Hârût ve Mârût
Arapça
asıllı olmayan Hârût ve Mârût kelimeleri Kuranda bir ayette geçer. Söz konusu
olan ayet şu şekildedir:
Tuttular
Süleyman’ın mülküne dair şeytanların uydurup izledikleri şeylerin ardına
düştüler. Oysa, Süleyman kâfir olmadı, ama o şeytanlar kâfir oldular; insanlara
büyücülük ve Babilde Hârût, Mârût adında iki meleğe indirilen şeyleri
öğretiyorlardı. Hâlbuki o ikisi: "Biz ancak bir imtihan için gönderildik,
sakın sihir yapıp kâfir olma!" demedikçe bir kimseye büyü öğretmezlerdi.
işte bunlardan karı-koca arasını ayıran şeyler öğreniyorlardı. Fakat Allah'ın
izni olmadıkça bununla kimseye zarar veremezlerdi. Kendilerine zarar verecek ve
faydası olmayacak bir şey öğreniyorlardı. Andolsun ki, onu her kim satın
alırsa, onun ahirette bir nasibi olmadığını da çok iyi biliyorlardı. Keşke
kendilerini ne kötü şey karşılığında sattıklarını bilselerdi! (Bakara 2/102).
Bu
ayet, Süleymân peygambere atılan iftiralarla, Hâr'ût ve Mârût un sihir
öğrettiği hakkında iki ana konuya ait bilgi verir. Müfessirler, bu ayette sihir
öğretmenin ve öğrenmenin sakıncalarının vurgulandığı konusunda hemfikirdir.
Bazı hadislerde nakledilen, tarih ve tefsir kitaplarında ayrıntılı biçimde yer
alan Hârût ve Mârût kıssası, farklı
isimlerle İslam'dan önceki dinlerde de görülür. Adı geçen ayette Hârût ve Mârût
ile ilgili yegâne bilgi, onların Bâbilde bulundukları ve büyünün günah olduğu
konusunda uyarıda bulunarak insanlara sihir öğrettikleri şeklindedir. Bununla
birlikte tarih ve tefsir kitapları özellikle İsrâiliyatın etkisiyle konuyu
ayrıntılı biçimde anlatmışlardır. Hâlbuki Hârût ve Mârût konusunda sahih hiçbir
hadis yoktur Hârût ve Mârût hadisesi genel hatlarıyla kaynaklarda şu şekilde
geçer:
İdris
Peygamber zamanındaki melekler, insanların günahkâr hâllerine bakarak Allah'a:
“Ya Rab! Meleklerine secde ettirdiğin insanoğlu günah içinde yüzüyor, buna
nasıl tahammül ediyorsun?” dediler. Allah onlara “‘Eğer siz onların yerinde
olsaydınız aynı şeyleri yapardınız. Onlardaki nefis ve şehvet sizde olmadığı
için böyle söylüyorsunuz.' deyince de ‘Haşa! Biz onlar gibi yapmazdık!'”
dediler. O zaman Allah, en güvendikleri iki melek seçmelerini, o iki meleği
imtihan için yeryüzüne indireceğini söyledi. Meleklerin en üstünlerinden olan
Hârût ile Mârûiu seçtiler. Allah onları Bâbil e indirdi. Hârût ve Mârût,
gündüzleri insanların davalarına bakıyorlar, geceleri İsm-i Azam duasını
okuyarak göğe çıkıyorlardı. Bir gün kocasından şikâyetçi olan İranlı Zühre adlı
bir kadın bunlara müracaat etti. Kadın çok güzeldi. İkisi de kadına vuruldular
ve kâm almak istediler. Kadın onlara ya içki içmelerini, ya kocasını
öldürmelerini, ya da puta tapmalarını şart koştu. Bunlar ilk gün razı
olmadılar. İkinci gün kadın şartlarını tekrarladı. Nihayet üçüncü gün razı olup
bu üç şartın en hafifi olan içki içmeyi kabul ettiler. Ancak içkiyi içince,
puta da taptılar ve kadının kocasını da öldürdüler. Kadın onların sarhoşluk
anında göğe çıkmak için okudukları duayı öğrendi ve semaya yükseldi. Allah da
onu gökyüzünde parlak bir yıldıza çevirip insanlara ibret olsun diye orada
bıraktı. İşte Zühre (Çoban Yıldızı, Venüs) bu kadın imiş. Olaydan sonra Allah
bu iki meleği cezalandırmak istedi. Onlar da İdris peygambere müracaat edip
şefaat dilediler. Allah da dünya azabı ile ahiret azabı arasında onları
muhayyer bıraktı. Onlar ahiretin ebedî, dünyanın fâni olduğunu düşünerek dünya
azabını istediler. O zaman Babilde ateş dolu bir kuyuya baş aşağıya asıldılar
ve insanlarla sihir yoluyla konuşmaya başladılar. Aşağılarındaki suya asla
erişemiyorlardı. Kendilerine müracaat eden kişilere sihir ve büyü öğretiyorlar
ancak bunu yapmanın günah olduğunu söylüyorlardı. lbn Hamdan bir rivayete göre
bir zat, büyü öğrenmek için Hârût ve Mârût’a gider. Onları asılı vaziyette dili
sarkmış ve derileri simsiyah olmuş bir hâlde bulunca hayretinden “La ilahe
illallah” der. Melekler bunu duyunca adama kim olduğunu sorarlar. O da
insanlardan biri olduğunu söyler. Hâr'ût ile Mârût ona “kimin ümmetindensin?”
diye sorarlar. O da “Muhammed ümmetindenim” diye cevap verir. O zaman Hâr'ût
ile Mârût “Çok şükür kıyamet yaklaştı, cezamızın bitmesi yakındır” diye
sevinirler
Hârût
ve Mârût kelimelerinin menşesiyle ilgili çeşitli görüşler vardır. Bu konudaki
görüşler ihtilaflıdır. Bazı araştırmacılar Hârût ve Mârûiu, ilk defa
Zerdüştiliğin dinî metinlerinde geçen Haurvatât ve Ameretât ile aynı
saymaktadır. Avestada dişi varlıklar olarak kabul edilen Haurvatât suların,
Ameretât ise bitkilerin koruyucusudur. Avestadaki Ameretât ismi Pehlevîcede
Amurdâd, Persçede Amordâd ve Mordâd, Haurvatât ise
Hordâd
ve Kordâd şekline dönüşmüştür. Bunların ilki Ahura Mazdanın mükemmellik,
ikincisi ölümsüzlük sıfatını temsil etmektedir. Ermeni dinî terminolojisinde
iki çiçek ilahının adı olan Hawrot ve Mawrot da Haurvatât ve Ameretât'a ilgili
kabul edilmiştir. Ameşa Spentadaki iki melek adının Orta Dönem Persçesine
Mvvrd'-hrvvd' şeklinde, Soğdcaya Mrwwt ve Hrwwt olarak geçtiği, Kur'an'da ise
Hârût ve Mârût şeklinde yer aldığı belirtilmektedir. Bu iki ismin
Zerdüştilik'teki Haurvatât ve Ameretâia bağlanması fikri genelde kabul
edilmekte, fakat bu ilişki kelime benzerliğinden öteye geçmemektedir.
Hinduizmin en eski kutsal kitabı olan Vedada fırtına ilahları kabul edilen
Mârûtlardan söz edilmekle birlikte bunlarla Kurandaki Mârût arasında bir
münasebet kurmak zordur. Avestada ölümsüzlüğü temsil eden Ameretâtm Hint
mitolojisindeki karşılığı muhtemelen Amrita, Haurvatâtın karşılığı ise
"kadim su' anlamındaki Sarasvvatidir.
Hâr'ût
ve Mârût un hikâyesi çok eskilere dayanır. Onların hikâyesi farklı isimlerle
İslamdan önceki dinlerde, hatta Akkadlar ve Sümerlerde de görülür. Bu iki
meleğe verilen söz konusu iki isim Sami dillerindendir. Bu sözcükler Avesta
dilinde Haurvatât (Hordâd): olgunluk, erişkinlik ve Ameratât (Mordâd):
ölümsüzlük şeklini almış ve bu dilin edebiyatında da yedi imşâspend: yedi
ölümsüzler grubunda yer alan iki melek olarak anılmışlardır .
Hârût
ve Mârût isim olmaktan çok vasıf olabilir. Hârûtun türetildiği kök olan harata
"harap etti, tahrip etti" anlamına gelir. Mârûiun türetildiği marata
ise "on verdi, bozdu' demektir. O hâlde Hâr'ût "harap eden', Mârût
"bozan" anlamına gelir. Bu konudaki mesnetsiz yorumları reddeden lbn
Aşur, Hârût ve Mârût kelimesinin Arapçaya Keldaniceden geçmiş iki isim olduğunu
söyler. Hârût, "ay' anlamına gelen hamkanın, Mârût Müşteri yıldızının
Arapçalaşmış hâlidir. Birincisi dişiliğin sembolü, ikincisi erkekliğin
sembolüdür. Birincisi dünya üzerinde en çok etkili olan gök cismi, ikincisi
gezegenlerin en yücesidir. Keldaniler gök cisimlerine tapmakta, ölen salih
kişilerin göğe yükselip ışık saçtığına inanmaktadırlar. Onlara göre bu iki gök
cismi, bir zamanlar yaşamış olan salih ve kutsal kişilerdir. Sihri de bunların
icat ettiğine inanmaktadırlar
Ayrıca
Abdülbaki Gölpınarlı Hârût ve Mârût’tan iki Ermeni mabudu diye söz
etmektedir . Yine, İskender Pala da onların aslında iki Ermeni mabudu
olduğunu iddia etmektedir
Mevlana
Mesnevisinde ayrıntıya inmeden Hârût ile Mârût’tan söz etmekte ve onların
insanları yaptıkları kötü işlerden yargılamaları, temizliklerine güvenmeleri,
dünya ehline baş olmayı istemeleri üzerine imtihana düşmelerine ve dünyada
Babil kuyusunda cezalarını çekmelerine değinmektedir. Evliya Çelebi ise
Seyehatnamede Hârût ve Mârût’tan Mısırlılara büyücülüğü ve yıldızların ilmini
öğreten iki şahıs olarak söz etmektedir
İslami
literatürde Hârût ve Mârût hakkında nakledilen rivayetlerin çoğu, Yahudi tefsir
kitabı olan Midraş Avkirde de bulunur. Buradaki rivayet kısaca şöyledir:
Tufandan sonra putperestliğin hâlâ sürmesi Elohirni kızdırır. Şemhazai (bazı
kaynaklarda Azza veya Uzza) ve Azaei adında iki melek Tanrı ya insanı
yaratmasının kötü olduğunu, söylerler; çünkü insanlar yeryüzünde bozgunculuk
yapmışlardır. Bu iki melek yeryüzüne indiklerinde insanlar arasında Tanrının
hükmünü yayacaklarım vaat edince Tanrı onları yeryüzüne gönderir. Dünyaya
indikten sonra Şemhazai, Ester (İştar; bazı versiyonlarda Naamah) adında güzel
bir kıza rastlar ve ona âşık olur. Ester, kendisini semaya çıkaracak olan
Tanrının adını zikretmeyi öğretinceye kadar Şemhazai a teslim olmayacağını
söyler. Bunun üzerine Şemhazai, Tanrı nın adının nasıl zikredileceğini ona
gösterir ve Ester bu ismi zikrederek semaya yükselmeyi başarır. Tanrı, kendisine
ulaşmak için çaba sarfeden Esteri mübarek kılar ve onu yıldız hâline getirir
Yahudi
literatüründe Hz. Süleyman’la ilgili olarak geliştirilen rivayetlerin bir kısmı
İran çevresindeki Yahudiler arasında ortaya çıkmıştır. İlk Diaspora sonucu
İran’a giden Yahudilerin kendi melek telakkilerini kurarken Zerdüştilik’ten
etkilendikleri bilinmektedir. Bu etkilenme bütün apokrif metinlerde ve son
zamanlarda Ölüdeniz yazmalarında görülebilir. Her ne kadar Yahudi
rivayetlerinde günahkâr meleklerin adı genellikle Şemhazai ve Azael olarak
veriliyorsa da İslam coğrafyasındaki Yahudiler Diaspora’da, İran’dan
getirdikleri hâtıraları canlı tutarak Aeşmo daeva'dan bozulmuş Asmodeus veya
Şemhazai yerine bilinmeyen bir sebepten dolayı, Ahura Mazdanın Ameşa
Spenta^iarından olan Haurvatât ve Maurvatâiın kaynaklık ettiği Hârût ve Mârût
adını kullanmışlardır. İslam öncesi Arabistan Yahudilerinin İran geleneğini
koruduklarına yönelik bir başka önemli delil de bazı İslami kaynaklarda “baştan
çıkaran kadın’ın adı olarak Enahîdin gösterilmesidir. Zerdüştiliğin önemli ruhi
varlıklarından biri olan Enahîd (Anâhitâ, Nâhîd) güzel bir dişi olarak
düşünülmüş ve Grek yazarları onu Afrodit ve İştar\a özdeşleştirmiştir. Böylece
Midraş Avkirde yansıdığı üzere, baştan çıkaran kadın için kuzeydeki Yahudiler
İştardan bozulmuş Ester adını kullanırken Yesrib ve Yemen gibi Arabistan
çevresine yerleşen güney Yahudileri Enahîd adını korumuş olmalıdırlar
Bu
öyküde Hâût, Mârût ve Zühre adlı güzel bir kadın vardır. Zühre, Venüs
yıldızının Arapça adıdır. Sümer Tanrıçası İnanna (İştar) da Venüs yıldızını
simgelemektedir. O aynı zamanda erkekleri baştan çıkaracak kadar güzel ve
alımlıdır; Zühre de öyledir. İnanna ya Çoban Tanrısı Dumuzi ve Çiftçi Tanrısı
Enkidmu âşık olmuştur. Burada görüldüğü gibi İnannanın karşılığı Zühre, Dumuzi
ve Enkimdu’nun karşılığı Hârût ve Mârût olmuştur. Bunlar Sümer’deki çok
tanrının tek tanrılı dinlere melek olarak girdiğini kanıtlamaktadır. Hârût,
Mârût meleklerinin adı Acemce den gelmektedir. Hârût, sihirbaz veya büyücü;
Mârût, kuyu anlamındadır. Divan edebiyatında bu ikisi sevgilinin büyülü bakışı olarak
kullanılmaktadır. İşte klasik İslam edebiyatındaki romans kahramanı Leyli de
İştar, Astarte, Afrodit, Venüs, Beltis, Mylitta Atargatis (Yunanca: Dergeto),
Artemis gibi çeşitli adlarla anılan aşk ve savaş tanrıçasının yüzyılları aşarak
klasik Yakın Doğu edebiyatına ulaşmış temsilcilerinden en önemlisidir
Görüldüğü
üzere Hâût ile Mârûiun vasıfları hakkında degişik görüşler mevcuttur. Bu
hususta çeşitli görüşler ortaya atılmış ve Hârût-Mârût’un kim oldukları konusu açıklığa
kavuşturulmak istenmiştir. Hâr'ût ve Mârûtun kimliği konusunda genel olarak şu
görüşler öne sürülmüştür:
1- İki melektir,
2- Cebrail ve Mikail'dir,
3- İnsanlardan iki kişidir,
4- İki hükümdardır,
5- İki şeytandır,
6- Cinlerden iki kabiledir,
7- “Es-SiciII” ismindeki meleğin
yardımcılarındandır,
8- İns ve cin şeytanlarıdır,
9- Davud ve Süleyman (aleyhimesselâm)'dır
Bu
maddelere Mitolojik vasıfları da eklenebilir. Hârût, Mârût ve Zührenin
kökenlerine dair mevcut görüşlerden hareketle şu tablo ortaya çıkmaktadır:
Hârût, Mârût ve Zühre’nin diğer dil, din ve mitolojilerdeki karşılıklar
Divan Şiiri |
Hârût |
Mârût |
Zühre (Leylî, Leylâ) |
Zerdüşt- Avesta |
Haurvatât |
Ameratât |
Anâhitâ,Enahîd, Nahîd |
Pehlevice |
Hordâd |
Amurdâd |
Anâhîd, anâhît |
Persçe |
Hordâd (Kordâd) |
Amordâd (Mordâd) |
Nahîd, Zühre |
Sümer Akad Asur Babil |
Dumuzi, Dumuzid-Enkimdu Tammuz, Tamuz (Temmuz) |
İnanna İştar (Aştart) |
|
Mısır |
Hârût |
Mârût |
Astarte (Anat), İsis |
Yunan |
|
|
Afrodit |
Ermeni |
Hawrot |
Mawrot |
Anahit |
Hint |
Saraswati |
Amrita (Mârûtlar) |
|
Eski Roma |
|
|
Venüs |
Enoch Kitab-ı Mukaddes |
Ariuk |
Mariuk |
|
Midraş Avkir |
Şemhazai-Azael (Azza ve Uzza) |
Ester |
Bütün
bunlar göz önüne alındığında, Hârût ve Mârûtun köken olarak Yahudi ve Zerdüşt
dinlerinin kutsal metinleri ile Hint ve Mısır mitolojilerine dayandırıldığı
görülmektedir. Bunların Ermeni asıllı oldukları da kabul edilen yaygın
görüşlerdendir. Bazı araştırmacılar daha da geriye giderek, rivayette yer alan
Zühreden hareketle konuyu Sümer ve Babil mitolojisine dayandırmaktadır.
Bu
araştırmacıların çıkış noktası ise Zührenin temsil ettiği kadın ve güzel
tipinin adı geçen mitoloji ve toplumlardaki aşk tanrıçaları ile aynı imajı
sergilemesidir. Zühre, klasik edebiyattaki temsilcisi Leyla, gerek temsil
edildiği siyah rengi gerekse de diğer vasıfları açısından adı geçen aşk
tanrıçalarıyla benzerlik göstermektedir. Aslında konunun dayandırıldığı dinler
ve mitolojilerin hüküm sürdüğü coğrafyaları ile gösterilen kaynaklar içerisinde
bilinen en eski tarihli metinlere sahip olan Sümer, Babil ve Akad coğrafyaları
dikkate alındığında bunların menşesi ile ilgili ipuçları Mezopotamya medeniyeti
ve uygarlıklarını işaret etmektedir.
Eski
Mezopotamya'da metafizik ve ruhsal varlıklarla ilişki kurma, çeşitli büyü ve
sihir yöntemleriyle onlardan faydalanma ve dünyevi arzular için onları
yönlendirme sanatı din adamlarının görevlerinden sayılıyordu. Kökleri Sümer
Akad metinlerine kadar inen gizemli faaliyetler, tüm Orta Doğu ve Akdeniz
çevresindeki politeist sistemleri etkilediği gibi; Yahudi, Hristiyan ve
Müslümanları da etkilemiştir. Bu konuda pek çok kitap yazılmış ve dinlerin
yasaklamalarına rağmen insanların ilgisi önlenememiştir. Aradan binlerce yıl
geçmesine rağmen Mezopotamya kökeni ve etkisi hâlâ kendini göstermektedir.
Kuranda Hârut ve Mârut isimli varlıkların Babil'de halkı uyararak sihri
öğrettiği anlatılmaktadır. Çok sayıdaki arkeolojik bulgu da Kuranın bu
işaretini doğrulamaktadır.
Ancak
müfessir ve muhaddislerin çoğu, bu rivayetlerin asılsız olduğunu kabul etmekte;
Hâr’ût ve Mârûtun menşelerini araştırmanın gereksiz olduğunu iddia
etmektedirler.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar