkoff, nöro-pazarlamanın tutacağından şüpheli olduğu söylemektedir.Yöntemi,
‘dikkatlice hazırlanmış bir tezgah’ olarak niteleyen Rushkoff, ‘Müşterileri,
kendilerine para kazandırmak için kandırmanın arkasında herhangi bir başarı
göremiyorum ’ diyerek tepki gösteriyor.
Bir grup uzman, bu fikri çok daha korkunç buluyor. Tüketici hakları için
çalışan Gary Ruskin, ‘Reklamlardaki en ufak bir ilerleme, obezite gibi bunlarla
bağlantılı hastalıkları arttırabilir’
diyor.
Kuşkular ve sert eleştiriler arasında sıkışan Kilts ve birlikte
çalıştığı, bir pazarlama danışmanlık şirketi olan BrightHouse’un CEO’su Joey
Reiman ise, nöro-pazarlamanın, insanların alış veriş alışkanlıklarını tahmin
etmenin dışında, tercihlerin nasıl değiştiğini de anlamaya yardımcı olacağını
belirtiyorlar. ‘Bizim amacımız, müşteriyi değil şirketin alışkanlıklarını
değiştirmek’ diyor Reiman. Reiman’a göre, bu felsefe reklamcılık etiklerini de
ilerletebilir, ‘Bir şirkete, paketinin renginin değil de, ahlaki
davranışlarının daha etkili olduğunu göstermek iyi olmaz mı?’
Ürünleri satmak için beyin araştırmalarından yararlanmak
çeşitli tartışmalara da yol açmasıyla bu yaklaşımı eleştirenler, beyindeki
‘satın al düğmesi’nin bir kez yerinin saptanması durumunda, herhangi bir iş
ahlakı oluşmayan şirketlerin ciddi sıkıntılar doğuracağını iddia etmektedir.Bu
tür bir yaklaşım, insanların ruh ve beden sağlıklarını bozabildiği gibi
bütçelerini de derinden sarsabilir. Şimdiden sorumsuz pazarlama taktiklerinin
aşırı şişmanlığa, diyabete, alkolizme, akciğer hastalıklarına ve kumara yol
açtığı bilinmektedir.
Bir diğer
görüş de sağlık ürünlerinin ticari amaçlarla kullanılmasını eleştiriyor. Aralık
ayında Commercial Alert adında bir sivil toplum örgütünün yetkililerinden Gary
Ruskin, BrightHouse adına bu tür araştırmaları sürdüren Emory Üniversitesi’ne
bir mektup göndererek bu tür çalışmaları durdurmalarını talep etmiştir Diğer
taraftan nöro-pazarlama araştırmalarını yürüten bilim adamları, ‘yalnızca
kötüye kullanılabileceği ihtimalinin olması’ gerekçesiyle çalışmalarının durdurulmaması gerektiğini
söylemektedir.
"Giyimden
şarkıcılara dek modanın bile durgunlaştığı, geçmişi unutmak isteyen ve artık
bir gelecek taşımayan bir bugünün oluşturulması kesintisiz bilgi akışıyla
sağlanmıştır..."/ Guy Debord
Medya,
toplumu eğlendirmek ve onların hoşça vakit geçirmelerini sağlamanın dışında,
çok daha farklı ve önemli işlevler icra ederler. Öyle ki, yaşanan teknolojik
gelişmelerin medya sektörüne de yansımasıyla medya toplumdaki en etkin güç
merkezlerinden biri haline gelmiştir. Bu gelişmelere paralel olarak medya
yöneticileri, editörler ve etkin köşe yazarlarını da içine alan medya elitleri
de, toplumsal yapı içinde en önemli güç odaklarından biri haline dönüşmüştür
(Astiz, 1969). Medya ulaştığı bu gücüyle, bireylerin tutum ve davranışlarını
etkileyebilmekte ve etkilemekle de kalmayıp bunları değiştirebilmenin en etkin
yöntem ve araçlarına sahip hale gelmiştir. Başta Miliband olmak üzere bir çok
araştırmacı (Barrett & Braham, 1995: 54), "kapitalist toplumlarda
medyanın en başta gelen işlevinin devleti meşrulaştırmak; hatta bununla da
yetinmeyip, toplumdaki etkin güç odaklarına karşı ya da rakip olarak
varolabilecek karşıt odakları ya da grupları da gayri meşru hale getirmek"
olduğunu savunur. İşte böylesi potansiyellere sahip medyanın gücü ve
etkilerinin boyutları konusunda bir çok düşünür tarafından araştırmalar
yapılmıştır.Liberal,Pluralist ve Marksist Yaklaşım olmak üzere üç kategoride
incelenen medyanın bir çok araştırmacı medyanın amansız propaganda gücü ve
beyin yıkama etkisi karşısında insanların, çaresiz, savunmasız, kolay etkilenir
durumda olduğunu savunurken; bir başka grup araştırmacı da, bireylerin medya
karşısında pasif değil, aktif konumda olduğunu söylemektedir. Burda ilginç bir
zıtlık vardır: Marksist düşünürler, konuyu olduğundan daha abartılı bir şekilde
ele alırken, liberal düşünürler medya konusunu gerçek boyutlarından çok daha
hafife alırlar. Olayı gerçek boyutlarından saptırarak, bilerek ya da
bilmeyerek, etkisini daha azmış gibi göstererek, medyanın üzerinde yöneltilebilecek
dikkatlerin ve eleştirilerin azaltılmasına hizmet ederler.
Medya
araçlarını toplum üzerindeki etki modellerine baktığımızda; Fleur’un Kültürel
Normlar Modelinde, kitle iletişim araçları sadece bireyler üzerinde doğrudan
etkide bulunmaz. Aynı zamanda kültürü, bilgi birikimini, bir toplumun norm ve
değer yargılarını da etkiler. İzleyicilere kendi davranış biçimlerini
belirlerken kullanabilecekleri bir dizi imaj, düşünce ve değerlendirmeler sunar
(Mc Quail ve Windahl 1997:115). Kullanım ve Tatmin Modeli ise kitle iletişim
izleyicilerinin herhangi bir yayını birbirlerinden çok farklı şekilde
yorumlayabileceğini ve yapımcının hiç planlamadığı sonuçları kendisi için
çıkartabileceğini savunmuştur (Batmaz ve Aksoy 1995:19). Bu modele göre,
insanlar kitle iletişim araçlarını ihtiyaçlarını gidermek için kullanırlar.
Etki Araştırmacıları; kitle iletişim araçlarının etkisinin bu ölçüde ”anında”
ve “tepkisel” olmadığını ispata yönelerek, kitle iletişim araçlarını
kullananların pasif birer alıcı olmadığını, insanlar arası iletişimin bu
etkilenme sürecinde insan davranışlarında belirleyici rolü bulunduğunu ve kitle
iletişim araçlarının mesajı ile etkisi arasında doğrudan bir bağlantı
kurulamayacağını ileri sürmüşlerdir. Frankfurt Okulu düşünürleri ise kitle iletişim
araçlarının toplum üzerindeki etkisini bir şırınganın aşı şırınga lamasına
benzetmişlerdir. Bu yaklaşımda; medyanın içeriği, sanki
dinleyicinin-izleyicinin-okuyucunun damarlarına enjekte edilen bir ilaç gibi
düşünülmekte ve izleyicinin önceden tahmin edilen şekilde tepki göstereceği
varsayılmaktadır. Bu düşüncenin arkasında iki temel düşünce bulunmaktadır (Mc
Quail ve Windahl 1997:60-61).
Bu etkinin
içeriğine baktığımızda medyanın bir aracı televizyon kolunda, Türk televizyon
dünyasında en fazla vurgulanan olgu şiddet (%62) ve suç’tur (%48). Sözlü ve
fiziksel cinsellik % 59, (heteroseksüel ilişki %58 , sevgi sözleri ve
görüntüleri % 35.9), ölüm % 33.3, alkol % 31.7 oranlarındadır. Kısmi çıplaklık
%18.6 olurken; tam çıplaklık %4.5 olarak gerçekleşmektedir (Batmaz ve Aksoy
1995:86). Nitekim yapılan bir çalışmada; her gün bir süre televizyon izlediğini
söyleyen 362 çocuktan % 20.7’si şiddete başvuran kahramandan rahatsız olurken,
% 42’si hiç rahatsız olmadığını belirtmektedir (Bulgu 1995:176).
Türkiye Gazeteciler Sendikası ve Türkiye
Gazeteciler Cemiyeti başkanlarına göre, Türk medyasının en önemli 3 sorunu
şunlardır:
1.
Ciddi
boyutlara ulaşan tekelleşme,
2.
Anti
sendikacılık ya da sendikasızlaştırma çabaları
3.
Meslek
etiğinden sapmalar, yozlaşma ya da ahlaki çöküş
Türk medya çalışanları arasında yapılan
araştırmaya baktığımızda medyanın kendi çalışanları açısından en büyük sorunun
%27 gibi bir oranla mesleki etik sorunu olduğunu daha sonra %20 ile
bağımsızlık-elit özgürlük ve promosyon ve kalite sorunu geldiğini
söylemişlerdir. [51] Bu rahatsızlığın bir kolu da reklamlardan gelmektedir:
1983’te ABD’deki ABC televizyonu, bir nükleer saldırının ardından ABD’de neler
olabileceğini dramatik bir şekilde anlatan “The Day After” (Bir Gün Sonra)
filmini yayınladığı zaman, birçok reklamcı programa reklam vermek istemedi.
Belirli bir ürüne ya da hizmete sarıldığı zaman durum daha da kötü oluyor. O
zaman reklam boykotları kendi kendine sansür üretiyorlar. Daha da ciddi olarak;
1930’larda ABD Federal Ticaret Komisyonu tütünün ölümcül hastalıklarla
bağlantısı olduğunu ileri süren bildiriler yayınlıyordu. 1960’lara kadar medya
sigaranın zararları konusunda suskun kaldı. 1990’larda önemli ABD dergileri,
sigara içmeye karşı ürünleri için bir kampanya başlatan firmanın reklamlarını
almayı reddettiler.
Diğer yandan medyanın hükümete bağlı olduğu kadar
reklamlara da bu kadar bağımlı olmasını ”Medya Etiği “ adlı kitabında Prof.
Claude Jean Bertrand “Gazetelerin üçte
ikisinde reklamlar olması ve ABD’de olduğu gibi, televizyon programlarının her
9-10 dakikada bir gürültülü reklamlar tarafından kesilmesi Avrupalıların
gözünde kamu hizmetine aykırılık anlamında çekilmez ve ahlaksız bir durum” olarak niteliyor
Sözün
işlevsizleştirilip, yerini imaja bırakmasını, böylece de anlamın yok edilmesini
sağlayan, Castells’in “Network
toplumu”(Castells, 1996), Beck’in “Risk toplumu” (Beck, 1992) olarak adlandırdığı son dönem toplum
yapısında en önemli etkenlerden biri olduğunu düşünülen medya sayesinde oluşan
düzen kendisini medya ve reklam aracılığıyla kesintisiz övmekte ve toplumu ikna
etmektedir. İzleyici seyretmekten/eğlenmekten - gündelik sorun çözmekten -
yaşamaya zaman bulamaz; kendisini egemen tüketim imajlarında bulmayı kabul
etmiştir ve kendi varoluşunu ve kendi arzularını anlayamaz.Toplumun karşısına
kendisine bakması için konulan aynaya toplumun gerçek yüzü değil, tüketim
ekonomisinin öngördüğü imajı yansıyor ve toplum da bu imajı kendisi
sanmaktadır.
Uluslararası
bir müzik televizyonu olarak yayınını sürdüren MTV’nin tüketicinin satın alma
kararı üzerine etkisi konusunda yapılan araştırmalar, MTV izleyicilerinin satın
aldığı her dokuz albümden dördünün satın alma kararında MTV’de izlenen video
kliplerin etkili olduğunu ortaya koymaktadır. (Levy, 1990; Kinder, 1994;
Wolmuth, 1983) Müzik video kliplerinin bir başka özelliği ise, asıl ürün olan
albümün tanıtımının yanı sıra, başka ürünlerin tanıtımını da üstlenebilmesidir.
Gizli ya da açık sponsorluk yoluyla, sponsor kurumun ürünlerinin örtülü
reklamının yapıldığı çok sayıda örnek vardır. Bu açıdan bakılınca, müzik
televizyonlarının 24 saatlik kesintisiz akışının tamamıyla reklamdan oluştuğu
söylenebilir. Ancak klipler aynı zamanda bir program özelliği de taşımaktadır.
İzleyicinin izleyebileceği başkaca bir program materyali de bulunmamaktadır. Benzer
bir özelliği, yine uluslararası bir tematik televizyon olarak yayın yapan
Fashion TV adlı televizyon kanalında da görebilmek mümkündür. Bütün bir yayın
akışının moda gösterilerine ayrıldığı bu televizyonda da program ile reklam
arasındaki sınırın ortadan kalktığını görüyoruz. Zira Kitle iletişim araçları
mesajlarında, toplumun geleneksel kadın- erkek cinsel rol kalıplarının
sürmesine de aracılık etmektedir. Kadın hoş ve anne (şampuan reklamı); erkek
canlı, enerjik ve güçlü (araba reklamı) olarak belli stereotipleri pekiştirici
işlev görmektedir. Kadınların araba reklamlarında yer alması ise çoğu zaman
cinsel obje olarak kullanılması ile mümkün olabilmektedir.Süregelen toplumsal
roller ve cinsiyetçi bakış açıları, beğenilen reklamları bile cinsiyet temelinde
ayrıştırmaktadır. Erkekleri güç, enerji ve etkenlik bağlamında ön plana çıkaran
araba ve coca-cola reklamlarını erkekler; kadınları güzellik, masumluk ve
cazibeleri ile sergileyen şampuan ve blue-jeans reklamlarını ise, kızlar daha
cazip bulmaktadırlar (Bulgu 1995:249).
Popüler
ikonun içinde en fazla genç nüfusa etki eden ve kendi imaj ını yansıttığını
hissettiği müzik videoları için Amerika Birleşik Devletlerinde gerçekleştirilen
ve müzik videolarındaki şiddet ve saldırganlığın araştırıldığı bir çalışmada,
166 müzik videosunun %56’sında şiddet içeren davranışlar bulunmuştur. Bu
çalışmadaki saldırganların %73.3’ü erkek, %26.7’si kadın dır. Buna karşın kadın
mağdurların oranı % 76.8, erkek mağdurların oranı ise, %23 dür. Müzik
videolarının %3’ünde şiddet davranışı ölümle sonuçlanırken, video başına 2.86
oranında şiddet içeren görüntü bulunmuştur (Sherman ve Dominick 1986: 86-87 ).
Bulgu tarafından (1995: 125) yapılan çalışmada, araştırmaya katılan çocukların
% 23.6’sı “en çok hangi tür programların kahramanlarına özenirsiniz ?” sorusuna
en çok korku, şiddet ve gerilim türü filmlerin kahramanlarına özendiğini
söylemiştir. MTV televizyonunda yayınlanan müzik videoları ile ilgili bir başka
çalışmada; Müzik videolarının % 75.9’unda cinsellik öğeleri bulunmuştur.
Bunların %50’si flört etmek ve üstü kapalı dokunma, %20’si açıkça dokunma
(okşamak, sıvazlamak), %10 sarmaş-dolaş olmak ya da kucaklamak, %13’ünde
öpüşmek bulunmaktadır. Cinselliğin %70’i karşı cinsle, %26.4’ü aynı cinsle,
%3’ü ise diğer geleneksel olmayan davranış biçimleri içinde görülmüştür
(Sherman ve Dominick 1986:88-89 ).Zira bir araştırmada yayınlardaki şiddetten
rahatsız olduğunu söyleyenlerin oranı %4.4 olması bu tüketimin gitgide
hislerimizi anlamsızlaştırdığını anlatmaktadır. (Batmaz ve Aksoy: 1995:66).
Kral TV’de yayınlanan müzik videolarıyla ilgili bir içerik çözümlemesi
çalışmasında; 42 ana ve yan karakterden 32’sinin cinsel obje olarak
kullanıldığı, kadın karakterlerin tamamına yakınının güzel, şık, bakımlı ve
ideal vücut ölçülerinde olduğu görülmüştür. Yine aynı çalışmada şiddet,
saldırganlık ve pornografik unsurlara müzik videolarında yer verildiği
görülmüştür (Günindi-Ersöz 2000:7-8).[52]
Guy Debord “Gösteri
Toplumu” adlı kitabında her gün her
yerde karşı karşıya olduğumuz bu imajın anatomisini şu şekilde çiziyor:
"Bol meta kullanımından
kaynaklanmayan tatmin, metalarının değerinin meta olarak tanınmasında
aranmaktadır: Metanın kullanımını kendi kendine yeterli hale gelir; ve tüketici
metanın egemen özgürlüğüne dinsel bir sevgi duyar. Bütün haberleşme araçları
tarafından desteklenen ve yaygınlaştıran verili bir ürüne yönelik heyecan
dalgaları büyük bir hızla yayılır. Bir giyim tarzı bir filmden çıkar; bir dergi
çeşitli giyim alışkanlıklarını meşhur eden gece kulüplerini tanıtır. Bu tür ıvır
zıvır ‘ın ifade ettiği şey, meta yığını sapkınlığa yöneldiğinde sapkın olan
şeyin
kendisinin de özel bir meta
haline geldiğidir. Kıymetli eşya satışlarıyla birlikte verilen ya da değişim
yoluyla kendi alanlarının dışında çıkamayan ve satılmayan reklam anahtarlıkları
örneğinde olduğu gibi malın aşkınlığına kendini mistik bir biçimde teslim
etmeyi görebiliriz.
Koleksiyon için üretilen anahtarlıkların koleksiyonunu
yapan kişinin biriktirdiği şey metanın bağışlayıcılığıdır, bu onun metaya sadık
olanlar arasındaki gerçek mevcudiyetinin görkemli bir işaretidir. Şeyleşmiş
insan, metayla olan samimiyetinin kanıtını herkese duyurur. Meta fetişizmi,
tıpkı eski dini fetişizmin bağnaz üyelerinde ve mucize ürünü kişilerde görülen
kendinden geçme durumlarına benzeyen ateşli coşku anlarına ulaşır. Hala burada
ifadesinini bulan tek kullanım, temel teslimiyet kullanımıdır."[44]
PROFESYONEL İŞ
YAŞAMINDA REKLAMIN ETİĞİ ya da ETİĞİN REKLAMI
"Acaba, Cenetti'nin dediği gibi, ''kendi şimdiki
yokoloşumuza katlanış'' tan kaçma gibi boş
bir umut tarafından güdülerek, herşeyi rahatlatabilmek ve herşeyi yoluna
koyabilmek için, durulaştırma uğruna rahatlatabilmek için, kendimizi geriye
dönük bir melankoliye mi bıraktık?"/ Jean Baudrillard
Reklamcılık etiğinin sorgulanmasını gerektiren bu
vurdumduymazlık, "etik" kavramının muamma içermesinin dışında gerek
halk diliyle "alaylı" olarak nitelendirilen gerekse
"eğitimli" reklam yöneticilerinin etik ilkelere ne kadar hakim
olduğunun da incelenmesini gerektirmektedir. Reklam yaratıcısının, metin
yazarının, yaratıcı yönetmenin, müşteri ilişkileri yöneticisinin ya da
reklamveren tarafındaki çalışanların etik değerlere bağlı kalıp kalmadığını
irdelemeden önce tüm Dünya'da psikolog derneklerinden, medya derneklerine,
halkla ilişkiler derneklerinden denetleme kurullarına e reklamverenler
derneğine kadar son 10 yılda ardı ardına patlayan etik ilkeler (ethic code)
sorununun bu denli yoğun hissedilmesi durumu ve çağımızda kurumların etik
ilkelerini yayınlarken diğer yandan bunu yine "satış amaçlı" bir
eylem olarak mı yaptığı kuşkusu gündeme gelmektedir. Etik ilkelerden yoksun
olduğunu belli etmemek amacıyla oluşturan etik kodlar, profesyonel iş yaşamında
"etiğin reklama dönüşmesi" kavramını da ortaya çıkarmıştır.
Cinsel tacizden, ücret ödemelerine, eylem yapma hakkından,
etnik köken, cinsiyet, ırk ayrımlarına kadar geniş bir perspektifte
incelenebilecek bu "iş etiği" ilkeleri aynı zamanda reklamcılık
mesleği içinde de geçerlidir. Kendi bulunduğu çalışma şartlarında "iş
etiği" ilkelerinden firmasını sorumlu bulan reklamcıların zihninde,
reklamı yaratırken geçirdiği süreçler muhakkak ki ele alınmalıdır. Üniversite
mezunu olup gelen ve bir şekilde etik kavramına aşina olan reklamcıların
dışında şu an halihazırda ve üniversite mezunu olmayıp çeşitli reklam ajanslarında
yönetici pozisyonunda olan bir çok kişinin iş etiğine ne kadar hakim olup bunu
çalışanlarına aktardığı düşünülmelidir. İlk defa etik kavramıyla bu
"mesleğin gerçek okulu " olarak tanımlanabilecek çalışma ortamlarında
tanışan gençlerin, piyasa koşullarının yanında etik kuralları olmayan ya da
olduğu halde uymayan bir reklam ajansında çalışma pratikleri de meslek
ilkelerinin gerektirdiği etik ilkelere uyup uymama davranışı açısından
incelenmesi gereken bir konudur.
Madalyonun diğer yüzüne baktığımızda reklamveren firmaların
da iş etiğine uygun olması ve kendisi için yaratılan reklamları buna göre
değerlendirme yetisine sahip olması, ayrıca bu kavramları hem reklam ajansı,
hem de çalışanları tarafından bilinir, algılanır ve aktarılır hale getirmesi gereklidir.
Varolan tartışmaların bir ayağını da reklam ajansları tarafından
reklamverenlerin "satışı gerçekleştirecek" reklam için "her
yolun mubah" olduğunu düşünmeleri ve bunun kendilerine ticari bir baskı
olarak gelmesi oluşturur. (Schermerhorn, 1993:87) Bu yüzden hem reklam
ajanslarını hem de reklamveren tarafını bir firma olarak değerlendirip,
reklamın yaratımı gerçekleşmeden önce kendi içinde ya da aralarında bir iş
etiğinin ne kadar oluşup oluşmadığı da incelenmelidir. Çünkü bu inceleme bizi,
reklam yaratımından sonra oluşan ve tüketici kesiminde de yoğun şekilde
hissedilen etik sorunların başlangıcının nerede olduğunu kavramaya
götürecektir.
Türkiye Etik
Değerler Merkezi'nin 8 Ocak 2003 yılında bazıları büyük holding yöneticisi
olan, önde gelen 9 fikir liderinin danışmanlığında oluşturduğu "Türk İş
Gücünün İş Etiğine Yaklaşımı" araştırmasında Türkiye'nin 12 ilinde 18 yaş
üstü 1033 kişiyle yapılan yüzyüze görüşmedeki sonuçlara baktığımızda "'iş
etiği/ahlakı' kavramını duydunuz mu?" sorusuna (hayır) cevabı verenlerin
yüzdesi %35,8'dir.
"Firmanızın/
kurumunuzun işinize rehberlik etmesi açısından sağladığı herhangi bir yazılı
veya sözlü iş ahlakı/ etiği davranışları, standartları var mı?" sorusuna
verilen cevaplar şöyledir:
Evet,
yazılı olarak var: 36,3%
Ne
yazılı ne de sözlü iş ahlakı/ etiği standartları yok : 32,5%
Var
ama yazılı değil: 29,2%
Bilmiyor/
Cevap yok: 2,0%
Yine
aynı araştırmada "Firmanızda iş ahlakına/ etiğine uygun davranış
standartları ile ilgili eğitim veriliyor mu?" sorusuna verilen cevapların
dağılımı şöyledir:
Hayır,
eğitim verilmiyor: 61,9%
Evet,
ayrı bir eğitim olarak veriliyor: 22,7%
Evet,
oryantasyon programı içinde veriliyor: 13,8%
Bilmiyor/
Cevap yok: 1,6%
İş etiği
dersleri verilen firmalarda çalışan 377 kişiye "İşimi yapmam ve kararlarıma
rehberlik etmesi açısından iş ahlakı/ etiği eğitimleri bana yarar sağlar"
sorusuna verilen cevap dağılımları baktığımızda kendilerine yarar sağladığı
görüşünde olanlar %82,3, yarar sağlamadığı görüşünde olanların sayısı
%12,5'tur. [30] 1033 kişiye sorulan " Çalıştığınız firmada iş ahlakına/
etiğine uymayan herhangi bir davranış gözlemlediniz mi?" sorusuna ise
%63,5 (Hayır)’ü cevabı verirken %34,5’ü (evet) cevabını vermiştir.[30]
HALKLA İLİŞKİLERE GEÇEN "Alınan
Mesajı İkna Ederek İletme” GÖREVİ:
"Kim olduğunu öyle bir haykırıyor ki; ne dediğini
duyamıyorum." /Ralph Waldo Emerson
Yukarıda bahsedildiği gibi iş etiği niteliklerinin başta
çalma, hırsızlık ve dolandırıcılık, ödeme yükümlülükleri, müşterilerine değer
vermesi, rüşvet alıp vermemesi, vergilerini ödemesi ve ayrımcılığa gidilmemesi
olarak öne çıktığı araştırmada, daha az önem arz edenler çalışanlarına değer
vermesi, çalışanlarına, müşterilerine, tedarikçilerine verdiği sözleri tutması
ve halka doğruyu söylemesi olarak belirtilmektedir. Araştırmada deneklerin iş
etiği konusunda en az önem verdiği kavramlar çevre ve güvenlik kurallarına
uyulması olarak belirtilmiştir. Deneklerin uygulanmadığına inandıkları konular
ise halktan doğrunun saklanması, değişik fikirlere duyulan saygı, şirket içi raporların
yasaya uygun olması olarak belirtilmektedir. Reklamcılar tarafından iletişim
mesajının halkla ilişkiler mantığı açısından da artan rolü WPP gibi Dünya’nın
bir çok reklam holdinginin halkla ilişkiler ya da medya şirketi satın alması,
reklam mesajının firma değerlerini yansıtmakta yeterli olmadığının bir
göstergesidir[27]. Bu sonuçlara bakıldığında marka sahibi kuruluşların
kamuoyunda hissedilen herhangi bir negatif durumda, bu tarz kriz anlarını
bertaraf etmek için yani kötü reklamının etkisini yok etmek için halkla
ilişkiler şirketlerine başvurmaları, etiğin sadece reklamcılık sektörü
açısından değil halkla ilişkiler şirketleri açısından da değerlendirilmesi
gerekliliğini ortaya koymaktadır. Ürünün reklamını yapan firma için zihninde
"ikna yeri" açan ve marka kavramını oluşturan tüketicinin bu konuda
halkla ilişkiler şirketlerince doğru bilgilendirilip bilgilendirilmediği de
reklamın etiği konusunda önemli yer sahibidir.
Bu noktada "eğer reklam ve halkla ilişkiler
şirketleri, 'işverenin bekleyişlerini' sadece 'iş penceresinden' değerlendirir,
kötü insanları iyi insan, kötü şirketleri iyi şirket olarak tanıtır ise etik
diye adlandırılan değer ölçüleri tamamen bir yana atılmış olmaz mı?" diye
soran Milliyet Gazetesi yazarı Güngör Uras yine aynı yazıda Marketing Türkiye
dergisinde halkla ilişkilerin bir reklam aracı olarak gündeme getiren halkla
ilişkiler uzmanı Sibel Asna'nın konuyla ilgili yorumlarına şu şekilde yer
vermektedir:
"Halkla
ilişkilerin meslek olarak 'başkalarının işlerini aktarmakla / yansıtmakla
sorumlu tarafı' olduğu düşünülürse öncelikli rolün 'aktarılan işe' düştüğü
âşikar. Konuyu açacak olursak, halkla ilişkiler / iletişim sorumluluğunu
üstlenen kişi veya kurum, temsil ettiği alanın etik duruşundan doğrudan
etkilenecektir. Son derece yüksek etik değerlere sahip olduğunu iddia eden bir
kuruluş, etik değerleri düşük bir 'iş'i yansıtmayı üstlenmişse bundan
etkilenmeyecek midir? Toplumu 'ikna etmeye' çalıştığı konunun aslında topluma
zarar yarattığını biliyorsa bu rolü üstlenmesi 'etik' anlayışa sığacak mıdır?
Böyle durumlarda, kendi iç yapılanmasını ve kurumsal değerlerini uluslararası
etik standartlara göre konumlandırmış bir halkla ilişkiler kişisi veya kurumu
haksız rekabetle baş edebilecek gücü kendinde bulabilecek midir? Eğer bir
yaptırım unsuru yoksa, toplumsal değerlerin yerle yeksan olduğu ortamlarda onun
dayanağı 'ne' ve 'kimler' olacaktır?"
Güngör Uras yazısına bu yorumdan sonra
şöyle devam etmektedir:
"Çünkü
reklamcılar ve halkla ilişkilerciler, bir ürünü, bir kişiyi veya bir şirketi
pazarlıyor... Kamuoyu, tüketici ürünü, kişiyi veya şirketi onların
ambalajladığı, sattığı şekilde tanıyor. Kabul ediyor. Genelde tüketiciyi
korumak için, ürünler konusunda yanıltıcı bilgi vermek yasaklanmış durumda.
Yanıltıcı bilgiyi önlemeye dönük yaptırımlar var. Fakat kişiler, şirketler ve
kurumlar hakkında yanıltıcı bilgi vermeyi önleyici mevzuat mevcut değil.
Türkiye'de
bugüne kadar kişiler, şirketler, bankalar hakkında yanıltıcı bilgi veren
reklamcılar ve halkla ilişkiler şirketlerinin etik sorumluluğu hiçbir şekilde
gündeme gelmedi."
Modern halkla
ilişkilerin kökleri Freudcu psikolojiye dayanan ikna teorisinde ekilidir. Bu
durum oldukça anlaşılırdır, çünkü halkla ilişkilerin öncüsü Edward Bernays
Sigmund Freud'un yeğeniydi ve kampanya planlarken çoğu kez psikologlara
danışırdı" (Kunczik, 1993, p. 95 aktaran Nessmann, 1995). Uluslararası
Halkla İlişkiler Derneği’nin (IPRA) meslek ahlak yasasının HALKA ve BASINA
YÖNELİK DAVRANIŞ KURALLARI başlığıyla verilen C-1 maddesinde "Bir
üye daima kamuoyunun çıkarları doğrultusunda hareket etmelidir." [7] kuralına uymak zorunda olduğunu görüyoruz.
Çoğu firmanın kamuoyunda oluşan negatif
kriz planlarında başvurduğu halkla ilişkiler ajansları için IPRA Başkanı
Charles van der Straten bu kriz anları için şu şekilde yaklaşmaktadır:
"Bazı
şirketler bazı hatalarını örtmek için PR ajanslarından yardım alıyorlar. PR
şirketi de onlara bir kriz yönetimi projesi hazırlıyor ve halkın gözünde eski
imajlarını kazanmalarını sağlıyor. Bu etik bir davranış ve süreç midir sizce?
Evet ve hayır. Etik, bir yaşam tarzıdır. Söylediğiniz ya da
masanın üzerine koyduğunuz bir şey değil davranış şeklinizdir. Bunu bir örnekle
açıklayalım. Mesela x şirketi bir hata yaptı ve bana geldi,
“Bir hata
yaptık, doğru yola girmemiz gerekiyor. Bize yardım eder misiniz?” dedi. Pek çok
durumda bu işi reddetmem. Ama bazı durumlar zordur. Çünkü etik sadece PR
tarafında değil aynı zamanda şirket tarafındadır. Olayları ve verileri çok iyi
değerlendirmeniz gerekiyor. Başka bir yolu yok. Sadece dürüst olursanız bu işi
yapabilirsiniz aksi takdirde yaptığınız iş etik olmayacaktır. Onun için tek
yapmamız gereken etik davranmak ve daha profesyonel olmak, zor olsa da
gerçeklere tutunmaktır.
IPRA’nın kabul ettiği
etik standartları ya da kuralları var mı?
Evet, kurallara sahibiz. Bu kuralların hepsi AB’nin 48.
maddesindeki insana hakları kuralları ile ilişkili. Çünkü işimizin çoğunluğu
insanlarla ve bilgi ile ilişkili. Her şey insan haklarına bağlanıyor."
[8]
Savunma,
firma (veya kurum) pozisyonunu, özellikle taarruz altındayken, koruma için
yapılan halkla ilişkiler faaliyetleridir. Sigara firmaları bunu Amerika'da
yaygın bir şekilde yapmışlar, fakat kaybetmişlerdir. Türkiye' de nükleer enerji
santralları kurmaya çalışanların çıkarını gerçekleştirmeye çalışan güçlerin "nükleer
enerji hakkında bilgi artırma" adı altında yaptıkları faaliyetler ve sözde
araştırmalar da bunu yapmaktadırlar. [17]
Savunma hedeflediği amacıyla ikna etmeye
benzer:
Dinleyicileri/tüketicileri/halkı, halkla ilişkileri yapan
kurumun faydası yönünde düşünmeye ve hareket etmeye ikna etmektedir. Savunma
iknadan farklı olarak, tartışmadan ortaya çıkar veya tartışma açar; aktif
destek veya aktif karşıtlık sunar. Sigara karşıtı kampanyalar ve buna karşı
sigara endüstrisinin seçtiği yollardan biri de budur. Savunma açısından
yaklaşıldığına IPRA başkanın etik ve kriz planlarında firmaların halkla
ilişkilere başvurmasına karşı duyulan tepki de bu kendi mesleğini savunma
hedefine ve ikna etmeye dahil olduğu söylenebilir. [17]
Uzmanlar
tarafından halkla ilişkiler firmasının, aslında burada kendisinin
müşterilerinin kimler olduğunu ortaya koyması gerektiği düşünülürken, ticari
rekabet ortamında en iyi hizmetin kendilerini maddi olarak en çok doyuracak
firma tarafından verileceğini düşünmek anlamsız değildir. Bu manada firma
çıkarlarına yardım etmek için ücretlendirilen halkla ilişkiler firması,
toplumsal çıkarı ve görevi olan halkla ilişkileri organize ederken doğruyu
halkın çıkarına mı yoksa firmanın çıkarı yönünde mi gözeteceği
karşılaştırmasında - kendi meslek ilkeleri gereği- firma çıkarlarının arka
planda kalması gerektiğini mesleki kural olarak bilmelidir.
"İnsanın
doğasında onu kavgaya sürükleyen üç şey vardır:
Rekabet, güvensizlik ve şöhret." /
Thomas Hobbes
Yazımızın
içeriğinde bahsi geçmese konunun anlamını yitireceği bir önemli konu da reklam
ajansı ve halkla ilişkiler firmalarıyla, reklamveren arasındaki ilişkidir.
Reklam ajansları tarafından belki de en çok etik değerleri arka plana attıkları
bu durum, reklamcılık terminolojisinde "konkur" adı verilen ve
reklamverenlerin kendilerine en uygun ajansı seçmek için açtığı bir nevi
ihalelerdir. Bu açılan ihalelerde, firmanın reklam ajansı olabilmek için
yaratıcı çalışmalar üreten reklam çalışanları, firmanın ya da kendi reklam
ajansının ticari kaygıları nedeniyle etik değerlerini kimi zaman unutturmak
veya diğer deyişle unutturulmak zorunda bırakılmaktadır. Reklamverenler Derneği
Dergisi'nin Temmuz 2000 sayısında bu konudaki etik eksikliği şöyle açığa
çıkmaktadır.
"
Toplam bütçenin milyar dolarlarla ifade
edildiği reklam sektöründe, bu pastadan pay almaya çalışan ajansların bir
anlamda er meydanı konkur. Konuşulan reklam bütçeleri büyüdükçe de herkesçe
benimsenmiş etik kurallar olmadığından, hem spekülasyonlar yapılıyor hem de
bütünüyle yoruma açık davranışlar sergilenebiliyor. Sonuç; reklamverenin de,
reklam ajanslarının da bu işten canı sıkılıyor.Konkur, bugüne kadar üstünde çok
konuşulmasına ve "Konkur İlkeleri" adı altında bir RVD/RD ortak
yayını hazırlanmış olmasına rağmen, uygulamada yerleşmiş etik kurallara henüz
sahip değil.... Konkur etiği konusunda hazırlanan 'Reklam Ajansı Seçiminde
İlkeler' adlı kitapçıktaki ilkelerin altında, sektörü oluşturan tarafların
tümünün imzası yok. Herkesin imzalayacağı bir ilkeler bütününde göz önüne
alınması gereken birçok ayrıntı var. Konkurun doğru yapılabilmesi için ne kadar
kural belirlerseniz belirleyin, duygularınızı olayın dışında tutmazsanız yine
de başarılı olamıyorsunuz; hele reklamveren ile reklamcı arasında böylesine
yakın ilişkilerin kurulduğu bir sektörde. Marifet duyguları konkur alanına
taşımamak
... Son
dönemde bir başka örnek de beğenilen çalışmaların fiyat etkeniyle seçilmemesi;
bu da işin kalitesini aşağıya çeken dolayısıyla sektöre zarar veren bir
yaklaşım. Reklam üretmek hem zihinsel hem de teknik altyapı açısından pahalı
bir süreç. Bir reklamın fiyatının içinde de ağırlıklı olarak bu girdiler var.
Reklam ajansının kazancı çok küçük oranlarla ifade edilebilecek noktalarda.
Dolayısıyla reklamverenin %1'lik bir fiyat indirimi, reklam ajansının
bütçesinde %10'luk bir yansımaya neden oluyor. Hele son günlerde, masrafları
karşılamaya bile olanak vermeyecek brüt gelir marjlarıyla alınan konkurlar
olduğu düşünülürse, sektörün gelişiminden haklı bir kaygı duyuluyor." [9]
Reklamcılar ve Reklamverenler
Derneği'nce ortak olarak paylaşılan bu sorun, reklamın son kullanıcısına yani
tüketiciye de yazımızın ilerleyen bölümlerindeki araştırmada görüleceği gibi
olumsuz şekilde etki etmektedir.
Bu
paradokslar içinde kısılıp kalan reklamcılar ve reklamverenler etik değerlerini
ve kendi meslek ilkelerini gözden geçire dursun; tüketici cephesinde devamlı
reklama maruz kalan ciddi bir kitle bulunmaktadır. Gerek kent kültürü
içerisinde gerekse kırsal yaşamda olsun, hayatın her tarafında reklamla
karşılaşmaktan bunalan tüketici, ihtiyaç duyduğu anda doğru ve yanlışı
ayırdetmek ve kendine en uygun ürünü anlamak için yine reklama kulak
kabartmaktan başka çare bulamamaktadır. Reklam etiğini anlamak için ise
öncelikle birey tarafından da reklamın kendisini, amacını, faydalarını ve
zararlarını irdelemek gerekir.
PROFESYONEL BİREYİN GÖZÜNDE ETİĞİN
ALGILANMASI:
"Modern Endüstriye dayanan toplum, rastlantısal ya da
yüzeysel olarak değil, temelde gösteri yanlısıdır. Hakim iktisadın imajı olan
gösteride amaç hiçbirşey, gelişme ise herşeydir. Gösteri, kendinden başka
hiçbirşeye varmak istemez."/Guy Debord
Tüm bunların
içinde masaya yatırılan ve göz hapsine alınan reklam ve halkla ilişkiler
ajanslar gibi müşterisi konumundaki şirketler de kamuoyunca gitgide hissedilen
ve ihtiyaç duyulan etik ilkelere sahip olmak ve biraz olsun bu haklı baskıdan
kendisini sıyırmak için bir yarışa başladı. Bu yarışın temel sebebi rekabetin
gerektirdiği koşullar ve tüketicinin elinde etik kavramının gitgide
"müşteri tatmini"ni en iyi kendisinin verdiğini anlatmak için reklam
üstüne reklam veren firmalar karşısında güç oluşturmasıdır. Karşılıklı
çıkarlarla geri beslemeli bir döngü gibi çalışan bu sistemin karşısında
profesyonel bireyin iş etiğine karşı tutumunun farkına varmak için yine Türkiye
Etik Değerler Merkezi'nin 1033 kişiyle yapılan araştırmasına bakmak yeterli
olacaktır. [30].
Katılıyorum
"Ürünleri
aynı fiyatta olursa iş ahlakı/ etiği olan bir firmanın ürünlerini
satın almayı tercih ederim" "İş
ahlakı/ etiği olan kurumların ürünleri daha kalitelidir" %83.7 %29.5 %80.2 %28.1
ulusal şirketlere
göre daha çok uyar"
"Türkiye'de özel sektör,
kamu sektöründen daha fazla iş ahlakına/ etiğine
sahiptir" "İş ahlakı/ etiği olan
firmalar haksız rekabete uğrar" %60.2 %14.9 %57.0 %57.0
olan bir firmanın
ürünlerini satın almayı tercih ederim."
"Küçük ve orta ölçekli
şirketler iş ahlakı/ etiği standartlarına büyük ölçekli
şirketlere göre daha çok uyar." "İş ahlakına uymayan/ etik
olmayan firmalar cezalandırılmalıdır" %47.0 %7.5 %93.8 %44.5 "Türkiye'de iş ahlakının/
etiğinin yerleşmesi için devletin yeniden yapılanması
gerekmektedir" "Türkiye'de iş ahlakının/
etiğinin yerleşmesi için ekonomik iyileşme gerekmektedir
" "İş ahlakı/ etiğine sahip
firmalara bu konuda teşvik edici ödüller
verilmelidir" %92.6 %40.8 %92.3 %39.3 %89.5 %35.8
siyasi sistemin
yeniden yapılanması gerekmektedir"
"Türkiye'de
iş ahlakının/ etiğinin
yerleşmesi çm üst düzey %87.9 %23.5
yöneticilerin
tutumlarının değişmesi gerekmektedir"
"İş ahlakına/ etiğine sahip olan
firmalar Sivil Toplum Kuruluşları %78.5 %26.1
tarafından
teşvik edilmelidir"
kurumsallaşmasının
tamamlanması gerekmektedir"
firmaların ağırlığının artması gerekmektedir"
Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında, bu sürecin
siyasal boyutlarına ilişkin çalışmaların arttığı ve konunun farklı şekillerde
ele alındığı görülmektedir. Görüldüöü gibi posmodernizmle önceki dönemden
farklı bir dönem geçiş ifade edilmektedir. Modernleşme döneminde ulus, devlet,
kurumlar vb. oluşumlar öne geçmekle birlikte modernleşmeye kültürel ve ahlaki
tepki gösterildiği de gözlenmektedir. Yeni dönemde kültürel boyut ve yerellik
öne geçmekte, ayrıca toplumun bir kriz yaşadığına ilişkin değişik görüşler bu
yazıda da belirtildiği gibi ifade edilmektedir. Bu yeni dönemde, toplumun
ekonomik ve sınıfsal yapısı yanında anlayış ve zihin yapısının da değiştiği,
farklı sorunların belirdiği ve yeni arayışların öne çıktığı hepimizce
aşikardır. Postmodernizmin ise temel özellikleri şöyle sıralanabilir; genel
geçerlilik iddiası taşıyan önermelerin (teoriler, üst anlatıları, evrensel
üsluplar) reddedilmesi; (dil oyunlarında, ilgi kaynaklarında ya da bilim adamı
topluluklarında) çoğulculuğun ve parçalanmanın kabul edilmesi; farklılığın (ya
da başkalığın) ve çeşitliğin vurgulanması; ve son olarak da her şeyin geçici
olduğunun ruhsuzca ve alaycı bir şekilde kabul edilmesidir . Mantıksal
modernizmin gelişiminde oluşan sorunlarla boğuşan toplum olarak 1930’larda, İtalyan
marksist Antonio Gramsci ve Belçikalı sosyalist Henri de Man tarafından,
otomobil üreticisi Henri Ford’un kapitalist
medeniyetteki büyük değişiklikler öneren yazılarının yorumlanmasıyla ortaya
atılmış bir simgeyle farkılılaşma gelişiminde yeralmak istemiştir. Fordizmin
önemi, kapitalizmin kendisini nasıl geliştirdiğini göstermesindedir. Sosyal
bütünleşmeye kapitalistler tarafından dikkat çekilmektedir. Fordizm’de toplum,
herkesin ortak çalışmaya katıldığı ve faydalarını paylaştığı bir tür hiyerarşik
bütünlüktür. Toplum, resmi ve özel yöneticiler tarafından -kendi bilgilerini
esas alarak- organize edilmiştir. Yönetimdeki bürokratik sitil ve
şehirleşmedeki rasyonel tutum nedeniyle Fordizm, ‘modernizm’ ile bağlantılıdır.
Endüstri yönetiminde de bürokrasi ve rasyonalizm vardır. [43] Modernizmin
yanında postmodernizm de fayda etmemiş Fordizm de bir iş üretim mekanizmasıyla
karşılaşan toplum gene mutsuzluğunu sergilemektedir. Artık kapitalizm döngüsü
içerisinde insanların büyük bir bölümünün yaratıcılığı yok olma sürecine de
girmişti. Toplum seyreden ve aktörler, üretici ve tüketici olarak bölünmüştü.
Buna karşın çıkan en büyük akım Situationistler (Durumcular) oldu ve onlar
diğerlerinden farklı türden bir devrim istediler: İktidarı ele geçirmek için
bir grup insan değil hayal gücü istediler; şiir ve sanat herkes tarafından
gerçekleştirilmeliydi. “Yeter!” diyorlardı, “İşe boş verin, can sıkıntısına boş
verin! Sonsuz bir festival yaratın.”
Situationistler, yaptıkları çözümlemelerde kapitalizmin bütün ilişkileri ticari
işlemlere dönüştürdüğünü ve hayatın bir "gösteriye"e indirgendiğini
öne sürdüler. Gösteri , teorinin anahtar kavramıydı. Marx'ın erken yazılarında
geliştirdiği yabancılaşma görüşünü çeşitli bakımlardan yeniden ele aldılar.
İşçi kendi ürününe ve birlikte çalıştığı işçiye yabancılaşmış ve kendisini
yabancı bir dünyada bulmuştur. Bu akımın öncülerinden ve aynı zamanda “Gösteri
Toplumu” kitabının yazarı Guy Debord, bir anlamda reklamcılığın da
yaygınlaşmasında ve izlenebilir kılınmasında etkili olduğunu anlatan şu
görüşüne kitabında yer vermektedir:
“İzleyicinin(kendi
bilinçsiz etkinliğinin sonucu olan) seyredilen nesneye yabancılaşması şöyle
ifade edilir: İzleyici ne kadar çok seyrederse o kadar az yaşar; kendisini
egemen ihtiyaç imajlarından bulmayı ne kadar kabul ederse; kendi varoluşunu ve
kendi arzuları o kadar az anlar. Gösterinin etkin insan karşısındaki
dışsallığı, kendi davranışlarının artık bu insana değil, bu davranışları ona
bir başkasına ait olması gerçeğinde ortaya çıkar. İşte bu yüzden izleyici
hiçbiryerde kendini evinde hissetmez; çünkü gösteri heryerdedir.”[44]
Gösteri
Toplumunun yerine Situationistler, paranın, meta üretiminin, ücretli emeğin,
sınıfların, özel mülkiyetin ve devletin olmadığı bir komünist toplum önerdiler.
Yapay ihtiyaçlann yerini, gerçek arzular alacak, kâr ekonomisi haz ekonomisine
dönüşecekti. İşbölümü ve iş ile oyun arasındaki antagonizmin üstesinden
gelinecekti. Bu serbest oyun, aşkı temel alan, önderliği, özveriyi ve rol
üstlenmeyi reddedişiyle nitelenen bir toplum olacaktı. En önemlisi, her bireyin
hayatın her anının yeniden inşasına fiilen ve bilinçli olarak katılması
gerektiğini ısrarla belirttiler. Kendilerine özellikle Situationist (Durumcu)
dediler, çünkü bütün bireylerin kendi hayat durumlarını inşa etmeleri, potansiyellerini
serbest bırakmaları ve bizzat haz duymaları gerektiğine inanıyorlardı.[45]
Marx’ın
metalaşma olarak anlattığı ve Durumcuların kullanım değerinin değişim değerine
dönüşmesi, oluşan kültürde tanımlanabilecek bir kültür tanımının olmamasını da
gerçekler. Zira reklamlarda da görüldüğü gibi duygular ve hislerin karşılığı
olarak ölçülebilir ve görünür kılınan mülkiyet hakkı ve sahip olma isteği
tüketicinin yani insanın tatmin değerlerini ancak sayılabilir ve görülebilir
nesnelere -en azından ihtiyaca- yöneltmesine de yol açmıştır. Gitgide
ölçülebilir tatmin noktamız yüzünden, - postmodernizmi herşeyi isteyen ve de
bunun farklı ve görülebilir olmasıyla susan ve mutlu bir çocuğa benzetirsek-
bunun yansıması ve yanılsaması olarak kendimize yabancılaştığımız düşüncesine
varmak zor sayılmaz. Çünkü ne kadar farklı olursak o kadar birbirimizden
uzaklaşacağız ve birbirimizin ortak sahip olduğu hisleri de hissin özünü de
farklılaştırarak deforme edeceğiz. Coğrafi olarak varolan mesafeyi yoketmeyi
başaran toplumun yine mesafe koyma ihtiyacı yüzünden mesafeyi gösterisel
ayrılık olarak kendi içinde yeniden ürettiğini söyleyen Guy Debord bu
farklılaşmasını gösteriye dönüştürme ihtiyacını şöyle belirtmektedir:
“Tüketim sayesinde mutlu bir şekilde birleşmiş toplum imajında
gerçek bölünmeye ancak bir sonraki tüketim başarısızlığına kadar ara
verilmiştir. Sonunda vaat edilmiş toplu tüketim topraklarına varan gözalıcı bir
kestirme yol olduğuna dair umudu temsil etmek zorunda olan her özel ürün,
sırası geldiğinde ,törensel bir şekilde kesin eşsizlik olarak tanıtılır. Ama
tıpkı aynı yaştaki bireylerin hemen hemen tamamı taşıdığı halde görünüşte
aristokrat olan isim modasının birdenbire yayılması gibi, kendisinden eşsiz bir
güç beklenen nesne de ancak kitlesel tüketim için yeterince fazla miktarda
üretildiği takdirde kitlelerin tapınmasına sunulabilmiştir. Bu alelade ürünün
büyüleyici özelliği ancak toplumsal yaşamın merkezine bir an yerleştiğinde
ortaya çıkar, tıpkı üretimin nihai amacının açığa çıkan gizemi gibi.
Gösteride büyüleyici olan nesne, tüketicisinin ve bütün
diğer tüketicilerin evine girer girmez bayağılaşır. Doğal olarak üretiminin
sefilliğinden kaynanlanan temel zavallılığını çok geç açığa vurur. Fakat o ana
kadar sistemin doğrulanmasını bir başka nesne üstelenmiştir bile ve tanınmayı
talep etmektedir.”
Çalışmamızın
“Kompulsif Satın Alma” bölümünde bahsedildiği gibi; tatmin doyumsuzluğunu bir
gösteri biçimi olan reklamla beslemek isteyen toplumun içinden çıkan zihinsel
hastalıkların örnekleri kadınlardaki alışveriş çılgınlığı, erkeklerdeki
cinsellik olarak çıkan tüketim tatmininden kaynaklanan zaaf türleri olarak
görülmektedir ve reklamcılık etiğinin son noktası olarak incelenmesi gereken
analizin tek taraflı bir eleştirel yaklaşımdan kaynaklanmayacağı okuruna anlatma
niyeti taşır. Zira birey, modern toplumlarda hem reklamcıdan hem
reklamverenden, hem toplumdan hem de profesyonel iş yaşantısından etiğe uygun
davranmasını beklerken aynı zamanda, kendi içinde varolan alışveriş ve tüketim
isteğinin, sadece fizyolojik ihtiyaçları gidermeye yönelik bir aktivite
olmaktan çıkmış, insan yaşamının ve yaşam tarzlarının şekillenmesinde ve hatta
kişiliklerin yeni boyutlar almasında -hastalık derecesinde ve bunu inkar
ederek- rol oynamaya başladığının da farkında olmalıdır.
REKLAMIN ETİĞİNİ VE VARLIĞINA KARŞI
TUTUM ARAŞTIRMASI: METOD:
Yazımızda
geçen reklamcı,reklamveren,toplum,reklamların içeriği ve tüketicinin bilinçsiz
tüketimi gibi konularla irdelenen reklamın etiği ve varlığına tutumları üzerine
Türkiye’de günümüz internet kullanıcıları üzerinde bir araştırma
tasarlanmıştır. Bu araştırma, yurtiçinde ve yurtdışında yaşayan bir medya aracı
olan internet kullanıcısı 86 Türk vatandaşından oluşan ve araştırmacı
tarafından belirlenen 5 değişik kategorideki kitle tarafından((1),Reklam /Satış
ve Pazarlama Firması Çalışanı, (2)Reklamveren Firma Çalışanı, (3) Kurumsal
İletişim/Halkla İlişkiler Firması Çalışanı, (4) Reklamcılık/Satış ve Pazarlama
Lisans/Yüksek Lisans/Doktora Öğrencileri,(5) Tüketici) değerlendirilecektir.
Değerlendirmede birey, diğer 4 seçenek uymadığı taktirde ‘tüketici’ seçeneğini
işaretlemektedir. Reklam/Satış ve Pazarlama Firması Çalışanı, aynı zamanda
oluşan reklamveren firma konumunu gözardı edip “Reklam/Satış ve Pazarlama
Firması Çalışanı” olarak işaretlemektedir. ‘Reklam ve Halka İlişkiler Firması”
ünvanına sahip olan firma çalışanları ‘Kurumsal İletişim/Halkla İlişkiler
Firması Çalışanı’ seçeneğini işaretlemektedir. Reklamveren konumundaki
Firmaların Halkla İlişkiler Departmanında çalışan kişiler reklamveren firma konumu
gözardı edip ‘Kurumsal İletişim/Halkla İlişkiler Firması Çalışanı’ Seçeneğini
işaretlemektedir. Reklamcılık/Satış ve Pazarlama/Halka İlişkiler Lisans/Yüksek
Lisans/Doktora Öğrencisi” olan bireyler, diğer dört seçenekten en az birine
uysa dahi bunu gözardı edip ’Reklamcılık/Satış ve Pazarlama/Halka İlişkiler
Lisans/Yüksek Lisans/Doktora Öğrencisi’ seçeneğini işaretlemektedir. Bu şekilde
bireyin mesleki düzeyinin konumunu önplanda tutan demografik bir bilgi örgüsü
oluşturmak amaçlanmaktadır.
Araştırma;
son yıllarda reklam etiği kavramıyla ilgili ihtiyacın ve tartışmaların ve de
bunun etkisiyle reklama ve reklamcılığa karşı negatif tepkilerin gitgide yoğun
bir şekilde artması ve reklamın kişi/kurum/kuruluslar açısından tartışılmaz
yerinin olması nedeniyle, ‘Reklamın Etiği ve Varlığı’ konusunda tutum
biçimlerini öğrenmek için belirlenen 5 kitle arasından birinin içinde var olan
bireyin, kişi/kurum ve kuruluş yaklaşımlarına baglı kalmadan bireysel ‘etiğe ve
reklamcılığa bakış açınız’ temel alınarak değerlendirmesi yazılı olarak
istenmiş ve bu şekilde “etiğe ve reklamcılığa” karşı tutumunu anlamak,
reklamcılık sektörüne yön göstermek ve araştırmacının “Reklamın Etiği ve
Varlığı ” konulu makalesi için tutarlı bir veri sağlamak amacıyla
yapılmaktadır. Bireylerin demografik özellikleri ‘reklamcılık sektöründeki
pozisyonu’nun dışında ‘cinsiyet’ine, ‘medeni durumu’na, ‘çocuğa sahip olup
olmaması’na, ‘eğitim durumu’na ve ‘yaşı’na göre ayrılmıştır. Demografik
özellikleriyle araştırmada var olan birey, 4 farklı konudaki toplam 39 yaklaşım
biçimine karşı tutumunun değerlendirmesini yapacaktır: (1) Reklamın Ekonomik
Etkileri , (2) Reklamın Sosyal Etkileri , (3) Reklamın Etiği, (4) Reklam
Yönetmeliği . 4 farklı kategoriye ayrılarak değerlendirilen 39 yaklaşım biçimi,
araştırmacının internet tartışma gruplarından,akademik kaynaklardan ve
çevresinden yorumladığı tutum biçimleri neticesinde oluşturulmuştur.
Birey, kendisine yöneltilen yaklaşım biçimlerine kendisine
sunulan iki(2) seçenek arasindan ‘Katılıyorum’ ve ‘Katılmıyorum’
seçeneklerinden sadece birine yanındaki ( ) işaretini ‘X’ işareti koyarak
doldurup tutumunu belirtir. Bu araştırma, çeşitli elektronik e-posta gruplarına
ya da araştırmanın birebir iletişim halinde olduğu kişilere bireysel olarak
e-posta adresine/adreslerine yollanıp, bireyin arastirma formunu doldurup
araştırmacının e-posta hesabına bireyin kendisi tarafından gönderilecektir. Her
bireyden tek bir e-posta yanıtı araştırmacı tarafından değerlendirmeye
alınacaktır. Bu nedenle tekil birey sayısı gerçek düşünceleri alınan birey
sayısını birebir yansıtmaktadır. Hata payını azaltmak ve bir bireyin diğer
bireyi yönlendirmemesi ve yönlendirilme ihtimalini minimum düzeyde tutmak
amacıyla ‘ her bireyin araştırmacının e-posta hesabına bireysel yanıt
gönderimi’ yöntemi tercih edilmiştir.
DEMOGRAFİK
ÖZELLİKLER |
Frekans |
Yüzde |
Reklamcılık
Sektöründeki Pozisyonu: |
Frekans |
Vüzde |
Reklamcılık/Satış
ve Pazarlama/Halka ilişkiler Lisans/Vüksek Lisans/Doktora Oğrencisi(Oğr.) |
15 |
17.4 |
Kurumsal
İletişim/Halkla ilişkiler Firması Çalışanı( PR ) |
9 |
1D.5 |
ReklamTSatış
ve Pazarlama Firması Çalışanı( Rekl. ) |
İ3 |
ıs'.’i |
Reklamveren
Firma Çalışanı(RV) |
S |
5.8 |
Tüketici^ |
44 |
Sİ .2 |
Topla nn |
£6 |
İDD.D |
Yaşadığı
Yer: |
|
|
Türkiye |
84 |
■57,7 |
Vu
rtdışı |
1 |
i.] |
Toplam |
86 |
İDD.D |
Cinsiyet: |
|
|
Erkek |
14 |
39.5 |
Kadın |
&2 |
bC',5 |
Toplam |
56 |
İDD.D |
Medeni
Durum: |
|
Evli |
14 27.9 |
Tek (Be
ka r/Dul/&oşan mış) |
62
72,1 |
Toplam |
56
İDD.D |
Çocuğum: |
|
“Var |
16 İS. 6 |
Yok |
7D SI,4 |
Toplam |
56
İDD.D |
Eğitim
Durumu: |
|
Lise |
1 1.2 |
Master/Doktora |
22
25.6 |
Üniversite |
6: 71.1 |
Toplam |
56
İDD.D |
Yaş: |
|
20-30 |
6D
69.5 |
30-40 |
18
2D.9 |
40-50
| 7
| ~8T
50+_______________________________________ 1____ l.Z
Toplam İ6 1DD.D
REKLAMIN
EKONOMİK ETKİLERİ: |
Topl. |
Topl. |
Ogr. |
Oğr. |
Rek |
Rek. |
R V |
R V |
P R |
P R |
T |
T |
Reklamcılık
ekonomik dinamikleri ve piyasadaki para döngüsünü olumlu yönde etJciler. |
Fre. |
% |
Fre. |
% |
Fre. |
% |
Fre. |
% |
Fre. |
% |
Fre. |
% |
Katılıyorum |
73 |
84,9 |
12 |
80,0 |
13 |
100,0 |
4 |
80,0 |
8 |
88,9 |
36 |
81,8 |
Katılmıyorum |
13 |
15,1 |
3 |
20,0 |
0 |
0,0 |
1 |
20,0 |
1 |
lljl |
8 |
18,2 |
Reklamcılık
yaşam standartların yükselmesine yardım eder |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Katılıyorum |
54 |
62,8 |
11 |
73,3 |
12 |
92,3 |
3 |
60,0 |
5 |
55,6 |
23 |
52,3 |
Katılmıyorum |
32 |
37,2 |
4 |
26,7 |
1 |
7,7 |
2 |
40,0 |
4 |
44,4 |
21 |
47,7 |
Reklamlar,
halkın daha kaliteli ürün almasına yardımcı olur. |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Katılıyorum |
40 |
46,5 |
7 |
46,7 |
ıu |
76,9 |
2 |
40,0 |
4 |
44,4 |
17 |
38,6 |
Katılmıyorum |
46 |
53,5 |
8 |
53,3 |
3 |
23,1 |
3 |
60,0 |
5 |
55,6 |
27 |
61,4 |
Reklam,
ürün fiyatlarının düşmesine yardımcı olur. |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Katılıyorum |
32 |
32 |
7 |
46,7 |
5 |
38,5 |
2 |
40,0 |
2 |
22,2 |
16 |
36,4 |
Katılmıyorum |
54 |
54 |
8 |
53,3 |
8 |
61,5 |
3 |
60,0 |
7 |
77,8 |
28 |
63,6 |
Reklamcılık,
tekelciliği besler. |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Katılıyorum |
36 |
41,9 |
6 |
40,0 |
2 |
15,4 |
0 |
,0 |
4 |
44,4 |
24 |
54,5 |
Katılmıyorum |
50 |
58,1 |
9 |
60,0 |
11 |
84,6 |
5 |
100,0 |
5 |
55,6 |
20 |
45,5 |
Reklamcılık,
ekonomiye yeni para döngüsü eklemek sizin, para transferinin bir üreticiden
diğer bir üreticiye geçtiği bir savurganlık tekniğidir. |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Katılıyorum |
21 |
24,4 |
4 |
26,7 |
1 |
7,7 |
0 |
,0 |
1 |
11,1 |
15 |
34,1 |
Katılmıyorum |
65 |
75,6 |
ıı |
73,3 |
12 |
92,3 |
* |
100,0 |
8 |
88,9 |
29 |
65,9 |
Total |
86 |
100,0 |
15 |
100, 0 |
13 |
100,0 |
5 |
100,0 |
9 |
100,0 |
44 |
100, 0 |
[REKLAMIN
SOSYAL ETKİLERİ: |
Topl. |
Topl. |
Oğr, |
Oğr. |
Rek. |
Rek. |
R y |
R V |
p R |
R |
|
|
Reklamlar,
genellikle kışının gerçekte ihtiyacı olmadığı ya da almayı düşünmediği
uııinle»i almak için ikna eder. |
Fneka ns |
% |
Fre |
% |
F |
% |
Fre |
% |
Fre. |
% |
Fre |
% |
Katlıyorum |
55 |
64,0 |
10 |
66,7 |
5 |
38,5 |
~4n |
80,0 |
4 |
44,4 |
32 |
7Z7~ |
Katılmıyorum |
31 |
36,0 |
* |
33,3 |
8 |
61,5 |
t |
20,0 |
5 |
55,6 |
12 |
2T3" |
Reklamların
büyük bir çoğunluğu tüketicinin zekasını aşağılar niteliktedir. |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Katılıyorum |
35 |
40,7 |
6 |
40,0 |
3 |
23,1 |
~r |
20,0 |
2 |
22,2 |
231 |
52.3 |
Katlim
iyorum |
51 |
59,3 |
9 |
60,0 |
10 |
76,9 |
4 |
80,0 |
71 |
77,8 |
2T| |
47,7 |
Reklamlar,
gerçekleri yansıtmak zorundadır. |
|
|
TT —r |
93,3 ---- 67T |
—nr —r |
--- 923" '"777” |
---- 3“ 2 |
|
|
1 55A 1 [İÇTİ |
36 —sn |
SU —18,2 |
Katılmıyorum |
16 |
---- 1$5~ |
40$ |
4 |
||||||||
Günümüzde
yayınlanan çoğu reklam saçma ve aptalcadır. |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Katılıyorum |
40 |
46,5 |
& |
40,0 |
6 |
46,2 |
1 |
20,0 |
4 |
^*4/T |
—23| |
52,3 |
Katlim
iyorum |
46 |
53,5 |
9 |
60,0 |
7 |
53,8 |
T"| |
80,0 |
5 |
55,6 |
2T"| |
4777 |
Reklamlar,
sadece erişkin bireylere gösterilmelidir |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Katılıyorum |
38 |
44,2 |
ü |
53,3 |
3 |
23,1 |
~2| |
40,0 |
r] |
44,4 |
ad |
4777“ |
Katlim
iyorum |
48 |
55,8 |
7 |
46,7 |
10 |
76,9 |
|
60,0 |
5 |
[ 55,6 |
231 |
52,3 |
Kamuoyunda
çok konuşulan reklam, reklamın sahibi reklamveren firma ve reklam ajansı
acısından başarılıdır. |
|
|
|
|
|
|
t] |
|
|
|
|
|
Katılıyorum |
48 |
55,8 |
6 |
40,0 |
3 |
23,1 |
|
80,0 |
---------- 5“ |
~66TT |
—29" |
---- 3^1“ |
Katılın iyorum |
38 |
44,2 |
y |
60,0 |
10 |
76,9 |
T |
20,0 |
31 |
[ 33,3 |
151 |
659“ |
Reklamlar,
ürün özelliklerini ve vaadini çarpıtarak insanların aklını
karıştırmaktadırlar. |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Katılıyorum |
53 |
61,6 |
10 |
66,7 |
3 |
23,1 |
"3~ |
60,0 |
6 |
! 66,7 |
31 |
70,5 |
Katlim
iyorum |
33 |
38,4 |
5 |
33,3 |
10 |
76,9 |
2 |
40,0 |
31 |
: 33,3 |
I3| |
29,5 |
Reklamlar,
bizi konformist(Kalıplara itaat eden ve onu benimseyen birey) ____________________ yapar________________ |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
| Katılıyorum
' |
wr |
47T" |
ıı | |
7Ş3~ |
31 |
1 23X1 |
T |
20,0 |
! |
33,3 |
23 |
52,3 |
| Katılmıyorum |
45 |
52,3 |
Tl |
26,7 |
1 njr |
|
Tl |
8OT) |
5“ |
66,7 |
2T1 |
47,7 |
Reklamlar,
bizi materyalist ve de sadece kendi isteklerini ve ihtiyaçlarını üstün tutan
bencil birey yapar |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Katılıyorum |
31 |
36,0 | |
H |
46,7 |
T~ |
|
o~ |
|
T |
22,2 |
—2ü| |
45,5 |
Katı İm
iyorum |
55 |
64,0 |
si |
53,3 |
I H| |
j 84,6 |
5 |
100,0 |
7~\ |
77,8 |
24 |
54£T |
Bütün reklamlar,
çocukların zihninde olumsuz etkiler bırakmaktadır. |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Katılıyorum |
—zr |
24.4 |
4 |
--- 2Ç7~ |
ı |
7,7 |
1 |
20,0 |
3 |
ns&r- |
~TZ] |
---- 2Z3T |
Katlim
iyorum |
65 |
|
11 |
73,3 |
12 |
9£3 |
4 |
8TOP |
Tl |
1 66,7 |
32“ |
72TT |
Total |
86 |
100,0 |
15 |
100,0 |
13 |
100,0 |
5 |
100,0 |
9 |
100, 0 |
44 |
100,0 |
REKLAMIN
ETİĞİ |
Top . |
Topl. |
Oğr. |
Oğr. |
Rek. |
Rek. |
RV |
R V |
P R |
P R |
T |
T |
Genelde
reklamlar, ürünün vermek istediği mesajını gerçekçi bir şekilde bize iletir. |
Frekans |
% |
Fre |
% |
F |
% |
Fre |
% |
Fre |
%" |
Fre |
% |
Katılıyorum |
23 |
26,7 |
3 |
20,0 8 |
61,5 1 |
20,0 2 |
22,2 |
9 |
20,5 |
|||
Katılmıyorum |
63 |
73,3 |
12 |
80,0 |
5 |
38,5 |
4 |
80,0 |
7 |
77,8 |
35 |
79,S |
Reklamların
içine asıl ihtiyacımızdan daha fazlasını vaadeden kavramlar
yerleştirilmektedir^ özgürlük,cinsel çekicilik gibi) |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Katılıyorum |
78 |
90,7 |
14 |
93,3 |
9 |
69,2 |
5 |
100,0 |
9 |
100,0 |
41 |
93,2 |
Katılmıyorum |
s |
9,3 |
ı |
6,7 |
4 |
30,8 0 |
,0 0 |
,0 |
3 |
İ 6^3~ |
||
Günümüzde
reklamların çoğu, bizi asıl üıün vaadinden başka yönlere çekmektedir |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Katılıyorum |
62 |
72,1 |
14 |
93,3 |
7 |
53,8 |
4 |
80,0 |
6 |
66,7 |
31 |
70,5 |
Katılmıyorum |
24 |
27,9 |
ı |
6,7 6 |
46,2 1 |
20,0 3 |
33,3 |
|
i 29,5 |
|||
Reklamlarda
gereksiz yere cinsellik kullanılmaktadır. |
|
|
|
|
|
|||||||
Katılıyorum |
62 |
72,1 |
13 |
86,7 6 |
46,2 4 |
80,0 3 |
33,3 |
36 |
81,8 |
|||
Katılmıyorum |
24 |
27,9 |
* |
13,3 7 |
53,8 1 |
20,0 6 |
66,7 |
s- |
18,2 |
|||
' Cinsellik
Satar |
|
|
|
|
|
|||||||
Katılıyorum |
58 67,4 |
9 |
60,0 7 |
53,8 4 |
80,0 6 |
66,7 |
i 32 |
72,7 |
||||
Katılmıyorum |
28 |
32,6 |
6 |
40,0 6 |
46,2 1 |
20,0 3 |
33,3 |
I T2“ |
27,3 |
|||
Reklamlarda
dozajı daha az olan cinsellik kullanılabilir. |
|
|
|
|
|
|
|
|
| 8 |
|
|
|
Katılıyorum |
64 |
74,4 |
11 |
73,3 |
8 |
61,5 |
4 |
smr |
|
¥8,9 |
33” |
—75£ö~ |
Katılmıyorum |
22 |
25,6 |
4 |
26,7 5 |
38,5 1 |
20,0 1 |
ıı,ı |
ıı |
25,0 |
|||
Reklamlarda
yaratılan kurgularının çoğu birbirine benzerdir. |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Katılıyorum |
61 |
70,9 |
11 |
“73,3 |
9 |
69,2 |
2 |
40,0 |
1 5 |
55,6 |
34 |
77,3 |
Katılmıyorum |
25 |
29,1 |
4 |
26,7 |
4 |
30,8 3 |
60,0 4 |
44,4 |
ıu |
i 22TT |
||
Firmaların
halkla ilişkiler departmanları ya da halkla ilişkiler ajansları, çalıştığı
firmanın yaptığı reklamın tüketicide etkisinin kötü yönde olduğu durumlarda
firma çıkarlarını korumak adına insanların dikkatini başka yöne çekmek ve bu
kötü eticivi unutturmak için kampanyalar yaratmaktadır. |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Katılıyorum |
61 |
70,9 |
10 |
66,7 |
7 |
53,8 |
2 |
40,0 |
7 |
77,8 |
35 |
79,5 |
Katılmıyorum |
25 |
29,1 |
5 |
33,3 |
6 |
46,2 |
3“ |
60,0 |
2~~ |
2Z2 |
9 |
20,5 |
Reklamlar,
tüketicisini ürünü konusunda ikna etmek için 'yönlendirici' uzman olarak
uzmanlık niteliğini taşımayan insanları kullanır. |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Katılıyorum |
58 67,4 |
10 |
66,7 6
46,2 2 40,0 7 |
77,8 |
34 |
77,3 |
||||||
Katılmıyorum |
28 |
32,6 |
5 |
33,3 |
t |
53,8 |
3 |
60,0 |
2 |
22,2 |
|—ID- |
İ_227T |
Kötü ürün
kalitesine sahip bir firmanın reklamını gerçekdışı özellikler katarak
oluşturması reklanıverenle birlikte reklam ajansının da etik
sorumluluğundadır. |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Katlıyorum |
81 |
94,2 |
15 |
100, 0 |
11 |
84,6 |
5 |
100,0 |
~1r |
88,9 |
44 |
95,5 |
Katlmıyo
rum |
5 |
5,8 |
0 |
|
* |
15,4 |
u |
,0 ■ |
İT |
11,1 |
— |
4,5 |
Reklamveren
timıalar,reklam ajanslarına ticari ve rekabetçi baskı uygulayarak satışlarını
hızlı bir şekilde arttırmak uğruna reklam etiğine aykırı davranmalarını
istemektedirler. |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Katlıyorum |
SU |
69,8 |
13 |
86,7 |
1 |
53,8 |
1 |
20,0 |
6 |
66,7 |
33 |
75,0 |
Katlmıyo
rum |
26 |
30,2 |
2 |
13,3 |
6 |
46,2 |
4 |
80,0 |
3 |
33,3 |
11 |
25,0 |
Reklamverenler,reklam
ajansları ve halkla ilişkiler firmaları, rekabetçi özellikler taşıyan
iletişim,-'tanıtını sektöründe etik sorumluluklarını reklamveren firma
tarafından kendisine uygulanan ticari baskılar nedeniyle gözardı etmektedir. |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Katlıyorum |
59 |
68,6 |
13 |
86,7 |
9 |
69,2 |
2 |
40,0 |
5~~ |
55,6 |
30 |
68,2 |
Katlmıyo
rum |
27 |
31,4 |
2 |
13,3 |
4 |
30,8 |
|
60,0 |
|
44,4 |
—Sr[ |
31,8 |
Reklamveren
firmaların reklam ajanslarından, reklamın ajansın öngördüğü normal yapım
sürecinden daha kısıtlı sürede reklam üretmesini beklemek, reklam ajansının
ve reklamveren firmanın etik sorumluluklarını unutkanlık/ticari gibi
sebeplerle gözardı etmesine yol açabilir. |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Katlıyorum |
59 |
68,6 |
11 |
73,3 |
10 |
76,9 | |
3 |
60,0 |
S- |
66,7 |
|
34,1 |
Katlmıyo
rum |
27 |
31,4 |
4 |
~~TETT |
3 |
23,1 |
2 |
40,0 |
3~~ |
33,3 |
15 |
65,9 |
Reklam
etiğinin yerleşmesi için, konu hakkında uzman olan akademisyenlerin daha sık
yayın çıkarmaları gerekmektedir. |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Katlıyorum |
75 |
87,2 |
12 |
80,0 |
10 |
76,9 |
4 |
80,0 |
İT |
100,0 |
40 |
90,9 |
Katlmıyo
rum |
11 |
12,8 |
3 |
20,0 |
3 |
23,1 |
1 |
20,0 |
■U |
Iflul |
4 |
9,1 |
j Total |
86 |
100,0 |
15 |
öo o |
13 |
op |
5 |
100,0 |
|
100,0 |
44 |
o O P |
REKLAM
YÖNETMELİĞİ: |
Topl. |
Topl. |
Oğr. |
Oğr. |
Rek. |
Rek. |
R V |
R V |
P R |
P R |
T |
"T---------- |
Heryetde
reklamla karşılaşmak beni geleceğim ve çocuklarım adına endişelendiriyor. |
Frek ans |
% |
Fre |
% |
F |
% |
Fre |
% |
Fre. |
% |
Fre |
% |
katlıyorum |
42 |
48,8 |
8 |
53,3 |
4 |
30,8 |
2 |
40,OT |
5 |
55,6 |
23 |
523 |
Katlmıvo
rum |
44 |
51,2 |
7 |
46,7 |
9 |
69,2 |
3~ |
siEtr |
4 |
44,4 |
21 |
47,7 |
Etik
açıdan zararlı reklamlar sansürlenmeli |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Katlıyorum |
64 |
74,4 |
12 |
80,0 |
10 |
76,9 |
3 |
60,0 |
7 |
77,8 |
32 |
72,7 |
Katfmıyo
rum |
22 |
25,6 |
3 |
20,0 |
3 |
23,1 |
2 |
40,0 |
2 |
222 |
12 |
27,3 |
isteğim
dışında reklam yapan firmalara cezai yaptırım getirilmeli |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
||
Katılıyorum |
42 |
48,8 |
7 |
46,7 |
6 |
46,2 |
1 |
20,0 |
5 |
55,6 |
23 |
52,3 |
Katlmıyo
rum |
44 |
51,2 |
8 |
53,3 |
'7 |
53,8 |
4 |
80,0 |
4 |
44,4 |
21 |
| 47,7 |
Etik
açıdan uygun olmayan reklamların denetimini sağlamak için halkın tepkisi
yeteriidir. |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Katılıyorum |
22 |
25,6 |
1 |
6,7 |
5 |
38,5 |
1 |
20,0 |
3" |
~3373“ |
\T |
27,3 |
Katlmıyo
rum |
64 |
74,4 |
14 |
93,3 |
8 |
61,5 |
4 |
80,0 |
6 |
66,7 |
32 |
77,7~ |
Tehlikeli
ve sağlığa zararlı ürünlerin reklamı sansürlenmelidir. |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Katlıyorum |
67 |
77,9 |
12 |
80,0 |
8 |
61,5 |
4 |
80,0 |
9 |
100, 0 |
34 |
77,3 |
katlmıyo
rum |
19 |
22,1 |
3 |
20,0 |
S |
38,5 |
1 |
20,0 |
U |
,0 |
TU” |
~2Z7~ |
Reklam
ajanslarının büyük bir çoğunluğu, mesleki etiklerine uygun reklam ürünü yaratmamaktadırlar. |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Katlıyorum |
54 |
62,8 |
10 |
66,7 |
4 |
30,8 |
1 |
20,0 |
5 |
55,6 |
34 |
77,3 |
"Katlmıyo
rum |
32 |
37,2 |
5 |
33,3 |
9 |
69,2 |
4 |
80,0 |
4 |
44,4 |
10 |
227 |
Reklamverenlerin
çoğu, reklama karşı etik sorumluluklarını yerine getirmemektedir. |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Katlıyorum |
52 |
60,5 |
9 |
60,0 |
4 |
30,8 |
1 |
20,0 |
4 |
44,4 |
34 |
77,3 |
Teatim
ıvo rum |
34 |
39,5 |
6 |
40,0 |
9 |
69,2 |
4 |
80,0 |
5 |
55,6 |
nr |
~TZT |
Reklam
etiğine uymak, reklam yaratıcılığına kısıt koymak anlamına gelir. |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Katlıyorum |
16 |
18,6 |
3 |
20,0 |
2 |
15,4 |
0 |
,0 |
2 |
22,2 |
10 |
22,7 |
Katlmıyo rum |
70 |
81,4 |
12 |
80,0 |
11 |
84,6 |
5 |
100,0 |
7 |
7VS~ |
34 |
77,3 |
Her bir
reklam ajansının ve reklam ueren firmanın, reklam yayına sokulmadan önce
reklam etiği konusunda uzman bir danışman/kuruluş tarafından denetlenmesi,
zamanın önemli olduğu hızlı piyasa koşullarında reklamueren firma ve reklam
ajansını ekonomik olarak negatif yönde eticiler. |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
55,6 |
|
45,5 |
Katfıyorum |
40 |
46,5 |
5“ |
33,3 |
6 |
46,2 |
4 |
smr |
|
20 |
||
batırmıyorum |
46 |
5375' |
10 |
66,7 |
7 |
53,8 |
1 |
20,0 |
4 |
44,4 |
24 |
54,5 |
TOPLAM |
86 |
100,0 |
15 |
100, |
13 |
100, |
5 |
100,0 |
9 |
100, |
44 |
100, üJ |
ARAŞTIRMA ANALİZİ VE
YORUMLAR:
Reklamın Ekonomik
Etkileri:
-
86
birey üzerinde demografik özellikleri yukarıda verilen ankette her kategoriden
kitle gruplarının reklamın ekonomik olduğu %73’lük bir oranla katılımcı
bulurken, bu oran ekonominin kendisinin yaşam standartlarına ve ürüne olan
etkisinde düşmektedir.Reklamın varlığına karşı tutum oranlarına baktığımızda
Reklamveren,reklamcı ve halkla ilişkiler tarafında reklamın tekelciliği ve
savurganlık tekniği olduğu büyük bir yüzdeyle reddedilirken, reklam sektörü
içine girmek için yetişen öğrencilerle daha düşük bir yüzdeyle
reddedilmektedir.
Reklamın Sosyal
Etkileri:
-
Katılımcıların
%64’ü reklamın ihtiyacı olmadığı ürünler konusunda ikna ettiğini düşünürken,
diğer taraftan olması gereken reklamın misyonunun gerçekleri yansıtmak zorunda
olduğunu düşünen kitle %81,4’tür. Bu görüşe Reklamcılar % 92,3 ile
katılmaktadır. Ancak bunu çarpıttığını düşünen toplam katılımcı oranı
%61,6’iken reklamcılar %76,9’la aksini düşünmekte ve reklamlarının gerçekliği konusunda
tutarlı cevap vermektedir. Reklamın içerik seviyesi konusunda saçma ve aptal
düzeyde karşıt görüşte olduğu hemen hemen eşit oranlarda iken, kendi zekasını
aşağılar şekilde bulan katılımcı sayısı da bu oranlara yakındır. Reklamcının
görüşü ise %76 gibi bir oranla tüketicinin zekasının aşağılanmadığını
düşünürken bu oran günümüzdeki reklamların saçma ve aptalca olduğunu
düşünmeyenlere bakıldığında % 53.8 e kadar inmektedir.
-
“Çok
konuşulan reklam reklamcı ve reklamveren açısından başarılı mıdır?” sorusuna
Halkla İlişkiler çalışanları %66,7’lik , reklamveren tarafı ise % 80 oranla
onay verirken, reklamcılar, öğrenciler ve tüketiciler %60-75 arası oranda aksi
görüştedirler. “Bütün reklamlar çocukların zihninde olumsuz etkiler bırakır”
şeklinde düşünen katılımcı oranı %21 iken, “Reklam, sadece erişkin bireylere
gösterilmesi gerekir” şeklinde düşünenlerin oranı %44,2’dir. Reklamın insanı
konformist birey yaptığını düşünenler %47.7 oranına sahipken materyalist
yaptığını düşünenlerin oranı %36’dır. Öğrenciler arasında ise konformist
yaptığını düşünenlerin oranı %73.3 e varırken materyalist yaptığını düşünen
öğrencilerin oranı %46,7’dir.
-
Reklamın
gerçekleri yansıtmak zorunda olduğunu düşünenlerin oranı yukarıda %81.4 iken,
gerçekleri bize iletemediğini düşünenlerin oranı %73.3’tür. Reklamların ürün
vaadinden başka vaatlerle tüketicinin aklına girdiğini düşünenler %90.7 iken bu
sayede akıllarının ürün vaadinden başka yöne çekilmesi yüzünden çelindiği
düşünenler %72.1’dir. Reklamcılar ise bu konuda %53.8 le katılıyorum
demektedir.
-
Bu
vaatler içerisinde yerleştirilen cinsellik %67.4 oranla gereksiz bulunurken,
cinselliğin dozajının azaltılmasını isteyenlerin oranı %74.4’tür. “Cinsellik
satar” diyenlerin oranı ise %67,4 iken reklamveren bu görüşü %80, halkla
ilişkiler çalışanları %66.7, reklamcılar ise daha az bir katılım göstererek
%53.8’lik bir oran ile desteklemektedir.
-
Reklamlarda
yaratılan kurguların benzer olduğunu düşünenler %70.9 oranla katılımcı
bulmaktadır.
-
Kötü
ürünün etkisini reklamla çarpıtarak oluşturulmasında reklam ajansının da etik
sorumluluğu olduğunu düşünenler %94.2 iken halkla ilişkiler şirketlerinin bu
kötü etkiyi unutturmak ve başka yöne çekmek için çalıştığını düşünenlerin oranı
%70,9’dur. Bu görüş reklamcılar tarafından %53.8, halkla ilişkilerciler
tarafından %77.8 , tüketiciler tarafından %79.5 oranla desteklenirken
reklamverenler tarafından %40 oran ile desteklenmektedir.
-
Reklamlarda
yönlendirici uzman olarak kullanılan kişilerin gerçek uzman olmadığını
düşünenlerin oranı %67.4 iken, reklamcıların bu görüşü %66.7 ile halkla
ilişkilerciler %77.8 ile, tüketiciler %77.3 ile desteklerken reklamverenler %40
oran ile desteklemektedir.
-
“Satışlarını
arttırmak uğruna reklamverenler ticari ve rekabetçi baskı uygulayarak reklam
ajanslarından reklam etiğine aykırı davranmak istemektedir.” diyenlerin oranı
%69.8’dir. Bu görüşü reklamcılar %53.8, halklailişkilerciler %66.7 ile
desteklerken reklamverenler %20 ile desteklemektedir. Bunun sonucu olarak
ticari baskılar nedeniyle etik sorumluluklarını reklamverenler,reklamcılar ve
halkla ilişkiler firmaları gözardı etmektedir” şeklinde düşünenler %68.6’dır.
Reklamverenlerin , reklamcılar tarafından uygun gördüğü reklam hazırlama
sürecine uymayıp daha kısıtlı sürede reklam üretmeleri unutkanlık/ticari gibi
sebeplerle etik sorumluluklarını unuttur şeklinde görüş bildirenlerin oranı
%68.6 iken reklamcılar, öğrenciler, reklamverenler ve halkla ilişkilerciler
%60’ın üzerine çıkarken, tüketiciler %65.9 ile aksi görüştedir.
-
Katılımcıların
%87.2’si reklam etiğinin yerleşmesi için akademisyenlerin daha sık yayın
çıkartmaları gerektiğini düşünmektedir.
-
Reklamla
heryerde karşılaşmanın geleceği ve çocukları adına endişe verici olduğunu
düşünenlerin oranı %48.8 iken, etiğe uymayan ve tehlikeli ve sağlığa zararlı
madde içeren reklamların %75 civarındaki oranla sansürlenmesi gerektiği
düşünülmekte ve denetim mekanizmasının sadece halkın tepkisiyle olması
istenlerin sayısı sadece %25.6’dır İstek dışı yapılan reklamlara karşı cezai
yaptırım isteyenler %48.8 iken, reklamverenlerle reklamcıların etik
sorumluluklarını yerine getirmediğini düşünenlerin oranı %60 civarındadır.
Reklamverenler ve reklamcılar bu iki görüşe büyük bir oranda destek vermezken
tüketici ve öğrenciler destek vermektedir. Halkla ilişkilerciler ise daha çok
reklam ajanslarının etik sorumluluklarını yerine getirmediğini düşünmektedir.
-
Tüm
bunların yanında reklam öncesi denetiminin reklam ajansını ve reklamveren
firmayı ekonomik olarak etkileyeceğini düşünenlerin oranı %46.5’tir. Reklamverenler
bu görüşü %80 oranında desteklerken reklamcılar %46.2 oranla destek
vermektedir.
-
“Reklam
etiğine uymak reklam yaratıcılığına kısıt koymak anlamına gelir” %81.4 oranla
destek bulmamaktadır.
1.
Reklamcılığın
sosyal ve ekonomik varlığı kendini topluma kanıksatması konusunda henüz tam
anlamıyla başarılı değildir. Çünkü tüketici reklamın varlığını ve yaşam
standartlarını toplumbilim açısından kabul etmişken, kendisine olan yararınının
varlığı kadar olmadığını düşünmektedir.
2.
Reklamlar
gerçekleri yansıtmak zorunda iken reklamcılar bunu başaramamaktadır ve bu
yüzden tüketicinin güveni ürüne,firmaya ve reklamcılık mesleğine karşı
yetersizdir. Üretici firmalar salt ürünle başaramadıkları güven unsurunu ve
mesaj iletme görevini halkla ilişkiler firmaları sayesinde tamamlamayı
seçmektedirler. Bu anlamda reklamlar tüketiciye marka değeri açısından
gerektiği kadar başarılı aktarılamadığını ve bunun sebebi olarak da tüketicinin
zihninde satışlarını arttırmak ve marka ismini yerleştirmek için ürün vaadinin
dışında tüketicinin zihnine başka kavramlar sokarak ya da halkla ilişkiler
firmaları vasıtasıyla aklını çelmek ya da kötü etkiyi uyuşturmak istemektedir.
Halkla ilişkiler firmalarının ise firma çıkarlarından çok toplum çıkarlarını
gözetmesi gerektiğine dair meslek etiği yasasına uymadığı anlaşılmaktadır.
Bunun yanında tüm bunların öncesinde tüketicilerin beğenisini kazanmak ve
günümüzde önemli görülen marka değerini arttırmak için firmalar etik değerlere
sahip olmak zorundadır. Tüketici hem reklam ajanslarının hem de
reklamverenlerin etik değerleri yeteri kadar önemsemediğini düşünmektedir. Bu
nedenle firmalar sadece ürün reklamlarında değil halka aktarılan her türlü
firma bilgisinde de etik değerlere uyma zorunluluğunu gözönünde bulundurmalıdır.
3.
Reklam
sektöründe ileride aktif olarak yer alacak öğrenciler etik değerlere reklam ve
reklamverenlere nazaran daha çok sahip çıkmakta iken reklamın varlığını daha az
kabullenir tutum sergilemektedir. Bu açıdan bakıldığında akademik bilgide
öğretilenlerin aksi metodlarla karşı karşıya kalan öğrenciler kendi
karakterinin istemediği konformist ve materyalist yönde değişeceği kaygısı
taşımaktadır.
4.
Reklamcıların
kendi sektöründe gerçeği yansıtmak konusunda tüketiciyle aksi görüşte olduğu
görülmektedir. Bu nedenle reklamcıların kendi reklam tekniklerini, uzman
kullanımlarındaki hataları ve ürün vaadini çarpıtıklarını kabullenerek etik
ilkelerini tekrar gözden geçirmeleri gerekmektedir.
5.
Bireyler
bütün reklamlar sözkonusu olduğunda her reklamın çocukların zihninde olumsuz
etkiler yaratmadığını düşünmektedir. Ancak yine de çocuklara ve erişkinlere
gösterilen reklamların ayrımı konusunda tutum tutarsızlıkları sezilmektedir.
6.
Etik
sorumlulukları yerine getirmenin reklam yaratım sürecine etkisi olmamasına
rağmen reklam kurgularının birbirine benzer olması sorunun etiğe uyup uymamakta
değil yaratıcılık konusunda olduğunu göstermektedir. Bununla birlikte reklam
öncesi etik sorumluluklar konusunda getirilecek bir denetimin reklam ajansı ve
reklam veren açısından ekonomik açıdan negatif yönde olması görüşünün ciddi
sıkıntı yaratmayacağı görüşü ağırlıkta olsa da reklamverenlerin bu denetimden
büyük bir oranda mağdur çıkacağı görüşünün rekabet koşullarının verdiği
toplumsal zararlar nedeniyle ticaret hukuğunun ve yaptırımlarının daha ciddi
bir şekilde tasarlanması gerektiğini toplum açısından gerekli görülmektedir.
7.
Cinselliğin
ürün vaadinin içine sıkıştırılarak sömürüsünden bireyler yakınırken
“cinselliğin satar” görüşü toplum içinde varedildikçe kaynağını toplumdan alan reklam
metni ve görseli içerikleri medyayla birlikte cinselliği ürünüyle
bağdaştırmaktan çekinmeyecektir. Bunun için tüketici yasalarının ve mesleki
etik ilkelerinin yaptırımlarına başvurulmasına ve sansüre onay verilirken
bireyler her ne kitle kategorisinde olursa olsun halka güvenmeyerek bireysel
yabancılaşmanın getirdiği pasifize bireyin çoğunluğundan şikayetçi olduğunu da
görülmektedir.
8.
Ticari
baskıların etik ilkeleri hiçe sayıldığı anlaşılmakta ve reklamın materyalist ve
konformist birey yaptığı konusundaki görüşlere katılımın düşük olmasıyla
çelişkili durduğunu gözlenmektedir. Bu manada reklamın teorik varlığıyla
uygulamadaki varlığının uyuşmadığı söylenebilir.
9.
Bireyin
etik görüşlerinin kişiden kişiye değişmesi nedeniyle ne reklam sektörü
tarafında ne tüketici tarafında ne de toplumsal açıdan ortak bir etik
değerlerin tanımı sorunu bulunmaktadır.
10.
Akademisyenlerin,
reklamın etiği konusunda hem reklamcılık sektörü hem de toplumsal açıdan daha
kural koyucu bilimsel çalışmalar sergilemesi konunun tanım çözümsüzlüğünün en
kolay ve etkili yoludur. Ancak bundan önce akademisyenlerin kendi
çalışmalarının toplumda kolay yer bulacağı platformlar yaratılmalıdır.
"Bir kişi, grup veya toplum, "Yok arkadaş, ben
(haklı-haksız) elimde bulundurduğum yeryüzü kaynaklarını bölüşmem ve benden
başkasına hayat hakkı tanımam!" demesi, insanlığın yükselmek ve yücelmek
içen yüzyıllarda kat ettiği ya da etmesi gerektiği yolu, bir anda sıfıra
indirgemesi demektir. Ki bu aynı zamanda, kendini ve var edilmiş olanın tasarruf
keyfiyetini, eşyanın (bütün maddî varlıkların)nihai hükmünü bilmemek ya da
bilip de, umursamamak anlamına gelir. " /
Halil Cibran
Yazımızda
reklamın etiğinin ve varlığının gerek birey gerek reklam açısından zorluğuna
değinmeden önce etik değerlerin oluşmamasının her meslek kolunda yarattığı
sancıların olduğunu ve bunların etkisinde kalan toplum bireylerinin gittikçe
bunalım dönemi olarak adlandırdığı umutsuzlukların temel sebeplerini
anlatmayaçalıştık. Toplum üzerinde uygulanan modellerin her seferinde
belirttiğimiz sancılar doğurmasdan reklamın üretici ve reklamveren tarafının da
etkilenmemesi mümkün değildir ve aynı toplum içindeki benzer buhranların içinde
olması nedeniyle bu anlamda günah keçisi konumuna düşürülmemelidir. Zira etik
sorunlar her meslek dalında bulunmaktadır ve bu sorunlar yığınlar oluşturmasını
sağlayan birbirini besleyen dinamiklerdir ancak reklamlar, tüketimin ve rekabetin
ana lokomotiflerinden biri konumunda bulunduğu için medya kadar mercek altına
alınmak zorunda olduğunu engellemez.Aksi takdirde bu merceği çekmemizin şu an
belirtileri yoğun bir şekilde görüldüğü gibi gelecek toplumlarının daha
bağımlı, daha çok tüketen , daha az güvenen, çeşitli streotypelarla birbirine
benzer, sunulan ruhu benimseyen ve bunu bulamadığı andan itibaren kendine karşı
güvensiz, üretimden ve yaratıcılıktan yoksun bireyler şeklinde karşımıza
çıkacağına kesin gözüyle bakılabilir. Her toplumda olduğu gibi çeşitli içsel
özgürlük adına dışetkiyle denetim altına alınan yaptırımlarının olmasının
faydasından önce her birey kendisinin toplum adına faydasını düşünmeli ve
sergilemelidir. Yapay bir öneme sahip yaratılan marka,firma,mesaj,satış rakamları
gibi “kendi doğrularını dikkate alarak tanımladığı başarıya aç ve niteliği
belirsiz” kavramlarla insan hayatının ve insanoğlunun kendini gerçekleştirmesi
açısında duygularını hissetmeyen bir duruma getirilmesinin ne kadar tehlikeli
olduğunu bilmemiz, her bireyin toplum adına ve dolayısıyle kendi adına önemle
düşünmesi ve de bireysel önlemlerini alması gerekmektedir. Bu oluşumun en büyük
sorunu bireyin topluma, toplumun bireye olan güvenin eksilmesidir. İnsanoğluna
hizmet etmekten ve onun hayata bakışını irdelemesi için ürünler ve hizmetler
ürettiğinin farkında olması gereken firmalar, bu yaklaşımını ticaret
pastasından pay almaktan geri kalmamak için samimiyetsiz bir şekilde
gösterdikleri ve çalışanlarına öğrettikleri sürece tavandan tabana inen ahlak
yaklaşımının temellerini sarsmak ve yanlışı doğru göstererek gelecek adına
sorumludurlar. Çocukların ise örneği İsviçre’deki televizyonlarda olduğu gibi
reklamlardan kesinlikle uzaklaştırmalı ve ailelerinin de reklam hayranı yapılan
çocuklarla ilgilenmek yerine onların reklamla meşgul olmasının kendilerinde bir
rehavet yaratmasından ve çocukların ruhsal ve bedensel gelişimi için için
ebeveynlerin harcaması gerekli vakti reklam izleyerek azalmasıyla
sorumluluklarından kaçmalarından memnun olmanın vicdani rahatsızlığını
üstlenmelidir. Tüm bunların yanında ve daha da önemlisi bizlere nasıl bir yolu
seçmemiz gerektiğinde ışık olacak bilim adına akademik platformlarda öğretilen
teori,yasa ve modellerin de baştan aşağıya insanlığa mutlak yararlılığı hem
akademisylerce hem de bireylerce sorgulanmalı ve körü körüne bir eğitimden ve
yayılımdan ziyade alternatiflerle birlikte sunulmalı ve tercih hakkının ortak
bir anlaşma olduğu sürece tanınmalıdır, tıpkı G. Le Bonn’un “Bilim bize geleceği
vaad eder. Barışı yada mutluluğu değil." sözüyle bilime
yaklaşımının alternatifinin bulunduğu gibi...
*
Matematik Mühendisi, Yeditepe Üniversitesi MBA öğrencisi KAYNAKLAR VE REFERANSLAR:
[1]
İoanna
KUÇURADİ, "Etik ve 'Etikler'" TMH - TÜRKİYE MÜHENDİSLİK HABERLERİ
SAYI 423
[2]
Fatoş
KARAHASAN, "125 bin dolarlık yardıma 11 milyon dolarlık
reklam" Marketing Türkiye
[3]
Debbie,
Weigold, Michael F. "ETHICS IN ADVERTISING: IDEOLOGICAL CORRELATES OF
CONSUMER PERCEPTIONS", Journal of Advertising
[4]
Hasan
Ünal NALBANTOĞLU, "Etik,Estetik,Teknik"
[5]
KUÇURADİ
İoanna, "Etik ve 'Etikler'" TMH - TÜRKİYE MÜHENDİSLİK HABERLERİ SAYI
423
[6]
FATOŞ
KARAHASAN "125 bin dolarlık yardıma 11 milyon dolarlık reklam"
Marketing Türkiye
[7]
IPRA
Meslek Ahlak Yasası
[8]
http://www.marketingturkiye.com/?sf=BilgiBankasi/Detay&no=216
[9]
RVD
Dergisi " Konkur ve Etik" Temmuz 2000
[10]
Chris
Moore, Ogilvy & Mather " Ethics in Advertising",AEF
[11]
Frank
Presbrey, "THE HISTORY AND DEVELOPMENT OF ADVERTISING" Advertising
and Society Journal
[12]
Prof.
Tuncer ÖREN, "Bilişim ve Etik", TBV Basın ve Bilişim Okulu Semineri,2003
[13]
duke.usask.ca/~wjb289/PHL235/transparencies/Notes_on_Arrington_Adver
tising_Ethics.PDF
[14]
http://www.metu.edu.tr/home/www41/ahmet-inam/durtulerin-dansi.htm
[15]
Dr.
Lut TAMAM, Dr. Rasim S. DİLER, Dr. Nurgül ÖZPOYARZ " Kompulsif Satın
Alma" ,
http://lokman.cu.edu.tr/psychiatry/egitim/mak/1998_mak_kompsatalma.htm
[16]
Emine
YAMANLAR,Vatandaşlık ve İnsan Hakları Eğitimi, Ders Kitapları A.Ş.,İ stanbul,
2000,
[17]
www.sosyalhizmetuzmani.org/iletisimhalklailiskiler.htm
[18]
Ünsal
ÖZÜNLÜ, "Reklam(Tanıtım) Dilinin dilbilimsel boyutları"
[19]
Doç.
Dr. Adnan TEPECİK, Arş. Gör. Tutku Dilem KALAFAT "BASILI REKLAMLARDA
KULLANILAN TİCARİ MESAJLARIN TOPLUM ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ "
[20]
Miriam
H. Zoll "Psychologists Challenge Ethics Of Marketing To Children" ,
American News Service
[21]
Rebecca
A. CLAY, "Advertising to children: Is it ethical?" American
Psychological Association,2000
[22]
Prof.
Anna ORNSTEIN, "Benlik saygısı, Güçlülük ve Yıkıcı Saldırganlık Hislerine
Gelişimsel Bir Bakış Açısı", Çeviren: Ebru Çengel Kültür
[23]
Dr.
Ernest F. LARKIN," A Factor Analysis of college Student attitudes towards
advertising" Journal of Advertising,2001 [2 4] http://www.aso.org.tr/asomedya/eylul2 001-ft.html#dosya [25] Dr. Mine GENCEL, Dr. Mutlu
BİNARK,"Medya ve Cinsiyetçilik" Ankara Üniversitesi Kadın Sorunları
Araştırma Merkezi,2001
[2 6] http://www.ailem.com/templates/news/detail/detail7.asp?id=118 67 [27] http://www.hurriyetim.com.tr/archive_articledisplay/0, ,authorid~74@sid~9@nvid~503064,00.asp
[2 8]http://www.hurriyetim.com.tr/archive_articledisplay/0, ,authorid~74@sid~9@nvid~492825,00.asp
[2 9] http://www.metu.edu.tr/home/www41/ahmet-inam/cinsellik.htm
[30]
http://www.tedmer.org.tr/genel/documents/arastirma1_tr.ppt
[31]
http://www.sikayetvar.com/index.php?loc=ara&s=1&c=1&no=&ara=reklam&find_
type=&sayfa=2
[32]
http://www.sikayetvar.com/index.php?loc=ara&s=1&c=1&no=&ara=reklam&find_
type=&sayfa=2
[31]
http://www.alomaliye.com/ticari_reklam_uyg_yonetmelik.htm
[32]
http://canaktan.org/din-ahlak/ahlak/ahlak-felsefesi/anasayfa- ahlakfelsefe.htm
[33]
http://www.radikal.com.tr/2000/09/07/kultur/01gor.shtml
[34]
Behçet
BATUR ," Postmodernizm ve Postendüstriyalizmin Gölgesinde Toplum ve
Bilim",2004
[35]
Anthony
GIDDENS,Sosyoloji "Toplumsal Cinsiyet ve Cinsellik" Cüneyt Birkök
ders notları,200
[36]
Jef
I. RICHARDS (2000), Chairman of The University of Texas Advertising Department
[37]
David
OGILVY, Ogilvy on Advertising (1985), New York: Vintage Books, p. 207.
[38]
J.
Walter Thompson agency business pitch (1925), quoted in Jackson Lears, Fables
of Abundance: A Cultural History of Advertising in America, 1994, New York:
BasicBooks, p. 224.
[39]
Sigmund
FREUD, "Uygarlık,Din ve Toplum: Grup Psikolojisi Bir Yanılsamanın
Geleceği, Uygarlık ve Hoşnutsuzlukları ve Diğer Çalışmalar" ,Çeviri:
Selçuk Budak, Öteki Yayınları 4.Basım, 1999
[40]
Roy
MACBEAN ," Kitsch ile Faşizm Arasında", çev. Hakan Öneş,
Gelişim Sinema Dergisi, sayı: 9, s. 49.
[41]
Yrd.
Doç. Dr. M. Cüneyt BİRKÖK, "Modernizmden Postmodernizme:Yeni
Problemler" 1998
[42]
Guy
DEBORD, "Gösteri Toplumu ve Yorumlar", Çevirenler: Ayşen Ekmekçi,
Okşan Taşkent, Ayrıntı Yayınları ,1996
[43]
www.geocities.com/liberterian/ metinler/situationistler.htm
[44]
Doç.
Dr. Remzi ALTUNIŞIK, Arşt. Gör. Levent ÇALLI "Plansız Alışveriş(Impulse Buying)
ve Hazcı Tüketim Davranışları Üzerine Bir Araştırma : Satınalma Karar Sürecinde
Bilgi Kullanımı" Sakarya Üniversitesi,3. Ulusal Bilgi, Ekonomi ve Yönetim
Kongresi Bildileri 2004
[45]
Yard.Doç.Dr.
Nurhan BABUR TOSUN "Reklam İletişimi Yönünden Karar Verme Süreci"
Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi 2003
[46]
Uluslararası
Reklam Uygulama Esasları Madde 3, Ticari Reklam ve İlânlara İlişkin İlkeler ve
Uygulama Esaslarına Dair Yönetmelik, 14 Haziran 2003 Tarihli Resmi Gazete
[47]
Dr.
Ali HALICI "İŞLETMELERDE SOSYAL SORUMLULUK STRATEJİLERİ:ÇANAKKALE İLİNDE
BİR ARAŞTIRMA"
[48]
Gerald
ZALTMAN, "Tüketici Nasıl Düşünür?" Çeviri: Semih Koç,Medicat 2004
[49]
Yard.
Doç.Dr. Ali ASLAN "Türkiye Medya Sektörünün Ve Medya Çalışanlarının
Sorunları " Gaziosmanpaşa Üniversitesi Sosyoloji bölümü
[50]
Prof.
Claude - Jean BERTRAND "Medya Etiği"
http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/kitaplar/medyaetigi/giris.htm
[51]
Dr.
Aysel GÜNİNDİ-ERSÖZ, "POPÜLER KÜLTÜR ÜRÜNLERİNDEN MÜZİK VİDEOLARININ
GENÇLER ÜZERİNDEKİ OLUMSUZ ETKİLERİ", Aile ve Toplum Eğitim-Kültür ve
Araştırma Dergisi, Yıl 5;Cilt:2 Sayı 5
[52]
İshak
TORUN (2003) Max Weber'de İktisadi Gelişme Düşüncesi. İstanbul: Okumuş Adam
yayınları
[53]
Haluk
GERAY (2003). İletişim ve Teknoloji. Ankara: Ütopya
[54]
Dr.
Barlas TOLAN," Toplum Bilimlerine Giriş",1975
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar