Print Friendly and PDF

Bu iş burada KALSIN


 

Cenâb-ı Hakk buyuruyor: "Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür. Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu görür." (Zilzâl, 7-8)

Rasûlullah sallalahu aleyhi vesellem buyurdular: "Kıyamet gününde, haklar sahiplerine mutlakâ verilecektir. Hatta boynuzsuz koyunun hakkı, boynuzlu koyundan kısas yoluyla alınacaktır." (Müslim, Birr, 60)

Suçlar ve günahlar şahsîdir. Cezalar ve kefaretler de şahsîdir. “Hiçbir kimse başkasının günahından dolayı günaha girmez.” 1 Mahşerde herkes sadece kendi günahından sorumlu tutulacaktır. Çocuğa babasının veya dedesinin günahından bir şey sorulmayacaktır.

Fakat etkileşimli bir dünyada yaşıyoruz. Herkes birbirinden etkileniyor. İnsan çevresinden etkileniyor. Babasından ve atasından etkileniyor. Haram lokma, helâl lokma, haram amel, salih amel… İnsan davranışlarını, çevresiyle ve hatta gelecek nesilleriyle beraber etkiliyor. Üzüm üzüme baka baka kararıyor.

Çocuğun davranışı ile babanın veya dedenin davranışı arasında sadece din değil; pedagoglar da, sosyologlar da, biyologlar da bir karakter bağlantısı kurarlar. Her çocuğun davranışları atalarından gelen karakteristik özellikler taşıyor. Yani çocuk dedeye, babaya, anneye, amcaya, halaya, dayıya, teyzeye çekiyor.

Bu duruma Biyoloji epigenetik diyor. Epigenetik, DNA’da ‘genler üstü genetik’tir. Yani, DNA dizisinde herhangi bir değişikliğe meydan vermemesine rağmen, kromatin yapıda irsî özellikler ile gen ekspresyonunun düzenlenmesidir. Başka bir ifadeyle DNA’nın ana işlevini bozmadan, DNA’da kodlu gen ötesi genetik bilgilerdir.

Çocuk her ne kadar irsî olarak atasına, ötesine çekse de, günahlarından ve kusurlarından kendisi sorumludur. Atasının günahından kendisine hesap gelmez.

Olan Biteni İzle

Öte yandan hak, hukuk ve adalet de dededen toruna insanlar arasında sarmaş dolaşlık içindedir. Hazret-i Musa Aleyhisselâm Rabbine şöyle nida ediyor:

“Rabbim insanlar arasında nasıl adalet ettiğini görmek istiyorum.”

Cenab-ı Hak, “Falanca subaşına git. Ağacın dalları arasına gizlen. Olan biteni izle.” buyuruyor.

Hazret-i Musa (as) gidiyor, gizleniyor. Ve olup bitecekleri beklemeye başlıyor.

Bir atlı geliyor. Biraz eğleniyor ve ayrılıyor. Fakat dolu bir kese unutuyor.

Az sonra bir çocuk geliyor ve bulduğu keseyi alıp gidiyor.

Biraz sonra başka bir atlı geliyor. Bizim kesesini unutan atlı da geri dönüyor ve kesesini arıyor. Fakat kese yoktur tabiî ki. Adama yükleniyor. “Ben burada bir kese unuttum ahbap. Görmedin mi?” Adam, “hayır” diyor. Ama bizimkisi yükleniyor. “Yalan söylüyorsun! Ver kesemi!” Derken kavga çıkıyor. Kese sahibi suçsuz atlıyı öldürüyor.

Hazret-i Musa (as) gördüklerine inanamıyor. Adalet aramaya kalkıyor, aklı şaşıyor.

Vahiyle durum şöyle açıklanıyor:

“Ya Musa! Çocuğun babası, yıllar önce kese sahibinin işçisiydi. Kese sahibinin, çocuğun babasına borcu vardı. Çocuk babasının hakkını almış oldu. Ölen atlı, eski tarihlerde kese sahibinin babasını öldürmüştü. O da kendi canıyla bedelini ödedi.”

Bir ibretlik hadise de şudur ki
 Abbâsî halifesi Hârun Reşid, sarayın bahçesindeki bir gül fidanını çok beğenir. Biçimi, eşsiz kokusu ve müstesnâ rengiyle dikkatini çeken bu gülü özel bakıma alması için bahçıvana emir verir.

Bahçıvan da sultandan aldığı bu emir dolayısıyla, gülün üzerine âdeta titremeye başlar. Her seher ilk işi, o gülün bakımını eksiksiz yapmak olur. Yine bir sabah gülün bakımını yapmak için yanına gittiğinde bir de bakar ki, gülün dalına konan bir bülbül, ne kadar yaprak varsa hepsini gagalayarak yere düşürmüş. Gülün dallarında tek bir yaprak bırakmamış. Büyük bir korku içerisinde halifeye koşar. Huzûra kabul edilince:

"–Sultanım!" der, "Üzerine titrediğimiz gülün yapraklarını bir bülbül gagalayarak yere dökmüş, gülün üstünde tek bir yaprak bırakmamış."

Hârun Reşid, bahçıvanın söylediklerini sükûnetle dinledikten sonra, telâş göstermeksizin şu cevâbı verir:

"–Üzülme bahçıvan efendi, üzülme! Bülbülün yaptığı yanına kâr kalmaz."

Sultanın bu cevabı üzerine rahat bir nefes alan bahçıvan ise işine döner. Aradan henüz birkaç gün geçmiştir ki, bahçıvan, gülün yapraklarını düşüren bülbülü bir yılanın yakaladığını ve yutmak için otların arasında kaybolup gittiğini görür.

Heyecanla yine halifeye gelir:

"–Sultanım!" der, "Çok sevmiş olduğunuz gülün yapraklarını döken bülbülü bir yılan yakalamış, yutarken gördüm."

Sultan yine telâşsız:

"–Merak etme efendi!" der, "Bülbülün âhı yılanda kalmaz. O da ettiğini bulur."

Bahçıvan yine işine döner. Bir ara bahçede çalışırken, bülbülü öldüren yılanın otların arasından kendisine yaklaşmakta olduğunu görür. Hemen elindeki küreğiyle vurarak yılanı öldürür.

Yine halifenin huzuruna gelip sevinç içerisinde:

"–Sultanım! Bülbülü öldüren yılanı, ben de bahçede küreğimle öldürdüm." diyerek durumu anlatır.

Hârun Reşid yine sakin:

"–Bekle bahçıvan efendi bekle!" der, "Yılanın âhı da sende kalmaz. Sen de yaptığının karşılığını görürsün."

Nitekim çok geçmez, bahçıvan işlediği bir hata sebebiyle halifenin huzuruna çıkarılır ve cezalandırılması istenir. Halife de onun zindana atılmasını emreder. Askerler, yaka paça zindana doğru götürürken geriye dönen bahçıvan sultana şunları söyler:

"–Sultanım! «Bülbülün yaptığı yanına kâr kalmaz!» dediniz, onu yılan yuttu. «Bülbülün âhı yılanda kalmaz!» dediniz, onu da ben öldürdüm. Şimdi benim yaptığım da yanıma kalmıyor, zira sen zindana attırıyorsun. Kimsenin yaptığı yanına kalmıyor da senin ki mi kalacak?.. Demek sana da bir yapan çıkacak, öyle ise gel sen bana yapma ki, bir başkası da sana yapmasın.

Gel, bu iş burada kalsın"

Hârun Reşid bir müddet sükût ettikten sonra, bahçıvana hitâben ''Doğru söyledin!'' diyerek askerlere şu emri verir:

"–Bırakın bahçıvanı, çiçeklerini sulamaya devam etsin." 

Netice, bazıları bu döngüyü Hakk'a çevirir, Allah bu kulların sayısını artırsın...
Amin


 

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar