Print Friendly and PDF

Mâna, Allah’tır

Bunlarada Bakarsınız

 


Mevlâna Celâleddin şiirlerinde (Dîvân-i Kebîr/Dîvân-i Şems) ve özellikle Mesnevîsinde muhtelif vesilelerle bazen ismini anarak bazen de kapalı olarak birçok yerde Şeyh Ebu’l-Hasan-i Harakânî’den söz etmiştir. İleride de görüleceği üzere, özellikle Mesnevide iki menkıbesini serbest bir tarzda ayrıntılı olarak nazma çekmiş ve çeşitli yorumlarda bulunmuştur. Bu yazının temel amacı da, Mevlâna’nın söz konusu iki menkıbeyi yorumlaması ve vermek istediği mesaj olacaktır.

Mevlâna Şeyh Harakânî’yi, tasavvufta mânevî âlemin en yetkili yöneticisi olarak bilinen, “Ülkenin kutbu”[1], “şah, güneş, Hakk’ın nuru, sonsuz nur” vs. en üstün sıfatlarla anmış bazen de Hz. Nuh ve Hz. İbrahim gibi peygamberlere benzetmiştir.

Hatta Mesnevinin şârihi ünlü şarkiyatçı R. Nicolson’ın kanaatine göre, Mesnevî’de Şeyh-i dîn (Dinin şeyhi) lakabının umumî mânada geçtiği yerlerde, Şeyh Harakânî kastedilmiştir. Ancak bazı müelliflerin de kaydettiği gibi Mevlâna’nın, bu lakabı (Şeyh-i dîn), Harakânî’nin dışında örneğin, mürşidi Şems-i Tebrîzî ve başkaları için de kullandığı anlaşılmaktadır.[2]

Nitekim Mevlâna, aşağıdaki beyitte Harakânî’yi ziyarete giden müridinin diliyle, Harakânî’yi Şeyh-i dîn şeklinde anmıştır.

“Böyle bir kadını Din şeyhi, neden evde yar ve arkadaş tutuyor?[3]

Ancak Nicholson, Mesnevînin aşağıdaki beytinde geçen Şeyh-i dîn’den de kasıt Şeyh Harakânî olduğunu belirtmiş ve beyitteki, “Mâna Allah’tır” ifadesinin, Harakânî’nin bir sözüyle irtibatlı olduğunu işaret etmişse de, onu buradaki görüşünde isabetli olmadığı anlaşılmaktadır.

Âlemlerin Rabbi’nin denizi Din şeyhi “Mâna, Allah’tır” dedi.[4]

Çünkü bu beyitteki “Mâna Allah’tır” ifadesi, Mevlâna’nın şeyhi Şems’in şu cümlesinden iktibastır:

“Diri Allah’a sahibiz, ölmüş Allah ne işimize yarar? Mâna Allah’tır. “Allah sözünden caymaz” şeklinde söylediğimiz mânadır.”[5]

Mevlâna Mesnevinin aşağıdaki beytinde de Şeyh Ebu’l-Hasan’ın adını anarak onun bir şathiyesine işaret etmiştir:

Bazen sana, Ebu’l-Hasan sarhoşluktan dolayı der: “A yaşı küçük, a dili kaygan.”[6]

l Nitekim ‘Aynu’l-Kuzzât-ı Hemedânî (ö. 525/1130) adlı sûfî müellif, Temhîdât adlı eserinde Harakânî’ye aşağıdaki şathiyeyi nisbet ederek yorumlamıştır:

“Ebu’l-Hasan-i Harakânî’nin söylediği şu sözün elinden kurtulmak nasıl mümkün olur? Ne dedi? Dedi”:

“Ben Rabbimden iki sene, iki yaş küçüğüm.”

“O benden iki sene büyüktür, benden iki yaş öndedir; yani benim iki senem ondan eksiktir ve ben iki yıl ondan küçüğüm. Her bir saat bir gündür, zira (Allah der:) ‘Şüphesiz ki, Rabbinin nezdinde bir gün sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir.’”[7]

Nichoson’ın da işaret ettiği gibi, Mesnevî (İkinci defter, beyit 3764)’de yer alan aşağıdaki beyitte:

Bir arşınlık yolla o tarafa yürüyünce, kutbun adımı mesafesince yürümüş olursun.[8]

Hem Bâyezîd’in şu sözüne, “Her ne varsa iki adımla elde edilir: Birini nasiplerine atar, diğerini de Allah’ın buyruklarına; o birini kaldırır ve diğerini atar”; aynı şekilde hem de Ebu’l-Hasan‘ın, “Allah’a varmak için yedi yüz bin sonsuz merdiven dayadım; merdivenin ilk basamağına ayak basınca Allah’a ulaştım.” şeklindeki sözüne işaret edilmiştir.

Yani vuslat, talepten öncedir.[9]

Necmeddîn-i Râzî (ö. 654/1256)’nin, mürit olmakla ilgili Harakânî’den naklettiği aşağıdaki söz de aynı anlamı ifade eder:

Râzî der: “Bil ki irâde büyük bir zenginliktir, bütün mutlulukların tohumudur ve irâde beşerî sıfatlardan değildir, aksine Hakk’a mürit olma sıfatı nurlarından bir parıltıdır. Nitekim Şeyh Ebu’l-Hasan-i Harakânî şöyle der”:

“O istediği için biz de istedik. Müritlik Hakk’ın zâtının sıfatıdır ve Hakk Teâla bu sıfatla kulun ruhuna tecelli etmedikçe irâde nurunun aksi kulun kalbinde ortaya çıkmaz; o kul mürit olmaz.”[10]




[Hasan Çiftçi, “Mevlâna ile Şems-i Tebrîzî’ye Göre Ebu’l-Hasan-i Harakanî”, Tasavvuf İlmî ve Akademik Araştırma. Dergisi, Ankara 2005, Y. 6, S. 14, ss. 565-590]


[1]    Kutb/kutub: Arapça bir kelime olup çoğulu aktâb’dir. Tasavvuf ehline göre, velîler zümresinin başkanı, insân-i kâmil ve hakikat-i Muhammediyye anlamına gelen kutub, her zaman var olup evreni düzene koyup yöneten, Allah’ın en büyük mânevî velîsi demektir. Kutbun yönetimi altında bulunduğuna inanılan çeşitli velî gruplarının her birinin başkanına da kutb adı verilir. Dolayısıyla en baştaki zat kutbu’l-aktâb adıyla anılır. Kutb varlık âleminde, bedendeki ruh hükmündedir. Mahlûkatın irşadı ve hidayeti kendisine verilen kutb, arştan ferşe kadar tasarrufta bulunarak âlemde her şeyi o idare eder. Kutb inancına ilk defa Muhammed b. Ali el-Kettânî’de (ö. 322/934) ve ayrıntılı şekilde de İbn Arabî ve izleyicilerinde rastlandığı belirtilmiştir. Harakânî’nin mânevî şeyhi Bâyezîd-i Bistâmî, Şiblî, Abdülkâdir-i Geylânî vs. kutp olarak bilinirler. Bir kısım sûfîlerin kutub inancı ve ona yükledikleri roller, bazı âlimlerin eleştirilerine de sebep olmuştur. Bk. Ateş, Süleyman, “Kutub”, DİA, XXVI, 498-499; Seyyid Ca‘fer-i Seccâdî, Ferheng-i Lugât ve İstılâhât ve Ta‘bîrât-i ‘İrfânî, Kitâbhâne-i Tahûrî, Tahran 1350 hş., s. 378-78; Uludağ, Süleyman, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, İstanbul 1995, 325-26; Muhammed Ali Tehânevî,Keşşâfu ıstılâhâti’l-funûn, İstanbul 1984, I, 146-148; Kerîm-i Zemânî, Şerh-i Câmi‘-i Mesnevi-yi Ma‘nevî, İntişârâti Ittılâ‘ât, Tahran 1382 hş., VI, 572; Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Ankara 1997, s. 460-62.

[2]    Mesnevî’nin şârihlerinden Sûdî’ye göre bu ifade (Şeyh-i dîn) Sadreddîn Konevî; Ankarevî’ye göre Muhyeddîn İbn Arabî’dir; Makâlât-i Şems-i Tebrîzî’nin nâşirine göre, Şems-i Tebrîzî’dir. Bk. Makâlât, I muk. s. 34

[3]   Kerîm-i Zemânî, Şerh-i Câmî‘-i Mesnevi-yi Ma‘nevî, VI, 572-73.

[4]    Bk. Nicholson, Reynold Alleyn, Şerh-i Mesnevî-yi Ma‘nevî, trc. Hasan Lâhûtî, Şirket-i İntişârât-i ‘İlmî ve Fehengî, Tahran 1378 hş., I, 451 krş. II, 958; Muctebâ Mînovî, Şerh-i Ehvâl ve Ekvâl-i Şeyh Ebû’l- Hasan-i Harakânî, Kitâbhâne-i Tahûrî, Tahran 1372 hş., s. 100. Harakânî’nin ilgili sözü şudur: Arşın çevresine varınca melekler: “Biz (Allah’ın) yakınlarıyız ve masumuz”, diye övünerek beni karşıladılar. Ben de dedim ki: “Biz de bizzat Allahîyanız. Bunun üzerine hepsi utandılar, şeyhler de onlara verdiğim cevaba, sevindiler. Bk. Tezkiretu’l-evliyâ, II, 212; krş. Nicholson, Şerh-i Mesnevî-yi Ma‘nevî, I, 451 krş. II, 958.

[5]   Şems-i Tebrîzî, Makâlât-i Şems, I, muk. s. 34.

[6]   Bk. Nicholson, Şerh-i Mesnevî-yi Ma‘nevî, II, 598-600; krş. Mînovî, Şerh-i Ehvâl ve Ekvâl-i Şeyh Ebû’l-Hasan-i Harakânî, s. 100; krş. Mesnevi-yi Ma‘nevî, s. 148.

[7]    ‘Abdurrefî‘-i Hakîkat, Nûru’l‘ulûm Kitâbî Yektâ ez ‘Ârif-i Bîhemtâ Şeyh Ebû’l-Hasan-i Harakânî, İntişârât-i Kitâbhâne-i Behcet, Tahran 1369 hş., s. 299. Sözün son kısmı Kur’ân, Hac sûresi 47. âyetin bir kısmından oluşmaktadır. Âyetin tamamının meâli şöyledir: “(Resûlüm!) Onlar senden azabın çabuk gelmesini istiyorlar. Allah vâdinden asla dönmez. Şüphesiz ki, Rabbinin nezdinde bir gün sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir.”

[8]   Nicholson, Şerh-i Mesnevî-yi Ma‘nevî, II, 947; Zemânî, Şerh-i Câmi‘-i Mesnevi-yi Ma‘nevî, II, 920.

[9]    Nicholson, Şerh-i Mesnevî-yi Ma‘nevî, II, 947; krş. ‘Attar, Tezkiretu’l-evliyâ, I, 165, II, 226. ‘Attâr diyor ki: “Bunun anlamı şudur: Bir adımla Allah’a ulaşmak yakın olmak nedeniyledir ve bunca merdiven dayamak, yaklaşmaya çalışmaktır. Sanki Allah’ın nurunda bir yolculuktur, Allah’ın nuru sonsuzdur. Tezkiretu’l-evliyâ, II, 226.

[10] Necmeddîn-i Râzî, Mirsâdu’l-‘ibâd, nşr. M. Emin Riyâhî, Tahran, 1374 hş., s. 49, 250, 330.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar