HAKAN İLHAN KURT’UN HAYATI, SANATI VE ŞİİRLERİ
Hazırlayan: ÖZLEM KIZILCIK
1.1.
MİLLÎ ROMANTİK DUYUŞ TARZI
Daha çok
şiir etrafında teşekkül eden Türk edebiyatı, Tanzimat’la birlikte yönünü
Batı’ya çevirerek geniş bir ivme kazanır. “Tanzimat hareketinin ferdi merkez
eden yapısı vardır.”[18] Ancak millî hassasiyet,
Batılılaşma karşısında kendi değerlerini öne çıkarmak isteyen, halk şiirini
metot olarak ele alan, millet kavramının içini dolduran şairler ortaya koyar.
Millet diye
adlandırılan olgu kültür, dil gibi çeşitli yönlerden birbirinden ayrılmış
farklı kesimlere işaret eder. Bunun bir nehir metaforuyla açıklanması
mümkündür. Bütün nehirler içinde su bulundurması bakımından birbirine benzer.
Ancak her nehri besleyen farklı kaynaklar bulunur. İnsan topluluklarının bir
araya gelmesiyle oluşan millet de böyledir.[19]
“Millet, fertleri kan ve âhlak bağlarıyla birbirine bağlanmış bir cemiyettir.”[20] Şerif Aktaş’a göre millet
şöyle tanımlanır:
“Kısaca millet, ortak tarihi geçmiş olan insan
topluluğunun belli bir mekânda sahip olduğu hususiyetlerin, aklî ve iradî
olarak değerlendirilmesi sonucu organize hâle gelmiş bir hüviyet ile karşımıza
çıkar.”[21]
Kültürel
kodların oluşumunda da etkin olan millet olgusu romantik bir çizgi içinde aydın
ve sanatçılar için önemli bir ilham kaynağı olur. Millî romantik duyuş
tarzıŞerif Aktaş tarafından kullanılarak bu kavramdan “sosyal ve tarihi
tekevvün” içinde kendi “ben”ini hissetmesi ve ortaya çıkarmasına sebep olan ruh
hâli kastedilir. Millî romantik açılım birdenbire ortaya çıkmaz, ilmî
çalışmalarla ilerleme ve gelişme
imkânı
bulur.[22] O hâlde bu duyuş tarzı
toplumların kültürel ve tarihi birikimlerini anlamlı hâle getirerek milleti
oluşturan unsurlara kaynaklık etmektedir.
Millî bir
duyarlılığa sahip olmak bu duyuş tarzı için önemlidir. Hatta Şerif Aktaş’a göre
kendi toplumunun değerinden kopan insanlara aydın denilmemelidir. Aydın bu
noktada milletine özgü duyuş tarzıyla kendi toplumunun değerlerini yorumlayan
ve açığa çıkaran kişidir.[23] Bu durumda toplumdaki
aydınlara büyük sorumluluk yüklenir.
Tek bir
edebî toplulukta ortaya çıkamayacak kadar geniş bir havuz içinde bulunan millî
romantik duyuş tarzı çeşitli edebî toplulukları oluşturan önemli bir kaynaktır.
Yani farklı başlıklar altında kendini ifade etme olanağı bulur. Nitekim Beş
Hececiler, bu duyuş tarzını kendisine şiar edinmiş topluluklardan biridir.
“Özellikle Millî Mücadele yıllarında edebiyatımıza giren “Anadolu”, coğrafyası
ve insanıyla Beş Hececiler’in şiirlerine de konu olur.”[24]
Öte yandan bu duyuş tarzı Şerif Aktaş’ın araştırmalarıyla Mehmet Âkif Ersoy,
Yahya Kemal gibi şairlerde vücut bulurken, metafizik endişe içinde görülen
Abdülhâk Hâmit’te de görülür. “Psikolojik çatışma, romantik duyuş tarzıyla
birleşerek Hâmit’e görünenden görünmeyene, soyuttan somuta geçiş
hazırlamıştır.”[25] Netice olarak bu duyuş tarzı
dar bir kalıba sığdırılmayacak kadar geniş bir yapı içinde seyretmektedir.
Hakan İlhan
Kurt, tarih bilinci ile destan şiirlerini, romantik ya da coşumcu denilen
akımın etkisiyle millî bir yapı içinde işler. Tarihi geçmiş olaylar
silsilesinden öte bir kimliğe kavuşturarak maziyi gururla yâd eder. Ecdadın
hamasi niteliğini öne çıkarmakla milletin destanını tarihi olaylar etrafında
şiirleştirir. Böylelikle tarihin nesilden nesile aktarılmasına katkıda bulunur.
Şerif Aktaş’a göre “bu sanat eserini bir tezin eline vermek değil insanî olanı
sanatın dikkat ve hassasiyeti ile yorumlayarak zenginleştirmektir.”[26] Böylelikle millî hafıza
zenginleme, gelişme hatta yenilenme imkânı bulur.
Millî
romantik duyuş tarzı bünyesinde kimlik farkındalığını taşır. “Kimlik; tarih,
soy ve coğrafya ve ortak inancı bütünleyen kutsal değerlerin toplamıdır.”[27] Ortak kök
unsurlarını içererek, ortak geçmiş bilinci sunan “tarihsel tabaka” sonucunda
ortaya çıkan millet olgusunu içeren ürünlerden biri de şiirlerdir.[28] Şiir, her milletin kendi
kültürü içinde önemli bir yer tutması bakımından toplumlara millet bilinci
vermesi ve onları belli amaçlara yöneltip yönlendirmesiyle öne çıkar.[29] “Kimlik kurma ya da
toplumsal kimlik kazanımı, sadece ben’in birey olarak varlık alanı
oluşturmasını değil toplumların devamı anlamını da içerir.”[30]
Edebî ürünler bu anlamda değerlidir. Destanlar ya da destan şiirleri, millî
kimlik özelliği taşıyan ve dil varlığının temeli mahiyetinde görülen edebiyatın
ait olduğu kültür dairesi içinde gelişmesine olanak sunmuş ürünlerdir.[31] Şairin iki destan şiir kitabı
çalışması bu romantik açılımın varlığı ile yazılır. Diğer iki kitabında daha
öznel bir “ben” etrafında teşekkül eden şiirler yazmış olsa da bu, onun millî
duyarlılıkla örülü poetikasına gölge düşürmez. Çünkü “Her parça bütünle olan
ilişkisine göre algılanıp kavranabilir.”[32]
Şair kimlik kurucu ve kültür aktarıcı bir dinamizmin milletin bünyesinde saklı
olduğunu bilir. Nitekim millî unsura kaynak oluşturan destan şiirleri ancak bir
kültür ya da tarihi içselleştirmiş kişiler tarafından bediî ve hamasi
özellikler dikkate alınarak yazılır.
Hakan İlhan
Kurt, millî romantik açılımın etkisiyle kalemini kullanan sanatçılardandır.
Şairin özellikle sanat yaşamına ve şiirlerine dair çözümlemeler bu bilgiler
ışığında açıklanılacaktır. “Bir edebiyat eseri okuyucusuna sırayla haz, örnek
ve bilgi vermek için kaleme alınır.”[33]
Hakan İlhan Kurt şiirlerinin bu sınıflandırma içindeki yeri de
belirlenilecektir.
HAYATI, KİŞİLİĞİ ve DÜNYA GÖRÜŞÜ, SANAT
HAYATI,
ESERLERİ
Edebî
eserde anlatılan olayların yazarın veya şairin hayatıyla bağlantısı edebiyat
araştırmacılarının üzerinde durdukları konulardandır. Bu konuyla ilintili
geliştirilen “biyografik okuma” yöntemi, sanatçının hayatı ve düşünceleri ile
eseri arasında bağlantı kurarak metni anlamlandırmaya yöneliktir.[34] Okur merkezli kuramlardan biri
olan alımlama estetiğine göre okur tarafından geliştirilen metinde okura bütün
olarak verilen bir anlam yoktur. Burada metinle okur arasında bir alışverişten
söz etmek gerekir.[35] Şairlerin hayatı ile eserleri
arasında organik bağ bulunur. Okura dönük eleştiri kuramlarında okur merkezli
kuramların zayıf yönleri üzerinde durulur. Şairin hayatı üzerinden eserlerini
okumak fikri ise özellikle sanatçıya dönük eleştiri metodunun ilgi sahasına
girer. Çünkü “anlatımcılık kuramının en önemli özelliği, sanatın ne olduğu
sorusuna cevap verirken sanatçıya, onun yaşantısına yönelmesiydi”[36] Buradan hareketle “biyografik
okuma” yöntemi şairi daha iyi tanımak için kullanılan yöntem olarak dikkat
çeker. Sanatçılarla ilgili bilgi sağlayan mekanizmalar konusunda biyografik
çalışmaların yanı sıra şairlerin mısralarıyla hayatları arasında bağlantı
bulunduğu görüşünden de hareket etmek elzemdir. “Bir şair üzerine yargılar verebilmek
için onu yazdığı dilde okumak gerekir.”[37]
Bu “dil” ifadesi daha karışık bir yapıda düşünülürse bu yapı, okuyucuyu şiirin
anahtar ifadelerine hatta şaire de götürür. Yani şiiri yazarın hayatı ve
kişiliği
çerçevesinde
okumak da gerekir. Böylelikle sanat eserleri hazırlayıcısından ve
yaratıcısından izler taşımış olur. Sanat, tek ve biriciktir. Öte yandan “sözlü
anlatıma dayalı bir sanat yapıtının içerdiği konu ile gerçek yaşamın olguları
arasında özdeşlik aranması öteden beri süregelen bir yaklaşımdır.”[38] “Yazarlar eserlerinde kendi
kişiliklerini yansıttıklarına göre, bu eserlerden yazarın kişiliğini
çıkarabiliriz.”[39] Yazarı eseri
yazmaya iten nedenler arasında çıkarımlar yapmak eserlerden anlaşılır. Bu durum
Hermeneutik[40] edebiyat kuramına uygun bir
sirkülâsyona sahiptir.[41] Bu kuramın çıkış noktası okura
ulaşmış bir yapıtın tümüyle yazarının olmasıyla ilgilidir. Böylelikle yapıt,
tinsel, özdeksel gibi çeşitli unsurlarla her türlü yoruma açık ve karmaşık bir
alandır.[42] Malraux’nun bir kahramanı,
insan yaptığı şeyse eserlerim bu çerçevede dönen bir söyleşi der. O hâlde insan
yaptığı şeyse, aynı zamanda yazdığı şeydir.[43]
Bu göstergeler dizini altında Hakan İlhan Kurt’un hayatı, kişiliği, vs.
mısralarından yola çıkılarak da incelenilecektir.
2.1.1.
Doğumu,
Çocukluğu, Yetişme Ortamı
Şair, Afşar
boyundan gelen bir babanın ve Menemencioğulları mensubu bir annenin üçüncü
çocuğu olarak 1976 yılında Tarsus’ta dünyaya gelir.[44]
Türkler aslen göçebe bir kavme mensuptur. Sadece ekonomik faaliyetler açısından
değil sosyal muhteva yönünden de göçebe yaşam tarzına sahiptir.[45] Sanatçı Türk kökenli ve
yerleşik düzenin zıddı yörük bir aileden gelir. Bir şiirinde bu duruma vurgu
yapılır.
Bildiğin Yörük çocuğuyum ben;
Avlanmışlığım vardır
benim, bu dağlarda, Şu vâdilerde davar gütmüşlüğüm Ve o ırmaklarda çimmişliğim
vardır elbet. Bildiğin Yörük çocuğuyum...
(“Bildiğin Yörük Çocuğuyum
Ben”, Belemir, s. 20)
Hakan İlhan
Kurt, ailesinin kendisinin doğduğu gün olarak eyyam-ı bahûr ifadesini
kullandıklarını belirtir.
“Annem, ‘eyyam-ı bahûr’da doğduğumu söylerdi; babam, 3
Ağustos’ta doğduğumu... Doğum tarihimi 4 Ağustos 1976 olarak nüfusa
kaydetmişler. Eyyam-ı Bahûr’u merak ederdim, çocukken. Anneannem, Ağustos
ayının ilk haftası derdi; annem, yılın en sıcak günleri. Daha sonraki yıllarda
öğrendim, 31 Temmuz ile 7 Ağustos arasındaki buhar günler olduğunu.”[46]
Bir
kitabına isim olan Belemir diğer adıyla mavikantaron, baharda buğday
tarlalarında mor renkli çiçekler açan bir bitki ve peygamber çiçeğidir.[47] [48]
“Belemir” başlıklı şiirini çocukluğuna atfederek, “belemir; haylaz
çocukluğumun en mahzun aşkıdır.”21 der. Çocukluğunda dağda,
bayırda koşarken kanayan dizinin acısının belemir çiçeğinin yarasına
konulmasıyla hafifletilmeye çalışıldığını belirtir. Yaranın üzerine belemir
çiçeğinin konulması Konargöçer Türkmenlerin bir geleneğidir.[49] Belemir çiçeği ona
çocukluğunu hatırlatan, çocukluğundan izler taşıyan bir semboldür.
“Hepsi
Gitti Geri Dönen Olmadı”[50] başlıklı şiirine çocukluk
günlerinin izlerini yansıtır. Söz konusu şiir Muhammed Hüseyn Şehriyar’ın
“Heyderbaba’ya Selam” şiirinin etkisiyle yazılır.[51]
Bu şiirde Türk değerlerine sahip çıkan biri olarak akraba terimlerini kullanır.
“Türkçenin dikkate değer özelliği, akraba terimleri bakımından zenginliğidir.
Böylesine zengin bir kavramlar dizisi, Türklerin aile mefhumuna verdiği büyük
önemi göstermektedir.”[52] Aile kavramına verdiği önemle
birçok akrabası birtakım günlük olaylarla örülü olarak mısralar kümesinde yer
alırken geçmişe izlenimci bir yaklaşımla seyahat edilir.
Dağ aşardık unuturduk orucu
Yol keserdi gece seyri korucu
Bir zahmetin ardı tadı yorucu
Palamutla gür ormanı elerdik.
Tanda şehrin uykusunu delerdik.
Kabase’de Hasbi Emim nefesi
Kör keklikler doldururdu kafesi
Taş armudu alma heybe kefesi
Yığılırdı emm’oğlular bölerdik.
Eşek binip, at sektirip gülerdik.[53]
Sanatçının
çocukluğu farklı akraba efratlarıyla geçer. O, anneannesinin söylediği Türkmen
deyişleri, köylü hikâyeleri, çocuk masalları ve atasözleri ile büyür. Yörük
kültürü de alan şair Türklük algısı ve bilinciyle yetişir.
“Okul öncesi yaşamımda, annemin de babamın da memur
olması münasebetiyle ya anneannemin yanında annemin köyünde, ya da büyükbabamın
yanında babamın köyünde idim. Her iki köyde de günlerim, dağlarda yahut
vadilerde küçükbaş hayvanlar gütmekle ya da bağda, bahçede uğraşmakla geçerdi.
Anamın köyünde teyze çocuklarımla beraberdim, babamın köyünde amca
çocuklarımla.”[54]
Türk kadını
hem Türk devlet teşkilatının içinde hem de sosyal hayatta tarih boyunca hemen
her yerde şerefli ve mukaddes bir konumda bulunur.[55]
Türk kökenli aileye mensup şairin hayatında anneannesi de onun için böyle bir
konumdadır. Bir anlamda şairin anneannesi Türk kadının tarihteki
konumlandırılmasına uygun olarak, mecazi anlamda yoksulluktan soyutlanmış hem
maddi hem de manevi bir zenginliği bünyesinde barındıran biridir. Konuyla
ilgili olarak “Hepsi Gitti Geri Dönen Olmadı” başlıklı şiirinde şu ifadelere
yer verilir:
Onaltıdan öz gardaşlık sekince
Gam kasavet toprak dama çökünce
Nenem hat’a bir koca taş dikince
Buz terini gök bezine silerdi,
Soya akıl ırka iman dilerdi.[56]
Hakan İlhan Kurt, Afşar mensuplu bir aileden
gelir. Afşarlar ile Çerkezler arasındaki efsaneleri dinleyerek çocukluğunu
geçirmiş olup “Afşar ile Çerkez münakaşasında dahi düşmanın yiğitliğinden
bahsedilirdi”[57] diyerek entelektüel ve Türk’ün
asaletini ön plana çıkaran bir ortamda nefes aldığını dile getirir.
Doğa ve
hayvanlarla iç içe bir çocukluk geçiren şair, hayvan ve bitki sevgisi olmayanın
insan sevgisi olamayacağı iddiasındadır. Büyüklerinin çınar ağacı ya da kızıl
toprağa saygı duymayı öğrettiklerini belirterek bunun vatan sevgisi aşıladığını
söyler.[58] Bu durum sanatçının
poetikasını şekillendirir.
Şairin
annesinin adı Hatice, babasının adı ise İbrahim’dir. Annesi ve babası memurdur.
Onların memur olma macerası ise son derece dikkate değerdir. Nitekim
sanatçınınkitaplarla ve yazıyla geçecek zamanlarının esin kaynağı babası ve
annesinin nasıl memur olduğu sorusunun cevabıyla şekillenir.
“Babam ve
annem okuma yazma bilmeyen sıradan insanlardı. Fakat babam daha sonra okuma ve
yazmayı, mektepsiz kendi çabalarıyla öğrendi. Öğrenmekle de kalmayıp hem anneme
öğretti hem de bol bol okudu. Geçimlerini küçükbaş hayvancılarını toplamak,
onların bakımını üstlenmekle sağlayan babam davar güderken boş zamanlarını
mutlaka eski gazeteleri temin edip okuyarak doldururdu. Bir gün bu şekilde iş
başında okuma eylemini gerçekleştirirken orada bulunan eski CHP milletvekili,
emin olmamakla beraber, Kasım Gülek[59]
bu davranışı hoş görerek babama bir kart verir. Babam bu vasıtayla şimdiki ismi
Tarsus Endüstri Meslek Lisesi olan Tarsus Sanat Okulu’nda hizmetli olarak
göreve başlar. Daha sonra annem de santrale alınıp orada memur olur.”[60] Hakan İlhan Kurt’un babası, halk
tabiriyle denilecek olursa, mürekkep
yalamamış ama
kendi çaba ve gayretleri neticesinde okuma yazma öğrenmiş biridir. Şairin
babası soyut gözlerle yaptığı okumaları tecrübe ederek birçok durumu daha iyi
anlayan sağduyulu bir yapıya bürünür. Bu konuda şairin bir anısı şu şekildedir:
“Yıllar sonra babamın vefatı akabinde babamı tanıdığını
söyleyen ve babamın iyi bir insan olduğunu ifade eden bir kadın yanıma geldi.
Babamla olan macerasını anlattı. O an çok duygulandım ve babamın önemli
yanlarını onun yokluğunda da keşfettim. Kadın, köylülerin tavsiyesi üzerine
babamdan evinin çatısını yaptırmak için istediği 18 lira yerine tam 26 lira
almıştı.”[61]
Sanatçı
erdemli bir ailede yetişerek kendi hayat çizgisini bu doğrultuda şekillendirme
uğraşındadır.
2.1.3.
Öğrenim,
Çalışma Hayatı ve Askerliği
Sanatçının
öğrenim hayatına bakıldığında oldukça uzun bir süre zarfında bu süreci
bitirdiği görülür. İlköğretimini Tarsus Turgut İçgören İlkokulu’nda,
ortaöğretimini Tarsus Cengiz Topel Ortaokulu’nda, liseyi ise yine Tarsus Cengiz
Topel Lisesi’nde tamamlar. Üniversite eğitiminin ise oldukça zaman aldığını
belirten
şair, önce
Mersin Üniversitesi İİBF İşletme Bölümü’nü kazanır, ancak mezun olamaz. Daha
sonra af ile birlikte tekrar sınava girer ve bu defa Ömer Halisdemir
Üniversitesi İİBF İşletme Bölümü’nü kazanır, 2002 yılında buradan mezun olur.
Kısacası üniversite öğrenimi on bir yıl sürer.[62]
Şair, eğitim-öğretim hayatında mücadeleden ve okumaktan vazgeçmeyen bu konuda
fırsatları değerlendiren biridir.
Hakan İlhan
Kurt, yaklaşık 8 yıl Tarsus’ta çeşitli yerel gazetelerde çalışır. 2008 yılından
itibaren Gaziantep’te özel sektörde işe başlar. 2011 yılında yine burada
memuriyet hayatına giriş yapar. 2016 itibarıyla da Mersin’de memuriyet hayatına
devam etmektedir. Şair bir kamu görevlisi olarak kitaplar okumaktan, tarih ve
edebiyatla ilgilenmekten ayrı olarak, somut ürünlerle de bu konudaki ilgisini
ortaya çıkarmaktan geri durmaz.
1995
yılında evlenen şairin ikisi erkek ortancası kız olmak üzere 3 çocuğu vardır.
En büyük oğlu hâlihazırda Ankara Siyasal Bilimler Fakültesi’nde okumaktadır.
Ortanca kızı Fen Lisesi’nde öğrencidir. Hakan İlhan Kurt, babasından aldığı
okuma aşkını çocuklarına yansıtır.
“Ailede herkesin farklı bir kütüphanesi bulunur. Küçük
oğlumun okuduğu kitapları belki şu an üniversite öğrencileri okumamıştır.
Özellikle bir kitabı okuduktan sonra kapatmanın verdiği mutluluğa erişmek küçük
yaşlarda kazanılır. Esasen çocuklara söylemekten çok rol model olduğum için
onlara bu alışkanlığı kazandırdım.”[63]
Çocukları
için yazdığı şiirlerden onlara bir hayli muhabbet ve sevgi beslediği anlaşılır.
Ayrıca oğlu Muhammed Asri ve İbrahim Alptürk için de şiirler kaleme alır ve
henüz yayımlanmamış Tamga kitabında bunlara yer verir. Bu şiirlerde Dede
Korkut kitabına benzeyen bir seslenişle oğullarına öğüt verme gayesi taşır.
Dinle oğul mert hâddini aşınca
Felek derdi bey bendinden taşınca
Baskın darda gök tepende yaşınca
Dik durmaya bağır veren yer olmaz!
Kurtbala’dan kurt bakışlar pay olur
Gelen gider kalan sözler say olur
Anan-baban ak kefende zay’olur
Hâl bilecek gam dökecek ser olmaz![64]
Çocukları
şair için bir umut kaynağıdır. Onları Türk’ün umutlu geleceği adına Türk
değerleri etrafında yetiştirir ve hayatlarını Türk değerlerine göre tanzim
etmelerini ister.
Hakan İlhan
Kurt, “Toroslar’ın temiz kar suyuyla cüceren kuzukulağı, tekesakalı, kımı,
güneyik, karahindiba, evelik, kazayağı ve keçimemesi adlandırılan yabanda biten
doğal bitkilerden yiyerek büyüyen yiğitlerden”[65]
olup kutsanmış değerlerin gölgesine sığınan, dik duruşlu ve vakar biridir.
Ayrıca çok okuyan, çalışan, tarihi sadece geçmiş anlar dizgesi olarak kabul
etmeyen, bu uğurda üretmeyi seven ve tarihi canlandıran kişidir.
Sanatçı
radikal bir bağlılıkla bir kültür dairesinin dinamik bir şahsiyeti olarak
görünür. Kişiliği de bu çerçevede gelişme gösterir. Hakan İlhan Kurt, kültürü
hayatının her alanına katmak ister. Zira “kültür, yaşanan coğrafyadan, soy
hususiyetlerine, insanla insanın ve tabiatın karşılaşmasından doğabilecek bütün
meseleleri kapsar.”[66] Şair çeşitli kültürel
unsurları şiirlerine taşır.
Sanatçının
kişiliği yetiştiği yerden izler taşır. O, “asabi mizacının yitik Türkmen yüzünü
barındırdığını ifade eder.”[67] Bu bağlamda ortaya çıkan
şiirlerinde bu yüzün kâğıda dökülmüş hâli bulunur. Birçok şiirinde bu gür
sesini duymak mümkündür. “Bir Türkmen Sagusu’yum Gülizâr Çığlık Çığlık” şiiri
bu duruma örnek oluşturur.
Bir Türkmen Sagusu’yum gülizâr çığlık çığlık
kıpkırmızı tütsüler serperim bozkırlara
yamaçları seyrelmiş ve tepeleri basık
gürz yükseltiler tanır özgürlüğümü benim
ve coğrâfyam usulca gömülürken sırlara
aynalarla çevrilir şu günahkâr bedenim
(“Bir Türkmen Sagusu’yum Gülizâr Çığlık Çığlık”, Gülizâr
Divanı, s. 41)
Fenomenolojik
alanla ilgili araştırmaları bulunan Rogers, her insanın yaşamında bu alanın var
olduğundan bahseder. Bu alanın bilinç tarafından temsil edilen yanının benlik
olduğunu söyler.[68] Tarih ile bilinç birbiri ile
semantik bakımından uyum içindedir. Hakan İlhan Kurt’un benlik bütünlüğü ve
kişilik yapısı dünya görüşü hakkında bilgiler sunar.
Düşüncenin
sistemleşmiş biçimini dünya görüşü oluşturur. Sanatçının dünya görüşü, insanın
varoluşu, anlamı, özü ve mahiyeti ile ilgili sosyolojik, felsefî, dinî,
ideolojik anlamda sistemleşmiş bir tasavvurdur. Şairin hayat karşısında aldığı
tutumu onun dünya görüşünü verir.[69] Dünya görüşü ve varlık
tasavvuru, insanın varlıktaki yerine ve dünya üzerinde yapıp-ettiklerine kadar
uzanan bütüncül bir kavramsal çerçeve içine oturur. İnsanın varlık
mertebelerini nasıl idrak ettiği, bir taş ustasının ortaya koyduğu sanat
eserinin biçimini dahi belirleyebilmektedir.[70]
Bu yönüyle dünya görüşü şairlerin eserlerine yansıtılarak Ahmet Hamdi
Tanpınar’ın şiiri iç kale sanatı olarak yorumlamasıyla ve bir şiir hâli
tanımlamasıyla anlam kazanır.[71] Bu mülahazaların ışığı altında
sanatçının şiirleri poetikasını açığa çıkarır.
Edebiyattaki
canlılığı şiir üzerinden yakalamaya çalışan yazarın sanatçı ve fikir adamlığı
yönü şair hassasiyeti ile terkip olunca onun santimantal bir prototipi çizdiği
görülür. Bu duyarlılık şairi millî romantik bir çizgiye ulaştırır. Şiirlerinden
birçok mısralar bu kanıya işaret eder.
Kin sırtını dönmeden, sır örtünmeden girdap;
Benden başka kim arar dönerek yitiğini?
Başak tarlası gibi miskin dalında mehtap,
Salınır sağdan sola eşiğime
basarak;
Yurt aşkıyla çekerim ruhumun tetiğini,
Tilkiler ıslık çalar, çakallar yalın ayak...[72]
Ülkücü
hareketin içinde adı zikredilen Hakan İlhan Kurt, gelecek adına bu harekete
olan güvenini şöyle ifade eder:
“Ülkücü Hareket, her sohbette her mecliste ifade ettiğim
gibi içinden nasıl her dönem Enver Paşa, Atatürk, Türkeş gibi siyasî-askerî
dehalar çıkarmışsa; Erol Güngör, Dilâver Cebeci, Basri Gocul, Niyazi Yıldırım
Gençosmanoğlu, Hüseyin Nihâl Atsız ve nicelerini çıkartacaktır. 1980
İhtilâli’nden sonra ‘bitti’ denilen hareket, Türkeş Bey’in kutlu önderliğinde
yeniden bir toparlanış dönemine girmiştir. Şu an öğrencisinden edebiyatçısına
kadar her alanda söz sahibi olmak için yükselişte olan bir hareket görüyoruz.
Bu yükseliş, iç terör dönemi diye tabir ettiğimiz 80 öncesi dönemde de vardır.
O dönemin koşulları ne kadar çetin olursa olsun yükseliş engellenememiştir.
Açık bir örnek istenirse, belki de haberdar olmadık gelişinden lâkin hiç
beklemediğimiz anda toprağı çatlatan Aziz Sançar ismi yeterlidir. Bu yükseliş
edebî ve sanatsal alanda da görülüyor elbette.”[73]
Ülkücü
hareketi benimsemesi onu siyasi ve cemiyet hayatında aktif bir rol üstlenmesine
götürür. 2000’li yıllarda Elbirliği Derneği’nin kuruluşunda yer alan sanatçı,
Mersin MHP il yöneticiliği yapar. Gaziantep Ülkü Ocakları’nda da yöneticilik
görevlerinde bulunur. Ancak edebî hayatını siyasi hayatından ayrı tutar.
“Ülkücü edebiyat olmaz, Türk edebiyatı olur”[74]
düşüncesindedir. Daha genel bir perspektifle bir milletin hayatını anlatma
telaşı içindedir. O, her kesimden insana okuyuculuk yapmayı ister.
Hakan İlhan
Kurt şiirlerinde ülkücü bir dünya görüşünün getirdiği nüvelerle Turan
coğrafyası çizer. Zira şiirlerinde Türkmen, Azeri gibi Türk milletlerini
çeşitli şekillerde bulmak mümkündür. Azerilerin ulusal kahramanı Mübariz
İbrahimov’a[75] atfedilen bir şiir
kaleme alır.
Turan Coğrafyası’nın
mukaddes çocuğuMübarizİbrahimov’a... Ala gök yakutlara, haktan düşer mi
mariz;
Serilsem koyaklara, kay
vurur mu oluğu? Ey civan gövdesiyle tuğ kaldıran Mübariz, “Ben er doğurdum”
diyen analar hiç ağlar mı? Şanınla alazlarken, onbin yıllık soluğu
Yürek, volkan olur da
dağlar kara bağlar mı?[76]
Onun için
toplumsal ahlaklılık önemli bir olgudur. Bu bağlamda hassas bir kişiliğe
sahiptir. Özellikle vatan uğruna kahramanlık göstermiş, bu uğurda şehit olmuş
kişiler için de şiir yazar. Fırat Yılmaz Çakıroğlu için yazdığı ağıt buna örnek
teşkil eder.
Şehit Türk Çocuğu Fırat Yılmaz Çakıroğlu hatıratına.
Şimdi bütün baharlar, senin adınla başlar;
Tâkvim senin adında noktalar sözlerini.
Sıyrılır ceffelkalem kınından göçmen kuşlar,
O soğuk diyarlardan üstüne göçeklerin;
Sen gülünce kapar mı tabiat gözlerini,
Değişir mi renkleri rengârenk çiçeklerin?[77]
Hakan İlhan
Kurt’un şiirleri kişiliği ve dünya görüşünden izler taşıyan bir bütünsellik
içindedir. Bu doğrultuda şiirleri poetikasını da çepeçevre sarar.
Harold
Bloom, uzun soluklu çalışması olan Etkilenme Endişesi adını taşıyan
kitabında, şiir teorisini bir şairin selefleri ile arasında gerçekleşen Ödipal
(Oidipus Kompleksi) ilişki üzerine kurar. Yazar, eserinde bir şairin, başka bir
şairi nasıl biçimlendirdiği hatta yarattığı konusu üzerine yoğunlaşır.[78] Bu münasebetle elbette Hakan
İlhan Kurt’u da etkileyen şairler bulunur. Şair ortaya koyduğu eserleriyle
Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nun Bozkurtların Destanı adlı şiir
kitabında yer alan şu mısralarıyla bağlantılı bir sanat endişesi içindedir:
Geçmişi öğrenelim, gezip anayurtları;
Görelim, hangi tasa öldürmüş bozkurtları!
Çevirelim gözleri on dört asır önceye;
Sonra bugüne dönüp dalalım düşünceye...
Seni özünden vuran düşmanın kimmiş dünkü?
Göreceksin ki, yine aynı düşman, bugünkü!”
Bu düğümleri bir bir çözeceksin burada;
Bir gelecek sezeceksin, kanayan her yarada!
Sonra okuyup ulu atalar erdemini,
Duyacaksın o büyük günlerin özlemini!
Göreceksin ki, eşsiz yiğitlerin nicesi
Ölmüş... Yaşasın diye, büyük Türk düşüncesi!
Bileceksin, bu yolda nasıl akmış kanımız...[79]
Arif Nihat
Asya, Behçet Kemal Çağlar, Attila İlhan, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Basri
Gocul, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Osman Türkay, Ali Akbaş gibi çağdaş destan
yazarlarımızın silsilesini devam ettiren Hakan İlhan Kurt, özellikle bu
isimlerden etkilenir. Bir destan şairi olarak destan geleneğine inanmış ve bu
yolda karar vermiş bir isim olarak değerlendirilen[80]
şairin sanat hayatı da bu çerçevede şekillenir.
Töre, Kurgan Edebiyat, Siyah-Beyaz Kültür, inziva, Herfene,
Yeni Düşünce, Başarı Edebiyat, Yör-Türk, Temrin, Şiar ve çeşitli yerel
edebiyat dergilerinde birçok şiiri yayımlanır. 2014 yılında 22. Uluslararası
Hazar Şiir Akşamları’na resmî olarak davet edilir ve “Belemir” adlı şiiriyle bu
uluslararası edebî etkinlikte kürsü alır. Birçok şiiri bestelenir, ses
sanatçıları ve müzik grupları tarafından icra edilir.[81] Bestelenmiş şiirlerini bir tablo hâlinde belirtmek
gerekir.
Tablo
2.3.1. Hakan İlhan Kurt’un Bestelenmiş Şiirleri
Şiir Adı |
Besteleyen |
Seslendiren |
Asma Kilit |
Ömer Şener |
Grup Volkan |
Bahtım
Saçlarında Bir Şehir Şimdi |
Emin Demir |
Emin Demir |
Bayır Bucak
Marşı |
Rahmet Safa
Ulusoy |
Rahmet Safa
Ulusoy |
Belemir |
Mustafa
Altunkaynak |
Grup Volkan |
Bir Semaver
Faslı |
Emin Demir |
Emin Demir |
Bizden
Sorulur |
Arif İnan
Yıldırım |
Arif İnan
Yıldırım |
Bu Aşk
Senden Sorulacak |
Ömer Şener -
Mustafa A. |
Grup Volkan |
Bu Aşk
Senden Sorulacak |
Rahmet Safa
Ulusoy |
Rahmet Safa Ulusoy |
Bu Şehir
Tanır Beni |
Rahmet Safa
Ulusoy |
Rahmet Safa Ulusoy |
Burnunun
Direği Hiç Sızlamaz mı |
Raşit Yılmaz |
Raşit Yılmaz |
Dağlara Çıkarım |
Emin Demir |
Emin Demir |
Doğum Günü |
Emin Demir |
Emin Demir |
Fırat Yılmaz
Çakıroğlu |
Mehmet
Borukcu |
Mehmet Borukcu |
Geleceğini
Bilsem |
Emin Demir |
Emin Demir |
Mecburiyet
Caddesi’nde |
Rahmet Safa
Ulusoy |
Rahmet Safa Ulusoy |
Memleket
Delisi |
Ahmet Şafak |
Ahmet Şafak |
Mukaddes
Sesleniş |
Mehmet
Borukcu |
Mehmet Borukcu |
Ne Mutlu
Türk’üm Diyene |
Atilla
Yılmaz |
Atilla Yılmaz |
Nefes Almak
Yaşamak Mı |
Rahmet Safa
Ulusoy |
Rahmet Safa Ulusoy |
Ocaklıyım |
Ömer Şener |
Grup Volkan |
Sebep
Eyledim |
Emin Demir |
Emin Demir |
Sen Uğra
Yanıma |
Emin Demir |
Emin Demir |
Seni
Buralarda Göremiyorum |
Rahmet Safa
Ulusoy |
Rahmet Safa Ulusoy |
Seni
Çağırıyorum |
Rahmet Safa
Ulusoy |
Rahmet Safa Ulusoy |
Seslen Bana |
Rahmet Safa
Ulusoy |
Rahmet Safa Ulusoy |
Sevda
Güncesi |
Emin Demir |
Emin Demir |
Söyletme
Beni |
Emin Demir |
Emin Demir |
Sürgün Aşka |
Emin Demir |
Emin Demir |
Şarkılar
Yaptım Sana |
Mustafa
Beyazkuş |
Ahmet Öngel |
Telaş |
Emin Demir |
Emin Demir |
Tezkeremiz
Mezartaşı |
Metehan
Temizel |
Grup Orhun |
Türkistan
Marşı |
Ömer Şener -
Mustafa Altunkaynak |
Grup Volkan |
Uykusuz Mu
Bıraktım |
Rahmet Safa
Ulusoy |
Rahmet Safa Ulusoy |
Ülkü
Ocakları Gençlik Marşı |
Metehan
Temizel |
Grup Orhun |
Yadigâr |
Rahmet Safa
Ulusoy |
Rahmet Safa Ulusoy |
Ay Dolunlu
Dağlardan |
Alperen
Kekilli |
Alperen Kekilli |
Yeter De
Artar Bile |
Emin Demir |
Emin Demir |
90’lı
yıllarda belirli günlerde beş altı kişiyle meşrubat içip ev ortamında edebî
sohbetler yapıp yazdıkları şiirleri tenkit ederek olgunlaşmaya çalışan genç
şairler topluluğunda bulunduğunu söyleyen sanatçı[82],
o zamanlar için en büyük hayalinin Elazığ’da düzenlenen “Hazar Şiir
Akşamları”na[83] katılmak, o etkinliği en
azından izleyebilmek olduğunu belirtir.[84]
Seneler sonra 2013 yılında sanatçı hayalin ötesinde bir duruma geçerek oraya
şair olarak davet edilir, burada “Belemir” adlı şiirini okur. Bunun yanı sıra
Oğuzeli Kültür Merkezi, Gaziantep Türk İslam Vakfı, Ülkü Ocakları gibi pek çok
platformda şair olarak şiirleriyle boy gösterir. Bu
bağlamda
her anlamda üretken biridir. Yazan ve yazdıklarını yayan, yazılarına canlılık
veren bir sanatçıdır.
Hakan İlhan
Kurt, yurt içinde pek çok sanatsal etkinliklere katılır. Bu etkinliklere
katılmaya da hâlen devam etmektedir. Sanatçının aldığı ödüller vardır. PTT
Ankara Genel Müdürlüğü’nden şiirleriyle derece alanşair, Gümüşhane
Belediyesi’nden de bir ödül alır. Ayrıca katıldığı “Hazar Şiir Akşamları”nda
bir plaket kazanır.
Sanatçının
hâlihazırda 4 basılmış şiir kitabı bulunur. Bunun yanı sıra Tamga adını
verdiği 1 şiir kitabı da basıma hazır hâldedir. Aynı zamanda şairin Türkmenya
/ Akkoyunlu-Karakoyunlu Cenknâmesi ile Afşar Nadir Şâh Bağırlaması
adlı iki destan şiiri çalışması da hazırlanmaktadır. Bunların dışında Süreli
Yayınlarda çıkan şiir ve deneme tarzı yazıları edebiyat dünyasına açık
hâldedir.
1.
Baskı: Kurgan Edebiyat
Yayınları, Ankara, 2013.
Basılmış
ilk şiir kitabıdır. 116 sayfadan müteşekkil kitap, sanatçının edebî kişiliğinin
bir panoraması olarak Kutalmışoğlu Süleyman Şah Ululaması kitabının ve
daha sonra bu minvalde çıkacak olan eserlerinin habercisi gibidir. Yani onun
destan şairliği fenomenini ortaya çıkaran ilk kitaptır. Bu kitap ilk etapta Töre
dergisinde yayımlandıktan sonra Türk dili açısından Prof. Dr. Ahmet Bican
Ercilasun, destan geleneği adına Prof. Dr. Naciye Yıldız, Türk tarihi yönünden
de Prof Dr. Sadettin Gömeç tarafından incelendikten sonra edebiyat dünyasına
sunulur.
Tarih
alanında derin okumalar ve analizlere sahip olan Hakan İlhan Kurt, Türk
tarihinde en az Bilge Kağan kadar önem arz ettiğini düşündüğü Köl Tigin’in
doğumunu, savaşlarını, kahramanlıklarını ve ölümünü millî bir şuurla destan
havasında nazma çeker. Bu durum şairce, destan yapmaktan destan yazmaya fırsat
bulamayan Türk ecdadı için millî bir borç olarak düşünülür.
Köl Tigin,
İkinci Doğu Göktürk Kağanlığı’nın önemli simalarından biridir. Türk
kahramanlığının tiplerinden ve iftiharlarından birini sergiler. Bilge Kağan,
Köl
Tigin
sayesinde tahta çıktığını düşünerek onu en yüksek makamlarda tutar, Köl Tigin
öldükten sonra da onun adına yazıt diktirir. Böylece önemli bir Türk hakanını
unutulmaktan kurtarmış olur.[85] Bazı Türk tarihi
araştırmacıları tarafından Uzun Hasan’ın en az Fatih Sultan Mehmet kadar Türk
tarihi için önemli şahsiyet olduğu dile getirilir. Ancak Uzun Hasan, Fatih
Sultan Mehmet kadar tarih sayfalarında zikredilmez. Aynı bilinçle Hakan İlhan
Kurt Türk tarihine yön vermiş önemli şahsiyetleri nazım olarak işleyerek Türk
milletinin meselelerine, tarihine ve kültürüne vakıf olduğuna işaret eder. Bu
mülahazalar ışığında, gayesi Bilge Kağan’ın adı kadar Köl Tigin’in de adının
duyulmasına ortam hazırlamaktır.
Köl Tigin
bengü taşında şu hitabet unsurları tespit edilir:
4.
Cümleye önceki cümlenin son
kelimesiyle başlama.
6.
Tekrarlı ifadeler.[86]
Köl
Tigin Ünlemesi eserinde tarihle işlenmiş hamasi bir eda yanında yukarıda
tespit edilen hitabet unsurlarına da rastlanılır. Bu yönüyle eser, edebî yönden
bir zenginlik ile lirizm ögelerini taşır.
Şair dikkat
çekmek ya da farklılık arz etmek gayesiyle kitabında dipnotlara fazlaca yer
verir. Hatta bu durum destan şiiri kitaplarında görülen bir ilk olma özelliğini
taşır. Esasında bu özellik eserin sosyolojik manada bir insan kalabalığından
ziyade tarihi nüveleriyle varlık gösteren bir milletin izdüşümünü de
gösterdiğini açıklamaktadır. Eser bu yönüyle tarihi vesika özelliği taşır.
Kitabın 91. sayfasından itibaren Köl Tigin Anıtı’nın bütün yüzleri orijinal
hâli ve günümüz Türkçesiyle verilir. Bu sayede esere bir canlılık katılır.
Bireysel kimliğimizin sosyogenetik ve ontolojik temellerle örülü olduğu ve
millî bilincin kazandırılmak istenildiği esere yansıyan önemli hususiyetlerdir.
2.4.I.2.
Eleğimsağma (Gülizâr Divânı)[87]
1.
Baskı: Kurgan Edebiyat
Yayınları, Ankara, 2013.
2.
Baskı: Kurgan Edebiyat
Yayınları, Ankara, 2014.
Basılmış
kitaplarından olup 176 sayfadan oluşur. İçerisinde 73 adet şiir bulunur.
Kitapta
çeşitli temler görülür. Kitaba adını veren Eleğimsağma, gökkuşağı anlamını
taşır.[88] Kitabın ismiyle de bağlantılı
olarak şairin farklı temleri kullanması anlamlıdır. Nitekim kitapi şairin
çalkantılı ruh hâlini yansıttığı bireysel izlekli şiirlerden oluşur. Kitaba
ismini veren bir kelime olan “Gülizâr” ise şairin şiirlerinde zaman zaman içini
döktüğü ve seslendiği hayalî bir kişidir. Çeşitli güzellik unsurları bu kişiye
atfedilir. Bu kişi Abdürrahim Karakoç’un Mihriban’ı gibi bir semboldür.
Şiirlerini onun adına yazdığını, ruhuyla ona hitap ettiğini ve içini onun
vasıtasıyla döktüğünü şu mısralarıyla dile getirir:
en güzel şiirimi ben sana yazacaktım
dağıt endamını bak segâh “sürgün ülkemde”
ne resimler silindi neleri kaldı yarım
ey Gülizâr sevin ki ruhum kanadı kaldı...
(“Destan-ı Gülizâr”, Eleğimsağma, s, 65)
Sanatçı,
çeşitli toplumsal içerikli iletilerini Gülizâr vasıtasıyla duyurur. Tarihsel
göndermeleri bu yolla okuyuculara taşır. Yani, şair ile okuyucu arasında bir
köprü metaforunu bu hususta söylemek yanlış olmaz. “Yusuf Yüzlü Olmak Bu
Devirde Zor Gülizar”, “Aşk Memleket Memleket” vd. başlıklı şiirleri bu yargıyı
destekler. Hakan İlhan Kurt, Gülizâr adıyla ilgili şunları beyan eder:
“Şiirlerde kullandığım, ‘Gülizâr’ kavramı mahremim ve ‘Gül Bahçesi’, özgür
coğrafyamdır. Zirâ, kimlerin kız kardeşi olduğu yahut kimin kızı olduğu,
tevafuk ile beyândır.”[89] Bu isim şairin
çeşitli düşünce ve duygularını okuyucuya taşır.
Kitapta
çoğu şiirlerin başında ya bir ayetten alıntı ya da herhangi bir şairin
mısraları vardır. Sanatçının kendi deyimiyle bu şiir için bir girizgâhtır.[90] Bu durumda “metin tekbiçimli
bir yüzey olmakla kalmayıp çokboyutlu bir uzam durumuna
geldiğinden,
örgü ele alınan metni yazının-metnin işleyişini çözümlemeye olanak sağlayan bir
araç olur.”[91] Yani, elbette bu girizgâhlar
şiirle bağlantılı olan ya da şiire ilham sağlayan içeriklere sahiptir.
Şiirlerin
biçim özellikleri dikkate değerdir. Eserdeki şiirlerde dikkat çeken bir
ayrıntı, noktalama işaretlerinin kullanılmamış olmasıdır. Noktalama işaretleri
sadece şiire girizgâh için kullanılan alıntı parçalarda bulunur. Dinamik bir
bütünlük içinde kimi ritmik ve müzikal ögeler şiirde benzetme ve tasvirlerle
birlikte fazlaca yer alır. Hatta bu ritmik unsuru bozmamak adına şiirin başlığı
küçük harflerle yazılır. Sadece “Kalırdım” adlı şiirde mısralardaki ilk
kelimeler büyük harfle başlar. Melankoliye yaslanan bir lirizm de şiirlere
egemendir. Bu şiirlerinde anlamı savruk sözcüklerle zaman zaman imgelere
başvurulur.
Mısralarda
dilsel kırılmalara rastlanılmakla birlikte Arapça-Farsça terkiplerden de
yararlanılır.
Netice
itibarıyla bu kitap sanatçının şairlik yeteneğini ortaya koymaya çalıştığı bir
kitaptır. Bu yüzden burada genel olarak bireysel temler dikkat çekicidir.
Metinsel içe kapanış, bireysel temler ve çeşitli duygulanımlarla kendine yer
bulur.
2.4.I.3. Kutalmışoğlu
Süleymanşâh Ululaması[92]
1.
Baskı: Ötüken Neşriyat,
İstanbul, 2015.
2.
Baskı: Ötüken Neşriyat,
İstanbul, 2016.
115
sayfadan müteşekkil eser, sanatçının destan şairliği vasfını pekiştiren
kitabıdır.
İki
kitabından sonra yazmaya ara verdiğini ifade eden Hakan İlhan Kurt, onu tekrar
yazmaya Ahmet Şafak’ın Timur ile Karınca[93]
adlı parçasının teşvik ettiğini söyler.[94]
Bir anlamda bu kitabın hazırlanmasını teşvik eden kişi Ahmet Şafak’tır.
Eserin
yazılış düzeni şairin Köl Tigin Ünlemesi adlı eserine benzer. Kitapta
Anadolu Selçuklu Devleti’nin kurucusu Kutalmışoğlu Süleymanşâh’ın Anadolu’ya
gelişi, gösterdiği kahramanlık mücadeleleri, Anadolu’nun Türkleşmesi
hususundaki
faaliyetleri
ve ölümü işlenir. Başlıklar hâlinde bir bütünlük içinde verilen konu silsilesi
dipnotlarla da süslenerek tarihi perspektife ışık tutar. Eserin sonunda yer
alan “Kutalmışoğlu Süleymanşâh Sagusu” onun ölümünden duyulan acıyı dile
getiren ve yiğitliğine vurgu yapılan lirik bir şiirdir.
Kompozisyon
olarak destanlarda, destan anlatma geleneğine uygun bir yapı bulunur. Bu
gelenek başlangıç, asıl destan ve bitiriş bölümlerinden müteşekkildir. Söz
konusu bu kitapta da bu sıralama az çok muhafaza edilir. Bu yapı yalın ve canlı
bir üslûpla oluşturulur.
Kitabın
birçok yerinde “Allah tek kul Muhammet” (Türk tevhidi) sözü farklı şekillerde
tekrarlanır. Elbette bunun özel bir sebebi vardır. Hakan İlhan Kurt,
Kutalmışoğlu Süleyman Şâh’ın bir şehri almadan önce Türk tevhidi istediğini
okur ve Türk tevhidini değişik formatlarla kullanmış olur.
1. Baskı:
Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2017.
Kitapta 64
adet şiir bulunur. Bireysel izlekli şiirleri barındıran eserde toplumsal
temalara da rastlanılır. Örneğin, “Güce Tapanların Ülkesinde Asiyim” başlıklı
şiiri toplumsal bir yergiyi işler.
Belemir
adını taşıyan kitabın ismi şairin çocukluğundan taşıyan bir anıyı
simgelemektedir. Bu yüzden bu kitapta çocukluğunda yaşadığı bozkır kültüründen,
dağlardan izler görülür. Geçmişe duyulan özlemi mısralarıyla gidermek ister. Bu
kitaptaki şiirlerinde özellikle hüzün ön plandadır.
Şiirlerinde
öz Türkçe kelimelere yer verdiği gibi izafet tamlamalarını da kullanır.
“Mâbed-î Bûsem” başlıklı şiiri bu tamlamaya örnektir. Ancak Eleğimsağma kitabında
görülen divan şiirine yakın bir üslûp burada görülmez. Bu kitapta halk şiirine
yakın örnekler yer alır. Şiirlerde hece ölçüsünün ve dörtlük nazım biriminin
sıkça kullanılması bu yargıyı destekler. Öte yandan biçim olarak belli bir
standarda ulaşılmaya çalışılır. Birtakım şiirlerinde mısra tekrarlarıyla ahenk
sağlanmaya çalışılır. “Şarkılar Yaptım Sana” şiiri buna örnektir.
Basımı
yapılmamış eserlerinden biri olan bu esere “damga” kelimesinin Eski Türkçedeki
şekli olan “tamga” kelimesi başlık olarak uygun bulunur. Türk edebiyatında
damga kelimesinin fonksiyonuna bakıldığında Hakan İlhan Kurt’un eserine bu ismi
tesadüfî vermediği anlaşılır.
“Türklerin eski geleneklerinden biri de damgalamak veya
damga vurmak geleneği olup bu gelenek Türk boylarının ayırıcı özelliği olarak
karşımıza çıkar. Gerek Divanü Lugati’t-Türk’te gerekse Ebu’l Gazi Bahadır
Han’ın Şecere-i Terâkime adlı eserinde Türk boy damgalarını bulmak mümkündür.
Türklerdeki bu gelenek diğer akraba Orta Asya topluluklarında da görülmektedir.”[95]
Kitap
farklı bölümlerden müteşekkildir. Kitabın içinde “Ayımça Kız” ile “Malazgirt’e
Söz Gerek” adlı bölümler yer alır. Bu bölümler kendi arasında bir bütünlük
teşkil eder. Ayımça Kız, Hüseyin Nihâl Atsız’ın Ruh Adam kitabının
başında yer alan Uygurca masalın bugünkü Türkçeye tercümesi[96]
olan ve bu masaldaki kişilerden Açığma Kün’e benzer niteliklere sahiptir.
Divançe olarak adlandırılması mümkün olan bu bölümde şair rüyasında bu kızı
gördüğünü ve rüya vasıtasıyla bukitabı yazdığını belirtir.[97]
“Halk kültürü açısından bakıldığında rüya; destan, halk hikâyesi, masal, efsane
gibi anlatım türlerinde yer alan ve gelecekte olacakların işaretlerini
verebilen motif olarak tanımlanmaktadır.”[98]
Bu motif bu bölümde farklı terminoloji içinde görülür. Ayımça Kız bölümünde
dikkat çeken bir başka teknik ise bu bölüme başlarken Cemal Safi’nin mısraından
alıntılama yapılmasıdır. “Malazgirt’e Söz Gerek” adlı bölümde ise 26 Ağustos
1071 tarihli bu savaşın destansı bir şekilde izlenimleri anlatılır.
Eser,
Azerbaycan’ın ulusal kahramanı Mübariz İbrahimov’a ithaf edilen “Mübarizname”
şiiriyle başlar. Bunun yanı sıra eserde Doğu Türkistan'ın bağımsızlığı için
mücadele etmiş olan “Osman Batur Betiği” adlı şiir de bulunur. “Türkmen Dağı’na
Doğru” adlı şiirine de bakıldığında şairin bu eserinde Turan coğrafyasına göre
hareket ettiğini söylemek mümkündür.
Sanatçının
oğlu Muhammed Asri için Asr suresinden bir alıntı ile başladığı ve diğer
çocukları için de kaleme aldığı şiirler bu eserin içindedir. Buradaki
şiirlerinde hamasi ve coşkulu bir üslup kullanılır. Şehit Fırat Yılmaz
Çakıroğlu[99] için bir ağıtın da yer aldığı
görülür. Eser daha çok toplumsal temli halk şiiri örnekleri içerir.
2.4.2.
Süreli Yayınlardaki Şiirleri ve Yazıları
2.4.2.I. Şiirleri[100]
(2011)
. “Getir Gülizâr Getir”, Siyah
Beyaz Dergi, 4: 12.
(2011)
. “Yusuf Yüzlü Olmak Zor Bu
Devirde”, Kurgan Edebiyat, 4: 44-45.
(2011)
. “Mübâriz-Nâme”, Siyah
Beyaz Dergi, 4: 16.
(2011)
. “Gün Secdeye Varıyor
Saçlarında”, Siyah Beyaz Dergi, 3: 6.
(2011)
. “Bu Bir Celâli Bağrıdır
Kraliçem”, Siyah Beyaz Dergi, 3: 7.
(2011)
. “Ve İnsan Buna Ne Oluyor Dediği Zaman”, Siyah Beyaz Dergi,
(2011)
. “Yirmialtı Aralık
Hislenişi”, Kurgan Edebiyat, 1: 18-19.
(2011)
. “Aşkın Rehinesiyim”, Kurgan
Edebiyat, 3: 43.
(2012)
. “Ata'dan Öteye”, Siyah
Beyaz Dergi, 7: 5.
(2012)
. “Ant”, Siyah Beyaz
Dergi, 7: Arka Kapak İç.
(2012)
. “Devlet Kuran Devlet
Türk”, Siyah Beyaz Dergi, 6: 4.
(2012)
. “Göğlek”, Siyah Beyaz
Dergi, 6: 12.
(2012)
. “Bir Türkmen Sagusuyum”, Siyah
Beyaz Dergi, 5: 8.
(2012)
. “Yirmi Altı Aralık
Hislenişi”, Siyah Beyaz Dergi, 5: 9.
(2012)
. “Osman Batur Betiği”, Siyah
Beyaz Dergi, 5: 10.
(2012)
. “Üç Gül Teleği Ölüm ve
Bir Doğum Günüdür”, Kurgan Edebiyat, 10: 53.
(2012).
“Diyar İçinde”, Töre, 7-8: 14.
(2012).
“Köl Tigin Ünlemesi - V”, Töre, 6: 33.
(2012).
“Köl Tigin Ünlemesi - IV”, Töre, 5: 24.
(2012).
“Törelenin”, Töre, 2: 5.
(2012). “Köl Tigin Ünlemesi - III”, Töre, 4: 22.
(2013)
. “Sen Benden Kaçıyorsun”, Siyah
Beyaz Dergi, 9: 16.
(2013)
. “Seslen Bana”, Siyah
Beyaz Dergi, 9: 17.
(2013)
. “Âh-ı Sûretten”, Siyah
Beyaz Dergi, 8: 4.
(2013)
. “Bir De Muhammed'im”, Siyah
Beyaz Dergi, 8: 5.
(2013)
. “Diyar İçinde”, Temrin
Dergisi, 58: 6.
(2013)
. “Gün Secdeye Varıyor
Saçlarında”, Herfene Edebiyat, 14: 16.
(2013)
. “Mâbed-i Bûsem”, Töre,
12: 16.
(2013)
. “Ya Dağıl Benimle Ya Beni
Topla”, Töre, sayı 19
(2014)
. “Bildiğin Yörük Çocuğuyum
Ben”, Yör-Türk Dergi, 114: 3.
(2014)
. “Gün Aydı Günaydınım”, Başarı
Edebiyat, 1: 14.
(2014)
. “Beni Tanır Postacılar”, Başarı
Edebiyat, 2: 2.
(2014)
. “Bu Aşk Senden
Sorulacak”, Başarı Edebiyat, 3: 2.
(2014)
. “Göğsüm”, Başarı
Edebiyat, 4: 3.
(2014)
. “Isrâr Etmeyeceğim”, Başarı
Edebiyat, 5: 3.
(2014)
. “Karşılarım Gadanı”, Başarı
Edebiyat, 6: 4.
(2014)
. “Belemir”, Başarı
Edebiyat, 7: 4.
(2014)
. “Seni Çağırıyorum”, Başarı
Edebiyat, 8: 4.
(2014)
. “Beni Tanır Postacılar”, Yeni
Düşünce Dergisi, 764: 47.
(2014)
. “Afşaroğlu Alparslan”, Yeni
Düşünce Dergisi, 765: 51
(2014)
. “Atsız Ata Betiği”, Yeni
Düşünce Dergisi, 766: 46.
(2014)
. “Devlet Kuran Devlet
Türk”, Yeni Düşünce Dergisi, 769: 67.
(2014)
. “Mübâriz-Nâme”, Yeni
Düşünce Dergisi, 770: 52.
(2014)
. “Osman Batur Betiği”, Yeni
Düşünce Dergisi, 771: 42.
(2014). “Postacıyım”, Yeni Düşünce Dergisi, 772: 45.
(2014). “Turaç-Nâme”, Yeni Düşünce Dergisi, 773: 56.
(2014). “Israr Etmeyeceğim”, İnziva, 1: 9.
(2014). “Duruşun Düşer Şehre”, İnziva, 2: 5.
(2014). “Pusatsız Savaşçılar”, Yeni Düşünce Dergisi,
762: 37.
(2014). “Bildiğin Yörük Çocuğuyum Ben”, Yeni Düşünce
Dergisi,763: 49
(2014-2015). “Asiyim”, Başarı Edebiyat, 9: 4.
(2015)
. “Kalırdım”, Başarı
Edebiyat, 10: 4.
(2016)
(2015)
. “Bir Şiir Kadar
Yakınındayım”, Başarı Edebiyat, 11: 4.
(2015)
. “Kavgayla Sınama Yâr”, Kurgan
Edebiyat, 10: 53.
(2015)
. “Annen Darılır Sonra”, Kurgan
Edebiyat, 26: 36.
(2015)
. “Susuyorum Adın Geçince”,
Herfene Edebiyat, 18: 12.
(2015)
. “Bir Semaver Faslı Gece”,
Herfene Edebiyat, 17: 5.
(2015)
. “Yaşlanıyorum”, Yeni
Düşünce Dergisi, 779: 55.
(2015)
. “Türkmen Dağı'nda”, Yeni
Düşünce Dergisi, 780. 48.
(2015)
. “Seni Bu Gece Uykusuz Mu
Bıraktım”, Töre, 28: 8.
(2015)
. “Susuyorum Adın Geçince”,
İnziva, 3: 13.
(2015)
. “Uykusuz Mu Bıraktım”, İnziva,
4: 13.
(2015)
. “Bildiğin Yörük Çocuğuyum
Ben”, Şiar, 3: 19.
(2015)
. “Bir Şiir Kadar
Yakınındayım”, Şiar, 2: 36-37.
(2015)
. “Güce Tapanların
Ülkesinde Asiyim”, Kurgan Edebiyat, 27:
(2016)
. “Titreşir Alevimiz
Kandilimiz”, Ayarsız, 2: Ön Kapak İç.
(2016)
. “Kalmadı Tahammülüm”,
Ayarsız, 3: 23.
(2016)
. “Belemir”, Ayarsız,
4:13.
/Z/2016). “Turaç-Nâme”, Ayarsız,
6: 19.
(2016)
. “Gül Vakti Gülizâr’ın”, Ayarsız,
7: 29.
(2016)
. “Bildiğin Yörük Çocuğuyum
Ben”, Ayarsız, 9: 23.
(2016)
. “Ayrıştık”, Töre,
44: 4.
(2016)
.“Çakıroğlu Fırat
Ağıtlaması”, Dokuz Kalem Dergisi, 3: Arka Kapak İç.
(2016)
. “Kavgayla Sınama Yâr”, Edebice,
2: 38.
(2016)
. “Sen Benden Kaçıyorsun”, Edebice,
4: 19.
(2016)
. “Çakıroğlu Fırat
Ağıtlaması”, Töre, 35: 5.
(2016)
. “Bir Şiir Kadar
Yakınındayım”, Töre, 37-38. 6.
(2016)
. “Deliye Çıkacak Adım”, Töre,
36: 5.
(2016)
. “Geleceğini Bilsem”, Töre,
41: 8.
(2017)
. “Atsız Ata Betiği”, İnziva,
5: 7.
(2016). “Çakıroğlu Fırat Ağıtlaması”, İnziva, 6: 5.
(2016). “Sen Benden Kaçıyorsun”, Herfene Edebiyat,
22: 4.
(2016). “Ey Aşk Diriltme Beni”, Herfene Edebiyat,
21: 13.
(2016). “Bir Emir Cümlesinden Bu Kadar Mı Uzaksın”, Kısık
Sesler, 3: 39.
(2016). “Sen Çay Demlerdin”, Töre, 40: 8.
(2016). “Ben Beklerdim”, Kurgan Edebiyat, 34: 39.
(2016). “Sen Benden Kaçıyorsun”, Kurgan Edebiyat,
33: 34.
(2016). “Annen Darılır Sonra”, Şiar, 6: 16.
(2016). “Gül Vâkti Gülizâr'ın”, Kurgan Edebiyat, 32:
54.
(2016). “Bildiğin Yörük Çocuğuyum Ben”, Kurgan Edebiyat,
31: 26.
(2016). “Turaç-Nâme”, Serencam Dergisi, 3: 18-19.
(2016). “Çakıroğlu Fırat Ağıtlaması”, Şiar, 7: 12.
(2016). “Pusatsız Savaşçılar”, Şiar, 5: 22.
(2016). “Her İsyanın Mahşeri”, Şiar, 4: 18.
(2018)
. “Şipal”, Ayarsız,
11. 23.
(2017)
. “Pusatsız Savaşçılar”, Ayarsız,
12: Ön Kapak İç.
(2017)
. “Bir Merhaba De”, Şiar,
11: Arka Kapak Dış.
(2017)
. “Osman Batur Betiği”, Kurgan
Edebiyat, 37: 26.
(2017)
. “Kim Bilir Belki Bir
Gün”, Töre, 46: 10.
(2017)
. “Göğsüm”, Edebice,
6: 54.
(2017)
. “Bir Semaver Faslı Gece”,
Edebice, 8: 29.
(2017)
. “Ansam Şayet Adını”, Şiar,
10: 13.
(2017)
. “Mübâriz-Nâme”, Ayarsız,
16: Ön Kapak İç.
(2017)
. “Sorgu Dehlizinden Not -
Dört”, Ayarsız, 17: Ön Kapak İç.
(2017)
. “Yazamıyorum”, Ayarsız,
18: 41.
(2017)
. “Tevek”, Kısık Sesler,
8: 30.
(2017)
. “Ziyân Eyledin”, Dokuz
Kalem Dergisi, 4: 21.
(2017)
. “Sebep Eyledim”, Kurgan
Edebiyat, 35: 36.
(2017). “Gün Aydı Günaydınım”, Ayarsız, 14: Ön Kapak
İç.
(2017). “Bahtım Saçlarında Bir Şehir Şimdi”, Ayarsız,
13: Ön Kapak İç.
(2017). “Atsız Ata Betiği”, Ayarsız, 15: Ön Kapak
İç.
(2017). “Sefir Günlüğümde”, Şiar, 8: 7.
(2017). “Temâşam”, Şiar, 9: 27.
(2015)
. “Sükût Neyi Hâlleder?”, Herfene,
20: 13.
(2015).
“Sanat Nedir?”, Kısık Sesler, 7: 39.
(2016)
. “Sükût Neyi Hâlleder?”, inziva,
5: 29-30.
2.4.3.
Çeşitli
Eserlerde Yer alan Şiirleri
Metinlerarasılık
yöntemiyle birtakım şiirleri bazı eserlerine yansıtır. Hakan İlhan Kurt’un,
Hasan Aktaş’ın Çağdaş Türk Şiirinde Bitkiler Âlemi Mecmuası8
adlı kitabının 256. Sayfasında “Bildiğin Yörük Çocuğuyum Ben” adlı şiiri yer
alır.
Çeşitli
romanlarda da şiirleri bulunur. Ayla Koca, Kayıp Kurban8 adlı
romanının 312. Sayfasında şairin “Telaş” adlı şiirine yer verir. Yine İsmail
Gümüş, Hançer8 adlı romanının 11. sayfasına “Malazgirt’e Söz
Gerek” adlı hamasi nitelik taşıyan şiirini alır.
SANAT VE
EDEBİYAT ÜZERİNE DÜŞÜNCELERİ
Sanat
mefhumu tarihi süreç içinde fonetik sanatlarla[101]
ilgilenen araştırmacılar da dâhil birçok düşünürün dikkatini çeker. Nitekim
dünya tarihine bakıldığında devletler, milletler, ülkeler olmadan da sanat hep
vardır. Sanat dünya döndükçe her zaman var olacak ve gelişmeye odaklı
kalacaktır.[102] Esasında sanatın var oluş
tarihi insanlık tarihi kadar eski görünür.
Hakan İlhan
Kurt, hem şair hem de bir sanat adamıdır. Onun dünya görüşü ve yaşam biçimi
sanatına yansır. Sanatın ne olduğu konusunda düşünen şair, “Sanatın tarifi olur
mu? Birbirine benzeyen, hatta birbirine karşıt yahut birbirini bütünleyen
yüzlerce tarif yapılabilir. Yani sanatçı kadar sanat tanımı vardır.”[103] diyerek sanatı dar
bir kalıp içine sığdırmaz ve sanatı sübjektif bir yapı içine yerleştirir. Ona
göre sanat, her şeyden evvel basit ve sıradan şeylerin üstünde etkileyici
fonksiyonu olan bir uğraşıdır.
“Sanat, hissin ses, söz, figür veyahut çeşitli
hammaddeler kullanılarak, ifade, arz ile vücut bulduğu ve sanatçıdan başka
insanlarda da hayranlık, heyecan uyandıran eylemler bütünüdür.”[104]
Sanat
bünyesini farklı unsurların bir araya gelmesi olarak düşünür. “Sanat
sistematiği bünyesinde zekânın, his ile bütünleşmesi yahut ilahî ve beşerî
etkilerin
paradigmaları,
sarmalları görmezden gelinemez.”[105] diyerek şair, sanatı hem
ilham gücüyle Tanrısal bir yapı hem de bir yetenek olarak tanımlar.
3.1.2.
Sanatın
Niteliği ve İşlevi
Sanatçının
aforizma niteliğindeki sözlerinden, mısralarından ve sanatı anlatan
yazılarından sanat ile ilgili görüşlerini ve sanatın işlevi hususundaki
yaklaşımlarını sistematize etmek mümkündür. Bunun yanı sıra sanatçıyla ilgili
yapılan görüşmelerden de bu mevzudaki düşüncelerini bir bağlam içine
yerleştirmek gerekir. Bu bağlam sanatın nitelikleri ve işlevleriyle ilgilidir.
Einstein’in
izafiyet teorisinden günümüze gelen süreçte farklı anlamlar içeren geçmiş,
gelecek meselesi yüzyıllardır tartışılmaktadır. Öncelikle şunu söylemek
gerekir: “Değerleri yaratan teknoloji değil, insandır.”[106]
Bu noktada insanın kalıcılığa ulaşmasının bir şekli de sanat eserleriyledir.
Şairleri ölümsüz kılan yazdığı mısralardır. Yapıtlar yaratıcılarından sonra da
yaşama olanağı bulur.[107] Dolayısıyla sanatın
tartışılması zemini sağlam bir temele oturur.
Sanatçı ve
izleyici arasında kadim ilişki kuranparadigmalar, sanata şiir penceresinden
bakan Hakan İlhan Kurt’un mısralarına şu şekilde yansır:
Mahşere dek mühürlüdür, adımızla yurdumuz;
Hâk yolunda, Hakk’a doğru göğü yırtan ordumuz...
Kabuğunu çatlatacak alaz tutmuş tohumuz,
Sonsuzluğa yeminlidir, pusatlanmış ruhumuz![108]
Hakan İlhan
Kurt, Türk tarihinden aldığı ilhamla eskimeyecek mısralar bıraktığından söz
eder:
Kim sahiplenir bilmem; yüklemi eskise de
Öznesi hiç eskimez kurduğum cümlelerin...
(Belemir, s. 11)
Sanat,
soyut bir yapı içindedir. Nasıl ki kültür, soyut bir yapı içindeyse, sanat da
bir kültür ürünü olarak soyut niteliklere sahiptir.[109]
Burada kalıcılığı simgeleyen esas soyutluk “ruh” kavramıdır. Şairin sanat ve
kalıcılık arasındaki kurduğu ilişki ruh kavramına binaen Yahya Kemal
Beyatlı’nın bu konudaki görüşleriyle uygundur. Yahya Kemal, poetikasını
yansıtır nitelikte olan Edebiyata Dair adlı kitabında bu minvalde
düşünceler belirtir. O, şiirde lisan, zevk, fikir, mazmun gibi şiire dair tüm unsurların
eskidiğini yalnız, aşkın her dem taze kalıp eskimediğini savunur.[110] Elbette onu eskitmeyen unsur,
Hakan İlhan Kurt’un da şiirlerinde dile getirdiği kolektif bilinçle örülü bir
“ruh” mefhumudur. Hakan İlhan Kurt’ göre şairi “bir tespih dizimi zamanı çağın
ötesine götürebilecek imân etmişliği ve inanmışlığıdır.”[111]
Bu ruh, inanmışlıkla örülü manevi bir iklim hazırlar.
Sıradanlığı
reddeden, bir ideoloji içinde hareket eden sanatçıların yalnız kalması ideal
bir durum olarak görülür. “İdeoloji, toplumsal gerçekliği çarpıtma ya da
gizleme anlamında, ya güdülenimleri ya işlevleri, ya da her ikisi bakımından
aslında yanlış olan fikirler üretmesinden dolayı, karşı çıkılabilir bir şey
olarak görülebilir.”[112] İdeolojiler çok katmanlı iki
uç arasında, farklılığı içeren kutuplar bağlamında katı sınırlar çizmeyi sever.[113] Sanatın ideoloji ile olan
ilgisi şairin yalnızlığına kaynak olan unsurlardandır.
Ne çok ölüm varmış oysa,
Ne çok parıldayan yıldız...
Yurt bildiğin kana doysa,
Er dediğin yapayalnız ...[114]
Bir
ideoloji içinde poetikasını şekillendiren Hakan İlhan Kurt, yiğit insanın
yalnızlığına dikkat çeker. Ancak, yiğit kişilerin “parıldıyan yıldız” imgesiyle
ölümsüzlüğü yakaladıkları vurgulanır.
Sanatta
sadece doğada ve insan yaşamında var olan olguların değil düşüncenin,
duyguların ve heyecanın dışavurumunu da bulmak mümkündür. Bu durum ise insan
soyunda var olan evrenselliğe götüren bir terminolojiye sahiptir.[115] Çünkü tüm
insanların acı, mutluluk, sevinç gibi ortak duygular içeren azığı vardır.
Gelenekle
beraber yerelliği öne çıkaran şair, yerellik yelpazesi altında evrenselliğe de
ulaşmaya çalışır. Söz konusu bu düşünce yerellik olmadan evrensellik de olmaz
tezine dayanır. “Evrenselliği kabul edilen hemen her değer başlangıçta belli
bir mekâna ve insan topluluğuna aittir, mahallîdir.”[116]
Şair bu bağlamda edebiyatın sınır tanımadığını, siyasî sınırlara mahkûm
edilemeyeceğini savunur.
“Türk yurdu Türkmenistan sınırları içerisinde işlenen
kimin edebiyatıdır? Yahut Azerbaycan’da harman bulan edebiyatın mâliki kimdir?
Bir Kerküklü, ‘Türkmenem’ haykırışını kimin edebiyatıyla kulaklarımıza
nakşeder? Ya Çolpan’ın Güzel Türkistan şiiri? Muhammed Hüseyn Şehriyâr’ın
Heyder Baba şiirini, Tahran’dan ibaret Fars Edebiyatı’nın bir ürünü mü zannediyorsunuz?
Haydi, Türkiye Siyasî Haritası’ndan mütevellid bir Türk Edebiyatı’nda kır
saçıyla bir Cengiz Aytmatov, mağrur duruşuyla bir Cengiz Dağcı var edelim...
Bölünmüş, parçalanmışsa bir kudret, hükme cesaret eder mi?”[117]
Toplumlar
gelişmeye devam ettikçe, sanatta da gelişmeler olması kaçınılmazdır. Bu düşünce
içinde sanatta yeniliği savunan şair, Türk şairlerinin tüketicilik vasfından
sıyrılması gerektiğini düşünür.
“Geçmişte yazılanları tekrar etmek, şaire ve şiire
hülâsa edebiyata hiçbirşey kazandırmaz. Oysa bu bağın, bu bahçenin çeşit çeşit
rayihası, renk renk çiçeği vardır. Bundandır, belki de. İçerisinde bulunduğum
serüveni bir antikacı dükkânına benzetirim: Arada bir dükkânımı dolaşırım.
Tozlu raflarda kalmış, sıkışmış yahut unutulmuş sözcüklerimi fark eder etmez,
oradan alır, siler, parlatır ve gelenlerin görebileceği şekilde dükkânımın
vitrinine istiflerim. Bir sözcük kişiyi alır, götürür; bir sözcük kişiyi
bulunduğu yerde çakılı bırakır.”[118]
Yenilik
düşüncesinin dil konusuna da yansıması gerektiği düşüncesindedir.
Böylelikle şairler kendini tekrara düşmez.
Sanat
estetik unsurundan ayrı düşünülemez. Sanat ve estetik arasında organik bağ
bulan şair, bu bağın güçlülüğünde güzellik unsurunu öne çıkarır.
“Tanrı’nın kişioğluna ve kişi kızına bahşettiği, emrine
amade kıldığı bütün nimetlerde, bir estetik vardır; kusur akıbetine hemhâl
olunabilecek mekân, zaman diliminde dahi kusursuz ve özgün bir güzellik
nakşedilmiştir. O hâlde estetik ve güzellik kavramları, sanatın ana
unsurlarından biri olabilir mi?”[119]
Öte yandan
sanatı insana güzel gösteren içinde bulundurduğu heyecan ile ruhu coşturan
yapısıdır.
“Sanat bir heyecandır; bir rûh velvelesidir denilebilir
mi? Meselâ, siz de benim gibi bir musikide dalıp gider misiniz? Yahut bir
romanın içerisinde kaybolur musunuz bazen? Siz de bir heykele elinizi uzatıp,
dokunmak ister misiniz? Ya da bir tuvale yakından bakıp, renk cümbüşünü alelade
bir telâş ile ayıklamaya çalışır mısınız? Ayrıntısına girmediğim ve
isimlendirmediğim birçok sanat eseri, sosyal bir varlık olan aynı zamanda bir
ruha sahip olan insan üzerinde etkiler, izler bırakır. Toplumlarla, hatta
devletlerle bütünleşmiş sanat eserlerini, heyecana yer vermeden başka nasıl
anlamlaştırabiliriz? Mısır Piramitleri, Eiffel Kulesi, Mona Lisa Portresi, Tac
Mahal ya da Özgürlük Heykeli, listesini alt alta sıralayamayacağım birçok klasikler,
müzelerde sergilenen antik eşyalar... Tamamı insanlar üzerinde bıraktığı etki,
|heyecan neticesi sanatçısını aşmış eserlerdir.”[120]
Edebiyat
bir bilim dalı olarak soyutlama, genelleme ve yorumlamalara yatkındır. Bu onu
felsefeye yaklaştırır. Güzellikle ilişki kuran felsefe, güzellik ile edebiyat
arasında da bir ilişki kurmuş olur. Güzellik, estetiğin konu alanıdır.[121] Estetik de şiire
çeşitli muhtevalarla girer. Hakan İlhan Kurt’un şiirlerinde biçim formasyonu
estetiğe katkı veren özelliklerdendir.
Sanatta ahenk ölçülerinden biri ritimdir. Şiirdeki ahenk unsurlarından olan
ölçü, bireysel ve toplumsal hayatın ritmi ve ahengiyle ilgilidir. Türk şiirine
hâkim olan ses ve ritim, eski Türk hayatında aranmalıdır. Atların koşu
biçimleriyle Türk şiirindeki vezinler arasında ilişki bulunur.[122] Ritim, bu yönüyle sanat ile
yaşam fenomenleri arasında bir ilgi kurar. Hakan İlhan Kurt’u şair yapan en
önemli ögeler ritim ve ahenk unsurlarıdır. Zira şair anneannesinden duyduğu
namaz sûrelerindeki ses uyumu ve bütünlüğü ile sûreleri meydana getiren âyetler
arasındaki kafiyeye dikkat kesilerek şiire ilgi duyar. Buradan gelen
ilhamlaHakan İlhan Kurt, şiirlerinin mağrur, ritmik ve lezzetli olduğunu ifade
eder.109 Kulağa hoş gelen ritim ögesi ile retorik arasında bir
ilişki kurar. Birçok şiirinin bestelenmesinden yola çıkılarak bu ilişkinin
güçlü olduğu görülür. Sanatçı birçok şiirini bestelenmeye hazır bir şekilde
düzenler.
Değişik uyum unsurlarını mısralarına taşır. Mesela bir bendin ikinci mısrasında
bulunan bir kelimenin ses unsurlarıyla dördüncü mısrasında yapılan kafiye bunu
teşkil eden örneklerdendir:
Uzandım usul usul âğyârdan
kalanlara
İhtimal soruyorum hükmü
zâyi derinden Yüzüm çalgı çağanak bakışlarım kapkara Ne kadar umut varsa
emzirip duruyorum Volkan dudaklarından nevbahar gözlerinden
(“Sorgu Dehlizi’nden
Notlar-9”, Eleğimsağma, s. 166.)
3.I.2.6.
Sanat ile duygu ve idea
Şair idea
ile duyguyu birlikte düşünür. Esasen bu Hegel’in felsefî düşüncelerine yakınlık
arz eder. “Mutlak idealist filozof Hegel, dünya tarihinin tinsel bir zemin
üzerinde geliştiğine vurgu yapar”[123]
Bu yönüyle sanat hem görünen hem görünmeyen ile başka bir deyişle tinsel olanla
ilişkilidir. Hakan İlhan Kurt’a göre duygu ve idea sanatın geleceği adına
birbirinden ayrılmaz iki unsurdur.
“Nurettin Topçu, batan bir dünyâ nizâmının enkâzı
üzerindeyiz derken, bir duygunun ve bir ideanın en vurucu realitesini ortaya
koymuştur. Gerçeğin, iyinin ve güzelin kavgasına duranların, keskin ancak bir o
kadar da naif değerler bütünü inşa etmeleri ve bunu bir düşünce çatısı altında
olgunlaştırmaları gayet doğal süreçtir. Mesela bizim balballarla yahut
yazıtlarla beyanda bulunduğumuz ölüm ve sonrası duygu ve idea örnekleri, Grek
Uygarlığı’nda muazzam heykellerle ve stenlerlevücut bulmuştur. Sanatın
yaşayabilmesi için duygu ve idea vazgeçilmezdir.”[124]
Platon’a
göre idea teorisinde akıl ve gerçeklik birbiriyle özdeş iki unsurdur.
İdea
yaratılmamış, yok olamaz, değişmez, hep kendisiyle aynı kalan, parçalanamaz
bütünlerdir ve bunlara öz ile ulaşılabilir.[125]
Esasen bu öznel bir durumu içerir. Sübjektivizmin itikadına göre, eşyayı
algılayış biçimi sadece öz odaklıdır.[126]
Hakan İlhan Kurt da en eski zamandan beridir değişmeyen bir idealar dünyasına
inanır.
“İlk filozoflardan Thales’e göre Arche diye
adlandırılan ilk madde sudur: Âlem, bir devinim içerisindedir. Ağaçlar ve
otlar, sıcak ve soğuk, yeşil ve sarı... Yaşam bir sanat eseri ise su, yaşamın
hammaddesidir. Suyun olmadığı yerde toprak direnemez, dallar kurur, otlar
sararır; güneş, ölüm sessizliğini kuşanır. Dolayısıyla sanatın icrasında işlenmesi
gereken bir madde vardır. Bu, elle tutulup gözle görülebilen bir şey de
olabilir yahut tamamen zihnî bir veri de olabilir. Heykeltıraş için yontulan
mermer, tiyatrocu
için sahne ve dekor, müzisyen için çalgı aleti ya da
şairin hayalleri, dansçının figürleri, romancının kurguları sanatın maddî ve
manevî hammaddeleridir; sanatçı bu hammaddeleri işlemek suretiyle sanatını
ortaya koyar.”[127]
Sanatçının
değişmeyen idealar dünyasına inanması onun poetikası ile yakından ilgilidir.
Gelenek
çeşitli unsurları bünyesinde barındırır. Gelenek en genel anlamıyla tarih ve an
ile ilgili olarak birçok (folklorik, sosyolojik ya da dinî) boyutlarıyla bir
sürekliliğe işaret eder.[128] Konuyla ilintili Eliot,
gelenekten söz edebilmek için öncelikle tarih şuurunun oluşması gerektiğini
vurgular.[129] Öyleyse tarih ile gelenek
arasında ilişki bulunur. Tarihin canlı yapısı şairin mısralarında kendini
muhafaza eder.
Yas âyini değildir, başak veren şivânlar;
Târih açıp bağrını, vâkte gülümsemez mi?
Ocağımda, barkımda, alaz vurmuş civânlar:
“Sencek lider bir daha, nasıl gelir” demez mi?[130]
Tarihi,
gelenekle ilişkisi ^düşünüldüğünde çok katmanlı olarak görmek mümkündür. Tarih,
bu haliyle bütün parametreleriyle kozmosun dışında değil içindedir. Varlık,
zaman ile değişme kavramlarıyla bir bütünlük içindedir.[131]
Kültür, insanın tabiat, hayat karşısındaki başarılarının, üstünlüklerinin
tabiata kazandırdığı anlamların toplamıdır.[132]
Değişme olgusu bu noktada ortaya çıkar. Hakan İlhan Kurt’un gelenekle ilişkisi
olumlu ve bu parametrelerle bütünlük içindedir. Gelenekle kurulan ilişki şairi
canlı unsurlar içinde hem gelenekle hem de gelecekle problematiği olan bir
tarih sistemi içine oturtur. Şair, tarihe sahip çıkışını şu mısralarla dile
getirir:
Kim sahiplenir bilmem; yüklemi eskise de
Öznesi hiç eskimez kurduğum cümlelerin...
(Belemir, s. 11)
Gelenekle
kurulan ilişki şairin bağlamsal açıdan dikkate aldığı “kültürel iktidar”
kavramıyla önem kazanır. Bununla birlikte şair millî bir çizgiye yönelmiş olur.
Derim ki,
Yıllar var ki ağrımızdır,
Yanan bizim bağrımızdır.
Artık bu son çağrımızdır:
Sahip çık sen birliğine,
Ne mutlu Türk'üm diyene...[133]
“Kültürel
iktidar” mefhumunu önemseyen şair, “Töre Marşı” adı şiiriyle
Türk
milletinin törelenmesini yani, kültürünü koruyup kollamasını, yaşatmasını
ister.
Yanıp yanıp tutuşan, yakıp
duran köz benim,
Han-Mete’den Mehmet’e,
akıp gelen öz benim,
Yalavaç Muhammet’ten din
yücesi söz benim,
Törelenin Tanrı’yı,
törelenip birleyin;
Mavi göğü gökleyin, yağız yeri yerleyin![134]
Sanat ile
gelenek arasında kurulan organik bağ şairin varlık ve kimlik mefhumlarına
dikkat çekmesiyle kendini gösterir.
“Eğer sözü uzatmak istemesem, ‘sanat nedir’ sorusuna
cevaben manevî tasavvurun maddî yetenekle arzı, diyebilirdim. Lâkin öyle
değil... ‘Tabiatın taklididir’ diyen de var, mağaralara ilk resimleri çizenlere
inat; gün düşmüş kayalara tamgalar vuranlara rağmen ‘ideal ve kusursuz
güzelliğin aranmasıdır’ diyen de var. Sanat hem ferdî, hem de içtimaî bir
ihtiyaçtır: Etkisi altına aldığı fertler açısından ruhun estetik ve ahenk
manifestosu, nüfuz tesis ettiği toplum açısından varlık ve kimlik beyanından
ibarettir.”[135]
Nurettin
Topçu idealizm kavramı üzerinde dikkatle duran isimlerden biridir.
Topçu’nun
bahsettiği idealizmin antropolojik bakımından yansıyışı “isyan ahlâkı” kavramlaştırmasının
eseri olan “idealist insan arayışı” çerçevesinde vücut bulur.[136]
Nurettin
Topçu’dan hareketle ideal realiteyi arayan Hakan İlhan Kurt, sanat ile ideayı
birbirine bağlı unsurlar olarak düşünür.
“Nurettin Topçu, batan bir dünya nizamının enkazı
üzerindeyiz derken, bir duygunun ve bir ideanın en vurucu realitesini ortaya
koymuştur. Gerçeğin, iyinin ve güzelin kavgasına duranların, keskin ancak bir o
kadar da naif değerler bütünü inşa etmeleri ve bunu bir düşünce çatısı altında
olgunlaştırmaları gayet doğal süreçtir. Meselâ bizim balballarla yahut
yazıtlarla beyanda bulunduğumuz ölüm ve sonrası duygu ve idea örnekleri, Grek
Uygarlığı’nda muazzam heykellerle ve stillerle vücut bulmuştur. Sanatın
yaşayabilmesi için duygu ve idea vazgeçilmezdir.”[137]
Şair sanat
ve ideayı birbirine yaklaştırırken duygu kavramını bu ikiliden uzak tutmaz.
Birbiriyle
uc noktalar gibi görünen sanat ve siaset arasında bir ilişki mevcuttur.
“Sanatın ideolojik olmadığı düşüncesi, alabildiğine ideolojiktir.”[138] cümlesi sanatın
doğrudan ya da dolaylı bir şekilde siyasetle formasyonunun olduğuna delalet
eder. Sanat ile siyasetin dinamiğini sanatın “fikir” yönü oluşturur. Bu
dinamiğin güçlenmesi sanatı bir araç konumuna getirir.
Barthes’in
yaptığı “yazar” ile “yazman” ayrımı ideolojinin araçsallık boyutuyla ilgilidir.
Burada yazman, yadsınmaz bir bilgi sunmakla görevlidir. Bu yüzden yazman dili
araç olarak kullanır. Yazar ise tersine, niçini nasıl yazmalı hususuna
indirger. Dolayısıyla dil bir amaç hâline dönüşür.[139]
Yazar, ideolojisini yansıtan bir kişi vasfına bürünür.
Hakan İlhan
Kurt, sanat ile siyaset arasındaki ilişkiyi doğrudan yansıtmaz.
Ancak
kullandığı “kültürel iktidar” kavramı bu iki olgu arasında bir ilgi kurar.
Esasında bu,
destan şairi olarak bilinen Hakan İlhan Kurt’un tarihi anlamlandırması ve bunda
kültürü referans olarak alması ile ilişkilidir.
Sanatçı,
Ülkücü hareketin sanatta ideolojik bir yapı olarak yer almasından yana olmakla
beraber bu hareketin sanattaçok fazla yer alamayışından da yakınır.
“Gâzi başbuğun çok sevdiğim bir özdeyişi vardır:
‘vatanını en çok seven, görevini en iyi yapandır’. Özeleştiri yapmak gerekirse,
hemen hemen her alanda iddia sahibi olan Ülkücü Hareket’in şu an en büyük
boşluğu sanattadır diyebilirim. Özellikle güzel sanatlar alanında bir ilerleyiş
kaydetmek elzemdir. Şiir ve edebiyat alanında ise, tarihimizden aldığımız büyük
güç gençlerimize gerekli olan hızı verecektir, düşüncesindeyim. Velhâsılkelam
her ne yaparsak yapalım, Türk milletinin mazisine dayanmadan bir anlam taşımaz.
Bir yanı eksik, bir yanı müphem kalacaktır.”[140]
Sanatçı
Ülkücü hareketin gelecekte çeşitli sanat dalları arasındaki konumuyla ilgili
umut beslediğini de dile getirir.
“Ülkücü Hareket, her sohbette her mecliste ifade
ettiğim gibi içinden nasıl her dönem Enver Paşa, Atatürk, Türkeş gibi
siyasî-askerî dehalar çıkarmışsa; Erol Güngör, Dilâver Cebeci, Basri Gocul,
Niyazi Yıldırım GenÇosmanoğlu, Hüseyin Nihâl Atsız ve nicelerini çıkartacaktır.
1980 İhtilâli’nden sonra ‘bitti’ denilen hareket, Türkeş beğin kutlu önderliğinde
yeniden bir toparlanış dönemine girmiştir. Şu an öğrencisinden edebiyatçısına
kadar her alanda söz sahibi olmak için yükselişte olan bir hareket görüyoruz.
Bu yükseliş, iç terör dönemi diye tabir ettiğimiz 80 öncesi dönemde de vardır.
O dönemin koşulları ne kadar çetin olursa olsun yükseliş engellenememiştir.
Açık bir örnek istenirse, belki de haberdar olmadık gelişinden lâkin hiç
beklemediğimiz anda toprağı çatlatan Aziz Sançar ismi yeterlidir. Bu yükseliş
edebî ve sanatsal alanda da görülüyor elbette.” [141]
Şaire göre
Ülkücü hareket, her zaman bir bayrak gibi teslim edilecek ve geleceğe
aktarılacaktır.
Şiir tek
bir hususi alana indirgenemeyecek oldukça geniş bir yelpaze içinde varlık
gösteren bir uğraş alanıdır. Aslında bu olgu şiirdeki gerçekliğin, kişinin
kendisinin ve kendisini çevreleyen şeylerin yaşam ilişkilerinden doğan
unsurların çeşitliliğiyle ilgilidir.[142]
Şiirin bu çok katmanlı yapısını düşünerek şiiri ayrı unsurlar etrafında işlemek
daha açıklayıcı ve kapsayıcı olacaktır.
Malzemesi
kelime olan edebiyatın en önemli terimlerinden biri olan şiirdir. Sanat,
insanın öteden beri doğuştan getirdiği güzele olan meylinin dışa yansımış
müşahhas bir sonucu; duygu veya psikolojik dünyamızın kelime, nota, tuval, taş,
mermer, tunç gibi malzemelerle olan bağıntısıdır.[143]
Fonetik yani işitsel sanatlardan olan şiir, sanatla ilgisini bu noktada kurar.
“Sanat eseri veya estetik obje, bir var olan olarak ya
bir yapı, ya bir heykel, ya da bir tablo veya şiirdir. O, bir yapı, heykel olarak
taş, tunç veya odun, resim olarak bez veya kâğıt ve boya, şiir olarak da birer
sesten başka bir şey olmayan kelimelerdir.”[144]
Her sanat
eserinin sanatsal bir uğraş olmasında kullandığı araçlar bulunur. Burada şiirin
sanatsal aracı kelimeler olarak ifade edilir. Hakan İlhan Kurt, “Nâzım, en
yalın hâliyle bir san’atı ifâde eder; öyle ki, balmumu ile bağrı sırlanmış
ipliğe
dizilen her
bir tespih tanesi, bu bediî san’atın güzelliğine ve ayrıcalığına dâir birer
şâhitlik vesikâsıdır.” diyerek şiirin bir sanat dalı olduğunu ortaya koyar.
Sanatın
estetik yönü şiir alanında ifade bulur. Sanatın güzel ve dikkat çekici yönüne
dair Hakan İlhan Kurt’un açıklamaları şu şekildedir:
Peki, Sanat bir heyecandır; bir ruh velvelesidir
denilebilir mi? Mesela, siz de benim gibi bir musikide dalıp gider misiniz?
Yahut bir romanın içerisinde kaybolur musunuz bazen? Siz de bir heykele elinizi
uzatıp, dokunmak ister misiniz? Ya da bir tuvale yakından bakıp, renk cümbüşünü
alelade bir telaş ile ayıklamaya çalışır mısınız? Ayrıntısına girmediğim ve
isimlendirmediğim birçok sanat eseri, sosyal bir varlık olan aynı zamanda bir
ruha sahip olan insan üzerinde etkiler, izler bırakır.[145]
Sanatçı
şiir ile şuur arasında şiirin niteliği açısından hem anlam dairesi hem de
çağrışım alanı noktasında bir izdüşümü bulur. Dolayısıyla şiir, diğer sanat
dalları içerisinde farklı bir yerde konumlandırılır.
Her sanat
dalının bir mimarı, işçisi olduğu gibi şiirin de bir şairi vardır.
Hatta bu şiir
icrası için elzemdir. Şairin yarattığı şiiriyle ilgisi bulunan çeşitli
fonksiyonları bünyesinde bulunduran bir yapısı vardır.
Ruh ile
şair arasında bir bağlantı bulan Hakan İlhan Kurt, “Şairâne Ruh” başlıklı bir
deneme tertip eder. Burada şiiri “ateşîn bir hürriyet”; şairi ise, bu “ateşîn
hürriyeti renklendiren bir ressam” olarak değerlendirir.[146]
“Şairâne Ruh” ifadesi ile şu açıklamalara yer verilir.
“Nâif ve oturaklı sözcüklerle bezekli ve zamana kafa
tutabilecek bir şiirin temellendirilmesi, hem bilge, hem de savaşçı bir rûhun
gereğidir; öyle ki, yitirilen değerler üzerinden bir varlık bütünlüğünün elde
edilmesi oldukça güçtür, lâkin yitirilmek üzere olan değerleri yeniden işler
kılmak ve bu işlerlikle hacmin ötesinde gözle görülmeyen ancak hissedilebilen
bütünlük inşası ‘şâirâne rûh’ ile mümkündür. Hülâsa aslolan mevcudiyetin
ötelerinde soluklanan hazları parsel parsel okuyucuya üleştirmek, en kutsal
uğraşılardandır.”[147]
Sanatçıya
göre şiir geçmiş ile geleceği birleştirme hususunda bir köprü ve şair de bu
köprünün tek işçisidir. Köprünün harcı ise bahsedilen o “ruh”tur. Bu bağlamda
şair ve ideal birbirini tamamlayan iki unsurdur. “Edebiyat milletin hafızası,
şiir ise bu hafızanın en kâdim zikridir.”[148]
diyen şair söz konusu “ruh”a göndermeler yapar.
Şairinin
“müstakil coğrafyası” olarak tanımladığı şiiri[149],
sübjektif bir yerde düşünür. Bu durum duygu ve düşüncelerini şiirleri
vasıtasıyla ortaya koyduğu fikrini öne çıkarır.
Hakan İlhan
Kurt, şair ile cevval kelimesi arasında organik bir bağ kurar. Cevval,
davranışları çabuk ve kesin olan manasını taşır.[150]
Şair ile ruh arasında kurulan bağlantıdan yola çıkıldığında cevval kelimesinin
bilinçli olarak kullanıldığı görülür. Arka planda bu durum, ruhun gıdası olarak
da düşünülen coşku kavramıyla ortaya çıkar.
Sanatçı,
şairlik yetisinin bir maharet gerektirdiğini düşünür. Ancak bu maharet de yine,
soyut bir kavram olan ruh ile bağlantılıdır:
“Maharet, ruhun bir izdüşümüdür. Zira cümle imkânlar bir
meta kabul edilip hazır edilse, zanaatkâr ne kadar eğitimli olursa olsun,
maharet söz konusu değilse, arz ve tesis edilecek ürün iğreti bir duruş
sergileyecektir ve bütün mükemmellikler, ruhun öz mayası aşk öncülüğünde ve
mahareti sevgi ile göz ve gönül aydınlığına soyunmuştur.”[151]
Hakan İlhan
Kurt’a göre şairlik belli bir donanım gerektiren bir uğraş alanıdır. Çünkü şiir
çeşitli fonksiyonları bünyesinde taşır.
Edebiyat
malzemesi kelimeler olması sebebiyle her şeyden önce bir dil sanatıdır. Şiir
dili, bir milletin gündelik yaşantısı içinde kullandığı ve başvurduğu ortak dil
içinde önemli bir yere sahiptir.[152]
Onun en önemli ifade vasıtası ya da malzemesi dildir.[153]
Nitekim edebiyat da bir bilim ve sanat dalı olarak iki temel vasıtayı
bünyesinde barındırır. Bunlardan ikisi de dille ilgilidir: İnsan ve dil. Öte
yandan şiirin dille yakından münasebeti onu millî bir noktaya yükseltir.
“Hammadde olarak önceden var olan bir sistemi, dili kullanır.”[154] Kullanılan dil, milletin
dilidir.
Hakan İlhan
Kurt’un şiirlerine bakıldığında şiirlerinde yaşayan canlı Türkçenin yanında
arkaik denilebilecek kelimelere de yer verdiği görülür. Arkaik kelimelerin
hâlen Çukurova yöresinde yaşadığını da belirten şairin gayesi bizim olanı bize
kazandırmaktır. Bu noktada Goethe’nin, “bir dilin kudreti, kendine yabancı olan
şeyleri
atmakla değil, onları yutup hazmetmekte gösterir” cümlesine kıymet verir.[155]
Şair için
geçmiş bir hazine niteliğindedir.
Ona göre
şiir dili yenilik ile de ilişkili olmalıdır. Dilde gelişim ve ilerleme yenilik
ile mümkündür:
“Türk Edebiyatı’nın kendine özgü bir ‘şiir dili’ ve bu
şiir dilini zenginleştiren ‘şiir sözcükleri’ mevcuttur. Güzellik yahut
uygunluk, yakışıklık ve zarafet kavramları bu şiir sözcüklerinin etkin, bu şiir
dilinin doğurgan kullanımı ile mümkündür”[156]
Dille
ilgili hassasiyeti bulunan ve bunu kendi eserlerine yansıtan şair,
şiirlerindearistokrat ve külfetli bir dilin aksine mümkün olduğu kadar öz
Türkçe kelimelerle örülü sade, açık ve anlaşılır bir dil tercih eder.
Şiir ile
dil ilişkisi arasına ahenk ögesini yerleştirir. “Ahenk, şiirin işitme duyumuza
hitap eden boyutudur. Ses ve ahenk, şiiri nesirden ayıran en temel unsurlardan
birisidir.”[157] Şaire göre söz saltanatının
bu “manevi alametleri” şiiri ayrıcalıklı kılar.
Hakan İlhan
Kurt, şiir ile ruh arasında bağlantı kurarken şiirin kendine özgü formlarına da
dikkat çekmiştir. Bunu ise “râhle-î tedris” kavramıyla dile getirir.
“Demircinin körüğünde kızmış demire şekil vermek için
‘ruh’ yeterli midir? Elbette değildir. Demiri şekil alabilecek kıvama getiren
ateşin şiddeti, örsün göğsündeki dayanma kudreti, her çekiç darbesindeki
estetik ve bir düzlem boyutunda demirin alınteri ile yoğrulma disiplini... Ruh
ile birlikte yılların dönemsel ve evrensel habbesinden sağılmış râhle-î tedris
ile mümkündür. Bunda şüpheye düşüldüğü lahza, zannın kıyâmeti başlar.”[158]
Ona göre,
“Dil ve his, şiirin ana kaynaklarındandır. Dil, millî bir unsurdur; his ise
beşerî bir unsurdur.”[159] Bu hususla şiirin bir
disiplin ifade arz ettiğini dile getiren şair, şiirin basit kelimelerle art
arda sıralanmış kelimeler dizgesi olduğunu kabul etmez.
18. yüzyıl
itibarıyla sanat Aristoteles’ten bu yana taklit olarak tanımlanmaktan öte özgün
bir kimliğe bürünür. Sanatçı artık taklit etme yeteneği olan bir zanaatkâr
değil de yaratıcılık kisvesi altında bir anlam oluşturucu olarak toplum içinde
yer bulur.[160] Aristo ve ortaçağ döneminin
sanatı taklit olarak görmeleri yaratma unsurunun sadece Tanrıya özgü olarak
kabul edilmesi, şairin ise olsa olsa
ancak bu
güzelliği taklit etmesi fikri ile ilgilidir.[161]
Öte yandan, Aristoteles şair ile tarihçi arasındaki farka dikkat çekerek şairin
taklit unsurunu gerçekten olan değil, olması gereken şeklinde işlediğini
belirtir.[162] Bu durum şiir ile özgünlük
kavramlarını birbirine yaklaştırır. Şiir ile özgünlük arasındaki bağıntı
Kant’ın yorumuyla da anlam bulur. Kant, güzel sanatların dâhilik ile olan
ilişkisini belirtir. Dâhiliğin ise özgünlük gerektirdiğini ifade eder.[163] Bu durumda özgünlük, kolay
elde edilemeyen bir kavramdır.
Hakan İlhan
Kurt, şiirin sınırlarını millîlik boyutuna taşısa da şiirde özgünlükten yana
bir görüntü çizer. Şiirde kümeler, biçim alışılmışın dışında da görünebilir.
Hakan İlhan Kurt, bu meselede ise ulvî bir gaye arar.
“Şiir, şairin kendi âleminde özgürce hareket ettiği bir
coğrafyadır desem, hata etmiş olur muyum? Ya bu coğrafyada soluklandığı her
güne bir mahrem atfettiğini beyân etsem, ileri gitmiş olur muyum? En bâkir
hâlleri ile sırladığı bu coğrafyadan derlediklerini kavramlara şifrelemek,
başka bir ifade ile kavramları şairin kendisinin biçip diktiği urbasına
büründürmek, ulvî bir gayenin neticesi olmaz mı?”[164]
Özgünlük
kavramı şairde kelimelerle anlam kazanır. Hakan İlhan Kurt şiirde yeni
kelimeler ve tamlamalar arayışı içerisinde olduğunu belirtir. Nitekim bir kısım
şiirlerinde yer alan “bala beşik” kelime grubu buna örnek teşkil eder. Bu durum
metaforik bir anlatımla şöyle ifade edilir:
“Düşünün ki, şair hüviyetimle ben bir antikacıyım.
Coğrafyam, küçük bir antikacı dükkânı... Her sabah, besmelemle birlikte
raflarımda unutulmak üzere olan sözcüklerimin tozunu alırım; Onları özene
bezene yeniden raflarına dizerim. Birini dükkânımın önünden geçecek olanlara
arz edecek olsam, içimdeki kıskançlık tığlarının verdiği batmaları umursamadan
başka başka bakışlara mühürleyecek şekilde rafından alır, vitrine koyarım.
İsteyen, vitrindeki herhangi bir sözcükte kendini bulur; ben ise bütün
sözcüklerde kendimi yitiririm.”[165]
Şiiri,
şairinin özgür hareket alanı olan “müstakil coğrafya”da konumlandırmış[166], okuyucusunun anlam
huzmelerine bırakmıştır.
Şair,
şiirdeki özgünlüğünü seçtiği konu ile ilgili de görür. Türk tarih ve kültürünü
kendisine şiirde bir yol haritası olarak seçen Kurt,
“aşk üzerine yazılan bir şiirde birçok sözcük daha önce
kullanılmıştır ve siz, şiir yazarken tekrara düşme kaygısı yaşarsınız; oysa,
tarihi bir konu hakkında şiir yazarken, böyle bir kaygınız olmaz. Zirâ bu alan,
henüz işlenmemiş hammadde hükmündedir; söz sanatlarının her türlüsünü
rahatlıkla kullanabilirsiniz. Bir olayı, tarihi metin olarak okumakla manzum
olarak okumanın farkına gelince tarihi metinlerin neden sonuç ilişkisi
içerisinde değerlendirdiği konulara, olaylara ve şahsiyetlere, tarihi manzumlar
his ilâve eder. Ayrıca tarihi olay yahut şahsiyet, bu
gibi çalışmalarla edebiyata kazandırılmış olur.”
diyerek tarih
konusu işlenmemiş bir hammadde olarak görür. Bu yolla da özgünlüğü seçmiş olur.
Bu yolla konu ve tema yönünden tekrara düşülmeme sağlanılır.
Şiirin
özgünlüğüyle şairin yaratıcılığı devreye girer. Hakan İlhan Kurt’ta yaratıcılık
düşüncesi sorunlara karşı sükûtun olmaması gerektiği düşüncesiyle şekillenir.
Bu noktada şairin gam çekme nedeni şiir yaratma endişesindedir. Netice itibarıyla
şair Mehmet Emin Yurdakul’un poetikasından şiirlerine yansıyan “milletin
dertleriyle haykırmak”[167] fikri çerçevesinde düşünür.
Ona göre
“gözden düşürülen yahut yitirilen değerler, hunharca katle mâruz kalan hisler,
infazına hükmedilen vedialar ve öz varlığından koparılan ya da yozlaştırılan
manifestolar, yaratıcı eylemi zorunlu kılar.”[168]
Yaratıcı eylemden kastettiği, gerektiğinde şairlerin yönlendirici bir güç
olarak toplumsal temalarla milletine hizmet etme durumudur.
Şiirin var
oluş tarihi insanlık tarihi eskidir. Ancak destan dönemini bir kenara
bırakırsak şiirde tarihi unsurların bulunması daha sonraları gerçekleşir.
Edebiyatımızda tarihten ilham alarak şiir yazma Abdülhak Hâmid’le başlar.[169] Hakan İlhan Kurt, tarihten
ilham alan şairlerdendir. Yayımlanan dört kitabının ikisinde destan formundan
yararlanarak tarihten bir perspektif ortaya koyan sanatçı, şiiri tarihsel bir
gerçeklik içinde düşünür.
“Tarihten Türk’ü çıkarttığınız zaman geriye bir şey
kalmaz. Bu nedenle sağda solda boşuna didinip ilhâm aramaya gerek yoktu. “İnsan
sevdiğiyle beraberdir” hâdisi neden Türk Tarihi’ni seçtiğime bir açıklama
olabilir. Ömür vefa ederse Türk tarihinin daha birçok noktalarına ışık tutmayı
istiyorum. Merhum Gökalp, “Sakın hakkım var deme, Hak yok, vazife vardır”
diyor. Türk’ün vazifesi kâinat güzelleştiği zaman bitecektir.”[170]
Şiirin
tarihten ilham alması gerektiğini düşünen sanatçı, bu yolda destan şairliğini
önemli görür. Tarihiyle övünç duyulası bir milletin, destan şairliği çıkarma
konusundaki zayıflığına ise anlam veremez:
“Derin bir tarih, geniş bir coğrafya ve köklü bir
edebiyat... Türk Milleti’ni, diğer dünya milletleri ile mukâyese ettiğimizde ya
da oranladığımızda, Türk Destan Edebiyatı’nın zirvede olması gerekmez miydi?
Ancak Basri Gocul, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu isimlerine Fazıl Hüsnü
Dağlarca, Arif Nihat Asya ve Dilaver Cebeci isimlerini de eklesek, toplamda 5
destan şairi çıkarabilmişiz. Bu konuda bir daralmışlık ve atalet var. Niyazi
Yıldırım Gencosmanoğlu’nun bir söyleşisinde rastlamıştım: Ya konu biterse imalı
bir soruya Gencosmanoğlu, Türk Tarihi’nde yazılacak daha çok konu var, diye
cevap vermişti. Evet, yazılacak çok konu var Türk Tarihi’nde... Bu, bana da
yeter, benden sonra gelecek olanlara da. Tann’nın bahşettiği bir ilhâmı, millet
yolunda fedâ etmekten başka ne yapabilirdim ki?”[171]
Esasında
sanatçının destan şairliğinin azlığından duyduğu bu şikâyet sadece bir
sitemdir. Çünkü Türk’ün her dönemde destan şairi çıkaracak gücünün olduğunu ve
bunu da başardığını da beyan eder.[172]
Bu noktada Türk’ün tarihi övünç duyulasıdır.
Tarih bir
sürekliliği arz eder. Değişimlerin yanı sıra sürekli şeyler de bulunur. “Soy
yapıtlar” denilen şeyler zamanla yeni anlamlar, yeni boyutlar ve yeni yorumlar
kazanarak çağdaşlığını yitirmeyip tarihle iç içe bir görüntü sergiler.[173] Hakan İlhan Kurt,
bu “soy yapıt” ifadesine ulaşmayı arzu eden bir şairdir.
Şiirdeki
tarihsellik olgusu gerçeklik olgusuyla da bir bütünlük arz eder. Bu gerçeklik
aynı zamanda hem somut bir anlayışı hem de insanın sezgileri, tasarıları ve
izlenimleriyle yüklü soyut bir ifadeyi temsil eder. Hakan İlhan Kurt’un şiir
kaynağı bu iki gerçekliği de yansıtır. Bu gerçeklikler şairi yine, millîlik
sınırlarına çeker:
“Şiir yaşanmışlık ister, acı ister, mücadele ister,
kaderin kadehinden tatmışlık ister. Türk Edebiyâtı’nın harcı, Türk’ün kültürel
ve sosyolojik unsurlarından ibârettir. Bu, evrensel anlamda diğer unsurlara
kapalı olduğu anlamı taşımaz. Edebî çalışmalarda bütünleyici olmak, entelektüel
bir sınıfımızın oluşmasında etkin rol oynayacaktır. Kör ve bağnaz rüzgârların
esiri olmak ne derece vahim bir hâdise ise, felsefî çıkmazlarda bir edebiyata
kimlik kazandıran özvarlığı inkâr etmek de bir o kadar vahim bir hâdisedir.
Felâketimize sebep olacak anlayış, bu anlayıştır. Şu da çok iyi idrâk edilmelidir
ki, edebiyatımızın bağrında bütün kutsallarımız konusunda birini dahi ziyân
etmeden ayrımcı olmak, izzetimizdendir.”[174]
Sanatçı
tarih, gerçeklik ve kültür olgularını birlikte düşünerek şiirde bunların
gerekliliğine vurgu yapar.
3.2.2.
Edebiyatın
Diğer Bilimlerle İlişkisi
Edebî
türler kapalı sistemler değil, birbiriyle ilişkili, karşılaştırma özelliği
bulunan ve türlerin kapsam alanını da genişleten bir sistem içindedir.[175] Bu sistem edebiyatla diğer
bilimlerin karşılıklı etkileşimine zemin hazırlar. Hakan İlhan Kurt, edebiyat
ile çeşitli bilim dalları arasında ilişki kurar.
“Edebiyat tarihle, coğrafyayla ve sosyolojiyle olan
ilişkilerini tesis eden iletişim merkezidir; tema edinilen tüm hammaddeler
yaşatılacak olan kültüre aittir ve üretilen tüm ürünler yine aynı kültürün
zaptı altına alınır. Bütün gâye, kültürel varlığı ve değerleri zamanın ötesine
taşımaktır.”[176]
Edebiyatın
tarihle, coğrafyayla ve sosyolojiyle iç içe olduğunu düşünen şair, bunları
kültürel bütünlüğün en önemli unsuru olarak yorumlar.
Platon’dan
beridir edebiyat ile gerçeklik arasında bir ilişki olduğu görülür. Nitekim
Platon, edebiyatta yalanın olmaması, gerek insanlar gerekse Tanrılar hakkında
doğru şeylerin anlatılması gerektiğini ifade eder.[177]
Bu bağlamda edebiyat ile tarih arasında yüzyıllardır kuvvetli bir ilişki
vardır. Bunda ise iki bilim sahasının da konusunun insan ve onun serüvenlerinin
olması ve edebiyat ile gerçeklik unsurunun bir formasyon ilişkisine sahip
bulunması etkilidir. Edebiyat ile tarih arasındaki bu yakın ilişki edebiyat
tarihi diye adlandırılan ayrı bir bilim sahası vücuda getirir. Bu alanın tarihi
seyrine bakıldığında 19. yüzyılda Batı’da gelişim gösterdiği görülür. Rene
Wellek[178] bu sahaya öncülük eden
kişilerdendir. Türkiye’de bu sahada birçok isim tarafından çalışmalar kaleme
alınır. Bu isimlerden biri olan Ahmet Hamdi Tanpınar, On Dokuzuncu Asır Türk
Edebiyatı Tarihi[179]
adlı eserinde Tanzimat dönemi ve sonrasını kapsayan tahlil ağırlıklı bir eser
konumunda çalışma sunar. Özellikle Lanson’un açtığı yolda ilerleyen Fuat
Köprülü ise kendisinden sonra gelenlere yol göstererek edebiyat tarihini
sistemli hâle getiren isimdir. “Milliyetçilik kuramlarından birini geliştiren
Anthony D. Smith’in temel tezi, modern milliyetçiliklerin geçmiş etnik
topluluklar ve bağlılıklar ele alınmadan
anlaşılamayacağıdır.”[180] Edebiyat tarihi çalışmalarına
başlangıçtan itibaren bakıldığında çalışmaların bu tez ile örtüştüğü görülür.
Nitekim bu çalışmalar tarihten ve kültür unsurlarından ayrı düşmez. “Edebiyat
tarihinin olmazsa olmaz bir koşulu da edebiyat metinlerini iletişimsel ve
kültürel belleğin araçları olarak görmektir.”[181]
Bunu sağlayan türlerden biri olarak destanlar zikredilir. Zira destanlar
da bir kültür ürünü olarak doğar.
Hakan İlhan
Kurt, bir destan şairi konumunda tarih ile edebiyat arasındaki ilişkiyi şiirsel
perspektifle okuyuculara sunar. Destan şiirinin farklı niteliklere sahip
olduğunu belirtir:
“Destan Şiiri, metodolojisi ile müstesnâ bir konumdadır;
bilgi edinme, kronoloji tertibâtı ve kullanılan dil açısından esâsen epik şiir
türünden de ayrı bir sınıflandırılmaya tâbi tutulması zarûrettir. Vınlayan her
okta, çekilen her kılıçta ve atılan her kurşunda ritmik ve estetik bir figür
yakalanabilir. Sadece güzele yazılmaz şiir.”[182]
Ona göre
destan şiiri, tarihi olaylarla ilişkili olarak olaylar karşısında milletlerin
tavrını ve duruşunu göstererek kültürel kodların ne olduğu sorusuna cevap
verir. Şair destan şiirini “millî hafızanın önemli dipnotlarıdır.”[183] şeklinde tanımlayarak
Kalevala Destanı’nın yeryüzünden silinme noktasına gelen Fin Milletini ve
devletini yeniden doğurduğuna da dikkat çeker.[184]
Bu yönüyle edebiyat, tarihi hem etkiler hem de ondan etkilenir.
Mısralarında
Türk tarihinde yer alan çeşitli devletlerin izlerini bulmak mümkündür:
Bir Kök-Türk alfabesi, bir Selçuklu mavisi,
Figürü derli toplu, Türk-Türkmen betiğiyim;
Ay ata, Atsız Ata, tamgaların ravisi,
Gerilmiş destanların en kavi tetiğiyim.[185]
Hakan İlhan
Kurt’un şiirlerine tarih olgusu bilinçli yansıtılır. “Hatırlamak, geleceğin
temel kurgusunu oluşturan eylemdir.”[186]
Şiir ve edebiyat alanında ise tarihi, gelecek nesiller adına bir güç unsuru
olarak kabul eden şair, edebiyatın Türk
milletinin
mazisine dayanmadan bir anlam taşımayacağı kanaatindedir.[187]
[188] Edebiyatın roman sahasının da
tarih ile ilişkili olması gerektiğini savunur. Bu yolda Hasan Erimez’in etkin
rol aldığını belirtir.
“Demirdağın
Kurtları ve Kutlu Kağanlık romanları ile Hasan Erimez karındaşımız, târihî
romancılığımıza Hüseyin Nihâl Atsız’dan sonra ciddi anlamda bir soluk olmuştur.
Tarihimizden almış olduğu hız ve haz, bu
gücümüzün en etkili silahıdır.”
Tarih,
“yaşanmış geçmiş” olarak kabul edildiğinde tarih kavramı sadece beşeriyete
mahsur kılınır. Oysa tarihin kozmik bir yapısı da vardır.[189]
Tam da bu noktada tarih ile edebiyat birlikteliği, edebiyat ile sosyoloji
arasında bir bağlantı kurar. Ancak burada şunu hatırlamak gerekir: Kurmaca ile
gerçeklik arasında bağıntısını tarih kitabı ile tarih romanı ilişkisi gösterir.
Yani yaratıcı yazarın estetik kaygılarla hayal gücü zenginliğini ortaya sererek
gerçekliğe katkıda bulunma yetkisi bulunmaktadır.[190]
Hakan İlhan Kurt bu yapıyı destan şiirlerinde hamasî ve bediî üslubu lirik bir
tabanda işleyerek okuyucuya verir. Bunda destan formunu kullanarak millî
benliğe katkıda bulunma isteği bulunur.
Sosyolojinin
toplum bilimi olması edebiyatın da bir yönünün toplum olgusuna dayanması ikisi
arasında bir etkileşim meydana getirir. Şiir ile toplum arasında bir ilgi bulan
Hakan İlhan Kurt, insanlığın ilk gününden itibaren bunun var olduğunu düşünerek
bu konudaki görüşlerini şöyle beyan eder:
“Şiir beşerî bir sükûnet, toplumsal bir haykırıştır;
ferdî anlamda bir râmiyeti, sosyal anlamda bir başkaldırıyı ifade eder.
Sahiplenme içgüdüsü, beşeriyet ve cemiyet adına varlık beyânını ve kavgasını
doğurmuştur. Hâl üzere mağara duvarlarına yakılan ilk resimler, günyanığı
kayaların yüzlerine vurulan ilk tamgalar ve toprağın böğrüne işlenen ilk
figürler şiir adlı tohumun kabuğunu çatlattığı lahzadır. Dolayısıyla şiiri
yazının icâdıyla ele almak, hatalıdır.”[191]
Sosyolojinin
edebiyata yönelik faaliyetleri sosyolojinin edebiyatı toplumsal bir süreç
olarak görmesinden kaynaklıdır.[192] Sanatçı, edebiyatla toplumu
iç içe görerek şiirinin toplumsal bir ürün olduğunu dile getirir. Edebiyat ile
toplum arasındaki yadsınamaz ilişki araştırmacıların ilgi odağı olur.
“Çoğu durumda kendisi de bir okuyucu olan yazar, edebiyat
çevresine aittir ve düşünce ve yargı alışverişine katılır. Kendisinin edebiyat
dünyasından ayrı yaşadığı veya tamamen farklı sosyal dizgelerde yaşadığı birkaç
örnekte bile edebiyat çevresinin kendi
eserlerine yönelik tepkisinden ve kendisinin o çevreden
etkilendiği bilgisinden kaçamaz.”[193]
Edebiyat
toplumun ifadesidir. Bu ifade görünür bir şekilde yapılır.[194]
Destan şiiri çalışmalarıyla şair, toplumun tarihi bir kesitine ayna tutarak
aslında toplumu yansıtır. Bu tarihi perspektiften toplumun o dönemdeki
yaşayışı, kültürü, inancı gibi çeşitli toplumsal unsurlara rastlamak mümkündür.
Bir milletin ve kültürünün gelişiminde edebiyatın önemli bir konumda bulunduğu
su götürmez bir gerçektir. Çünkü edebiyatın konusu insan, malzemesi ise dildir.
Coğrafya ve
edebiyat, sürekli olarak etkileşim ve karşılıklı üretim içinde olarak
birbirlerini etkileyen iki ayrı bilim sahası olarak dikkat çeker. Coğrafya,
edebiyat eserlerine özellikle mekân ve içerik bakımından aktarım sağlamakta öte
yandan edebî eserler, kurgulandıkları dünyanın coğrafyasına egemen olmaktadır.
Bir edebî eserin ait olduğu coğrafyanın hususiyetlerini taşıdığı da
muhakkaktır.[195] Bu da edebiyatın millilik boyutlarındandır.
“İnsanın yaşadığı mekânla bütünleşmesi, vatan adı verilen
bu mekânın tarihi ve kültür değeriyle kaynaşması; coğrafyaya ait imkânları,
sözü edilen kültür ve tarihi değerlerden hareketle insanîleştirmesi gerekir.”[196]
Kültürel
bütünlüğün en önemli unsurlarından biri olarak görülen edebiyatın coğrafyayla
ilgisi görülür. “Derin bir tarihin, geniş bir coğrafyanın ve köklü bir
edebiyatın haykırışını muhteva ettiğini savunan”[197]
Hakan İlhan Kurt, bu geniş coğrafyayı şiirlerinde yansıtmaya çalışır. Destan
şiirlerinde Türklerin önemli yaşam alanı olan bozkır düzenini ortaya koyar.
At sürüp bozkıra, çayır
çimene, Vuruş meydanında, uluğ kömene, Alaca yeminli dokuz tümene (Köl Tigin
Ünlemesi, s. 8)
Turan
idelaine sahip Hakan İlhan Kurt’ta vatan coğrafyasına umumî bir bakış vardır.
Şiirlerinde diğer Türk ülkelerini de bulundurması buna delildir.
Şairin
Harold Blomm’un bahsettiği etkilenme endişesiyle ilintili yakınlık duyduğu
şairler olmakla birlikte kimi zaman şiirlerinde atıfta bulunduğu ve kimi zaman
da söyleşilerde bahsettiği belli başlı şairler bulunur.
Bir destan
şairi olan Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu Gençosmanoğlu, şair ve yazar kimliğini
Türk tarihi ve kültüründen esinlenerek oluşturur. Bu yolda destan şairliği
kimliğiyle ün salmış olup kendinden sonra yetişen destan şairlerine de öncü
olur. Bu isimlerden biri Hakan İlhan Kurt’tur. Kurt, “Ya konu biterse imalı bir
soruya Gençosmanoğlu, Türk Tarihi’nde yazılacak daha çok konu var, diye cevap
vermişti. Evet, yazılacak çok konu var Türk Tarihi’nde...”[198]
diyerek Gençosmanoğlu’ndan hem eser hem de poetika bakımından etkilendiğini
dile getirir. “Sanatta hedef, söz konusudur. Hedefi olmayan sanat, aynı zamanda
anlamı olmayan bir meşgaleden ibarettir.”[199]
diyen Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Hakan İlhan Kurt’u sanatın ereği
noktasında da etkiler. Buradan hareketle Kurt, “Bütün gâye, kültürel varlığı ve
değerleri zamanın ötesine taşımaktır.” diyerek sanatı kutsî bir amaç üzerine
oturtur. Bununla birlikte “Türk Edebiyatı’nın harcı, Türk’ün kültürel ve
sosyolojik unsurlarından ibarettir.”[200]
ibaresinde bulunan sanatçı, kültürel unsurları ve toplumsal içerikleri şiiri
için gerekli bulur.
Her
milletin kendine ait bir zihin kümesi bulunur. Milletin sürekliliği için ise bu
kümeler değerlidir. Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, milletlerle insanlar
arasında bir benzerlik bularak “Dünü hatırlayamayan bir insan, bugünün manâsını
anlayamaz. Yeni doğmuş bir çocuk nasılsa, öyledir. Hafızasızlık devam ettikçe,
çocukluk da devam eder.”[201] tümcesiyle kolektif
bilinçaltına vurgu yapar. Hakan İlhan Kurt da benzer bir düşünce yapısıyla Türk
milletin mazisine dayanmadan oluşan bir edebiyatı değerli bulmaz.[202] Bu düşünceyle tarihi, nazım
formunda işler.
Niyazi
Yıldırım Gençosmanoğlu’nun yanında Basri Gocul’a da kıymet veren ve bu ikisine
minnet duyduğunu belirten şair, son yüzyılda yaşanılan gerileme ve
sallantıların, Türk milletinin özgüvenini sorgulamaya başlamasıyla
sonuçlandığını
bildirir.
Böyle bir dönemden sonra Bilge Kağan edasıyla, gereken titreme ve kendine
dönüşün, bu iki büyük Türk şairi tarafından yeni nesle tarih formuyla
aktarılmaya çalışıldığına dikkat çeker.[203]
Şair aynı titizlik içinde sanat gayesini ortaya koyar.
Sanat bir
yapı içinde seyreder. Sanatı bir kural çerçevesinde “eğitim işi” olarak gören
Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu[204] Hakan İlhan Kurt’u bu noktada
da etkiler. Zira şair, Türk edebiyatında ilkelerle örülü bir nizamın
varlığından bahseder.[205] Bu hâlde Türk edebiyatı, hem
maddi hem manevi formda belirli bir şemaya sahip millîliği simgeleyen bir
sahadır.
Niyazi Yıldırım
Gençosmanoğlu, destanları milletin en yüksek duygu, düşünce ve isteklerini
ifade eden bir tür olarak yorumlar. Bu konuda, bir İngiliz şairinin şu sözünü
hatırlatır: “Bir kahramanlık şiiri, şüphesiz ki, insan ruhunun başarabileceği
en büyük eserdir.”[206] Destan şairliğine önem veren
ve bu yolda yetişmiş şairleri değerli bulan Hakan İlhan Kurt’un şiire
yaslandığı form bu düşüncelerde gizlidir.
Şairin
poetikasını oluşturan bir başka önemli isim Ziya Gökalp’tir. Ziya Gökalp,
“Romantik duygular hâlinde başlayan Türkçülük ve Turancılık akımını siyasî,
iktisadî ve kültürel sahada sistemleştirmiştir.”[207]
Hakan İlhan Kurt, Turancılık fikrini savunanlardan biri olarak ondan etkilenir.
Ziya Gökalp’in Türkçülüğün Esasları adlı kitabından hareketle, “Hak yok,
vazife vardır, Türk’ün vazifesi kainat güzelleştiği zaman bitecektir.”[208] ibaresini kendisine şiar
edinir.
Etkilenilen
bir başka isim Yahya Kemal Beyatlı’dır. “Yahya Kemal, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın
da belirttiği gibi ‘yeninin ve millî olanın bayrağı’dır.”[209]
Türk edebiyatının önemli isimlerinden biri olan Yahya Kemal, ruh ile bedenin
bir bütün olmadığını belirterek asıl ezelî olanın “ruh” kavramı olduğunu ifade
eder.[210] Zaman konusunda Bergson’dan
etkilenen Tanpınar, “Bu günün rüzgârında yıkanan mazi
gülü”[211] mısraıyla bu etkilenimin
tezahürünü veren şiirlerinden birini oluşturur. Yahya Kemal de Tanpınar
etkisiyle bu zaman kavramını benimser. Bu benimseyiş zamana geçmiş ile gelecek
arasında bağ kuran soyut bir kavramı köprü olarak temel tutar. Bu bağlamda
sanatçı “kültürel iktidar” kavramını Türk edebiyatı için değerli bulur.
Şair, Yahya
Kemal’i çeşitli şekillerde anar. Hatta Hakan İlhan Kurt’un ismi farklı konulu
şiirlerde Yahya Kemal’i anan şairler arasında zikredilir.[212]
Söz konusu mısraları Yahya Kemal şiirlerinde çokça geçen motifleri içerir.
Mesela hayal, rint kavramları bunlardan biridir. Ayrıca Yahya Kemal muhayyel
tarih ve medeniyet ile geçmişi “an”a taşıyan bir şair olarak bilinir. Birçok
şiirinde olduğu gibi “Bir Tepeden” şiirinde de hayal ile rüya unsurları birlikte
bulunur. Bu şiirin ilk mısralarında bir tarih özlemi duyulur.
Rüya gibi bir akşamı seyretmeğe geldin
Çok benzediğin memleketin her tepesinde.
Baktım: Konuşurken daha bir kere güzeldin
İstanbul'u duydum daha bir kere sesinde[213]
Hakan İlhan
Kurt, Beyatlı’nın en ünlü şiiri “Sessiz Gemi” şiirine de son mısrada dikkat
çeker. Yine bu mısralar Yahya Kemal’in lirik üslûbunu anımsatır.
pencereler perdesiz zil-zurna ve kör-kütük
yığılır sokak sokak eflâtun dilli rintler
alınları mühürlü bakışlarında bir yük
kor alemler sığdırır nakış nakış hayâle
güzelliğin gülizâr gün karartır her seher
sessizce son gemiden bakan Yahya Kemâl’e
(“Şehrin Siyah Düşleri ve Perdesiz Pencereler”, Eleğimsağma,
s. 98)
Bahattin
Karakoç, Hakan İlhan Kurt’u etkileyen isimlerdendir. Şairin Eleğimsağma
adlı kitabı Bahattin Karakoç’tan alınan iki mısrayla başlar. Şair bu mısralar
girizgâhıyla “Seni Çağırıyorum” adlı şiirini oluşturur. Bu minvalde Karakoç,
ona ilham veren şairlerden biridir. Birçok şiiri farklı formlarda bestelenen
Karakoç, geleneksel şiirden gelen estetik değerlere önem verir. Hakan İlhan
Kurt şiirleri aynı ritme ulaşmaya çalışır.
Faruk Nafiz
Çamlıbel etkilenilen bir başka isimdir. Memleketçi edebiyatın en önemli
simalarından biri olan Çamlıbel’den, kalemini bir ideal uğruna kullanan Hakan
İlhan Kurt’un etkilenmesi olağandır. Faruk Nafiz Çamlıbel şairin yine bir
girizgâh yöntemiyle şiirlerinde dikkat çeken isimlerden biridir. Çamlıbel’in
“Arz-ı Mukaddes”[214] şiiri girizgâh için seçilen
şiirdir. Bu şiirde iki tezat unsur dikkat çeker. Şair kutsî sayılan değerleri
ve bunları işleyen kişileri değerli bulur. Şiirde Doğu-Batı arasındaki çatışma
belirgindir. Çamlıbel’in “Sanat” şiirine bakıldığında ise bu çatışmanın daha
açık olduğu görülür.
“Bir ömür gömdük o üç bu’du serap ellere biz
İşledik çöllere bülbül ve gül efsaneleri
Tilkiler diktiğimiz bağlara sahip çıktı
Kargalar topladı hep döktüğümüz taneleri”
(Faruk Nafiz Çamlıbel)[215]
Hakan İlhan
Kurt, “Öyle Bakıp Da Durma Gülizar Gitmeliyim” şiirine bu alıntı ile başlayarak
Çamlıbel’in bahsettiği kutsîlikleri işleme yoluna gitmesi gerektiğinin
izlenimini verir. Yalnız, bunu daha örtük bir anlatımla, tasvirî kelimelerle
ifade eder.
Öyle bakıp da durma Gülizar gitmeliyim Tınaz
nehir artığı ve yoz kanyon batığı Karınca adımında mahcup düşmüş bir erim Ve
bozulmuş yuvayım dört bir tarafı afif Buzullar emzirirken yanağım güz yanığı
Doğar vakte aniden gülüm elif elif
(“Öyle Bakıp Da Durma Gülizar Gitmeliyim”, Eleğimsağma,
s. 36.)
Faruk
Nafiz, Şükufe Nihâl Başar ile aşk yaşamıştır. Bu aşkın kırgınlığı sonucunda ise
“Allah’a Ismarladık” şiirini kaleme alır. Hakan İlhan Kurt, onun bu şiirine
“Şehrin Siyah Düşleri ve Perdesiz Pencereler” başlıklı şairlere telmihte
bulunduğu şiirinde değinir.
perdesiz pencereler çiçekler salkım saçak
gülizâr dudakların zindanım olur birden kum tepeleri sarar dört bir yanımı
tutsak
düşer soluk alışım oluk oluk dehlizde
gülizâr çiy damlası açılır mil mil yelken
allaha ısmarladık derken faruk nafiz’de
(“Şehrin Siyah Düşleri ve
Perdesiz Pencereler”, Eleğimsağma, s. 98.)
Hakan İlhan
Kurt sözü edilen “Şehrin Siyah Düşleri ve Perdesiz Pencereler” başlıklı
şiirinde birçok şaire o şairin bir şiiri vesilesiyle değinir. Bu isimler aynı
zamanda şairin ilgisini çeken ve yolundan gittiği isimlerdir. Bu kişiler
sırasıyla Ahmed Arif, Ümit Yaşar, Ülkü Tamer, Necip Fazıl, Cemal Safi, Nihâl
Atsız, Sezai Karakoç, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Yahya Kemal, Bekir Sıtkı, Faruk
Nafiz’dir.
Şair,
Hüseyin Nihâl Atsız’dan söz konusu şiirde “atam, Atsız Ata” diye bahseder.
Nitekim Ülkücü hareket yolunda özellikle Erol Güngör, Dilâver Cebeci, Basri
Gocul, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Hüseyin Nihâl Atsız isimlerine kıymet
verir.[216] Atsız’ın yazdığı şiirlerden
“Geri Gelen Mektup”a atıfta bulunur.
şehrin siyâh düşleri tuttuğum her şey zerrin
ay aydınlık göğsünden atıl bir gök tabiât ve sızlar yalnızlığım kanatlanmış bir
Laçin
saldırır fütursuzca can havli ve son hızla
ah gülizâr depreşir evvelimden bir san’at
geri gelen mektupta atam Nihâl Atsız’la
(“Şehrin Siyah Düşleri ve Perdesiz Pencereler”, Eleğimsağma,
s. 97)
Hüseyin
Nihâl Atsız’ı anma gayesiyle “Atsız Ata Betiği” isimli şiir kaleme alan şair,
şiirlerini onun ideolojisine mecra kıldığını duyurur. Şüphesiz şairin en çok
etkilendiği isimlerden biridir. Etkilenmekten öte onun izini sürmek, adını
yaşatmak gayesiyle iç içedir. Hüseyin Nihâl Atsız’ın Türkçülük konusunda önemli
bir isim olması bu hususta etkilidir. Turan ideolojisine sahip Hüseyin Nihâl
Atsız, Hakan İlhan Kurt’u bu konuda da etkiler.
Doruklar, ak doruklar, genç kız gibi ve hatta
Emzikli anne gibi umudunu büyütür.
Ay ata... Atsız Ata... Tutunduğum hayatta,
Beni ruhundan başka hangi maden öğütür?[217]
Hakan İlhan
Kurt’un sanat ve şiir hakkındaki görüşleri poetikasını ortaya çıkarır. Şair bu
poetikayla ilgisi bulunan birçok isimden etkilenir.
ŞİİRLERİNİN İÇERİK BAKIMINDAN İNCELENMESİ
Muhteva
kelimesi “içerik” anlamıyla da karşılanır. İçerik de konu ile ilgilidir. Bu
kavram şiirin ne demek istediğini belirtir. Şair, şiirde kullandığı konuya
yönelik unsurları kendi birikim süzgecinden geçirir.[218]
Bu birikim süzgeci ise her şairin işlediği tema olarak şiire yansır.
Hakan İlhan
Kurt şiirleri geniş bir muhtevaya sahiptir. Toplumsal konuların yanı sıra
bireysel konulu şiirleri de kitaplarına seçen şair, bir destan şairi kimliğiyle
tarihi konuları da mısralarına yansıtır.
Şairin en
çok işlediği konular temel alınarak şiirleri iki başlık altında incelenecektir.
Şahsî
duygulanmaları içeren bireysel temler genel olarak Hakan İlhan Kurt’un destan
şiirlerini içeren kitapları haricinde ele aldığı şiirlerinden oluşur. Bu
duygulanmalar bazen iç içe geçmiş bir hâlde bulunur. Yani aşk teminin ele
alındığı bir şiirde özlem duygusunun da yer alması mümkündür. Fakat şiirlerini
tema yönünden ayrı başlıklar hâlinde bir tasnife tabii tutmak daha doğru olacaktır.
Bireysel teme hâkim olan şiirlerinde okuyucuya haz verme amacı güdülür.
Aşk
mefhumu, Hakan İlhan Kurt’un şiirlerinde en çok işlediği temlerden biridir.
Şair aşkı, özgürlük, tutku, ölümsüzlük unsuru gibi çeşitli niteliklerle
birlikte düşünür. Aşkı anlatmak için zaman, tabiat gibi çeşitli imge
unsurlarını kullanır. Şiirlerini aşkını dile getirmek için bir araç olarak
kullandığını belirtir. Aşkı, sıkıntı duygusuyla beraber de işler. Aşk
temişiirlerine üç şekilde yansır. Bunlar Allah aşkı, vatan aşkı ve beşere
duyulan aşktır.
Aşkın
sınırı ya da coğrafyası yoktur. Aşk, kalplerde tutsak olsa da aslında özgür bir
konudur. Her yaştan insana hitap eder ve her kesime seslenir. Hakan İlhan Kurt,
aşkı bu hususiyetlerle anar. “Deryâdil Duruş” adını taşıyan şiirinde “Her
coğrafya bilir de gömülür mabedine”[219]
mısraıyla aşkı evrensel bir yapı içinde düşünür.
Her
coğrafyada aşkın hüküm sürdüğünü bilir. Aşka bağlılığını dile getiren mısralar
kaleme alır. Çünkü aşk, şair için ilgi ile karşılanan bir haberdir. “Göğün
Bedir Vakti” adlı şiirinde “aşkın havarisiyim”[220]
ifadesiyle aşkın izini sürdüğünü belirtir. Ona göre dil, hislerin tercümanı
olarak histen daha da ötesini nazarında halk eder.[221]
Aşkın bu kutsiyetinden ötürü elbette bir formu da bulunur. Öte yandan şair böyle
bir aşka özlem duyar. Bir şiirinde bu aşk isteğini duymak mümkündür.
titrer durur dizlerim, peşinde iz sürünce;
duyduğumda sesini, kıyâmım yelyepelek...
uzaktan dahi olsa nüzhetini görünce,
benzim dehre yaslanır, uğraş tutarım gökle...
bir kez aç pencereni, ruhumu içine çek;
o mahmur gözlerinle, beni aşka sürükle...
(“Beni Aşka Sürükle”, Eleğimsağma, s. 26.)
Sanatçı
aşkı bir yaşam kaynağı ve pınarı olarak görür. Bu pınardan su içmeyenler, yani
aşkı tatmayanlar ona göre hayatın içinde değildirler. “Nefes Almak Yaşamak Mı”
başlıklı şiirinde sevgili, âşığa yaşam bahşeden biridir. Zira aşk bir yaşam
tutkusudur.
Kimi mısralarında sevdasını doğa ile bütünleştiren şair,
tabiata ait unsurları şiirlerine ilham kılar. Aşkın getirdiği hüznü, nergis
çiçeklerinin üşümesi yoluyla ifade eder. Doğaya ait çeşitli motifleri zaman
unsurlarıyla mısralarına taşır.
Kim demiş ki koyaklar, perdesini düşürmüş;
Kim derdi tütsülemiş, yazlaklarını temmuz.
Bana söylemediler: Nergisler de üşürmüş, Karanfiller yanarmış, aşkın serencamında.
Bilmezdim hakikatim, rüyalarımla mahfuz, Sahi giden ben miyim, bir bozkır
akşamında?
(“Bir Bozkır Akşamında”, Belemir, s.
82)
Tabiata ait unsurlarla aşkı özümser. Çiçeklerin açışını ve
arıların bal yapmasını aşkıyla ilişkilendirir. Tabiat unsurları aşk duygusuyla
hemhaldır.
Açıyor beliğini hangi çiçeğe baksam, Hangi
dilden konuşsam işliyor peteğini Atfı aşktan ibaret alelade bir akşam.
Sen tehir etme, çık gel, o mis kokunu getir.
Kaldırınca o anaç yamaçlar eteğini,
Gök, yüzünü öpüyor; gökyüzünü Belemir.
(“Belemir”, Belemir, s. 16)
Zaman unsurları şairin mısralarında bir aşk düzleminde ele
alınır ve günün tamamı artık sevgili tarafından ele alınmış bir esir hüviyetine
bürünür.
Gün secdeye varıyor saçlarında Gülizar
Devingen yutkunmalar boğazımda infilak Ve kıpkızıl direniş yakamda tomar tomar
Yarı baygın günahım suretimi taşlıyor Sergin zülüflerinin ucuna sinmiş şafak
Lâl kesilmiş alnımda inlemeye başlıyor
(“Gün Secdeye Varıyor Saçlarında Gülizar”, Eleğimsağma,
s. 57)
Sevgilinin güzelliği karşısında sadece gün secdeye varmaz.
Şair bahar mevsimini de sevgilinin gülüşüne esir tutar. Aşkı umut duygusuyla da
ele alan şair, hem bir telaş hem de bir duygu yoğunluğu içindedir.
Nice umutlar yeşerir
eylediğinde endam, Gül kokulu gülüşün secdesidir baharın Ne zaman saçlarına
ellerini uzatsam Yüreğime saplanır o derin bakışların (“Telaş”, Belemir,
s. 87)
Tekke
edebiyatının en önemli şairlerinden biri olan Yunus Emre bir şiirinde, “Bu
dünya ol ahiretten içeri Aşıkın yeri var kimseler bilmez Yunus öldü diye sela
verirler Ölen hayvan imiş, ÂŞIKLAR ÖLMEZ”[222]
[223]
diyerek aşkın
sonsuzluğuna işaret eder. Hakan İlhan Kurt benzer bir görüşle aşkın ebedî bir
ruha sahip, insanı ölümsüz kılan niteliklere sahip olduğunu bildirir. “Duymadın
mı âşıklar, kurtulamaz ölümle?”270 mısraıyla aşkı ölümsüz
kılar. “Bir Şiir Kadar Yakınındayım” başlıklı şiirinde sevgiliye ulaşma imkânı,
aşkını ifade etme yolu olarak mısralarını gösterir. Bunun en önemli
örneklerinden biri de Sezai Karakoç’un akrostiş şiiri “Mona Roza”da aşkının
isminin gizli olmasıdır. Sezai Karakoç, bunu açıkça beyan etmemiş, ama bu gizli
isim daha sonra anlaşılmıştır. Bunun bilincinde olan şair “sana mısralarımla
dokunacağım ey yâr”[224] diyerek sevgiliye mısralarıyla ulaşmayı ister.
Yazdığı şiirlerle ona ulaşır. Aslında şairin şiirlerini sevgili için araç
olarak kullanmak istemesi ona ulaşamamanın verdiği hüzünden ötürüdür. Sevgiliye
şiirleri kadar yakın olmayı arzular. Birçok şiiri bestelenen ve bestelenmeye
müsait bir harmoni içinde şiirler kaleme alan Kurt, “Şarkılar yaptım sana / Ay
aydın gecelerde”[225] diyerek sevgilisine şiirler yanında şarkılar
da yazdığını belirtir.
Leyla ile
Mecnun adlı Arap efsanesine göre Mecnun’un gerçek adı Kays’tır. Kays’a manası
“deli” anlamına gelen Mecnun adının verilmesi tutkulu bir aşkın neticesinde çöllere
düşmesindendir. Aşk bir akıl tutulması yaşatır. Hakan İlhan Kurt, aşkı
sonucunda paralel bir duruma düşme kaygısını güder. “Korkarım Deliye Çıkacak
Adım” adını taşıyan şiiri aşk sebebiyle mecnun olma endişesi taşır.
Abdürrahim
Karakoç “Mihriban” adlı şiiri için “ne kızın adı Mihriban’dı, ne de kızın
saçları sarı”ydı ifadelerini kullanır. Hatta bu şiirin bu kadar beğenilmesinin
sebebini
herkesin içinde bir Mihriban’ın olması şeklinde yorumlar. Aslında Mihriban’ın
sıradan insanlardan bir farkının olmadığını söyler.[226]
Buna benzer pek çok örneği diğer şairlerde de görmek mümkündür. Yahya Kemal ve
Mehlika Sultan’ı bunlardan biridir.
Mehlika Sultan’a âşık yedi
genç
Gece şehrin kapısından
çıktı
Mehlika Sultan’a âşık yedi
genç
Kara sevdalı birer âşıktı.
kıt’asıyla
başlayan şiir bir masala benzer. Mehlika, masallarda olduğu gibi dünya güzeli,
hatta bir peri kızıdır. Fakat bu masal insanın muradına eremeyeceğini de
dolaylı anlatan modern şiirdir.[227] Bu örnekler divan
edebiyatının klasikleşmiş sevgili tipinin, modern hayatta ütopik bir hâle
evrimini ifade ederek bir şiir formasyonuna delalet eder. Hakan İlhan Kurt’ta
da bu tip bir sevgili dikkat çeker. Gülizâr Divanı diğer bir adıyla Eleğimsağma
adlı kitabında sevgiliyi Gülizâr deyimiyle metaforik, hayalî bir kişiliğe büründüren
şair, mısralarında aşkı bu isimle eş tutar.
Aşk duygusu
yüzyıllardan beri insanlara cefa çektirmiştir. Hatta aşkı kavuşamamak şeklinde
tanımlayanlar da vardır. Kerem’in yanmasına, Ferhat’ın dağları delmesine,
Mecnun’un çöllerine düşmesine sebep olan duygu aşktır. Hakan İlhan Kurt, aşkın
bu yürek burkan anlarını yangın yeri metaforuyla mısralarına yansıtır. Çektiği
gönül yarasından büyük bir elem duyan şair, yüreğinde bu hissi derinden işitir.
Yangın yeridir
Sarılır imânım takvim
yapraklarına Bir kez olsun ettiğine nazar eylemem Demem kimseye hicranımı
Kimseye birşey söylemem
(“Bu Gönül Yarası -II-”, Belemir,
s. 72)
Sevgili,
şairin mısralarında divan edebiyatındaki sevgiliye benzer şekilde acımasızdır.
Şair bir sitemle bu aşkın çektirdiği acıların hesabının sevgiliye
sorulmasını
ister. “Bu Aşk Senden Sorulacak”[228]
başlıklı şiirinde çektiği acıların sorumlusu olarak sevgilisi görülür.
Hakan İlhan
Kurt’un mısralarında görülen aşk mefhumunda divan edebiyatının aşk anlayışı
dikkat çeker. Nitekim çektiği gönül yarasından elem duyar. Fakat bundan hoşnut
olduğu dikkat çekicidir. Divan edebiyatında da aşk, çektirdiği sıkıntı ile bir
haz ve mutluluk unsurudur. Bu aşkın dermanı olmasa da bu durum değişmez.
Fuzuli’nin,
“Aşk derdiyle hoşem el çek ilacımdan tabib
Kılma derman kim helakim zehri dermanındadır.”[229]
beyti bu
hususta verilebilecek örneklerdendir. Değinildiği üzere Hakan İlhan Kurt,
benzer bir düşünce yapısıyla aşk duygusundan duyduğu cefadan hoşnut görünür.
“Göğsünde Cevşenimle Karşıları Gadanı” başlıklı şiiri bu hoşnutluğu belirtir.
Bir başka mısraında; “Azad eyleme beni aşk esaretse şayet’diyerek yine aşk
cefasını önemsemez. Hatta bu elemi, aşkın bir zorunluluğu addeder. Şair, “ben
de her âşık gibi aşk adabıyla yundum”[230] sözleriyle divan
edebiyatındaki aşk anlayışını aşkın temeli sayarak bu yolda bir geleneğe işaret
eder. Yunus Emre bir şiirinde aşk acısından dahi hoşnut duyarak sevgiliden
gelen her şeye razı olduğunu bildirir. Bu bakış açısı tasavvufî gelenekte de
yaygındır.
“Cana cefa kıl ya vefa
Kahrın da hoş, lutfun da hoş,
Ya derd gönder ya deva,
Kahrında hoş, lutfun da hoş.”[231]
Hakan İlhan Kurt divan şiiri geleneğine uygun olarak sevgilide
herhangi bir konuda ısrar etmek istemez. Ondan gelen her şeyi kabul eder bir
ruh hâline sahiptir. “Israr Etmeyeceğim” başlığını taşıyan şiirde “Ya da sînemi
dağla... / Israr
etmeyeceğim”[232] mısraları bu düşünceyi
örneklendirir.
Bir gelenek
şiiri olan divan şiirinde mazmunculuk, gelenek zincirinin önemli bir
halkasıdır. Mazmun geleneği içerisinde özellikle aşk konusu etrafında teşekkül
eden mazmunlar çoğunluktadır.[233] Divan şiirindeki aşk
anlayışından
etkilenen
Hakan İlhan Kurt’un birçok mısrasında bu geleneğe ait mazmunların kullandığı
görülür. Bu aynı zamanda bir imge ödünçlemesidir.
durma getir gülizâr o humar gözlerinden
okyanus tutuşturan âşkın hûş bâdesini
mâverayı şerhlesin nûr-u ayn’ında beden
bakıp devr-i âleme vâkt-i seyrân edelim
öyle bir tebessümle getir ki nefesini
cümle peri-zâdları âşka hayran edelim
(“Getir Gülizâr Getir”, Eleğimsağma, s. 59.)
Fuzuli ünlü
“Su Kasidesi”nin bir beytinde;
“Ravza-i kûyuna her dem durmayıp eyler güzâr
Âşık olmuş galibâ ol serv-i hoş-reftâre su”[234]
diyerek
sevgilinin mahallesine kıymet verip hüsn-i talil sanatıyla suyun akışının bile
her an o tarafa doğru olduğunu belirtir. Su bile o güzele âşık olmuştur. Hakan
İlhan Kurt, benzer bir duygu silsilesi içinde divan şiirindeki bu mahalle
mazmununu mısralarına hatta şiirinin başlığına taşır. Sokak ve kaldırım gibi
mahalle unsurları mısralara yansır. “Aşkı Adresine Sardım” başlığını taşıyan şiiri
bu duruma örnektir. Sanatçı daha da ileri giderek kaderini sevgilinin
saçlarında bir şehir olarak düşünür. Âşığın mutluluğunun tek sebebi sevgilinin
yanında olmaktır.
Eski camlar kırık, o gün bu gündür;
İstersen zamanı geriye döndür,
Yahut çek perdeyi, ışığı söndür...
Bahtım, saçlarında bir şehir şimdi.
(“Bahtım Saçlarında Bir Şehir Şimdi”, Belemir,
s. 26)
Şair için
vatan önemli bir husustur. Bu önemi mısralarına da yansıtarak sevgilinin
gözlerini bir kutsiyet içinde vatanı addeder. Esasında bu Yahya Kemal’i
hatırlatır. Öyle ki, Yahya Kemal millî bir hislenişle sevdiği kadında bile
bütün bir vatan coğrafyasını ve bütün bir tarihi tecessüm etmiş görmeyi
arzular.[235] Güzel olan şeyle güzel
duygular eşleştirilmiş olur.
Dert kapımı çaldığında,
Asla umutsuz değildim.
Aşk işgale kaldığında
Gözlerini vatan bildim.
(“Al Göğsüne Sar”, Belemir, s. 94)
Sanatçının
şiirlerinde doğrudan bir Allah aşkı görünmez. Ancak kimi mısralarında O’na olan
derin bağ kendini hissettirir. “Hiç Sızlamaz mı” adını taşıyan şiirinde Allah
zikrini zaman unsurlarına iat olarak da düşünür.
Akşam tütsülenir, ‘Allah’ der sabah;
Kokuna durmaya yorgun her sabah.
Dayansam kapına, düşsem bir sabah,
Burnunun direği hiç sızlamaz mı?
(“Hiç Sızlamaz mı”, Belemir, s. 89)
Allah
inancı, şairin tasavvufî motiflerle işlediği bir aşk hâlini alır.
Tespih etsek şu göğü kâfi midir tarifi
Her sabah doğrulanı, çağrılanı her akşam?
Bizimdir geceleyin cehde sürmek ârifi,
Bizdendir mahlûkatın her zahmetine mecnûn;
Ya Bismillâh, der demez râhlemizde ihtişam,
Sırılsıklam bir elif, mum ışığında bir nûn...
(“Titreşir Alevimiz Kandilimiz Ayarsız”, Belemir,
s. 98 )
Hakan İlhan
Kurt’un şiirlerinde en çok beşeri aşk konusu işlenir. Beşeri aşk, mısralarında
hayalimsi ve metaforik bir kimliktedir. Sanatçının şiirlerinde aşk, bir duygu
olarak romantik ve yüceltilmiş aşk formundadır.
Kurt’un
şiirlerinde sevgi temi çeşitli şekillerde tezahür edilir. Aile, doğa, coğrafya,
yaşanılan yer, toprak, memleket, vatan sevgisi şiirlerine konu olarak
yansıtılır.
Sanatçı
aileye önem verir. Onlara farklı bir sevgi besler. “Hepsi Gitti Geri Dönen
Olmadı” başlıklı şiirinde çeşitli aile efratlarından bahsedilir ve onlara
duyulan sevgi özlemle anlatılır. Saygı ve sevgi aile içerisinde bir meziyet
olarak öne çıkarken
şairin de
bunlara dikkat ettiği ve sahip olduğu açıktır. Sanatçı çekirdek ailesine derin
bir sevgi besler. Üç çocuğuna da sevgisini dile getiren şiirler kaleme alır.
Bir gün elbet çığrışır dağ deniz ova ırmak
seğirtken karanlığın güne değdiği yerde bereket koşar adım ışkınım parmak parmak
nasıl da soluklanır gürz gövdemde adaklar pusatların puslara boyun eğdiği yerde
kolum var kanadım var bir de Muhammed’im var[236]
Üzerinde
yaşanılan toprak parçası tabiatı ifade eder. Tabiat canlı ve cansız tüm
varlıkları kuşatan bir yapıya sahiptir. Doğa ile en çok münasebet içinde olan
doğayı değiştirme gücüne sahip bulunan insandır. İnsan, aynı zamanda doğadan
duygusal anlamda etkilenen bir organizmaya sahiptir. Hakan İlhan Kurt yetiştiği
yere sevgi duyar. Bu vesileyle bu yerlerdeki tabiat unsurlarını şiirlerine
taşır. Tabiat üzerindeki çeşitli hadiseler bilhassa şairleri etkiler. Şair
zamansal özellikleri tabiatla beraber ele alır. Hakan İlhan Kurt özellikle
mevsimlerden etkilenir. Çeşitli mevsimlerin kendine has hususiyetleri ona ilham
oluşturur. Bunun yanında şair, toprak, dağ, deniz, çiçek, kuş gibi çeşitli
tabiat unsurlarını mısralarına taşır. Öte yandan şair tabiat unsurlarını birer
imge olarak da kullanır.
Hakan İlhan
Kurt tabiatla iç içe bir çocukluk geçirdiğinden tabiata sevgi besler. Bu sevgiyi
çeşitli tabiat unsurlarını şiirlerine yansıtarak kanıtlar. Kimi şiirlerinde
tabiat unsurları doğrudan bir tem olmak yerine şiirin lirizm ögesini diri tutan
imgeler olarak görülür. Bu imgeler edebî sanatları da ortaya çıkarır.
Sanatçının
tabiat unsurlarına olan sevgisi sevgilisini bu unsurlar yoluyla betimleme
yapmasına olanak sağlar. Mesela günün aydınlanmasını sevgilinin nuru olarak
yorumlar.
Bugün bir şiir kadar
yakınındayım senin,
Gün, kutsuyor hasretin
secdeye varışını.
Kekik kokulu rüzgâr,
çayırın ve çimenin
Saçlarını okşuyor, usulca
akşam akşam;
Şerhlerken bulutların
mehtâbı sarışını,
Nûr olup iniyorsun, hangi yöne bakınsam.
(“Bir Şiir Kadar Yakınındayım”, Belemir,
s. 22)
Tabiatı zamansal özelliklerden mevsimlik unsurlar yanında
24 saat zaman dilimi içinde de işler. Sabah vaktini tabiat unsurları ile
birlikte betimler.
Yükselir göğe doğru aminlerim her sabah, Ben
günaydın gömerim, sabahın yedisinde. Boz burçaklar sırt döner, al gelincikler
semah; Celladını selamlar, nice börtüm, böceğim. Bu derin coğrafyanın heyecan
vadisinde, Azgın ırmak ol, çağla
Israr etmeyeceğim.
(“Israr Etmeyeceğim”, Belemir,
s. 41)
Hakan İlhan
Kurt, mevsimlerden en çok bahara kıymet verir. Bahar, özel bir mevsimdir. Çünkü
çiçeklerin açmaya başlaması, ağaçların yeşermesi bu döneme rastlar. Bahar
ayıyla sevgiya ait unsurları bütünleştirir.
Bahar temaşasını kokun deliyor ey yar Kurdun
kuşun telaşı şefkat koynunda deyiş Fersah fersah öteden sesin geliyor ey yar
Göğsümdeki her mısra hazzını kelamlıyor Cümle nebat hayvanat esas duruşa geçmiş
Evreni aydınlatan nurunu selamlıyor (“Haydi Gün Biraz”, Eleğimsağma, s.
143)
Şair özellikle bahar mevsimine ait
özellikleri şiirlerinde kullanır. Bahar tazeliği, canlılığı ile hayata
tutunmayı simgeler. Olağanüstü güzellikleriyle insan ruhunu okşar. İnsanın
içini ısıtan sıcacık bir duygudur. Ancak her şeyin bir sonu olduğu gibi bu
mevsimin de bir sonu vardır. Şair
baharın olumluluğu
simgelemesiyle sevgiliye baharı getirmek ister.
Her bahar erken çeker elini, eteğini
Bağından, bahçesinden, kırından, ekininden; Sen hevesinle doldur bıkmadan
peteğini. Bir sağan peyda olur, vakti gelince zahir.
Yine bitmemiş gibi yolun en tekininden
Ben bahar getireyim,
dizlerim kadar mahir.
(“Bitmemiş Gibi”, Belemir,
s. 125)
Halk deyimiyle bahar ayının müjdecisi toprağa, suya ve
havaya düşen cemrelerdir. Şair sevgiliye yakınlık hissi olarak cemrelerle bahar
mevsimine ait kır çiçeklerini temsilî olarak seçer. Şair ise bu kompozisyon
içinde kendini çiçekleri yetiştiren toprak olarak betimler.
Bugün bir şiir kadar yakınındayım senin,
Kırlardan devşirdiğim rengârenk çiçeklerle.
Mayalanıyor birden dudakları cemrenin, Sarıl
sen toprağıma, tutun, ruhunu dindir: Upuzun coğrafyamda koş yalınayak, terle,
Dök göğsüme saçını, perçemlerini indir...
(“Bir Şiir Kadar Yakınındayım”, Belemir,
s. 23)
Bir şiirinde sözü edilen durumun tersi bir hâl mısralarına
yansır. Yani, yine teşbih ögesiyle bu sefer toprak olan sevgili, toprağın
yetiştirdiği çiçek ise âşıktır. Şairin bu durumda toprak ve çiçek unsurlarını
geniş bir yelpaze içinde ilham kaynağı olarak kullandığı belirgindir.
Çiçeklenir düşerim, dalına yaprağına.
Avuçlarımı açıp, insafına yaslansam, Ve en mesut suretim sığınır toprağına.
Bir çeşminaz hayali, doğrulunca yerinden,
Başım göğe erer mi bilmiyorum ıslansam, Aşka tutulu kalmış, mağrur
buselerinden.
(“Başım Göğe Erer mi”, Belemir, s.
101)
Sevgilinin varlığı şair için bahar ayını sembolize eder.
Onun yokluğu ise çeşitli vesveselere galebe çalar.
her dengede ıradı dengesizliğim her dem
menzilimde duruyor bıraktığın son bakış şakağımda nazarlık diş bilediğim erdem
öğüttüğüm türküler görsen nefes nefese bahar işledim andam seninle nakış nakış
şimdi geceler boyu salıncağım vesvese
(“Hey Anda Tut Dilimi”, Eleğimsağma,
s. 117)
Gülizâr, şairin sevgili olarak nitelendirdiği güzellik
timsalidir. Onun doğduğu günü bahar cemi, yani toplanması olarak ifade eder.
gülizâr doğduğun gün abada cem bir bahar en
şehnâz urbasıyla dokundu agâhlara börtü böcek uyandı ipek bir atlas kadar
gayr-i makûl neşeyle diş dişe şerit şerit süründü sürgünlüğü yaban otlar âhlara
ve masmavi peyâmlar sarındı zahm-i vâkit
(“Velâdet-i İnşirâh Divânçesi”, Eleğimsağma,
s. 132)
Şair için bahar mevsimi her zaman olumlu görünmez.
Yaşlandığını düşünerek bahar mevsimi gibi cıvıl cıvıl bir mevsimi börtü böcek
ile anarak karamsar bir ruh hâli ortaya koyar.
Sırra kadem örtüm mü?
Bahara düşen korum;
Böceğim mi, börtüm mü?
-Artık yaşlanıyorum...
(“Yaşlanıyorum”, Belemir, s. 32)
Sonbahar mevsimi şairler için karamsar, umutsuz, kötümser
bir ruh hâlinin temsiliyeti olarak şiirlere yansır. Ancak şair mısralarına
aşkın getirmiş olduğu heyecanı ifade etmek için hazan mevsiminde baharı
yaşadığını bildirir.
Soyunuyor sokaklar, caddeler olmazını, Bir
kuzgun kanadıyla gece şehre çökerken. Bu hazan mevsiminde bahar başıma vurmuş;
Bende durmak bilmiyor, sende zaman çok erken. (“Sende Zaman Çok Erken”, Belemir,
s. 108)
Şair hâlet-i ruhiyyesinin verdiği çalkantılarla kimi zaman
bahar kimi zaman da kış ayının temsiliyeti olarak kendini ifade eder. Değişken
ruh durumlarını mevsimlerle örtüştürür. Farklı mevsimsel özellikleri aynı
mısrada bir araya getirir.
Düşürür yüreğime baharı
yaprak yaprak ,
En huysuz çiçeklerin renkleriyle yanarım.
Kar... bir cezbe halinde sarıldığım ak toprak, Kavlimce erinmeden savrulan
diğer yarım. (“Pusatsız Savaşçılar”, Belemir, s. 47)
Şiire konu
olan bahar mevsimi bir doğa olayı olduğu kadar sanatsal bir güç olarak da
şiirlere yansıtılır. Sanatçı sevgilisine bahar mevsimini sunmak ister. Çünkü
bahar, açan çiçekleri, ötüşen kışları ile güzeldir; ancak çabuk gelip geçer.
Her bahar da ardında ve önünde bir kışı saklar.
Her sabah erken çeker elini, eteğini,
Bağından, bahçesinden, kırından, ekininden; Sen hevesinle doldur bıkmadan
peteğini, Bir sağan peyda olur, vakti gelince zahir. Yine bitmemiş gibi yolun
en tekininden Ben bahar getireyim, dizlerim kadar mahir. (“Bitmemiş Gibi”, Belemir,
s. 125)
Sanatçı köy
havasını solumuş biri olarak bağ, bahçe ortamına ve yetiştirilen ürünlere ayrı
bir ilgi besler. “Belemir” şiirinde üzüm salkımlarını sevgilinin elleri kadar
zarif bulur.
Köyde yetişen
şair köy tabiatını şiirlerine yansıtır. Köyde hayvancılık ve tabiatla iç içe
yaşam belirgindir. Bu ögeler mısralarında bulunur.
yağmur misali yağar bozkır solgun rengime
yüzümdeki sündüzü ikmal eder toynaklar adını andığımda devinir durur â’raf ay
dolun yüreğimi gezlettiğim gülizâr kıpkızıl bir âyine yorgan döşek her taraf
(“Bir Yirmi Altı Aralık Hislenişi”, Eleğimsağma, s. 55)
Şair köyde
doğup yetiştiğini öne çıkararak şehirleşemediğini belirterek köylü olmanın
mutluluğunu mısralarına yansıtır. “Bildiğin Yörük Çocuğuyum Ben” adını aşıyan
şiirinde “Ve ne kadar istesem de şehirleşemem.”[237]
mısraıyla köy kültürüne mensup olduğunu vurgular. Hakan İlhan Kurt, köyde
yetişmiş bir yörük
çocuğu
olduğundan huzuru topraklarda ve dağlarda arar. Köyde yetiştiğini mısralarına
aktarmaktan geri durmaz.
Köy insanı,
ruhunu toprağa adamıştır. Doğa ile hem yaşam hem de uğraşı yüksek olan
insanlardır onlar. Şair de Yörük çocuğu olarak meşgul bir adamdır.
Tohumların umudu, elin elimde üşür,
Vurulur ardın sıra bir bozkırın rüyası...
Perçemlerini tuttur, kirpiklerini düşür;
Sabahım göğsünde hür, ölümdür her akşamım.
Kaya gibi sert olur bu toprağın mayası,
İşim başımdan aşkın, ben meşgul bir adamım.
(“Ben Meşgul Bir Adamım”, Belemir, s. 19)
Sanatçı
toprak ile bütünleşmiş bir hayat yaşadığından toprağa ayrı bir kıymet verir.
Toprak unsurunu şiirlerinde çeşitli şekillerde kullanır. Yabanıl yaşamda toprak
ve su birbirleriyle anlamlı iki unsur olarak dikkat çeker. Dinî inanışlar
insanın su ile toprağın birleşiminden doğduğunu ifade eder. İlk insan Hz
Âdem’in de bu simyayla yaratıldığı bilinir. Şair bu ikiliye mısralarında yer
verir.
Temaşaya şiirler emziren derin soluk,
Sığmayacak sesimdir, bu devrin sığlığına.
Bulutlardan süzülmüş, süreği oluk oluk
Su misâli usulca toprağı yarıyorum.
Çığlığım serpiliyor hıyaban çığlığına,
Yitirdiğim ne varsa ruhunda arıyorum.
(“Ruhunda Arıyorum”, Belemir, s. 49)
Toprağı
çeşitli unsurlarıyla şiirlerinde işleyen şair, ruhunu ekilmiş bir tarlaya
benzetir. Toprağın bu yönünü belirtmekle kendi ruhunun diriliğini sevgiliye
bildirir.
Ayaz vurmuş yüzüyle toprağının bağrında,
Bir ekin tarlasıydı, başağa durmuş ruhum.
Gelincikler toplardım, duyduğum her çağrında;
Sepekleri simsiyâh, mor gerdanlığı mahsun.
Hâlbuki tırnağıyla sabır sağan her tohum,
Mevsimini bekliyor; sen, benden kaçıyorsun
(“Sen Benden Kaçıyorsun”, Belemir,
s. 50)
Toprak,
ebediyeti hatırlatır. Topraktan gelen insan yine toprağa döner. Şair bu
gerçekle birlikte toprak ile iç içe bir çocukluk geçirdiği için toprakla
ilişkisi sağlam temeller üstüne oturmuş biri olarak dikkat çeker. Tarih
ilhamını ve eski atalarının dinamiğini mısralarına ve düşünce dünyasına tatbik
eder. Kültürel kodların içine işlenen içgüdüsel davranışlar özelde toprak
bilinci genelde ise vatan bilinciyle şekillenir.
ey aşk beni diriltme toprakta mervân benim
başak başak boy veren sere serpe saltanat
kâlu belâ’dan beri basılan kervan benim her
seher eser durur ervâhtan misk û amber ey aşk beni diriltme arzu’dandır bu
sanat arzudur tek mimarı ben isem şayet kamber (“Ey Aşk Diriltme Beni”, Eleğimsağma,
s. 94)
Dağ
unsurunu şiirlerinde dağın çeşitli nitelikleriyle yansıtır. Dağa ait
özelliklerle kendisini ifade etmeye çalışır. Kimi zaman dağın yüceliğini
mısralarında belirtir. Dağ, yüceliğiyle bilinir. Şair ırmakları dağı yarıp
geçen bir unsur olarak mısralarında tanımlarken ırmağı dağdan da yüce bulur. Bu
güçte ise aşkın mayasının olduğuna dikkat çeker.
uğraşına güç yetmez
sırlanmış gökyüzüne
baskın veren yağmurdum,
süreği parmak parmak.
en baygın damlalarla
dokunurdum yüzüne;
bilmezdin neden yağar,
hangi vâkitten meftûn...
oysa kıvrımlarıyla dağlar yırtan her ırmak
ummanına akıyor; sen, benden kaçıyorsun.
(“Sen Benden Kaçıyorsun”, Eleğimsağma, s. 52)
Göktürk
kağanlarından İlteriş Kağan’ı bir mısrasında dile getiren şair onun
kahramanlığına vurgu yaparak dağlarda bu yiğidin de bir kalıntısı olduğu
söyler. Dağlar yiğitlerin mekânıdır.
Atam İlteriş doğrul esâretim okunur
Kurt yeleli tuğlarla hürriyeti tutalım
Tutalım yakasından ahlata inerken nûr
Doğrul İlteriş artık çarkın hasadı kaldı
Ey Gülizâr on yedi civanımdandır yalım
Koca koca dağlarda gür harabatı kaldı
(“Destan-ı Gülizâr”, Eleğimsağma, s. 72)
Dağların
halk edebiyatı ürünlerinin çoğunda bir gelenek olarak yansıması dolayısıyla
dağlar bu ürünlerde motif olarak görülür. 16. yüzyıl halk şairlerinden Köroğlu
diye bilinen yiğidin uğrak yeridir dağlar. Şair, dağı yiğitlerin önemli bir
yaşam alanı olarak görür. Hamasi bir üslûpla bunu dile getirir. “Ay Dolunlu
Dağlardan” adını taşıyan şiiri buna örnektir.
Şair,
dağları bir hayat unsuru olarak ele alarak bir anlamda dağın yüceliğini soyut
bir simgeselliğe büründürür.
Ekmeğimiz aşımız
Toprağımız taşımız
Deli dolu yaşımız
Ay dolunlu dağlardan
(“Ay Dolunlu Dağlardan”, Belemir, s. 69)
Öte yandan
dağlar onun için şehrin hüznünden sığındığı sıcak bir diyardır. “Annen Darılır
Sonra” başlıklı şiirinde “şehrin kokusu ağır, / ben dağlara çekildim”[238]
mısralarıyla dağı huzurla eşleştirir.
Şiirlerinde
bozkır yaşamına ait tabiat unsurlarına daha çok yer veren şair, yer yer deniz
unsurunu da mısralarına taşır. Denizi çağrıştırdığı sonsuzluk kavramından uzak,
karamsar ruh hâlinin yansıması olarak gösterir.
Ve denizler diyorum, sahiller kadar bağnaz,
Çekip çekip bırakır, dizlerimden dermanı;
Hem geride hiçbir şey olduğu gibi kalmaz,
Martılar konar göçer, korunaksız limandan:
Bu kesif karanlığın gök tuğralı fermanı,
İtikât sebebi mi, sorgu mudur imândan?
(“Bir Ok Atımı Sessizlik”, Belemir, s. 121)
Genel
itibarıyla şiir, estetik bir değer taşır. Bu özelliğinden dolayı birçok mısra,
güzeli yansıtır. Güzel olan tabiat unsurları da böylelikle estetik bir değer
olarak şiire girer. Şair, şiirlerinde hem genel bir ifadeyle çiçek kavramına
hem de birçok çiçek çeşitlerine yer verir. Özellikle çiçekler hoş kokulu olması
sebebiyle şiire konu olur. Ama sevgilinin güzel kokusu çiçek kokusundan da
üstündür.
Dur durak nedir bilmez çağlayanımda bil ki,
Bir yanım yerli yurtlu, diğer yanım göç-göçek.
Sıtkım kanlı bıçaklı nice zamandır, belki
Gözlerimi kapasam, göğsünü açıyorsun...
Farkında mısın bilmem, secdesinde bir çiçek
Kokunu aranıyor ama sen kaçıyorsun.
(“Sen Benden Kaçıyorsun”, Eleğimsağma, s. 53)
Çiçekler
şiirlerinde bir tema olmaktan ziyade şiir bütünlüğüne konu olan bir parça
olarak kendine yer bulur. Çiçeğin doğrudan bir şiire tema olması “Belemir”
şiiriyledir. Peygamber çiçeği olan Belemir, Hz. Muhammed’in en çok sevdiği
çiçektir. Tarlada yetişen bu çiçek mavi rengiyle gökyüzünü hatırlatır. Şekliyle
sanki bir buse kondurmayı hatırlatır. Şair bu görüntüyü bir ilham olarak
şiirine yansıtır.
Kalem kâğıt kimdendir, nicedir hâl-î ârif;
Bağım bahçem üryandır, yolum yolağım nurlu.
Şu üzüm salkımları ellerin kadar zarif,
Her bir tanesi tebliğ, her biri kutlu emir.
Elçiler toplanıyor topraktan allı morlu
Gök, yüzünü öpüyor; gökyüzünü Belemir...
(“Belemir”, Belemir, s. 17)
Şiirlerinde
cansız tablolar çizen Hakan İlhan Kurt, kuşları bu tabloda canlı bir imge
olarak kullanır. Bir av kuşu olan turaç cinsinden kuşu mısralarına taşır.
Mısralarına taşıdığı sıfat grupları ve soru cümleleri ile sanki bu kuşun
ağzından dökülen sözler, kuşu daha canlı hale getirir. Şair “Turaç-Nâme”
başlıklı şiirinde turaç kuşunu imge olarak kullanır. Bu imge tinsel ve ideal
olanı simgeler.
Nuruyum, rahmetiyim bu kutsal toprakların,
Bu mahrem coğrafyanın izin vermem aczine .
Benim gibi ağlar mı yüreği yaprakların,
Taşların damarları benim
gibi inler mi?
Sepeğim düşürülse bir namlunun haczine, Başak
dökmüş ekinler zapt-ı haciz dinler mi?
(“Turaç-Nâme, Belemir,
s. 64)
Şairin kuşlara insana ait özellikler yüklemesi empresyonist
bir tavır olarak dikkat çeker.
Sarıp sarmalıyorum boz kiraz kuşlarını;
İncir kuşları aşkla raks ediyor dönerek.
Mâbed-i busem benim, kulaklarımda tını,
Dilimde ispinozlar, şerhliyor gördüğümü... Serenadına durmuş gerdanlığında
yürek, Delil addediyorum, kokundan sürdüğümü.
(“Kalmadı Tahammülüm”, Belemir, s.
115)
Dürrâc kuşu diye de anılan turaç kuşunu şair, sersem olarak
nitelendirir. Bu hâliyle melankolik ruh durumunu sülün kuşuna da benzetir.
ben nefsimi yaktım da sana geldim gülizâr ne
hâyâlar kuşandım çoluk çocuk düşünde turaç misali sersem sülün misâli humar o
ahlât cephelerde göğsüne düşen korum ve bir izli mermiyim karanlığın döşünde
tek atımlık bûsemi alnına saklıyorum
(“Ben Nefsimi Yaktım Da Sana Geldim Gülizâr”,
Eleğimsağma, s. 139)
Divan şiirinde bülbül ile gül mazmunları en çok kullanılan
mazmunlardandır. Bülbül, güle olan sevdasıyla divan şiirinde âşığı temsil eder.
İnleyişleri gülden ayrı kaldığında ortaya çıkar. Şair buna dikkat çekerek
hüzünlü anlarını bülbülün gülden ayrılışına telmih olarak belirtir.
ah gözyaşım bir gülün ömrü
misâli mağrur
bülbülün hüznü kadar savrulmuşum değildim ben
zemheri figânından örtündüğüm bu gurur bu vurdumduymaz tavır hangi köşkün
pâyesi hangi virâne küfrü kapatıldığında mahzen bu çırpınış bu volkan hangi
ahval vâyesi
(“Âh Gözyaşım”, Eleğimsağma, s. 125)
Sanatçı Gülizâr
Divanı adını verdiği şiir kitabında “gül” imgesine fazlaca yer verir.
Nitekim “Gülizâr” kelimesi gül bahçesi anlamındadır. Gül metaforik bir kavram
olarak şairin idealleştirdiği varlık olarak dikkat çeker.
gül doğumunda sabır örtüsüne hak toprak
o mis kokularını serpiştirir mâhfilde
ışıntı lambasında can toplayan her yaprak
haberini fısıldar koşup gelen medarın
kırkı çıkmış analar misali karanfilde
gül nağmeler gülüşür gül vakti gülizâr’ın
(“Gül Vakti Gülizâr’ın”, Eleğimsağma, s. 106)
Hakan İlhan
Kurt, yaşadığı coğrafyaya derin bir sevgi besler. Bir bozkır coğrafyasını
şiirlerine yansıtan Kurt, bozkır yaşamına ait unsurları mısralarına aktarmaktan
çekinmez.
Tohumların umudu, elin elimde üşür,
Vurulur ardın sıra bir bozkırın rüyası...
Perçemlerini tuttur, kirpiklerini düşür;
Sabahım göğsünde hür, ölümdür her akşamım.
Kaya gibi sert olur bu toprağın mayası,
İşim başımdan aşkın, ben meşgul bir adamım.
(“Ben Meşgul Bir Adamım”, Belemir, s. 19)
Bozkır
yaşamının getirdiği çetin şartlar üslûbuna yansır. Yeri geldiğinde sert ve
yiğitçe bir üslûp kullanır.
Avuçlarına dursam açıkların, açların,
Yersiz ıslanıyorum, savrulan kasırganda.
Bu çıplak sahillerin, şu bâkir yamaçların,
O azgın dalgaların bilmiyorum nesiyim;
Bir küreğe esirim, eskimez kadırganda
Ve güce tapanların ülkesinde asiyim.
(“Güce Tapanların Ülkesinde Asiyim”, Belemir,
s. 60)
Sanatçı,
şehir yaşantısından uzak, sıcak bir mahalle ortamında yetişmiştir. Böyle
ortamlarda samimi insan ilişkilerinin daha açık bir şekilde var olduğu görülür.
Şair bu durumu mısralarına yansıtarak yaşadığı ortamdaki insanlara da bir
muhabbet beslediğini belirtir.
Zamansız dokunurum memleket nazarına,
Bir selâm, üç beş kelâm, bırakıp geçer fırsat;
Ya bir çay ocağına, ya bir semt pazarına
Uğramaktan ziyâde ahvâl sormaktır maksat...
(“Sefir Günlüğümde”, Belemir, s. 80)
Kurt,
Gaziantep’te yaşamış biri olarak bu şehri şiirlerine yansıtmaktan da geri
durmaz. Bu şehri Gazi unvanıyla birlikte ele alır.
Varsın gazi şehrin içi yansın da,
Nerededir deyip ruhun ansın da.
O yiğit uğraşı şahan dansında,
Korkarım, deliye çıkacak adım.
(“Deliye Çıkacak Adım”, Belemir, s. 30)
Ev, bir
çatısı olan ve güven aşılayan bir yerdir. Akşamın sessizlik ve karanlığında ev,
insanın sığındığı ve uykuya daldığı bir güven ortamıdır. Ev ile kurulan bu
bağıntı evin bulunduğu beldeye, şehre de sirayet eder. Bu yüzden insanın sılası
bir sevgi ifadesi olarak dikkat çeker. Bu noktada eve duyulan sevgi büyür,
genişler ve vatan sevgisine dönüşür. Şair, bu bilinçle geniş bir coğrafya
sevgisini şiirlerine taşır.
Yükselir göğe doğru âminlerim her sabah,
Ben günaydın gömerim, sabahın yedisinde.
Boz burçaklar sırt döner, al gelincikler semah;
Cellâdını selamlar, nice börtüm böceğim.
Bu derin coğrafyanın heyecan vadisinde
Azgın ırmak ol, çağla.
Israr etmeyeceğim.
(“Israr Etmeyeceğim”, Belemir, s. 41)
Onun
şiirlerinde toprak olgusu vatan sevgisi zemininde de görülür.
Bildiğin Yörük çocuğuyum ben;
Söylenmişliğim olur bazen kekiklerle,
Üzerlik boğumlarında tütmüşlüğüm,
Ve hep iki yakamdadır elleri toprağın,
Bildiğin Yörük Çocuğuyum
(“Bildiğin Yörük Çocuğuyum”, Belemir, s. 21)
Hakan İlhan
Kurt için artık yaşanılan coğrafya, bir kutsîliği ifade eden bu nedenle de
sahip çıkılması gerekilen bir var oluş mekanizmasına sahip bir yerdir. Bu
minvalde “Nuruyum, rahmetiyim bu kutsal toprakların, / Bu mahrem coğrafyanın
izin vermem aczine”[239] mısralarını “Turaç-Nâme”
başlıklı şiirine taşır.
Edebiyat
ile coğrafya arasındaki ilişki şairlerin yaşadığı yerleri mısralarına
dökmesiyle bir anlam bulur. Şair, memleketine, yaşadığı coğrafyaya derin bir
sevgi besler. Bu sevgisini de doğal olarak mısralarına taşır.
Mütebessim sûretim, ezberdir şakaklarda.
orası benim köyüm, şurası benim kentim;
en geniş caddelerde, daracık sokaklarda,
esiriyim kalbimin, çürürken santim santim
(“Sefir Günlüğümde”, Belemir, s. 81)
Hakan İlhan
Kurt’un yetiştiği köy Belen Köyü’dür. Onun mısralarında bu coğrafyanın izleri
ve Yörük bir aileden gelmiş olduğu belirgindir. Bu mısralarda buralardan ve bu
durumdan sevgiyle bahseder. Yörük çocuğunun yaşayış biçiminin betimlemesini
yapar.
Bildiğin Yörük çocuğuyum ben;
Eylenmişliğim vardır benim yağmurlarda,
Kar yanığı yüzümle kayalara durmuşluğum
Ve kaya mezarlarına sığındığım zaman zaman.
Bildiğin Yörük çocuğuyum...
(“Bildiğin Yörük Çocuğuyum Ben”, Belemir, s.
20)
Üstelik bu
diyar şairin kişiliğinin şekillenmesinde ve yaşam çerçevesinin
belirginleşmesinde etkilidir. Böylelikle bu yerler sevginin ötesinde şair için
bir hayat kaynağıdır.
Öğrenir, çoluk çocuk yitik
öykülerimden Yaylak şölenlerinde neden durulduğumu, Ne sebepten bulutla
yarıştığımı bazen, Karla oynadığımı, doruklarda çoğu kez... Hiç kimse asla
bilmez, nasıl vurulduğumu; Hiçbir aşk, bahtım kadar göğsümü tepelemez.
(“Bildiğin Yörük Çocuğuyum
Ben”, Belemir, s. 20)
Şairin
memleketine duyduğu sevgi, vatan sevgisinin de bir habercisidir. Nitekim
insanların doyup barındıkları toprak onların ruhlarında bir sıcaklık bırakır.
Bu sıcaklık ise vatan olgusunu sadece bir toprak parçası olarak göstermez. Bir
insanın milliyetçi duygulara sahip olması yaşadığı yerin bilincinde olması ve
bu yeri özümsemesiyle de ilgilidir. Bu coğrafyaya da derin bir sevgi besleyen
şair, bu coğrafyanın her doğan günde diri olmasını ister.
Haydi gül biraz Ve biraz gün Ey benim tozuna toprağına
Yüz buladığım coğrafyam Haydi gün biraz
(“Haydi Gün Biraz”, Eleğimsağma, s. 143)
Vatan
sevgisi, onu şiir yazmaya yönelten temel kaynak niteliğindedir. Ona destan
şairliğini nitelendirilmesini bu sevgi kazandırır. Hatta bu sevgiyi diğer
sevgilerden de üstünde tutar.
Hüznüme bir kez dokun
Yoksa sahipsiz miyim? Bahar tütse de kokun Memleket delisiyim.
(“Gitmeliyim”, Belemir,
s. 112)
Birçok kişi
büyütmüş olan ve kişiyi sıradan bir kişi yerine kahraman vasfına büründüren
vatan sevgisidir. “Gitmeliyim” başlıklı şiirinde “Aşkı kuşanmış yiğit / Sanma
ki geri dönmez.”[240] diyerek vatan aşkını
kutsileştirir.
Şairin
vatan olgusuna duyduğu sevgi Türklük sevgisine de zemin oluşturur. Bir ömür
canla başla Rûm üstüne savlet Türk, / Müstemleke göğsünde devlet kuran devlet
Türk![241] diyerek yiğitçe bir üslûp,
hoyratça bir edayla Türklük sevgisini şiirlerine taşır.
Şiirlerinde
Turan coğrafyasını çizen Hakan İlhan Kurt, Türkmen Dağı’nı yetimlere,
çaresizlere bir kale olarak betimler.
Er odur gününde arslan balası,
Feleğin yüzüne gara çalası,
Öksüze, yetime Türkman kal’ası
Türkman Dağı’nda hey, Türkman Dağı’nda.[242]
Turan
hareketi için önemli sayılacak isimleri şiirlerine taşır. “Atsız Ata Betiği”
adlı şiirinde Turancı dünya görüşüne sahip Hüseyin Nihâl Atsız’a sevgisini dile
getirerek, ağıt misali şiir yazar.
Doruklar, ak doruklar, genç kız gibi ve hatta
Emzikli anne gibi umudunu büyütür.
Ay ata... Atsız Ata... Tutunduğum hayatta
Beni ruhundan başka hangi maden öğütür?[243]
Doğu
Türkistan’ın direnişçi ismi olan Osman Batur, Azerbaycan’ın ulusal kahramanı
Mübariz İbrahimov ile ilgili şiir yazan sanatçı, Turan coğrafyasının önemli
isimlerine de sahip çıkar. Aynı zamanda terör mensuplarınca şehit edilen
üniversite öğrencisi Fırat Yılmaz Çakıroğlu adına da bir şiir yazar. Bu şiirde
şair, kahramanlığa dikkat çekerek bir ağıt kaleme alır.
Ala gök yakutlara, haktan düşer mi mariz;
Serilsem koyaklara, kay vurur mu oluğu?
Ey civan gövdesiyle tuğ kaldıran Mübariz,
’Ben er doğurdum’ diyen analar hiç ağlar mı?
Şânınla alazlarken, onbin yıllık soluğu
Yürek, volkan olur da dağlar kara bağlar mı?[244]
Bahsedilen
isimler şair için silahı olmayan bir yiğittir. Nitekim bu isimler ilhamıyla
“Pusatsız Savaşçılar” isimli şiir yazar.
Yayılır boz bulutlar bazen çığlık çığlığa,
Bazen saklanır göğe, işitilmez sesleri;
Çocuğunu arayan anne gibi sığlığa
Bakışları doluşur, yarı saydam asaptan.
Bulutlar... Boz bulutlar. Benim kadar serseri,
Benim kadar muaftır, sonu gelmez hesaptan[245]
Hakan İlhan
Kurt, sevgiyi değişik boyutlarda işleyerek sevginin dünya üzerinde önemli bir
güç olduğuna dikkat çeker. Sanatçı sevgi temli şiirlere fazlaca yer vermekle
lirik bir şair olduğunu kanıtlar. Bu sevgi temli şiirlerinde kendi duygularına
yer vererek samimi mısralar ortaya koyar. Şairin doğaya, tabiata, coğrafyaya
olan sevgisi vatan sevgisini doğurur. Onun poetikasının temelinde şiirlerinde
yansıtılan sevgi temi vardır.
Sanatçının
mısralarına inanç olgusu hem tarihi bir unsur olarak hem de kabul ettiği din
kaynaklı olarak yansır.
Türklerin
ilk dinî inanışları “Gök Tanrı” inancıdır. Bu din tek bir tanrıyı kabul eden,
vahdaniyete dayanan bir dindir. Elbette ilk dönem dinleri arasında farklı
dinler de bulunur. Fakat bu dinlerin etki alanı Gök Tanrı inancı kadar yaygın
olmamıştır. Destan şairi olan Hakan İlhan Kurt, tarihten kesitler sunan destan
şiirlerinde bu inanışa yer verir. Bu inancın hususiyetleri şiirlere yansır.
“Gök Tanrı buyruğu, soluk bulunca”[246]
mısraında Gök Tanrı inancının varlığı belirgindir. Bu mısra kut anlayışının
varlığı olarak da yorumlanılır.
Türklerin
dinleri ile yaşam biçimleri arasında çeşitli ilişkiler bulmak mümkündür. Tarih
ilmine de bu ilişki yansır. Türkler İslamiyet’i kabul ettikten sonra
onların bu
dine ait yaşam formları yaşayışlarını etkiler. Hakan İlhan Kurt’un destan şiiri
çalışmalarında bu birliktelik görülür.
Dediler, omuzladık, yol üstünde tuluğu,
Tanrı tek kul Muhammet, sine iman oluğu...
Çökünce derin derin delice kurt soluğu.
(Kutalmışoğlu Süleyman Ululaması, s. 41)
İnançlarını şiirlerine yansıtan sanatçı, iman duygusunu
mısralarına taşır.
nâkşibendî tövbem dur etmedim farzet yemin
beynime dalan nurdan kaldırın o ricâli
doksandokuz zikirden ağlaşıyor tüm zemin
artık hiçbir cevvâlin ne izahatı kaldı
ne de bir tamlaması dökülürken mecâli
yine Allah demişim Hay tesbihatı kaldı
(“Destan-ı Gülizâr”, Eleğimsağma, s. 66)
Besmele her
müslümanın herhangi bir işe başlamadan önce Allah’ın faziletlerinin farkında
olarak çektiği bir zikirdir. “ Sefir Günlüğümde” başlıklı şiirinde o da “Bir
avuç besmeleyle usulca toparlarım / Adım ortada kalır, uykularım hep yarım.”[247] mısralarıylaAllah’ı anar.
Şair
Allah’ın zikrini sadece insanlara has bir durum olarak sergilemez. “Hiç
Sızlamaz” adını taşıyan şiirinde “Akşam tütsülenir, ‘Allah’ der sabah”[248] diyerek zamana ait
kavramların da besmelesinin olduğunu bildirir.
Eleğimsağma
adlı kitabında bazı şiirlerinden önce Kur’an-ı Kerim’den çeşitli ayetlerle
girizgâh oluşturan şair, kutsal kitaba olan inancını da ortaya koyar. Örneğin
“Dik Koy başını Felek” başlıklı şiirine A’râf Sûresi’nin 205. ayetiyle başlar.
Bu ayet “Sabah akşam demeden, kendi içinden, korkarak ve yalvararak, alçak sesle
Rabbini an ve gafillerden olma.”[249]
âyetidir.
İnsan gün
gelecek yaptıklarının hesabını yaratıcısına verecektir. Hesap günü, iman
etmişlerin inandığı bir mahşer günüdür. Buna inanan şair mısralarına bu
günüyansıtır. İyi işler yapıp, Allah’ın rızasını gözetenler mükâfatını; kötü
işler yapıp,
Allah’ın
rızasını unutanlar da bunun cezasını çekeceklerdir. Kurt, bu bilinçte yaşamını
sürdürür. Gelecek için faydalı bir şeyler yapma endişesini içinde taşır ve
bunun tüm insanlıkta olması gerektiğini düşünür.
Göğe yüksel dedim, indin derine;
Kıyma dedim bir dem o mahşerine.
Tövbe et, secde et, otur yerine.
Allah var, imanı ziyan eyledin.
(“Ziyân Eyledin”, Eleğimsağma, s. 31)
Şairin
şiirlerinde ayrılık temi hâkimdir. Ayrılık çeşitli duyguları beraberinde
getirir. Ayrılık temi hüzün ve özlem duyguları ile birlikte ele alınır.
Sanatçı
ayrılık temini hüzünle beraber işler. Daha doğrusu ayrılık hüznü doğurur.
kim demiş ki koyaklar perdesini düşürmüş
kim derdi tütsülemiş yazlaklarını temmuz
bana söylemediler nergisler de üşürmüş
karanfiller yanarmış aşkın serencamında
bilmezdim hakikatim rüyalarımla mahfuz
sahi giden ben miyim bir bozkır akşamında
(“Bir Bozkır Akşamında”, Eleğimsağma, s. 9)
Ayrılık
yaşanır, fakat her zaman istenildiği için ayrılık gerçekleşmez. Bu yüzden
ayrılıklar hüznü taşır. “Kalırdım” başlıklı şiirindeki “Geldin gördün
fırtınalar yatışmış / An muntâzam kal deseydin kalırdım”237
ifadeleriyle mecburi bir ayrılığı ve ardından gelen kalma isteğini mısralarına
yansıtır.
Şair
ayrılık duygusunu mısralarına taşırken kendi içinde bir kederlenmeyi de
dillendirir. Hatta bu kederleniş gözyaşlarını diri tutar.
Ah Gülizâr yüzüne yılların izi düşmüş Kor
dudağında hüznün çiçekleri açarken Beynimi kemiriyor bıraktığın son gülüş
Yüreğim doludizgin kasırgalar bahtiyar Kıraç toprak misali nisyan içimde evren
Gözlerini öpüyor göz pınarım Gülizar (“O Gittiğin Yerlere Düşlerimi De Götür”, Eleğimsağma,
s. 90)
Sevgi
taşıyan her ayrılık bir özlem duygusunu doğurur. Hakan İlhan Kurt, ayrılık
duygusunu özlemle beraber verip yine bir duygu yoğunluğunu mısralarına taşır.
Ah gülizâr kaşların çay karası bir elif
Gölgeler indiriyor güncesi derde yalın O iffetinle akkor güzelliğinle lif lif
Çarpıyor sabahlara maziden bir tefekkür Ah gülizâr yüzüne izi düşmüş yılların O
gittiğin yerlere düşlerimi de götür
(“O Gittiğin Yerlere Düşlerimi de Götür”, Eleğimsağma,
s. 90)
Hakan İlhan Kurt şairlik ve hüznü birlikte düşünür. Hüznün
anlam ve nitelikleri üzerinde durur. Sanatçının şiirlerine bakıldığında çeşitli
hüzünlenişler görülür. Kendisini hüzne gark eden sebepleri belirtir. Bunlardan
öne çıkanlar aşk, millî hisleniş, mevsim, yaşlanmak gibi unsurlardır.
Sanatçı “Ah Gözyaşım” şiirinde Yahya Kemal, Ahmed Arif ve
Necip Fazıl’ı anar. Ahmed Arifi mısralarına taşırken onun “Hasretinden
Prangalar Eskittim” şiirine vurgu yaparak hüznün şairliğe bir ilham olduğunu
düşündürür.
Ah gözyaşım ciğerim deli dolu ciğerim Kan
kırmızısı ordum ne kaleler eskitir
Ne geçitler çökertir ne kucaklarda yetim
Kuşandığı seslerin anlamsızdır tarifi
Anlamsız sokağına döküldüğüm her şehir Hasret
zindanı olur yakar Ahmed Arif’i (“Ah Gözyaşım”, Eleğimsağma, s. 125)
Şair için
hüzün anlamlıdır. “Hüzün ki en çok yakışandır bize / Belki de en çok
anladığımız” diyen Hilmi Yavuz, şairlik için hüznün önemine işaret eder. Hatta
bu hüzün, genel anlamda da insana miras olarak kalan bir iç çekiştir. Hüzün bu
durumda aşktan da daha yüce bir duygu olarak tanımlanır.
Aşkın aşkı maharet
Nâr içinde bereket
Hulasa sersem sepet
Benim yandığım kalır
(“Bir Lahza Aşk Sözünde”, Eleğimsağma,
s. 144)
Hüznü her yıla yansıtır. Hatta bu hüzün tüm mevsimlere
sirayet etmiş durumdadır.
Ay düşmüş perçemine zeytun gözlü Gülizâr
Hurma ağaçlarında kalmış sevdanın Salı Ve yekpâre sükunet alnımdan tutan hüznün
Sürgülenmiş hazneler pencereler kapalı Bağr-ı virâne ermiş hazanı utan hüznün
(“Yıla Düşen Matem”, Eleğimsağma, s. 102)
Hüzün sessiz olmakla beraber, bir gözyaşı da biriktirir.
Çünkü hüzün insanı kederlendiren bir duygudur. Bunun temeli hüzün olduğu için
“Ah Gözyaşım” adlı şiirindeki “Ah gözyaşım bir gülün ömrü misali mağrur”238
mısralarıyla gözyaşını mağrur olarak değerlendirir.
Hakan İlhan Kurt, mısralarına süzülen kelimelerin hüzün
taşıdığınu belirtir.
Dinmemiş ağıtların kızgın haykırışların Ama
bir neticede çırpınan mor hamlesi Belki ayaklarıma düşen asi her yarın Belki de
yol artığı söylemler yoksulu gam Belki de hasıraltı duyguların cümlesi
Aşkımda darmadağın yalın yürek ihtiram
(“Yalın Yürek İhtiram”, Eleğimsağma, s. 129)
Şair
özellikle bireysel aşkın duygusuyla getirdiği hüzünlenmeleri mısralarına
yansıtır. Buralarda özellikle sitem duygusu ile karışık bir hüzün göze çarpar.
Sanatçı bu sitemi istifham sanatını kullanarak işler.
Bilmem tüneyip de alnına vurmuş
Gün olup durduğun bahar mı yaz mı
Ay gece göğsünde çatağa durmuş
Burnunun direği hiç sızlamaz mı
(“Hiç Sızlamaz mı”, Eleğimsağma, s. 8)
Bazen de
hüzün, aşk ve ayrılık duygusuyla yan yana bulunarak bir pişmanlığın sesi olur.
Enkaza dalan şehir hasretinle bembeyaz
Suretim çöreklenir en işlek caddesine
Kıtlama bağdaşımda eylediğim her niyaz
Üşüşür de başıma pişmanlığım bir yığın
Dolsam yine fütursuz birdenbire sesine
Bir kez daha elimi sımsıkı tutar mısın
(“Üç Gül Öteği Ölüm ve Bir Doğum Günüdür”, Eleğimsağma,
s. 136)
Hüzün, bir
anlamda yokluğun ifadesidir. Aşk duygusu ile gelen yokluk, bir hüzün taşır.
Çeşitli ayrılıklar da bu hüzünden nasibini alır. Umutsuzluk duygusu bu hüznü
perçinler.
Hey anda tut dilimi darmadağın bir umut
Gezlediğim bahçenin yalnız feryâdı kaldı
Kıskıvrak çatal dilli rüzgâr önünde bulut
Bölük bölük savruldu mavi göğün nâmına
Tut dilimi hey anda sevdamın adı kaldı
Bir Çingene dansından hüznün ihtişamına
(“Hey Anda Tut Dilimi”, Eleğimsağma, s. 116)
Turancı
düşünceye sahip olan Hakan İlhan Kurt, sosyal duyarlılıkla örülü millî
hislenişlerini şiirlerine yansıtır. “Bir Türkmen Sagusuyum Gülizâr Çığlık
Çığlık” şiiri buna örnek teşkil eden şiirlerindendir.
Kaldır beni yerimden haydi elimden tutup
Kavgadan yeni çıkmış savaşçı edâsıyla
Yedi iklim dört mevsim dört yön ve iki kutup
Muştu sarhoşluğunda sırılsıklam her salık
Kaldır beni yerimden nevbahar sedâsıyla
(“Bir Türkmen Sagusuyum Gülizâr Çığlık Çığlık”, Eleğimsağma,
s. 43.)
Şairler
için güz ayı ve demlerden de ikindi vakti ayrı bir önem taşır. Nitekim bu
zamanlar bir kayboluşun hazzını taşıyarak şairlere ilham kaynağı olur. Bu
vakitler hüzne de işaret eder. Hakan İlhan Kurt için ikindi vakti bir hüzne
gebedir.
İyi hatırlıyorum gün volkan gibi yaman
Ha ruh teslimiydi an ha gök yere indiydi
Unuttun mu gülizâr yüreğim darmaduman
Aklım başımdan firar vakit bir ikindiydi
(“Vakit Bir İkindiydi”, Eleğimsağma, s. 122)
Hazan
mevsimi şairler için ayrı bir ilham kaynağı oluşturur. Bu mevsimde yaprakların
dökülmesi, tabiatın başka bir hâl alması gibi çeşitli unsurlar insan ruhu için
bir düşünce kaynağıdır. Bu mevsim, tabiatı değiştirmesiyle şair tabiatını da
etkiler. Şair için güz mevsimi bir hislenişi ifade eden, siyahî bir mevsimdir.
Güze kesti vadi yazı yaban yar
Maviler silindi gam diyar diyar
Ey ab-ı ciğerle aşkladığım yar
Şimdi kimler çaldı meyvelerini
(“Sorgu Dehlizinden Notlar - 8”, Eleğimsağma,
s. 165)
Sonbahar
aşkın, hüznün mevsimidir. Bu bakımdan çeşitli hislenişleri bünyesinde
barındırır.
Dallar rüzgâr sağdığında sonbaharın memesinden
Kuru yaprak savuruyordu gözlerimde her ifade
Şakağımın kaşlarıma “haydi doğrul” demesinden
Şimşek kabarcıklarının azdığını biliyordum Böyle tekinsiz değildim böyle yayan
ve piyade Kime neleri ne için yazdığını biliyordum Beni sevmediğini de
(“Sorgu Dehlizinden Notlar
- 5”, Eleğimsağma, s. 160)
Şairin hüzünlenmesine neden olan bir diğer unsur
yaşlanmaktır. Türk edebiyatında bu konuda yazılmış olan en önemli şiirlerden
biri şüphesiz Cahit Sıtkı Tarancı’nın yazdığı “Yaş Otuz Beş Yaş” şiiridir. Sanatçı
için yaşlanma ilhamını ya da hislenişini dahi etkilemektedir.
Kırışmış alnım artık çatık kaşlarımın dehre
Yavaş yavaş pervasız çığlıkları karışıyor Çöküyor gece gibi kutsaldır dediğim
şehre Feri kırgın gözlerim alıngan ve sırılsıklam Sakalımda beyazlar siyahlarla
yarışıyor
Titreyen düşlerimde dağılıyor bütün ilham
(“Alfabemi Arıyorum”, Eleğimsağma, s. 150)
Hakan İlhan
Kurt için hüzün şairi demek yanlış olmaz. Onu kederlendiren birçok duygular
vardır. Şair bu duyguları hüzünle yoğurarak mısralarına taşır.
Hakan İlhan
Kurt, engin bir sevgi sonucunda gelen özlem duygusunu hüzün duygusuyla beraber
ele alır. Aynı zamanda onu özlem duygusuna iten unsurları işler. En çok dikkat
çeken unsurlar, aşk, sevgili, çocukluk ve sıla özlemidir.
Şair,
içinde biriken özlem duygusunu mısralarıyla vuslata erdirmek ister. Bu bir nevi
duyguları dışa vurarak sağaltmaktır. Şiir bu anlamda hüzünlerle yoğrulmuş
duygusal bir rahatlama fonksiyonunu taşır.
Sana mısralarımla dokunacağım ey yar Ne olur
yırtma beni sayfamda salkım saçak Cennet bakışlarını kıskanan figanım var
Yırtma uçsuz bucaksız bentlerde solacağım Yırtma ebedi iklim doğunca yaprak
yaprak Çağrıldığım zaman yanında olacağım
(“Sana Mısralarımla Dokunacağım Ey Yar”, Eleğimsağma,
s. 86)
Sanatçı, kalpten süzülen özlem duygusunu yine göğsüyle
dindireceğini belirtir. Bir başka ifadeyle özlem duygusu sevgiyi yüceltir.
ben sana mısra mısra dokunacağım ey yâr en
sevgili mahrumun tavafında her taraf aşkın ile şâhikam şahlanırken bu pınar en
yalgın hasretleri göğsümle vuracağım çürüyecek nârımda bir güneş misâli saf
beklemediğin bir gün kapına duracağım
(“Sana Mısralarımla Dokunacağım Ey Yar”, Eleğimsağma,
s. 87)
Özlem bazen sevgiliye kalan tek şeydir. Hasret duygusu
sevgiyi ayakta tutan bir duygudur.
Anla beni Gülizâr dudaklarımda deprem, humar
bakışlarımda bir kasırga dillenir.
Her sûret ağyar olur, salınır sersem sersem
düşerim, düştüm demem sâhi diyar içinde... Gülizâr yanan benim, yandığım ile
seyir ûmidim nûr içinde, dâhi diyar içinde.
(“Diyâr İçinde”, Eleğimsağma, s. 31)
Her şeyden önce özlem, bir ayrı kalmayı da içinde taşıdığı
için bir hüznü simgeler. “Hüznün bütün rengini solur, özleminle içlenmiş
ciğerlerim.”[250] diyen şair için özlem
duygusu, hüznün her rengini taşır. Sanatçı, vuslatı olmayan bir özlem duygusunu
mısralarına yansıtarak yine bir hüzne işaret eder. Bu duygu şairi derin bir
sessizliğe gark eder.
Bir elif duruşu sızıyor içten Düşüyor
toprağa, kar ince ince Bazen özlemekten, bazen sevinçten, Neyse susuyorum, adın
geçince (“Adın Geçince”, Belemir, s. 34)
Şairi özlem
duygusuna iten bir duygudur aşk. Bu duyguyu sevgili çatısı altında ele alır.
Sevgilisinin kokusnu bile hissetmesi onu heyecanlandırmaya yeter.
Ne adaklar bağlarım sesini serer sermez
Ne adaklar bağrımdan yamacına ulaşır.
Değil ki gelse kokun nârına dursam bir kez
Ellerim ayaklarım birbirine dolaşır.
(“Telaş”, Eleğimsağma, s. 30)
Sanatçı
için sevgili bir teşbihle gün aydınlığı demektir. Ondan ayrı kalmak derin bir
hasret çöküntüsü ve iç sıkıntısıdır.
Ay vaktinde duysam bir çift sözünü
Yaz eylerdim, Toroslar’ın güzünü.
Hasret çöktü, canım çekti yüzünü
Ne olurdu, şimdi burada olaydın;
Bak gün aydı, günaydınım. Günaydın.
(“Gün Aydı Günaydınım Günaydın”, Belemir, s.
38)
Sevgilinin
âşığın yanında, yakınında olmaması âşık için bir kederlenme sebebidir. Bu durum
dinmeyen bir özlem duygusuna gebedir. Artık yaşanılan yer kişiye anlamsız,
geniş caddeler ise dar gelir. Bu durum kavuşulamayan sevgiliye duyulan özlemin
dinmemesidir.
En geniş sokaklar yollar dar şimdi
İçimde dinmeyen özlem var şimdi
Haydi “merhaba” de sarıl sar şimdi
Seni buralarda göremiyorum
(“Seni Buralarda Göremiyorum”, Belemir, s. 55)
Hakan İlhan
Kurt, çocuklukta olan ilk aşkını unutmaz ve ona derin bir özlem duyar. Bu özlem
ise dayanılmaz bir hâldedir.
Lahzaya beyân imiş, sabır çekince haras;
Özlemin dayanılmaz, tâ ki çocukluğumdan.
Kaşıma parmak izin, bağrıma bağrın miras,
Ruhların göçü sıra mahşer ihtişâmında.
Usulca sokul biraz bâki çocukluğumdan
Giden ben miyim oysa bir bozkır akşamında?
(“Bir Bozkır Akşamında”, Belemir, s. 83)
Yıllar
sonra sevgilinin özlemini çekmek, onu bir defa olsun görmeyi istemek yollar
ayrılsa da, hayatlar farklı çizgilerde seyretse de yaşanılan durumlardır.
Özlem, bir saniyelik sesle bile bir avuntuyla ömür boyu yaşanılabilecek derin
hislenişleri içerir. Ne pahasına olursa olsun sevgili, hayallerde dahi
yaşatılmak istenilir. Böylelikle kişi huzur bulur.
Toprak damlı evleri ağartıyor her deyiş,
Her hisleniş gizliyor, huzur dizlediğimi.
Hangi vakit kor düşse bu çetrefil bekleyiş,
Sen hayalime sarıl, kekik kokusu emzir.
Kimse bilmiyor yalnız seni izlediğimi.
Gök, yüzünü öpüyor; gökyüzünü Belemir...
(“Belemir”, Belemir, s. 17)
Her zaman
ayrı kalınan kişiye ya da kişilere özlem duyulmaz. Şair, artık yaşlandığını
düşünmekte ve çocukluğuna özlem duymaktadır. Cahit Sıtkı Tarancı’nın “Çocukluk”
adlı şiirinde “Affan Dede’ye para saysam / Satsa bana çocukluğumu” mısralarıyla
dile getirdiği çocukluk özlemi, birçok şairde hissedilen duygu olarak dikkat
çeker. Zira çocukluk günleri masumiyet, neşe, oyun, heyecan, merak ögelerini canlı
tutar. Şair gençlik heyecanını artık yitirmektedir. “Artık Yaşlanıyorum”
başlıklı şiirine geçen yılların hüznünü taşır.
Hasret, bir
arayış ifadesidir. Şair çocukluk heyecanına derin özlemler besler, o günleri
anar. İnsanı insan yapan hasletlerden biridir hasret. İnsan bilinci, hasret
duyulan şey ile irtibat oranında tazelenmektedir. İnsan hasretliklerini
hatırladığı an ötelerin sesini de duyabilmektedir.
Doğrusu hâlâ vazgeçemedim,
Kehribarımdan, firuze taşımdan.
Hâlâ derin özlemler besliyorum,
Tükettiğim o yarı yaşımdan.
(“Muteber Bir Aşkın İbadeti”, Belemir, s. 92)
İnsanlar
doğup, büyüdüğü yere ayrı bir sevgi duyar. Çünkü bazen en güzel, bazen en kötü
günlerini burada yaşamıştır. Yani mekânların, içimize bakan, içimize seslenen
ayrı bir yönü vardır. Şair buralara ayrı bir sevgi duyar.
Mütebessim suretim, ezberdir şakaklarda.
Orası benim köyüm, şurası benim kentim;
En geniş caddelerde, daracık sokaklarda,
Esiriyim kalbimin, çürürken santim santim.
(“Sefir Günlüğünde”, Belemir, s. 81)
Şair,
memlekete olan özlemini ona memleketi çağrıştıran unsurlarla anlatır.
Toplar iki yakamı bir atlas kesintisi,
Ne zaman yalınayak öz yurdumdan ırasam.
Bazen koynuma düşen yalıyar esintisi,
Bazen sağrın ardında uçtan uca bozkırım.
Hani derim ki şayet saçlarını tarasam
Bir kızıl şahin gibi göğe kanatlanırım.
(“Başım Göğe Erer mi”, Belemir, s. 101)
Sıladan
ayrı düşüldüğünde buralara özlem hissi uyanır. Şair, doğduğu ve yetiştiği yere
oradan uzak kaldığında özlem duyar.
Burnumda köyüm kentim,
Çözülür mü kementim?
Anbean, santim santim
-artık yaşlanıyorum.
(“Yaşlanıyorum”, Belemir, s. 32)
Sanatçı
özlem duygusunu çeşitli sebeplerle işlerken bu duyguyu işlevleriyle ele alarak
olumlu bir unsur olarak düşünür. Ona göre hasret duygusu sevgiyi ayak tutar.
Buna karşın özlem duygusunu insanın kederlenmesine yol açan olumsuz bir duygu
olarak da mısralarına yansıtır.
Hakan İlhan
Kurt, umut duygusunu imgeler kullanarak anlatmaya çalışır. Umut, olumlu
beklentileri karşılar. Şair, özellikle aşk mevzusunda umudunu diri
tutmak ister.
Şiirlerinde umutsuzluk duygusu çeşitli sebeplerle açığa çıkar. Sanatçı endişe,
çaresizlik ya da sabır noksanlığı neticesinde umutsuz olduğu anları mısralarına
yansıtır.
Umut mefhumu “Sefir Günlüğü” adlı şiirinde güvercin
çırpınışı ile eşleştirilir. “Güvercin ümidi” kullanımıyla güvercin, gelecek
için umut aşılar.
Aşk duygusu umudu doruğa çıkartır. Bu anlamda şairi
heyecanlandırır. Bu hâl aşkın getirdiği güzel duygulardandır. Aşka umut
etmektir bir anlamda.
Kim bilir belki bir gün, bu bahçeye uğrarsın,
Belki bir gün sessizce dinlenirsin bağrımda... Nâzarım mühürlenir, yanım
yamacım yalgın; Endâmmı cihândan setr’edip de çağrımda, Kim bilir belki bir
gün, bu bahçeye uğrarsın... (“Kim Bilir Belki Bir Gün”, Belemir, s. 45)
Şair aşk duygusunun güzel neticelenmesi babında bir umut
besler. Böylelikle aşkını diri tutar.
Her sabahın göğsüne biraz çay, biraz simit,
Yüzümdeki zambaklar kuruluyor sofrana.
Âmâ bir fener gibi şavkına sızan ümit,
Sûretimi işliyor camına pencerenin... Nazını ziyan etme, hiç güvenme tafrana,
Bugün bir şiir kadar yakınındayım senin.
(“Bir Şiir Kadar Yakınındayım”, Belemir,
s. 24)
Umudu sevgilinin güzellik unsurlarıyla eş tutarak tabiat
unsurlarının dirilişini sevgiliyle eş tutar. Bahar sevgilinin gülüşüne secde
eder. Bahardan da güzeldir sevgili. Böylelikle mevsimlerle duyguları birbirine
bağlar.
nice umut yeşerir eylediğinde endam, gül
kokulu gülüşün secdesidir baharın. ne zaman saçlarına ellerimi uzatsam yüreğime
saplanır o derin bakışların.
(“Telâş”, Belemir, s. 87)
Ona göre umut duygusu, insanları hayata bağlayan ışık
olarak sadece aşkla mümkündür. Umut duygusunun yüksekliği aşkı devam ettirmede
bir motivasyon kaynağıdır.
şarkıların ve çayın, en güzeli sendendir;
yalnız senden sağarım, umudun ışığını.
ister beni yerden kes, istersen göğü indir,
söz geçer mi iliği alaz kuşanmış mühre?
her şehir uzaklarda büyütür âşığını ve
titreyince toprak, duruşun düşer şehre. (“Duruşun Düşer Şehre”, Belemir,
s. 78)
Şair, sevgiliyle bir araya gelemeyişine rağmen onu bekler.
Bu durum da aşk ile umut duygusunun birbiriyle ilişkili olduğunu ortaya koyar.
Ay kızların beneğinde, Kurdu kuşu
ekmeklerdim.
Bir güvercin tüneğinde, Sen giderdin, ben
beklerdim.
(“Ben Beklerdim”, Belemir,
s. 53)
Çok dertli olunması, farklı sıkıntılar içinde bulunulması
hâlinde dahi aşk duygusu sayesinde umutsuzluk duygusuna yer olmaz.
Dert kapımı çaldığında, Asla umutsuz
değildim.
Aşk işgale kaldığında,
Gözlerini vatan bildim.
(“Al Göğsüne Sar”, Belemir,
s. 94)
Sabır duygusuyla umut eş zamanlı yürür. Umudun olmadığı
yerde sabır da bitmiştir. Kurt, sabrın tükendiğini sevgiliye seslenerek
bildirir.
böyle ağlarsan eğer çıldırırım gülizâr
yırtarım vakte dair bıraktığın verdeyi efil efil yüreğim ve kabarmış bir damar
zikrimle de ayılmaz cehl-i mecnun sersefil ey aklıma ziyanım kaldır şuha perdeyi
ve döşe sabaha dek geceme sabr-ı cemil
(“Böyle Ağlarsan Eğer Çıldırırım Gülizâr”, Eleğimsağma,
s. 81)
Umut,
beklentidir ve beklentileri karşılamadığı sürece yerini endişeye bırakır. “Bir
Merhaba De” şiirinde “Tükenmeden umudum, / bir merhaba de bana.”[251] diyerek sevgiliye seslenir.
Sevgilinin
varoluş durumuna göre umut ortaya çıkar. Bazen umudun başladığı yere hüzün
duygusuyla geri dönülür. Sevgili olmadığında umut da onunla gitmiş olur. Bu
durum bir çaresizliği aşılar.
Gittiğin yerde kaldı umudum,
Dardayım, sağım solum uçurum.
El mahkûm, sırılsıklam acılar;
Sahi hiç balkona çıkmaz mısın,
Hiç canın sıkılmaz mı senin yâr?
(“Hiç Canın Sıkılmaz Mı”, Belemir, s. 36)
Umut etmek
her zaman kolay değildir. Kimi zaman yerini sabır noksanlığıyla umutsuzluğa
bırakır. Şair derin hüzünlere yelken açmıştır.
Dağ dağa ilişmez mi, yol mu hancıdan ırak;
Yiter gider umudum, bir yiğit cevvâlinde.
Ne varsa yüreğinde, avuçlarıma bırak,
Sen ağla, ben yaşını gözyaşımla sileyim.
Her giden geçmişini, tüketir evvelinde.
-Kavgayla sınama yâr; vur beni, ben öleyim.
(“Kavgayla Sınama Yâr”, Belemir, s. 43)
Şairde
aşkın coşkunluğundan umut duygusu yerini umutsuzluğa bırakır. Bu durum
melankolik bir ruhu mısralara taşır.
Darmadağın umutla başucunun vurgunu,
Bir takvim yaprağıydım, bakışlarında humar.
Sessiz sessiz taşırdım, her güne soluğunu;
Vâdem ellerinde hür, devrim düşünde meskûn.
Hülâsa, tufanında şaha kalkan her damar
Âyinine duruyor; sen, benden kaçıyorsun.
(“Sen Benden Kaçıyorsun”, Belemir, s. 50)
Sanatçı
umudu her şeye rağmen canlı tutmak ister. Bu umudu hüzünlü şarkılara katmak
ister.
Bıraksak ziyana tutsak umudu,
İçli şarkılara katsak umudu.
Nefsimize düşsek, aşsak hududu;
Getirir, hizaya uslu gecemiz.
(“Bir Semaver Faslı Gece”, Belemir, s. 117)
Hakan İlhan
Kurt karamsar ruh hâlinin getirdiği umutsuzluk duygusuna kapılsa da umut
duygusunu daha önde tutar. Özellikle aşkın tinsel gücü şairi umuda sevk eder.
Zaman geniş
bir kavram olarak ilk çağlardan beridir araştırmacıların ilgisini çeker. Zamanı
geniş bir kavram olarak ele almak gerekir. Hakan İlhan Kurt, zaman kavramı
üzerinde düşünür, zaman mefhumunun anlamı karşısında hüzünlenir. Bireysel zaman
olgusunu mısralarına yansıtır.
Ünlü
araştırmacı Bergson felsefesinin zaman merkezi olarak gösterdiği yer duree
fikridir. Duree, geçmişin devamlı gelişmesidir diye tarif edilir. Devamlı
olarak birbiri üzerine yığılmak suretiyle büyüme gösteren geçmiş, kendini
otomatik bir şekilde muhafaza eder.[252]
Bu durum tarih ve kültürü ön plana çıkarır. Bir destan şairi olan Hakan İlhan
Kurt için zamanın bu yönü oldukça önemlidir. Zaman öncesiz ve sonrasız bir
sonsuzluk içindedir. Bu yüzden zamanın akıp gitmesini önemser.
Burada herşey isyan, orada herşey masal,
Her hamlem duruluyor, gün sarına sarına;
Ne zaman açık versem veyahut kopsam misâl,
Takvim solup gidiyor, baskın yiyor kıyâmım.
Hüviyetten yoksunum, hükümsüzüm yarına
İki de bir çağırma, ben meşgûl bir adamım.
(“Ben Meşgul Bir Adamım”, Belemir, s. 19)
Zamanın
geçip gidişinden üzüntü duyan şair, geçen zamanın getirdiği hüzün ile zamanı
buruşan yaşlı bir insana benzeterek somutlaştırır.
Tükettim sabrımı, devler vuruştu;
Toprağım ağlıyor, kızamıyorum...
Zaman atlas oldu, soldu buruştu,
Artık sana şiir yazamıyorum.
(“Yazamıyorum”, Belemir, s. 118)
Zaman
kavramı tematik düzlemde şairin hüzünlenmesine yol açan bir unsur olarak
görülür. Şair zamanı sabitleme çabası içinde geçen anın üzüntüsünü mısralarına
izlek olarak yansıtır.
Güz mü tanır bu dem güzümden başka,
yüreğimden başka, özümden başka;
geriye dönüp de gözümden başka
bakacak her gözü sebep eyledim
(“Sebep Eyledim” Belemir, s. 79)
Şiirde
zamanın yok edici tavrına karşı söyleyici, aşkla direnir. Aşk zamanın ötesine
götürerek şairi mutlu eder.
ıslanırım resminle her sabah sırılsıklam,
her akşam azıklarım, göğsümün yitiğini...
ne zaman düşlerimi kollarına bıraksam
ay tutulur aniden, serpilir pul pul zühre.
an olsa ve bulutlar düşürse tetiğini,
bir su misâli berrak duruşun düşer şehre...
(“Duruşun Düşer Şehre”, Belemir, s. 78)
Zaman bir
özne olarak kabul edilir. Burada bireyin kendi iç zamanı önemlidir.
Yalnızca bir bardak dudak payımsın,
Çiy düşmüş, ıslanmış âhımda vezne .
Gece çökmüş ne gam, dolunayımsın,
Nurunu resm’eyler övülmüş her din.
Zaman nasıl da sır, nasıl bir özne;
Ben tütün sarardım, sen çay demlerdin.
(“Sen Çay Demlerdin”, Belemir, s. 52)
Hakan İlhan
Kurt bireyin kendi iç zamanını önemser. Bunda hüzün şairi olmasının payı
bulunur. Bu bağlamda özellikle akşam ve gece gibi zaman unsurları mısralarda
çoğul okumaya meydan verecek şekilde kullanılır.
Bugün bir şiir kadar yakınındayım senin,
Bir şiir kadar esrik, bozkır tepen atlarla...
Seyrine duruyorum menziline girenin,
Ayazda kalmış gibi titriyor, üşüyorum;
Damarımda şahlanıp göğü öpen atlarla,
En tedirgin gecede koynuna düşüyorum.
(“Bir Şiir Kadar Yakınındayım”, Belemir, s. 23)
Ahmet Haşim,
şiirde anlam üzerine düşünür. Anlam ve vuzuh aranmasına karşı çıkarak şiiri iç
içe geçmiş kapalı bir dünya şekilde tasarlar.[253]
Onun bu konuda tartışılan şiiri ise “Bir Günün Sonunda Arzu” şiiridir. Bu
şiirde özellikle anlam kapalılığına yol açan kelime mısralarda tekrarlanan
“akşam” imgesidir. Ahmet Haşim’in duygu dünyasıyla bütünleşen sarı, akşam, güz
unsurları şiirlerinde dikkat çekici ögelerdir. Hakan İlhan Kurt, Haşim şiirinde
bir süreklilik içinde kayboluşa sürüklenen zamanı siyah düşler imgesiyle ifade
eder.
şehrin siyâh düşleri ve bembeyaz gülüşün
ah gülizâr gül kadar gülşen değildir vâkit
bir yarasa misâli tutar yakamdan tütün
sarı safran bir ceset özlem yükü peşimde
ah gülizâr gül kadar siyâh düşlere şâhit
okuduğum her mısra titrer Ahmet Haşim’de
(“Şehrin Siyah Düşleri ve Perdesiz Pencereler”, Eleğimsağma,
s. 95)
Sanatçının
zaman algısı genel anlamda geçmiş-gelecek-şimdi üçgeni içindedir. Geçmişin
birdaha tekrarlanamayacak olması şairi melankolik bir ruh hâline sürükler. Bu
noktada şair, zamanın ötesine götürecek duyguları hissetmek ister. Öznel bir
zaman kavramını içeren “iç zaman” kavramını mısralarına taşıyarak
zaman
algısının ötesine geçer. Zaman ile ilgili algıları şairi, Ahmet Haşim’in
empresyonist yaklaşımına sürükler.
Sanatçı
şehir hayatının güzelliklerini, niteliklerini mısralarına taşır. Ancak şehir
hayatı köyde yaşamış insanlar için çoğunlukla zor olmuştur. Tabiatla iç içe,
gürültü ve kalabalıktan uzak bir hayat yaşayan köylüler için şehir hayatının
olumsuz tarafları bulunur. Üstelik şehir hayatı sentetik bir hayat tarzıyla köy
insanlarını bunalıma sevk etmeye uygundur. Bu nedenle köy havasını solumuş,
köyde yetişmiş bir şair olan Kurt, şehirleşemediğini mısralarında belirtir.
Şehir
kalabalık olması yönüyle dikkat çeker. Şair şehrin bu özelliğine vurgu yapar.
Akar amber dalında gün çalarım yaprak yaprak
Toprağının rahminde insâfına durur herkes
Ne varsa gönder bana gülden evlâ sudan berrak
Şehirden kalabalık köyden tenhâ ne varsa sar
Ziyan etme ismimi ne memleket ne de adres
Sen yaz da gönder bana beni tanır postacılar
(“Beni Tanır Postacılar”, Belemir, s. 67)
Şehrin
kendine has güzellikleri vardır. Şair bu güzelliği aşk duygusuyla hemhal
bırakarak sevgiliyle bütünleştirir.
şarkıların ve çayın, en güzeli sendendir;
yalnız senden sağarım, umudun ışığını.
ister beni yerden kes, istersen göğü indir,
söz geçer mi iliği alaz kuşanmış mühre?
her şehir uzaklarda büyütür âşığını
ve titreyince toprak, duruşun düşer şehre.
(“Duruşun Düşer Şehre”, Belemir, s. 78)
Sanatçı her
ne kadar şehirde de yaşamış olsa geldiği yeri unutmaz. Aynı zamanda hiçbir
zaman istese de şehirleşemeyeceğini belirtir. Esasında bu bütün köylü insanı
için geçerlidir. Köyde yaşamış bir insan toprağın getirdiği dirayetle özüne
bağlıdır.
Hakan İlhan
Kurt, şehir hayatını güzellikleriyle beraber işler, ama köy hayatı onun için
başka bir yerdedir.
İlk
dönemlerden itibaren Türk edebiyatında kahramanlık konusu edebî ürünlere
yansır. Ancak vatan, millet, hak, adalet gibi toplumsal konular şiirimize
Tanzimat döneminde girer. Millî edebiyat dönemiyle de toplumsal konular şiiri
düşünceleri belirtmede araç hâline getirir.
Hakan İlhan
Kurt, destan şairliği kimliğiyle ulusal bilinci yüksek, tarihle ilgili bir
sanatçı olarak millî duygularını mısralarına yansıtır. Bu duygular şiirlerde
çeşitli şekillerde tezahür eder. Memleket sevgisini, memleketin değerini
bilerek işleyen şair, bu memleketin insanına da sevgi ve saygı besler.
Şiirlerinde Türk’ün güçlü niteliklerini belirtip Türk kahramanlarının özelliklerine
yer verir. Turancı düşünceye sahip olduğundan bu düşüncenin nüvelerini açığa
çıkarır.
Gurbet-sıla
karşıtlığını memleket sevgisi vücuda getirir. Şair sıladan ayrı kaldığında
derin bir üzüntüye büründüğünü çeşitli imgelerle dile getirir.
Toplar iki yakamı bir atlas kesintisi
Ne zaman yalınayak öz yurdumdan ırasam
Bazen koynuna düşen yalıyar esintisi
Bazen sağrın ardında uçtan uca bozkırım
Hani derim ki şayet saçlarını tarasam
Bir kızıl şahin gibi göğe kanatlanırım
(“Başım Göğe Erer mi?”, Eleğimsağma, s. 15)
“Haydi Gün
Biraz” adlı şiirinde “Yüz buladığım coğrafyam / Haydi gün biraz”[254] mısralarıyla millî bir
hassasiyetle yaşadığı coğrafyanın sürekli yenilenen gün gibi devam etmesi
isteğindedir.
Göçebe
kültürünü yaşamış Türkler için devletin teminatını sağlayan en büyük araç
sağlam bir disipline ve düzene dayanan bir nizamdır. Bu nizam devlet fikrini
öne çıkarır. Bir yerde Türk varsa, devleti de vardır. Bu da yıkılan bir Türk
devletinin
yerine yine güçlü bir Türk devletinin kurulmasına imkân tanır.[255] Millî duygu yoğunluğu taşıyan
sanatçı Türk’ün bu yönüne dikkat çeker.
Dandanakan amadem Gazneli’nin sırtına
Nan Oğuz’dur serverim ne devletler kurarım
Ne devletler yıkarım benzim cenkte fırtına
Cenk kurudu gülizâr hâle sebâtı kaldı
Salladı meyvesini bûseler çakım çakım
Aşk meydan uğraşında bana isnâdı kaldı
(“Destan-ı Gülizâr”, Eleğimsağma, s. 67)
Türk
milletinin büyük bir millet olarak destanlar oluşturmasında şüphesiz cesur ve
güçlü tavrının yansıması vardır. Türklere kendi ordusundan sayıca fazla ve
donanımlı orduları yenmesinin altında da bu güç ve azim bulunur. Hakan İlhan
Kurt, “Buyruğumu işiten her bir nefer yürüsün; / Göğümce gök yürüsün, yerimce
yer yürüsün!”[256] mısralarıylaTürklerin bu
yönüne dikkat çeker.
Türklerin
tarihinde savaşlarda kazanılmış büyük başarılar yer alır. Bir toprak parçasını
vatan haline getirmelerinin altında destansı kahramanlıkları bulunur. Türkler
verimsiz bir toprak parçasını düşman illerine vermekten geri durmuş
yöneticilere sahiptir. Şair destan şiiri yazarak tarihten ilhamla benzer
kahramanlıkları mısralarına taşır.
Yürüdü Türkmen erler, bölük bölük yürüdü,
Koşu üzre bir koldan mızrakları sürüdü.
Gök mü çöktü bilinmez, yoksa yer mi çürüdü
(Kutalmışoğlu Süleyman Şâh Ululaması, s. 110)
Sanatçı,
Türk hükümdarlarını coşkulu bir şekilde anar. Onların çeşitli yönlerini
yüceltir. Zaten destan şiiri yazmasının altında Türk devletlerinin millet olma
yolunda güçlü ve vatanına sıkı sıkıya bağlı kişilerin gururla tarih
sahnesindeki rollerini gösterme arzusu vardır.
İl-Teriş bir eyledi, Türk adında birliği,
Yerledi Kapgan Kağan, Gök Bodun’da dirliği.
Sekiz tümen Kırgız’ın kış gününde erliği
(Köl Tigin Ünlemesi, s. 47)
Tarih
çeşitli unsurlarla birlikte güçlenir. Tarihi, toplumların ruhî, manevi
fonksiyon gücü tayin eder.[257] Bu güç ise birçok kahraman
yaratmaya müsaittir. Geriye güçlü devletten vatanı için kanını feda etmiş şehitlerini
yâd etmek kalır. Kutalmışoğlu Süleyman Şâh, Anadolu Selçuklu Devleti’nin
kurucularından biri olarak Anadolu’nun yurt edinmesinde önemli simalardan
biridir. Onun karamanlıkları da tarihin tozlu sayfalarında yerini alır. Bu
tarihi isim için destan şiiri çalışması vücuda getiren Kurt, “Al olmuş kılıcı
yaman Şâhımın / Kardaştan, kardaşlık uman Şâhımın”[258]
mısralarını içeren onun kahramanlığını anlatan ağıt niteliğinde bir şiir yazar.
Hakan İlhan
Kurt, Turan idealizmini savunur. Türk’ün mührünün “Bu kutsal coğrafyanın
bağrına kurulmalı; / Fitne fücur çağına Türk mührüvurulmalı”[259] mısralarıyla tüm
dünyaya yayılmasını ister.
Ziya
Gökalp’ın temellerini attığı Türkçülük düşüncesi Türk milliyetçiliğini her
anlamda etkiler. Bu milliyetçiliği semantik olarak daha ileri bir seviyeye
taşıyan bir görüşle ırk kavramına daha çok dikkat çeken isimlerden biri Nihâl
Atsız olur.[260] Hakan İlhan Kurt,
onunla benzer görüşlere sahip olarak ondan “atam, Atsız Ata” diye bahseder ve
onun için şiir kaleme alır.
Doruklar, ak doruklar, genç kız gibi ve hatta
Emzikli anne gibi umudunu büyütür.
Ay ata... Atsız Ata... Tutunduğum hayatta,
Beni ruhundan başka hangi maden öğütür?[261]
Vatan
toprağı uğruna binlerce kişinin kanı dökülmüştür. Türk milleti için şehitlik
tahtına layık görülen bu kişiler her dönemde kutsal kabul edilir. Hakan İlhan
Kurt şehit edilen Fırat Yılmaz Çakıroğlu hatırası için bir ağıt tertip eder.
Şimdi bütün baharlar, senin adınla başlar;
Seni emzirir gülce o
nergis boğumları.
Sen gülünce durur mu
yerinde kaba taşlar;
Cana işler mi perçin, ruhu
sarar mı kafes? Secdeler kesif kesif mukâddes doğumları,
Gün ortası, zamansız yitirilen bir nefes.[262]
Sanatçı
sadece Türkiye topraklarında yaşamış kahramanları anmaz. Turan idealine sahip
şair, diğer Türk illerindeki kahramanları da mısralarına yansıtır. Doğu
Türkistan’ın efsaneleşmiş lideri Osman Batur için şiir yazar.
elbette ki bağ boğum
ırkıma dolanda toy şahlanır sayatlarım saylarda misil misil orta kuşak yuğlarda
alazlanır cümle huy gözyaşlarımla büyür ala yunak bir nesil andolsun yedi göbek
yedi düğüm o güne Böke Batur öğüdü öğüttüğüm o güne[263]
Şair, Turan düşüncesi etrafında diğer Türk devletlerine
sevgi beslediği gibi bu devletlerin zor zamanlarında üzüntü duyduğunu
hissettirir.
Bir Türkmen sagusu’yum gülizâr çığlık çığlık Ateş dilim
kanatır masmavi gökyüzünü Kadife gecelere gizlenirken karanlık Güz hüznün
sarısıdır ay ümidinde bedir Ve damarlarım titrer uğurlarken yüzünü Antik
mısralarımda bâkir düşler gezinir
(“Bir Türkmen Sagusu’yum Çığlık Çığlık”, Eleğimsağma,
s. 41)
4.I.2.2.
Halk kültürü
ve yerlilik
4.I.2.3.
Şair
yaşadığı coğrafyaya, tarihe ve kültüre saygı ve sevgi besler. Bu sevgi onu
yerlilik çizgisine taşır. Bu yüzden mısralarına yerli unsurları, Türk
kültürünün kaynaklarını taşır. Türklük için önemli birtakım şairleri
mısralarıyla anar.
Yüzyılların
birikiminin coşkusunu ve şuurunu mısralarına bilinçli olarak taşır. Geçmişin
değerlerini hakkıyla anmak ister. Türklerin en eski çalgı aleti, millî çalgı
aleti de sayılan İslamiyetten önceki Türk edebiyatı döneminde kullanılan
kopuzdur. Şair yerlilik coşkusunu kopuz ile daha yoğun bir seviyeye taşır. Bir
anlamda Yahya Kemal’in geçmiş olgusuna ulaşmak ister. “Yahya Kemal’de geçmiş,
hayatımızın dışında değildir. Hayatımızın içinde olan canlı bir vakıadır.”[264] Bu sayede geçmişi anmak,
şimdiyi anlamlı kılar.
Asra takvim düşerim balbal gövdelerinde
Atlasıma kök salan kopuzların o çalık
Tınılarında sakla haykırışımı akıl
Ve çağlar tarih boyu ediplerin ferinde
Bembeyaz sayfaları işgal eden bu fasıl
(“Bir Türkmen Sagusu’yum Çığlık Çığlık”, Eleğimsağma,
s. 43)
Kültürün
birçok tanımı yapılır. “Kültür, insanın tabiat karşısındaki
başarılarının, tabiata kazandırdığı anlamların toplamıdır.”[265]
Gelenek, hayalî bir geçmiş yaratma ütopisinden uzakvar olanı sahiplenme
arzusudur.[266] Bu yüzden gelenek ile
yerlilik arasında bir ilişki mevcuttur. Yerlilik bu yönüyle tarih ile de
yakından ilişkilidir. Destan şiirleri yazan şair tarihi anlamlandırır.
Türk
kültürünün üç ana kaynağı bulunur. Bunlar Anadolu’daki kültürel hususiyetler,
İslam medeniyeti ve Rumeli’den edinilen tecrübelerdir.[267]
Sanatçı mısralarında bu kaynakları yansıtır.
Tespih etsek şu göğü, kâfi
midir tarifi?
Her sabah doğrulanı,
çağrılanı her akşam...
Bizimdir geceleyin cehde
sürmek ârifi,
Bizdendir mahlûkatın her
zahmetine mecnun Ya Bismillah, der demez rahlemizde ihtişam, Sırılsıklam bir
elif, mum ışığında bir nûn.
(“Titreşir Alevimiz Kandilimiz Ayarsız”, Belemir,
s. 98)
Türk
edebiyatında Leyla ile Mecnun, Kerem ile Aslı, Tahir ile Zühre gibi kişiler
aşkın en yoğun işlendiği halk hikâyelerinde tanınan kişilerdir. Aşk bu
kişilerle daha yüce bir seviyeye taşınır. Bu yücelik onlarla beraber aşkın
aşığı acılarla pişirmesinden ileri gelir. Şair de aşkla beraber gelen bu acının
kaygısını taşır.
ey âşk diriltme beni
koyuver gider serap kum zerreleri ağar damarlarıma çil çil asra ant kitâbedir
yarı çıplak bir hitâp ilim irfan dağıtır levha levha yanan nûn ey âşk diriltme
beni verme yeniden mehi vâdem Leylâ’dır zaten ben isem eğer Mecnun (“Ey Aşk
Diriltme Beni”, Eleğimsağma, s. 93)
Kurt, kendi
aşkını yüceltmek için de bahsedilen o aşk kahramanlarını anar. Bu anlatılarla
ilgili telmih sanatına başvurur.
ey âşk diriltme beni vâkti değil boşanır üvezlerden
yemişler ruhuma doludizgin ve inleşir keşişler yanar göğsümdeki sır haleb’e
kahrım ağar yüreğim ışık ışık ey âşk diriltme beni külleridir Kerem’in Aslı’nın
saçlarını tutuşturan sarmaşık
(“Ey Aşk Diriltme Beni”, Eleğimsağma, s. 93)
Edebiyatın
oluşumunda üç temel unsur dikkat çeker. Bunlar; bilgi, bilinç ve dildir.[268] Bu üç unsur da insan ile
ilişkilidir. Toplumdaki sanatçılar yetiştiği ortamın eğitimlerini taşırlar. Bu
nedenle eserlerinin halk kültüründen izler taşımaları kaçınılmazdır. Şu durumda
edebiyatın oluşumundaki bilgi, bilinç ise kültüre kapı açar. Halk kültüründen
yararlanma durumu bilinçsizce olsa bile ortaya çıkar. Bu olağan bir durumdur.
Ziya
Gökalp, “töre” kelimesini irdeler. Ona göre Türk kelimesi töreli anlamına
gelmektedir. Türk kelimesi töre kelimesinden doğmuştur.[269]
Töre kelimesi
“törü”şeklinde
Divanü Lügati’t-Türk adlı eserde de geçer. Bu kelime “el bırakılır, törü
bırakılmaz” atasözüyle ifade edilmeye çalışılır. Yani törüden kasıt ruhlarda
yaşadığına inanılan millî kültürdür.[270]
Törenin kültürle olan ilişkisinin farkında olan Hakan İlhan Kurt “Töre Marşı”nı
yazar. Epik bir üslûpla kaleme aldığı bu şiirinde tüm Türk milletinin hep
birlikte töresine sahip çıkması gerektiğini vurgular.
Ünledi, dokuz tekbîr türlü
türlü yaygıya,
Eri kızlayın dedi, gökçe
kızı erleyin!
Kültür san’at seyrinde yer
vermeyin kaygıya
Törelenin Tanrı’yı,
törelenip birleyin;
Bir ağız, birce dilden,
göğe doğru gürleyin![271] [272]
Yahya Kemal’de önce bir kaçış olarak başlayan geçmiş
sevgisi kısa zamanda mahiyet değiştirerek tarih şuuruna dönüşür. Bu da bir aşkı
meydana getirir. 261 Şair millî bir heyecanla Yahya Kemal’i anar.
Ah gözyaşım aruzdan daha
kimsesiz hecem
Daha da sarmaşıklar
âbidesi sesleniş
Sevgili yalnızlığı
sarındığım her gecem Kaçağı suyla yeksân târık bin ziyâd hâli Endülüs’ün
bağrında paramparça hisleniş Aşk tahtında anarken ahtım Yahya Kemal’i (“Ah Gözyaşım”,
Eleğimsağma, s. 126)
Hüseyin
Nihâl Atsız Deli Kurt adlı romanında Gökçen Kız ile Deli Kurt arasında
yaşanan aşkı işler. Şair aşk temasını işlerken bu esere telmihte bulunur.
Dolarım dizgin dizgin gem
ezdiren yeminde
Esrik Afşar inadım
şahdamarımda ergin
Hangi gece renginde hangi
cengin ceminde
Gökçe kızlar şîr erler
vakitli muratlanır
Yere diz vurup dursam
boylu boyunca sergin Ansam şayet adını yer ve gök pusatlanır (“Ansam Şayet
Adını”, Eleğimsağma, s. 24)
Sanatçı
yerli unsurları kültürün önemine binaen şiirlerine alır. O, bir destan
şairidir. Yerlilik çatısı altında tarihi, mısralarına döker. Bu vesileyle
geçmişin değerlerini açığa çıkarır. Aynı zamanda Türk kültürünün çeşitli
dinamiklerini şiirlerinde telmih sanatıyla birlikte işler.
4.I.2.4. Tarihçilik ve tarih
şuuru
Tarih
sadece “geçmiş” adı altında geçen zamanı içermez. Bireylerin hafızası nasıl
belleklerinde kayıtlı ise milletlerin hafızası da tarih sayfalarında gizlidir.[273] Atatürk, bu
bilinçle tarihin araştırılmasını isteyip tarihle ilgili çalışmaları başlatır.[274] Bir edebiyat
eserinin kaleme alınma sebeplerinden biri olan örnek verme gayesi “empatik
duygulanma” ve “okuyucu-kahraman” özdeşleşmesi için şarttır.[275] Tarihi kahramanlar millet
nazarında taşıdıkları değerlerle o milletin mensubiyetlerine yeniden doğuş
ilhamını verecek kadar canlıdır.[276]
Hakan İlhan Kurt, tarihi oryantalist bakış açısıyla yorumlayanların karşısında
durarak mensubiyet duygusunu diri tutar ve Türk milletinin önemli
kahramanlarına şiirlerinde yer verir. Tarihi hamasi bir üslûpla işleyerek tarih
şuuru ve bilincini zihinlere yerleştirmek ister. “Halk kültürü ve yerlilik”
başlığı altında şairin özellikle destan şiirlerinde tarih ögesini kullandığı
belirtilse de onun tarihi nasıl ele aldığını ortaya çıkaracak göstergeler bu
başlık altında ele alınacaktır. Tarih vasıtasıyla yapılan tip, olay
ödünçlemeleri belirtilecektir.
Sanatçının Köl
Tigin Ünlemesi adlı kitabı, İslamiyet öncesi Türk tarihine ışık tutacak
nitelikte olduğundan bu başlığın açılması elzemdir. “Kök Türk ismi Köl Tigin ve
Bilge Kağan yazıtlarında, dünyanın yaratılışı ve İstemi ile Bumin’in Türk ilini
ve töresini düzenlemeleri vesilesiyle zikredilmektedir.”[277]
Hakan İlhan Kurt, bu
devrin bir
kısmını destanlaştırır. 685-731 yılları arasını destanlaştıran şair Köl
Tigin’in doğum ve ölüm yılları arasını epik bir üslûpla şiirleştirir. Köl
Tigin’in kahramanlıklarından ve yaşamından bahsedilirken Doğu Göktürk
Hakanlığının o tarihler arasındaki önemli olayları anlatır.
Köl Tigin,
ağabeyi Bilge Şad ile küçük yaşta akınlara katılır ve Göktürk Hakanlığı Çin’e
karşı çeşitli zaferler elde eder. “Çin yurduna tulgalar, teber teber yürüsün”[278] diyerek bu durumu bildirir.
Köl Tigin, ilk
defa kılıç kaldırdığı savaşta Ong-Tutuk’u tutsak eder. O yıllarda devletin başında
“Ağır aksak adımla toyuga doğru gitti; / Kapgan Kağan önünde, tutsağı öte
itti.”[279] mısralarıyla Kapgan Kağan
olduğu anlaşılır.
Göktürkler
akınlarını Çin üzerine arttırarak geliştirmeye çalışır. Köl Tigin 25 yaşına
girdiğinde Çinlilerle Mingşa Dağı’nda savaşır. Ancak Göktürkler sadece
Çinlilerle savaşmaz. Zaman zaman kendi içinde de çeşitli mücadelelere girişir.
“Kök Türk Kağanlığı 7. yüzyılın ortalarında, doğusundan batısına, kuzeyinden
güneyine kadar büyük bir kargaşa içine düşmüştü. Devlet içeriden ve dışarıdan
ihanetlere maruz kalıyor, halk perişan bir hâlde yaşıyordu.”[280] Yir-Bayırkular denilen bir
Türk boyu Gök bodunla mücadele etmek ister. Köl Tigin ise onları mücadeleden
yıldırarak yine bir başarıya imza atar.
Köl Tigin: Ün eyledim, dövüşü her çeriye;
Her dövüşün ardından toy tutunca beriye.
Ulug İrkin denilen korkup kaçmış geriye
(Köl Tigin Ünlemesi, s. 41)
Öte yandan
Türk boyları bir olup Göktürk devletine saldırır. Çikler ve Azlar denilen iki
Türk boyu bir olup ayaklanma çıkarır. Ama bu ayaklanmalardan daha güçlü bir
şekilde çıkan devlet “Isıg Gök batısında, Azları okladılar. / Çin’e vassal
olanı, amansız hakladılar.”[281] mısralarında belirtildiği
üzereGöktürk Devletidir.
İsyancı
diye nitelendirilen Kırgız boyuna baskın yapılır. Bu baskının Kırgızlar’a korku
verdiği şöyle şiirleştirilir:
Ayguçı söze durdu: Küçlüg Kağan öldü mü,
Baskınımız Kırgız’ın kömenini böldü mü?
Köl Tigin şân eyleyip, bunlu yüzü güldü mü
(Köl Tigin Ünlemesi, s. 50)
Bir başka
ayaklanan Türgiş boyu Bolçu’da yoklanır ve Şöke Kağan bozguna uğratılır.
Kapgan Kağan söylemiş: Şöke’nin sözünden mi?
Yoksa çadırladığım Çenu’nun yüzünden mi?
Dökülen kardeş kanı, al göğün gözünden mi?
(Köl Tigin Ünlemesi, s. 57)
Göktürkler
güçlü ordularıyla başka devletlere yardımda bulunurlar. Buna örnek Semerkant
hükümdarı Tarhun’a yardıma gitmeleridir. Tarhun Kağan, Kapgan Kağan’dan güç
ister.
Tarhun Kağan güç ister, Kapgan Kağan gücünden,
Harezm’in, Horasan’ın ayrı düşmüş öcünden...
Baş Tezik Kuteybe’nin salya tutmuş bücünden
(Köl Tigin Ünlemesi, s. 59)
İslamiyeti
kabul etmiş ilk Türk topluluğu olarak bilinen Karluklar güçlenip Göktürklerin
düşmanlarından biri olur. Daha önce isyan eden Azlar da tekrar saldırıda
bulunurlar. Ama Köl Tigin “Töre tutmaz diyerek, Kara Göl’de çevirdim; /
Çerisinden ayırıp, tutsak ettim, devirdim!”[282]
mısralarında belirtildiği gibi onları Kara Göl’de tekrar bozguna uğratır.
Türk
boyların mücadelesi Doğu Göktürk Hakanlığı döneminde oldukça çok görülür. Dokuz
Oğuz Boyu da saldırıda bulunan Türk boylarından biri olmuştur. Hakan İlhan Kurt,
“Dokuz Oğuz ettiğin de ki şimdi iş midir”[283]
mısraıyla onlara sitemde bulunur.
Sanatçı Köl
Tgin’i Göktürk tarihinden aldığı ilhamla destan şiiri çalışmasına seçmesi bu
kişinin Asya Türk Tarihi’nde önemli bir kahraman olduğunu sergilemek
içindir. Bu
destan parçalarında Türk insanının birbiriyle mücadelelerine rağmen
erdemlerini, kahramanlıklarını, başarılarını ve güçlü ordularını ön plana
çıkarır. Zaaflardan da ibret verici olarak bahseder.
Sanatçı
“Köl Tigin Ünlemesi” adlı kitabında Göktürk Dönemine ait önemli tarihi
şahsiyetleri, tarihi olaylarla ilişkili olarak ele alır.
Göktürk
hükümdarlarından biri olan adına yazıt da dikilen Köl Tigin, şairin Asya Devri
tarihi şahsiyetleri olarak en çok ön plana çıkardığı isim olarak görülür.
Köl
Tigin’in doğumu onun kahramanlığına vurgu yapacak şekilde yüceltici unsurlarla
anlatılır.“Kalkar göğe Türk’ün, zağlı palası; / Günlenir, boz çakal boğan
balası...”[284] mısraları bu duruma örnektir.
Onun efsanevî kişiliğinin öncüsü olarak soyu gösterilir. “Ak şahan, atmaca
doğan balası”[285]denilirken Köl Tigin’in babası
yüceltilir.
Köl Tigin
ilk defa Çinlilere karşı kılıç kaldırmış. Ve onun yiğit edası destansı bir
şekilde ifade edilir.
Yiğit tigin, Köl Tigin! Kurak topraklara kay;
Ak kam âyinlerinden albıza gerilmiş yay!
Gök Tanrı mutlu kılsın! Geceye dolunca ay
(Köl Tigin ünlemesi, s. 24)
Köl
Tigin’den sonra yerine kardeşi Bilge Kağan hükümdar olur. Bu olay “Gök kılıcım
al kanla duruldu duydunuz mu; / Kağanlık Bilge Şad’dan soruldu duydunuz mu?”[286] mısralarıyla dile getirilir:
Köl
Tigin’in annesi olan Bilge Katun’a Köl Tigin’in doğumu anlatılırken ilk bölümde
yer verilir.“Er doğar erince, Bilge Katun’dan / Aşina toyundan, kara bodundan.”[287] soyu da anlaşılır.
Bilge Kağan
ve Köl Tigin adında iki oğlu olan Göktürk hükümdarlarından biridir.
İlteriş Kutlug dedi: Dağlar dağa dayandı,
Yağız yer adım adım pekleşmelidir artık.
Börtü böcek uandı, çayır çimen boyandı
(Köl Tigin Ünlemesi, s. 10)
İlteriş
Kağan’a özellikle Köl Tigin’in doğumuyla hislendiği anları belirtmek için yer
verilir.
Kapgan
Kağan, İlteriş Kağan’ın kardeşi, Köl Tigin ve Bilge Kağan’ın amcasıdır.
Kapgan Kağan haykırdı: Kalkın Çin’e akın var!
Gün yanığı pazıya tuzluca ter yürüsün...
Atlanın, pusatlanın, od içine akın var!
(Köl Tigin Ünlemesi, s. 15)
Kapgan
Kağan’ın veziri Tonyukuk ile beraber Çin üzerine gitmesi mısralarda yer verilen
olaylardandır.
Köl
Tigin’in kardeşi olan Bilge Kağan, Köl Tigin ile yan yana yaptığı mücadelelerde
mısralara yansıtılır.
Kurt yele yiğit durmaz, yamaçlar sislenince;
Kından kılıç sıyırdı, Bilge Şad hislenince.
Dedi: Gök Bodunumun kağanı seslenince.
(Köl Tigin Ünlemesi, s. 16)
Birlikte
birçok mücadelelere giriştikleri belirgindir.
İnel,
Kapgan Kağan’ın oğludur. Kapgan Kağan’ın ölümünden sonra Köl Tigin ile Bilge
Kağan beraber taht kavgasında bulunur. Bu mücadele şairin “Boduna kara leke
sürüldü duydunuz mu? / İnel dediğin kimdir, hangi odu dindirmiş”[288] ifadeleriyleKöl
Tigin ve Bilge Kağan’ın tarafını tuttuğu anlaşılır.
Orhun
Yazıtları’nın yazarı olarak bilinen Yollug Tigin, mısralarda bu özelliğiyle öne
çıkar. “Yollug Tigin tünlesin, taşavurdurmaz mıyım, / Bengü betik ününü, başa
vurdurmaz mıyım?”[289] mısralarıylabu yazıtların
taşlar üzerine kazılarak oluşturulduğunu belirtir.
Hakan İlhan
Kurt Kutalmışoğlu Süleymanşâh Ululaması adlı kitabında Anadolu Selçuklu
Devleti’nin kurucusu olan Süleymanşâh’a bağlı bulunan hadiseler
destanlaştırılır. Yine tarihi kişilerin kahramanlıkları çatısı altında tarihi
vesikalar işlenir. Bu kitapta tarihi olaylar kişilerden daha çok dikkat çeker.
Selçuklu
Devleti Türk tarihinde önemli bir yere sahiptir. “Selçuklular, Türklerin İslam
dünyasına hâkim olmalarına ve yayılmalarına, İslam medeniyeti ve kavimleri
tarihinde yeni bir devir açmalarına âmil olan kavim ve hanedanların adıdır.”[290] Büyük Selçuklu Devleti
hükümdarlarından Alp Arslan 1071 yılında Malazgirt Savaşı’nda kazanılan
zaferden sonra düzenlediği Maveraünnehir seferinde bir kale kumandanı
tarafından şehit edilir.[291] Anadolu Selçuklu Devleti’nin
kuruluş sürecini ele alan şair, bu süreci Büyük Selçuklu Devleti’nin hakanı
olan Alp Arslan’ın şehit edilmesiyle başlatır.
“Harezmi’nin namerdi, onurlandı” dediler;
Yusuf’un yüzkarası çökünce ettiğinde,
En sadık çerilerden topuzlar yettiğinde
(Kutalmışoğlu Süleymanşâh Ululaması, s. 12)
Daha sonra
Melikşah idaresinde, “Rum yurdunu yurtlayıp, doludizgin ağdılar; / Kutsal bir
coğrafyada, tütsülenmiş dağdılar”[292]
mısralarıyla fetih amaçlı Kutalmışoğullarının harekâtı bildirilir.
Kutalmışoğlu
Süleymanşâh kardeşleriyle birlikte yeni yurtların fethi için harekete geçer.
“Rûm yurdunu yurtlayıp, doludizgin ağdılar; / Başaklara durdular, toprağa gün
sağdılar.”[293] ifadeleri ile bu hareket
lirik bir üslûpla bildirilir. Anadolu’ya gelip ilk kez Urfa yöresi civarında
fetihlerde bulunurlar.[294] Kutalmışoğulları
önce Fırat ve Urfa dolaylarında faaliyete girişirler. Aslında bu Melikşah’a
yani ona tabii Atsız’a karşı yapılan mücadeledir.[295]
Sadece fetih amaçlı mücadeleler yapılmamaktadır.
Şöklü’nün
Kutalmışoğlu Süleymanşâh’ın aile efradı olan Alp-İlek ve Devlet ile yazışmaları
Kutalmışoğullarının taht iddialarının tam merkezine oturur.[296]
Şöklü Akka’yı alarak ayrı bir beylik kurma hevesindedir.[297]
Bu mücadeleler mısralara yansıtılır.
Bey hevesli Şöklü’nün ödüne düştü haset;
Dedi, Beylemek elbet nice büyük bir nimet!
Kutalmışoğlullan Alp-İlek ile Devlet
(Kutalmışoğlu Süleymanşâh Ululaması, s. 28)
Kutalmışoğlu
Süleymanşâh Halep’i kuşatır. Nitekim isyan karakterli bazı hareketler ve fetih
amacı Alp Arslan’ın Halep kuşatmasına yol açacak gelişmelerdir.[298] Bu kuşatma sırasında esir
alınan Alp-İlek ile Devlet’i kurtarmak ister. Ayrıca şair bu başlık altında
Uvakoğlu Atsız ile Süleymanşâh’ı karşılıklı konuşturur.
Duymuş. Öz kardeşleri Alp-İlek ile Devlet,
Şöklü’nün oyunuyla Atsız barkında halvet.
Demiş, etmeden evvel bir Türk beyine savlet
(Kutalmışoğlu Süleymanşâh Ululaması, s. 35)
Süleymanşâh’ın
yaptığı fetihler destanlaştırılır. Konya’da yer alan Gevale Kalesi’nin fethi
bunlardan biridir. Bir diğer yer ise İznik’tir ve buraya yerleşilmiştir.
İznik’in alınmasıyla Türkiye Devleti’nin resmen kurulduğu beyan edilir.
Gavela kapısından girildi gördünüz mü;
İklim-i Rûm beli kırıldı gördünüz mü?
(Kutalmışoğlu Süleymanşâh Ululaması, s. 48)
Payitahtın dilinden buyurdu Süleymanşâh;
Türkiye Devleti’ni duyurdu Süleymanşâh!
(Kutalmışoğlu Süleymanşâh Ululaması, s. 57)
Süleymanşâh
başlangıçta ağabeyi Mansur ile devlet yönetimini idare etmekteydi. Fakat mutlak
yönetim sahibi olmak isteyen Mansur, Bizans imparatoru Botaneiates ile kardeşi
aleyhine jişbirliği yapar.[299] Öz kardeşlerin birbirleriyle
mücadeleleri bu dönemde de devam eder.“Öz kardeşinden kaçkın eyleyen
Botaneiates; / Mansûr’u benlik ile meyleyen Botaneiates”[300]
mısralarında Botaneiates adlı bir düşmanın Mansur’un aklını çelmesi anlatılır.
Bu öz
kardeş mücadelesi sonucunda Süleymanşâh, Melikşâh’tan yardım talebinde bulunur.
Bunun üzerine değerli emirlerden Porsuk, kuvvetiyle İznik’e sevk edilir.[301] Porsuk, taarruza geçer.
Porsuk dedi saldırın, öldürünceye kadar
Rûm yığması orduyu böldürünceye kadar.
Süleymanşâh yüzünü güldürünceye kadar
(Kutalmışoğlu Süleymanşâh Ululaması, s. 64)
Melissenos,
Bizans tahtına çıkma hayaliyle İmparator Botaneiates’e karşı Süleymanşâh ile
anlaşarak Denizli ve Ankara taraflarındaki kent ve kaleleri Türkiye Selçuklu
Devleti’ne verir. Botaneiates buna karşı İznik’i kuşatır. Ancak kuşatma kısa
süre içinde kaldırılır. Bu karışıklar sonucunda da Komnenos imparatorluğunu
ilan eder.[302] Şair bu isimleri mısralarına
yansıtır.
Denizli civarında, Ankara yakınında,
Himâye sizde olsun, Kalkedon Akını’nda!
Aşınmış toynaklarım boz toprağı döğmez mi?
Botaneiates önmüde, dik başını eğmez mi?
Ak alın, beyce boydan nicesine değmez mi
(Kutalmışoğlu Süleymanşâh Ululaması, s. 69)
Yeni
imparator, Süleymanşâh’ın sınırlarım Bizans aleyhine genişletmesi neticesinde
Türkiye Selçuklu Devleti ile Dragos Suyu Antlaşması imzalar. Bu, Süleymanşâh’ın
büyük bir başarısıdır.[303] Şair bu antlaşma ismine yer
verir.
Süleymanşâh’a demiş, günün ayın içinde;
Kılıç hakkın için de, toprak payın için de,
Dragos dediğimiz kuru çayın içinde
(Kutalmışoğlu Süleymanşâh Ululaması, s. 71)
Süleymanşâh,
Philaretos’un bir Ermeni prensliğinin kurulması üzerine bu bölgeye sefer
düzenler ve Tarsus’u ve Adana’yı fetheder.[304]
Onun yaptığı önemli fetihlerinden biridir.
Ermeni Devleti’nin yurtluğundan içeri,
Bir ok gibi süzüldü, yüzlerce yiğit çeri...
Fethedince Tarsus’u, İznik’e döndü geri
(Kutalmışoğlu Süleymanşâh Ululaması, s. 76)
Ermeni
Philaretos, başta Antakya olmak üzere yönetimi altındaki şehirlere kötü
politikalar uygulamış, hatta oğlu Barsam’ı da hapse atmıştı. Antakya askeri
valisi İsmail, Philaretos’un Urfa’ya hareket etmesiyle Barsam’ı hapisten
çıkarıp
babası
aleyhine işbirliği yaparak Süleymanşâh’ı da bu birliğe davet eder. Sonunda
Antakya fethedilmiş olur.[305] [306]
Hamasi bir üslûpla bu olay söylenilir.
Rüzgâr savmış merhamet, atların yelesinde
Hapse dem görülünce Antakya Kalesi’nde.
Tutulunca bir lahza Barsam’ın çilesinde
(Kutalmışoğlu Süleymanşâh Ululaması, s. 81)
Antakya yönümüzü kimse görüp duymasın;
-Tanrı tek kul Muhammet-
bizi darda koymasın!
(Kutalmışoğlu
Süleymanşâh Ululaması, s. 85)
*
,1 -I . -w t 1 '-'1 11 1
• FT1.. 11 ‘1 C ,‘1 , 1» 1 1
‘1 • 1» 295
Atlı kuvvet Mencekoğlu adlı bir Türk beyi bu fetihte önemli
rol sahibidir.
Şair “Döner kılıçla,
gürzle ve yayla Mencekoğlu; / Pusatını allatır sırayla Mencekoğlu.. ,”[307] [308]
bu isme yer verir.
Antakya’nın
fethi bazı düşmanlıklara yol açar. Bunlardan biri de Musul emiri Müslim’dir.
Aralarındaki çatışma sebebi ise şehre yeni hâkim olan Süleymanşâh’ın vergi
vermek istemeyişidir. Gerekçesi ise şehrin hâkiminin artık
297
Müslümanlar olduğu ve cizye vergisi vermenin mantıksız
bulunuşudur.
Salgın inmiş topraklar, salgınını dökmüş mü,
Açlığı, açıklığı yakasından sökmüş mü,
Ukayloğlu Müslim’in başına gam çökmüş mü
(Kutalmışoğlu Süleymanşâh Ululaması, s. 91
Suriye
Selçuklu hükümdarı Tutuş’un hizmetinde bulunan Artuk ile anlaşma yapan Müslim
Kurzahil yöresinde Süleymanşâh ile savaşır. Bu mücadele tarihe Kurzahil Savaşı
olarak geçer.[309] Bu savaş sonucunda Müslim’in
öldüğü bildirilir.
Demiş: “Sözü yitenin dili demde sert olsun;
Ödü hasetlik tutmuş Artuk Bey’e dert oldun!
Derim ırkımdan olan kavgalardan sakınmaz,
Ukâyloğlu Müslim’i dost belleyip, yakınmaz.
Yara benim yaramdır, el merhemi dokunmaz
(Kutalmışoğlu Süleymanşâh Ululaması, s. 95)
Süleymanşâh söylemiş: ‘Kından kılıç sıyırın;
Müslim’in dik başını, gövdesinden ayırın!
(Kutalmışoğlu Süleymanşâh Ululaması, s. 100)
Süleymanşâh’ın
Halep’i iki kez kuşatmasıyla Suriye meliki Tutuş ile aralarının açılmasına
neden olur. Bu durum Aynu Seylem Savaşı’na gider.[310]
Bazı Türkmen beylerinin Tutuş’un safhına geçmelerinden dolayı Süleymanşâh ilk
kez yenilir.[311] Esasında Kutalmış, Tuğrul
Bey’in son yıllarında başlayan isyanını Alp Arslan’a karşı da yapmış, bu
teşebbüs sonucunda vefat etmiştir.[312]
Görüldüğü üzere Türklerin kendi kendileriyle olan mücadeleri de onların
hayatını etkiler.
Hakan İlhan
Kurt, bu 2 destan kitabı çalışmalarıyla tarihi olay ve kişileri Türk milleti
adına hem realize hem de idealize eder.
Şiir
teorilerinin bütünü hakkında sanat ve edebiyat hakkındaki düşünceleri ipuçları
verir. Hem sanatı hem de edebiyatı ayrı unsurlar etrafında şekillenen çok
katmanlı bir yapı içinde düşünür. Nitekim sanatın nitelikleri ve işlevlerini
deneme tarzındaki yazılarında ve çeşitli söyleşilerde ele alır. Sadece olan ile
değil olması gerekenle de ilgilenen bir şair olduğundan sanat ile gelenek,
sanat ile idealar dünyası, sanat ile siyaset arasında bağlantılar bulur. Bu da
onu bir poetikaya sahip şair durumuna getirir.
Hakan İlhan
Kurt, şairi toplumun ortak değerleri noktasında dönüştürücü kişi olarak kutsar.
Özellikle kolektif bilinçaltına eğilim bağlamında şairliği maharet gerektiren
bir uğraş olarak yorumlayan sanatçı, şiirin bir teorisi olduğuna inanır. Şiirin
unsurlarını dil, şair, özgünlük, tarihsellik noktasında açıklar. Böylelikle
eserlerini açığa çıkarmada teorisiz pratik yapmamış olur.
Sanatçı,
Şerif Aktaş’ın “millî romantik duyuş tarzı” adını verdiği kültürel, tarihi
kaynaklara yönelimin bir temsilcisidir. Apolitik bir düşünce tarzı ve
modernitenin yansımalarından olan hiçlik algısı karşısında milletinin iç
dinamiklerini öne çıkarır. Yalıtılmış ortak değerler dünyasını kutsallaştırılmış
bir işleve yöneltir. Toplumsal hafızayı kültürel ve tarihi kodlarla diri tutmak
isteyerek birtakım şiirlerini poetikası çerçevesinde araç niteliğine
dönüştürür.
Edebiyat
ile tarih, sosyoloji, coğrafya arasındaki gerek terimler gerekse unsurlar noktasındaki
ilişkiden yararlanarak şiirlerine konu olan
ilhamı
zenginleştirir. Bu ilişki yazın insanı olan şairi, değerleri yücelten bir şair
konumu altında şekillendirir. Zira bu bilim dalları insanla ilgili olarak ait
olduğu milletin mirasını da içinde barındırır. Böylelikle şair, şiir yazan ve
söylemekten öte değerleri aktarıcı bir kimliğe bürünür.
Hakan İlhan
Kurt şiirleri ve söyleşileri onun Turan idealizmine sahip olduğunu gösterir.
Onun şiirlerinde Turan coğrafyası çizilir, Türk mensuplu diğer ülkelerin
unutulmadığı görülür.
Kurt’a göre
şiir, şairinin “müstakil coğrafyası”dır. Bu tanımlamayla şairi ilhamı
noktasında özgürleştirir. İyi bir gözlemci olarak şiirlerine hem yaşadığı
coğrafyadan hem de duygu ve düşüncelerinin hâkim olduğu kişisel coğrafyasından
bir demet sunar.
Yazdıkları
şiirler hem çeşitli yerel edebiyat dergilerinde yayımlanır hem de 4 kitabını
oluşturur. Üretken bir şair olduğu için yayımlanan şiir kitapları dört ile
sınırlı kalmayacaktır. Nitekim yayımlanmaya hazır çalışmaları da bulunur.
İçerik ve
şekil bakımından çok yönlü bir şair ola Hakan İlhan Kurt, ilk şiir kitabını
destan şiiri sahasında yapar. Köl Tigin Ünlemesi adlı bu kitabını titiz
bir çalışma neticesinde edebiyat dünyasına sunar. Söz konusu kitap, Türk dili
açısından Ahmet Bican Ercilasun, destan geleneği adına Naciye Yıldız, Türk
tarihi yönünden de Sadettin Gömeç tarafından irdelenip yayımlanır. Destan şiiri
çalışması bununla sınırlı değildir. Kutalmışoğlu Süleymanşâh Ululaması
adlı kitabı yine bir başka, destan şairliği vasfını ortaya koyan kitabıdır. Bu
iki kitapta Türk milletinin tarihi için önem arz eden ama adının öne çıkması
bakımından aynı dönemde yaşamış başka kişilerin ardında kaldığından Köl Tigin
ve Kutalmışoğlu Süleymanşâh isimlerini ön plana çıkarır. Esasında Osmanlı
Devleti’nin kurulmasında payı olan gizli, manevi alamet Şeyh Edebalı gibi büyük
milletlerin çok sayıda kahramanı olduğu gerçeğini ortaya sermek ve Türk milleti
için değere sahip kahramanların unutulmasını önlemek ister.
Niyazi
Yıldırım Gençosmanoğlu, Basri Gocul gibi destan şairlerinin etkisiyle destan
şiirlerinin çerçevesini ortaya çıkarır. Destan şiiri çalışmalarının arka
planında tarihi unsurları önde tutan şair, hamasi bir üslûpla bu unsurları
yüceltir. Tarihi, geçmiş silsileler dizgesinden kurtararak şimdi ile geçmiş
arasında bağlantı kurmak ister. Böylelikle tarihi, bir yığın hâlinden değer
durumuna dönüştürür. Sanatçının Türk milletinin tarihine, kültürüne vakıf
olduğu açıktır. Kendi deyimiyle
“kültürel
iktidar” kavramını önemseyerek kültüre ait çeşitli unsurları şiirlerinde açığa
çıkarmak ister. Tüm bu yönleriyle idealist bir şair kimliğine bürünür. Geleneğe
ait büyük mistikleri kendisine pusula edinir. Bu bağlamda toplumsal duyarlılık
bakımından güçlü olduğunu belirten şiirler yazar. Destan şiirlerinde toplumsal
hafızada saklı olan mitik başka bir deyişle tarihi kişileri ödünçleme yoluyla
okuyucuya aktarır. Bu kişilerin gösterdiği kahramanlıkları ele almakla onları
efsanevi kişi konumuna da ulaştırmış olur.
Destan
şiirine yeni bir imaj getiren şair, arkaik kelimeler ve aydınlatıcı açıklamalar
için dipnot kullanır. Bu kullanım destan şiirlerinde bir ilktir. Böylelikle
belirli bir fon üzerine yazılan destan şiirlerinde dahi orijinalliği yakalar.
“Benlik”
noktasında toplumsal kimliğini destan şiirlerinde açığa çıkaran Hakan İlhan
Kurt, daha çok öznel bir nitelik taşıyan “ben”ine yönelişin simgesi olarak ise Eleğimsağma
ile Belemir kitaplarını oluşturur. Bu kitaplarda çoğunlukla aşk, hüzün,
umut gibi temler işlenmiş ve söz konusu eserler onun hayal gücünü ortaya
koymasına yardımcı olmuştur. Şiirleri yorumlama zenginliği açısından
hayallerinden hayaller yaratmaya müsaittir. Bu hayaller örgüsü, içtenliğiyle
işlenir. Destan şiiri çalışmalarında sağduyusu öne çıkar, diğer şiirlerinde
samimiyetinin izdüşümü kelimelere yansır.
Bireysel
izlekli şiirlerinde en çok sevgi ve aşk temleri görülür. Doğaya, tabiata,
coğrafyaya olan sevgisi vatan sevgisini doğurur ve bu sevgiyi diri tutar. O
hâlde onun poetikasının temelinde şiirlerinde yansıtılan sevgi temi vardır.
Toplumsal
temli şiirlerinde tarih ve kültürü ön plana çıkarır. Toplumsal duyarlılık
noktasında dik duruş göstererek vatan için şehit düşmüş kişiler için şiir
yazar. Bu şiirlerinde dili yalın ve somuttur.
Eleğimsağma
’da daha çok divan şiiri tarzında şiirler yer alırken, daha sade dil
kullanılan Belemir ’de ise halk şiiri tarzı dikkat çekicidir. Eleğimsağma
kitabındaki şiirlerinde görülen kötümser hava ve bu havanın getirdiği
soyut, suni dil Belemir kitabında daha ılımlı bir bakış açısıyla somut
şiirler vücuda getirir. Böylelikle hem halk şiiri hem de divan şiiri formlarına
ait unsurlar mısralarına akseder. Klasik Türk şiirinden kopmaz, bu formları
kendine özgü bir kalıba da getirir. Bu nedenle çok yönlü ve yetenekli bir
şairdir.
Hakan İlhan
Kurt’un metinlerarasılık, girizgâh ve iktibas’a özel ilgisi vardır. Bu
yollardan alınan malzemeler onun şiirlerinin ilhamını genişletir. Özellikle
Eleğimsağma
kitabında şiirlerine ya bir şairin mısralarından alıntı ya da bir ayet ile
başlar. Bunu özellikle anlamı kuvvetlendirmek için de yapar.
Onun için
hece şairi demek doğru bir deyimdir. Zira şair yer yer serbest ölçü kullanmakla
birlikte daha çok hece ölçüsü kullanır. Şiirde içerik kadar şekli de ön planda
tutan şair mısralarında ahenk unsurlarına bolca örnek verir. Bu şiiri ciddi bir
iş olarak gördüğünün kanıtıdır. Yazdığı şiirlerin mühim bir kısmı ses
sanatçıları ve müzik grupları tarafından bestelenip icra edilen şair, edebiyat
ile müzik arasındaki ilişkiyi öne çıkarır. Ahmet Şafak tarafından da
seslendirilen şiirleri mevcuttur. Böylelikle şiir-ahenk ilişkisini güçlü
kıldığı kanıtlanır. Birçok şiiri bestelenen şairin şiirleri bestelenmeye müsait
bir yapı içindedir. Hatta noktalama işaretlerini ahenk etkisini daha güçlü
kılmak için Eleğimsağma kitabında kullanmaz. Bu kitapta bir şiir hariç
-tıpkı Attila İlhan’ın da yaptığı gibi- mısra başlarında küçük harf tercih
edilir. Söz konusukullanıma zıt olarak destan şiiri çalışmalarında hitabet
üslûbunun öne çıkması hesabıyla noktalama işaretleri, anlatıma daha da
coşkunluk verilmesi adına kullanılır. Kelimelerle güzel biçimler kurmada da
maharetlidir. Bunun için de çeşitli ahenk unsurlarına bolca başvurur.
Eleğimsağma
kitabında “Gülizâr” mefhumunu çokça kullanması, hatta kitabın bir diğer adı
olarak bu ismi seçmesi dikkate değerdir. Bu sözcük bu kitap için ortak kelime
dağarıdır. Bu kelime kitaptaki imge ağının merkezini oluşturur. Bu kavram
şairin öznel yaşamının hüznünü taşıdığı gibi, okuyucu ile şair arasında
söyleyici öznedir. Böylelikle “Gülizâr” ismi şairin şiirlerinde en çok dikkat
çeken imge örneğidir.
Kullandığı
dil çeşitlilik gösterir. Şiir dilini gündelik dilden ayrı düşünür. Şiir dilinin
farklı yapısını sapma, söz dağarı, dilde tasarruf yolları gibi çeşitli
unsurlarla ortaya koyar. Dil merkezli farklı üslûpları şiirlerinin odak
noktasına taşır. Şiirlerindeki içerik zenginliği üslûp zenginliğini de açığa
çıkarır. Her şeyden önce kendi dilini tanır. Mahallî söyleyişlere yer verdiği
gibi Türk dilinin farklı dönemlerdeki kelime kadrosunu da kullanır. Böylelikle
kendini tekrara düşmeyip şiir zenginliğini yakalar. Şair ne yazacağını millî ve
şahsî bir duyarlılıkla bilir. Öte yandan nasıl yazdığının da bilincindedir.
Hakan İlhan
Kurt’un gerek tarih konusunu öne çıkarması gerekse ahenk ögeleriyle bireysel
temleri işlemesi sanat ve bilgiyi harmanlayan bir isim olduğunu kanıtlar. Ancak
bir sanat eserinde bilgi aramak en son şeydir. Esasında Kurt’un
destan
şiirlerinde “empatik duygulanma” yoluyla örnekleme amacı vardır. Bireysel
temleri ele aldığı şiirlerinde okuyucuya haz verme amacı güdülür. Mevcut
unsurlar düşünüldüğünde Hakan İlhan Kurt, destan şiirine farklı bir soluk
getiren, şiirlerinde kendini yenilemekten vazgeçmeyen, üretken bir şairdir.
Sanatçının
Türk edebiyatında destan şiiri sahasında yaptığı ve yapacağı çalışmalar hem bu
sahadaki çalışmaları çeşitlendirmekte hem de “destanlar şairliği” kavramının
özgünlük boyutunun da öne çıkabileceğini kanıtlamaktadır.
Aksan, D. (2005). Şiir Dili ve Türk Şiir Dili. Engin
Yayınları, Ankara.
Aktaş, H. (2010). “Türk Şiirinde Bir Mühre Olarak Yahya Kemal”. Uluslararası
Sosyal Araştırmalar Dergisi. Volume 3 / 10. s.32-49.
Aktaş, Ş. (1996). “Millî Romantik Duyuş Tarzı ve Türk Edebiyatı”. Türkiye
Günlüğü, S.38. s.107-175.
Aktaş, Ş. (1996). “Millî Romantik Duyuş Tarzı ve Türk Edebiyatı II”. Türkiye
Günlüğü, S. 39. s. 104-105.
Aktaş, Ş. (1996). “Millî Romantik Duyuş Tarzı ve Türk Edebiyatı IV.:
Abdülhâk Hâmit Tarhan” (1852- 1937). Türkiye Günlüğü, S.41. s.95-103.
Aktaş, Ş. (1998). Edebiyatta Üslûp ve Problemleri.
Akçağ Yayınları, Ankara.
Aktulum, K. (2004). Parçalılık Metinlerarasılık. Öteki
Yayınevi, Ankara.
Armağan, M. (1992). Gelenek. Akçağ Yayınları, Ankara.
Alver, K. (2012). Edebiyat Sosyolojisi. Hece Yayınları,
Ankara.
Aslan. A.A. (2010). Destan Şairliğine Doğru Yürüyen Oğuz. Çukurova
Sanat Dergisi. S. 12-13-14, s. 9-14.
Aslan, E. (1992). “Benlik Kavramı ve Bireyin Yaşamındaki Etkileri”. Atatürk
Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Dergisi, S.4, s.7-14.
Aşk Sofrasında Bağdaş Kuranlar. (2016). Edebice, S.4
Atsız, H.N. (1951). Tarih Şuuru. Orkun, S.29.
Atsız, H.N. (2004). Ruh Adam. İrfan Yayımcılık ve Tanıtım
Limited Şirketi, İstanbul.
Atsız, H.N. (2015). Makaleler III. İrfan Yayıncılık,
İstanbul.
Aytaç, G. (2005). Edebiyat ve Kültür. Hece Yayınları,
Ankara.
Aytaç, G. (2009). Genel Edebiyat Bilimi. Say Yayınları,
İstanbul.
Baydoğan, M.
(2018). Belemir. Türk Edebiyatı Dergisi, S.533.
Baykara, T. (2009). Türk Kültür Tarihine Bakışlar. Öncü
Basımevi, Ankara.
Beyatlı, Y.K. (2008). Kendi Gök Kubbemiz. İstanbul Fetih
Cemiyeti Yayınları, İstanbul.
Beyatlı. Y.K.
(2010). Edebiyata Dair. İstanbul Fetih Cemiyeti Yayınları, İstanbul.
Beyatlı,Y.K.
(2013). Eve Dönen Adam. Ötüken Yayınları, İstanbul.
Birinci, N.
(2000). Edebiyat Üzerine incelemeler. Kitabevi Yayınları, İstanbul.
Bloom, H.
(2008). Etkilenme Endişesi - Bir Şiir Teorisi. Metis Eleştiri, İstanbul.
Çetişli, İ.
(2013). Batı Edebiyatında Edebî Akımlar. Akçağ Yayınları,
Ankara.
Çetin, N.
(2011). Şiir Çözümleme Yöntemi. Öncü Kitap Yayınları, Ankara.
Çoban, A.
(2004). Edebiyatta Üslûp Üzerine. Akçağ Yayınları, Ankara.
Dayı, H. (2014). “Millet Teorilerinin Tutarsızlığı ve Türk Kavramının
Gerçek Muhtevası”. Assam Uluslararası Hakemli Dergi, S.1, s.8-43.
Dilçin, C.
(2016). Örneklerle Türk Şiir Bilgisi. TDK Yayınları, Ankara.
Durmuş, î. (2000). “Köl Tigin Külliyesi Kalıntıları ve Türk Kültür
Çevresindeki Yeri”. Türk Dili Araştırmaları Yıllığı - Belleten, S.1,
s.183-190.
Eagleton, T.
(2004). Edebiyat Kuramı, Birkan, T. (Çev), Ayrıntı Yayınları, İstanbul.
Eagleton, T.
(2005). İdeoloji, Özcan, M. (Çev.), Ayrıntı Yayınları, İstanbul.
Eliot. T.S. (1983). Edebiyat Üzerine Düşünceler, Sevim Kantarcıoğlu
(Çev.), Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara.
Ercilasun, A.B. (1994). “Köl Tigin Metni Bir Nutuk Metni midir?”. Türk
Dili Araştırmaları Yıllığı - Belleten 1990,S.33, s. 31-39.
Eroğlu, O. (2013). Seyfettin Başcıllar’ın Hayatı, Sanatı ve Şairliği.
Yüksek Lisans Tezi. Gaziantep Üniversitesi.
Gençosmanoğlu,
N.Y. (2016). Bozkurtların Destanı. Türk Edebiyatı Vakfı.
Gök, î. (2014). “Türklerin Suriye’ye Girişi ve Süleymanşâh”. Türkiyat
Araştırmaları Dergisi. S. 36, s.217-251.
Gökalp, Z. (1976). Türk Töresi. Dizdaroğlu, H. (Haz.) Kültür
Bakanlığı Ziya Gökalp Yayınları.
Gömeç, S. (2007). “Türklerin ve Moğolların Tarihi îki Boyu”, Turkısh
Studies, Volume 2/1, s. 10-16.
Gömeç, S.
(2009). Kök Türk Tarihi. Berikan Yayınevi.
Güngör, E.
(2010). Kültür Değişmesi ve Milliyetçilik. Ötüken Neşriyat, İstanbul.
Fuat, M.
(2004). Çağını Görebilmek. Adam Yayınları, İstanbul.
Hacıeminoğlu, N. (2004). Edebiyat Tahlilleri. Türk Edebiyatı
Vakfı Yayınları, İstanbul.
Hocaoğlu, D. (2003). Tarihin Ontolojisi Üzerine Bir Deneme. Türkiye
Günlüğü, S. 73, s. 23-42.
Kabaklı, A.
(2003). Şiir İncelemeleri. Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları, İstanbul.
Kafesoğlu, İ.
(1972). Selçuklu Tarihi. Milli Eğitim Basımevi, İstanbul.
Kafesoğlu, İ.
(1997). Türk Millî Kültürü. Ötüken Neşriyat, İstanbul.
Kalın, İ.
(2010). “Dünya Görüşü, Varlık Tasavvuru ve Düzen Fikri: Medeniyet Kavramına
Giriş”. Divan: Disiplinlerarası Çalışmalar Dergisi, S. 29 (Cilt: 16), s.
161.
Kanter, M.F. (2017). Millî Edebiyat Dönemi Türk Şiirinde Benlik
Algısı Ve Kimlik Kurgusu. Kitabevi Yayınları, İstanbul.
Kavuran, T. ve
Dede, B. (2012). “Platon ve Aristoteles’in Sanat Etiği, Estetik Kavramı ve
Yansımaları”. Sanat Dergisi, S. 23, s. 47-63.
Kılıçaslan, E . (2016). “Tarihte İdea Ya Da Marxengels’in Ve
Nıetzsche’nin Eleştirilerine Karşı Bir Hegel Savunusu Denemesi”. Viraverita
E-Dergi, S.3, s. 1-27.
Korkmaz, R.
(2002). İkaros’un Yeni Yüzü. Akçağ Yayınları, Ankara.
Kök, M. (2016). “Nurettin Topçu’nun İdealizmi”. Temaşa Erciyes
Üniversitesi Felsefe Bölümü Dergisi, S. 4, s. 37.48.
Kösoğlu, N.
(2013). Millî Kültür ve Kimlik. Ötüken Neşriyat, İstanbul.
Kurt, H.İ.
(2012). “Osman Batur Betiği”, Siyah Beyaz Dergi, S.5.
Kurt, H.İ.
(2012). “Törelenin”, Töre, S. 2.
Kurt, H.İ.
(2013).“Bir De Muhammed’im”, Siyah Beyaz Dergi, S.8.
Kurt, H.İ.
(2013). Köl Tigin Ünlemesi. Kurgan Edebiyat, Ankara.
Kurt, H.İ. (2014).
“Atsız Ata Betiği”, Yeni Düşünce Dergisi, S. 766.
Kurt, H.İ.
(2014). “Atsız Ata Betiği”, Yeni Düşünce Dergisi, S. 766.
Kuş, D. (2014). “Beş Hececiler’de Bir Değer Olarak Millî Romantik
Duyuş Tarzı.” Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi,
Cilt: 17, S: 32, s. 127-133.
Kurt, H.İ.
(2014). “Devlet Kuran Devlet Türk”, Yeni Düşünce Dergisi, S. 769.
Kurt, H.İ.
(2014). “Mübâriz-Nâme”, Yeni Düşünce Dergisi, S. 770.
Kurt, H.İ. (2014). Eleğimsağma (Gülizar Divanı). Kurgan
Edebiyat Yayınları Ankara.
Kurt, H. İ.
(2015). Kutalmışoğlu Süleymanşah Ululaması. Ötüken Neşriyat, İstanbul.
Kurt, H.İ.
(2015). “Sanat Nedir?”, Kısık Sesler, S. 7.
Kurt, H.İ.
(2015). “Sanat Nedir?”, Kısık Sesler, S. 7.
Kurt, H.İ.
(2015). “Türkmen Dağı’nda”, Yeni Düşünce Dergisi, S. 780.
Kurt, H.İ.
(2016). “Çakıroğlu Fırat Ağıtlaması”, Töre, S. 35.
Kurt, H.İ.
(2016). “Çakıroğlu Fırat Ağıtlaması”, Şiar, S. 7.
Kurt, H.İ.
(2016). “Pusatsız Savaşçılar”, Şiar, A. 5.
Kurt, H.İ.
(2016). “Sükût Neyi Hâlleder?”, İnziva, S. 5.
Kurt, H.İ. (2017).
Belemir. Ötüken Neşriyat, İstanbul.
Kurt, S., Kurt B. (2015). “Türk Kültüründe Rüya”. Uşak Üniversitesi
Sosyal Bilimler Dergisi, S. 22, s. 239-246.
Taş, T.
(2017). Ne Adı Mihriban’dı Ne De Saçları Sarı. İzdiham, S. 31.
Macit, M.
(2011). Gelenekten Geleceğe. Kapı Yayınları, İstanbul.
Moran, B.
(2011). Edebiyat Kuramları ve Eleştiri. İletişim Yayınları, İstanbul.
Odacı, N. (2016). “Oğuznâmecilik Geleneği ve Millî Destan Şairimiz
Basri Gocul. ^TürkBilig, S. 32, s. 223-238.
Okay. M. O.
(2011). PoetikaDersleri. Dergâh Yayınları, İstanbul.
Oktay, A.
(2004). Sanat ve Siyaset. Everest Yayınları, İstanbul.
Özbalcı, M
.(1990). “Şiire Ve Şaire Dair Bazı Notlar”. Ondokuz Mayıs Üniversitesi
Eğitim Fakültesi Dergisi, 5 (1).s. 221-231.
Öztürk. N.
(2001). Türk Edebiyatında İnsan. Atatürk Kültür Merkez Yayını, Ankara.
Sevim, A. (1987). Anadolu’nun Fethi Selçuklular Dönemi. Türk
Tarih Kurumu Basımevi, Ankara.
Soğukömeroğulları, M. (2011). “Servet-i Fünûn Edebiyatı Gayrı Millî
midir?”. Turkish Studies. 6/1. s. 1785-1800.
Soğukömeroğulları, M. (2011). “Tiyatro ile Tarihten Milliyetçiliğe:
Türkiye’de Attila ”. International Periodical For The Languages, Literature
andHistory of Turkish or Turkic Volume 6/3 Summer 2011. s. 1509-1533.
Soğukömeroğulları, M. (2012). “Yahya Kemal’in Şiirlerinde Dinî, Mistik
ve Metafizik Ögeler”. Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Dergisi.
S. 1/1, s. 218-245.
Soğukömeroğulları, M. ve Eroğlu, O. (2014). Seyfettin Başcıllar
Hayatı Sanatı Düşünce Yazıları ve Bütün Şiirleri. Palet Yayınları, Konya,
s. 11.
Şahin, S. (2005). Tevfik Fikret: Düşünce Dergisi, Nüsha-i Mahsûsa,
1918. Kitap Yayınevi, İstanbul.
Şimşek, T . (2010). “Türk şiirinde Ses ve Ritm Konusuna Yeni Bir
Yaklaşım”. Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi,
S. 29, s. 145168.
Tanpınar, A.
H. (2000). Yaşadığım Gibi. Birol Emir (Hzy.), Dergâh Yay., İstanbul.
Tanpınar, A. H. (2013). On Dokuzuncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi.
Dergâh Yay., İstanbul.
TDK. (2009). Türkçe
Sözlük. TDK Yayınları, Ankara.
Todorov, T.
(2008). Poetikaya Giriş. (Çev. Kaya Şahin). Metis Yayınları, İstanbul.
Toprak, F. (2011). “Defter-i Cengiz-nâme’de Boy Nişanları ve
Damgalar”. Turkish Studies, Volume 6/1 Winter. S. 555-574.
Toprak, M.
(2003). Hermeneutik (Yorum Bilgisi).Bulut Yayınları, İstanbul.
Tunalı, İ . (2012). Integral Bir Estetik Olarak Ontolojik Estetik.
İstanbul Üniversitesi Felsefe Arkivi Dergisi, S, 3, s. 155-167.
Tunalı, İ . (2012). “Soyut’un Sanattaki Anlamı”. İstanbul
Üniversitesi Felsefe Arkivi Dergisi, S, 22-23, s. 83-92.
Turan, O. (1969). Selçuklular Tarihi ve Türk- İslâm Medeniyeti.
Turan Neşriyat, İstanbul.
Turan, O. (2014). Selçuklu Tarihi Araştırmaları. (Haz. Altan
Çetin-Bilal Koç). Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara.
Usta, Y.
(2017). Hakan İlhan Kurt ile Röportaj. Kısık Sesler Mecmuası. S. 2.
Uysal, S.S. (2006). Şiire Adanmış Bir Yaşam Yahya Kemal Beyatlı.
Bilge Sanat Yapım Yayınları, İstanbul.
Vurmay. M.A. (2010). “Edebiyat, Coğrafya ve Uzam: Hardy’in Yuvaya
Dönüş Adlı Romanı.” Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi
Dergisi, 50. 2. s. 207-220.
Warner, C. ve Eliot, T.S. (2011). Edebiyatın Hayatımızdaki Yeri
Neresi. Kemal Konuşmaz (Haz.). Şule Yayınları, İstanbul.
Wellek, R; Warren, A. (2012). Edebiyat Teorisi. Huyugüzel, Ö.F.
(Çev.) Dergâh Yay., Ankara.
Yalçın, M. (2010). Şiirin Ortak Paydası I Şiir Bilimine Giriş.
İkaros Yayınları, İstanbul.
Yücel, T. (2011). İnsan Yazdığı Şeydir. Özgeç, M. (Haz.),
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul.
https://www.youtube.com/watch?v=m3C_-L_Nn6w,(ErişimTarihi:
15.08.2017).
http://www.haberhergun.com/niyazi-yildirim-gencosmanoglu-ile-
soylesiroportaj,9.html.(Erişim
Tarihi: 04.09.2017).
https://www.facebook.com/hakan.ilhan.kurt.siirleri/photos. (Erişim Tarihi:
07.05.2018).
http://www.edebiyatdefteri.com/siir/427937/ogul.html. (Erişim Tarihi:
25/09/2017).http://siir.gen.tr/siir/m/mehmet_emin_yurdakul/birak_beni_haykirayim.
htm(Erişim
Tarihi: 19/05/2018).
https://www.bilgicik.com/yazi/bir-gun-icadiyede-ahmet-hamdi-tanpinar/ (Erişim
Tarihi: 19/05/2018).
https://tr.wikisource.org/wiki/%C3%82%C5%9F%C4%B1klar_%C3%B6lmez(Erişi
m Tarihi: 19/05/2018).
http://yunusemresiirleri.com/siir/kahrin-da-hos-lutfun-da-hos.html
(Erişim Tarihi: 19/05/2018).
https://www.antoloji.com/su-kasidesi-siiri/
(Erişim Tarihi: 19/05/2018).
EK 1. Hakan İlhan Kurt İle Görüşme Yanıtları
EK 1.1. 17 Ağustos 2017 Tarihli Görüşme.
Ne zaman ve nerede
doğdunuz?
Annem, ‘eyyam-ı bahûr’da
doğduğumu söylerdi; babam, 3 Ağustos’ta doğduğumu... Doğum tarihimi 4 Ağustos
1976 olarak nüfusa kaydetmişler. Doğum yeri, Tarsus.Eyyam-ı Bahûr’u merâk
ederdim, çocukken. Anneannem, Ağustos ayının ilk haftası derdi; annem, yılın en
sıcak günleri. Daha sonraki yıllarda öğrendim, 31 Temmuz ile 7 Ağustos
arasındaki buhar günler olduğunu.
Çocukluğunuz nasıl geçti?
Okul öncesi yaşamımda, annemin de babamın da memur
olması münasebetiyle ya anneannemin yanında annemin köyünde, ya da büyükbabamın
yanında babamın köyünde idim. Her iki köyde de günlerim, dağlarda yahut
vadilerde küçükbaş hayvanlar gütmekle ya da bağda, bahçede uğraşmakla geçerdi.
Anamın köyünde teyze çocuklarımla beraberdim, babamın köyünde amca
çocuklarımla. “Hepsi Gitti Geri Dönen Olmadı” adlı şiirim o günlerimi yâd
ettiğim şiirimdir:
Muhammed Hüseyn Şehriyar’ın Heyderbaba’ya Selam
şiirinin etkisiyle yazmıştım, bu şiiri. O dönemin güzel anılarına atıflarla
süslediğim bir şiirdir. Bu şiir şöyledir:
Kara çamlar dal serince gölgeler,
Boz toynağı akça taşa çalardık.
Nergis tadı boy verince gölgeler
Merak edip nergisleri yalardık.
Bir hayâlden bir hayâle dalardık.
Ay aydınlık tün derince dolundan
Gün sönerdi it sesinde kolundan
Yol dönerdi yolculara yolundan
Akça Dedem yaş değneği bükerdi,
Hasan Ağam katran kökü sökerdi.
Onaltıdan öz gardaşlık sekince
Gam kasavet toprak dama çökünce
Nenem hat’a bir koca taş dikince
Buz terini gök bezine silerdi,
Soya akıl ırka iman dilerdi.
Sarı’ulak Topu’ulak söyleşip
Kara zeytin sal dalında peyleşip
Bölük pörçük güz sıcağı eyleşip
Çağa-çocuk eller kollar hamlardı,
Kırk bismillah soframıza
damlardı.
Kabase’de Hasbi Emim
nefesi Kör keklikler doldururdu kafesi Taş armudu alma heybe kefesi Yığılırdı
emm’oğlular bölerdik. Eşek binip, at sektirip gülerdik.
Öş Kasım’ın Kayfesi’nde
budaklar Çalı-çırpı sağda solda adaklar “Ehem buhur” sefasında dudaklar Üç
gecede çatır çatır çatlardı, Akarca’da demir namlu patlardı.
Davar sürüp al karada
beyazda Emm’oğlular toplanırdı ayazda Aç kalırdık eller açık niyazda
Pancarlık’tan oğul körmen yolardık, Uykumuzu yufkamıza ulardık.
Hasta düşüp püren kekik
sözleyip Taş dibinden tel tel yolup düzleyip Hat’çe Anam dağ çayını közleyip
Kokusunda boz toprağı içerdik. Bir yudumda bin ömürden geçerdik.
Yer kalkardı cirit tutsa
yeminde El tutardı yazlak kışlak ceminde Del’amet ki ses verirdi deminde Derdi
“Yeğen, dut meyvesi gür olur, Er dediğin ölene dek hür olur.”
Şaha kalkıp yağız civan
atından Öldüğünde yâd dilerdi batından Kör hınzırı alnının tâ çatından Vurdu
muydu Del’amet’tir söverdi, Pek dipçikle kafasını döverdi.
Bıyık Emim akçe günün
karası Her cumada cebimizde parası
Rüşte varmış yeni yetme
arası Kar üstünde Karatavuk avlardık. Karşı köyün kızlarını tavlardık.
Emim derdi “Yeğen dünya
yalandır Cümle nebat ve hayvanat nalândır Gör ne vakit şu yeryüzü talandır
Kimler geldi kimler gitti zay oldu, Tek bâki O, tek kalıcı Hay oldu! ”
Ağarcık’ta Cevat Emim
bulağı Buz suyundan taşırırdı dolağı “Emmi” sesi duydu mu ki kulağı Hurmaları
döküp yere saçardık, Ayak yalın dağa doğru kaçardık.
Emimdir ki, yurt tutağı
mezarlık Bahçasında eski bir nal nazarlık Dökülende hurmaları pazarlık Sandık
sandık götürürdü satardı, Koca köyün delisine çatardı.
Dağ aşardık unuturduk
orucu Yol keserdi gece seyri korucu Bir zahmetin ardı tadı yorucu Palamutla gür
ormanı elerdik. Tanda şehrin uykusunu delerdik.
Kazım Emim demet demet
bağlamış Kor toplardı narin dilde ağlamış Yedi düvel eski kaval çağlamış Gün
görmemiş ağıtları duyardı, Gül gördü mü ak döşüne koyardı.
Ay gelende gökçe reyhan
sürün de Keçe üstü bağdaş edip görün de Necat Emim buz gecenin köründe
Barut-saçma deli fışenk yapardık, Ağaçlardan löküsle kuş kapardık.
Alın teri pınarında çoraklar
Savrulurdu kuru soğan oraklar
Ellik tutan pençe pençe kuraklar
Her başakta bereketi verirdi.
Zağlı dişler muhabbette erirdi.
Yıkıntılar arasında kırağı
Babam derdi “Us uz eder çırağı”
Kızıl İn’e kızıl tilki durağı
Kurulunca bağ-bahçamız çağlardı,
Yaralanmış tilkileri bağlardı.
Şimdi dünler soldu bir bir bahtına
Kimler durdu kimler uydu ahtına
Kurtbala ki Söz İlmi’nin tahtına
Geçen vakti kimse elde bulmadı,
Hepsi gitti geri dönen olmadı.
Eğitim hayatınız hakkında, hangi okullarda
okudğunuz hakkında bilgi verebilir misiniz?
İlköğretimimi Tarsus Turgut İçgören İlkokulu’nda,
ortaöğrenimimi Tarsus Cengiz Topel Ortaokulu’nda, lise öğrenimimi ise yine
Tarsus Cengiz Topel Lisesi’nde tamamladım. Üniversite eğitimi ise, oldukça
zaman aldı. Önce Mersin Üniversitesi İİBF İşletme Bölümü’nü kazandım. Ancak
mezun olamadım. Af ile birlikte tekrar sınava girdim ve bu defa Ömer Halisdemir
Üniversitesi İİBF İşletme Bölümü’nü kazandım ve 2002 yılında mezûn oldum. 11
yıl süren bir üniversite hayatı...
Biraz kendinizden bahsedebilir misiniz?
1995 yılında evlendim. Yaklaşık 8 yıl Tarsus’ta
çeşitli yerel gazetelerde çalıştım.2008 yılından itibaren Gaziantep’te özel
sektörde çalışmaya başladım ve 2011 yılında yine Gaziantep’te memuriyet hayatım
başladı. İbrahim Alptürk (1997) ve Muhammet Asri (2009) ile Hatice Türkmen
(2003) adlarında 3 çocuk sahibiyim. Şiirlerim benim için özeldir. Şiirlerimde girizgâh
da bulunur. Bunlar şiirimle bağlantılı epigraflardır.
EK 1.2. 27.08.2017 Tarihli Görüşme
Ailenizden bahsedebilir misiniz?
Afşar mensuplu bir aileden geliyorum. Afşarlar ile
Çerkezler arasındaki efsaneleri dinleyerek çocukluğunu geçirdim. Afşar ile Çerkez
münakaşasında dahi düşmanın yiğitliğinden bahsedilirdi.
Annenizin ve babanızın öğrenim durumu ve eğitimleri
hakkında bilgi verebilir misiniz?
Babam ve annem okuma yazma bilmeyen sıradan insanlardı.
Fakat babam daha sonra okuma ve yazmayı, mektepsiz kendi çabalarıyla öğrendi.
Öğrenmekle de kalmayıp hem anneme öğretti hem de bol bol okudu. Geçimlerini
küçükbaş hayvancılarını toplamak, onların bakımını üstlenmekle sağlayan babam
davar güderken boş zamanlarını mutlaka eski gazeteleri temin edip okuyarak doldururdu.
Bir gün bu şekilde iş başında okuma eylemini gerçekleştirirken orada bulunan
dönemin CHP milletvekili, emin olmamakla beraber, Kasım Gülek bu davranışı hoş
görerek babama bir kart verir. Babam bu vasıtayla şimdiki ismi Tarsus Endüstri
Meslek Lisesi olan Tarsus Sanat Okulu’nda hizmetli olarak göreve başlar. Daha
sonra annem de santrale alınıp orada memur olur.
Kitaplara ilginiz büyük. Çocuklarınıza da bu ilgiyi
aşılıyor musunuz?
Ailede herkesin farklı bir kütüphanesi bulunur. Küçük
oğlumun okuduğu kitapları belki şu an üniversite öğrencileri okumamıştır.
Özellikle bir kitabı okuduktan sonra kapatmanın verdiği mutluluğa erişmek küçük
yaşlarda kazanılır. Esasen çocuklara söylemekten çok rol model olduğum için
onlara bu alışkanlığı kazandırdım.
Yayımlanmamış kitabınız olan “Tamga” adlı kitap
çalışmanızda Ayımça Kız dikkatimi çekti. Bu isim bir ilham neticesinde mi
oluşturuldu?
Ayımça Kız, Hüseyin Nihâl Atsız’ın Ruh Adam kitabının
başında yer alan Uygurca masalın bugünkü Türkçeye tercümesiolan ve bu masaldaki
kişilerden Açığma Kün’e benzer niteliklere sahiptir. Divançe olarak
adlandırılması mümkün olan bu bölümde şair rüyasında bu kızı gördüğünü ve rüya
vasıtasıyla bukitabı yazdığını belirtir.
EK 1.3. 13.09.2017 Tarihli Görüşme
Tabiatla iç içe bir çocukluk geçirdiğiniz doğru mu?
Köyde yetiştim. Büyüklerim çınar ağacı ya da kızıl
toprağa saygı duymayı da öğrettiler. Aslında bu bana vatan sevgisini aşıladı.
Ülkücü edebiyat diye bir şeye inanıyor musunuz?
Ülkücü edebiyat olmaz, Türk edebiyatı olur. Türk milleti
için şiir yazıyorsam her kesim için şiir de yazmalıyım.
Edebî etkinliklere katıldınız mı? Bu etkinliklerde
ödül ya da plaketler aldınız mı?
90’lı yıllarda belirli günlerde beş altı kişiyle
meşrubat içip ev ortamında edebî sohbetler yaparak yazdığımız şiirleri tenkit
ederek olgunlaşmaya çalışan genç şairler topluluğunda bulundum. O zamanlar için
en büyük hayalim Elazığ’da düzenlenen Hazar Şiir Akşamlarınakatılmak, o
etkinliği en azından izleyebilmekti. 2013 yılında hayalimin ötesinde bir duruma
geçerek oraya şair olarak davet edildim. Burada “Belemir” adlı şiirimi okudum.
Bunun yanı sıra Oğuzeli Kültür Merkezi, Gaziantep Türk İslam Vakfı, Ülkü
Ocakları gibi pek çok platforma şair olarak katıldım.
Yazmaya hiç ara verdiniz mi?
İki kitabımdan sonra yazmaya ara verdim. Beni tekrar
yazmaya Ahmet Şafak’ın Timur ile Karınca adlı parçasının teşvik etti.
Ek. 2. Birinci Kaynaktan Elde Edilen Şairin Yazısı
BİR ŞÂİR CEVVÂLİ
“Çaldığı tarımı getirin mene,
Görün ki çalmakta nece mahirem...''
Şâirâne Rûh
Şiir, ateşîn bir hürriyet; şâir ise, bu ateşîn
hürriyeti renklendiren bir ressamdır. Alından kurşunî rengine, karasından
alasına her iki kavramın da telaffuzu nâzenindir; uzak durulsa kör bir kuyu,
dokunulsa çayır çimen.
Nâif ve oturaklı sözcüklerle bezekli ve zamana kafa
tutabilecek bir şiirin temellendirilmesi, hem bilge, hem de savaşçı bir ruhun
gereğidir; öyle ki, yitirilen değerler üzerinden bir varlık bütünlüğünün elde
edilmesi oldukça güçtür, lâkin yitirilmek üzere olan değerleri yeniden işler
kılmak ve bu işlerlikle hacmin ötesinde gözle görülmeyen ancak hissedilebilen
bütünlük inşası “şâirâne rûh” ile mümkündür. Hülâsa aslolan mevcudiyetin
ötelerinde soluklanan hazları parsel parsel okuyucuya üleştirmek, en kutsal
uğraşılardandır.
Maharet, ruhun bir izdüşümüdür. Zirâ cümle imkânlar
bir meta kabul edilip hazır edilse, zenaatkâr ne kadar eğitimli olursa olsun,
maharet söz konusu değilse, arz ve tesis edilecek ürün iğreti bir duruş
sergileyecektir ve bütün mükemmellikler, ruhun öz mayası âşk öncülüğünde ve
mahareti sevgi ile göz ve gönül aydınlığına soyunmuştur.
Râhle-î Tedris ve Nâzım Geleneği
Demircinin körüğünde kızmış demire şekil vermek için
‘rûh’ yeterli midir? Elbette değildir. Demiri şekil alabilecek kıvama getiren
ateşin şiddeti, örsün göğsündeki dayanma kudreti, her çekiç darbesindeki
estetik ve bir düzlem boyutunda demirin alınteri ile yoğrulma disiplini. Rûh
ile birlikte yılların dönemsel ve evrensel habbesinden sağılmış râhle-î tedris
ile mümkündür. Bunda şüpheye düşüldüğü lâhza, zannın kıyâmeti başlar.
Ne başlı başına ‘şâirâne rûh’, ne de bir başına
‘râhle-î tedris’. Birinin eksikliği, diğerini aratır; ezber bozacak ve
orjinallik ifâde edecek fikirlerin ve sözlerin doğmasını engeller. Şiir, vuk’û
bulsa bile ana rahminde kalp atışı durmuş cenin gibi olur; içimiz yanar,
inciniriz, üzülürüz lâkin O’nun yaşamadığını -şiir olmadığını- biliriz, ancak
dillendirmeyiz.
Nâzım, en yalın hâliyle bir san’atı ifâde eder; öyle
ki, balmumu ile bağrı sırlanmış ipliğe dizilen her bir tespih tanesi, bu bediî
san’atın güzelliğine ve ayrıcalığına dâir birer şâhitlik vesikâsıdır. Tespih
taneleri her ne kadar birbirinin benzeri olsa da, en az imâmesi kadar o
tespihin göz alıcı aslî unsurudur. Herkes bir tespih dizimi zamana sâhiptir;
ancak, nâzımın sabırtaşı şâiri herkesten farklı kılan, ‘bir tespih dizimi
zamanı’ çağın ötesine götürebilecek imân etmişliği ve inanmışlığıdır.
Kavram Mahremi ve Özgür Coğrafya
Şiir, şâirin kendi âleminde özgürce hareket ettiği bir
coğrafyadır desem, hata etmiş olur muyum? Ya bu coğrâfyada soluklandığı her
güne bir mahrem atfettiğini beyân etsem, ileri gitmiş olur muyum? En bâkir
hâlleri ile sırladığı bu coğrafyadan derlediklerini kavramlara şifrelemek,
başka bir ifâde ile kavramları şâirin kendisinin biçip diktiği urbasına
büründürmek, ulvî bir gâyenin neticesi olmaz mı?
Düşünün ki, şâir hüviyetimle ben bir antikacıyım.
Coğrâfyam, küçük bir antikacı dükkânı... Her sabah, besmelemle birlikte
raflarımda unutulmak üzere olan sözcüklerimin tozunu alırım; Onları özene
bezene yeniden raflarına dizerim. Birini dükkânımın önünden geçecek olanlara
arz edecek olsam, içimdeki kıskançlık tığlarının verdiği batmaları umursamadan
başka başka bakışlara mühürleyecek şekilde rafından alır, vitrine koyarım.
İsteyen, vitrindeki herhangi bir sözcükte kendini bulur; ben ise, bütün
sözcüklerde kendimi yitiririm.
Mûaviye zamanında yaşamış ünlü bir şâir, yazdığı
şiirler, kâsideler ve gâzeller ile Mûaviye’nin oğlu Yezid’in tepkisini çeker;
divânlarda ve mecâlislerde söylediği her mısra, ok olur saplanır, Yezid’in
soluğuna. Âcziyetliği neticesi, babası Mûaviye’ye durumu arz eder. Der ki,
- Buyruk ver! Şu şâirin kellesini alayım.
Mûaviye nedenini sorar, Yezid’e. Yezid, hiddetle:
- Kız kardeşime şiirler yazar. Yazmakla kalmaz, bir de divânlarda
ve mecâlislerde avâz avâz okur.
- Bu güzel bir şey değil mi? Kız kardeşinin güzelliği, bir şâirin
mısralarını mühürlemiş.
Yezid’in ‘yezidliği’ üstündedir. Der ki,
- Bu nasıl olur, baba? Bu şiirler, kız kardeşimin onurunu ayaklar
altına seriyor.
Mûaviye, şiirde neler söylendiğini sorar Yezid’e. Yezid:
- O şehirde gecem çok uzun sürdü; öyle ki, hüzünlü vâkitler
geçirdim, diyor.
Mûaviye, şâir uzun süren gece boyunca hüzünlendiyse,
bundan bize ne Yezid, der.
Yezid:
- Baba devâmında, Şam’da eğleşmem bu
kız içindir, diyor.
Mûaviye cevâben, Şam’da
bir tek senin kız kardeşin mi var, diye sorar Yezid’e.
Yezid:
- Ama baba, şiirin devâmında kız kardeşimi târif ediyor. Diyor ki,
Öyle rûadan ve aktandır ki, inciler O’nun yanında sönük kalır.
Mûaviye:
- Pek de doğru söylemiş. Kız kardeşinin güzelliği, seni
gururlandırmaz mı? Çirkin dese idi, daha mı hoş olurdu?
Yezid:
- Baba, bu ahmak şiirin sonunda iyice azıtmış. Net bir şekilde kız
kardeşimi tariften bir ân bile sakınmamış. Diyor ki, Sevgilimin asaletini
incelerseniz, en yüksek hanedana sahip olduğunu anlarsınız.
Mûaviye, ayağa kalkmış ve
Yezid’e demiş:
- Yalan mı söylemiş oğlum, hanedanımızın yüceliğinden şüphe mi
ediyorsun?
Bu kıssada ne Mûaviye’ye, ne de Yezid’e üleş
çıkarıyorum; bakışım ve üleşim şâiredir. Maksâda ulaşmış mıdır? Sesini duyurmuş
mudur? Sevgilisine güzelliğini beyân etmede, bir iletişim ve etkileşim kurmuş
mudur?
Şiirlerde kullandığım, ‘Gülizâr’ kavramı mahremim ve
‘Gül Bahçesi’, özgür coğrafyamdır. Zirâ kimlerin kız kardeşi olduğu yahut kimin
kızı olduğu, tevafuk ile beyândır.
Diyar İçinde
Anla beni gülizâr dudaklarımda deprem
Humar bakışlarımda bir kasırga dillenir
Her sûret ağyar olur salınır sersem sersem
Düşerim düştüm demem sâhi diyar içinde
Gülizâr yanan benim yandığım ile seyir
Ûmidim nûr içinde dâhi diyar içinde
Tarla kuşları döner başımda kanat kanat
En yılgın gülüşlerim akşam çaylarımda nûn
Gelip giden aklımın dar köşesine inat
Soyunur sürgünlüğü mavi diyar içinde
Gülizâr baygın düşüm iffetim çölde mecnûn
Senden çok uzaklarda kâvi diyar içinde
Anla beni gülizâr dudaklarımda deprem
Ve çorak topraklarda bûselerim millenir
Bahtiyar alfabemin ilk nefesinde erdem
Hasretin kalır şevkle vâsi diyar içinde
Gülizâr âşkım benim damarlarımda devir
Adressiz kalan benim asi diyar içinde
Lâleler göğe baskın seyrânım bağrı yanık
Ninniler büyütürüm al şalında simsiyâh
Kolum
kanadım kopar nârım darmadağınık
Bulağından bir damla kâfi diyar içinde
Gülizâr gülüm benim uğradığım her sabah
Secdeler çarpar beni sâfi diyar içinde
Anla beni gülizâr dudaklarımda deprem
İncir
ağaçlarında akıbetim çillenir
Yalın yola koyulur imânım perçem perçem
Rengim
hâkiye döner hâki diyar içinde
Gülizâr serim bağım karanlığımda bedir
Âşkınla savrulurum tâ ki diyar içinde
Gece çiçeği yürür kırlara beril beril
Eflâtun yaralarım efkârında ibâdet
Yüzüm döner yönüne kıblegâhım yemyeşil
Avuttuğum gönlümün pây-î diyar içinde
Gülizâr fecrim benim ihtişama şehâdet
Nâr-ı hicrân içinde zâyi diyar içinde
Anla beni gülizâr dudaklarımda deprem
Benzim uçsuz bucaksız vâdilerde killenir
Cehennem kuşanırım âh û feryâda merhem
Kıskançlık alev alev hâli diyar içinde
[18] Nurettin Öztürk. (2001). Türk
Edebiyatında İnsan. Atatürk Kültür Merkez Yayını, Ankara, s.250.
[19] Şerif Aktaş. (1996). “Millî Romantik
Duyuş Tarzı ve Türk Edebiyatı”. Türkiye Günlüğü, S. 38, s.171.
[20] Hüseyin Nihâl Atsız. (2015). Makaleler
III. İrfan Yayıncılık, İstanbul, s.206.
[21] Şerif Aktaş. (1996). “Millî Romantik
Duyuş Tarzı ve Türk Edebiyatı”. Türkiye Günlüğü, S. 38, s.171.
[22] Şerif Aktaş. (1996). “Millî Romantik
Duyuş Tarzı ve Türk Edebiyatı”. Türkiye Günlüğü, S. 38, s.173.
[23] Şerif Aktaş. (1996). “Millî Romantik
Duyuş Tarzı ve Türk Edebiyatı”. Türkiye Günlüğü, S. 38, s.173.
[24] Duygu Kuş. (2014). “Beş Hececiler’de
Bir Değer Olarak Millî Romantik Duyuş Tarzı.” Balıkesir Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Dergisi, C: 17, S, 32, A, s.130.
[25] Şerif Aktaş. (1996). “Millî Romantik Duyuş Tarzı ve Türk
Edebiyatı IV.: Abdülhak Hâmit Tarhan (1852-1937)”. Türkiye Günlüğü, S.
41, s.99.
[26] Şerif Aktaş. (1996). “Millî Romantik
Duyuş Tarzı ve Türk Edebiyatı II”. Türkiye Günlüğü, S. 39, s.171.
[27] M. Fatih Kanter. (2017). Millî Edebiyat
Dönemi Türk Şiirinde Benlik Algısı ve Kimlik Kurgusu. Kitabevi Yayınları,
İstanbul, s.304.
[28] Kanter. a.g.e., s.210.
[29] Doğan Aksan. (2005). Şiir Dili ve Türk Şiir
Dili. Engin Yayınları, Ankara, s.7.
[30] M. Fatih Kanter. (2017). Millî
Edebiyat Dönemi Türk Şiirinde Benlik Algısı ve Kimlik Kurgusu. Kitabevi
Yayınları, İstanbul, s.77
[31] Nuray Odacı. (2016). “Oğuznâmecilik Geleneği ve
Millî Destan Şairimiz Basri Gocul.” Türk Bilig, S. 32. s.234.
[32] Kubilay Aktulum. (2004). ParçalılıkMetinlerarasılık.
Öteki Yayınevi, Ankara, s. 86.
[33] Nurettin Öztürk. Türk Edebiyatında
İnsan.(2001). Atatürk Kültür Merkez Yayını, Ankara, s.451.
[34] Mehmet Soğukömeroğulları ve Osman Eroğlu.
(2014). Seyfettin Başcıllar Hayatı Sanatı Düşünce Yazıları ve Bütün Şiirleri.
Palet Yayınları, Konya, s. 11.
[35] Berna Moran. (2011). Edebiyat Kuramları ve
Eleştiri. İletişim Yayınları, İstanbul, s.242.
[36] Moran. a.g.e., s.131.
[37] Mehmet Fuat. (2004). Çağını Görebilmek.
Adam Yayınları, İstanbul, s.63.
[38] Mehmet Yalçın. (2010). Şiirin Ortak Paydası
I Şiir Bilimine Giriş. İkaros Yayınları, İstanbul, s.71.
[39] Berna Moran. (2011). Edebiyat Kuramları ve
Eleştiri. İletişim Yayınları, İstanbul, s. 133.
[40] Hermeneutik, yazılı metinleri ve onların
yorumlanmasını model alan yöntem olarak dikkat çeker. Bkz: Metin Toprak.
(2003). Hermeneutik (Yorum Bilgisi). Bulut Yayınları, İstanbul, s. 10.
[41] Metin Toprak. (2003). Hermeneutik (Yorum
Bilgisi). Bulut Yayınları, İstanbul, s.51.
[42] Tahsin Yücel. (2011). İnsan Yazdığı Şeydir,
Mukadder Özgeç (Haz.), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, s. 149.
[43] Yücel. a.g.e., s. 185.
[44] Hakan İlhan Kurt. (2015). Kutalmışoğlu
Süleymanşâh Ululaması. Ötüken Neşriyat, İstanbul, s.5.
[45] İbrahim Kafesoğlu. (1997). Türk Millî
Kültürü. Ötüken Neşriyat, İstanbul, s. 32.
[46] 17 Ağustos 2017 Tarihli Görüşme.
[47] TDK. (2009). Türkçe Sözlük. TDK Yayınları,
Ankara, s. 1354.
[48] 22. Hazar Şiir Akşamları: 2014, Elazığ,
https://www.youtube.com/watch?v=m3C_-L_Nn6w, (15.08.2017).
[49] Misli Baydoğan. (2018). Belemir. Türk
Edebiyatı Dergisi, S.533, s.81.
[50] Hakan İlhan Kurt’un bu şiiri çocukluk yılları
anısına yazılmış olup herhangi bir kaynakta yer almaz.
[51] a.g.g.
[52] Tuncer Baykara. (2009). Türk Kültür Tarihine
Bakışlar. Öncü Basımevi, Ankara, s. 169.
[62]17 Ağustos 2017 Tarihli
Görüşme.
[63] 27 Ağustos 2017 Tarihli Görüşme.
[64] http://www.edebiyatdefteri.com/siir/427937/ogul.html.
(Erişim Tarihi: 25/09/2017).
[65] Ahmet Ali Aslan. (2010). Destan Şairliğine
Doğru Yürüyen Oğuz. Çukurova Sanat Dergisi, S. 1213-14, s.9.
[66] Nevzat Kösoğlu. (2013). Millî Kültür ve
Kimlik. Ötüken Neşriyat, İstanbul, ss.87-88.
[67] Yasin Usta. (2017). Hakan İlhan Kurt ile
Röportaj. Kısık Sesler Mecmuası, S. 2, ss.30-32.
[68] Esra Aslan. (1992). Benlik Kavramı ve Bireyin Yaşamındaki Etkileri.
Atatürk Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Dergisi, S. 4, s.5
[69] Nurullah Çetin. (2011). Şiir Çözümleme
Yöntemi. Öncü Kitap, Ankara, s. 19.
[70] İbrahim Kalın. (2010). “Dünya Görüşü, Varlık
Tasavvuru ve Düzen Fikri: Medeniyet Kavramına Giriş”. Divan:
Disiplinlerarası Çalışmalar Dergisi, S. 29, C. 16, s.26.
[71] Ahmet Hamdi Tanpınar. (2000). Yaşadığım
Gibi. Birol Emir (Haz.), Dergâh Yay., İstanbul, s.351.
[72] Hakan İlhan Kurt. (2016). “Çakıroğlu Fırat
Ağıtlaması”, Töre, S. 35, s.5.
[73] Yasin Usta. (2017). Hakan İlhan Kurt ile
Röportaj. Kısık Sesler Mecmuası, S. 2, ss. 30-32.
[74] 13. 09. 2017 Tarihli Görüşme.
[75] Mübarizname başlıklı bu şiir 2016 yılında DGTYB (Dünya Türk Genç
Yazarları Birliği) tarafından hazırlanan Azerbaycan Gençler Fonu’nda
yayımlanmıştır.
[76] Hakan İlhan Kurt. (2017). “Mübâriz-Nâme”, Ayarsız,
S. 16: Ön Kapak İç.
[77] Hakan İlhan Kurt. (2016). “Çakıroğlu Fırat
Ağıtlaması”, Töre, S. 35, s.5.
[78] Harold Bloom. (2008). Etkilenme Endişesi -
Bir Şiir Teorisi. Metis Eleştiri, İstanbul, s.51-52.
[79] Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu. (2016). Bozkurtların
Destanı. Türk Edebiyatı Vakfı, s.11.
[80]Ahmet Ali Aslan. (2010). Destan
Şairliğine Doğru Yürüyen Oğuz. Çukurova Sanat Dergisi. S.12- 13-14, ss.
10-11.
[81] Hakan İlhan Kurt. (2015). Kutalmışoğlu
Süleymanşâh Ululaması. Ötüken Neşriyat, İstanbul, s.1.
[82] 13. 09. 2017 Tarihli Görüşme.
[83] 1992 yılından bu yana sürdürülen Uluslararası
Şiir Festivali.
[84]13. 09. 2017 Tarihli Görüşme.
[85] İlhami Durmuş. (2000). “Köl
Tigin Külliyesi Kalıntıları ve Türk Kültür Çevresindeki Yeri”. Türk Dili
Araştırmaları Yıllığı - Belleten, S. 1, s.184.
[86]Ahmet Bican Ercilasun. (1994).
“Köl Tigin Metni Bir Nutuk Metni midir?”. Türk Dili Araştırmaları Yıllığı -
Belleten 1990, s.33.
[87] Bu kitabın çalışmamızda son baskısı
kullanılacaktır.
[88] TDK. (2009). Türkçe Sözlük. TDK Yayınları,
Ankara, s.622.
[89] E: 2. Hakan İlhan Kurt. “Bir Şâir Cevvâli”.
[90] 17 Ağustos 2017 Tarihli Görüşme.
[91] Kubilay Aktulum. (2004). ParçalılıkMetinlerarasılık.
Öteki yayınevi, Ankara, s. 152.
[92] Bu kitabın çalışmamızda ilk baskısı
kullanılacaktır.
[93] Timur ile Karınca hikâyesi nâmı diğer Aksak Timur’un karınca ile
karşılaşmasından sonra yaptığı tüm savaşları azimle kazanmasını içeren bir
anlatıdır. Çünkü küçük bir karıncanın neleri başarabildiğine şahit olunmuştur.
[94] 13. 09. 2017 Tarihli Görüşme.
[95] Funda Toprak. (2011). “Defter-i Cengiz-nâme’de Boy Nişanları ve
Damgalar”. Turkish Studies, Volume 6/1 Winter, s.544.
[96] Hüseyin Nihâl Atsız. (2004). Ruh Adam.
İrfan Yayımcılık ve Tanıtım Limited Şirketi, İstanbul, s.11.
[97] 27 Ağustos 2017 Tarihli Görüşme.
[98] Savaş Kurt - Beyza Kurt .(2015). The Dream in the Turkish
Government Tradition. Uşak Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, S. 22,
s.242.
[99] 20 Şubat 2015'te Ege Üniversitesi'nde başlayan
öğrencilerin kavgası sonrası Fırat Yılmaz Çakıroğlu isimli ülkücü öğrencinin
hunharca bıçaklanarak öldürülmesi olayıdır.
[100] Şairin şiirleri hâlihazırda da çeşitli
dergilerde yayımlanmaktadır. Ele geçildiği ölçüde şiirleri toplanmıştır.
[101] İsmail Çetişli, Batı Edebiyatında Edebî Akımlar adlı
eserinde edebiyatı musikî ile birlikte fonetik sanatlar arasına dâhil eder
(Çetişli, 2013: 17).
[102] Çağatay Akengin. (2014). “Sanat
İdeoloji Politika İlişkileri”. Ulakbilge Sosyal Bilimler Dergisi, C.
2, S. 4, s.149.
[103] Hakan İlhan Kurt. (2015). “Sanat
Nedir?”, Kısık Sesler, S. 7, s.39.
[104] Hakan İlhan Kurt. (2015). “Sanat
Nedir?”, Kısık Sesler, S. 7, s.39.
[105] Hakan İlhan Kurt. (2015). “Sanat
Nedir?”, Kısık Sesler, S. 7, s.39.
[106] Erol Güngör. (2010). Kültür Değişmesi
ve Milliyetçilik. Ötüken Neşriyat, İstanbul, s.37.
[107] Tahsin Yücel. (2011). İnsan
Yazdığı Şeydir, Mukadder Özgeç (Haz.), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları,
İstanbul, s.187.
[108] “Tezkeremiz Mezartaşı” bestelenen
şiirler arasındadır. Grup Orhun tarafından seslendirilmiştir.
[109] İsmail Tunalı. (2012). “Soyut’un
Sanattaki Anlamı”. İstanbul Üniversitesi Felsefe Arkivi Dergisi, S.
22-23, s.84.
[110] Yahya Kemal Beyatlı. (2010). Edebiyata
Dair. İstanbul Fetih Cemiyeti Yayınları, İstanbul, s.40.
[111] Ek.2: Hakan İlhan Kurt. Bir Şair
Cevvali.
[112] Terry Eagleton. (2005). İdeoloji,
Muttalip Özcan (Çev.), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, s.73.
[113] Terry Eagleton. (2004). Edebiyat
Kuramı, Tuncay Birkan (Çev), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, s.167.
[114] https://www.facebook.com/hakan.ilhan.kurt.siirleri/photos.
(Erişim Tarihi: 07.05.2018).
[115] Charles D. Warner ve T.S. Eliot. (2011).
Edebiyatın Hayatımızdaki Yeri Neresi. Kemal Konuşmaz (Haz.). Şule Yayınları,
İstanbul, s.29.
[116] Şerif Aktaş. (1996). “Millî Romantik Duyuş
Tarzı ve Edebiyatı”. Türkiye Günlüğü. S. 38, s. 175.
[117] Hakan İlhan Kurt. '(2016). Sükût Neyi
Hâlleder?, İnziva, S. 5, ss.29-30.
[118] Hakan İlhan Kurt. (2016). Sükût Neyi Hâlleder?,
İnziva, S. 5, ss.29-30.
[123] Eyüp Ali Kılıçaslan.(2016). Tarihte İdea Ya Da
Marxengels’in Ve Nıetzsche’nin Eleştirilerine Karşı Bir Hegel Savunusu
Denemesi. Viraverita E-Dergi, S. 3, s. 5.
[124] Hakan İlhan Kurt. (2015). “Sanat
Nedir?”, Kısık Sesler, S. 7, s.39.
[125] Tamer Kavuran ve Bayram Dede. (2012). “Platon ve Aristoteles’in
Sanat Etiği, Estetik Kavramı ve Yansımaları”. Sanat Dergisi, S. 23,
s.50.
[126] Seval Şahin. (2005). Tevfik Fikret: Düşünce
Dergisi, Nüsha-i Mahsûsa, 1918. Kitap Yayınevi, İstanbul, s.84.
[127] Hakan İlhan Kurt. (2015). “Sanat Nedir?”, Kısık
Sesler, S. 7, s.39.
[128] Mustafa Armağan. (1992). Gelenek. Akçağ
Yayınları, Ankara, s. 19.
[129] Eliot. (1983). Edebiyat Üzerine Düşünceler, Sevim
Kantarcıoğlu (Çev.), Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara, s.21.
[130] Hakan İlhan Kurt. (2014). “Devlet Kuran Devlet
Türk”. Yeni Düşünce Dergisi, S. 769, s.67.
[131] Durmuş Hocaoğlu. (2003). Tarih’in Ontolojisi
Üzerine Bir Deneme. Türkiye Günlüğü, Ankara, S. 73, s.26.
[132] Nevzat Kösoğlu. (2013). Millî Kültür ve
Kimlik. Ötüken. Ötüken Neşriyat, Ankara, s.67.
[133] Şairin “Ne Mutlu Türk’üm Diyene” adlı şiiri Atilla Yılmaz
tarafından seslendirilmiş olup bestelenen şiirleri arasındadır.
[134] Hakan İlhan Kurt. (2012). “Törelenin”, Töre, S.
2,s.5.
[135] Hakan İlhan Kurt. (2015). “Sanat Nedir?”, Kısık
Sesler, S. 7, s.39.
[136] Mustafa Kök. (2016). “Nurettin Topçu’nun İdealizmi”. Temaşa
Erciyes Üniversitesi Felsefe Bölümü Dergisi, S. 4, s.40.
[137] Hakan İlhan Kurt. (2015). “Sanat Nedir?”, Kısık
Sesler, S. 7, s.39.
[138] Ahmet Oktay. (2004). Sanat ve Siyaset.
Everest Yayınları, İstanbul, s.74.
[139] Tahsin Yücel. (2011). İnsan Yazdığı Şeydir,
Mukadder Özgeç (Haz.), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, s. 198.
[140] Yasin Usta. (2017). Hakan İlhan Kurt ile
Röportaj. Kısık Sesler Mecmuası, S. 2, s.32.
[141] a.g.r.
[142] Metin Toprak. (2003). Hermeneutik (Yorum Bilgisi)
ve Edebiyat. Bulut Yayınları, İstanbul, s. 177.
[143] İsmail Çetişli. (2013). Batı Edebiyatında
Edebî Akımlar. Akçağ Yayınları, Ankara. s. 17.
[144] İsmail Tunalı. (2012). “İntegral Bir Estetik
Olarak Ontolojik Estetik”. İstanbul Üniversitesi Felsefe Arkivi Dergisi,
S. 3, s.159.
[145] Hakan İlhan Kurt. (2015). Sanat Nedir?. Kısık
Sesler, S. 7, s.39.
[146] Ek. 2: Hakan İlhan Kurt. Bir Şair
Cevvali.
[147] Ek. 2: Hakan İlhan Kurt. Bir Şair Cevvali.
[148] Hakan İlhan Kurt. (2016). Sükût Neyi Hâlleder?.
İnziva, S. 5, ss.29-30.
[149] Aşk Sofrasında Bağdaş Kuranlar. (2016). Edebice,
S. 4.
[150] TDK, Türkçe Sözlük, Ankara, 2009, s. 363.
[151] Ek. 2: Hakan İlhan Kurt. Bir Şair Cevvali.
[152] Nurullah Çetin. (2011). Şiir Çözümleme
Yöntemi. Öncü Kitap Yayınları, Ankara, s. 167.
[153] İsmail Çetişli. (2013). Batı Edebiyatında
Edebî Akımlar. Akçağ Yayınları, Ankara, s.20.
[154] Tzvetan Todorov. (2008). Poetikaya
Giriş,(Çev. Kaya Şahin). Metis Yayınları, İstanbul, s.46.
[155] Hakan İlhan Kurt. (2016). Sükût Neyi Hâlleder?,
İnziva, S. 5, ss.29-30.
[156] Hakan İlhan Kurt. (2016). Sükût Neyi Hâlleder?,
İnziva, S. 5, ss.29-30.
[157] Nurullah Çetin. (2011). Şiir Çözümleme
Yöntemi. Öncü Kitap, Ankara, s.237.
[158] Ek. 2: Hakan İlhan Kurt. Bir Şair Cevvali.
[159] Aşk Sofrasında Bağdaş Kuranlar. (2016). Edebice,
S. 4, ss.14-17.
[160] Metin Toprak. (2003). Hermeneutik (Yorum
Bilgisi). Bulut Yayınları, İstanbul, s.98.
[161] Toprak. A.g.e., s.97.
[162] Toprak. a.g.e., s.95.
[163] Toprak. a.g.e., s.100.
[164] Ek. 2: Hakan İlhan Kurt. Bir Şair Cevvali.
[165] Ek. 2: Hakan İlhan Kurt. Bir Şair Cevvali.
[166]Aşk
Sofrasında Bağdaş Kuranlar. (2016). Edebice, S. 4, ss.14-17.
[167] “Bırak beni haykırayım, susarsam sen mâtem et;
Unutma ki şairleri haykırmayan bir millet,
Sevenleri toprak olmuş öksüz bir çocuk gibidir.”
Mehmet Emin Yurdakul
http://siir.gen.tr/siir/m/mehmet_emin_yurdakul/birak_beni_haykirayim.htm
(Erişim Tarihi: 19/05/2018).
[168] Hakan İlhan Kurt. (2016). “Sükût Neyi
Hâlleder?”, İnziva, S. 5, ss.29-30.
[169] Necat Birinci. (2000). Edebiyat Üzerine
İncelemeler. Kitabevi Yayınları, İstanbul, s.139.
[170] Aşk Sofrasında Bağdaş Kuranlar. (2016). Edebice,
S. 4, ss.14-17.
[171] Aşk Sofrasında Bağdaş Kuranlar. (2016). Edebice,
S. 4, ss.14-17.
[172] Yasin Usta. (2017). Hakan İlhan Kurt ile
Röportaj. Kısık Sesler Mecmuası, S. 2, ss.30-32.
[173] Osman Eroğlu. (2013). Seyfettin Başcıllar’ın
Hayatı, Sanatı ve Şairliği. Yüksek Lisans Tezi.
Gaziantep Üniversitesi, s.226.
[174] Aşk Sofrasında Bağdaş Kuranlar. (2016). Edebice,
S. 4, ss.14-17.
[175] Gürsel Aytaç (2009). Genel Edebiyat Bilimi.
Say Yayınları, İstanbul, s.67
[176]Yasin Usta. (2017). Hakan
İlhan Kurt ile Röportaj. Kısık Sesler Mecmuası, S. 2, ss.30-32.
[177] Metin Toprak. (2003). Hermeneutik (Yorum Bilgisi). Bulut
Yayınları, İstanbul, s.96.
[178] Rene Wellek-Austin Warren, “Edebiyat Teorisi” adlı alt başlıklar
altında verilen teorisyenlerinde edebiyat tarihi alanını da göz ardı
etmemişlerdir. Bu başlık altında söz konusu çalışmaların toplumlardaki tarih
seyrine göre olması gerektiği belirtilmiştir.
(Wellek,
R; Warren, A. (2012). Edebiyat Teorisi, Çev. Ö.F. Huyugüzel. Dergâh
Yay., Ankara, s.298).
[179]Ahmet Hamdi Tanpınar. (2013). On
Dokuzuncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi. Dergâh Yay., İstanbul.
[180] Soğukömeroğulları, M. (2011). “Servet-i
Fünûn Edebiyatı Gayrı Millî midir?”. Turkish Studies. 6/1, s.1729.
[181] Gürsel Aytaç. (2005). Edebiyat ve
Kültür. Hece Yayınları, Ankara, s.75.
[182] Yasin Usta. (2017). Hakan İlhan Kurt ile
Röportaj. Kısık Sesler Mecmuası, S. 2, ss.30-32.
[183] a.g.r.
[184] Yasin
Usta. (2017). Hakan İlhan Kurt ile Röportaj. Kısık Sesler Mecmuası, S.
2, ss.30-32.
[185] Hakan İlhan Kurt. (2014). “Atsız Ata Betiği”, Yeni
Düşünce Dergisi, S. 766, s.46.
[186] M. Fatih Kanter. (2017). Millî Edebiyat Dönemi Türk Şiirinde
Benlik Algısı ve Kimlik Kurgusu. Kitabevi Yayınları, İstanbul, s.108.
[187] Yasin Usta. (2017). Hakan İlhan Kurt ile
Röportaj. Kısık Sesler Mecmuası, S. 2, ss.30-32.
[188] a.g.r.
[189] Durmuş Hocaoğlu. (2003). Tarihin Ontolojisi
Üzerine Bir Deneme. Türkiye Günlüğü, S. 73. s.26
[190] Gürsel Aytaç. (2009). Genel Edebiyat Bilimi.
Say Yayınları, İstanbul, s.40.
[191] a.g.r.
[192] Köksal Alver. (2012). Edebiyat Sosyolojisi.
Hece Yayınları, Ankara. s.47.
[193] Alver. a.g.e., s. 70.
[194] Alver. a.g.e., s. 59
[195] M. Ayça Vurmay. (2010). “Edebiyat, Coğrafya ve
Uzam: Hardy’in Yuvaya Dönüş Adlı Romanı.” Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya
Fakültesi Dergisi, 50. 2. s.208.
[196] Şerif Aktaş. (1996). “Millî Romantik
Duyuş Tarzı ve Türk Edebiyatı”. Türkiye Günlüğü, S. 38, s.171.
[197] Aşk Sofrasında Bağdaş Kuranlar. (2016). Edebice,
S. 4, ss.14-17.
[198] Aşk Sofrasında Bağdaş Kuranlar. (2016). Edebice,
S. 4, ss.14-17.
[199] http://www.haberhergun.com/niyazi-yildirim-gencosmanoglu-ile-soylesiroportaj,
9.html. (Erişim Tarihi: 04.09.2017).
[200] Hakan İlhan Kurt. (2015). Sükût Neyi Halleder. Herfene.
[201] http://www.haberhergun.com/niyazi-yildirim-gencosmanoglu-ile-soylesiroportaj,
9.html. (Erişim Tarihi: 04.09.2017).
[202] Yasin Usta. (2017). Hakan İlhan Kurt ile
Röportaj. Kısık Sesler Mecmuası, S. 2, ss.30-32.
[203] a.g.r.
[204]http://www.haberhergun.com/niyazi-yildirim-gencosmanoglu-ile- soylesiroportaj,9.html. (Erişim
Tarihi: 04.09.2017).
[205]Yasin Usta. (2017). Hakan
İlhan Kurt ile Röportaj. Kısık Sesler Mecmuası, S. 2, ss. 30-32.
[206] http://www.haberhergun.com/niyazi-yildirim-gencosmanoglu-ile-soylesiroportaj,9.html. (Erişim
Tarihi: 04.09.2017).
[207] Necmettin Hacıeminoğlu. (2004). Edebiyat
Tahlilleri. Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları, İstanbul, s.26.
[208] Aşk Sofrasında Bağdaş Kuranlar. (2016). Edebice,
S. 4, ss.14-17.
[209] Sermet Sami Uysal. (2006). Şiire Adanmış Bir
Yaşam Yahya Kemal Beyatlı. Bilge Sanat Yapım
Yayınları, İstanbul, S.453.
[210] Mehmet Soğukömeroğulları. (2012). “Yahya
Kemal’in Şiirlerinde Dinî, Mistik ve Metafizik
Ögeler”. Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim
Dergisi. S. 1/1, s.242.
[211] “Bir Gün İcadiyede” şiiri
Bir gün İcadiye'de veya Sultantepe'de,
Bir beste kanatlanır, birden olduğun yerde
Bir kainat açılır, geniş, sonsuz, büyülü,
Bu günün rüzgarında yıkanan mazi gülü
Dağılır yaprak yaprak hayalindeki suya
Bir başka gözle bakarsın ömür
denen uykuya.
Belki en hulyalısı duyduğun masalların
O şafak saltanatı korularda dalların
Her ufku tek başına bekleyen eski camlar
Bir sır gibi ömründen sızdırılmış akşamlar,
Ardıçla kestanenin her yıllık macerası
Harap mezarlıklarda ölülerin duası
Gelir ve tekrar doğar ölmüş sandığın aşka
Anlarsın ölüm yoktur geçen zamandan başka.
AHMET HAMDİ TANPINAR
https://www.bilgicik.com/yazi/bir-gun-icadiyede-ahmet-hamdi-tanpinar/
(Erişim Tarihi: 19/05/2018).
[212] Hasan Aktaş. (2010). “Türk Şiirinde Bir Mühre Olarak Yahya Kemal”. Uluslararası
Sosyal Araştırmalar Dergisi. Volume 3 /10, s.43.
[213] Yahya Kemal Beyatlı. (2008). Kendi Gök
Kubbemiz. İstanbul Fetih Cemiyeti Yayınları, İstanbul, s.11.
[214] Arz-ı Mukaddes, mukaddes yer anlamıyla
düşünüldüğünde Filistin, Kudüs yerleri gibi hatırlatır.
[215] Hakan İlhan Kurt. (2014). Eleğimsağma
(Gülizâr Divanı). Kurgan Edebiyat Yayınları, Ankara, s.35.
[216] Yasin Usta. (2017). Hakan İlhan Kurt ile
Röportaj. Kısık Sesler Mecmuası, S. 2, ss.30-32.
[217] Hakan İlhan Kurt. (2014). “Atsız Ata Betiği”, Yeni
Düşünce Dergisi, S. 766, s.46.
[218] Nurullah Çetin. (2011). Şiir Çözümleme
Yöntemi. Öncü Kitap Yayınları, Ankara, s.13.
[219] Hakan İlhan Kurt. (2014). Eleğimsağma
(Gülizâr Divanı). Kurgan Edebiyat Yayınları, Ankara, s.12.
[220] Hakan İlhan Kurt. (2014). a.g.e., s.28.
[221] Aşk Sofrasında Bağdaş Kuranlar. (2016). Edebice, S. 4,
ss.14-17.
[222] https://tr.wikisource.org/wiki/%C3%82%C5%9F%C4%B1klar_%C3%B6lmez
(Erişim Tarihi: 19/05/2018).
[223] Hakan İlhan Kurt. (2017). Belemir.
Ötüken Neşriyat, İstanbul, s.23.
[224] Hakan İlhan Kurt. (2014). Eleğimsağma.
Kurgan Edebiyat, Ankara. s.87.
[225] Hakan İlhan Kurt. (2017). Belemir.
Ötüken Neşriyat, İstanbul, s. 97.
[226] Tarık Taş. (2017). Ne Adı Mihriban’dı Ne De
Saçları Sarı. İzdiham, S. 31, s.49.
[227] Ahmet Kabaklı. (2003). Şiir İncelemeleri.
Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları, İstanbul, s. 273.
[228] Hakan İlhan Kurt. (2017). Belemir.
Ötüken Yayınları, İstanbul, s.96.
[229] http://www.
edebiyatfatihi.net/2015/05/fuzuli-gazel-incelemesi-ask-derdiyle.html(Erişim
T arihi: 19/05/2018).
[230] Hakan İlhan Kurt. (2014). Eleğimsağma.
Kurgan Edebiyat, Ankara. s.23.
[231] http://yunusemresiirleri.com/siir/kahrin-da-hos-lutfun-da-hos.html
(Erişim Tarihi: 19/05/2018).
[232] Hakan İlhan Kurt. (2017). Belemir.
Ötüken Yayınları, İstanbul, s.41.
[233] Abdülkadir Erkal. (2016). “Âşıklık Geleneğinde
Divan Şiiri İzleri”. Erzincan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Dergisi, (ÖS-III), s. 93.
[234] https://www.antoloji.com/su-kasidesi-siiri/ (Erişim
Tarihi: 19/05/2018).
[235] Beşir Ayvazoğlu. (2003). Yahya Kemal Eve
Dönen Adam. Ötüken Neşriyat, İstanbul, s.106.
[236] Hakan İlhan Kurt. (2013). Bir De Muhammed’im, Siyah
Beyaz Dergi, S. 8, s.5.
[237] Hakan İlhan Kurt. (2017). Belemir.
Ötüken Neşriyat, İstanbul, s.21.
[238] Hakan İlhan Kurt. (2017). Belemir.
Ötüken Yayınları, İstanbul, s.103.
[239] Hakan İlhan Kurt. (2017). Belemir.
Ötüken Yayınları, İstanbul, s.64.
[240] Hakan İlhan Kurt. (2017). Belemir.
Ötüken Yayınları, İstanbul, s.113.
[241] Hakan İlhan Kurt. (2014). “Devlet Kuran Devlet
Türk”. Yeni Düşünce Dergisi, S. 769, s.67.
[242] Hakan İlhan Kurt. (2015). “Türkmen Dağı’nda”. Yeni
Düşünce Dergisi, S. 780, s.48.
[243] Hakan İlhan Kurt. (2014). “Atsız Ata Betiği”. Yeni
Düşünce Dergisi, S. 766, s.46.
[244] Hakan İlhan Kurt. (2014). “Mübâriz-Nâme”. Yeni
Düşünce Dergisi, S. 770, s.52.
[245] Hakan İlhan Kurt. (2016). “Pusatsız
Savaşçılar”, Şiar, S. 5, s.22.
[246] Hakan İlhan Kurt. (2013). Köl Tigin Ünlemesi.
Kurgan Edebiyat, Ankara, s.7.
[247] Hakan İlhan Kurt. (2017). Belemir.
Ötüken Yayınları, İstanbul, s.80.
[248] Kurt. a.g.e., s.89.
[249] Hakan İlhan Kurt. (2014). Eleğimsağma.
Kurgan Edebiyat, Ankara, s.88.
[250] Hakan İlhan Kurt. (2014). Eleğimsağma.
Kurgan Edebiyat, Ankara, s.30.
[251] Hakan İlhan Kurt. Belemir. Ötüken
Neşriyat, İstanbul, s.119.
[252] Yahya Kemal. (2003). Eve Dönen Adam.
Ötüken Yayınları, İstanbul, s.102.
[253] M. Orhan Okay. (2011). Poetika Dersleri.
Dergâh Yayınları, İstanbul, s. 120.
[254] Hakan İlhan Kurt. (2014). Eleğimsağma
(Gülizâr Divânı). Kurgan Edebiyat, Ankara, s.143.
[255] Erol Güngör. (2010). Kültür Değişmesi ve
Milliyetçilik. Ötüken Neşriyat, İstanbul, s.136.
[256] Hakan İlhan Kurt.(2013). Köl Tigin
Ünlemesi. Kurgan Edebiyat, Ankara, s.17.
[257] Nevzat Kösoğlu. (2013). Millî Kültür ve
Kimlik. Ötüken Yayınları, İstanbul, s.111.
[258] Hakan İlhan Kurt. (2015). Kutalmışoğlu
Süleymanşâh Ululaması. Ötüken Neşriyat, İstanbul, s.115.
[259] Kurt. a.g.e., s.55.
[260] Hüseyin Dayı. (2014). “Millet Teorilerinin Tutarsızlığı ve Türk Kavramının
Gerçek Muhtevası”. Assam Uluslararası Hakemli Dergi, S. 1, s.21.
[261] Hakan İlhan Kurt. (2014). “Atsız Ata
Betiği”, Yeni Düşünce Dergisi, S. 766, s.46.
[262] Hakan İlhan Kurt. (2016). “Çakıroğlu Fırat
Ağıtlaması”, Şiar, S. 7, s.12.
[263] Hakan İlhan Kurt. (2012). “Osman Batur Betiği”,
Siyah Beyaz Dergi, S. 5, s.10.
[264] Yahya Kemal. (2013). Eve Dönen Adam.
Ötüken Yayınları, İstanbul, s. 107.
[265] Nevzat Kösoğlu. (2013). Millî Kültür ve
Kimlik. Ötüken Neşriyat, İstanbul, s.67.
[266] Muhsin Macit. (2004). Gelenekten Geleceğe.
Kapı Yayınları, İstanbul, ss.5-6.
[267] Erol Güngör. (2010). Kültür Değişmesi ve
Milliyetçilik. Ötüken Neşriyat, İstanbul, s. 132.
[268] Köksal Alver. (2012). Edebiyat Sosyolojisi.
Hece Yayınları, Ankara, s.276.
[269] Ziya Gökalp. (1976). Türk Töresi. (Haz.
Hikmet Dizdaroğlu). Kültür Bakanlığı Ziya Gökalp Yayınları, s. 14.
[270] Gökalp. A.g.e., ss. 12-13.
[271] Hakan İlhan Kurt. (2012). “Törelenin”, Töre,
S. 2, ss. 5.
[272] Yahya Kemal. (2003). Eve Dönen Adam.
Ötüken Yayınları, İstanbul, s. 109.
[273] Hüseyin Nihâl Atsız. (1951). “Tarih Şuuru”. Orkun,
S. 29.
[274] Mehmet Soğukömeroğulları. (2011). “Tiyatro ile Tarihten
Milliyetçiliğe: Türkiye’de Attila”. International Periodical For The
Languages, Literatüre and History of Turkish or Turkic Volume 6/3 Summer 2011,
s.1512.
[275] Nurettin Öztürk. (2001). Türk
Edebiyatında İnsan. Atatürk Kültür Merkez Yayını, Ankara, s.451.
[276] Necat Birinci. (2000). Edebiyat
Üzerine İncelemeler. Kitabevi Yayınları, İstanbul, s.168.
[277] Saadettin Gömeç. (2009). Kök Türk Tarihi.
Berikan Yayınevi, Ankara, s.23.
[278] Hakan İlhan Kurt. (2015). Kutalmışoğlu
Süleymanşâh Ululaması. Ötüken Neşriyat, İstanbul, s.17.
[279] Kurt. a.g.e., s.23.
[280] Saadettin Gömeç. (2007). “Türklerin ve
Moğolların Tarihi İki Boyu”, Turkısh Studies, Volume 2/1, s.13.
[281] Kurt. a.g.e., s.45.
[282] Kurt. a.g.e., s.66.
[283] Kurt. a.g.e., s.69.
[285] Kurt. a.g.e., s.8.
[286] Kurt. a.g.e., s.86.
[287] Kurt. a.g.e., s.7.
[288] Kurt. a.g.e., s.83.
[289] Kurt. a.g.e., s.36.
[290] Osman Turan. (1969). Selçuklular Tarihi ve
Türk- İslâm Medeniyeti. Turan Neşriyat, İstanbul, s.30.
[291] İbrahim Kafesoğlu. (1972). Selçuklu Tarihi.
Milli Eğitim Basımevi, İstanbul. s.61.
[292] Hakan ilhan Kurt. (2015). Kutalmışoğlu
Süleymanşâh Ululaması. Ötüken Neşriyat, İstanbul, s.24.
[293] Kurt. a.g.e., s.23.
[294]Ali Sevim. (1987). Anadolu
’nun Fethi Selçuklular Dönemi. Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, s.79.
[295] Osman Turan. (2014). Selçuklu Tarihi Araştırmaları. (Haz.
Altan Çetin-Bilal Koç). Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, s.99.
[296] İbrahim Gök. Türklerin Suriye’ye Girişi ve
Süleymanşâh. Türkiyat Araştırmaları Dergisi. s.229.
[297] Ali Sevim. (1987). Anadolu ’nun Fethi
Selçuklular Dönemi. Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, ss.79-80.
[298] İbrahim Gök. Türklerin Suriye’ye Girişi ve
Süleymanşâh. Türkiyat Araştırmaları Dergisi. s.221.
[299] Ali Sevim. (1987). Anadolu ’nun Fethi
Selçuklular Dönemi. Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, s.84.
[300] Hakan İlhan Kurt. (2015). Kutalmışoğlu
Süleymanşâh Ululaması. Ötüken Neşriyat, İstanbul, s.62.
[301]Ali
Sevim. (1987). Anadolu ’nun Fethi Selçuklular Dönemi. Türk Tarih Kurumu
Basımevi, Ankara, s.84.
[302] Sevim. a.g.e., ss.84-85.
[303] Sevim. a.g.e., s.85.
[304] Sevim. a.g.e., s.87.
[305] Sevim. a.g.e., s.88.
[306] Sevim. a.g.e., s.88.
[307] Hakan ilhan Kurt. (2015). Kutalmışoğlu
Süleymanşâh Ululaması. Ötüken Neşriyat, İstanbul, s.87.
[308] Ali Sevim. (1987). Anadolu ’nun Fethi
Selçuklular Dönemi. Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, s.90.
[309] Sevim. a.g.e., s.91.
[310] İbrahim Kafesoğlu. (1972). Selçuklu Tarihi.
Milli Eğitim Basımevi, İstanbul. s.66.
[311] Ali Sevim. (1987). Anadolu ’nun Fethi
Selçuklular Dönemi. Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, s.93.
[312] Osman Turan. (1969). Selçuklular Tarihi ve
Türk-İslâm Medeniyeti. Turan Neşriyat, İstanbul, s.105.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar