Print Friendly and PDF

Kıyıdan Köşeden 2

Bunlarada Bakarsınız




 Kitap Ömrü

“Birçok şey gibi maalesef kitaplar da artık kısa vadeli birer tüketim maddesi haline geldi, getirildi. Ne yapalım? Popüler kültür bizi buna zorluyor, modern çağ böyle istiyor! Ne istiyor? 'Kitaplar kapanır kapanmaz içindekiler unutulsun’ istiyor

Cemil Meriç

 Kördüğüm

Hz. Aişe, Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ile yeni evlenmişti. Eşinin kendisini sevip sevmediğini merak etmekteydi. Ya da kendisini ne kadar ve nasıl sevdiğini. Bu düşüncesini Peygamberle (salla’llâhü aleyhi ve sellem) konuşmadan edemedi.

– Ey Allah’ın Resulü, beni seviyor musun ?

– Evet, ya Aişe. Tabi seviyorum!

Hz. Aişe dahasını da merak ediyordu. Acaba nasıl seviyordu? Hemen sordu.

– Beni nasıl seviyorsun ?

Peygamberimiz (sav) sevgi şeklini tanımladı eşine:

– Kördüğüm gibi.

Bu cevap Hz. Aişe’yi çok sevindirdi. Çünkü kördüğüm açılmazdı. Açılmayan, bitmeyen sırlı bir sevgi demekti. Alacağı cevap onu çok mutlu ettiği için, Hz Aişe sık sık sorardı:

– Ey Allah’ın Resulü, kördüğüm ne alemde ?

Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Hz. Aişe’yi memnun eden cevabı verirdi her defasında:

– İlk günkü gibi..! Yani KÖRDÜĞÜM gibi Ya Aişe..!

***

Kopan bir ipe düğüm attığınızda, ipin en sağlam yeri o düğüm olur; ama ipe her dokunuşunuzda canınızı acıtan yer o düğümdür… “Georg Wilhelm Friedrich Hegel”

**

Ah Çatal Olur Efelerin Yüreği

https://ia601407.us.archive.org/35/items/AhCigaram/ah%20cigaram.mp3

Ah bir ataş ver cigaramı yakayım

Sen sallan gel ben boyuna bakayım 

 Uzun olur gemilerin direği

Ah çatal olur efelerin yüreği

Ah Yanık olur anaların yüreği  

Vur ataşı gavur sinem ko yansın

Arkadaşlar uykulardan uyansın  

Uzun olur gemilerin direği

Ah çatal olur efelerin yüreği

Ah Yanık olur anaların yüreği 

Ah çatal olur efelerin yüreği

Ah Yanık olur anaların yüreği

2 Soru İki Gerçek

Bertrand Russell, 1959 yılında katıldığı Face-to-Face (Yüz Yüze) adlı bir BBC programında şöyle bir soru yöneltilmiş;

''Bundan 1000 yıl sonrasında yaşayan nesillere yaşadığınız hayat ve bundan çıkardığınız dersler hakkında ne söylerdiniz?''

Ünlü filozofun cevabı ise oldukça kısa ve öz oluyor.

Biri entelektüel ve biri de ahlaki olmak üzere iki şey söylemek isterim. Onlara söylemek istediğim entelektüel şey şu;

Herhangi bir konuyu incelerken ya da herhangi bir felsefeyi değerlendirirken kendinize sadece ama sadece ve gerçeklerin ulaştırdığı doğruların ne olduğunu sorun. Asla dikkatinizin inanmak istediğiniz ya da inanmanızın toplumsal açıdan daha avantajlı olacağını düşündüğünüz şey tarafından dağıtılmasına izin vermeyin. Sadece ve sadece elinizdeki gerçeklere bakın!

 Ahlaki şey ise çok basit. Sevgi bilgeliktir, nefret ise aptalcadır.

Her geçen gün daha fazla etkileşime girdiğimiz dünyamızda toleranslı olmaya ve bazı insanların bizim hoşlanmayacağımız şeyleri söyleyecebileceğine alışmalıyız. Ancak bu şekilde birlikte yaşayabiliriz. Eğer birlikte ölmek yerine birlikte yaşayacaksak bu gezegendeki insan türünün devamlılığı için kesinlikle elzem olan; tolerans ve birbirimize olan saygıyı öğrenmek zorundayız.

Not: Ancak İngilizler bunu hiç yapmadılar…sürekli fitne kazanının karıştırıcısı oldular…bize tarif ettiklerinin yakınından bile geçmediler.

Bunda Bertrand Russell’ın suçu var mı yok mu derseniz…var derim…onlar bildiklerini kendi toplumlarına değil bize anlattılar...

Nerde bir İngiliz anılsa fitne kelimesine gerek kalmaz...çünkü onlar fitnenin asıllarıdır.

Küçük Büyük şeyler

“İnsan ruhu inceldikçe (algı kapasitesi arttıkça) daha küçük, daha narin, daha zarif şeylere eğilim duyar, oysa eğitimsiz kaba ruhlar haz alabilmek için daima kocaman, geniş, büyük, devasa, iri şeylere yönelirler: büyük yapılar, büyük takılar, büyük arabalar, büyük eşyalar…gösterişli yazılar”

Bu anekdottan  anladığım husus… küçük şeylere değer verin…

Sizi bir Cuma mesajında veya diğerlerinde başkalarından kopyalanan ile değil içinden gelen bir iki kelimeyi yazmak ile karşılayan, emojilerden  kendini kurtaran beğendiği bir manazaranın altına ilave eden arkadaşlarınızı çoğaltsın Rabbim…diyorum

Geçen bir arkadaşım başkasının yazdığı duayı bana mesaj atmıştı Bende ona dedim ki bu duaya amin derim ama bu sana ulaşmaz onu gönderene ulaşır.. Elini cimri alıştırma bir iki kelime yaz daha iyi…

Küçük gördüğünüz şeyler aslında sizin büyüdüğünüzün işareti…

Kırılmayın ama biraz böyle

 

Kendine İnan ve…

“Kendine inanmadan Tanrıya inanamazsın.”

Swami Vivekananda

Sevincim

Rasülullâh “salla’llâhü aleyhi ve sellem” bir gün ashabına şöyle dedi;

 "Bir kimse, bir mümin kardeşinin sıkıntısını giderince, onu sevindirip mutlu edince, Allah o kulunun verdiği bu sevinç sebebiyle bir Melek yaratır. Ve o kul kabrine girdiğinde, o melek gelir ve ölene:

'Beni hatırlıyor musun?' der. O kişi

'Sen de kimsin ? diye sorar. Ve O melek;

"Ben, falancaya verdiğin sevincim..! Bugün senin yalnızlığında sana dost olacağım... Sual melekleri yanına geldiklerinde sana yardım edeceğim... Ve Cennetteki yerini de ben göstereceğim." der.

Hafifü'l-Haz

"Ahir zamanda sizin en iyiniz,  çoluk çocuğu olmayandır. " anlamında bir hadis vardır.

  Hadiste geçen "hafifü'l-haz" kelimesi,  ahir zamandan bahseden hadis-i şeriflerde geçmektedir.

  Kıyamet günü hesabı kolay olacak olanlar için kullanılan bir tabirdir.

  (Ahmed b.  Hanbel,  Müsned,  V.  252; Tirmizi,  Zühd,  35; İbn Mace,  Zühd,  4)

Rabbimizin En Sevdiği Söz

Rabbimizin en sevdiği söz Lailahe İllallah Muhammedur Rasulullah mı ?

Muhammedur Rasulullah

bunu sever….

Lailahe İllallah Muhammedur Rasulullah

bu şekilde söyleyin der…

ON BİRİNCİ SOFRA/ Niyazi-i Mısri

Bin altmış yedi senesi Rebiu'l-ahir sonlarında bir gün kulların çokluğunu, fakat abidlerin azlığını, zahidlerin nadir olduğunu, ariflerin de yani ariflerden Allah'a yaklaştırılmış olanların azdan az olduğunu; çoğunluğu fasıkların, asilerin ve kafirlerin teşkil ettiğini ve bana göre bunların Allah'ın rahmetinden uzak bulunduğunu düşünüyor ve kendi kendime diyordum ki: "Acaba bu çoğunluğun hali ne olacak? Biz iyi biliyoruz ki Yüce Allah Erhamürrahimin'dir." Bunun sırrının, Allah tarafından açılması için kalbimin burçlarında dolaşıyordum.

 Birden bana iki kanatlı büyük bir kapı açıldı.

 Kanatlarından birine şöyle yazılmıştı: "Bu, dünyanın sırrıdır. " ötekine de: "Bu, ahiretin sırrıdır. " yazılı idi.

 Kapının hemen ardında güzel yüzlü, mütenasip endamlı, yüzünün nurundan Güneşin utandığı bir genç gördüm.

 Bana dedi ki: "Sana dünya ve ahiretin sırrı açıldı. Üzerindeki beşeri elbiseyi, ve izafi varlığı (vücudu) at, kapıdan içeri gir. Tuhaf bir şey göreceksin ve sana ledünni ilimler açılacak, Yüce Allah'a yakın ve uzak olanı bilecek ve dertlerden kurtulacaksın. " Çıkardım ve kapıdan içeri girdim.

 Bana nurani bir elbise giydirdi.

 Bir de baktım ki ilmim ve anlayışım, kulağım, gözüm bütün iç ve dış duyularım başka bir ilme, başka bir anlayışa, başka bir kulağa, göze ve yeteneklere değişti.

 Günüm,  "Arzın başka bir arza, göklerin başka göklere değişip herkesin tek kahredici Allah'ın huzurunda duracağı gün" oldu.

 Ve: "O'nun vechinden başka her şey helak olacaktır. " ayetinin manası meydana çıktı.

 Bildim ki Rabbımın bana giydirdiği elbise, Hakani varlıktır.

 Sonra o halimle yaratılmışlara baktım.

 Gördüm ki benim zannımda abid, zahid, veliyyullah olanların çoğu Allah'tan ve O'nun rahmetinden uzaktır.

 Onunla Allah arasında gösterişten, işittirmeden, kendini beğendirmeden, nefsini temize çıkarmadan, böbürlenmeden, kendi nefsi yahut insanlar hakkında Allah'a kötü zan taşımaktan, ya da zahiren kendinden aşağı olana hakaret gözüyle bakmaktan meydana gelen bir perde vardır.

 Halbuki kendisi iyi yaptığını sanıyor.

 Ve zannımda fasık, asi, riyakar, sapkın, bid'atçi, mülhid, zındık olanların çoğunu da Allah'a yakın, Allah'ın dostu, O'nun sevgilisi gördüm.

 Bunlar, kalblerinde bulunan üzüntü, zillet, hulus, Allah'ı bilme kendi nefsi ve diğer kullar hakkında Allah'a iyi zan besleme, herkese tevazu gösterme gibi sebeplerden bir sebeple Allah'a yaklaşmışlardı.

 Ve gördüm ki uzaklaştırıcı sebeplerin en kuvvetlisi kibir ve şöhret; Allah'a yaklaştırıcı sebeplerin en kuvvetlisi de tevazu, ve mahviyettir.

 Aslında yakınlık ve uzaklık varlığı olmayan mevhum şeylerdir ya.

 Sonra bana: "Benim velilerim, benim kubbelerim altındadır, onları benden başka kimse bilmez. " Kudsi Hadisinin sırrı açıldı.

 Allah Teala'nın örtüsüyle gayb kubbelerinin altında gizli olan velileri kimse bilmez.

 Bunları, izafi varlığı atanlar bilirler.

 Peygamber Aleyhisselam Efendimiz buyurmuştur: "Varlığın öyle bir günahtır ki onunla hiçbir günah mukayese edilmez. "

Sonra Hakkani vücudu giydim,  ve öylece ikinci defa halka baktım.

 Bu defa bütün mahlukatı Yüce Allah'a yakın gördüm.

 Gözüm önceki bakışında aldanmış olduğundan üzüntü içerisinde bana döndü.

 İmam Şatıbi bu görüş makamında bir beyit söylemiş:

"Bütün insanlar mevla sayılır;Çünkü Allah'ın kazasına göre bir iş yapıyorlar. "

Sonra bana daha başka sırlar ve bilgiler de açıldı ki onları ifşa etmek helal değildir.

 İşte o vakitten beri o görüş ve o varlık benden hiç gitmedi.

 Evvel ve ahir Allah'a hamdolsun.

 İrfan Sofraları

 

Korkunun Değişen yüzü

Nazi propagandasından sorumlu olan Joseph Goebels "her şeyi bilenin hiçbir şeyden korkusu yoktur," diyordu... Gerçekten bu konuda da mesele korkmamak değil, hayatı, bütün hayatları "çokyönlü" bir kontrole maruz bırakarak korkutmaktır. Bu da bugün bilgisayar bilimi sayesinde neredeyse tamamen gerçekleştirilmiştir.

Hac Çıkarma Veya Istavroz ‘un Bilinmeyen Manası

Bir Televizyon programında hiç kimsenin bilmediği bir olayın perdesi arkası anlatılır.

Bütün bir program boyunca her türlü soruyu cevaplandıran Muzaffer Ozak Efendi artık soru sorma sırasının kendine geldiğini düşünür ve Hristiyan din adamlarına Hac çıkarmanın ya da Istavroz’un anlamını sorar. Din adamları herkesin bildiği yanıtları verirler ancak Muzaffer Efendi işin aslını anlatır.

“Hz Meryem (aleyhisselâm), Hz İsa’ya hamile kaldığında ;

Cenab-ı Hakk ona “sakın insanlarla konuşma, söze oruçlu ol” diye emir buyurur -çünkü sen ne söylersen söyle bunlar tiğniyeti bozuk öyle adi insanlardır ki hep senin sözünü çevirirler-çok çok müdahale ettiklerinde sen işaretle konuşursun ekmeği suyu istediğinde işaretle söylersin bunun dışında ağzından kelam çıkmasın her sözünü Yahudiler çarptırır ve saptırırlar- buyurur.

Bunun üzerine Pazar yerine gelen ve Hz İsa’yı karnında taşıyan Hz Meryem (aleyhisselâm), yine Yahudilerin tasallutuna uğrar “nerden peydahladın bunu, bu karnındaki çocuk ne” diye çok hareket içeren sözler sarf ederler. Hz Meryem (aleyhisselâm ) şöyle yapar (önce sağ sonra sol omuzuna işaret ederek) -sağımdaki solumdaki melekler şahittir ki – (sonra karnını işaret ederek) bu karnımdaki (en son parmağını alnına sürerek) alnımın yazısıdır-yani bu bana Allah’ın takdir ettiği bir şeydir.”

“O zamanın örfünde, böyle yapıldığında alın yazısı olduğu, sağ sol omuz işaret edildiğinde sağımdaki ve solumdaki melekler olduğu anlaşılıyor. O zamanın örfünde vardır bu, sizin yaptığınız hareketin aslı budur” dediğinde kardinal parmağındaki yüzüğü çıkartır –canlı yayında tv programında- ve Muzaffer efendiye uzatarak “ Sizin ilminize hayran kaldım. Bilmediğim bir şeyi öğrendim lütfen bunu bugünün hatırası olarak (yüzüğünü uzatarak) kabul edin” der.

Tüm bunların sonrasında, acayip bir şey olur Muzaffer efendinin hac çıkarma işaretinin asıl manasını okuduğu bu kitap Süleymaniye kütüphanesinde artık yoktur. Ve dahası bu tv programı yapılan araştırmalar neticesinde arşivlerde de bulunamamıştır.

Hayatı Abide Şahsiyetler Belgeseli-Muzaffer Ozak, 2007

İşte Onlar Daima Yanında Tutmaya Değer Olanlar

"Yaşamın boyunca tanıştığın her insanın aslında bir amaca hizmet ettiğini anlayacaksın. Bazısı senin imtihanın olacak, bazısı seni kullanacak, bazısı sana öğretecek... Fakat en önemlisi bazısı da içindeki en iyi yanlarını ortaya çıkarmanı sağlayacak. İşte onlar daima yanında tutmaya değer olanlar olacak.”

Siyah ve Gölgem Nur

“Göklerin ve Yerin Nuru "Allah göklerin ve yerin nurudur”

Kur’an-ı Kerim

İbnü’l-Arabiye göre, Allah’ın gölgesi, mümkün âlemindeki cisimlerde belirir. Biz gölgeyi ancak üzerine düştüğü eşya âlemi vasıtasıyla idrak edebiliriz. Fakat idrak ”Nûr” ismiyle geldiği için, gölge, mümkün âlemindeki varlıklar üzerine ”gayb” suretinde yayılmıştır. Gölgenin siyaha mail oluşu, sahibi ile arasındaki uzaklıktandır. "Dağları görmez misin, gözden uzaklaştıkça siyah görünür. Halbuki dağların rengi histe göründükleri gibi değildir. Bunların böyle görünmelerine uzaklıktan başka sebep yoktur”

Bensizim

"Başladığı noktadan itibaren dönüp duran şu devran binlerce şekle bürünüp görünmekte. Her noktadan bir dönüş başlamakta, yine o noktada bitmekte. Merkez de o, dönen de o. Bir zerreyi bile yerinden oynatsan, bütün âlem baştanbaşa bozulur gider. Her şey başı dönmüş, hayran bir halde. Bir zerre bile imkân sınırından dışarıya adım atmamış” (Gülşeni Râz, b. 157 vd).

Sevgilim an içinde bir noktaya sıkışmış kadar sana yakın olmak

Bozulmadan eriyen iki maden gibi karışmak

Sonra fırtınalardan sonra sakinleyen denizin sessizliğine bürünmek

ve orada kendini kaybeden biri ne der…

Sadece sen ve sen demek değil mi…bensizim seninle beraber…

İçim titriyor

Bilmem ki sizden mi

Ne çok güzeldi

Uzaktan

birde yakında göze akış olsa

Erirmiş belki insan

"Sevgilinin rebab sesini dinlemedeki maksadı, iştiyak çekenler gibi Tanrı hitabını hayal etmekti. Zurna ve davul sesleri, bir parçacık o külli nefirin, kıyamet gününde çalınacak olan Sur’un sesine benzer. Hakimler, bu musiki nağmelerini göklerin dönüşünden aldık, demişlerdir. Halkın tanburla çaldığı, ağızla söylediği bu şarkılar, bu nağmeler, hep göğün hareketlerinden alınmadır. Müminler derler ki, cennetin tesiriyle bütün kötü ve çirkin sesler latif olur. Gerçi suyla toprak bize bir şüphe verdi, ama yine o nağmeleri birazcık hatırlıyoruz (...) Bunun için güzel sesi dinlemek âşıklara gıdadır. Çünkü güzel ses dinlemede kalp huzuru ve Tanrı’yla birleşme zevki vardır. Adamın içindeki hayaller kuvvetlenir, hatta o hayaller o güzel sesten, o güzel nağmeden suretlere bürünürdü, Mesnevi IV/b. 730-744)

***

Eflatun’un anlattığı efsane de insan önce erkek ve dişi diye ikiye ayrılmamıştı, tekti bütündü. Zeus onları ikiye böldü. Böylece her yan, öteki yarıyı özlemeye başladı. [Bk. Şölen, s. 42]

Fare Yüreği/Hint masalı

Kedi korkusundan, endişe içinde yaşayan bir fare vardır.

Meleğin biri fareye acır ve onu bir kediye dönüştürür.

Fare, kedi olmaktan son derece mutlu olacağı yerde bu kez de köpeklerden korkmaya baslar.

Melek bu kez onu bir kaplana dönüştürür.

Kaplan olan fare, sevineceği yerde bu kez avcılardan korkmaya başlar.

Melek bakar ki, ne yaparsa yapsın farenin korkusunu yenmeye imkân yok. Onu eski haline döndürür..

Ve der ki ;

"Sen cesaretsiz ve korkak bir hayvansın.

Sende sadece bir farenin yüreği var.

O yüzden ben sana yardım edemem."

400 yıl kadar önce William Shakespeare diyor ki;

"İnsanlar sevmekten korkar ,kaybetmekten korktuğu için.

Düşünmekten korkar, sorumluluk getireceği için.

Konuşmaktan korkar, eleştirilmekten korktuğu için.

Yaşlanmaktan korkar, gençliğin kıymetini bilmediği için.

Unutulmaktan korkar, dünyaya iyi bir şey vermediği için.

Ve ölmekten korkar, aslında yaşamayı beceremediği için."

Salyangoz Kabuğundan İplik Nasıl Geçirilir?

Yunan mitolojisinde var olan anlatıma göre Girit kralı Mlnos, bir salyangoz kabuğunun sarmalları İçinden İplik geçirebilecek kimseye ödül vaat eder. Çok üstün bir zanaatkâr olan Daldalos bu İşi başarır. Olay mitolojide şöyle anlatılır: "bir salyangoz kabuğundan iplik nasıl geçirilir? İpliği bir karıncanın ayağına bağlamak yeter; karınca çıkışı bulacaktır."

 

Aşktır Kadını sevmek

Kadının baştan çıkarıcı cismanî güzelliği, tasavvufî sembolizmde "nefs"i temsil etmektedir. Kadın güzelliğine düşkünlük, dünyaya, yani geçici güzelliklere düşkünlüğü ifade eder. Halbuki şekiller aldatıcıdır. Allah bir şekli güzel göstermiştir. Ama "Her görünen göründüğü gibi olsaydı, peygamber, o kadar keskin, o kadar aydınlatıcı görüşüyle, yine de ’Her şey nasılsa öyle göster bana” der miydi?"

İbnü’l-Arabî, cinsî içgüdünün şeytan tarafından bir tuzak olarak kullanılmaması için tabiî aşkın nikâhla tamamlanması gerektiğini söyler. "Erkek, kadını sevdiği için vuslat istedi. Yani muhabbetteki vuslatın gayesini diledi. Unsurlardan ibaret bu yaratılış suretinde nikâhtan daha büyük vuslat yoktur"

Çünkü tabiî aşk, hayvanî nefs bakımından bir araya gelmedir ve doğrudan doğruya bedenle ilgilidir.

Halbuki ruhanî aşk, aklî nefsin bir fonksiyonu olmak bakımından bedenle ilgili değildir. Aklî nefs, bedenden önce vardı, bedenden sonra da var olacaktır; bunun için belirti bir süre bedenle beraber hareket etse de, bedenden bağımsız ve günahlardan arınmıştır. "Günah, aklî ve hayvanî nefsler arasında aklî nefsin insan bedenine ilişmesi sırasında ortaya çıkan çatışma" sonucunda doğmaktadır.

İşte bu çatışma, yine Nietzsche’nin terimleriyle, Dionysien ile Apollonien arasında çatışma, müslüman sanatçının aşmak istediği varlık alanıyla İlgilidir. Kâmil İnsan, bu çatışmayı ortadan kaldıran insandır.

**

Aşkla kendini beğenen Allah, yokluk aynasında tecelli ve kendi güzelliğini temaşa eder.

Her Şey Zıddıyla

Şebüsteri’nin Gülşen-i Râz’ında bu meseleyi izah etmektedir.

"Herşey zıddıyla meydana çıkar. Fakat Tanrı’nın ne benzeri vardır, ne zıddı!

Eşi benzeri olmayınca da, bilmem ki, akla uyan onu nasıl irilebilir, nasıl?

Alemi baştanbaşa Tanrı nurunun ışığı bil Tanrı, âlemde meydanda olduğu için gizlenmiştir; meydanda oluşu gizli kalmasına sebep olmuştur.

Tanrı nuru ne bir yerden bir yere gider, ne bir halden bir hale girer. O ne değişir, ne başka bir şekle bürünür. Akılda o nuru görmeye kudret yoktur.

Yürü, mu görmek için başka göz ara.

Felsefenin iki gözü de şaşıdır, onun için Tanrı’yı bir göremez” (GR, b. 92 vd).

Her şey zıddıyla bilindiğine göre, aklın kurallarıyla benzeri ve zıddı olmayan Tanrı nasıl bilinebilir?

O halde başka bir mantık gerekmektedir ki, Şebüsteri’nin mısraları, işte bu mantığın prensiplerini verir. Tanrı’nın âlemde hem gizli, hem meydanda oluşu, Aristo mantığına göre düşünülecek olursa, çelişik bir ifadedir.

Âlemde gizli olan Tanrı’nın aynı zamanda meydanda olması ancak vecd halindeyken kavranabilir. O halde bu mantığa "Vecd Mantığı” diyebiliriz. Sufi, vecd halindeyken mutlak varlıktan başka bir şeyi göremediği İçin artık bütün zıtlıklar kalkmış ve bundan dolayı mutlak varlığa ad vermek ihtiyacı kalmamıştır. Bu durumu ifade edebilmek için, sufi, aklın kurallarım bir yana bırakarak sözgelişi "Hem güzelim, hem çirkin" diyebilecektir. Bu ifadenin olumsuzu da kullanabilir. Mevlânâ bir gazelinde, "Ne güzelim, ne çirkinim" diyor. Yine aynı gazelden aldığımız şu ifadeler ilgi çekicidir: "O renkten renksiz gibiyim", "Hem çocuğum, hem ihtiyar", "Hem oyum, hem buyum", "Hem akıllıyım, hem deli"

Affet Ama

“Akılsız adam ne affeder ne de unutur;

saf yürekli adam önce affeder ve sonra da unutur;

bilge ise affeder, ama hiçbir zaman unutmaz.”

**

Akılsız adam, affetmeyen ve unutmayan haliyle ka­tıdır, serttir.

Kırar veya kırılır; parçalar veya parçalanır.

Saf yürekli adam, affeden ve unutan tavrıyla yumuşak ve hafiftir. Kıramaz ama kırılır, parçalayamaz ama kendisi parçalanır.

Bilge kişi ise affeden ve fakat unutmayan tav­rıyla esnek ve diridir. Ne kırar ne kırılır; ne parçalar ne de parçalanır.

Akılsız adam taş gibi: Suya düşerse batar.

Saf yü­rekli adam şeker gibi: Suya düşerse erir.

Bilge kişi yağ gi­bi: Suya düşerse yüzer.

Kaynak:

İsmet ÖZEL,

Faydasız Yazılar, Şûle Yayınları, Eylül -2007, İstanbul

 

Ne İdi?

“Mana âleminde başköşe ve eşik nerededir?

Ben ve siz yârimizin olduğu yerdeyiz.”

Mesnevî,I, 1784.

Eğer benim arkadaşımsan, söyle dün ne idi?

Bu gönülle o şarap satan sevgili arasında ne vardı?

Eğer benim ay gibi olan yüzümü dün gözünle gördünse,

Bana o küpeler arasında ne olduğunu söyle.

Eğer sen benimle aynı tarîkatta ve sırdaş isen söyle!

O hırka giyen şeyhin biçimi ne idi?

Eğer fakîrsen ve söylenilmemiş bir sır istiyorsan söyle!

O sessiz konuşanın işareti ne idi?

Eğer ins ve cânnın aslının nereden olduğunu biliyorsan,

Asıl, birdir. O halde bu ürkeklik ne idi?

Sırtı ve yüzü olmayan bir can gördünse,

Âşıkların, onun tasarladıkları yüz ve sırtı ne idi?

Eğer biz aşkın maksat defterinin başı değilsek,

Bu binlerce defterler ve bu haberlerle söylenen sözler ne idi?

Kaynak: (Mevlâna Celâleddîn Rûmî, Külliyyât-ı Dîvân-ı Şems-i Tebrîzî,Haz: Bedîuzzamân Firûzanfer, c. I, s. 439, İntişârât-ı Pejûheş, Tahran, 1382.) 

Gerçek mi Yoksa


Bugün geçti, yarın geldi, ben, dünkü ben miyim, yoksa …?

Dünkü ben olduğuma karar veren ben miyim, yoksa başka biri mi?

Dünkü ile ben, bugünkü ben bir Eşevresizlik içinde interaksiyona (etkileşim) geçiyor mu?

Doğrusu hangisi dir.

**

Aşağıdakilerden biri doğrudur:

•    Aldığınız her nefes, Marilyn Monroe’nun verdiği nefesten bir atom içerir.

•    Yukarı doğru akabilecek bir sıvı türü vardır.

•    Bir binanın en üst katında, en alt katına kıyasla daha hızlı yaşlanırsınız.

 •    Bir atom aynı anda birçok farklı yerde bulunabilir; tıpkı sizin aynı anda hem New York hem de Londra’da bulunmanız gibi.

•    Tüm insan ırkı, bir küp şekerin sahip olduğu hacme sığdırılabilir.

•    Herhangi bir kanala ayarlanmamış televizyondaki karlanmanm yüzde biri, Büyük Patlama’nın neden olduğu elektromanyetik gürültüdür. Zamanda yolculuk fizik kurallarına aykırı değildir.

•    Bir fincan sıcak kahvenin ağırlığı, soğuk halinden daha fazladır.

•    Ne kadar hızlanırsanız, o kadar incelirsiniz.

Hayır, şaka yapıyorum. Bunların hepsi de doğru!

Sözü buradan tasavvufun azbuçuk ucudan köşesinden bilgi sahibi olanlara getirirsek, bu bilgiler çok mantıksız gelmez. Birde vahdet-i vücud felsefesine müübtela ise tamamdır.

Şimdi diyoruz ki gerçekte ne oluyor/oldu/olacak?

Kumların Öyküsü

Uzak dağlardaki kaynağından çıkan bir ırmak, her çeşit coğrafi bölgeden geçtikten sonra, en sonunda çölün kumlarına ulaştı, ama diğer tüm engelleri aştığı gibi, bu engeli de aşmaya çalışınca, kuma girdikçe sularının kaybolduğunu fark etti.

Yazgısının bu çölü aşmak olduğundan emindi, ama hiçbir yol bulamıyordu. Birden çölün içinden gelen gizli bir ses, şöyle fısıldadı: "Rüzgâr çölü geçebilir, o halde ırmak da geçer."

Irmak kendini kumun üzerine attığını, ama emildiğini söyleyerek karşı çıktı: rüzgâr uçabiliyordu, bu nedenle çölü geçebiliyordu.

"Kendi geleneksel yolunda hamle ederek öbür tarafa geçemezsin. Ya kaybolur gider, ya da bataklığa dönüşürsün. Rüzgârın seni hedefine götürmesine izin vermelisin "

Ama bu nasıl olabilirdi? "Rüzgârın seni emmesine izin vererek."

Bu fikri ırmak kabul etmedi. Daha önce emilip, başka bir maddeye dönüşmemişti. Kendi kimliğini yitirmek istemiyordu. Bir kere yitirildikten sonra, yeniden kazanıp kazanamayacağını nereden bilebilirdi ki?

Kum "Rüzgâr bu işi yapar" dedi. "Suyu alır, çölün üzerinden geçirir ve yeniden bırakır. Yağmur olarak yağıp, su yeniden ırmak olur."

"Bunun doğruluğundan nasıl emin olabilirim?"

"Bu böyledir, ama eğer inanmıyorsan bataklıktan başka bir şey olmazsın ve bu bile yıllar alır, ayrıca ırmakla aynı şey değil."

"Ama aynı bugün olduğum ırmak olarak kalamaz mıyım?" "Kalamazsın " dedi fısıltı. "Ama senin özün taşınıp yeniden bir ırmak oluşturur. Bugün bile bu adı taşıyorsun, çünkü hangi kısmının senin asıl parçan olduğunu bilmiyorsun."

Bunu duyunca, ırmağın düşüncelerinde bazı şeyler yankılanmaya başladı. Bir rüzgârın kollarında taşındığı bir zamanı anımsadı ve bunun yapılacak aşikâr şey, gerçek şey olduğunu anımsadı.

Ve ırmak, buharını rüzgârın ona uzanan kollarına emanet etti; o da onu kolayca ve nazikçe yukarılara taşıdı, millerce kilometre ötede, bir dağın doruğuna ulaşınca yumuşak' bir şekilde bıraktı. Ama kuşkulan olduğu için, ırmak,, deneyiminin ayrıntılarını daha güçlü anımsayıp kaydedebildi. "Evet, sonunda gerçek kimliğimi öğrendim" diye düşündü.

Irmak öğreniyordu. Ama kumlar fısıldadı. "Biliyoruz, çünkü her gün bunun olduğunu görüyoruz. Çünkü biz kumlar, ırmaktan dağa kadar uzanıyoruz."          

İşte bu nedenle, yaşam ırmağının yolculuğuna nasıl devam edeceği kumlarda yazılıdır denir.

Not: Bu öykü dervişler arasında çok popülerdir. Bu versiyon 1870'te ölen Tunuslu Acad Afifi'den alınmıştır.

Oruç

Şeyh Abdullah Ansar-i şöyle söyler :

"Oruç sadece ekmek tasarrufudur. Dua, yaşlı adam ve kadınlar içindir. Hac da-bir dünyevi zevktir. Kalbinizi fethedin. Sufi hayat yasası şunları gerektirir asıl:

Gençlere nazik davranış

Yoksullara cömertlik

Arkadaşlara iyi öğüt

Düşmanlara merhamet

Budalalara kayıtsızlık

Bilgelere saygı

Varlığımız Yokluğumuzdur

İdris 'e sordular:

"Ermişler hakkında ne düşünüyorsun?"

"Varlığı değil, yokluğu zenginleştirme tehlikeleri var. Onlar, genellikle varlıklarını yokluğa sunduklarını düşünüyorlar.

Ben yokluğumu varlığa sunmayı tercih ederdim."

Ölümle Aramızdaki Nesne Ne garip

Bir zamanlar bir deniz yolculuğuna çıkan bir derviş vardı. Diğer yolcular tekneye birer birer çıktıkça, onu görüp —adet olduğu üzere— birer tavsiye istediler. Dervişin tüm yaptığı herkese aynı şeyi tekrarlamaktı: Dervişlerin dikkatlerini zaman zaman yönelttiği formüllerden birini tekrarlıyormuş gibiydi.

Formül şöyleydi: "Ölümün farkında olmaya çalış, ölümün ne olduğunu bilene kadar". Bu öğüt yolcuların çok azına çekici geldi.

Sonra korkunç bir fırtına çıktı. Mürettebat ve yolcular dizlerinin üstüne çöküp Allah’a gemiyi kurtarması için dua etmeye başladılar. Bir yandan da dehşet içinde çığlıklar atıyor, işlerini bitmiş sayıyor ve kurtuluş umutlarını sürdürüyorlardı. Tüm bu zaman boyunca derviş sessiz, düşünceli bir şekilde, çevresindeki hareket ve sahnelere karşı hiçbir tepki göstermeden oturdu.

En sonunda gürültü, patırtı durdu, deniz ve gök-sakinleşti ve yolcular dervişin tüm bu zaman boyunca ne kadar sakin kaldığını fark ettiler.

Biri ona şöyle sordu: "Tüm bu korkunç fırtına sırasında ölümle aramızda bir tahta parçasından başka bir şey olmadığının farkında mıydın?"

Derviş "Evet, tabii" diye yanıtladı. "Denizde bunun her zaman böyle olduğunu biliyorum. Ama, karada, her şey yolunda giderken, ölümle aramızda o kadarcık bir şey bile olmadığım düşündüğümü de fark ettim."

Not: Bu öykü Bistam'lı Beyazıt’a ‘ atfedilir. Hazar Denizi’nin güneyinde yaşamıştır. Eski Sufilerin en ünlülerinden biriydi ve 9. yüzyılın 2. yarısında yaşadı.

Büyükbabası Zerdüşt dinine mensuptu. Ustası Abu-Ali İslamın ritüellerini iyi bilmediği için bazıları Abu-Ali'nin Hintli olduğunu ve Beyazıt‘ın Hint mistik metotlarını incelediğini düşündüler. Ama Sufiler arasında hiçbir otorite bu görüşü kabul etmemiştir.

Tanrı Kapısı Hep Açıktır

Rabia Kazvinli, Salih'in şu ifadeyi kullanarak öğrencilerini yetiştirdiğini duydu. "Kapıyı çalın, size açılacaktır."

Rabia şöyle dedi: "Ey Salih, daha ne kadar böyle söylemeye devam edeceksin, kapı aslında hiçbir zaman kapanmamışken

Kaynak: İDRİS ŞAH-SEÇME MESEL VE DÜŞÜNCELER, Derleyen: Mustafa Yılmazer, Ayraç Yayınevi, İkinci Baskı Mart 1997, Ankara

Drau Katliamı

Alttaki yazı Sayın Ferruh Singer’den alınmıştır.

Kuzey Kafkasya halklarının İkinci Dünya Savaşı sırasında maruz kaldığı katliamlar Rusya toprakları ile sınırlı kalmamış, Avrupa’ya kadar uzanmıştı. 1944 yılının sonlarına doğru Rus saldırılarından kurtulmak için Avrupa ülkelerine kaçan çoğunluğu kadın, çocuk ve ihtiyarlardan oluşan çok sayıda Kuzey Kafkasyalı, önce İtalya’nın kuzeyindeki Paluzza bölgesinde bulunan İtalyan dağ köylerine yerleştirildiler. Savaşın bitmesinden birkaç gün önce de Avusturya’ya, Carinhia’nın Ober Drauburg bölgesine sürülerek, burada Drau nehri vadisine yerleştirildiler. 11 Şubat 1945’te Yalta Konferansı’nda Rusya, Amerika ve İngiltere tarafından alınan bir karar ile İngiliz işgal bölgesine dahil edilen bu vadideki insanların Rusya’ya iade edilmesine karar verildi. Mülteciler en azından Türkiye’ye gitmeleri için izin verilmesini istediler; ancak bu talepleri reddedildi. Londra’dan gelen 28 Mayıs 1945 tarihli karar, “Mülteciler, Sovyet otoritelerine teslim edilecektir.” şeklindeydi. Kararın uygulanması için, İngiliz tankları, bu insanları Dellah bölgesine sürdüler. Burada “yurtlarına dönmeleri gerektiği ve bunun için kendilerine yardımcı olunacağı” resmen tebliğ edildi. 28 Mayıs - 1 Haziran tarihleri arasında yaklaşık 8.000 Kuzey Kafkasyalı silahlardan arındırılarak Ruslara teslim edildi. Teslim edilenler sınırın sadece 200 metre ilerisinde kurşuna dizilerek öldürüldüler. Çok az sayıda Kafkasyalı, Rus askerlerinin elinden kurtularak diğer ülkelere geçebildi. Geriye kadın ve çocukların cesetleri ve Kuzey Kafkasyalıların bir vadiyi dolduran eşyaları kaldı. Teslim olmanın ölüm ya da Stalin’in acımasız kamplarında mahkumiyet anlamına geldiğini bilen bazıları Ruslara teslim olmaktansa kucağındaki çocuğuyla nehre atlamayı tercih etti. Bu korkunç dramın şahitlerinden çiftçi Martin Nagale gördüklerini şöyle anlatıyordu: “…Çok korkunçtu. Kadınlar teslim edilmemeleri için yalvarırken, her yeri gözyaşları ile yıkıyorlardı. Bu yalvarmaların faydasız olduğunu gören birçoğu da çocukları ile kendilerini Drau nehrine attılar.”

Bir başka şahit Mrs. Maria Tiffling, faciada gördüklerini şöyle ifade ediyordu: “Bir ailenin bütün fertleri ile Drau sularında kayboluşunu unutamam. Anne bir yavrusunu sırtına bindirmişti. Diğer ikincisinin de ellerini tutuyordu. Üçüncü ve en küçük çocuk da babasının kollarında idi. Hepsi de kendilerini asi Drau’nun sularına korkunç çığlıklarla attılar.” Dünya tarihinin az bilinen bu katliamından sonra Avusturya’nın güneyinde Spittal Drau kasabasında 24 Ekim 1960 yılında Batı Avrupa Müslümanları Birliği tarafından küçük ama anlamlı bir anıt dikildi. Anıtın kitabesine şunlar yazılmıştı: “Burada 28 Mayıs 1945’te 7,000 Şimali Kafkasyalı, kadın ve çocukları ile birlikte Sovyet makamlarına teslim edildiler. Ve İslamiyet’e olan sadakatleri ile Kafkasya’nın istiklali ideallerine kurban gittiler.”

Vefatlarının yıldönümünde rahmetle ve minnetle anıyoruz.  Ruhları şad, mekanları cennet olsun.

Kabul Olmuş Dua

Bismillahirrahmanirrahim

Ya Rabbim! Ya Hakk! Ya Hayy! 

Ya  Kayyum!

Salih kulun

Zelil kulundan dua istiyor.

Her ikisinin de duasını kabul et !

Ya Settar! ismi şerifinle günahlarımızı ört.

Mahşerde utandırma !

Ya Rahman! Ya Rahim!

Kalplerimizi dinin üzerine sabit kıl bizleri şerefli kıldığın salihlerden eyle!

Bizi Nefsimizle başbaşa bırakma Allah'ım.

Ya Zel Celal ve İkram!

Sonumuzu yolumuzu hayırlı eyle !

Ya Nur!

Kalbimizi , kabrimizi, mahşerde yolumuzu ve yüzümüzü nurunla nurlandır aydınlık et !

Bize bildirdiğin isimlerin hürmetine,

Bize bildirmediğin  nice İsimlerin hürmetine bizleri af ve mağfiret et.

Dünyada, rüyada, ayân son nefesimizde, mahşer meydanında, Kevser suyu başında Habibi'n

Peygamberimiz salla’llâhü aleyhi ve sellemin Nur  Cemalini görmeyi tüm müslümanlara nasip eyle !

Ey Merhametlilerin en merhametlisi

Ya Rauf isminle,  Ricali Gayp erenlerine bildirdiğin İsmi Azam'in hürmetine bu günahkâr kulunu bağışla dua isteyen Salih kulunuda dünya ve ahiret hayatı adına istediği tüm dualarını kabul eyle.

Amin. Amin. Amin

El ile Kadına Dokunamazsın Dövme nasıl olur?

Hz. Aişe (radiya’llâhü anha) kadınların bey'atını haber veriyor ve şöyle anlatıyor:

Rasülullâh “salla’llâhü aleyhi ve sellem”in eli hiçbir kadına dokunmamıştır. Fakat O  [salla’llâhü aleyhi ve sellem] kadınlardan bey'atı sözle alırdı. Bir kadından söz alıp kadın da söz verdi mi Rasûlullah (s.a) ona: "Git, senin bey'atını aldım," derdi.

[Buharı, Şurût, 1; Talak, 20; Müslim, İmare, 89; Ebû Davud, lmare, 9, (h.no: 2941); Tirmizî, Tefsir ,60, (h.no:3307); İbn Mâce, Cihad, 43.]

Üzülmesin Gülümüz

Rasûlullah salla’llâhü aleyhi ve sellem bize şöyle buyurdu:

"Çalışarak güzelliğini kaybeden bir kadın -işaret ve baş parmağını göstererek- (bu iki parmak nasıl yanyana ise onlar da) bu iki parmak gibi benim yanımda olacak.

Yine bir kadın ki kocasından dul kalmış, güzelliğine rağmen yeni nikah yapmayıp çocuklarını yetiştirmiş, çocuklar büyüdükten sonra (kendi yanından) ayrılıncaya veya ölünceye kadar evlenmemiş olan kadın da benim yanımda olacak." Ebû Davud, Edeb, 130 (h. no: 5149).

Dostum

Bir gün Hz. Musa aleyhisselâm bir inançsızla tartışır. Kimin haklı olduğunu anlamak için ateş yakmışlar. Ateşte yanmayan haklıdır demişler...

Hz. Musa ve inançsız kişi elele tutuşup öyle geçmişler, fakat inançsız adam yanmamış. Hz. Musa Hakk’a sormuş; Ya Rabbi, beni yakmayışını anlarım da, bu inançsızı niye yakmadın ? Cenâb-ı Hakk buyurmuş;

"Bilmezmisin ya Musa, biz dostumuzun elinden tutanı yakmayız!"

En güzel dosta tutunmak dileğiyle...

Neden Böyle

Hz. Aişe (radiya’llâhü anha) -uzun bir hadiste- şöyle diyor:

Hz. Fatıma aleyhisselâm hayatta olduğu müddetçe Hz. Ali Kerremallâhü veçhe insanlardan itibar görmüştü. Hz. Fatıma vefat edince insanların Hz. Ali'ye olan itibarı azaldı. [Buharî, Megazî, 38; Müslim, Cihad,52.]

Büyüklere müntesib olan kimselere intisaptan dolayı yakınlarına tazim etme adeti eskiden beri vardır. Ancak bu hususun sahabe-i kiram arasında bulunması insanların beşeri münasebetlerinin hep aynı olduğunu göstermektedir.

Ağır Yaram

Hz. Ali (Kerremallâhü veche) Ebû Cehl'in kızına talib olduğu zaman, Rasülullâh “salla’llâhü aleyhi ve sellem” minberde şöyle buyurduğunu işittim:

"Hişam b. el-Muğire oğulları benden, kızlarını Ali b. Ebî Talib'e nikahlamak için izin istediler. Ben onlara:"İzin vermiyorum, izin vermiyorum, izin vermiyorum," dedim.

Ancak İbn Ebi Talib kızımı boşayıp onların kızını nikah yapmak istiyorsa, onu yapabilir. Çünkü "Hz. Fatıma benden bir parçadır. Onu rahatsız eden şey beni rahatsız eder, O'na eziyet veren şey bana eziyet vermiş olur" buyurdu.

Aslında bu nikah, şer'î açıdan mubah ve helal idi. Hatta bazı rivayetlerde Peygamber Efendimizin (salla’llâhü aleyhi ve sellem), birden fazla evlilikle alakalı tavsiyeleri dahi vardır. Buna rağmen Peygamber Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) hadisten geçen bazı maslahatlardan dolayı bu evliliği beğenmedi ve O'na ağır geldi.

Anlamadan Bilmeden

Hz. Ali (Kerremallâhü veche) anlatıyor:

"Biliniz ki düşünmeden (bilinçsiz) yapılan kıraatta hayır yoktur. Tefekkür olmayan ibadette de hayır yoktur..." [İbnu'l Esir, Camiu'l Usûl, XI, 15 (h.no:8477)]

Aman Lafzı

Amân lafzı senin ism-i şerifinle müsâvîdir

Anınçün âşıkın zârı amândır yâ Resûlallah

Eskiden sık sık okunan bu beyt, "AMÂN" lafzı ile Efendimizin en meşhûr ism-i şerîfi olan "MUHAMMED" lafz-ı şerîfi arasında denklik olduğunu beyân ediyor ki pek zarîf bir mecâzdır...Her derde düşenin "AMÂN" demesi âdetâ Efendimizin bu güzel adını anmak sûretiyle Cenâb-ı Hakk'dan yardım dilemek ma'nâsına haml ediliyor...Peki bu denklik nasıl bir denklik acaba?...

Bugün artık hemen hemen hiç kullanılmayan EBCED hesâbı ile harflerin değerleri hesâb edildiğinde bu iki lafız aynı rakama tekâbül ediyor...Şöyle ki :

محمد

Mim (40) + Ha (8) +Mim (40) +Dal (4) : 92

امان

Elif (1) + Mim (40) + Elif (1) + Nun (50) : 92

Sevdiğimin Ayakkabısını Taşırdım

Ebû Burde (radiya’llâhü anh) babasından rivayetle naklediyor: Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bize Necaşî'nin ülkesine gitmemizi emretti. (Ebû Burde'nin babası rivayetine devam ederek) Habeş Kralı Necaşî'nin müslümanlığı kabul etmesi ile ilgili hikayeyi şöyle anlattı. Necaşi:

"Hz. Muhammed'in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Allah'ın Resulü olduğuna şehadet ederim. O, Hz. İsa'nın (aleyhisselâm) müjdelediği kimsedir. Bu meliklik görevini yüklenmesiydim, O'na gider ayakkabılarını taşırdım" söyledi.

An be An

Zikir ve murakabelerle nefiste tek yön ve istiğrak galip olduğu zaman, fıtrî münasebetten dolayı arasıra melekût alemi inkişaf olur. Bu hadisten bunun mümkün olduğu ve hatta    gerçekleşeceği anlaşılmaktadır. Peygamber Efendimiz'in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurduğu üzere melekler sizinle tokalaşabilir ifadesi, buna işaret eder. Hatta hadisde inkişaftan da öte, bir araya gelme, dokunma ve yakınlaşmanın isbatı vardır.

Hadisteki diğer bir mesele ise, telvîn'in öğretilmesidir. Telvin; bir halin devamlı, aynı durumda olmamasıdır.

Pek çok sâlik bundan dolayı arasıra perişan duruma düşer. Bu sebebten "bizim şu halimiz zayıf oldu", "şu durumumuz zail oldu", "bizim derecemiz düştü" derler ve netice olarak üzüntü ve hüzün içerisine düşerler.

Kâmil şeyhler, değişik haller ile hallenip sıkıntıya düşen müridlerini bu hallerden kurtarmak için, bu durumların geçici olduklarını ve ümitsizliğe düşülmemesi gerektiğini beyan etmişlerdir. Hususen yeni intisab edenler, bu tağyir ve tebdil ile yükselme-azalma hali ile çok karşılaşırlar ve istilahta buna telvîn denilir. Temkin ehlinde de durumlarına göre bu gibi değişiklik meydana gelir. Hadis-i şerifte bunun da isbatı vardır. Peygamber Efendimiz (a.s) buyurdular:

-"Saat be saat değişiklik olur."

Bunlar sülûkun gereklerindendir. Zararlı değildir. Bundan dolayı üzülmeyin. Bu hale üzülüp ye'se düşmek çok zararlıdır.

**

Ma’zur Gördü Şefkatli Efendim

Hz. Aişe'den (radiya’llâhü anha), İfkden beri olduğuma dair ayet inince annem ve babam bana:

-Rasûlüllah'a (s.a) kalk teşekkür et, dediler. Ben de: -"Allah'a yemin olsun ki, ne O'na ne de size kalkıp teşekkür ederim. Ancak beraatimi indiren Allah'a hamd ederim", dedim

--

“Ifk”yalan demektir. Bazıları yalanın en çirkini manasına geldiğini söylemişlerdir. Bu kelime esas itibariyle bir şeyi tersine çevirmek manasına gelir. İfk olayı, Hz.Aişe'nin (radiya’llâhü anha) Benî Mustalık gazasında bir sure ordudan geri kalması üzerine münafıkların hakkında en çirkin (zina) iftiraları atmaları olayıdır.

Bazı büyüklerden nazm veya nesir olarak öyle sözler nakledilir ki onların zahirî ifadeleri ters manalar ifade edebilir. Eğer bu sözler onların genel hallerine galip olmasından dolayı ise bu sözlere şathiyat denir. Hz. Aişe-i Sıddıka'nın, Rasülullâh “salla’llâhü aleyhi ve sellem” için böyle söylemesi, şathiyat türü ifadelerdendir. O'nun böyle söylemesinin sebebi şiddetli üzüntüdür. Peygamber Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem), beşer olması ve gaybı bilmemesinden dolayı, bu hususta şüphe ve tereddüt içinde idi. Hz, Aişe (r.anha), Peygamber salla’llâhü aleyhi ve sellem Efendimiz'in bu tür tereddüdünü biliyor ve üzülüyordu. Bir de Peygamber Efendimiz'in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ifk hadisesinde takip ettiği yol, O'nun şüphelendiği hissini veriyordu.

Hz. Aişe (radiya’llâhü anha) beratı inince coştu, kendinden geçti ve böyle bir cevap kendisinden sadır oldu. Peygamber Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) de O'nun böyle demesini ters karşılamadı. Bu hadisle ehl-i şathiyyatın mazur olduğu anlaşılmaktadır.

Doğru Şeyhi Bulmalı

"Kişi arkadaşının dini üzeredir. O halde kiminle arkadaşlık ettiğine dikkat etsin." Ebû Davud, Edeb, 19 (h.no:4833); Tirmizî, Zühd, 45,(h.no:2378)

Şu bir gerçektir ki müridde şeyhe karşı yüksek seviyede sevgi meydana gelir. Âşık bile olur. Normal arkadaşlık insanın dini üzerinde bu kadar etkili olursa, mürid- mürşid arasındaki arkadaşlık gibi büyük bir arkadaşlığın tesiri nice olur?

Şu da müşahede edilmiştir ki şeyhin akaid, amel ve ahlakı müride sirayet eder, onu etkiler. Bu etki olmasa bile mutlaka en azından onun ahlakım güzel görme seviyesinde etkilenme olur. Yani mürid, şeyhin yaptığı işleri güzel görür. Anlaşılacağı üzere şeyhin durumu kötü ise, müridin durumu da kötü olacaktır. Bundan dolayı şeyh edinirken çok dikkatli olmak gerekir. Maalasef bu hususta çok gevşek davranılıyor. Önüne gelen her şeyhe bağlanmaktan uzak durulmalıdır.

İplerin Düğümü

Abbâd b. Temim (radiya’llâhü anh), Ebu Beşir el-Ensarî'nin (radiya’llâhü anh) kendisine şöyle haber verdiğini anlatıyor:

Kendileri bir seferde Rasûlullah'la (salla’llâhü aleyhi ve sellem) beraber bulunmuş. Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) elçiye şunları demesini emretmiş:

"Hiçbir devenin boynunda (nazarlık olarak) yay ipi (kirişi) ve gerdanlık bırakılmasın, hepsi kesilsin." [Buharî, Cihad, 139; Müslim, Libas, 105; Ebû Davud, Cihad, 45 (h. no: 2552); Muvatta, Sıfatu'n-Nebi, 39.]

Pek çok sarih bu hadisin sebebini şu şekilde açıklamışlardır: Ehl-i cahiliyenin hayvanları korumak için üflenmiş düğümlü ipleri (nazarlık olarak) takmak adetleri vardı. Meşru olmadığı için Peygamber Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem), bunları kaldırttı.

Paralel Evrenler

Kuantum fiziğine dayanarak ortaya atılmış ama anlama güçlüğü çektiğimiz tuhaflıklardan biri de Paralel Evrenler varsayımıdır.

Fizik bilim insanı Hugh Everett 1957 yılında Princeton Üniversitesi’nde hazırlamış olduğu doktora tezinde, aynı anda sonsuz sayıdaki paralel evrenlerle birlikte yaşadığımızı ileri sürdü.

Buna göre; bir gözlemci gözlemde bulunduğunda dalga fonksiyonu çökmüş oluyor. Yani, olasılıklardan sadece bir tanesi gözlemlenebiliyor. Böylece evren kuantum düzeyinde her seçim yapmak zorunda olduğunda, kaç tane olasılık varsa hepsi aynı anda gerçekleşiyorlar ancak sadece bir tercih görülebiliyor. Fizik bilginlerinden bazıları bu fikri desteklediler. Bu fikri destekleyenler, atom çekirdeğinin etrafında bulunan orbitallerde her an her yerdeymiş gibi davranan elektron modelini örnek gösterdiler. Aynı anda paralel olarak varlığını sürdüren sonsuz sayıda birbirinden farklı evren olduğunu öne sürdüler.

Bu varsayıma göre bu paralel evrenler bir noktada birbirlerine temas edebiliyor, bir tanesi diğerinin içinde yer alabiliyor. Bu konuya yakın duran fizik bilginleri şimdi sonsuz sayıda olasılığı taşıyan bu evrenler arasında bir bağın, bir iletişimin nasıl kurulabileceğini araştırıyorlar. Kişi böylelikle kendisi için daha iyi olan evren modelini tercih edebilecek, kaderinde belirleyici olabilecektir. Elbette bu bir hayal gibi görünür. Ancak bir an için gerçekleştiğini düşünecek olursak, böylelikle özgür irademizle verdiğimiz kararların hangisinin daha iyi sonuçlar yarattığını aynı anda görebilmek mümkün hale gelirdi. Belki bu şekilde insanlar kötü olanı görüp ondan uzaklaşmayı da tercih edebilirlerdi. İnanç sistemlerinin genelde bize öğrettiğine göre, insanın kişisel çabasıyla anlayışını geliştirmesi mümkün. Belki de kendimizde yaptığımız her düzeltme ve iyileştirme ile evrenler arasında bir geçiş yapma olanağı doğar ve kaderde değişiklik yapabiliriz. Tercih acaba ne ile oluyor…ilahi seçicilik nasıl…

 

Kadir Suresi Hakkında

İmam Ali (Kerremallâhü veche) şöyle der:

“Her şeyin meyvesi vardır ve Kur'an'ın meyvesi Kadir'dir.” Her şeyin hazinesi vardır ve Kuran'ın hazinesi Kadir Suresi'dir.

Gitmek için kolay bir yol var ve umutsuzlar için en kolay yol varsa Kadir Suresidir

Her şey aynıdır ve inananların rahmeti Suresi Kadir'dir.

Her şey kendi rehberliğine sahiptir ve dürüst olanın rehberliği Kadir Suresidir.

Her şeyin kendi kuzeni var ve Kur'an'ın halefi Kadir Suresidir.

Her şey süslenmiştir ve Kuran'ın amblemi Kadir Suresi'dir.

Her şeyin iyi haberi var ve insanların iyi haberi Kadir Suresidir.

Her şeyin bir hakkı vardır ve Hz. Peygamber salla’llâhü aleyhi ve sellemden sonraki Kadir Suresidir. Bu nedenle ona inan. "

Kadir Suresi, Kuran'ın 97. Sure'si ve Mekke'de bildirilen Mekke'dir. 5 ayet var.

Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle der: "Bu Suresi okuyanlara, Ramazan ve Kadir Gecesi verilecektir."

Emir el-Mu'minin (Kerremallâhü veche) şöyle diyor: “Güneşin doğusundan önce İhlas ve Kadir Süresini okuyanı, o gün şeytan her türlü çabayı gösterirse bile günahlar onu geri çevirmez."dedi.

Herkesin her şeyi varda…

Bir mümin abim anlattı.

Geçmiş gün içine bir karanlık basmış…göğsü daralmış… soluğu eczanede almış.

Tansiyonum mu çıktı acaba demiş.

Olan bir şey yok…

Canı sıkkın vurmuş yola kendini Başvekil caddesine gelmiş. Orada öğlen ezanları başlamış ama nedendir abdesti varken dahi camiye girmek istememiş yürümüş sonra Küçük hamamdaki mescidin yanına varınca öğlen cemaati dışarıya çıkıyormuş…

Bir kalabalık. meğer namazı kılınacak cenaze var,

cenaze namazı vakitsizdir kıldın kıldın…kaçmasın bende kılayım diyerek yönelmiş.

Sonra yüksek bir yere biri çıkmış nasihat eder gibi sesleniyormuş.

Ey insanlar!

 Bu cenaze Terzi Abi’nin…

Allah rahmet eyledi…size soruyorum hepimizin arabaları evleri bir çok dünyalığı var…

Hanginizin fukaraları var…

Terzi abimin fukaraları vardı.. demiş…

Terzi Abi  salih mümin abimin can arkadaşı imiş.

Eyvah dostum bizi bırakıp gitmişte biz bilmedik o bağını attı zorla getirdi ayağına

Bilir gibi geldik… son davetinde bulunduk demiş.

Hangimizin fukaraları var Terzi Abi’nin fukaraları vardı.

 

 


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar