[FÜTÛHÂT-I MEKKİYYE'NİN] KIRK YEDİNCİ KISMI
Rahman vc
Rahim Olan Allah Teâlâ’nın Adıyla
FASIL
İÇİNDE VASIL
Tilâvet Secdesinin Vakti
Bazı
bilginler, namaz kılınmayan vakiderde
secde edilemeyeceğini kabul etmiş, bir grup ise güneş batmaya ya da doğmaya
yaklaşmadığı sürece ikindi ve sabah namazlarından sonra secde edilebileceğini
kabul etmiştir. Benim görüşüm, her vakitte secde edilebileceğidir. Çünkü yasak
olan, o vakitlerde namaz kılmaktır. Namazın dışındaki secde ise, hüküm
bakımından namazdan sayılmaz. Nitekim Fatiha suresi de her vakitte okunur,
fakat namazda okunması namazın bir parçasıdır.
VASIL
Batınî Yorum
Secde, marifet ve tenzih yakınlığı demektir. İiısan
secde ederek İlah’ın Hakk ettiği yükseldik ve yaratıkların niteliklerinden
üstünlük özellikleriyle kendini tenzih eder. Böyle bir şey ise, belirli bir
vakide sınırlanamaz. Bilakis Allah Teâlâ her vakitte yüceltilebilir ve tenzih
edilebilir. Nitekim kul, yüce kitabını okuyarak, her vakitte Rabbiyle
konuşabilir. Böyle yaptığında övülür ve Allah Teâlâ katında ödül alır.
198 Fütûhât-ı Mekkiyye 4
FASIL
İÇİNDE VASIL
, Kim Secde Eder
Bilginler,
namazda bulunsa da bulunmasa da ayeti okuyanın
secde etmesi gerektiği hususunda görüş birliğine varmış, dinleyen hakkında ise
görüş ayrılığına düşmüştür. Bazı âlimler, secde etmesi gerektiğini, bazı
âlimler ise, iki şart bulunduğunda secde edeceğini söylemiştir: Birincisi
okuyanın secde etmesi, diğeri ise Kuran dinlemek için oturmuş olup okuyanın
dinleyene imam olabilecek niteliğe sahip olmasıdır. Bazı bilginlere göre ise,
dinlemek üzere oturmuşsa okuyan imamlığa uygun olmasa da dinleyenin, okuyanın
secdesinden dolayı secde edeceğini söylemiştir. Benim görüşüm ise, secde
etmemeleri mekruh olsa bile, hem okuyanın hem de dinleyenin secde etmek zorunda
olmadığıdır.
VASIL
Batınî Yorum
Secde etmek, kalbe vaciptir. Kalp secde ettiğinde
ise, yüz secdesinin aksine, secdeden asla kalkmaz.
Sehl b. Abdullah et-Tüsterî, tasavvuf
yoluna girdiği ilk dönemde kalbinin secde etmiş olduğunu görmüş. Secdeden
kalkmasını beklemiş fakat kalkmamış. Bunun üzerine hayrette kalmış. Yaşadığı
hadiseyi bu yolun pirlerine sormaya başlamış, bilen kimse bulamamış. Çünkü
onlar, dürüst insanlardı, gerçekleşmiş bir zevk (tecrübe) olmaksızın konuşmazlardı.
Bunun üzerine SehPe şöyle denilmiş: ‘Abadan şehrinde saygın bir şeyh var, oraya
gidersen belki sorunun cevabını alabilirsin.’ Bunun üzerine Sehl, yaşadığı şeyi
sormak için Abadan’a gitmiş, o şeyhin huzuruna girmiş, selam vermiş ve şöyle
demiş: ‘Ey şeyh! Kalp secde eder mi?’ Şeyh şöyle cevap vermiş: ‘Eder, hem de
sonsuza kadar.’ Böylece, şifasını-bulmuş ve o şeyhin hizmetine girmiş.
Kalp secdesi hakkında tasavvuf
yolunun esası şudur: insan için göz görmesiyle bir hal meydana geldiğinde, hiç
kuşkusuz, kendisi kemale erdiği gibi marifeti ve korunmuşluğu da yetkinleşmiş
demektir. Artık, şeytan ona ulaşmak için bir yol bulamaz. Veli hakkında bu
koruma ‘muhafaza’ diye isimlendirildiği gibi nebi ve peygamber hakkında ‘ismet
(masumluk)’ diye isimlendirilir. Bu farklılık, peygamber ve nebiler karşısında
saygının bir gereğidir. Böylece onların korunmuşluğuna ‘ismet1 ismi
tahsis edilerek, veli ve nebi arasındaki fark sağlanmıştır. Yine de, bu
ikisinin arasındaki, farkı şöyle açıklayabiliriz: Nebiler, dışta ve içte
(zahirde ve batında) şeytandan korunmuş kimselerdir. Onlar, bütün hareketlerinde
Allah Teâlâ tarafından muhafaza edilir ve sakınılır. Çünkü Allah Teâlâ, onları
örnek alınsınlar diye görevlendirdi. Onların işi, Hakka yakarmak ve O’nunla
konuşmaktır. Gönderilmiş nebiler, kendi adlarına mübah bir işi yapmaktan korunmuştur.
Çünkü onlar, söz ve fiilleriyle hüküm koyarlar. Mübah bir iş yaptıklarında ise,
kendilerine uyulsun diye onu hüküm yapmak üzere işlerler ve Allah Teâlâ’nın o
şey hakkındaki hükmünü takipçilerine bildirirler. Öyleyse, kendilerine
indirilen şeyi insanlara açıklamak peygamberlerin zorunlu görevidir. Allah
Teâlâ şöyle buyurur: ‘Ey peygamber! Rabbinden sana
indirileni tebliğ et. Bunu yapmazsan, risaletini ulaştırmamış olursun. Allah
Teâlâ seni insanlardan korur,’184
Peygamberin varislerinin de bu tebliğden büyük bir pay ve nasipleri vardır.
Veli ise, Allah Teâlâ’nın dilediği
bir şeyi kalbine aktarması esnasında, şeytanın yapmasını arzuladığı işten
korunmuştur. Böylece Allah Teâlâ (şeytanın arzuladığı o işin) hakikatini razı
olacağı tarza çevirmekle değiştirir. Bu durumda, veli Allah Teâlâ katında büyük
bir mertebeye ulaşır. İblisin günahtaki ısrarı olmasaydı, bir daha bu veliye
dönmezdi, çünkü veliye getirdiği işin (dürtünün) yalcınlık ve mutluluğunu
artırdığını görür. Nebiler ise, şeytanın bir şey aktarmasından korunmuştur.
İşte (nebilere özgü) ismet ile (velilere özgü) hıfz arasındaki fark budur.
Peygamber karşısındaki saygının gereği olarak, hıfz (korunma) velilere tahsis
edilmiştir. Çünkü şeytanın ilahi tecellinin kalplerine verdiği bilgiden dolayı
bazı velilerin kalplerine ulaşma imkânı da yoktur. Allah Teâlâ şöyle der: ‘Her kovulmuş
şeytandan koruyarak.nss Kastedilen, şeytanların en
büyüğüdür. Çünkü şeytan herkese makamına yaraşan şeyi aktarır. Şeytan, söz
gelişi, bir veliye gelir ve ona ancak itaaderi yapmasını söyler, itaatleri
çeşidendirir, onun dikkatini bir itaatten daha üstün bir itaate çeker. Bu durumda
veli, ibadederde nefsanî arzularına ait bir etki göremez ve onu yapmaya koşar.
Kovulmuş şeytan ise, velinin verdiği düşünceyi almakla tatmin olur. Veli bu
konuda Rabbinden bir delile sahip olsaydı, hiç kuşkusuz, daha iyi olurdu.
Şeytan, ilahi tecellinin bilgisine herhangi bir şekilde zarar veremez. Bu
nedenle Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem kendi şeytanı, yani onunla
‘sorumlu yakını’ hakkında şöyle der: ‘Allah Teâlâ bana ona karşı yardım etmiş,
o da müslüman olmuştur.’ Yani, şeytanı peygambere boyun eğerek ona sadece
iyiliği emretmiştir. Allah Teâlâ hakkındaki bilgisi teorik düşünce ve
tümevarımdan olan kimse ise, bu durumda değildir. Şeytan ona kuşkulu kanıdar
verir. Amacı ise, kişiyi şaşırtmak ve Rabbini bilmeyerek ya da kuşku ya da
hayret ya da tereddüt içinde ölmesini sağlamak için onu düşünme alanına
çekmektir. Allah Teâlâ hakkındaki bilgisi tecelliden meydana gelen veli ise,
basirete sahip olarak her kuşkudan korunmuştur. Çünkü şeytanın, yani insan ve
cin şeytanlarının ilahi tecelli ilminin sahibinin kalbine ulaşma imkânı yoktur.
Böyle bir hal ise, veliler içinde sadece ‘kalbi secde eden’ kimse için
gerçekleşebilir. Çünkü şeytan insandan ancak kalbiyle ve yüzüyle (zahir ve
batın) secde ettiğinde uzaklaşabilir. Kalbi secde etmeyen veli korunmuş
değildir.
Kalbin secdesi, Allah Teâlâ ehlinin
yolunda önemli ve büyük bir meseledir, az bulunan bazı ferderin dışında kimse
için gerçekleşmez. Onlar, rablerinden bir delile sahip kimselerdir. Delil,
Hakkın tecellisi demektir. Bu delili, şeytanın ayrıldığı kuldan meydana gelen
bir şahit (tanık) takip eder ki o da, ‘kalbin secdesi’dir. O halde, Rabden
gelen bir delille onu takip eden şahit bir araya geldiğinde, kalp korunur ve
sakınılır. Bu kalbin sahibi ise, insanları basirede Allah Teâlâ’ya çağırır.
Tasavvuf yolunda bu makam hakkında sûfilerin şaşırdığı pek çok sebep vardır.
Ebu Yezid şöyle der: ‘İnsanları şu kadar yıl Allah Teâlâ’ya davet ettim, sonra Allah
Teâlâ’ya döndüm, bir de ne göreyim: Hepsi beni geçmiş.’ Bu makamda Ebu Yezid’e
şöyle denilmiş: ‘Arif günah işler mi?’ O da şöyle cevap vermiş: ‘Allah
Teâlâ’nın emri mutiaka gerçekleşir.’ Bu ifade, edebin zirvesidir. Çünkü Ebu
Yezid ‘evet’ ya da ‘hayır’ dememiştir. Bu ise, onun hali, bilgisi ve saygısının
yetkinliğindendir. Allah Teâlâ ondan ve onun gibilerden razı olsun!
. KırkYedinci
Kısım 201
FASIL
İÇİNDE VASIL
Secdenin Niteliği
Bazı âlimler,
eğilince ve kalkmca tekbir getirmek gerektiğini,
bazı âlimler ise sadece namaz secdesinde tekbir getirileceğini söylemiştir.
Namazda secdeye giderken eğilirken ve kalkarken tekbir getirilir. Benim
görüşüm ise, tekbirin gerektiğidir. Böyle bir şey rivayet edilmemiş olsa bile
aksi de rivayet edilmemiştir.
VASIL
Batınî Yorum
Secde ederken Hakkı büyüklemek (tekbir), her durumda
övülen bir iştir. Çünkü tekbir, bir tenzihtir. Kul secdede dile hakkını vermelidir.
Dile hakkını vermek ise, tekbiri söylemekten başka bir şey değildir. Aynı
şekilde, her birisi kendi hakikatiyle olmak üzere, bütün organlar da secde
eder.
FASIL
İÇİNDE VASIL
Secde İçin Abdest Almak
Bazı âlimler, abdestliyken secde edilebileceğini, bazı âlimler ise abdestsiz
de secde edilebileceğini söylemiştir ki ben de bu görüşteyim. Ancak, abdestli
secde etmek daha uygundur. Çünkü Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem selam
almak için teyemmüm almış ve şöyle demiştir: ‘Allah Teâlâ’yı temiz olmadan
zikretmeyi nahoş gördüm.’ ’ '
Batınî Yorum
Kalp temizliği, secde eden olması bakımından, Allah Teâlâ’ya secdenin geçerlilik
şartıdır. Organların temizliği ise, secde esnasında manevi yoldan anlaşılır.
Çünkü onlar, secde vaktinde başka bir işle ilgili olamazlar. Kalp ise, böyle
değildir. Bu nedenle, kalp secde ettiğinde ebediyen secdeden kalkmaz. Namazın
dışındaki secde halinde ibadede ilgilenen organların fiilinde su veya toprağın
kullanılması fart değildir. Secdenin abdesdiyken yapılması, daha uygun ve daha
üstündür. Abdullah b. Ömer abdestsizken bile tilâvet secdesi yapardı.
FASIL
İÇİNDE VASIL
Bilginler,
tilâvet (okuma) secdesinde kıbleye
dönmenin gerekliliği hususunda görüş ayrılığına düşmüş, bazı âlimler yüzü her
nereye dönerse secdeyi oraya doğru yapabileceğini söylemiştir. En uygunu ise,
kıbleye dönmektir. Bazı âlimler ise, kıbleye dönmenin şart olduğunu
söylemiştir. Benim görüşüm ise, secdenin herhangi bir yöne yapılabileceğidir.
Çünkü Allah Teâlâ şöyle der: ‘Her nereye dönerseniz, Allah
Teâlâ’nın yüzü oradadır.’186 Mümkünse kıbleye dönmek, zahiri ve
batını birleştirdiği için, daha uygundur.
VASIL
. Batınî
Yorum
Allah Teâlâ, sınırlanmaktan münezzeh ve mütealdir. Şu
halde bu, kalplerin kıblesidir. ‘Her nereye dönerseniz Allah Teâlâ’nın yüzü
oradadır.’ Allah Teâlâ ehli
arasında bir görüş ayrılığı
olmaksızın, münezzeh bir hakikat olarak oradadır. Kul Allah Teâlâ’ya secde
ettiğinde, hiç kuşkusuz, geçerli kıbleye secde etmiştir. Çünkü Allah Teâlâ her
şeyi ihata eder. O’nu yönler sınırlamadığı gibi mekânlar da sığdırmaz: O, her
mekânda bulunur. Allah Teâlâ’dan başka hiç kimse bu özelliğe sahip olmadığı
gibi başka hiçbir varlık böyle nitelenemez. Secde eden kişi, yaratılışında iki
el bir araya geldiği gibi, iki kıbleyi (zahir ve batın kıble) bir araya
getirebilir. Böylece sınırlanma kabul edeni sınırlar, mutlaklık kabul edeni
mutlaklaştırır. Bunu yapan kişi, Allah Teâlâ’nın her şeye yaratılışını vermesi
gibi, her Hakk sahibine hakkını vermiş demektir.
FASIL
İÇİNDE VASIL
Zahiri ve Batınî Yorumuyla
Bayram Namazları
Bayram namazı görmenin yinelenmesidir
Benim
üzerimde gözüken varlık ile
O’ndan olan şey bize tecelli
ettiğinde
Her bayramda beriden olan şey onu över
Benim varlığımdan olan
bayramım cömertlik günüdür
Artırmaksızın onu bana ihsan
eder
Ona yedi kez tekbir
getiririm, sonra beş kez.
Şah damarıyla sınırlı
yakınlıktan (tenzih ederek).
| Zatımın verdiği şeyi O’ndan istiyorum Bu güne ait
olan yeniden yaratmayı Oluşumun gözüyle konuşmuş olsaydım İstenileni isteyenden
ayırt etmiş olurdum Fakat kinaye yaptığımda, O’ndan ifade ediyorum Yükselirken
veya düşerken ki hal dilimle.
Fler
durumda O’nunla konuşuyorum
Artmanın bazlarıyla beni
perdeliyor
O’nun örtüsünü zatımın
gözünden kaldırıyorum
Varlığımdan doğan şey yok
oluyor Temizliğim onun hayat suyuyla gerçekleşir Su bulamayan ise toprakla teyemmüm eder Teyemmümüm
zatımla dönmemdir Kendime; müşahedede müşahede olmaksızın.
Ezan
okunmaksızm ya da kamet getirilmeksizin bayram namazlarını kılmak, sünnettir.
Onlar sevinç günleridir. Ramazan bayramında insan orucu açmakla sevinir,
Rabbine kavuşmak için namazla acele eder. Çünkü namaz kılan kişi Rabbiyle
konuşur. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle der: ‘Oruç tutanın iki
sevinci vardır: Birincisi orucunu açtığındaki, İkincisi ise Rabbine
kavuştuğundaki sevincidir.’ Şari, iki sevincin gerçekleşmesini hızlandırmış ve
Ramazan bayramı namazını belirlemiştir. O gün, orucunu açarken zorunlu
kulluktaki farzların ücreti gibi ücret alsın diye kula oruç tutmak
yasaklanmıştır. Böylece alacağı sevap çok büyük olur. Oruçlu için kurban
bayramı da, tıpkı Ramazan bayramı gibi, Arefe günü oruç tutanın orucu bozma
bayramıdır. Çünkü bu oruç, Arefe günün dışında teşvik edilmiş bir oruçtur.
Farzların sevabını alabilmek için, Kurban günü oruç tutmak da yasaktır. Çünkü
farzların sevabı, en büyüle sevaptır. •
Bayram süslenme, yeme, içme ve
eğlenme gibi nefsanî durumlarla ve işlerle ilgilenme günü olduğu için, kuldan
gününü Rabbiyle konuşacağı namazla açması istendi. Böylece bilhassa bayram
günü Hacda olmayan kimseler, günün kalan kısmını koruyabilir. Çünkü bayram gününün
ilk vaktindeki namaz, (günü bir namaz sayarsak) namaza niyetlenmek gibidir.
Niyet namazı koruduğu gibi bayram günündeki namaz da niyetin yerine geçerken
gün de namazın yerini alır. Namaz kılarken bir gaflet gerçekleştiğinde, niyet
onu telâfi eder. Çünkü niyet varsa, namaz tamdır. Dolayısıyla niyetin hükmü,
namaz kılan kişi farkında olmasa bile, namaza yayılmıştir. Bayram günü içinde
insandan meydana gelen eğlence, oynama ve sair mübah fiiller günün sonuna
kadar namazının koruması kapsamındadır. Bu nedenle, ‘salatü’l-îd (bayram namazı,
dönüş namazı)’ diye isimlendirilmiştir. (Kelimenin kök anlamından hareket
edersek) Ki, insanın işlediği bütün fiillerin
karşılığının kendisine dönmesi demektir. Bu mükâfat, niyet geçerli olduğu için,
insan gafil olsa bile namazdaki haline göre verilir. ,
Bu nedenle, başlama tekbirine
benzetilerek ve orucun vaciplik halinde oruç niyetinin karşılığı olsun diye,
bayram günü oruç tutmak haramdır. İnsan orucunu açtığında, Ramazan ayında farz
oruç tuttuğu gibi, farz işlemiş sayıhr. O gün insanın işlediği bütün mübahlar,
namazın sünnetleri gibidir; yaptığı bütün farzlar ve vacipler ise, namazın
şartları gibidir. Dolayısıyla, kulun bayram gününde yaptığı her işteki durumu,
namaz kılanın hah gibidir. Bu nedenle ‘îd namazı
(tekrarlama, dönme, avdet etme namazı) diye isimlendirildi’ dedik. Yolumuzdan
olmayan ve içtiğimizden içmeyenler ise şöyle derler: ‘Bayram namazının îd diye
isimlendirilmesinin sebebi, her sene tekrarlanmasıdır. Hâlbuki beş vakit namaz
da her gün yinelenir ve ‘tekrar namazı’ diye isimlendirilmez. Bu yorum,
bağlayıcı olmasa bile, söylene gelen bir görüştür. ‘Bayram namazı o günün
süslenmeyle ilgili olması nedeniyle böyle isimlendirilmiştir’ denilirse, buna
karşı şöyle yanıt veririz: Süslenme her namazda gereklidir. Çünkü Allah Teâlâ
insan oğluna şöyle buyurur: ‘Her mescide girdiğinizde zînetinizi
(süslerinizi)alınız’1*7 Orucu
açmak farz bir ibadete dönüştüğü için îd diye
isimlendirilmiştir. Mübah olan ise, vacibe dönmüştür.
FASILLAR
Bilginlerin Çoğunluğunun Görüş Birliğine Vardığı Hususlar
Bayram günü
namaza gitmek için yıkanmak, bir görüş ayrılığı olmaksızın iyi
görülmüştür. Ezan ve kametin okunmaması, sünnettir. Gerçi Ebu Amr b.
Abdilber’in Esahhu’l-ekavil’de
aktardığına göre Muaviye, ezan ve,kamet okutmuştu. Sünnet olan, bayram günü
namazının hutbeden önce kılınmasıdır. Osman b. Affan tersini yapmış,
Abdiilmelik b. Mervan da görüş ve içtihadıyla bunu benimsemiştir. Mervan, bu
konudaki içtihadında Şari’nin hutbeden maksadının ne olduğuna dayanmıştır.
Fakihler, bayram namazında, okumanın bir sınırı
olmadığında görüş birliğine
varmıştır. Bununla beraber, birinci rekâtta A’la (Sebbih isme rabbike’l-a’la),
ikinci rekâtta ise Gaşiye suresinin okunması müstehaptır. Aynı şekilde, Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve selleme uyarak, birinci rekâtta Hac, ikinci rekâtta Kamer
suresinin okunması müstehaptır.
VASIL
Batınî Yorum
Yıkanmak, genel temizlik ve taharet demektir.
Yıkanmak ise neza, fet demektir. Kişi dışına ve içine en güzel kıyafeti
giymelidir. Dışındaki kıyafet elbise, içindeki kıyafet ise takva elbisesidir.
Takva ile kastedilen ise, insanın sayesinde avret mahallini açılmaktan
koruyabileceği ya da sıcaklık ve soğuktan korunacağı şeydir. O ise, kıyafet
türünün en hayırlısıdır. Küçük-büyük herkes bayram günü namaza gitmek ister ve
namaza gideceldere yönelik bir hatırlatma belirlenmemiştir. Bu nedenle, ezan
ve kametin hükmü düşmüştür. Çünkü onlar, gafilleri uyarmak için birer ilandır.
Hâlbuki burada hazırlanma gerçekleşmiştir. Kalbin Allah Teâlâ , karşısındaki
huzuru ise, meleğin ilhamına gerek bırakmaz. Meleğin ilhamı, ezan ve kamet
okumak gibidir. Muaviye’nin yaptığı uygulama, ender olanı gözeterek gafili
uyarmak amacı taşır. Çünkü gafil insan, oynamak ve dolaşmayı gördüğünde
namazdan gafil kalabilir. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’in devrinde
nefisler, onu görmeye arzulu ve onun huzurunda bulunmaktan haz alıyordu.
Peygamber, imamdı, dolayısıyla, o gündeki herhangi bir iş sahabeyi peygambere
gitmekten alıkoymazdı. Bundan dolayı, peygamber ezan ya da kamet okunmasını
gerekli görmemişti.
Namazın hutbeden önce kılınmasına
gelirsek, çünkü kul namazda Rabbiyle konuşurken hutbede ise, Hakk ile
konuşmasında kendisine indirilen hatırlatmayı insanlara tebliğ eder. Bu
nedenle, namazın hutbeden önce olması daha uygundur ve böyle yapmak sünnettir.
Osman b. AfFan, insanların namazı bitirip ayrıldıklarını ve hutbeyi
dinlemediklerini görmüş. Bu durumu dikkate alarak, hutbeyi namazdan önceye almış
ve bayram namazını Cuma namazına benzetmiştir. Çünkü Osman, Şari’nin hutbedeki
amacının bulunanların dinlemesini sağlamak oldu-
ğunu; insanlar ayrıldığında ise hükme
bağlanmış hutbenin gerçekleşemeyeceğini biliyordu. Cemaatin dinleme sevabını
alması için hutbeyi namazın önüne almıştı. Osman b. Affan Rasûlullâh sallallâhü
aleyhi ve sellem’den bunun tersini öğrenseydi, öyle yapmaz ve öyle bir
içtihatta bulunmazdı. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’den onun yaptığını
engelleyecek bir davranış çıkmamıştı. Karineyi kabul edenlere göre, hal
karinesinin hükümlerde bir etkisi vardır. Hal karinesi ise, bakana göre
değişir. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurur: ‘Benim oruç
tuttuğumu gördüğünüz gibi oruç tutun.’ Hac için de şöyle der: ‘Haccın
uygulamalarını benden öğrenin.’ Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem hutbe ve
bayram namazı arasındaki ilişkiyi haccı ve namazı gözettiği gibi gözetseydi,
hac ve namaz hakkında konuştuğu gibi onlar hakkında da konuşurdu. Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellemin katibi, kayın biraderi ve müminlerin dayısı olan
Muaviyb’nin yaptığı da böyledir. Sahabeye karşı iyi zanda bulunmak güzel bir
davranıştır. Allah Teâlâ hepsinden razı olsun! Onları eleştirme hakkımız
yoktur. Sahabeler birbirleri hakkında konuşmuşsa, bu onlara kalmıştır. Onların
arasındaki görüş ayrılıklarına karışmak bize düşmez. Sahabe bilgi ve içtihat
ehlidir, nübüvvet döneminin neslidir. Yanılsalar da yanılmasalar da onlar,
içtihat yoluyla verdikleri her kararda sevap alır.
Okunacak surenin belirlenmesine
gelirsek, Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’in bu konuda herhangi bir sözü
yoktur. Bununla beraber, tek kişinin rivayeti olarak bize aktarıldığına göre,
bazı bayramlarda belli sureler okumuştur. Kimsenin inkâr edemeyeceği bir
sayıdaki insanın rivayetiyle bize gelen Kur'an-ı Kerim’de ise ‘Kuran’dan
kolayınıza gelen şeyi okuyun’188 ve ‘Allah Teâlâ
kimseyi yapabileceğinin dışında sorumlu tutmaz?1*9 gibi
ayederle bir sınırlamanın bulunmadığı kesindir. Ayette (kolay derken)
kastedilen, namaz kılanın namazda hatırladığı surelerdir. Kur'an-ı Kerim’in
hepsi hoştur ve onu okuyan kendi sözüyle Rabbiyle konuşur. Peygamberden
aktarılan bir sureyi okuyup böylece kolay gelen ile peygamberin davranışını
birleştirmek müstehaptır, çünkü Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve selleme uymak,
bize emredilmiştir. Ama namazda onun okuduğu sureleri okumak, farz ya da sünnet
değildir.
208 Fütûhât-ı Mekkiyye 4
FASIL
İÇİNDE VASIL
Bayram Namazlarında Tekbir
Bazı
âlimler, birinci rekâtta başlama tekbirinden
sonra ve okumadan önce yedi tekbir alınacağını söylemiştir. Bir görüşe göre
ise, başlama tekbiriyle birlikte ikinci rekâtta, ikinci rekâta kalkma
tekbirinden sonra beş tekbir getirilir. Bazı âlimlere göre ise, birinci rekâtta
okumadan önce ve başlama tekbirinden sonra üç tekbir; ikinci rekâtta ise
okumadan sonra üç tekbir getirilir. Sonra, rükuya gitmek için tekbir getirilir.
Ebu Bekir İbrahim el-Münzir tekbir hakkında on iki görüş aktarmıştır.
VASIL
Batınî Yorum •
Bayram namazlarında bilinen tekbire tekbir ilavesi,
bayram isminin verdiği ilave bir duruma imkân verir. Çünkü bu isim, dönmek anlamından
gelir. Bu nedenle tekbir tekrarlanır, çünkü namaz, tekrar namazıdır. Bu
nedenle Hakkın büyüklüğü, konuşma yerleşik ve pekiştirilmiş bir büyültmeden
meydana gelsin diye okumadan önce yinelenir. Çünkü tekrar, bir şeyi sabidemek
için pekiştirmek demektir. Bu yorumda bayram namazının adı dikkate alınmıştır.
Çünkü isimlerin büyük bir etkisi ve mertebesi vardır. Nitekim Âdem’in
meleklerden üstün olması, isimler sayesinde gerçekleşmişti. ,
Bayram (îd, tekrar, avdet) adı,
tekbirin yenileneceğini bildirir. Çünkü bu mertebede hüküm o isme aittir.
Okumadan sonra tekbirin tekrarlanması, bu görüşteki bilginlere göre, bayram ,
namazında rükunun bulunmasından kaynaklanır. Bunun sebebi şudur: Bayram sevinç,
süslenme ve neşe günüdür ve o günde nefisler hazlarını elde etme peşine
düşmüştür. Şeriatın bayram günü oruç tutmayı yasaklayıp insanların oyun ve
eğlence yapmalarını hükme bağlaması, bu durumu destekler. Bayram günü
Habeşliler Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin mescidinde oyunlar oynamış,
Peygamber de Hz. Aişe arkasında olduğu halde durup onları seyretmişti. Yine,
bayram günü Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin evine iki şarkıcı kadın
girmiş, şarla söylemişler ve Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem de onları
dinlemişti. Hz. Ebu Bekir içeri girdiğinde onlara müdahale etmek istemiş,
peygamber ise ‘Bırak onları Ebu Bekir! Bu gün bayram günüdür’ demişti. Bayram
günü nefsin haz alma günü olduğu için, Allah Teâlâ namazda tekbirin artmasını
istemiştir. Böylece, kullarının kalplerine Hakka yaraşan büyüklük ve yücelik
yerleşir. Çünkü nefislerin hazları, gün boyunca insanları farzları yerine
getirmekten alıkoyarak, Allah Teâlâ’nın hakkına riayetten uzaklaştırabilir.
Kastedilen öğle, ikindi ve diğer namazlardır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: ‘Allah Teâlâ’yı
zikretmek ise daha büyüktür:190 Yani, hüküm bakımından daha
büyüktür.
Bayram namazında üç tekbir olduğunu
kabul edenler, üç âlemden dolayı bunu kabul etmiştir: Her rekâtta her âlemin
bir tekbiri vardır. Tekbiri yedi kabul edenler ise, Allah Teâlâ’nın
niteliklerini dikkate almıştır. Böylece her sıfat için bir kere tekbir
getirilir. Çünkü kul, Hakkın kendisini nitelediği yedi sıfatla nitelenmiştir.
Bu sıfariarın Hakk ile ilişkisi kulla ilişkisi gibi olsun diye, tekbir
getirilir. Kul ‘Allah Teâlâ en büyüktür’, yani her nitelikte en büyüle olandır’
der. Bayram namazında beş kez tekbir getirmeyi kabul eden ise, zata ve dört
sıfata bakmıştır. Bu dört sıfat, kendileriyle nitelenmek için âlemin Allah
Teâlâ’dan muhtaç olduğu nitelilder iken aynı zamanda onlar sayesinde Allah
Teâlâ, ilah olur. Böylece insan, birinci tekbirle Hakkın zatı için ‘O'nun
benzeri yoktur’ niyetiyle tekbir getirir. Diğer dört tekbirle ise, ilişkide
benzerlik olmayacak şekilde yedi nitelikte getirdiği gibi tekbir getirir.
Tekbirde elleri kaldırmak, kendimizle
ilişkilendirdiğimiz şeylerin hiç birinin bize ait olmadığı anlamına gelir.
Ellerini kaldırmayan ve başlama tekbirinde onları kaldırmakla yetinen ise,
namazın dinginlik için emredildiğini düşünmüştür. Bu nedenle ellerini
kaldırmaz. Çünkü hareket genellikle şaşırtır. Namaz kılan kişi, özellikle
zikir ve tekbirde dağılır, düşüncesini ellerine verip onları kaldıramaz,
düşüncesi bölünür. Öyleyse, her arif belirli bir işe riayet etmiş, Hakkın
kendisine düşündürdüğü şeye göre amel etmiştir.
210
Fütûhât-ı Mekkiyye 4
FASIL
İÇİNDE VASIL
Bayram Namazlarından Önce
ve Sonra Nafile Namazı Kılmak
Bazı
âlimler, namazdan önce ve sonra nafile
kılınamayacağını, bazı âlimler ise bunun tersini söylemiştir. Onlara göre,
bayram namazından önce kılınmasa da sonra kılınabilir. Benim görüşüm şudur:
Bayram namazı için gidilen yer ya diğer mescitlerle aynı hükme sahip bir mescittir.
Bu durumda mescide gelen kişi, mescide gelen insanın hükmüne sahiptir.
Dolayısıyla tahiyyetü’l-mescit (mescidi selamlama) namazını kabul eden kişi,
kendisine emredildiği gibi, iki rekât nafile kılmalıdır. Namaz kılınan yer
mescit değil de bir alan ise, insan serbesttir: Dilerse nafile kılar, dilerse
kılmaz.
VASIL
Batınî Yorum
Bu gündeki amaç, aynı davranışların diğer günlerdeki
hükmünden farklı olarak, farz ve nafile olacak şekilde mübahları yerine
getirmektir. Dolayısıyla, bayram günü özel olarak bayram namazının dışında bir
nafile kılınmaz. Farzlar ise, vakideri geldiğinde kılınır. İnsan, bayram günü
kendisini Hakka yaklaştıran işler yapar. Bunlar, mendup (teşvik edilenler) ve
farzlardır. Mendup bir işi yapan kişi, bir vakte bağlıdır ve o vaktin o belirli
mendup eylemine ait bir vakit olması yönünden bir hükmü vardır. Dolayısıyla o
vakit, o fiile uygundur. Bu nedenle, (o vakitte başka bir) nafile kılınmaz.
Bayram günü oyun, eğlence ve süslenme teşvik edilmiştir. Dolayısıyla kul
bunlarla beraber onlarla çelişecek bir mendup fiil işlemez. Bayram bittiğinde
ise, kul menduplara koşabilir ve bayram günü mendup olan şeyler diğer günlerde
mübaha döner. İşte bu, hükümler hakkında adalet ve hikmet sahibi olanın
fiilidir. ‘Çünkü nefsinin senin üzerinde haklcı vardır.’ Bayram günü oyun, eğlence
ve neşelenmek nefsin bir hakkıdır. Dolayısıyla nefsine zulüm edip ‘bütün geceyi
ibadetle geçirip uyumayan kişi’ olmayasın! İyice düşünürsen, seni uyardım.
FASIL
İÇİNDE VASIL
Cenaze Namazı
Ölüye namaz
kılmak, Rabbinin katında ölüye şefaat etmek demektir.
Şefaat ise, Hakkın kendisi hakkmda şefaat edilmesinden razı olduğu kimseler
için olabilir. Allah Teâlâ, kulları içinden sadece -ister delille isterse
imanla kabul etsinlertevhid ehlinin günahkârlarına şefaat edilmesinden razıdır.
Bu nedenle ölüye telkin vermek gereldi görülmüştür. Bu durumda şefaatçi,
şefaat ettiği kimsenin tevhit inancı üzere olduğunu öğrenir. Son şefaatçi ise,
her nerede olursa olsun, er-Rauf ismidir. Bu isim, kendisine davet ulaştığı
halde kabulde çekingen davranan kimseleri kurtarmak için el-Cebbar,
el-Müntakim isimlerinin nezdinde şefaat eder. Çünkü kendisine davet ulaşmamış
muvahhit (birleyen) cehenneme girmez. Dolayısıyla şefaat ancak davetin
ulaştığı günahkârlar için olabilir. Onların bir kısmı inanmış, bir kısmı ise,
getirdiği şey nedeniyle bu şahsa (peygambere) inanmada çekingen kalmıştır.
Peygamber, davetinde kendisine iftira etmenin yaraşmadığı Yüce’ye dayanır. Bu
nedenle tebliğ ettiği şeyin Allah Teâlâ katından geldiği iddiasının doğruluğuna
kesin olarak inandırmak için bir kanıta gerek duyar. Allah Teâlâ peygamberin
iddiasının doğruluğu haldcında kendiliğinden zorunlu bir bilgi vermediğinde, bazı
insanlar (inanmada) çekingen kalır.
Allah Teâlâ şöyle buyurur: ‘Peygamber
göndermeden azap etmeyiz"91 Başka bir ifadeyle, iddiasının
doğruluğu hakkmda apaçık kanıtlarla peygamber göndermeden kimseye azap
etmeyiz. Aynı şekilde, Allah Teâlâ peygamberleri insanın bir mazereti olsun
diye apaçık delillerle destekleyeceğini bildirmiştir. İman ‘Allah Teâlâ’nın
kullarından dilediklerinin kalbine attığı’ bir nurdur. Öyleyse, üzerine namaz
kılınan ölünün hallerine başlayabiliriz! Ona neler gereklidir? Şari ölüyü
hazırlamak için bize neyi, ne şekilde yapmamızı emretmiştir?
(Ölüye Telkin)
Üzerimizdeki yükümlülüklerden birisi, ölüye telkin vermektir. Ölüye telkin, ölüm
anında yapılır. Çünkü korku fazladır, bulunulan durum çok ciddidir. Bu vakit,
can çekişen insanın gözünden perde kaldırıldığında gördükleriyle sınandığı
‘hayat fitnesi’ vaktidir. Can çekişen kişi, orada bulunanların göremediği
şeyleri görür ve daha önceki bilgileri kendilerini tanıdığı suretlerde ona
görünür. Gerçekte onlar, en güzel şekilde ve en güzel biçimde suredenmiş
şeytanlardır. Şeytanlar, can çekişen kişiye bu güzel hallere ancak Allah
Teâlâ’ya şirk koşarak ölmekle ulaştıklarını bildirir. Bu durumda, onun yanında
bulunan müminlerin can çekişene tevhidi telkin etmeleri, kendisini uyarmak için
bu fitnenin suretini ona bildirmeleri gerekir. Bu sayede mümin, müslüman ve
birleyen olarak ölür. Çünkü can çekişen kişi, tevhit lafzını söylediğinde ve
onu söylerken dili döndüğünde veya hatırlamakla nuru kalbinde ortaya
çıktığında, hiç kuşkusuz ki, rahmet melekleri onun işini üsdenir ve kendisine
gelmiş bu şeytanî görüntüleri kovarlar.
Ölü, kabrine konulduğunda ve topralda
örtüldüğünde de, kabir sorgusundan dolayı kendisine telkin verilmesi gerekir.
Çünkü iki meleğin görüntüsü korkunçtur. Bilhassa Allah Teâlâ’nın peygamberi
hakkında sordukları sorular, saygıdan ve hürmetten yoksun bir ifadeyle gerçekleşir.
Ölüye şöyle derler: ‘Bu adam hakkında ne dersin?’ Bu da, kendisinden Allah
Teâlâ’ya sığınılan ‘ölüm fitnesidir.’
Peygamberlerin ölüm fitnesinden Allah
Teâlâ’ya sığınmalarına gelirsek, çünkü onlara da kendilerine gönderilen kimse
sorulacaktır ki, o da Cebrail’dir. Nitekim bize de Allah Teâlâ’nın peygamberi
sorulacaktır. Böylelikle Allah Teâlâ’nın peygamberi, namazda teşehhüde
oturduğunda ölüm ve hayatın fitnesinden Allah Teâlâ’ya sığınırdı. Çünkü o,
müminler gibi, peygamberlerin de ölüm anında sınanacaklarını biliyordu. Bu
nedenle bu fitneden namazda Allah Teâlâ’ya sığınmalarını müminlere emretti.
Çünkü insan, namazda kendisine yakarırken Allah Teâlâ’ya yakınlık makamında
bulunur ve perdenin kalktığı bir durumla Allah Teâlâ’dan ister.
Cenaze sahiplerinin sorumlu olduğu
müstehap işlerden biri, can çekişme halinde ölüyü kıbleye çevirmektir. Sırt
üstü yatıyorsa, ayakları kıbleye çevrilir. Yan tarafına yatıyorsa, yüzü kıbleye
çevrilir.
VASIL
Müstehap işlerden biri de, ölüyü defnederken ve onu kabrine götürürken acele etmektir.
Çünkü Ölü mutlu (mümin) ise, onu iyiliğine yetiştirirsiniz; bedbaht ise,
omuzlarınızdan indireceğiniz bir kötülüktür o. Bürada, mutluluk durumu söz
konusu olduğunda ölü dikkate alındığı gibi onu taşıyan canlı da kötülüğün ondan
uzaklaştırılması balcımından dikkate alınmıştır. Ölünün defin işleminin acele
ettirilmesinin sebebi budur. Diğeri ise, taşıyandan dolayı acele edilmesidir.
Acelenin yorumu şeriat tarafından böyle bildirilmiştir. Buradan, Allah
Teâlâ’nın kullarmı onlara kötülük ulaşsın diye sorumlu tutmadığı, yoksa
iyilikten dolayı onları sorumlu tuttuğu bilinir. Şeriat bedbaht hakkında
taşıyanım dikkate atmış ve şöyle demiştir: ‘Cenazeyi hızla götürünüz. Çünkü o
omuzlarınızdan indirmeniz gereken bir kötülüktür.’ Mutlunun taşınması hakkında
ise ölüyü dikkate alarak şöyle demiştir: ‘Onu acele götürün. Çünkü acele
götürülmesi onun adına bir iyiliktir.’ Şari’nin hükmü np kadar incedir!
Üç durumun dışında acelenin şeytanın
işi olduğu zikredilir. Bunlardan biri de ölünün hazırlanmasıdır. Hızla gömülme
de bu hazırlanmanın bir parçasıdır. Mutlu ölü taşınırken adeta şöyle der:
‘Beni hızla götürünüz!’ Bedbaht olduğunda ise şöyle der: ‘Beni nereye götürüyorsunuz?’
İnsan ve cinlerin dışındaki tüm canlılar bunu duyar.
Yaşayanın ölüyle ilgili
yükümlülüklerinden biri de onu yıkamaktır. Yıkamak, namaz için abdest almaya
benzer. Bunu yapmak yaşayanın bir sorumluluğudur. Yıkamanın hükmü hususunda ise
insanlar görüş ayrılığına düşmüşlerdir. Bazı âlimler ise, farz-ı kifaye, bazı
âlimler ise sünnet-i kifaye olduğunu söylemiştir. Bazı âlimler ise, Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellem’in ‘ölüyü üç ya da beş kere yıkayın’ ifadesine dayanarak,
vacip olduğunu söylemişlerdir. Mahrem hakkında ise ‘onu yıkayınız’ demişti. Bü
ifade, hiç kuşkusuz, emir kipindedir. Kendisini yıkamanın tarzını öğretme
bağlamından çıkaran bir hal karinesi emre bitişirse, bu kez onu sünnet yapar.
Hadisin hem emir ve hem de yıkamanın tarzını içerdiğini kabul edenler ise,
yıkamanın vacip olduğunu söylemiştir.
Cahil-ölünün (bâtındaki) yorumu
şudur: Ölüm, bilgisizlik demektir. Dolayısıyla, bilenin bilmeyene öğretmesi
gerekir. Çünkü bilmediği konuda sorması gerektiğini bilmemek de cahilliğin bir
parçasıdır. Bu nedenle, davranışlarında şeriatın hükmünü bilmeyen birine ‘zikir
ehli’rie sorma gerekliğini öğretmek, bilenin bir görevidir. Bunu yapmadığında
ise, günahkâr olur. Öğretilmesi gereken şeyi öğretmek ise temizlenmedir. İşte
ölünün yıkanmasının bâtındaki yorumu özetle budur.
VASIL
Yıkanmaları Vacip Olan Ölüler
Âlimler, ölünün ve kâfirlerle savaşırken olmaksızın öldürülmüş
kimsenin yıkanmasının vacip olduğunda görüş birliğine varmıştır. Kâfirler ile
savaşırken öldürülen şehidin ve müşrikin yıkanması, şehit adı verilen kimsenin
yıkanması, savaş dışında bir müşrik tarafından öldürülenin yıkanması hususunda
ise görüş ayrılığına düşmüşlerdir. Bazı âlimler, bunların hepsinin yıkanması
gerektiğini, bazı âlimler ise yıkanmamaları gerektiğini söylemiştir. Yıkamayı
‘sevabı yıkanana dönen bir ibadet’ sayan kişi, müşrikin yıkanmayacağını kabul
eder. Ölünün yı-
kanmasının bir temizlenme olduğunu
dikkate alan kişi ise müşrikin yıkanabileceğim kabul eder. Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellem müşrik olduğu halde amcası Ebu Talib’in yıkanmasını
emretmiştir. Öte yandan Uhud savaşında şehit düşenlerin elbiseleriyle gömülüp
yıkanmamalarını emretmiştir. Genel olarak şehidin yıkanmayacağını kabul eden
kimse, Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’in şehit olduğuna hükmettiği
kimselerin de yıkanmayacağını söylemiş demektir. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi
ve sellemin şehidin yıkanmayacağı ifadesiyle kâfirlerle savaşırken cephede
öldürülenleri kastettiğini anlayan ise, diğer şehiderin yıkanacağını kabul
eder.
VASIL
Biı Bölümün Batınî Yorumu
Allah Teâlâ yolunda
kâfirlerle savaşırken öldürülen kişi diridir ve
rızıklanır. Bize, ölüyü yıkamamız emredileli. Bu özel şehide ise ölü denilmeyeceği
gibi ölü olduğu da zannedilemez. Bilakis o, önünden ve arkasından yanlışın
giremediği doğru haberin bildirdiğine göre, diridir. Fakat Allah Teâlâ, bizim
gözlerimizi onda bulunan canlılığı anlamaktan perdelemiştir. Nitekim
gözlerimiz pek çok şeyi algılamaktan da engellenmiştir. Aynı şekilde
kulaklarımız bitkilerin, hayvanların, donukların ve her şeyin Allah Teâlâ’yı
tespih ettiğini duymaktan alıkonulmuştur. Allah Teâlâ şöyle buyurur: ‘Allah
Teâlâ yolunda öldürülenleri ölü zannetmeyin, onlar diridir ve Rablerinin
katında rızıklanırlar.,m Başka bir ayette ise ‘Allah
Teâlâ yolunda öldürülenlere ölü demeyin, onlar diridir, fakat siz fark
edemezsiniz’'93 denilir.
Ölen insan sorgu esnasında diri olacağı gibi şehider de kendi hayatlarıyla
diridirler. Biz farkında olmadığımız yönden ölünün sorguda diri olduğunu
görürüz. Kesin olarak biliyoruz ki, ona soru sorulmaktadır ve sadece akıllıya
soru sorulabilir, sadece canlı olan kimse akıllı olabilir. Bu nedenle, şehidere
ölü dememiz yasaklandı. Allah Teâlâ bize onların canlı olduğunu, fakat bizim
bunu hissedemeyeceğimizi söyledi.
Böyle bir ifade Allah Teâlâ yolunda
öldürülmemiş ölü hakkında gelmedi. Bu kişi de şehit ya da onun gibi canlı olsa
bile, onun Allah Teâlâ katında canlı olduğu bize bildirilmedi. Bu nedenle Allah
Teâlâ, ‘Rablerinin katında’ demiştir. Ölü, Rabbinin huzuruna temiz bir şekilde
çıkmak için yıkanır ve temizlenir. Böylece Allah Teâlâ, kendisini ölümden
sonraki berzah âleminde dince belirlenmiş temiz bir halde karşılar. Şehit ise,
sadece Allah Teâlâ yolunda öldürülmek anlamındaki şehitlik, nedeniyle Rabbinin
katında hazır olarak bulunur ve bu nedenle de yıkanmaz. O, Rabbinin katindadır.
VASIL
Müşrik'in Yıkanmasının Batınî Yorumu
Burada müşrik, kendilerine bel bağlayıp güvenerek Allah
Teâlâ’nın eşyayı onlar vesilesiyle değil, onlara bağlı olarak yaptığına
inanmakla sebepleri kabul eden kimsedir. Bunun nedeni, bilgisizliği, zayıflığı
ve imanındaki kuşkudur. Nitekim o, rızkı kullarına taksim ederken de Allah
Teâlâ’nın vaadini doğrulamakta güçlük çekmişti. Allah Teâlâ şöyle der: ‘Göğün ve yerin
Rabbine and olsun ki, o sizin konuştuğunuz şey.gibi gerçektir.’194 İşte bu gizli değil, açık şirkin bir
türüdür. İnsanın böyle bir şirke düşmesinin nedeni, genellikle, doğanın onun
alışkanlığına göre hareket etmesidir. İnancında güçlük çeken kimseyi kınamak
için şöyle denilmiş:
Müşrik olsan bile, sarraftan
razı olursun
Ama Rabbinin işlerini yürütmesine razı olmazsın .
O halde Allah Teâlâ’yı bilen
insanların bu ölünün (müşrik) kalbini temizlemesi gerekir. Bu kalbin yıkanması
ise, temizleninceye kadar inanç ve itminan duygusuyla yapılır. Öyleyse,
müşrikin yıkanması gerekir. (Sebepleri dikkate almayla sınırlı) Böyle bir
şirkin rızkın (Allah Teâlâ’dan olduğuna) inanmaya zarar vermediğini düşünüp ve
bu insanın Hakkın (rızkının) vaktini ve miktarını belirlemediği için doğal
olarak sıkıntı çektiğini söyleyen kime, (onun yıkanmayacağım düşünür).
Bilmelisin ki, Allah Teâlâ hikmeti gereği sebeplileri sebeplere bağlamıştır.
İnsanın (rızkıyla ilgili çektiği) doğal zorlanma hali ise, müminin Allah Teâlâ’nın
vaadine yönelik bir ithamı ya da Allah Teâlâ’nın onu rızıklandırmayabileceğiyle
ilgili bir kuşkusundan kaynaklanmaz. Bu zorlanma, yoksunluğun acısı ve
sabırsızlıktan
dolayı, insan olmaktan kaynaklanır.
Çünkü Allah Teâlâ, ister kâfir ister mümin olsun, canlı olması bakımından
herkesi rızıklandıracağını bildirmiştir ve bü kaçınılmazdır. .Allah Teâlâ
şöyle buyurur: ‘Yer yüzünde hiçbir canlı yoktur ki,
onun rızkı Allah Teâlâ’nın üstüne olmasın’'95 Fakat bu rızkın ne1 zaman
ve nereden olacağını belirtmemiş, dolayısıyla ne zamanı ne de sebebi
belirlememiştir. Bunun yerine, rızkı tamamlanmadıkça kimsenin ölmeyeceğini
bildirmiştir. ,
Kul, rızkının gerçekleşmesinin
vesilesi olan alışılmış sebebinin yoksunluğunda ömrünün tamamlanıp sona erip
ermediğini bilemez. Bu durumda, korkması ve sıkıntı duyması ölümden
kaynaklanır. Çünkü ölüm korku demektir. Bu bağlamda mümin günah işlemekten
korkarken arif huzuruna girdiğinde Allah Teâlâ’dan haya ettiği için korkar;
kâfir ise, rızkının tükenmesi nedeniyle korku duyar. Öyleyse korkmanın sebepleri
farklı olsa bile biçimi tektir; (Şair şöyle der):
Kılıçla ölmeyen kimse ölür
başka bir şeyle
Sebepler çeşitlenmiş, bela ise tek -
Kul Allah Teâlâ’nın bilgisindeki
rızkını tüketmemişse, daha önce ifade ettiğimiz gibi,, korkusu, sebebin
kesilmesiyle rızkın gerçekleşme vaktini bilmeyişinden kaynaklanır. Bunun
üzerine, (rızkının geliş) süresinin uzamasından ve bu esnada umulan açlığın
acısından ve ona ihtiyaç duymaktan dolayı korkar. Bu açlık, insanı özellikle
de nefse ağır gelebilecek kimselerin kapısına gitmeye sevk eder. Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellem açlıktan Allah Teâlâ’ya sığınır ve şöyle derdi:
‘Açlık; ne kötü döşek!’ Çünkü, açlık kişinin sabretmesini gerektiren bir
imtihandır. Hâlbuki aç insan, açlık karşısında Allah Teâlâ’nın kendisini
sabırla rızklândırıp rızklandırmayacağı hususunda bir bilgiye sahip değildir.
Bela anında Allah Teâlâ’nın sabırla rızıldandırdığı kulları. azdır. Bu nedenle
nefsin yatışması ve bedenin kırıklığının giderilmesi için umulan sağlığın
gerçekleşmesi için insanın doktor tedavisine başvurması emredilmiştir. Allah
Teâlâ şöyle buyurur: ‘Sizi korku ve açlıkla,
mallarımzı, canlarınızı ve ürünlerinizi
eksiltmeyle deneyeceğiz.’'96 Bütün bunlar Allah Teâlâ’nın
kullarını sınadığı sebeplerdir. Böylece Allah Teâlâ İçimin sabrettiğini, kimin
sabretmediğini öğrenir. Sonra şöyle der: ‘Sabredenleri
müjdele.’197 Yani,
sınandıkları şeyin karşılığında onları müjdele.
Yollarından
gitmemiz ve bela ve musibetlerde onların niteliklerini edinmemiz için bize
sabredenleri tanımlaması Allah Teâlâ’nın lütuf ve rahmetinin bir yönüdür. Söz
konusu musibetler, Allah Teâlâ’nın kullarını sınadığı şeylerdir. Sabredenleri
nitelerken şöyle der: ‘Bir musibet onlara isabet ettiğinde,
'biz Allah Teâlâ’ya aidiz ve O’na döneceğiz1 derler.’™ Böylece Allah
Teâlâ’dan o musibeti kendilerinden kaldırmalarını isterler. Ardından, bu
niteliğe sahip birisinden meydana gelebilecek şeyi bildirmiş ve şöyle
demiştir: ‘Onlarm üzerinde Rablerinin rahmeti vardır.’199 Yani, Allah Teâlâ bu konuda onlara
teşekkür eder. ‘Onlar, doğru yola ulaşanlardır. ',20n
Başka bir ifadeyle, bulundukları hal üzere, işlerin kendilerine göründüğü
kimselerdir. . . ( ,
Bunu gören ldşi müşrikin (sebepleri
kabul eden) yıkanmayacağını söyler. Çünkü onun Allah Teâlâ’nın birliğine olan
inancı geçerlidir. Dolayısıyla o, mümin olması bakımından temizlenmez; sadece
kendisiyle ilgili ortadan kaldırdığı sebeplerde Allah Teâlâ’nın muradına
güvenmedeki inanç zayıflığı yüzünden yıkanır ve temizlenir.
VASIL
Kim Kimi Yıkar
Alimler, erkeği erkeğin, kadını ise kadının
yıkayacağı hususunda görüş birliğine varmıştır. Bu konuda bir görüş ayrılığı
yoktur.
VASIL
Batınî Yorum
Kamil kişi, bulunduğu.mertebede kendisinden daha
kamil olanı aralarındaki derece farkıyla görür. Allah Teâlâ şöyle buyurur: ‘Bu
resullerin bir kısmını diğerlerinden üstün yaptık:201 Bununla birlikte hepsi peygamberlik
ve kemalde ortaktır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: ‘Nebilerin
bir kısmım diğerlerinden üstün yaptık.’202 Bununla beraber onlar, nebilik
derecesinde ortaktır. Kamil insan başka bir kamilde, temizlenmesi gereken bir
iş gördüğünde onu temizler ve bu konuda başka bir kamil gerekir. Bundan geri
durmaz. Kemalleri hakkında hiçbir kuşku duymadığımız Rasûlullâh sallallâhü
aleyhi ve sellem Allah Teâlâ’nın kendisiyle konuştuğu Hz. Musa hakkında şöyle
der: ‘Musa yaşasaydı, bana uymaktan başka bir şey yapamazdı.’ Bunun sebebi, kemal
bulunmakla beraber, yetkinin vakit sahibine ait olmasıdır. Vakit, önceki hükmü
geçersiz kılan hükümdür. Vakit sahibi, canlıdır. Neshedilen hüküm ise, ölüdür. Öyleyse
vaktin yetkisi vardır. Vaktin sahibi kemal derecesinden eksik olsa bile, kamil
üzerinde hükümrandır; yanı sıra, bir de kamil olursa, nasıl olur, varın siz
hesap edin! O halde, bir hükmün neshi ölüme benzer. Bu durumda temizliğinde
onun yerini alır. Çünkü yaşasaydı, (onu geçersiz kılan kamil kişi) kendisini
temizleyecekti. Nitekim, kamil insana eksik olduğu bir durum gösterilse, hiç
kuşkusuz onu elde etmek için çalışırdı. Bü yolda, kemal derecesinden eksik
olanların hükmü de böyledir.
Bir müridin yıkanmasını gerektiren
bir durum ortaya çıktığında diğer müridin onu yıkaması, diğerinin ise bunu
kabul etmesi gerekir. Çünkü onlar insaf ehlidir ve gayeleri tektir ki, o da
Haktır. Çünkü bize bu emredildi. Yıkanması gerekli bir eksikliğin müritten
çıkması onun hakkmda ölüm sayılır (dolayısıyla yıkanmalıdır). Allah Teâlâ bu
kimseler için şöyle der: ‘Hakkı tavsiye ederler, sabrı tavsiye
ederler.’203 Allah
Teâlâ, bize iyilik ve takva hususunda yardımlaşmayı emretmiş, günah ve
düşmanlığa karşı yardımlaşmamızı yasaklamıştır.
Doğasında kendisine hakim olan arzu
sahibi ile düşünmesinde kendisine galip gelen kuşku sahibi ise, arzu ve
kuşkunun üzerindeki etkisinden perdelenmiştir. Çünkü akıllı şüphesini gerçekte
delil zannederken şehvetine yenilen kimse de şehvetinin gerçekte Allah Teâlâ
uğruna olduğunu zanneder. Bu meseleyi bilen kişi kemal makamında olmasa bile,
söz konusu kişilere durumlarını bildirmesi gerekir. Bu iki kişi, kendisinden
daha üstün olabilir ya da onlar kemal sahibi olabilir. Şu var ki, kuşkuyu bilen
kişi (kuşkunun ilgili olduğu) o meseleyi bilir. Kuşkulu insan (kuşkusu
nedeniyle) ölümle nitelendiği için, onu bu kuşkudan temizlemesi gerekir. Çünkü
kuşku sahibinin bu konu hakkında bir bilgisi yoktur. Aynı şey, şehvet (arzu
gücü) sahibi için geçerlidir.
Bu kuşku, fikri araştırma cephesinde
meydana gelip delilleri araştırırken insanı etkisi altına almışsa (söz gelişi
bir kelâmcıya), bu durumda , gerçekte o nedenle öldürülmüş sayılır. Bu kişi, o
delil ile ve ondan dolayı gerçekte Allah Teâlâ yolunda bir müşrikin eliyle
öldürülmüştür. Çünkü o, sadece iyiliği amaçlamıştır ve dolayısıyla Allah Teâlâ
yolundadır. Çünkü şüphe, görünüşte delile ortaktır. Bu durumda kişi, ölümle
nitelenmemiş canlıdır. Dolayısıyla taşıdığı kuşkudan dolayı yaşayan bilginin onu
yıkaması vacip değildir.
Müçtehit, müçtehide karşı hüküm
veremez. Çünkü şeriat her ikisinin hükmünü de onaylamıştır. Söz gelişi Hakkın
niteliklerinin bu niteliklere gereken hükümlere zatın ilişmesi olduğunu
söyleyenler vardır. Başka bir müçtehit ise, Hakkın niteliklerinin O’nun zatına
ilave hakikatler olduğunu söyler. Bununla birlikte her ikisi de, Hakkın canlı,
bilen, kadir, dileyen, işiten, gören ve konuşan olduğunu kabul etmede birleşir.
Bu durum, inançlarla ilgilidir ve düşünce ve inançtan meydana gelir. Bu
müçtehit, görüşünü reddeden kuşku sahibine göre öldürülmüş biridir. Hâlbuki,
hata etmiş olsa' bile kendiliğinde ve Rabbinin katında delil sahibidir,
yıkanması gerekmez.
Zannî konularda da (fıkıh meseleleri)
durum böyledir. Söz gelişi bir Şafiî hakim olduğunda, doğru sözlü Hanefi
şahidin tanıklığını reddetme hakkına sahip değildir. Bununla beraber Hanefi
nebizin (hurma ekşisi) helal olduğuna inanır ve içtiğinde Şafii hakim ona ceza
uygular. Çünkü Şafii hakim, kendi delilinden dolayı nebizin haram olduğunu
düşünür ve cezayı uygulaması gerekir. Hanefi hakim ise, bir Şafiînin nikah dışı
yolla doğmuş kızıyla evlendiğini görüp buna tanıklık ettiğinde -adil
isetanıklığını reddetmez. Çünkü o hüküm sahibi hakimdir ve
o vaktin
sahibidir.
Böyle bir müçtehit, şehit gibidir ve
yıkanmaz. Gerçi duyusal olarak onun ruhunun diğer ölüler gibi kendisinden
ayrıldığını görürüz. Hâlbuki müçtehidin hükmü sabittir ve onun içtihadının
hükmünü izale etmemiz söz konusu değildir. Çünkü böyle bir şey Allah Teâlâ’nın
onun hakkındaki hükmünü ortadan kaldırmak demektir.
Kendisinden daha iyi bildiği bir
konuda kamil insanın eksiğin işaret ettiği hususu kabul etmesindeki esas ilke,
hurmaların aşılanmasıyla ilgili hadistir. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve
sellem ashabına, ‘Siz dünya işlerinizi daha iyi bilirsiniz’ diyerek onların
görüşüne dönmüş olmasıdır. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem, Bedir günü
suyun başında konaklamak konusunda da sahabenin görüşüne uymuştu.
FASIL
İÇİNDE VASIL
Erkeklerin Yanında Ölen
Kadın, Evli Olmadıkları Halde Kadınların Yanında Ölen
Erkek
Alimler,
kadınların yanında ölen erkek ve evli olmadıkları halde erkeklerin
yanında ölen kadın hakkında üç ayrı görüş ileri sürmüştür. Bazı âlimler, her
birinin diğerini yıkaması gerektiği görüşündedir. Bazı âlimler teyemmüm ettirip
yıkayamayacağını, bazı âlimler ise ne teyemmüm ne de yıkamanın söz konusu
olmadığını söylemiştir. Benim görüşüm şudur: Bu durumda kadın ve erkekten her
biri, ölünün üzerindeki bir bezin arkasından diğerini yıkar. Bu durum, mahrem
olduklarında böyledir. Ya da, ölüyle yıkayan arasına çekilmiş bir örtünün
ardından yıkar. Yıkama ise, ölünün herhangi bir organına elini değdirmeden su
dökülerek yapılır. Mahrem olduğunda ise, elini cinsel organlara uzatmaktan
kaçınıp sadece bir kapla üzerine su dökmelidir. Bu gereklidir. Benim bu
meseledeki görüşüm budur.
VASIL
Batınî Yorum
Bu yolda ölümün batınî anlamı, düşünceye ilişip
diriye ölüm getiren bir kuşku ya da insana hakim olup onu körelten doğal bir
şehvettir (arzu). Ölüm ona kendisinde Rabbini eşyada gördüğüyle ilgili bir kuşkuyla
gelir. Böyle birisi kamil olsa da ya da kemal derecesinden eksik olsa bile,
sûfı topluluğuna göre ölüdür. Allah Teâlâ, kamil hakkında şöyle der: ‘Âdem
Rabbine isyan etmiş ve haddi aşmıştır.’204 Yani, korkmuştur.
Adem tevil ederek yasak ağaçtan yemiş
ve gerçekte yasağı ihlal etmeksizin doğru hareket ettiğini zannetmişti. Ona
göre, yasağın konusu yemek değil, yaklaşmaktı ve böylece tevili güçlenmişti. Allah
Teâlâ, emrine isyan etmeyen ve sadece emredileni yapan kamilleri ilahi gayret
‘yer yüzünde fesat çıkaracak birini mi yaratacaksın?’205 diye
konuşturttuğunda onlara şöyle demişti: ‘Ben
sizin bilmediklerinizi bilirim.’206
Kamil olmayanın mertebesi malumdur.
Eksik kişi (nakıs), tıpkı evli iki eş gibi, bir kâmilin terbiyesi, onun
hükmünün ve otoritesinin altındaki mürit olabilir. Söz konusu mürit ile
kâmilin ilişkisi ümmet içinden bir İçişinin kendisine gönderilmiş peygamberle
ilişkisine benzer. Bu kâmil arif müridiyle beraberdir. Bazen kamil bilmediği
bir konuda ‘ölebilir (bilgisiz kalabilir)’ ve mürit o meseleyi bilebilir. Bu
durumda şeyh onu müridinden öğrenir. Bu husus, daha önce zikredilen iki hadise,
benzer. Şeyhleri karşısında müriderin hali böyledir. Çünkü şeyhler, (her
durumda değil) sadece kendilerine uymayı gerektiren belirli bir takım
durumlarda onların önündedir. Mürit -ki mürit derken öğrenciyi kastediyorumbu
şeyhten başka birisinin de müridi olabilir. Ya da, bir insan Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellem’den önceki dönemde yaşamış bir peygambere (ehl-i kitap)
bağlı olmuş olabilir. Bu nakısın bilmediği konu Allah Teâlâ’ya götüren yol
olması bakımından yolun geneliyle ilgili bir meseleyse, kendi şeyhinden başka
bir şeyhin onu (bu bilgisizlikten) temizlemesi gerekir. Bu temizleme, söz
konusu meseleyi kendisine açıklamayla gerçekleşir. Mürit de, kurtuluşa ermek ve
yola hakkını vermek istiyorsa, (bilmediğini kendisine açıklayan) şeyhten
söylediklerini kabul eder.
Şeyhin bilmediği konu -genel
değilşeyhin makamına göre özel bir mesele olabilir. Bununla birlikte, diğer
şeyhe göre bir eksiklik sayılabilir. Bu durumda diğer şeyhin müridi bu
meseleden döndürmesi gerekmez. Bu durum şuna benzer: Bir müçtehit başka bir
müçtehidi kendi delilinin gereği olan hükme döndürme hakkına sahip olmadığı
gibi bir müçtehidin mukallidinin de kendisine ‘bu Allah Teâlâ’nın hükmüdür’
diyen başka bir müçtehidin mukallidini imamını taklit ettiği bir meseleden
döndürme hakkı yoktur. Fakat bilinmeyen mesele genel olabilir. Örnek olarak,
tevhide veya peygamberlik konularına zarar veren bir konu olabilir. Böyle bir
durumda, (diğer müçtehidin) bilgisizi temizlemesi gerekir. Temizlediği müridin
onun hükmüne bağlı olup olmaması eşittir. Bu durumda müridin yıkanmasının ve
kendisine gereken temizlenmenin tarzı, o meselede doğru yorumu kendisine
öğretmektir. Bu yorumu kabul etmesi veya etmemesi, tıpkı bir ölünün yıkanması
gibi, Öğreteni ilgilendirmez. Mürit yıkanmayı kabul eden bir yer olursa,
müçtehitten yararlanır; böyle bir yer olmaz veya yıkanmayı kabul etmeye uygun
olmadığında -Ki yer derken ehliyeti kastediyorum-, yine de yıkanırsa bu
yıkanma müşrikin yıkanmasına benzer ve müride yarar vermez. Bununla birlikte
yaşayan kişi, üzerine düşeni yerine getirmiştir.
Çünkü Allah Teâlâ’ya davet eden
kimsenin görevi, sadece tebliğ etmektir. Niteldm Allah Teâlâ şöyle buyurur: ‘Peygamberin
üzerine düşen sadece tebliğ etmektir. Allah Teâlâ açıkladığınızı ve gizlediğinizi
bilir.’207 Başka bir
ifadeyle Allah Teâlâ, tebliği duyanın içinde kabul etmeyi ve hidayete uymayı
yaratmayı neyin gerektirdiğini bilir. Dinleyenin kabul etmediğini bilen şöyle
der: ‘Onlardan birisi diğerini yıkamaz.’ Mesele inançlarla ilgiliyse, yıkanabileceğim
söyler. Hükümlerin ayrıntılarıyla ilgili olduğunda ise, teyemmüm edebileceğini
kabul eder. Çünkü her iki şahısta teyemmüm edilen yerler, avret mahalli
değildir. Çünkü kadının eli ve avuçları avret mahalli değildir. Dolayısıyla
birisi vefat ettiğinde, [başka bir insan bulunmadığında] diğerinin ölene
teyemmüm ettirmesi gerekir.
Genel dinî hüküm böyledir. Müridin
fetva sahiplerinden herhangi birini beklemesi gerekmez. Bilakis, mürit her
şeyhten şeyh de her müritten alabilir. Çünkü hüküm onlardan herhangi birisine
değil, Allah Teâlâ’ya aittir. Riyazet ve mücahede konularındaki mendup ve
mübahlarda ise durum bunun tersidir. Müridin o konularda şeyhinin hükmünün
dışına çıkma hakkı yoktur.
FASIL
İÇİNDE VASIL
Ölen Mahremlerin Yıkanması
Bazı
imamlar, mahremler hakkında görüş ayrılığına
düşmüştür. Bâzı âlimler, erkeğin kadını, kadirim da erkeği yıkayabileceğini
söylemiştir. Bir görüşe göre ise, hiç biri diğerini yıkayamaz. Başka bir görüşe
göre ise, kadın erkeği yıkayabilirken erkek kadını yıkayamaz. Önceki bölümde
bizim bu konudaki görüşümüz zikredilmişti.
VASIL
Batınî Yorum
Mahremlik bağı bulunan kimseler, dindaşlardır. Onların
içinden erkek, bilgi ve ameli sağlamca temellendiren ve yerine getiren, kamil
kişidir. Böylelikle, zahir ve batın hükümleri birleştirir. Eksik olan ise, bilen
fakat amel etmeyen fakihlerdir. Onlar, zahiri söyler, batını ise söylemezler.
Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurur: ‘Onlar
'dünya hayatının zahirini bilir, ahiretten ise gafildirler.’2<l8 Bir
mahrem, (dindaşlardan biri) kemalden bir kuşkuya veya bir şehvete düşer ve söz
konusu kuşku inançlarla ilgiliyse, diğerlerinden birisi onu yıkamalıdır. Başka
bir ifadeyle, inançlardaki kuşkuyu bilen kişi, o konudaki doğru yorumu ona
bildirir. O meseleyi bilen insan eksik olabileceği gibi kamil de olabilir,
durum aynıdır. Kuşku hükümlerle ilgiliyse, onlardan biri diğerini yıkamaz. Çünkü
o, şeriatta yerleşik bir hükümdür. Hükmü bilen kişi kamil olsa da nakıs olsa da
durum böyledir.
Kadının erkeği yıkayabileceğini kabul
eden görüşe gelirsek, bunun anlamı, eksiğin kamil olanı yıkaması demektir.
Dolayısıyla nakıs insan, bir kuşkuya düştüğünü kesin olarak anladığında kamili
temizlemelidir ve bu gereklidir. Buna örnek olarak, bir fakihin arifin görüş
ayrılığı bulunmayan bir günahı işlediğini görmesini verebiliriz. Bu durumda
fakihin arife tepki göstermesi gerekir. Arif ise, yaptığını daha iyi bilir.
Yaptığı şey fakihin bildiği gibiyse, o amelden dönerek ve tövbe ederek fakihin
yaptığı temizlemeyi kabul etmelidir. İşin iç yüzü (fakihin gördüğü gibi değil
de) doğu bir durumdaysa ve fakih görünüşe bakarak fetva verip işin iç yüzünü
bilmemişse, hiç kuşkusuz, fakih üzerine düşeni yerine getirmiş, eksik olan
(fakih) kamili (arifi) yıkamıştır. Kamil olan ise, böyle bir meselede nakısı
yıkamaz. Kamilin yıkaması, kendisiyle ilişkilendirilen ve ceza uygulanmasını
ğerektiren konuda şahsın masum olduğunu göstermektir. Hâlbuki nakıs olan
hakim, söz konusu şahsa ceza uygulanmasına hükmetmişti! Böyle bir durumda,
kamil insanıiı had cezası uygulanacak kimsenin masumluğunu bildiği için o
meselede fakihin hükmüne karşı çıkması doğru değildir. Dolayısıyla bu meselede
kamilin nakıs insanın görüşünü reddetmesi gerekmez.
Erkeğin ölen eşini yıkaması gerekmez,
çünkü kadın avret sayılır. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem döneminde bir
kadın kocasıyla lanedeşmiş. Gerçekte kadın yalan söylemiş, koca ise doğru
söylüyordu. Peygamber de bunu biliyordu. Allah Teâlâ ise, onların
lanetleşmesine hükmetmişti. Bunun üzerine Peygamber şöyle demiştir: cKeşke
benimle onun arasında olsaydı.’ Böylece Peygamber, zahir hüküm nedeniyle
bilgisini açıklamamıştır.
FASIL
İÇİNDE VASIL
Kadının Kocasını Yıkaması,
Kocanın Kadım Yıkaması
Alimler
kadının kocasını yıkayabileceği hususunda görüş birliğine varmış,
kocanın karısını yıkaması hususunda görüş ayrılığına düşmüşlerdir. Bazı
âlimler yıkayabileceğini söylemiş, bazı âlimler ise bunu reddetmiştir.
VASIL
Batınî Yorum
Bir mürit şeyhinin tasavvufa uygun düşmeyen bir iş
yaptığını gördüğünde, kendisini uyarmalı ve susmamalidır. Çünkü şeyh o
davranışı yaparken gafil olabilir. Şeyhin davranışı müridin mezhebine göre
itaat, şeyhin mezhebine göre günah olabilir. Bir mürit böyle bir davranış nedeniyle
şeyhi uyarırsa, şeyhin ona tepki göstermemesi gerekir Şeriat şeyhin mezhebini
onaylıyorsa, karşı çıkabilir.
Dolayısıyla
o müçtehit ya da onu taklit eden kişinin içtihadında yanıldığını bilse bile,
kamil insanın onun görüşünü reddetmemesi gerekir. ,
Erkek yanında ölen eşini yıkamaz.
Erkeğin yıkayabileceğini kabul etmenin batındaki anlamı şudur: Şeyhin müridin
hatalı diye gördüğü davranışında müridin takıp ettiği müçtehidin yanıldığını
bildirmesi gerekir. Erkeğin eşini yıkamasının anlamı budur. Mürit müçtehidi
taklit ediyorsa, şeyhinin sözüne dönmelidir. Mürit bir müçtehit olabilir ve bu
durumda söz konusu meselede şeyhin görüşüne dönmesi mümkün olmayabilir. Şu var
ki şeyhin sözü, kendi kanıtıyla çelişen bir kanıt haline gelebilir. Böyle bir
durumda şeyhin sözü müridin kanıtından daha güçlü bir kanıta dönüşür.
Dolayısıyla müridin şeyhinin sözüne dönmesi gerekir. Bunun nedeni, şeyhin
onaylamasından ibaret olan o delilin müridin delilinden üstünlüğünden
kaynaklanır, çünkü (müridin delilini aktaran) ravi yalan söylemiş ya da
kıyasında yanılmış olabilir.
FASIL
İÇİNDE VASIL
Boşanmış Kadının Kocasını
Yıkaması
Bilginler, tamamen boşanmış kadının kocasını yıkayamayacağı hususunda
görüş birliğine varmış, dönme haklcı olan boşanmış kadın hakkında ise görüş
ayrılığına düşmüştür. Bazı âlimler yıkayabileceğini, bazı âlimler ise
yıkayamayacağını söylemiştir.
VASIL
Batınî Yorum
Şeyhinin hükmünden tamamen çıkmış bir müridin şeyhine
bir şey sunma hakla yoktur. Böyle bir şey yapsa, şeyh tarafından kabul edilmez,
çünkü mürit irtidat ettiği için töhmete mazhardır ve eksiktir. Kendisi eksik
olduğu halde kamili nasıl temizleyebilir ki? Mürit, kendisinde meydana gelmiş
bir kötülük ya da onun adına gerçekleşen bir kesintiden dolayı utanma
duygusundan kaynaklanarak şeyhinden ayrılabilir. Müridin bu durumu, (geriye
dönme imkanı olan boşanma) ‘ricî boşanma’ haline benzer. Çünkü mürit içinde
şeyhine karşı saygıyı korumaktadır. Bu utanma, müridin şeyhten ayrılıp ya da
şeyhin kendisine edep öğretmek için sürgün cezasıyla cezalandırdığında müridin
bazı şeylere şakirt olmasıyla ilgilidir. Bu nedenle mürit hata etmiştir. Bu
hata karşısında şeyhiyle bir araya gelmekten utanarak onu terk eder. Mürit
şeyhiyle karşılaştığında, utanıp yolunu değiştirir. Şeyh müride yetişir ve
kendisini tutup şöyle der: ‘Evladım! Seni masum görmek isteyene eşlik etme!’
Böyle bir durumda şeyhe ihtiyaç vardır. Böylece müridin utancı kaybolur ve
şeyhinin hizmetine döner. Mürit ‘ricî boşanma’ halindeyse, şeyhinin hükmünden
çıkmış sayılmaz (mürtet). Dolayısıyla, daha önce belirttiğimiz gibi, bu durumda
müridin şeyhiyle ilişkisinin batınî yorumu, eksiğin kamili yıkaması örneğine
benzer.
FASIL
İÇİNDE VASIL
Ölü Yıkayanın Durumu
Bazı
âlimler, ölü yıkayana
yıkanmanın vacip olduğunu söylemiş, bazı âlimler vacip olmadığım
söylemiştir.
VASIL
Batınî Yorum
Âlim, bilgisini başkasına öğretir ve elde ettiği
bilgiyle cahili cehaletten temizler. Bu durumdaki bir bilgin, Rabbi
vasıtasıyla ona bilgi öğretmiştir. Başka bir ifadeyle, öğretenin Allah Teâlâ
olduğunu bilerek öğret228 Fütûhât-ı Mekkiyye 4
miştir. Bu gibi bir duruma örnek
olarak ‘Rahman Kuran’ı öğretmiştir5209
ayetini verebiliriz. Bu durumdaki birinin yıkanması gerekmez.
Çünkü, bilgiyi öğretirken şeyhin dili vasıtasıyla cahili bilgisizliğinden
temizleyen Allah Teâlâ’dır. Yıkayan, kendisi sayesinde bilgiyi öğretmiş ve
öğretirken dili vasıtasıyla gerçekte öğretenin Rabbi olduğunu görmekten gafil
kalmış olabilir. İşte böyle birisi, öğretim esnasında kendisiyle Rabbinin
karşısında bilinçli olmak arasına giren bu gafletten dolayı yıkanmalıdır.
FASIL
İÇİNDE VASIL
Bunlardan
birisi, yıkanırken ölüden gömleğinin
çıkarılıp çıkarılmayacağıdır. Bazı âlimler elbisesinin çıkarılıp sadece avret
mahallinin örtüleceğini söylemiştir. Bazı âlimler ise, gömleği içinde
yıkanacağını söylemiştir.
VASIL
Batınî Yorum
Kuşku ya da insana baskın gelen -mubah bile olsadoğal
şehvet, bir insanı ‘öldürmüş’ olabilir. Böyle bir insanı yıkayan kişi, gerçeği
ona bizzat kuşku ve şüphesinin içinden gösterme gücüne sahip olabilir. Böyle
bir ‘yıkayıcı’, ölüyü gömleği içinde yıkayan ve onu soymayan kişidir. Nakıs
olduğu için, o şüpheyi gidermedikçe ölüyü yıkayamayan ise, ölünün elbisesini
çıkarıp sonra yıkayan kimseye benzer.
i
Kırk
Yedinci Kısım 229
FASIL
İÇİNDE VASIL
Yıkanırken Ölüye Abdest
Aldırmak
Bazı âlimler, ölüye abdest aldırılacağını söylemiş, bazı
âlimler, abdest aldırılmayacağım söylemiş, bazı âlimler abdest aldırılsa bunun
daha iyi olacağını söylemiştir.
VASIL
Batınî Yorum
Yıkama için abdest, genel temizlik içindeki özel bir
temizliktir. Bu durum, şahsın bir kısmının temizlenmesi hedeflendiğinde
böyledir. Örnek olarak, organlarından meydana gelen zilleti verebiliriz. Böyle
bir durumda, söz konusu organları kendilerine gerekli temizlikle yıkar. Özel
organlar göz,, kulak, el, ayak ve dil gibi organlardır. İman, genel yıkanmadır.
Bu sayede yıkayan kişi, organları özel olarak yıkamayla iman ile yıkamayı bir
araya getirmiş olur ki, bu gereklidir. Çünkü yıkama hakkında görüş ayrılığı
yok iken abdestte görüş ayrılığı vardır. İmkân bulunduğunda iki ibadeti
birleştirmek, daha genel olandan yetinmekten daha iyidir.
FASIL
Yıkamada Ölçü
Bazı âlimler bunu vacip görmüş, bazı âlimler vacip görmemiştir.
Batınî Yorum
Herhangi bir şey vasıtasıyla kuşkudan temizlenmenin gerçekleştiğini düşündüğümüzde,
bu esnada herhangi bir ölçü ve sınırlama söz konusu olmamıştır. Sınırlamanın
vacip olduğunu kabul eden bilginler, şöyle der: Bize Allah Teâlâ’nın ahlâkıyla
ahlâklanmak emredildi. Allah Teâlâ şöyle der: ‘Her şeyi
kendi katında bir ölçüyle yarattı.’210 (Temizlikte) Sayıyı belirleme bu
demektir. Başka bir ayette ise cOnu
ancak belli bir ölçüyle indiririz’2" denilir.
Fakat söz konusu şey, Allah Teâlâ’nın dilediği bir ölçüye göre iner. Abdestte
üç kereden fazla yıkayan kişi hakkmda Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem
şöyle demiştir: ‘Günah işlemiş ve haddi aşmış, haksızlık etmiştir.’ Bu
ifadesiyle Peygamber, abdestte uzuvları yıkamayı birden üçe kadar sınırlamış,
abdest alırken ve yıkanırken suyu israf etmeyi mekruh saymıştır. Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellem bir tas suyla yıkanır, ibrikle abdest alırdı.
FASIL
Yıkamada sayı belirlemeyi şart görenler, kendi aralarında görüş ayrılığına düşmüştür. Bazı
âlimler herhangi bir şekilde tek sayıyı uygun görmüşken bazı âlimler üçü şart
koşmuştur. Bazı âlimler ise, bu konuda tek saymın en küçüğünü esas alıp en çoğu
dikkate almamış ve şöyle demiştir: Üçten eksik olmamalıdır. Bazı âlimler, daha
çok olanı tanımlamış ve şöyle demiştir: Yıkamak yediyi aşmamalıdır. Bazı âlimler
ise, tek sayıyı müstehap görüp bir sınır belirtmemiştir.
VASIL
Batınî Yorum
Yıkamada tek sayıyı esas almak zorunludur, çünkü
yıkanmak,. bir ibadettir ve ibadetin bir şartı onu yaparken Allah Teâlâ
karşısında bilinç sahi-
bi olmaktır. Bu bilincin kanıtı ise,
tekliktir. Dolayısıyla, halin hükmünün gereği, yıkama tek olmalıdır. Tek sayı
(vitir), birden yediye kadardır. İlave yapılması, israf olur. Öyleyse
yıkamanın tek olması, yıkama halinde akla gelen şeye göre gerçekleşir. Bunlar,
haklarında akılcılar arasmda (kelamcılar) görüş ayrılığı bulunan yedi temel
sıfattır. Yedi temel sıfat, hayat, ilim, kudret, irade, kelam, işitmek ve
görmektir. Kul bütün bu niteliklerle nitelenebilir. Hakkın nafile ibadetlerle
kendisine yaklaşan kişi adına şöyle söylediği rivayet edilir: ‘Allah Teâlâ onun
görmesi ve duyması olur.’ Böylece, yaratılmış bu niteliklerin kulla
ilişkilendirilmesi Hakk vasıtasıyla değişir. Dolayısıyla insan artık Allah
Teâlâ ile duyar, Allah Teâlâ ile görür, Allah Teâlâ ile bilir, Allah Teâlâ ile
güç yetirir, O’nun vasıtasıyla hayat sahibi olur, konuşur ve irade eder. Bu
durumda temizlenen insan, kendi sıfatlarını Rabbi vasıtasıyla yıkamış (beşerî
özelliklerini ilahi özelliklerle değiştirmiş), kendi nitelikleriyle temiz ve
arınmış Hakk gelmiştir. İşte bu, artma ve eksilmeye göre, birden yediye kadar
ölünün yıkanmasının sayısının (batım yorumudur).
Bu durum, çift-tek az-çok ve bunların
sınırı veya bir sınırı kabul etmemek hakkında bilginler arasında gerçekleşmiş
bütün görüş ayrılıklarmı da içerir. Artık, bu konu üzerinde düşün ve bu şekilde
ölüyü yıka! Nakıs karşısında kamil, sadece akıllı ya da sadece mümin olan kişi
karşısında akıllı mümin gibidir.
FASIL
İÇİNDE VASIL
Yıkandıktan Sonra Ölünün
Karnından Abdesti Bozan Bir şeyin Çıkması
Ölünün
karnından yıkandıktan sonra bir pislik çıkabilir. Bazı âlim1er bu
durumda yıkamanın tekrarlanacağını, bazı âlimler tekrar edilmeyeceğini ileri
sürmüştür. Yenileneceğini söyleyenler, sayısında yediye kadar görüş, ayrılığına
düşmüştür. Yediden fazla olmayacağında ise, görüş birliği vardır.
Batınî Yorum
İnsanın tasavvur gücü zayıf olduğu için, hayali temizlendikten sonra bu temizlik
sürade kaybolur ve yeni bir kuşku kendisine ilişebilir. Böyle bir insana
öğretim yedi kez yinelenir. Tekrar kuşkuya kapılırsa, artık öğretim yenilenmez.
Çünkü kuşku yerleşik Hakk geldiği için, öğretimi kabul edebilecek bir durumda
değildir.
Yedi hususunda görüş birliğine
vardık, çünkü yedi, ilahi ilimde kemalin zirvesidir. Bu nedenle Allah Teâlâ
unsurlar âleminde eserlerin varlığındaki hikmeti, on iki burçta dolaşan yedi
gezegene bağlayarak seyyar gezegenleri yedi yapmıştır. Buradan yedinin varlığın
kemali olduğunu anladık. Allah Teâlâ, (burçlardaki) seyrin yetkinliğini on
ikiye yerleştirdi. On iki, birden dokuza sonra onlara sonra yüzlere sonra
binlere kadar sayı mertebelerinin sonudur. Bunların toplamı, on ikidir. Bu on
iki içinde sonsuza dek terkipler meydana gelir. Aynı şey, yedi gezegenin on İki
burçta dolaşmasında söz konusudur. Bu ise, aziz ve âlim Allah Teâlâ’nın takdiridir.
VASIL
(Yıkanmadan Önce Ölünün Karnının Sıkılması)
Alimler
yıkanmadan önce ölünün karnının sıkılması hususunda görüş
ayrılığına düşmüş, bazı âlimler bunu kabul etmiş, bazı âlimler kabul
etmemiştir.
VASIL
, Batınî
Yorum
Sıkmak büyüğün küçüğün halini soruşturmasıdır:
Acaba bulunduğu halde bir kuşkusu var mıdır? Bu kuşku onun temizliğine zarar
verir mi, vermez mi? Büyük, herhangi bir vakitte ortaya çıkabilecek bir kuşku
sahibi olduğunda küçüğü ikaz eder. Böylece mürebbi, kendisini işin başında
korur ki, yayılıp kınanmaya mahal vermesin.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar