Yazılmışlar 23
HANGİ
Allah, kendi ve kulları arasında arasında bir bağ ve iletişim kurdu.
Karışmayanlar. Karışanlar
Bunu yaparken iki denizi biribirine karıştırmadan yaptı. Karışmayanlar
arasındaki bağı çok kuvvetli gösterirken, karışanları zayıf yaparak bir
paylaşım var gibi göstermiş olsa da bu karışma gibi gördüklerimizde yine
karışmamıştır.
Uzay bu karışma hikayemize ışık tutabilir. Yıllardır dünya, güneşine tabii
iken bulunduğu yerinden bir milim sapmadığı gibi, ay da aynı yolu izlemektedir.
Sormak gerekiyor.
Bu bağ için aşk mı, sevgi mi yıksa olması takdir edilen bir
kader mi…demeli.
Yoksa başka bir şey daha mı var?
Aşık veya seviyor, varamıyor…uzaklaşamıyorda…
Burada kendini gösteren yüce kuvvet… nasıl adlandırılmalı.
Öylesine oldu demenin bir manası yok…
Bağlar ve bir netice… Şimdi olandan bir değişimin oluşunu takdir
ettiğimizde az ve çok herşey birden bozuluyor. Bu bağlar ile olan bir
silsilenin birleşmesi ve ya ayrımı kıyamet gibi… dehşetinden korkmak gerekiyor.
Kadın ve erkek arasında olan birleşik bağ ilişkisi sonuçta bir izin
verilmiş bağdan öte ilahi birleşmenin yaratış izni mi?
İki deniz biribirine bu denli yakın olmazdı.
Antik Yunanın çok tanrılı fikir hayatı, bu bağların izahi için
geliştirilmiş olması gerekiyor.. Onlar aralarındaki ilişkiye düzen vermek için
ve düzen için uğraşıp didinmişler. Sonuçta bir buldukları şey, bulamadıkları o
şey olmuş.
O şey…
Şimdi bir düşünce nihayeti olarak aşka verilen kıymet ve yapılan izahlar
bir şeyin hala ötede olması gerektiğini söylüyor.
Aşktan sonra ne var?
Evet aşktan sonra ne var?
Bu işin sonu aşk değilse, daha bir başka bir hakikat olmalı.
Eğer aşk nihayet olsaydı aynı gönülde sınıflara ayrılmış binlere varan
çeşit bulunmazdı. Aşkı üst terim olarak görmek buna kafi gelmeyecektir.
Bizler aşkı bir yok olma ve karışma olarak anlıyor olabiliriz.
İki denizin birleştiği yerde karışmadan duranlar bize neyi haber veriyor?
Şu olduğu bu olduğu üzerine kafa yormaya gerek yok.
Dünya ortada, güneş ve ay da yanında beraber , bunu bir düzen ve ahenk
açıklayayız.
Biri düşünün yüksek zevklerin en zirvesinde bulunmayacak kadar her şeye
kavuşmuş. Ama bu yer sadece yok ve hiçlik ile açıklanamaz. Bunun bir izahi
olmalı…
Şimdi fıtrat gereği olarak sevgimizi bir kategoriye koyamadığımız, duygusal
bir halimiz var. Ancak bu kalbin içine birçok sevgilerde dolmakta ve birbirine
değmemekte… bunu ilahi planda açıklamak kolay. Herkes Allah'ı sever. Bu
sevgiler Allah için bir sorun ve karışma oluşturmaz. Fakat bir kul
olarak, aşk planında birbirine değmeyen onca sevgiyi taşıdığımızı düşünürken, bulunduğumuz
bu etkileşimde, ayrışım yapmaya çalıştığımızda bir sorunda görünmediğine göre,
bu bağı sırf bir aşk hakikati ile çözemeyiz.
Dualitede bir tercih arasında gidip gelirken, eşit olanlar arasında
tercihin yapılacağı konumda, ilk ve diğerinden ayrılma faktörünü seçerken bir
açmaza düşüyor olacağımız kesin. Ancak ilâhi makamda bu tür bir ayrılma ve
parçalanma yok. O ne yaparsa doğrudur. Bize doğru inilince biz ne yaparsak
yanlış oluyorsa, aramızdaki ilişkilerin bir seviyesinde söylenmeyen o noktayı açmamız
gerekiyor.
Biz neyiz? Bunun cevabında başarılı olacağız. Ancak karşımızdaki kim veya
ne?
Bütün şartlar açısından bakmaya başladığımızda bir cevap bulacağımız kesin.
Şimdi kendiniz ve karşınızdaki, dolayısıyla öteki…paylaştığımız hayatta ne
konumda?
Bu düşünceler ile bizim olmamız gereken yeri bize bildiren bilgiler ve
sonuçları hakkında daha çok düşünmemiz gereken konular var.
Şu an ki halimiz ve biz neyiz…
Aşktan sonra ne var…
İhramcızâde İsmail Hakkı
http://gercekdersnotlari.blogspot.com.tr/2014/11/hayvanlarn-cogu-cok-zekidir.html
KINAYAN DA KINANACAKSA -İNCEL AMA KOPARMA
Nerden geldi bu iptila
Düşmez kalkmaz bir Allah'dı.
Kul mul dinlemez zalim insan
Eline düşene vurmaz mı
Haklısındır geç hakkın canına
Ver cezayı fakat rezil etme
Hakkı vermedi sana.
"Eğer Allah insanları kazandıkları (günâhlar) yüzünden (hemen) muâhaze
(azarlasaydı) etseydi (yerin) sırtında hiçbir canlı mahluk bırakmazdı. Fakat O,
bunları belli bir müddete kadar geciktiriyor. Nihayet vakıtları gelince
muhakkak ki Allah kullarını hakkıyle görücüdür."
[Fatır, 45]
Hz. Şeyh Abdülkadir Geylâni kıyamette
Niyaz etti:
“Ya Rabbî
hesap günü beni kör haşr eyle;
Beni iyi bilen dostların önünde mahcup kılma.
Onlar beni görsünler,
fakat ben onları görmeyeyim”.
Hakk üstüne iki azap birden yazmaz kuluna
Ey günahların içinde boğulmuş insan,
Cinsin sana acımaz
Kim yardım edecek diye etrafına bakınma
Günahına ancak Settar olur Yaradan.
Eflâkî, Şems’in şehâdetine sebeb olanlara
uyduğu için, Mevlânâ’nın, onun cenazesine gelmediğini, namazını kılmadığını
rivayet eder (II, s. 686, 766).
Sultan Veled, bir
gün Mevlâna'nın oğlu Alâeddin’in kabrine ziyarete gittiği zaman,
«Senden yalnız ihsan ıssı umarsa, peki,
suçlu nereye sığınsın»
metninde arapça bir beyitle,
«Ey kerem ıssı, sen, yalnız iyi kişinin yaptıklarını
kabul eder, yalnız onu yarlıgarsan, peki, aşâğılık kişi, suçlu kişi, nereye
gitsin de ağlasın inlesin» metninde farsça bir beyit yazdığını söyler (I, s.
523). [1]
Ey kınayıcı ve ey günahkâr
Hikmetin kapısını arala.
Günahtaki ince çizgiyi unutma.
Ey kınayan kınadığına bir daha bak
Şefkatli Peygamberimiz buyurdular :
“Günah yapana zarar verdiği gibi karşısına da zarar
verir.
Korkutsan başına dert olur,
Razı olsan ortak olursun,
Söylesen gıybet olur,
Ayıplasan başına gelir”
Ey dünya neden bizi bu kadar zorluyorsun,
Keşkeye günah dediler diye susuturuyorsun
Feryadımdır hakkım
Toprak olsaydım ile de bu işler bitmiyor.
Gözyaşıma ortak yine bir Allah'ım var.
İhramcızâde İsmail Hakkı
Not: [1] Bu beyit, «Mesnevi» nin ikinci
cildindedir (Keşf-al Abyât’lı Mesnevi; Tehran — 1299 h. s. 112, satır. 24).
«Mesnevi» nin ikinci cildine 662. de başlandığına göre Mevlânâ, bu beyti,
oğlunun mezarına, onun ölümünden iki yıl sonra yazmıştır.
[ MEVLÂNÂ CELÂLEDDÎN – MEKTUPLAR, Türkçeye
Çeviren Hazırlayan : Abdülbakıy GÖLPINARLI, 1963, İstanbul Sh: 220]
Francesco Clemente
İnsan, doğuşundan, ölümüne yolculuk
yapan…
gizemli yolcu.
Gitmesi gereken yolu, çıkılması gereken
merdivenleri var.
Kolay mı, dünyaya çıplak olarak geldi…
Diyorlar…nefis hayat merdivenleri
Bir çıksa, nihayetine ulaşsaydı
-belkide çıkmak için gayret gösterseydi…
Hangi merdiven basamaklarına engel
koyacaktı ki…
Çıksaydı…
Kendini bulsaydı…
Bununla kalmaz ötekilerini de varırdı.
Fakat birçok insan bu yolculuğa hiç
başlamadı… habersizmiş gibi.
Kendimiz.
Her şeyle olan kendimiz… kaderiyle
başlıyor ve bitiyor.
Öteki
Sevdiğimiz veya kızdığımız …
O/onlar, hiçbir zaman değişmeyecek ve değiştiremeyeceğiz.
Bir şansımız var…
Kendimiz ve değişebileceğimiz.
Ayrıcalıktır, bir yol göstereni bulmak
Fakat onunda gücü bizimle.
Nice emek sarf edilen insanlar var.
Onlar, anlamak yerine, inkardadır
gayretleri…
Olsun…
Öteki, bize yol gösteren.
Lokman hekimin dediği gibi…
“İyi olmayı nerden öğrendiniz”
“Ötekilerin yaptıkları hatayı
yapmamakla” demişti.
Her an bir şeyler öğreniyoruz.
Bakıyoruz… sevdiğimiz dünya tatlısı
Biricik insan…
Sıkıntılı…
-hayatta şansız olanlar var, demek yetiyor
mu..
Korkularıyla üzüntüleriyle hala ayakta…
Diyorsun ki, kendine..
” Hayat ona biraz sert davrandı.
Şükret haline
Bunların hiçbirini gördün mü…“
O insanüstü,
Hayran olduğumuz kıskandığımız …
Sonra kendimize dönüp, şanslı
olduğumuzu düşünüyoruz.
Sevdiğimiz kıymetli insan,
çok kişiden daha iyi kalpli ve yetenekli …
Nedenler ve niçinlerimiz… cevapsız
kalıyor…
Yine kendinize bakıyoruz.
Meğer üzerimize kalın
bir perde çekmişiz.
Onun üzerinden hayata baktığımızı
görüyoruz.
Kaldırın ve içinize bir daha bakın:
“Bunları görmek için, ne engel oldu”
Geç kaldığımıza üzülüyoruz.
Basitliğe indirgediğimiz hayatımızı ve
düşüncemizi görünce…
Fazladan hayallere daldığımıza…
Ah… göremediğimiz güzellikler…
Ne çoklar.
Şanslıyız… geç kalmadık.
Bir silgi bulalım…
Sileceğimiz ve yeniden yazılacak, gizemli
güzelliklerimiz var.
Şimdi merdivene çıkma zamanı…korkmayın.
Ayağınız kayacak olsa da… içinizden dışarı
düşmeyeceksiniz …
Havaya atılıp, ana kucağına düşerken
kahkaha atan… bir bebek saflığıyla… tekrar…
Kendimizi tanımaya çalışalım, ulaşmamız gereken
konuma varalım.
Gördüğümüz ne olursa olsun,
karşılaşacağımız şey..
Nefis merdivenin
başında sevdiklerimiz
Bizi biz yapan olacağından… mutlu
olacağımız kesin.
Kavuştuğumuz ise aynada gördüğümüz gibi,
yine kendimiz.
İhramcızâde İsmail Hakkı
İNSANLAR KADİR GECESİNİ ARIYORLAR
İnsanlar kadir gecesini arıyorlar…
Dündü mü!!!… bugün mü!!!…. diyorlar!
Kulların ibadetleri cennete götürecek olsaydı başta
Azâzil cennete giderdi.
Bizleri, sevgimiz, aşkımız ve Yüce
Dostumuzun rahmeti yanına alacaktır.
Allah’ım bizi sevsin.
O sevmedikten sonra ne yaparsak yapalım…değişen ne
olacak ki?
Şeytan, bugüne kadar bütün kadir gecelerini meleklerin
hallerine bakarak biliyor/bildi…
değişen neyi oldu?
Bir gönüle girmedikten sonra…
Gönülden düşene ahlar olmaz mı?
Sevgi karşılığı, O’nun Yüce Şanına saygı duymayı
bilemedikten sonra
Hz. Rasûlu’llâh salla’llâhu aleyhi ve sellemin
yapmadığı bir şeyi yapmak…
“Arayınız” emrine muhalefet etmek…
Ne olur?
Cennete girecek amelimizi O’nun aşkına kurban
etmedikten sonra
Bir gece fazladan kulluk etsek…
Ne olur?
Dostsuz cennetine varsak …ne olur?
Hadi biz Kadir Gecesini bildik… bir fazlalık… ne olur?
Ayrıca şu gün deyip insanları bilerek veya bilmeyerek
aldatmak…
Onların her geceyi ibadetle geçirmesine engel olmak…
Bazı insanlar gece geçmiş veya gelecek diye başka
günleri ibadetsiz geçirmesine sebep olmak…
Şeytanlar Ramazan ayında bağlıda…
Bu keramet tellalları hangi sınıfa giriyor
bilemiyorum.
Her şey bu kadar basit mi?
Her gece kadir demez miydik… eskiden
İhramcızâde İsmail Hakkı
GİTTİĞİMİZ YOLUN SONU ŞİMDİDEN GÖRÜNÜYOR
Son dönem düşünce ve yazım dünyasında
dikkat çeken bir büyük ayrıntı, çok bilmiş, karnı tok insanların ötekine
saldırganlığı ve sefih durumlarıdır. Açlık denen –şimdi Afrika var deniliyor,
onun bilgisi de yardım kuruluşlarının propaganda niyetine
hazırladıkları-milleti sömürmek için hazırladıkları medyatik bilgiler dışında,
dünyada geniş bir biçimde şımarık ve azmış bir insanlık ahvalinin geleceği için
bir öngürü olarak, şunu söyleyebiliriz.
İnsanlar yakın gelecekte açlık ve kıtlık ile karşılaşacaklar.
Açlık ve kıtlık insan dünyasını terbiye
eden ve onun varlığını küçülten bir unsur. O başladı mı, -tanrı varmış ve
yokmuş, şu din hakmış değilmiş kimsenin umurunda kalmaz.
Sadece yaşayacağı bir ekmeğin peşine
düşmek vardır.
Anlaşılan bütün dünya bir kıtlığa doğru
yavaş yavaş itilmeye başlandı. Nasıl ki Orta Asya’dan insanlar kıtlık yüzünden
dünyaya dağılıp çıktılar ve kurulu düzenler değiştiyse, bir yerlerde başlayan
gerçek açlık ve kıtlık dünyaya çabucak dağılacak. Teknolojideki ilerleme ise bu
kıtlığa engel olamayacak. Sonuçta bütün ilkeler, dinler, düşünceler ve irfan;
kıtlık ve açlığın karşısında kaybolup gidecek. Bu nedenle bazı şeyler
konusunda hakkı söylemek ve doğru yolu bırakmamak gerekiyor.
“Kim de beni anmaktan (indirdiğim
kitaptan) yüz çevirirse, şüphesiz ki onun için sıkıntılı bir geçim vardır,
Kıyamet günü onu kör olarak haşrederiz.” Ta-Ha, 124
Bu ayet bize çok şeyi izah edebilir.
Körleştiğimiz dünyamızda yoksulluğun getirisi saldırganlaşan hakkı görmeyen
insan tipi. İnsanlar hasbelkader hangi dinden gelirse gelsin, kendine mahsus
diniyle alay ediyorsa ve insanlığın bulduğu temel ilkelerden doğru ve adaleti
ihlal ediyorsa, açlık ve kıtlık muhakkak gelecektir.
İnanç ve iman insanın kendisine dahi
doğru ifade edemediği bir özelliğidir. Mesela bir insanın-pagan dahi olsa,
dinine yapılan saldırı onu ilkesinden döndüremediği gibi daha fazla meylini
artırdığına göre paylaşamadığımız dünya bize bir gün bize sırtını çevirecektir.
Dünya için güzel bir bakiredir,
denilir. Ancak bir kimse ile gerdeğe girmediğine göre, bulunduğumuz
saldırganlık ve çok bilmişliğimizden bir an önce sıyrılmamız gerekmektedir.
Servetin tekelleştiği bir dönemde yüzlerce
arabası olan bir adam kaç tanesine binecektir. Aç iken oturduğumuz
sofradan kaç kap daha fazla yiyebileceğiz ki?
İçimizdeki dünya sevgine mahkûm olmamış
birkaç insanın –sayısı her gün düşüyor, nereye kadar engel olacağını tahmin
edemeyiz. Bizler görmesekte çocuklarımız açlığın pençesine düşecek görünüyor.
Sarhoş olduğumuz dünyanın metaını
kucaklamaya bırakıp uyanık olmalı ve adaleti her bünyede tesis etmeye
çalışmalıyız. Bunun ilk uygulaması da kendi nefsimizle alakalıdır. Biz
kendimize ve hayatımıza karşı ne kadar adil olabildik.
Maalesef, cevaplarımız pek olumlu değil.
İnsanlar beklenen kıyameti kainattaki
galaksilerin yok olması olarak düşünüyorlar. Aslında günahkar insanoğlu
yüzünden bir güneş siteminin yok edilmesi gerekmediği aşikardır. Denirse ki
Kur’ân-ı Kerim ve hadisi şeriflerde gelen felaket haberleri verilmiştir. O halde
yorumlamada hatalar yaptığımızı dikkate almamız gerekmektedir.
Kıyamet manzaraları Kur’ân-ı Kerim’de en
bariz şekilde Kuvvirat Sûresinde anlatılır. Elmalılı Muhammed Hamdi
Yazır, Kuran’ı Kerim Tefsirinde İmam Ahmed, Tirmizî ve Hâkim’in İbnü Ömer
(radiyallâhü anh)’den rivayet ettiklerine göre Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve
sellem şöyle buyurmuştur:
“Her kim Kıyamet gününe gözüyle görüyormuş
gibi bakmayı arzu ederse ve sûrelerini okusun.”
Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin
kıyamet için bildirdiği haberlerin gerçek manasını anlayabilmek için peygamberler
dilini bilmek gerekir. Mesela Kuvvirat Sûresinde bahsedilen olayların
siyak ve sebak ilişkisine baktığımızda olayların birbiriyle tam bir örtüşme
sağlayamadığını görürüz. Zahiren olaylar anlatılan şekilde olabilir. Fakat
bilim ve teknoloji geliştikçe bu bilgilerin muhteviyatına yeni yorumlar
getirmek gerekir, diye düşünüyoruz. “Güneşin Dürülmesi İle Yıldızların
Bulanması(dökülmesi) ayetleri ile mallar ve Vahşi Hayvanların
Toplanması arasındaki bağıntıda alakasız bir durum
görünebiliyor. Kur’ân-ı Kerim’de boş ve manasız sözler bulunmadığına
göre, bu ayetleri okuyunca ve tevil manaları artırınca bir çok farklı durum
akla gelebilir. Kıyamet olarak hayal ettiğimiz şey, bir felaket zincirinden
çok, olası bir değişimin temelini ortaya koymak olacağıdır. Allah Teâlâ’nın
Âdem aleyhisselâmı 7000 yıl önce yarattığı rivayetini, 5 milyarlık dünya yaşı
ile birleştirmek istediğimizde, birçok zorlamalı manalar vermek zorunda
kalıyoruz. Bu meyanda aşağıda sizlere aktaracağım metinler, bu konuda
düşüncenizde çığır açacağını gösteriyor, diyebiliriz.
Felaket senaryoları ile süslediğimiz
kıyamet olgusu, İnsan hırsının ulaşabileceği en son noktaya bir örnektir. Bu
yazı, ateistlerin hoşunda gitmese de zalim ve kötü olanın insanoğlu
olduğunu bir kez daha gösterecektir.
İnsanoğlu Allah Teâlâ’yı gazaplandırıp
günahına bedel ve ortak olsun diye, neden bütün kainatın kendisiyle beraber yok
olması, fikri ile beslenir ki?
İnsanoğlu kötü oynadığı filmin finalini
muhteşem mi istiyor?
Allah Teâlâ aldanmayacağına göre,
insanoğlu bir yerde hata yapıyor.
Onu bulmamız gerekmektedir.
İhramcızâde İsmail Hakkı
AKRABALIK HUKUKU HAKKINDA
O gün, kişi kardeşinden, annesinden, babasından, karısından ve
oğullarından, kaçar. (Abese 34-36) O gün bunlardan herkesin kendine yeter bir işi (derdi,
belâsı) vardır. (Abese, 37)
Kur’ân-ı Kerim’de Allah Teâlâ bu ayetle bize şunu açıkça izah ediyor. Dünya
hakikatiyle bir imtihan yeri. Çünkü hesap zamanı birbirinden kopan kan bağı
hesaptan sonra da birleşmeyecektir. Yani cennette insanlar dünyanın bir
devamını değil başka bir hayat yaşayacaklardır. Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi
ve sellemin buyurduğu bu hadis bize kesinlik ifade eder.
" ‘Bütün sebepler / bağlar, [Zehairu’l-Ukbâ, s. 168;
Târîhu’l-Hamis, 2, 284] nesebler (soylar) ve sıhrıyetler
kesilmişlerdir; ancak benim sebebim, nesebim ve sıhrım hâriç” [Zehairu’l-Ukbâ,
s. 168; Târîhu’l-Hamis, 2, 285]
Ahiret konusundaki bu inceliği farkeden Hz. Ömer radiyallâhü anh kendini
garantiye almak zorunda olduğunu bilmiş, Hz. Ali kerrma’llâhu veçhe den kızını
istemiştir.
Bizim buradan çıkaracağımız ders Ehl-i Beyte karşı yapacağımız hareketlerde
dikkatli olmamız gerektiğidir. Hiç olmazsa dünya için onlara eziyet
etmemeliyiz. Ahiret hayatı karşılığı olan bu dünya hayatı insan için önemli bir
geçiş noktası olduğunu unutmadan yaşamalıyız. Dünyada insana bağışlanmış olan
imtiyazlar ahiret için çok az verilmiştir. Konu hakkında düşünürseniz, dünya
kısalığı kadar sonsuz ahirete bedel olan durumu olmasa idi, Allah Teâlâ karşılık
olarak göstermezdi. Cennet ve cehennem tercihi insana aittir.
(Alıntı)
Hz. Ömer'in, Ehl-i Beyt'le Akrabalık Arzusu ve Hz. Ali'in Kızı Ümmü
Gülsüm'le Evliliği:
Hz. Ömer'in (radiyallâhü anh) hayatındaki bu hadise,
onun Ehl-i Beyt sevgisini gösterir. Hz. Ömer (radiyallâhü anh)
halifeyken, bir gün, Hz. Ali'den (kerrma’llâhu veche), kızı Ümmü Gülsüm'ü
(radiyallâhü anha) istedi. Hz. Ali kerramallâhu vecheh,
- “O küçüktür" dedi. Bunun üzerine Ömer (radiyallâhü anh),
- “Hayır. Vallahi, bu bir şey değil; fakat sen beni engellemek
istiyorsun" diye konuştu ve devamla, “Eğer gerçekten dediğin gibi (çocuk
/ sabî) ise onu bana gönder" diye ekledi. [Diyârbekrî,
Târîhu’l-Hamîs fî ahvâli enfesi nefîs, II, 284; Muhibiddin Ahmet b.
Abdullah b. Muhammed et-Taberi el-Mekki eş-Şafii (615-694
Hicri), Zehâiru’l-Ukbâ, s. 168]
Aslında, Rasûlullah'ın (s.a.v.) vefatından önce dünyaya
gelen Ümmü Gülsüm, gerçekten küçüktü. [Zehâiru’l-Ukbâ, s.
169; Abdulvahhab en-Neccâr; el-Hulefâu'r-Râşidûn; Beyrut, 1986, s.
68] Bu evlilik Hicrî 17. yıl'da olmuştur. Hattâ, bir rivayette,
kendisinden, "O, o zaman bir kız çocuğu idi" diye söz edilir.
Hattâ, Mescid-i Nebevî'de sonucu bekleyen Hz. Ömer'e yanındakiler,
- "Ey Mü'minlerin Emîri! Ondan ne istiyorsun? O küçük bir kız
çocuğudur" demişlerdi.
Ümmü Gülsüm'ün küçüklüğü bir yana, Hz. Ali onu, Tebük'te
şehid olan kardeşi Câfer-i Tayyar'ın öksüz oğluna vermek istiyordu.
Hz. Ali, evine geldi. Ümmü Gülsüm'ün eline bir
hülle (elbise) verip,
- "Bunu Emîru'l-Mü'minîn'e götür, ona şöyle söyle: 'Babam
sana, bu elbiseyi nasıl buluyorsun, diyor de" diye onu gönderdi. Çocuk
yaşta olan Ümmü Gülsüm, hiçbir şeyin farkında değildi.
Elbiseyi Hz. Ömer'e getirerek babasının dediklerini tekrarladı.
Bunun üzerine onun izarından (kolunun ön kısmından) tutunca, Ümmü
Gülsüm kolunu çekti. Bu husustaki ibare-ifade şöyle: “Fe-ehaze
Umeru bi-zirâiha fe’c-tezebetha minhu”. [Zehairu’l-Ukba, s. 168;
Târihul Hamis, 2, 284]
Ümmü Gülsüm, Halife’ye kızmıştı. Hz. Ömer ise,
- "İffetli ve şerefli birisi" dedikten sonra, "Git,
ona (babana) şöyle de: O ne güzel ve ne cemâllidir. Vallâhi o,
senin dediğin gibi değildir."
Bunun üzerine Hz. Ali, onu Hz. Ömer'e (radiyallâhü
anhuma) nikâhladı. Mevzu hakkında birbirine benzer farklı rivayetler de
vardır. Zehebî'ye göre, Hz. Ömer, Ümmü Gülsüm'le
Hicrî 17. yıl'da evlenmiştir. Mevzuyu bütün rivayetlerle ele almak ve tartışmak
sözü uzatacağı için diğer nakilleri almıyoruz. [Geniş bilgi için bkz.
Tarîhu’l-Hamîs, 2, 284; Zehâiru’l-Ukbâ, s. 148-170; el-Hulefâu’r-Râşidûn, s.
68]
***
Aslında Hz. Ömer'in, Hz. Ali'nin kızıyla
evlenmesinde gayesi başkaydı. O, Ümmü Gülsüm'ü isterken, bir rivayete göre,
"Ey Ebe'l-Hasen! Onu benimle evlendir. Çünkü mutlaka ben, ondan hiç
kimsenin beklemediği bir kerâmet (değer) ve şeref gözlüyorum"
demişti.
Ümmü Gülsüm'le alacağı değeri/kerameti de Hz. Ali'ye,
"O küçük olursa olsun" deyip şöyle açıklamıştı: "Ben
Rasûlullah'tan (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle derken
işittim: ‘Bütün sebepler / bağlar, [Zehairu’l-Ukbâ, s. 168;
Târîhu’l-Hamis, 2, 284] nesebler (soylar) ve
sıhrıyetler kesilmişlerdir; ancak benim sebebim, nesebim ve sıhrım hâriç” [Zehairu’l-Ukbâ,
s. 168; Târîhu’l-Hamis, 2, 285] diye açıklamıştı.
Bir başka rivayette de şu ilâve vardır: ‘Ben de, benimle Rasûlullah (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) arasında bir sebep ve sıhr (kız alma) yoluyla
akrabalık oluşmasını istedim." [Zehâiru’l-Ukbâ, s. 169]
***
a) Hz. Ömer, neseben Ehl-i Beyt'ten değildir; hiç olmazsa sebeben/kız alma yoluyla,
Kıyamet Günü’nde Ehl-i Beyt'le ve Rasûlullah Efendimizle (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) bir bağı olsun istemektedir.
b) O, Rasûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) soyuyla
irtibata ve yakınlığa azamî derecede isteklidir. Onun Ümmü Gülsüm'le
evlenmesi başka bir sebepten değildir; küçüklüğü ve onunla evlilik münasebeti
geri plândadır. Hattâ, Hz. Ali’ye, “Gerçekten ben, yanımda
Rasûlullah'tan (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bir uzuv(organ) olmasını
istiyorum" [Rasûlullah, “Fatıma benden bir et parçasıdır”,
buyurmuştur. Ümmü Gülsüm de ondan olduğu için, Rasûlullah’tan bir parça olarak
kabul ediliyor.] diyerek onu istemiş; Hz. Ali, “Bende ancak (Fâtıma'dan
olma) Ümmü Gülsüm var; o da küçük hâldedir" deyince, Hz.
Ömer, “yaşarsa büyür”, demiştir. [Zehâiru’l-Ukbâ, s. 169;
Târîhu’l-Hamîs, s. 284 vd.]
O, Kıyamet Günü için yanında bir sebep ve Rasûlullah (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) soyundan bir uzuv / et parçası olsun istemektedir. Sebep:
Hurma gibi ağaçlara çıkmak için elde bulunan "habl / ip"dir.
Kendisiyle bir şeye ulaşılan her vesileye sebep denir. [el-Müfredât, s.
220] Mârifete vesile olan her şey de sebeptir. Ümmü Gülsüm de, Hz.
Fâtıma'nın kızı ve bir "seyyide" olmakla Kıyamet'te Rasûlullah'a
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) ulaştıran, onunla irtibata sebep olan bir vesile
olacaktır. "Zerî'a" da sebep mânâsına gelir. Nitekim, İmam
Şâfî (rahmetullahi aleyh) de, Ehl-i Beyt sevgisini
dile getiren bir şiirinde, “Âl-i Nebî benim sebebim / ipimdir. Hem onlar
beni ona / Rasûlullah'a bağlayan bir vesilemdir" [el-Müfredât,
s. 220] diyerek aynı mevzuya parmak basmıştır.
***
Hz. Ömer'in bu evlilik hadisesi de, Rasûlullah
Efendimize (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ve Ehl-i Beyt'e sevgi
ve saygısına büyük bir delildir.
Ümmü Gülsüm'le nikâhlandıktan sonra, Hz. Ömer (radiyallâhü
anh) Mescid-i Nebevî'de Muhacirîn ve Ensâr (radiyallâhü
anhum) ile otururken,
- “Beni tebrik etmiyor musunuz?" demişti. Oradakiler,
- “Seni neden dolayı tebrik edelim yâ Emîra'l-Mü'minîn?" diye
sordular. O da,
- "Ali'nin kızı Ümmü Gülsüm'le..." diye cevap verdi.
Hz. Ömer, sonra da Kıyamet Günü bütün sebeplerin
ve neseblerin kesilmesiyle ilgili hadis-i şerifi zikrederek,
“Ben de Rasûlullah'la aramda bir sebep / sıhrîyet ve neseb olmasını çok
sevdim ve istedim, sevginin gereği olarak çok arzuladım" [Hâfız
Muhibbüddîn et-Taberî, Zehâiru’l-Ukbâ, s. 168] dedi. Bunun
üzerine oradakiler kendisini tebrik ettiler... Hakikaten, Ehl-i Beyt'le
olan akrabalık bağı / ilişkisi onu çok sevindirmişti.
İslâm irfanında (örfünde / kültüründe), seyyide ve şerifelerle
evliliğe, bahusus bu hâdise sebebiyle çok rağbet gösterilmiştir. Nitekim Celvetî şeyhi
büyük âlim-ârif İsmail Hakkı Bursevi hazretlerinin [Bkz.
Ruhu’l-Beyan, 1, Terâcim-i ahvâl] ve sair tasavvuf büyüklerinin de,
şeyhlerinin-mürşidlerinin kızlarıyla sair yakınlarıyla benzer evlilikleri
olmuştur. Ümmü Gülsüm'den, Hz. Ömer'in Rukiyye adlı
bir kızı ve Zeyd adlı bir oğlu oldu. Çocuklar çok
yaşamadı. Hz. Ömer'in vefatından sonra (H. 23. Yıl/M. 644) Ümmü
Gülsüm'ü, amcasının oğlu Avn b. Câfer aldı. Çocuk
bırakmadan ikinci kocası ölünce, yine amcasının oğullarındanMuhammed b.
Câfer'e vardı. Ondan bir kızı oldu. Onun ölümüyle de, Abdullah b.
Câfer'le evlendi. Bununla nikâhlı iken ve son kocasından çocuğu olmadığı
hâlde vefat etmişti. [Zehâiru’l-Ukbâ, s. 170; el-Hulefâu’r-Râşidûn, s.
103; Mes'ûdî, Mürûcu’z-Zeheb, II, 353; Doç. Dr. Murat Sarıcık, “Hz. Ömer'in,
Ehl-i Beyt'le akrabalık arzusu ve Hz. Ali'nin kızı Ümmü Gülsüm'le evliliği”
başlıklı makalesi] https://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/993-hayatu-s-sahabe.html
ELLİ VAKTİN ECRİN EYLER HAKK ATÂ
Modern ilahiyatçılar, miraç hadisindeki namaz vakitlerinin düşmesini alay
konusu ederek yorum yaparlar. Beş’e kadar inişini düzmece olduğunu rivayet
ederler. Sormalı, ehl-i Kitabın elli vakti nasıldır? diye bir açıklama gözünüze
ilişti mi? Yok…
Bir okumada bu hadisi görünce elli vakit ve beş vaktin ne olduğunu anlayacaksınız.
Rasülüllâh salla'llâhü aleyhi ve selleme teşekkür etmemiz gerekir.
Hayatımızda günlerin ve yılların sürekli ibadet ortamında olması insanlar nasıl
sıkıntıya uğrattığını anlayacaksınız. Yahudilerin “cumartesi bari tatil olsun
istekleri” bu olmalı. Ancak onlarda buna dayanamayıp ihlal ettikleri, malumdur.
Şimdi bahse konu hadisi okuyalım.
Ezrak bin Kays anlatıyor: "Bize künyesi Ebû Rimse olan bir imam namaz
kıldırdı ve söyle dedi:
Bu namazı yahut bunun gibi bir namazı Hz. Peygamber sallallâhü aleyhi ve
sellem ile beraber kıldım. Ebûbekir ve Ömer, Peygamberimizin sağında, ön safta
idiler. Bir adam namazın ilk tekbirine yetişmişti, arkasından Allah’ın Elçisi
namazı kıldırdı, sonra sağına ve soluna selam verdi, öyle ki iki yanağının
beyazlığını gördük. Daha sonra benim ayrıldığım gibi ayrıldı. O, namazın ilk
tekbirine onunla beraber yetişen adam hemen namaza kalktı. Bunun üzerine Hz.
Ömer ona doğru koştu ve omuzlarından tutup silkeleyerek söyle dedi:
"Otur, Ehl-i Kitab’ı helâk eden şey yalnızca namazları arasında fâsıla
olmamasıydı."
Hz Peygamber, gözlerini kaldırdı ve 'Allah sana doğru söyletti Ey Ömer!'
buyurdu."
[Ebû Dâvud, Salât, 195; Hâkim, Müstedrek, I, 403; Beyhakî, Sünenü'l-kübrâ,
II, 190; Ahmed B. Hanbel, Müsned, V, 368.]
Hz. Ömer radiyallâhü anh boş zamanlarında ehli kitabın eserlerini tedkik
ederdi. Konular üzerinde vukufiyeti vardı.
İhramcızade İsmail Hakkı
GUSÜL, DUANIN/ NAMAZIN ŞARTI MIDIR?
İslam, parçalanmayı kabul etmeyen, ilahi, özünde birlik, bağımsız,
yaşanabilir, huzurlu bir yaşam ve dürüstlük olan kapsamlı, basit bir dindir.
Gusül cinsel ilişkiden sonra, bu bir önkoşul değil, Allah'a dua etmek için
izindir.
Sünni ve Alevilerin ayrıştığı nokta burada başlar. Hz. Muhammed sallallâhü
aleyhi ve sellem “mümin cünüp/necis olmaz” buyurması nedeni budur. Gusül
namazın/duanın şartıdır. Burada dikkat edilmesi gereken husus, bir
Müslüman için verilmiş duasızlık/ibadetsizlik ruhsatı, beş vakitten
ikisi arasında geçen zaman kadardır.
İslam namazın terkine müsaade etmediği için, müslümanın bu kısa zaman
aralığında yıkanması gerekmektedir. Önceden dediğimiz gibi İslami hayat
parçalanma kabul etmez. Dikkatli düşünüldüğünde birbirine girift logolar
tarzındadır. İslam bir bütün olarak yaşandığında mana ifade etmektedir.
İhramcızade İsmail Hakkı
KİLİT İBADET NAMAZ
İslam’da bütün yasaklar ve helaller namaz ibadetini muhafaza için
konulmuştur. Eğer bir Müslüman beş vakit namazını ihlal etmeyecek olsa idi
bütün yasakları aşabilirdi. Ancak mümkün görünmüyor. Kıyamette ilk sorgunun
namazdan olacağı ve hesabını verenin diğer emir ve sorumluluklardan kurtaracağı
rivayet edilir.
Mesela içkinin yasaklanma illetlerine bakıldığında aklın dumura uğraması
ile oluşan kulluk kırılmasıdır.
“Namaza yaklaşmayın” emrine düşmemek bir kulun hedefi olmalıdır. Allah
Teâlâ kullarını kendine ibadet etsinler için yaratmıştır. Çocuklarınıza ve ehlinize
namazı emredin rızık konusunda sorumlu değilsiniz, dolaylı olarak izah
edicidir.
- Ariflerin Menkibeleri adlı kitapta Mevlana ince bir detayı dile
getirmiştir.
- Bahaeddin Veled bölümünün 51. Menkibesinde Bahaeddin Veled Şarap içenin,
köpek, domuz, maymun olacağını söylüyor. Bu hikayeyi Seyyid Burhaneddin’in
önünde anlattı. O da Şeyhim her kim şarap içtiğinde böyle olursa, ona şarap
haramdır, diye fetva verdi. Eğer sen böyle oluyorsan içme, eğer olmuyorsan iç,
onun dediği gibi olmazsın diye buyurdu.
- Ve de Şemsi Tebrizi bölümünün 41. Menkibesinde Fakihler Mevlana’ya şarap
helal midir diye soruyorlar.
Bunun altında da kasıtlarının Şemse dokunmak olduğu yazmakta. Sadece buraya
kadar okunduğunda Şems’in şarap içtiği anlaşılmaktadır.
- Daha sonra da Mevlana içse ne çıkar... diyor ve saçma deliller söylüyor
ardından. Açık cevap şudur ki Mevlana ve Şemseddin şarap içiyorlarsa her şey
ona mubahtır...
Hulasa; müslümanın hayatını namaz dizayn eder. Eğer bir insan içtiğinde bir
vakit namazını kaçırsa ve ömür boyu namaz kılsa onun yerine geçmeyeceğini
bilir. Kaza namazı özür dilemek içindir. Noksanlığın giderilmesi için değildir.
Allah Teâlâ dilerse kulunu affeder, dilerse etmez...Ayrıca, uyku ve
unutmadan dolayı noksanlıklarda kul affa mazhar olmuştur. Namazın
terkinin affı ise yalnız Allah Teâlâ’ya kalmıştır.
Öyle ise bütün kötülüklerin anası içkiden uzak durmak evladır.
İhramcızade İsmail Hakkı
İNGİLTERE’NİN KONTROLÜNDEKİ İSLAM’IN GİZLİ MÜMESSİLLERİ
İleri siyaset ve geleceği kontrol etmekte mahir olan İngiltere, dünya
siyasetini ve yönetimini hala yönlendirmektedir. En büyük düşmanı olarak
gördüğü İslam için kurduğu tuzaklardan biri de, müslümanları içten vuracak elamanları
onlarca yılları kapsayacak olsa da sabırla yetiştirmekte ve vakti gelince
kullanmasıdır.
Bu meyanda Kâzım Karabekir Paşanın bir sözünü hatırlatmak uygundur.
“Erzurum'da yakaladığımız Müslüman olmuş bir Rus casusunu temize
çıkarmak için bir mahalle halkının karargâhıma geldiği zaman hallerine bakıp
hatıratıma şunu kaydetmiştim:
Ey Türkoğlu! Sen pek safsın, seni herkes aldattı. Erdim diyen, döndüm diyen
çemberinden atlattı.” (Kazım Karabekir, İstiklâl Harbimiz, 2/717)
Bahse ait konumuza gelecek olursak, son zamanlarda gündemde Müslüman olmuş
İngilizlerden olan William Henry Abdullah Quilliam isimli
birinin övgüye mazhar biri olarak tanıtılmasıdır.
Aşağıda bilgileri verilmiş tezlerden hayatını en ince detayına kadar
öğrenebilirsiniz. Kendimce dikkatimi celbeden bazı pürüzlerin çok az kısmını
sizinle paylaşacağım. Bu kişinin Metodist Misyoneri olduğu
kanaatini çekinmeden söyleyebilirim. Yıllar öncesinde Ilımlı İslam, diyalogcu
İslam, Reformist İslam…daha fazla artırabileceğimiz tahrif edilmiş bir İslam
dini için hazırlanmış yetiştirilmiş birim elemanı.
Osmanlının Britanya Adaları'ndaki Müslümanların 'Şeyhi' iken,
diğer yandan da Ekim 1899 yılında İran şahı Muzaffereddin Şah tarafından
İran’ın Liverpool Konsolosu olarak görevlendirilmesi garaiptendir. Karmaşık
ilişkilerin en nihâi noktasında Yahudi olduğunu da söyleyen biri için II.
Lawrence demek az bile gelir. Prof. H. M. Leon takma adıyla Jeoloji,
Palaentoloji, Filoloji ve Manx tarihi alanlarında pek çok eseri bulunan birinin
petrol üzerine ve Ortadoğuda diktiği taşlar, bugün başımızın belası olmadığını
kim söyleyemez ki?
İhramcızade İsmail Hakkı
EKMEK YERE KONMAZ
Yemek sofrası konusunda hatırlanacak bazı
hususlar vardır.
Türklerin örfünde yemek sofrası, dizden
yukarı kurulması ve ekmek yere konmaz ve büyük sahanlardan topluca yenir.
Rus-İran kültürü ile Eşarilik ve Şia da
sofra yere kurulur ve herkese aynı yemeği ayrı tabakta verirler...
reçel türü şeyler dahi ayrı servis edilir..İran da Arap dünyasında
bu şekil yeme şekli devam etmektedir.
Türklerin ekmeğe hürmeti nedeniyle Allah Teâlâ onlara cihan hakimiyetini ihsan
kılmıştır.
Bu meyanda ekmek dizden aşağıya konulmayan
bir toplumda fakirlik zuhur etmediği malumdur…çöpe atmak şöyle dursun…
İhramcızade İsmail Hakkı
BÜYÜK ÇAMLICA CAMİİ
Çamlıca Camii, Türkiye'nin İstanbul şehrinde yer alan bir camidir. Çamlıca,
Üsküdar'da yapımına 29 Mart 2013'te başlanan cami, cumhuriyet tarihinin en
büyük camisidir. 63 bin kişi kapasiteli ve 6 minareli cami 57 bin 500
metrekarelik alana sahiptir.
Günümüz itibarıyla polemik konusu olan bu camiinin arkaplanında dikkati
çeken bir hususu dile getireceğim.
İllaki göz aşinalığı TV dizisine bakan vardır içinizde.
Kendimden bahisle bugünlerde dizlerde gördüğüm İstanbul için geniş alan
görüntülerinde “yükselmiş binalar” ve sanki başka yokmuş gibi “Galata Kulesi”
kadraja düşüyor…Mübarek şehrin başka bir tarihi yokmuş gibi…öyleki “ölü bir
şehir”den aktarımlar yapıyorlar..
10 yıl sonra seyredenler, “İstanbul böyleyken böyle imiş” dedirtmek için
gibi. Sonra Balat benzeri sit konumunda bakımsız çöplerle yeksan olmuş yıkık
binalarda çekilen görüntüler de cabası.
Örnek: Yazıyı yazdığım şu saatlerde oynayan “Kadın Dizisi”ni örnek verebilirim.
“İstanbul bu mu” diyecek yirmiyıl sonraki bir izleyici ve çocuk karakterlerde
olduğu için çocukların zihnine sunni aşılama. Gerçekten İstanbul böyle mi?
Camii hakkında sağ ve sol ağız birliği ederek israf diyerek eleştirenler ve
hassaten muhafazakar kesime şunu söylemek istiyorum…”Büyük Çamlıca Camii
İsraftır” diyorsunuz haksız diyemem ama, onu tahammül edemeyenler için başka
dertleri devşirmektedir..
Unutmayın ki Osmanlı Sultanları, İstanbul’a yaptıkları sanatsal
yatırımın zirvesi eserleri Anadolu’ya yapmışlar mı?
Hayır…
Bazı şeyler öyle bir hale geldi ki lüzumsuz derken şimdi elzem oldu…
Her şerden bir hayır çıkaran Rabbim… İstanbul İslamın toprağıdır öyle
kalacaktan başka bir mühri mana çıkarmamız gerekir…
İsrafın azıda, çoğuda aynıdır. Evet…
Serçe bir gün demiş ki, “kırk batman yağım eridi” duyanlar onu alaya
almışlar… Sende mi?
O da “benim ölçümde bana göre” demiş.
Başımızdakiler bizlerin halleri ile hallenmişlerse, önce kendimize bakalım,
bizim israfımız var mı… yok mu?
İhramcızade İsmail Hakkı
HERKESİN HER ŞEYİ VARDA…
Bir mümin abim anlattı.
Geçmiş gün içine bir karanlık basmış…göğsü
daralmış… soluğu eczanede almış.
Tansiyonum mu çıktı acaba demiş.
Olan bir şey yok…
Canı sıkkın vurmuş yola kendini Başvekil
caddesine gelmiş. Orada öğlen ezanları başlamış ama nedendir abdesti varken
dahi camiye girmek istememiş yürümüş sonra Küçük hamamdaki mescidin yanına
varınca öğlen cemaati dışarıya çıkıyormuş…
Bir kalabalık. meğer namazı kılınacak
cenaze var,
cenaze namazı vakitsizdir kıldın
kıldın…kaçmasın bende kılayım diyerek yönelmiş.
Sonra yüksek bir yere biri çıkmış nasihat
eder gibi sesleniyormuş.
Ey insanlar!
Bu cenaze Terzi Abi’nin…
Allah rahmet eyledi…size soruyorum
hepimizin arabaları evleri bir çok dünyalığı var…
Hanginizin fukaraları var…
Terzi abimin fukaraları vardı.. demiş…
Terzi Abi salih mümin abimin can
arkadaşı imiş.
Eyvah dostum bizi bırakıp gitmişte biz
bilmedik o bağını attı zorla getirdi ayağına
Bilir gibi geldik… son davetinde bulunduk
demiş.
Hangimizin fukaraları var Terzi Abi’nin
fukaraları vardı.
İhramcızade İsmail Hakkı
İNSAN’IN SECDE EDİLEN ÂDEM OLMA ARZUSU
[Herşeyden önce İblisin şeytan olmasına neden olan hususu açıklamak
gerekli.
İblis, Âdem’in içinde saklı olanın ne olduğu merakındaki arayış
idi. Bir türlü anlayamıyordu…Âdemde gizli olan/sırlanmış şeyi. Tanrının
“Halifem” demesinin nedenini. Meşhur secde olayından dolayı isyan ettikten
sonra Tanrı huzurundan kovuldu ama cennette idi.
Sürekli neden ve nasıl oldu…bu düşünce içinde idi.
Herşeyi tekrat karıştıran Âdem’in aceleciliği…İblisin ayağının kaymasına
neden olan sır. Kendide merak ediyordu. O da şiddetli bir hırs ile içindekinin
çıkarmaya arzu duyunca, İçinde saklanmış olan yaratıcılık özelliği vasfını
taşıyan kadınsallığını yani Havva’sını esmer kadını Tanrı dışarı aldı…Mevlana
boşuna kadına tanrı demiyor….Âdem içinde Havva varken secde edilmeye layık
görüldü. O ayrılınca Cennet bile ona fazla geldi. Cimâ
vaktinde erkeğin secde eder gibi Havvayı kucaklaması budur.]
Âdem ile Havva hem yanyana hemde uzak olmanın acısını yaşamaya başladılar.
Âdem’e yapılan uyarı şecere dokunma, Havva’ya dokunma idi. İki şiddetli arzu
cennette yanıp tutuşuyordu.
İblis onların geçmiş hikayelerini çok iyi bildiği için Havva ya yanaşıp
“onun Âdemin içinden çıktığını söylemesi ve onunla birleştiğin zaman içinin
rahatalayacağı üzerine idi.”
Havva uyandı. Âdem de bu ayrılığın çok bir acıntısı yoktu. Emir vardı.
Havva için ise aşırı bir kavuşma arzusu.…
İblis herşeyin eski hale dönmesini yani meleklere imam olmayı istiyordu. Bu
şekilde Tanrı katında yaptığı hatadan kurtulacaktı. Fakat bilemediği bir şey
vardı.
Tanrı hangi kararı verecekti.
Âdemi Havva kucaklayınca…ilk kıvılcım patladı
ve yaratıldığı andaki nötür ve hiçliğini buldu. İkisi birbirlerine
aktı.
İblis çok sevindi.
Ancak umduğu gibi olmadı yine herşey değişti birden. Tanrı, onlara siz
kafir oldunuz demedi, “zalim oldunuz”… diyerek kızdı ve dünya hayatı ile
cezalandırdı. Şeytanıda dünya âlemine kovdu.
Âdem Hindistan’a/Hindistan’daki Nevd (Nevz) dağına veya Seylan (Serendib)
adasına, Havva Cidde’ye, İblis’te İstanbul’da Büyükada’ya indirildi.
Üçüde birbirinden habersiz gezdiler durdular. Ağladılar sızladılar. Bu
arada iblis kendinin çok ağır bir ceza aldığını onların hatasından dolayı olan
bu kovulmada haksız davranıldığını düşünerek kıyamete kadar zaman istedi.
Tanrı ona bu izni verince dolaylı olarak Âdem ile Havva’ya da çoğalma üreme
bereketini ihsan etti.
Tanrının dilediği vakte kadar bu üçlünün hayat şarkısı devam edecektir…
Aşağıdaki psikanaliz yazısı bu anlatınlara izah mahiyetinde arayış içindeki
insanı anlatıyor.. Bulanlara kâmil denmesi bu arayışı tamamlayanlar
içindir…diyeceksiniz. Ariflerin son zmanlarına doğru kadın gibi latif olmaları,
kadınlarında erkeksi menapoz dönemine girmelerinin başka bir izahi yok
gibi…erkek ve kadın son noktayı koymak isterlerken hep ölüm denen nesne bu
neticeyi insana bir türlü yaşatmayacak…hayırlısı.
İhramcızade İsmail Hakkı]
CUMA GÜNÜ NEDEN YIKANILIR?
Peygamberimiz salla’llâhü aleyhi ve sellem Cuma günü gusledin demesi kendi
kokularından arınmış olarak mescide gelen sahabilerin, onu içlerinde daha iyi
hissetmeleri içindir. Çünkü yüzüne doğrudan pek bakamazlardı.
Aşağıdaki videoları birde bu türlü seyredin.
Bu meyanda… sık sık yıkananlardaki bir bilinmeyende şu olabilir…yapılan
sihir veya başka bir etkinin insanı kendinden uzaklaştırma etkisidir. Öyle ki
insanı kendi kokusundan uzaklaştırdıkları gibi nefret bile ettirmişler. Bu
nedenle baş ağrıları, huzursuzluklar baş gösterir. Mesela insan uyuduğunda,
ruhu bedenden çıkar. Geri geldiğinde bulduğu beden sanal bir beden gibi
kokulanmış olunca bir anlık duraksama yaşıyordur ve mecburen sığınılmış
bedendeki bu mekan algısı ile strese giriyor..
Terleyin kendi kokunuzu alın artık..
Biliyoruz ki çok kötü kokan bir bedenlerimiz yok. Sadece yediklerimizin
istila ettiği kokular, algılarımız, yönlendirilmiş duygular düşünceler var.
Bir konuyu hatırlatalım…koku üzerinde Yahudilerin daha çok düşkün ve uzman
olmaları kendi nefretleri ile alakalıdır.
Rivayete göre Allah Teâlâyı görmek isteğinde bulunan İsrailoğulları
olmuştur. Hz. Musa aleyhisselâm mecburen onlardan mikat için seçtiği
70 kişiyi Tur dağına götürmüştür. Başka bir görüşe göre de Beni İsrail‘e teşmil
edilecek çoğunluktur.
Hz. Musa aleyhisselâma hep saygısızca Ya Musa! diye hitab etmişler. Hiç bir
zaman saygıyla Ya Rasulallah! dememişler. Allah seninle konuşuyor bizimle niye
konuşmuyor? diye hem Allah‘a hem Peygamberine karşı saygısızlık yaptıkları
için, oldukları yerde çarpılmışlar, bakakaldıkları halde ölmüşler. Hz. Musa,
Allah‘a yalvarmış. Allah yeni bir imtihan için onları yeniden diriltmiştir.
Ancak bu ölü kaldıkları süre bedenlerinde çürümeden dolayı oluşan koku hala
nesilden nesile devam etmektedir. Bir insan ben ne kadar Yahudiyim derse
desin…onlar bu özel kokuyu biliyorlar. İnsanın çamur halindeki kokusunu.
Bir insanla tanıştığınızda eğer onun samimi olup olmadığını veya size bir
işaret verdiğini anlamak istiyorsanız buna dikkat edin.
Bir hatıra nakledeyim. Evlenmek isteyen bir erkek sevgilisinin yanına
geldiğinde hiç koku sürünmezmiş. O bayanda beğendiği bu kişinin bu kokusunun
yani orijinal kokusunun nedenini algılayamazmış çünkü kendisi aşırı yıkanan ve
koku sürünen birisi olduğu için kendi öz kokusundan uzak yaşıyormuş. Sonuçta bu
arkadaşlık ayrılıkla sonuçlanmış. Bayan ben bıraktım diyor ama arkadaşlığı asıl
arkadaşlığı bıraktıran erkek taraf olmuş. Burada verilen mesaj kadın tarafından
yanlış algılanılmış. Benim tavsiyem gençlerde sevdiği erkeğin yanına veya kıza
giderken kendi öz kokunuzla gidin. Çünkü bu koku sizi ele verecek severse sizi
o kokuyla sevecektir. Sevmeyecekse ne yaparsanız yapın sizi sevmeyecektir.
Bu nedenle eskiden Yahudi oldukları bilinmesin diye koku üzerinde
uzmanlaştılar. Sırf bu kokuyu gizlemek için. Günümüzde en iyi koku işleri
onların kontrolündedir.
Son olarak koku hakkında Rasülullâh “salla’llâhü aleyhi ve sellem” in
dünyadan bana üç şey sevdirildi buyurduğu…Kadın, koku ve gözümün nuru namaz…
Bu hadis göre dünya dengesinde kokunun önemini açığa çıkarıyor…
İnsanlar buradaki kokuyu parfüm kullanmak gibi düşünebilir, daha ilerisi iç
alemin bedeni etkilediğini söylemek gerekiyor. Peygamberimiz sizi kokularınıza
göre seviyorum demek olabilir.
Güzel kokmak istiyorsanız iç aleminizde güzel olmalı…
İhramcızade İsmail Hakkı
Video 1 - Koku üzerine ilginç
https://youtu.be/yrcFPqN-iFo
Video 2- mağaza kokuları
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar