Print Friendly and PDF

Kıyıdan Köşeden





 

Gül Kuruttum

 

Gül Kuruttum Gül Kuruttum

Yâri Sinemde Uyuttum

Yâr Söyledi Ben Unuttum

 

Ah Akabinde Düştü Gönül

Yârdan Ayrılması Müşkül

 

Gül Ezerler Gül Ezerler

Gülü Tabağa Dizerler

Güzeli Candan Severler

 

Ah Akabinde Düştü Gönül

Yârdan Ayrılması Müşkül

 

Yöre: Hatay

Kaynak: Mehmet İpek

 

Kadın

"Kadın bir fikirdir; erkekte fatihlik sembolüdür, İslamiyet'te de bu bakımdan, yani öz mahiyeti bakımından değerce büyüktür... Kadının erkek üzerinde rolü de Allah'a erme yolunda yardımcıdır."

Necip Fazıl Kısakürek

***

Huriler

“Rasülullâh “salla’llâhü aleyhi ve sellem”  buyurdular ki: “Cennette siyah gözlülerin (hurilerin)toplanma yeri vardır. Orada, benzerini mahlukatın hiç işitmediği güzel bir sesle şarkı okurlar ve şöyle söylerler:

“Bizler ebedileriz, hiç ölmeyiz!

Bizler nimetlere mazharız, fakr bilmeyiz!

Rabbimizden razıyız, mükedder olmayız.!

Kendisinin olduğumuz beylerimize ne mutlu!” Tirmizi, Cennet, 24., 14/242, 243.

 

Gül Pembe

 

Solsan da sararsan yine gül pembe dehensin

Rabbin bana bir ni’meti varsa o da sensin

Sinem ebediyen o güzel tenle bezensin

Rabbin bana bir niğmeti varsa o da sensin

 

Beste: Mısır'lı İbrahim Efendi

Güfte: Ahmet Refik Altınay

Makamı: Hicaz

Usûlü: Türk aksağı

Hâcet Duâsı

(Bismillahirrahmanirrahim.

Allahumme innî es 'elüke, Yâ Rabbe külli şey 'in

ve yâ hâlika külli şey'in veyâ âhire külli şey'in

ve ya âlimen bikülli şey'in.

İnnî es'elüke bi kudretikelletî kadderte biha alâ külli şey'in,

Heblenâ külle şey'in ve edhilnelcennete bilâ şey'in,

Ve lâ tes'elnâ an şey'in fe ene lâ es'elüke şey'en minel eşyayi.

Yâ kâdiyel hâcât, ikdı hâcetî bi izzetike ve azametike ve lütfike ve keremike yâ Kerîmü

bi rahmetike yâ Erhamerrâhimîn. Lâ ilâhe illallahu ilâhen vahiden ve nâhriü lehû miislimûn. Vel-hamdülillahi Rabbil âlemin

 

“Rahman ve Rahim Allah adıyla. Ey Allah ım, Senden isterim.

Zira Sen her şeyin Rabbi ve her şeyin yaratıcısısın ve herşeyin sonusun.

Her şeyi bilensin.

Her şeyi takdir edensin.

Kudretin hakkı için Senden isterim.

Her şeyi bana hibe et, bir şey istemeden beni cennetine koy.

Eşyadan bir şey istemiyorum, ancak Senin izzetinle benim ihtiyaçlarımın teminini istiyorum.

Azametin, lütfün, keremin hakkı için ey kerim olan Allah, rahmetinle bana merhamet et.

Zira Sen merhamet edenlerin en merhametlisisin.

Senden başka ilah yoktur, ancak Sen varsın.

Teksin, biz hepimiz Sana itaat eder ve Sana teslim oluruz.

Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah’a lâyıktır.”

 

Hâcet duâsı çok makbul bir duadır, herhangi bir istek için hacet namazı kılınır, arkasından bu duâ yapılır. Büyüklerimiz tarafından tecrübe edilmiş bir namazdır. Peygamberimiz salla’llâhü aleyhi ve sellem bu hâcet duâsını okumuş ve namazım kılmıştır. Bizlere de bu hususta çeşitli tavsiyeleri vardır.

 

Neğam: Nağmeler, şarkı ve türküler.

 

Kurumuş Toprağımda Bir Yeşil-sen

Yüzüme benzeyen ve kalbim bu toprak gibi çatlamışken, bir can beni hayata yeniden çağırdı.
Ben suya hasretken misafir oldu…belki bende kuruyacak…onu cesaretle göze aldı.

Bu en büyük fedakarlık değil mi?

Ey Allah’ım bana kendini feda edene bir su... senden olsun, değil mi?

Çünkü benim acizliğim cihanda meşhur...

Seni biz cömert diye anıyoruz...

Bu inancıma bir bak...acırsın...kimsesizliğime de...

 “Neden yazıyorum?”/Ayfer Tunç

Yazarların birçoğu neden yazdığını bilmez. Ya da neden yazdığını bilerek başlamaz yazmaya. Yazının evrenine girildiğinde sorular belirginleşir, önceleri pek de tatmin edici olmayan, oynak cevapların bir kısmı yerli yerine oturur. Birçok soru cevaplansa da, cevaplandığı sanılsa da, “neden yazıyorum?” sorusu lezzetli bir iç huzursuzluğu sorusu olarak kalmayı sürdürür. Çünkü yazmanın bütün sırrı aslında bu sorunun içindedir ve bence yazarlar bu soruya kesin bir cevap bulup defteri kapatmak istemezler. Yazı, yazarın da eremediği bir sırdır; sır aydınlanırsa yazar ışığa yakalanmış bir tavşana dönüşür, kıpırdayamaz.

Ben böyle olduğunu düşünüyorum; oysa Sait Faik, “Haritada Bir Nokta” adlı öyküsünü neden yazdığını söyleyerek bitiriyor: “Yazmasam deli olacaktım.” Ama bence bu cümle, o sır dolu sorunun cevabı değil, yazı serüveninin son aşamasında kendiliğinden vardığı bir sonuçtur; hayat karşısında tutunmanın yolunu, Sait Faik’in kendi “çaresiz çare”sini işaret eder bize.

“Yazı yazmak da, bir hırstan başka ne idi?” Sait Faik’in ölümünden iki yıl önce yazdığı “Haritada Bir Nokta”, imgeler arası ilişkiler açısından çok zengin bir öykü olmanın yanı sıra, yazının evrenine ilişkin soruları, insanla, varolmakla, toplumsallıkla da ilişkilendirerek kurcalayan bir metindir. Öykünün kurgusu ile huzursuz soruları arasındaki ilişki muhteşemdir. Şu soru: “Yazı yazmak da, bir hırstan başka ne idi?” sorusu, “neden yazıyorum?” sorusundan hiç aşağı kalmadığı gibi, neden yazıyorum sorusunun bir önceki cevabıdır. Sait Faik bu öyküde, önce neden yazdığı sorusuna bir cevap bulmuş, yazı yazmanın bir hırs olduğuna karar vermiş ve adaya çekilmiş bir adamı / kendinianlatır bize. Ama adada insan vardır, insanın olduğu yerde kötülük vardır, kötülük onu tütüncüye koşturur, kâğıt kalem aldırır, kalemi yontturur, öptürür ve yazdırır. Sorunun cevabı değişmiştir: “Yazmasam deli olacaktım”. Yazı artık bir ilaçtır. İyi de, yazı yazmanın bir hırs olduğuna neden karar vermiştir Sait Faik? Ne olmuştur?

Ne gibi kötülükler görmüş ya da etmiştir ki, vazgeçmiştir yazmaktan? “Kaybettiğim her şeyi; insanlığı, cesareti, sıhhati, safveti, dostluğu, alın terini, sessizliği yeniden bulacak; belki yeniden bir adam olmasam bile bir temiz hayatın içinde hayran, meyus ve mahcup ölümü bekleyecektim. Aklıma ara sıra esen yazı yazmak arzusunu, arzusu değil kötü huyunu, bu tek kötü huyu muvaffakiyetler, şöhretler düşünmeden, “düşünürsem Allah canımı alsın!” düşüncesiyle yeniden bulabilirsem, kalemsiz kâğıtsız dağlara fırlayacak, balığa çıkacaktım.

Yazmayacaktım.”

**

 

Meşhur Mavi Yağmurluk

 

Vakit sabahın dördü, son günleri Aralığın

İyileştin mi diye yazıyorum sana;

New York soğuk, ama seviyorum yaşadığım yeri,

Clinton Caddesi müzikle geçiriyor geceyi.

Küçük bir ev kuruyormuşsun çölün ortasına,

Hiçbir şey umurunda değilmiş, bir belge bıraksaydın yarına

Ve Jane geldi bir gün, elinde bir bukle saç

Sen vermişsin, öyle dedi

Hani kaçmayı düşündüğün o gece

Hiç kaçabildin mi bari?

 

Son gördüğümüzde seni, epey çökmüştün,

Meşhur mavi yağmurluğunun omuzu yırtık,

Her treni karşılamaya gittin

Lili Marlene'i hep kaybettin.

Ve kadınıma hayatının bir zerresini verdin,

Kimsenin karısı değildi döndüğünde.

İşte görüyorum seni, dişlerinin arasında bir gül,

Sıska bir çingene hırsız daha.

Jane de uyandı bu arada

Selamlarını yolluyor.

 

Ne diyeyim sana, kardeşim, katilim,

Ne diyebilirim sana?

Galiba özledim seni, galiba affettim

İyi oldu da çıktın yoluma.

Birgün gelirsen buralara, Jane için ya da bana,

Düşmanın uykuda olacak, kadınıysa özgür

Sağol çekip aldığın için o sıkıntıyı gözlerinden

Hiç geçmeyecek sanmıştım, ellememiştim hiç.

Ve Jane geldi bir gün, elinde bir bukle saç

Sen vermişsin, öyle dedi

Hani kaçmayı düşündüğün o gece

Selamlar,

LEONARD COHEN


Cevap Yazmam mı

İstanbul yazmalarının değerini arttıran en önemli özellik, bu yazmaların kalem işi olmasıymış. Özellikle Kandilli ve Yeniköy yazmalarının öyle ince işlenmiş olanları varmış ki, renklerinin uyumu ve motiflerinin güzellikleri ile görenleri mest ederlermiş. Kadınlar, hediye edilen bir İstanbul yazması ile mutlu olur, kenarlarını yemenideki çiçeklerin örneği oyalar ve pullarla süsleyerek, güzelliklerine güzellik katarlarmış. Bu yazmaların güzelliği çeşitli manilere de konu olmuştur.

‘Yemenimi al isterim, ortasında dal isterim.’ gibi mani dizeleri ile sevgiliye mesajlar vermişler, ruh hallerini taktıkları yemenilerle yansıtmışlardır.

(Hey hey hey hey)

Yemenimin uçları

Çıkamam yokuşları (âh)

O yâre selâm edin

Yedi dağın kuşları

*

Âh allı yemeni pullu yemeni

Bir bahçeden bir bahçeye salla yemeni

Âh severler seni

*

(Hey hey hey hey)

Ben gülü deste bağladım

Desteye beste bağladım

Dün gece yâr hânesinde

O söyledi ben ağladım

Ben söyledim yâr ağladı

*

Âh allı yemeni pullu yemeni

Bir bahçeden bir bahçeye salla yemeni

Âh severler seni

*

(Hey hey hey hey)

Yemenimin yeşili

Ben kaybettim eşimi (amân)

Yemenim sende dursun

Sil gözünün yaşını

*

Âh allı yemeni pullu yemeni

Bir bahçeden bir bahçeye salla yemeni

Âh severler seni

*

Âh allı yemeni pullu yemeni

Bir bahçeden bir bahçeye salla yemeni

Âh severler seni

 

Yazma; eski adetlerimizde düğünden ölüme, kültürümüzün bir parçasıydı. Eskiden düğün davetiyesi olarak yazma gönderilir, desenlerine çeşitli anlamlar yüklenirmiş. Bu yazmalarda özellikle elmalı deseni kullanılırmış. Analı-babalı kızın yazmasının tam elmalı, öksüz kızın yazmasının ise yarım elmalı olduğu bilinmektedir.

‘Yarım elmalı, gönül almalı’ sözünün de buradan geldiği düşünülmektedir.

 

Seni Unutmayacağım

Katmerli yaprakları arasında birikmiş kederden mi,yoksa renginden midir bilinmez, kırmızı karanfilin adının yanına hep hüzün bırakıldı. Fakat uzun uzun kelimelere gerek kalmadan, “Seni unutmayacağım., "demenin en güzel şekliydi kırmızı karanfil...

Geçmişe Roman De

Neden devamlı geriye dönüyorsun…dönme

Bırak onları olduğu yerde kalsın… asıl yerleri orası çünkü

Geçmişi olduğu yerde bırak…belki için öyle bir taşıyor ki.. Beni sevdiğini tüm dünya bilsin istiyorsun.

Kafka şunları söyler: “Canımın içi, ellerimi sana doğru kaldırıyor, sakın romanımı kıskanma diye yalvarıyorum. Romandaki kişiler kıskançlığını fark edince, kaçarlar, zaten zar zor eteklerinin ucundan tutabiliyorum onları. Hem düşün, bir elimden kaçarlarsa, onların peşinden yerin yedi kat altına gitmem gerekebilir, asıl yerleri orası çünkü.”

En İyisi bilmesinler...

Gökyüzünü, yedi yakat yerin dibi bilemez değil mi...

Evet

Gün Ve Gece Düşlerim

“Neden uykudan uyanıp yeniden dünyaya döndüğümüzde, hemen her zaman ve ara sırada büyük bir canlılıkla düşünüzün sizi bırakıp giderken, sizin keşfedemediğiniz bir bilmeceyi de beraberinde götürdüğünü hissedersiniz acaba?

Düşünüzün anlamsızlığı sizi güldürür, ama aynı zamanda da saçmalıklardan meydana gelen bu örgünün içinde bir fikir, hem de gerçek bir fikir var. Öteden beri yüreğinizde var olan bir şeyin bulunduğunu hissedersiniz.”

Dostoyevski

Ancak sevenlerin düşünde bir bağ bulunur…onlar birbirini anlar ve kimsenin anlamadığı sırları duyarlar ötekisinden duymamış gibi… soru şu “neden biz bilemiyoruz” dadır.

Kolay aslında... "sen", "ben" den değil, bizimle olmaktır.

Biz gibi


Arınmış Ruhlar

İçinde bulundukları toplumu uyarmaya çalışan arınmış ruhlar. 

Gri siyah bir betonun dibinden çıkmış çiçekler gibidir. 

O bitimsiz hissizliğin ortasında  öylece dururlar  duyulmak için boyunlarını bükerler iniltileri kaybolur o gri ve siyahın içinde.

Ardından bir çift göz görür onu ne ki onu gören tüm gözler buğulanmıştır.

Onlar da inler onlarında boynu büküktür  bu böyle sürüp gider hissizlik denizinin içinde boğulmamak için gözlerini kapar ve inlerler.

İşte böylece dünya ona aşık olanlara kalır.

O bitimsiz gri ve siyahın içinde kalanlar ne mi olur. Onlar o gözleri buğulanmaya mahkum olanlar . Sadece zamanın geçmesini beklerler.

Sadece beklerler

Secde İşi

Hazret-i Musa, Allahü Teâlâ ile konuşmaya giderken İblis karşısına çıktı ve “Allah a arz et, beni affetsin” dedi. Hazret-i Musa, ben elçiyim arz ederim, dedi. Hazret-i Musa’nın talebine Allah  Teâlâ’nın mukabelesi şöyle oldu: “Söyle İblis e kulum Âdem’in kabrini bilir. Dönsün o tarafa, secde etsin, onu affedeceğim”. İblis’in cevabı ise şöyle olur: “Ben onun dirisine secde etmedim, ölüsüne eder miyim?”

 

Beni Zaten Tabip Hasta Etti

Ey Tâlib! Ferîd ol. Onu iste.

Hızır âleyhisselam çok güzel birini gördü. Baktı elindeki evliyanın listesinde onun adı yok. Bu kim, diyor.

Cevap şöyle geliyor; Sende beni sevenlerin listesi var, benim sevdiklerim değil! İşte Ferd. O ayrı... İhlas Allah ile kul arasında sırdır. Melek bilmez ki yazsın, Şeytan bilmez ki bozsun. Hususi bir vaziyet, sır!

‘Bir hâdise var Can ile Cânan arasında’

“Kulluğun bildirmeyen sultâna olmaz âşinâ”

İbadet, kulluğu bildirmektir. Sahabeden Ka’b hazretleri “radıyallahü anh” ölüm hastalığına düştüğünde gelip sordular:

- Bir şikâyetin var mı?

- Evet, günahlarımdan şikâyetçiyim.

- Bir şey istiyor musun?

- Cenneti istiyorum.

- Peki tabip çağıralım mı?

- Beni zaten tabip hasta etti, dedi.

 

Ağlamak

Sevgilimin karşısında sürekli ağlamak âdetimdir.

 
Güpegündüz yıldızları seyretmek ister gibiyim.

 

Olacak şey değil tabiî ama ne yaparsın, huy işte...

 

Kime Kin Ettin De Giydin Alları

 

Kime kin ettin de giydin alları

Yakın iken uzak ettin yolları

Mihnet ile yetirdiğim gülleri

Varıp gittin bir soysuza yoldurdun

 

Sen beni sevseydin arar bulurdun

Zülfünün telinden bağlar dururdun

Madem ayrılıkmış senin muradın

Niçin beni ataşına yandırdın

 

Giyin de sevdiğim sen seni kuşan

Ayrılık var diye sevdana düşen

Kimdir gelip sana sarıp sarmaşan

Neden beni muhabbetten kaldırdın

 

Hicrani'yem der ki bakın halıma

Dağlar dayanmıyor ah-u zârıma

Elim ermez oldu kisb-i kârıma

Çünkü gül yüzlümü elden aldırdım

 

İnsan Sevdiğini Anar, Andığını Sever

 

“İnsan sevdiğini anar, andığını sever.” kaidesi hükmünü icra etti.

 Sevgi giderek arttı.

Muhabbet aşırı olunca muhib fânî olur (Seven kaybolur.), yalnız mahbûb mevcûd olur (Sevilen kalır sadece.)

Şekerin çayda erimesi gibi. İşte Hallâc-ı Mansûr hâsıl olan sarhoşluğun tesiri ile örtülmüş şuur sebebiyle (Ben yokum O var.) mânâsında o sözü söyledi.

Bana Neden Yazmıyorsun Dedin ya…

Seninle yalnız kalamıyorum ki hâlimi arz edeyim; yalnız kalınca da kendimi kaybediyorum, nerde kaldı iki satır lâf etmek. Müşkül vaziyet doğrusu.

 

İmâm  Rabbânî Hazretleri’nin Mektubu

“Allah  Teâlâ’ya hamd olsun ve onun seçtiği, sevdiği kullarına selâm olsun!

Kıymetli efendim.

 Sıkıntıların gelmeleri, görünüşte çok acı ise de bunların nimet oldukları umulur.

 Bu dünyânın en kıymetli sermâyesi, üzüntüler ve sıkıntılardır.

 Bu dünyâ sofrasının en tatlı yemeği, derd ve musibetlerdir.

 Bu tatlı nimetleri, acı ilâçlarla kaplamışlar, bununla imtihân yolunu açık tutmuşlardır.

 Se’âdetli, akili olanlar, bunların içine yerleşdirilmiş olan tatlıları görür.

 Üzerindeki acı örtüleri de tatlı gibi çiğnerler.

 Acılardan tat alırlar.

 Nasıl tatlı olmasın ki sevgiliden gelen her şey tatlı olur.

 Hasta olanlar, onun tadını duyamaz.

 Kalbin hasta olması, O’ndan başkasına gönül vermesidir.

 Se’âdet sâhibleri, sevgiliden gelen sıkıntılardan o kadar tat alırlar ki iyiliklerinde o tadı duyamazlar.

 Her ikisi de sevgiliden geldiği hâlde, sıkıntılardan, sevenin nefsi pay almaz.

 İyiliklerini ise nefs de istemektedir.

Ni’mete kavuşanlara âfiyet olsun!”

 

Kendini Gör

Hiç kimse kendinden ilerisini göremez. Bununla şunu kastediyorum: Her kişiyi başkasında ancak bizzat kendinde de olduğu kadarını görür: Başkasını kendi öz zekasına göre kavrar, anlar.

ArthurSchopenhauer

 

Evliya Olmak Yolunda

İmâm ı Rabbânî hazretleri Mektubat’ının 22. mektubunda:

“Sen evliya olmak için yaratıldın; geride kalmak zarardır." diyor. Alt yapı hazır yani. Şunu diyor; “Camı ayna yapmak için arkasına çamur sıvarlar. O zenâatı bilmeyenler ‘Yazık oldu cama. Mahvoldu parlak cam.’ derler. Hâlbuki çamuru sıvamak, camın ayna olup kıymet kazanması içindir.”

 

Yani parlak olan, saf olan, güzel olan, temiz olan, mukaddes olan ruha, beden gibi kirli bir çamuru sıvamanın ruh ile bedeni bir araya getirip de insan diye bir şeyi ortaya koymanın sebebi o camdan ayna yapmaktır. Ruhu bedene koyduğunda Cenabı Hakk, ruh tiksinmiş ve bedende durmak istememiş.

Ruhu nefse âşık etmiş ve yerleştirmiş Allah.

Oldu insan. Sonra hatırlatmış. Bak sen şuradan geldin. Bunun bir sebebi var. Bunu hatırlarsa başım kaldırırsa evliya olur. Hatırlamazsa eşkıyâ olur.

 

Zekâtını Fakirlere Yalvara Yalvara Verin

İmâm  Rabbani Müceddid-i elf-i sâni Ahmed Fârukî Serhendî hazretleri, zekâtı anlattığı bir mektubunda ‘zekâtını fakirlere yalvara yalvara verin’ buyuruyor.

 Bunun ne demek olduğunu bakın güzel bir örnekle anlayalım; Ciineyd-i Bağdâdî yedi yaşında iken, mektepten gelince babasının ağladığım görüp, sebebini sordu: “Zekât olarak dayın Sırrî-yi Sekâtî’ye birkaç gümüş göndermiştim, almamış.

 Kıymetli ömrümü, Allah adamlarının, beğenip almadığı gümüşler için geçirmiş olduğuma ağlıyorum.

” dedi.

 Cüııeyd- i Bağdâdî; “Babacığım, parayı ver ben götüreyim.

” deyip dayısının evine gitti.

 Kapıyı çaldı.

 Dayısı, kim olduğunu sorunca; “Ben Cüneyd’im dayıcığım.

 Kapıyı aç ve babamın zekâtı olan bu gümüşleri al!” dedi.

 Dayısı; “Almam!” deyince, Cüneyd-i Bağdâdî; “Adi edip babama emreden ve ihsân edip, seni serbest bırakan Allahü teâlâ için al!” dedi.

 Dayısı; “Allah  Teâlâ babana ne emretti ve bana ne ihsân etti?” dedi.

 Cüneyd-i Bağdâdî; “Babamı zengin yapıp, zekât vermesini emretmekle adâlet eyledi.

 Seni de fakir yapıp, zekâtı kabûl etmek ve etmemek arasında serbest bırakmakla ihsân eyledi.

” dedi.

 Bu söz Sırrî-yi Sekatî’nin çok hoşuna gidip; “Oğlum! Gümüşleri kabûl etmeden önce seni kabûl ettim.

” dedi ve kapıyı açıp parayı aldı.

 

 Gözü ve gönlü tok olan, insanlar arasında din, dil, ırk ayrımı yapmaksızın sade Allah'ın rızasını kazanmaktan başka hiçbir düşüncesi olmayan Harakani Hazretleri bir sohbet sırasında, “Bu eve gelen herkese ekmeğini veriniz, inancını sormayınız”

Allah kapısında 50 yıl bekle ben sana kefil olurum'

 

Ebû’l-Hasan Ha­rakā­nî Hazretleri buyurur:

“Bir din kardeşini incitmeden sabahtan akşa­ma çıkan bir mü’min, o gün akşama kadar Rasülullâh “salla’llâhü aleyhi ve sellem” Efendimiz ile beraber yaşamış gibidir. Eğer bir mü’mini incitirse Allah Teâlâ onun o günkü ibadetini kabûl etmez.” Attâr, Tezkiretü’l-Evliyâ, s. 628.

[Âyet-i kerîmede buyrulur:

“Andolsun size kendiniz­den öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntı­ya uğramanız O’na çok a­ğır gelir. O, size çok düşkün, mü’min­lere karşı raûf ve rahîmdir (çok şefkatlidir, merhametlidir).” (et-Tevbe, 128)

 

Küçük Bir Şey Yok

Mâruf-i Kerhî Hazretleri’nin nâfile oruç tuttuğu bir gün idi. İkindi vaktine yakın, pazardan geçerken bir sakanın (sucunun):

“–Bu sudan içene Allah rahmet ve bereketiyle muâmele eylesin!” diye duâ ettiğini gördü ve icâbet edip sonradan kazâ etmek üzere orucunu bozdu. Yanındakiler:

“–Efendim, orucunuzu niçin bozdunuz?” dediler.

Mâruf Hazretleri:

“–Sakanın duâsındaki berekete nâil olmak istedim.” buyurdu.

Vefâtından sonra kendisini rüyâda görüp:

“–Allah sana nasıl muâmele etti?” diye sordular.

“–Sakanın o hâlisâne duâsı bereketiyle Rabb’im beni bağışladı. Bana merhametiyle muâ­mele buyurdu.” karşılığını verdi.]

 

Gerçek Sufi Yaratılmadı

Bir insan gerçek varlıkta fenâ bulunca, onun beşerî vasıfları İlâhi vasıflara dönüşür ve kendisi İlâhi huylar kazanır.1 Bunun izahını Harakânî’nin “Sûfî gayri mahlûktur”, daha açık bir ifadeyle “sûfî gayrı mahlûktur” şeklindeki sözü ve çağdaşı Ebu’lHayr’ın şu yorumunda aramak lâzımdır:

‘Yaratılmamış kişi, sizin zannettiğiniz gibi, Allah’ın kendisini yaratmadığı kişi değildir; zira Allah bir kimseyi yaratır ve ona, bütün bu (beşerî) sıfatları yerleştirir; ondan sonra o sıfatları ondan çıkarır ve arınmışlık bakımından onu, sanki (eskiden) yaratmamış ve bütün o sıfatlarla bulaştırmamış bir hâle sokar.’ Şeyh devamla dedi: ‘Şeyh Ebu’l-Hasan-i Harakânî: ‘Sûfî gayrı mahlûktur’, sözünü bundan dolayı söylemiştir.’”2

Müridi Abdullah-i Ensârî de Harakânî’nin şöyle dediğini kaydetmiştir: “Sûfî gayrı mahlûktur”un mânası sûfî, gelen, giden (yürüyen), konuşan, gören, duyan, yiyen ve uyuyan kişi değildir. Sûfî Hakk’ın sıfatlarından bir sıfattır.3 Bu söz tasavvuf çevrelerinde bir hayli yankı bulmuş ve Necmeddin-i Necmeddin-i Râzî (ö. 654/1254) Risâletu’l-‘âşık ile’l-ma‘şûk fî şerh-i men kâle es-Sûfî gayru mahlûk adıyla Arapça bir risâle yazmıştır.4

[1 Zemânî, Şerh-i Câmi‘-i Mesnevi-yi Ma‘nevî, IV, 535.

2 Bk. Muhammed Munevver, Esrâru’t-tevhîd fî makâmâti’ş-Şeyh Ebî’s-Sa‘îd, nşr. Muhammed RızâŞefi‘i-yi Kedkenî, Muessese-i İntişârât-i Âgâh, Tahran 1321 hş., I, 256-257.

3 Bk. Muhammed bin Munevver, Esrâru’t-tevhîd, II, 593; krş., Hakîkat, Târîh-i ‘İrfân ve ‘Ârifân-i Îrân,s. 399.

4 Cârullâh Efendi kütüphanesi nr. 2061, v. 47-50. eser Risâletu’l-‘âşık ile’l-ma‘şûk fî şerh-i kelimâti esSûfî gayru mahlûk min kelâmi eş-Şeyh Ebî’l-Hasan el-Harakânî adıyla da bilinir. Farsça çevrisi için bk.Tortel, Şeyh Ebû’l-Hasan-i Harakânî, s. 214-26.]

 

Çalışana Var 

Nitekim bir sohbetinde müridlerine şöyle buyurdu: “Kimin kapısında bir yıl beklesen neticede birgün der ki gel bakalım niçin orda duruyorsun, Allah kapısında 50 yıl bekle ben sana kefil olurum.

Ebul Hasan Harakâni’nin tasavvufi anlayışında da muazzam bir insan sevgisi hâkimdir. “Allah’ım; Keşke ben ölseydim de, başkaları ölümü tatmasaydı veya keşke bütün yaratılmışların cezasını bana çektirseydiler de, onlar cehenneme gitmeseydiler”

el-Harakānî, bir keresinde Allah ile aralarındaki samimi bağın doğal bir sonucu olarak O’na şöyle münacatta bulunmuştur: “Bana ilâhî bir şey (lütf) ettiler. Bunun üzerine yüzümü Allah’a çevirip dedim ki: ‘İlâhî! Şayet Âdem zamanından kıyâmete kadar hiç kimsenin ağzına konulmamış Sana ait bir şeyi bana verirsen ne âlâ, yoksa ben kesinlikle başkalarının artığını yiyemem!”

Hz. Peygamber ise şöyle buyurmuştur: ‚Allah, bir kulunu sevdiği zaman Cebrâil’e: ‘Ey Cebrâil! Ben falanca kulumu seviyorum, onu sen de sev!’ der. Cebrâil, o kulu sever ve sema halkına: ‘Allah Teâlâ falanca kulunu seviyor, onu siz de seviniz!’, diye nida eder; bundan sonra semadakiler de o kulu severler. Sonra Allah, o kulun yeryüzünde de kabul görmesine imkân sağlar, herkes ona teveccüh eder.‛

”Âlim kişi sabah kalkar ilmini artırmaya çalışır. Zahit zühdünü artırmaya çalışır. Ebul Hasan ise bir kardeşinin gönlünü mutlu etme peşindedir.” [Ebul  Hasan Harakani kuddise sırruh]

 

Benim Zikrim Sevgiliyi Anmak

“Ebul Hasan Harakani hazretlerinin müritlerinden bir kafile onu ziyarete gider. Oradan ayrılıp gidecekleri zaman Ebul  Hasan Harakani hazretleri onlara şöyle der:

Başınıza herhangi bir şey gelirse beni vesile ederek Allah’tan yardım isteyiniz diyor, beni aracı yapınız diyor, vesile ediniz diyor. Bunlar, kafile, oradan ayrılıyor memleketlerine giderken, bir gece vakti hırsızlar, yol kesiciler, eşkıyalar bunları soyuyor. Ve bu arada kervanda bulunan insanların tamamı ‘Allah Allah’ diye bağırıyor, Allah’tan yardım istiyor. Ama bu arada müritlerinden birisi Ebul Hasan Harakani hazretlerinin tavsiyesini hatırlıyor, ‘Ne olur Ebul Hasan hürmetine bizi kurtar’ diye dua ediyor. Ve sabah olduğunda bakıyorlar ki herkes soyulmuş, herkesin malı mülkü, eşyası alınmış, ‘Ya Ebul Hasan’ diyen kişiye hiçbir şey olmamış. Sabah olduğunda tekrar hazrete gidiyorlar diyorlar ki, ‘Efendim biz Allah dedik soyulduk, bu Ebul Hasan dedi kurtuldu. Bunun sebebi nedir, hikmeti nedir?’ Ebul Hasan Harakani hazretleri şu cevabı veriyor, ‘Evlatlarım’ diyor ‘ben size söylemiştim. Siz isyan ettiğiniz için günah işlediğiniz için Allah Celle Celalühu sizin duanıza icabet etmez. Ama o beni aracı yapınca ben Allah’a dua etim, Allah Celle Celalühu benim duamı kabul etti’ buyuruyor.”

Sözler

“Sizi bütün dünyanın sevmesine gerek yoktur aslında. Birinin sizi dünyalar kadar sevmesi yeterlidir.” Tayfun Topaloğlu

Uzun yıllar önce Rudyard Kipling, Montreal'deki McGill Üniversitesi'nde bir konuşma yapmıştı. Konuşmasında, belleklerden çıkmayacak kadar çarpıcı bir noktaya değinmişti.  Öğrencileri paraya, konuma ya da başarıya aşırı ilgi göstermemeleri konusunda uyararak şöyle demişti:  "Günün birinde, bunların hiçbirine aldırış bile etmeyen bir insanla tanışacaksınız. İşte o zaman ne kadar yoksul olduğunuzu anlarsınız."   Halford E. Luccock

 

85 yaşındaki Milton, evinden çıkıp 2 km boyunca yürüdü ve köprüye geldiğinde düşünmeden kendini aşağı attı.

Arkasında bıraktığı notta şu yazıyordu:

 

Eğer yolda biri bana gülümserse, intihar etmeyeceğim.

 

Tiryakinim

Sokaklar şahitsiniz

Pişmanım zehir gibi

Yanıyor yüreğim

Tiryakinim

 

Her sokak lambasında

Senin yüzün bilirim

Titriyor ellerim

Tiryakinim

 

Her günüm

Bir kor gibi yanar geçer

Her anım bir yıl gibi uzun sürer

 

Son bir isteğim senden

Bir daha deneyelim

Bunca yıl sonra yine

Bu istek çok mu söyle

Çıldırtsanda seninim

Yalvartsanda seninim

Tiryakinim, tiryakinim

 

Kaldırıma uzanmış

Karanlığı beklerim

Bulutlar seni çizmiş

Tiryakinim

 

Her günüm

Bir kor gibi yanar geçer

Her anım bir yıl gibi uzun sürer

 

Son bir isteğim senden

Bir daha deneyelim

Bunca yıl sonra yine

Bu istek çok mu söyle

Çıldırtsanda seninim

Yalvartsanda seninim

Tiryakinim, tiryakinim..

 

Duman Gözlüm

Tek tesellim gözlerindi

Bakıp bakıp delirirdim

Bana öyle yakındın ki

Hep benimsin zannederdim

 

Bırakıp gittin beni

Yanarım için için

Yaralı kuşlar gibi sensiz ben bir hiç'im

 

Duman gözlüm yaktın beni

Duman ettin acımadın ziyan ettin

Duman gözlüm benim için

Yaşamaktın yaşamayı haram ettin

 

Gönlümü teslim aldı hüzün

İçimde senden kalan cam kırıkları

Aynada sensiz yüzüm

Sensiz...Hiç kimse dindiremedi bu hıçkırıkları

Bir gece yarısı ansızın pencereden dışarıya bak

Göreceksin köşe başında

Nöbet tutuyor gözlerim

Öyle kolay değildir beni unutmak

Hala hala sokaklarındadır ayak izlerim

 

=Zümrüt Tabletler’den birkaç satır=

 

 

Fiziksel alem süptil alemin aynasıdır

* * *

Kendinizi dönüştüremedikçe,

 hiç bir şeyi dönüştüremezsiniz.

 * * *

 Yukarısı aşağıya,

 aşağıdaki Yukarıdaki’ne benzer

 * * *

 Şimdi, geçmişten doğar;

 gelecek ise şu andan.

 

 

* * *

 Sözler tek başına

 aktaramaz ‘hakikat’i.

 * * *

 Bir ruh bedenini terk ettiğinde,

 gözden geçirir yaşamını, ilahların huzurunda.

 * * *

 Mükemmel işleyen evren,

 sayıların gücüyle düzenlenmiştir.

 * * *

 

 

Her şey titreşmektedir. Hiçbir şey durağan değildir. Her şey alçalır ve yükselir, her şey bir sarkaç gibi hareket eder. Her nedenin bir etkisi, bir sonucu vardır; her sonucun da bir nedeni. Her şey yasaya uygun vuku bulur. Rastlantı, bilinmeyen bir yasaya verilen bir addan başka bir şey değildir.

 *

 Kozmoz’un özü mükemmel düzendir;

 zamanın özü devinimdir.

 Ama O, devimsizdir her zaman,

 sonsuz ve değişmezdir.

 Devimsiz devindiricidir O.

 Gizli olan O,

 apaçıktır bütün eserlerinde.

 Ama ‘Kader İlahesi’dir,

 her şeyi değiştiren

 doğal gelişim yasasına göre,

 yaratan sürekli

 değişmez Hakikat’ten,

 hiç durmadan değişen dünyayı.

 Yasaların icapları çerçevesinde

 işler doğayı

 tükeniş ve yeniden oluşlarla

 ve yaratılışı sürekli tekrarlayarak

 kendi bilgeliğini ortaya koyar.

 * * *

 Bütün formlar şekil verir maddeye

 ve ruh kudreti sürekli değiştirir onları

 bir halden diğerine.

 * * *

 İlahlar ikiliği bir etmiş insanlardır.

 İnsanlar ise birliği bilmek için

 ikiliği yaşayan henüz çocuk ilahlardır.

 * * *

 Sadece insanda vardır ikili tabiat.

 Ruhların hepsinin de tabiatı birdir.

 Ne erkek ne dişidir onlar.

 Varlığın ilk adımı,

 mücadele etmektir nefsiyle.

 Uzun bir birlik davasıdır bu…

 Birleştirmek isterken biri,

 ayırmak ister diğeri.

 * * *

 Hiç kimse kurtulmuş olamaz,

 Yeryüzünde tekrar tekrar doğmamaya kadar.

 Tekrar doğmamak istiyorsan eğer,

 Temizle kendini maddenin akıl dışı ıstıraplarından.

 * * *

 Aslında, görünmeyen O,

 kendileri de görünmez olan

 düşüncelerle görülebilir yalnızca.

 O’nun görünmez olduğunu mu sanıyorsun?

 Bunu söyleme sakın!

 O’ndan daha görünür değildir hiçbir şey.

 O her şeyi yaratmıştır;

 işte onlar vasıtasıyla görebilirsin O’nu.

 Her şeyde gösterir kendisini böylece.

 O, yarattıkları vasıtasıyla bilinir.

 Yarattıkları görülebildiğinden dolayı,

 görebiliriz Yaratıcı’yı.

 Gözlerinle görmek için O’nu,

 mükemmel düzenine bak evrenin;

 algıladığın her şeyi yöneten

 zorunlu yasalara ve

 olan ve olacak olan her şeyin

 mükemmelliğine bak! (ZÜMRÜT TABLETLER, kaynağı ve geçmişi tam olarak bilinemiyor...)

 

 

Geylâni Kapısı Açıldı Dendi…

Dualarınızda isteklerinizi zıtlarla istemeyin…mesela iş istiyorsanız, eş istemeyin..para istiyorsanız maneviyat istemeyin…
zıtları birleştirmeyin…istemeyi bilin denilir…Yoksa dualar gök kapılarında bazı yerlerde takılıp kalıyor

Bu bilgiden sonra bir istiğase usulü…

“Bir kimse Çarşamba gününden başlayarak üç gün sabah namazından sonra [güneş saati yazar takvimler kerehat vakti)  1000 adet besmele çeker, 100 adet  

يَـفْـعَـلُ ٱللهُ  ماَ يَشـۤاءُ بِـقُدْرَتِه  وَيــَحْكُمُ مٰا يُر يدُ بِعِـزَّتِـه

Yef’a lüllâhü mâ yeşâu bi kudretih
ve yahkümü mâ yüridü bi izetih

Okuyup Abdülkadir Geylânî (kuddise sırruhu'l-âlî) Efendime hediye edin. Cuma sabahı ise hediyeden sonra ayağa kalkıp himmet için tazim ile üç adım atarak dileğinizi söyleyin…biz yaptık muradımıza kavuştuk. Sizlere de nasip olur”

 

Ruh Eşinin Mükemmel Uyumu

İnsanlar ruh eşinin mükemmel uyum olduğunu düşünür ve hemen hemen herkes onu bulmak ister. Fakat, gerçek ruh eşi; seni hayattan geri koyan şeyleri gösteren bir ayna, seni hayatını değiştirebileceğine dair farkındalığa kavuşturan kişidir. Gerçek ruh eşi muhtemelen hayatın boyunca tanıyıp tanıyabileceğin en önemli kişidir. Tüm duvarlarını yıkar ve seni hayatın içinde uyanık tutar. Ruh eşinin amacı; seni bir güzel sarsmak, egonu biraz yıkmak, sana engellerini ve bağımlılıklarını göstermektir. İçeri yepyeni bir ışık sızabilsin diye kalbini biraz olsun kırmaktır. Sana, hayatına dair kontrolünü öyle kaybettirir ki değişimin kaçınılmazdır. Elizabeth Gilbert..  

 

Bu Yalnızca Sitem

Vurgun yemiş misali gönlüm tutuldu aşka

Ciğerimden yanıyorum ben bu defa başka

Bu yangın benle ölünceye dek yaşasın varsın

Dünyanın o son günü sen beni arayacaksın

 

Doymadım doyamadım sevmelere seni ben

Kimseyi koyamadım yerine yeniden

Saymadım sayamadım sensiz geçen yılları

Ne inkar ne itiraf bu yalnızca sitem

 

Zannetme bir gün geri dönmek değil niyetim ah

Hasrete teslim oldum asla gelmeyeceğim

Bu yangın benle ölünceye dek yaşasın varsın

Dünyanın o son günü sen beni arayacaksın

 

Doymadım doyamadım sevmelere seni ben

Kimseyi koyamadım yerine yeniden

Saymadım sayamadım sensiz geçen yılları

Ne inkar ne itiraf bu yalnızca sitem

 

Söz: Aysel Gürel

Müzik: Onno Tunç

 

Ben sana hala aşığım

Gözlerimin etrafındaki çizgiler

Artık belli oluyor

Bütün o çizgiler son bir yılda oldu

Sana, bana, bize ağlarken

Ben leyla olmuşum kimin umrunda

Mecnun çoktan gitmişken

Bu ne garip bir yangındı böyle

Sen söndün ben yanarken

Peki ben neden hala böyleyim

Neden hala geçmişteyim

Belki de

Ben sana hala

 

Aşığım...

İşte tam burda karşındayım

Ya şimdi tut elimden

Ya da bir daha sözetme özlemekten

Ben sana hala aşığım

İşte tam burda karşındayım

Ya şimdi tut elimden

Ya da bir daha sözetme özlemekten

Çok çok çok karışığım zaten...

Ruhum iki ucun arasında

Gezinip duruyor

Bugün zaman akmasın dursun

Ben içinden geçeceğim

Ama neden, neden hala böyleyim

Neden hala geçmişteyim

Belkide

Ben sana hala aşığım

Aşığım...

İşte tam burda karşındayım

Ya şimdi tut elimden

Ya da bir daha sözetme özlemekten

Ben sana hala aşığım

İşte tam burda karşındayım

Ya şimdi tut elimden

Ya da bir daha sözetme özlemekten

Çok çok çok karışığım zaten...

Aşığım...

İşte tam burda karşındayım

Ya şimdi tut elimden

Ya da bir daha sözetme özlemekten

Ben sana hala aşığım

İşte tam burda karşındayım

Ya şimdi tut elimden

Ya da bir daha sözetme özlemekten

Çok çok çok karışığım zaten...

***.

 


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar