SAKALLI CELAL; PICABIA TANISA ÇOK SEVERDİ “YALINIZ”
24 Temmuz 2015 Cuma
eskitas.blogspot.com
yazan: İma C. Çelik
Sakallı Celal Yalınız
İçgüdüsel bir zekâydı onunkisi, yüksek
sosyete yemeklerinde, kıytırık sosyete toplantılarında, konserlerde, tiyatro
kulislerinde, konferans salonlarında, lafın kısası hemen her yerde insanın
karşısına çıkanlar gibi son moda bir laboratuarda üretilmiş değildi…Neşterlerin
ve idollerin zaferidir bu, beyinleri ameliyat masalarında yapay olarak
yaşatacağız ama yürekleri sedyede unuttuk! Meydanda o kadar çakma deha var ki,
gerçek bir tanesi kazara ortaya çıkacak olsa, kimse ona inanmayacak, kafayı
modayla bozmuş bu kalabalık tarafından alay konusu olacak.
(Francis Picabia, Kervansaray)
Henüz bu yılın başında Türkçeye çevrildi Picabia’nın
Kervansaray’ı. Başta eş-dost olmak üzere pek çok kişiyi bazan örtük, bazan
aleni kalaylıyor bu kısacık romanda Picabia. “Eser”, “sanat” gibi etiketlerden
nasıl da tiksindiğini her fırsatta belirtiyor. Mimozalar başlıklı ara bölümde
tastamam şöyle diyor:
Gerçek bir karamsar
artık kalemi eline almaz, artık resim yapmaz, gerçek bir karamsar bu işlerden
elini eteğini çeker ve her türlü mesleği, sanatçı olmaya tercih eder. Sanat,
musallat olduğu insanlara güzel saçlar, güzel gözler, güzel bir ten, sağlıklı
bir cilt veren bir hastalık gibidir ve bunları verirken, onları hayatla ve hayatın
yansımalarıyla her türlü temastan mahrum bırakır. ‘Hastalar’ içlerini dışarıya
taşır, sanki artık sevemiyor, yürüyemiyor, gülemiyor gibi olurlar!
Yaşlanamazlar bile artık, onlara güzel saçlar, güzel gözler, güzel bir ten ve
harikulade bir cilt bahşederek musallat olan yavaş bir ölümden kaçamazlar.
Kervansaray’ı yayına hazırlayan Luc-Henri Mercié’nin şahane
dipnotlarını takip ettiğimizde, yukarıdaki cümlelerin, bir noktadan sonra
üretmeyi durduran Marcel Duchamp’a saygı-selam olması yanı sıra, Breton’la
mektuplaşması dışında geriye herhangi bir yazılı eser bırakmayan Jacques Vaché’ye hayranlık ifşası sayılması
gerektiğini anlıyoruz. Dada filozofu diye çağrılan Vaché de bilindiği üzere
etiketlenmiş sanatsal edimlerden tiksiniyordu.
Belki yaşadığı dönemde çok yakınları hariç, “Yalınız”
soyadını aldığını bilen pek kimse yoktu. Sakallı Celal’di çünkü, Sakalından
okunan bir adam. 7 Haziran 1962 tarihli Milliyet Gazetesi’ndeki bir ölüm
ilanını; hani şu kimin tarafından verildiği hâlâ bilinmeyen ölüm ilanını
okurken, aklıma Picabia’nın Vaché’yi ima
ettiği bu bölüm geldi Kervansaray’dan. Sakallı Celal elbette dadacı falan
değildi ama, içimden geçen cümle şu oldu: Yal(ı)nız, Picabia tanısa severdi!
İşte geriye kalmış sınırlı sayıdaki fotograflarına bakıyoruz;
hırpani bir pantolon, buruşuk gömlek, upuzun –önce kara, sonra kırlaşmış bir
sakal. Hiç de laboratuvarda üretilmiş tiplerden değil; hele son moda hiç değil.
1886’da doğmuş bizim Sakallı. Mektebi Sultanî’de okuduğu
sıra, Tevfik Fikret müdür. Yaptığı onca iş arasında, Mekteb’in toplantı
salonunu mescidin üstüne yaptırdığı için ağır eleştirilere uğramış Tevfik
Fikret. 31 Mart Olayı’nın patlak verdiği günler. Fikret’in, protesto amacıyla
önce kendini okulun kapısına zincirle bağlattığı, istifa ettiği günler falan.
Celal Tevfik Fikret’e hayran. Haluk’un Defteri’ndeki Bir Tasvir Önünde başlıklı şiirdeki “Hak bellediğin bir yola yalnız gideceksin” dizesini prensip
edinmiş. Nasıl edinmesindi; bu cümlenin meali düşünüldüğünde yüzyıllar
öncesinde Dante İlahi Komedya’da benzeri bir cümle sarfetmişti: "Vien dietro a me, e lascia dir le
genti /Gel peşimden, bırak insanlar konuşsun.”( Purgatorio; V, 13). Ufak
bir değişiklikle Marx da Kapital’in ilk cildinin 1867 tarihli ilk basımına
yazdığı önsözde “Segui il tuo corso, e
lascia dir le genti /Sen yolunda yürü, bırak diğerleri konuşsun” şeklindeki
aynı cümleyi alıntılamıştı.
Celalli Sakal’ın hayatına dair ayrıntılar konusunda kendisi
tarafından bırakılmış herhangi bir vesika ya da kayıt yok bildiğim kadar. Ne
var? Belge-insanlar belki. Tanıklıklar. İlk baskısı 2004 yılında Pergamon
Yayınları tarafından yapılan Orhan Karaveli’nin
Sakallı Celal -Bir 'Bilinmeyen
Ünlü'nün Yaşam Öyküsü adlı kitabı dışında, hakkında yapılmış kapsamlı bir
araştırma da yok. Karaveli de Mekteb-i Sultanî’de okumuş. Sakallı’yı sonraki
yıllarda mektebin pilav günlerine
geldiği zamanlardan ve tanıklıklardan biliyor. Ahmet Haşim’le, matematikçi Ali
Yar ile sınıf arkadaşı mesela. Hıfzı Veldet, Yusuf Ziya Ortaç, Ali Sami Yen,
Melih Cevdet Anday ve Orhan Veli ile çeşitli düzeylerde yakınlıkları var. Nazım
Hikmet’le de. Her ne kadar Orhan Karaveli, Sakallı Celal hakkındaki en kapsamlı
araştırmanın sahibiyse de, doğrusu ben Sakallı’yı Haldun Taner’in Milliyet’teki“Ölürse
Ten Ölür Canlar Ölesi Değil” başlıklı köşesinde, 1979 yılı ağustosunda
yazdığı yazıdan bildim ve sevdim.
Haldun Taner Sakallı Celal’in matruş (sakalsız) halini hiç
bilmemiş. Çünkü onu tanıdığında, Sakallı kırklı yaşlarını sürüyormuş. Bazı
ortak ahbaplarının “Celalli Sakal”
dediğini aktarıyor Taner; sakal-Celal ilişkisini anlatıyor tatlı tatlı:
Celâl sakalı dışında
iddiacı bir adam değildi. İyi mevkiler alacak yetenek ve kültürde olmasına,
arkadaşlarının nüfuzlu yerlerde bulunmasına karşın o hep kenarda kalmayı
yeğledi. Kimsenin uyruğuna girmeyen küçük, iddiasız, ama özgür bir yaşantıyla
yetindi. Sakal onun bir çeşit özgürlük, doğallık, kimseyi takmazlık ve
filozofluk bayrağı idi. Bektaşî kalenderliği ile filozof saygınlığını
birleştiren bu sakal, onun ince yaratılışının söz haline getirmediği bir şeyi
dile getirir gibiydi.
Haldun Taner’i dinleyince, sakal deyip geçmemek gerektiğine
ikna oluyor insan.
Evet, sakal deyip
geçmeyelim. Sakalın çeşidi var. Keçi sakal var, didon sakal var, kıvırcık sakal
var, top sakal var, burma sakal var, çatal sakal var, tahta sakal var, yanak
sakalı var, favorinin azmanı, Francois Josef’inki gibi boyun sakalı var,
Rebelais’inki gibi…
O sıralar pek ortalarda olmadığı için muhtemelen, sakal
skalasında çember sakalı saymayan
Taner, Celal Bey’in sakal bırakma hususunda kimlerden etkilenmiş olabileceği
yönünde düşüncelerini sürdürüyor:
Anatol France ilk
aklıma gelenidir. İlk yapıtları ile abartılı değerlendirilen sonra Maurassizmle
anarşizm arasında karar veremeyen bu yazar, Fransız Edebiyatı’ndaki saygın
yerini kendine çok yaraşan o beyaz sakalı ile sağlamıştır. Hazır cevaplık,
spritüellik alanında Celal Bey’le çok ortak yanları olan oyun yazarı Tristan
Bernard’ın uzun ve sevimli sakalı da çekici gelmiş olabilir. Nitekim
dostlarından birkaçı da rahmetliyi esersiz bir Tristan Bernard sayarlardı. Ama
sade sakaldan ötürü değil, dünya görüşlerinden dolayı da kendilerine öbür
örneklerden fazla benzemek isteyeceği iki kişi daha vardı ki, bunlardan biri
Karl Marx öbürü Fransızların babacan sosyalist lideri Jean Jaures’ti.
Celal Bey cidden sakallarını uzaması için serbest bırakırken
bu isimlerden etkilendi mi, yoksa içgüdüsel bir zekanın görsel uzantısı mıydı
bilemeyiz. Ancak sonraları katiyen kullanmamış olsa bile temelde pek çok
kendini geliştirme olanağına sahip, iyi derecede Fransızca bilen Sakallı;
yaşadığı dönemde sosyalist olduğunu açıktan söyleyebilen bir avuç insandan
biri. Dolayısıyla sakalsız Celal olsa bile, Haldun Taner’in isimlerini
zikrettiği son iki sakallıya temayül gösterirdi herhalde. Düşünün,
2.Abdulhamit’in Bahriye Nazırı Hüseyin Hüsnü Paşa’nın, yani denizcilik
bakanının oğlusunuz ve Ankara Vapuru
Kaptanı Şefik Bey’in Taner’e aktardığına bakılırsa Lamartin’in Le Lac şiirini ezberden okuyabilen sakallı bir
çımacısınız aynı zamanda. Meğer Sakallı o sıra İstanbul’dan İzmir’e biletsiz
gitmek için boğaz tokluğuna çımacılık işine girmiş. Öğretmenlikten
makinistliğe; yerine göre inşaat işçiliğine varana dek pek çok baltaya sap
olmuş. Evinde fare besleyip, hatta onların oynamaları için minik merdivenler
yapacak kadar zamanına göre oldukça garipsenecek zevkleri varmış Sakallı’nın.
İşte oksimoronik biçimde bu Bilinmeyen Ünlü; nâmı diger Sakallı,
Celal Yalınız, 1962 yılının 7 Haziran’ında;
öldüğünün ertesi günü, ismini açıklamayan biri tarafından Milliyet
Gazetesi’ne verilen ölüm ilanıyla bugün pek çok kişi tarafından bilinir oldu.
Hatta, aforizma güdümlü bellekler tarafından kıyasıya sömürülecek kadar bilinir
oldu: “Bu kadar cehalet ancak tahsille mümkün olur.” başta olmak üzere,
üç-beş cümlenin parantezinde ünlendi de ünlendi. Çift sütuna beş santim olarak verilmiş ölüm
ilanında şöyle deniyordu:
Bahriye Nazırı Amiral
Hüseyin Hüsnü Paşa’nın aziz oğlu, Galatasaray Lisesi 1907 mezunlarından 110
Celal Yalnız ‘Sakallı Celal’ 6 Haziran Çarşamba günü ebediyete intikal
etmiştir.Cenazesi 8 Haziran Cuma günü öğle namazından sonra Şişli Camiinden
alınarak ebedi istirahatgâhına tevdi edilecektir.
Picabia tanısa, çok severdi.
Notlar
-Dante’nin İlahi Komedya’daki
cümlesi şöyle devam ediyor:
“Vien dietro a me, e lascia
dir le genti:/sta come torre ferma, che non crolla/già mai la cima per soffiar
di venti”
(Gel peşimden, bırak insanlar
konuşsun: / Tepesi rüzgâr esintisiyle eğilip bükülmeyen / güçlü
bir kule gibi ol.)
Purgatorio; V, 13-15
-Tevfik Fikret’in Bir Tasvir
Önünde adlı şiiri:
Güldün, bu mehabet seni
güldürdü; o kaşlar,
Bir ok gibi atesli nazarlarla
musellah
Gözler, o bakırdan göğüs,
atlar
Bir kaplanın evzaı kadar tiz
u mucennah
Etvar-ı levendane, o bazu-yı
gazanfer
Asabını oynattı... Bu irsi ve
cibilli
Necdet sana bir cedd-i
ba'idin seref-aver
Bir tuhfesidir; sen bu ceri
hun-ı asili
İnsanlığı ihya için isar
edeceksin;
Hak bellediğin bir yola
yalnız gideceksin!
-Fransis Picabia,
Kervansaray, çev.: Ayberk Erkay,Yapı Kredi Yay., 2015
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar