Print Friendly and PDF

HAKAN İLHAN KURT’UN HAYATI, SANATI VE ŞİİRLERİ

 


Hazırlayan: ÖZLEM KIZILCIK

1.1.   MİLLÎ ROMANTİK DUYUŞ TARZI

Daha çok şiir etrafında teşekkül eden Türk edebiyatı, Tanzimat’la birlikte yönünü Batı’ya çevirerek geniş bir ivme kazanır. “Tanzimat hareketinin ferdi merkez eden yapısı vardır.”[18] Ancak millî hassasiyet, Batılılaşma karşısında kendi değerlerini öne çıkarmak isteyen, halk şiirini metot olarak ele alan, millet kavramının içini dolduran şairler ortaya koyar.

Millet diye adlandırılan olgu kültür, dil gibi çeşitli yönlerden birbirinden ayrılmış farklı kesimlere işaret eder. Bunun bir nehir metaforuyla açıklanması mümkündür. Bütün nehirler içinde su bulundurması bakımından birbirine benzer. Ancak her nehri besleyen farklı kaynaklar bulunur. İnsan topluluklarının bir araya gelmesiyle oluşan millet de böyledir.[19] “Millet, fertleri kan ve âhlak bağlarıyla birbirine bağlanmış bir cemiyettir.”[20] Şerif Aktaş’a göre millet şöyle tanımlanır:

“Kısaca millet, ortak tarihi geçmiş olan insan topluluğunun belli bir mekânda sahip olduğu hususiyetlerin, aklî ve iradî olarak değerlendirilmesi sonucu organize hâle gelmiş bir hüviyet ile karşımıza çıkar.”[21]

Kültürel kodların oluşumunda da etkin olan millet olgusu romantik bir çizgi içinde aydın ve sanatçılar için önemli bir ilham kaynağı olur. Millî romantik duyuş tarzıŞerif Aktaş tarafından kullanılarak bu kavramdan “sosyal ve tarihi tekevvün” içinde kendi “ben”ini hissetmesi ve ortaya çıkarmasına sebep olan ruh hâli kastedilir. Millî romantik açılım birdenbire ortaya çıkmaz, ilmî çalışmalarla ilerleme ve gelişme

imkânı bulur.[22] O hâlde bu duyuş tarzı toplumların kültürel ve tarihi birikimlerini anlamlı hâle getirerek milleti oluşturan unsurlara kaynaklık etmektedir.

Millî bir duyarlılığa sahip olmak bu duyuş tarzı için önemlidir. Hatta Şerif Aktaş’a göre kendi toplumunun değerinden kopan insanlara aydın denilmemelidir. Aydın bu noktada milletine özgü duyuş tarzıyla kendi toplumunun değerlerini yorumlayan ve açığa çıkaran kişidir.[23] Bu durumda toplumdaki aydınlara büyük sorumluluk yüklenir.

Tek bir edebî toplulukta ortaya çıkamayacak kadar geniş bir havuz içinde bulunan millî romantik duyuş tarzı çeşitli edebî toplulukları oluşturan önemli bir kaynaktır. Yani farklı başlıklar altında kendini ifade etme olanağı bulur. Nitekim Beş Hececiler, bu duyuş tarzını kendisine şiar edinmiş topluluklardan biridir. “Özellikle Millî Mücadele yıllarında edebiyatımıza giren “Anadolu”, coğrafyası ve insanıyla Beş Hececiler’in şiirlerine de konu olur.”[24] Öte yandan bu duyuş tarzı Şerif Aktaş’ın araştırmalarıyla Mehmet Âkif Ersoy, Yahya Kemal gibi şairlerde vücut bulurken, metafizik endişe içinde görülen Abdülhâk Hâmit’te de görülür. “Psikolojik çatışma, romantik duyuş tarzıyla birleşerek Hâmit’e görünenden görünmeyene, soyuttan somuta geçiş hazırlamıştır.”[25] Netice olarak bu duyuş tarzı dar bir kalıba sığdırılmayacak kadar geniş bir yapı içinde seyretmektedir.

Hakan İlhan Kurt, tarih bilinci ile destan şiirlerini, romantik ya da coşumcu denilen akımın etkisiyle millî bir yapı içinde işler. Tarihi geçmiş olaylar silsilesinden öte bir kimliğe kavuşturarak maziyi gururla yâd eder. Ecdadın hamasi niteliğini öne çıkarmakla milletin destanını tarihi olaylar etrafında şiirleştirir. Böylelikle tarihin nesilden nesile aktarılmasına katkıda bulunur. Şerif Aktaş’a göre “bu sanat eserini bir tezin eline vermek değil insanî olanı sanatın dikkat ve hassasiyeti ile yorumlayarak zenginleştirmektir.”[26] Böylelikle millî hafıza zenginleme, gelişme hatta yenilenme imkânı bulur.

 

Millî romantik duyuş tarzı bünyesinde kimlik farkındalığını taşır. “Kimlik; tarih, soy ve coğrafya ve ortak inancı bütünleyen kutsal değerlerin toplamıdır.”[27] Ortak kök unsurlarını içererek, ortak geçmiş bilinci sunan “tarihsel tabaka” sonucunda ortaya çıkan millet olgusunu içeren ürünlerden biri de şiirlerdir.[28] Şiir, her milletin kendi kültürü içinde önemli bir yer tutması bakımından toplumlara millet bilinci vermesi ve onları belli amaçlara yöneltip yönlendirmesiyle öne çıkar.[29] “Kimlik kurma ya da toplumsal kimlik kazanımı, sadece ben’in birey olarak varlık alanı oluşturmasını değil toplumların devamı anlamını da içerir.”[30] Edebî ürünler bu anlamda değerlidir. Destanlar ya da destan şiirleri, millî kimlik özelliği taşıyan ve dil varlığının temeli mahiyetinde görülen edebiyatın ait olduğu kültür dairesi içinde gelişmesine olanak sunmuş ürünlerdir.[31] Şairin iki destan şiir kitabı çalışması bu romantik açılımın varlığı ile yazılır. Diğer iki kitabında daha öznel bir “ben” etrafında teşekkül eden şiirler yazmış olsa da bu, onun millî duyarlılıkla örülü poetikasına gölge düşürmez. Çünkü “Her parça bütünle olan ilişkisine göre algılanıp kavranabilir.”[32] Şair kimlik kurucu ve kültür aktarıcı bir dinamizmin milletin bünyesinde saklı olduğunu bilir. Nitekim millî unsura kaynak oluşturan destan şiirleri ancak bir kültür ya da tarihi içselleştirmiş kişiler tarafından bediî ve hamasi özellikler dikkate alınarak yazılır.

Hakan İlhan Kurt, millî romantik açılımın etkisiyle kalemini kullanan sanatçılardandır. Şairin özellikle sanat yaşamına ve şiirlerine dair çözümlemeler bu bilgiler ışığında açıklanılacaktır. “Bir edebiyat eseri okuyucusuna sırayla haz, örnek ve bilgi vermek için kaleme alınır.”[33] Hakan İlhan Kurt şiirlerinin bu sınıflandırma içindeki yeri de belirlenilecektir.

 

HAYATI, KİŞİLİĞİ ve DÜNYA GÖRÜŞÜ, SANAT HAYATI,
ESERLERİ

2.1.    HAYATI

Edebî eserde anlatılan olayların yazarın veya şairin hayatıyla bağlantısı edebiyat araştırmacılarının üzerinde durdukları konulardandır. Bu konuyla ilintili geliştirilen “biyografik okuma” yöntemi, sanatçının hayatı ve düşünceleri ile eseri arasında bağlantı kurarak metni anlamlandırmaya yöneliktir.[34] Okur merkezli kuramlardan biri olan alımlama estetiğine göre okur tarafından geliştirilen metinde okura bütün olarak verilen bir anlam yoktur. Burada metinle okur arasında bir alışverişten söz etmek gerekir.[35] Şairlerin hayatı ile eserleri arasında organik bağ bulunur. Okura dönük eleştiri kuramlarında okur merkezli kuramların zayıf yönleri üzerinde durulur. Şairin hayatı üzerinden eserlerini okumak fikri ise özellikle sanatçıya dönük eleştiri metodunun ilgi sahasına girer. Çünkü “anlatımcılık kuramının en önemli özelliği, sanatın ne olduğu sorusuna cevap verirken sanatçıya, onun yaşantısına yönelmesiydi”[36] Buradan hareketle “biyografik okuma” yöntemi şairi daha iyi tanımak için kullanılan yöntem olarak dikkat çeker. Sanatçılarla ilgili bilgi sağlayan mekanizmalar konusunda biyografik çalışmaların yanı sıra şairlerin mısralarıyla hayatları arasında bağlantı bulunduğu görüşünden de hareket etmek elzemdir. “Bir şair üzerine yargılar verebilmek için onu yazdığı dilde okumak gerekir.”[37] Bu “dil” ifadesi daha karışık bir yapıda düşünülürse bu yapı, okuyucuyu şiirin anahtar ifadelerine hatta şaire de götürür. Yani şiiri yazarın hayatı ve kişiliği

çerçevesinde okumak da gerekir. Böylelikle sanat eserleri hazırlayıcısından ve yaratıcısından izler taşımış olur. Sanat, tek ve biriciktir. Öte yandan “sözlü anlatıma dayalı bir sanat yapıtının içerdiği konu ile gerçek yaşamın olguları arasında özdeşlik aranması öteden beri süregelen bir yaklaşımdır.”[38] “Yazarlar eserlerinde kendi kişiliklerini yansıttıklarına göre, bu eserlerden yazarın kişiliğini çıkarabiliriz.”[39] Yazarı eseri yazmaya iten nedenler arasında çıkarımlar yapmak eserlerden anlaşılır. Bu durum Hermeneutik[40] edebiyat kuramına uygun bir sirkülâsyona sahiptir.[41] Bu kuramın çıkış noktası okura ulaşmış bir yapıtın tümüyle yazarının olmasıyla ilgilidir. Böylelikle yapıt, tinsel, özdeksel gibi çeşitli unsurlarla her türlü yoruma açık ve karmaşık bir alandır.[42] Malraux’nun bir kahramanı, insan yaptığı şeyse eserlerim bu çerçevede dönen bir söyleşi der. O hâlde insan yaptığı şeyse, aynı zamanda yazdığı şeydir.[43] Bu göstergeler dizini altında Hakan İlhan Kurt’un hayatı, kişiliği, vs. mısralarından yola çıkılarak da incelenilecektir.

2.1.1.    Doğumu, Çocukluğu, Yetişme Ortamı

Şair, Afşar boyundan gelen bir babanın ve Menemencioğulları mensubu bir annenin üçüncü çocuğu olarak 1976 yılında Tarsus’ta dünyaya gelir.[44] Türkler aslen göçebe bir kavme mensuptur. Sadece ekonomik faaliyetler açısından değil sosyal muhteva yönünden de göçebe yaşam tarzına sahiptir.[45] Sanatçı Türk kökenli ve yerleşik düzenin zıddı yörük bir aileden gelir. Bir şiirinde bu duruma vurgu yapılır.

Bildiğin Yörük çocuğuyum ben;

Avlanmışlığım vardır benim, bu dağlarda, Şu vâdilerde davar gütmüşlüğüm Ve o ırmaklarda çimmişliğim vardır elbet. Bildiğin Yörük çocuğuyum...

(“Bildiğin Yörük Çocuğuyum Ben”, Belemir, s. 20)

 

Hakan İlhan Kurt, ailesinin kendisinin doğduğu gün olarak eyyam-ı bahûr ifadesini kullandıklarını belirtir.

“Annem, ‘eyyam-ı bahûr’da doğduğumu söylerdi; babam, 3 Ağustos’ta doğduğumu... Doğum tarihimi 4 Ağustos 1976 olarak nüfusa kaydetmişler. Eyyam-ı Bahûr’u merak ederdim, çocukken. Anneannem, Ağustos ayının ilk haftası derdi; annem, yılın en sıcak günleri. Daha sonraki yıllarda öğrendim, 31 Temmuz ile 7 Ağustos arasındaki buhar günler olduğunu.”[46]

Bir kitabına isim olan Belemir diğer adıyla mavikantaron, baharda buğday tarlalarında mor renkli çiçekler açan bir bitki ve peygamber çiçeğidir.[47] [48] “Belemir” başlıklı şiirini çocukluğuna atfederek, “belemir; haylaz çocukluğumun en mahzun aşkıdır.”21 der. Çocukluğunda dağda, bayırda koşarken kanayan dizinin acısının belemir çiçeğinin yarasına konulmasıyla hafifletilmeye çalışıldığını belirtir. Yaranın üzerine belemir çiçeğinin konulması Konargöçer Türkmenlerin bir geleneğidir.[49] Belemir çiçeği ona çocukluğunu hatırlatan, çocukluğundan izler taşıyan bir semboldür.

“Hepsi Gitti Geri Dönen Olmadı”[50] başlıklı şiirine çocukluk günlerinin izlerini yansıtır. Söz konusu şiir Muhammed Hüseyn Şehriyar’ın “Heyderbaba’ya Selam” şiirinin etkisiyle yazılır.[51] Bu şiirde Türk değerlerine sahip çıkan biri olarak akraba terimlerini kullanır. “Türkçenin dikkate değer özelliği, akraba terimleri bakımından zenginliğidir. Böylesine zengin bir kavramlar dizisi, Türklerin aile mefhumuna verdiği büyük önemi göstermektedir.”[52] Aile kavramına verdiği önemle birçok akrabası birtakım günlük olaylarla örülü olarak mısralar kümesinde yer alırken geçmişe izlenimci bir yaklaşımla seyahat edilir.

Dağ aşardık unuturduk orucu

Yol keserdi gece seyri korucu

Bir zahmetin ardı tadı yorucu

Palamutla gür ormanı elerdik.

Tanda şehrin uykusunu delerdik.

 

Kabase’de Hasbi Emim nefesi

Kör keklikler doldururdu kafesi

Taş armudu alma heybe kefesi

Yığılırdı emm’oğlular bölerdik.

Eşek binip, at sektirip gülerdik.[53]

Sanatçının çocukluğu farklı akraba efratlarıyla geçer. O, anneannesinin söylediği Türkmen deyişleri, köylü hikâyeleri, çocuk masalları ve atasözleri ile büyür. Yörük kültürü de alan şair Türklük algısı ve bilinciyle yetişir.

“Okul öncesi yaşamımda, annemin de babamın da memur olması münasebetiyle ya anneannemin yanında annemin köyünde, ya da büyükbabamın yanında babamın köyünde idim. Her iki köyde de günlerim, dağlarda yahut vadilerde küçükbaş hayvanlar gütmekle ya da bağda, bahçede uğraşmakla geçerdi. Anamın köyünde teyze çocuklarımla beraberdim, babamın köyünde amca çocuklarımla.”[54]

Türk kadını hem Türk devlet teşkilatının içinde hem de sosyal hayatta tarih boyunca hemen her yerde şerefli ve mukaddes bir konumda bulunur.[55] Türk kökenli aileye mensup şairin hayatında anneannesi de onun için böyle bir konumdadır. Bir anlamda şairin anneannesi Türk kadının tarihteki konumlandırılmasına uygun olarak, mecazi anlamda yoksulluktan soyutlanmış hem maddi hem de manevi bir zenginliği bünyesinde barındıran biridir. Konuyla ilgili olarak “Hepsi Gitti Geri Dönen Olmadı” başlıklı şiirinde şu ifadelere yer verilir:

Onaltıdan öz gardaşlık sekince

Gam kasavet toprak dama çökünce

Nenem hat’a bir koca taş dikince

Buz terini gök bezine silerdi,

Soya akıl ırka iman dilerdi.[56]

Metin Kutusu: 36
37
38
39
40
Hakan İlhan Kurt, Afşar mensuplu bir aileden gelir. Afşarlar ile Çerkezler arasındaki efsaneleri dinleyerek çocukluğunu geçirmiş olup “Afşar ile Çerkez münakaşasında dahi düşmanın yiğitliğinden bahsedilirdi”[57] diyerek entelektüel ve Türk’ün asaletini ön plana çıkaran bir ortamda nefes aldığını dile getirir.

 

Doğa ve hayvanlarla iç içe bir çocukluk geçiren şair, hayvan ve bitki sevgisi olmayanın insan sevgisi olamayacağı iddiasındadır. Büyüklerinin çınar ağacı ya da kızıl toprağa saygı duymayı öğrettiklerini belirterek bunun vatan sevgisi aşıladığını söyler.[58] Bu durum sanatçının poetikasını şekillendirir.

2.1.2.    Anne ve Babası

Şairin annesinin adı Hatice, babasının adı ise İbrahim’dir. Annesi ve babası memurdur. Onların memur olma macerası ise son derece dikkate değerdir. Nitekim sanatçınınkitaplarla ve yazıyla geçecek zamanlarının esin kaynağı babası ve annesinin nasıl memur olduğu sorusunun cevabıyla şekillenir.

“Babam ve annem okuma yazma bilmeyen sıradan insanlardı. Fakat babam daha sonra okuma ve yazmayı, mektepsiz kendi çabalarıyla öğrendi. Öğrenmekle de kalmayıp hem anneme öğretti hem de bol bol okudu. Geçimlerini küçükbaş hayvancılarını toplamak, onların bakımını üstlenmekle sağlayan babam davar güderken boş zamanlarını mutlaka eski gazeteleri temin edip okuyarak doldururdu. Bir gün bu şekilde iş başında okuma eylemini gerçekleştirirken orada bulunan eski CHP milletvekili, emin olmamakla beraber, Kasım Gülek[59] bu davranışı hoş görerek babama bir kart verir. Babam bu vasıtayla şimdiki ismi Tarsus Endüstri Meslek Lisesi olan Tarsus Sanat Okulu’nda hizmetli olarak göreve başlar. Daha sonra annem de santrale alınıp orada memur olur.”[60] Hakan İlhan Kurt’un babası, halk tabiriyle denilecek olursa, mürekkep

yalamamış ama kendi çaba ve gayretleri neticesinde okuma yazma öğrenmiş biridir. Şairin babası soyut gözlerle yaptığı okumaları tecrübe ederek birçok durumu daha iyi anlayan sağduyulu bir yapıya bürünür. Bu konuda şairin bir anısı şu şekildedir:

“Yıllar sonra babamın vefatı akabinde babamı tanıdığını söyleyen ve babamın iyi bir insan olduğunu ifade eden bir kadın yanıma geldi. Babamla olan macerasını anlattı. O an çok duygulandım ve babamın önemli yanlarını onun yokluğunda da keşfettim. Kadın, köylülerin tavsiyesi üzerine babamdan evinin çatısını yaptırmak için istediği 18 lira yerine tam 26 lira almıştı.”[61]

Sanatçı erdemli bir ailede yetişerek kendi hayat çizgisini bu doğrultuda şekillendirme uğraşındadır.

2.1.3.    Öğrenim, Çalışma Hayatı ve Askerliği

Sanatçının öğrenim hayatına bakıldığında oldukça uzun bir süre zarfında bu süreci bitirdiği görülür. İlköğretimini Tarsus Turgut İçgören İlkokulu’nda, ortaöğretimini Tarsus Cengiz Topel Ortaokulu’nda, liseyi ise yine Tarsus Cengiz Topel Lisesi’nde tamamlar. Üniversite eğitiminin ise oldukça zaman aldığını belirten

şair, önce Mersin Üniversitesi İİBF İşletme Bölümü’nü kazanır, ancak mezun olamaz. Daha sonra af ile birlikte tekrar sınava girer ve bu defa Ömer Halisdemir Üniversitesi İİBF İşletme Bölümü’nü kazanır, 2002 yılında buradan mezun olur. Kısacası üniversite öğrenimi on bir yıl sürer.[62] Şair, eğitim-öğretim hayatında mücadeleden ve okumaktan vazgeçmeyen bu konuda fırsatları değerlendiren biridir.

Hakan İlhan Kurt, yaklaşık 8 yıl Tarsus’ta çeşitli yerel gazetelerde çalışır. 2008 yılından itibaren Gaziantep’te özel sektörde işe başlar. 2011 yılında yine burada memuriyet hayatına giriş yapar. 2016 itibarıyla da Mersin’de memuriyet hayatına devam etmektedir. Şair bir kamu görevlisi olarak kitaplar okumaktan, tarih ve edebiyatla ilgilenmekten ayrı olarak, somut ürünlerle de bu konudaki ilgisini ortaya çıkarmaktan geri durmaz.

2.1.4.    Evliliği ve Ailesi

1995 yılında evlenen şairin ikisi erkek ortancası kız olmak üzere 3 çocuğu vardır. En büyük oğlu hâlihazırda Ankara Siyasal Bilimler Fakültesi’nde okumaktadır. Ortanca kızı Fen Lisesi’nde öğrencidir. Hakan İlhan Kurt, babasından aldığı okuma aşkını çocuklarına yansıtır.

“Ailede herkesin farklı bir kütüphanesi bulunur. Küçük oğlumun okuduğu kitapları belki şu an üniversite öğrencileri okumamıştır. Özellikle bir kitabı okuduktan sonra kapatmanın verdiği mutluluğa erişmek küçük yaşlarda kazanılır. Esasen çocuklara söylemekten çok rol model olduğum için onlara bu alışkanlığı kazandırdım.”[63]

Çocukları için yazdığı şiirlerden onlara bir hayli muhabbet ve sevgi beslediği anlaşılır. Ayrıca oğlu Muhammed Asri ve İbrahim Alptürk için de şiirler kaleme alır ve henüz yayımlanmamış Tamga kitabında bunlara yer verir. Bu şiirlerde Dede Korkut kitabına benzeyen bir seslenişle oğullarına öğüt verme gayesi taşır.

Dinle oğul mert hâddini aşınca

Felek derdi bey bendinden taşınca

Baskın darda gök tepende yaşınca

Dik durmaya bağır veren yer olmaz!

Kurtbala’dan kurt bakışlar pay olur

Gelen gider kalan sözler say olur

Anan-baban ak kefende zay’olur

Hâl bilecek gam dökecek ser olmaz![64]

Çocukları şair için bir umut kaynağıdır. Onları Türk’ün umutlu geleceği adına Türk değerleri etrafında yetiştirir ve hayatlarını Türk değerlerine göre tanzim etmelerini ister.

2.2.    KİŞİLİĞİ ve DÜNYA GÖRÜŞÜ

Hakan İlhan Kurt, “Toroslar’ın temiz kar suyuyla cüceren kuzukulağı, tekesakalı, kımı, güneyik, karahindiba, evelik, kazayağı ve keçimemesi adlandırılan yabanda biten doğal bitkilerden yiyerek büyüyen yiğitlerden”[65] olup kutsanmış değerlerin gölgesine sığınan, dik duruşlu ve vakar biridir. Ayrıca çok okuyan, çalışan, tarihi sadece geçmiş anlar dizgesi olarak kabul etmeyen, bu uğurda üretmeyi seven ve tarihi canlandıran kişidir.

Sanatçı radikal bir bağlılıkla bir kültür dairesinin dinamik bir şahsiyeti olarak görünür. Kişiliği de bu çerçevede gelişme gösterir. Hakan İlhan Kurt, kültürü hayatının her alanına katmak ister. Zira “kültür, yaşanan coğrafyadan, soy hususiyetlerine, insanla insanın ve tabiatın karşılaşmasından doğabilecek bütün meseleleri kapsar.”[66] Şair çeşitli kültürel unsurları şiirlerine taşır.

Sanatçının kişiliği yetiştiği yerden izler taşır. O, “asabi mizacının yitik Türkmen yüzünü barındırdığını ifade eder.”[67] Bu bağlamda ortaya çıkan şiirlerinde bu yüzün kâğıda dökülmüş hâli bulunur. Birçok şiirinde bu gür sesini duymak mümkündür. “Bir Türkmen Sagusu’yum Gülizâr Çığlık Çığlık” şiiri bu duruma örnek oluşturur.

Bir Türkmen Sagusu’yum gülizâr çığlık çığlık

kıpkırmızı tütsüler serperim bozkırlara

yamaçları seyrelmiş ve tepeleri basık

gürz yükseltiler tanır özgürlüğümü benim

ve coğrâfyam usulca gömülürken sırlara

aynalarla çevrilir şu günahkâr bedenim

(“Bir Türkmen Sagusu’yum Gülizâr Çığlık Çığlık”, Gülizâr Divanı, s. 41)

Fenomenolojik alanla ilgili araştırmaları bulunan Rogers, her insanın yaşamında bu alanın var olduğundan bahseder. Bu alanın bilinç tarafından temsil edilen yanının benlik olduğunu söyler.[68] Tarih ile bilinç birbiri ile semantik bakımından uyum içindedir. Hakan İlhan Kurt’un benlik bütünlüğü ve kişilik yapısı dünya görüşü hakkında bilgiler sunar.

Düşüncenin sistemleşmiş biçimini dünya görüşü oluşturur. Sanatçının dünya görüşü, insanın varoluşu, anlamı, özü ve mahiyeti ile ilgili sosyolojik, felsefî, dinî, ideolojik anlamda sistemleşmiş bir tasavvurdur. Şairin hayat karşısında aldığı tutumu onun dünya görüşünü verir.[69] Dünya görüşü ve varlık tasavvuru, insanın varlıktaki yerine ve dünya üzerinde yapıp-ettiklerine kadar uzanan bütüncül bir kavramsal çerçeve içine oturur. İnsanın varlık mertebelerini nasıl idrak ettiği, bir taş ustasının ortaya koyduğu sanat eserinin biçimini dahi belirleyebilmektedir.[70] Bu yönüyle dünya görüşü şairlerin eserlerine yansıtılarak Ahmet Hamdi Tanpınar’ın şiiri iç kale sanatı olarak yorumlamasıyla ve bir şiir hâli tanımlamasıyla anlam kazanır.[71] Bu mülahazaların ışığı altında sanatçının şiirleri poetikasını açığa çıkarır.

Edebiyattaki canlılığı şiir üzerinden yakalamaya çalışan yazarın sanatçı ve fikir adamlığı yönü şair hassasiyeti ile terkip olunca onun santimantal bir prototipi çizdiği görülür. Bu duyarlılık şairi millî romantik bir çizgiye ulaştırır. Şiirlerinden birçok mısralar bu kanıya işaret eder.

Kin sırtını dönmeden, sır örtünmeden girdap;

Benden başka kim arar dönerek yitiğini?

Başak tarlası gibi miskin dalında mehtap,

 Salınır sağdan sola eşiğime basarak;

Yurt aşkıyla çekerim ruhumun tetiğini,

Tilkiler ıslık çalar, çakallar yalın ayak...[72]

Ülkücü hareketin içinde adı zikredilen Hakan İlhan Kurt, gelecek adına bu harekete olan güvenini şöyle ifade eder:

“Ülkücü Hareket, her sohbette her mecliste ifade ettiğim gibi içinden nasıl her dönem Enver Paşa, Atatürk, Türkeş gibi siyasî-askerî dehalar çıkarmışsa; Erol Güngör, Dilâver Cebeci, Basri Gocul, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Hüseyin Nihâl Atsız ve nicelerini çıkartacaktır. 1980 İhtilâli’nden sonra ‘bitti’ denilen hareket, Türkeş Bey’in kutlu önderliğinde yeniden bir toparlanış dönemine girmiştir. Şu an öğrencisinden edebiyatçısına kadar her alanda söz sahibi olmak için yükselişte olan bir hareket görüyoruz. Bu yükseliş, iç terör dönemi diye tabir ettiğimiz 80 öncesi dönemde de vardır. O dönemin koşulları ne kadar çetin olursa olsun yükseliş engellenememiştir. Açık bir örnek istenirse, belki de haberdar olmadık gelişinden lâkin hiç beklemediğimiz anda toprağı çatlatan Aziz Sançar ismi yeterlidir. Bu yükseliş edebî ve sanatsal alanda da görülüyor elbette.”[73]

Ülkücü hareketi benimsemesi onu siyasi ve cemiyet hayatında aktif bir rol üstlenmesine götürür. 2000’li yıllarda Elbirliği Derneği’nin kuruluşunda yer alan sanatçı, Mersin MHP il yöneticiliği yapar. Gaziantep Ülkü Ocakları’nda da yöneticilik görevlerinde bulunur. Ancak edebî hayatını siyasi hayatından ayrı tutar. “Ülkücü edebiyat olmaz, Türk edebiyatı olur”[74] düşüncesindedir. Daha genel bir perspektifle bir milletin hayatını anlatma telaşı içindedir. O, her kesimden insana okuyuculuk yapmayı ister.

Hakan İlhan Kurt şiirlerinde ülkücü bir dünya görüşünün getirdiği nüvelerle Turan coğrafyası çizer. Zira şiirlerinde Türkmen, Azeri gibi Türk milletlerini çeşitli şekillerde bulmak mümkündür. Azerilerin ulusal kahramanı Mübariz İbrahimov’a[75] atfedilen bir şiir kaleme alır.

Turan Coğrafyası’nın mukaddes çocuğuMübarizİbrahimov’a... Ala gök yakutlara, haktan düşer mi mariz;

Serilsem koyaklara, kay vurur mu oluğu? Ey civan gövdesiyle tuğ kaldıran Mübariz, “Ben er doğurdum” diyen analar hiç ağlar mı? Şanınla alazlarken, onbin yıllık soluğu

Yürek, volkan olur da dağlar kara bağlar mı?[76]

 

Onun için toplumsal ahlaklılık önemli bir olgudur. Bu bağlamda hassas bir kişiliğe sahiptir. Özellikle vatan uğruna kahramanlık göstermiş, bu uğurda şehit olmuş kişiler için de şiir yazar. Fırat Yılmaz Çakıroğlu için yazdığı ağıt buna örnek teşkil eder.

Şehit Türk Çocuğu Fırat Yılmaz Çakıroğlu hatıratına.

Şimdi bütün baharlar, senin adınla başlar;

Tâkvim senin adında noktalar sözlerini.

Sıyrılır ceffelkalem kınından göçmen kuşlar,

O soğuk diyarlardan üstüne göçeklerin;

Sen gülünce kapar mı tabiat gözlerini,

Değişir mi renkleri rengârenk çiçeklerin?[77]

Hakan İlhan Kurt’un şiirleri kişiliği ve dünya görüşünden izler taşıyan bir bütünsellik içindedir. Bu doğrultuda şiirleri poetikasını da çepeçevre sarar.

2.3.     SANAT HAYATI

Harold Bloom, uzun soluklu çalışması olan Etkilenme Endişesi adını taşıyan kitabında, şiir teorisini bir şairin selefleri ile arasında gerçekleşen Ödipal (Oidipus Kompleksi) ilişki üzerine kurar. Yazar, eserinde bir şairin, başka bir şairi nasıl biçimlendirdiği hatta yarattığı konusu üzerine yoğunlaşır.[78] Bu münasebetle elbette Hakan İlhan Kurt’u da etkileyen şairler bulunur. Şair ortaya koyduğu eserleriyle Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nun Bozkurtların Destanı adlı şiir kitabında yer alan şu mısralarıyla bağlantılı bir sanat endişesi içindedir:

Geçmişi öğrenelim, gezip anayurtları;

Görelim, hangi tasa öldürmüş bozkurtları!

Çevirelim gözleri on dört asır önceye;

Sonra bugüne dönüp dalalım düşünceye...

Seni özünden vuran düşmanın kimmiş dünkü?

Göreceksin ki, yine aynı düşman, bugünkü!”

 

Bu düğümleri bir bir çözeceksin burada;

Bir gelecek sezeceksin, kanayan her yarada!

Sonra okuyup ulu atalar erdemini,

Duyacaksın o büyük günlerin özlemini!

Göreceksin ki, eşsiz yiğitlerin nicesi

Ölmüş... Yaşasın diye, büyük Türk düşüncesi!

Bileceksin, bu yolda nasıl akmış kanımız...[79]

Arif Nihat Asya, Behçet Kemal Çağlar, Attila İlhan, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Basri Gocul, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Osman Türkay, Ali Akbaş gibi çağdaş destan yazarlarımızın silsilesini devam ettiren Hakan İlhan Kurt, özellikle bu isimlerden etkilenir. Bir destan şairi olarak destan geleneğine inanmış ve bu yolda karar vermiş bir isim olarak değerlendirilen[80] şairin sanat hayatı da bu çerçevede şekillenir.

Töre, Kurgan Edebiyat, Siyah-Beyaz Kültür, inziva, Herfene, Yeni Düşünce, Başarı Edebiyat, Yör-Türk, Temrin, Şiar ve çeşitli yerel edebiyat dergilerinde birçok şiiri yayımlanır. 2014 yılında 22. Uluslararası Hazar Şiir Akşamları’na resmî olarak davet edilir ve “Belemir” adlı şiiriyle bu uluslararası edebî etkinlikte kürsü alır. Birçok şiiri bestelenir, ses sanatçıları ve müzik grupları tarafından icra edilir.[81] Bestelenmiş şiirlerini bir tablo hâlinde belirtmek gerekir.

Tablo 2.3.1. Hakan İlhan Kurt’un Bestelenmiş Şiirleri

Şiir Adı

Besteleyen

Seslendiren

Asma Kilit

Ömer Şener

Grup Volkan

Bahtım Saçlarında Bir Şehir Şimdi

Emin Demir

Emin Demir

Bayır Bucak Marşı

Rahmet Safa Ulusoy

Rahmet Safa Ulusoy

Belemir

Mustafa Altunkaynak

Grup Volkan

Bir Semaver Faslı

Emin Demir

Emin Demir

Bizden Sorulur

Arif İnan Yıldırım

Arif İnan Yıldırım

Bu Aşk Senden Sorulacak

Ömer Şener - Mustafa A.

Grup Volkan

 

 

Bu Aşk Senden Sorulacak

Rahmet Safa Ulusoy

Rahmet Safa Ulusoy

Bu Şehir Tanır Beni

Rahmet Safa Ulusoy

Rahmet Safa Ulusoy

Burnunun Direği Hiç Sızlamaz mı

Raşit Yılmaz

Raşit Yılmaz

Dağlara Çıkarım

Emin Demir

Emin Demir

Doğum Günü

Emin Demir

Emin Demir

Fırat Yılmaz Çakıroğlu

Mehmet Borukcu

Mehmet Borukcu

Geleceğini Bilsem

Emin Demir

Emin Demir

Mecburiyet Caddesi’nde

Rahmet Safa Ulusoy

Rahmet Safa Ulusoy

Memleket Delisi

Ahmet Şafak

Ahmet Şafak

Mukaddes Sesleniş

Mehmet Borukcu

Mehmet Borukcu

Ne Mutlu Türk’üm Diyene

Atilla Yılmaz

Atilla Yılmaz

Nefes Almak Yaşamak Mı

Rahmet Safa Ulusoy

Rahmet Safa Ulusoy

Ocaklıyım

Ömer Şener

Grup Volkan

Sebep Eyledim

Emin Demir

Emin Demir

Sen Uğra Yanıma

Emin Demir

Emin Demir

Seni Buralarda Göremiyorum

Rahmet Safa Ulusoy

Rahmet Safa Ulusoy

Seni Çağırıyorum

Rahmet Safa Ulusoy

Rahmet Safa Ulusoy

Seslen Bana

Rahmet Safa Ulusoy

Rahmet Safa Ulusoy

Sevda Güncesi

Emin Demir

Emin Demir

Söyletme Beni

Emin Demir

Emin Demir

Sürgün Aşka

Emin Demir

Emin Demir

Şarkılar Yaptım Sana

Mustafa Beyazkuş

Ahmet Öngel

Telaş

Emin Demir

Emin Demir

Tezkeremiz Mezartaşı

Metehan Temizel

Grup Orhun

Türkistan Marşı

Ömer Şener - Mustafa Altunkaynak

Grup Volkan

Uykusuz Mu Bıraktım

Rahmet Safa Ulusoy

Rahmet Safa Ulusoy

Ülkü Ocakları Gençlik Marşı

Metehan Temizel

Grup Orhun

Yadigâr

Rahmet Safa Ulusoy

Rahmet Safa Ulusoy

Ay Dolunlu Dağlardan

Alperen Kekilli

Alperen Kekilli

Yeter De Artar Bile

Emin Demir

Emin Demir

 

90’lı yıllarda belirli günlerde beş altı kişiyle meşrubat içip ev ortamında edebî sohbetler yapıp yazdıkları şiirleri tenkit ederek olgunlaşmaya çalışan genç şairler topluluğunda bulunduğunu söyleyen sanatçı[82], o zamanlar için en büyük hayalinin Elazığ’da düzenlenen “Hazar Şiir Akşamları”na[83] katılmak, o etkinliği en azından izleyebilmek olduğunu belirtir.[84] Seneler sonra 2013 yılında sanatçı hayalin ötesinde bir duruma geçerek oraya şair olarak davet edilir, burada “Belemir” adlı şiirini okur. Bunun yanı sıra Oğuzeli Kültür Merkezi, Gaziantep Türk İslam Vakfı, Ülkü Ocakları gibi pek çok platformda şair olarak şiirleriyle boy gösterir. Bu

bağlamda her anlamda üretken biridir. Yazan ve yazdıklarını yayan, yazılarına canlılık veren bir sanatçıdır.

Hakan İlhan Kurt, yurt içinde pek çok sanatsal etkinliklere katılır. Bu etkinliklere katılmaya da hâlen devam etmektedir. Sanatçının aldığı ödüller vardır. PTT Ankara Genel Müdürlüğü’nden şiirleriyle derece alanşair, Gümüşhane Belediyesi’nden de bir ödül alır. Ayrıca katıldığı “Hazar Şiir Akşamları”nda bir plaket kazanır.

2.4.    ESERLERİ

Sanatçının hâlihazırda 4 basılmış şiir kitabı bulunur. Bunun yanı sıra Tamga adını verdiği 1 şiir kitabı da basıma hazır hâldedir. Aynı zamanda şairin Türkmenya / Akkoyunlu-Karakoyunlu Cenknâmesi ile Afşar Nadir Şâh Bağırlaması adlı iki destan şiiri çalışması da hazırlanmaktadır. Bunların dışında Süreli Yayınlarda çıkan şiir ve deneme tarzı yazıları edebiyat dünyasına açık hâldedir.

2.4.1.    Şiir Kitapları

2.4.1.1.   Köl Tigin Ünlemesi

1.   Baskı: Kurgan Edebiyat Yayınları, Ankara, 2013.

Basılmış ilk şiir kitabıdır. 116 sayfadan müteşekkil kitap, sanatçının edebî kişiliğinin bir panoraması olarak Kutalmışoğlu Süleyman Şah Ululaması kitabının ve daha sonra bu minvalde çıkacak olan eserlerinin habercisi gibidir. Yani onun destan şairliği fenomenini ortaya çıkaran ilk kitaptır. Bu kitap ilk etapta Töre dergisinde yayımlandıktan sonra Türk dili açısından Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun, destan geleneği adına Prof. Dr. Naciye Yıldız, Türk tarihi yönünden de Prof Dr. Sadettin Gömeç tarafından incelendikten sonra edebiyat dünyasına sunulur.

Tarih alanında derin okumalar ve analizlere sahip olan Hakan İlhan Kurt, Türk tarihinde en az Bilge Kağan kadar önem arz ettiğini düşündüğü Köl Tigin’in doğumunu, savaşlarını, kahramanlıklarını ve ölümünü millî bir şuurla destan havasında nazma çeker. Bu durum şairce, destan yapmaktan destan yazmaya fırsat bulamayan Türk ecdadı için millî bir borç olarak düşünülür.

Köl Tigin, İkinci Doğu Göktürk Kağanlığı’nın önemli simalarından biridir. Türk kahramanlığının tiplerinden ve iftiharlarından birini sergiler. Bilge Kağan, Köl

Tigin sayesinde tahta çıktığını düşünerek onu en yüksek makamlarda tutar, Köl Tigin öldükten sonra da onun adına yazıt diktirir. Böylece önemli bir Türk hakanını unutulmaktan kurtarmış olur.[85] Bazı Türk tarihi araştırmacıları tarafından Uzun Hasan’ın en az Fatih Sultan Mehmet kadar Türk tarihi için önemli şahsiyet olduğu dile getirilir. Ancak Uzun Hasan, Fatih Sultan Mehmet kadar tarih sayfalarında zikredilmez. Aynı bilinçle Hakan İlhan Kurt Türk tarihine yön vermiş önemli şahsiyetleri nazım olarak işleyerek Türk milletinin meselelerine, tarihine ve kültürüne vakıf olduğuna işaret eder. Bu mülahazalar ışığında, gayesi Bilge Kağan’ın adı kadar Köl Tigin’in de adının duyulmasına ortam hazırlamaktır.

Köl Tigin bengü taşında şu hitabet unsurları tespit edilir:

1.     Doğrudan doğruya hitaplar.

2.     Hitap cümleleri.

3.     Soru cümleleri.

4.     Cümleye önceki cümlenin son kelimesiyle başlama.

5.     Toparlama cümleleri.

6.     Tekrarlı ifadeler.[86]

Köl Tigin Ünlemesi eserinde tarihle işlenmiş hamasi bir eda yanında yukarıda tespit edilen hitabet unsurlarına da rastlanılır. Bu yönüyle eser, edebî yönden bir zenginlik ile lirizm ögelerini taşır.

Şair dikkat çekmek ya da farklılık arz etmek gayesiyle kitabında dipnotlara fazlaca yer verir. Hatta bu durum destan şiiri kitaplarında görülen bir ilk olma özelliğini taşır. Esasında bu özellik eserin sosyolojik manada bir insan kalabalığından ziyade tarihi nüveleriyle varlık gösteren bir milletin izdüşümünü de gösterdiğini açıklamaktadır. Eser bu yönüyle tarihi vesika özelliği taşır. Kitabın 91. sayfasından itibaren Köl Tigin Anıtı’nın bütün yüzleri orijinal hâli ve günümüz Türkçesiyle verilir. Bu sayede esere bir canlılık katılır. Bireysel kimliğimizin sosyogenetik ve ontolojik temellerle örülü olduğu ve millî bilincin kazandırılmak istenildiği esere yansıyan önemli hususiyetlerdir.

 

2.4.I.2.    Eleğimsağma (Gülizâr Divânı)[87]

1.   Baskı: Kurgan Edebiyat Yayınları, Ankara, 2013.

2.   Baskı: Kurgan Edebiyat Yayınları, Ankara, 2014.

Basılmış kitaplarından olup 176 sayfadan oluşur. İçerisinde 73 adet şiir bulunur.

Kitapta çeşitli temler görülür. Kitaba adını veren Eleğimsağma, gökkuşağı anlamını taşır.[88] Kitabın ismiyle de bağlantılı olarak şairin farklı temleri kullanması anlamlıdır. Nitekim kitapi şairin çalkantılı ruh hâlini yansıttığı bireysel izlekli şiirlerden oluşur. Kitaba ismini veren bir kelime olan “Gülizâr” ise şairin şiirlerinde zaman zaman içini döktüğü ve seslendiği hayalî bir kişidir. Çeşitli güzellik unsurları bu kişiye atfedilir. Bu kişi Abdürrahim Karakoç’un Mihriban’ı gibi bir semboldür. Şiirlerini onun adına yazdığını, ruhuyla ona hitap ettiğini ve içini onun vasıtasıyla döktüğünü şu mısralarıyla dile getirir:

en güzel şiirimi ben sana yazacaktım

dağıt endamını bak segâh “sürgün ülkemde”

ne resimler silindi neleri kaldı yarım

ey Gülizâr sevin ki ruhum kanadı kaldı...

(“Destan-ı Gülizâr”, Eleğimsağma, s, 65)

Sanatçı, çeşitli toplumsal içerikli iletilerini Gülizâr vasıtasıyla duyurur. Tarihsel göndermeleri bu yolla okuyuculara taşır. Yani, şair ile okuyucu arasında bir köprü metaforunu bu hususta söylemek yanlış olmaz. “Yusuf Yüzlü Olmak Bu Devirde Zor Gülizar”, “Aşk Memleket Memleket” vd. başlıklı şiirleri bu yargıyı destekler. Hakan İlhan Kurt, Gülizâr adıyla ilgili şunları beyan eder: “Şiirlerde kullandığım, ‘Gülizâr’ kavramı mahremim ve ‘Gül Bahçesi’, özgür coğrafyamdır. Zirâ, kimlerin kız kardeşi olduğu yahut kimin kızı olduğu, tevafuk ile beyândır.”[89] Bu isim şairin çeşitli düşünce ve duygularını okuyucuya taşır.

Kitapta çoğu şiirlerin başında ya bir ayetten alıntı ya da herhangi bir şairin mısraları vardır. Sanatçının kendi deyimiyle bu şiir için bir girizgâhtır.[90] Bu durumda “metin tekbiçimli bir yüzey olmakla kalmayıp çokboyutlu bir uzam durumuna

geldiğinden, örgü ele alınan metni yazının-metnin işleyişini çözümlemeye olanak sağlayan bir araç olur.”[91] Yani, elbette bu girizgâhlar şiirle bağlantılı olan ya da şiire ilham sağlayan içeriklere sahiptir.

Şiirlerin biçim özellikleri dikkate değerdir. Eserdeki şiirlerde dikkat çeken bir ayrıntı, noktalama işaretlerinin kullanılmamış olmasıdır. Noktalama işaretleri sadece şiire girizgâh için kullanılan alıntı parçalarda bulunur. Dinamik bir bütünlük içinde kimi ritmik ve müzikal ögeler şiirde benzetme ve tasvirlerle birlikte fazlaca yer alır. Hatta bu ritmik unsuru bozmamak adına şiirin başlığı küçük harflerle yazılır. Sadece “Kalırdım” adlı şiirde mısralardaki ilk kelimeler büyük harfle başlar. Melankoliye yaslanan bir lirizm de şiirlere egemendir. Bu şiirlerinde anlamı savruk sözcüklerle zaman zaman imgelere başvurulur.

Mısralarda dilsel kırılmalara rastlanılmakla birlikte Arapça-Farsça terkiplerden de yararlanılır.

Netice itibarıyla bu kitap sanatçının şairlik yeteneğini ortaya koymaya çalıştığı bir kitaptır. Bu yüzden burada genel olarak bireysel temler dikkat çekicidir. Metinsel içe kapanış, bireysel temler ve çeşitli duygulanımlarla kendine yer bulur.

2.4.I.3.    Kutalmışoğlu Süleymanşâh Ululaması[92]

1.   Baskı: Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2015.

2.    Baskı: Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2016.

115 sayfadan müteşekkil eser, sanatçının destan şairliği vasfını pekiştiren kitabıdır.

İki kitabından sonra yazmaya ara verdiğini ifade eden Hakan İlhan Kurt, onu tekrar yazmaya Ahmet Şafak’ın Timur ile Karınca[93] adlı parçasının teşvik ettiğini söyler.[94] Bir anlamda bu kitabın hazırlanmasını teşvik eden kişi Ahmet Şafak’tır.

Eserin yazılış düzeni şairin Köl Tigin Ünlemesi adlı eserine benzer. Kitapta Anadolu Selçuklu Devleti’nin kurucusu Kutalmışoğlu Süleymanşâh’ın Anadolu’ya gelişi, gösterdiği kahramanlık mücadeleleri, Anadolu’nun Türkleşmesi hususundaki

faaliyetleri ve ölümü işlenir. Başlıklar hâlinde bir bütünlük içinde verilen konu silsilesi dipnotlarla da süslenerek tarihi perspektife ışık tutar. Eserin sonunda yer alan “Kutalmışoğlu Süleymanşâh Sagusu” onun ölümünden duyulan acıyı dile getiren ve yiğitliğine vurgu yapılan lirik bir şiirdir.

Kompozisyon olarak destanlarda, destan anlatma geleneğine uygun bir yapı bulunur. Bu gelenek başlangıç, asıl destan ve bitiriş bölümlerinden müteşekkildir. Söz konusu bu kitapta da bu sıralama az çok muhafaza edilir. Bu yapı yalın ve canlı bir üslûpla oluşturulur.

Kitabın birçok yerinde “Allah tek kul Muhammet” (Türk tevhidi) sözü farklı şekillerde tekrarlanır. Elbette bunun özel bir sebebi vardır. Hakan İlhan Kurt, Kutalmışoğlu Süleyman Şâh’ın bir şehri almadan önce Türk tevhidi istediğini okur ve Türk tevhidini değişik formatlarla kullanmış olur.

2.4.I.4.    Belemir

1. Baskı: Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2017.

Kitapta 64 adet şiir bulunur. Bireysel izlekli şiirleri barındıran eserde toplumsal temalara da rastlanılır. Örneğin, “Güce Tapanların Ülkesinde Asiyim” başlıklı şiiri toplumsal bir yergiyi işler.

Belemir adını taşıyan kitabın ismi şairin çocukluğundan taşıyan bir anıyı simgelemektedir. Bu yüzden bu kitapta çocukluğunda yaşadığı bozkır kültüründen, dağlardan izler görülür. Geçmişe duyulan özlemi mısralarıyla gidermek ister. Bu kitaptaki şiirlerinde özellikle hüzün ön plandadır.

Şiirlerinde öz Türkçe kelimelere yer verdiği gibi izafet tamlamalarını da kullanır. “Mâbed-î Bûsem” başlıklı şiiri bu tamlamaya örnektir. Ancak Eleğimsağma kitabında görülen divan şiirine yakın bir üslûp burada görülmez. Bu kitapta halk şiirine yakın örnekler yer alır. Şiirlerde hece ölçüsünün ve dörtlük nazım biriminin sıkça kullanılması bu yargıyı destekler. Öte yandan biçim olarak belli bir standarda ulaşılmaya çalışılır. Birtakım şiirlerinde mısra tekrarlarıyla ahenk sağlanmaya çalışılır. “Şarkılar Yaptım Sana” şiiri buna örnektir.

 

2.4.I.5.     Tamga

Basımı yapılmamış eserlerinden biri olan bu esere “damga” kelimesinin Eski Türkçedeki şekli olan “tamga” kelimesi başlık olarak uygun bulunur. Türk edebiyatında damga kelimesinin fonksiyonuna bakıldığında Hakan İlhan Kurt’un eserine bu ismi tesadüfî vermediği anlaşılır.

“Türklerin eski geleneklerinden biri de damgalamak veya damga vurmak geleneği olup bu gelenek Türk boylarının ayırıcı özelliği olarak karşımıza çıkar. Gerek Divanü Lugati’t-Türk’te gerekse Ebu’l Gazi Bahadır Han’ın Şecere-i Terâkime adlı eserinde Türk boy damgalarını bulmak mümkündür. Türklerdeki bu gelenek diğer akraba Orta Asya topluluklarında da görülmektedir.”[95]

Kitap farklı bölümlerden müteşekkildir. Kitabın içinde “Ayımça Kız” ile “Malazgirt’e Söz Gerek” adlı bölümler yer alır. Bu bölümler kendi arasında bir bütünlük teşkil eder. Ayımça Kız, Hüseyin Nihâl Atsız’ın Ruh Adam kitabının başında yer alan Uygurca masalın bugünkü Türkçeye tercümesi[96] olan ve bu masaldaki kişilerden Açığma Kün’e benzer niteliklere sahiptir. Divançe olarak adlandırılması mümkün olan bu bölümde şair rüyasında bu kızı gördüğünü ve rüya vasıtasıyla bukitabı yazdığını belirtir.[97] “Halk kültürü açısından bakıldığında rüya; destan, halk hikâyesi, masal, efsane gibi anlatım türlerinde yer alan ve gelecekte olacakların işaretlerini verebilen motif olarak tanımlanmaktadır.”[98] Bu motif bu bölümde farklı terminoloji içinde görülür. Ayımça Kız bölümünde dikkat çeken bir başka teknik ise bu bölüme başlarken Cemal Safi’nin mısraından alıntılama yapılmasıdır. “Malazgirt’e Söz Gerek” adlı bölümde ise 26 Ağustos 1071 tarihli bu savaşın destansı bir şekilde izlenimleri anlatılır.

Eser, Azerbaycan’ın ulusal kahramanı Mübariz İbrahimov’a ithaf edilen “Mübarizname” şiiriyle başlar. Bunun yanı sıra eserde Doğu Türkistan'ın bağımsızlığı için mücadele etmiş olan “Osman Batur Betiği” adlı şiir de bulunur. “Türkmen Dağı’na Doğru” adlı şiirine de bakıldığında şairin bu eserinde Turan coğrafyasına göre hareket ettiğini söylemek mümkündür.

 

Sanatçının oğlu Muhammed Asri için Asr suresinden bir alıntı ile başladığı ve diğer çocukları için de kaleme aldığı şiirler bu eserin içindedir. Buradaki şiirlerinde hamasi ve coşkulu bir üslup kullanılır. Şehit Fırat Yılmaz Çakıroğlu[99] için bir ağıtın da yer aldığı görülür. Eser daha çok toplumsal temli halk şiiri örnekleri içerir.

2.4.2.     Süreli Yayınlardaki Şiirleri ve Yazıları

2.4.2.I.      Şiirleri[100]

(2011)                 . “Getir Gülizâr Getir”, Siyah Beyaz Dergi, 4: 12.

(2011)                 . “Yusuf Yüzlü Olmak Zor Bu Devirde”, Kurgan Edebiyat, 4: 44-45.

(2011)                 . “Mübâriz-Nâme”, Siyah Beyaz Dergi, 4: 16.

(2011)                 . “Gün Secdeye Varıyor Saçlarında”, Siyah Beyaz Dergi, 3: 6.

(2011)                 . “Bu Bir Celâli Bağrıdır Kraliçem”, Siyah Beyaz Dergi, 3: 7.

(2011)                 . “Ve İnsan Buna Ne Oluyor Dediği Zaman”, Siyah Beyaz Dergi,

(2011)                 . “Yirmialtı Aralık Hislenişi”, Kurgan Edebiyat, 1: 18-19.

(2011)                 . “Aşkın Rehinesiyim”, Kurgan Edebiyat, 3: 43.

(2012)                 . “Ata'dan Öteye”, Siyah Beyaz Dergi, 7: 5.

(2012)                 . “Ant”, Siyah Beyaz Dergi, 7: Arka Kapak İç.

(2012)                 . “Devlet Kuran Devlet Türk”, Siyah Beyaz Dergi, 6: 4.

(2012)                 . “Göğlek”, Siyah Beyaz Dergi, 6: 12.

(2012)                 . “Bir Türkmen Sagusuyum”, Siyah Beyaz Dergi, 5: 8.

(2012)                 . “Yirmi Altı Aralık Hislenişi”, Siyah Beyaz Dergi, 5: 9.

(2012)                 . “Osman Batur Betiği”, Siyah Beyaz Dergi, 5: 10.

(2012)                 . “Üç Gül Teleği Ölüm ve Bir Doğum Günüdür”, Kurgan Edebiyat, 10: 53.

(2012). “Diyar İçinde”, Töre, 7-8: 14.

(2012). “Köl Tigin Ünlemesi - V”, Töre, 6: 33.

(2012). “Köl Tigin Ünlemesi - IV”, Töre, 5: 24.

(2012). “Törelenin”, Töre, 2: 5.

 

(2012). “Köl Tigin Ünlemesi - III”, Töre, 4: 22.

(2013)                 . “Sen Benden Kaçıyorsun”, Siyah Beyaz Dergi, 9: 16.

(2013)                 . “Seslen Bana”, Siyah Beyaz Dergi, 9: 17.

(2013)                 . “Âh-ı Sûretten”, Siyah Beyaz Dergi, 8: 4.

(2013)                 . “Bir De Muhammed'im”, Siyah Beyaz Dergi, 8: 5.

(2013)                 . “Diyar İçinde”, Temrin Dergisi, 58: 6.

(2013)                 . “Gün Secdeye Varıyor Saçlarında”, Herfene Edebiyat, 14: 16.

(2013)                 . “Mâbed-i Bûsem”, Töre, 12: 16.

(2013)                 . “Ya Dağıl Benimle Ya Beni Topla”, Töre, sayı 19

(2014)                 . “Bildiğin Yörük Çocuğuyum Ben”, Yör-Türk Dergi, 114: 3.

(2014)                 . “Gün Aydı Günaydınım”, Başarı Edebiyat, 1: 14.

(2014)                 . “Beni Tanır Postacılar”, Başarı Edebiyat, 2: 2.

(2014)                 . “Bu Aşk Senden Sorulacak”, Başarı Edebiyat, 3: 2.

(2014)                 . “Göğsüm”, Başarı Edebiyat, 4: 3.

(2014)                 . “Isrâr Etmeyeceğim”, Başarı Edebiyat, 5: 3.

(2014)                 . “Karşılarım Gadanı”, Başarı Edebiyat, 6: 4.

(2014)                 . “Belemir”, Başarı Edebiyat, 7: 4.

(2014)                 . “Seni Çağırıyorum”, Başarı Edebiyat, 8: 4.

(2014)                 . “Beni Tanır Postacılar”, Yeni Düşünce Dergisi, 764: 47.

(2014)                 . “Afşaroğlu Alparslan”, Yeni Düşünce Dergisi, 765: 51

(2014)                 . “Atsız Ata Betiği”, Yeni Düşünce Dergisi, 766: 46.

(2014)                 . “Devlet Kuran Devlet Türk”, Yeni Düşünce Dergisi, 769: 67.

(2014)                 . “Mübâriz-Nâme”, Yeni Düşünce Dergisi, 770: 52.

(2014)                 . “Osman Batur Betiği”, Yeni Düşünce Dergisi, 771: 42.

(2014). “Postacıyım”, Yeni Düşünce Dergisi, 772: 45.

(2014). “Turaç-Nâme”, Yeni Düşünce Dergisi, 773: 56.

(2014). “Israr Etmeyeceğim”, İnziva, 1: 9.

(2014). “Duruşun Düşer Şehre”, İnziva, 2: 5.

(2014). “Pusatsız Savaşçılar”, Yeni Düşünce Dergisi, 762: 37.

(2014). “Bildiğin Yörük Çocuğuyum Ben”, Yeni Düşünce Dergisi,763: 49

(2014-2015). “Asiyim”, Başarı Edebiyat, 9: 4.

(2015)                 . “Kalırdım”, Başarı Edebiyat, 10: 4.

(2016)                  

(2015)                 . “Bir Şiir Kadar Yakınındayım”, Başarı Edebiyat, 11: 4.

(2015)                 . “Kavgayla Sınama Yâr”, Kurgan Edebiyat, 10: 53.

(2015)                 . “Annen Darılır Sonra”, Kurgan Edebiyat, 26: 36.

(2015)                 . “Susuyorum Adın Geçince”, Herfene Edebiyat, 18: 12.

(2015)                 . “Bir Semaver Faslı Gece”, Herfene Edebiyat, 17: 5.

(2015)                 . “Yaşlanıyorum”, Yeni Düşünce Dergisi, 779: 55.

(2015)                 . “Türkmen Dağı'nda”, Yeni Düşünce Dergisi, 780. 48.

(2015)                 . “Seni Bu Gece Uykusuz Mu Bıraktım”, Töre, 28: 8.

(2015)                 . “Susuyorum Adın Geçince”, İnziva, 3: 13.

(2015)                 . “Uykusuz Mu Bıraktım”, İnziva, 4: 13.

(2015)                 . “Bildiğin Yörük Çocuğuyum Ben”, Şiar, 3: 19.

(2015)                 . “Bir Şiir Kadar Yakınındayım”, Şiar, 2: 36-37.

(2015)                 . “Güce Tapanların Ülkesinde Asiyim”, Kurgan Edebiyat, 27:

(2016)                 . “Titreşir Alevimiz Kandilimiz”, Ayarsız, 2: Ön Kapak İç.

(2016)                 . “Kalmadı Tahammülüm”, Ayarsız, 3: 23.

(2016)                 . “Belemir”, Ayarsız, 4:13.

/Z/2016). “Turaç-Nâme”, Ayarsız, 6: 19.

(2016)                 . “Gül Vakti Gülizâr’ın”, Ayarsız, 7: 29.

(2016)                 . “Bildiğin Yörük Çocuğuyum Ben”, Ayarsız, 9: 23.

(2016)                 . “Ayrıştık”, Töre, 44: 4.

(2016)                 .“Çakıroğlu Fırat Ağıtlaması”, Dokuz Kalem Dergisi, 3: Arka Kapak İç.

(2016)                 . “Kavgayla Sınama Yâr”, Edebice, 2: 38.

(2016)                 . “Sen Benden Kaçıyorsun”, Edebice, 4: 19.

(2016)                 . “Çakıroğlu Fırat Ağıtlaması”, Töre, 35: 5.

(2016)                 . “Bir Şiir Kadar Yakınındayım”, Töre, 37-38. 6.

(2016)                 . “Deliye Çıkacak Adım”, Töre, 36: 5.

(2016)                 . “Geleceğini Bilsem”, Töre, 41: 8.

(2017)                 . “Atsız Ata Betiği”, İnziva, 5: 7.

(2016). “Çakıroğlu Fırat Ağıtlaması”, İnziva, 6: 5.

(2016). “Sen Benden Kaçıyorsun”, Herfene Edebiyat, 22: 4.

(2016). “Ey Aşk Diriltme Beni”, Herfene Edebiyat, 21: 13.

 

(2016). “Bir Emir Cümlesinden Bu Kadar Mı Uzaksın”, Kısık Sesler, 3: 39.

(2016). “Sen Çay Demlerdin”, Töre, 40: 8.

(2016). “Ben Beklerdim”, Kurgan Edebiyat, 34: 39.

(2016). “Sen Benden Kaçıyorsun”, Kurgan Edebiyat, 33: 34.

(2016). “Annen Darılır Sonra”, Şiar, 6: 16.

(2016). “Gül Vâkti Gülizâr'ın”, Kurgan Edebiyat, 32: 54.

(2016). “Bildiğin Yörük Çocuğuyum Ben”, Kurgan Edebiyat, 31: 26.

(2016). “Turaç-Nâme”, Serencam Dergisi, 3: 18-19.

(2016). “Çakıroğlu Fırat Ağıtlaması”, Şiar, 7: 12.

(2016). “Pusatsız Savaşçılar”, Şiar, 5: 22.

(2016). “Her İsyanın Mahşeri”, Şiar, 4: 18.

(2018)                 . “Şipal”, Ayarsız, 11. 23.

(2017)                 . “Pusatsız Savaşçılar”, Ayarsız, 12: Ön Kapak İç.

(2017)                 . “Bir Merhaba De”, Şiar, 11: Arka Kapak Dış.

(2017)                 . “Osman Batur Betiği”, Kurgan Edebiyat, 37: 26.

(2017)                 . “Kim Bilir Belki Bir Gün”, Töre, 46: 10.

(2017)                 . “Göğsüm”, Edebice, 6: 54.

(2017)                 . “Bir Semaver Faslı Gece”, Edebice, 8: 29.

(2017)                 . “Ansam Şayet Adını”, Şiar, 10: 13.

(2017)                 . “Mübâriz-Nâme”, Ayarsız, 16: Ön Kapak İç.

(2017)                 . “Sorgu Dehlizinden Not - Dört”, Ayarsız, 17: Ön Kapak İç.

(2017)                 . “Yazamıyorum”, Ayarsız, 18: 41.

(2017)                 . “Tevek”, Kısık Sesler, 8: 30.

(2017)                 . “Ziyân Eyledin”, Dokuz Kalem Dergisi, 4: 21.

(2017)                 . “Sebep Eyledim”, Kurgan Edebiyat, 35: 36.

(2017). “Gün Aydı Günaydınım”, Ayarsız, 14: Ön Kapak İç.

(2017). “Bahtım Saçlarında Bir Şehir Şimdi”, Ayarsız, 13: Ön Kapak İç.

(2017). “Atsız Ata Betiği”, Ayarsız, 15: Ön Kapak İç.

(2017). “Sefir Günlüğümde”, Şiar, 8: 7.

(2017). “Temâşam”, Şiar, 9: 27.

 

2.4.2.2.     Yazıları

(2015)                 . “Sükût Neyi Hâlleder?”, Herfene, 20: 13.

(2015). “Sanat Nedir?”, Kısık Sesler, 7: 39.

(2016)                 . “Sükût Neyi Hâlleder?”, inziva, 5: 29-30.

2.4.3.     Çeşitli Eserlerde Yer alan Şiirleri

Metinlerarasılık yöntemiyle birtakım şiirleri bazı eserlerine yansıtır. Hakan İlhan Kurt’un, Hasan Aktaş’ın Çağdaş Türk Şiirinde Bitkiler Âlemi Mecmuası8 adlı kitabının 256. Sayfasında “Bildiğin Yörük Çocuğuyum Ben” adlı şiiri yer alır.

Çeşitli romanlarda da şiirleri bulunur. Ayla Koca, Kayıp Kurban8 adlı romanının 312. Sayfasında şairin “Telaş” adlı şiirine yer verir. Yine İsmail Gümüş, Hançer8 adlı romanının 11. sayfasına “Malazgirt’e Söz Gerek” adlı hamasi nitelik taşıyan şiirini alır.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

SANAT VE EDEBİYAT ÜZERİNE DÜŞÜNCELERİ

3.1.    SANAT

3.1.1.    Sanatın Tanımı

Sanat mefhumu tarihi süreç içinde fonetik sanatlarla[101] ilgilenen araştırmacılar da dâhil birçok düşünürün dikkatini çeker. Nitekim dünya tarihine bakıldığında devletler, milletler, ülkeler olmadan da sanat hep vardır. Sanat dünya döndükçe her zaman var olacak ve gelişmeye odaklı kalacaktır.[102] Esasında sanatın var oluş tarihi insanlık tarihi kadar eski görünür.

Hakan İlhan Kurt, hem şair hem de bir sanat adamıdır. Onun dünya görüşü ve yaşam biçimi sanatına yansır. Sanatın ne olduğu konusunda düşünen şair, “Sanatın tarifi olur mu? Birbirine benzeyen, hatta birbirine karşıt yahut birbirini bütünleyen yüzlerce tarif yapılabilir. Yani sanatçı kadar sanat tanımı vardır.”[103] diyerek sanatı dar bir kalıp içine sığdırmaz ve sanatı sübjektif bir yapı içine yerleştirir. Ona göre sanat, her şeyden evvel basit ve sıradan şeylerin üstünde etkileyici fonksiyonu olan bir uğraşıdır.

“Sanat, hissin ses, söz, figür veyahut çeşitli hammaddeler kullanılarak, ifade, arz ile vücut bulduğu ve sanatçıdan başka insanlarda da hayranlık, heyecan uyandıran eylemler bütünüdür.”[104]

Sanat bünyesini farklı unsurların bir araya gelmesi olarak düşünür. “Sanat sistematiği bünyesinde zekânın, his ile bütünleşmesi yahut ilahî ve beşerî etkilerin

paradigmaları, sarmalları görmezden gelinemez.”[105] diyerek şair, sanatı hem ilham gücüyle Tanrısal bir yapı hem de bir yetenek olarak tanımlar.

3.1.2.     Sanatın Niteliği ve İşlevi

Sanatçının aforizma niteliğindeki sözlerinden, mısralarından ve sanatı anlatan yazılarından sanat ile ilgili görüşlerini ve sanatın işlevi hususundaki yaklaşımlarını sistematize etmek mümkündür. Bunun yanı sıra sanatçıyla ilgili yapılan görüşmelerden de bu mevzudaki düşüncelerini bir bağlam içine yerleştirmek gerekir. Bu bağlam sanatın nitelikleri ve işlevleriyle ilgilidir.

3.1.2.1 Sanat ve kalıcılık:

Einstein’in izafiyet teorisinden günümüze gelen süreçte farklı anlamlar içeren geçmiş, gelecek meselesi yüzyıllardır tartışılmaktadır. Öncelikle şunu söylemek gerekir: “Değerleri yaratan teknoloji değil, insandır.”[106] Bu noktada insanın kalıcılığa ulaşmasının bir şekli de sanat eserleriyledir. Şairleri ölümsüz kılan yazdığı mısralardır. Yapıtlar yaratıcılarından sonra da yaşama olanağı bulur.[107] Dolayısıyla sanatın tartışılması zemini sağlam bir temele oturur.

Sanatçı ve izleyici arasında kadim ilişki kuranparadigmalar, sanata şiir penceresinden bakan Hakan İlhan Kurt’un mısralarına şu şekilde yansır:

Mahşere dek mühürlüdür, adımızla yurdumuz;

Hâk yolunda, Hakk’a doğru göğü yırtan ordumuz...

Kabuğunu çatlatacak alaz tutmuş tohumuz,

Sonsuzluğa yeminlidir, pusatlanmış ruhumuz![108]

Hakan İlhan Kurt, Türk tarihinden aldığı ilhamla eskimeyecek mısralar bıraktığından söz eder:

Kim sahiplenir bilmem; yüklemi eskise de

Öznesi hiç eskimez kurduğum cümlelerin...

(Belemir, s. 11)

 

Sanat, soyut bir yapı içindedir. Nasıl ki kültür, soyut bir yapı içindeyse, sanat da bir kültür ürünü olarak soyut niteliklere sahiptir.[109] Burada kalıcılığı simgeleyen esas soyutluk “ruh” kavramıdır. Şairin sanat ve kalıcılık arasındaki kurduğu ilişki ruh kavramına binaen Yahya Kemal Beyatlı’nın bu konudaki görüşleriyle uygundur. Yahya Kemal, poetikasını yansıtır nitelikte olan Edebiyata Dair adlı kitabında bu minvalde düşünceler belirtir. O, şiirde lisan, zevk, fikir, mazmun gibi şiire dair tüm unsurların eskidiğini yalnız, aşkın her dem taze kalıp eskimediğini savunur.[110] Elbette onu eskitmeyen unsur, Hakan İlhan Kurt’un da şiirlerinde dile getirdiği kolektif bilinçle örülü bir “ruh” mefhumudur. Hakan İlhan Kurt’ göre şairi “bir tespih dizimi zamanı çağın ötesine götürebilecek imân etmişliği ve inanmışlığıdır.”[111] Bu ruh, inanmışlıkla örülü manevi bir iklim hazırlar.

3.I.2.2.    Sanat ve yalnızlık

Sıradanlığı reddeden, bir ideoloji içinde hareket eden sanatçıların yalnız kalması ideal bir durum olarak görülür. “İdeoloji, toplumsal gerçekliği çarpıtma ya da gizleme anlamında, ya güdülenimleri ya işlevleri, ya da her ikisi bakımından aslında yanlış olan fikirler üretmesinden dolayı, karşı çıkılabilir bir şey olarak görülebilir.”[112] İdeolojiler çok katmanlı iki uç arasında, farklılığı içeren kutuplar bağlamında katı sınırlar çizmeyi sever.[113] Sanatın ideoloji ile olan ilgisi şairin yalnızlığına kaynak olan unsurlardandır.

Ne çok ölüm varmış oysa,

Ne çok parıldayan yıldız...

Yurt bildiğin kana doysa,

Er dediğin yapayalnız ...[114]

Bir ideoloji içinde poetikasını şekillendiren Hakan İlhan Kurt, yiğit insanın yalnızlığına dikkat çeker. Ancak, yiğit kişilerin “parıldıyan yıldız” imgesiyle ölümsüzlüğü yakaladıkları vurgulanır.

 

3.1.2.3.   Sanat ve evrensellik

Sanatta sadece doğada ve insan yaşamında var olan olguların değil düşüncenin, duyguların ve heyecanın dışavurumunu da bulmak mümkündür. Bu durum ise insan soyunda var olan evrenselliğe götüren bir terminolojiye sahiptir.[115] Çünkü tüm insanların acı, mutluluk, sevinç gibi ortak duygular içeren azığı vardır.

Gelenekle beraber yerelliği öne çıkaran şair, yerellik yelpazesi altında evrenselliğe de ulaşmaya çalışır. Söz konusu bu düşünce yerellik olmadan evrensellik de olmaz tezine dayanır. “Evrenselliği kabul edilen hemen her değer başlangıçta belli bir mekâna ve insan topluluğuna aittir, mahallîdir.”[116] Şair bu bağlamda edebiyatın sınır tanımadığını, siyasî sınırlara mahkûm edilemeyeceğini savunur.

“Türk yurdu Türkmenistan sınırları içerisinde işlenen kimin edebiyatıdır? Yahut Azerbaycan’da harman bulan edebiyatın mâliki kimdir? Bir Kerküklü, ‘Türkmenem’ haykırışını kimin edebiyatıyla kulaklarımıza nakşeder? Ya Çolpan’ın Güzel Türkistan şiiri? Muhammed Hüseyn Şehriyâr’ın Heyder Baba şiirini, Tahran’dan ibaret Fars Edebiyatı’nın bir ürünü mü zannediyorsunuz? Haydi, Türkiye Siyasî Haritası’ndan mütevellid bir Türk Edebiyatı’nda kır saçıyla bir Cengiz Aytmatov, mağrur duruşuyla bir Cengiz Dağcı var edelim... Bölünmüş, parçalanmışsa bir kudret, hükme cesaret eder mi?”[117]

Sanatçı diğer Türk devletlerinin sanatsal ve kültürel ürünlerini öne çıkarmamız gerektiği düşüncesini taşır. Bu arzuların temelinde Turancılık fikri bulunur.

3.1.2.4.   Sanat ve yenilik

Toplumlar gelişmeye devam ettikçe, sanatta da gelişmeler olması kaçınılmazdır. Bu düşünce içinde sanatta yeniliği savunan şair, Türk şairlerinin tüketicilik vasfından sıyrılması gerektiğini düşünür.

“Geçmişte yazılanları tekrar etmek, şaire ve şiire hülâsa edebiyata hiçbirşey kazandırmaz. Oysa bu bağın, bu bahçenin çeşit çeşit rayihası, renk renk çiçeği vardır. Bundandır, belki de. İçerisinde bulunduğum serüveni bir antikacı dükkânına benzetirim: Arada bir dükkânımı dolaşırım. Tozlu raflarda kalmış, sıkışmış yahut unutulmuş sözcüklerimi fark eder etmez, oradan alır, siler, parlatır ve gelenlerin görebileceği şekilde dükkânımın vitrinine istiflerim. Bir sözcük kişiyi alır, götürür; bir sözcük kişiyi bulunduğu yerde çakılı bırakır.”[118]

Yenilik düşüncesinin dil konusuna da yansıması gerektiği düşüncesindedir.

Böylelikle şairler kendini tekrara düşmez.

 

3.1.2.5.   Sanat ve güzellik

Sanat estetik unsurundan ayrı düşünülemez. Sanat ve estetik arasında organik bağ bulan şair, bu bağın güçlülüğünde güzellik unsurunu öne çıkarır.

“Tanrı’nın kişioğluna ve kişi kızına bahşettiği, emrine amade kıldığı bütün nimetlerde, bir estetik vardır; kusur akıbetine hemhâl olunabilecek mekân, zaman diliminde dahi kusursuz ve özgün bir güzellik nakşedilmiştir. O hâlde estetik ve güzellik kavramları, sanatın ana unsurlarından biri olabilir mi?”[119]

Öte yandan sanatı insana güzel gösteren içinde bulundurduğu heyecan ile ruhu coşturan yapısıdır.

“Sanat bir heyecandır; bir rûh velvelesidir denilebilir mi? Meselâ, siz de benim gibi bir musikide dalıp gider misiniz? Yahut bir romanın içerisinde kaybolur musunuz bazen? Siz de bir heykele elinizi uzatıp, dokunmak ister misiniz? Ya da bir tuvale yakından bakıp, renk cümbüşünü alelade bir telâş ile ayıklamaya çalışır mısınız? Ayrıntısına girmediğim ve isimlendirmediğim birçok sanat eseri, sosyal bir varlık olan aynı zamanda bir ruha sahip olan insan üzerinde etkiler, izler bırakır. Toplumlarla, hatta devletlerle bütünleşmiş sanat eserlerini, heyecana yer vermeden başka nasıl anlamlaştırabiliriz? Mısır Piramitleri, Eiffel Kulesi, Mona Lisa Portresi, Tac Mahal ya da Özgürlük Heykeli, listesini alt alta sıralayamayacağım birçok klasikler, müzelerde sergilenen antik eşyalar... Tamamı insanlar üzerinde bıraktığı etki, |heyecan neticesi sanatçısını aşmış eserlerdir.”[120]

Edebiyat bir bilim dalı olarak soyutlama, genelleme ve yorumlamalara yatkındır. Bu onu felsefeye yaklaştırır. Güzellikle ilişki kuran felsefe, güzellik ile edebiyat arasında da bir ilişki kurmuş olur. Güzellik, estetiğin konu alanıdır.[121] Estetik de şiire çeşitli muhtevalarla girer. Hakan İlhan Kurt’un şiirlerinde biçim formasyonu estetiğe katkı veren özelliklerdendir.

Metin Kutusu: Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S, 29, s.145.
109 Aşk Sofrasında Bağdaş Kuranlar. (2016). Edebice, S.4, ss.14-17.

Sanatta ahenk ölçülerinden biri ritimdir. Şiirdeki ahenk unsurlarından olan ölçü, bireysel ve toplumsal hayatın ritmi ve ahengiyle ilgilidir. Türk şiirine hâkim olan ses ve ritim, eski Türk hayatında aranmalıdır. Atların koşu biçimleriyle Türk şiirindeki vezinler arasında ilişki bulunur.[122] Ritim, bu yönüyle sanat ile yaşam fenomenleri arasında bir ilgi kurar. Hakan İlhan Kurt’u şair yapan en önemli ögeler ritim ve ahenk unsurlarıdır. Zira şair anneannesinden duyduğu namaz sûrelerindeki ses uyumu ve bütünlüğü ile sûreleri meydana getiren âyetler arasındaki kafiyeye dikkat kesilerek şiire ilgi duyar. Buradan gelen ilhamlaHakan İlhan Kurt, şiirlerinin mağrur, ritmik ve lezzetli olduğunu ifade eder.109 Kulağa hoş gelen ritim ögesi ile retorik arasında bir ilişki kurar. Birçok şiirinin bestelenmesinden yola çıkılarak bu ilişkinin güçlü olduğu görülür. Sanatçı birçok şiirini bestelenmeye hazır bir şekilde

düzenler. Değişik uyum unsurlarını mısralarına taşır. Mesela bir bendin ikinci mısrasında bulunan bir kelimenin ses unsurlarıyla dördüncü mısrasında yapılan kafiye bunu teşkil eden örneklerdendir:

Uzandım usul usul âğyârdan kalanlara

İhtimal soruyorum hükmü zâyi derinden Yüzüm çalgı çağanak bakışlarım kapkara Ne kadar umut varsa emzirip duruyorum Volkan dudaklarından nevbahar gözlerinden

(“Sorgu Dehlizi’nden Notlar-9”, Eleğimsağma, s. 166.)

3.I.2.6.    Sanat ile duygu ve idea

Şair idea ile duyguyu birlikte düşünür. Esasen bu Hegel’in felsefî düşüncelerine yakınlık arz eder. “Mutlak idealist filozof Hegel, dünya tarihinin tinsel bir zemin üzerinde geliştiğine vurgu yapar”[123] Bu yönüyle sanat hem görünen hem görünmeyen ile başka bir deyişle tinsel olanla ilişkilidir. Hakan İlhan Kurt’a göre duygu ve idea sanatın geleceği adına birbirinden ayrılmaz iki unsurdur.

“Nurettin Topçu, batan bir dünyâ nizâmının enkâzı üzerindeyiz derken, bir duygunun ve bir ideanın en vurucu realitesini ortaya koymuştur. Gerçeğin, iyinin ve güzelin kavgasına duranların, keskin ancak bir o kadar da naif değerler bütünü inşa etmeleri ve bunu bir düşünce çatısı altında olgunlaştırmaları gayet doğal süreçtir. Mesela bizim balballarla yahut yazıtlarla beyanda bulunduğumuz ölüm ve sonrası duygu ve idea örnekleri, Grek Uygarlığı’nda muazzam heykellerle ve stenlerlevücut bulmuştur. Sanatın yaşayabilmesi için duygu ve idea vazgeçilmezdir.”[124]

Platon’a göre idea teorisinde akıl ve gerçeklik birbiriyle özdeş iki unsurdur.

İdea yaratılmamış, yok olamaz, değişmez, hep kendisiyle aynı kalan, parçalanamaz bütünlerdir ve bunlara öz ile ulaşılabilir.[125] Esasen bu öznel bir durumu içerir. Sübjektivizmin itikadına göre, eşyayı algılayış biçimi sadece öz odaklıdır.[126] Hakan İlhan Kurt da en eski zamandan beridir değişmeyen bir idealar dünyasına inanır.

“İlk filozoflardan Thales’e göre Arche diye adlandırılan ilk madde sudur: Âlem, bir devinim içerisindedir. Ağaçlar ve otlar, sıcak ve soğuk, yeşil ve sarı... Yaşam bir sanat eseri ise su, yaşamın hammaddesidir. Suyun olmadığı yerde toprak direnemez, dallar kurur, otlar sararır; güneş, ölüm sessizliğini kuşanır. Dolayısıyla sanatın icrasında işlenmesi gereken bir madde vardır. Bu, elle tutulup gözle görülebilen bir şey de olabilir yahut tamamen zihnî bir veri de olabilir. Heykeltıraş için yontulan mermer, tiyatrocu

için sahne ve dekor, müzisyen için çalgı aleti ya da şairin hayalleri, dansçının figürleri, romancının kurguları sanatın maddî ve manevî hammaddeleridir; sanatçı bu hammaddeleri işlemek suretiyle sanatını ortaya koyar.”[127]

Sanatçının değişmeyen idealar dünyasına inanması onun poetikası ile yakından ilgilidir.

3.1.3. Sanat ve Gelenek

Gelenek çeşitli unsurları bünyesinde barındırır. Gelenek en genel anlamıyla tarih ve an ile ilgili olarak birçok (folklorik, sosyolojik ya da dinî) boyutlarıyla bir sürekliliğe işaret eder.[128] Konuyla ilintili Eliot, gelenekten söz edebilmek için öncelikle tarih şuurunun oluşması gerektiğini vurgular.[129] Öyleyse tarih ile gelenek arasında ilişki bulunur. Tarihin canlı yapısı şairin mısralarında kendini muhafaza eder.

Yas âyini değildir, başak veren şivânlar;

Târih açıp bağrını, vâkte gülümsemez mi?

Ocağımda, barkımda, alaz vurmuş civânlar:

“Sencek lider bir daha, nasıl gelir” demez mi?[130]

Tarihi, gelenekle ilişkisi ^düşünüldüğünde çok katmanlı olarak görmek mümkündür. Tarih, bu haliyle bütün parametreleriyle kozmosun dışında değil içindedir. Varlık, zaman ile değişme kavramlarıyla bir bütünlük içindedir.[131] Kültür, insanın tabiat, hayat karşısındaki başarılarının, üstünlüklerinin tabiata kazandırdığı anlamların toplamıdır.[132] Değişme olgusu bu noktada ortaya çıkar. Hakan İlhan Kurt’un gelenekle ilişkisi olumlu ve bu parametrelerle bütünlük içindedir. Gelenekle kurulan ilişki şairi canlı unsurlar içinde hem gelenekle hem de gelecekle problematiği olan bir tarih sistemi içine oturtur. Şair, tarihe sahip çıkışını şu mısralarla dile getirir:

Kim sahiplenir bilmem; yüklemi eskise de

Öznesi hiç eskimez kurduğum cümlelerin...

 

(Belemir, s. 11)

Gelenekle kurulan ilişki şairin bağlamsal açıdan dikkate aldığı “kültürel iktidar” kavramıyla önem kazanır. Bununla birlikte şair millî bir çizgiye yönelmiş olur.

Derim ki,

Yıllar var ki ağrımızdır,

Yanan bizim bağrımızdır.

Artık bu son çağrımızdır:

Sahip çık sen birliğine,

Ne mutlu Türk'üm diyene...[133]

“Kültürel iktidar” mefhumunu önemseyen şair, “Töre Marşı” adı şiiriyle

Türk milletinin törelenmesini yani, kültürünü koruyup kollamasını, yaşatmasını ister.

Yanıp yanıp tutuşan, yakıp duran köz benim,

Han-Mete’den Mehmet’e, akıp gelen öz benim,

Yalavaç Muhammet’ten din yücesi söz benim,

Törelenin Tanrı’yı, törelenip birleyin;

Mavi göğü gökleyin, yağız yeri yerleyin![134]

Sanat ile gelenek arasında kurulan organik bağ şairin varlık ve kimlik mefhumlarına dikkat çekmesiyle kendini gösterir.

“Eğer sözü uzatmak istemesem, ‘sanat nedir’ sorusuna cevaben manevî tasavvurun maddî yetenekle arzı, diyebilirdim. Lâkin öyle değil... ‘Tabiatın taklididir’ diyen de var, mağaralara ilk resimleri çizenlere inat; gün düşmüş kayalara tamgalar vuranlara rağmen ‘ideal ve kusursuz güzelliğin aranmasıdır’ diyen de var. Sanat hem ferdî, hem de içtimaî bir ihtiyaçtır: Etkisi altına aldığı fertler açısından ruhun estetik ve ahenk manifestosu, nüfuz tesis ettiği toplum açısından varlık ve kimlik beyanından ibarettir.”[135]

Nurettin Topçu idealizm kavramı üzerinde dikkatle duran isimlerden biridir.

Topçu’nun bahsettiği idealizmin antropolojik bakımından yansıyışı “isyan ahlâkı” kavramlaştırmasının eseri olan “idealist insan arayışı” çerçevesinde vücut bulur.[136]

Nurettin Topçu’dan hareketle ideal realiteyi arayan Hakan İlhan Kurt, sanat ile ideayı birbirine bağlı unsurlar olarak düşünür.

“Nurettin Topçu, batan bir dünya nizamının enkazı üzerindeyiz derken, bir duygunun ve bir ideanın en vurucu realitesini ortaya koymuştur. Gerçeğin, iyinin ve güzelin kavgasına duranların, keskin ancak bir o kadar da naif değerler bütünü inşa etmeleri ve bunu bir düşünce çatısı altında olgunlaştırmaları gayet doğal süreçtir. Meselâ bizim balballarla yahut yazıtlarla beyanda bulunduğumuz ölüm ve sonrası duygu ve idea örnekleri, Grek Uygarlığı’nda muazzam heykellerle ve stillerle vücut bulmuştur. Sanatın yaşayabilmesi için duygu ve idea vazgeçilmezdir.”[137]

Şair sanat ve ideayı birbirine yaklaştırırken duygu kavramını bu ikiliden uzak tutmaz.

3.1.4.    Sanat ve Siyaset

Birbiriyle uc noktalar gibi görünen sanat ve siaset arasında bir ilişki mevcuttur. “Sanatın ideolojik olmadığı düşüncesi, alabildiğine ideolojiktir.”[138] cümlesi sanatın doğrudan ya da dolaylı bir şekilde siyasetle formasyonunun olduğuna delalet eder. Sanat ile siyasetin dinamiğini sanatın “fikir” yönü oluşturur. Bu dinamiğin güçlenmesi sanatı bir araç konumuna getirir.

Barthes’in yaptığı “yazar” ile “yazman” ayrımı ideolojinin araçsallık boyutuyla ilgilidir. Burada yazman, yadsınmaz bir bilgi sunmakla görevlidir. Bu yüzden yazman dili araç olarak kullanır. Yazar ise tersine, niçini nasıl yazmalı hususuna indirger. Dolayısıyla dil bir amaç hâline dönüşür.[139] Yazar, ideolojisini yansıtan bir kişi vasfına bürünür.

Hakan İlhan Kurt, sanat ile siyaset arasındaki ilişkiyi doğrudan yansıtmaz.

Ancak kullandığı “kültürel iktidar” kavramı bu iki olgu arasında bir ilgi kurar.

Esasında bu, destan şairi olarak bilinen Hakan İlhan Kurt’un tarihi anlamlandırması ve bunda kültürü referans olarak alması ile ilişkilidir.

Sanatçı, Ülkücü hareketin sanatta ideolojik bir yapı olarak yer almasından yana olmakla beraber bu hareketin sanattaçok fazla yer alamayışından da yakınır.

“Gâzi başbuğun çok sevdiğim bir özdeyişi vardır: ‘vatanını en çok seven, görevini en iyi yapandır’. Özeleştiri yapmak gerekirse, hemen hemen her alanda iddia sahibi olan Ülkücü Hareket’in şu an en büyük boşluğu sanattadır diyebilirim. Özellikle güzel sanatlar alanında bir ilerleyiş kaydetmek elzemdir. Şiir ve edebiyat alanında ise, tarihimizden aldığımız büyük güç gençlerimize gerekli olan hızı verecektir, düşüncesindeyim. Velhâsılkelam her ne yaparsak yapalım, Türk milletinin mazisine dayanmadan bir anlam taşımaz. Bir yanı eksik, bir yanı müphem kalacaktır.”[140]

 

Sanatçı Ülkücü hareketin gelecekte çeşitli sanat dalları arasındaki konumuyla ilgili umut beslediğini de dile getirir.

“Ülkücü Hareket, her sohbette her mecliste ifade ettiğim gibi içinden nasıl her dönem Enver Paşa, Atatürk, Türkeş gibi siyasî-askerî dehalar çıkarmışsa; Erol Güngör, Dilâver Cebeci, Basri Gocul, Niyazi Yıldırım GenÇosmanoğlu, Hüseyin Nihâl Atsız ve nicelerini çıkartacaktır. 1980 İhtilâli’nden sonra ‘bitti’ denilen hareket, Türkeş beğin kutlu önderliğinde yeniden bir toparlanış dönemine girmiştir. Şu an öğrencisinden edebiyatçısına kadar her alanda söz sahibi olmak için yükselişte olan bir hareket görüyoruz. Bu yükseliş, iç terör dönemi diye tabir ettiğimiz 80 öncesi dönemde de vardır. O dönemin koşulları ne kadar çetin olursa olsun yükseliş engellenememiştir. Açık bir örnek istenirse, belki de haberdar olmadık gelişinden lâkin hiç beklemediğimiz anda toprağı çatlatan Aziz Sançar ismi yeterlidir. Bu yükseliş edebî ve sanatsal alanda da görülüyor elbette.” [141]

Şaire göre Ülkücü hareket, her zaman bir bayrak gibi teslim edilecek ve geleceğe aktarılacaktır.

3.2.    EDEBİYAT

3.2.1.    Şiir

Şiir tek bir hususi alana indirgenemeyecek oldukça geniş bir yelpaze içinde varlık gösteren bir uğraş alanıdır. Aslında bu olgu şiirdeki gerçekliğin, kişinin kendisinin ve kendisini çevreleyen şeylerin yaşam ilişkilerinden doğan unsurların çeşitliliğiyle ilgilidir.[142] Şiirin bu çok katmanlı yapısını düşünerek şiiri ayrı unsurlar etrafında işlemek daha açıklayıcı ve kapsayıcı olacaktır.

3.2.1.1.   Şiir ve sanat

Malzemesi kelime olan edebiyatın en önemli terimlerinden biri olan şiirdir. Sanat, insanın öteden beri doğuştan getirdiği güzele olan meylinin dışa yansımış müşahhas bir sonucu; duygu veya psikolojik dünyamızın kelime, nota, tuval, taş, mermer, tunç gibi malzemelerle olan bağıntısıdır.[143] Fonetik yani işitsel sanatlardan olan şiir, sanatla ilgisini bu noktada kurar.

“Sanat eseri veya estetik obje, bir var olan olarak ya bir yapı, ya bir heykel, ya da bir tablo veya şiirdir. O, bir yapı, heykel olarak taş, tunç veya odun, resim olarak bez veya kâğıt ve boya, şiir olarak da birer sesten başka bir şey olmayan kelimelerdir.”[144]

Her sanat eserinin sanatsal bir uğraş olmasında kullandığı araçlar bulunur. Burada şiirin sanatsal aracı kelimeler olarak ifade edilir. Hakan İlhan Kurt, “Nâzım, en yalın hâliyle bir san’atı ifâde eder; öyle ki, balmumu ile bağrı sırlanmış ipliğe

dizilen her bir tespih tanesi, bu bediî san’atın güzelliğine ve ayrıcalığına dâir birer şâhitlik vesikâsıdır.” diyerek şiirin bir sanat dalı olduğunu ortaya koyar.

Sanatın estetik yönü şiir alanında ifade bulur. Sanatın güzel ve dikkat çekici yönüne dair Hakan İlhan Kurt’un açıklamaları şu şekildedir:

Peki, Sanat bir heyecandır; bir ruh velvelesidir denilebilir mi? Mesela, siz de benim gibi bir musikide dalıp gider misiniz? Yahut bir romanın içerisinde kaybolur musunuz bazen? Siz de bir heykele elinizi uzatıp, dokunmak ister misiniz? Ya da bir tuvale yakından bakıp, renk cümbüşünü alelade bir telaş ile ayıklamaya çalışır mısınız? Ayrıntısına girmediğim ve isimlendirmediğim birçok sanat eseri, sosyal bir varlık olan aynı zamanda bir ruha sahip olan insan üzerinde etkiler, izler bırakır.[145]

Sanatçı şiir ile şuur arasında şiirin niteliği açısından hem anlam dairesi hem de çağrışım alanı noktasında bir izdüşümü bulur. Dolayısıyla şiir, diğer sanat dalları içerisinde farklı bir yerde konumlandırılır.

3.2.I.2.    Şiir ve şair

Her sanat dalının bir mimarı, işçisi olduğu gibi şiirin de bir şairi vardır.

Hatta bu şiir icrası için elzemdir. Şairin yarattığı şiiriyle ilgisi bulunan çeşitli fonksiyonları bünyesinde bulunduran bir yapısı vardır.

Ruh ile şair arasında bir bağlantı bulan Hakan İlhan Kurt, “Şairâne Ruh” başlıklı bir deneme tertip eder. Burada şiiri “ateşîn bir hürriyet”; şairi ise, bu “ateşîn hürriyeti renklendiren bir ressam” olarak değerlendirir.[146] “Şairâne Ruh” ifadesi ile şu açıklamalara yer verilir.

“Nâif ve oturaklı sözcüklerle bezekli ve zamana kafa tutabilecek bir şiirin temellendirilmesi, hem bilge, hem de savaşçı bir rûhun gereğidir; öyle ki, yitirilen değerler üzerinden bir varlık bütünlüğünün elde edilmesi oldukça güçtür, lâkin yitirilmek üzere olan değerleri yeniden işler kılmak ve bu işlerlikle hacmin ötesinde gözle görülmeyen ancak hissedilebilen bütünlük inşası ‘şâirâne rûh’ ile mümkündür. Hülâsa aslolan mevcudiyetin ötelerinde soluklanan hazları parsel parsel okuyucuya üleştirmek, en kutsal uğraşılardandır.”[147]

Sanatçıya göre şiir geçmiş ile geleceği birleştirme hususunda bir köprü ve şair de bu köprünün tek işçisidir. Köprünün harcı ise bahsedilen o “ruh”tur. Bu bağlamda şair ve ideal birbirini tamamlayan iki unsurdur. “Edebiyat milletin hafızası, şiir ise bu hafızanın en kâdim zikridir.”[148] diyen şair söz konusu “ruh”a göndermeler yapar.

 

Şairinin “müstakil coğrafyası” olarak tanımladığı şiiri[149], sübjektif bir yerde düşünür. Bu durum duygu ve düşüncelerini şiirleri vasıtasıyla ortaya koyduğu fikrini öne çıkarır.

Hakan İlhan Kurt, şair ile cevval kelimesi arasında organik bir bağ kurar. Cevval, davranışları çabuk ve kesin olan manasını taşır.[150] Şair ile ruh arasında kurulan bağlantıdan yola çıkıldığında cevval kelimesinin bilinçli olarak kullanıldığı görülür. Arka planda bu durum, ruhun gıdası olarak da düşünülen coşku kavramıyla ortaya çıkar.

Sanatçı, şairlik yetisinin bir maharet gerektirdiğini düşünür. Ancak bu maharet de yine, soyut bir kavram olan ruh ile bağlantılıdır:

“Maharet, ruhun bir izdüşümüdür. Zira cümle imkânlar bir meta kabul edilip hazır edilse, zanaatkâr ne kadar eğitimli olursa olsun, maharet söz konusu değilse, arz ve tesis edilecek ürün iğreti bir duruş sergileyecektir ve bütün mükemmellikler, ruhun öz mayası aşk öncülüğünde ve mahareti sevgi ile göz ve gönül aydınlığına soyunmuştur.”[151]

Hakan İlhan Kurt’a göre şairlik belli bir donanım gerektiren bir uğraş alanıdır. Çünkü şiir çeşitli fonksiyonları bünyesinde taşır.

3.2.I.3.    Şiir ve dil

Edebiyat malzemesi kelimeler olması sebebiyle her şeyden önce bir dil sanatıdır. Şiir dili, bir milletin gündelik yaşantısı içinde kullandığı ve başvurduğu ortak dil içinde önemli bir yere sahiptir.[152] Onun en önemli ifade vasıtası ya da malzemesi dildir.[153] Nitekim edebiyat da bir bilim ve sanat dalı olarak iki temel vasıtayı bünyesinde barındırır. Bunlardan ikisi de dille ilgilidir: İnsan ve dil. Öte yandan şiirin dille yakından münasebeti onu millî bir noktaya yükseltir. “Hammadde olarak önceden var olan bir sistemi, dili kullanır.”[154] Kullanılan dil, milletin dilidir.

Hakan İlhan Kurt’un şiirlerine bakıldığında şiirlerinde yaşayan canlı Türkçenin yanında arkaik denilebilecek kelimelere de yer verdiği görülür. Arkaik kelimelerin hâlen Çukurova yöresinde yaşadığını da belirten şairin gayesi bizim olanı bize kazandırmaktır. Bu noktada Goethe’nin, “bir dilin kudreti, kendine yabancı olan

şeyleri atmakla değil, onları yutup hazmetmekte gösterir” cümlesine kıymet verir.[155]

Şair için geçmiş bir hazine niteliğindedir.

Ona göre şiir dili yenilik ile de ilişkili olmalıdır. Dilde gelişim ve ilerleme yenilik ile mümkündür:

“Türk Edebiyatı’nın kendine özgü bir ‘şiir dili’ ve bu şiir dilini zenginleştiren ‘şiir sözcükleri’ mevcuttur. Güzellik yahut uygunluk, yakışıklık ve zarafet kavramları bu şiir sözcüklerinin etkin, bu şiir dilinin doğurgan kullanımı ile mümkündür”[156]

Dille ilgili hassasiyeti bulunan ve bunu kendi eserlerine yansıtan şair, şiirlerindearistokrat ve külfetli bir dilin aksine mümkün olduğu kadar öz Türkçe kelimelerle örülü sade, açık ve anlaşılır bir dil tercih eder.

Şiir ile dil ilişkisi arasına ahenk ögesini yerleştirir. “Ahenk, şiirin işitme duyumuza hitap eden boyutudur. Ses ve ahenk, şiiri nesirden ayıran en temel unsurlardan birisidir.”[157] Şaire göre söz saltanatının bu “manevi alametleri” şiiri ayrıcalıklı kılar.

Hakan İlhan Kurt, şiir ile ruh arasında bağlantı kurarken şiirin kendine özgü formlarına da dikkat çekmiştir. Bunu ise “râhle-î tedris” kavramıyla dile getirir.

“Demircinin körüğünde kızmış demire şekil vermek için ‘ruh’ yeterli midir? Elbette değildir. Demiri şekil alabilecek kıvama getiren ateşin şiddeti, örsün göğsündeki dayanma kudreti, her çekiç darbesindeki estetik ve bir düzlem boyutunda demirin alınteri ile yoğrulma disiplini... Ruh ile birlikte yılların dönemsel ve evrensel habbesinden sağılmış râhle-î tedris ile mümkündür. Bunda şüpheye düşüldüğü lahza, zannın kıyâmeti başlar.”[158]

Ona göre, “Dil ve his, şiirin ana kaynaklarındandır. Dil, millî bir unsurdur; his ise beşerî bir unsurdur.”[159] Bu hususla şiirin bir disiplin ifade arz ettiğini dile getiren şair, şiirin basit kelimelerle art arda sıralanmış kelimeler dizgesi olduğunu kabul etmez.

3.2.I.4.    Şiir ve özgünlük

18. yüzyıl itibarıyla sanat Aristoteles’ten bu yana taklit olarak tanımlanmaktan öte özgün bir kimliğe bürünür. Sanatçı artık taklit etme yeteneği olan bir zanaatkâr değil de yaratıcılık kisvesi altında bir anlam oluşturucu olarak toplum içinde yer bulur.[160] Aristo ve ortaçağ döneminin sanatı taklit olarak görmeleri yaratma unsurunun sadece Tanrıya özgü olarak kabul edilmesi, şairin ise olsa olsa

ancak bu güzelliği taklit etmesi fikri ile ilgilidir.[161] Öte yandan, Aristoteles şair ile tarihçi arasındaki farka dikkat çekerek şairin taklit unsurunu gerçekten olan değil, olması gereken şeklinde işlediğini belirtir.[162] Bu durum şiir ile özgünlük kavramlarını birbirine yaklaştırır. Şiir ile özgünlük arasındaki bağıntı Kant’ın yorumuyla da anlam bulur. Kant, güzel sanatların dâhilik ile olan ilişkisini belirtir. Dâhiliğin ise özgünlük gerektirdiğini ifade eder.[163] Bu durumda özgünlük, kolay elde edilemeyen bir kavramdır.

Hakan İlhan Kurt, şiirin sınırlarını millîlik boyutuna taşısa da şiirde özgünlükten yana bir görüntü çizer. Şiirde kümeler, biçim alışılmışın dışında da görünebilir. Hakan İlhan Kurt, bu meselede ise ulvî bir gaye arar.

“Şiir, şairin kendi âleminde özgürce hareket ettiği bir coğrafyadır desem, hata etmiş olur muyum? Ya bu coğrafyada soluklandığı her güne bir mahrem atfettiğini beyân etsem, ileri gitmiş olur muyum? En bâkir hâlleri ile sırladığı bu coğrafyadan derlediklerini kavramlara şifrelemek, başka bir ifade ile kavramları şairin kendisinin biçip diktiği urbasına büründürmek, ulvî bir gayenin neticesi olmaz mı?”[164]

Özgünlük kavramı şairde kelimelerle anlam kazanır. Hakan İlhan Kurt şiirde yeni kelimeler ve tamlamalar arayışı içerisinde olduğunu belirtir. Nitekim bir kısım şiirlerinde yer alan “bala beşik” kelime grubu buna örnek teşkil eder. Bu durum metaforik bir anlatımla şöyle ifade edilir:

“Düşünün ki, şair hüviyetimle ben bir antikacıyım. Coğrafyam, küçük bir antikacı dükkânı... Her sabah, besmelemle birlikte raflarımda unutulmak üzere olan sözcüklerimin tozunu alırım; Onları özene bezene yeniden raflarına dizerim. Birini dükkânımın önünden geçecek olanlara arz edecek olsam, içimdeki kıskançlık tığlarının verdiği batmaları umursamadan başka başka bakışlara mühürleyecek şekilde rafından alır, vitrine koyarım. İsteyen, vitrindeki herhangi bir sözcükte kendini bulur; ben ise bütün sözcüklerde kendimi yitiririm.”[165]

Şiiri, şairinin özgür hareket alanı olan “müstakil coğrafya”da konumlandırmış[166], okuyucusunun anlam huzmelerine bırakmıştır.

Şair, şiirdeki özgünlüğünü seçtiği konu ile ilgili de görür. Türk tarih ve kültürünü kendisine şiirde bir yol haritası olarak seçen Kurt,

“aşk üzerine yazılan bir şiirde birçok sözcük daha önce kullanılmıştır ve siz, şiir yazarken tekrara düşme kaygısı yaşarsınız; oysa, tarihi bir konu hakkında şiir yazarken, böyle bir kaygınız olmaz. Zirâ bu alan, henüz işlenmemiş hammadde hükmündedir; söz sanatlarının her türlüsünü rahatlıkla kullanabilirsiniz. Bir olayı, tarihi metin olarak okumakla manzum olarak okumanın farkına gelince tarihi metinlerin neden sonuç ilişkisi içerisinde değerlendirdiği konulara, olaylara ve şahsiyetlere, tarihi manzumlar

his ilâve eder. Ayrıca tarihi olay yahut şahsiyet, bu gibi çalışmalarla edebiyata kazandırılmış olur.”

diyerek tarih konusu işlenmemiş bir hammadde olarak görür. Bu yolla da özgünlüğü seçmiş olur. Bu yolla konu ve tema yönünden tekrara düşülmeme sağlanılır.

Şiirin özgünlüğüyle şairin yaratıcılığı devreye girer. Hakan İlhan Kurt’ta yaratıcılık düşüncesi sorunlara karşı sükûtun olmaması gerektiği düşüncesiyle şekillenir. Bu noktada şairin gam çekme nedeni şiir yaratma endişesindedir. Netice itibarıyla şair Mehmet Emin Yurdakul’un poetikasından şiirlerine yansıyan “milletin dertleriyle haykırmak”[167] fikri çerçevesinde düşünür.

Ona göre “gözden düşürülen yahut yitirilen değerler, hunharca katle mâruz kalan hisler, infazına hükmedilen vedialar ve öz varlığından koparılan ya da yozlaştırılan manifestolar, yaratıcı eylemi zorunlu kılar.”[168] Yaratıcı eylemden kastettiği, gerektiğinde şairlerin yönlendirici bir güç olarak toplumsal temalarla milletine hizmet etme durumudur.

3.2.I.5.    Şiir ve tarihsellik

Şiirin var oluş tarihi insanlık tarihi eskidir. Ancak destan dönemini bir kenara bırakırsak şiirde tarihi unsurların bulunması daha sonraları gerçekleşir. Edebiyatımızda tarihten ilham alarak şiir yazma Abdülhak Hâmid’le başlar.[169] Hakan İlhan Kurt, tarihten ilham alan şairlerdendir. Yayımlanan dört kitabının ikisinde destan formundan yararlanarak tarihten bir perspektif ortaya koyan sanatçı, şiiri tarihsel bir gerçeklik içinde düşünür.

“Tarihten Türk’ü çıkarttığınız zaman geriye bir şey kalmaz. Bu nedenle sağda solda boşuna didinip ilhâm aramaya gerek yoktu. “İnsan sevdiğiyle beraberdir” hâdisi neden Türk Tarihi’ni seçtiğime bir açıklama olabilir. Ömür vefa ederse Türk tarihinin daha birçok noktalarına ışık tutmayı istiyorum. Merhum Gökalp, “Sakın hakkım var deme, Hak yok, vazife vardır” diyor. Türk’ün vazifesi kâinat güzelleştiği zaman bitecektir.”[170]

 

Şiirin tarihten ilham alması gerektiğini düşünen sanatçı, bu yolda destan şairliğini önemli görür. Tarihiyle övünç duyulası bir milletin, destan şairliği çıkarma konusundaki zayıflığına ise anlam veremez:

“Derin bir tarih, geniş bir coğrafya ve köklü bir edebiyat... Türk Milleti’ni, diğer dünya milletleri ile mukâyese ettiğimizde ya da oranladığımızda, Türk Destan Edebiyatı’nın zirvede olması gerekmez miydi? Ancak Basri Gocul, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu isimlerine Fazıl Hüsnü Dağlarca, Arif Nihat Asya ve Dilaver Cebeci isimlerini de eklesek, toplamda 5 destan şairi çıkarabilmişiz. Bu konuda bir daralmışlık ve atalet var. Niyazi Yıldırım Gencosmanoğlu’nun bir söyleşisinde rastlamıştım: Ya konu biterse imalı bir soruya Gencosmanoğlu, Türk Tarihi’nde yazılacak daha çok konu var, diye cevap vermişti. Evet, yazılacak çok konu var Türk Tarihi’nde... Bu, bana da yeter, benden sonra gelecek olanlara da. Tann’nın bahşettiği bir ilhâmı, millet yolunda fedâ etmekten başka ne yapabilirdim ki?”[171]

Esasında sanatçının destan şairliğinin azlığından duyduğu bu şikâyet sadece bir sitemdir. Çünkü Türk’ün her dönemde destan şairi çıkaracak gücünün olduğunu ve bunu da başardığını da beyan eder.[172] Bu noktada Türk’ün tarihi övünç duyulasıdır.

Tarih bir sürekliliği arz eder. Değişimlerin yanı sıra sürekli şeyler de bulunur. “Soy yapıtlar” denilen şeyler zamanla yeni anlamlar, yeni boyutlar ve yeni yorumlar kazanarak çağdaşlığını yitirmeyip tarihle iç içe bir görüntü sergiler.[173] Hakan İlhan Kurt, bu “soy yapıt” ifadesine ulaşmayı arzu eden bir şairdir.

Şiirdeki tarihsellik olgusu gerçeklik olgusuyla da bir bütünlük arz eder. Bu gerçeklik aynı zamanda hem somut bir anlayışı hem de insanın sezgileri, tasarıları ve izlenimleriyle yüklü soyut bir ifadeyi temsil eder. Hakan İlhan Kurt’un şiir kaynağı bu iki gerçekliği de yansıtır. Bu gerçeklikler şairi yine, millîlik sınırlarına çeker:

“Şiir yaşanmışlık ister, acı ister, mücadele ister, kaderin kadehinden tatmışlık ister. Türk Edebiyâtı’nın harcı, Türk’ün kültürel ve sosyolojik unsurlarından ibârettir. Bu, evrensel anlamda diğer unsurlara kapalı olduğu anlamı taşımaz. Edebî çalışmalarda bütünleyici olmak, entelektüel bir sınıfımızın oluşmasında etkin rol oynayacaktır. Kör ve bağnaz rüzgârların esiri olmak ne derece vahim bir hâdise ise, felsefî çıkmazlarda bir edebiyata kimlik kazandıran özvarlığı inkâr etmek de bir o kadar vahim bir hâdisedir. Felâketimize sebep olacak anlayış, bu anlayıştır. Şu da çok iyi idrâk edilmelidir ki, edebiyatımızın bağrında bütün kutsallarımız konusunda birini dahi ziyân etmeden ayrımcı olmak, izzetimizdendir.”[174]

Sanatçı tarih, gerçeklik ve kültür olgularını birlikte düşünerek şiirde bunların gerekliliğine vurgu yapar.

 

3.2.2.    Edebiyatın Diğer Bilimlerle İlişkisi

Edebî türler kapalı sistemler değil, birbiriyle ilişkili, karşılaştırma özelliği bulunan ve türlerin kapsam alanını da genişleten bir sistem içindedir.[175] Bu sistem edebiyatla diğer bilimlerin karşılıklı etkileşimine zemin hazırlar. Hakan İlhan Kurt, edebiyat ile çeşitli bilim dalları arasında ilişki kurar.

“Edebiyat tarihle, coğrafyayla ve sosyolojiyle olan ilişkilerini tesis eden iletişim merkezidir; tema edinilen tüm hammaddeler yaşatılacak olan kültüre aittir ve üretilen tüm ürünler yine aynı kültürün zaptı altına alınır. Bütün gâye, kültürel varlığı ve değerleri zamanın ötesine taşımaktır.”[176]

Edebiyatın tarihle, coğrafyayla ve sosyolojiyle iç içe olduğunu düşünen şair, bunları kültürel bütünlüğün en önemli unsuru olarak yorumlar.

3.2.2.I.    Edebiyat — tarih

Platon’dan beridir edebiyat ile gerçeklik arasında bir ilişki olduğu görülür. Nitekim Platon, edebiyatta yalanın olmaması, gerek insanlar gerekse Tanrılar hakkında doğru şeylerin anlatılması gerektiğini ifade eder.[177] Bu bağlamda edebiyat ile tarih arasında yüzyıllardır kuvvetli bir ilişki vardır. Bunda ise iki bilim sahasının da konusunun insan ve onun serüvenlerinin olması ve edebiyat ile gerçeklik unsurunun bir formasyon ilişkisine sahip bulunması etkilidir. Edebiyat ile tarih arasındaki bu yakın ilişki edebiyat tarihi diye adlandırılan ayrı bir bilim sahası vücuda getirir. Bu alanın tarihi seyrine bakıldığında 19. yüzyılda Batı’da gelişim gösterdiği görülür. Rene Wellek[178] bu sahaya öncülük eden kişilerdendir. Türkiye’de bu sahada birçok isim tarafından çalışmalar kaleme alınır. Bu isimlerden biri olan Ahmet Hamdi Tanpınar, On Dokuzuncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi[179] adlı eserinde Tanzimat dönemi ve sonrasını kapsayan tahlil ağırlıklı bir eser konumunda çalışma sunar. Özellikle Lanson’un açtığı yolda ilerleyen Fuat Köprülü ise kendisinden sonra gelenlere yol göstererek edebiyat tarihini sistemli hâle getiren isimdir. “Milliyetçilik kuramlarından birini geliştiren Anthony D. Smith’in temel tezi, modern milliyetçiliklerin geçmiş etnik topluluklar ve bağlılıklar ele alınmadan

anlaşılamayacağıdır.”[180] Edebiyat tarihi çalışmalarına başlangıçtan itibaren bakıldığında çalışmaların bu tez ile örtüştüğü görülür. Nitekim bu çalışmalar tarihten ve kültür unsurlarından ayrı düşmez. “Edebiyat tarihinin olmazsa olmaz bir koşulu da edebiyat metinlerini iletişimsel ve kültürel belleğin araçları olarak görmektir.”[181] Bunu sağlayan türlerden biri olarak destanlar zikredilir. Zira destanlar da bir kültür ürünü olarak doğar.

Hakan İlhan Kurt, bir destan şairi konumunda tarih ile edebiyat arasındaki ilişkiyi şiirsel perspektifle okuyuculara sunar. Destan şiirinin farklı niteliklere sahip olduğunu belirtir:

“Destan Şiiri, metodolojisi ile müstesnâ bir konumdadır; bilgi edinme, kronoloji tertibâtı ve kullanılan dil açısından esâsen epik şiir türünden de ayrı bir sınıflandırılmaya tâbi tutulması zarûrettir. Vınlayan her okta, çekilen her kılıçta ve atılan her kurşunda ritmik ve estetik bir figür yakalanabilir. Sadece güzele yazılmaz şiir.”[182]

Ona göre destan şiiri, tarihi olaylarla ilişkili olarak olaylar karşısında milletlerin tavrını ve duruşunu göstererek kültürel kodların ne olduğu sorusuna cevap verir. Şair destan şiirini “millî hafızanın önemli dipnotlarıdır.”[183] şeklinde tanımlayarak Kalevala Destanı’nın yeryüzünden silinme noktasına gelen Fin Milletini ve devletini yeniden doğurduğuna da dikkat çeker.[184] Bu yönüyle edebiyat, tarihi hem etkiler hem de ondan etkilenir.

Mısralarında Türk tarihinde yer alan çeşitli devletlerin izlerini bulmak mümkündür:

Bir Kök-Türk alfabesi, bir Selçuklu mavisi,

Figürü derli toplu, Türk-Türkmen betiğiyim;

Ay ata, Atsız Ata, tamgaların ravisi,

Gerilmiş destanların en kavi tetiğiyim.[185]

Hakan İlhan Kurt’un şiirlerine tarih olgusu bilinçli yansıtılır. “Hatırlamak, geleceğin temel kurgusunu oluşturan eylemdir.”[186] Şiir ve edebiyat alanında ise tarihi, gelecek nesiller adına bir güç unsuru olarak kabul eden şair, edebiyatın Türk

milletinin mazisine dayanmadan bir anlam taşımayacağı kanaatindedir.[187] [188] Edebiyatın roman sahasının da tarih ile ilişkili olması gerektiğini savunur. Bu yolda Hasan Erimez’in etkin rol aldığını belirtir.

Demirdağın Kurtları ve Kutlu Kağanlık romanları ile Hasan Erimez karındaşımız, târihî romancılığımıza Hüseyin Nihâl Atsız’dan sonra ciddi anlamda bir soluk olmuştur.

Tarihimizden almış olduğu hız ve haz, bu gücümüzün en etkili silahıdır.”

Tarih, “yaşanmış geçmiş” olarak kabul edildiğinde tarih kavramı sadece beşeriyete mahsur kılınır. Oysa tarihin kozmik bir yapısı da vardır.[189] Tam da bu noktada tarih ile edebiyat birlikteliği, edebiyat ile sosyoloji arasında bir bağlantı kurar. Ancak burada şunu hatırlamak gerekir: Kurmaca ile gerçeklik arasında bağıntısını tarih kitabı ile tarih romanı ilişkisi gösterir. Yani yaratıcı yazarın estetik kaygılarla hayal gücü zenginliğini ortaya sererek gerçekliğe katkıda bulunma yetkisi bulunmaktadır.[190] Hakan İlhan Kurt bu yapıyı destan şiirlerinde hamasî ve bediî üslubu lirik bir tabanda işleyerek okuyucuya verir. Bunda destan formunu kullanarak millî benliğe katkıda bulunma isteği bulunur.

3.2.2.2.   Edebiyat - sosyoloji

Sosyolojinin toplum bilimi olması edebiyatın da bir yönünün toplum olgusuna dayanması ikisi arasında bir etkileşim meydana getirir. Şiir ile toplum arasında bir ilgi bulan Hakan İlhan Kurt, insanlığın ilk gününden itibaren bunun var olduğunu düşünerek bu konudaki görüşlerini şöyle beyan eder:

“Şiir beşerî bir sükûnet, toplumsal bir haykırıştır; ferdî anlamda bir râmiyeti, sosyal anlamda bir başkaldırıyı ifade eder. Sahiplenme içgüdüsü, beşeriyet ve cemiyet adına varlık beyânını ve kavgasını doğurmuştur. Hâl üzere mağara duvarlarına yakılan ilk resimler, günyanığı kayaların yüzlerine vurulan ilk tamgalar ve toprağın böğrüne işlenen ilk figürler şiir adlı tohumun kabuğunu çatlattığı lahzadır. Dolayısıyla şiiri yazının icâdıyla ele almak, hatalıdır.”[191]

Sosyolojinin edebiyata yönelik faaliyetleri sosyolojinin edebiyatı toplumsal bir süreç olarak görmesinden kaynaklıdır.[192] Sanatçı, edebiyatla toplumu iç içe görerek şiirinin toplumsal bir ürün olduğunu dile getirir. Edebiyat ile toplum arasındaki yadsınamaz ilişki araştırmacıların ilgi odağı olur.

“Çoğu durumda kendisi de bir okuyucu olan yazar, edebiyat çevresine aittir ve düşünce ve yargı alışverişine katılır. Kendisinin edebiyat dünyasından ayrı yaşadığı veya tamamen farklı sosyal dizgelerde yaşadığı birkaç örnekte bile edebiyat çevresinin kendi

eserlerine yönelik tepkisinden ve kendisinin o çevreden etkilendiği bilgisinden kaçamaz.”[193]

Edebiyat toplumun ifadesidir. Bu ifade görünür bir şekilde yapılır.[194] Destan şiiri çalışmalarıyla şair, toplumun tarihi bir kesitine ayna tutarak aslında toplumu yansıtır. Bu tarihi perspektiften toplumun o dönemdeki yaşayışı, kültürü, inancı gibi çeşitli toplumsal unsurlara rastlamak mümkündür. Bir milletin ve kültürünün gelişiminde edebiyatın önemli bir konumda bulunduğu su götürmez bir gerçektir. Çünkü edebiyatın konusu insan, malzemesi ise dildir.

3.2.2.3.   Edebiyat - coğrafya

Coğrafya ve edebiyat, sürekli olarak etkileşim ve karşılıklı üretim içinde olarak birbirlerini etkileyen iki ayrı bilim sahası olarak dikkat çeker. Coğrafya, edebiyat eserlerine özellikle mekân ve içerik bakımından aktarım sağlamakta öte yandan edebî eserler, kurgulandıkları dünyanın coğrafyasına egemen olmaktadır. Bir edebî eserin ait olduğu coğrafyanın hususiyetlerini taşıdığı da muhakkaktır.[195] Bu da edebiyatın millilik boyutlarındandır.

“İnsanın yaşadığı mekânla bütünleşmesi, vatan adı verilen bu mekânın tarihi ve kültür değeriyle kaynaşması; coğrafyaya ait imkânları, sözü edilen kültür ve tarihi değerlerden hareketle insanîleştirmesi gerekir.[196]

Kültürel bütünlüğün en önemli unsurlarından biri olarak görülen edebiyatın coğrafyayla ilgisi görülür. “Derin bir tarihin, geniş bir coğrafyanın ve köklü bir edebiyatın haykırışını muhteva ettiğini savunan”[197] Hakan İlhan Kurt, bu geniş coğrafyayı şiirlerinde yansıtmaya çalışır. Destan şiirlerinde Türklerin önemli yaşam alanı olan bozkır düzenini ortaya koyar.

At sürüp bozkıra, çayır çimene, Vuruş meydanında, uluğ kömene, Alaca yeminli dokuz tümene (Köl Tigin Ünlemesi, s. 8)

Turan idelaine sahip Hakan İlhan Kurt’ta vatan coğrafyasına umumî bir bakış vardır. Şiirlerinde diğer Türk ülkelerini de bulundurması buna delildir.

 

3.2.3.    Edebî Şahsiyetler

Şairin Harold Blomm’un bahsettiği etkilenme endişesiyle ilintili yakınlık duyduğu şairler olmakla birlikte kimi zaman şiirlerinde atıfta bulunduğu ve kimi zaman da söyleşilerde bahsettiği belli başlı şairler bulunur.

Bir destan şairi olan Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu Gençosmanoğlu, şair ve yazar kimliğini Türk tarihi ve kültüründen esinlenerek oluşturur. Bu yolda destan şairliği kimliğiyle ün salmış olup kendinden sonra yetişen destan şairlerine de öncü olur. Bu isimlerden biri Hakan İlhan Kurt’tur. Kurt, “Ya konu biterse imalı bir soruya Gençosmanoğlu, Türk Tarihi’nde yazılacak daha çok konu var, diye cevap vermişti. Evet, yazılacak çok konu var Türk Tarihi’nde...”[198] diyerek Gençosmanoğlu’ndan hem eser hem de poetika bakımından etkilendiğini dile getirir. “Sanatta hedef, söz konusudur. Hedefi olmayan sanat, aynı zamanda anlamı olmayan bir meşgaleden ibarettir.”[199] diyen Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Hakan İlhan Kurt’u sanatın ereği noktasında da etkiler. Buradan hareketle Kurt, “Bütün gâye, kültürel varlığı ve değerleri zamanın ötesine taşımaktır.” diyerek sanatı kutsî bir amaç üzerine oturtur. Bununla birlikte “Türk Edebiyatı’nın harcı, Türk’ün kültürel ve sosyolojik unsurlarından ibarettir.”[200] ibaresinde bulunan sanatçı, kültürel unsurları ve toplumsal içerikleri şiiri için gerekli bulur.

Her milletin kendine ait bir zihin kümesi bulunur. Milletin sürekliliği için ise bu kümeler değerlidir. Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, milletlerle insanlar arasında bir benzerlik bularak “Dünü hatırlayamayan bir insan, bugünün manâsını anlayamaz. Yeni doğmuş bir çocuk nasılsa, öyledir. Hafızasızlık devam ettikçe, çocukluk da devam eder.”[201] tümcesiyle kolektif bilinçaltına vurgu yapar. Hakan İlhan Kurt da benzer bir düşünce yapısıyla Türk milletin mazisine dayanmadan oluşan bir edebiyatı değerli bulmaz.[202] Bu düşünceyle tarihi, nazım formunda işler.

Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nun yanında Basri Gocul’a da kıymet veren ve bu ikisine minnet duyduğunu belirten şair, son yüzyılda yaşanılan gerileme ve sallantıların, Türk milletinin özgüvenini sorgulamaya başlamasıyla sonuçlandığını

bildirir. Böyle bir dönemden sonra Bilge Kağan edasıyla, gereken titreme ve kendine dönüşün, bu iki büyük Türk şairi tarafından yeni nesle tarih formuyla aktarılmaya çalışıldığına dikkat çeker.[203] Şair aynı titizlik içinde sanat gayesini ortaya koyar.

Sanat bir yapı içinde seyreder. Sanatı bir kural çerçevesinde “eğitim işi” olarak gören Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu[204] Hakan İlhan Kurt’u bu noktada da etkiler. Zira şair, Türk edebiyatında ilkelerle örülü bir nizamın varlığından bahseder.[205] Bu hâlde Türk edebiyatı, hem maddi hem manevi formda belirli bir şemaya sahip millîliği simgeleyen bir sahadır.

Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, destanları milletin en yüksek duygu, düşünce ve isteklerini ifade eden bir tür olarak yorumlar. Bu konuda, bir İngiliz şairinin şu sözünü hatırlatır: “Bir kahramanlık şiiri, şüphesiz ki, insan ruhunun başarabileceği en büyük eserdir.”[206] Destan şairliğine önem veren ve bu yolda yetişmiş şairleri değerli bulan Hakan İlhan Kurt’un şiire yaslandığı form bu düşüncelerde gizlidir.

Şairin poetikasını oluşturan bir başka önemli isim Ziya Gökalp’tir. Ziya Gökalp, “Romantik duygular hâlinde başlayan Türkçülük ve Turancılık akımını siyasî, iktisadî ve kültürel sahada sistemleştirmiştir.”[207] Hakan İlhan Kurt, Turancılık fikrini savunanlardan biri olarak ondan etkilenir. Ziya Gökalp’in Türkçülüğün Esasları adlı kitabından hareketle, “Hak yok, vazife vardır, Türk’ün vazifesi kainat güzelleştiği zaman bitecektir.”[208] ibaresini kendisine şiar edinir.

Etkilenilen bir başka isim Yahya Kemal Beyatlı’dır. “Yahya Kemal, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın da belirttiği gibi ‘yeninin ve millî olanın bayrağı’dır.”[209] Türk edebiyatının önemli isimlerinden biri olan Yahya Kemal, ruh ile bedenin bir bütün olmadığını belirterek asıl ezelî olanın “ruh” kavramı olduğunu ifade eder.[210] Zaman konusunda Bergson’dan etkilenen Tanpınar, “Bu günün rüzgârında yıkanan mazi

gülü”[211] mısraıyla bu etkilenimin tezahürünü veren şiirlerinden birini oluşturur. Yahya Kemal de Tanpınar etkisiyle bu zaman kavramını benimser. Bu benimseyiş zamana geçmiş ile gelecek arasında bağ kuran soyut bir kavramı köprü olarak temel tutar. Bu bağlamda sanatçı “kültürel iktidar” kavramını Türk edebiyatı için değerli bulur.

Şair, Yahya Kemal’i çeşitli şekillerde anar. Hatta Hakan İlhan Kurt’un ismi farklı konulu şiirlerde Yahya Kemal’i anan şairler arasında zikredilir.[212] Söz konusu mısraları Yahya Kemal şiirlerinde çokça geçen motifleri içerir. Mesela hayal, rint kavramları bunlardan biridir. Ayrıca Yahya Kemal muhayyel tarih ve medeniyet ile geçmişi “an”a taşıyan bir şair olarak bilinir. Birçok şiirinde olduğu gibi “Bir Tepeden” şiirinde de hayal ile rüya unsurları birlikte bulunur. Bu şiirin ilk mısralarında bir tarih özlemi duyulur.

Rüya gibi bir akşamı seyretmeğe geldin

Çok benzediğin memleketin her tepesinde.

Baktım: Konuşurken daha bir kere güzeldin

İstanbul'u duydum daha bir kere sesinde[213]

Hakan İlhan Kurt, Beyatlı’nın en ünlü şiiri “Sessiz Gemi” şiirine de son mısrada dikkat çeker. Yine bu mısralar Yahya Kemal’in lirik üslûbunu anımsatır.

 

pencereler perdesiz zil-zurna ve kör-kütük

yığılır sokak sokak eflâtun dilli rintler

alınları mühürlü bakışlarında bir yük

kor alemler sığdırır nakış nakış hayâle

güzelliğin gülizâr gün karartır her seher

sessizce son gemiden bakan Yahya Kemâl’e

(“Şehrin Siyah Düşleri ve Perdesiz Pencereler”, Eleğimsağma, s. 98)

Bahattin Karakoç, Hakan İlhan Kurt’u etkileyen isimlerdendir. Şairin Eleğimsağma adlı kitabı Bahattin Karakoç’tan alınan iki mısrayla başlar. Şair bu mısralar girizgâhıyla “Seni Çağırıyorum” adlı şiirini oluşturur. Bu minvalde Karakoç, ona ilham veren şairlerden biridir. Birçok şiiri farklı formlarda bestelenen Karakoç, geleneksel şiirden gelen estetik değerlere önem verir. Hakan İlhan Kurt şiirleri aynı ritme ulaşmaya çalışır.

Faruk Nafiz Çamlıbel etkilenilen bir başka isimdir. Memleketçi edebiyatın en önemli simalarından biri olan Çamlıbel’den, kalemini bir ideal uğruna kullanan Hakan İlhan Kurt’un etkilenmesi olağandır. Faruk Nafiz Çamlıbel şairin yine bir girizgâh yöntemiyle şiirlerinde dikkat çeken isimlerden biridir. Çamlıbel’in “Arz-ı Mukaddes”[214] şiiri girizgâh için seçilen şiirdir. Bu şiirde iki tezat unsur dikkat çeker. Şair kutsî sayılan değerleri ve bunları işleyen kişileri değerli bulur. Şiirde Doğu-Batı arasındaki çatışma belirgindir. Çamlıbel’in “Sanat” şiirine bakıldığında ise bu çatışmanın daha açık olduğu görülür.

“Bir ömür gömdük o üç bu’du serap ellere biz

İşledik çöllere bülbül ve gül efsaneleri

Tilkiler diktiğimiz bağlara sahip çıktı

Kargalar topladı hep döktüğümüz taneleri”

(Faruk Nafiz Çamlıbel)[215]

Hakan İlhan Kurt, “Öyle Bakıp Da Durma Gülizar Gitmeliyim” şiirine bu alıntı ile başlayarak Çamlıbel’in bahsettiği kutsîlikleri işleme yoluna gitmesi gerektiğinin izlenimini verir. Yalnız, bunu daha örtük bir anlatımla, tasvirî kelimelerle ifade eder.

 

Öyle bakıp da durma Gülizar gitmeliyim Tınaz nehir artığı ve yoz kanyon batığı Karınca adımında mahcup düşmüş bir erim Ve bozulmuş yuvayım dört bir tarafı afif Buzullar emzirirken yanağım güz yanığı Doğar vakte aniden gülüm elif elif

(“Öyle Bakıp Da Durma Gülizar Gitmeliyim”, Eleğimsağma, s. 36.)

Faruk Nafiz, Şükufe Nihâl Başar ile aşk yaşamıştır. Bu aşkın kırgınlığı sonucunda ise “Allah’a Ismarladık” şiirini kaleme alır. Hakan İlhan Kurt, onun bu şiirine “Şehrin Siyah Düşleri ve Perdesiz Pencereler” başlıklı şairlere telmihte bulunduğu şiirinde değinir.

perdesiz pencereler çiçekler salkım saçak gülizâr dudakların zindanım olur birden kum tepeleri sarar dört bir yanımı tutsak

düşer soluk alışım oluk oluk dehlizde

gülizâr çiy damlası açılır mil mil yelken allaha ısmarladık derken faruk nafiz’de

(“Şehrin Siyah Düşleri ve Perdesiz Pencereler”, Eleğimsağma, s. 98.)

Hakan İlhan Kurt sözü edilen “Şehrin Siyah Düşleri ve Perdesiz Pencereler” başlıklı şiirinde birçok şaire o şairin bir şiiri vesilesiyle değinir. Bu isimler aynı zamanda şairin ilgisini çeken ve yolundan gittiği isimlerdir. Bu kişiler sırasıyla Ahmed Arif, Ümit Yaşar, Ülkü Tamer, Necip Fazıl, Cemal Safi, Nihâl Atsız, Sezai Karakoç, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Yahya Kemal, Bekir Sıtkı, Faruk Nafiz’dir.

Şair, Hüseyin Nihâl Atsız’dan söz konusu şiirde “atam, Atsız Ata” diye bahseder. Nitekim Ülkücü hareket yolunda özellikle Erol Güngör, Dilâver Cebeci, Basri Gocul, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Hüseyin Nihâl Atsız isimlerine kıymet verir.[216] Atsız’ın yazdığı şiirlerden “Geri Gelen Mektup”a atıfta bulunur.

şehrin siyâh düşleri tuttuğum her şey zerrin ay aydınlık göğsünden atıl bir gök tabiât ve sızlar yalnızlığım kanatlanmış bir Laçin

 

saldırır fütursuzca can havli ve son hızla

ah gülizâr depreşir evvelimden bir san’at

geri gelen mektupta atam Nihâl Atsız’la

(“Şehrin Siyah Düşleri ve Perdesiz Pencereler”, Eleğimsağma, s. 97)

Hüseyin Nihâl Atsız’ı anma gayesiyle “Atsız Ata Betiği” isimli şiir kaleme alan şair, şiirlerini onun ideolojisine mecra kıldığını duyurur. Şüphesiz şairin en çok etkilendiği isimlerden biridir. Etkilenmekten öte onun izini sürmek, adını yaşatmak gayesiyle iç içedir. Hüseyin Nihâl Atsız’ın Türkçülük konusunda önemli bir isim olması bu hususta etkilidir. Turan ideolojisine sahip Hüseyin Nihâl Atsız, Hakan İlhan Kurt’u bu konuda da etkiler.

Doruklar, ak doruklar, genç kız gibi ve hatta

Emzikli anne gibi umudunu büyütür.

Ay ata... Atsız Ata... Tutunduğum hayatta,

Beni ruhundan başka hangi maden öğütür?[217]

Hakan İlhan Kurt’un sanat ve şiir hakkındaki görüşleri poetikasını ortaya çıkarır. Şair bu poetikayla ilgisi bulunan birçok isimden etkilenir.

 

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

ŞİİRLERİNİN İÇERİK BAKIMINDAN İNCELENMESİ

4.1.    TEMALAR

Muhteva kelimesi “içerik” anlamıyla da karşılanır. İçerik de konu ile ilgilidir. Bu kavram şiirin ne demek istediğini belirtir. Şair, şiirde kullandığı konuya yönelik unsurları kendi birikim süzgecinden geçirir.[218] Bu birikim süzgeci ise her şairin işlediği tema olarak şiire yansır.

Hakan İlhan Kurt şiirleri geniş bir muhtevaya sahiptir. Toplumsal konuların yanı sıra bireysel konulu şiirleri de kitaplarına seçen şair, bir destan şairi kimliğiyle tarihi konuları da mısralarına yansıtır.

Şairin en çok işlediği konular temel alınarak şiirleri iki başlık altında incelenecektir.

4.1.1.    Bireysel Temalar

Şahsî duygulanmaları içeren bireysel temler genel olarak Hakan İlhan Kurt’un destan şiirlerini içeren kitapları haricinde ele aldığı şiirlerinden oluşur. Bu duygulanmalar bazen iç içe geçmiş bir hâlde bulunur. Yani aşk teminin ele alındığı bir şiirde özlem duygusunun da yer alması mümkündür. Fakat şiirlerini tema yönünden ayrı başlıklar hâlinde bir tasnife tabii tutmak daha doğru olacaktır. Bireysel teme hâkim olan şiirlerinde okuyucuya haz verme amacı güdülür.

 

4.1.1.1.   Aşk

Aşk mefhumu, Hakan İlhan Kurt’un şiirlerinde en çok işlediği temlerden biridir. Şair aşkı, özgürlük, tutku, ölümsüzlük unsuru gibi çeşitli niteliklerle birlikte düşünür. Aşkı anlatmak için zaman, tabiat gibi çeşitli imge unsurlarını kullanır. Şiirlerini aşkını dile getirmek için bir araç olarak kullandığını belirtir. Aşkı, sıkıntı duygusuyla beraber de işler. Aşk temişiirlerine üç şekilde yansır. Bunlar Allah aşkı, vatan aşkı ve beşere duyulan aşktır.

Aşkın sınırı ya da coğrafyası yoktur. Aşk, kalplerde tutsak olsa da aslında özgür bir konudur. Her yaştan insana hitap eder ve her kesime seslenir. Hakan İlhan Kurt, aşkı bu hususiyetlerle anar. “Deryâdil Duruş” adını taşıyan şiirinde “Her coğrafya bilir de gömülür mabedine”[219] mısraıyla aşkı evrensel bir yapı içinde düşünür.

Her coğrafyada aşkın hüküm sürdüğünü bilir. Aşka bağlılığını dile getiren mısralar kaleme alır. Çünkü aşk, şair için ilgi ile karşılanan bir haberdir. “Göğün Bedir Vakti” adlı şiirinde “aşkın havarisiyim”[220] ifadesiyle aşkın izini sürdüğünü belirtir. Ona göre dil, hislerin tercümanı olarak histen daha da ötesini nazarında halk eder.[221] Aşkın bu kutsiyetinden ötürü elbette bir formu da bulunur. Öte yandan şair böyle bir aşka özlem duyar. Bir şiirinde bu aşk isteğini duymak mümkündür.

titrer durur dizlerim, peşinde iz sürünce;

duyduğumda sesini, kıyâmım yelyepelek...

uzaktan dahi olsa nüzhetini görünce,

benzim dehre yaslanır, uğraş tutarım gökle...

bir kez aç pencereni, ruhumu içine çek;

o mahmur gözlerinle, beni aşka sürükle...

(“Beni Aşka Sürükle”, Eleğimsağma, s. 26.)

Sanatçı aşkı bir yaşam kaynağı ve pınarı olarak görür. Bu pınardan su içmeyenler, yani aşkı tatmayanlar ona göre hayatın içinde değildirler. “Nefes Almak Yaşamak Mı” başlıklı şiirinde sevgili, âşığa yaşam bahşeden biridir. Zira aşk bir yaşam tutkusudur.

 

Kimi mısralarında sevdasını doğa ile bütünleştiren şair, tabiata ait unsurları şiirlerine ilham kılar. Aşkın getirdiği hüznü, nergis çiçeklerinin üşümesi yoluyla ifade eder. Doğaya ait çeşitli motifleri zaman unsurlarıyla mısralarına taşır.

Kim demiş ki koyaklar, perdesini düşürmüş;

Kim derdi tütsülemiş, yazlaklarını temmuz. Bana söylemediler: Nergisler de üşürmüş, Karanfiller yanarmış, aşkın serencamında. Bilmezdim hakikatim, rüyalarımla mahfuz, Sahi giden ben miyim, bir bozkır akşamında?

(“Bir Bozkır Akşamında”, Belemir, s. 82)

Tabiata ait unsurlarla aşkı özümser. Çiçeklerin açışını ve arıların bal yapmasını aşkıyla ilişkilendirir. Tabiat unsurları aşk duygusuyla hemhaldır.

Açıyor beliğini hangi çiçeğe baksam, Hangi dilden konuşsam işliyor peteğini Atfı aşktan ibaret alelade bir akşam.

Sen tehir etme, çık gel, o mis kokunu getir.

Kaldırınca o anaç yamaçlar eteğini,

Gök, yüzünü öpüyor; gökyüzünü Belemir.

(“Belemir”, Belemir, s. 16)

Zaman unsurları şairin mısralarında bir aşk düzleminde ele alınır ve günün tamamı artık sevgili tarafından ele alınmış bir esir hüviyetine bürünür.

Gün secdeye varıyor saçlarında Gülizar Devingen yutkunmalar boğazımda infilak Ve kıpkızıl direniş yakamda tomar tomar Yarı baygın günahım suretimi taşlıyor Sergin zülüflerinin ucuna sinmiş şafak Lâl kesilmiş alnımda inlemeye başlıyor

(“Gün Secdeye Varıyor Saçlarında Gülizar”, Eleğimsağma, s. 57)

Sevgilinin güzelliği karşısında sadece gün secdeye varmaz. Şair bahar mevsimini de sevgilinin gülüşüne esir tutar. Aşkı umut duygusuyla da ele alan şair, hem bir telaş hem de bir duygu yoğunluğu içindedir.

 

Nice umutlar yeşerir eylediğinde endam, Gül kokulu gülüşün secdesidir baharın Ne zaman saçlarına ellerini uzatsam Yüreğime saplanır o derin bakışların (“Telaş”, Belemir, s. 87)

Tekke edebiyatının en önemli şairlerinden biri olan Yunus Emre bir şiirinde, “Bu dünya ol ahiretten içeri Aşıkın yeri var kimseler bilmez Yunus öldü diye sela verirler Ölen hayvan imiş, ÂŞIKLAR ÖLMEZ”[222] [223]

diyerek aşkın sonsuzluğuna işaret eder. Hakan İlhan Kurt benzer bir görüşle aşkın ebedî bir ruha sahip, insanı ölümsüz kılan niteliklere sahip olduğunu bildirir. “Duymadın mı âşıklar, kurtulamaz ölümle?”270 mısraıyla aşkı ölümsüz kılar. “Bir Şiir Kadar Yakınındayım” başlıklı şiirinde sevgiliye ulaşma imkânı, aşkını ifade etme yolu olarak mısralarını gösterir. Bunun en önemli örneklerinden biri de Sezai Karakoç’un akrostiş şiiri “Mona Roza”da aşkının isminin gizli olmasıdır. Sezai Karakoç, bunu açıkça beyan etmemiş, ama bu gizli isim daha sonra anlaşılmıştır. Bunun bilincinde olan şair “sana mısralarımla dokunacağım ey yâr”[224] diyerek sevgiliye mısralarıyla ulaşmayı ister. Yazdığı şiirlerle ona ulaşır. Aslında şairin şiirlerini sevgili için araç olarak kullanmak istemesi ona ulaşamamanın verdiği hüzünden ötürüdür. Sevgiliye şiirleri kadar yakın olmayı arzular. Birçok şiiri bestelenen ve bestelenmeye müsait bir harmoni içinde şiirler kaleme alan Kurt, “Şarkılar yaptım sana / Ay aydın gecelerde”[225] diyerek sevgilisine şiirler yanında şarkılar da yazdığını belirtir.

Leyla ile Mecnun adlı Arap efsanesine göre Mecnun’un gerçek adı Kays’tır. Kays’a manası “deli” anlamına gelen Mecnun adının verilmesi tutkulu bir aşkın neticesinde çöllere düşmesindendir. Aşk bir akıl tutulması yaşatır. Hakan İlhan Kurt, aşkı sonucunda paralel bir duruma düşme kaygısını güder. “Korkarım Deliye Çıkacak Adım” adını taşıyan şiiri aşk sebebiyle mecnun olma endişesi taşır.

Abdürrahim Karakoç “Mihriban” adlı şiiri için “ne kızın adı Mihriban’dı, ne de kızın saçları sarı”ydı ifadelerini kullanır. Hatta bu şiirin bu kadar beğenilmesinin

sebebini herkesin içinde bir Mihriban’ın olması şeklinde yorumlar. Aslında Mihriban’ın sıradan insanlardan bir farkının olmadığını söyler.[226] Buna benzer pek çok örneği diğer şairlerde de görmek mümkündür. Yahya Kemal ve Mehlika Sultan’ı bunlardan biridir.

Mehlika Sultan’a âşık yedi genç

Gece şehrin kapısından çıktı

Mehlika Sultan’a âşık yedi genç

Kara sevdalı birer âşıktı.

kıt’asıyla başlayan şiir bir masala benzer. Mehlika, masallarda olduğu gibi dünya güzeli, hatta bir peri kızıdır. Fakat bu masal insanın muradına eremeyeceğini de dolaylı anlatan modern şiirdir.[227] Bu örnekler divan edebiyatının klasikleşmiş sevgili tipinin, modern hayatta ütopik bir hâle evrimini ifade ederek bir şiir formasyonuna delalet eder. Hakan İlhan Kurt’ta da bu tip bir sevgili dikkat çeker. Gülizâr Divanı diğer bir adıyla Eleğimsağma adlı kitabında sevgiliyi Gülizâr deyimiyle metaforik, hayalî bir kişiliğe büründüren şair, mısralarında aşkı bu isimle eş tutar.

Aşk duygusu yüzyıllardan beri insanlara cefa çektirmiştir. Hatta aşkı kavuşamamak şeklinde tanımlayanlar da vardır. Kerem’in yanmasına, Ferhat’ın dağları delmesine, Mecnun’un çöllerine düşmesine sebep olan duygu aşktır. Hakan İlhan Kurt, aşkın bu yürek burkan anlarını yangın yeri metaforuyla mısralarına yansıtır. Çektiği gönül yarasından büyük bir elem duyan şair, yüreğinde bu hissi derinden işitir.

Yangın yeridir

Sarılır imânım takvim yapraklarına Bir kez olsun ettiğine nazar eylemem Demem kimseye hicranımı Kimseye birşey söylemem

(“Bu Gönül Yarası -II-”, Belemir, s. 72)

Sevgili, şairin mısralarında divan edebiyatındaki sevgiliye benzer şekilde acımasızdır. Şair bir sitemle bu aşkın çektirdiği acıların hesabının sevgiliye

sorulmasını ister. “Bu Aşk Senden Sorulacak”[228] başlıklı şiirinde çektiği acıların sorumlusu olarak sevgilisi görülür.

Hakan İlhan Kurt’un mısralarında görülen aşk mefhumunda divan edebiyatının aşk anlayışı dikkat çeker. Nitekim çektiği gönül yarasından elem duyar. Fakat bundan hoşnut olduğu dikkat çekicidir. Divan edebiyatında da aşk, çektirdiği sıkıntı ile bir haz ve mutluluk unsurudur. Bu aşkın dermanı olmasa da bu durum değişmez. Fuzuli’nin,

“Aşk derdiyle hoşem el çek ilacımdan tabib

Kılma derman kim helakim zehri dermanındadır.”[229]

beyti bu hususta verilebilecek örneklerdendir. Değinildiği üzere Hakan İlhan Kurt, benzer bir düşünce yapısıyla aşk duygusundan duyduğu cefadan hoşnut görünür. “Göğsünde Cevşenimle Karşıları Gadanı” başlıklı şiiri bu hoşnutluğu belirtir. Bir başka mısraında; “Azad eyleme beni aşk esaretse şayet’diyerek yine aşk cefasını önemsemez. Hatta bu elemi, aşkın bir zorunluluğu addeder. Şair, “ben de her âşık gibi aşk adabıyla yundum[230] sözleriyle divan edebiyatındaki aşk anlayışını aşkın temeli sayarak bu yolda bir geleneğe işaret eder. Yunus Emre bir şiirinde aşk acısından dahi hoşnut duyarak sevgiliden gelen her şeye razı olduğunu bildirir. Bu bakış açısı tasavvufî gelenekte de yaygındır.

“Cana cefa kıl ya vefa

Kahrın da hoş, lutfun da hoş,

Ya derd gönder ya deva,

Kahrında hoş, lutfun da hoş.”[231]

Hakan İlhan Kurt divan şiiri geleneğine uygun olarak sevgilide herhangi bir konuda ısrar etmek istemez. Ondan gelen her şeyi kabul eder bir ruh hâline sahiptir. “Israr Etmeyeceğim” başlığını taşıyan şiirde “Ya da sînemi dağla...                           / Israr

etmeyeceğim”[232] mısraları bu düşünceyi örneklendirir.

Bir gelenek şiiri olan divan şiirinde mazmunculuk, gelenek zincirinin önemli bir halkasıdır. Mazmun geleneği içerisinde özellikle aşk konusu etrafında teşekkül eden mazmunlar çoğunluktadır.[233] Divan şiirindeki aşk anlayışından

etkilenen Hakan İlhan Kurt’un birçok mısrasında bu geleneğe ait mazmunların kullandığı görülür. Bu aynı zamanda bir imge ödünçlemesidir.

durma getir gülizâr o humar gözlerinden

okyanus tutuşturan âşkın hûş bâdesini

mâverayı şerhlesin nûr-u ayn’ında beden

bakıp devr-i âleme vâkt-i seyrân edelim

öyle bir tebessümle getir ki nefesini

cümle peri-zâdları âşka hayran edelim

(“Getir Gülizâr Getir”, Eleğimsağma, s. 59.)

Fuzuli ünlü “Su Kasidesi”nin bir beytinde;

“Ravza-i kûyuna her dem durmayıp eyler güzâr

Âşık olmuş galibâ ol serv-i hoş-reftâre su”[234]

diyerek sevgilinin mahallesine kıymet verip hüsn-i talil sanatıyla suyun akışının bile her an o tarafa doğru olduğunu belirtir. Su bile o güzele âşık olmuştur. Hakan İlhan Kurt, benzer bir duygu silsilesi içinde divan şiirindeki bu mahalle mazmununu mısralarına hatta şiirinin başlığına taşır. Sokak ve kaldırım gibi mahalle unsurları mısralara yansır. “Aşkı Adresine Sardım” başlığını taşıyan şiiri bu duruma örnektir. Sanatçı daha da ileri giderek kaderini sevgilinin saçlarında bir şehir olarak düşünür. Âşığın mutluluğunun tek sebebi sevgilinin yanında olmaktır.

Eski camlar kırık, o gün bu gündür;

İstersen zamanı geriye döndür,

Yahut çek perdeyi, ışığı söndür...

Bahtım, saçlarında bir şehir şimdi.

(“Bahtım Saçlarında Bir Şehir Şimdi”, Belemir, s. 26)

Şair için vatan önemli bir husustur. Bu önemi mısralarına da yansıtarak sevgilinin gözlerini bir kutsiyet içinde vatanı addeder. Esasında bu Yahya Kemal’i hatırlatır. Öyle ki, Yahya Kemal millî bir hislenişle sevdiği kadında bile bütün bir vatan coğrafyasını ve bütün bir tarihi tecessüm etmiş görmeyi arzular.[235] Güzel olan şeyle güzel duygular eşleştirilmiş olur.

Dert kapımı çaldığında,

 

Asla umutsuz değildim.

Aşk işgale kaldığında

Gözlerini vatan bildim.

(“Al Göğsüne Sar”, Belemir, s. 94)

Sanatçının şiirlerinde doğrudan bir Allah aşkı görünmez. Ancak kimi mısralarında O’na olan derin bağ kendini hissettirir. “Hiç Sızlamaz mı” adını taşıyan şiirinde Allah zikrini zaman unsurlarına iat olarak da düşünür.

Akşam tütsülenir, ‘Allah’ der sabah;

Kokuna durmaya yorgun her sabah.

Dayansam kapına, düşsem bir sabah,

Burnunun direği hiç sızlamaz mı?

(“Hiç Sızlamaz mı”, Belemir, s. 89)

Allah inancı, şairin tasavvufî motiflerle işlediği bir aşk hâlini alır.

Tespih etsek şu göğü kâfi midir tarifi

Her sabah doğrulanı, çağrılanı her akşam?

Bizimdir geceleyin cehde sürmek ârifi,

Bizdendir mahlûkatın her zahmetine mecnûn;

Ya Bismillâh, der demez râhlemizde ihtişam,

Sırılsıklam bir elif, mum ışığında bir nûn...

(“Titreşir Alevimiz Kandilimiz Ayarsız”, Belemir, s. 98 )

Hakan İlhan Kurt’un şiirlerinde en çok beşeri aşk konusu işlenir. Beşeri aşk, mısralarında hayalimsi ve metaforik bir kimliktedir. Sanatçının şiirlerinde aşk, bir duygu olarak romantik ve yüceltilmiş aşk formundadır.

4.1.1.2.     Sevgi

Kurt’un şiirlerinde sevgi temi çeşitli şekillerde tezahür edilir. Aile, doğa, coğrafya, yaşanılan yer, toprak, memleket, vatan sevgisi şiirlerine konu olarak yansıtılır.

Sanatçı aileye önem verir. Onlara farklı bir sevgi besler. “Hepsi Gitti Geri Dönen Olmadı” başlıklı şiirinde çeşitli aile efratlarından bahsedilir ve onlara duyulan sevgi özlemle anlatılır. Saygı ve sevgi aile içerisinde bir meziyet olarak öne çıkarken

şairin de bunlara dikkat ettiği ve sahip olduğu açıktır. Sanatçı çekirdek ailesine derin bir sevgi besler. Üç çocuğuna da sevgisini dile getiren şiirler kaleme alır.

Bir gün elbet çığrışır dağ deniz ova ırmak seğirtken karanlığın güne değdiği yerde bereket koşar adım ışkınım parmak parmak nasıl da soluklanır gürz gövdemde adaklar pusatların puslara boyun eğdiği yerde kolum var kanadım var bir de Muhammed’im var[236]

Üzerinde yaşanılan toprak parçası tabiatı ifade eder. Tabiat canlı ve cansız tüm varlıkları kuşatan bir yapıya sahiptir. Doğa ile en çok münasebet içinde olan doğayı değiştirme gücüne sahip bulunan insandır. İnsan, aynı zamanda doğadan duygusal anlamda etkilenen bir organizmaya sahiptir. Hakan İlhan Kurt yetiştiği yere sevgi duyar. Bu vesileyle bu yerlerdeki tabiat unsurlarını şiirlerine taşır. Tabiat üzerindeki çeşitli hadiseler bilhassa şairleri etkiler. Şair zamansal özellikleri tabiatla beraber ele alır. Hakan İlhan Kurt özellikle mevsimlerden etkilenir. Çeşitli mevsimlerin kendine has hususiyetleri ona ilham oluşturur. Bunun yanında şair, toprak, dağ, deniz, çiçek, kuş gibi çeşitli tabiat unsurlarını mısralarına taşır. Öte yandan şair tabiat unsurlarını birer imge olarak da kullanır.

Hakan İlhan Kurt tabiatla iç içe bir çocukluk geçirdiğinden tabiata sevgi besler. Bu sevgiyi çeşitli tabiat unsurlarını şiirlerine yansıtarak kanıtlar. Kimi şiirlerinde tabiat unsurları doğrudan bir tem olmak yerine şiirin lirizm ögesini diri tutan imgeler olarak görülür. Bu imgeler edebî sanatları da ortaya çıkarır.

Sanatçının tabiat unsurlarına olan sevgisi sevgilisini bu unsurlar yoluyla betimleme yapmasına olanak sağlar. Mesela günün aydınlanmasını sevgilinin nuru olarak yorumlar.

Bugün bir şiir kadar yakınındayım senin,

Gün, kutsuyor hasretin secdeye varışını.

Kekik kokulu rüzgâr, çayırın ve çimenin

Saçlarını okşuyor, usulca akşam akşam;

Şerhlerken bulutların mehtâbı sarışını,

 

Nûr olup iniyorsun, hangi yöne bakınsam.

(“Bir Şiir Kadar Yakınındayım”, Belemir, s. 22)

Tabiatı zamansal özelliklerden mevsimlik unsurlar yanında 24 saat zaman dilimi içinde de işler. Sabah vaktini tabiat unsurları ile birlikte betimler.

Yükselir göğe doğru aminlerim her sabah, Ben günaydın gömerim, sabahın yedisinde. Boz burçaklar sırt döner, al gelincikler semah; Celladını selamlar, nice börtüm, böceğim. Bu derin coğrafyanın heyecan vadisinde, Azgın ırmak ol, çağla

Israr etmeyeceğim.

(“Israr Etmeyeceğim”, Belemir, s. 41)

Hakan İlhan Kurt, mevsimlerden en çok bahara kıymet verir. Bahar, özel bir mevsimdir. Çünkü çiçeklerin açmaya başlaması, ağaçların yeşermesi bu döneme rastlar. Bahar ayıyla sevgiya ait unsurları bütünleştirir.

Bahar temaşasını kokun deliyor ey yar Kurdun kuşun telaşı şefkat koynunda deyiş Fersah fersah öteden sesin geliyor ey yar Göğsümdeki her mısra hazzını kelamlıyor Cümle nebat hayvanat esas duruşa geçmiş Evreni aydınlatan nurunu selamlıyor (“Haydi Gün Biraz”, Eleğimsağma, s. 143)

Şair özellikle bahar mevsimine ait özellikleri şiirlerinde kullanır. Bahar tazeliği, canlılığı ile hayata tutunmayı simgeler. Olağanüstü güzellikleriyle insan ruhunu okşar. İnsanın içini ısıtan sıcacık bir duygudur. Ancak her şeyin bir sonu olduğu gibi bu mevsimin de bir sonu vardır.                                                               Şair baharın olumluluğu

simgelemesiyle sevgiliye baharı getirmek ister.

Her bahar erken çeker elini, eteğini Bağından, bahçesinden, kırından, ekininden; Sen hevesinle doldur bıkmadan peteğini. Bir sağan peyda olur, vakti gelince zahir.

Yine bitmemiş gibi yolun en tekininden

 

Ben bahar getireyim, dizlerim kadar mahir.

(“Bitmemiş Gibi”, Belemir, s. 125)

Halk deyimiyle bahar ayının müjdecisi toprağa, suya ve havaya düşen cemrelerdir. Şair sevgiliye yakınlık hissi olarak cemrelerle bahar mevsimine ait kır çiçeklerini temsilî olarak seçer. Şair ise bu kompozisyon içinde kendini çiçekleri yetiştiren toprak olarak betimler.

Bugün bir şiir kadar yakınındayım senin, Kırlardan devşirdiğim rengârenk çiçeklerle.

Mayalanıyor birden dudakları cemrenin, Sarıl sen toprağıma, tutun, ruhunu dindir: Upuzun coğrafyamda koş yalınayak, terle, Dök göğsüme saçını, perçemlerini indir...

(“Bir Şiir Kadar Yakınındayım”, Belemir, s. 23)

Bir şiirinde sözü edilen durumun tersi bir hâl mısralarına yansır. Yani, yine teşbih ögesiyle bu sefer toprak olan sevgili, toprağın yetiştirdiği çiçek ise âşıktır. Şairin bu durumda toprak ve çiçek unsurlarını geniş bir yelpaze içinde ilham kaynağı olarak kullandığı belirgindir.

Çiçeklenir düşerim, dalına yaprağına. Avuçlarımı açıp, insafına yaslansam, Ve en mesut suretim sığınır toprağına.

Bir çeşminaz hayali, doğrulunca yerinden, Başım göğe erer mi bilmiyorum ıslansam, Aşka tutulu kalmış, mağrur buselerinden.

(“Başım Göğe Erer mi”, Belemir, s. 101)

Sevgilinin varlığı şair için bahar ayını sembolize eder. Onun yokluğu ise çeşitli vesveselere galebe çalar.

her dengede ıradı dengesizliğim her dem menzilimde duruyor bıraktığın son bakış şakağımda nazarlık diş bilediğim erdem öğüttüğüm türküler görsen nefes nefese bahar işledim andam seninle nakış nakış şimdi geceler boyu salıncağım vesvese

 

(“Hey Anda Tut Dilimi”, Eleğimsağma, s. 117)

Gülizâr, şairin sevgili olarak nitelendirdiği güzellik timsalidir. Onun doğduğu günü bahar cemi, yani toplanması olarak ifade eder.

gülizâr doğduğun gün abada cem bir bahar en şehnâz urbasıyla dokundu agâhlara börtü böcek uyandı ipek bir atlas kadar gayr-i makûl neşeyle diş dişe şerit şerit süründü sürgünlüğü yaban otlar âhlara ve masmavi peyâmlar sarındı zahm-i vâkit

(“Velâdet-i İnşirâh Divânçesi”, Eleğimsağma, s. 132)

Şair için bahar mevsimi her zaman olumlu görünmez. Yaşlandığını düşünerek bahar mevsimi gibi cıvıl cıvıl bir mevsimi börtü böcek ile anarak karamsar bir ruh hâli ortaya koyar.

Sırra kadem örtüm mü?

Bahara düşen korum;

Böceğim mi, börtüm mü?

-Artık yaşlanıyorum...

(“Yaşlanıyorum”, Belemir, s. 32)

Sonbahar mevsimi şairler için karamsar, umutsuz, kötümser bir ruh hâlinin temsiliyeti olarak şiirlere yansır. Ancak şair mısralarına aşkın getirmiş olduğu heyecanı ifade etmek için hazan mevsiminde baharı yaşadığını bildirir.

Soyunuyor sokaklar, caddeler olmazını, Bir kuzgun kanadıyla gece şehre çökerken. Bu hazan mevsiminde bahar başıma vurmuş; Bende durmak bilmiyor, sende zaman çok erken. (“Sende Zaman Çok Erken”, Belemir, s. 108)

Şair hâlet-i ruhiyyesinin verdiği çalkantılarla kimi zaman bahar kimi zaman da kış ayının temsiliyeti olarak kendini ifade eder. Değişken ruh durumlarını mevsimlerle örtüştürür. Farklı mevsimsel özellikleri aynı mısrada bir araya getirir.

Düşürür yüreğime baharı yaprak yaprak ,

 

En huysuz çiçeklerin renkleriyle yanarım. Kar... bir cezbe halinde sarıldığım ak toprak, Kavlimce erinmeden savrulan diğer yarım. (“Pusatsız Savaşçılar”, Belemir, s. 47)

Şiire konu olan bahar mevsimi bir doğa olayı olduğu kadar sanatsal bir güç olarak da şiirlere yansıtılır. Sanatçı sevgilisine bahar mevsimini sunmak ister. Çünkü bahar, açan çiçekleri, ötüşen kışları ile güzeldir; ancak çabuk gelip geçer. Her bahar da ardında ve önünde bir kışı saklar.

Her sabah erken çeker elini, eteğini, Bağından, bahçesinden, kırından, ekininden; Sen hevesinle doldur bıkmadan peteğini, Bir sağan peyda olur, vakti gelince zahir. Yine bitmemiş gibi yolun en tekininden Ben bahar getireyim, dizlerim kadar mahir. (“Bitmemiş Gibi”, Belemir, s. 125)

Sanatçı köy havasını solumuş biri olarak bağ, bahçe ortamına ve yetiştirilen ürünlere ayrı bir ilgi besler. “Belemir” şiirinde üzüm salkımlarını sevgilinin elleri kadar zarif bulur.

Köyde yetişen şair köy tabiatını şiirlerine yansıtır. Köyde hayvancılık ve tabiatla iç içe yaşam belirgindir. Bu ögeler mısralarında bulunur.

yağmur misali yağar bozkır solgun rengime yüzümdeki sündüzü ikmal eder toynaklar adını andığımda devinir durur â’raf ay dolun yüreğimi gezlettiğim gülizâr kıpkızıl bir âyine yorgan döşek her taraf (“Bir Yirmi Altı Aralık Hislenişi”, Eleğimsağma, s. 55)

Şair köyde doğup yetiştiğini öne çıkararak şehirleşemediğini belirterek köylü olmanın mutluluğunu mısralarına yansıtır. “Bildiğin Yörük Çocuğuyum Ben” adını aşıyan şiirinde “Ve ne kadar istesem de şehirleşemem.”[237] mısraıyla köy kültürüne mensup olduğunu vurgular. Hakan İlhan Kurt, köyde yetişmiş bir yörük

çocuğu olduğundan huzuru topraklarda ve dağlarda arar. Köyde yetiştiğini mısralarına aktarmaktan geri durmaz.

Köy insanı, ruhunu toprağa adamıştır. Doğa ile hem yaşam hem de uğraşı yüksek olan insanlardır onlar. Şair de Yörük çocuğu olarak meşgul bir adamdır.

Tohumların umudu, elin elimde üşür,

Vurulur ardın sıra bir bozkırın rüyası...

Perçemlerini tuttur, kirpiklerini düşür;

Sabahım göğsünde hür, ölümdür her akşamım.

Kaya gibi sert olur bu toprağın mayası,

İşim başımdan aşkın, ben meşgul bir adamım.

(“Ben Meşgul Bir Adamım”, Belemir, s. 19)

Sanatçı toprak ile bütünleşmiş bir hayat yaşadığından toprağa ayrı bir kıymet verir. Toprak unsurunu şiirlerinde çeşitli şekillerde kullanır. Yabanıl yaşamda toprak ve su birbirleriyle anlamlı iki unsur olarak dikkat çeker. Dinî inanışlar insanın su ile toprağın birleşiminden doğduğunu ifade eder. İlk insan Hz Âdem’in de bu simyayla yaratıldığı bilinir. Şair bu ikiliye mısralarında yer verir.

Temaşaya şiirler emziren derin soluk,

Sığmayacak sesimdir, bu devrin sığlığına.

Bulutlardan süzülmüş, süreği oluk oluk

Su misâli usulca toprağı yarıyorum.

Çığlığım serpiliyor hıyaban çığlığına,

Yitirdiğim ne varsa ruhunda arıyorum.

(“Ruhunda Arıyorum”, Belemir, s. 49)

Toprağı çeşitli unsurlarıyla şiirlerinde işleyen şair, ruhunu ekilmiş bir tarlaya benzetir. Toprağın bu yönünü belirtmekle kendi ruhunun diriliğini sevgiliye bildirir.

Ayaz vurmuş yüzüyle toprağının bağrında,

Bir ekin tarlasıydı, başağa durmuş ruhum.

Gelincikler toplardım, duyduğum her çağrında;

Sepekleri simsiyâh, mor gerdanlığı mahsun.

Hâlbuki tırnağıyla sabır sağan her tohum,

Mevsimini bekliyor; sen, benden kaçıyorsun

 

(“Sen Benden Kaçıyorsun”, Belemir, s. 50)

Toprak, ebediyeti hatırlatır. Topraktan gelen insan yine toprağa döner. Şair bu gerçekle birlikte toprak ile iç içe bir çocukluk geçirdiği için toprakla ilişkisi sağlam temeller üstüne oturmuş biri olarak dikkat çeker. Tarih ilhamını ve eski atalarının dinamiğini mısralarına ve düşünce dünyasına tatbik eder. Kültürel kodların içine işlenen içgüdüsel davranışlar özelde toprak bilinci genelde ise vatan bilinciyle şekillenir.

ey aşk beni diriltme toprakta mervân benim

başak başak boy veren sere serpe saltanat

kâlu belâ’dan beri basılan kervan benim her seher eser durur ervâhtan misk û amber ey aşk beni diriltme arzu’dandır bu sanat arzudur tek mimarı ben isem şayet kamber (“Ey Aşk Diriltme Beni”, Eleğimsağma, s. 94)

Dağ unsurunu şiirlerinde dağın çeşitli nitelikleriyle yansıtır. Dağa ait özelliklerle kendisini ifade etmeye çalışır. Kimi zaman dağın yüceliğini mısralarında belirtir. Dağ, yüceliğiyle bilinir. Şair ırmakları dağı yarıp geçen bir unsur olarak mısralarında tanımlarken ırmağı dağdan da yüce bulur. Bu güçte ise aşkın mayasının olduğuna dikkat çeker.

uğraşına güç yetmez sırlanmış gökyüzüne

baskın veren yağmurdum, süreği parmak parmak.

en baygın damlalarla dokunurdum yüzüne;

bilmezdin neden yağar, hangi vâkitten meftûn...

oysa kıvrımlarıyla dağlar yırtan her ırmak ummanına akıyor; sen, benden kaçıyorsun.

(“Sen Benden Kaçıyorsun”, Eleğimsağma, s. 52)

Göktürk kağanlarından İlteriş Kağan’ı bir mısrasında dile getiren şair onun kahramanlığına vurgu yaparak dağlarda bu yiğidin de bir kalıntısı olduğu söyler. Dağlar yiğitlerin mekânıdır.

Atam İlteriş doğrul esâretim okunur

Kurt yeleli tuğlarla hürriyeti tutalım

 

Tutalım yakasından ahlata inerken nûr

Doğrul İlteriş artık çarkın hasadı kaldı

Ey Gülizâr on yedi civanımdandır yalım

Koca koca dağlarda gür harabatı kaldı

(“Destan-ı Gülizâr”, Eleğimsağma, s. 72)

Dağların halk edebiyatı ürünlerinin çoğunda bir gelenek olarak yansıması dolayısıyla dağlar bu ürünlerde motif olarak görülür. 16. yüzyıl halk şairlerinden Köroğlu diye bilinen yiğidin uğrak yeridir dağlar. Şair, dağı yiğitlerin önemli bir yaşam alanı olarak görür. Hamasi bir üslûpla bunu dile getirir. “Ay Dolunlu Dağlardan” adını taşıyan şiiri buna örnektir.

Şair, dağları bir hayat unsuru olarak ele alarak bir anlamda dağın yüceliğini soyut bir simgeselliğe büründürür.

Ekmeğimiz aşımız

Toprağımız taşımız

Deli dolu yaşımız

Ay dolunlu dağlardan

(“Ay Dolunlu Dağlardan”, Belemir, s. 69)

Öte yandan dağlar onun için şehrin hüznünden sığındığı sıcak bir diyardır. “Annen Darılır Sonra” başlıklı şiirinde “şehrin kokusu ağır, / ben dağlara çekildim”[238] mısralarıyla dağı huzurla eşleştirir.

Şiirlerinde bozkır yaşamına ait tabiat unsurlarına daha çok yer veren şair, yer yer deniz unsurunu da mısralarına taşır. Denizi çağrıştırdığı sonsuzluk kavramından uzak, karamsar ruh hâlinin yansıması olarak gösterir.

Ve denizler diyorum, sahiller kadar bağnaz,

Çekip çekip bırakır, dizlerimden dermanı;

Hem geride hiçbir şey olduğu gibi kalmaz,

Martılar konar göçer, korunaksız limandan:

Bu kesif karanlığın gök tuğralı fermanı,

İtikât sebebi mi, sorgu mudur imândan?

(“Bir Ok Atımı Sessizlik”, Belemir, s. 121)

 

Genel itibarıyla şiir, estetik bir değer taşır. Bu özelliğinden dolayı birçok mısra, güzeli yansıtır. Güzel olan tabiat unsurları da böylelikle estetik bir değer olarak şiire girer. Şair, şiirlerinde hem genel bir ifadeyle çiçek kavramına hem de birçok çiçek çeşitlerine yer verir. Özellikle çiçekler hoş kokulu olması sebebiyle şiire konu olur. Ama sevgilinin güzel kokusu çiçek kokusundan da üstündür.

Dur durak nedir bilmez çağlayanımda bil ki,

Bir yanım yerli yurtlu, diğer yanım göç-göçek.

Sıtkım kanlı bıçaklı nice zamandır, belki

Gözlerimi kapasam, göğsünü açıyorsun...

Farkında mısın bilmem, secdesinde bir çiçek

Kokunu aranıyor ama sen kaçıyorsun.

(“Sen Benden Kaçıyorsun”, Eleğimsağma, s. 53)

Çiçekler şiirlerinde bir tema olmaktan ziyade şiir bütünlüğüne konu olan bir parça olarak kendine yer bulur. Çiçeğin doğrudan bir şiire tema olması “Belemir” şiiriyledir. Peygamber çiçeği olan Belemir, Hz. Muhammed’in en çok sevdiği çiçektir. Tarlada yetişen bu çiçek mavi rengiyle gökyüzünü hatırlatır. Şekliyle sanki bir buse kondurmayı hatırlatır. Şair bu görüntüyü bir ilham olarak şiirine yansıtır.

Kalem kâğıt kimdendir, nicedir hâl-î ârif;

Bağım bahçem üryandır, yolum yolağım nurlu.

Şu üzüm salkımları ellerin kadar zarif,

Her bir tanesi tebliğ, her biri kutlu emir.

Elçiler toplanıyor topraktan allı morlu

Gök, yüzünü öpüyor; gökyüzünü Belemir...

(“Belemir”, Belemir, s. 17)

Şiirlerinde cansız tablolar çizen Hakan İlhan Kurt, kuşları bu tabloda canlı bir imge olarak kullanır. Bir av kuşu olan turaç cinsinden kuşu mısralarına taşır. Mısralarına taşıdığı sıfat grupları ve soru cümleleri ile sanki bu kuşun ağzından dökülen sözler, kuşu daha canlı hale getirir. Şair “Turaç-Nâme” başlıklı şiirinde turaç kuşunu imge olarak kullanır. Bu imge tinsel ve ideal olanı simgeler.

Nuruyum, rahmetiyim bu kutsal toprakların,

Bu mahrem coğrafyanın izin vermem aczine .

Benim gibi ağlar mı yüreği yaprakların,

 

Taşların damarları benim gibi inler mi?

Sepeğim düşürülse bir namlunun haczine, Başak dökmüş ekinler zapt-ı haciz dinler mi?

(“Turaç-Nâme, Belemir, s. 64)

Şairin kuşlara insana ait özellikler yüklemesi empresyonist bir tavır olarak dikkat çeker.

Sarıp sarmalıyorum boz kiraz kuşlarını;

İncir kuşları aşkla raks ediyor dönerek.

Mâbed-i busem benim, kulaklarımda tını, Dilimde ispinozlar, şerhliyor gördüğümü... Serenadına durmuş gerdanlığında yürek, Delil addediyorum, kokundan sürdüğümü.

(“Kalmadı Tahammülüm”, Belemir, s. 115)

Dürrâc kuşu diye de anılan turaç kuşunu şair, sersem olarak nitelendirir. Bu hâliyle melankolik ruh durumunu sülün kuşuna da benzetir.

ben nefsimi yaktım da sana geldim gülizâr ne hâyâlar kuşandım çoluk çocuk düşünde turaç misali sersem sülün misâli humar o ahlât cephelerde göğsüne düşen korum ve bir izli mermiyim karanlığın döşünde tek atımlık bûsemi alnına saklıyorum

(“Ben Nefsimi Yaktım Da Sana Geldim Gülizâr”, Eleğimsağma, s. 139)

Divan şiirinde bülbül ile gül mazmunları en çok kullanılan mazmunlardandır. Bülbül, güle olan sevdasıyla divan şiirinde âşığı temsil eder. İnleyişleri gülden ayrı kaldığında ortaya çıkar. Şair buna dikkat çekerek hüzünlü anlarını bülbülün gülden ayrılışına telmih olarak belirtir.

ah gözyaşım bir gülün ömrü misâli mağrur

bülbülün hüznü kadar savrulmuşum değildim ben zemheri figânından örtündüğüm bu gurur bu vurdumduymaz tavır hangi köşkün pâyesi hangi virâne küfrü kapatıldığında mahzen bu çırpınış bu volkan hangi ahval vâyesi

 

(“Âh Gözyaşım”, Eleğimsağma, s. 125)

Sanatçı Gülizâr Divanı adını verdiği şiir kitabında “gül” imgesine fazlaca yer verir. Nitekim “Gülizâr” kelimesi gül bahçesi anlamındadır. Gül metaforik bir kavram olarak şairin idealleştirdiği varlık olarak dikkat çeker.

gül doğumunda sabır örtüsüne hak toprak

o mis kokularını serpiştirir mâhfilde

ışıntı lambasında can toplayan her yaprak

haberini fısıldar koşup gelen medarın

kırkı çıkmış analar misali karanfilde

gül nağmeler gülüşür gül vakti gülizâr’ın

(“Gül Vakti Gülizâr’ın”, Eleğimsağma, s. 106)

Hakan İlhan Kurt, yaşadığı coğrafyaya derin bir sevgi besler. Bir bozkır coğrafyasını şiirlerine yansıtan Kurt, bozkır yaşamına ait unsurları mısralarına aktarmaktan çekinmez.

Tohumların umudu, elin elimde üşür,

Vurulur ardın sıra bir bozkırın rüyası...

Perçemlerini tuttur, kirpiklerini düşür;

Sabahım göğsünde hür, ölümdür her akşamım.

Kaya gibi sert olur bu toprağın mayası,

İşim başımdan aşkın, ben meşgul bir adamım.

(“Ben Meşgul Bir Adamım”, Belemir, s. 19)

Bozkır yaşamının getirdiği çetin şartlar üslûbuna yansır. Yeri geldiğinde sert ve yiğitçe bir üslûp kullanır.

Avuçlarına dursam açıkların, açların,

Yersiz ıslanıyorum, savrulan kasırganda.

Bu çıplak sahillerin, şu bâkir yamaçların,

O azgın dalgaların bilmiyorum nesiyim;

Bir küreğe esirim, eskimez kadırganda

Ve güce tapanların ülkesinde asiyim.

(“Güce Tapanların Ülkesinde Asiyim”, Belemir, s. 60)

 

Sanatçı, şehir yaşantısından uzak, sıcak bir mahalle ortamında yetişmiştir. Böyle ortamlarda samimi insan ilişkilerinin daha açık bir şekilde var olduğu görülür. Şair bu durumu mısralarına yansıtarak yaşadığı ortamdaki insanlara da bir muhabbet beslediğini belirtir.

Zamansız dokunurum memleket nazarına,

Bir selâm, üç beş kelâm, bırakıp geçer fırsat;

Ya bir çay ocağına, ya bir semt pazarına

Uğramaktan ziyâde ahvâl sormaktır maksat...

(“Sefir Günlüğümde”, Belemir, s. 80)

Kurt, Gaziantep’te yaşamış biri olarak bu şehri şiirlerine yansıtmaktan da geri durmaz. Bu şehri Gazi unvanıyla birlikte ele alır.

Varsın gazi şehrin içi yansın da,

Nerededir deyip ruhun ansın da.

O yiğit uğraşı şahan dansında,

Korkarım, deliye çıkacak adım.

(“Deliye Çıkacak Adım”, Belemir, s. 30)

Ev, bir çatısı olan ve güven aşılayan bir yerdir. Akşamın sessizlik ve karanlığında ev, insanın sığındığı ve uykuya daldığı bir güven ortamıdır. Ev ile kurulan bu bağıntı evin bulunduğu beldeye, şehre de sirayet eder. Bu yüzden insanın sılası bir sevgi ifadesi olarak dikkat çeker. Bu noktada eve duyulan sevgi büyür, genişler ve vatan sevgisine dönüşür. Şair, bu bilinçle geniş bir coğrafya sevgisini şiirlerine taşır.

Yükselir göğe doğru âminlerim her sabah,

Ben günaydın gömerim, sabahın yedisinde.

Boz burçaklar sırt döner, al gelincikler semah;

Cellâdını selamlar, nice börtüm böceğim.

Bu derin coğrafyanın heyecan vadisinde

Azgın ırmak ol, çağla.

Israr etmeyeceğim.

(“Israr Etmeyeceğim”, Belemir, s. 41)

Onun şiirlerinde toprak olgusu vatan sevgisi zemininde de görülür.

 

Bildiğin Yörük çocuğuyum ben;

Söylenmişliğim olur bazen kekiklerle,

Üzerlik boğumlarında tütmüşlüğüm,

Ve hep iki yakamdadır elleri toprağın,

Bildiğin Yörük Çocuğuyum

(“Bildiğin Yörük Çocuğuyum”, Belemir, s. 21)

Hakan İlhan Kurt için artık yaşanılan coğrafya, bir kutsîliği ifade eden bu nedenle de sahip çıkılması gerekilen bir var oluş mekanizmasına sahip bir yerdir. Bu minvalde “Nuruyum, rahmetiyim bu kutsal toprakların, / Bu mahrem coğrafyanın izin vermem aczine”[239] mısralarını “Turaç-Nâme” başlıklı şiirine taşır.

Edebiyat ile coğrafya arasındaki ilişki şairlerin yaşadığı yerleri mısralarına dökmesiyle bir anlam bulur. Şair, memleketine, yaşadığı coğrafyaya derin bir sevgi besler. Bu sevgisini de doğal olarak mısralarına taşır.

Mütebessim sûretim, ezberdir şakaklarda.

orası benim köyüm, şurası benim kentim;

en geniş caddelerde, daracık sokaklarda,

esiriyim kalbimin, çürürken santim santim

(“Sefir Günlüğümde”, Belemir, s. 81)

Hakan İlhan Kurt’un yetiştiği köy Belen Köyü’dür. Onun mısralarında bu coğrafyanın izleri ve Yörük bir aileden gelmiş olduğu belirgindir. Bu mısralarda buralardan ve bu durumdan sevgiyle bahseder. Yörük çocuğunun yaşayış biçiminin betimlemesini yapar.

Bildiğin Yörük çocuğuyum ben;

Eylenmişliğim vardır benim yağmurlarda,

Kar yanığı yüzümle kayalara durmuşluğum

Ve kaya mezarlarına sığındığım zaman zaman.

Bildiğin Yörük çocuğuyum...

(“Bildiğin Yörük Çocuğuyum Ben”, Belemir, s. 20)

 

Üstelik bu diyar şairin kişiliğinin şekillenmesinde ve yaşam çerçevesinin belirginleşmesinde etkilidir. Böylelikle bu yerler sevginin ötesinde şair için bir hayat kaynağıdır.

Öğrenir, çoluk çocuk yitik öykülerimden Yaylak şölenlerinde neden durulduğumu, Ne sebepten bulutla yarıştığımı bazen, Karla oynadığımı, doruklarda çoğu kez... Hiç kimse asla bilmez, nasıl vurulduğumu; Hiçbir aşk, bahtım kadar göğsümü tepelemez.

(“Bildiğin Yörük Çocuğuyum Ben”, Belemir, s. 20)

Şairin memleketine duyduğu sevgi, vatan sevgisinin de bir habercisidir. Nitekim insanların doyup barındıkları toprak onların ruhlarında bir sıcaklık bırakır. Bu sıcaklık ise vatan olgusunu sadece bir toprak parçası olarak göstermez. Bir insanın milliyetçi duygulara sahip olması yaşadığı yerin bilincinde olması ve bu yeri özümsemesiyle de ilgilidir. Bu coğrafyaya da derin bir sevgi besleyen şair, bu coğrafyanın her doğan günde diri olmasını ister.

Haydi gül biraz Ve biraz gün Ey benim tozuna toprağına Yüz buladığım coğrafyam Haydi gün biraz

(“Haydi Gün Biraz”, Eleğimsağma, s. 143)

Vatan sevgisi, onu şiir yazmaya yönelten temel kaynak niteliğindedir. Ona destan şairliğini nitelendirilmesini bu sevgi kazandırır. Hatta bu sevgiyi diğer sevgilerden de üstünde tutar.

Hüznüme bir kez dokun Yoksa sahipsiz miyim? Bahar tütse de kokun Memleket delisiyim.

(“Gitmeliyim”, Belemir, s. 112)

 

Birçok kişi büyütmüş olan ve kişiyi sıradan bir kişi yerine kahraman vasfına büründüren vatan sevgisidir. “Gitmeliyim” başlıklı şiirinde “Aşkı kuşanmış yiğit / Sanma ki geri dönmez.”[240] diyerek vatan aşkını kutsileştirir.

Şairin vatan olgusuna duyduğu sevgi Türklük sevgisine de zemin oluşturur. Bir ömür canla başla Rûm üstüne savlet Türk, / Müstemleke göğsünde devlet kuran devlet Türk![241] diyerek yiğitçe bir üslûp, hoyratça bir edayla Türklük sevgisini şiirlerine taşır.

Şiirlerinde Turan coğrafyasını çizen Hakan İlhan Kurt, Türkmen Dağı’nı yetimlere, çaresizlere bir kale olarak betimler.

Er odur gününde arslan balası,

Feleğin yüzüne gara çalası,

Öksüze, yetime Türkman kal’ası

Türkman Dağı’nda hey, Türkman Dağı’nda.[242]

Turan hareketi için önemli sayılacak isimleri şiirlerine taşır. “Atsız Ata Betiği” adlı şiirinde Turancı dünya görüşüne sahip Hüseyin Nihâl Atsız’a sevgisini dile getirerek, ağıt misali şiir yazar.

Doruklar, ak doruklar, genç kız gibi ve hatta

Emzikli anne gibi umudunu büyütür.

Ay ata... Atsız Ata... Tutunduğum hayatta

Beni ruhundan başka hangi maden öğütür?[243]

Doğu Türkistan’ın direnişçi ismi olan Osman Batur, Azerbaycan’ın ulusal kahramanı Mübariz İbrahimov ile ilgili şiir yazan sanatçı, Turan coğrafyasının önemli isimlerine de sahip çıkar. Aynı zamanda terör mensuplarınca şehit edilen üniversite öğrencisi Fırat Yılmaz Çakıroğlu adına da bir şiir yazar. Bu şiirde şair, kahramanlığa dikkat çekerek bir ağıt kaleme alır.

Ala gök yakutlara, haktan düşer mi mariz;

Serilsem koyaklara, kay vurur mu oluğu?

Ey civan gövdesiyle tuğ kaldıran Mübariz,

 

’Ben er doğurdum’ diyen analar hiç ağlar mı?

Şânınla alazlarken, onbin yıllık soluğu

Yürek, volkan olur da dağlar kara bağlar mı?[244]

Bahsedilen isimler şair için silahı olmayan bir yiğittir. Nitekim bu isimler ilhamıyla “Pusatsız Savaşçılar” isimli şiir yazar.

Yayılır boz bulutlar bazen çığlık çığlığa,

Bazen saklanır göğe, işitilmez sesleri;

Çocuğunu arayan anne gibi sığlığa

Bakışları doluşur, yarı saydam asaptan.

Bulutlar... Boz bulutlar. Benim kadar serseri,

Benim kadar muaftır, sonu gelmez hesaptan[245]

Hakan İlhan Kurt, sevgiyi değişik boyutlarda işleyerek sevginin dünya üzerinde önemli bir güç olduğuna dikkat çeker. Sanatçı sevgi temli şiirlere fazlaca yer vermekle lirik bir şair olduğunu kanıtlar. Bu sevgi temli şiirlerinde kendi duygularına yer vererek samimi mısralar ortaya koyar. Şairin doğaya, tabiata, coğrafyaya olan sevgisi vatan sevgisini doğurur. Onun poetikasının temelinde şiirlerinde yansıtılan sevgi temi vardır.

4.1.1.3.    İnanma İhtiyacı

Sanatçının mısralarına inanç olgusu hem tarihi bir unsur olarak hem de kabul ettiği din kaynaklı olarak yansır.

Türklerin ilk dinî inanışları “Gök Tanrı” inancıdır. Bu din tek bir tanrıyı kabul eden, vahdaniyete dayanan bir dindir. Elbette ilk dönem dinleri arasında farklı dinler de bulunur. Fakat bu dinlerin etki alanı Gök Tanrı inancı kadar yaygın olmamıştır. Destan şairi olan Hakan İlhan Kurt, tarihten kesitler sunan destan şiirlerinde bu inanışa yer verir. Bu inancın hususiyetleri şiirlere yansır. “Gök Tanrı buyruğu, soluk bulunca”[246] mısraında Gök Tanrı inancının varlığı belirgindir. Bu mısra kut anlayışının varlığı olarak da yorumlanılır.

Türklerin dinleri ile yaşam biçimleri arasında çeşitli ilişkiler bulmak mümkündür. Tarih ilmine de bu ilişki yansır. Türkler İslamiyet’i kabul ettikten sonra

onların bu dine ait yaşam formları yaşayışlarını etkiler. Hakan İlhan Kurt’un destan şiiri çalışmalarında bu birliktelik görülür.

Dediler, omuzladık, yol üstünde tuluğu,

Tanrı tek kul Muhammet, sine iman oluğu...

Çökünce derin derin delice kurt soluğu.

(Kutalmışoğlu Süleyman Ululaması, s. 41)

İnançlarını şiirlerine yansıtan sanatçı, iman duygusunu mısralarına taşır.

nâkşibendî tövbem dur etmedim farzet yemin

beynime dalan nurdan kaldırın o ricâli

doksandokuz zikirden ağlaşıyor tüm zemin

artık hiçbir cevvâlin ne izahatı kaldı

ne de bir tamlaması dökülürken mecâli

yine Allah demişim Hay tesbihatı kaldı

(“Destan-ı Gülizâr”, Eleğimsağma, s. 66)

Besmele her müslümanın herhangi bir işe başlamadan önce Allah’ın faziletlerinin farkında olarak çektiği bir zikirdir. “ Sefir Günlüğümde” başlıklı şiirinde o da “Bir avuç besmeleyle usulca toparlarım / Adım ortada kalır, uykularım hep yarım.”[247] mısralarıylaAllah’ı anar.

Şair Allah’ın zikrini sadece insanlara has bir durum olarak sergilemez. “Hiç Sızlamaz” adını taşıyan şiirinde “Akşam tütsülenir, ‘Allah’ der sabah”[248] diyerek zamana ait kavramların da besmelesinin olduğunu bildirir.

Eleğimsağma adlı kitabında bazı şiirlerinden önce Kur’an-ı Kerim’den çeşitli ayetlerle girizgâh oluşturan şair, kutsal kitaba olan inancını da ortaya koyar. Örneğin “Dik Koy başını Felek” başlıklı şiirine A’râf Sûresi’nin 205. ayetiyle başlar. Bu ayet “Sabah akşam demeden, kendi içinden, korkarak ve yalvararak, alçak sesle Rabbini an ve gafillerden olma.”[249] âyetidir.

İnsan gün gelecek yaptıklarının hesabını yaratıcısına verecektir. Hesap günü, iman etmişlerin inandığı bir mahşer günüdür. Buna inanan şair mısralarına bu günüyansıtır. İyi işler yapıp, Allah’ın rızasını gözetenler mükâfatını; kötü işler yapıp,

Allah’ın rızasını unutanlar da bunun cezasını çekeceklerdir. Kurt, bu bilinçte yaşamını sürdürür. Gelecek için faydalı bir şeyler yapma endişesini içinde taşır ve bunun tüm insanlıkta olması gerektiğini düşünür.

Göğe yüksel dedim, indin derine;

Kıyma dedim bir dem o mahşerine.

Tövbe et, secde et, otur yerine.

Allah var, imanı ziyan eyledin.

(“Ziyân Eyledin”, Eleğimsağma, s. 31)

Sonuç olarak Hakan İlhan Kurt’un şiirlerinde “inanç” olgusu ana bir tem olmaktan ziyade gerek tarihi gerekse bireysel bir perspektifle, konu bütünlüğü gözetilerek okuyuculara yansıtılır.

4.1.1.4.     Ayrılık

Şairin şiirlerinde ayrılık temi hâkimdir. Ayrılık çeşitli duyguları beraberinde getirir. Ayrılık temi hüzün ve özlem duyguları ile birlikte ele alınır.

Sanatçı ayrılık temini hüzünle beraber işler. Daha doğrusu ayrılık hüznü doğurur.

kim demiş ki koyaklar perdesini düşürmüş

kim derdi tütsülemiş yazlaklarını temmuz

bana söylemediler nergisler de üşürmüş

karanfiller yanarmış aşkın serencamında

bilmezdim hakikatim rüyalarımla mahfuz

sahi giden ben miyim bir bozkır akşamında

(“Bir Bozkır Akşamında”, Eleğimsağma, s. 9)

Ayrılık yaşanır, fakat her zaman istenildiği için ayrılık gerçekleşmez. Bu yüzden ayrılıklar hüznü taşır. “Kalırdım” başlıklı şiirindeki “Geldin gördün fırtınalar yatışmış / An muntâzam kal deseydin kalırdım”237 ifadeleriyle mecburi bir ayrılığı ve ardından gelen kalma isteğini mısralarına yansıtır.

Şair ayrılık duygusunu mısralarına taşırken kendi içinde bir kederlenmeyi de dillendirir. Hatta bu kederleniş gözyaşlarını diri tutar.

 

Ah Gülizâr yüzüne yılların izi düşmüş Kor dudağında hüznün çiçekleri açarken Beynimi kemiriyor bıraktığın son gülüş Yüreğim doludizgin kasırgalar bahtiyar Kıraç toprak misali nisyan içimde evren Gözlerini öpüyor göz pınarım Gülizar (“O Gittiğin Yerlere Düşlerimi De Götür”, Eleğimsağma, s. 90)

Sevgi taşıyan her ayrılık bir özlem duygusunu doğurur. Hakan İlhan Kurt, ayrılık duygusunu özlemle beraber verip yine bir duygu yoğunluğunu mısralarına taşır.

Ah gülizâr kaşların çay karası bir elif Gölgeler indiriyor güncesi derde yalın O iffetinle akkor güzelliğinle lif lif Çarpıyor sabahlara maziden bir tefekkür Ah gülizâr yüzüne izi düşmüş yılların O gittiğin yerlere düşlerimi de götür

(“O Gittiğin Yerlere Düşlerimi de Götür”, Eleğimsağma, s. 90)

Hakan İlhan Kurt için ayrılık, diğer duygularla iç içe geçmiş hüzün ve özlemle örülü bir temdir. Sanatçının bu duygu yoğunluğunu bir arada kullanabilmesinin altında içtenliği yatar.

4.1.1.5.   Hüzün

Hakan İlhan Kurt şairlik ve hüznü birlikte düşünür. Hüznün anlam ve nitelikleri üzerinde durur. Sanatçının şiirlerine bakıldığında çeşitli hüzünlenişler görülür. Kendisini hüzne gark eden sebepleri belirtir. Bunlardan öne çıkanlar aşk, millî hisleniş, mevsim, yaşlanmak gibi unsurlardır.

Sanatçı “Ah Gözyaşım” şiirinde Yahya Kemal, Ahmed Arif ve Necip Fazıl’ı anar. Ahmed Arifi mısralarına taşırken onun “Hasretinden Prangalar Eskittim” şiirine vurgu yaparak hüznün şairliğe bir ilham olduğunu düşündürür.

Ah gözyaşım ciğerim deli dolu ciğerim Kan kırmızısı ordum ne kaleler eskitir

Ne geçitler çökertir ne kucaklarda yetim Kuşandığı seslerin anlamsızdır tarifi

 

Anlamsız sokağına döküldüğüm her şehir Hasret zindanı olur yakar Ahmed Arif’i (“Ah Gözyaşım”, Eleğimsağma, s. 125)

Şair için hüzün anlamlıdır. “Hüzün ki en çok yakışandır bize / Belki de en çok anladığımız” diyen Hilmi Yavuz, şairlik için hüznün önemine işaret eder. Hatta bu hüzün, genel anlamda da insana miras olarak kalan bir iç çekiştir. Hüzün bu durumda aşktan da daha yüce bir duygu olarak tanımlanır.

Aşkın aşkı maharet

Nâr içinde bereket

Hulasa sersem sepet

Benim yandığım kalır

(“Bir Lahza Aşk Sözünde”, Eleğimsağma, s. 144)

Hüznü her yıla yansıtır. Hatta bu hüzün tüm mevsimlere sirayet etmiş durumdadır.

Ay düşmüş perçemine zeytun gözlü Gülizâr Hurma ağaçlarında kalmış sevdanın Salı Ve yekpâre sükunet alnımdan tutan hüznün Sürgülenmiş hazneler pencereler kapalı Bağr-ı virâne ermiş hazanı utan hüznün (“Yıla Düşen Matem”, Eleğimsağma, s. 102)

Hüzün sessiz olmakla beraber, bir gözyaşı da biriktirir. Çünkü hüzün insanı kederlendiren bir duygudur. Bunun temeli hüzün olduğu için “Ah Gözyaşım” adlı şiirindeki “Ah gözyaşım bir gülün ömrü misali mağrur”238 mısralarıyla gözyaşını mağrur olarak değerlendirir.

Hakan İlhan Kurt, mısralarına süzülen kelimelerin hüzün taşıdığınu belirtir.

Dinmemiş ağıtların kızgın haykırışların Ama bir neticede çırpınan mor hamlesi Belki ayaklarıma düşen asi her yarın Belki de yol artığı söylemler yoksulu gam Belki de hasıraltı duyguların cümlesi

 

Aşkımda darmadağın yalın yürek ihtiram

(“Yalın Yürek İhtiram”, Eleğimsağma, s. 129)

Şair özellikle bireysel aşkın duygusuyla getirdiği hüzünlenmeleri mısralarına yansıtır. Buralarda özellikle sitem duygusu ile karışık bir hüzün göze çarpar. Sanatçı bu sitemi istifham sanatını kullanarak işler.

Bilmem tüneyip de alnına vurmuş

Gün olup durduğun bahar mı yaz mı

Ay gece göğsünde çatağa durmuş

Burnunun direği hiç sızlamaz mı

(“Hiç Sızlamaz mı”, Eleğimsağma, s. 8)

Bazen de hüzün, aşk ve ayrılık duygusuyla yan yana bulunarak bir pişmanlığın sesi olur.

Enkaza dalan şehir hasretinle bembeyaz

Suretim çöreklenir en işlek caddesine

Kıtlama bağdaşımda eylediğim her niyaz

Üşüşür de başıma pişmanlığım bir yığın

Dolsam yine fütursuz birdenbire sesine

Bir kez daha elimi sımsıkı tutar mısın

(“Üç Gül Öteği Ölüm ve Bir Doğum Günüdür”, Eleğimsağma, s. 136)

Hüzün, bir anlamda yokluğun ifadesidir. Aşk duygusu ile gelen yokluk, bir hüzün taşır. Çeşitli ayrılıklar da bu hüzünden nasibini alır. Umutsuzluk duygusu bu hüznü perçinler.

Hey anda tut dilimi darmadağın bir umut

Gezlediğim bahçenin yalnız feryâdı kaldı

Kıskıvrak çatal dilli rüzgâr önünde bulut

Bölük bölük savruldu mavi göğün nâmına

Tut dilimi hey anda sevdamın adı kaldı

Bir Çingene dansından hüznün ihtişamına

(“Hey Anda Tut Dilimi”, Eleğimsağma, s. 116)

 

Turancı düşünceye sahip olan Hakan İlhan Kurt, sosyal duyarlılıkla örülü millî hislenişlerini şiirlerine yansıtır. “Bir Türkmen Sagusuyum Gülizâr Çığlık Çığlık” şiiri buna örnek teşkil eden şiirlerindendir.

Kaldır beni yerimden haydi elimden tutup

Kavgadan yeni çıkmış savaşçı edâsıyla

Yedi iklim dört mevsim dört yön ve iki kutup

Muştu sarhoşluğunda sırılsıklam her salık

Kaldır beni yerimden nevbahar sedâsıyla

(“Bir Türkmen Sagusuyum Gülizâr Çığlık Çığlık”, Eleğimsağma, s. 43.)

Şairler için güz ayı ve demlerden de ikindi vakti ayrı bir önem taşır. Nitekim bu zamanlar bir kayboluşun hazzını taşıyarak şairlere ilham kaynağı olur. Bu vakitler hüzne de işaret eder. Hakan İlhan Kurt için ikindi vakti bir hüzne gebedir.

İyi hatırlıyorum gün volkan gibi yaman

Ha ruh teslimiydi an ha gök yere indiydi

Unuttun mu gülizâr yüreğim darmaduman

Aklım başımdan firar vakit bir ikindiydi

(“Vakit Bir İkindiydi”, Eleğimsağma, s. 122)

Hazan mevsimi şairler için ayrı bir ilham kaynağı oluşturur. Bu mevsimde yaprakların dökülmesi, tabiatın başka bir hâl alması gibi çeşitli unsurlar insan ruhu için bir düşünce kaynağıdır. Bu mevsim, tabiatı değiştirmesiyle şair tabiatını da etkiler. Şair için güz mevsimi bir hislenişi ifade eden, siyahî bir mevsimdir.

Güze kesti vadi yazı yaban yar

Maviler silindi gam diyar diyar

Ey ab-ı ciğerle aşkladığım yar

Şimdi kimler çaldı meyvelerini

(“Sorgu Dehlizinden Notlar - 8”, Eleğimsağma, s. 165)

Sonbahar aşkın, hüznün mevsimidir. Bu bakımdan çeşitli hislenişleri bünyesinde barındırır.

Dallar rüzgâr sağdığında sonbaharın memesinden

Kuru yaprak savuruyordu gözlerimde her ifade

 

Şakağımın kaşlarıma “haydi doğrul” demesinden Şimşek kabarcıklarının azdığını biliyordum Böyle tekinsiz değildim böyle yayan ve piyade Kime neleri ne için yazdığını biliyordum Beni sevmediğini de

(“Sorgu Dehlizinden Notlar - 5”, Eleğimsağma, s. 160)

Şairin hüzünlenmesine neden olan bir diğer unsur yaşlanmaktır. Türk edebiyatında bu konuda yazılmış olan en önemli şiirlerden biri şüphesiz Cahit Sıtkı Tarancı’nın yazdığı “Yaş Otuz Beş Yaş” şiiridir. Sanatçı için yaşlanma ilhamını ya da hislenişini dahi etkilemektedir.

Kırışmış alnım artık çatık kaşlarımın dehre Yavaş yavaş pervasız çığlıkları karışıyor Çöküyor gece gibi kutsaldır dediğim şehre Feri kırgın gözlerim alıngan ve sırılsıklam Sakalımda beyazlar siyahlarla yarışıyor

Titreyen düşlerimde dağılıyor bütün ilham (“Alfabemi Arıyorum”, Eleğimsağma, s. 150)

Hakan İlhan Kurt için hüzün şairi demek yanlış olmaz. Onu kederlendiren birçok duygular vardır. Şair bu duyguları hüzünle yoğurarak mısralarına taşır.

4.1.1.6.   Özlem

Hakan İlhan Kurt, engin bir sevgi sonucunda gelen özlem duygusunu hüzün duygusuyla beraber ele alır. Aynı zamanda onu özlem duygusuna iten unsurları işler. En çok dikkat çeken unsurlar, aşk, sevgili, çocukluk ve sıla özlemidir.

Şair, içinde biriken özlem duygusunu mısralarıyla vuslata erdirmek ister. Bu bir nevi duyguları dışa vurarak sağaltmaktır. Şiir bu anlamda hüzünlerle yoğrulmuş duygusal bir rahatlama fonksiyonunu taşır.

Sana mısralarımla dokunacağım ey yar Ne olur yırtma beni sayfamda salkım saçak Cennet bakışlarını kıskanan figanım var Yırtma uçsuz bucaksız bentlerde solacağım Yırtma ebedi iklim doğunca yaprak yaprak Çağrıldığım zaman yanında olacağım

(“Sana Mısralarımla Dokunacağım Ey Yar”, Eleğimsağma, s. 86)

Sanatçı, kalpten süzülen özlem duygusunu yine göğsüyle dindireceğini belirtir. Bir başka ifadeyle özlem duygusu sevgiyi yüceltir.

ben sana mısra mısra dokunacağım ey yâr en sevgili mahrumun tavafında her taraf aşkın ile şâhikam şahlanırken bu pınar en yalgın hasretleri göğsümle vuracağım çürüyecek nârımda bir güneş misâli saf beklemediğin bir gün kapına duracağım

(“Sana Mısralarımla Dokunacağım Ey Yar”, Eleğimsağma, s. 87)

Özlem bazen sevgiliye kalan tek şeydir. Hasret duygusu sevgiyi ayakta tutan bir duygudur.

Anla beni Gülizâr dudaklarımda deprem, humar bakışlarımda bir kasırga dillenir.

Her sûret ağyar olur, salınır sersem sersem düşerim, düştüm demem sâhi diyar içinde... Gülizâr yanan benim, yandığım ile seyir ûmidim nûr içinde, dâhi diyar içinde.

(“Diyâr İçinde”, Eleğimsağma, s. 31)

Her şeyden önce özlem, bir ayrı kalmayı da içinde taşıdığı için bir hüznü simgeler. “Hüznün bütün rengini solur, özleminle içlenmiş ciğerlerim.”[250] diyen şair için özlem duygusu, hüznün her rengini taşır. Sanatçı, vuslatı olmayan bir özlem duygusunu mısralarına yansıtarak yine bir hüzne işaret eder. Bu duygu şairi derin bir sessizliğe gark eder.

Bir elif duruşu sızıyor içten Düşüyor toprağa, kar ince ince Bazen özlemekten, bazen sevinçten, Neyse susuyorum, adın geçince (“Adın Geçince”, Belemir, s. 34)

 

Şairi özlem duygusuna iten bir duygudur aşk. Bu duyguyu sevgili çatısı altında ele alır. Sevgilisinin kokusnu bile hissetmesi onu heyecanlandırmaya yeter.

Ne adaklar bağlarım sesini serer sermez

Ne adaklar bağrımdan yamacına ulaşır.

Değil ki gelse kokun nârına dursam bir kez

Ellerim ayaklarım birbirine dolaşır.

(“Telaş”, Eleğimsağma, s. 30)

Sanatçı için sevgili bir teşbihle gün aydınlığı demektir. Ondan ayrı kalmak derin bir hasret çöküntüsü ve iç sıkıntısıdır.

Ay vaktinde duysam bir çift sözünü

Yaz eylerdim, Toroslar’ın güzünü.

Hasret çöktü, canım çekti yüzünü

Ne olurdu, şimdi burada olaydın;

Bak gün aydı, günaydınım. Günaydın.

(“Gün Aydı Günaydınım Günaydın”, Belemir, s. 38)

Sevgilinin âşığın yanında, yakınında olmaması âşık için bir kederlenme sebebidir. Bu durum dinmeyen bir özlem duygusuna gebedir. Artık yaşanılan yer kişiye anlamsız, geniş caddeler ise dar gelir. Bu durum kavuşulamayan sevgiliye duyulan özlemin dinmemesidir.

En geniş sokaklar yollar dar şimdi

İçimde dinmeyen özlem var şimdi

Haydi “merhaba” de sarıl sar şimdi

Seni buralarda göremiyorum

(“Seni Buralarda Göremiyorum”, Belemir, s. 55)

Hakan İlhan Kurt, çocuklukta olan ilk aşkını unutmaz ve ona derin bir özlem duyar. Bu özlem ise dayanılmaz bir hâldedir.

Lahzaya beyân imiş, sabır çekince haras;

Özlemin dayanılmaz, tâ ki çocukluğumdan.

Kaşıma parmak izin, bağrıma bağrın miras,

Ruhların göçü sıra mahşer ihtişâmında.

Usulca sokul biraz bâki çocukluğumdan

 

Giden ben miyim oysa bir bozkır akşamında?

(“Bir Bozkır Akşamında”, Belemir, s. 83)

Yıllar sonra sevgilinin özlemini çekmek, onu bir defa olsun görmeyi istemek yollar ayrılsa da, hayatlar farklı çizgilerde seyretse de yaşanılan durumlardır. Özlem, bir saniyelik sesle bile bir avuntuyla ömür boyu yaşanılabilecek derin hislenişleri içerir. Ne pahasına olursa olsun sevgili, hayallerde dahi yaşatılmak istenilir. Böylelikle kişi huzur bulur.

Toprak damlı evleri ağartıyor her deyiş,

Her hisleniş gizliyor, huzur dizlediğimi.

Hangi vakit kor düşse bu çetrefil bekleyiş,

Sen hayalime sarıl, kekik kokusu emzir.

Kimse bilmiyor yalnız seni izlediğimi.

Gök, yüzünü öpüyor; gökyüzünü Belemir...

(“Belemir”, Belemir, s. 17)

Her zaman ayrı kalınan kişiye ya da kişilere özlem duyulmaz. Şair, artık yaşlandığını düşünmekte ve çocukluğuna özlem duymaktadır. Cahit Sıtkı Tarancı’nın “Çocukluk” adlı şiirinde “Affan Dede’ye para saysam / Satsa bana çocukluğumu” mısralarıyla dile getirdiği çocukluk özlemi, birçok şairde hissedilen duygu olarak dikkat çeker. Zira çocukluk günleri masumiyet, neşe, oyun, heyecan, merak ögelerini canlı tutar. Şair gençlik heyecanını artık yitirmektedir. “Artık Yaşlanıyorum” başlıklı şiirine geçen yılların hüznünü taşır.

Hasret, bir arayış ifadesidir. Şair çocukluk heyecanına derin özlemler besler, o günleri anar. İnsanı insan yapan hasletlerden biridir hasret. İnsan bilinci, hasret duyulan şey ile irtibat oranında tazelenmektedir. İnsan hasretliklerini hatırladığı an ötelerin sesini de duyabilmektedir.

Doğrusu hâlâ vazgeçemedim,

Kehribarımdan, firuze taşımdan.

Hâlâ derin özlemler besliyorum,

Tükettiğim o yarı yaşımdan.

(“Muteber Bir Aşkın İbadeti”, Belemir, s. 92)

 

İnsanlar doğup, büyüdüğü yere ayrı bir sevgi duyar. Çünkü bazen en güzel, bazen en kötü günlerini burada yaşamıştır. Yani mekânların, içimize bakan, içimize seslenen ayrı bir yönü vardır. Şair buralara ayrı bir sevgi duyar.

Mütebessim suretim, ezberdir şakaklarda.

Orası benim köyüm, şurası benim kentim;

En geniş caddelerde, daracık sokaklarda,

Esiriyim kalbimin, çürürken santim santim.

(“Sefir Günlüğünde”, Belemir, s. 81)

Şair, memlekete olan özlemini ona memleketi çağrıştıran unsurlarla anlatır.

Toplar iki yakamı bir atlas kesintisi,

Ne zaman yalınayak öz yurdumdan ırasam.

Bazen koynuma düşen yalıyar esintisi,

Bazen sağrın ardında uçtan uca bozkırım.

Hani derim ki şayet saçlarını tarasam

Bir kızıl şahin gibi göğe kanatlanırım.

(“Başım Göğe Erer mi”, Belemir, s. 101)

Sıladan ayrı düşüldüğünde buralara özlem hissi uyanır. Şair, doğduğu ve yetiştiği yere oradan uzak kaldığında özlem duyar.

Burnumda köyüm kentim,

Çözülür mü kementim?

Anbean, santim santim

-artık yaşlanıyorum.

(“Yaşlanıyorum”, Belemir, s. 32)

Sanatçı özlem duygusunu çeşitli sebeplerle işlerken bu duyguyu işlevleriyle ele alarak olumlu bir unsur olarak düşünür. Ona göre hasret duygusu sevgiyi ayak tutar. Buna karşın özlem duygusunu insanın kederlenmesine yol açan olumsuz bir duygu olarak da mısralarına yansıtır.

4.1.1.7.     Umut / Umutsuzluk

Hakan İlhan Kurt, umut duygusunu imgeler kullanarak anlatmaya çalışır. Umut, olumlu beklentileri karşılar. Şair, özellikle aşk mevzusunda umudunu diri

tutmak ister. Şiirlerinde umutsuzluk duygusu çeşitli sebeplerle açığa çıkar. Sanatçı endişe, çaresizlik ya da sabır noksanlığı neticesinde umutsuz olduğu anları mısralarına yansıtır.

Umut mefhumu “Sefir Günlüğü” adlı şiirinde güvercin çırpınışı ile eşleştirilir. “Güvercin ümidi” kullanımıyla güvercin, gelecek için umut aşılar.

Aşk duygusu umudu doruğa çıkartır. Bu anlamda şairi heyecanlandırır. Bu hâl aşkın getirdiği güzel duygulardandır. Aşka umut etmektir bir anlamda.

Kim bilir belki bir gün, bu bahçeye uğrarsın, Belki bir gün sessizce dinlenirsin bağrımda... Nâzarım mühürlenir, yanım yamacım yalgın; Endâmmı cihândan setr’edip de çağrımda, Kim bilir belki bir gün, bu bahçeye uğrarsın... (“Kim Bilir Belki Bir Gün”, Belemir, s. 45)

Şair aşk duygusunun güzel neticelenmesi babında bir umut besler. Böylelikle aşkını diri tutar.

Her sabahın göğsüne biraz çay, biraz simit, Yüzümdeki zambaklar kuruluyor sofrana.

Âmâ bir fener gibi şavkına sızan ümit, Sûretimi işliyor camına pencerenin... Nazını ziyan etme, hiç güvenme tafrana, Bugün bir şiir kadar yakınındayım senin.

(“Bir Şiir Kadar Yakınındayım”, Belemir, s. 24)

Umudu sevgilinin güzellik unsurlarıyla eş tutarak tabiat unsurlarının dirilişini sevgiliyle eş tutar. Bahar sevgilinin gülüşüne secde eder. Bahardan da güzeldir sevgili. Böylelikle mevsimlerle duyguları birbirine bağlar.

nice umut yeşerir eylediğinde endam, gül kokulu gülüşün secdesidir baharın. ne zaman saçlarına ellerimi uzatsam yüreğime saplanır o derin bakışların.

(“Telâş”, Belemir, s. 87)

 

Ona göre umut duygusu, insanları hayata bağlayan ışık olarak sadece aşkla mümkündür. Umut duygusunun yüksekliği aşkı devam ettirmede bir motivasyon kaynağıdır.

şarkıların ve çayın, en güzeli sendendir; yalnız senden sağarım, umudun ışığını.

ister beni yerden kes, istersen göğü indir, söz geçer mi iliği alaz kuşanmış mühre?

her şehir uzaklarda büyütür âşığını ve titreyince toprak, duruşun düşer şehre. (“Duruşun Düşer Şehre”, Belemir, s. 78)

Şair, sevgiliyle bir araya gelemeyişine rağmen onu bekler. Bu durum da aşk ile umut duygusunun birbiriyle ilişkili olduğunu ortaya koyar.

Ay kızların beneğinde, Kurdu kuşu ekmeklerdim.

Bir güvercin tüneğinde, Sen giderdin, ben beklerdim.

(“Ben Beklerdim”, Belemir, s. 53)

Çok dertli olunması, farklı sıkıntılar içinde bulunulması hâlinde dahi aşk duygusu sayesinde umutsuzluk duygusuna yer olmaz.

Dert kapımı çaldığında, Asla umutsuz değildim.

Aşk işgale kaldığında,

Gözlerini vatan bildim.

(“Al Göğsüne Sar”, Belemir, s. 94)

Sabır duygusuyla umut eş zamanlı yürür. Umudun olmadığı yerde sabır da bitmiştir. Kurt, sabrın tükendiğini sevgiliye seslenerek bildirir.

böyle ağlarsan eğer çıldırırım gülizâr yırtarım vakte dair bıraktığın verdeyi efil efil yüreğim ve kabarmış bir damar zikrimle de ayılmaz cehl-i mecnun sersefil ey aklıma ziyanım kaldır şuha perdeyi

 

ve döşe sabaha dek geceme sabr-ı cemil

(“Böyle Ağlarsan Eğer Çıldırırım Gülizâr”, Eleğimsağma, s. 81)

Umut, beklentidir ve beklentileri karşılamadığı sürece yerini endişeye bırakır. “Bir Merhaba De” şiirinde “Tükenmeden umudum, / bir merhaba de bana.”[251] diyerek sevgiliye seslenir.

Sevgilinin varoluş durumuna göre umut ortaya çıkar. Bazen umudun başladığı yere hüzün duygusuyla geri dönülür. Sevgili olmadığında umut da onunla gitmiş olur. Bu durum bir çaresizliği aşılar.

Gittiğin yerde kaldı umudum,

Dardayım, sağım solum uçurum.

El mahkûm, sırılsıklam acılar;

Sahi hiç balkona çıkmaz mısın,

Hiç canın sıkılmaz mı senin yâr?

(“Hiç Canın Sıkılmaz Mı”, Belemir, s. 36)

Umut etmek her zaman kolay değildir. Kimi zaman yerini sabır noksanlığıyla umutsuzluğa bırakır. Şair derin hüzünlere yelken açmıştır.

Dağ dağa ilişmez mi, yol mu hancıdan ırak;

Yiter gider umudum, bir yiğit cevvâlinde.

Ne varsa yüreğinde, avuçlarıma bırak,

Sen ağla, ben yaşını gözyaşımla sileyim.

Her giden geçmişini, tüketir evvelinde.

-Kavgayla sınama yâr; vur beni, ben öleyim.

(“Kavgayla Sınama Yâr”, Belemir, s. 43)

Şairde aşkın coşkunluğundan umut duygusu yerini umutsuzluğa bırakır. Bu durum melankolik bir ruhu mısralara taşır.

Darmadağın umutla başucunun vurgunu,

Bir takvim yaprağıydım, bakışlarında humar.

Sessiz sessiz taşırdım, her güne soluğunu;

Vâdem ellerinde hür, devrim düşünde meskûn.

Hülâsa, tufanında şaha kalkan her damar

 

Âyinine duruyor; sen, benden kaçıyorsun.

(“Sen Benden Kaçıyorsun”, Belemir, s. 50)

Sanatçı umudu her şeye rağmen canlı tutmak ister. Bu umudu hüzünlü şarkılara katmak ister.

Bıraksak ziyana tutsak umudu,

İçli şarkılara katsak umudu.

Nefsimize düşsek, aşsak hududu;

Getirir, hizaya uslu gecemiz.

(“Bir Semaver Faslı Gece”, Belemir, s. 117)

Hakan İlhan Kurt karamsar ruh hâlinin getirdiği umutsuzluk duygusuna kapılsa da umut duygusunu daha önde tutar. Özellikle aşkın tinsel gücü şairi umuda sevk eder.

4.1.1.8.     Zaman

Zaman geniş bir kavram olarak ilk çağlardan beridir araştırmacıların ilgisini çeker. Zamanı geniş bir kavram olarak ele almak gerekir. Hakan İlhan Kurt, zaman kavramı üzerinde düşünür, zaman mefhumunun anlamı karşısında hüzünlenir. Bireysel zaman olgusunu mısralarına yansıtır.

Ünlü araştırmacı Bergson felsefesinin zaman merkezi olarak gösterdiği yer duree fikridir. Duree, geçmişin devamlı gelişmesidir diye tarif edilir. Devamlı olarak birbiri üzerine yığılmak suretiyle büyüme gösteren geçmiş, kendini otomatik bir şekilde muhafaza eder.[252] Bu durum tarih ve kültürü ön plana çıkarır. Bir destan şairi olan Hakan İlhan Kurt için zamanın bu yönü oldukça önemlidir. Zaman öncesiz ve sonrasız bir sonsuzluk içindedir. Bu yüzden zamanın akıp gitmesini önemser.

Burada herşey isyan, orada herşey masal,

Her hamlem duruluyor, gün sarına sarına;

Ne zaman açık versem veyahut kopsam misâl,

Takvim solup gidiyor, baskın yiyor kıyâmım.

Hüviyetten yoksunum, hükümsüzüm yarına

İki de bir çağırma, ben meşgûl bir adamım.

(“Ben Meşgul Bir Adamım”, Belemir, s. 19)

 

Zamanın geçip gidişinden üzüntü duyan şair, geçen zamanın getirdiği hüzün ile zamanı buruşan yaşlı bir insana benzeterek somutlaştırır.

Tükettim sabrımı, devler vuruştu;

Toprağım ağlıyor, kızamıyorum...

Zaman atlas oldu, soldu buruştu,

Artık sana şiir yazamıyorum.

(“Yazamıyorum”, Belemir, s. 118)

Zaman kavramı tematik düzlemde şairin hüzünlenmesine yol açan bir unsur olarak görülür. Şair zamanı sabitleme çabası içinde geçen anın üzüntüsünü mısralarına izlek olarak yansıtır.

Güz mü tanır bu dem güzümden başka,

yüreğimden başka, özümden başka;

geriye dönüp de gözümden başka

bakacak her gözü sebep eyledim

(“Sebep Eyledim” Belemir, s. 79)

Şiirde zamanın yok edici tavrına karşı söyleyici, aşkla direnir. Aşk zamanın ötesine götürerek şairi mutlu eder.

ıslanırım resminle her sabah sırılsıklam,

her akşam azıklarım, göğsümün yitiğini...

ne zaman düşlerimi kollarına bıraksam

ay tutulur aniden, serpilir pul pul zühre.

an olsa ve bulutlar düşürse tetiğini,

bir su misâli berrak duruşun düşer şehre...

(“Duruşun Düşer Şehre”, Belemir, s. 78)

Zaman bir özne olarak kabul edilir. Burada bireyin kendi iç zamanı önemlidir.

Yalnızca bir bardak dudak payımsın,

Çiy düşmüş, ıslanmış âhımda vezne .

Gece çökmüş ne gam, dolunayımsın,

Nurunu resm’eyler övülmüş her din.

 

Zaman nasıl da sır, nasıl bir özne;

Ben tütün sarardım, sen çay demlerdin.

(“Sen Çay Demlerdin”, Belemir, s. 52)

Hakan İlhan Kurt bireyin kendi iç zamanını önemser. Bunda hüzün şairi olmasının payı bulunur. Bu bağlamda özellikle akşam ve gece gibi zaman unsurları mısralarda çoğul okumaya meydan verecek şekilde kullanılır.

Bugün bir şiir kadar yakınındayım senin,

Bir şiir kadar esrik, bozkır tepen atlarla...

Seyrine duruyorum menziline girenin,

Ayazda kalmış gibi titriyor, üşüyorum;

Damarımda şahlanıp göğü öpen atlarla,

En tedirgin gecede koynuna düşüyorum.

(“Bir Şiir Kadar Yakınındayım”, Belemir, s. 23)

Ahmet Haşim, şiirde anlam üzerine düşünür. Anlam ve vuzuh aranmasına karşı çıkarak şiiri iç içe geçmiş kapalı bir dünya şekilde tasarlar.[253] Onun bu konuda tartışılan şiiri ise “Bir Günün Sonunda Arzu” şiiridir. Bu şiirde özellikle anlam kapalılığına yol açan kelime mısralarda tekrarlanan “akşam” imgesidir. Ahmet Haşim’in duygu dünyasıyla bütünleşen sarı, akşam, güz unsurları şiirlerinde dikkat çekici ögelerdir. Hakan İlhan Kurt, Haşim şiirinde bir süreklilik içinde kayboluşa sürüklenen zamanı siyah düşler imgesiyle ifade eder.

şehrin siyâh düşleri ve bembeyaz gülüşün

ah gülizâr gül kadar gülşen değildir vâkit

bir yarasa misâli tutar yakamdan tütün

sarı safran bir ceset özlem yükü peşimde

ah gülizâr gül kadar siyâh düşlere şâhit

okuduğum her mısra titrer Ahmet Haşim’de

(“Şehrin Siyah Düşleri ve Perdesiz Pencereler”, Eleğimsağma, s. 95)

Sanatçının zaman algısı genel anlamda geçmiş-gelecek-şimdi üçgeni içindedir. Geçmişin birdaha tekrarlanamayacak olması şairi melankolik bir ruh hâline sürükler. Bu noktada şair, zamanın ötesine götürecek duyguları hissetmek ister. Öznel bir zaman kavramını içeren “iç zaman” kavramını mısralarına taşıyarak

zaman algısının ötesine geçer. Zaman ile ilgili algıları şairi, Ahmet Haşim’in empresyonist yaklaşımına sürükler.

4.1.1.9.     Şehir

Sanatçı şehir hayatının güzelliklerini, niteliklerini mısralarına taşır. Ancak şehir hayatı köyde yaşamış insanlar için çoğunlukla zor olmuştur. Tabiatla iç içe, gürültü ve kalabalıktan uzak bir hayat yaşayan köylüler için şehir hayatının olumsuz tarafları bulunur. Üstelik şehir hayatı sentetik bir hayat tarzıyla köy insanlarını bunalıma sevk etmeye uygundur. Bu nedenle köy havasını solumuş, köyde yetişmiş bir şair olan Kurt, şehirleşemediğini mısralarında belirtir.

Şehir kalabalık olması yönüyle dikkat çeker. Şair şehrin bu özelliğine vurgu yapar.

Akar amber dalında gün çalarım yaprak yaprak

Toprağının rahminde insâfına durur herkes

Ne varsa gönder bana gülden evlâ sudan berrak

Şehirden kalabalık köyden tenhâ ne varsa sar

Ziyan etme ismimi ne memleket ne de adres

Sen yaz da gönder bana beni tanır postacılar

(“Beni Tanır Postacılar”, Belemir, s. 67)

Şehrin kendine has güzellikleri vardır. Şair bu güzelliği aşk duygusuyla hemhal bırakarak sevgiliyle bütünleştirir.

şarkıların ve çayın, en güzeli sendendir;

yalnız senden sağarım, umudun ışığını.

ister beni yerden kes, istersen göğü indir,

söz geçer mi iliği alaz kuşanmış mühre?

her şehir uzaklarda büyütür âşığını

ve titreyince toprak, duruşun düşer şehre.

(“Duruşun Düşer Şehre”, Belemir, s. 78)

Sanatçı her ne kadar şehirde de yaşamış olsa geldiği yeri unutmaz. Aynı zamanda hiçbir zaman istese de şehirleşemeyeceğini belirtir. Esasında bu bütün köylü insanı için geçerlidir. Köyde yaşamış bir insan toprağın getirdiği dirayetle özüne bağlıdır.

 

Hakan İlhan Kurt, şehir hayatını güzellikleriyle beraber işler, ama köy hayatı onun için başka bir yerdedir.

4.1.2.    Sosyal Temalar

4.1.2.1 Millî duygular

İlk dönemlerden itibaren Türk edebiyatında kahramanlık konusu edebî ürünlere yansır. Ancak vatan, millet, hak, adalet gibi toplumsal konular şiirimize Tanzimat döneminde girer. Millî edebiyat dönemiyle de toplumsal konular şiiri düşünceleri belirtmede araç hâline getirir.

Hakan İlhan Kurt, destan şairliği kimliğiyle ulusal bilinci yüksek, tarihle ilgili bir sanatçı olarak millî duygularını mısralarına yansıtır. Bu duygular şiirlerde çeşitli şekillerde tezahür eder. Memleket sevgisini, memleketin değerini bilerek işleyen şair, bu memleketin insanına da sevgi ve saygı besler. Şiirlerinde Türk’ün güçlü niteliklerini belirtip Türk kahramanlarının özelliklerine yer verir. Turancı düşünceye sahip olduğundan bu düşüncenin nüvelerini açığa çıkarır.

Gurbet-sıla karşıtlığını memleket sevgisi vücuda getirir. Şair sıladan ayrı kaldığında derin bir üzüntüye büründüğünü çeşitli imgelerle dile getirir.

Toplar iki yakamı bir atlas kesintisi

Ne zaman yalınayak öz yurdumdan ırasam

Bazen koynuna düşen yalıyar esintisi

Bazen sağrın ardında uçtan uca bozkırım

Hani derim ki şayet saçlarını tarasam

Bir kızıl şahin gibi göğe kanatlanırım

(“Başım Göğe Erer mi?”, Eleğimsağma, s. 15)

“Haydi Gün Biraz” adlı şiirinde “Yüz buladığım coğrafyam / Haydi gün biraz”[254] mısralarıyla millî bir hassasiyetle yaşadığı coğrafyanın sürekli yenilenen gün gibi devam etmesi isteğindedir.

Göçebe kültürünü yaşamış Türkler için devletin teminatını sağlayan en büyük araç sağlam bir disipline ve düzene dayanan bir nizamdır. Bu nizam devlet fikrini öne çıkarır. Bir yerde Türk varsa, devleti de vardır. Bu da yıkılan bir Türk

devletinin yerine yine güçlü bir Türk devletinin kurulmasına imkân tanır.[255] Millî duygu yoğunluğu taşıyan sanatçı Türk’ün bu yönüne dikkat çeker.

Dandanakan amadem Gazneli’nin sırtına

Nan Oğuz’dur serverim ne devletler kurarım

Ne devletler yıkarım benzim cenkte fırtına

Cenk kurudu gülizâr hâle sebâtı kaldı

Salladı meyvesini bûseler çakım çakım

Aşk meydan uğraşında bana isnâdı kaldı

(“Destan-ı Gülizâr”, Eleğimsağma, s. 67)

Türk milletinin büyük bir millet olarak destanlar oluşturmasında şüphesiz cesur ve güçlü tavrının yansıması vardır. Türklere kendi ordusundan sayıca fazla ve donanımlı orduları yenmesinin altında da bu güç ve azim bulunur. Hakan İlhan Kurt, “Buyruğumu işiten her bir nefer yürüsün; / Göğümce gök yürüsün, yerimce yer yürüsün!”[256] mısralarıylaTürklerin bu yönüne dikkat çeker.

Türklerin tarihinde savaşlarda kazanılmış büyük başarılar yer alır. Bir toprak parçasını vatan haline getirmelerinin altında destansı kahramanlıkları bulunur. Türkler verimsiz bir toprak parçasını düşman illerine vermekten geri durmuş yöneticilere sahiptir. Şair destan şiiri yazarak tarihten ilhamla benzer kahramanlıkları mısralarına taşır.

Yürüdü Türkmen erler, bölük bölük yürüdü,

Koşu üzre bir koldan mızrakları sürüdü.

Gök mü çöktü bilinmez, yoksa yer mi çürüdü

(Kutalmışoğlu Süleyman Şâh Ululaması, s. 110)

Sanatçı, Türk hükümdarlarını coşkulu bir şekilde anar. Onların çeşitli yönlerini yüceltir. Zaten destan şiiri yazmasının altında Türk devletlerinin millet olma yolunda güçlü ve vatanına sıkı sıkıya bağlı kişilerin gururla tarih sahnesindeki rollerini gösterme arzusu vardır.

İl-Teriş bir eyledi, Türk adında birliği,

Yerledi Kapgan Kağan, Gök Bodun’da dirliği.

 

Sekiz tümen Kırgız’ın kış gününde erliği

(Köl Tigin Ünlemesi, s. 47)

Tarih çeşitli unsurlarla birlikte güçlenir. Tarihi, toplumların ruhî, manevi fonksiyon gücü tayin eder.[257] Bu güç ise birçok kahraman yaratmaya müsaittir. Geriye güçlü devletten vatanı için kanını feda etmiş şehitlerini yâd etmek kalır. Kutalmışoğlu Süleyman Şâh, Anadolu Selçuklu Devleti’nin kurucularından biri olarak Anadolu’nun yurt edinmesinde önemli simalardan biridir. Onun karamanlıkları da tarihin tozlu sayfalarında yerini alır. Bu tarihi isim için destan şiiri çalışması vücuda getiren Kurt, “Al olmuş kılıcı yaman Şâhımın / Kardaştan, kardaşlık uman Şâhımın”[258] mısralarını içeren onun kahramanlığını anlatan ağıt niteliğinde bir şiir yazar.

Hakan İlhan Kurt, Turan idealizmini savunur. Türk’ün mührünün “Bu kutsal coğrafyanın bağrına kurulmalı; / Fitne fücur çağına Türk mührüvurulmalı”[259] mısralarıyla tüm dünyaya yayılmasını ister.

Ziya Gökalp’ın temellerini attığı Türkçülük düşüncesi Türk milliyetçiliğini her anlamda etkiler. Bu milliyetçiliği semantik olarak daha ileri bir seviyeye taşıyan bir görüşle ırk kavramına daha çok dikkat çeken isimlerden biri Nihâl Atsız olur.[260] Hakan İlhan Kurt, onunla benzer görüşlere sahip olarak ondan “atam, Atsız Ata” diye bahseder ve onun için şiir kaleme alır.

Doruklar, ak doruklar, genç kız gibi ve hatta

Emzikli anne gibi umudunu büyütür.

Ay ata... Atsız Ata... Tutunduğum hayatta,

Beni ruhundan başka hangi maden öğütür?[261]

Vatan toprağı uğruna binlerce kişinin kanı dökülmüştür. Türk milleti için şehitlik tahtına layık görülen bu kişiler her dönemde kutsal kabul edilir. Hakan İlhan Kurt şehit edilen Fırat Yılmaz Çakıroğlu hatırası için bir ağıt tertip eder.

Şimdi bütün baharlar, senin adınla başlar;

 

Seni emzirir gülce o nergis boğumları.

Sen gülünce durur mu yerinde kaba taşlar;

Cana işler mi perçin, ruhu sarar mı kafes? Secdeler kesif kesif mukâddes doğumları,

Gün ortası, zamansız yitirilen bir nefes.[262]

Sanatçı sadece Türkiye topraklarında yaşamış kahramanları anmaz. Turan idealine sahip şair, diğer Türk illerindeki kahramanları da mısralarına yansıtır. Doğu Türkistan’ın efsaneleşmiş lideri Osman Batur için şiir yazar.

elbette ki bağ boğum ırkıma dolanda toy şahlanır sayatlarım saylarda misil misil orta kuşak yuğlarda alazlanır cümle huy gözyaşlarımla büyür ala yunak bir nesil andolsun yedi göbek yedi düğüm o güne Böke Batur öğüdü öğüttüğüm o güne[263]

Şair, Turan düşüncesi etrafında diğer Türk devletlerine sevgi beslediği gibi bu devletlerin zor zamanlarında üzüntü duyduğunu hissettirir.

Bir Türkmen sagusu’yum gülizâr çığlık çığlık Ateş dilim kanatır masmavi gökyüzünü Kadife gecelere gizlenirken karanlık Güz hüznün sarısıdır ay ümidinde bedir Ve damarlarım titrer uğurlarken yüzünü Antik mısralarımda bâkir düşler gezinir

(“Bir Türkmen Sagusu’yum Çığlık Çığlık”, Eleğimsağma, s. 41)

Hakan İlhan Kurt’un şiirlerinde millî duygular, poetikasını açığa çıkaracak şekilde işlenir. Şair Türk milletinin kendine has yapısını ortaya sererek bu duyguları derin bir biçimde mısralarına yansıtır. Turan düşüncesi çerçevesinde mısralar kaleme aldığı gibi Türk kahramanlarını şiirlerinde yüceltir.

4.I.2.2.    Halk kültürü ve yerlilik

4.I.2.3.     

Şair yaşadığı coğrafyaya, tarihe ve kültüre saygı ve sevgi besler. Bu sevgi onu yerlilik çizgisine taşır. Bu yüzden mısralarına yerli unsurları, Türk kültürünün kaynaklarını taşır. Türklük için önemli birtakım şairleri mısralarıyla anar.

Yüzyılların birikiminin coşkusunu ve şuurunu mısralarına bilinçli olarak taşır. Geçmişin değerlerini hakkıyla anmak ister. Türklerin en eski çalgı aleti, millî çalgı aleti de sayılan İslamiyetten önceki Türk edebiyatı döneminde kullanılan kopuzdur. Şair yerlilik coşkusunu kopuz ile daha yoğun bir seviyeye taşır. Bir anlamda Yahya Kemal’in geçmiş olgusuna ulaşmak ister. “Yahya Kemal’de geçmiş, hayatımızın dışında değildir. Hayatımızın içinde olan canlı bir vakıadır.”[264] Bu sayede geçmişi anmak, şimdiyi anlamlı kılar.

Asra takvim düşerim balbal gövdelerinde

Atlasıma kök salan kopuzların o çalık

Tınılarında sakla haykırışımı akıl

Ve çağlar tarih boyu ediplerin ferinde

Bembeyaz sayfaları işgal eden bu fasıl

(“Bir Türkmen Sagusu’yum Çığlık Çığlık”, Eleğimsağma, s. 43)

Kültürün birçok tanımı yapılır. Kültür, insanın tabiat karşısındaki başarılarının, tabiata kazandırdığı anlamların toplamıdır.”[265] Gelenek, hayalî bir geçmiş yaratma ütopisinden uzakvar olanı sahiplenme arzusudur.[266] Bu yüzden gelenek ile yerlilik arasında bir ilişki mevcuttur. Yerlilik bu yönüyle tarih ile de yakından ilişkilidir. Destan şiirleri yazan şair tarihi anlamlandırır.

Türk kültürünün üç ana kaynağı bulunur. Bunlar Anadolu’daki kültürel hususiyetler, İslam medeniyeti ve Rumeli’den edinilen tecrübelerdir.[267] Sanatçı mısralarında bu kaynakları yansıtır.

Tespih etsek şu göğü, kâfi midir tarifi?

Her sabah doğrulanı, çağrılanı her akşam...

Bizimdir geceleyin cehde sürmek ârifi,

Bizdendir mahlûkatın her zahmetine mecnun Ya Bismillah, der demez rahlemizde ihtişam, Sırılsıklam bir elif, mum ışığında bir nûn.

 

(“Titreşir Alevimiz Kandilimiz Ayarsız”, Belemir, s. 98)

Türk edebiyatında Leyla ile Mecnun, Kerem ile Aslı, Tahir ile Zühre gibi kişiler aşkın en yoğun işlendiği halk hikâyelerinde tanınan kişilerdir. Aşk bu kişilerle daha yüce bir seviyeye taşınır. Bu yücelik onlarla beraber aşkın aşığı acılarla pişirmesinden ileri gelir. Şair de aşkla beraber gelen bu acının kaygısını taşır.

ey âşk diriltme beni koyuver gider serap kum zerreleri ağar damarlarıma çil çil asra ant kitâbedir yarı çıplak bir hitâp ilim irfan dağıtır levha levha yanan nûn ey âşk diriltme beni verme yeniden mehi vâdem Leylâ’dır zaten ben isem eğer Mecnun (“Ey Aşk Diriltme Beni”, Eleğimsağma, s. 93)

Kurt, kendi aşkını yüceltmek için de bahsedilen o aşk kahramanlarını anar. Bu anlatılarla ilgili telmih sanatına başvurur.

ey âşk diriltme beni vâkti değil boşanır üvezlerden yemişler ruhuma doludizgin ve inleşir keşişler yanar göğsümdeki sır haleb’e kahrım ağar yüreğim ışık ışık ey âşk diriltme beni külleridir Kerem’in Aslı’nın saçlarını tutuşturan sarmaşık

(“Ey Aşk Diriltme Beni”, Eleğimsağma, s. 93)

Edebiyatın oluşumunda üç temel unsur dikkat çeker. Bunlar; bilgi, bilinç ve dildir.[268] Bu üç unsur da insan ile ilişkilidir. Toplumdaki sanatçılar yetiştiği ortamın eğitimlerini taşırlar. Bu nedenle eserlerinin halk kültüründen izler taşımaları kaçınılmazdır. Şu durumda edebiyatın oluşumundaki bilgi, bilinç ise kültüre kapı açar. Halk kültüründen yararlanma durumu bilinçsizce olsa bile ortaya çıkar. Bu olağan bir durumdur.

Ziya Gökalp, “töre” kelimesini irdeler. Ona göre Türk kelimesi töreli anlamına gelmektedir. Türk kelimesi töre kelimesinden doğmuştur.[269] Töre kelimesi

“törü”şeklinde Divanü Lügati’t-Türk adlı eserde de geçer. Bu kelime “el bırakılır, törü bırakılmaz” atasözüyle ifade edilmeye çalışılır. Yani törüden kasıt ruhlarda yaşadığına inanılan millî kültürdür.[270] Törenin kültürle olan ilişkisinin farkında olan Hakan İlhan Kurt “Töre Marşı”nı yazar. Epik bir üslûpla kaleme aldığı bu şiirinde tüm Türk milletinin hep birlikte töresine sahip çıkması gerektiğini vurgular.

Ünledi, dokuz tekbîr türlü türlü yaygıya,

Eri kızlayın dedi, gökçe kızı erleyin!

Kültür san’at seyrinde yer vermeyin kaygıya

Törelenin Tanrı’yı, törelenip birleyin;

Bir ağız, birce dilden, göğe doğru gürleyin![271] [272]

Yahya Kemal’de önce bir kaçış olarak başlayan geçmiş sevgisi kısa zamanda mahiyet değiştirerek tarih şuuruna dönüşür. Bu da bir aşkı meydana getirir. 261 Şair millî bir heyecanla Yahya Kemal’i anar.

Ah gözyaşım aruzdan daha kimsesiz hecem

Daha da sarmaşıklar âbidesi sesleniş

Sevgili yalnızlığı sarındığım her gecem Kaçağı suyla yeksân târık bin ziyâd hâli Endülüs’ün bağrında paramparça hisleniş Aşk tahtında anarken ahtım Yahya Kemal’i (“Ah Gözyaşım”, Eleğimsağma, s. 126)

Hüseyin Nihâl Atsız Deli Kurt adlı romanında Gökçen Kız ile Deli Kurt arasında yaşanan aşkı işler. Şair aşk temasını işlerken bu esere telmihte bulunur.

Dolarım dizgin dizgin gem ezdiren yeminde

Esrik Afşar inadım şahdamarımda ergin

Hangi gece renginde hangi cengin ceminde

Gökçe kızlar şîr erler vakitli muratlanır

Yere diz vurup dursam boylu boyunca sergin Ansam şayet adını yer ve gök pusatlanır (“Ansam Şayet Adını”, Eleğimsağma, s. 24)

 

Sanatçı yerli unsurları kültürün önemine binaen şiirlerine alır. O, bir destan şairidir. Yerlilik çatısı altında tarihi, mısralarına döker. Bu vesileyle geçmişin değerlerini açığa çıkarır. Aynı zamanda Türk kültürünün çeşitli dinamiklerini şiirlerinde telmih sanatıyla birlikte işler.

4.I.2.4.    Tarihçilik ve tarih şuuru

Tarih sadece “geçmiş” adı altında geçen zamanı içermez. Bireylerin hafızası nasıl belleklerinde kayıtlı ise milletlerin hafızası da tarih sayfalarında gizlidir.[273] Atatürk, bu bilinçle tarihin araştırılmasını isteyip tarihle ilgili çalışmaları başlatır.[274] Bir edebiyat eserinin kaleme alınma sebeplerinden biri olan örnek verme gayesi “empatik duygulanma” ve “okuyucu-kahraman” özdeşleşmesi için şarttır.[275] Tarihi kahramanlar millet nazarında taşıdıkları değerlerle o milletin mensubiyetlerine yeniden doğuş ilhamını verecek kadar canlıdır.[276] Hakan İlhan Kurt, tarihi oryantalist bakış açısıyla yorumlayanların karşısında durarak mensubiyet duygusunu diri tutar ve Türk milletinin önemli kahramanlarına şiirlerinde yer verir. Tarihi hamasi bir üslûpla işleyerek tarih şuuru ve bilincini zihinlere yerleştirmek ister. “Halk kültürü ve yerlilik” başlığı altında şairin özellikle destan şiirlerinde tarih ögesini kullandığı belirtilse de onun tarihi nasıl ele aldığını ortaya çıkaracak göstergeler bu başlık altında ele alınacaktır. Tarih vasıtasıyla yapılan tip, olay ödünçlemeleri belirtilecektir.

Asya Türklüğü Devri

Tarihi Olaylar

Sanatçının Köl Tigin Ünlemesi adlı kitabı, İslamiyet öncesi Türk tarihine ışık tutacak nitelikte olduğundan bu başlığın açılması elzemdir. “Kök Türk ismi Köl Tigin ve Bilge Kağan yazıtlarında, dünyanın yaratılışı ve İstemi ile Bumin’in Türk ilini ve töresini düzenlemeleri vesilesiyle zikredilmektedir.”[277] Hakan İlhan Kurt, bu

devrin bir kısmını destanlaştırır. 685-731 yılları arasını destanlaştıran şair Köl Tigin’in doğum ve ölüm yılları arasını epik bir üslûpla şiirleştirir. Köl Tigin’in kahramanlıklarından ve yaşamından bahsedilirken Doğu Göktürk Hakanlığının o tarihler arasındaki önemli olayları anlatır.

Köl Tigin, ağabeyi Bilge Şad ile küçük yaşta akınlara katılır ve Göktürk Hakanlığı Çin’e karşı çeşitli zaferler elde eder. “Çin yurduna tulgalar, teber teber yürüsün”[278] diyerek bu durumu bildirir.

Köl Tigin, ilk defa kılıç kaldırdığı savaşta Ong-Tutuk’u tutsak eder. O yıllarda devletin başında “Ağır aksak adımla toyuga doğru gitti; / Kapgan Kağan önünde, tutsağı öte itti.”[279] mısralarıyla Kapgan Kağan olduğu anlaşılır.

Göktürkler akınlarını Çin üzerine arttırarak geliştirmeye çalışır. Köl Tigin 25 yaşına girdiğinde Çinlilerle Mingşa Dağı’nda savaşır. Ancak Göktürkler sadece Çinlilerle savaşmaz. Zaman zaman kendi içinde de çeşitli mücadelelere girişir. “Kök Türk Kağanlığı 7. yüzyılın ortalarında, doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine kadar büyük bir kargaşa içine düşmüştü. Devlet içeriden ve dışarıdan ihanetlere maruz kalıyor, halk perişan bir hâlde yaşıyordu.”[280] Yir-Bayırkular denilen bir Türk boyu Gök bodunla mücadele etmek ister. Köl Tigin ise onları mücadeleden yıldırarak yine bir başarıya imza atar.

Köl Tigin: Ün eyledim, dövüşü her çeriye;

Her dövüşün ardından toy tutunca beriye.

Ulug İrkin denilen korkup kaçmış geriye

(Köl Tigin Ünlemesi, s. 41)

Öte yandan Türk boyları bir olup Göktürk devletine saldırır. Çikler ve Azlar denilen iki Türk boyu bir olup ayaklanma çıkarır. Ama bu ayaklanmalardan daha güçlü bir şekilde çıkan devlet “Isıg Gök batısında, Azları okladılar. / Çin’e vassal olanı, amansız hakladılar.”[281] mısralarında belirtildiği üzereGöktürk Devletidir.

İsyancı diye nitelendirilen Kırgız boyuna baskın yapılır. Bu baskının Kırgızlar’a korku verdiği şöyle şiirleştirilir:

 

Ayguçı söze durdu: Küçlüg Kağan öldü mü,

Baskınımız Kırgız’ın kömenini böldü mü?

Köl Tigin şân eyleyip, bunlu yüzü güldü mü

(Köl Tigin Ünlemesi, s. 50)

Bir başka ayaklanan Türgiş boyu Bolçu’da yoklanır ve Şöke Kağan bozguna uğratılır.

Kapgan Kağan söylemiş: Şöke’nin sözünden mi?

Yoksa çadırladığım Çenu’nun yüzünden mi?

Dökülen kardeş kanı, al göğün gözünden mi?

(Köl Tigin Ünlemesi, s. 57)

Göktürkler güçlü ordularıyla başka devletlere yardımda bulunurlar. Buna örnek Semerkant hükümdarı Tarhun’a yardıma gitmeleridir. Tarhun Kağan, Kapgan Kağan’dan güç ister.

Tarhun Kağan güç ister, Kapgan Kağan gücünden,

Harezm’in, Horasan’ın ayrı düşmüş öcünden...

Baş Tezik Kuteybe’nin salya tutmuş bücünden

(Köl Tigin Ünlemesi, s. 59)

İslamiyeti kabul etmiş ilk Türk topluluğu olarak bilinen Karluklar güçlenip Göktürklerin düşmanlarından biri olur. Daha önce isyan eden Azlar da tekrar saldırıda bulunurlar. Ama Köl Tigin “Töre tutmaz diyerek, Kara Göl’de çevirdim; / Çerisinden ayırıp, tutsak ettim, devirdim!”[282] mısralarında belirtildiği gibi onları Kara Göl’de tekrar bozguna uğratır.

Türk boyların mücadelesi Doğu Göktürk Hakanlığı döneminde oldukça çok görülür. Dokuz Oğuz Boyu da saldırıda bulunan Türk boylarından biri olmuştur. Hakan İlhan Kurt, Dokuz Oğuz ettiğin de ki şimdi iş midir”[283] mısraıyla onlara sitemde bulunur.

Sanatçı Köl Tgin’i Göktürk tarihinden aldığı ilhamla destan şiiri çalışmasına seçmesi bu kişinin Asya Türk Tarihi’nde önemli bir kahraman olduğunu sergilemek

içindir. Bu destan parçalarında Türk insanının birbiriyle mücadelelerine rağmen erdemlerini, kahramanlıklarını, başarılarını ve güçlü ordularını ön plana çıkarır. Zaaflardan da ibret verici olarak bahseder.

Tarihi Şahsiyetler

Sanatçı “Köl Tigin Ünlemesi” adlı kitabında Göktürk Dönemine ait önemli tarihi şahsiyetleri, tarihi olaylarla ilişkili olarak ele alır.

Köl Tigin:

Göktürk hükümdarlarından biri olan adına yazıt da dikilen Köl Tigin, şairin Asya Devri tarihi şahsiyetleri olarak en çok ön plana çıkardığı isim olarak görülür.

Köl Tigin’in doğumu onun kahramanlığına vurgu yapacak şekilde yüceltici unsurlarla anlatılır.“Kalkar göğe Türk’ün, zağlı palası; / Günlenir, boz çakal boğan balası...”[284] mısraları bu duruma örnektir. Onun efsanevî kişiliğinin öncüsü olarak soyu gösterilir. “Ak şahan, atmaca doğan balası”[285]denilirken Köl Tigin’in babası yüceltilir.

Köl Tigin ilk defa Çinlilere karşı kılıç kaldırmış. Ve onun yiğit edası destansı bir şekilde ifade edilir.

Yiğit tigin, Köl Tigin! Kurak topraklara kay;

Ak kam âyinlerinden albıza gerilmiş yay!

Gök Tanrı mutlu kılsın! Geceye dolunca ay

(Köl Tigin ünlemesi, s. 24)

Köl Tigin’den sonra yerine kardeşi Bilge Kağan hükümdar olur. Bu olay “Gök kılıcım al kanla duruldu duydunuz mu; / Kağanlık Bilge Şad’dan soruldu duydunuz mu?”[286] mısralarıyla dile getirilir:

Bilge Katun:

 

Köl Tigin’in annesi olan Bilge Katun’a Köl Tigin’in doğumu anlatılırken ilk bölümde yer verilir.“Er doğar erince, Bilge Katun’dan / Aşina toyundan, kara bodundan.”[287] soyu da anlaşılır.

İlteriş Kağan:

Bilge Kağan ve Köl Tigin adında iki oğlu olan Göktürk hükümdarlarından biridir.

İlteriş Kutlug dedi: Dağlar dağa dayandı,

Yağız yer adım adım pekleşmelidir artık.

Börtü böcek uandı, çayır çimen boyandı

(Köl Tigin Ünlemesi, s. 10)

İlteriş Kağan’a özellikle Köl Tigin’in doğumuyla hislendiği anları belirtmek için yer verilir.

Kapgan Kağan:

Kapgan Kağan, İlteriş Kağan’ın kardeşi, Köl Tigin ve Bilge Kağan’ın amcasıdır.

Kapgan Kağan haykırdı: Kalkın Çin’e akın var!

Gün yanığı pazıya tuzluca ter yürüsün...

Atlanın, pusatlanın, od içine akın var!

(Köl Tigin Ünlemesi, s. 15)

Kapgan Kağan’ın veziri Tonyukuk ile beraber Çin üzerine gitmesi mısralarda yer verilen olaylardandır.

Bilge Kağan:

Köl Tigin’in kardeşi olan Bilge Kağan, Köl Tigin ile yan yana yaptığı mücadelelerde mısralara yansıtılır.

Kurt yele yiğit durmaz, yamaçlar sislenince;

Kından kılıç sıyırdı, Bilge Şad hislenince.

Dedi: Gök Bodunumun kağanı seslenince.

 

(Köl Tigin Ünlemesi, s. 16)

Birlikte birçok mücadelelere giriştikleri belirgindir.

İnel:

İnel, Kapgan Kağan’ın oğludur. Kapgan Kağan’ın ölümünden sonra Köl Tigin ile Bilge Kağan beraber taht kavgasında bulunur. Bu mücadele şairin “Boduna kara leke sürüldü duydunuz mu? / İnel dediğin kimdir, hangi odu dindirmiş”[288] ifadeleriyleKöl Tigin ve Bilge Kağan’ın tarafını tuttuğu anlaşılır.

Yollug Tigin:

Orhun Yazıtları’nın yazarı olarak bilinen Yollug Tigin, mısralarda bu özelliğiyle öne çıkar. “Yollug Tigin tünlesin, taşavurdurmaz mıyım, / Bengü betik ününü, başa vurdurmaz mıyım?”[289] mısralarıylabu yazıtların taşlar üzerine kazılarak oluşturulduğunu belirtir.

Selçuklu Dönemi

Tarihi Olaylar

Hakan İlhan Kurt Kutalmışoğlu Süleymanşâh Ululaması adlı kitabında Anadolu Selçuklu Devleti’nin kurucusu olan Süleymanşâh’a bağlı bulunan hadiseler destanlaştırılır. Yine tarihi kişilerin kahramanlıkları çatısı altında tarihi vesikalar işlenir. Bu kitapta tarihi olaylar kişilerden daha çok dikkat çeker.

Selçuklu Devleti Türk tarihinde önemli bir yere sahiptir. “Selçuklular, Türklerin İslam dünyasına hâkim olmalarına ve yayılmalarına, İslam medeniyeti ve kavimleri tarihinde yeni bir devir açmalarına âmil olan kavim ve hanedanların adıdır.”[290] Büyük Selçuklu Devleti hükümdarlarından Alp Arslan 1071 yılında Malazgirt Savaşı’nda kazanılan zaferden sonra düzenlediği Maveraünnehir seferinde bir kale kumandanı tarafından şehit edilir.[291] Anadolu Selçuklu Devleti’nin kuruluş sürecini ele alan şair, bu süreci Büyük Selçuklu Devleti’nin hakanı olan Alp Arslan’ın şehit edilmesiyle başlatır.

“Harezmi’nin namerdi, onurlandı” dediler;

Yusuf’un yüzkarası çökünce ettiğinde,

 

En sadık çerilerden topuzlar yettiğinde

(Kutalmışoğlu Süleymanşâh Ululaması, s. 12)

Daha sonra Melikşah idaresinde, “Rum yurdunu yurtlayıp, doludizgin ağdılar; / Kutsal bir coğrafyada, tütsülenmiş dağdılar”[292] mısralarıyla fetih amaçlı Kutalmışoğullarının harekâtı bildirilir.

Kutalmışoğlu Süleymanşâh kardeşleriyle birlikte yeni yurtların fethi için harekete geçer. “Rûm yurdunu yurtlayıp, doludizgin ağdılar; / Başaklara durdular, toprağa gün sağdılar.”[293] ifadeleri ile bu hareket lirik bir üslûpla bildirilir. Anadolu’ya gelip ilk kez Urfa yöresi civarında fetihlerde bulunurlar.[294] Kutalmışoğulları önce Fırat ve Urfa dolaylarında faaliyete girişirler. Aslında bu Melikşah’a yani ona tabii Atsız’a karşı yapılan mücadeledir.[295] Sadece fetih amaçlı mücadeleler yapılmamaktadır.

Şöklü’nün Kutalmışoğlu Süleymanşâh’ın aile efradı olan Alp-İlek ve Devlet ile yazışmaları Kutalmışoğullarının taht iddialarının tam merkezine oturur.[296] Şöklü Akka’yı alarak ayrı bir beylik kurma hevesindedir.[297] Bu mücadeleler mısralara yansıtılır.

Bey hevesli Şöklü’nün ödüne düştü haset;

Dedi, Beylemek elbet nice büyük bir nimet!

Kutalmışoğlullan Alp-İlek ile Devlet

(Kutalmışoğlu Süleymanşâh Ululaması, s. 28)

Kutalmışoğlu Süleymanşâh Halep’i kuşatır. Nitekim isyan karakterli bazı hareketler ve fetih amacı Alp Arslan’ın Halep kuşatmasına yol açacak gelişmelerdir.[298] Bu kuşatma sırasında esir alınan Alp-İlek ile Devlet’i kurtarmak ister. Ayrıca şair bu başlık altında Uvakoğlu Atsız ile Süleymanşâh’ı karşılıklı konuşturur.

 

Duymuş. Öz kardeşleri Alp-İlek ile Devlet,

Şöklü’nün oyunuyla Atsız barkında halvet.

Demiş, etmeden evvel bir Türk beyine savlet

(Kutalmışoğlu Süleymanşâh Ululaması, s. 35)

Süleymanşâh’ın yaptığı fetihler destanlaştırılır. Konya’da yer alan Gevale Kalesi’nin fethi bunlardan biridir. Bir diğer yer ise İznik’tir ve buraya yerleşilmiştir. İznik’in alınmasıyla Türkiye Devleti’nin resmen kurulduğu beyan edilir.

Gavela kapısından girildi gördünüz mü;

İklim-i Rûm beli kırıldı gördünüz mü?

(Kutalmışoğlu Süleymanşâh Ululaması, s. 48)

Payitahtın dilinden buyurdu Süleymanşâh;

Türkiye Devleti’ni duyurdu Süleymanşâh!

(Kutalmışoğlu Süleymanşâh Ululaması, s. 57)

Süleymanşâh başlangıçta ağabeyi Mansur ile devlet yönetimini idare etmekteydi. Fakat mutlak yönetim sahibi olmak isteyen Mansur, Bizans imparatoru Botaneiates ile kardeşi aleyhine jişbirliği yapar.[299] Öz kardeşlerin birbirleriyle mücadeleleri bu dönemde de devam eder.“Öz kardeşinden kaçkın eyleyen Botaneiates; / Mansûr’u benlik ile meyleyen Botaneiates”[300] mısralarında Botaneiates adlı bir düşmanın Mansur’un aklını çelmesi anlatılır.

Bu öz kardeş mücadelesi sonucunda Süleymanşâh, Melikşâh’tan yardım talebinde bulunur. Bunun üzerine değerli emirlerden Porsuk, kuvvetiyle İznik’e sevk edilir.[301] Porsuk, taarruza geçer.

Porsuk dedi saldırın, öldürünceye kadar

Rûm yığması orduyu böldürünceye kadar.

Süleymanşâh yüzünü güldürünceye kadar

(Kutalmışoğlu Süleymanşâh Ululaması, s. 64)

 

Melissenos, Bizans tahtına çıkma hayaliyle İmparator Botaneiates’e karşı Süleymanşâh ile anlaşarak Denizli ve Ankara taraflarındaki kent ve kaleleri Türkiye Selçuklu Devleti’ne verir. Botaneiates buna karşı İznik’i kuşatır. Ancak kuşatma kısa süre içinde kaldırılır. Bu karışıklar sonucunda da Komnenos imparatorluğunu ilan eder.[302] Şair bu isimleri mısralarına yansıtır.

Denizli civarında, Ankara yakınında,

Himâye sizde olsun, Kalkedon Akını’nda!

Aşınmış toynaklarım boz toprağı döğmez mi?

Botaneiates önmüde, dik başını eğmez mi?

Ak alın, beyce boydan nicesine değmez mi

(Kutalmışoğlu Süleymanşâh Ululaması, s. 69)

Yeni imparator, Süleymanşâh’ın sınırlarım Bizans aleyhine genişletmesi neticesinde Türkiye Selçuklu Devleti ile Dragos Suyu Antlaşması imzalar. Bu, Süleymanşâh’ın büyük bir başarısıdır.[303] Şair bu antlaşma ismine yer verir.

Süleymanşâh’a demiş, günün ayın içinde;

Kılıç hakkın için de, toprak payın için de,

Dragos dediğimiz kuru çayın içinde

(Kutalmışoğlu Süleymanşâh Ululaması, s. 71)

Süleymanşâh, Philaretos’un bir Ermeni prensliğinin kurulması üzerine bu bölgeye sefer düzenler ve Tarsus’u ve Adana’yı fetheder.[304] Onun yaptığı önemli fetihlerinden biridir.

Ermeni Devleti’nin yurtluğundan içeri,

Bir ok gibi süzüldü, yüzlerce yiğit çeri...

Fethedince Tarsus’u, İznik’e döndü geri

(Kutalmışoğlu Süleymanşâh Ululaması, s. 76)

Ermeni Philaretos, başta Antakya olmak üzere yönetimi altındaki şehirlere kötü politikalar uygulamış, hatta oğlu Barsam’ı da hapse atmıştı. Antakya askeri valisi İsmail, Philaretos’un Urfa’ya hareket etmesiyle Barsam’ı hapisten çıkarıp

babası aleyhine işbirliği yaparak Süleymanşâh’ı da bu birliğe davet eder. Sonunda Antakya fethedilmiş olur.[305] [306] Hamasi bir üslûpla bu olay söylenilir.

Rüzgâr savmış merhamet, atların yelesinde

Hapse dem görülünce Antakya Kalesi’nde.

Tutulunca bir lahza Barsam’ın çilesinde

(Kutalmışoğlu Süleymanşâh Ululaması, s. 81)

Antakya yönümüzü kimse görüp duymasın;

-Tanrı tek kul Muhammet- bizi darda koymasın!

(Kutalmışoğlu Süleymanşâh Ululaması, s. 85)

* ,1 -I           . -w t       1   '-'1      11  1 •  FT1..         11                              ‘1 C ,‘1 ,                    1                                        1 ‘1 • 1» 295

Atlı kuvvet Mencekoğlu adlı bir Türk beyi bu fetihte önemli rol sahibidir.

Şair “Döner kılıçla, gürzle ve yayla Mencekoğlu; / Pusatını allatır sırayla Mencekoğlu.. ,”[307] [308] bu isme yer verir.

Antakya’nın fethi bazı düşmanlıklara yol açar. Bunlardan biri de Musul emiri Müslim’dir. Aralarındaki çatışma sebebi ise şehre yeni hâkim olan Süleymanşâh’ın vergi vermek istemeyişidir. Gerekçesi ise şehrin hâkiminin artık

297

Müslümanlar olduğu ve cizye vergisi vermenin mantıksız bulunuşudur.

Salgın inmiş topraklar, salgınını dökmüş mü,

Açlığı, açıklığı yakasından sökmüş mü,

Ukayloğlu Müslim’in başına gam çökmüş mü

(Kutalmışoğlu Süleymanşâh Ululaması, s. 91

Suriye Selçuklu hükümdarı Tutuş’un hizmetinde bulunan Artuk ile anlaşma yapan Müslim Kurzahil yöresinde Süleymanşâh ile savaşır. Bu mücadele tarihe Kurzahil Savaşı olarak geçer.[309] Bu savaş sonucunda Müslim’in öldüğü bildirilir.

Demiş: “Sözü yitenin dili demde sert olsun;

Ödü hasetlik tutmuş Artuk Bey’e dert oldun!

Derim ırkımdan olan kavgalardan sakınmaz,

 

Ukâyloğlu Müslim’i dost belleyip, yakınmaz.

Yara benim yaramdır, el merhemi dokunmaz

(Kutalmışoğlu Süleymanşâh Ululaması, s. 95)

Süleymanşâh söylemiş: ‘Kından kılıç sıyırın;

Müslim’in dik başını, gövdesinden ayırın!

(Kutalmışoğlu Süleymanşâh Ululaması, s. 100)

Süleymanşâh’ın Halep’i iki kez kuşatmasıyla Suriye meliki Tutuş ile aralarının açılmasına neden olur. Bu durum Aynu Seylem Savaşı’na gider.[310] Bazı Türkmen beylerinin Tutuş’un safhına geçmelerinden dolayı Süleymanşâh ilk kez yenilir.[311] Esasında Kutalmış, Tuğrul Bey’in son yıllarında başlayan isyanını Alp Arslan’a karşı da yapmış, bu teşebbüs sonucunda vefat etmiştir.[312] Görüldüğü üzere Türklerin kendi kendileriyle olan mücadeleri de onların hayatını etkiler.

Hakan İlhan Kurt, bu 2 destan kitabı çalışmalarıyla tarihi olay ve kişileri Türk milleti adına hem realize hem de idealize eder.

 

SONUÇ

Sanatçı ilme önem veren, kendini şairlik alanında yetiştiren, duyarlı, sağduyulu, insanlara, çevresine ve kendisine saygısı olan birisidir. Çevresi tarafından sevilen, sayılan uluslararası edebî etkinliklerde kendine kürsü bulan önemli bir şairdir.

Şiir teorilerinin bütünü hakkında sanat ve edebiyat hakkındaki düşünceleri ipuçları verir. Hem sanatı hem de edebiyatı ayrı unsurlar etrafında şekillenen çok katmanlı bir yapı içinde düşünür. Nitekim sanatın nitelikleri ve işlevlerini deneme tarzındaki yazılarında ve çeşitli söyleşilerde ele alır. Sadece olan ile değil olması gerekenle de ilgilenen bir şair olduğundan sanat ile gelenek, sanat ile idealar dünyası, sanat ile siyaset arasında bağlantılar bulur. Bu da onu bir poetikaya sahip şair durumuna getirir.

Hakan İlhan Kurt, şairi toplumun ortak değerleri noktasında dönüştürücü kişi olarak kutsar. Özellikle kolektif bilinçaltına eğilim bağlamında şairliği maharet gerektiren bir uğraş olarak yorumlayan sanatçı, şiirin bir teorisi olduğuna inanır. Şiirin unsurlarını dil, şair, özgünlük, tarihsellik noktasında açıklar. Böylelikle eserlerini açığa çıkarmada teorisiz pratik yapmamış olur.

Sanatçı, Şerif Aktaş’ın “millî romantik duyuş tarzı” adını verdiği kültürel, tarihi kaynaklara yönelimin bir temsilcisidir. Apolitik bir düşünce tarzı ve modernitenin yansımalarından olan hiçlik algısı karşısında milletinin iç dinamiklerini öne çıkarır. Yalıtılmış ortak değerler dünyasını kutsallaştırılmış bir işleve yöneltir. Toplumsal hafızayı kültürel ve tarihi kodlarla diri tutmak isteyerek birtakım şiirlerini poetikası çerçevesinde araç niteliğine dönüştürür.

Edebiyat ile tarih, sosyoloji, coğrafya arasındaki gerek terimler gerekse unsurlar noktasındaki ilişkiden yararlanarak şiirlerine konu olan

ilhamı zenginleştirir. Bu ilişki yazın insanı olan şairi, değerleri yücelten bir şair konumu altında şekillendirir. Zira bu bilim dalları insanla ilgili olarak ait olduğu milletin mirasını da içinde barındırır. Böylelikle şair, şiir yazan ve söylemekten öte değerleri aktarıcı bir kimliğe bürünür.

Hakan İlhan Kurt şiirleri ve söyleşileri onun Turan idealizmine sahip olduğunu gösterir. Onun şiirlerinde Turan coğrafyası çizilir, Türk mensuplu diğer ülkelerin unutulmadığı görülür.

Kurt’a göre şiir, şairinin “müstakil coğrafyası”dır. Bu tanımlamayla şairi ilhamı noktasında özgürleştirir. İyi bir gözlemci olarak şiirlerine hem yaşadığı coğrafyadan hem de duygu ve düşüncelerinin hâkim olduğu kişisel coğrafyasından bir demet sunar.

Yazdıkları şiirler hem çeşitli yerel edebiyat dergilerinde yayımlanır hem de 4 kitabını oluşturur. Üretken bir şair olduğu için yayımlanan şiir kitapları dört ile sınırlı kalmayacaktır. Nitekim yayımlanmaya hazır çalışmaları da bulunur.

İçerik ve şekil bakımından çok yönlü bir şair ola Hakan İlhan Kurt, ilk şiir kitabını destan şiiri sahasında yapar. Köl Tigin Ünlemesi adlı bu kitabını titiz bir çalışma neticesinde edebiyat dünyasına sunar. Söz konusu kitap, Türk dili açısından Ahmet Bican Ercilasun, destan geleneği adına Naciye Yıldız, Türk tarihi yönünden de Sadettin Gömeç tarafından irdelenip yayımlanır. Destan şiiri çalışması bununla sınırlı değildir. Kutalmışoğlu Süleymanşâh Ululaması adlı kitabı yine bir başka, destan şairliği vasfını ortaya koyan kitabıdır. Bu iki kitapta Türk milletinin tarihi için önem arz eden ama adının öne çıkması bakımından aynı dönemde yaşamış başka kişilerin ardında kaldığından Köl Tigin ve Kutalmışoğlu Süleymanşâh isimlerini ön plana çıkarır. Esasında Osmanlı Devleti’nin kurulmasında payı olan gizli, manevi alamet Şeyh Edebalı gibi büyük milletlerin çok sayıda kahramanı olduğu gerçeğini ortaya sermek ve Türk milleti için değere sahip kahramanların unutulmasını önlemek ister.

Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Basri Gocul gibi destan şairlerinin etkisiyle destan şiirlerinin çerçevesini ortaya çıkarır. Destan şiiri çalışmalarının arka planında tarihi unsurları önde tutan şair, hamasi bir üslûpla bu unsurları yüceltir. Tarihi, geçmiş silsileler dizgesinden kurtararak şimdi ile geçmiş arasında bağlantı kurmak ister. Böylelikle tarihi, bir yığın hâlinden değer durumuna dönüştürür. Sanatçının Türk milletinin tarihine, kültürüne vakıf olduğu açıktır. Kendi deyimiyle

“kültürel iktidar” kavramını önemseyerek kültüre ait çeşitli unsurları şiirlerinde açığa çıkarmak ister. Tüm bu yönleriyle idealist bir şair kimliğine bürünür. Geleneğe ait büyük mistikleri kendisine pusula edinir. Bu bağlamda toplumsal duyarlılık bakımından güçlü olduğunu belirten şiirler yazar. Destan şiirlerinde toplumsal hafızada saklı olan mitik başka bir deyişle tarihi kişileri ödünçleme yoluyla okuyucuya aktarır. Bu kişilerin gösterdiği kahramanlıkları ele almakla onları efsanevi kişi konumuna da ulaştırmış olur.

Destan şiirine yeni bir imaj getiren şair, arkaik kelimeler ve aydınlatıcı açıklamalar için dipnot kullanır. Bu kullanım destan şiirlerinde bir ilktir. Böylelikle belirli bir fon üzerine yazılan destan şiirlerinde dahi orijinalliği yakalar.

“Benlik” noktasında toplumsal kimliğini destan şiirlerinde açığa çıkaran Hakan İlhan Kurt, daha çok öznel bir nitelik taşıyan “ben”ine yönelişin simgesi olarak ise Eleğimsağma ile Belemir kitaplarını oluşturur. Bu kitaplarda çoğunlukla aşk, hüzün, umut gibi temler işlenmiş ve söz konusu eserler onun hayal gücünü ortaya koymasına yardımcı olmuştur. Şiirleri yorumlama zenginliği açısından hayallerinden hayaller yaratmaya müsaittir. Bu hayaller örgüsü, içtenliğiyle işlenir. Destan şiiri çalışmalarında sağduyusu öne çıkar, diğer şiirlerinde samimiyetinin izdüşümü kelimelere yansır.

Bireysel izlekli şiirlerinde en çok sevgi ve aşk temleri görülür. Doğaya, tabiata, coğrafyaya olan sevgisi vatan sevgisini doğurur ve bu sevgiyi diri tutar. O hâlde onun poetikasının temelinde şiirlerinde yansıtılan sevgi temi vardır.

Toplumsal temli şiirlerinde tarih ve kültürü ön plana çıkarır. Toplumsal duyarlılık noktasında dik duruş göstererek vatan için şehit düşmüş kişiler için şiir yazar. Bu şiirlerinde dili yalın ve somuttur.

Eleğimsağma ’da daha çok divan şiiri tarzında şiirler yer alırken, daha sade dil kullanılan Belemir ’de ise halk şiiri tarzı dikkat çekicidir. Eleğimsağma kitabındaki şiirlerinde görülen kötümser hava ve bu havanın getirdiği soyut, suni dil Belemir kitabında daha ılımlı bir bakış açısıyla somut şiirler vücuda getirir. Böylelikle hem halk şiiri hem de divan şiiri formlarına ait unsurlar mısralarına akseder. Klasik Türk şiirinden kopmaz, bu formları kendine özgü bir kalıba da getirir. Bu nedenle çok yönlü ve yetenekli bir şairdir.

Hakan İlhan Kurt’un metinlerarasılık, girizgâh ve iktibas’a özel ilgisi vardır. Bu yollardan alınan malzemeler onun şiirlerinin ilhamını genişletir. Özellikle

Eleğimsağma kitabında şiirlerine ya bir şairin mısralarından alıntı ya da bir ayet ile başlar. Bunu özellikle anlamı kuvvetlendirmek için de yapar.

Onun için hece şairi demek doğru bir deyimdir. Zira şair yer yer serbest ölçü kullanmakla birlikte daha çok hece ölçüsü kullanır. Şiirde içerik kadar şekli de ön planda tutan şair mısralarında ahenk unsurlarına bolca örnek verir. Bu şiiri ciddi bir iş olarak gördüğünün kanıtıdır. Yazdığı şiirlerin mühim bir kısmı ses sanatçıları ve müzik grupları tarafından bestelenip icra edilen şair, edebiyat ile müzik arasındaki ilişkiyi öne çıkarır. Ahmet Şafak tarafından da seslendirilen şiirleri mevcuttur. Böylelikle şiir-ahenk ilişkisini güçlü kıldığı kanıtlanır. Birçok şiiri bestelenen şairin şiirleri bestelenmeye müsait bir yapı içindedir. Hatta noktalama işaretlerini ahenk etkisini daha güçlü kılmak için Eleğimsağma kitabında kullanmaz. Bu kitapta bir şiir hariç -tıpkı Attila İlhan’ın da yaptığı gibi- mısra başlarında küçük harf tercih edilir. Söz konusukullanıma zıt olarak destan şiiri çalışmalarında hitabet üslûbunun öne çıkması hesabıyla noktalama işaretleri, anlatıma daha da coşkunluk verilmesi adına kullanılır. Kelimelerle güzel biçimler kurmada da maharetlidir. Bunun için de çeşitli ahenk unsurlarına bolca başvurur.

Eleğimsağma kitabında “Gülizâr” mefhumunu çokça kullanması, hatta kitabın bir diğer adı olarak bu ismi seçmesi dikkate değerdir. Bu sözcük bu kitap için ortak kelime dağarıdır. Bu kelime kitaptaki imge ağının merkezini oluşturur. Bu kavram şairin öznel yaşamının hüznünü taşıdığı gibi, okuyucu ile şair arasında söyleyici öznedir. Böylelikle “Gülizâr” ismi şairin şiirlerinde en çok dikkat çeken imge örneğidir.

Kullandığı dil çeşitlilik gösterir. Şiir dilini gündelik dilden ayrı düşünür. Şiir dilinin farklı yapısını sapma, söz dağarı, dilde tasarruf yolları gibi çeşitli unsurlarla ortaya koyar. Dil merkezli farklı üslûpları şiirlerinin odak noktasına taşır. Şiirlerindeki içerik zenginliği üslûp zenginliğini de açığa çıkarır. Her şeyden önce kendi dilini tanır. Mahallî söyleyişlere yer verdiği gibi Türk dilinin farklı dönemlerdeki kelime kadrosunu da kullanır. Böylelikle kendini tekrara düşmeyip şiir zenginliğini yakalar. Şair ne yazacağını millî ve şahsî bir duyarlılıkla bilir. Öte yandan nasıl yazdığının da bilincindedir.

Hakan İlhan Kurt’un gerek tarih konusunu öne çıkarması gerekse ahenk ögeleriyle bireysel temleri işlemesi sanat ve bilgiyi harmanlayan bir isim olduğunu kanıtlar. Ancak bir sanat eserinde bilgi aramak en son şeydir. Esasında Kurt’un

destan şiirlerinde “empatik duygulanma” yoluyla örnekleme amacı vardır. Bireysel temleri ele aldığı şiirlerinde okuyucuya haz verme amacı güdülür. Mevcut unsurlar düşünüldüğünde Hakan İlhan Kurt, destan şiirine farklı bir soluk getiren, şiirlerinde kendini yenilemekten vazgeçmeyen, üretken bir şairdir.

Sanatçının Türk edebiyatında destan şiiri sahasında yaptığı ve yapacağı çalışmalar hem bu sahadaki çalışmaları çeşitlendirmekte hem de “destanlar şairliği” kavramının özgünlük boyutunun da öne çıkabileceğini kanıtlamaktadır.

KAYNAKLAR

Akengin, Ç . (2014). “Sanat İdeoloji Politika İlişkileri”. Ulakbilge Sosyal Bilimler Dergisi, S.2, s.143-150.

Aksan, D. (2005). Şiir Dili ve Türk Şiir Dili. Engin Yayınları, Ankara.

Aktaş, H. (2010). “Türk Şiirinde Bir Mühre Olarak Yahya Kemal”. Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi. Volume 3 / 10. s.32-49.

Aktaş, Ş. (1996). “Millî Romantik Duyuş Tarzı ve Türk Edebiyatı”. Türkiye Günlüğü, S.38. s.107-175.

Aktaş, Ş. (1996). “Millî Romantik Duyuş Tarzı ve Türk Edebiyatı II”. Türkiye Günlüğü, S. 39. s. 104-105.

Aktaş, Ş. (1996). “Millî Romantik Duyuş Tarzı ve Türk Edebiyatı IV.: Abdülhâk Hâmit Tarhan” (1852- 1937). Türkiye Günlüğü, S.41. s.95-103.

Aktaş, Ş. (1998). Edebiyatta Üslûp ve Problemleri. Akçağ Yayınları, Ankara.

Aktulum, K. (2004). Parçalılık Metinlerarasılık. Öteki Yayınevi, Ankara.

Armağan, M. (1992). Gelenek. Akçağ Yayınları, Ankara.

Alver, K. (2012). Edebiyat Sosyolojisi. Hece Yayınları, Ankara.

Aslan. A.A. (2010). Destan Şairliğine Doğru Yürüyen Oğuz. Çukurova Sanat Dergisi. S. 12-13-14, s. 9-14.

Aslan, E. (1992). “Benlik Kavramı ve Bireyin Yaşamındaki Etkileri”. Atatürk Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Dergisi, S.4, s.7-14.

Aşk Sofrasında Bağdaş Kuranlar. (2016). Edebice, S.4

Atsız, H.N. (1951). Tarih Şuuru. Orkun, S.29.

Atsız, H.N. (2004). Ruh Adam. İrfan Yayımcılık ve Tanıtım Limited Şirketi, İstanbul.

Atsız, H.N. (2015). Makaleler III. İrfan Yayıncılık, İstanbul.

Aytaç, G. (2005). Edebiyat ve Kültür. Hece Yayınları, Ankara.

Aytaç, G. (2009). Genel Edebiyat Bilimi. Say Yayınları, İstanbul.

Baydoğan, M. (2018). Belemir. Türk Edebiyatı Dergisi, S.533.

Baykara, T. (2009). Türk Kültür Tarihine Bakışlar. Öncü Basımevi, Ankara.

Beyatlı, Y.K. (2008). Kendi Gök Kubbemiz. İstanbul Fetih Cemiyeti Yayınları, İstanbul.

Beyatlı. Y.K. (2010). Edebiyata Dair. İstanbul Fetih Cemiyeti Yayınları, İstanbul.

Beyatlı,Y.K. (2013). Eve Dönen Adam. Ötüken Yayınları, İstanbul.

Birinci, N. (2000). Edebiyat Üzerine incelemeler. Kitabevi Yayınları, İstanbul.

Bloom, H. (2008). Etkilenme Endişesi - Bir Şiir Teorisi. Metis Eleştiri, İstanbul.

Çetişli, İ. (2013). Batı Edebiyatında Edebî Akımlar. Akçağ Yayınları,

 

Ankara.

Çetin, N. (2011). Şiir Çözümleme Yöntemi. Öncü Kitap Yayınları, Ankara.

Çoban, A. (2004). Edebiyatta Üslûp Üzerine. Akçağ Yayınları, Ankara.

Dayı, H. (2014). “Millet Teorilerinin Tutarsızlığı ve Türk Kavramının Gerçek Muhtevası”. Assam Uluslararası Hakemli Dergi, S.1, s.8-43.

Dilçin, C. (2016). Örneklerle Türk Şiir Bilgisi. TDK Yayınları, Ankara.

Durmuş, î. (2000). “Köl Tigin Külliyesi Kalıntıları ve Türk Kültür Çevresindeki Yeri”. Türk Dili Araştırmaları Yıllığı - Belleten, S.1, s.183-190.

Eagleton, T. (2004). Edebiyat Kuramı, Birkan, T. (Çev), Ayrıntı Yayınları, İstanbul.

Eagleton, T. (2005). İdeoloji, Özcan, M. (Çev.), Ayrıntı Yayınları, İstanbul.

Eliot. T.S. (1983). Edebiyat Üzerine Düşünceler, Sevim Kantarcıoğlu (Çev.), Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara.

Ercilasun, A.B. (1994). “Köl Tigin Metni Bir Nutuk Metni midir?”. Türk Dili Araştırmaları Yıllığı - Belleten 1990,S.33, s. 31-39.

Eroğlu, O. (2013). Seyfettin Başcıllar’ın Hayatı, Sanatı ve Şairliği. Yüksek Lisans Tezi. Gaziantep Üniversitesi.

Gençosmanoğlu, N.Y. (2016). Bozkurtların Destanı. Türk Edebiyatı Vakfı.

Gök, î. (2014). “Türklerin Suriye’ye Girişi ve Süleymanşâh”. Türkiyat Araştırmaları Dergisi. S. 36, s.217-251.

Gökalp, Z. (1976). Türk Töresi. Dizdaroğlu, H. (Haz.) Kültür Bakanlığı Ziya Gökalp Yayınları.

Gömeç, S. (2007). “Türklerin ve Moğolların Tarihi îki Boyu”, Turkısh Studies, Volume 2/1, s. 10-16.

Gömeç, S. (2009). Kök Türk Tarihi. Berikan Yayınevi.

Güngör, E. (2010). Kültür Değişmesi ve Milliyetçilik. Ötüken Neşriyat, İstanbul.

Fuat, M. (2004). Çağını Görebilmek. Adam Yayınları, İstanbul.

Hacıeminoğlu, N. (2004). Edebiyat Tahlilleri. Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları, İstanbul.

Hocaoğlu, D. (2003). Tarihin Ontolojisi Üzerine Bir Deneme. Türkiye Günlüğü, S. 73, s. 23-42.

Kabaklı, A. (2003). Şiir İncelemeleri. Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları, İstanbul.

Kafesoğlu, İ. (1972). Selçuklu Tarihi. Milli Eğitim Basımevi, İstanbul.

Kafesoğlu, İ. (1997). Türk Millî Kültürü. Ötüken Neşriyat, İstanbul.

Kalın, İ. (2010). “Dünya Görüşü, Varlık Tasavvuru ve Düzen Fikri: Medeniyet Kavramına Giriş”. Divan: Disiplinlerarası Çalışmalar Dergisi, S. 29 (Cilt: 16), s. 1­61.

Kanter, M.F. (2017). Millî Edebiyat Dönemi Türk Şiirinde Benlik Algısı Ve Kimlik Kurgusu. Kitabevi Yayınları, İstanbul.

Kavuran, T. ve Dede, B. (2012). “Platon ve Aristoteles’in Sanat Etiği, Estetik Kavramı ve Yansımaları”. Sanat Dergisi, S. 23, s. 47-63.

Kılıçaslan, E . (2016). “Tarihte İdea Ya Da Marxengels’in Ve Nıetzsche’nin Eleştirilerine Karşı Bir Hegel Savunusu Denemesi”. Viraverita E-Dergi, S.3, s. 1-27.

Korkmaz, R. (2002). İkaros’un Yeni Yüzü. Akçağ Yayınları, Ankara.

Kök, M. (2016). “Nurettin Topçu’nun İdealizmi”. Temaşa Erciyes Üniversitesi Felsefe Bölümü Dergisi, S. 4, s. 37.48.

Kösoğlu, N. (2013). Millî Kültür ve Kimlik. Ötüken Neşriyat, İstanbul.

Kurt, H.İ. (2012). “Osman Batur Betiği”, Siyah Beyaz Dergi, S.5.

Kurt, H.İ. (2012). “Törelenin”, Töre, S. 2.

Kurt, H.İ. (2013).“Bir De Muhammed’im”, Siyah Beyaz Dergi, S.8.

 

Kurt, H.İ. (2013). Köl Tigin Ünlemesi. Kurgan Edebiyat, Ankara.

Kurt, H.İ. (2014). “Atsız Ata Betiği”, Yeni Düşünce Dergisi, S. 766.

Kurt, H.İ. (2014). “Atsız Ata Betiği”, Yeni Düşünce Dergisi, S. 766.

Kuş, D. (2014). “Beş Hececiler’de Bir Değer Olarak Millî Romantik Duyuş Tarzı.” Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt: 17, S: 32, s. 127-133.

Kurt, H.İ. (2014). “Devlet Kuran Devlet Türk”, Yeni Düşünce Dergisi, S. 769.

Kurt, H.İ. (2014). “Mübâriz-Nâme”, Yeni Düşünce Dergisi, S. 770.

Kurt, H.İ. (2014). Eleğimsağma (Gülizar Divanı). Kurgan Edebiyat Yayınları Ankara.

Kurt, H. İ. (2015). Kutalmışoğlu Süleymanşah Ululaması. Ötüken Neşriyat, İstanbul.

Kurt, H.İ. (2015). “Sanat Nedir?”, Kısık Sesler, S. 7.

Kurt, H.İ. (2015). “Sanat Nedir?”, Kısık Sesler, S. 7.

Kurt, H.İ. (2015). “Türkmen Dağı’nda”, Yeni Düşünce Dergisi, S. 780.

Kurt, H.İ. (2016). “Çakıroğlu Fırat Ağıtlaması”, Töre, S. 35.

Kurt, H.İ. (2016). “Çakıroğlu Fırat Ağıtlaması”, Şiar, S. 7.

Kurt, H.İ. (2016). “Pusatsız Savaşçılar”, Şiar, A. 5.

Kurt, H.İ. (2016). “Sükût Neyi Hâlleder?”, İnziva, S. 5.

Kurt, H.İ. (2017). Belemir. Ötüken Neşriyat, İstanbul.

Kurt, S., Kurt B. (2015). “Türk Kültüründe Rüya”. Uşak Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, S. 22, s. 239-246.

Taş, T. (2017). Ne Adı Mihriban’dı Ne De Saçları Sarı. İzdiham, S. 31.

Macit, M. (2011). Gelenekten Geleceğe. Kapı Yayınları, İstanbul.

Moran, B. (2011). Edebiyat Kuramları ve Eleştiri. İletişim Yayınları, İstanbul.

Odacı, N. (2016). “Oğuznâmecilik Geleneği ve Millî Destan Şairimiz Basri Gocul. ^TürkBilig, S. 32, s. 223-238.

Okay. M. O. (2011). PoetikaDersleri. Dergâh Yayınları, İstanbul.

Oktay, A. (2004). Sanat ve Siyaset. Everest Yayınları, İstanbul.

Özbalcı, M .(1990). “Şiire Ve Şaire Dair Bazı Notlar”. Ondokuz Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 5 (1).s. 221-231.

Öztürk. N. (2001). Türk Edebiyatında İnsan. Atatürk Kültür Merkez Yayını, Ankara.

Sevim, A. (1987). Anadolu’nun Fethi Selçuklular Dönemi. Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara.

Soğukömeroğulları, M. (2011). “Servet-i Fünûn Edebiyatı Gayrı Millî midir?”. Turkish Studies. 6/1. s. 1785-1800.

Soğukömeroğulları, M. (2011). “Tiyatro ile Tarihten Milliyetçiliğe: Türkiye’de Attila ”. International Periodical For The Languages, Literature andHistory of Turkish or Turkic Volume 6/3 Summer 2011. s. 1509-1533.

Soğukömeroğulları, M. (2012). “Yahya Kemal’in Şiirlerinde Dinî, Mistik ve Metafizik Ögeler”. Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Dergisi. S. 1/1, s. 218-245.

Soğukömeroğulları, M. ve Eroğlu, O. (2014). Seyfettin Başcıllar Hayatı Sanatı Düşünce Yazıları ve Bütün Şiirleri. Palet Yayınları, Konya, s. 11.

Şahin, S. (2005). Tevfik Fikret: Düşünce Dergisi, Nüsha-i Mahsûsa, 1918. Kitap Yayınevi, İstanbul.

Şimşek, T . (2010). “Türk şiirinde Ses ve Ritm Konusuna Yeni Bir Yaklaşım”. Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S. 29, s. 145­168.

Tanpınar, A. H. (2000). Yaşadığım Gibi. Birol Emir (Hzy.), Dergâh Yay., İstanbul.

 

Tanpınar, A. H. (2013). On Dokuzuncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi. Dergâh Yay., İstanbul.

TDK. (2009). Türkçe Sözlük. TDK Yayınları, Ankara.

Todorov, T. (2008). Poetikaya Giriş. (Çev. Kaya Şahin). Metis Yayınları, İstanbul.

Toprak, F. (2011). “Defter-i Cengiz-nâme’de Boy Nişanları ve Damgalar”. Turkish Studies, Volume 6/1 Winter. S. 555-574.

Toprak, M. (2003). Hermeneutik (Yorum Bilgisi).Bulut Yayınları, İstanbul.

Tunalı, İ . (2012). Integral Bir Estetik Olarak Ontolojik Estetik. İstanbul Üniversitesi Felsefe Arkivi Dergisi, S, 3, s. 155-167.

Tunalı, İ . (2012). “Soyut’un Sanattaki Anlamı”. İstanbul Üniversitesi Felsefe Arkivi Dergisi, S, 22-23, s. 83-92.

Turan, O. (1969). Selçuklular Tarihi ve Türk- İslâm Medeniyeti. Turan Neşriyat, İstanbul.

Turan, O. (2014). Selçuklu Tarihi Araştırmaları. (Haz. Altan Çetin-Bilal Koç). Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara.

Usta, Y. (2017). Hakan İlhan Kurt ile Röportaj. Kısık Sesler Mecmuası. S. 2.

Uysal, S.S. (2006). Şiire Adanmış Bir Yaşam Yahya Kemal Beyatlı. Bilge Sanat Yapım Yayınları, İstanbul.

Vurmay. M.A. (2010). “Edebiyat, Coğrafya ve Uzam: Hardy’in Yuvaya Dönüş Adlı Romanı.” Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, 50. 2. s. 207-220.

Warner, C. ve Eliot, T.S. (2011). Edebiyatın Hayatımızdaki Yeri Neresi. Kemal Konuşmaz (Haz.). Şule Yayınları, İstanbul.

Wellek, R; Warren, A. (2012). Edebiyat Teorisi. Huyugüzel, Ö.F. (Çev.) Dergâh Yay., Ankara.

Yalçın, M. (2010). Şiirin Ortak Paydası I Şiir Bilimine Giriş. İkaros Yayınları, İstanbul.

Yücel, T. (2011). İnsan Yazdığı Şeydir. Özgeç, M. (Haz.), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul.

Elektronik Kaynaklar:

https://www.youtube.com/watch?v=m3C_-L_Nn6w,(ErişimTarihi: 15.08.2017).

http://www.haberhergun.com/niyazi-yildirim-gencosmanoglu-ile- soylesiroportaj,9.html.(Erişim Tarihi: 04.09.2017).

https://www.facebook.com/hakan.ilhan.kurt.siirleri/photos.        (Erişim         Tarihi:

07.05.2018).

http://www.edebiyatdefteri.com/siir/427937/ogul.html.            (Erişim             Tarihi:

25/09/2017).http://siir.gen.tr/siir/m/mehmet_emin_yurdakul/birak_beni_haykirayim.

htm(Erişim Tarihi: 19/05/2018).

https://www.bilgicik.com/yazi/bir-gun-icadiyede-ahmet-hamdi-tanpinar/        (Erişim

Tarihi: 19/05/2018).

https://tr.wikisource.org/wiki/%C3%82%C5%9F%C4%B1klar_%C3%B6lmez(Erişi

m Tarihi: 19/05/2018).

http://yunusemresiirleri.com/siir/kahrin-da-hos-lutfun-da-hos.html (Erişim Tarihi: 19/05/2018).

https://www.antoloji.com/su-kasidesi-siiri/ (Erişim Tarihi: 19/05/2018).

EKLER

 

EK 1. Hakan İlhan Kurt İle Görüşme Yanıtları

EK 1.1. 17 Ağustos 2017 Tarihli Görüşme.

Ne zaman ve nerede doğdunuz?

Annem, ‘eyyam-ı bahûr’da doğduğumu söylerdi; babam, 3 Ağustos’ta doğduğumu... Doğum tarihimi 4 Ağustos 1976 olarak nüfusa kaydetmişler. Doğum yeri, Tarsus.Eyyam-ı Bahûr’u merâk ederdim, çocukken. Anneannem, Ağustos ayının ilk haftası derdi; annem, yılın en sıcak günleri. Daha sonraki yıllarda öğrendim, 31 Temmuz ile 7 Ağustos arasındaki buhar günler olduğunu.

Çocukluğunuz nasıl geçti?

Okul öncesi yaşamımda, annemin de babamın da memur olması münasebetiyle ya anneannemin yanında annemin köyünde, ya da büyükbabamın yanında babamın köyünde idim. Her iki köyde de günlerim, dağlarda yahut vadilerde küçükbaş hayvanlar gütmekle ya da bağda, bahçede uğraşmakla geçerdi. Anamın köyünde teyze çocuklarımla beraberdim, babamın köyünde amca çocuklarımla. “Hepsi Gitti Geri Dönen Olmadı” adlı şiirim o günlerimi yâd ettiğim şiirimdir:

Muhammed Hüseyn Şehriyar’ın Heyderbaba’ya Selam şiirinin etkisiyle yazmıştım, bu şiiri. O dönemin güzel anılarına atıflarla süslediğim bir şiirdir. Bu şiir şöyledir:

Kara çamlar dal serince gölgeler,

Boz toynağı akça taşa çalardık.

Nergis tadı boy verince gölgeler

Merak edip nergisleri yalardık.

Bir hayâlden bir hayâle dalardık.

Ay aydınlık tün derince dolundan

Gün sönerdi it sesinde kolundan

Yol dönerdi yolculara yolundan

Akça Dedem yaş değneği bükerdi,

Hasan Ağam katran kökü sökerdi.

Onaltıdan öz gardaşlık sekince

Gam kasavet toprak dama çökünce

Nenem hat’a bir koca taş dikince

Buz terini gök bezine silerdi,

Soya akıl ırka iman dilerdi.

Sarı’ulak Topu’ulak söyleşip

Kara zeytin sal dalında peyleşip

Bölük pörçük güz sıcağı eyleşip

Çağa-çocuk eller kollar hamlardı,

 

Kırk bismillah soframıza damlardı.

Kabase’de Hasbi Emim nefesi Kör keklikler doldururdu kafesi Taş armudu alma heybe kefesi Yığılırdı emm’oğlular bölerdik. Eşek binip, at sektirip gülerdik.

Öş Kasım’ın Kayfesi’nde budaklar Çalı-çırpı sağda solda adaklar “Ehem buhur” sefasında dudaklar Üç gecede çatır çatır çatlardı, Akarca’da demir namlu patlardı.

Davar sürüp al karada beyazda Emm’oğlular toplanırdı ayazda Aç kalırdık eller açık niyazda Pancarlık’tan oğul körmen yolardık, Uykumuzu yufkamıza ulardık.

Hasta düşüp püren kekik sözleyip Taş dibinden tel tel yolup düzleyip Hat’çe Anam dağ çayını közleyip Kokusunda boz toprağı içerdik. Bir yudumda bin ömürden geçerdik.

Yer kalkardı cirit tutsa yeminde El tutardı yazlak kışlak ceminde Del’amet ki ses verirdi deminde Derdi “Yeğen, dut meyvesi gür olur, Er dediğin ölene dek hür olur.”

Şaha kalkıp yağız civan atından Öldüğünde yâd dilerdi batından Kör hınzırı alnının tâ çatından Vurdu muydu Del’amet’tir söverdi, Pek dipçikle kafasını döverdi.

Bıyık Emim akçe günün karası Her cumada cebimizde parası

Rüşte varmış yeni yetme arası Kar üstünde Karatavuk avlardık. Karşı köyün kızlarını tavlardık.

Emim derdi “Yeğen dünya yalandır Cümle nebat ve hayvanat nalândır Gör ne vakit şu yeryüzü talandır Kimler geldi kimler gitti zay oldu, Tek bâki O, tek kalıcı Hay oldu! ”

Ağarcık’ta Cevat Emim bulağı Buz suyundan taşırırdı dolağı “Emmi” sesi duydu mu ki kulağı Hurmaları döküp yere saçardık, Ayak yalın dağa doğru kaçardık.

Emimdir ki, yurt tutağı mezarlık Bahçasında eski bir nal nazarlık Dökülende hurmaları pazarlık Sandık sandık götürürdü satardı, Koca köyün delisine çatardı.

Dağ aşardık unuturduk orucu Yol keserdi gece seyri korucu Bir zahmetin ardı tadı yorucu Palamutla gür ormanı elerdik. Tanda şehrin uykusunu delerdik.

Kazım Emim demet demet bağlamış Kor toplardı narin dilde ağlamış Yedi düvel eski kaval çağlamış Gün görmemiş ağıtları duyardı, Gül gördü mü ak döşüne koyardı.

Ay gelende gökçe reyhan sürün de Keçe üstü bağdaş edip görün de Necat Emim buz gecenin köründe Barut-saçma deli fışenk yapardık, Ağaçlardan löküsle kuş kapardık.

 

Alın teri pınarında çoraklar

Savrulurdu kuru soğan oraklar

Ellik tutan pençe pençe kuraklar

Her başakta bereketi verirdi.

Zağlı dişler muhabbette erirdi.

Yıkıntılar arasında kırağı

Babam derdi “Us uz eder çırağı”

Kızıl İn’e kızıl tilki durağı

Kurulunca bağ-bahçamız çağlardı,

Yaralanmış tilkileri bağlardı.

Şimdi dünler soldu bir bir bahtına

Kimler durdu kimler uydu ahtına

Kurtbala ki Söz İlmi’nin tahtına

Geçen vakti kimse elde bulmadı,

Hepsi gitti geri dönen olmadı.

Eğitim hayatınız hakkında, hangi okullarda okudğunuz hakkında bilgi verebilir misiniz?

İlköğretimimi Tarsus Turgut İçgören İlkokulu’nda, ortaöğrenimimi Tarsus Cengiz Topel Ortaokulu’nda, lise öğrenimimi ise yine Tarsus Cengiz Topel Lisesi’nde tamamladım. Üniversite eğitimi ise, oldukça zaman aldı. Önce Mersin Üniversitesi İİBF İşletme Bölümü’nü kazandım. Ancak mezun olamadım. Af ile birlikte tekrar sınava girdim ve bu defa Ömer Halisdemir Üniversitesi İİBF İşletme Bölümü’nü kazandım ve 2002 yılında mezûn oldum. 11 yıl süren bir üniversite hayatı...

Biraz kendinizden bahsedebilir misiniz?

1995 yılında evlendim. Yaklaşık 8 yıl Tarsus’ta çeşitli yerel gazetelerde çalıştım.2008 yılından itibaren Gaziantep’te özel sektörde çalışmaya başladım ve 2011 yılında yine Gaziantep’te memuriyet hayatım başladı. İbrahim Alptürk (1997) ve Muhammet Asri (2009) ile Hatice Türkmen (2003) adlarında 3 çocuk sahibiyim. Şiirlerim benim için özeldir. Şiirlerimde girizgâh da bulunur. Bunlar şiirimle bağlantılı epigraflardır.

 

EK 1.2. 27.08.2017 Tarihli Görüşme

Ailenizden bahsedebilir misiniz?

Afşar mensuplu bir aileden geliyorum. Afşarlar ile Çerkezler arasındaki efsaneleri dinleyerek çocukluğunu geçirdim. Afşar ile Çerkez münakaşasında dahi düşmanın yiğitliğinden bahsedilirdi.

Annenizin ve babanızın öğrenim durumu ve eğitimleri hakkında bilgi verebilir misiniz?

Babam ve annem okuma yazma bilmeyen sıradan insanlardı. Fakat babam daha sonra okuma ve yazmayı, mektepsiz kendi çabalarıyla öğrendi. Öğrenmekle de kalmayıp hem anneme öğretti hem de bol bol okudu. Geçimlerini küçükbaş hayvancılarını toplamak, onların bakımını üstlenmekle sağlayan babam davar güderken boş zamanlarını mutlaka eski gazeteleri temin edip okuyarak doldururdu. Bir gün bu şekilde iş başında okuma eylemini gerçekleştirirken orada bulunan dönemin CHP milletvekili, emin olmamakla beraber, Kasım Gülek bu davranışı hoş görerek babama bir kart verir. Babam bu vasıtayla şimdiki ismi Tarsus Endüstri Meslek Lisesi olan Tarsus Sanat Okulu’nda hizmetli olarak göreve başlar. Daha sonra annem de santrale alınıp orada memur olur.

Kitaplara ilginiz büyük. Çocuklarınıza da bu ilgiyi aşılıyor musunuz?

Ailede herkesin farklı bir kütüphanesi bulunur. Küçük oğlumun okuduğu kitapları belki şu an üniversite öğrencileri okumamıştır. Özellikle bir kitabı okuduktan sonra kapatmanın verdiği mutluluğa erişmek küçük yaşlarda kazanılır. Esasen çocuklara söylemekten çok rol model olduğum için onlara bu alışkanlığı kazandırdım.

Yayımlanmamış kitabınız olan “Tamga” adlı kitap çalışmanızda Ayımça Kız dikkatimi çekti. Bu isim bir ilham neticesinde mi oluşturuldu?

Ayımça Kız, Hüseyin Nihâl Atsız’ın Ruh Adam kitabının başında yer alan Uygurca masalın bugünkü Türkçeye tercümesiolan ve bu masaldaki kişilerden Açığma Kün’e benzer niteliklere sahiptir. Divançe olarak adlandırılması mümkün olan bu bölümde şair rüyasında bu kızı gördüğünü ve rüya vasıtasıyla bukitabı yazdığını belirtir.

EK 1.3. 13.09.2017 Tarihli Görüşme

Tabiatla iç içe bir çocukluk geçirdiğiniz doğru mu?

Köyde yetiştim. Büyüklerim çınar ağacı ya da kızıl toprağa saygı duymayı da öğrettiler. Aslında bu bana vatan sevgisini aşıladı.

Ülkücü edebiyat diye bir şeye inanıyor musunuz?

Ülkücü edebiyat olmaz, Türk edebiyatı olur. Türk milleti için şiir yazıyorsam her kesim için şiir de yazmalıyım.

Edebî etkinliklere katıldınız mı? Bu etkinliklerde ödül ya da plaketler aldınız mı?

90’lı yıllarda belirli günlerde beş altı kişiyle meşrubat içip ev ortamında edebî sohbetler yaparak yazdığımız şiirleri tenkit ederek olgunlaşmaya çalışan genç şairler topluluğunda bulundum. O zamanlar için en büyük hayalim Elazığ’da düzenlenen Hazar Şiir Akşamlarınakatılmak, o etkinliği en azından izleyebilmekti. 2013 yılında hayalimin ötesinde bir duruma geçerek oraya şair olarak davet edildim. Burada “Belemir” adlı şiirimi okudum. Bunun yanı sıra Oğuzeli Kültür Merkezi, Gaziantep Türk İslam Vakfı, Ülkü Ocakları gibi pek çok platforma şair olarak katıldım.

Yazmaya hiç ara verdiniz mi?

İki kitabımdan sonra yazmaya ara verdim. Beni tekrar yazmaya Ahmet Şafak’ın Timur ile Karınca adlı parçasının teşvik etti.

Ek. 2. Birinci Kaynaktan Elde Edilen Şairin Yazısı

BİR ŞÂİR CEVVÂLİ

“Çaldığı tarımı getirin mene,

Görün ki çalmakta nece mahirem...''

Şâirâne Rûh

Şiir, ateşîn bir hürriyet; şâir ise, bu ateşîn hürriyeti renklendiren bir ressamdır. Alından kurşunî rengine, karasından alasına her iki kavramın da telaffuzu nâzenindir; uzak durulsa kör bir kuyu, dokunulsa çayır çimen.

Nâif ve oturaklı sözcüklerle bezekli ve zamana kafa tutabilecek bir şiirin temellendirilmesi, hem bilge, hem de savaşçı bir ruhun gereğidir; öyle ki, yitirilen değerler üzerinden bir varlık bütünlüğünün elde edilmesi oldukça güçtür, lâkin yitirilmek üzere olan değerleri yeniden işler kılmak ve bu işlerlikle hacmin ötesinde gözle görülmeyen ancak hissedilebilen bütünlük inşası “şâirâne rûh” ile mümkündür. Hülâsa aslolan mevcudiyetin ötelerinde soluklanan hazları parsel parsel okuyucuya üleştirmek, en kutsal uğraşılardandır.

Maharet, ruhun bir izdüşümüdür. Zirâ cümle imkânlar bir meta kabul edilip hazır edilse, zenaatkâr ne kadar eğitimli olursa olsun, maharet söz konusu değilse, arz ve tesis edilecek ürün iğreti bir duruş sergileyecektir ve bütün mükemmellikler, ruhun öz mayası âşk öncülüğünde ve mahareti sevgi ile göz ve gönül aydınlığına soyunmuştur.

Râhle-î Tedris ve Nâzım Geleneği

Demircinin körüğünde kızmış demire şekil vermek için ‘rûh’ yeterli midir? Elbette değildir. Demiri şekil alabilecek kıvama getiren ateşin şiddeti, örsün göğsündeki dayanma kudreti, her çekiç darbesindeki estetik ve bir düzlem boyutunda demirin alınteri ile yoğrulma disiplini. Rûh ile birlikte yılların dönemsel ve evrensel habbesinden sağılmış râhle-î tedris ile mümkündür. Bunda şüpheye düşüldüğü lâhza, zannın kıyâmeti başlar.

Ne başlı başına ‘şâirâne rûh’, ne de bir başına ‘râhle-î tedris’. Birinin eksikliği, diğerini aratır; ezber bozacak ve orjinallik ifâde edecek fikirlerin ve sözlerin doğmasını engeller. Şiir, vuk’û bulsa bile ana rahminde kalp atışı durmuş cenin gibi olur; içimiz yanar, inciniriz, üzülürüz lâkin O’nun yaşamadığını -şiir olmadığını- biliriz, ancak dillendirmeyiz.

Nâzım, en yalın hâliyle bir san’atı ifâde eder; öyle ki, balmumu ile bağrı sırlanmış ipliğe dizilen her bir tespih tanesi, bu bediî san’atın güzelliğine ve ayrıcalığına dâir birer şâhitlik vesikâsıdır. Tespih taneleri her ne kadar birbirinin benzeri olsa da, en az imâmesi kadar o tespihin göz alıcı aslî unsurudur. Herkes bir tespih dizimi zamana sâhiptir; ancak, nâzımın sabırtaşı şâiri herkesten farklı kılan, ‘bir tespih dizimi zamanı’ çağın ötesine götürebilecek imân etmişliği ve inanmışlığıdır.

 

Kavram Mahremi ve Özgür Coğrafya

Şiir, şâirin kendi âleminde özgürce hareket ettiği bir coğrafyadır desem, hata etmiş olur muyum? Ya bu coğrâfyada soluklandığı her güne bir mahrem atfettiğini beyân etsem, ileri gitmiş olur muyum? En bâkir hâlleri ile sırladığı bu coğrafyadan derlediklerini kavramlara şifrelemek, başka bir ifâde ile kavramları şâirin kendisinin biçip diktiği urbasına büründürmek, ulvî bir gâyenin neticesi olmaz mı?

Düşünün ki, şâir hüviyetimle ben bir antikacıyım. Coğrâfyam, küçük bir antikacı dükkânı... Her sabah, besmelemle birlikte raflarımda unutulmak üzere olan sözcüklerimin tozunu alırım; Onları özene bezene yeniden raflarına dizerim. Birini dükkânımın önünden geçecek olanlara arz edecek olsam, içimdeki kıskançlık tığlarının verdiği batmaları umursamadan başka başka bakışlara mühürleyecek şekilde rafından alır, vitrine koyarım. İsteyen, vitrindeki herhangi bir sözcükte kendini bulur; ben ise, bütün sözcüklerde kendimi yitiririm.

Mûaviye zamanında yaşamış ünlü bir şâir, yazdığı şiirler, kâsideler ve gâzeller ile Mûaviye’nin oğlu Yezid’in tepkisini çeker; divânlarda ve mecâlislerde söylediği her mısra, ok olur saplanır, Yezid’in soluğuna. Âcziyetliği neticesi, babası Mûaviye’ye durumu arz eder. Der ki,

-     Buyruk ver! Şu şâirin kellesini alayım.

Mûaviye nedenini sorar, Yezid’e. Yezid, hiddetle:

-     Kız kardeşime şiirler yazar. Yazmakla kalmaz, bir de divânlarda ve mecâlislerde avâz avâz okur.

-     Bu güzel bir şey değil mi? Kız kardeşinin güzelliği, bir şâirin mısralarını mühürlemiş.

Yezid’in ‘yezidliği’ üstündedir. Der ki,

-     Bu nasıl olur, baba? Bu şiirler, kız kardeşimin onurunu ayaklar altına seriyor.

Mûaviye, şiirde neler söylendiğini sorar Yezid’e. Yezid:

-     O şehirde gecem çok uzun sürdü; öyle ki, hüzünlü vâkitler geçirdim, diyor.

Mûaviye, şâir uzun süren gece boyunca hüzünlendiyse, bundan bize ne Yezid, der.

Yezid:

- Baba devâmında, Şam’da eğleşmem bu kız içindir, diyor.

 

Mûaviye cevâben, Şam’da bir tek senin kız kardeşin mi var, diye sorar Yezid’e.

Yezid:

-      Ama baba, şiirin devâmında kız kardeşimi târif ediyor. Diyor ki, Öyle rûadan ve aktandır ki, inciler O’nun yanında sönük kalır.

Mûaviye:

-      Pek de doğru söylemiş. Kız kardeşinin güzelliği, seni gururlandırmaz mı? Çirkin dese idi, daha mı hoş olurdu?

Yezid:

-      Baba, bu ahmak şiirin sonunda iyice azıtmış. Net bir şekilde kız kardeşimi tariften bir ân bile sakınmamış. Diyor ki, Sevgilimin asaletini incelerseniz, en yüksek hanedana sahip olduğunu anlarsınız.

Mûaviye, ayağa kalkmış ve Yezid’e demiş:

-      Yalan mı söylemiş oğlum, hanedanımızın yüceliğinden şüphe mi ediyorsun?

Bu kıssada ne Mûaviye’ye, ne de Yezid’e üleş çıkarıyorum; bakışım ve üleşim şâiredir. Maksâda ulaşmış mıdır? Sesini duyurmuş mudur? Sevgilisine güzelliğini beyân etmede, bir iletişim ve etkileşim kurmuş mudur?

Şiirlerde kullandığım, ‘Gülizâr’ kavramı mahremim ve ‘Gül Bahçesi’, özgür coğrafyamdır. Zirâ kimlerin kız kardeşi olduğu yahut kimin kızı olduğu, tevafuk ile beyândır.

Diyar İçinde

Anla beni gülizâr dudaklarımda deprem

Humar bakışlarımda bir kasırga dillenir

Her sûret ağyar olur salınır sersem sersem

Düşerim düştüm demem sâhi diyar içinde

Gülizâr yanan benim yandığım ile seyir

Ûmidim nûr içinde dâhi diyar içinde

Tarla kuşları döner başımda kanat kanat

En yılgın gülüşlerim akşam çaylarımda nûn

 

Gelip giden aklımın dar köşesine inat

Soyunur sürgünlüğü mavi diyar içinde

Gülizâr baygın düşüm iffetim çölde mecnûn

Senden çok uzaklarda kâvi diyar içinde

Anla beni gülizâr dudaklarımda deprem

Ve çorak topraklarda bûselerim millenir

 Bahtiyar alfabemin ilk nefesinde erdem

 Hasretin kalır şevkle vâsi diyar içinde

Gülizâr âşkım benim damarlarımda devir

 Adressiz kalan benim asi diyar içinde

Lâleler göğe baskın seyrânım bağrı yanık

Ninniler büyütürüm al şalında simsiyâh

 Kolum kanadım kopar nârım darmadağınık

Bulağından bir damla kâfi diyar içinde

Gülizâr gülüm benim uğradığım her sabah

Secdeler çarpar beni sâfi diyar içinde

Anla beni gülizâr dudaklarımda deprem

 İncir ağaçlarında akıbetim çillenir

Yalın yola koyulur imânım perçem perçem

 Rengim hâkiye döner hâki diyar içinde

Gülizâr serim bağım karanlığımda bedir

Âşkınla savrulurum tâ ki diyar içinde

Gece çiçeği yürür kırlara beril beril

Eflâtun yaralarım efkârında ibâdet

Yüzüm döner yönüne kıblegâhım yemyeşil

Avuttuğum gönlümün pây-î diyar içinde

Gülizâr fecrim benim ihtişama şehâdet

Nâr-ı hicrân içinde zâyi diyar içinde

Anla beni gülizâr dudaklarımda deprem

Benzim uçsuz bucaksız vâdilerde killenir

 Cehennem kuşanırım âh û feryâda merhem

Kıskançlık alev alev hâli diyar içinde

 



[18]            Nurettin Öztürk. (2001). Türk Edebiyatında İnsan. Atatürk Kültür Merkez Yayını, Ankara, s.250.

[19]            Şerif Aktaş. (1996). “Millî Romantik Duyuş Tarzı ve Türk Edebiyatı”. Türkiye Günlüğü, S. 38, s.171.

[20]            Hüseyin Nihâl Atsız. (2015). Makaleler III. İrfan Yayıncılık, İstanbul, s.206.

[21]            Şerif Aktaş. (1996). “Millî Romantik Duyuş Tarzı ve Türk Edebiyatı”. Türkiye Günlüğü, S. 38, s.171.

[22]            Şerif Aktaş. (1996). “Millî Romantik Duyuş Tarzı ve Türk Edebiyatı”. Türkiye Günlüğü, S. 38, s.173.

[23]            Şerif Aktaş. (1996). “Millî Romantik Duyuş Tarzı ve Türk Edebiyatı”. Türkiye Günlüğü, S. 38, s.173.

[24]            Duygu Kuş. (2014). “Beş Hececiler’de Bir Değer Olarak Millî Romantik Duyuş Tarzı.” Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, C: 17, S, 32, A, s.130.

[25]            Şerif Aktaş. (1996). “Millî Romantik Duyuş Tarzı ve Türk Edebiyatı IV.: Abdülhak Hâmit Tarhan (1852-1937)”. Türkiye Günlüğü, S. 41, s.99.

[26]            Şerif Aktaş. (1996). “Millî Romantik Duyuş Tarzı ve Türk Edebiyatı II”. Türkiye Günlüğü, S. 39, s.171.

[27] M. Fatih Kanter. (2017). Millî Edebiyat Dönemi Türk Şiirinde Benlik Algısı ve Kimlik Kurgusu. Kitabevi Yayınları, İstanbul, s.304.

[28] Kanter. a.g.e., s.210.

[29] Doğan Aksan. (2005). Şiir Dili ve Türk Şiir Dili. Engin Yayınları, Ankara, s.7.

[30] M. Fatih Kanter. (2017). Millî Edebiyat Dönemi Türk Şiirinde Benlik Algısı ve Kimlik Kurgusu. Kitabevi Yayınları, İstanbul, s.77

[31] Nuray Odacı. (2016). “Oğuznâmecilik Geleneği ve Millî Destan Şairimiz Basri Gocul.” Türk Bilig, S. 32. s.234.

[32] Kubilay Aktulum. (2004). ParçalılıkMetinlerarasılık. Öteki Yayınevi, Ankara, s. 86.

[33] Nurettin Öztürk. Türk Edebiyatında İnsan.(2001). Atatürk Kültür Merkez Yayını, Ankara, s.451.

[34]  Mehmet Soğukömeroğulları ve Osman Eroğlu. (2014). Seyfettin Başcıllar Hayatı Sanatı Düşünce Yazıları ve Bütün Şiirleri. Palet Yayınları, Konya, s. 11.

[35] Berna Moran. (2011). Edebiyat Kuramları ve Eleştiri. İletişim Yayınları, İstanbul, s.242.

[36] Moran. a.g.e., s.131.

[37] Mehmet Fuat. (2004). Çağını Görebilmek. Adam Yayınları, İstanbul, s.63.

[38] Mehmet Yalçın. (2010). Şiirin Ortak Paydası I Şiir Bilimine Giriş. İkaros Yayınları, İstanbul, s.71.

[39] Berna Moran. (2011). Edebiyat Kuramları ve Eleştiri. İletişim Yayınları, İstanbul, s. 133.

[40] Hermeneutik, yazılı metinleri ve onların yorumlanmasını model alan yöntem olarak dikkat çeker. Bkz: Metin Toprak. (2003). Hermeneutik (Yorum Bilgisi). Bulut Yayınları, İstanbul, s. 10.

[41] Metin Toprak. (2003). Hermeneutik (Yorum Bilgisi). Bulut Yayınları, İstanbul, s.51.

[42]  Tahsin Yücel. (2011). İnsan Yazdığı Şeydir, Mukadder Özgeç (Haz.), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, s. 149.

[43] Yücel. a.g.e., s. 185.

[44] Hakan İlhan Kurt. (2015). Kutalmışoğlu Süleymanşâh Ululaması. Ötüken Neşriyat, İstanbul, s.5.

[45] İbrahim Kafesoğlu. (1997). Türk Millî Kültürü. Ötüken Neşriyat, İstanbul, s. 32.

[46] 17 Ağustos 2017 Tarihli Görüşme.

[47] TDK. (2009). Türkçe Sözlük. TDK Yayınları, Ankara, s. 1354.

[48]   22. Hazar Şiir Akşamları: 2014, Elazığ, https://www.youtube.com/watch?v=m3C_-L_Nn6w, (15.08.2017).

[49] Misli Baydoğan. (2018). Belemir. Türk Edebiyatı Dergisi, S.533, s.81.

[50] Hakan İlhan Kurt’un bu şiiri çocukluk yılları anısına yazılmış olup herhangi bir kaynakta yer almaz.

[51] a.g.g.

[52] Tuncer Baykara. (2009). Türk Kültür Tarihine Bakışlar. Öncü Basımevi, Ankara, s. 169.

a.g.g.

a.g.g.

Tuncer Baykara. (2009). Türk Kültür Tarihine Bakışlar. Öncü Basımevi, Ankara, s. 171.

17.08.2017 Tarihli Görüşme.

27.08.2017 Tarihli Görüşme.

13.09.2017 Tarihli Görüşme.

Şair, Kasım Gülek’i Yörük Türkmenlerine sahip çıkan biri olarak tanıtır.

27.08.2017 Tarihli Görüşme.

a.g.g.

[62]17 Ağustos 2017 Tarihli Görüşme.

[63] 27 Ağustos 2017 Tarihli Görüşme.

[65] Ahmet Ali Aslan. (2010). Destan Şairliğine Doğru Yürüyen Oğuz. Çukurova Sanat Dergisi, S. 12­13-14, s.9.

[66] Nevzat Kösoğlu. (2013). Millî Kültür ve Kimlik. Ötüken Neşriyat, İstanbul, ss.87-88.

[67] Yasin Usta. (2017). Hakan İlhan Kurt ile Röportaj. Kısık Sesler Mecmuası, S. 2, ss.30-32.

[68]  Esra Aslan. (1992). Benlik Kavramı ve Bireyin Yaşamındaki Etkileri. Atatürk Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Dergisi, S. 4, s.5

[69] Nurullah Çetin. (2011). Şiir Çözümleme Yöntemi. Öncü Kitap, Ankara, s. 19.

[70] İbrahim Kalın. (2010). “Dünya Görüşü, Varlık Tasavvuru ve Düzen Fikri: Medeniyet Kavramına Giriş”. Divan: Disiplinlerarası Çalışmalar Dergisi, S. 29, C. 16, s.26.

[71] Ahmet Hamdi Tanpınar. (2000). Yaşadığım Gibi. Birol Emir (Haz.), Dergâh Yay., İstanbul, s.351.

[72] Hakan İlhan Kurt. (2016). “Çakıroğlu Fırat Ağıtlaması”, Töre, S. 35, s.5.

[73] Yasin Usta. (2017). Hakan İlhan Kurt ile Röportaj. Kısık Sesler Mecmuası, S. 2, ss. 30-32.

[74] 13. 09. 2017 Tarihli Görüşme.

[75] Mübarizname başlıklı bu şiir 2016 yılında DGTYB (Dünya Türk Genç Yazarları Birliği) tarafından hazırlanan Azerbaycan Gençler Fonu’nda yayımlanmıştır.

[76] Hakan İlhan Kurt. (2017). “Mübâriz-Nâme”, Ayarsız, S. 16: Ön Kapak İç.

[77] Hakan İlhan Kurt. (2016). “Çakıroğlu Fırat Ağıtlaması”, Töre, S. 35, s.5.

[78] Harold Bloom. (2008). Etkilenme Endişesi - Bir Şiir Teorisi. Metis Eleştiri, İstanbul, s.51-52.

[79] Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu. (2016). Bozkurtların Destanı. Türk Edebiyatı Vakfı, s.11.

[80]Ahmet Ali Aslan. (2010). Destan Şairliğine Doğru Yürüyen Oğuz. Çukurova Sanat Dergisi. S.12- 13-14, ss. 10-11.

[81] Hakan İlhan Kurt. (2015). Kutalmışoğlu Süleymanşâh Ululaması. Ötüken Neşriyat, İstanbul, s.1.

[82] 13. 09. 2017 Tarihli Görüşme.

[83] 1992 yılından bu yana sürdürülen Uluslararası Şiir Festivali.

[84]13. 09. 2017 Tarihli Görüşme.

[85] İlhami Durmuş. (2000). “Köl Tigin Külliyesi Kalıntıları ve Türk Kültür Çevresindeki Yeri”. Türk Dili Araştırmaları Yıllığı - Belleten, S. 1, s.184.

[86]Ahmet Bican Ercilasun. (1994). “Köl Tigin Metni Bir Nutuk Metni midir?”. Türk Dili Araştırmaları Yıllığı - Belleten 1990, s.33.

[87] Bu kitabın çalışmamızda son baskısı kullanılacaktır.

[88] TDK. (2009). Türkçe Sözlük. TDK Yayınları, Ankara, s.622.

[89] E: 2. Hakan İlhan Kurt. “Bir Şâir Cevvâli”.

[90] 17 Ağustos 2017 Tarihli Görüşme.

[91] Kubilay Aktulum. (2004). ParçalılıkMetinlerarasılık. Öteki yayınevi, Ankara, s. 152.

[92] Bu kitabın çalışmamızda ilk baskısı kullanılacaktır.

[93] Timur ile Karınca hikâyesi nâmı diğer Aksak Timur’un karınca ile karşılaşmasından sonra yaptığı tüm savaşları azimle kazanmasını içeren bir anlatıdır. Çünkü küçük bir karıncanın neleri başarabildiğine şahit olunmuştur.

[94] 13. 09. 2017 Tarihli Görüşme.

[95] Funda Toprak. (2011). “Defter-i Cengiz-nâme’de Boy Nişanları ve Damgalar”. Turkish Studies, Volume 6/1 Winter, s.544.

[96] Hüseyin Nihâl Atsız. (2004). Ruh Adam. İrfan Yayımcılık ve Tanıtım Limited Şirketi, İstanbul, s.11.

[97] 27 Ağustos 2017 Tarihli Görüşme.

[98]  Savaş Kurt - Beyza Kurt .(2015). The Dream in the Turkish Government Tradition. Uşak Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, S. 22, s.242.

[99] 20 Şubat 2015'te Ege Üniversitesi'nde başlayan öğrencilerin kavgası sonrası Fırat Yılmaz Çakıroğlu isimli ülkücü öğrencinin hunharca bıçaklanarak öldürülmesi olayıdır.

[100] Şairin şiirleri hâlihazırda da çeşitli dergilerde yayımlanmaktadır. Ele geçildiği ölçüde şiirleri toplanmıştır.

[101]          İsmail Çetişli, Batı Edebiyatında Edebî Akımlar adlı eserinde edebiyatı musikî ile birlikte fonetik sanatlar arasına dâhil eder (Çetişli, 2013: 17).

[102]          Çağatay Akengin. (2014). “Sanat İdeoloji Politika İlişkileri”. Ulakbilge Sosyal Bilimler Dergisi, C.

2, S. 4, s.149.

[103]          Hakan İlhan Kurt. (2015). “Sanat Nedir?”, Kısık Sesler, S. 7, s.39.

[104]          Hakan İlhan Kurt. (2015). “Sanat Nedir?”, Kısık Sesler, S. 7, s.39.

[105]          Hakan İlhan Kurt. (2015). “Sanat Nedir?”, Kısık Sesler, S. 7, s.39.

[106]          Erol Güngör. (2010). Kültür Değişmesi ve Milliyetçilik. Ötüken Neşriyat, İstanbul, s.37.

[107]          Tahsin Yücel. (2011). İnsan Yazdığı Şeydir, Mukadder Özgeç (Haz.), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, s.187.

[108]          “Tezkeremiz Mezartaşı” bestelenen şiirler arasındadır. Grup Orhun tarafından seslendirilmiştir.

[109]          İsmail Tunalı. (2012). “Soyut’un Sanattaki Anlamı”. İstanbul Üniversitesi Felsefe Arkivi Dergisi, S. 22-23, s.84.

[110]          Yahya Kemal Beyatlı. (2010). Edebiyata Dair. İstanbul Fetih Cemiyeti Yayınları, İstanbul, s.40.

[111]          Ek.2: Hakan İlhan Kurt. Bir Şair Cevvali.

[112]          Terry Eagleton. (2005). İdeoloji, Muttalip Özcan (Çev.), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, s.73.

[113]          Terry Eagleton. (2004). Edebiyat Kuramı, Tuncay Birkan (Çev), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, s.167.

[115] Charles D. Warner ve T.S. Eliot. (2011). Edebiyatın Hayatımızdaki Yeri Neresi. Kemal Konuşmaz (Haz.). Şule Yayınları, İstanbul, s.29.

[116] Şerif Aktaş. (1996). “Millî Romantik Duyuş Tarzı ve Edebiyatı”. Türkiye Günlüğü. S. 38, s. 175.

[117] Hakan İlhan Kurt. '(2016). Sükût Neyi Hâlleder?, İnziva, S. 5, ss.29-30.

[118] Hakan İlhan Kurt. (2016). Sükût Neyi Hâlleder?, İnziva, S. 5, ss.29-30.

Hakan İlhan Kurt. (2015). “Sanat Nedir?”, Kısık Sesler, S. 7, s.39.

a.g.y.

Gürsel Aytaç. (2009). Genel Edebiyat Bilimi. Say Yayınları, İstanbul, s.70.

Tacettin Şimşek. (2010). “Türk şiirinde Ses ve Ritm Konusuna Yeni Bir Yaklaşım”. Atatürk

[123]  Eyüp Ali Kılıçaslan.(2016). Tarihte İdea Ya Da Marxengels’in Ve Nıetzsche’nin Eleştirilerine Karşı Bir Hegel Savunusu Denemesi. Viraverita E-Dergi, S. 3, s. 5.

[124] Hakan İlhan Kurt. (2015). “Sanat Nedir?”, Kısık Sesler, S. 7, s.39.

[125] Tamer Kavuran ve Bayram Dede. (2012). “Platon ve Aristoteles’in Sanat Etiği, Estetik Kavramı ve Yansımaları”. Sanat Dergisi, S. 23, s.50.

[126]  Seval Şahin. (2005). Tevfik Fikret: Düşünce Dergisi, Nüsha-i Mahsûsa, 1918. Kitap Yayınevi, İstanbul, s.84.

[127] Hakan İlhan Kurt. (2015). “Sanat Nedir?”, Kısık Sesler, S. 7, s.39.

[128] Mustafa Armağan. (1992). Gelenek. Akçağ Yayınları, Ankara, s. 19.

[129]  Eliot. (1983). Edebiyat Üzerine Düşünceler, Sevim Kantarcıoğlu (Çev.), Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara, s.21.

[130] Hakan İlhan Kurt. (2014). “Devlet Kuran Devlet Türk”. Yeni Düşünce Dergisi, S. 769, s.67.

[131] Durmuş Hocaoğlu. (2003). Tarih’in Ontolojisi Üzerine Bir Deneme. Türkiye Günlüğü, Ankara, S. 73, s.26.

[132] Nevzat Kösoğlu. (2013). Millî Kültür ve Kimlik. Ötüken. Ötüken Neşriyat, Ankara, s.67.

[133]   Şairin “Ne Mutlu Türk’üm Diyene” adlı şiiri Atilla Yılmaz tarafından seslendirilmiş olup bestelenen şiirleri arasındadır.

[134] Hakan İlhan Kurt. (2012). “Törelenin”, Töre, S. 2,s.5.

[135] Hakan İlhan Kurt. (2015). “Sanat Nedir?”, Kısık Sesler, S. 7, s.39.

[136]  Mustafa Kök. (2016). “Nurettin Topçu’nun İdealizmi”. Temaşa Erciyes Üniversitesi Felsefe Bölümü Dergisi, S. 4, s.40.

[137] Hakan İlhan Kurt. (2015). “Sanat Nedir?”, Kısık Sesler, S. 7, s.39.

[138] Ahmet Oktay. (2004). Sanat ve Siyaset. Everest Yayınları, İstanbul, s.74.

[139] Tahsin Yücel. (2011). İnsan Yazdığı Şeydir, Mukadder Özgeç (Haz.), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, s. 198.

[140] Yasin Usta. (2017). Hakan İlhan Kurt ile Röportaj. Kısık Sesler Mecmuası, S. 2, s.32.

[141] a.g.r.

[142] Metin Toprak. (2003). Hermeneutik (Yorum Bilgisi) ve Edebiyat. Bulut Yayınları, İstanbul, s. 177.

[143] İsmail Çetişli. (2013). Batı Edebiyatında Edebî Akımlar. Akçağ Yayınları, Ankara. s. 17.

[144] İsmail Tunalı. (2012). “İntegral Bir Estetik Olarak Ontolojik Estetik”. İstanbul Üniversitesi Felsefe Arkivi Dergisi, S. 3, s.159.

[145] Hakan İlhan Kurt. (2015). Sanat Nedir?. Kısık Sesler, S. 7, s.39.

[146] Ek. 2: Hakan İlhan Kurt. Bir Şair Cevvali.

[147] Ek. 2: Hakan İlhan Kurt. Bir Şair Cevvali.

[148] Hakan İlhan Kurt. (2016). Sükût Neyi Hâlleder?. İnziva, S. 5, ss.29-30.

[149] Aşk Sofrasında Bağdaş Kuranlar. (2016). Edebice, S. 4.

[150] TDK, Türkçe Sözlük, Ankara, 2009, s. 363.

[151] Ek. 2: Hakan İlhan Kurt. Bir Şair Cevvali.

[152] Nurullah Çetin. (2011). Şiir Çözümleme Yöntemi. Öncü Kitap Yayınları, Ankara, s. 167.

[153] İsmail Çetişli. (2013). Batı Edebiyatında Edebî Akımlar. Akçağ Yayınları, Ankara, s.20.

[154] Tzvetan Todorov. (2008). Poetikaya Giriş,(Çev. Kaya Şahin). Metis Yayınları, İstanbul, s.46.

[155] Hakan İlhan Kurt. (2016). Sükût Neyi Hâlleder?, İnziva, S. 5, ss.29-30.

[156] Hakan İlhan Kurt. (2016). Sükût Neyi Hâlleder?, İnziva, S. 5, ss.29-30.

[157] Nurullah Çetin. (2011). Şiir Çözümleme Yöntemi. Öncü Kitap, Ankara, s.237.

[158] Ek. 2: Hakan İlhan Kurt. Bir Şair Cevvali.

[159] Aşk Sofrasında Bağdaş Kuranlar. (2016). Edebice, S. 4, ss.14-17.

[160] Metin Toprak. (2003). Hermeneutik (Yorum Bilgisi). Bulut Yayınları, İstanbul, s.98.

[161] Toprak. A.g.e., s.97.

[162] Toprak. a.g.e., s.95.

[163] Toprak. a.g.e., s.100.

[164] Ek. 2: Hakan İlhan Kurt. Bir Şair Cevvali.

[165] Ek. 2: Hakan İlhan Kurt. Bir Şair Cevvali.

[166]Aşk Sofrasında Bağdaş Kuranlar. (2016). Edebice, S. 4, ss.14-17.

[167] “Bırak beni haykırayım, susarsam sen mâtem et;

Unutma ki şairleri haykırmayan bir millet,

Sevenleri toprak olmuş öksüz bir çocuk gibidir.”

Mehmet Emin Yurdakul

http://siir.gen.tr/siir/m/mehmet_emin_yurdakul/birak_beni_haykirayim.htm (Erişim Tarihi: 19/05/2018).

[168] Hakan İlhan Kurt. (2016). “Sükût Neyi Hâlleder?”, İnziva, S. 5, ss.29-30.

[169] Necat Birinci. (2000). Edebiyat Üzerine İncelemeler. Kitabevi Yayınları, İstanbul, s.139.

[170] Aşk Sofrasında Bağdaş Kuranlar. (2016). Edebice, S. 4, ss.14-17.

[171] Aşk Sofrasında Bağdaş Kuranlar. (2016). Edebice, S. 4, ss.14-17.

[172] Yasin Usta. (2017). Hakan İlhan Kurt ile Röportaj. Kısık Sesler Mecmuası, S. 2, ss.30-32.

[173] Osman Eroğlu. (2013). Seyfettin Başcıllar’ın Hayatı, Sanatı ve Şairliği. Yüksek Lisans Tezi.

Gaziantep Üniversitesi, s.226.

[174] Aşk Sofrasında Bağdaş Kuranlar. (2016). Edebice, S. 4, ss.14-17.

[175] Gürsel Aytaç (2009). Genel Edebiyat Bilimi. Say Yayınları, İstanbul, s.67

[176]Yasin Usta. (2017). Hakan İlhan Kurt ile Röportaj. Kısık Sesler Mecmuası, S. 2, ss.30-32.

[177] Metin Toprak. (2003). Hermeneutik (Yorum Bilgisi). Bulut Yayınları, İstanbul, s.96.

[178] Rene Wellek-Austin Warren, “Edebiyat Teorisi” adlı alt başlıklar altında verilen teorisyenlerinde edebiyat tarihi alanını da göz ardı etmemişlerdir. Bu başlık altında söz konusu çalışmaların toplumlardaki tarih seyrine göre olması gerektiği belirtilmiştir.

(Wellek, R; Warren, A. (2012). Edebiyat Teorisi, Çev. Ö.F. Huyugüzel. Dergâh Yay., Ankara, s.298).

[179]Ahmet Hamdi Tanpınar. (2013). On Dokuzuncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi. Dergâh Yay., İstanbul.

[180] Soğukömeroğulları, M. (2011). “Servet-i Fünûn Edebiyatı Gayrı Millî midir?”. Turkish Studies. 6/1, s.1729.

[181] Gürsel Aytaç. (2005). Edebiyat ve Kültür. Hece Yayınları, Ankara, s.75.

[182] Yasin Usta. (2017). Hakan İlhan Kurt ile Röportaj. Kısık Sesler Mecmuası, S. 2, ss.30-32.

[183] a.g.r.

[184] Yasin Usta. (2017). Hakan İlhan Kurt ile Röportaj. Kısık Sesler Mecmuası, S. 2, ss.30-32.

[185] Hakan İlhan Kurt. (2014). “Atsız Ata Betiği”, Yeni Düşünce Dergisi, S. 766, s.46.

[186] M. Fatih Kanter. (2017). Millî Edebiyat Dönemi Türk Şiirinde Benlik Algısı ve Kimlik Kurgusu. Kitabevi Yayınları, İstanbul, s.108.

[187] Yasin Usta. (2017). Hakan İlhan Kurt ile Röportaj. Kısık Sesler Mecmuası, S. 2, ss.30-32.

[188] a.g.r.

[189] Durmuş Hocaoğlu. (2003). Tarihin Ontolojisi Üzerine Bir Deneme. Türkiye Günlüğü, S. 73. s.26

[190] Gürsel Aytaç. (2009). Genel Edebiyat Bilimi. Say Yayınları, İstanbul, s.40.

[191] a.g.r.

[192] Köksal Alver. (2012). Edebiyat Sosyolojisi. Hece Yayınları, Ankara. s.47.

[193] Alver. a.g.e., s. 70.

[194] Alver. a.g.e., s. 59

[195] M. Ayça Vurmay. (2010). “Edebiyat, Coğrafya ve Uzam: Hardy’in Yuvaya Dönüş Adlı Romanı.” Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, 50. 2. s.208.

[196] Şerif Aktaş. (1996). “Millî Romantik Duyuş Tarzı ve Türk Edebiyatı”. Türkiye Günlüğü, S. 38, s.171.

[197] Aşk Sofrasında Bağdaş Kuranlar. (2016). Edebice, S. 4, ss.14-17.

[198] Aşk Sofrasında Bağdaş Kuranlar. (2016). Edebice, S. 4, ss.14-17.

[200] Hakan İlhan Kurt. (2015). Sükût Neyi Halleder. Herfene.

[202] Yasin Usta. (2017). Hakan İlhan Kurt ile Röportaj. Kısık Sesler Mecmuası, S. 2, ss.30-32.

[203] a.g.r.

[205]Yasin Usta. (2017). Hakan İlhan Kurt ile Röportaj. Kısık Sesler Mecmuası, S. 2, ss. 30-32.

[207] Necmettin Hacıeminoğlu. (2004). Edebiyat Tahlilleri. Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları, İstanbul, s.26.

[208] Aşk Sofrasında Bağdaş Kuranlar. (2016). Edebice, S. 4, ss.14-17.

[209] Sermet Sami Uysal. (2006). Şiire Adanmış Bir Yaşam Yahya Kemal Beyatlı. Bilge Sanat Yapım

Yayınları, İstanbul, S.453.

[210] Mehmet Soğukömeroğulları. (2012). “Yahya Kemal’in Şiirlerinde Dinî, Mistik ve Metafizik

Ögeler”. Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Dergisi. S. 1/1, s.242.

[211] “Bir Gün İcadiyede” şiiri

Bir gün İcadiye'de veya Sultantepe'de,

Bir beste kanatlanır, birden olduğun yerde

Bir kainat açılır, geniş, sonsuz, büyülü,

Bu günün rüzgarında yıkanan mazi gülü

Dağılır yaprak yaprak hayalindeki suya

Bir başka gözle bakarsın ömür denen uykuya.

Belki en hulyalısı duyduğun masalların

O şafak saltanatı korularda dalların

Her ufku tek başına bekleyen eski camlar

Bir sır gibi ömründen sızdırılmış akşamlar,

Ardıçla kestanenin her yıllık macerası

Harap mezarlıklarda ölülerin duası

Gelir ve tekrar doğar ölmüş sandığın aşka

Anlarsın ölüm yoktur geçen zamandan başka.

AHMET HAMDİ TANPINAR

https://www.bilgicik.com/yazi/bir-gun-icadiyede-ahmet-hamdi-tanpinar/ (Erişim Tarihi: 19/05/2018).

[212]  Hasan Aktaş. (2010). “Türk Şiirinde Bir Mühre Olarak Yahya Kemal”. Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi. Volume 3 /10, s.43.

[213] Yahya Kemal Beyatlı. (2008). Kendi Gök Kubbemiz. İstanbul Fetih Cemiyeti Yayınları, İstanbul, s.11.

[214] Arz-ı Mukaddes, mukaddes yer anlamıyla düşünüldüğünde Filistin, Kudüs yerleri gibi hatırlatır.

[215] Hakan İlhan Kurt. (2014). Eleğimsağma (Gülizâr Divanı). Kurgan Edebiyat Yayınları, Ankara, s.35.

[216] Yasin Usta. (2017). Hakan İlhan Kurt ile Röportaj. Kısık Sesler Mecmuası, S. 2, ss.30-32.

[217] Hakan İlhan Kurt. (2014). “Atsız Ata Betiği”, Yeni Düşünce Dergisi, S. 766, s.46.

[218] Nurullah Çetin. (2011). Şiir Çözümleme Yöntemi. Öncü Kitap Yayınları, Ankara, s.13.

[219] Hakan İlhan Kurt. (2014). Eleğimsağma (Gülizâr Divanı). Kurgan Edebiyat Yayınları, Ankara, s.12.

[220] Hakan İlhan Kurt. (2014). a.g.e., s.28.

[221] Aşk Sofrasında Bağdaş Kuranlar. (2016). Edebice, S. 4, ss.14-17.

[223] Hakan İlhan Kurt. (2017). Belemir. Ötüken Neşriyat, İstanbul, s.23.

[224] Hakan İlhan Kurt. (2014). Eleğimsağma. Kurgan Edebiyat, Ankara. s.87.

[225] Hakan İlhan Kurt. (2017). Belemir. Ötüken Neşriyat, İstanbul, s. 97.

[226] Tarık Taş. (2017). Ne Adı Mihriban’dı Ne De Saçları Sarı. İzdiham, S. 31, s.49.

[227] Ahmet Kabaklı. (2003). Şiir İncelemeleri. Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları, İstanbul, s. 273.

[228] Hakan İlhan Kurt. (2017). Belemir. Ötüken Yayınları, İstanbul, s.96.

[230] Hakan İlhan Kurt. (2014). Eleğimsağma. Kurgan Edebiyat, Ankara. s.23.

[232] Hakan İlhan Kurt. (2017). Belemir. Ötüken Yayınları, İstanbul, s.41.

[233] Abdülkadir Erkal. (2016). “Âşıklık Geleneğinde Divan Şiiri İzleri”. Erzincan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, (ÖS-III), s. 93.

[235] Beşir Ayvazoğlu. (2003). Yahya Kemal Eve Dönen Adam. Ötüken Neşriyat, İstanbul, s.106.

[236] Hakan İlhan Kurt. (2013). Bir De Muhammed’im, Siyah Beyaz Dergi, S. 8, s.5.

[237] Hakan İlhan Kurt. (2017). Belemir. Ötüken Neşriyat, İstanbul, s.21.

[238] Hakan İlhan Kurt. (2017). Belemir. Ötüken Yayınları, İstanbul, s.103.

[239] Hakan İlhan Kurt. (2017). Belemir. Ötüken Yayınları, İstanbul, s.64.

[240] Hakan İlhan Kurt. (2017). Belemir. Ötüken Yayınları, İstanbul, s.113.

[241] Hakan İlhan Kurt. (2014). “Devlet Kuran Devlet Türk”. Yeni Düşünce Dergisi, S. 769, s.67.

[242] Hakan İlhan Kurt. (2015). “Türkmen Dağı’nda”. Yeni Düşünce Dergisi, S. 780, s.48.

[243] Hakan İlhan Kurt. (2014). “Atsız Ata Betiği”. Yeni Düşünce Dergisi, S. 766, s.46.

[244] Hakan İlhan Kurt. (2014). “Mübâriz-Nâme”. Yeni Düşünce Dergisi, S. 770, s.52.

[245] Hakan İlhan Kurt. (2016). “Pusatsız Savaşçılar”, Şiar, S. 5, s.22.

[246] Hakan İlhan Kurt. (2013). Köl Tigin Ünlemesi. Kurgan Edebiyat, Ankara, s.7.

[247] Hakan İlhan Kurt. (2017). Belemir. Ötüken Yayınları, İstanbul, s.80.

[248] Kurt. a.g.e., s.89.

[249] Hakan İlhan Kurt. (2014). Eleğimsağma. Kurgan Edebiyat, Ankara, s.88.

[250] Hakan İlhan Kurt. (2014). Eleğimsağma. Kurgan Edebiyat, Ankara, s.30.

[251] Hakan İlhan Kurt. Belemir. Ötüken Neşriyat, İstanbul, s.119.

[252] Yahya Kemal. (2003). Eve Dönen Adam. Ötüken Yayınları, İstanbul, s.102.

[253] M. Orhan Okay. (2011). Poetika Dersleri. Dergâh Yayınları, İstanbul, s. 120.

[254] Hakan İlhan Kurt. (2014). Eleğimsağma (Gülizâr Divânı). Kurgan Edebiyat, Ankara, s.143.

[255] Erol Güngör. (2010). Kültür Değişmesi ve Milliyetçilik. Ötüken Neşriyat, İstanbul, s.136.

[256] Hakan İlhan Kurt.(2013). Köl Tigin Ünlemesi. Kurgan Edebiyat, Ankara, s.17.

[257] Nevzat Kösoğlu. (2013). Millî Kültür ve Kimlik. Ötüken Yayınları, İstanbul, s.111.

[258] Hakan İlhan Kurt. (2015). Kutalmışoğlu Süleymanşâh Ululaması. Ötüken Neşriyat, İstanbul, s.115.

[259] Kurt. a.g.e., s.55.

[260]  Hüseyin Dayı. (2014). “Millet Teorilerinin Tutarsızlığı ve Türk Kavramının Gerçek Muhtevası”. Assam Uluslararası Hakemli Dergi, S. 1, s.21.

[261] Hakan İlhan Kurt. (2014). “Atsız Ata Betiği”, Yeni Düşünce Dergisi, S. 766, s.46.

[262] Hakan İlhan Kurt. (2016). “Çakıroğlu Fırat Ağıtlaması”, Şiar, S. 7, s.12.

[263] Hakan İlhan Kurt. (2012). “Osman Batur Betiği”, Siyah Beyaz Dergi, S. 5, s.10.

[264] Yahya Kemal. (2013). Eve Dönen Adam. Ötüken Yayınları, İstanbul, s. 107.

[265] Nevzat Kösoğlu. (2013). Millî Kültür ve Kimlik. Ötüken Neşriyat, İstanbul, s.67.

[266] Muhsin Macit. (2004). Gelenekten Geleceğe. Kapı Yayınları, İstanbul, ss.5-6.

[267] Erol Güngör. (2010). Kültür Değişmesi ve Milliyetçilik. Ötüken Neşriyat, İstanbul, s. 132.

[268] Köksal Alver. (2012). Edebiyat Sosyolojisi. Hece Yayınları, Ankara, s.276.

[269]  Ziya Gökalp. (1976). Türk Töresi. (Haz. Hikmet Dizdaroğlu). Kültür Bakanlığı Ziya Gökalp Yayınları, s. 14.

[270] Gökalp. A.g.e., ss. 12-13.

[271] Hakan İlhan Kurt. (2012). “Törelenin”, Töre, S. 2, ss. 5.

[272] Yahya Kemal. (2003). Eve Dönen Adam. Ötüken Yayınları, İstanbul, s. 109.

[273] Hüseyin Nihâl Atsız. (1951). “Tarih Şuuru”. Orkun, S. 29.

[274]  Mehmet Soğukömeroğulları. (2011). “Tiyatro ile Tarihten Milliyetçiliğe: Türkiye’de Attila”. International Periodical For The Languages, Literatüre and History of Turkish or Turkic Volume 6/3 Summer 2011, s.1512.

[275] Nurettin Öztürk. (2001). Türk Edebiyatında İnsan. Atatürk Kültür Merkez Yayını, Ankara, s.451.

[276]  Necat Birinci. (2000). Edebiyat Üzerine İncelemeler. Kitabevi Yayınları, İstanbul, s.168.

[277]  Saadettin Gömeç. (2009). Kök Türk Tarihi. Berikan Yayınevi, Ankara, s.23.

[278] Hakan İlhan Kurt. (2015). Kutalmışoğlu Süleymanşâh Ululaması. Ötüken Neşriyat, İstanbul, s.17.

[279] Kurt. a.g.e., s.23.

[280] Saadettin Gömeç. (2007). “Türklerin ve Moğolların Tarihi İki Boyu”, Turkısh Studies, Volume 2/1, s.13.

[281] Kurt. a.g.e., s.45.

[282] Kurt. a.g.e., s.66.

[283] Kurt. a.g.e., s.69.

3 Kurt. a.g.e., s.7.

[285] Kurt. a.g.e., s.8.

[286] Kurt. a.g.e., s.86.

[287] Kurt. a.g.e., s.7.

[288] Kurt. a.g.e., s.83.

[289] Kurt. a.g.e., s.36.

[290] Osman Turan. (1969). Selçuklular Tarihi ve Türk- İslâm Medeniyeti. Turan Neşriyat, İstanbul, s.30.

[291] İbrahim Kafesoğlu. (1972). Selçuklu Tarihi. Milli Eğitim Basımevi, İstanbul. s.61.

[292] Hakan ilhan Kurt. (2015). Kutalmışoğlu Süleymanşâh Ululaması. Ötüken Neşriyat, İstanbul, s.24.

[293] Kurt. a.g.e., s.23.

[294]Ali Sevim. (1987). Anadolu ’nun Fethi Selçuklular Dönemi. Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, s.79.

[295] Osman Turan. (2014). Selçuklu Tarihi Araştırmaları. (Haz. Altan Çetin-Bilal Koç). Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, s.99.

[296] İbrahim Gök. Türklerin Suriye’ye Girişi ve Süleymanşâh. Türkiyat Araştırmaları Dergisi. s.229.

[297] Ali Sevim. (1987). Anadolu ’nun Fethi Selçuklular Dönemi. Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, ss.79-80.

[298] İbrahim Gök. Türklerin Suriye’ye Girişi ve Süleymanşâh. Türkiyat Araştırmaları Dergisi. s.221.

[299] Ali Sevim. (1987). Anadolu ’nun Fethi Selçuklular Dönemi. Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, s.84.

[300] Hakan İlhan Kurt. (2015). Kutalmışoğlu Süleymanşâh Ululaması. Ötüken Neşriyat, İstanbul, s.62.

[301]Ali Sevim. (1987). Anadolu ’nun Fethi Selçuklular Dönemi. Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, s.84.

[302] Sevim. a.g.e., ss.84-85.

[303] Sevim. a.g.e., s.85.

[304] Sevim. a.g.e., s.87.

[305] Sevim. a.g.e., s.88.

[306] Sevim. a.g.e., s.88.

[307] Hakan ilhan Kurt. (2015). Kutalmışoğlu Süleymanşâh Ululaması. Ötüken Neşriyat, İstanbul, s.87.

[308] Ali Sevim. (1987). Anadolu ’nun Fethi Selçuklular Dönemi. Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, s.90.

[309] Sevim. a.g.e., s.91.

[310] İbrahim Kafesoğlu. (1972). Selçuklu Tarihi. Milli Eğitim Basımevi, İstanbul. s.66.

[311] Ali Sevim. (1987). Anadolu ’nun Fethi Selçuklular Dönemi. Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, s.93.

[312]  Osman Turan. (1969). Selçuklular Tarihi ve Türk-İslâm Medeniyeti. Turan Neşriyat, İstanbul, s.105.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar