Print Friendly and PDF

Cenk'le Yaşamak

Bunlarada Bakarsınız


Not: Lütfen Sevenleri Yarın Kabrine  Ziyarete gidiniz...sizi çok özlemiştir. 

Psikolog Güngör Özyiğit

 

Ciddi işlerle uğraşırken, hayatı şakaya alır gibi yaşamak Cenk'in yaşam stiliydi.

Ergenlik çağında hayata kafa tutup, isyanları oynarken, bir oyun kağıdı, kupa onlusu onun oyununu bozar. Cenk'in Tanrı tanımaz olarak tanındığı ve peygamberleri hiçe saydığı, gençliğinin o inkarcı döneminde bir rüya, onu uykudan uyandırır ve gerçeğe döndürür. Rüyasında Hz. Muhammed salla'llâhü aleyhi ve sellemi görür. Gülyüzlü ona, kendini tanıttıktan ve Allah'ın elçisi olduğunu söyledikten sonra "Sen Allah'a ve peygamberlere inanmıyorsun. Ama yanılıyorsun. Çünkü Allah vardır ve biz peygamberler de onun elçisiyiz" der ve ekler: "Cenk, sen bize gereklisin. Bizim yolumuzda cenk edecek, savaş vereceksin O yüzden oku ve öğren. Cuma günleri namaz kıl. Bu dediklerimi yaparsan, sem yanıma alacağım ve benim yanımda namaz kılacaksın. Sen şimdi az sonra uyanacaksın ve rüya gördüğünü sanacaksın. Oysa bu bir rüya değil. Bunu sana kanıtlayacağım..." Hz. Muhammed salla'llâhü aleyhi ve sellem, bunu söyledikten sonra, yere eğilir, bir şey alıp onu Cenk'e verir. Bu bir kupa onlusudur.

Cenk uyanır. Dinsizlik ve imansızlık o denli kanına işlemiştir ki, rüyanın etkisinde kalmak bir yana, işi şakaya vurur gene. "Rüyada güzel bir kadın görmek varken, bu da neyin nesi?" diye söylenir, kendi kendine. Fakat o ne?! Birden irkilir, tüyleri diken diken olur. Gözleri duvardaki manzara tablosuna takılı kalır. Rüyada gördüğü, peygamberin kendisine verdiği kupa onlusu, resmin kenarına iliştirilmiş olarak durmaktadır. Böylece rüyanın doğruluğu (sahihliliği, uyarıcı bir rüya olduğu) kanıtlanır. Ve Cenk ondan sonra, dinle ilgili okuma ve araştırmalara başlar. Cuma günleri namaza gider. O arada gazeteciliğe başlar. 1973 yılında Suudi Arabistan Kralının çağrılısı olarak gazeteyi temsilen Hacca gider. Ve yine Kralın özel izni ile Hz. Muhammed salla'llâhü aleyhi ve sellemin kabrinin bulunduğu yere girer. Peygamberin namaz kıldığı seccade üzerinde namaz kılma onuruna erer. Bu şekilde Hz. Muhammed salla'llâhü aleyhi ve sellemin yanında namaz kılma suretiyle rüyadaki ikinci kanıt da gerçekleşir. Gerçek uğruna savaş vermek ise. Bundan sonra Cenk’in yaşama nedeni ve amacı olur.


Koray, 1996 yılında çıkardığı "Kur'an - İslamiyet, Atatürk ve 19 Mucizesi" adlı kitabı ile büyük yankı uyandırdı.
Ateist olarak yola çıkış. 1968'de Kur'an'ı alıp okuyuş ve Allah'ı buluş. Cenk Koray'ın hayatının özeti bu. Araştırmalarını kitap haline getirip bilmeyenlere, eksik bilenlere, yanlış bilenlere ulaştırmak istiyordu. Böylece aynı düşünenlere de merhaba diyecek.Allah'ın kurallarına uygun yaşanması gerektiğine inanıyor. Ama bunun, sarık takarak, sakal uzatarak olacağına inanmıyor. Hedefin, iyilik, doğruluk, bilgi, çalışmak ve sevgi olduğunu fark etmiş. Hayatta güvendiği kimsesi yok. Tek güvendiği, dayandığı varlık, Koruyan, Veren ve Vareden yüce Allah. Amacı, o yüze Allah'a hizmet etmek. Amaç O'ndan, yardım Allah'tan.
https://www.sabah.com.tr/galeri/turkiye/cenk_koray_ve_19_mucizesi/25

Cenk Koray, hukuk fakültesini bitirdikten sonra avukatlığa başlar. İlk davasında yanlış mahkemeye müracaat ettiği için davayı kaybeder. Bana esprili bir şekilde, kendi ile dalga geçerek söylediğine göre, müvekkillerinin ısrarlı talepleri üzerine avukatlık mesleğini terk eder.

Tenis hakemliği, televizyon sunuculuğu, gazetecilik. Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Sağlık Bakanlığı'nda özel kalem müdürlüğü ve Basın danışmanlığı, reklam müdürlüğü, reklam şirketi sahipliği, Beşiktaş Kulübü Basın sözcülüğü. Sinema ve Televizyon Okulunda öğretmenlik, Elma Kabare'de Müjdat Gezen'le şovmenlik, kitap ve köşe yazarlığı gibi geniş bir meslek yelpazesine sahip olmasının yanısıra, Yalçın Pekşen'in dediği gibi onun asıl işi yaşamaktı galiba. Arkadaşlık, arka çıktığı en önemli erdemdi onun için.

Yetmişli yılların sonunda Cenk'i tanıdığımda, dergimiz mali bir dar boğazdaydı. Cenk üstüste bulduğu ilanlarla dergiyi ayağa kaldırdı. İyilik onun işiydi sanki. Her an yardıma hazır bir şekilde bekler ve insana hiç minnet yüklemeden yardım ederdi. 79'dan 81'in yazına kadar Cenk'in Dostum Reklam Şirketinde metin yazarı olarak çalıştım. Onunla çalışmak oyun oynamak kadar zevkliydi. Halta düpedüz oyundu İş gelince hemen toplanır İşi bölüşür, şevkle çalışır, işi bitirir ve oyuna başlardık. Cenk'le günlerce çalışma sonucu, kafa ile paslaşarak, topu yere düşürmeden bine kadar saymayı başardık. Sonra kafa sporunu da ihmal etmeden, şirkette satranç turnuvası düzenledik. Turnuvada birinci olduğumdan bana ödül olarak bir kupa armağan elti. Aldığım bu ilk ve son kupa, hoş bir anı olarak kütüphanemin üzerinde durur.

Güzelliklere karşı son derece duyarlı bir gönül insanıydı. Bir sabah işe geldiğinde bir sürpriz yapmak istercesine "Gel seninle bir yere gidelim" dedi. Arabaya atladık. İnişli çıkışlı yollardan geçerek, bostan gibi bir yere geldik. Orada durduk. Karşımızda bir karnabahar tarlası... Sanki bir renk senfonisi... "İşe gelirken bu güzelliği gördüm, içim coşkuyla doldu, bunu seninle paylaşmak istedim. " dedi.

Onun, onca iş arasında, hiç karşılık beklemeden yüzlerce insana şifa vermek için koşuşturmasına yakından tanık oldum.

Gündüz işde, gece demekte geçirdiğimiz bir buçuk yıl, esprilerle süslü, renkli, hoş bir rüya gibiydi.

Psikolog olarak mesleğime başlamak üzere ondan ayrılacağım gün, iş yerinde bir veda töreni düzenledi. Gözyaşları içinde bir konuşma yaptı. Sarılıp ağlaştık.

Akşamlan demekte görüşüyorduk. Ne var ki, Cenk için zor günler gelip çatmıştı. Bankerlerin batması ile birlikte, reklamın yaptığı Banker Bako'nm bütün borçları onun üstüne kaldı. İşini kapattı. Gece-gündüz çalışarak borçları ödedi. O arada evlilik düzeni de bozuldu, eşinden ayrıldı. İş yerinde, koca bir handa yalnız başına kaldı. Dernekten ve dostlarından da bir süre uzak düştü. Derken çok sevdiği annesini kaybetti. En sonunda tek evladı Nihat'ın gözünün önünde kan kaybederek ölümü ise, hepsinin üstüne tüy dikti. Bu en zor sınavı da hiç isyan etmeden, yüz akıyla verdi. Biz dostları onun acısını dindirmeye çalışırken, o esprileriyle bizi güldürüp rahatlattı. Ama bunca acıya dayanamayan bedeni tepki verdi. Kalbi iki kez tekledi.

Oğlunun ölümü onu yaşarken öldürmüştü. Evlat acısının yüreğini nasıl dağladığına ilişkin olarak Akşam'daki köşesinde "Sizin hiç canlı canlı kolunuzu kestiler mi? Hiç elinizi uzattınız mı ocakta yanan ateşin üzerine? Demir tokmakları başınıza başınıza indirdiler mı iri yan adamlar’ gibi bir dizi acı deneyimler yaşayıp yaşamadığımızı sorguladıktan sonra yazısını 'işte bunların hepsi bir anda benim başıma geldi" diye bitirir.

Oğlunun ölümünden bir yıl sonra, onsuz geçen koskoca 365 günü. Nihatsız ama Nihatla geçen bir yılı "Olmayana Mektup" adıyla okurlarıyla paylaşır:

"Bu gün senden ayrılalı tam bir yıl oldu 365 günün bir tanesinde bile seni göremedim, dini tutamadım, yanağını öpemedim, bağrıma basıp sıla sıkı sarılamadım. Evde tek başıma otururken, kapıda anahtar dönmedi ve sen içeri girmedin Bir tek gece odanın ışığı yanmadı Ben kapışı açıp. "Ben yatıyorum, sen yatmıyor musun?" diye soramadım. Yaşamak canımı sıkmaya başladı...dedikten sonra "Günler geçiyor aslanım Her geçen dakikası beni sana yaklaştırdığı için seviyorum. Eskiden nasıl üzülürdüm, zaman geçiyor, bir gün senden ayrılacağım diye. Ama şimdi her şey tersine döndü" diye yazıyı bağlar.

Aslında Cenk, kendi ölümünün de senaıyosunu yazar, işaretlerini verir. Ama biz onu hep şaka yapıyor sanınz.

21 Şubat 1971 gecesi, çok sevdiği babasının erken ölümü üzerine yazdığı duygu dolu bir şiirinde

Bir gece babam ölüverdi birdenbire

Gözlerini tavana dikti, kalakaldı öylece

der ve sanki kendi ölüm yaşına mim koyarcasına. Azrail'e randevu verir Daha da gençti, 56 bile değil.

Ankara'ya son gidişinde. Emin Pazarcıca uğrar. Onunla ‘dertleşirken artık sıkıldığım, mücadele etmek istemediğini, Azrail’in kendisini yoklamaya başladığını bildirir.

Yine bir gazetecı dostu. Şakir Suter'ı "Sız olmayacak şeylere üzülmeye devam edin Üç kuruşluk hesaplara, on paralık entrikalara kafa yorup kendinizi kahredin isterseniz!" diye uyardıktan sonra şöyle veda eder:

"Ben sevgili oğlumun, 20’sinde benden ayrılan biricik evladımın yanına gidiyorum. Hepiniz hoşcakalın, sağlıcakla kalın!"

Akşam gazetesinden ayrılırken son yazısında vasiyetini yazar: "Ben öldüğüm gün Akşam'daki sütunum boş çıksın!" Ve vasiyeti yerine getirilir.

Bir gün önceki köşesinde Mevlana'nın şu sözüne yer verir "Can doğan kuşuna benzer, beden ona bir tuzak "

Son fıkrası ise yine ölüme dair: "Adam daha ölecek yaşta değil.. Azrail'i karşısında görünce bebek numarası yapmaya karar vermiş. Aldatabilirsem, belki bana acır* diye.. Başlamış ’lnga. Inga' diye ağlamaya.. Azrail gülmüş: "Hadi bakalım.. Attaa... Attaa..!"

Yorgun bedeni, artık onun hızlı ritmine ayak uydurmuyordu.

Sevgili Cenk, kendine göre en doğrusunu yaptı. Oradaki sevdiklerine kavuşmak üzere, buradaki sevdiklerine veda etti.

Diğer görevleri yanında, soğuk sanılan ince esprileri, zengin fıkra repertuvarı, hoş şakaları ile, hayatın acılarını yumuşatmak gibi bir işlevi vardır sanki.

Cenazesinin arkasından yürüyen sevgiden insan seli, onun boşuna yaşamadığının göstergesiydi. Son yolculuğuna hayırla, dualarla uğurlandı

Sözün özü. Cenk Koray, nasıl yaşadıysa sevgiyle, öyle de öldü işte. Şaka gibi, ama bir o kadarda ciddi!..

Ölüm tarihi23 Temmuz 2000

(Alıntı)


Cenk Koray, 1 Ağustos 1944 tarihinde Adana''da doğdu. Ankara Üniversitesi''nde Hukuk eğitimi gördü. 24 yaşına kadar avukatlık yaptı. Sunuculuk yapması sonrasında avukatlıktan ihraç edildi. İtirazı ile Ankara Barosu''na tekrar alınan Cenk Koray, kendi isteğiyle istifa etti.

Uzun süre tenis hakemliği yapan Cenk Koray, yönettiği maçlarda yaptığı şovlarla dikkati çekti ve TRT''den teklif aldı. İlk programı Halit Kıvanç''ın sunduğu yarışma programı "Bildiklerimiz, Gördüklerimiz, Duyduklarımız" oldu. Kıvanç, programın olduğu gece önemli bir maçı sunmak üzere yurtdışına çıkınca, programı onun yerine Cenk Koray sundu ve bu şekilde sunuculuk yaşamı başladı.

Cenk Koray, 1973 - 1976 yıllarında Son Havadis adlı gazetede çalıştı. Bir ara reklamcılık da denedi ancak 1974 yılında yeniden sunuculuğa başladı. Uzun süre Pazar eğlence programları başta olmak üzere şovmenlik yaptı. Özellikle bu programlar içinde sunduğu ufak yarışmalarla anıldı. Bu yarışmalar içinde en popülerlerinden biri "Tele Kutu" oldu. 1989''da kalp krizi geçirene dek, sunculuğu devam ettirdi. Sunuculuğa brt''de veda etti.

TELE KUTU YARIŞMASI VE AKILLARDA KALAN REPLİKLER

Bu yarışmada izleyicilere televizyondan tutun da, çamaşır makinesine kadar çeşitli hediyeler verilirdi. Cenk Koray yarışmacıları seçmek için; "Üstünde tırnak makası olan var mı?" "Dolma kalemi olan var mı?", "Cımbızı olan var mı?" gibi soru sorma yöntemi kullanırdı. Yarışmacı bir kutu seçer; Cenk Koray ise kutusunu açmaması için ona çeşitli teklifler sunardı. "Size şunu vereyim", Size bunu vereyim", "Yok ondan var", "kutumu açtırmak istiyorum" gibi replikler en akılda kalanlardır.

Daha sonra Akşam Gazetesi''nde yazar olarak görev aldı. Koyu bir Beşiktaş taraftarı olan Cenk Koray, iki yıl Beşiktaş Jimnastik Kulübü''nün basın sözcülüğünü yaptı.

1994 yılında yazdığı "Kur''an - İslamiyet, Atatürk ve 19 Mucizesi" adlı kitabı ülke çapında tartışmalara sebep oldu.

Ölmeden birkaç sene önce 31 Ağustos 1996''da 19 yaşındaki oğlu Nihat''ın kendi kollarında ölmesi ile büyük bir acı yaşadı. Cenk Koray, 23 Temmuz 2000 günü evinde geçirdiği kalp krizi sonucu vefat etti. 25 Temmuz 2000 salı günü tarihinde Erenköy Galippaşa Camisinde tören düzenlendi. Öğle namazının ardından Karacaahmet Mezarlığına defnedildi.

Filmleri

1987 Aile Pansiyonu

2000 Abuzer Kadayıf

Kitapları

1995 Rutubet

1996 Kur''an – İslamiyet, Atatürk ve 19 Mucizesi

1997 Atatürk ve Din


İkinci Not: Sevenler ve sevilenler farkı öteki dünyada iken anlaşılır. 


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar