Print Friendly and PDF

HÂFIZ DİVÂNI / HÂFIZ-I ŞİRÂZÎ 4

Bunlarada Bakarsınız



Hazırlayan: ABDÜLBÂKIY GÖLPINARLI 

Düzenleme: 

İhramcizade İsmail Hakkı


 

 

Bilir misin devlet nedir? Sevgiliyi görmek, onun civarında yoksulluğu padişahlıktan üstün tutmak!

Cana tamah etmemek kolaydır ama can dostlarından ayrılmak güç.

Gonca gibi bu daralmış gönülle bağa gitmek, orada iyi bir ad san kazanmak için gömleğimi paralamak istiyorum.

Orada gâh rüzgâr gibi gülle gizlice konuşmak, gâh sevda sırlarını bülbüllerden duymak arzusundayım.

Sevgilinin dudağını öpme fırsatı elindeyken fevt etme. Yoksa sonra pişman olur, elini dudağını ısırır, durursun.

Sohbeti gantimet bil. Çünkü bu iki konaklık duraktan geçip gittin mi bir daha buluşmamıza imkân yok!

Hâfız, Mansur Padişahın hatırından çıkmışa benzer. Yâ Rabbî, ona yoksullan görüp gözetmeyi sen hatırlat!

Dâni ki çist devlet didâr-ı yâr diden
Derküy-ı o gedâyi berhusrevi güziden

 

غزل  392‏

 

دانی که چيست دولت ديدار يار ديدن

در کوی او گدايی بر خسروی گزيدن

از جان طمع بريدن آسان بود وليکن

از دوستان جانی مشکل توان بريدن

خواهم شدن به بستان چون غنچه با دل تنگ

وان جا به نيک نامی پيراهنی دريدن

گه چون نسيم با گل راز نهفته گفتن

گه سر عشقبازی از بلبلان شنيدن

بوسيدن لب يار اول ز دست مگذار

کخر ملول گردی از دست و لب گزيدن

فرصت شمار صحبت کز اين دوراهه منزل

چون بگذريم ديگر نتوان به هم رسيدن

 

گويی برفت حافظ از ياد شاه يحيی

يا رب به يادش آور درويش پروريدن

**

 

Derdimi doktorlara ne kadar söylediysem de yoksul garipler, bir derman bile edemediler.

Mahabbet hokkası, eskisi gibi eski mührüyle, eski nişaniyle durmuyor. Aman Yâ Rabbî, rakiplerin muradı hasıl olmasın!

Her an, rüzgârın elinde bulunan güle “Yapma, bülbüllerden utan” de!

** Gizli derdimizi sevgiliye söyledik, zaten derd, doktorlardan gizlenemez ki!

Yarabbi, ecelden aman ver de âşıkların gözleri yine sevgililerin yüzünü görsün.

Ey ihsan sahibi, niceyedek lütuf sofranda nasipsizlerden olacağız biz?

Hâfız, edepli kişilerin öğütlerini dinleseydin sen de âlemin divanesi olmazdın?

Çendan ki güftem ğam bâ tebiban
Derman nekerdend miskin ğeriban

 

غزل  383‏

 

چندان که گفتم غم با طبيبان

درمان نکردند مسکين غريبان

 

آن گل که هر دم در دست باديست

گو شرم بادش از عندليبان

 

يا رب امان ده تا بازبيند

چشم محبان روی حبيبان

درج محبت بر مهر خود نيست

يا رب مبادا کام رقيبان

 

ای منعم آخر بر خوان جودت

تا چند باشيم از بی نصيبان

حافظ نگشتی شيدای گيتی

گر می‌شنيدی پند اديبان

**

 

 

Ayrılığından yanıyorum, artık yüzünü cefadan çevir., ayrılık bize bir belâ oldu; Yâ Rabbî, belâyı sen defet,

Ay, yağız felek atma binmiş, cilvelenmekte; atına bin de ay, tepetaklak gelsin!

Bir gece külâhını yık, kaftanının bir düğmesini ilikleyip kollarını giymeden şöyle bir sırtına at, salına salına yürü de aklı da yağmala, dini de!

Sümbülün inadına halka halka saçlarını dök. Çayırlığın çevresini sabah rüzgârı gibi bir tütsüle, kokulara boğ!

Ey sarhoşların gözlerinin nuru güzel, bekliyorum işte. Hadi, ya güzel bir cenk nağmesi çal, yahut şarap kadehini doldur!

Felek, yanağına ne güzel bir yazı yazmakta. Yarabbi, sen sevgilimize kötü yazı yazma, yazdınsa da boz!

Hâfız, güzel yüzlülerden nasibin ancak bu kadar. Razı değilsen kaza ve kaderin hükmünü değiştir!

Misüzem ezfirâket rüy ezcefâ bigerdan
Hicran belâ-yı mâ şud yâ Rab belâ bigerdan

 

غزل  384‏

 

می‌سوزم از فراقت روی از جفا بگردان

هجران بلای ما شد يا رب بلا بگردان

مه جلوه می‌نمايد بر سبز خنگ گردون

تا او به سر درآيد بر رخش پا بگردان

 

مر غول را برافشان يعنی به رغم سنبل

گرد چمن بخوری همچون صبا بگردان

يغمای عقل و دين را بيرون خرام سرمست

در سر کلاه بشکن در بر قبا بگردان

 

ای نور چشم مستان در عين انتظارم

چنگ حزين و جامی بنواز يا بگردان

دوران همی‌نويسد بر عارضش خطی خوش

يا رب نوشته بد از يار ما بگردان

 

حافظ ز خوبرويان بختت جز اين قدر نيست

گر نيستت رضايی حکم قضا بگردان

**

 

Sana gönüller alan bir nükte söyliyeyim; O ay yüzlü güzelin benine bak; o zincir gibi saçlara bağlanmış olan aklı, canı gör!

Gönlü ayıpladım da dedim ki: Vahşiye benzeme, sahralara düşme. Dedi ki: O ceylânın, aslanları bile teshir eden gözlerine, işvesine bak da bu sözü sonra söyle!

Saçlarının halkası sabah rüzgârının seyran yeri. Bir bak, gönül sahiplerinin canlan, orada bir tek tele bağlanmış!

Güneşe tapanların sevgilimizden haberleri bile yok. Ey bizi kınayan, Allah aşkına git de bir o yüzü seyret!

Gönül çalan saçları, sabah rüzgârının bile boynunu bağladı. O Hintlinin, onu seven yolcuya yaptığı hiyleye bak hele!

Onu araştıra araştıra kendimden geçtim. Benzerini ne kimse görmüştür, ne de görür; hele bir iyice seyret!

Hâfız, mihrap bucağında ağlayıp inlese yeri var. Ey kınayan, Allah aşkına o mukavves kaşlara bak!

Felek, Şah Mansur’un muradından baş kaldırma. Kılıcının keskinliğine bak, kolunun kuvvetini gör!

Nukte-i dil-keş bigüyem hâl-i an meh-rü bibin
 'Akl-u canrâ haste-i zencir-i an giysü bibin

 

غزل  402‏

 

نکته‌ای دلکش بگويم خال آن مه رو ببين

عقل و جان را بسته زنجير آن گيسو ببين

 

عيب دل کردم که وحشی وضع و هرجايی مباش

گفت چشم شيرگير و غنج آن آهو ببين

 

حلقه زلفش تماشاخانه باد صباست

جان صد صاحب دل آن جا بسته يک مو ببين

 

عابدان آفتاب از دلبر ما غافلند

ای ملامتگو خدا را رو مبين آن رو ببين

زلف دل دزدش صبا را بند بر گردن نهاد

با هواداران ره رو حيله هندو ببين

 

اين که من در جست و جوی او ز خود فارغ شدم

کس نديده‌ست و نبيند مثلش از هر سو ببين

 

حافظ ار در گوشه محراب می‌نالد رواست

ای نصيحتگو خدا را آن خم ابرو ببين

از مراد شاه منصور ای فلک سر برمتاب

تيزی شمشير بنگر قوت بازو ببين

**

 

Şarap ve kadeh düşüncesinden daha hoş ne düşünce olabilir ki? Bakalım, bu işin sonu neye varacak hele!

Anlayışı dar, düşünüşü kıt kuşa de ki: Yürü, kendi derdine düş., tuzak kuran adamın merhameti ne olabilir ki?

Gönül derdi, ne vaktedek sürecek, bu derdi ne zamana kadar çekeceğiz? Zevkimiz, huzurumuz kalmadı. Ne gönül olsun de, ne ömür., ne olacak ki?

Şarap iç, gam yeme, mukallidin öğüdünü dinleme. Avam sözünün ne değeri olabilir?

Elinin emeğini meramına sarfetmek daha iyi. Sonunda ister istemez, ne olacak; bilirsin ya!

Meyhane Pîri, dün gece kadehin yazasın dan âkibetin ne olacağına dair bir muamma okuyup duruyordu.

Hâfız’ın gönlünü defle, çenkle yoldan çıkardım. Acaba cezam nedir, ne mücazata uğrayacağım ki?

Hoşter ezfikr-i mey-u cam çi hâhedbüden
Tâ bibinem ki serencâm çi hâhedbüden

 

غزل  391‏

 

خوشتر از فکر می و جام چه خواهد بودن

تا ببينم که سرانجام چه خواهد بودن

غم دل چند توان خورد که ايام نماند

گو نه دل باش و نه ايام چه خواهد بودن

 

مرغ کم حوصله را گو غم خود خور که بر او

رحم آن کس که نهد دام چه خواهد بودن

 

باده خور غم مخور و پند مقلد منيوش

اعتبار سخن عام چه خواهد بودن

 

دست رنج تو همان به که شود صرف به کام

دانی آخر که به ناکام چه خواهد بودن

پير ميخانه همی‌خواند معمايی دوش

از خط جام که فرجام چه خواهد بودن

 

بردم از ره دل حافظ به دف و چنگ و غزل

تا جزای من بدنام چه خواهد بودن

**

 

Sabah çağı., sâki, kadehi şarapla doldur. Çabuk ol, felek durmuyor.

Fâni âlem harap olmadan bizi gül renkli şarap kadehile harap et.

Şarap güneşi, kadeh meşrıkından doğdu. Eğer biraz zevk ve huzur diliyorsan uykuyu bırak.

Bir gün felek toprağımızdan testler yapacak. O günden önce sen kafamızı şarapla doldur, bizi sarhoş et!

Biz. zahitlik, tövbe ve uydurma şeylerin ehli değiliz. Bize saf şarap kadehinden haber ver!

Hâfız, doğru iş şaraba tapmadır. Kalk, doğru işe sağlam bir yürekle sarıl!

Subhest sâkiyâ kadehi pur şerâb kun
Devr-i felek direng nedâred şitâb kun

 

غزل  396‏

 

صبح است ساقيا قدحی پرشراب کن

دور فلک درنگ ندارد شتاب کن

 

زان پيشتر که عالم فانی شود خراب

ما را ز جام باده گلگون خراب کن

 

خورشيد می ز مشرق ساغر طلوع کرد

گر برگ عيش می‌طلبی ترک خواب کن

روزی که چرخ از گل ما کوزه‌ها کند

زنهار کاسه سر ما پرشراب کن

 

ما مرد زهد و توبه و طامات نيستيم

با ما به جام باده صافی خطاب کن

کار صواب باده پرستيست حافظا

برخيز و عزم جزم به کار صواب کن

 

 

**

 

Bahar mevsimi geldi. GUI insana neşe vermekte, adeta şarabın parlaklığım gidermekte. Gülün yüzüne bakıp neşelen, gönülde gamı kökünden sök, çıkar!

Sabah rüzgârı esmeye başladı; gonca havalandı, kendisinden geçti, elbisesini yırttı, açıldı.

Gönlü saf sudan doğruluk yolunu öğren., hürriyeti de saf bir gönülle selviden iste!

Sabah rüzgârının yüzünden sevgilinin gül gibi cemalinin etrafındaki halka halka dağınık saçlara bak., yasemin gibi yüzüne dökülen sümbül saçları seyret!

Kutlu bir talihle gonca gelini haremden çıkıp geldi., bu güzellikle şüphe yok, gönlü de alır, dini de!

Âşık bülbülün Beytihazenden duyulan feryat ve figanı, hep gülün vuslatına erişmek içindir.

Hâfız'ın sözüne uyup hüner sahibi ihtiyarın fetvasile güzellerden ve şarap kadehinden bahset!

Behâr-u gul tareb-engîz keşt u bâdeşiken
Beşâdi-ı ruh-i gui bih-i gam zidil berken

 

غزل  388‏

 

بهار و گل طرب انگيز گشت و توبه شکن

به شادی رخ گل بيخ غم ز دل برکن

رسيد باد صبا غنچه در هواداری

ز خود برون شد و بر خود دريد پيراهن

 

طريق صدق بياموز از آب صافی دل

به راستی طلب آزادگی ز سرو چمن

ز دستبرد صبا گرد گل کلاله نگر

شکنج گيسوی سنبل ببين به روی سمن

عروس غنچه رسيد از حرم به طالع سعد

به عينه دل و دين می‌برد به وجه حسن

صفير بلبل شوريده و نفير هزار

برای وصل گل آمد برون ز بيت حزن

حديث صحبت خوبان و جام باده بگو

به قول حافظ و فتوی پير صاحب فن

**

 

Sevgili ay gibi parlak yüzün, güzellik ilkbaharıdır. Benin güzelliğin merkezi, hattın güzelliğin medarıdır.

Mahmur gözlerinde sihir afsunu gizli., kararsız saçlarında güzellik karar etmede.

Güzellik burcundan senin gibi bir ay doğmadı. Güzellik ırmağının kıyısında boyun gibi bir selvi serpilip yüselmedi.

Gönül alıcılığın hüküm sürdüğü devir, atımınla neşelendi. Güzellik zamanı, güzelliğinle kutlulandı.

Cihanda, saçının tuzağıyle beninin tanesi yüzünden güzelliğe avlanmayan bir tek gönül kuşu bile kalmadı.

Tabiat vadisi, seni daima canla, gönülle güzellik kucağında büyütür, nazü naimle besler, yetiştirir.

Dudağının çevresindeki menekşe, güzellik kaynağından Abıhayat içmiştir; bu yüzden de zaten ter ü tazedir.

Hâfız, benzerini görmekten ümidini kesti. Güzellik ülkesinde senden başka hiç bir kimse yok!

Ey rüv-ı mâh-ı manzar-ı tu nevbehar-ı husn
Hâl-u hat-ı tu merkez-i husn-u medar ı husn

 

غزل  394‏

 

ای روی ماه منظر تو نوبهار حسن

خال و خط تو مرکز حسن و مدار حسن

 

در چشم پرخمار تو پنهان فسون سحر

در زلف بی‌قرار تو پيدا قرار حسن

ماهی نتافت همچو تو از برج نيکويی

سروی نخاست چون قدت از جويبار حسن

خرم شد از ملاحت تو عهد دلبری

فرخ شد از لطافت تو روزگار حسن

 

از دام زلف و دانه خال تو در جهان

يک مرغ دل نماند نگشته شکار حسن

 

دايم به لطف دايه طبع از ميان جان

می‌پرورد به ناز تو را در کنار حسن

گرد لبت بنفشه از آن تازه و تر است

کب حيات می‌خورد از جويبار حسن

حافظ طمع بريد که بيند نظير تو

ديار نيست جز رخت اندر ديار حسن

**

 

Mademki geldin, hastanın baş ucunda bir fatiha oku., dudaklarını aç, lâl dudakların ölüye bile can bağışlamakta.

Hal hatır sormıya gelip Fatiha okuyarak giden dosta söyle, bir nefesçik sabretsin de ardından ruhumu da yollayayım!

Ey hastaya doktorluk eden sevgili, dilime bir bak., göğsümden çıkan duman, dilime bir gönül yükü kesilmiş (o kadar halsizim ki o duman bile bana yük olmada)!

Sıtma, kemiklerimi güneşten daha hararetli bir hale getirip gitti ama kemiklerime kadar işlemiş olan sevgi ateşi sıtma gibi beni bırakıp gitmiyor ki!

Gönlümün hali de, benim gibi., o da ateşte vatan tutmuş., onun yüzünden gözlerim, gözlerin gibi hasta ve halsiz bir hale gelmiş!

Hararetimi göz yaşlarıyla söndür, nabzıma da bir bak, hiç hayattan eser var mı ki?

Bana daima işret etmem için bir şişe veren, şimdi neden şişemi her an doktora göstermekte acaba?

Hâfız, şiirin bana Abıhayat içirdi. Gel, doktoru bırak da benim şiirimi oku!

Fâtihaı çü âmedi berser-i hasteı bihan
Leb biguşâ ki midehed lâ'l-i lebet bemurde can

 

غزل  382‏

 

فاتحه‌ای چو آمدی بر سر خسته‌ای بخوان

لب بگشا که می‌دهد لعل لبت به مرده جان

آن که به پرسش آمد و فاتحه خواند و می‌رود

گو نفسی که روح را می‌کنم از پی اش روان

ای که طبيب خسته‌ای روی زبان من ببين

کاين دم و دود سينه‌ام بار دل است بر زبان

 

گر چه تب استخوان من کرد ز مهر گرم و رفت

همچو تبم نمی‌رود آتش مهر از استخوان

حال دلم ز خال تو هست در آتشش وطن

چشمم از آن دو چشم تو خسته شده‌ست و ناتوان

 

بازنشان حرارتم ز آب دو ديده و ببين

نبض مرا که می‌دهد هيچ ز زندگی نشان

آن که مدام شيشه‌ام از پی عيش داده است

شيشه‌ام از چه می‌برد پيش طبيب هر زمان

حافظ از آب زندگی شعر تو داد شربتم

ترک طبيب کن بيا نسخه شربتم بخوان

 

**

 

**

 

Sevgilinin yanağını kaplayan ve ayın tutulmasına sebep olan hat, hoş bir halka ama ondan kimseye yol yok!

Kaşı devlet mihrabı., oraya yüz sür, ondan hacetini iste!

Ey Cem meclisinde şarap içen, gönlünü temiz tut., çünkü o kadeh, cihanı gösteren öyle bir ayna ki ah onun elinden!

Gam padişahı, elinden ne geliyorsa yaptı, fakat benim korkum yok., çünkü şarap satanlara sığınmışım ben!

Sofi beni aşk yolundan çıkardı da meyhane yoluna soktu., şu dumana bak, amel defterim bu yüzden kapkara bir hale geldi,

Sâki, şarap çırağını güneş yoluna tut da de ki: Hadi, sabah çağı şulesini bununla nurlandır.

Sâki, amel defterimize bir su serp, bu suretle belki ondaki günah harflerini arıtırız.

Hâfız, uşşak meclisinin sazım rastetti (âşıklar meclisine ne lâzımsa hepsini düzdü, koştu); dilerim bu meclis sahasından eksik olmasın, hep bu hizmette bulunsun dursun!

Şehir yoksulu, bu hayali kurup duruyor, fakat bilmem bir gün olur da padişah onu hatırlar, anar mı?

Hatt-i izâr-i yâr ki bigrift mâh ezo
Hoş halkaıst ieyk beder nist rah ezo

 

غزل  413‏

 

خط عذار يار که بگرفت ماه از او

خوش حلقه‌ايست ليک به در نيست راه از او

 

ابروی دوست گوشه محراب دولت است

آن جا بمال چهره و حاجت بخواه از او

 

ای جرعه نوش مجلس جم سينه پاک دار

کيينه‌ايست جام جهان بين که آه از او

 

کردار اهل صومعه‌ام کرد می پرست

اين دود بين که نامه من شد سياه از او

 

سلطان غم هر آن چه تواند بگو بکن

من برده‌ام به باده فروشان پناه از او

 

ساقی چراغ می به ره آفتاب دار

گو برفروز مشعله صبحگاه از او

 

آبی به روزنامه اعمال ما فشان

باشد توان سترد حروف گناه از او

حافظ که ساز مطرب عشاق ساز کرد

خالی مباد عرصه اين بزمگاه از او

آيا در اين خيال که دارد گدای شهر

روزی بود که ياد کند پادشاه از او

**

 

Harabat Pîrinin canına ve onun üzerimizdeki nimeti hakkına andolsun ki başımda ona hizmet etmek havasından başka bir şey yok!

Cennet, suçluların yeri değil., doğru, doğru ama sen getir şarabı, yine onun lûtfuna güvenmekteyim ben!

Bu bulutun yıldırım çırağı aydın olsun Harmanıma onun sevgi ateşini saldı, beni ye kıp yandırdı!

Şarap sun., dün gece gayıp âleminin meleği müjde verdi: Onun rahmetindeki feyiz, umumîdir.

Meyhane kapısında bir baş gördün mü, sakın ayağınla basma. Niyeti nedir, bilinmez ki!

Ben sarhoşum, fakat yine hor bakma. Çünkü günah da onun dileği olmadıkça yapılamaz, zâhitlik de!

• Gönlüm, bir ’türlü zabitliğe, tövbeye akmıyor ama yine Hâce’nin kutlu adiyle, onun devletindeki kuvvete sığınarak hele bir çalışalım, gayret edelim bakalım!

Hâfız’ın hırkası, daima şarap için rehinde.. mayası meyhane toprağıyla mi yoğurulmuş yoksa?

Becân-ı Pîr-i herâbât-u hakk-ı ni'met-i o
Ki nist der ser-i men cuz hevâ yı hidmet-i o

 

غزل  405‏

 

به جان پير خرابات و حق صحبت او

که نيست در سر من جز هوای خدمت او

بهشت اگر چه نه جای گناهکاران است

بيار باده که مستظهرم به همت او

 

چراغ صاعقه آن سحاب روشن باد

که زد به خرمن ما آتش محبت او

 

بر آستانه ميخانه گر سری بينی

مزن به پای که معلوم نيست نيت او

بيا که دوش به مستی سروش عالم غيب

نويد داد که عام است فيض رحمت او

 

مکن به چشم حقارت نگاه در من مست

که نيست معصيت و زهد بی مشيت او

نمی‌کند دل من ميل زهد و توبه ولی

به نام خواجه بکوشيم و فر دولت او

 

مدام خرقه حافظ به باده در گرو است

مگر ز خاک خرابات بود فطرت او

 

**

 

O yay kaşlı güzelin elinden gözlerimden kanlar akmakta., bu gözlerin, o kaşların yüzünden cihan, baştan başa fitnelerle dolacak!

O güzelin gözlerine köleyim ki gülşeni, güzelim sarhoşluk uykusu ile bezenen yüzü, miskler saçan sayvanı da kaşları!

Onun tuğra gibi kaşları varken ay, kim oluyor ki gök kubbeden kaşını göstermekte? Bu dertle vücudum hilâl haline geldi!

Yoldaşlarımızın haberleri bile yok., halbuki bize o gözlerden, o alından her an binlerce haber gelmekte, aradaki vasıta da kaşları!

Bir bucağa çekilip halktan kesilenlerin canlarına, sevgilinin alnı, ne de tuhaf bir gül bahçesi! Kaşlan, çayırlığa benziyen hattına doğru salınıp durmada!

Artık bunun güzelliği şöyle, şunun kaşı böyle diye hiç kimse huriyi, periyi öğmez, söylemez.

• Ah kâfir gönüllü sevgili, saçlarının nikabını örtmüyorsun: korkuyorum, o gönüller alan  mukavves kaş, benim kıblemi, mihrabımı döndürecek!

Hâfız, sevgide akıllı, uslu bir kuştu ama o yay kaşlı güzelin ok bakışları, onu avladı gitti!

Mera çeşmist hun-efşan zidest-i on keman ebru
Cihan pur fitne hâhedşud ezin çeşm-u ezon ebru

 

غزل  412‏

 

مرا چشميست خون افشان ز دست آن کمان ابرو

جهان بس فتنه خواهد ديد از آن چشم و از آن ابرو

غلام چشم آن ترکم که در خواب خوش مستی

نگارين گلشنش روی است و مشکين سايبان ابرو

هلالی شد تنم زين غم که با طغرای ابرويش

که باشد مه که بنمايد ز طاق آسمان ابرو

 

رقيبان غافل و ما را از آن چشم و جبين هر دم

هزاران گونه پيغام است و حاجب در ميان ابرو

 

روان گوشه گيران را جبينش طرفه گلزاريست

که بر طرف سمن زارش همی‌گردد چمان ابرو

دگر حور و پری را کس نگويد با چنين حسنی

که اين را اين چنين چشم است و آن را آن چنان ابرو

 

تو کافردل نمی‌بندی نقاب زلف و می‌ترسم

که محرابم بگرداند خم آن دلستان ابرو

 

اگر چه مرغ زيرک بود حافظ در هواداری

به تير غمزه صيدش کرد چشم آن کمان ابرو

 

 

**

 

Padişahım, padişahlık tam senin hakkın., sultanlık elbisesi, boyuna, posuna göre biçilmiş.. padişahlık tacı, senin eşsiz bir inciye benzeyen zatından ziyalanmakta!

Ay gibi yüzün, padişahlık külâhından görünerek fütuhat güneşine her an yeni bir tulü bahşetmede.

Gökyüzündeki güneş, âlemin gözü ve çırağı ama onun gözünü ışıklandıran da senin ayağının toprağı!

Feleğe benziyen Anka çadırın, nereye gölge salarsa orasını devlet kuşunun cilvegâhı yapar!

Şeriat ve hikmet kaidelerinde binlerce ihtilâf olduğu halde senin bilgili gönlünden bir nüktesi bile fevt olmadı, hepsini de biliyorsun.

* Güzel ve tatlı sözlü dudunun, yani senin şekerler çiğneyen kaleminin belâgat gagasından abıhayat damlamakta.

• İskender’in istediği, fakat feleğin vermediği abıhayat yok mu? Senin canlara can katan kadehindeki şaraptan bir yudumdu o!

Padişahım, Hâfız bu kocalıkta senin suçları bağışlayan ve insana canlar veren affını umarak gençliğe, gençlik işlerine koyuldu!

Ey kabâ-yi pâdşâhi rast berbâla-yı tu
Tâc-ı şâhırâ furüg ez lu’lu-i lâlâ-yı tu

410‏

 

ای قبای پادشاهی راست بر بالای تو

زينت تاج و نگين از گوهر والای تو

آفتاب فتح را هر دم طلوعی می‌دهد

از کلاه خسروی رخسار مه سيمای تو

جلوه گاه طاير اقبال باشد هر کجا

سايه‌اندازد همای چتر گردون سای تو

از رسوم شرع و حکمت با هزاران اختلاف

نکته‌ای هرگز نشد فوت از دل دانای تو

آب حيوانش ز منقار بلاغت می‌چکد

طوطی خوش لهجه يعنی کلک شکرخای تو

گر چه خورشيد فلک چشم و چراغ عالم است

روشنايی بخش چشم اوست خاک پای تو

آن چه اسکندر طلب کرد و ندادش روزگار

جرعه‌ای بود از زلال جام جان افزای تو

عرض حاجت در حريم حضرتت محتاج نيست

راز کس مخفی نماند با فروغ رای تو

خسروا پيرانه سر حافظ جوانی می‌کند

بر اميد عفو جان بخش گنه فرسای تو

**

 

Ey güneş, yüzüne bir ayna olan sevgili, siyah misk, senin benine buhurdan tutmakta!

Göz evimi yıkadım, arıttım ama ne fayda., bu bucak, hayaline lâyık bir yer değil ki!

Ey güzellik güneşi, nazü naimin en yüce makamına erişmişsin., dilerim Tanrı’dan, kıyamete kadar zeval bulma!

Ey dertli gönül, sabah rüzgârı, halinin pek perişan olduğunu anlattı! Sevgilinin saçlarının büklümlerinde ne haldesin, ne âlemdesin?

Gül kokusu yayıldı, bahar geldi., sen de artık barış kapısından gir! Bizim baharımız, senin kutlu yüzün!

*          Nerde hilâle benziyen kaşlarının bir işvesi ki gökyüzü, kulağı küpeli kullarımızdan olsun!

*          Nerde vuslatının bayramına ait bir müjde ki bahtımı tebrike gideyim!

* Nura merkez olan bu siyah gözbebeğim yok mu? Görüş bahçesinde beninin bir aksinden ibaret!

Hâce’ye hangi sevri, hangi cefayı arzedeyim? Benim niyazımı mı, senin küskünlüğünü mü?

Hâfız, bu aşk kemendinde nice serkeşlerin başlan var. Ham sevdaya kapılma; bu aşk, senin harcın değil!

Ey aftab ayi ne dar-i cemal-i tu
Muşk-i siyah mehcur"'-gerdan-ı hal-i tu

 

غزل  408‏

 

ای آفتاب آينه دار جمال تو

مشک سياه مجمره گردان خال تو

 

صحن سرای ديده بشستم ولی چه سود

کاين گوشه نيست درخور خيل خيال تو

در اوج ناز و نعمتی ای پادشاه حسن

يا رب مباد تا به قيامت زوال تو

 

مطبوعتر ز نقش تو صورت نبست باز

طغرانويس ابروی مشکين مثال تو

در چين زلفش ای دل مسکين چگونه‌ای

کشفته گفت باد صبا شرح حال تو

 

برخاست بوی گل ز در آشتی درآی

ای نوبهار ما رخ فرخنده فال تو

تا آسمان ز حلقه به گوشان ما شود

کو عشوه‌ای ز ابروی همچون هلال تو

تا پيش بخت بازروم تهنيت کنان

کو مژده‌ای ز مقدم عيد وصال تو

اين نقطه سياه که آمد مدار نور

عکسيست در حديقه بينش ز خال تو

 

در پيش شاه عرض کدامين جفا کنم

شرح نيازمندی خود يا ملال تو

حافظ در اين کمند سر سرکشان بسيست

سودای کج مپز که نباشد مجال تو

**

 

Miske benzeyen saçların menekşeyi hasedinden kıvram kıvram kıvrandırır... gönüller açan gülüşün, goncanın perdesini yırtar, şerefini giderir!

Güzel kokulu gülüm, bülbülünü yakıp yandırma.. sâf bir gönülle her gece sabahlara kadar sana dua edip durmakta.

•• Meleklerin nefeslerinden bile usanmış olduğum halde senin uğrunda bütün âlemin dedikodusunu çekmekteyim.

** Yüzüne olan aşkım, vücudumun mayası.. kapının toprağı cennetim., aşkın başımın yazısı, rahatım da rızanı tahsilden ibaret!

•• Aşk yoksulunun hırkasının yeninde hazine vardır. Kim, senin yoksulun olursa tez saltanata erişir.

Gözümün şahnesi, hayalinin kurulup yaslandığı yer., orası, bir dua yeri, senin yerin., dilerim, sensiz kalmasın!

Başımdaki şarap kavgasıyle aşk ateşi, ancak bu heveslerle dolu kafam, sarayının kapısına toprak olursa gider!

• Aşk devletine bak ki senin yoksulun, yokluk ve ululuk devletiyle saltanat tacına bile ehemmiyet vermemekte, onu bile yerlere çalıp kırmakta!

* Zahitlik hırkasıyle şarap kadehi, birbirine hiç de uygun değil., değil ama bütün bunları seni razı etmek için yapmaktayım.

Yanağın ne de güzel bir çimenlik., hele güzellik baharında olursa. Güzel sözlü Hâfız da bülbülün olmuş!

Tab-ı benefşe midehed turra-i muşk-sây ı tu
Perde i gönce midered hande-ı dil-guşây-ı tu

 

غزل  411‏

 

تاب بنفشه می‌دهد طره مشک سای تو

پرده غنچه می‌درد خنده دلگشای تو

ای گل خوش نسيم من بلبل خويش را مسوز

کز سر صدق می‌کند شب همه شب دعای تو

من که ملول گشتمی از نفس فرشتگان

قال و مقال عالمی می‌کشم از برای تو

دولت عشق بين که چون از سر فقر و افتخار

گوشه تاج سلطنت می‌شکند گدای تو

خرقه زهد و جام می گر چه نه درخور همند

اين همه نقش می‌زنم از جهت رضای تو

شور شراب عشق تو آن نفسم رود ز سر

کاين سر پرهوس شود خاک در سرای تو

شاهنشين چشم من تکيه گه خيال توست

جای دعاست شاه من بی تو مباد جای تو

خوش چمنيست عارضت خاصه که در بهار حسن

حافظ خوش کلام شد مرغ سخنسرای تو

 

**

 

Sevgili, Çin nafesinin kan diyeti, senin yolunun toprağı., güneş, külâhının köşesinin gölgesinden gelişip yetişmede.

Nergis, niyaz ve işvede hadden aştı; çık, bir salın ey kara gözlerinin işvesine canlar feda olasıca güzel!

Kanımı iç., çünkü sende bu güzellik varken hiç bir meleğin gönlünden sana günah yazmak gelmez!

Cihan halkının huzuruna da sebep sensin, rahatça uyumasına da., onun için de gözle gönül, senin dayanıp yaslandığın yerdir.

Ay gibi yüzünün aydınlığına hasretim, bu yüzden her gece, yıldızlarla işim, gücüm alışım verişim var.

* Beraber oturup kalkan dostların hepsi nihayet birbirlerinden ayrıldılar. Fakat biz, ikbal ve devletin bile sığındığı eşiğinden bir türlü ayrılmadık gitti!

Hâfız, ümidini kesme., nihayet ahinin dumanı, günün birinde gam harmanım ateşler elbette!

Ey hun-beha-yı nafe-i Çin hak-i rah-ı tu
Horşid sâye-perver-i tarf-ı kulâh-ı tu

409‏

 

ای خونبهای نافه چين خاک راه تو

خورشيد سايه پرور طرف کلاه تو

 

نرگس کرشمه می‌برد از حد برون خرام

ای من فدای شيوه چشم سياه تو

خونم بخور که هيچ ملک با چنان جمال

از دل نيايدش که نويسد گناه تو

 

آرام و خواب خلق جهان را سبب تويی

زان شد کنار ديده و دل تکيه گاه تو

 

با هر ستاره‌ای سر و کار است هر شبم

از حسرت فروغ رخ همچو ماه تو

 

ياران همنشين همه از هم جدا شدند

ماييم و آستانه دولت پناه تو

 

حافظ طمع مبر ز عنايت که عاقبت

آتش زند به خرمن غم دود آه تو

**

 

İşretin gül fidanı yeşerip yetişmekte, gül yanaklı sâki hani? Bahar yeli esmekte, lezzetli, zevkli şarap nerde?

Her yeni gül, bir gül yüzlüyü andırıp duruyor.. fakat söz duyan kulak nerde, kimde ibret gözü var?

İşret meclisinin galiyesi yok, ey nefesi hoş sabah rüzgârı, sevgilinin misk kokulu zülfü nerde?

Sabah rüzgârı, gülün güzellik çalımına tahammülüm yok; gönül kanma el bandun. Tanrı hakkıyçin nigâr ne yanda?

Seher mumu, bazan yanağından dem vuruyor; dili uzadı. Cevheri has hançer nerde?

Sevgili "Lâlimden öpmek istemez misin?'' dedi. Bu istekle öldüm ama kudret nerde, ihtiyar hani?

Hâfız, şirinlik bakımından hikmet hâzinesinin hazinedarıysa da aşağılık zamanenin gamından şiir söyleme kabiliyeti nerde ki?

Gulbun-i ayş midemed sâki-i gul ‘izâr kü
Bâd-ı behâr mizeved bâde-i hoş-guvâr kü

414‏

 

گلبن عيش می‌دمد ساقی گلعذار کو

باد بهار می‌وزد باده خوشگوار کو

هر گل نو ز گلرخی ياد همی‌کند ولی

گوش سخن شنو کجا ديده اعتبار کو

 

مجلس بزم عيش را غاليه مراد نيست

ای دم صبح خوش نفس نافه زلف يار کو

حسن فروشی گلم نيست تحمل ای صبا

دست زدم به خون دل بهر خدا نگار کو

 

شمع سحرگهی اگر لاف ز عارض تو زد

خصم زبان دراز شد خنجر آبدار کو

 

گفت مگر ز لعل من بوسه نداری آرزو

مردم از اين هوس ولی قدرت و اختيار کو

حافظ اگر چه در سخن خازن گنج حکمت است

از غم روزگار دون طبع سخن گزار کو

**

 

Feleğin yemyeşil tarlasıyle hilâl orağım gördüğüm zaman hatırıma kendi ektiğim geldi.. devşirme zamanını düşündüm!

Oğru gece yıldızına dayanma ki bu ayyar,. Kâvus’un tacını da çaldı, Keyhusrev’in kemerini de!

Eledim ki: Ey baht, uyumaktasın. Halbuki gün doğdu. Dedi ki: Bütün bunlarla beraber Tanrı’nın ezelî rahmetinden ümit kesme!

Gök gecesi Mesih gibi pak ve mücerret olarak dünyadan gidersen çırağından güneşe bile yüzlerce ışık erişir.

De ki: Ey gökyüzü, ululuk satma ki aşk meydanında ayın harmanı bir arpaya, Pervinin salkımı iki arpaya!

Altın ve lâl küpe kulağa ağırlık verirse de sen yine bu nasihati kulağına küpe et: Fırsatı kaçırma, güzellik çağı geçicidir.

Yanağındaki benden kem göz uzak olsun; güzellik sahasında öyle bir beydak sürdü ki aydan da öndülü aldı, günden de!

Zahitlik ve riya ateşi din harmanını yakacak.. Hâfız, şu yün hırkayı at da yürü!

Mezrac-i sebz-i felek didem-u dâs-ı meh-i nov
Yâdem ezkışte-i hış âmed-u bengâm-ı dırov

407‏

 

مزرع سبز فلک ديدم و داس مه نو

يادم از کشته خويش آمد و هنگام درو

 

گفتم ای بخت بخفتيدی و خورشيد دميد

گفت با اين همه از سابقه نوميد مشو

 

گر روی پاک و مجرد چو مسيحا به فلک

از چراغ تو به خورشيد رسد صد پرتو

 

تکيه بر اختر شب دزد مکن کاين عيار

تاج کاووس ببرد و کمر کيخسرو

 

گوشوار زر و لعل ار چه گران دارد گوش

دور خوبی گذران است نصيحت بشنو

چشم بد دور ز خال تو که در عرصه حسن

بيدقی راند که برد از مه و خورشيد گرو

آسمان گو مفروش اين عظمت کاندر عشق

خرمن مه به جوی خوشه پروين به دو جو

آتش زهد و ريا خرمن دين خواهد سوخت

حافظ اين خرقه پشمينه بينداز و برو

 

 

**

 

Sevgilim dedi ki: Yeni ay görmeye dışarı çıktın ha... ay kaşlarımdan utan, hadi git!

Bir ömürdür gönlün ülkemizde esir., dostlarının halini, hatırını görüp gözetmekte gaflet etme!

Siyah saçlarımıza akıl kokusunu satmaya kalkma. Orada binlerce misk nafesi yarım arpaya!

Bu çok eski tarlada vefa ve sevgi tohumunun değeri, hasat zamanı gelince belli olur.

Sâki, şarap sun da sana yıldızların seyrine, ayın gedilip yenilenmesine dair bir remiz söyleyeyim!

Her ay başında hilâlin şekli, Siyâmek’in tacından, Zev’in külâhının parçalarından nişan vermektedir.

Hâfız, Pîr-i Mugânın tapısı, vefa ve aman yurdudur. Aşk sözünün dersini ondan oku, ondan duy!

Guftâ birun şudi betemâşâ-yı mâh-ı nov
Ezmâh-ı ebruvân-ı menet şerm dar rov

406‏

 

گفتا برون شدی به تماشای ماه نو

از ماه ابروان منت شرم باد رو

 

عمريست تا دلت ز اسيران زلف ماست

غافل ز حفظ جانب ياران خود مشو

 

مفروش عطر عقل به هندوی زلف ما

کان جا هزار نافه مشکين به نيم جو

 

تخم وفا و مهر در اين کهنه کشته زار

آن گه عيان شود که بود موسم درو

 

ساقی بيار باده که رمزی بگويمت

از سر اختران کهن سير و ماه نو

 

شکل هلال هر سر مه می‌دهد نشان

از افسر سيامک و ترک کلاه زو

 

حافظ جناب پير مغان مامن وفاست

درس حديث عشق بر او خوان و ز او شنو

**

 

Ey doğrular habercisi, selvimizden haber ver; gülün ahvalini şakıyan bülbüle söyle!

Bu yoksula o varlık sahibinin hikâyesini oku; bu dilenciye o padişahın hikâyesini söyle!

Biz, elest sesinin mahremleriyiz., âşinâ dosta âşinâ sözünü arz et!

• Sevgili, o ikiye ayrılmış miskler saçan saçlarını dökünce söyle, bize neler etmek istedi?

Kim, onun yolundaki toprak tutya değildir derse ona de ki: Gel de bu sözü yüzümüze, gözümüze karşı söyle bakalım!

*          Bizi meyhaneden menedene de ki: Gel de bu macerayı Pîrimin huzurunda söyle!

** Bülbül, dün gece gözümün önünde ağlayıp duruyordu. Ey seher yeli, bilmiyor musun ki., başından neler geçti acaba, bir söyleyiver!

Bir kere daha o devlet kapısına yol bulur, uğrarsan selâmımızı, dualarımızı arzet de de ki:

* Biz kötüysek de kötülüğümüze karşı mücazatta bulunma; yoksulun suçunu söylersen bile padişahçasına söyle!

** Aşk yolunda zenginle fakirin arasında bir fark yoktur; ey güzellik padişahı, yoksullarla da konuş!

*          Zülfünün tuzağından canlan silkip de azat edince acaba o garip gönlümüzün başına neler geldi? Söyle ey seher yeli, söyle!

*          Marifet erbabının hikâyesi canlara can katar. Var, bir remiz sor., gel bir söz söyle!

** Testideyken işvelenip sofinin gönlünü kapan şarap, ey sâki, söyle... ne zaman kadehte cilvelenecek!

Hâfız, eğer onun meclisine varmak için sana müsaade ederlerse Allah için olsun şarap iç, riyayı bıraktım artık de!

Ey peyk-i rastan haber-î serv-i ma bigü
 Ahval-i gul bebulbul-i destan-serâ bigü

 

غزل  415‏

 

ای پيک راستان خبر يار ما بگو

احوال گل به بلبل دستان سرا بگو

 

ما محرمان خلوت انسيم غم مخور

با يار آشنا سخن آشنا بگو

 

برهم چو می‌زد آن سر زلفين مشکبار

با ما سر چه داشت ز بهر خدا بگو

 

هر کس که گفت خاک در دوست توتياست

گو اين سخن معاينه در چشم ما بگو

 

آن کس که منع ما ز خرابات می‌کند

گو در حضور پير من اين ماجرا بگو

 

گر ديگرت بر آن در دولت گذر بود

بعد از ادای خدمت و عرض دعا بگو

 

هر چند ما بديم تو ما را بدان مگير

شاهانه ماجرای گناه گدا بگو

بر اين فقير نامه آن محتشم بخوان

با اين گدا حکايت آن پادشا بگو

 

جان‌ها ز دام زلف چو بر خاک می‌فشاند

بر آن غريب ما چه گذشت ای صبا بگو

جان پرور است قصه ارباب معرفت

رمزی برو بپرس حديثی بيا بگو

حافظ گرت به مجلس او راه می‌دهند

می نوش و ترک زرق ز بهر خدا بگو

**

**

 

İnce keten libaslar giyinip eteğini çekerek gitti. Yüzlerce ay yüzlü güzel, hasedinden keten gömleklerinin yenini, yakasım yırttı!

Şarabın verdiği hararetle yanağındaki ter taneleri, gül yaprağına damlamış çiğ taneleri* ne benziyordu.

Yakut gibi cana can katan dudakları, letafet suyundan doğmuş., güzel ve salına salına yürüyen şimşir boyu, nazü naimle beslenip yetişmiş!

Fasih ve tatlı bir söz, yüce ve usul bir boy, lâtif ve gönüller çekici bir yüz, süzgün gözler...

Bir o gönüller çeken lâl dudaklarına bak; bir o gönüllere ıstıraplar veren gülüşü seyret., güzel yürüyüşünü gör, o mevzun adımlara bak!

O, kara gözlü ceylân, tuzağımızdan gitti., dostlar, bu ürküp kaçan gönüle ne çare edelim?

Elinden geldikçe nazar ehlini incitme sakın ey seçilmiş sevgili., dünyanın vefası yoktur.

O gönül aldatan gözünün azarım niceye bir çekeyim? Ne olur ey iki gözümün nuru, bir gün de bir göz ucuyle, bir işveyle bakıver!

Eğer mübarek hatırın Hâfız’dan incindiyse lütfet, söylediklerimize, duyduklarımıza tövbe ettik, yine gel!

Dâmen keşan hemıreft derşerb-i zer-keşide
 Şed mâh-rü zireşkeş ceyb-i kasab deride

425‏

 

دامن کشان همی‌شد در شرب زرکشيده

صد ماه رو ز رشکش جيب قصب دريده

 

از تاب آتش می بر گرد عارضش خوی

چون قطره‌های شبنم بر برگ گل چکيده

لفظی فصيح شيرين قدی بلند چابک

رويی لطيف زيبا چشمی خوش کشيده

ياقوت جان فزايش از آب لطف زاده

شمشاد خوش خرامش در ناز پروريده

 

آن لعل دلکشش بين وان خنده دل آشوب

وان رفتن خوشش بين وان گام آرميده

 

آن آهوی سيه چشم از دام ما برون شد

ياران چه چاره سازم با اين دل رميده

 

زنهار تا توانی اهل نظر ميازار

دنيا وفا ندارد ای نور هر دو ديده

تا کی کشم عتيبت از چشم دلفريبت

روزی کرشمه‌ای کن ای يار برگزيده

 

گر خاطر شريفت رنجيده شد ز حافظ

بازآ که توبه کرديم از گفته و شنيده

 

بس شکر بازگويم در بندگی خواجه

گر اوفتد به دستم آن ميوه رسيده

**

 

Vuslatı ebedî ömürden daha iyi.. Yarabbi, hakkımda hayırlısı neyse onu ver!

Beni kılıçladı da yine kimseye bir şey söylemedim. Dostun sırrının düşmandan gizli tutulması iyidir.

Bir gece, “Kulağımdaki inci küpeden daha iyi bir inciyi âlemde kimse görmemiştir" diyordu.

Gönül, devletin ebedîsi iyidir mazmununca daima sen de onun civarının yoksulu ol!

Zahit, beni cennete çağırma, bu elma gibi çene topağı, o bahçeden daha güzel bence!

Bu yurtta kulluk dağıyle ölmek, sevgilinin canına andolsun, cihan mülküne sahip olmadan yeğ!

Selvi boylumuzun ayağıyle ezilen gülün toprağı bile erguvanın kanından iyi.

Allah için doktorumuza sorun: Bu hasta ne vakit iyi olacak ki?

Ey genç sevgili, ihtiyarların öğüdünden  baş çevirme. İhtiyarların tedbiri, gencin bahtından daha iyidir.

* Zinderûd. abıhayattır ama bizim Şiraz'ımız, İsfahan’dan da güzel!

Söz sevgilinin ağzında incidir ama Hâfız'ın şiirleri ondan da hoş!

Visal-i o zi ömr-i cavidan bih
Hudavenda mera an dih ki an bih

419‏

 

وصال او ز عمر جاودان به

خداوندا مرا آن ده که آن به

 

به شمشيرم زد و با کس نگفتم

که راز دوست از دشمن نهان به

 

به داغ بندگی مردن بر اين در

به جان او که از ملک جهان به

 

خدا را از طبيب من بپرسيد

که آخر کی شود اين ناتوان به

گلی کان پايمال سرو ما گشت

بود خاکش ز خون ارغوان به

 

به خلدم دعوت ای زاهد مفرما

که اين سيب زنخ زان بوستان به

 

دلا دايم گدای کوی او باش

به حکم آن که دولت جاودان به

 

جوانا سر متاب از پند پيران

که رای پير از بخت جوان به

شبی می‌گفت چشم کس نديده‌ست

ز مرواريد گوشم در جهان به

 

اگر چه زنده رود آب حيات است

ولی شيراز ما از اصفهان به

سخن اندر دهان دوست شکر

وليکن گفته حافظ از آن به

 

 

**

 

Muğların sarayının kapısı silinmiş, süpürülmüş, sulanmış., oraya bir pır oturmuş; ihtiyarı, genci çağırmaktaydı.

Testi taşıyanların hepsi, kulluk kemerini bağlanmışlar, hepsi ona kul olmuşlardı., fakat Pîr-i Mugânın külahının dilimi buluta çadır kurmuştu. onun kadri gökler kadar yüceydi

Kadehin, sürahinin ziyası, ayın yüzünü örtmüş; muğbeçelerin yanakları güneşin yolunu kesmişti

* Rahmet meleği işret kadehini eline almış. hurilerle perilerin yüzlerine şarap katralarından gülsüyü serpmişti

** Baht gelini, o gelin odasında binlerce nazü eda ile perçemlerini kesmiş, gül yaprağına gülsuları saçmıştı.

Edalı güzellerin kopardıkları kavgadan, kıyametten şeker kırılmış, yasemin dökülmüş, rebap çalınmıştı.

Selâm verdim, bana güler bir yüzle dedi ki: Ey şaraba düşkün müflis mahmur!

Himmetin de zayıf, tedbirin de., bu yüzden senin şu yaptığın işi kim yapar? Onun bucağından çıktın da harap bir yazıya çadır kurdun!

* * Beni bir yudum şarapla neşelendirdi de sonra dedi ki:

Uykulara dalmış bahtın kucağında ne uyuyorsun ?

Felek, Şah Nusretüddin’in yedekçisidir. Gel, bak da gör; felek, nasıl atının özengisini tutmakta.

Aklı bile gayıp âleminden ilham aldığı halde şeref bulmak için arşın yücesinden onun eşiğini yüzlerce defa öpmekte.

Hâfız, meyhaneye gel de sana duaları kabul edilmişlerden yüzlerce saf göstereyim!

Der-i serây-ı muğan ruftebüd-u ab zede
Nişeste Pîr-u selâyi beşeyh-u şâb zede

 

غزل  421‏

 

در سرای مغان رفته بود و آب زده

نشسته پير و صلايی به شيخ و شاب زده

سبوکشان همه در بندگيش بسته کمر

ولی ز ترک کله چتر بر سحاب زده

شعاع جام و قدح نور ماه پوشيده

عذار مغبچگان راه آفتاب زده

 

عروس بخت در آن حجله با هزاران ناز

شکسته کسمه و بر برگ گل گلاب زده

 

گرفته ساغر عشرت فرشته رحمت

ز جرعه بر رخ حور و پری گلاب زده

ز شور و عربده شاهدان شيرين کار

شکر شکسته سمن ريخته رباب زده

 

سلام کردم و با من به روی خندان گفت

که ای خمارکش مفلس شراب زده

که اين کند که تو کردی به ضعف همت و رای

ز گنج خانه شده خيمه بر خراب زده

 

وصال دولت بيدار ترسمت ندهند

که خفته‌ای تو در آغوش بخت خواب زده

بيا به ميکده حافظ که بر تو عرضه کنم

هزار صف ز دعاهای مستجاب زده

فلک جنيبه کش شاه نصره الدين است

بيا ببين ملکش دست در رکاب زده

 

خرد که ملهم غيب است بهر کسب شرف

ز بام عرش صدش بوسه بر جناب زده

**

 

Dün gece yan uykulu. mahmur – hırkayla seccade ıslak ve şaraba bulanmış bir halde meyhane kapısına gittim.

Şarap satan muğbeçe hayıflanarak geldi, dedi ki: Ey uyuklayarak yola giden, uyan!

Bir yıkan, arın da ondan sonra salma salına meyhaneye gel ki bu harap tekke senin yüzünden pislenmesin.

Niceyedek dudakları tatlı dilberlerin havasına uyacaksın; niceyedek ruh cevherini enmiş yakuta bulayacaksın ?

ihtiyarlık konağından tertemiz geç, kocalık elbisesini de gençlik elbisesi gibi bulaştırma.

Aşk yolunun yüzgeçleri, bu derin denize garkoldular da yine suya bulanmadılar, yine ıslanmadılar.

Temizlen, arın, tabiat kuyusundan çık. Çünkü toprakla su berrak görünmez, neşe vermez.

Dedim ki: “Ey cihanın canı, bahar mevsiminde gül defteri halis şarapla ıslansa, berrak şaraba bulansa ayıplanmaz.

Dedi ki: Hâfız, dostlara muamma satmaya, nükte yapmaya kalkışma. Ah bu çeşit itaplarla bulanık lütuf tan!

Düş reltem beder-i meykede hâb-âlüde
Hırka ter damen-u seccade şerâb âlüde

423‏

 

دوش رفتم به در ميکده خواب آلوده

خرقه تردامن و سجاده شراب آلوده

 

آمد افسوس کنان مغبچه باده فروش

گفت بيدار شو ای ره رو خواب آلوده

شست و شويی کن و آن گه به خرابات خرام

تا نگردد ز تو اين دير خراب آلوده

 

به هوای لب شيرين پسران چند کنی

جوهر روح به ياقوت مذاب آلوده

 

به طهارت گذران منزل پيری و مکن

خلعت شيب چو تشريف شباب آلوده

 

پاک و صافی شو و از چاه طبيعت به درآی

که صفايی ندهد آب تراب آلوده

گفتم ای جان جهان دفتر گل عيبی نيست

که شود فصل بهار از می ناب آلوده

آشنايان ره عشق در اين بحر عميق

غرقه گشتند و نگشتند به آب آلوده

 

گفت حافظ لغز و نکته به ياران مفروش

آه از اين لطف به انواع عتاب آلوده

 

**

 

Benden ayrılma, çünkü gözümün nurusun, canımın sevgilisi, ürkmüş kalbimin munisisin.

Âşıklar senin eteğinden el çekmezler. Onların sabır gömleklerini yırttın sen!

Kem gözlerden zarar gelmesin, nazar değmesin sana. Çünkü güzelliğin son haddine varmışsın.

Ey zemane müftüsü, onu sevme diye beni menediyorsun, seni mazur tutarım, çünkü görmedin onu!

Hâfız, dostun sana ettiği serzenişler ne? Yoksa ayağını yorganına göre uzatmadın mı ki?

Ezmen cudâ meşov ki tuem nur-ı didei
Mahbüb-ı cân-u münis-i kalb-i remidei

 

غزل  424‏

 

از من جدا مشو که توام نور ديده‌ای

آرام جان و مونس قلب رميده‌ای

 

از دامن تو دست ندارند عاشقان

پيراهن صبوری ايشان دريده‌ای

 

از چشم بخت خويش مبادت گزند از آنک

در دلبری به غايت خوبی رسيده‌ای

 

منعم مکن ز عشق وی ای مفتی زمان

معذور دارمت که تو او را نديده‌ای

 

آن سرزنش که کرد تو را دوست حافظا

بيش از گليم خويش مگر پا کشيده‌ای

 

**

 

Ansızın perdeden çıktın; ân, hayayı bıraktın... yani ne yapmak istiyorsun? Sarhoş olup evden dışarı fırladın, meramın ne?

Saçlarını sabah rüzgârının eline vermiş, kulağını engelin sözüne asmışsın., böylece herkesle görüşmekte, öpüşmektesin, maksadın ne yani?

Güzeller padişahısın, yoksullarla düşüp kalkıyorsun. Mertebenin kadrini anlamadın mı yoksa ki?

Saçlarını evvelce sen, benim etime vermedin mi? Sonra neden beni ayaklar altına düşürüyorsun, ne istiyorsun ki?

Sözün, ağzının varlığını.. kemerin, belinin mevcudiyetini bildirdi. Sense bana kılıç çekmişsin; ben ne yaptım sana?

Herkes, güneş yüzünün bir çeşit nakşıyle meşgul., nihayet herkese bir yaman oyun oynamışsın, meramın ne yani?

Hâfız, sevgili, senin dar gölüne gelip kondu. Halbuki sen, evden ağyarı silip süpürmemişsin, yani bu ne?

Nâgehan perde berendâhtei y'ni çi
Mest ezhâne birun tâhtei ya'nî çi

420‏

 

ناگهان پرده برانداخته‌ای يعنی چه

مست از خانه برون تاخته‌ای يعنی چه

زلف در دست صبا گوش به فرمان رقيب

اين چنين با همه درساخته‌ای يعنی چه

شاه خوبانی و منظور گدايان شده‌ای

قدر اين مرتبه نشناخته‌ای يعنی چه

نه سر زلف خود اول تو به دستم دادی

بازم از پای درانداخته‌ای يعنی چه

سخنت رمز دهان گفت و کمر سر ميان

و از ميان تيغ به ما آخته‌ای يعنی چه

هر کس از مهره مهر تو به نقشی مشغول

عاقبت با همه کج باخته‌ای يعنی چه

حافظا در دل تنگت چو فرود آمد يار

خانه از غير نپرداخته‌ای يعنی چه

**

 

Sevgilinin, gönlümün dilediği lâl dudakla-rından kâm almaktayım., işretim, neşem daimî.. Tanrı’ya hamdolsun, işim muradımca!

Ey serkeş bahtım, sevgiliyi sıkıca sar., gâh şarap kadehini çek, gâh gönlün dilediği lâl dudaktan em!

Cahil Pîrlerle sapık şeyhler, bizi kınaya kınaya efsane ettiler gitti!

* Zahidin sözlerini tutmaya tövbeler olsun, ibadet edenin işlerini işlemeye de estağfirullah!

Sevgili, ayrılığını nasıl anlatayım? Bir göz, yüzlerce göz yaşı., bir can, yüzlerce ahu feryat!

Dudağının iştiyakı, Hâfız'ın aklından gece virdini de çıkardı, seher çağındaki dersi de!

‘Ayşem mudâmest elhamdülillah
Karem bekämest elhamdülillah

17‏

 

عيشم مدام است از لعل دلخواه

کارم به کام است الحمدلله

 

ای بخت سرکش تنگش به بر کش

گه جام زر کش گه لعل دلخواه

 

ما را به رندی افسانه کردند

پيران جاهل شيخان گمراه

 

از دست زاهد کرديم توبه

و از فعل عابد استغفرالله

 

جانا چه گويم شرح فراقت

چشمی و صد نم جانی و صد آه

کافر مبيناد اين غم که ديده‌ست

از قامتت سرو از عارضت ماه

 

شوق لبت برد از ياد حافظ

درس شبانه ورد سحرگاه

**

 

O ay yüzlünün civarında gökten kılıçlar yağsa yine boynumuzu koymuş, teslim olmuşuz.. hüküm Tanrı’nındır.

Takva yolunu, yordamını, ben de bilirim ama sapık bahtla başa çıkamıyorum, elde ne çarem var ki?

Ben rint ve âşık olayım, sonra da tövbe edeyim ha? Estağfirullah, estağfirullah'

Biz, şeyhi, vaizi pek az tanırız. Ya şarap kadehi sun, ya hikâyeyi kısa kes!

Sabır acı, ömür de fani. Ah ona kavuşmak nasıl mümkün olacak? Bunu bilseydim!

Sevginden bize bir akis bile düşmüyor, ey ayna yüzlü sevgili, ah elinden, ah!

* Hâfız, ne ağlayıp inliyorsun? Eğer vuslat istiyorsan her an kan yutman gerek!

Ger tiyğ bäred derküy-ı an mäh
Gerden nihädim ellıukmu lilläh

418‏

 

گر تيغ بارد در کوی آن ماه

گردن نهاديم الحکم لله

 

آيين تقوا ما نيز دانيم

ليکن چه چاره با بخت گمراه

 

ما شيخ و واعظ کمتر شناسيم

يا جام باده يا قصه کوتاه

 

من رند و عاشق در موسم گل

آن گاه توبه استغفرالله

 

مهر تو عکسی بر ما نيفکند

آيينه رويا آه از دلت آه

 

الصبر مر و العمر فان

يا ليت شعری حتام القاه

حافظ چه نالی گر وصل خواهی

خون بايدت خورد در گاه و بی‌گاه

 

 

**

 

Sevgiliye yüreğimin kanıyla mektup yazdım, dedim ki: Sevgili, ayrılığınla dünyayı bir kıyamet gördüm.

Ne türlü sınadımsa çaresi olmadı, bir fayda elde edemedim. Zaten sınanmış şeyi sınayan, ancak nadim olur.

Bir doktordan sevgilinin ahvalini sordum, dedi ki: Yakınlığında azap vardır, uzaklığında pişmanlık!

Ayrılığınla gözümde yüzlerce alâmet var; aşkıma alâmet, sade bu akıp duran göz yaşlarım değil ki!

Dedim ki:

Civarında dönüp dolaşsam beni kınıyorlar.

Dedi ki:

Vallahi zaten biz, kınanmadık bir sevgi görmedik ki.

Hâfız mademki seni istiyor, sevgili, tatlı canın için ona bir kadeh sun da ihsanından tatsın.

Ezhün-ı dil nubiştem nezdiyk-i yâr nâme
 Inni ra'eytu dehren min hecrikel kıyâme

426‏

 

از خون دل نوشتم نزديک دوست نامه

انی رايت دهرا من هجرک القيامه

دارم من از فراقش در ديده صد علامت

ليست دموع عينی هذا لنا العلامه

هر چند کزمودم از وی نبود سودم

من جرب المجرب حلت به الندامه

 

پرسيدم از طبيبی احوال دوست گفتا

فی بعدها عذاب فی قربها السلامه

گفتم ملامت آيد گر گرد دوست گردم

و الله ما راينا حبا بلا ملامه

 

حافظ چو طالب آمد جامی به جان شيرين

حتی يذوق منه کاسا من الکرامه

 

**

 

Bir seher çağı, gecenin sarhoşluğundan mahmur bir halde çeng ve çegane nağmeleriyle şarap kadehini ele aldım.

Akla şaraptan yol azığı verdim, onu varlık şehrinden yola saldım.

Şarap satan sevgilim bana öyle bir yudum şarap verdi ki zemanenin hilesinden emin oldum.

Yay kaşlı sâkiden duydum, dedi ki: Ey melâmet okuna hedef olan,

Eğer arada kendini görürsen kuşak gibi sevgilinin beline sarılsan bile bir fayda elde edemezsin!

Yürü, bu tuzağı, başka bir kuşu avlamak için kur. Çünkü ankanın yuvası çok yüksekte!

Nedim, çalgıcı, sâki., hepsi o. Su, toprak hayali, yolda bir bahaneden ibaret!

Şarap gemisini ver de bu kenarı görünmeyen denizden kurtulalım.

Hâfız, varlığımız bir muammadan ibaret. Hakikati de ancak afsun ve efsane!

Sehergâhi ki mahmür-ı şebâne
Girıftem bade bâçeng-u çeğâne

428‏

 

سحرگاهان که مخمور شبانه

گرفتم باده با چنگ و چغانه

 

نهادم عقل را ره توشه از می

ز شهر هستيش کردم روانه

 

نگار می فروشم عشوه‌ای داد

که ايمن گشتم از مکر زمانه

 

ز ساقی کمان ابرو شنيدم

که ای تير ملامت را نشانه

نبندی زان ميان طرفی کمروار

اگر خود را ببينی در ميانه

برو اين دام بر مرغی دگر نه

که عنقا را بلند است آشيانه

 

که بندد طرف وصل از حسن شاهی

که با خود عشق بازد جاودانه

 

نديم و مطرب و ساقی همه اوست

خيال آب و گل در ره بهانه

بده کشتی می تا خوش برانيم

از اين دريای ناپيداکرانه

وجود ما معماييست حافظ

که تحقيقش فسون است و فسانه

 

**

 

Ne kutludur gönlün dilediği amber kokulu rüzgâr ki senin havanla seher çağı erkenden esip tozdu.

Ey vuslatı mübarek kuş, yola kılavuz ol. O kapının toprağına iştiyakımdan gözlerim eridi, su oldu.

Gönül kanma garkolan bu zayıfı hatırlayarak ufuktaki hilâle bakın!

Sensiz yaşıyorum, bu ne utanılacak şey. Meğer ki sen affedesin, yoksa bu günahın özrü ne olabilir?

Sabah rüzgârı seher çağında aşka düşerek kara elbisesini yırtıp atmayı âşıklarından öğrendi.

Yüzünün aşkıyle bir gün âlemden gidersem toprağımdan yeşil ot yerine kızıl güller biter.

Senden uzağım. Bundan dolayı şikâyet etmekteyim, nazik hatırın incinmesin. Dur bakalım, Hâfız’ın şikâyete daha yeni başladı.

Hunuk nesim-i mu'anber şemâme-i dilhâh
 Ki derhevâ-yı tu berhâst bâmdâd begâh

416‏

 

خنک نسيم معنبر شمامه‌ای دلخواه

که در هوای تو برخاست بامداد پگاه

دليل راه شو ای طاير خجسته لقا

که ديده آب شد از شوق خاک آن درگاه

 

به ياد شخص نزارم که غرق خون دل است

هلال را ز کنار افق کنيد نگاه

منم که بی تو نفس می‌کشم زهی خجلت

مگر تو عفو کنی ور نه چيست عذر گناه

ز دوستان تو آموخت در طريقت مهر

سپيده دم که صبا چاک زد شعار سياه

 

به عشق روی تو روزی که از جهان بروم

ز تربتم بدمد سرخ گل به جای گياه

مده به خاطر نازک ملالت از من زود

که حافظ تو خود اين لحظه گفت بسم الله

 

 

**

 

Yüzünün çırağına mum bile pervane kesildi, yanağındaki ben, beni benden aldı!

Akıl, aşk delilerinin bağlanmasını emrederken saçının halkasına düşmek ümidiyle deli divane oldu!

Pervane, yüzünün çırağından haber getirince mum, muştuluk olarak hemencecik canını, sabah rüzgârına veriverdi.

Saçının ümidiyle can, yele giderse ne çıkar? Sevgiliye binlerce aziz can feda olsun!

Ateşe benzeyen yüzünde, o güzele nazar değmesin diye üzerlik yerine siyah beninden başka daha iyi bir şey yakıldığını kim gördü ki ?

Dün gece sevgilimi yabancının elinde görünce kıskançlığımdan elden ayaktan düştüm, yerlere yıkıldım!

Ne oyunlar yaptım ama fayda vermedi gitti; afsunumuz ona efsane geldi!

Sevgilinin dudağının hüküm sürdüğü zamanda sevgiliyle ahdim var: Ağzıma kadeh sözünden başka bir söz almayacağım!

Medreseden, tekkeden bahsetme... Hâfız'ın başına yine meyhane havası düştü!

Çerağ-ı rüy-ı tura şem' keşt pervane
Mera zihâl-i tu bâhâl-i hiç pervane

 

غزل  427‏

 

چراغ روی تو را شمع گشت پروانه

مرا ز حال تو با حال خويش پروا نه

 

خرد که قيد مجانين عشق می‌فرمود

به بوی سنبل زلف تو گشت ديوانه

به بوی زلف تو گر جان به باد رفت چه شد

هزار جان گرامی فدای جانانه

من رميده ز غيرت ز پا فتادم دوش

نگار خويش چو ديدم به دست بيگانه

 

چه نقشه‌ها که برانگيختيم و سود نداشت

فسون ما بر او گشته است افسانه

 

بر آتش رخ زيبای او به جای سپند

به غير خال سياهش که ديد به دانه

 

به مژده جان به صبا داد شمع در نفسی

ز شمع روی تواش چون رسيد پروانه

مرا به دور لب دوست هست پيمانی

که بر زبان نبرم جز حديث پيمانه

 

حديث مدرسه و خانقه مگوی که باز

فتاد در سر حافظ هوای ميخانه

**

 

 

 

Ey uzun saçlarının zinciriyle gelen sevgili, dilerim, fırsatın fevt olmasın., çünkü belli ki divaneyi okşamaya, halini hatırını sormaya gelmişsin!

Mademki niyaz ehlini görmeye, gözetmeye, hatırını sormaya geldin, bir an olsun âdetini terket, nazı bırak!

İster barış, ister savaş, herhalde senin uzun boyuna kurban olayım. Sana barışta da naz yaraşıyor, savaşta da!

Lâl dudaklarında su ile ateşi birbirine katmışsın., kem göz değmesin, ne güzel hokkabazlıkların, ne hoş oyunların var!

Aferin merhametli yüzüne, sevaba nail olmak için bakışlarınla öldürdüğün âşıka namaz kılmaya gelmişsin!

Sana karşı zahitliğimin ne ehemmiyeti olabilir ki? Gönlümü yağma etmek için o halvet yurduna sarhoş, perişan bir halde geliyorsun.

Sevgili dedi ki: Hâfız, yine hırkan şaraba bulanmış., yoksa sofiler mezhebinden çıktın mı ki?

Ey ki bâ silsile-ı zulf-i diraz âmedei
Fırsatet bâd ki divâne-nevâz âmedei

 

غزل  422‏

 

ای که با سلسله زلف دراز آمده‌ای

فرصتت باد که ديوانه نواز آمده‌ای

 

ساعتی ناز مفرما و بگردان عادت

چون به پرسيدن ارباب نياز آمده‌ای

 

پيش بالای تو ميرم چه به صلح و چه به جنگ

چون به هر حال برازنده ناز آمده‌ای

 

آب و آتش به هم آميخته‌ای از لب لعل

چشم بد دور که بس شعبده بازآمده‌ای

 

آفرين بر دل نرم تو که از بهر ثواب

کشته غمزه خود را به نماز آمده‌ای

 

زهد من با تو چه سنجد که به يغمای دلم

مست و آشفته به خلوتگه راز آمده‌ای

 

گفت حافظ دگرت خرقه شراب آلوده‌ست

مگر از مذهب اين طايفه بازآمده‌ای

 

**

 

Gönül, sevgilinin kuyuya benzeyen çene çukurundan çıkarsan nereye gidersen git, pek tez pişman olur çıkarsın!

Aklım başına al. Eğer nefis vesvesesine kulak asarsan Âdem gibi cennet bahçesini terketmek mecburiyetinde kalırsın.

Abıhayat çeşmesinden susuz çıkarsan felek, sana bir katra su bile vermese yeri var!

* Âlemi aydınlatan güneş gibi belki evinden çıkarsın diye hasretinle sabah gibi can vermekteyim.

Goncanın açılıp gül haline gelmesi gibi sen de açılasın diye seher yeli gibi sana ne vaktedek himmet nefesini yollayıp duracağım?

Ayrılığının karanlık gecesinde canım dudağıma geldi. Parlak ay gibi doğmanın tam zamanı artık!

Salına salına yürüyen selvi gibi belki çıkarsın diye kapının toprağına göz yaşlarımdan iki yüz ırmak akıttım.

Hâfız, gam yeme., ay yüzlü Yusuf, elbette yine gelir ve sen de de elbette Külbeiahzanından çıkar, kurtulursun!

Ey dil ger ezan çâh-ı zenehdan bederâyi
Her câ ki revi zöd peşiman bederâyi

494‏

 

ای دل گر از آن چاه زنخدان به درآيی

هر جا که روی زود پشيمان به درآيی

 

هش دار که گر وسوسه عقل کنی گوش

آدم صفت از روضه رضوان به درآيی

 

شايد که به آبی فلکت دست نگيرد

گر تشنه لب از چشمه حيوان به درآيی

 

جان می‌دهم از حسرت ديدار تو چون صبح

باشد که چو خورشيد درخشان به درآيی

 

چندان چو صبا بر تو گمارم دم همت

کز غنچه چو گل خرم و خندان به درآيی

 

در تيره شب هجر تو جانم به لب آمد

وقت است که همچون مه تابان به درآيی

 

بر رهگذرت بسته‌ام از ديده دو صد جوی

تا بو که تو چون سرو خرامان به درآيی

 

حافظ مکن انديشه که آن يوسف مه رو

بازآيد و از کلبه احزان به درآيی

**

 

Seher çağında sevgiliye olan iştiyakımı rüzgâra söylüyordum. "Tanrı’nın lûtuflarına emin ol” diye hitab geldi.

Sabah zamanı edilen dua ile geceleri çekilen ah, maksat hâzinesinin anahtarıdır. Bu yolda böyle yürü de sevgiliye kavuş!

Kalemde, aşk sırrını izhar edebilececek dil ne gezer? iştiyak sözü, anlaşılamaz ki. O söz, anlatılmadan da ötedir!

Ey Mısır Yusuf'u, seni saltanat işleri meşgul etti. Oğul sevgisi, seni ne hale getirdi diye ne olur., babanın halini de bir sor!

İki yüzlü kati cihanın yaratılışında merhamet yoktur. Onu sevmekten ne istiyor, ne umuyorsun ki? Neye ona düşüyor, neye ona bağlanıyorsun ki ?

Senin gibi himmeti yüce devlet kuşu, ne vaktedek kemik hırsına düşecek? Ehil olmayanların üstüne saldığın devlet gölgesine yazık!

Bu dünya pazarında bir fayda varsa yine kanaatkâr derviş elde eder. Yarabbi, sen bana nimet olarak dervişliği, kanaati ihsan et! 

Hâfız, güzellere gönül verme, Semerkand Türklerinin Harezmlilere yaptıkları vefasızlıkları gör de ibret al!

Seher bâbâd migultem hadiş-ı arzümendî
Hitâb âmed ki vâşık şov beeltâf-ı Hudâvendı

 

غزل  440‏

 

سحر با باد می‌گفتم حديث آرزومندی

خطاب آمد که واثق شو به الطاف خداوندی

 

دعای صبح و آه شب کليد گنج مقصود است

بدين راه و روش می‌رو که با دلدار پيوندی

 

قلم را آن زبان نبود که سر عشق گويد باز

ورای حد تقرير است شرح آرزومندی

 

الا ای يوسف مصری که کردت سلطنت مغرور

پدر را بازپرس آخر کجا شد مهر فرزندی

 

جهان پير رعنا را ترحم در جبلت نيست

ز مهر او چه می‌پرسی در او همت چه می‌بندی

 

همايی چون تو عالی قدر حرص استخوان تا کی

دريغ آن سايه همت که بر نااهل افکندی

 

در اين بازار اگر سوديست با درويش خرسند است

خدايا منعمم گردان به درويشی و خرسندی

 

به شعر حافظ شيراز می‌رقصند و می‌نازند

سيه چشمان کشميری و ترکان سمرقندی

 

**

 

Bir ay yüzlü güzelin kaşıyle yanağında yeni biten tüylerinin hayaline düştüm, yine yeniden bir genç sevdim.

Gönlümün dizginini öyle birisine verdim ki ne taç için kimseye rağbeti var, ne taht için!

Meclisleri bezeyen bir güzelin başıyle gözü arzusuna düştüm de başım elimden gitti, gözlerim de beklemeden yandı yakıldı.

Güzelleri sevme fermanım o yay kaşlının tasdikine mazhar olur diye ummaktayım; bu ne hayâl!

Gönül gamlandı. Hırkamı ateşlere atacağım. Gel de gör., çünkü bu, seyre değer!

ölüm günümde tabutumu selvi ağacından yapın. Çünkü bir yüce boylunun dağıyle gitmekteyim !

Güzellerin bakış kılıçlarını çektikleri yerde bir başın ayaklar altına düşmesine şaşma!

* Geceleyin yüzü, bana ay olurken yıldızın aydınlığına ihtiyacım mı olur?

Ayrılık nedir, buluşma ne? Sen sevgilinin rızasını iste., zira ondan, kendisinden başka i            bir şey dilemek yazıktır!

Hâfız’ın cöngü bir denize düşse, balıklar, şevklerinden o şiirlere saçmak için inciler çıkarırlar.

Beçeşm kendeem ebrüyı mâhsimâyi
Heyâli sebzhati nakş besteem câyî

491‏

 

به چشم کرده‌ام ابروی ماه سيمايی

خيال سبزخطی نقش بسته‌ام جايی

 

اميد هست که منشور عشقبازی من

از آن کمانچه ابرو رسد به طغرايی

 

سرم ز دست بشد چشم از انتظار بسوخت

در آرزوی سر و چشم مجلس آرايی

 

مکدر است دل آتش به خرقه خواهم زد

بيا ببين که که را می‌کند تماشايی

 

به روز واقعه تابوت ما ز سرو کنيد

که می‌رويم به داغ بلندبالايی

 

زمام دل به کسی داده‌ام من درويش

که نيستش به کس از تاج و تخت پروايی

 

در آن مقام که خوبان ز غمزه تيغ زنند

عجب مدار سری اوفتاده در پايی

 

مرا که از رخ او ماه در شبستان است

کجا بود به فروغ ستاره پروايی

 

فراق و وصل چه باشد رضای دوست طلب

که حيف باشد از او غير او تمنايی

 

درر ز شوق برآرند ماهيان به نثار

اگر سفينه حافظ رسد به دريايی

 

 

**

 

Bütün muğ mabetlerinde benim gibi bir şeydâ yok:          Hırka bir tarafta şeraba rehin olmuş, defter bir yanda!

Gönül, padişahın aynası ama tozlanmış. Tanrı’dan tedbiri isabetli ve aydın birisiyle arkadaşlık etmek istiyorum.

Bir daha meclisi bezeyen bir güzel olmadıkça şarap içmemeye şarap satan dilberin huzurunda tövbe ettim.

Eteğime, gözümden dereler, ırmaklar akıttım. Belki kucağıma bir suna boylu selvi dikerler!

Getir şarap gemisini., sevgilinin yüzü olmadıkça gözümün her köşesi, gönül gamından bir deniz kesildi.

Bu hikâyeyi belki mum. dile getirir. Yoksa pervanenin söz söylemeye meyli yok!

Nergis, gözünün şivesinden bahsettiyse incinme. Nazar ehli, bir körün ardına düşmez ya.

Seher çağı meyhane kapısında bir Hristiyan'ın defle, neyle söylediği şu söz ne kadar hoşuma gitti:

Eğer müslümanlık, Hâfız’ın müslümanlığı ise vay bugünün ardında bir yarın varsa vay!

Derheme deyri muğan nist çü men şeydâyi
Hırka câyi girovi bade vu defter câyi

490‏

 

در همه دير مغان نيست چو من شيدايی

خرقه جايی گرو باده و دفتر جايی

 

دل که آيينه شاهيست غباری دارد

از خدا می‌طلبم صحبت روشن رايی

 

کرده‌ام توبه به دست صنم باده فروش

که دگر می نخورم بی رخ بزم آرايی

 

نرگس ار لاف زد از شيوه چشم تو مرنج

نروند اهل نظر از پی نابينايی

 

شرح اين قصه مگر شمع برآرد به زبان

ور نه پروانه ندارد به سخن پروايی

 

جوی‌ها بسته‌ام از ديده به دامان که مگر

در کنارم بنشانند سهی بالايی

 

کشتی باده بياور که مرا بی رخ دوست

گشت هر گوشه چشم از غم دل دريايی

 

سخن غير مگو با من معشوقه پرست

کز وی و جام می‌ام نيست به کس پروايی

 

اين حديثم چه خوش آمد که سحرگه می‌گفت

بر در ميکده‌ای با دف و نی ترسايی

 

گر مسلمانی از اين است که حافظ دارد

آه اگر از پی امروز بود فردايی

 

**

 

Sen bir su kıyısında heva ve hevesine uyup oturmaya gör, yoksa suda ne görürsen kendini görürsün; her gördüğün, yaptığının aksidir.

Sen Tanrı’nın seçilmiş kulusun, kullar arasından seni seçen Tanrı hakkıyçin sen de bu eski kulun üstüne kimseyi seçme!

Edep ve haya, seni ay yüzlülerin padişahı yaptı. Aferin sana, sen bunun gibi daha yüzlerce mertebelere lâyıksın.

Rakibin cefasına sabretmeyeyim de ne yapayım? Âşıklara sabırdan, tahammülden başka çare yok ki!

Ne şaşılacak şey, sen bir gül olduğun halde dikenle oturmaktasın. Olsa olsa bunu zamana uygun görüyorsun da ondan!

Emaneti, iman selâmeti ile verirsen kayırmam. Ardında dinsizlik olmazsa âşıklık kolay!

Bu ihlas sahibi kuldan garezsiz bir söz işit; çünkü sen hakikati gören büyüklerin makbulü bir güzelsin.

Sen gülden daha hoş, nesrinden daha tazesin. Böyle olduğu halde seyr için bahçeye salına salma gidişine hayıflanıyorum doğrusu.

Bu seyrangâhta bir an oturursan sağdan, soldan göz yaşlarımın nasıl habbelerle oynadığını görürsün.

Sen gönlü pak, tabiati pak bir zahitsin, kötü kişilerle oturmaman daha iyi.

Bu akan göz yaşı seli Hâfız’ın gönlündeki sabrı alıp götürdü. Takatim kalmadı gayri, ey göz bebeğim, ayrıl benden!

Ey, Çigil güzeli, sen bu naziklikle, bu güzellikle Hâce Celâleddin’in meclisine lâyıksın

Tu meğer derlebi abi beheves binşini
Verne her fitne ki bini heme ezhod bini

484‏

 

تو مگر بر لب آبی به هوس بنشينی

ور نه هر فتنه که بينی همه از خود بينی

 

به خدايی که تويی بنده بگزيده او

که بر اين چاکر ديرينه کسی نگزينی

 

گر امانت به سلامت ببرم باکی نيست

بی دلی سهل بود گر نبود بی‌دينی

 

ادب و شرم تو را خسرو مه رويان کرد

آفرين بر تو که شايسته صد چندينی

 

عجب از لطف تو ای گل که نشستی با خار

ظاهرا مصلحت وقت در آن می‌بينی

 

صبر بر جور رقيبت چه کنم گر نکنم

عاشقان را نبود چاره بجز مسکينی

 

باد صبحی به هوايت ز گلستان برخاست

که تو خوشتر ز گل و تازه‌تر از نسرينی

 

شيشه بازی سرشکم نگری از چپ و راست

گر بر اين منظر بينش نفسی بنشينی

 

سخنی بی‌غرض از بنده مخلص بشنو

ای که منظور بزرگان حقيقت بينی

 

نازنينی چو تو پاکيزه دل و پاک نهاد

بهتر آن است که با مردم بد ننشينی

 

سيل اين اشک روان صبر و دل حافظ برد

بلغ الطاقه يا مقله عينی بينی

 

تو بدين نازکی و سرکشی ای شمع چگل

لايق بندگی خواجه جلال الدينی

**

 

Sevgili, senin âşıkınım, seni istemekteyim.. biliyorum ki bunu bilirsin. Zira öyle zekisin ki hem görülmedik şeyleri görmekte, hem yazılmadık şeyleri okumaktasın!

Aşıkları kınayan, âşıkla mâşuk arasında ne var, ne bilir ki? Görmeyen göz, bir şey göremez ya, hele gizli sırlan hiç göremez!

Saçlarını döküp gel de sofiyi raksa sok., hırkasının her parçasından binlerce put dök!

• İştiyak çekenlerin işleri o gönüller bağlayan kaşların yüzünden açılır, düzene girer. Allah için olsun bir nefes otur, kaşlarını çatma, ne olur ki!

Melek, Âdem’e secde ederek senin tapını öpmeyi, sana tazimde bulunmayı niyet etti.

Çünkü senin güzelliğine insanlıktan da öte ve hiç bir insanda bulunmaz bir şey buldu.

Gözümüzün ışığı, sevgilinin saçlarından esip gelen rüzgârla aydınlanmakta. Yarabbi, dilerim bu topluluk, dağınık rüzgârından gam görmesin!

Yazıklar olsun., gece işreti, seher yeli gibi gelip geçti. Gönül, ayrılışa düşersen, o zaman vuslatın kadrini bilir, anlarsın.

Yoldaşlardan usanmak iş bilirlik değildir. Kolaylık zamanını düşünerek yol zahmetlerini çek!

Hâfız, sevgilinin saçlarının halkası seni aldatmakta., sakın ha olmayacak ikbal halkasını harekete getirme!

Hevâhahı tuem cânâ vu mıdânem ki midâni
Ki hem nâdide mîbîniyyu hem nenvişte mihâni

474‏

 

هواخواه توام جانا و می‌دانم که می‌دانی

که هم ناديده می‌بينی و هم ننوشته می‌خوانی

 

ملامتگو چه دريابد ميان عاشق و معشوق

نبيند چشم نابينا خصوص اسرار پنهانی

 

بيفشان زلف و صوفی را به پابازی و رقص آور

که از هر رقعه دلقش هزاران بت بيفشانی

 

گشاد کار مشتاقان در آن ابروی دلبند است

خدا را يک نفس بنشين گره بگشا ز پيشانی

 

ملک در سجده آدم زمين بوس تو نيت کرد

که در حسن تو لطفی ديد بيش از حد انسانی

 

چراغ افروز چشم ما نسيم زلف جانان است

مباد اين جمع را يا رب غم از باد پريشانی

 

دريغا عيش شبگيری که در خواب سحر بگذشت

ندانی قدر وقت ای دل مگر وقتی که درمانی

 

ملول از همرهان بودن طريق کاردانی نيست

بکش دشواری منزل به ياد عهد آسانی

 

خيال چنبر زلفش فريبت می‌دهد حافظ

نگر تا حلقه اقبال ناممکن نجنبانی

 

**

 

Gül, seher çağı şu sözleri söyledi: Şarap iste, gülleri saç, felekten ne şikâyet edip durur, ne istersin? Ey bülbül, sen ne diyorsun?

Gül bahçesine git, orada otur da güzelin dudağını em, sâkinin yanağını öp, şarap iç, gül kokla!

Sevgili, şimşad boyunla salın, gül bahçesine doğru yürü de selvi, boyundan gönül alma tarzını öğrensin!

Ey gülü rânâ fidanı, bakalım, gülümseyen goncan kimi devlete erdirecek; kimin için boy atmakta, kimin için yetişip gelişmedesin!

Güzellik mumu, rüzgâr uğrağı olan bir yerdedir, bir nefeste sönüp gider. Kendine gel de iyilik sermayesiyle bir hüner elde et!

Bugün alışveriş pazarın revaçta, alıcılar kaynaşıp duruyor., ticaret etmeye bak, iyilik sermayesiyle bir hazine elde et!

Her büklümü yüzlerce Çin miskine değen o saçların güzel huydan da bir nasibi olsaydı ne hoş olurdu!

Her kuş padişahın gülşenine bir nağmeyle geldi: Bülbül şakıyarak, Hâfız dualar ederek!.

Mey hâhu gul efşan kun ezdehr çi micüyi
İn guft sehergeh gul bülbül tu çi migûyi

495‏

 

می خواه و گل افشان کن از دهر چه می‌جويی

اين گفت سحرگه گل بلبل تو چه می‌گويی

 

مسند به گلستان بر تا شاهد و ساقی را

لب گيری و رخ بوسی می نوشی و گل بويی

 

شمشاد خرامان کن و آهنگ گلستان کن

تا سرو بياموزد از قد تو دلجويی

 

تا غنچه خندانت دولت به که خواهد داد

ای شاخ گل رعنا از بهر که می‌رويی

 

امروز که بازارت پرجوش خريدار است

درياب و بنه گنجی از مايه نيکويی

 

چون شمع نکورويی در رهگذر باد است

طرف هنری بربند از شمع نکورويی

 

آن طره که هر جعدش صد نافه چين ارزد

خوش بودی اگر بودی بوييش ز خوش خويی

 

هر مرغ به دستانی در گلشن شاه آمد

بلبل به نواسازی حافظ به غزل گويی **

**

 

O aydın ve parlak göz bebeğine, o gözümüzün bebeği dilbere güzel âşinalık yeli gibi selâm!

O zahitlik halvetinin mumuna zahitler gönlünün nuru gibi dua!

Bizimle düşüp kalkanların hiç birisini yerinde görmüyorum; hepsi de bizi bırakıp gitmiş., sâki, nerdesin? Gönlüm dertten kan kesildi!

Pîr-i Mugânın civarından yüz çevirme, müşkülleri açma anahtarını orada satarlar, orada!

Gösterin, sofiyi yere yıkan şarabı nerde satıyorlar? Riyakârane zahitliğin elinden ıstıraplara düştüm.

Yoldaşlar, sohbet hukukunu öyle bozdular ki hiç bizimle bildik değillermiş sanki!

Âlem gelini tam güzel, her şey yerinde ama vefasızlığı hadden aşın!

Hasta gönlümün bir himmeti varsa o da şu: Taş yüreklilerden hiç mumya dilemez!

Ey tamahkâr nefis, beni bırakırsan şu yoksulluğumda bile çok padişahlık ederim ben!

Sana kutluluk kimyasını öğreteyim: Kötü arkadaştan ayrılık, ayrılık!

Hâfız, feleğin cefasından şikâyet etme. A kul, Tanrı işini ne bilirsin sen?

Selâmi çü bâd.ı hoşı âşinâyi
Bedan merdumi didei rüşenâyi

492‏

 

سلامی چو بوی خوش آشنايی

بدان مردم ديده روشنايی

 

درودی چو نور دل پارسايان

بدان شمع خلوتگه پارسايی

 

نمی‌بينم از همدمان هيچ بر جای

دلم خون شد از غصه ساقی کجايی

 

ز کوی مغان رخ مگردان که آن جا

فروشند مفتاح مشکل گشايی

 

عروس جهان گر چه در حد حسن است

ز حد می‌برد شيوه بی‌وفايی

 

دل خسته من گرش همتی هست

نخواهد ز سنگين دلان موميايی

 

می صوفی افکن کجا می‌فروشند

که در تابم از دست زهد ريايی

 

رفيقان چنان عهد صحبت شکستند

که گويی نبوده‌ست خود آشنايی

 

مرا گر تو بگذاری ای نفس طامع

بسی پادشايی کنم در گدايی

 

بياموزمت کيميای سعادت

ز همصحبت بد جدايی جدايی

 

مکن حافظ از جور دوران شکايت

چه دانی تو ای بنده کار خدايی

 

**

 

Gel, bize bu kin güdüşü bırak., aramızda eski bir sohbet hakkı var.

Öğüt dinle, bu inci, hâzinendeki mücevherattan çok iyidir.

Müflisler mahmur. Allah için olsun eğer dün geceden kalma şarabın varsa, feryatlarına yetiş!

Fakat sen rintlere nasıl olur da görünürsün ki? Ayla güneş bile senin aynaların!

Ey şeyh, rintlerin kötülüğünü söyleme, aklını başına al.. Çünkü Tanrı dostuna kin güdüyorsun!

Ateşli ahımdan korkmuyor musun? Bilmiyormusun ki yün hırkan var!

Hâfız, göğsündeki Kur’an’a andolsun, senin şiirinden daha hoş bir şey görmedim ben!

Biyâ bama mekun in kinedâri
Kı Hakkı sohbeti dirine dâri

447‏

 

بيا با ما مورز اين کينه داری

که حق صحبت ديرينه داری

 

نصيحت گوش کن کاين در بسی به

از آن گوهر که در گنجينه داری

 

وليکن کی نمايی رخ به رندان

تو کز خورشيد و مه آيينه داری

 

بد رندان مگو ای شيخ و هش دار

که با حکم خدايی کينه داری

 

نمی‌ترسی ز آه آتشينم

تو دانی خرقه پشمينه داری

 

به فرياد خمار مفلسان رس

خدا را گر می‌دوشينه داری

 

نديدم خوشتر از شعر تو حافظ

به قرآنی که اندر سينه داری

**

 

Hayli zamandır bizi bekletiyorsun, sana ihlâsı olanlara, başkalarına yaptığın muameleyi yapmıyorsun!

Bana, hoşnutluk gözünün ucuyla bile bakmadın.. nazar sahibi âşıklara iltifatın böyle mi senin?

Mademki elini hüner sahiplerinin gönül kanlarıyla kınaladın, kimse görmesin, bileğini örtmek daha doğru!

Seher yeli, gülle bülbüle güzelliğinden bir yaprak okudu, ondan itibaren hepsinin elbiselerini yırttırdın; hepsini feryadü figana getirdin !

Gönül, sen tecrübe babasısın, öyle olduğu halde niçin bu oğlanlardan sevgi ve vefa tamahına düşüyorsun?

Gerçi rintlik ve yıkıklık bizim suçumuz Suçumuz ama bir âşıktan duydum: Kulu rint eden de şenmişsin, yıkıp harap eden de!

Ey gözüm, ey gözümün ışığı, nazar bahçesinin nergisi sensin.

Öyle olduğu halde bu gönlü hasta âşıka neden iltifat etmiyorsun?

Riya ile bulaşmış hırka giyenlerden huzur zevki istiyorsun ha., acayip şey, haberi olmayanlardan bir sır ummaktasın!

Cem kadehinin aslı, başka bir âlemin, madenindendir. Halbuki sen, onu testiciler çamurunda sarıyorsun!

* Mademki gümüş bedenlilerden vuslat tamahındasın, altın ve gümüş kesesini tertemiz etmelisin!

Hâfız selâmet gününü melâmetle geçirme, kendini zahmetlere sokma. Bu gelip geçen felekten ne umuyor, ne bekliyorsun ki?

Rüzgârist ki mârâ nigeran midâri
Muhlisanrâ ne bevaz‘ı digeran midâri

450‏

 

روزگاريست که ما را نگران می‌داری

مخلصان را نه به وضع دگران می‌داری

 

گوشه چشم رضايی به منت باز نشد

اين چنين عزت صاحب نظران می‌داری

 

ساعد آن به که بپوشی تو چو از بهر نگار

دست در خون دل پرهنران می‌داری

 

نه گل از دست غمت رست و نه بلبل در باغ

همه را نعره زنان جامه دران می‌داری

 

ای که در دلق ملمع طلبی نقد حضور

چشم سری عجب از بی‌خبران می‌داری

 

چون تويی نرگس باغ نظر ای چشم و چراغ

سر چرا بر من دلخسته گران می‌داری

 

گوهر جام جم از کان جهانی دگر است

تو تمنا ز گل کوزه گران می‌داری

 

پدر تجربه ای دل تويی آخر ز چه روی

طمع مهر و وفا زين پسران می‌داری

 

کيسه سيم و زرت پاک ببايد پرداخت

اين طمع‌ها که تو از سيمبران می‌داری

 

گر چه رندی و خرابی گنه ماست ولی

عاشقی گفت که تو بنده بر آن می‌داری

 

مگذران روز سلامت به ملامت حافظ

چه توقع ز جهان گذران می‌داری

 

**

 

Ey seher yeli, sende o misk kokulu saçların kokusu var, o sevgilinin kokusunu getiriyorsun. Dilerim bir armağan olarak ebedî ol, zeval bulma!

Güzellik ve aşk sırlarının incisi gönlümde. Hoş tutarsan eline teslim edebilirim.

Boyuna bosuna, kaşına gözüne, huyuna huşuna hiç bir şey demeye imkân yok. Yalnız şu kadar var: Arkadaşların kaba huylu!

Ey gül, can kulağını saçma sapan sözler söyleyen kuşlara vermişsin, bülbülün nağmelerini nerden beğeneceksin sen?

Bir yudumuyla sarhoş oldum, afiyetler olsun, testindeki bu şarap hangi küpten böyle?

Ey ırmak kıyısındaki selvi, serkeşliğine nazlanıp durma., ona rastlarsan utancından başın aşağı iner.

*          Güneş gibi, güzellik ülkelerinden dem vurmak sana düşer. Ay yüzlü kölelerin var senin!

*          Güzellik satma elbisesi ancak sana yaraşır; gül gibi tamamıyla renkten, kokudan ibaretsin.

Hâfız, aşk incisini tekke bucağında arama... arama fikrindeysen dışarıya ayak at!

Sabâ tu nukheti an zulfi muşkbü dâri
Beyâdgâr bimâni ki büyı o dâri

446‏

 

صبا تو نکهت آن زلف مشک بو داری

به يادگار بمانی که بوی او داری

 

دلم که گوهر اسرار حسن و عشق در اوست

توان به دست تو دادن گرش نکو داری

 

در آن شمايل مطبوع هيچ نتوان گفت

جز اين قدر که رقيبان تندخو داری

 

نوای بلبلت ای گل کجا پسند افتد

که گوش و هوش به مرغان هرزه گو داری

 

به جرعه تو سرم مست گشت نوشت باد

خود از کدام خم است اين که در سبو داری

 

به سرکشی خود ای سرو جويبار مناز

که گر بدو رسی از شرم سر فروداری

 

دم از ممالک خوبی چو آفتاب زدن

تو را رسد که غلامان ماه رو داری

 

قبای حسن فروشی تو را برازد و بس

که همچو گل همه آيين رنگ و بو داری

 

ز کنج صومعه حافظ مجوی گوهر عشق

قدم برون نه اگر ميل جست و جو داری

**

 

Ey âşıkların hicrana düşmesini reva gören sevgili, sen onları daima kendinden ayrı tutmaktasın.

Bu yolda Tanrı'dan lütuf ummaktasın ya. O lûtuflar için olsun sen de lütfet de aşk çölündeki susuzları vuslat suyunla kandır!

Gönlümü aldın, götürdün., canım, güzelim, helâl ettim ama onu, beni görüp gözettiğinden daha iyi gör gözet, benden daha hoş tut!

Kadehimizden, başkaları içip duruyor. Reva görüyorsan ne yapalım, hoş, tahammül ederiz biz!

Ey sinek, Simurgun tapısı senin uçup dolaşacağın yer değil. Hem kendi namusunu berbat etmektesin, hem bize zahmet vermekte.

Sen, bu kapıdan kendi kusurun yüzünden mahrum kaldın, kimden ağlıyor, neden feryat ediyorsun ?

Hâfız, padişahlardan hizmet karşılığı rütbe isterler. Çalışmadan, bir iş yapmadan ne ihsan ummaktasın ki?

Ey ki mehcüriı uşşak reva midâri
Aşıkanrâ ziberi hiş cüda midâri

449‏

 

ای که مهجوری عشاق روا می‌داری

عاشقان را ز بر خويش جدا می‌داری

 

تشنه باديه را هم به زلالی درياب

به اميدی که در اين ره به خدا می‌داری

 

دل ببردی و بحل کردمت ای جان ليکن

به از اين دار نگاهش که مرا می‌داری

 

ساغر ما که حريفان دگر می‌نوشند

ما تحمل نکنيم ار تو روا می‌داری

 

ای مگس حضرت سيمرغ نه جولانگه توست

عرض خود می‌بری و زحمت ما می‌داری

 

تو به تقصير خود افتادی از اين در محروم

از که می‌نالی و فرياد چرا می‌داری

 

حافظ از پادشهان پايه به خدمت طلبند

سعی نابرده چه اميد عطا می‌داری

 

**

 

Ey meyhanede konak tutan, elinde bir kadeh var mı, zamanının Cem’isin!

Geceyi, gündüzü, sevgilinin saçıyle, yüzüyle geçiren! Fırsatın fevt olmasın, ne hoş bir sabahın, ne güzel akşamın var!

Ey seher yeli, gönlü yanmış âşıklar yol üstünde beklemekteler., eğer o sefer eden sevgiliden bir haberin varsa lütfet!

•          Yeşil ve terütaze benin ne de hoş bir işret tohumu; fakat yazıklar olsun, çimenliğinin kenarında ne tuhaf bir tuzağın var!

Kadehin gülümseyen dudağından can kokusunu alıyorum, koku alacak burnun varsa sen de duy hocam!

*          Bir garip de senden adını sorarsa ne olur ki? Bugün bu şehirde zaten ad san sahibi yalnız sensin!

Hâfız gibi geceleri uyumayan bir kulun var, birçok seher duaları canına munis olacak elbette.

Ey ki derküvı herâbât makâmi dâri
Cemi vakti hodı er dest becâmi dâri

 

غزل  448‏

 

ای که در کوی خرابات مقامی داری

جم وقت خودی ار دست به جامی داری

 

ای که با زلف و رخ يار گذاری شب و روز

فرصتت باد که خوش صبحی و شامی داری

 

ای صبا سوختگان بر سر ره منتظرند

گر از آن يار سفرکرده پيامی داری

 

خال سرسبز تو خوش دانه عيشيست ولی

بر کنار چمنش وه که چه دامی داری

 

بوی جان از لب خندان قدح می‌شنوم

بشنو ای خواجه اگر زان که مشامی داری

 

چون به هنگام وفا هيچ ثباتيت نبود

می‌کنم شکر که بر جور دوامی داری

 

نام نيک ار طلبد از تو غريبی چه شود

تويی امروز در اين شهر که نامی داری

 

بس دعای سحرت مونس جان خواهد بود

تو که چون حافظ شبخيز غلامی داری

 

 

**

 

Savaş günü, felek sana, ne güzel de yardım, etti. Bakalım, nasıl şükredecek, ne şükrane vereceksin?

Aşk diyarında padişahlık şevketini satın almazlar! Kulluk göster, kölelik izhar et!

Tevazu gösteren kişinin elini Tanrı tutar. Bu çeşit adama de ki: Senin de düşkünlerin gamını yemen, senin de onlara acıman lâzım!

Sâki, işret müjdesiyle kapıdan gir de bir an olsun gönlümden dünya gamını gider!

Ululuk ve rütbe caddesinde tehlikeler çoktur. Bu belden, yükü hafif olarak geçmen daha iyi!

Sultanda asker düşüncesi, taç ve hazine sevdası. Dervişteyse gönül istirahati ve kalenderlik bucağı!

Müsaade edersen sana sofice bir söz söyleyeyim: Gözümün nuru, barış, padişahlık kavgasından iyidir.

Murada erişme, fikir ve himmete göredir. Padişahtan hayırlı nezirde bulunmak, Tanrı’dan da muvaffakiyet!

Hâfız, yüzünden yoksulluk ve kanaat tozunu yıkama. Çünkü bu toprak, kimyagerlikten de daha iyi.

Hoş kerd yaveri feleket rüzı dâveri
Tâ şukr çun kuniyyu çi şukrâne âveri

 

غزل  451‏

 

خوش کرد ياوری فلکت روز داوری

تا شکر چون کنی و چه شکرانه آوری

 

آن کس که اوفتاد خدايش گرفت دست

گو بر تو باد تا غم افتادگان خوری

 

در کوی عشق شوکت شاهی نمی‌خرند

اقرار بندگی کن و اظهار چاکری

 

ساقی به مژدگانی عيش از درم درآی

تا يک دم از دلم غم دنيا به دربری

 

در شاهراه جاه و بزرگی خطر بسيست

آن به کز اين گريوه سبکبار بگذری

 

سلطان و فکر لشکر و سودای تاج و گنج

درويش و امن خاطر و کنج قلندری

 

يک حرف صوفيانه بگويم اجازت است

ای نور ديده صلح به از جنگ و داوری

 

نيل مراد بر حسب فکر و همت است

از شاه نذر خير و ز توفيق ياوری

 

حافظ غبار فقر و قناعت ز رخ مشوی

کاين خاک بهتر از عمل کيمياگری

**

 

İnsan da aşka tabidir, peri de. Sen de iradeni aşka ver de saadete nail ol!

Nazara istidadın yoksa vuslat arama. Çünkü körlük zamanında Cem kadehi fayda vermez!

Hocam, çalış, aşktan nasipsiz kalına. Çünkü bir kulda hünersizlik ayıbı olursa o kulu kimse satın almaz.

Sabah şarabı içmek ve seher çağının şeker gibi tatlı uykusuna dalmak ne vakte dek sürecek? Gece yarısı tövbe edip suçlarının özrünü serdetmeye, seher vakitleri ağlamaya koyul!

Gel de bizden güzellik sermayesiyle saltanat al, bu alışverişten gaflet etme, sonra nedamet eder, vah yazıklar olsun der durursun!

Halvettekilerin duaları belâyı defeder. Neden bize bir göz ucuyle olsun bakmıyorsun ki?

Hicranına da şaşıyorum, vuslatına da, bilmem ne çareye baş vurayım? Ne göz önündesin, ne gözden gaipsin?

Her sabah, her akşam başka birisinin meclisine mum olmakta, başka bir yabancının meclisini aydınlatmadasın, bu kıskançlıkla binlerce mukaddes can yandı, yakıldı!

* Asaf’ın tapısına benden kim haber götürür de der: Benim Fars diliyle söylediğim şu iki mısraı duy ve ezberle!

*. Aşka dair duyduğum her haberin kapısı, hayrete açılmakta... Mademki hiç bir şeyden haberim olmayacak, gayri bundan böyle sarhoşluğa vurayım da hiç haberin olmasın bari!

Gel., cihanın vaziyetini sen de benim gibi görür, sen de benim gibi sınarsan şarap içer, gam yemezsin!

Güzellik başındaki ululuk külahın hiç eğrilmesin... Çünkü talihin ziynetisin, tahta ve altın taca lâyıksın.

* Sabah galiye ezerek, gül salınıp kendisini göstererek gelir gider ama ancak saçını görmek, ancak yüzünü seyretme için.

* Aşk yolu, son derecede tehlikeli bir yoldur. Bir emin yere varamazsan eyvahlar olsun!

Hâfız’ın himmeti bereketiyle ümidim var, elbette yine bir mehtaplı gecede Leylâmı görür, sevgilime kavuşurum!

Tufeyli hestii 'ışkend ademiyyu peri
İrâdeti binema tâ se'adeti biberi

452‏

 

طفيل هستی عشقند آدمی و پری

ارادتی بنما تا سعادتی ببری

 

بکوش خواجه و از عشق بی‌نصيب مباش

که بنده را نخرد کس به عيب بی‌هنری

 

می صبوح و شکرخواب صبحدم تا چند

به عذر نيم شبی کوش و گريه سحری

 

تو خود چه لعبتی ای شهسوار شيرين کار

که در برابر چشمی و غايب از نظری

 

هزار جان مقدس بسوخت زين غيرت

که هر صباح و مسا شمع مجلس دگری

 

ز من به حضرت آصف که می‌برد پيغام

که ياد گير دو مصرع ز من به نظم دری

 

بيا که وضع جهان را چنان که من ديدم

گر امتحان بکنی می خوری و غم نخوری

 

کلاه سروريت کج مباد بر سر حسن

که زيب بخت و سزاوار ملک و تاج سری

 

به بوی زلف و رخت می‌روند و می‌آيند

صبا به غاليه سايی و گل به جلوه گری

 

چو مستعد نظر نيستی وصال مجوی

که جام جم نکند سود وقت بی‌بصری

 

دعای گوشه نشينان بلا بگرداند

چرا به گوشه چشمی به ما نمی‌نگری

 

بيا و سلطنت از ما بخر به مايه حسن

و از اين معامله غافل مشو که حيف خوری

 

طريق عشق طريقی عجب خطرناک است

نعوذبالله اگر ره به مقصدی نبری

 

به يمن همت حافظ اميد هست که باز

اری اسامر ليلای ليله القمر

**

 

Misk gibi siyah ve kokulu hattiyle ay gibi yüzüne nikab salan güzel, lûttettin, güneşe bir gölgedir saldın!

Bakalım, yanağının parlaklığı ve rengi ileride bize neler edecek? Daha yeni güzelleşmeye başladın!

Hallûh güzellerinden güzellik topunu çeldin, şad ol! Keyhusrev kadehini iste gayri. Efrasyab’ı alt ettin!

Yanağının mumuyla herkes bir çeşit aşk oyununa girişti; fakat onlardan yalnız pervaneyi yaktın, yandırdın.

Sarhoşluktan harabım ama yine ibadetimi reddetme., çünkü beni sevap ümidiyle bu aşka giriftar ettin!

*          Aşk hâzineni yıkık gönlümüze kodun; bu yıkık bucağa devlet gölgesi saldın.

*          Kılıcının suyundan el-aman; onunla aslanları susuz öldürdün, yiğitleri suya attın!

*          Yüzünü rüyada bile kimse görmesin diye uyanıkların uykusunu aldın da sonra kabahati uyku askerlerinin üstüne attın!

* Bir cilvelendin, yüzünden nikahını attın...hurilerle perileri utançlarından hicaplara düşürdün !

Süleyman tahtına kurulmuş, maksat güzelinin yüzündeki nikabı açmış, ona erişmişsin; gayri âlemleri gören kadehle şarap içmene bak!

Mahmur nergislerinle ve şaraba tapan lâlinin hileleriyle halvet bucağında olan Hâfız’ı şaraba düşkün bir hale getirdin sen!

*          Gönlümü avlamak için tebaasının hâkimi olan padişahlar gibi saçlarının zincirini boynuma saldın!

*          Dârâ şevketine sahip olan padişah, ululuğunu bildirmek için güneşin tacını kapının toprağına attın!

Ey Nusretüdin Şah Yahya, mülk ve saltanatının düşmanını ateş gibi kılıcın hararatiyle sulara atıp garkettın:

Ey ki bermâh ezhatı muşkin nikâb endâhti
Lütf kerdi sâyei berâftab endâhti

433‏

 

ای که بر ماه از خط مشکين نقاب انداختی

لطف کردی سايه‌ای بر آفتاب انداختی

 

تا چه خواهد کرد با ما آب و رنگ عارضت

حاليا نيرنگ نقشی خوش بر آب انداختی

 

گوی خوبی بردی از خوبان خلخ شاد باش

جام کيخسرو طلب کافراسياب انداختی

 

هر کسی با شمع رخسارت به وجهی عشق باخت

زان ميان پروانه را در اضطراب انداختی

 

گنج عشق خود نهادی در دل ويران ما

سايه دولت بر اين کنج خراب انداختی

 

زينهار از آب آن عارض که شيران را از آن

تشنه لب کردی و گردان را در آب انداختی

 

خواب بيداران ببستی وان گه از نقش خيال

تهمتی بر شب روان خيل خواب انداختی

 

پرده از رخ برفکندی يک نظر در جلوه گاه

و از حيا حور و پری را در حجاب انداختی

 

باده نوش از جام عالم بين که بر اورنگ جم

شاهد مقصود را از رخ نقاب انداختی

 

از فريب نرگس مخمور و لعل می پرست

حافظ خلوت نشين را در شراب انداختی

 

و از برای صيد دل در گردنم زنجير زلف

چون کمند خسرو مالک رقاب انداختی

 

داور دارا شکوه‌ای آن که تاج آفتاب

از سر تعظيم بر خاک جناب انداختی

 

نصره الدين شاه يحيی آن که خصم ملک را

از دم شمشير چون آتش در آب انداختی

 

 

**

 

Sevgilinin canına ahdolsun, eğer canımı vermeye imkân bulsaydım, eğer canım elimde olsaydı can bile, kullarına en adi bir peşkeş olurdu.

Saçları, gönlümün, ayağını bağlamasaydı bu kapkara toprak yurdunda karar mı ederdim?

Güzellikte yüzü, gökyüzündeki güneş gibi benzersiz, bir tane., fakat ne yazık, keşke gönlündeki bir zerre sevgi olsaydı!

Değeri bulunmaz ömür, ebedî olsaydı ayağının toprağının pahası nedir, söylerdim!

Ne olurdu, nur ışığı gibi kapımdan girseydi de gözlerime hükmü yürüseydi!

Hür süsen gibi selvinin de dili olsaydı boyuna bosuna kul olduğunu itiraf ederdi!

Seher çağında şakıyan bülbüllere hemdem olmasaydı Hâfız’ın feryadı perdeden dışarı mı çıkar, âleme mi yayılırdı?

Vuslat nerde? Ondan vazgeçtik, hayalini rüyada bile göremiyorum., vuslatı nasip olmuyor, bari hayalini görmek nasip olsaydı!

Becânı o ki gerem destres becan büdi
Kemine pişkeşi bendegâneş an büdi

 

غزل  442‏

 

به جان او که گرم دسترس به جان بودی

کمينه پيشکش بندگانش آن بودی

 

بگفتمی که بها چيست خاک پايش را

اگر حيات گران مايه جاودان بودی

 

به بندگی قدش سرو معترف گشتی

گرش چو سوسن آزاده ده زبان بودی

 

به خواب نيز نمی‌بينمش چه جای وصال

چو اين نبود و نديديم باری آن بودی

 

اگر دلم نشدی پايبند طره او

کی اش قرار در اين تيره خاکدان بودی

 

به رخ چو مهر فلک بی‌نظير آفاق است

به دل دريغ که يک ذره مهربان بودی

 

درآمدی ز درم کاشکی چو لمعه نور

که بر دو ديده ما حکم او روان بودی

 

ز پرده ناله حافظ برون کی افتادی

اگر نه همدم مرغان صبح خوان بودی

 

**

 

Sevgililerle dolu bir şehir, her tarafta bir dilber. Dostlar, âşık olacaksınız aşka salâ!

Feleğin gözü bundan daha güzel bir genç göremez, kimsenin eline bundan daha güzel bir sevgili düşemez.

Kim candan terekküp etmiş bir cisim görmüştür ki? Dilerim, eteğine bu topraktakilerin tozu konmasın!

Benim gibi bir düşkünü neye huzurundan sürüyorsun? Nihayet dileğim bir öpüş, yahut bir kucaklama!

Şarap sâf, hemen içe gör. Hoş bir vakitteyiz, acele et. Başka bir yıl bir bahara daha erişme ümidi kimde var?

Gül bahçesindeki erlerin her bireri, sevgilinin yüzünü hatırlayarak lâle ve gül gibi ellerine birer kadeh almışlar.

Bu düğümü nasıl çözeyim; bu sırrı nasıl açayım? Bu bir dert ama pek yaman bir dert., bir iş ama pek güç bir iş!

Hâfız’ın saçlarının her teli, bir şuh zülfünün elinde., böyle bir diyarda oturabilmek müşkül!

Şehrist pur harifan vezber taraf nigâri
Yaran selâyı ‘ışkest ger mikunid kari

444‏

 

شهريست پرظريفان و از هر طرف نگاری

ياران صلای عشق است گر می‌کنيد کاری

 

چشم فلک نبيند زين طرفه‌تر جوانی

در دست کس نيفتد زين خوبتر نگاری

 

هرگز که ديده باشد جسمی ز جان مرکب

بر دامنش مبادا زين خاکيان غباری

 

چون من شکسته‌ای را از پيش خود چه رانی

کم غايت توقع بوسيست يا کناری

 

می بی‌غش است درياب وقتی خوش است بشتاب

سال دگر که دارد اميد نوبهاری

 

در بوستان حريفان مانند لاله و گل

هر يک گرفته جامی بر ياد روی ياری

 

چون اين گره گشايم وين راز چون نمايم

دردی و سخت دردی کاری و صعب کاری

 

هر تار موی حافظ در دست زلف شوخی

مشکل توان نشستن در اين چنين دياری

 

**

 

Nevruz rüzgârı, sevgilinin civarından esip gelmekte., eğer bu rüzgâradan yardım dilersen gönül çırağını aydınlatır, parlatırsın!

Gül gibi sen de altın kırıntılarına maliksen hiç durma, Allah için olsun işrete harcet.. çünkü altın kazanma sevdası Karun’u yanılttı, perişan etti!

Sana gizlice bir nasihattir ediyorum; gonca gibi kendinden geç, ululuğu bırak., çünkü Nevruzu sultanînin hükmü beş günden fazla bir müddet sürmez!

Can gibi saf bir şarabım varken sofi bahane bulup durur. Yarabbi, dilerim hiç bir akıllı uslu kişiye kötü baht nasip olmasın!

Murat vermenin yolu nedir? Muradını terketmek. Asıl serverlik külahı, dünya ile ahireti bırakma terkilerinden dikip giydiğin külâhtır.

Bilmem ki kumru, ırmakların kıyısında neden feryat edip durur? Acaba o da benim gibi gece gündüz dertli mi ki?

Tatlı dilli güzel sevgilim benden ayrıldı., ey mum, artık yalnız oturadur! İster yan, ister yakıl, feleğin hükmü bu!

Gül bahçesine git de bülbülden aşk remizlerini belle., meclise gel de Hâfız'dan gazel söylemeyi öğren!

Zi küyi yâr miyâyed nesimı bâdı nevrüzi
Ezin bâd er meded hâhi çerâğı dil berefrüzi

454‏

 

ز کوی يار می‌آيد نسيم باد نوروزی

از اين باد ار مدد خواهی چراغ دل برافروزی

 

چو گل گر خرده‌ای داری خدا را صرف عشرت کن

که قارون را غلط‌ها داد سودای زراندوزی

 

ز جام گل دگر بلبل چنان مست می لعل است

که زد بر چرخ فيروزه صفير تخت فيروزی

 

به صحرا رو که از دامن غبار غم بيفشانی

به گلزار آی کز بلبل غزل گفتن بياموزی

 

چو امکان خلود ای دل در اين فيروزه ايوان نيست

مجال عيش فرصت دان به فيروزی و بهروزی

 

طريق کام بخشی چيست ترک کام خود کردن

کلاه سروری آن است کز اين ترک بردوزی

 

سخن در پرده می‌گويم چو گل از غنچه بيرون آی

که بيش از پنج روزی نيست حکم مير نوروزی

 

ندانم نوحه قمری به طرف جويباران چيست

مگر او نيز همچون من غمی دارد شبانروزی

 

می‌ای دارم چو جان صافی و صوفی می‌کند عيبش

خدايا هيچ عاقل را مبادا بخت بد روزی

 

جدا شد يار شيرينت کنون تنها نشين ای شمع

که حکم آسمان اين است اگر سازی و گر سوزی

 

به عجب علم نتوان شد ز اسباب طرب محروم

بيا ساقی که جاهل را هنيتر می‌رسد روزی

 

می اندر مجلس آصف به نوروز جلالی نوش

که بخشد جرعه جامت جهان را ساز نوروزی

 

نه حافظ می‌کند تنها دعای خواجه تورانشاه

ز مدح آصفی خواهد جهان عيدی و نوروزی

 

جنابش پارسايان راست محراب دل و ديده

جبينش صبح خيزان راست روز فتح و فيروزی

 

**

 

Ey daima kendisini beğenen, mağrur olup duran kişi, sende aşk yoksa mazursun.

Aşk delilerinin etrafında dönüp dolaşma, sen şerefli bir akılla şöhret bulmuş kişisin.

Sende aşk sarhoşluğu yok; şarap sarhoşusun sen!

Âşıkların hastalığına alâmet sapsan bir yüzle dertli dertli ah ediştir.

Hâfız, addan sandan geç, şarap kadehini iste, çünkü sen mahmursun, mahmur!

Ey ki dâyim behiş mağrüri
Ger tura cışk nist ma'züri

453‏

 

ای که دايم به خويش مغروری

گر تو را عشق نيست معذوری

 

گرد ديوانگان عشق مگرد

که به عقل عقيله مشهوری

 

مستی عشق نيست در سر تو

رو که تو مست آب انگوری

 

روی زرد است و آه دردآلود

عاشقان را دوای رنجوری

 

بگذر از نام و ننگ خود حافظ

ساغر می‌طلب که مخموری

 

 

**

 

Aşk ve sarhoşluk sırlarını davacı kişiye söylemeyin de kendine tapma derdinden kurtulmasın, aşktan, sarhoşluktan haber almadan ölüp gitsin!

Rüzgâra benzer, zayıflığı, kudretsizliği hoş gör. Bu yolda hastalık, sağlıktan yeğdir.

Faziletini, aklını gördükçe marifetten mahrumsun, irfanın yok, öylece otur dur., bak, sana bir nükte söyleyeyim: Kendini görmedin mi kurtuldun gitti!

Sevgilinin eşiğindeyken kökü düşünme, yoksa yüceliğin en yücesinden alçaklık toprağına düştüğün gündür.

Âşık olmaya bak, çünkü cihan, günün birinde varlık iş yurdunda maksat nakşı okunmadan sona eriverir!

Tarikat mezhebinde hamlık, kâfirlik alâmetidir. Evet, devlet yolu çevikliktir, çabukluktur.

Selâmet bucağında gizlice oturmaya imkân mı var? Nergislerin, bize aşk remizlerini söyleyip duruyor.

Serkeşlikten bizimle bir zamancağız bile oturmamıştın hani , işte biz, daha o gün bu fitnelerin koptuğunu görmüştük!

Diken canı üzer, insana elem verir ama gül, bu eleme karşılık özür diler, insanı neşelendirir.. sarhoşluğun zevkine karşılık şarabın acılığının ehemmiyeti yoktur.

Hâfız, sarhoş saçlarını gözleriyle gördü de o kadar yüceliğiyle beraber alçaklık ayağına düştü, ayaklar altında kaldı!

Sofi kadehle şarap içmede, ibadet eden sürahiyle, ey yenleri kısa zahitler, ne vaktedek sürecek bu uzun ellilik.

Bâ mudde'i megüyid esrârı ışku mesti
Tâ bihaber bimıred derderdi hod peresti

435‏

 

با مدعی مگوييد اسرار عشق و مستی

تا بی‌خبر بميرد در درد خودپرستی

 

عاشق شو ار نه روزی کار جهان سر آيد

ناخوانده نقش مقصود از کارگاه هستی

 

دوش آن صنم چه خوش گفت در مجلس مغانم

با کافران چه کارت گر بت نمی‌پرستی

 

سلطان من خدا را زلفت شکست ما را

تا کی کند سياهی چندين درازدستی

 

در گوشه سلامت مستور چون توان بود

تا نرگس تو با ما گويد رموز مستی

 

آن روز ديده بودم اين فتنه‌ها که برخاست

کز سرکشی زمانی با ما نمی‌نشستی

 

عشقت به دست طوفان خواهد سپرد حافظ

چون برق از اين کشاکش پنداشتی که جستی

 

**

 

Şu nükteyi duy da kendini gamdan kurtar: Sana ait olmayan, senin nasibin bulunmayan rızkı istersen kanlar içmiş olursun!

Mademki nihayet testicilere toprak olacaksın, bari şimdi testiyi şarapla doldurmaya bak!

Cennet isteyen adamlardansan periden doğmuş gibi güzel birkaç kişiyle işret et!

Ulular makamına lâfla dayanılmaz. Meğer ki bütün ululuk sebeplerini hazırlamış, elde etmiş olasın.

Ey şirin ağızların Husrev’i, bu sana gönül veren Ferhad’a bir baksan sevaba girersin.

Gönlün, feyiz yazısını ne vakit kabul edecek? Heyhat! Meğer ki karmakarışık nakışlardan arınsın.

Hâfız, işini Tanrı keremine bırakırsan Tanrı vergisi olan bahtla nice işretlerde bulunursun.

** Ey seher yeli, Hace Celâleddin’in kulluğunda bulun, ona hürmet et de âlemi yaseminler, hür süsenlerle doldur.

Bişnov in nükte ki hodrâ z gam azade kuni
Hun hori ger talebi rüzii nenhâde kuni

481‏

 

بشنو اين نکته که خود را ز غم آزاده کنی

خون خوری گر طلب روزی ننهاده کنی

 

آخرالامر گل کوزه گران خواهی شد

حاليا فکر سبو کن که پر از باده کنی

 

گر از آن آدميانی که بهشتت هوس است

عيش با آدمی ای چند پری زاده کنی

 

تکيه بر جای بزرگان نتوان زد به گزاف

مگر اسباب بزرگی همه آماده کنی

 

اجرها باشدت ای خسرو شيرين دهنان

گر نگاهی سوی فرهاد دل افتاده کنی

 

خاطرت کی رقم فيض پذيرد هيهات

مگر از نقش پراگنده ورق ساده کنی

 

کار خود گر به کرم بازگذاری حافظ

ای بسا عيش که با بخت خداداده کنی

 

ای صبا بندگی خواجه جلال الدين کن

که جهان پرسمن و سوسن آزاده کنی

 

**

 

Ey hiç bir şeyden haberi olmayan, çalış çabala da aşktan haberdar ol., yolcu olmadıkça nerde kılavuz olacaksın sen?

Oğul, kendine gel de çalış, hakikatler mektebinde bugün aşk edibi olasın!

Yol erleri gibi varlık bakırından elini yıka, arın da aşk kimyasını bulup altın haline gel!

Uykun, yemeğin., huzur ve istirahatin, seni kendi mertebenden uzaklaştırdı gitti!

Huzurunu, istirahatini terk edersen kendine gelir, mertebeni bulursun.

Tanrı aşkının nuru gönlünle canına aksederse Tanrı’ya andolsun, gökyüzündeki güneşten daha parlak, daha güzel bir hale gelirsin!

Bir an Tanrı denizine dal, yedi denizin, suyu, bir tek kılını bile ıslatır sanma!

Ululuk sahibi Tanrı’nın yolunda başsız, ayaksız bir hale geldin mi baştan ayağa kadar Tanrı nuru olursun!

* Her bakışta Tanrı cemalini görürsen gayri hiç şüphe etme, nazar sahibi oldun gitti.

Varlığının yapısı, mevhum varlığın, benliğin alt üst olursa ben de alt üst olur, yıkılır, mahvolurum sanma, gönlüne böyle bir şüphe getirme sakın!

Hâfız, başında vuslat havası varsa hüner ehlinin kapısına toprak olman gerek!

Ey bihaber bigüş ki şâhib haber şevi
Tâ râhrev nebâşiyi key râhber şevi

487‏

 

ای بی‌خبر بکوش که صاحب خبر شوی

تا راهرو نباشی کی راهبر شوی

 

در مکتب حقايق پيش اديب عشق

هان ای پسر بکوش که روزی پدر شوی

 

دست از مس وجود چو مردان ره بشوی

تا کيميای عشق بيابی و زر شوی

 

خواب و خورت ز مرتبه خويش دور کرد

آن گه رسی به خويش که بی خواب و خور شوی

 

گر نور عشق حق به دل و جانت اوفتد

بالله کز آفتاب فلک خوبتر شوی

 

يک دم غريق بحر خدا شو گمان مبر

کز آب هفت بحر به يک موی تر شوی

 

از پای تا سرت همه نور خدا شود

در راه ذوالجلال چو بی پا و سر شوی

 

وجه خدا اگر شودت منظر نظر

زين پس شکی نماند که صاحب نظر شوی

 

بنياد هستی تو چو زير و زبر شود

در دل مدار هيچ که زير و زبر شوی

 

گر در سرت هوای وصال است حافظا‏

بايد که خاک درگه اهل هنر شوی

**

 

Gönül, aşk civarında bir kere bile uğramıyorsun; bütün sebepler elinde, fakat hiç bir işe girmiyorsun.

Bu kadar güzel bir meydanın var da bir top bile çelmiyorsun, böyle bir doğan elinde de bir av bile avlamıyorsun!

Lâtif ve şarapla dolu kadehin var, şarabı toprağa döküyorsun, mahmurluk belâsını düşünmüyorsun bile!

Senin maksat yeninde yüzlerce misk gizli.. fakat sen onu bir sevgilinin saçlarına feda etmiyorsun ki!

Ciğerindeki bu kan dalgalanıp durmakta, öyle olduğu halde onu bir sevgilinin yüzünü boyamaya sarfetmiyorsun.

Sabah rüzgârı gibi bir dostun civarından geçmiyorsun ki., onun için huyun misk gibi kokmadı gitti.

Korkarım bu gül bahçesinde bir gül bile dermiyeceksin.. sevgilinin bağındaki bir dikene bile tahammül etmiyorsun, ne yapayım?

Yürü be Hâfız, sevgilinin kapısında bütün âşıklar kulluk ediyorlar da sen etmeyeceksin ha!

Ey dil beküyı ışk guzâri nemikuni
Esbâb cem' dâriyu kâri nemiküni

482‏

 

ای دل به کوی عشق گذاری نمی‌کنی

اسباب جمع داری و کاری نمی‌کنی

 

چوگان حکم در کف و گويی نمی‌زنی

باز ظفر به دست و شکاری نمی‌کنی

 

اين خون که موج می‌زند اندر جگر تو را

در کار رنگ و بوی نگاری نمی‌کنی

 

مشکين از آن نشد دم خلقت که چون صبا

بر خاک کوی دوست گذاری نمی‌کنی

 

ترسم کز اين چمن نبری آستين گل

کز گلشنش تحمل خاری نمی‌کنی

 

در آستين جان تو صد نافه مدرج است

وان را فدای طره ياری نمی‌کنی

 

ساغر لطيف و دلکش و می افکنی به خاک

و انديشه از بلای خماری نمی‌کنی

 

حافظ برو که بندگی پادشاه وقت

گر جمله می‌کنند تو باری نمی‌کنی

 

 

**

 

Aşk kadehinin mahmuruyum, Sâki bir şarap sun., kadehi doldur; rintler meclisinin şarapsız bir parlaklığı bir neşesi yok!

Ay gibi yüzüne perde ardından âşık olmak yakışmıyor, onu gizlice sevmek hoş değil. Çalgıcı, bir şey çal, sâki, bir şarap sun!

• Boyum halka şekline girdi; bundan böyle engel, beni başka bir kapıya sürmez elbette !

Bekliyoruz, ümidimiz var, bir gün elbette yüzünü göreceğiz... vuslatına da elbette bir gece düşümüzde olsun erişeceğiz.

O iki gözün mahmuruyum ben, bu mahmurluğum nihayet bir kadehe de değmez mi?

O iki lâl dudağın hastasıyım ben, hastalığım nihayet bir cevaba da değmez mi?

* Hâfız, güzellerin hayaline neden gönül verirsin ki? Susuzun bir serap ışıltısıyle suya kandığı nerde görülmüş?

Mahmürı câmı cışkem sâki bidih şerâbi
Purkun kadeh ki bimey meclis nedâred âbi

432‏

 

مخمور جام عشقم ساقی بده شرابی

پر کن قدح که بی می مجلس ندارد آبی

 

وصف رخ چو ماهش در پرده راست نايد

مطرب بزن نوايی ساقی بده شرابی

 

شد حلقه قامت من تا بعد از اين رقيبت

زين در دگر نراند ما را به هيچ بابی

 

در انتظار رويت ما و اميدواری

در عشوه وصالت ما و خيال و خوابی

 

مخمور آن دو چشمم آيا کجاست جامی

بيمار آن دو لعلم آخر کم از جوابی

 

حافظ چه می‌نهی دل تو در خيال خوبان

کی تشنه سير گردد از لمعه سرابی

 

 

**

 

Bülbül, dün gece selvi dalından Pehlevî gülbangiyle mana makamlarının dersini vermekte,

“Gül, tevhit nüktesini ağaçtan duyman için Musa ateşini gösterdi” demekteydi.

Bahçedeki kuşlar; vezir, Farsça gazeller dinleyerek şarap içsin diye kafiyeli nağmeler okuyorlar, lâtifeler ediyorlardı.

Gözün, bir bakışla halkın evini, barkım yıktı. Mahmurlaşma, ayılma. Sarhoşluğun daha hoş.

Koca köylü, çocuğa ne güzel de dedi: Gözümün nuru, ektiğinden başka bir şey biçemezsin ki.

Bu tersine dönmüş bahttan şu acayip hikâyeyi duy: Sevgili, bizi İsa nefesleriyle öldürdü !

Cemşid bile dünyadan bir kadeh hikâyesinden başka bir şey götürmedi. Sakın, sakın dünyaya gönül verme!

Bir hasır, yoksulluğum ve emin olarak uyumam ne de hoş, ne de güzel. Bu çeşit yaşayış, padişahların harcı değil!

Sâki, galiba Hâfız’a fazla şarap sundu ki başındaki molla sarığının ucu yine perişan oldu!

Bülbül zi şâhı serv begulbang ı Pehlevi
Mihand düş dersi makâmât ma'nevi

486‏

 

بلبل ز شاخ سرو به گلبانگ پهلوی

می‌خواند دوش درس مقامات معنوی

 

يعنی بيا که آتش موسی نمود گل

تا از درخت نکته توحيد بشنوی

 

مرغان باغ قافيه سنجند و بذله گوی

تا خواجه می خورد به غزل‌های پهلوی

 

جمشيد جز حکايت جام از جهان نبرد

زنهار دل مبند بر اسباب دنيوی

 

اين قصه عجب شنو از بخت واژگون

ما را بکشت يار به انفاس عيسوی

 

خوش وقت بوريا و گدايی و خواب امن

کاين عيش نيست درخور اورنگ خسروی

 

چشمت به غمزه خانه مردم خراب کرد

مخموريت مباد که خوش مست می‌روی

 

دهقان سالخورده چه خوش گفت با پسر

کای نور چشم من بجز از کشته ندروی

 

ساقی مگر وظيفه حافظ زياده داد

کشفته گشت طره دستار مولوی

 

 

**

 

Güzelim, cennet, senin civarından bir hikâye. Hurilerin güzelliğini övüp, anlatış, yüzünden bir rivayettir.

İsa’nın ölüleri dirilten nefesleri, lâl dudaklarına mahsus bir huy, Hızır’ın içtiği Abıhayat, tatlı dudağından bir hikâyedir.

Gönlümün her parçası bir dert, bir gam hikâyesidir; huylarından her satır, rahmetten bir ayettir.

Gülü senin güzel kokun yetiştirmeseydi, gül senin kokunla kokmasaydı ruhaniler meclisine nerden koku salardı?

Sevgilinin kapısının toprağı isteğiyle yandım yakıldım da ey seher yeli, beni korumadın, bunu unutma sen!

Gönül, ömrün ve bilgin saçma sapan şeylere sarfoldu gitti., yüzlerce hünerin vardı, fakat hiç biriyle muradına naL olamadın vesselâm!

* Yanmış, kebap olmuş gönlümün kokusu bütün dünyayı tuttu. Gönlümün bu ateşi de elbette âleme sirayet edecek.

* Ateşler içinde yüzünün hayali gelecekse sun sâki kadehi, cehennemden bir şikâyetimiz yok!

Hâfız'ın bu dert ve mihnet dersinden maksadı nedir, bilir misin? Senden, bir naz, bir işve, padişahtan da bir lütuf, bir ihsan elde etmek!

Ey kıssai behişt zi küyet hikiyeti
Şerhi cemali hür zi rüyet rivayeti

437‏

 

ای قصه بهشت ز کويت حکايتی

شرح جمال حور ز رويت روايتی

 

انفاس عيسی از لب لعلت لطيفه‌ای

آب خضر ز نوش لبانت کنايتی

 

هر پاره از دل من و از غصه قصه‌ای

هر سطری از خصال تو و از رحمت آيتی

 

کی عطرسای مجلس روحانيان شدی

گل را اگر نه بوی تو کردی رعايتی

 

در آرزوی خاک در يار سوختيم

ياد آور ای صبا که نکردی حمايتی

 

ای دل به هرزه دانش و عمرت به باد رفت

صد مايه داشتی و نکردی کفايتی

 

بوی دل کباب من آفاق را گرفت

اين آتش درون بکند هم سرايتی

 

در آتش ار خيال رخش دست می‌دهد

ساقی بيا که نيست ز دوزخ شکايتی

 

دانی مراد حافظ از اين درد و غصه چيست

از تو کرشمه‌ای و ز خسرو عنايتی

 

 

**

 

O yüzündeki ayva tüyleri miske benzeyen, güzel, bize bir mektup yazsaydı felek, varlık bayrağımızı dürüp bükmez, bizi mahvetmezdi!

Ayrılık, vuslat meyvası verir; verir ama ne olurdu âlem ekincisi, bu tohumu biç ekmeseydi!

Birisinin bu dünyada huri gibi bir sevgilisi, cennete benzer bir sarayı var mı, veresiye olmayan peşin yarlıganmayı buldu gitti!

Gönül kâbesini puthane haline sokan yalnız ben değilim ya., her adım başında bir tekke, bir kilise var!

Aşk meyhanesinde zevk etmenin imkânı yok., altınlarla bezenmiş yastık yoksa ne yapalım? Bir kerpiç parçasını yastık ediniriz, olur gider.

Bir şişe şarapla tatlı dudaklı bir sevgiliyi ve çayır, çimeni İrem bağıyla Şeddad'ın gururuna bile satma!

Ey akıllı, bilgili gönül, bu alçak dünyanın derdi ne vaktedek sürecek? Bir güzelin çirkin birisine âşık olması yazık doğrusu!

Hırkanın kötülüklere bulanması, cihanın yıkılmasına sebeptir. Nerde bir yol eri, bir gönül ehli, bir temiz yaratılıştı?

Hâfız, elinden senin saçlarını yine bıraktı, bilir misin? Takdir böyleydi, bırakmasın da ne yapsın?

An ğâliye hat ger beri mâ nâme nuvişti
Gerdun varakı hestii mâ der nenuvişti

436‏

 

آن غاليه خط گر سوی ما نامه نوشتی

گردون ورق هستی ما درننوشتی

 

هر چند که هجران ثمر وصل برآرد

دهقان جهان کاش که اين تخم نکشتی

 

آمرزش نقد است کسی را که در اين جا‏

ياريست چو حوری و سرايی چو بهشتی

 

در مصطبه عشق تنعم نتوان کرد

چون بالش زر نيست بسازيم به خشتی

 

مفروش به باغ ارم و نخوت شداد

يک شيشه می و نوش لبی و لب کشتی

 

تا کی غم دنيای دنی ای دل دانا

حيف است ز خوبی که شود عاشق زشتی

 

آلودگی خرقه خرابی جهان است

کو راهروی اهل دلی پاک سرشتی

 

از دست چرا هشت سر زلف تو حافظ

تقدير چنين بود چه کردی که نهشتی

 

**

 

Sevgili, güle benzeyen yanağına çektiğin bu güzel yazı yok mu, onunla güle de butlan çizgisi çekmektesin, gül bahçesine de!

Göz evimin hareminde gizlice oturmakta olan göz yaşlarımı o yedi kat perdeden pazarlara çekmekte, onu da, beni'de rüsvay etmektesin !

Sabah rüzgârı gibi aheste aheste yürüyüp gidenleri, saçlarının kokusuyla tatlı bir surette zincirlere bağlayıp yavaş yavaş çekmekte, yürütmektesin !

Her an o şarap renkli dudakların, o sarhoş gözlerin yadıyle beni halvet bucağından meyhaneye çekiyorsun!

Başının, terkimizde olması gerek dedin., bu gayet kolay, eğer bu yükü çekmek zahmetine katlanırsan pekâlâ!

Gözüne, kaşına karşı ne tedbirde bulunayım, bilmem ki? Bu hastaya çektiğin şu yaydan eyvah eyvah!

Ey terü taze gül, bu dikenden eteğini çekiyorsun, fakat gel, gel de yüzünden kötü gözlerin mazarratını defedeyim, sana nazar ıs       değmesin!

Hâfız, şarap içiyorsun, sevgilinin saçlarını çekip okşuyorsun, dünyada bundan başka ne zevk, ne nimet istersin ki?

İn hoşrakam ki bergul i ruhsar mikeşi
Hat bersahifei gulu gulzâr mikeşi

459‏

 

زين خوش رقم که بر گل رخسار می‌کشی

خط بر صحيفه گل و گلزار می‌کشی

 

اشک حرم نشين نهانخانه مرا

زان سوی هفت پرده به بازار می‌کشی

 

کاهل روی چو باد صبا را به بوی زلف

هر دم به قيد سلسله در کار می‌کشی

 

هر دم به ياد آن لب ميگون و چشم مست

از خلوتم به خانه خمار می‌کشی

 

گفتی سر تو بسته فتراک ما شود

سهل است اگر تو زحمت اين بار می‌کشی

 

با چشم و ابروی تو چه تدبير دل کنم

وه زين کمان که بر من بيمار می‌کشی

 

بازآ که چشم بد ز رخت دفع می‌کند

ای تازه گل که دامن از اين خار می‌کشی

 

حافظ دگر چه می‌طلبی از نعيم دهر

می می‌خوری و طره دلدار می‌کشی

**

            .

Ömür, hiç bir şey elde etmeden hava ve hevesle geçti gitti. Oğul, şarap kadehini sun, dilerim ömrün uzun olsun, ihtiyar olasın.  

Bu şehirde ne şekerler var ki tarikat doğanları bile sinek avlamaya razı oldular, bununla kanaat ettiler!

* Dün gece kapısının köleleri arasına katılmış, gidiyordum. Beni gördü de dedi ki: A biçare âşık, hele sen kimsin, kim oluyorsun?        

Âlemde misk nefesli olmakla, bilgi, hüner ve faziletle şöhret kazanan kişinin, nafe gibi kan kesilmiş bir gönle sahip olması, kanlar            yutup ıstıraplara tahammül etmesi, bunu hoş görmesi lâzım!     

Kanadını aç, Tuba ağacında öt., senin gibi bir kuşun kafeste esir olması ne yazık!

Kervan gitti, sen hâlâ pusu yerinde uyuyup duruyorsun! Vah yazıklar olsun, bunca çan sesinden haberin bile yok!

Tur dağından bir şimşektir parladı, ben gördüm., gideyim de sana bir yanar ateş parçası getireyim!

* Güzel kokmak ve buhurdan gibi bir an olsun sevgilinin eteğini tutmak için canımızı ateşlere attık!

Hâfız, senin havanla niceye bir her yana koşup duracak? Ey maksadım, ey meramım sevgili, Tanrı bana, sana ulaşacak bir yol müyesser etsin!

Ûmr bugzeşt bebihasıli vu bulhevesı
Ey puser câmı meyem dih kı be Pîri biresi

 

غزل  455‏

 

عمر بگذشت به بی‌حاصلی و بوالهوسی

ای پسر جام می‌ام ده که به پيری برسی

 

چه شکرهاست در اين شهر که قانع شده‌اند

شاهبازان طريقت به مقام مگسی

 

دوش در خيل غلامان درش می‌رفتم

گفت ای عاشق بيچاره تو باری چه کسی

 

با دل خون شده چون نافه خوشش بايد بود

هر که مشهور جهان گشت به مشکين نفسی

 

لمع البرق من الطور و آنست به

فلعلی لک آت بشهاب قبس

کاروان رفت و تو در خواب و بيابان در پيش

وه که بس بی‌خبر از غلغل چندين جرسی

 

بال بگشا و صفير از شجر طوبی زن

حيف باشد چو تو مرغی که اسير قفسی

 

تا چو مجمر نفسی دامن جانان گيرم

جان نهاديم بر آتش ز پی خوش نفسی

 

چند پويد به هوای تو ز هر سو حافظ

يسر الله طريقا بک يا ملتمسی

 

 

**

 

Ey kutluluk sabahının rüzgârı, bildiğin tarzda, münasip gördüğün bir zamanda sevgilinin civanna uğra!

Sen sır habercisisin, gözümüz yolunda. Erlikle, buyrukla değil de bildiğin gibi var da

Sevgiliye tarafımdan de ki: Zayıf .canım elden gitti. Tanrı hakkıyçin cana can katan lâl dudaklarından bildiğin tarzda bir lütfet!

Ben, şu iki harfi öyle yazdım ki senden başka kimse bilmiyor. Sen de kerem et de öyle oku ki kimse duymasın!

* Sevgili kılıcının hayali, bize susuzla su gibi., kılıca o kadar iştiyakımız var. Sen, kendi esirini tuttun, bildiğin gibi öldür!

Altınlarla bezenmiş kemerine nasıl ümidimi ba tayayım? O arada bir ince hayal var sevgili ki onu ancak sen bilirsin, belin o kadar ince senin!

Hâfız, bu aşk alışverişinde, bu aşk dilinde Türkçe de bir, Arapça da.. bildiğin dille şu sözünü anlatmana bak!

Nesimi subhı se'âdet bedan neşan ki tu dâni
Guzer beküyı futan kun deran zeman ki dâni

476‏

 

نسيم صبح سعادت بدان نشان که تو دانی

گذر به کوی فلان کن در آن زمان که تو دانی

 

تو پيک خلوت رازی و ديده بر سر راهت

به مردمی نه به فرمان چنان بران که تو دانی

 

بگو که جان عزيزم ز دست رفت خدا را

ز لعل روح فزايش ببخش آن که تو دانی

 

من اين حروف نوشتم چنان که غير ندانست

تو هم ز روی کرامت چنان بخوان که تو دانی

 

خيال تيغ تو با ما حديث تشنه و آب است

اسير خويش گرفتی بکش چنان که تو دانی

 

اميد در کمر زرکشت چگونه ببندم

دقيقه‌ايست نگارا در آن ميان که تو دانی

 

يکيست ترکی و تازی در اين معامله حافظ

حديث عشق بيان کن بدان زبان که تو دانی

 

**

 

Gönül, gül renkli şaraptan harap oldun mu paran, pulun, malın, hâzinen olmadığı halde Karun’dan yüzlerce mertebe daha ulu bir makama erersin!

Yoksullara sadaret bağışlayan yerde mertebe bakımından herkesten üstün olmanı ummakta, bunu gözetmekteyim.

Leylâ konağının yolunda nice tehlikeler var., daha ilk adımda Mecnun olman şart!

Sana aşk noktasını gösterdim, aklını başına al, şaşırma., yoksa dikkat edersen daireden çıktı mı görürsün.

Kervan gitti, sen uykudasın, önde de bir çöl var. Nasıl gideceğini, ne yapacağım, ne edeceğini kime soracaksın?

Padişahlık tacını istiyorsan içindeki cevheri göster! Yoksa ister Cemşid’in soyundan ol, ister Feridun’un., para etmez.

Bir kadeh iç, bir yudumcuk da feleklere saç! Ne vakte kadar zamanın gamından, gussasından ciğerinin kanını içip duracaksın?

Hâfız, yokluktan feryat etme. Eğer şiir, bu feryattan ibaretse hiç bir iyi kalpli, senin mahzun olmanı istemez.

Ey dil an dem ki herâb ezmeyi gulgun bâsi
Bizeru gene beşed haşmetı Karun bâşi

458‏

 

ای دل آن دم که خراب از می گلگون باشی

بی زر و گنج به صد حشمت قارون باشی

 

در مقامی که صدارت به فقيران بخشند

چشم دارم که به جاه از همه افزون باشی

 

در ره منزل ليلی که خطرهاست در آن

شرط اول قدم آن است که مجنون باشی

 

نقطه عشق نمودم به تو هان سهو مکن

ور نه چون بنگری از دايره بيرون باشی

 

کاروان رفت و تو در خواب و بيابان در پيش

کی روی ره ز که پرسی چه کنی چون باشی

 

تاج شاهی طلبی گوهر ذاتی بنمای

ور خود از تخمه جمشيد و فريدون باشی

 

ساغری نوش کن و جرعه بر افلاک فشان

چند و چند از غم ايام جگرخون باشی

 

حافظ از فقر مکن ناله که گر شعر اين است

هيچ خوشدل نپسندد که تو محزون باشی

 

**

 

İlkbahar geldi, gönlünü hoş etmeye çalış. Çünkü daha nice güller açılır, fakat sen toprak altında olursun.

Çenk de nağmeleriyle sana bu nasihati verip duruyor ama vaiz, eğer kabiliyetin vatsa fayda verir!

Bu zamanda kiminle oturmalısın, ne içmelisin, bunu ben söylemiyorum. Eğer akıllıysan, anlayışın varsa kendin bilir, anlarsın!

Yeşillikte her yaprak, Tanrı’nın kudretini anlatan bir defterdir. Hepsinde de gafil olursan yazık doğrusu!

Bizim yerimizden sevgiliye kadar korkularla, tehlikelerle dolu bir yol var. Fakat konaklan bilirsen gitmesi kolay!

Gece gündüz dünya derdine kapılırsan bu dert, ömrünü beyhude şeylerle heder edip gider!

Hâfız, yüce bahtın yardım ederse o ahlâkı güzel güzeli avlarsın elbette!

Nevbehârest deran güş ki hoşdil bâşi
Ki besi gul bidemed bâzu tu dergil bâşi

456‏

 

نوبهار است در آن کوش که خوشدل باشی

که بسی گل بدمد باز و تو در گل باشی

 

من نگويم که کنون با که نشين و چه بنوش

که تو خود دانی اگر زيرک و عاقل باشی

 

چنگ در پرده همين می‌دهدت پند ولی

وعظت آن گاه کند سود که قابل باشی

 

در چمن هر ورقی دفتر حالی دگر است

حيف باشد که ز کار همه غافل باشی

 

نقد عمرت ببرد غصه دنيا به گزاف

گر شب و روز در اين قصه مشکل باشی

 

گر چه راهيست پر از بيم ز ما تا بر دوست

رفتن آسان بود ار واقف منزل باشی

 

حافظا گر مدد از بخت بلندت باشد

صيد آن شاهد مطبوع شمايل باشی

**

 

Binlerce ceht ettim ki benim sevgilim olasın, kararsız gönlümün muradını veresin!

Geceleri uyumayan gözlerinin ışığı, seni arzulayan hatırıma enis olmanı umdum durdum.

İstedim ki güzellik ve alım padişahları, kullarına nazlanırsa sen, onların içinde benim efendim, benim padişahım olasın!

Âşıklar, güzellerin ellerini tuttukları çimenlikte elinden gelirse sen de benim elimi tutasın!

* Bir gececik olsun âşıkların külbeiahzanına gelesin, bir an olsun yaslı gönlüme yar olasın.

İşvesinden gönlümün kan kesildiği o akik dudaklardan şikâyet edersem sırdaşım olasın!

Senin gibi bir ahuyu bir an bile olsa avlarsam güneş ceylânı bile benim adi bir avım olur.

iki dudağından üç öpücük vermeyi kararlaştırmışsın, bak, eda etmezsen borçlum olursun.

* Bir gece yarısı hiç olmazsa rüyada görecek miyim? Akan göz yaşlarım yerine kucağıma sen gelmiş oturmuşsun!

Hezâr cehd bikerdm ki yârı men bâşi
Murâdbahşı dili bikarârı men bâşi

457‏

 

هزار جهد بکردم که يار من باشی

مرادبخش دل بی‌قرار من باشی

 

چراغ ديده شب زنده دار من گردی

انيس خاطر اميدوار من باشی

 

چو خسروان ملاحت به بندگان نازند

تو در ميانه خداوندگار من باشی

 

از آن عقيق که خونين دلم ز عشوه او

اگر کنم گله‌ای غمگسار من باشی

 

در آن چمن که بتان دست عاشقان گيرند

گرت ز دست برآيد نگار من باشی

 

شبی به کلبه احزان عاشقان آيی

دمی انيس دل سوکوار من باشی

 

شود غزاله خورشيد صيد لاغر من

گر آهويی چو تو يک دم شکار من باشی

 

سه بوسه کز دو لبت کرده‌ای وظيفه من

اگر ادا نکنی قرض دار من باشی

 

من اين مراد ببينم به خود که نيم شبی

به جای اشک روان در کنار من باشی

 

من ار چه حافظ شهرم جوی نمی‌ارزم

مگر تو از کرم خويش يار من باشی

 

 

**

 

Kudretin yettikçe vakti ganimet bil... canım, efendim; eğer anlarsan hayattan maksat bu fırsat, bu sıhhat anından ibarettir.

Felek, birisine muradını verdi mi karşılığında ömrünü alır. Cehdet de devletten zevk al.

Âşıkların öğüdünü duy da neşe kapısından gir. Çünkü bütün bu devlet fani dünyanın, zahmetine değmez!

Zahidin yanında rintlikten dem vurma., namahrem doktora gizli derdin hali söylenilmez.

Ey bahçıvan, ben, bu âlemden geçince toprağıma sevgiliye benzer bir selviden başka bir şey dikersen haram olsun!

• Pişman zahidi şarap zevki öldürecek. Ey akıllı kişi, sonu pişmanlık olacak bir iş işleme!

Ey şeker ağızlı sevgili, inat etme de geceleri uyumayan âşıkların duasını al.. Süleyman Peygamber’in hatemi bile bir ismin penahındadır.

Aziz Yusuf’um gitti. Kardeşler, bir merhamet edin, Kenan Pirinin halini pek perişan gördüm.

Küpleri kıran muhtesib bilmez ki sofinin evde çekilmiş kıpkızıl şarabı var.

Sevgili, sen gidiyorsun ama kirpiklerin halkın kanını döküyor. Pek hızlı gidiyorsun. Korkarım yorulup kalacaksın.

Gönlümü gözünün okundan sakladım, fakat okçu kaşların onu alıp gözlerinin önüne getiriyor!

Perişan Hâfız’ı ihsanınla derle, topla ey saçlarının büklümleri perişanlığın toplantı yeri olan sevgili!

Vaktrâ ğanimet dan an kader ki bitvâni
Hasılı heyât ey can ın demest tâ dan!

473‏

 

وقت را غنيمت دان آن قدر که بتوانی

حاصل از حيات ای جان اين دم است تا دانی

 

کام بخشی گردون عمر در عوض دارد

جهد کن که از دولت داد عيش بستانی

 

باغبان چو من زين جا بگذرم حرامت باد

گر به جای من سروی غير دوست بنشانی

 

زاهد پشيمان را ذوق باده خواهد کشت

عاقلا مکن کاری کورد پشيمانی

 

محتسب نمی‌داند اين قدر که صوفی را

جنس خانگی باشد همچو لعل رمانی

 

با دعای شبخيزان ای شکردهان مستيز

در پناه يک اسم است خاتم سليمانی

 

پند عاشقان بشنو و از در طرب بازآ

کاين همه نمی‌ارزد شغل عالم فانی

 

يوسف عزيزم رفت ای برادران رحمی

کز غمش عجب بينم حال پير کنعانی

 

پيش زاهد از رندی دم مزن که نتوان گفت

با طبيب نامحرم حال درد پنهانی

 

می‌روی و مژگانت خون خلق می‌ريزد

تيز می‌روی جانا ترسمت فرومانی

 

دل ز ناوک چشمت گوش داشتم ليکن

ابروی کماندارت می‌برد به پيشانی

 

جمع کن به احسانی حافظ پريشان را

ای شکنج گيسويت مجمع پريشانی

 

گر تو فارغی از ما ای نگار سنگين دل

حال خود بخواهم گفت پيش آصف ثانی

 

**

 

Seher çağı bir yolcu, bir yerde yoldaşın birine bu muammayı söyleyip duruyordu:

Sofi, şarap şişede bir erbain çıkardı mı sâf olur.

Süleyman Peygamber’in parmağı onun olmadıkça yüzük kaşının ne haysiyeti olur ki?

Tanrı, yeninde yüzlerce put bulunan hırkadan yüzlerce defa bizardır.

Mürüvvet gerçi ismi var, cismi yok bir şeydir. Fakat ister kabul etsin, ister etmesin, sen bir nazenine niyaz edegör!

Ey harman sahibi, bir başak devşirene merhamet edersen sevaba girersin.

Gönüller karardı, belki halvette oturan birisi gayb âleminden bir çerağ uyarır.

Ne kimsede yücelme ümidi var, ne dertli bir gönülde derman, ne de birisinde din derdi!

Gerçi güzellerin âdeti kötü huyluluktur, fakat sevgili, bir dertli âşıka iltifat etsen ne çıkar ki?

• Meyhane yolunu göster de sonum ne olacak, akibeti gören birisinden sorayım!

Ne Hâfız’da ders ve halvet için bir huzur kaldı, ne âlimde yakın bilgisi!

Sehergeh rehrevi derserzemini
Hemiguft in mu'ammâ bâkarini

483‏

 

سحرگه ره روی در سرزمينی

همی‌گفت اين معما با قرينی

 

که ای صوفی شراب آن گه شود صاف

که در شيشه برآرد اربعينی

 

خدا زان خرقه بيزار است صد بار

که صد بت باشدش در آستينی

 

مروت گر چه نامی بی‌نشان است

نيازی عرضه کن بر نازنينی

 

ثوابت باشد ای دارای خرمن

اگر رحمی کنی بر خوشه چينی

 

نمی‌بينم نشاط عيش در کس

نه درمان دلی نه درد دينی

 

درون‌ها تيره شد باشد که از غيب

چراغی برکند خلوت نشينی

 

گر انگشت سليمانی نباشد

چه خاصيت دهد نقش نگينی

 

اگر چه رسم خوبان تندخوييست

چه باشد گر بسازد با غمينی

 

ره ميخانه بنما تا بپرسم

مال خويش را از پيش بينی

 

نه حافظ را حضور درس خلوت

نه دانشمند را علم اليقينی

 

**

 

Hırkamın şaraba rehin olması daha doğru.. bu manasız defterin halis şaraba garkolmuş bulunması daha hoş!

Zaten hayatımı heder ettim gitti. Gayri anladım: Hiç olmazsa kalan ömrümü meyhane bucağında geçireyim. Orada harap olup yıkılmak daha iyi!

Mademki iş güç düşüncesi dervişlikten uzak. Hem gönül ateşlerle dopdolu, hem göz, yaşlarla., bu daha hoş!

Zahidin halini halka söylemem. Bu hikâyeyi nakletsem bile çenk ve rebapla nakletmem daha yerinde.

Feleğin ahvali, şimdiki gibi böyle başsız ayaksız oldukça başta sâkinin hevesi bulunması, elde de şarap olması yeğ!

Evet, senin gibi bir sevgiliden el çekemem. Mademki naza katlanıyorum, o büklüm büklüm ve parlak zülfün nazını çekmem daha münasip!

Hâfız, mademki ihtiyarladın, meyhaneden çık. Rintlik, nevheveslik çağına daha uygun.

İn hırka ki men dârem derrehni şerâb evli
Vin defteri bima'ni ğarkı meyi nâb evli

466‏

 

اين خرقه که من دارم در رهن شراب اولی

وين دفتر بی‌معنی غرق می ناب اولی

 

چون عمر تبه کردم چندان که نگه کردم

در کنج خراباتی افتاده خراب اولی

 

چون مصلحت انديشی دور است ز درويشی

هم سينه پر از آتش هم ديده پرآب اولی

 

من حالت زاهد را با خلق نخواهم گفت

اين قصه اگر گويم با چنگ و رباب اولی

 

تا بی سر و پا باشد اوضاع فلک زين دست

در سر هوس ساقی در دست شراب اولی

 

از همچو تو دلداری دل برنکنم آری

چون تاب کشم باری زان زلف به تاب اولی

 

چون پير شدی حافظ از ميکده بيرون آی

رندی و هوسناکی در عهد شباب اولی

**

 

Selmacık Irak’a konalı uğrayacağım, dertlere, zahmetlere uğrar dururum!

Ey sevgilinin yükünü taşıyan sarban, develerinize binenlere iştiyakım arttı!

Irak gençlerinin nağmeleriyle aklını Zinderud’a at, şarap iç!

Sâki, yarım batmanlık kadehimi ver, Tanrı seni şarapla dolu kadehle suvarsın!

Çenk sesiyle sâkinin ellerini çırparak usul tutuşu, yine bana gençliğimi hatırlatıyor.

Şu kalan şarabı ver de sarhoş olup kendimden geçeyim; geri kalan ömrümü dostlara feda edeyim!

Sevgiliyi göremediğimden içim kan kesildi; dilerim ayrılık günleri mahvolsun!

Bir zamancağız dostlara uy, bu uygunluğu ganimet bil!

*          Ey güzel sesli çalgıcı, farsça şiiri Irak nağmesiyle bir güzelce oku!

•          Ey üzüm kızı, sen pek güzel bir gelinsin; fakat arada bir de boşanmaya lâyıksın.

* Güneşle aynı yerde oturmak, her şeyden mücerret olan Mesih'e yaraşır.

Vuslat zamanı gelip geçti de haberimiz bile olmadı; Hâfız, gayri ayrılık gazelleri söyle!

Göz yaşlarım, ardınızdan akıp gidiyor, onları hor görmeyin, azımsamayın, ırmaklardan nice denizler meydana gelir.

Suleyma munzu hallet bil Irâki
Ulak i minhevâhâ mâ ulâki

 

غزل  460‏

 

سليمی منذ حلت بالعراق

الاقی من نواها ما الاقی

 

الا ای ساروان منزل دوست

الی رکبانکم طال اشتياقی

 

خرد در زنده رود انداز و می نوش

به گلبانگ جوانان عراقی

 

ربيع العمر فی مرعی حماکم

حماک الله يا عهد التلاقی

 

بيا ساقی بده رطل گرانم

سقاک الله من کاس دهاق

 

جوانی باز می‌آرد به يادم

سماع چنگ و دست افشان ساقی

 

می باقی بده تا مست و خوشدل

به ياران برفشانم عمر باقی

 

درونم خون شد از ناديدن دوست

الا تعسا لايام الفراق

 

دموعی بعدکم لا تحقروها

فکم بحر عميق من سواقی

 

دمی با نيکخواهان متفق باش

غنيمت دان امور اتفاقی

 

بساز ای مطرب خوشخوان خوشگو

به شعر فارسی صوت عراقی

 

عروسی بس خوشی ای دختر رز

ولی گه گه سزاوار طلاقی

 

مسيحای مجرد را برازد

که با خورشيد سازد هم وثاقی

 

وصال دوستان روزی ما نيست

بخوان حافظ غزل‌های فراقی

**

 

Gözlerimden yaşlar akarak iştiyakımı yazdım. Gel, gel ki sensiz gamdan ölmek üzereyim ben.

Çok zamanlar gözlerime “Ey Selma’nın konak yerleri. Selmanız nerede?” dedim.

 Ne şaşılacak vak’a, ne garip hadise: Ben öldürüldüğümden çabalayacağım, muztarip olacağım yerde sabır ediyorum da katilim şikâyette bulunuyor!

Seni kim tayip edebilir? Gül yaprağına  damlayan çiğ tanesi gibi tertemizsin.

Tanrı'nın sanat kalemi, suya, toprağa mensup olanları meydana getirince lâleyle güle de senin ayağının toprağından şeref verdi.

Sabah rüzgârı amberler saçıyor. Sâki, kalk da temiz ve güzel kokulu üzüm şarabım getir!

Uyuşukluğu bırak, fırsatı ganimet bil. Yolcuların azığı çevikliktir diye bir atalar sözü vardır.

 Senin yüzünü görmezsem benden eser kalmaz. Evet.. Hayatta olduğumu yüzünden anlamaktayım.

Hâfız, senin güzelliğini nasıl tavsif edebilir? Tanrı sanatı gibi idrakten ötesin.

Ketabetu kıssatı şevki ve madma'i baki
Biyâ ki bitu becan âmedem ziğamnâki

461‏

 

کتبت قصه شوقی و مدمعی باکی

بيا که بی تو به جان آمدم ز غمناکی

 

بسا که گفته‌ام از شوق با دو ديده خود

ايا منازل سلمی فاين سلماک

 

عجيب واقعه‌ای و غريب حادثه‌ای

انا اصطبرت قتيلا و قاتلی شاکی

 

که را رسد که کند عيب دامن پاکت

که همچو قطره که بر برگ گل چکد پاکی

 

ز خاک پای تو داد آب روی لاله و گل

چو کلک صنع رقم زد به آبی و خاکی

 

صبا عبيرفشان گشت ساقيا برخيز

و هات شمسه کرم مطيب زاکی

 

دع التکاسل تغنم فقد جری مثل

که زاد راهروان چستی است و چالاکی

 

اثر نماند ز من بی شمايلت آری

اری مثر محيای من محياک

ز وصف حسن تو حافظ چگونه نطق زند

که همچو صنع خدايی ورای ادراکی

 

 

**

 

Ey incilerle dolu bir hokkayı andıran tebessüm yeri, ey ağız. Etrafını çeviren ve hilâle benzeyen hat ne de yaraşmış, aman yarabbi!

Şimdilik vuslat hayali., pek hoş geliyor bu hayal, sonunda bakalım bize ne işler edecek?

Gönül, elden gitti, göz kanlara bulandı, ten mecruh oldu, can zebun., aşk yolunda birbirinin ardınca gelen ne şaşılacak şeyler var, ne şaşılacak şeyler!

Şarap sun, âlemin en günahkârı oldum ama Tanrı’nın ezelî lûtfundan ümit kesilir mi hiç?

Sâki bir kadeh sun da beni halvet bucağımdan çıkar, âlemi rint ve pervasız gezip dolaşayım hele!

Âlemin hali madem ki bir kararda durmaz... Hâfız, şikâyet etme de şimdilik şarap içmeye koyulalım.

Zamanın Asaf’ının devrinde hatır kadehi sâf, gönlümüzde keder yok., kalk sâki, beni an duru ve sudan sâf cennet şarabiyle suvar!

* Ülke, onun devletiyle, onun iştiyakıyle övünmektedir. Yarabbi, bu ululuktan ebedi kıl!

O Asaf, devlet tahtına ışıklar veren, ululuk ve heybet madeni olan mülk ve milletin Burhanı Ebülmeâli oğlu Ebû Nasr’dır.

Yâ mebsemen yuhâki dercen minelle'âli
Yâ Rab çi derhor âmed gerdi hat hilâli

462‏

 

يا مبسما يحاکی درجا من اللالی

يا رب چه درخور آمد گردش خط هلالی

 

حالی خيال وصلت خوش می‌دهد فريبم

تا خود چه نقش بازد اين صورت خيالی

 

می ده که گر چه گشتم نامه سياه عالم

نوميد کی توان بود از لطف لايزالی

 

ساقی بيار جامی و از خلوتم برون کش

تا در به در بگردم قلاش و لاابالی

 

از چار چيز مگذر گر عاقلی و زيرک

امن و شراب بی‌غش معشوق و جای خالی

 

چون نيست نقش دوران در هيچ حال ثابت

حافظ مکن شکايت تا می خوريم حالی

 

صافيست جام خاطر در دور آصف عهد

قم فاسقنی رحيقا اصفی من الزلال

الملک قد تباهی من جده و جده

يا رب که جاودان باد اين قدر و اين معالی

 

مسندفروز دولت کان شکوه و شوکت

برهان ملک و ملت بونصر بوالمعالی

**

 

Geceler gelip geçtikçe, iki telli, üç telli sazlar çalındıkça Tanrı’nın selâmı.

Erâk vadisine, o vadide olana, kum yığınlarının yukarı tarafında bulunan Liva vadisindeki eve olsun!

Ben, cihandaki gariplere duacıyım; durmadan, dinlenmeden biteviye onlara dua edip dururum.

Gönül, onun saçlarının zincirine düştüm diye ağlama, inleme! Çünkü oradaki perişanlık, topluluğun ta kendisidir.

İştiyakımdan ölüyorum, bir müjdeci, vuslat haberini ne vakit getirecek? Bilseydim!

Yarabbi, hangi durağa yüz tutarsa onu daimî fazıl ve ihsanınla koru, gözet!

Her an sevgin rahatımdır... Her halimde zikrin munisimdir.

Hattından aslî güzelliğinden başka daha yüzlerce güzellik meydana geldi. Yüzlerce yıl yaşa!

Kalbimin süveydası, kıyamete kadar sevdandan, iştiyakından hali kalmaz!

O kudret nakkaşına aferin! Ay gibi yüzünün çevresine hilâli bir hat çekti.

Senin gibi bir padişahın vuslatını nerde bulacağım? Ben, adı kötüye çıkmış lâübali bir rindim!

Hâfız, senden ne istiyor, maksadı ne? Tanrı bilir, Tanrı bilirken dilememe ne hacet?

Selâmullâhı mâ kerrel leyâli
Ve câvebetil masâni vel mesâli

463‏

 

سلام الله ما کر الليالی

و جاوبت المثانی و المثالی

 

علی وادی الاراک و من عليها

و دار باللوی فوق الرمال

دعاگوی غريبان جهانم

و ادعو بالتواتر و التوالی

 

به هر منزل که رو آرد خدا را

نگه دارش به لطف لايزالی

 

منال ای دل که در زنجير زلفش

همه جمعيت است آشفته حالی

 

ز خطت صد جمال ديگر افزود

که عمرت باد صد سال جلالی

 

تو می‌بايد که باشی ور نه سهل است

زيان مايه جاهی و مالی

 

بر آن نقاش قدرت آفرين باد

که گرد مه کشد خط هلالی

 

فحبک راحتی فی کل حين

و ذکرک مونسی فی کل حال

سويدای دل من تا قيامت

مباد از شوق و سودای تو خالی

 

کجا يابم وصال چون تو شاهی

من بدنام رند لاابالی

 

خدا داند که حافظ را غرض چيست

و علم الله حسبی من سالی

 

**

 

Güzelliğin, aşkın gibi kemal buldu... Gönlünü hoş tut, hiç kaygılanma; çünkü bu güzelliğe zeval olamaz!

Akıl, bundan daha güzel bir güzellik tasavvur edebilsin? imkânı yok, bu benim vehmime sığmıyor!

Bütün ömrümde bir günceğiz olsun vuslatına erişirsem bütün ömrümden haz aldım demektir.

Seninle olduğum zaman bir yıl, bana bir gün gibi gelir., fakat sensiz olursam bir an, bir yıl oluyor!

Sevgili, yüzünün hayalini nasıl olur da uykuda görebilirim? Gözüme uyku girmiyor ki? Ben, ancak uykunun hayalini görmekteyim!

Gönlüme acı, güzel yüzünün sevgisiyle zayıf bedenim bir hilâl gibi inceldi!

Hâfız, şikâyet etme. Sevgilinin vuslatını istiyorsan ayrılığa bundan fazla tahammül etmen gerek!

Bigrift kârı husnet çün cışkt men kemâli
Hoş baş ezan ki nebved in husnrâ zevali

464‏

 

بگرفت کار حسنت چون عشق من کمالی

خوش باش زان که نبود اين هر دو را زوالی

 

در وهم می‌نگنجد کاندر تصور عقل

آيد به هيچ معنی زين خوبتر مثالی

 

شد حظ عمر حاصل گر زان که با تو ما را

هرگز به عمر روزی روزی شود وصالی

 

آن دم که با تو باشم يک سال هست روزی

وان دم که بی تو باشم يک لحظه هست سالی

 

چون من خيال رويت جانا به خواب بينم

کز خواب می‌نبيند چشمم بجز خيالی

 

رحم آر بر دل من کز مهر روی خوبت

شد شخص ناتوانم باريک چون هلالی

 

حافظ مکن شکايت گر وصل دوست خواهی

زين بيشتر ببايد بر هجرت احتمالی

**

 

Sevgilimden kim bana bir kalem iltifatı, bir mektup getirecek ki ? Nerde sabah rüzgârı? Yine bir kerem ederse o eder.

Şöyle bir mukayesede bulundum, aşk yolunda aklın tedbiri, ancak deniz üstündeki çiğ' tanesi gibi!

Gel, gel., hırkan meyhanelere vakfolmuş ama bende vakıf malından bir akça bile bulamazsın!

Kamış kaleminden şekerler saçıp duran bir şairi, neden bir şeker kamışına bile almazlar bilmem ki?

Gönlüm, riyadan kilim altında davul çalmaktan usandı artık., böyle gizli ve riyakârane işten meyhane kapısına bayrak dikmem daha yeğ!

Gel, zevk zamanının kadrini bilenler, iki âlemi bile bir kadeh şarapla bir güzellik sohbetine satmazlar!

Sürüp giden zevku safa, aşk âdeti değildir, aşk böyle bir şey olamaz. Eğer bize uygun bir yoldaşsan dert ve mihnet çekmen gerek!

Yollarda oturup halkı tedaviye kalkışan doktor, aşk sırrını anlayamaz. Yürü ey gönlü ölmüş kişi, bir Mesih nefesli kâmili ele geçir!

Şikâyet etmiyorum ama sevgilinin merhamet bulutundan ciğeri yanmışların tarlasına bir katra bile damlamadı gitti!

Nasıl, niçin sözleri baş ağrısı verir, gönül, şarap kadehini ele al da ömründen kâm al,, bir an olsun zevk ve huzura eriş!

Padişahım, Hâfız’ın elinde geceleri yalvarış, sabah çağlan dua edişten başka sana lâyık hiç bir şey yok ki!

Zidilberem ki resâned nevâzişi kalemi
Kucâst peyki şabâ ger hemikuned keremi

471‏

 

ز دلبرم که رساند نوازش قلمی

کجاست پيک صبا گر همی‌کند کرمی

 

قياس کردم و تدبير عقل در ره عشق

چو شبنمی است که بر بحر می‌کشد رقمی

 

بيا که خرقه من گر چه رهن ميکده‌هاست

ز مال وقف نبينی به نام من درمی

 

حديث چون و چرا درد سر دهد ای دل

پياله گير و بياسا ز عمر خويش دمی

 

طبيب راه نشين درد عشق نشناسد

برو به دست کن ای مرده دل مسيح دمی

 

دلم گرفت ز سالوس و طبل زير گليم

به آن که بر در ميخانه برکشم علمی

 

بيا که وقت شناسان دو کون بفروشند

به يک پياله می صاف و صحبت صنمی

 

دوام عيش و تنعم نه شيوه عشق است

اگر معاشر مايی بنوش نيش غمی

 

نمی‌کنم گله‌ای ليک ابر رحمت دوست

به کشته زار جگرتشنگان نداد نمی

 

چرا به يک نی قندش نمی‌خرند آن کس

که کرد صد شکرافشانی از نی قلمی

 

سزای قدر تو شاها به دست حافظ نيست

جز از دعای شبی و نياز صبحدمی

**

 

Halk, sana “İkinci Yusuf’sun” dedi. Fakat ben iyice dikkat ettim, gördüm ki Yusuf’tan da güzelsin.

Ey güzeller Husrevi, sana zamanın Şirin’i diyorlar ya., o tatlı gülümsemeyle, ne diyeyim? Ondan da şirinsin sen!

Ağzını goncaya benzetmenin imkânı yok. Gonca asla bu derecede dar, bu kadar küçük değildir.

Yüz kere o ağızdan muradını veririm dedin, fakat niçin süsen gibi baştanbaşa dilden ibaretsin, niçin yalnız söz verir, fakat sözünü tutmazsın?

Muradını veririm ama canını alırım dersin.. korkarım muradımı vermez, canımı alırsın!

Gözün attığı oku can siperinden bile geçirmekte.. kim bu derecede kuvvetli yay çeken bir basta görmüş ki?

Bir an gözden düşürdüğün kişiyi halkın gözünden de göz yaşı gibi akıtır, halkın gözünden de düşürürsün!

Hâfız, yolunda kalem gibi başıyle yürür, sen neden lütfedip de bir kerecik olsun onu mektup gibi okumazsın?

Guftend halayık ki tuyi Yûsufı sâni
Çün nik bididem behakikai bih ezâni

475‏

 

گفتند خلايق که تويی يوسف ثانی

چون نيک بديدم به حقيقت به از آنی

 

شيرينتر از آنی به شکرخنده که گويم

ای خسرو خوبان که تو شيرين زمانی

 

تشبيه دهانت نتوان کرد به غنچه

هرگز نبود غنچه بدين تنگ دهانی

 

صد بار بگفتی که دهم زان دهنت کام

چون سوسن آزاده چرا جمله زبانی

 

گويی بدهم کامت و جانت بستانم

ترسم ندهی کامم و جانم بستانی

 

چشم تو خدنگ از سپر جان گذراند

بيمار که ديده‌ست بدين سخت کمانی

 

چون اشک بيندازيش از ديده مردم

آن را که دمی از نظر خويش برانی

 

**

 

Selvi gibi gül bahçesine salına salına geldin mi güller, yüzünü kıskanır da her birinin, bağrına bir diken saplanır!

Saçlarının küfrünün her halkasında bir fitne var, gözünün sihri yüzünden de her bucakta bir hasta!

Ey sevgilinin sarhoş gözü, bahtın gibi uykuya dalma., her yanda ardından bir uyanık âşıkın ahi gelmede!

Geçer akçanın sence hiç bir değeri yok, yok ama yine can nakdim, yolunun toprağına feda olsun!

Gönül, daima güzellerin saçlarım düşünüp durma Kara düşüncelere, olmaz tedbirlere daldın mı nerde bir daha işin düzelecek?

Başım gitti de bir zaman gelip bu iş başa çıkmadı. Gönlüm elden çıktı da gönlümün derdiyle mukayyet olmadın!

Dedim ki nokta gibi aşk dairesinin noktasına gel; güldü de dedi ki: Hâfız, bu ne baş dönmesi ki?

Çü serv eğer bihırâmi demi be gulzâri
Hored zi ğayretı rûyi tu her guli hari

443‏

 

چو سرو اگر بخرامی دمی به گلزاری

خورد ز غيرت روی تو هر گلی خاری

 

ز کفر زلف تو هر حلقه‌ای و آشوبی

ز سحر چشم تو هر گوشه‌ای و بيماری

 

مرو چو بخت من ای چشم مست يار به خواب

که در پی است ز هر سويت آه بيداری

 

نثار خاک رهت نقد جان من هر چند

که نيست نقد روان را بر تو مقداری

 

دلا هميشه مزن لاف زلف دلبندان

چو تيره رای شوی کی گشايدت کاری

 

سرم برفت و زمانی به سر نرفت اين کار

دلم گرفت و نبودت غم گرفتاری

 

چو نقطه گفتمش اندر ميان دايره آی

به خنده گفت که ای حافظ اين چه پرگاری

 

**

 

Ey sâki, bulut gölgesi, bahar, ırmak kıyısı.. artık ben ne yapmam gerek, söylemeyeyim de gönül ehliysen sen söyle!

Bu suretten birlik ve ihlâs kokusu gelmiyor; sofinin bulaşık hırkasını halis şarapla yıka.

Dünya, aşağılık tabiatlıdır, keremine dayanma.. ey dünyayı görmüş, anlamış tecrübeli kişi, aşağılık adamdan vefa ve sebat umma!

Kulağını aç, bak, bülbül feryat ederek ne diyor: Hocam, tevfik gülünü kokla, ihmal etme!

Eğer sevgilinin yüzünü görmek istiyorsan gönül aynasını cilâla. Yoksa demirden, tunçtan asla ne gül biter, ne nesrin!

*          Sana iki nasihat vereyim de dinle, yüz hazine elde et: Zevk ve işret kapısından gir, kimseyi, ayıplama peşinden koşup durma!

*          Bak, yine bahara eriştin, buna şükrane olarak iyilik fidanını dik, tevfik gülünü kok!

Hâfız'ımızdan riya kokusu geliyor dedin., aferin nefesine, ne de güzel koku aldın!

Sâkiyi sâyei ebrestu beharu lebi cüy
Men negüyem çi kun er ehli dili hod tu bigüy

485‏

 

ساقيا سايه ابر است و بهار و لب جوی

من نگويم چه کن ار اهل دلی خود تو بگوی

 

بوی يک رنگی از اين نقش نمی‌آيد خيز

دلق آلوده صوفی به می ناب بشوی

 

سفله طبع است جهان بر کرمش تکيه مکن

ای جهان ديده ثبات قدم از سفله مجوی

 

دو نصيحت کنمت بشنو و صد گنج ببر

از در عيش درآ و به ره عيب مپوی

 

شکر آن را که دگربار رسيدی به بهار

بيخ نيکی بنشان و ره تحقيق بجوی

 

روی جانان طلبی آينه را قابل ساز

ور نه هرگز گل و نسرين ندمد ز آهن و روی

 

گوش بگشای که بلبل به فغان می‌گويد

خواجه تقصير مفرما گل توفيق ببوی

 

گفتی از حافظ ما بوی ريا می‌آيد

آفرين بر نفست باد که خوش بردی بوی

 

**

 

Bülbül ve kumru sesiyle şarap içmezsen seni nasıl tedavi edebilirim ki? İlâcın sonu dağlamadır, en son ilâç budur!

Bahar mevsiminin renginden, kokusundan bir azık sakla. Çünkü ardında kış haramileri var, hemen gelip çatarlar!

Gül nikabını kaldırıp bülbül hu hu demeye başladı mı elden şarap kadehini bırakma, hey gidi hey, ne yapıyorsun ki?

Çalgıcıyle sâkinin sözüne, defle neyin fetvasına göre mirasçılara hazinedarlık etmek  küfürdür!

* Saltanat ve güzellik azametinin sebatı ne zaman görülmüş ki? Süleyman’ın tahtıyle Key’in tacından kalan ancak bir sözden ibarettir !

Elde Abıhayatın var mı, susuz ölme., sana demedim mi? Her şey sudan dirilir, her şeyin hayatı sudandır!

Zamane hiç bir şey bağışlamamıştır ki sonradan onu almasın. Aşağılık kişiden mürüvvet umma, onun vereceği şey de hiçbir şey değildir.

Sığınılacak bir yer olan cennet sayvanına “kim dünya işvesine aldanır kalırsa vay haline” diye yazılmıştır.

Sâki, cömertlik kalmadı., sözü keselim, gel Hâtemi Tayy’ın ruhu şad olsun, onun ruhu için şarap sun!

Hâfız, nekes kişi, Tanrı’nın kokusunu bile duymaz. Sen kadehi al, kerem yoluna koyul, ihsan et, Tanrı suçları affeder, ben kefilim buna!

Besavtı bulbulu kumri eğer nenüşi mey
’İlâç key kunemet âhıruddevâ elkey

430‏

 

به صوت بلبل و قمری اگر ننوشی می

علاج کی کنمت آخرالدو‏ا الکی ا‏

 

ذخيره‌ای بنه از رنگ و بوی فصل بهار

که می‌رسند ز پی رهزنان بهمن و دی

 

چو گل نقاب برافکند و مرغ زد هوهو

منه ز دست پياله چه می‌کنی هی هی

 

شکوه سلطنت و حسن کی ثباتی داد

ز تخت جم سخنی مانده است و افسر کی

 

خزينه داری ميراث خوارگان کفر است

به قول مطرب و ساقی به فتوی دف و نی

 

زمانه هيچ نبخشد که بازنستاند

مجو ز سفله مروت که شيه لا شی

 

نوشته‌اند بر ايوان جنه الماوی

که هر که عشوه دنيی خريد وای به وی

 

سخا نماند سخن طی کنم شراب کجاست

بده به شادی روح و روان حاتم طی

 

بخيل بوی خدا نشنود بيا حافظ

پياله گير و کرم ورز و الضمان علی

 

**

 

Halden anlar iki dostla iki batman eski şarap., herkesle ve her şeyle alışverişi kesmek... Bir kitap ve bir yeşillik bucağı.

Her an bir bölük halk beni kınasa da sözümden dönmem:           Bu durağı dünyaya da değişmem, ahirete de!

Kanaat köşesini dünya hâzinesine değişen, Mısır Yusuf’unu ucuz bir fiyatla satmış demektir.

Gel, bu iş yurdunun parlaklığı ne senin gibi bir zahidin zahitliğiyle eksilir, ne benim gibi bir fasıkın fasıklığiyle.

Gayp nakışlarıyle bezenmiş kadeh aynasından seyret: Hiç kimse böyle şaşılacak zamanı hatırına bile getirmez.

Hadiseler kasırgasından bu çimenlikte bir gül mü kaldı, bir yasemin mi? Görülmüyor ki.

Gül bahçesinden esip geçen sam yelinden sonra bir gül kokusu kalır, bir nesteren rengi görülürse şaşarım doğrusu!

Gönül, sabret.. Tanrı böyle değerli bir yüzüğü Şeytan elinde bırakamaz elbette!

Hâfız, bu belâ yüzünden zamanın mizacı bozuldu. Nerde bir hakimin fikri, nerde bir berehmenin tedbiri!

Du yârı zireku ez bâdei kuhen du meni
 Ferâğatiyyu kitâbiyyu güşei çemeni

477‏

 

دو يار زيرک و از باده کهن دومنی

فراغتی و کتابی و گوشه چمنی

 

من اين مقام به دنيا و آخرت ندهم

اگر چه در پی ام افتند هر دم انجمنی

 

هر آن که کنج قناعت به گنج دنيا داد

فروخت يوسف مصری به کمترين ثمنی

 

بيا که رونق اين کارخانه کم نشود

به زهد همچو تويی يا به فسق همچو منی

 

ز تندباد حوادث نمی‌توان ديدن

در اين چمن که گلی بوده است يا سمنی

 

ببين در آينه جام نقش بندی غيب

که کس به ياد ندارد چنين عجب زمنی

 

از اين سموم که بر طرف بوستان بگذشت

عجب که بوی گلی هست و رنگ نسترنی

 

به صبر کوش تو ای دل که حق رها نکند

چنين عزيز نگينی به دست اهرمنی

 

مزاج دهر تبه شد در اين بلا حافظ

کجاست فکر حکيمی و رای برهمنی

**

 

Bu yoksuldan padişahlar' meclisine kim şu haberi götürür: Şarap içenler mahallesinde öyle erler var ki iki bin Cem’i bir kadeh şaraba bile almazlar!

O şarap ham da bu şarap içen olgunsa bir ham, binlerce olgundan bin kere yeğdir!

Ey Pîr, beni tespih taneleriyle yolumdan alıkoyma., ben, halis şarap içtim, bende ne ar kaldı, ne ad san kaygısı!

Harap oldum. Adım kötüye çıktı... fakat hâlâ ümidim var, azizler himmetiyle iyi bir ada sana ulaşırım elbet.

Sen kimya satmaktasın, bizim kalp akçamıza da bir bak... Çünkü elimizde bir hüner, bir sermaye yok, ancak bir tuzak kurmuşuz, o kadar!

Nereye gidip de şikâyetleneyim, bu hali kime hikâye edeyim? Dudağın bizim hayatımızdı ama dudağım tez aldın, birteviye bize vermedin ki!

Sevgilinin vefasına hayretteyim; bizi ne bir mektupta selâmla andı, ne bir yazıda haber göndererek yâd etti!

Sana hizmet etmek, sana kulluk eylemek isterim, lütfet, beni satın al, satma sakın., çünkü bu kutlulukta bir kul nadir düşer!

Kirpik oklarını at, Hâfız’ın kanını dök., böyle bir katilden kimse öç almaz zaten!

Ki bered be bezmi şâhan zimeni gedâ peyâmi
 Ki beküyı bâdenüşan du hezâr Cem becâmı

468‏

 

که برد به نزد شاهان ز من گدا پيامی

که به کوی می فروشان دو هزار جم به جامی

 

شده‌ام خراب و بدنام و هنوز اميدوارم

که به همت عزيزان برسم به نيک نامی

 

تو که کيميافروشی نظری به قلب ما کن

که بضاعتی نداريم و فکنده‌ايم دامی

 

عجب از وفای جانان که عنايتی نفرمود

نه به نامه پيامی نه به خامه سلامی

 

اگر اين شراب خام است اگر آن حريف پخته

به هزار بار بهتر ز هزار پخته خامی

 

ز رهم ميفکن ای شيخ به دانه‌های تسبيح

که چو مرغ زيرک افتد نفتد به هيچ دامی

 

سر خدمت تو دارم بخرم به لطف و مفروش

که چو بنده کمتر افتد به مبارکی غلامی

 

به کجا برم شکايت به که گويم اين حکايت

که لبت حيات ما بود و نداشتی دوامی

 

بگشای تير مژگان و بريز خون حافظ

که چنان کشنده‌ای را نکند کس انتقامی **

**

 

 

Göğüs, ağzına kadar dertle dolu.. Yazık, bir merhem olsa bari. Gönül, yalnızlıktan ölüm haline geldi, Yarabbi bir hemdem!

Bu çabucak gelip geçen kâinattan emniyet ve istirahate kavuşmayı kim umabilir? Sâki, bir kadehçik sun da bir an olsun rahata kavuşayım!

Kalk da rüzgârından huriler huyunun kokusu gelip duran şu Semerkand güzeline gönül verelim.

Anlayışlı birisine “şu ahvale bak” dedim; güldü de dedi ki: “Pek güç bir gün, çok şaşılacak bir iş ve perişan bir âlem!”

Çigil güzeli için sabır kuyusunda yandım yakıldım da Türklerin padişahı halimi bilmiyor. Nerde bir Rüstem ?

Âşıklık yolunda emniyet ve istirahat, bir belâdır. Senin derdine düşüp derman arayan            gönül büsbütün yaralansın!

Kendi emelleri için çalışanlarla, naz ehli olanlara rintlik civarına yol yok. Bu yola öyle bir yolcu gerek ki cihanı yaksın yandırsın.. ham ve gamsız kişi değil!

• Topraktan yaratılan bu âlemde bir tek adam bile ele geçmiyor. Başka bir âlem yaratmak, yeniden bir insan halketmek lâzım!

Aşk istiğnasına karşı Hâfız’ın tövbesinin ne değeri var ki’ Bu deniz, öyle bir deniz ki, burada yedi derya bile çiğ tanesi gibi ehemmiyetsiz görünmekte!

Sine mâlâmâli derdest ey driğâ merhemi
Dil zitenhâyi becan âmed Hudarâ hemdemi

470‏

 

سينه مالامال درد است ای دريغا مرهمی

دل ز تنهايی به جان آمد خدا را همدمی

 

چشم آسايش که دارد از سپهر تيزرو

ساقيا جامی به من ده تا بياسايم دمی

 

زيرکی را گفتم اين احوال بين خنديد و گفت

صعب روزی بوالعجب کاری پريشان عالمی

 

سوختم در چاه صبر از بهر آن شمع چگل

شاه ترکان فارغ است از حال ما کو رستمی

 

در طريق عشقبازی امن و آسايش بلاست

ريش باد آن دل که با درد تو خواهد مرهمی

 

اهل کام و ناز را در کوی رندی راه نيست

ره روی بايد جهان سوزی نه خامی بی‌غمی

 

آدمی در عالم خاکی نمی‌آيد به دست

عالمی ديگر ببايد ساخت و از نو آدمی

 

خيز تا خاطر بدان ترک سمرقندی دهيم

کز نسيمش بوی جوی موليان آيد همی

 

گريه حافظ چه سنجد پيش استغنای عشق

کاندر اين دريا نمايد هفت دريا شبنمی

 

                       

**

 

 

Selma, iki zülfiyle gönlümü esir etti. Ruhumsa ona her gün şikâyet edip durmada!

Tanrı için olsun sevgili, bu âşıkın suçunu bağışla, düşmanlara rağmen beni kendine ulaştır!

Sen, Selma’ya olan aşkımı inkâr ediyor, hoş görmüyorsun ha! Sen de evvel emirde bir sevgiliye kapılsaydın,

Benim gibi gönlün sevgi denizinde aşka gark olsaydı o vakit halimi anlardın!

Sevgili, yüzünün sevdasına düştük. Derdinden kulların Rabbine dayandık!

Hâfız’ın gönlü, zülfünün büklümlerinde kayboldu gitti. Karanlık gecede kılavuz ancak Tanrı’dır!

Eğer bizden edebe uygun olmayan bir hareket gördüysen karşılık olarak canımızı ayağına feda edelim sevgili!

Sebet Selmâ bişudğeyhâ fu’âdi
Ve rühi külle yemin li yunâdi

438‏

 

سبت سلمی بصدغيها فادی

و روحی کل يوم لی ينادی

 

نگارا بر من بی‌دل ببخشای

و واصلنی علی رغم الاعادی

 

حبيبا در غم سودای عشقت

توکلنا علی رب العباد

امن انکرتنی عن عشق سلمی

تزاول آن روی نهکو بوادی

 

که همچون مت به بوتن دل و ای ره

غريق العشق فی بحر الوداد

به پی ماچان غرامت بسپريمن

غرت يک وی روشتی از امادی

 

غم اين دل بواتت خورد ناچار

و غر نه او بنی آنچت نشادی

 

دل حافظ شد اندر چين زلفت

بليل مظلم و الله هادی

 

**

 

Ey yüzünde padişahlık nurları görünüp duran padişahım, fikrinde yüzlerce Tanrı hikmeti gizli!

Allah mübarek etsin, nazar değmesin; kalemin, bir katra kara mürekkepten din ülkesine yüzlerce Abıhayat kaynağı akıttı.

İsm-i âzamın nurları Şeytan’da zuhur etmez. Ülke de senindir, hâtem de dilediğini buyur!

Süleyman'ın ululuğuna şüphe edenin aklına, irfanına kuş da güler, balık da!

Doğan, arada bir, başına bir külâhtır koyar ama padişahlık usulünü yine Kafdağındaki kuşlar bilir!

Gökyüzünün, kendi feyziyle suvardığı kılıç, askere minnet çekmeden yalnız başına bütün dünyayı zaptedebilir.

Kalemin, yâr ü ağyar hakkında cana canlar katan muskayı da güzelce yazar, ömür eksilten, insanı helak eden afsunu da!

Ey şeref ve ululuk kimyasından halk edilmiş olan, ey devleti zeval sademesinden emin bulunan padişahım,

Kılıcının ışığından bir parıltı madene düşse kızıl benizli yakuta saman sarılığı verir.

Bir ömürdür kadehimde şarap yok., ben şu davada bulunuyorum ya, işte muhtesip de şahidimdir.

Bilirim, halimi sabah çağından sorarsan gönlün, geceleri uyumayanların aczine mutlaka ona merhamet eder.

Sâki, meyhane çeşmesinden su getir de hırkalarımızı tekke riyasından yıkayalım.

İsyan şimşeği Âdem Safî’yi bile yakarsa gayri bize nasıl olur da günahsızlık davası yaraşır ki?

* Hâfız, padişahın, senin adını arada bir anıyor ya, gayri bahtından şikâyet etme de özür dilemeye gel!

Ey derruhi tu peyda envârı Pâdşâhi
Derfikreti tu pinhan şed hikmeti İlâhi

489‏

 

ای در رخ تو پيدا انوار پادشاهی

در فکرت تو پنهان صد حکمت الهی

 

کلک تو بارک الله بر ملک و دين گشاده

صد چشمه آب حيوان از قطره سياهی

 

بر اهرمن نتابد انوار اسم اعظم

ملک آن توست و خاتم فرمای هر چه خواهی

 

در حکمت سليمان هر کس که شک نمايد

بر عقل و دانش او خندند مرغ و ماهی

 

باز ار چه گاه گاهی بر سر نهد کلاهی

مرغان قاف دانند آيين پادشاهی

 

تيغی که آسمانش از فيض خود دهد آب

تنها جهان بگيرد بی منت سپاهی

 

کلک تو خوش نويسد در شان يار و اغيار

تعويذ جان فزايی افسون عمر کاهی

 

ای عنصر تو مخلوق از کيميای عزت

و ای دولت تو ايمن از وصمت تباهی

 

ساقی بيار آبی از چشمه خرابات

تا خرقه‌ها بشوييم از عجب خانقاهی

 

عمريست پادشاها کز می تهيست جامم

اينک ز بنده دعوی و از محتسب گواهی

 

گر پرتوی ز تيغت بر کان و معدن افتد

ياقوت سرخ رو را بخشند رنگ کاهی

 

دانم دلت ببخشد بر عجز شب نشينان

گر حال بنده پرسی از باد صبحگاهی

 

جايی که برق عصيان بر آدم صفی زد

ما را چگونه زيبد دعوی بی‌گناهی

 

حافظ چو پادشاهت گه گاه می‌برد نام

رنجش ز بخت منما بازآ به عذرخواهی

 

**

 

Dhâniler’den Hasan oğlu Şeyh Üveys’in oğlu Sultan Ahmed’in adaleti yüzünden Tanrı’ya hamd etmekteyim.

Han oğlu han, esasen padişah olarak yaratılmış padişahlar padişahı.. Ona cihanın canı desen yaraşır.

Göz senin ikbalini görmeden iman getirdi.

Tanrı’nın bunca lûtuflarına mazhar padişah kutlu olsun!

Ay, sen olmadıkça doğarsa Ahmed’in devletiyle Tanrı’nın mucizesi, onu ikiye böler.

Bahtının cilvesi, padişahın da gönlünü almaktadır, yoksulun da.. Nazar değmesin, hem cansın, hem canan!

Kâhküllerini Türkler gibi kıvır! Talihinde hem hakanlık ihsanı var, hem Cengiz Han'ın gayreti!

Senden uzağız ama yine yadınla kadehi ele almaktayız. Ruhanî seferde konak uzaklığı olamaz.

Fars toprağında işret bahçem açılmadı gitti. Ne mutlu Bağdat’taki Dicle’yle reyhanı şarap!

Âşıkın başı, maşukun kapısına toprak olamazsa avarelik mihnetinden nasıl halâs bulur?

Ey seher rüzgârı; sevgilinin kapısının toprağını getir de Hâfız, onunla gönül gözünü nurlandırsın!

Ahmedullâhi alâ ma’deletis sultânı
Ahmedi Şeyh ’Uveysî Hasenî lhânı

472‏

 

احمد الله علی معدله السلطان

احمد شيخ اويس حسن ايلخانی

 

خان بن خان و شهنشاه شهنشاه نژاد

آن که می‌زيبد اگر جان جهانش خوانی

 

ديده ناديده به اقبال تو ايمان آورد

مرحبا ای به چنين لطف خدا ارزانی

 

ماه اگر بی تو برآيد به دو نيمش بزنند

دولت احمدی و معجزه سبحانی

 

جلوه بخت تو دل می‌برد از شاه و گدا

چشم بد دور که هم جانی و هم جانانی

 

برشکن کاکل ترکانه که در طالع توست

بخشش و کوشش خاقانی و چنگزخانی

 

گر چه دوريم به ياد تو قدح می‌گيريم

بعد منزل نبود در سفر روحانی

 

از گل پارسيم غنچه عيشی نشکفت

حبذا دجله بغداد و می ريحانی

 

سر عاشق که نه خاک در معشوق بود

کی خلاصش بود از محنت سرگردانی

 

ای نسيم سحری خاک در يار بيار

که کند حافظ از او ديده دل نورانی

 

**

 

Dünyada ne muradın varsa hepsini elde ettin., artık kudretsiz zayıf âşıkların halinden sana ne., elbette onların derdiyle dertlenmez, elbette onlara aldırış bile etmezsin.

Bu kulun canını da iste, gönlünü de., hem de hiç durmadan alıver. Çünkü âşıklara buyruğun yürür!

Miyanın (belin) olmadığı halde şuna şaştım ki her güzeller topluluğunda miyancılık eder, durursun!

Yüzüne nakış lâyık değil., çünkü erguvan gibi yanağında misklere benzer siyah hattın bir kudret nakşı!

Sen hafif ruhlu, lâtif bir güzelsin, daima şarap iç; hele şimdi büsbütün şarap içmeye koyul., çünkü mahmurluğun var!

Gayri bizi bundan fazla incitme, gönlümüze bundan fazla cevretme.. her dilediğini yapabilirsin., bu, sana lâyıktır da, fakat yapma!

Bu hasta âşıkın canına kastedip yayına bu niyetle yüz binlerce cefa okunu korsan elindedir, dilersen oklarsın, dilersen bağışlarsın!

Sevgilin merhametliyse rakiplerin cefasını da çek, hasetçinin de., çünkü bu, dost merhametli olunca kolay gelir!

Bir an bile olsa sevgilinin vuslatına eriştin mi yürü, var., cihanda bundan muradını elde ettin demektir.

Hâfız, bu bahçeden eteklerle gül devşirmedesin.. artık bahçıvanın feryad ü figanından sana ne gam?

Tura ki her çi murâdest dercihan dâri
Çi gam zihâli meni zârı nâtevan dâri

445‏

 

تو را که هر چه مراد است در جهان داری

چه غم ز حال ضعيفان ناتوان داری

 

بخواه جان و دل از بنده و روان بستان

که حکم بر سر آزادگان روان داری

 

ميان نداری و دارم عجب که هر ساعت

ميان مجمع خوبان کنی ميانداری

 

بياض روی تو را نيست نقش درخور از آنک

سوادی از خط مشکين بر ارغوان داری

 

بنوش می که سبکروحی و لطيف مدام

علی الخصوص در آن دم که سر گران داری

 

مکن عتاب از اين بيش و جور بر دل ما

مکن هر آن چه توانی که جای آن داری

 

به اختيارت اگر صد هزار تير جفاست

به قصد جان من خسته در کمان داری

 

بکش جفای رقيبان مدام و جور حسود

که سهل باشد اگر يار مهربان داری

 

به وصل دوست گرت دست می‌دهد يک دم

برو که هر چه مراد است در جهان داری

 

چو گل به دامن از اين باغ می‌بری حافظ

چه غم ز ناله و فرياد باغبان داری

**

 

Sâki, gel! Lâlenin kadehi şarapla doldu., sofi âdetleri niceyedek sürecek, gece masalları ne vakte kadar söylenip duracak?

Kibri bırak, nazdan vazgeç., zaman Kayser’in elbisesinin dürüldüğünü de görmüştür, Reylerin külahının terkedilişini de!

Ayıl, aklını başına al; bülbül sarhoş oldu., kendine gel, uyan; yokluk uykusu ardımızdadır!

Ey ilkbahar dâlı, ne de nazikçe, ne de hoş sallanmadasın., dilerim, kış rüzgârları sana zarar vermesin!

Feleğin sevgisine de güvenilmez; nazına da., vay onun hilesinden emin olana!

Yarın kevser şarabiyle huriler bizim, bu :gün de ay yüzlü sâkiyle şarap kadehi!

Sabah yeli gençlik çağını hatırlatıyor. Yavrum gamımızı unutturan o can ilâcını sun!

Gülün ululanmasına, saltanatına bakma., zamanı tez gelip geçer; rüzgâr, onun her yaprağım ayaklar altına döşeyip gider.

Sun sâki, Hâtemi Tayy'ın hatırasıyle bir batmanlık kadehi., sun da nekeslerin kara defterlerini dürelim!

Sun, erguvana güzellik ve letafet veren şarabı., sun, erguvanın mizacındaki letafet yüzünden terlerle yanağından o rengi, o güzelliği izhar eden şarabı sun!

Bahçeye git, orada otur, yaslan., selvi kullar gibi ayak üstünde bekliyor. Kamış, beline kulluk kemerini bağlamış!

Hâfız, senin sihri bile aldatan güzel şiirlerinin şöhreti, Mısır ve Çin sınırlarına, Rumi ve Rey uçlarına kadar vardı, her tarafa yayıldı!

Sakı biyâ ki şud kadeh i lâle pur zimey
Tâmât tâ beçendu burâfât tâ bekey

429‏

 

ساقی بيا که شد قدح لاله پر ز می

طامات تا به چند و خرافات تا به کی

 

بگذر ز کبر و ناز که ديده‌ست روزگار

چين قبای قيصر و طرف کلاه کی

 

هشيار شو که مرغ چمن مست گشت هان

بيدار شو که خواب عدم در پی است هی

 

خوش نازکانه می‌چمی ای شاخ نوبهار

کشفتگی مبادت از آشوب باد دی

 

بر مهر چرخ و شيوه او اعتماد نيست

ای وای بر کسی که شد ايمن ز مکر وی

 

فردا شراب کوثر و حور از برای ماست

و امروز نيز ساقی مه روی و جام می

 

باد صبا ز عهد صبی ياد می‌دهد

جان دارويی که غم ببرد درده ای صبی

 

حشمت مبين و سلطنت گل که بسپرد

فراش باد هر ورقش را به زير پی

 

درده به ياد حاتم طی جام يک منی

تا نامه سياه بخيلان کنيم طی

 

زان می که داد حسن و لطافت به ارغوان

بيرون فکند لطف مزاج از رخش به خوی

 

مسند به باغ بر که به خدمت چو بندگان

استاده است سرو و کمر بسته است نی

 

حافظ حديث سحرفريب خوشت رسيد

تا حد مصر و چين و به اطراف روم و ری

 

**

 

Sâki, ramazan içinde de olsak aldırma; her ham kişiyi olgunlaştıran şaraptan bir kadeh sun!

Nice günler gelip geçti de bu yoksul âşıkın eli, ne bir şimşir boylu güzelin saçlarını tuttu, ne bir gümüş endamlı dilberin bileğini!

Oruç, aziz bir konuktur ama gelişini Tanrı vergisi bil, gidişini de Tanrı ihsanı!

Akıllı, anlayışlı kuş, bu zamanlarda tekke kapısında uçmaz. Çünkü her vaiz meclisinde bir tuzak kurulmuştur.

Kötü huylu zahitten şikâyet etmeme mahal yok., âdet budur, her sabahın ardından bir akşam gelir!

Sevgilim, çayırlığa, çimenliğe seyre çıkınca, ey seher yeli, benden ona şu haberi ulaştır:

Gece gündüz kendisi sâf şarap içmede.. Bu tortulu şarabı içeni de bir ansa, bir hatırIasa olmaz mı ki?

Hâfız, gönlünün muradını zamanın veziri vermezse sen istediğin kadar uğraş, muradım güç elde edersin!

Zan meyi 'ışk kezo puhte şevet her hami
Gerçi mâhı ramazanest biyâver cami

467‏

 

زان می عشق کز او پخته شود هر خامی

گر چه ماه رمضان است بياور جامی

 

روزها رفت که دست من مسکين نگرفت

زلف شمشادقدی ساعد سيم اندامی

 

روزه هر چند که مهمان عزيز است ای دل

صحبتش موهبتی دان و شدن انعامی

 

مرغ زيرک به در خانقه اکنون نپرد

که نهاده‌ست به هر مجلس وعظی دامی

 

گله از زاهد بدخو نکنم رسم اين است

که چو صبحی بدمد در پی اش افتد شامی

 

يار من چون بخرامد به تماشای چمن

برسانش ز من ای پيک صبا پيغامی

 

آن حريفی که شب و روز می صاف کشد

بود آيا که کند ياد ز دردآشامی

 

حافظا گر ندهد داد دلت آصف عهد

کام دشوار به دست آوری از خودکامی

 

**

 

Ne olurdu o ay yüzlü güzelin gönlünde merhamet olsaydı.. Öyle olsaydı halimiz böyle olmadı ya!

Her kılımın ucunda binlerce canım olsaydı sevgilimin saçlarındaki kokunun değeri nedir, o zaman söylerdim sana!

Gönlümüzün zevku safası daimî olsaydı, bu neşeye zemanenin kötülüklerinden bir zarar dokunmasaydı ne eksilirdi ki, ne ziyan olurdu ki yarabbi!

Felek beni yüceltmek, ağırlamak isteseydi yücelik tahtını, sevgilinin eşiğindeki toprak olurdu!

Keşke sevgili, gözyaşı katraları gibi perdeden çıkıp görünseydi de iki gözlerimize hükmü yürüseydi!

Aşk dairesi yolumuzu bağlamasaydı, bize bu daireden çıkmaya müsaade etseydi Hâfız, bu dairenin ortasında nokta gibi dönmez, halâs olur giderdi !

Çi büdi er dili an mah mihriban büdi
Ki hali ma ne çunin büdi er çunan büdi

441‏

 

چه بودی ار دل آن ماه مهربان بودی

که حال ما نه چنين بودی ار چنان بودی

 

بگفتمی که چه ارزد نسيم طره دوست

گرم به هر سر مويی هزار جان بودی

 

برات خوشدلی ما چه کم شدی يا رب

گرش نشان امان از بد زمان بودی

 

گرم زمانه سرافراز داشتی و عزيز

سرير عزتم آن خاک آستان بودی

 

ز پرده کاش برون آمدی چو قطره اشک

که بر دو ديده ما حکم او روان بودی

 

اگر نه دايره عشق راه بربستی

چو نقطه حافظ سرگشته در ميان بودی

 

**

 

Gönül, bir an bile aşktan ve sarhoşluktan geri kalma. Ondan sonra yürü., yokluktan da kurtuldun demektir, varlıktan da!

Bir hırka giymiş kişiyi görürsen aldanma, işine bak. Hangi kıbleyi görürsen gör, hangisine taparsan tap. Çünkü bir kıbleye tapmak, kendine tapmaktan yeğdir.

Padişahım, Allah için olsun medet et, saçlarının sevdası, beni perişan etti. Bir kara kul, ne vakte kadar bu uzun ellilikte bulunacak?

Aşkın, Hâfız’ı tufanlara gark edecek. Halbuki sen, bu kargaşalıktan şimşek gibi bir çaktın mı kurtuldun sandın ha !

Ey dil mebâş yek dem hâli zi'ışku mesti
Vangeh birov ki resti ez nişti vu hestı

434‏

 

ای دل مباش يک دم خالی ز عشق و مستی

وان گه برو که رستی از نيستی و هستی

 

گر جان به تن ببينی مشغول کار او شو

هر قبله‌ای که بينی بهتر ز خودپرستی

 

با ضعف و ناتوانی همچون نسيم خوش باش

بيماری اندر اين ره بهتر ز تندرستی

 

در مذهب طريقت خامی نشان کفر است

آری طريق دولت چالاکی است و چستی

 

تا فضل و عقل بينی بی‌معرفت نشينی

يک نکته‌ات بگويم خود را مبين که رستی

 

در آستان جانان از آسمان مينديش

کز اوج سربلندی افتی به خاک پستی

 

خار ار چه جان بکاهد گل عذر آن بخواهد

سهل است تلخی می در جنب ذوق مستی

 

صوفی پياله پيما حافظ قرابه پرهيز

ای کوته آستينان تا کی درازدستی

 

**

 

Korudaki ödağacının kokulan geldi, aşkımı arttırdı. Aziz can, sevgilinin kapısındaki toprağa feda olsun!

Sevgilinin haberini duymak saadettir. Kim selâmımı Suad'a ulaştıracak?

Şam ı garibana gel de göz yaşlarımı gör. Şam’da yapılma sırça şişedeki sâf şaraba benziyor.

Misvak ağaçlarının bulunduğu yerden bir yomlu kuş uçup yaklaştı mı, Suad'ın bahçelerindeki güvercinler bile ötmez, dikkat kesilirler.

Sevgilinin ayrılık günlerinin bitmesine çok bir zaman kalmadı. Koruluktaki tepelerde çadırların kubbelerini gördüm.

Ne hoştur o gün ki gelesin de sana “Selâmetle geldin, safalar getirdin; kademin ne hayırlı kadem, ne de hayırlı bir konağa kondun” diyeyim!

Senden ayrıldım da ay gibi yüzünü tamamıyle göremediğimden eridim, hilâle döndüm!

Necid’de benden ayrıldın, ahdini bozdun, vefasızlık ettin de o andanberi ne uykumda bir huzur kaldı, ne yattığım yerde bir zevk!

Ümidim var, bahtım yaver olur da seni yakında görürüm., sen bana buyruk yürütür, neşelenirsin, ben de kullukla iftihar ederim!

Hâfız, şiirin lâtif bir inci dizisine benzemekte. Letafet saçmaya başladı mı öndülü, Nizamî’nin şiirinden bile alıyor.

Enet revâyihu rend el hımâ ve zâde garâmi
Fedâı hâki deri dost bâd cânı gerâmi

469‏

 

انت رواح رند الحمی و زاد غرامی

فدای خاک در دوست باد جان گرامی

 

پيام دوست شنيدن سعادت است و سلامت

من المبلغ عنی الی سعاد سلامی

 

بيا به شام غريبان و آب ديده من بين

به سان باده صافی در آبگينه شامی

 

اذا تغرد عن ذی الاراک طار خير

فلا تفرد عن روضها انين حمامی

 

بسی نماند که روز فراق يار سر آيد

رايت من هضبات الحمی قباب خيام

خوشا دمی که درآيی و گويمت به سلامت

قدمت خير قدوم نزلت خير مقام

 

بعدت منک و قد صرت ذابا کهلال

اگر چه روی چو ماهت نديده‌ام به تمامی

 

و ان دعيت بخلد و صرت ناقض عهد

فما تطيب نفسی و ما استطاب منامی

 

اميد هست که زودت به بخت نيک ببينم

تو شاد گشته به فرماندهی و من به غلامی

 

چو سلک در خوشاب است شعر نغز تو حافظ

که گاه لطف سبق می‌برد ز نظم نظامی

 

 

**

 

Seher çağı meyhane hatifi, iyiliğimi isteyerek dedi ki: Beri gel, sen bu kapının eski kulusun!

Cem gibi cür’amızı iç de cihanı gösteren kadeh, seni iki cihanın sırrından agâh etsin.

Meyhane kapısında öyle kalenderler var ki padişahlık tacını alırlar da, verirler de!

Başlarının altında kerpiç var ama ayakları, yedi yıldızın da üstünde., kudret elini gör, rütbe ve makamı seyret!

Başımız meyhane kapısında. Çünkü meyhanenin damı, duvarı bu alçaklığıyla beraber feleğin bile üstünde!

Hızır kılavuz olmadıkça bu konağı aşmaya kalkışma, çünkü kapkaranlık bir yol yol yitirmeden kork!

Gönül, sana yokluk saltanatım bağışlarlarsa o saltanatın en ehemmiyetsiz hududu aydan balığa kadardır.

Yolun karanlıklar diyarına gitmekte; bir Hızır bul. Çünkü bu yolda yolsuzlar çoktur.

Mademki yokluktan bahsetmeyi bilmiyorsun.. bari Vezirlik mesnediyle Turanşah’ın makamım elden bırakma, Vezir’in mülâzemetini terk etme.

Ham tamaha düşmüş Hâfız, şu işten utan! Amelin nedir ki ona karşılık cennet istemektesin?

Seherem hatifi meyhane bedovlethâhi
Guft bâz ây ki dirinei in dergâhı

488‏

 

سحرم هاتف ميخانه به دولتخواهی

گفت بازآی که ديرينه اين درگاهی

 

همچو جم جرعه ما کش که ز سر دو جهان

پرتو جام جهان بين دهدت آگاهی

 

بر در ميکده رندان قلندر باشند

که ستانند و دهند افسر شاهنشاهی

 

خشت زير سر و بر تارک هفت اختر پای

دست قدرت نگر و منصب صاحب جاهی

 

سر ما و در ميخانه که طرف بامش

به فلک بر شد و ديوار بدين کوتاهی

 

قطع اين مرحله بی همرهی خضر مکن

ظلمات است بترس از خطر گمراهی

 

اگرت سلطنت فقر ببخشند ای دل

کمترين ملک تو از ماه بود تا ماهی

 

تو دم فقر ندانی زدن از دست مده

مسند خواجگی و مجلس تورانشاهی

 

حافظ خام طمع شرمی از اين قصه بدار

عملت چيست که فردوس برين می‌خواهی

 

**

 

Dudağını öpmekte ve şarap içmekteyim. Âdeta Abıhayata yol bulmuş, Abıhayatı elde etmişim!

Ne sırrını kimseye söyleyebilirim, ne onunla birisini görmeye tahammülüm var!

Kadeh, dudağını öpüp kanlar içmekte., gül, yüzünü görüp terlemekte!

Sâki, şarap kadehini sun, Cem’i hatırlama. Kim bilir, Cem ne oldu?

Ey ay yüzlü çalgıcı, çengi çal, perdelerine' dokun da feryadından coşayım!

Gül, halvetten çıktı, tahtım bahçeye kurdu.. sen de zahitlik yaygısını gonca gibi dur artık!

Sâki, sarhoşu, sevgilinin gözleri gibi mahmur bırakma., onun dudaklarını an da şarap sun!

Kadehin kanı, iliğinde damarında olan tenden can, ayrılmak istemez.

Hâfız, bir zaman dilini tut da neyden dilsîzlerin dilini işit!

Lebeş mibüsmu dermikeşem mey
Be Abızindegâni burdeem pey

431‏

 

لبش می‌بوسم و در می‌کشم می

به آب زندگانی برده‌ام پی

 

نه رازش می‌توانم گفت با کس

نه کس را می‌توانم ديد با وی

 

لبش می‌بوسد و خون می‌خورد جام

رخش می‌بيند و گل می‌کند خوی

 

بده جام می و از جم مکن ياد

که می‌داند که جم کی بود و کی کی

 

بزن در پرده چنگ ای ماه مطرب

رگش بخراش تا بخروشم از وی

 

گل از خلوت به باغ آورد مسند

بساط زهد همچون غنچه کن طی

 

چو چشمش مست را مخمور مگذار

به ياد لعلش ای ساقی بده می

 

نجويد جان از آن قالب جدايی

که باشد خون جامش در رگ و پی

 

زبانت درکش ای حافظ زمانی

حديث بی زبانان بشنو از نی

 

**

 

Dün gece rüyada gördüm, bir ay doğuyordu. Yüzünün aksiyle hicran gecesi sona erişmekteydi.

Tabii' ettim de sefere giden sevgili geliyor dedim. Daha pek tez, pek erken ama ah ne olur kapıdan giriverse!

Allah selâmetler versin, benim kutlu sâkim daima kapıdan kadehle, şarapla gelirdi!

Ne hoş olurdu, rüyada diyarım görseydi de bizimle sohbet ettiği demleri hatırlasaydı ve bu hatırlayış onun bu tarafa gelmesine kılavuz olsaydı!

Ezelî feyiz, zorla ve altınla elde edilseydi Abıhayat, İskender’e de nasip olurdu!

Anılsın o demler ki kapımdan, bacamdan her an sevgilinin haberi, güzelimin mektubu gelirdi!

Mazlumun biri bir gece âdil padişahın kapısına baş vursaydı rakibin, bu kadar zulmetmeye nerden mecal bulurdu?

Yola düşmemiş hamlar, aşk zevkini ne bilsinler? Sen bir deniz gibi geniş ve tahammüllü gönül sahibi, bir er, bir yiğit ara!

Sana taş yüreklilikte kılavuzluk edenin de ne olurdu, ayağı bir taşa dokunaydı!

Başka bir şair de Hâfız gibi şiirler söyleseydi elbette hüner ehlini koruyup yetiştiren padişahın makbulü olurdu!

Didem behâb düş ki mâhi berâmedı
Kez caksi rüyi o şebi hicran serâmedi

439‏

 

ديدم به خواب دوش که ماهی برآمدی

کز عکس روی او شب هجران سر آمدی

 

تعبير رفت يار سفرکرده می‌رسد

ای کاج هر چه زودتر از در درآمدی

 

ذکرش به خير ساقی فرخنده فال من

کز در مدام با قدح و ساغر آمدی

 

خوش بودی ار به خواب بديدی ديار خويش

تا ياد صحبتش سوی ما رهبر آمدی

 

فيض ازل به زور و زر ار آمدی به دست

آب خضر نصيبه اسکندر آمدی

 

آن عهد ياد باد که از بام و در مرا

هر دم پيام يار و خط دلبر آمدی

 

کی يافتی رقيب تو چندين مجال ظلم

مظلومی ار شبی به در داور آمدی

 

خامان ره نرفته چه دانند ذوق عشق

دريادلی بجوی دليری سرآمدی

 

آن کو تو را به سنگ دلی کرد رهنمون

ای کاشکی که پاش به سنگی برآمدی

 

گر ديگری به شيوه حافظ زدی رقم

مقبول طبع شاه هنرپرور آمدی

**

 

Bir batmanlık şarap kadehini iç de gönlündeki gamı kökünden söküp çıkar!

Şarap kadehi gibi gönlü açık, neşeli ol. Ne vakte kadar dibi dar küp gibi üstü kapalı, bağlı., dert ve mihnete düşmüş bir halde kalacaksın?

Kendinden geçme küpünden bir batmanlık kadehi çektin mi artık benlik lâfından az dem vurursun!

Taş gibi ayaklar altında kal, su gibi renkten renge girip eteğini ıslatma!

Gönlünü bize ver ki ercesine riyanın da boynunu kırasın, takvanın da!

Kalk, Hâfız gibi bir cehdet.. belki kendini sevgilinin ayakları altına atarsın!

Nüş kun câmı şerâb ı yek meni
Tâ bedan bih i gam ezdil berkeni

478‏

 

نوش کن جام شراب يک منی

تا بدان بيخ غم از دل برکنی

 

دل گشاده دار چون جام شراب

سر گرفته چند چون خم دنی

 

چون ز جام بيخودی رطلی کشی

کم زنی از خويشتن لاف منی

 

سنگسان شو در قدم نی همچو آب

جمله رنگ آميزی و تردامنی

 

دل به می دربند تا مردانه وار

گردن سالوس و تقوا بشکنی

 

خيز و جهدی کن چو حافظ تا مگر

خويشتن در پای معشوق افکنی **

**

 

 

Ey bizi öldürmede müdarası olmayan sevgili, bizim kârımızı, sermayemizi yakıyor da perva bile etmiyorsun.

Belâya düşmüş dertliler aşkın öldürücü zehrine sahiptirler., bu kavme kastetmek hatadır, kendine gel, bu niyete düşme sakın!

Bir göz ucayla derdimize deva etmene imkân varken tedavi etmezsen bu insafa sığmaz doğrusu!

Gözümüz, seni görmek ümidiyle deniz kesildi., niçin gezmeye çıkmaz, deniz kıyısına gelmezsin ?

Senin kerim huyuna ait birçok cevrü cefalar hikâye ettiler ama bu sözler garezkârlann sözleri olacak, sen yapmazsın bu işleri!

Zahit, güzelimiz sana bir cilvelense sen de Tanrı’dan şarapla sevgiliden başka bir şey istemezsin!

Hâfız, mihraba benzeyen kaşlarına secde et., çünkü oradan başka bir yerde gönül doğruluğuyla dua edemezsin sen!

Ey ki derkuşteni ma hiç mudârâ nekunı
Südu sermâye bisüzî ve musaba nekunı

480‏

 

ای که در کشتن ما هيچ مدارا نکنی

سود و سرمايه بسوزی و محابا نکنی

 

دردمندان بلا زهر هلاهل دارند

قصد اين قوم خطا باشد هان تا نکنی

 

رنج ما را که توان برد به يک گوشه چشم

شرط انصاف نباشد که مداوا نکنی

 

ديده ما چو به اميد تو درياست چرا

به تفرج گذری بر لب دريا نکنی

 

نقل هر جور که از خلق کريمت کردند

قول صاحب غرضان است تو آن‌ها نکنی

 

بر تو گر جلوه کند شاهد ما ای زاهد

از خدا جز می و معشوق تمنا نکنی

 

حافظا سجده به ابروی چو محرابش بر

که دعايی ز سر صدق جز آن جا نکنی

**

 

Ey güzeller padişahı, medet yalnızlıktan, medet. Gönül sensiz cana geldi. Artık geri gelmenin zamanı.

Bu gül bahçesinin gülü daima taze kalmaz. Kudretin varken yoksullara yardım etmeye bak!

Dün gece rüzgâra zülfünden şikâyet ediyordum. Dedi ki: Yanlışın var, sen bu malihulyadan vazgeç!

Yüzlerce sabah rüzgârı bile zincirlere vurulmuş, raksedip durmada. Gönül, sevgili işte bu. Kendine gel de beyhude havalara düşme!

İştiyak ve ayrılık beni sensiz öyle bir hale getirdi ki elimden sabır da gitti, takat da!

Yarabbi, bu nükteyi âlemde kime söylemeli: O hercayı güzel, hem hercayi, hem de yüzünü kimseye göstermedi gitti.

Sâki, yeşillikte açılan gülün sen olmadıkça bir rengi yok. Şimşat boyunla sahna salına gel ki gülüstanı bezeyesin.

Ey hastalık döşeğinde derdi, dermanım., ey yalnızlık bucağında yâdı munisim olan sevgili!

Biz, kısmet dairesinde, teslim noktasıyız, sana tabiiz. Lütuf, ne düşündüysen odur; hüküm, ne buyurursan o!

Kendini düşünmek, reyini söylemek, rintlik âleminde olamaz. Bu yolda kendini görmek, reyini söylemek küfürdür.

Bu mavi daire yüzünden ciğerim kanlı., şarap ver de bu müşkülü yine kadehle halledeyim.

Hâfız, ayrılık gecesi geçti, vuslatın güzel kokusu geliyor. Neşen mübarek olsun ey şeydalığa âşık!

Ey pâdşehi hüban dâd ezğamı tenhâyi
Dil bitu be can âmed vaktest ki bâz âyi

493‏

 

ای پادشه خوبان داد از غم تنهايی

دل بی تو به جان آمد وقت است که بازآيی

 

دايم گل اين بستان شاداب نمی‌ماند

درياب ضعيفان را در وقت توانايی

 

ديشب گله زلفش با باد همی‌کردم

گفتا غلطی بگذر زين فکرت سودايی

 

صد باد صبا اين جا با سلسله می‌رقصند

اين است حريف ای دل تا باد نپيمايی

 

مشتاقی و مهجوری دور از تو چنانم کرد

کز دست بخواهد شد پاياب شکيبايی

 

يا رب به که شايد گفت اين نکته که در عالم

رخساره به کس ننمود آن شاهد هرجايی

 

ساقی چمن گل را بی روی تو رنگی نيست

شمشاد خرامان کن تا باغ بيارايی

 

ای درد توام درمان در بستر ناکامی

و ای ياد توام مونس در گوشه تنهايی

 

در دايره قسمت ما نقطه تسليميم

لطف آن چه تو انديشی حکم آن چه تو فرمايی

 

فکر خود و رای خود در عالم رندی نيست

کفر است در اين مذهب خودبينی و خودرايی

 

زين دايره مينا خونين جگرم می ده

تا حل کنم اين مشکل در ساغر مينايی

 

حافظ شب هجران شد بوی خوش وصل آمد

شاديت مبارک باد ای عاشق شيدايی

 

**

 

Bir seher çağı, gül dermek için gül bağına gittim; ansızın kulağıma bir bülbül sesi geldi.

Zavallı, benim gibi bir gülün aşkına düşmüş çimenliği feryadü figanla doldurmuş.

O bağda, o yeşillikte hem gezer, hem de zaman zaman o gülle bülbülün halini düşünürdüm.

'           Gül. güzelliğin dostu olmuş, bülbül aşkın dostu., ne bunda bir fazlalık var, ne onda bir değişiklik!

Bülbülün sesi, gönlüme öyle bir tesir etti ki tahammülüm kalmadı.

Bu bağda nice güller açılır., fakat hiç kimse diken cefasını çekmeden bir gül bile koparamaz!

Hâfız, feleğin dönüşünden ferah umma., bin aybı vardır da bir ihsanı bile yok!

Reftem bebâğ ta ki biçimen seher guli
Âmed begüş nagehem âvâzı bulbuli

465‏

 

رفتم به باغ صبحدمی تا چنم گلی

آمد به گوش ناگهم آواز بلبلی

 

مسکين چو من به عشق گلی گشته مبتلا

و اندر چمن فکنده ز فرياد غلغلی

 

می‌گشتم اندر آن چمن و باغ دم به دم

می‌کردم اندر آن گل و بلبل تاملی

 

گل يار حسن گشته و بلبل قرين عشق

آن را تفضلی نه و اين را تبدلی

 

چون کرد در دلم اثر آواز عندليب

گشتم چنان که هيچ نماندم تحملی

 

بس گل شکفته می‌شود اين باغ را ولی

کس بی بلای خار نچيده‌ست از او گلی

 

حافظ مدار اميد فرج از مدار چرخ

دارد هزار عيب و ندارد تفضلی

 

 

**

 

 

Sabah çağı., ikincikânun [ocak ayı] bulutundan kırağı taneleri damlamakta. Tam içki zamanı., sabah şarabını içmeye hazırlan, bir batmanlık kadehi sun!

Bizlik, benlik denizine düşmüşüm. Şarap getir de bu bizlik, benlik denizinden, bu varlıktan kendimi kurtarayım.

Kadehin kanını iç, onun kanı helâldir. Kendi işine bak, yapılacak iş bundan ibarettir.

Sâki, çabuk ol, şarap sun., gam pusuda. Çalgıcı, vurmakta olduğun perdeyi göster, bırakma.

Şarap ver, çünkü çenk, başını kulağıma eğdi de dedi ki: Vaktini hoş geçir. Bu beli bükülmüş ihtiyarın nasihatini dinle.

Hâfız, rintlerin riyazsızlığı hakkiyçin şarap ver de muganniden “Tanrı ganîdir” sesini duy!

Subhestu jale miçeked ez ebri behmeni
Berki sabüh sâzu bidih câmı yek meni

479‏

 

صبح است و ژاله می‌چکد از ابر بهمنی

برگ صبوح ساز و بده جام يک منی

 

در بحر مايی و منی افتاده‌ام بيار

می تا خلاص بخشدم از مايی و منی

 

خون پياله خور که حلال است خون او

در کار يار باش که کاريست کردنی

 

ساقی به دست باش که غم در کمين ماست

مطرب نگاه دار همين ره که می‌زنی

 

می ده که سر به گوش من آورد چنگ و گفت

خوش بگذران و بشنو از اين پير منحنی

 

ساقی به بی‌نيازی رندان که می بده

تا بشنوی ز صوت مغنی هوالغنی

 

 

            TERKİBİ BENT

Öyle bir padişahtır ki saltanat da ona dayanır, ona sığınır, din  de. Binlerce takdire, tahsine lâyıktır.

Saltanat hanedanının yeni yetişmiş fidanıdır, din bostanının bir deste gülü.

Hem zamanın padişahlar padişahının soyundandır, hem yeryüzü halifesinin cam, ruhudur.

Kutluluk eserleri, mutluluk delilleri, yüzünün nuru gibi alnında parlayıp durur.

Cihan mülkünde adalet ve insafın padişahlık ziyasıyle yakıyn yıldızı gibi parlamaktadır.

Felek firuzesi, onun yüce kadrinin yüzüğünde bir yüzük taşına benzer.

Kılıcı, kâfirlikle müslümanlık arasında bir settir ama demirden bir seti

Kalem, onun elinde inciler saçar, kılıç da ancak koluna lâyıktır.

***

Ey Tanrı rahmetinin gölgesi, ey padişahlık bahçesinin goncası!

Padişahlık bağında senin ahlâkına malik bir selvi asla yetişmemiştir.

Hem güzellik gökünün güneşisin, hem ululuk burcunun ayı.

Sabah çağlarında hikmetinden sual edilmeyen Tanrı’dan senin devlet ve ikbalin niyaz edilmektedir.

Felek, emir ve nehiyler fermanını senin adınla mühürlemektedir.

Saltanatına, temkinin, tekellüfsüz bir surette şahadet etmektedir.

Şüphe yok ki aydan balığa kadar her şey senin adını anmaktadır.

Felek, birçok güzel şeyler meydana getirdiği halde sedefinde senin gibi bir inci yoktur.

***

Ey saltanat elbisesi, zatiyle bezenen, ey devletinin nuranî yüzü parlayıp duran Padişah!

Devlet gelini, senin güzelliğine, senin ahlâkına çılgınca âşıktır.

Padişahlık ululuğundaki nurlar, mübarek yüzünde görünüyor.

Bu yüce ve mavi atlas, senin ululuk boyuna posuna kısa gelir.

Adaletinin şöhreti, gök kubbenin dokuzuncu katını da aşmıştır.

Güneş, meclisindeki neşeyle her an şarap kadehini çekip durmakta.

Nergis, kutlu yüzünü görmek için tamamıyle göz kesilmekte,

İnci, senin tarafından kabul edilmesi için kulak yumuşağında lâtif bir hale gelmektedir.

Felek, kasrında bir kapıcı; zuhal yıldızı,      kapında bir bekçidir.

Tanrı, sana daima yardımcı olsun, zevku safadan, ayşu işretten başka bir işin gücün olmasın!

***

Gönlünde ne istek varsa zaman, kucağına getirmiştir.

Muvaffakiyet, sağ yanında yoldaşın, Tanrı'nın kuvvet ve yardımı,sol yanında nediminimdir.

Tanrı yardımı daima seninle olsun. Serinledir de; hattâ savaşlarda aşağılık bir hizmetçindir senin!

Abıdar kılıcının gayretiyle âlem cennet gibi bezenmiştir.

Dünya durdukça devir, senin           devrin., zaman durdukça hüküm, senin hükmün olsun!

Makamın, yüceliğin ebedî ve her şey muradınca hâsıl olsun.

Halk, umumiyetle      Hâfız gibi,       senin meramına erişen bahtının sayesinde emniyet ve istirahattedir.

İşin, daima ülkeyi ve dini korumak olsun., dünya durdukça bu tarzda ebedi ol, yaşa!

***

Gökyüzünde senin gibi bir ay, bağda, bahçede senin gibi bir selvi yoktur.

Yüzünle güneşi mukayese ettim de baktım, gördüm ki güneş de hoş ama yüzün kadar alımı yok!

Güzelliğinden nasıl bahsedeyim? Hiç bir noksanı yok ki!

Şaşırdım kaldım doğrusu, hiç bir övüş, yüzüne lâyık değil senin.

Senin civarına uçan kuş, gayri yuvasına dönmeyi istemez.

Seni candan sevmeyen gönül, şüphesiz bil ki cansızdır.

Kaşlarının yayında durmayan binlerce ok var ki hepsi de gönlüm için!

Gözün bize bir kerecik olsun bakmadı gitti., ne yapalım, sarhoş., bütün cihana bakmaya tenezzül etmiyor!

Padişahın nazlısı, nazenini, naz ü edası yüzünden âcizlere, biçarelere aldırış etmemekte !

Zamanın sultanı Nâsirüddin, yücelikle, temkinle âleme buyruk vermekte!

***

Sâki, eğer bizimle yâr olma sevdasındaysan bize şaraptan başka bir şey sunma!

*          Seccadeyle hırkayı meyhanede sat da bir katra şarap getir!

*          Gönlün uyanıksa can gülşeninde sarhoşlardan yahey sesini işit!

* Derman ümidiyle derde katlan., iki âlemi de aşka karşı hiç bir şeyden ibaret gör!

* Rebap sesiyle ney feryadı, aşk yolunda gönül esrarından haber verir!

Aşk yolunda her şeyini vermiş, tertemiz olmuş bir müflis, binlerce Hâtemi Tay’dan yeğdir.

O güzel yüzlü sevgili, sultanlar gibi gelmekte, şehir halkı da ardına düşmüş!

Halk, güzel yüzüne hayran hayran bakmakta, onun da hicabından yanakları terlemiş!

Hâfız, senin derdinden niceyedek feryat edecek; gönlüm niceye bir kırık kalacak?

** Oturursam bile derdinle uğraşır, canla, başla canımla, başımla oynar, aşk oyununa girişirim.

Şahi ki penahı milku dınest
Derhordı hezâr âfırinest

Ey dostluğu, sevgiyi yele veren sevgili, burnuydu vefa, burnuydu ahdinde durma?

Nihayet dertli ve mecruh gönlümü ne vakte kadar gam eliyle horlayacaksın?

Zülfünden, perişanlıktan, kararsızlıktan başka hiç bir şey elde etmedim.

Ey aziz can, zayıflara niceyedek cevr ü cefa edeceksin ki?

Belki acırsın, merhamete gelirsin de sitemden, cefadan el çekersin dedim,

Sen, beni cevr ü cefa ile yaktıkça ben sana düştüm, vefakârlıkta bulundum.

Mademki bitkin âşıka acıyacağın bir gün gelmeyecek, mademki böyle bir şey ummaya imkân yok!

Sabırdan yüz çevirmemem daha iyi., olur ya, belki gönlümün muradını elde ederim!

** *

Sâki, a geceden kalma şaraptan iki üç âşıkane dolu sun!

Başımda bir parçacık akıl varken muğların şarabını elden bırakma!

Çayırlıktaki kuşlar, yuvalarından davudî seslerini yücelttiler, ötüşüp şakımaya başladılar.

Çalgıcımız, sen de bir nefes bile elinden defi, çengi atma!

Sevgilinin vuslatını anarak ödağacı gibi gönül yanıklığıyle terennüm et!

Hâfız, neşeyle şarap iç, ne vakte kadar zemanenin gamını yiyeceksin ki?

Nice zamandır gönül derdinin ateşi göğüste alev alev yanmada!

Mademki ayrılık denizinin ne ucu var, ne   kıyısı..

Sabırdan yüz çevirmemem daha iyi., olur ya, belki gönlümün muradını elde ederim!

***

Aşkın cevr ü cefasiyle, aşkın elem ve zahmetiyle ölsem bile yine gamından vazgeçmem, yine gönlüm aşkından vazgeçmez.

Feryadım gökyüzüne erişirse şüphe yok ayın da gönlünü elemlendirir, günün de!

Yay kaşları, bakışlarla beni oklayıp durmadadır.

Kâtibim, ihtiyar felek olsa yine aşk ve iştiyakımı kalemle ifadeye imkân yok.

Çocuğum ama aşk derdiyle ihtiyarım. İhtiyarım ama aşk derdiyle çocuk!

Sadi gibi oturup sabretmeyi kuruyorum.

Mademki sitemkâr zaman beni, senden uzaklarda gam bağına bağladı, esir etti..

Sabırdan yüz çevirmemem daha iyi., olur ya, belki gönlümün muradını elde ederim!

***

Ey işveli, edalı güzellerin hasedini çeken sevgili, ay gibi yüzünden peçeyi kaldır.

Da bütün cihandan geçeyim, yine tövbemi bozayım!

Sevgili, sırrını, göz uğrağı olan yollardan faş oldu, surun göz yaşlarımla halka yayıldı gitti!

Aşkta ayrılık zamanı geldi çattı, bilmem sonum nereye varacak?

Gamınla eş olan herkes, ömrünün sermayesini yele verdi!

Aşk ateşiyle gam buhurdanında ödağacı gibi yan yakıl ey gönül!

Mademki o yüce boylunun ayağını öpmek için elime bir fırsat düşmüyor;

Sabırdan yüz çevirmemem daha iyi., olur ya, belki gönlümün muradını elde ederim!

***

Ey yasemin bedenli, gül endamlı sevgili, akşam güneşi, senin yüzünü görüp utanmada.

Yine gel ki canlar yakan ayrılık, gönlümden karan da aldı, huzuru da.

Tane gibi olan beninle tuzağa benzeyen zülfün yüzünden gönlümün kuşu tuzağa düştü!

Çalışıp çabalamayla muradımı elde edemeyince çaresiz ayrılığa razı oldum.

Şimdilik ayrılık derdiyle başbaşayız.. bilmem sonu nereye varır?

Sensiz olunca sanki âlemde nasibim, ancak mihnet ve dert!

Hâfız, sevgiliyle sohbetten, şaraptan ve kadehten başka şu varlığın ne gayesi, ne maksadı var?

Ey gönlümün huzuru sevgili, mademki şimdilik gönlümün muradına erişmem mümkün değil..

Sabırdan yüz çevirmemem daha iyi., olur ya, belki gönlümün muradını elde ederim.

***

Ey kararsız canımın rahatı, ey ümitlerle dolu gönlümün ümidi,

Gamınla şadım., her halimde gamımın yanıklığı, bana munis olmada.

Yanımdan ayrılıp gideli âdeta kendimden t(           geçmişim..

Şimdilik vuslat arzusuyla ömrümü ayrılıkta geçirmedeyim.

Bu gece, dün geceden fazla ağlamakta: göz yaşlarımı tufan gibi akıtmaktayım.

Ecel, yakamı tutmadıkça elimi eteğinden çekmem.

Bu bitkin, bu yaralı gönlümün muradı, mademki çalışmakla hasıl olmadı..

Sabırdan yüz çevirmemem daha iyi., olur ya, belki gönlümün muradım elde ederim!

***

Ey açtığı yara gönül derdine merhem., ey aşkı, gönle munis ve mahrem olan sevgili,

Zülfün, can boynuna kement., lâlin, gönül yüzüğüne taş.

Kaşın, can şahnesiydi, o da gözün gibi gönül diyarına hâkim kesildi.

O gönlümüzde, biz ateşler içinde., fakat gönlümüzün kaydında değiliz, onun derdiyle dertlenmekteyiz!

Bu ayrılık yüzünden başımı alıp bu cihandan gideceğim gün, yahut gönlümü kaybedeceğim an yaklaştı!

Hâfız, gönül âlemindeki huzurdan bir nur bulsan ne olurdu ki?

Mademki onun vuslat diyarı kolay kolay gönle müsahhar olmuyor..

Sabırdan yüz çevirmemem daha iyi., olur ya, belki gönlümün muradını elde ederim!

Ey dâde bebâd dost dari
İn bud vefa vu ahdı yâri

1

Eyvah vahşî ceylân, nerdesin? Seninle çok aşinalığım var!

* Biz, seninle iki kimsesiz, iki perişan, iki garibiz., önümüzde de, ardımızda da yırtıcı hayvanlar ve tuzak var!

Gel de birbirimizin halini bilelim, gel de dertleşelim, mümkünse muradımızı elde etmeye uğraşalım.

Çünkü görüyorum ki bu uygunsuz çölün emin ve hoş bir çayırlığı, çimenliği yok!

Söyleyin dostlar, kimsesizlerin yoldaşı gariplerin dostu kim olacak?

Meğer kademi kutlu Hızır zuhur ede de himmeti bereketiyle bu yol tükene!

Yoksa ihsan ve mürüvvet zamanı geldimi ki? Çünkü falımda “Lâ tezernî ferden” ayeti çıktı.

Bir yolcu, günün birinde bir yerden geçiyorken yol üstünde oturmuş olan bir rint ona iltifat etti de dedi ki:

Ey salik, dağarcığında ne var? Tanen varsa gel, bir tuzak kur bakalım!

Yolcu cevap verdi:     Tuzağım var ama avun Simurg olmalı!

Rint, “İyi ama nişanını nasıl elde edeceksin? Bizce yuvasının bir nişanesi yok ki” dedi.

Bunun gibi o usul boylu selvi de mademki kervana katılıp gitti. Bir selvi daima çık da yolunu, izini gözle!

** Gitti, gitti de neşemi hüzne çevirdi. Hiç kardeş kardeşe böyle şey yapar mı?

Şarap kadehini elden bırakmalı, gül dibinden ayrılma.. fakat bu kötü sarhoş zemaneden de gafil olma!

Güneş bile onun yoluna saça saça kesesini boşaltmışken benim bu saçtığım şeyler tartıya mı gelir, değeri mi olur?

O, ayrılıp gittikten sonra teselli bulmak için artık bir kaynak başı, bir ırmak kıyısı, göz yaşları ve kendi kendine konuşup görüşme gerek!

Sevgililer, gidenlerini anarak bahar bulutlarına uymalı., bu lâzım!

Sevgili, bana ayrılık kılıcını öyle bir vurdu ki sanki benimle hiç aşinalığı yokmuş!

* Akar sular, önüne ağlayıp çağlayarak geldi mi sen de göz yaşlarınla onlara yardım et!

* O eski hemdem, bize hiç müdarada bulunmadı. Aman müslümanlar, aman.. Tanrı için merhamet edin!

Belki kademi kutlu Hızır, bu garibi o garibe ulaştırabilir.

Sen de artık inciyi gör, katır boncuğundan vazgeç; şöhreti olmayan, duyulmayan yolu bırak!

Ben balığa benzeyen kalemimle yazmaya başladım mı, bana “Nun vel kalem” ayetinin tefsirini sor!

Dostlar, birbirinizin kadrini bilin. Şerhi biliyorsunuz; metni ezbere okuyun!

Size öğüt verenin sözü bundan ibaret; ayrılık hakimi pusuda.

Ruhumu sözümle yoğurdum, ondan meydana gelen tohumu da ektim.

Ruhla sözün birleşmesinden meydana gelen bu terkip, insana ferah verir. Çünkü şiirinde mayasıdır, canın da!

Bu ümit miskinin kokusunu alın., bu kokuyla canınızı ebedî bir surette güzel kokulu bir hale getirin!

Çünkü bu misk, hurilerin yakalan Çin’inl6c            den meydana gelir, insanlardan kaçan ahudan değil!

Niçin bahtımla bu kadar uğraşıp savaşayım, neden talihimden, kaderimden kaçıp durayım ?

** Ayrılık seli başımdan aştı., artık bu halimle müdaraya imkân yok!

** Şimdi sevgilinin bulunduğu şehrin yolunu tutacağım, ölsem bile hiç olmazsa o yolda öleyim.

** Garipler, mezarımı görünce bir an olsun baş ucumda oturur, dinlenirler ya!

** Garipleri, yine garipler anar, garipler hatırlar. Çünkü onlar, birbirlerine armağandır.

** Yarabbi, çaresizlere sen çare edersin., benim çaremi de sen bilirsin, benden başka çaresizlerin çaresini de sen!

** Geceden aydın gündüzü nasıl izhar ediyorsan bu kederden de benim neşemi öyle izhar et!

** Sevgili, senin ayrılığından çok şikâyetim var; fakat bu hikâye, buraya sığmaz ki!

Bu vadide akan selin sesini duy; yüzlerce masumun yüzlerce batman gelen kanı bir arpaya!

Çocuklar, onunla ateşlerini parlatsınlar diye burada Cebrail’in bile kanadını yakarlar!

Gayri bu makamda kimin söz söylemeye mecali vardır? Aman yarabbi, bu ne istiğna?

Yürü Hâfız, bu makamdan bahsetme, sözünü kısa kes; Tanrı daha iyi bilir.

Elâ ey âhuyı vahşi kucâyî
Mera bâ tust bisyâr âşinâyı

Gel ey sâki, bana, insana hal veren, kerametini arttıran kemal bağışlayan şarabı sun!

Çünkü çok perişan düştüm; ne halim var, ne kemalim; ikisinden de bir sermayem yok.

Sâki, o şarabı sun ki Cem’in Camı, yokluk diyarında bile onunla her şeyi gördüğünü iddik etmektedir.

Gel ey sâki, insana Karun hâzinesiyle Nuh ömrü bağışlayan o fütuhat kimyasını

Sun da murada erişme ve uzun bir ömre nail olma kapısını açsınlar.

*          Gel ey sâki, kadehten vuran aksiyle Keyhusrev’e, Cemşid’e selâm gönderen şarabı Sun da ney sesiyle sana söyleyeyim; Cemşid nerde, Kavuş ne âlemde?

*          Sun o şarabı da kadehin feyziyle Cem gibi bütün âlem sırlarından agâh olayım.

Bu köhne kilisenin devrinden bahset, geçmiş padişahlara seslen!

Bu yıkık dünya, Efrasyab’ın sayvanım gören konaktır.

*          Onun kumandanı Piran ne oldu; Şîde, o kahraman Türk ne âlemde?

*          Yalnız sayvanı, köşkü yele gitmedi; lâhdini bile hatırlayan yok!

' Bu ucu bucağı olmayan çöl, Selm ve Tûr’un askerlerinin kaybolduğu çöldür.

* Sun sâki, sun kadehteki aksiyle Keyhusrev’e ve Cem’e selâm gönderen şarabı.

Cemşid, tacına, tahtına rağmen ne hoş da söylerdi: Bu iki kapıl: saray bir arpa tanesine bile değmez!

Sun şarabı ey sâki, sarhoş rintlerin mezhebinde ateşe tapanla dünyaya tapan arasında bir fark yoktur.

Sun sâki o harabatta oturan gizlenmiş sarhoş kızı!

Sun şarabı; rüsvay olmak, şarapla, kadehle yıkılmak isterim.

Gel ey sâki, düşünceyi yakıp mahveden şarabı sun., sim o şarabı ki arslan bile içse ormanı yakıp yandırır.

Sun o şarabı da gökyüzündeki arslanı bile tutayım, bu ihtiyar kurdun tuzağım parslayım, karma karışık bir hale getireyim.

*          Sâki, sun o şarabı ki cennet hurileri, meleklerin kokusunu o şarapla terbiye etti.

*          Sun da ateşe ödağacı atayım, aklın dimağını ebediyete kadar güzel kokulara bürüyeyim.

*          Sâki, insana padişahlık bağışlayan; gönül, temizliğine şahadet eden şarabı sun.

* Bana şarap sun, belki ayıplardan arınır, bu çukur yerden işret ve zevk âlemine yükselirim.

*          Yurdum, meleklerin bahçesiyken neden burada mahpus kalayım?

*          Şarap sun da devlet yüzünü seyret; beni harap et de hikmet hâzinesine bak!

*          Ben o kişiyim ki kadehi elime aldım mı âlemde ne varsa hepsini o aynada görürüm.

*          Sarhoşken padişahlıktan dem vurur, yoksulken sultanlıktan bahsederim.

Sarhoş olunca sır incileri delinebilir. Çünkü insan kendisinde olmayınca sır gizleyemez.

*          Hâfız, sarhoşça nağmeye başladı mı zühre bile gökyüzünden onun nağmesini dinler, beğenir.

*          Hanende, ilerdesin? Rud sesiyle o husrevani nağmeyi hatırlat

*          Da       vecde geleyim, raksa gireyim, hırkamı çıkarıp atayım.

*          Kutlulukla o taca, tahta sahip olanı, o padişahlık ağacının en iyi meyvasını öveyim.

« Padişahlık tacının temkini onunla., kuşun da huzuru onun yüzünden, balığın da!

*          İkbal sahiplerinin gönülleriyle gözlerinin ziyası o. gönül erbabının candan velinimeti o.

*          Ey kutlu nazarlı hüma, ey mübarek haberler veren felek,

*          Felek sedefinde senin gibi bir inci yoktur. Feridun’la Cem’e senin gibi bir halef bulunamaz.

*          İskender’in makamında yıllarca dur. Gönül bilgisiyle ahvali keşfet

Feleğin yine bir fitneye girişmeye niyeti var. Fakat ben sarhoşluktan ve sevgilinin gözlerinin fitnesinden aynlmam ki

*          Birisi, savaş günü kılıç vurmasını bilir., felek bir başkasını da kalem sahibi eder.

Çalgıcı, o yeni nağmeye giriş, dostlara Rud sesiyle de ki:

*          Nihayet düşmana fırsat bulduk, gökyüzünden yardım müjdesi geldi,

*          Çalgıcı, saza başla, şiirle, gazelle hikâyeye giriş!

* Gam yükü, ayağımı yere dike koydu;usullü vuruşlarla yerinden kaldır!

*          Uluların ruhlarını bu suretle şâdet, Perviz’i, Barbed’i hatırlat.

* Hanende, o perdeden bir nakış çal da perde ardındaki ne diyor, bir bak, dinle!

*          Hanende, nağmelerine başla da çenk çalan Nahidi bile raksa sok!

*          Bir nağme çal ki sofi hallensin, vuslat sarhoşluğuna ulaşsın!

• Çalgıcı, defi döv, çengi çal, güzel nağmelerle şarkı söyle.

*          Cihanın hilesi apaçık bir hikâye. Bak bakalım, ne doğacak? Geceler gebedir.

*          Çalgıcı, elemliyim.. Tek Tanrı hakkiyçin iki telli, üç telli sazı., hangisi eline geçerse onu çal!

*          Feleğe hayretteyim. Bilmem sıra kimde; kimi toprak altına alacak?

*          Rint muğ bir ateş yaksa bile bilmem onun yerine kimin çırağı sönecek?

*          Bu kanlar saçan kıyamet sahasında sen, sürahiyle kadehin kanını dök bari!

* Sarhoşlara nağmelerle bir haber yolla, bir müjde ver. Geçmiş dostlara bir dua, bir selâm gönder!

Biya sâki an mey ki hâl avured
Keramet fezâyed kemâl âvured

1

Canlarıyle oynayan âşıklar pazarının başında tellâllar şöyle bağırmaktaydılar: Duyun ey rintler mahallesinde oturanlar, duyun!

Üzüm kızı, kendi başının kaydına düşüp gitti, nice gündür gözümüzden kayboldu. Kendinize gelin, amanın, onu bir arayıp tarayalım!

Lâl bir elbisesi, habbelerden de yarım bir tacı var. Aklı da alıp götürür, bilgiyi de. Ondan emin olup uyumayın!

Bana o acı şarabı verene helva parası olarak tatlı canımı veririm. Cehenneme gitmiş, sinmiş, gizlenmiş bile olsa aldırış etmeyin, siz de gidin!

O geceleri gezen acı, sert, gül renkli ve sarhoş bir kızdır; bulursanız tutup Hâfız’ın evine getirin!

Berseri bâzarı canbâzan munâdi mizened

2

Adalet  sahibi, deniz  avuçlu,  arslan yürekli  padişahlar padişahı, ey ululuğu bütün hünerlerle bezenmiş sultanım.

Mesut ünün, Şah Sultan diye anılan adın bütün âleme yayıldı, her an söylenip durmakta.

Herhalde gayp ilhamcısı ahvalimi sana söylemiş, aydın günümün kapkaranlık bir geceye döndüğünü anlatmıştır.

Felek, üç yılda padişahla vezirden derip devşirdiğim, kazanıp biriktirdiğim şeylerin hepsini bir anda bir çevgân oyunuyla kaptı, gitti!

Dün gece rüyada seher vakti, gizlice padişahımın ahırına gittiğimi gördüm.

Katırım orada bağlıydı, arpa yemekteydi.

Torbasını başından attı da bana dedi ki: Tamdın mı beni?

Bu rüyanın tabiri nedir? Hiç bilmiyorum. Anlayışta senin İkincin yoktur, teksin., sen tâbir buyur.

Husrevâ dâdgerâ bahrkefu şir dilâ

3.

Sana ahlâk defterinden vefa ve ihsana, ait bir ayet okuyayım:

Kim cefa eder, ciğerini tırmalarsa kerem, sahibi maden gibi ona altın bağışla.

Yere gölge salan ağaçtan aşağı olma.

Kim sana taş atar, incitirse ona ağaç gibi meyva ver!

Mülâyimlik nüktesini sedeften öğren de hatırında tut! Başım kesene inci ihsan et!

Bertu hanem zidefter-i ahlâk

4.

Ey yüce aslında, neslinde hırs ve kin bulunmayan, ey kutlu yıldızında hile ve riya olmayan !

İhsanını melekten alasın da Şeytan’a veresin.. bu, nasıl olur da büyüklüğe yaraşır?

.Ey mu'arrâ aşkı âli cevheret ezhıkdu hırs

5.

Yazıklar olsun., ne olurdu gençlik gününün elbisesi, ebedîlik süsleriyle bezenmiş olsaydı !

Fakat eyvah, ne acınacak, ne dertlenecek hal! Bu ırmaktan hayat suyu akıp gidecek!

Nihayet eşten dosttan ayrılmak gerek.. Tanrı’nın takdiri böyle!

Babanın ömrüne andolsun ki Ferkad’den başka bütün kardeşler birbirlerinden ayrılacaklar!

Dirîğâ hilcati rüzi cuvani

6.

Kendi iyiliğini, kötülüğünü kendinden sor, 'soruştur. Sana senden başka bir sorucuya ne lüzum var? 

Tanrı, kendisinden korkan, kötülükten çekinen kişinin işine kolaylık verir, ona hesaplamadığı, ummadığı yerden rızık ihsan eder?

Tu niku bedi hod hem ezhod bipurs

7.

Ferhat’la Şirin’e ait söylenip duran hikâyeler, bizim dünyaya kavgalar salan, âlemi birbirine katan aşkımızın cüzi bir miktarından ibarettir.

O siyah saçlarla misk gibi siyah ve güzel kokulu benin yaptıklarını hiç bir uzun kirpik hiç bir sihirbaz göz yapmadı!

Sâki, şarap sun., ezeli takdire tedbir fayda vermez. Ezelde takdir edileni bozmaya imkân yoktur.

Rintlerin kırık dökük kâselerini hor görmeyin.. bu erler, cihanı gören kadehe hizmet etmişlerdir.

Güzeller mahallesinin toprağında cana canlar katan bir koku vardır. Arifler, can burunlarını orada miskle kokan bir hale getirmişlerdir.

Kargayla kuzgunun kanadı bağlanmaz; onlar. avlanmazlar ki. Bu kerameti doğanla şahine yoldaş etmişler.

Sâki, nerede nikâhı akıl akçesi olan üzüm kızını kucağına çeken, sana kaçan benim gibi bir divane?

Topraktakiler, kerem sahiplerinin içtiklerinin bir yudumuna bile nail olamıyorlar; bak şu yoksul âşıklara ettikleri zulme!

Şemme-i ez dâstânı 'ışkı şür-engizi mâ

8.

Bülbül feryat etmekte, gülse tatlı tatlı gülmekte., sevgilinin yüzüstü ateşe attığı bir gönül, nasıl olur da yanmaz ki?

Ben, yüce hırka giyen zabitten hoşuma gitmeyen şeyler gördüm. İbrişim tele güzel güzel vurup nağmeler çıkaran çalgıcının kuluyum ben!

Kirpiklerinin okundan çekinmeden ne fayda var ki? Okçu kaşlarıyle gizli yaramı oklayıp duruyor!

Bülbül ender nâle vu gul bandei boş mizened

9.

Medrese binasına sahip olmanın, ilimden bahsetmenin, kemer ve çardağı bulunmanın ne faydası var? Sahibinde bilgili bir gönül, gören bir göz olmadıktan sonra bunlar neye yarar?

Yezd Kadısının sarayı, ilim kaynağı ama kendisinin basireti yok; bu, hiç söz götürmez!

Serayi medrese vu bahsi ilmu tâku ruvâle

10.

Sâki, kadehi doldur., çünkü meclisin sahibi dilekleri verir, sırları saklar.

Burası, elde bulunan peşin cennet., işreti, zevku safayı tazele. Zira Tanrı, kula cennette günah yazmaz.

Sevgililer, âşıkların muradına râm olmada, âşıklar edepli., baş köşede oturan ünlü kişiler, mecliste saf kuranlar hep iyi ve uygun adamlar.

Çenk, meclise uygun, meclisin sahası rakıs yeri, sevgilinin beni gönül tanesi, sâkinin saçı yol tuzağı!

Bundan iyi bir zaman olmaz; sâki, işrete koyul., bundan daha hoş bir hal olamaz;; Hâfız, şarap iste!

Sâkiyâ peymâne pur kun zan ki sâhib-mecliset

11.

Ey padişahlar padişahı, felek topu, çevgânına râm olsun., varlık ve mekân sahası, senin gezip tozmana mahsus bir meydan olsun!

Zafer hatanunun saçları, perçemine tutuldu, ebedi fetih gözü de salınıp gezmene âşık olsun!

Utaridin inşası, şevketinin sıfatıdır. Aklıkül, divanında turakeş olsun!

Tûba ağacının cilvesi, senin selvi boyuna gıpta etmekte., cennet de sarayına haset etsin!

Yalnız hayvanlar, nebatlar ve cansız şeyler değil., emir âleminde ne varsa hepsi, fermanına muti olsun!

Husreva kuyı felek derhami çevgânı tu bâd

12.

Dünyaya ve dünya sebeplerine gönül verme, güvenme, çünkü kimse ondan vefakârlık görmedi.

Bu dükkândan, arıya sokulmadan kimse bal yemedi, bu bahçeden dikenle incinmeden kimse bir taze hurma devşirmedi!

Birisi günlerce çalışıp bir çırağ yaktı mı tam parlayınca hemen bir rüzgâr çıkar, onu söndürüverir:

Ona, düşüncesiz gönül veren kişi bir baksa görür ki düşmanını besleyip büyütmektedir!

Dünyayı zapteden padişahlar padişahı Şah Gazi yok mu? Hani kılıcından kan damlardı;

Hani bazan bir saldırışta bir orduyu bozguna uğratır, bazan bir narayla bir ordunun kalbini paralar, ödünü koparırdı...

Hanı uluları sebepsiz hapseder, başlan sebepsiz kopartırdı.

Hani çöldeki aralan bile adını duydu mu korkusundan yavrusunu bırakır, kaçardı..

Nihayet Şiraz’ı, Tebriz’i, Irak’ı zaptedince vakit geldi, mukadder zuhur etti;

Gözünün ışığı olan oğlu, onun dünyayı gören gözüne mil çekti gitti!

Dil mebend berdunya vu esbabı o

13.

Ey akıllı adam, amrın, zeydin ihsanına gönül bağlama. Kimse, iyinin neden açılacağını bilmez.

Yürü, Tanrı'ya dayan., kaleminin ucu, ne nakış çizdiyse başka bir renk göründü, bilmez misin?

Şah Hürmüz., beni görmeden, ben, onu methetmeden bana yüzlerce lûtuflarda, ihsanlarda bulundu da Yezd Şahı, kendisini methettiğim halde hiç bir yay vermedi!

Hâfız, incinme, padişahların işi böyledir.

Hemen âleme rızık veren Tanrı onlara da muvaffakiyet versin, yardım etsin!

Dil mebend ey merdi behred bersafayı ‘amr u zeyd

14.

Ey vakitleri tanıyan, bilen arkadaş, sabah rüzgarının bile bulunmadığı bir halvette Hace'nin kulağına eriştir!

Önce araya bir lâtife sokuştur, bir nükteyle gönlünün rızasını ele alıp onu tatlı tatlı bir güldür de

Sonra şuncağızı arzet: Kereminden geçinecek bir aylık istersem caiz mi?

Be sem'i Hâce resan ey harifi vakt-şinâs

Bu manzumenin güzelliği, hakkında söz söylemeye hacet bırakmayacak bir derecede., ziyası meydanda durup dururken hiç kimse güneşe delil istemez!

Aferin o nakkaşın kalemine ki dokunulmamış mana güzeline bu kadar bir güzellik verdi.

Akıl, güzellikte eşini bulamaz; tabiat, letafette benzerini göremez.

Bu mucize mi, sihri helâl mi ? Hatif mi ilham etti, Cebrail mi vahyetti?

Kimse bu çeşit bir remiz söyleyemez, kimse bunun gibi bir inci delemez!

Husni in nazm ezbeyan mustagniyest

O ay yüzlü güzelin yüzü, rebiülevvel ayının altıncı cuma sabahıydı ki gözümden de kayboldu, gönlümden de.

Hicretin yedi yüz altmış dört yılında o müşkül hikâye su gibi halloldu gitti!

Hayıflanmak, dertlenmek ve acılara düşmek nerde fayda verecek? Ömür, bir oyuncakla hiç bir şey elde edemeden geçip gittikten sonra !

17.

Sarıklıların ulusu, toplulukların ışığı sahipkıran vezir Hâce Kıvameddin Hasan,

insanların hayırlısı Muhammed'in hicretinin yedi yüz elli dördüncü yılında, güneş cevza burcunda, ay da sümbüledeyken..

Rebiülâhırın altıncı cuma gününün tam zeval vaktinde Tanrı emriyle vefat etti.

Melekler âlemi yuvasının hüması olan ruhu, bu nimetler diyarından cennet bağına uçup gitti.

Serveri ehli amâyim şemci cem‘i encümen

Ebedî Tanrı, bu padişahın daima hayır işlediğini, hiç bir hayrı fevtetmediğini gördü ve

Bu alışverişin tarihi de “Rahmânı Lâyemût” (H. 785) olsun diye ruhunu, rahmetine eşetti.

Rahmânı Lâyemüt çü in Pâdşâhrâ

19.

Devrin âsafı, cihanın canı Turanşâh, bu dünya tarlasına hayır tohumundan başka hiç bir şey ekmedi.

Saf er [ı] ayının yirmi birinde ve haftanın tam ortasında [2] bu dumanlarla dolu külhanı bırakıp cennet bağına gitti.

Daima hak görmeye, hak söylemeye meyli vardı, vefat yılının tarihini de “Meyli be hişt" (H. 787) terkibinden bul!

Asafı 'ahdu zeman cânı cihan Turanşâh

20.

Durağı cennet olsun, kardeşim Hâce Âdil, ömründen elli dokuz yıl geçince

Cennet bahçesine sefer etti, Tanrı işlerinden, huylarından razı olsun! 

“Halîli Âdil" (H. 775) terkibini oku da ölüm yılını asla!

Birader Hâce ‘Âdil lâbe mesvâh

21.

Gönül, gördün mü bu akıllı, bu fikirli oğul, şu renklerle bezenmiş felek kemerinden neler gördü, nelere uğradı!

Felek, kucağına gümüş bedenli bir sevgili verecekken başına bir mermer taş dikiverdi!

Dilâ didi ki in ferzâne ferzend

22.

Canım, o cennet meyvası eline geçti de niçin gönlüne ekmedin, neye elinden saldın?

Bu hikâyenin tarihini sorarlarsa “Meyvei behiştı” (H. 779) terkibini oku!

An meyvei behişti kâmed beşestet ey can

23.

Kadıların ulusu Mecdeddin İsmail’in fasih kalemi, daima şeriattan dem vururdu.

Haftanın ortasında recep ayının on yedisinde bu düzensiz, nizamsız âlemden çıkıp gitti! 

Bil ki Tanrı rahmetinin sığınılacak yeri, ona konak oldu, ölüm yılını da “Rahmeti Hak” (H. 756) terkibinden anla.

Mecdi Din serveri sultânı kuzât lsmâ'il

24.

Bu kulun can kulağına Tek Tanrı’dan bir hatif şöyle bağırdı:

Azizim, bir kimsenin nasibi horluk olursa hakikaten ne kadar çalışsa, zorlaşa rütbe ve mevki elde edemez!

Birinin baht kilimini kara dokudular mı onu zemzemle, kevserle yıkansa da ağarmaz!

Begüşi can ı rehi munhii nida derdâd

Bugün bana bir dost selâm gönderdi; demiş ki: Ey şiirleri, basiret gözünün bebeği şair,

Baht, iki yıl sonra seni yine evine barkına döndürdü, neden vezirin evinden dışarı çıkmazsın ?

Cevap verdim de dedim ki: Beni mazur gör. Bu, ne kibrimden, ne gururumdan.

Kadının vekili elinde dava senedi olduğu halde engerek yılanı gibi yoluma pusu kurmuş.

Vezirin eşiğinden çıkar çıkmaz hemen beni yakalayıp rüsvay edecek, zindana tıkacak.

Birisi, beni borç için sıkıştırdı mı kal’am, vezirin kapısı..

Kullarının kollarındaki kuvvet yardımıyle çille, tokat, o herifin kafasını yararım.

Dilerim, o kapı, âlemde daimî olsun. Vezir, daima muradına erişsin ve bu gök kubbe,

kulluğu için kemer kuşansın!

Bemen selâm furustâd dösti imrüz

Yut o yeşil esrar hapını., kim bir arpa kadar yutarsa dalgaya düşer de Simurgu bile şişe geçirir!

Yut, o sofiyi marifet deryasına atan hapı!

Sofi, ondan bir zerrecik yer de yüzlerce sarhoşluğa düşer., bir tanecik yutar da yüzlerce Simurg tutar.

Zanhabbei hazrâ hor kez rüyı sebuk-rühı

Yılın, talihin, malın, hâlin, aslın, neslin, tahtın, bahtın padişahlıkla daimî olsun!

Yılın kutlu, talihin yaver, malın çok, hâlin hoş., asim sabit, neslin bâki, tahtın yüce, bahtın da sana râm olsun!

Sâlu falu malu hâlu aslu neslu tahtu baht

Padişahım, muvaffakiyet askeri, senin yoldaşındır. Kalk, âlemi bile zaptetmek istiyorsan yürü, zaptet!

Bu kadar yücelikle, bu kadar ululukla yine de yoksulların halini biliyor, düşkünlerin gönüllerine hizmet ediyorsun.

Bu çivit renkli gök kubbe, hileler düze dursun., sen, işini Tanrı boyasına boyamakta, Tanrı iradesine uydurmakta, ona göre hareket etmektesin.

Alışveriş ederek yedi buçuk kuruşunu on kuruş yapan, pek o kadar kâr etti sayılmaz. Tanrı sana fırsat versin, on kuruşla yedi buçuk kazan!

Pâdşâhâ leşkeri tovfik hemrâhı tuend

Ruhül Kudüs, o kutlu melek, zebercet kubbenin üstünde

Bir seher çağı “Yarabbi, ebedî bir devletle Muhammed oğlu Muzaffer’in oğlu Mansur, padişahlık tahtında dünyalar durdukça dursun” diyordu.

Ruhui kudus an surüşı ferruh

Sâki, hayat iksiri olan şarabı sun da şu topraktan yapılan tenimi ebedî bir yaşayış kaynağı, bir Abıhayat membaı haline getir!

Gözüm, kadehin devrinde, canım avucumda, Vezirin başına and olsun, onu vermedikçe bunu alamazsın!

Gülün, çayırlıkta rüzgârdan etek silkmesi gibi sen de benden etek silkme., çünkü ayağına canlar saçmak istiyorum.

Çalgıcı, sen de güzellikte İkincisi olmayan o ay yüzlü sevgiliyi iki telli, üç telli sazlarla neşelendir, hadi!

Sakiyâ bade ki iksiri heyalest biyâr

Seher çağı, şairlik kudretim, pek daralıp sıkıldı da perişan bir halde benden kaçıp gitmeye koyuldu.

Harzem diyarım düşünerek, Ceyhun kıyılarını hayal ederek Süleyman ülkesinden binlerce şikâyetler ede ede gidiyordu!

Sözün ruhunu anlayan bir tek kişi vardı, o da gidiyordu. Ardından bakıyordum, âdeta  benim de canım, bedenimden gitmekteydi.

“Ey benim eski dostum” dedim ama beni azarladı; kalbi kınk bir halde ağlaya ağlaya yollara düştü!

“Şimdi benimle tatlı tatlı kim konuşacak, şimdi benimle kim dertleşecek? O şeker sözlü, o güzel sesli gidiyor işte” dedim.

Pek çok yalvardım ama fayda vermedi. Çünkü artık bana padişahın merhamet nazarı kalmamıştı ki!

Padişahım, lütfet, kerem eyle de onu geriye çağır. Ne yapsın, o çaresiz âşık, pek büyük bir mahrumiyete uğradı da o yüzden gidiyor!

Kuvveti şâ'irei men seher ezfartı melâl

Bu kapkaranlık yurtta gâh hayretten parmağımı dişleyerek, gâh ıstıraptan başımı dizime koyarak niceyedek sevgiliye ulaşırım ümidiyle oturacağım?

Ey devlet kuşu, gel., gel de bir vuslat müjdesi ver. Ümidim var, yine eski zamanlar gelecek, kavim eski birliğe dönecek elbet!

Derin zulmetserâ tâ key bebüyı dost binşinem

Ehli sünnet velcemaatın imamı ve şeyhi, hak ve dinin bahası, Bahaeddin, durağı cennet olsun..

Dünyadan göçerken fazilet ehliyle akranı arasında yücelmiş olanlara şu beyti okumaktaydı:

Tanrı’ya ibadetle yaklaşılabilir. Kudretin varsa ibadette ayak dire!

işte bu yüzden ölüm tarihini de “Kurbı tâat" (H. 782) terkibinin harflerinden hesapla !

Behâul Hakkı ved Din Çâbe mesvâh

Yoksulun temiz bir yaratılışı olsaydı haya yüzsuyunun etrafında döner, dolaşır, dilenmekten utanırdı.

Güneş, şununla bununla alay etmeseydi altın kadehi boş mu kalırdı, tatlı şarap konmazmıydı o kadehe ?

Cihan sarayı, yıkılmak için yapılmamış olsaydı temeli bundan daha sağlam olurdu

elbette.

Zamanenin işi kalpazanlık olmasaydı ayar sahibi Vezirin eline geçerdi.

Zamanede bu azizden başka izzet sahibi l:            kimse yoktu., zamanın ona mühlet vermesi,

onun daha uzun yıllar yaşaması lâzım değilmiydi?

Gedâ eğer guheri pak dâşti der asl

Şah Şeyh Ebû İshak zamanında Fars mülkü, beş kişi yüzünden öyle bir mamurdu ki..

Binicileri Ebû İshak gibi ülkeler bağışlayan bir padişahtı. Ömrünü zevku safa ile geçirip gitti!

Biri İslâmın mürebbisi Şeyh Mecdeddin’di.. gökyüzü, ondan daha yeğ bir kadı hatırlayamaz.

Biri de Tanrı Ebdalinin Pîri Şeyh Emineddin’di. Himmeti bereketiyle bağlı işler açılır, olmaz sanılan şeyler olurdu.

Birisi de bilgi ülkesinin padişahlar padişahı olan Adud’du ki Mevakıf’ı Ebû İshak adına yazmıştı.

Bir diğeri de Hacı Kıvam gibi deryadil bir vezirdi ki kerem ve ihsanıyle âlemde iyi bir ad san kazandı.

Benzerlerini bırakmayıp gittiler. Ulu ve yüce Tanrı hepsini de yarlıgasın!

Be'ahdı saltanatı Şâh Şeyh Ebü İshâk

Ey adalet sahibi, felek, kadehindeki bir yudumcuk şarabı içsin., kara yürekli düşmanın, lâle gibi kanlara batsın, boğulsun!

Rütbe ve mevki köşkün o derecede yüce olsun ki vehim yolcularına bile bin yıllık yol faaline gelsin.

Ey yücelik ayı, sen, bütün âlemin gözüsün, ışığısın, benzerin yok., tortusuz zevk ve huzur şarabı, dikerim, kadehinden eksik olmasın.

Medhinin havasıyle zühre nağmelere başlayınca sana hased eden duysun da feryadü fiğana koyulsun!

Dokuz kat gökle ay ve güneş, senin kısmet sofranın alelâde çerezi olsun!

Bakir fikir kızım, medhine mahrem oldu., öyle bir gelinin nikâh akçasını vermek de sana havale edilsin!

Dâdgerâ turâ lelek cur'akeşi piyâle bâd

 

1.

Benim gibi sen de bu tuzağa tutulursan bana döner, şarapla, kadehle çok harap olursa Biz âşıkız, sarhoşuz, rindiz, âlemi yakmadayız.. bizimle oturma, yoksa senin adın da kötüye çıkar!

Ger hem çümen uftâdei in dam şevi

2.

Niyaz ederek sümbül gibi saçlarına yapıştım da, bu sevdalı âşıkın bir çaresini bul, dedim. Dedi ki: Dudağıma yapış, saçlarımı bırak.. Güzel bir geçime sarıl, uzun ömre değil!

Der sunbuleş âvihtem ezrüyı niyaz

3.

Önce vefakârlık ederek bana vuslat şarabım sundu, sarhoş oldum mu cefa kadehini vermeye başladı., gözlerim yaşlarla, gönlüm ateşle dolu bir halde yoluna toprak oldum, yele verip savurdu!

Evvel be vefa mey! visalem derdâd

4.

Gül goncası tabak gibi açılıp nergis, şarap hevesiyle kadeh haline gelince şarap habbeleri gibi şarap havasıyle canından, başından geçen kişinin gönlü, her türlü gamdan, her türlü elemden kurtulur.

Çün ğoncei gul kırâbe perdaz şeved

5.

Sevgilinin yüzüne âşık olduğumdan dolayı beni kınama. Mahmur ve gönlü mecruh rintleri hoş gör. Sofi, mademki yolcuların âdetlerini bilirsin, rintlere fazla nükte satmaya kalkışma.

Işkı ruhı yâr bermeni zar megir

6.

Tatlı ağızlı güzeller, ahidlerini sona götürmezler, sözlerinde durmazlar., güzelleri sevenler de canlarını âşıklıktan kurtaramazlar.

Sevgili, senin muradına ram oldu mu âşıklar arasında artık adını bile anmazlar senin!

Şirin dehenan 'ahd bepâyan neberend

7

Gönlüm, her gün başka bir yükün altında Gözümde de her gün ayrılıktan ayrı bir diken var. Gözümden bu dikeni çıkarmaya çalışıp çabalamaktayım ama kaza ve kader, “Bu, senin başaramayacağın bir iş” demekte.

Her rüz dilem beziri bari digerest

Erliği, Hayber kapısını koparandan, kerem sırlarını Kanber’in efendisinden sor. Hâfız, Hak feyzini sadakatle istiyorsan kaynağını Kevser Sâkisinden sor!

Merdi zikenendei deri Hayber purs

Şuh, şen güzelle, berbat ve neyi alıp bir bucak, kimsenin karışıp görüşmediği bir yer, bir şişecik de şarap bulduk da iliğimiz, damarımız şaraptan kızıştı mı Hâtemi Tâyy’ın ihsan ve kereminden bir arpa tanesine bile minnetimiz kalmaz.

Bâşâhedi şüh u şengu bâberbatu ney

Gözümüze suretinden başka bir şey görünmemekte; civarından başka bir yere uğrayamıyoruz. Uyku, herkese hoş gelir ama senin hüküm sürdüğün bu zamanda ne çare ki bizim gözümüze bile girmemekte!

Cuz nakşı lu dernazar neyâmed mârâ

Ne o Çigil mumunun hikâyesini söylemeye imkân var, ne yanan gönlümün halini anlatmaya kudret! Gönlümün gamını anlatabilecek bir tek dostum bile yok da o yüzden gam gelmiş, bu daralmış gönlümde mekân tutmuş!

Ni kıssai an şem'i Çigil bitvanguft

Ey dost, gönülden düşmanlara cefa etmek isteğini çıkar, vazgeç bu sevdadan, onlara aldırış etme. Bir güzel yüzlüyle, aydın şarap çekedur. Hüner ehline bağrını aç, naehillerden eteğini çek!

Ey dost dil ezcefâyı düşmen derkeş

Şarap gibi gamdan coşmaya, gam askeriyle savaşmaya ne lüzum var? Bıyığın yeni' terlemiş, dudağından şarabı uzaklaştırma., yeşillikte şarap içmek pek hoştur!

Çün bade ziğam mebâyedet cüşiden

Ey rüzgâr, ahvalimi ona gizlice söyle, gönlümdeki sırrı yüzlerce dille anlat. Fakat usandıracak tarzda söyleme sakın; söz arasında şöyle bir gelimine getir de söyle!

Ey bâd hadisi men nihâneş migü

Bu gece derdinle kanlar içinde uyuyacak, huzur ve istirahat yatağına girmeyeceğim. İnanmıyorsan hayilini yolla da görsün, sensiz nasılım, ne halde uyuyorum ?

Imşeb ziğamet miyanı hon hâhemhuft

Vefadan dem vuran her dost düşman kesildi; temiz geçinenlerin etekleri bulaştı. Gece gebedir derler ama ne acayip şey! Hiç bir er yüzü görmediği halde kimden gebe kaldı acaba?

Her dost ki dem zed zivelâ düşmen şud

Sihirde üstadı Bâbil sihirbazları olan gözünün natırından sihirler, afsunlar gitmesin.

Güzelliği, kendisine kulağı küpeli bir köle yapan kulağına da dilerim, Hâfız'ın inci gibi şiirleri küpe olsun!

Ceşmi tu ki sihri Bâbulest ustâdeş

Boyu, hakikaten bir selviye benzeyen ay yüzlü güzel, eline ayna almış, yüzünü bezemekteydi.

Kendisine bir mendil hediye ettim, dedi ki: Bununla vuslatımı mı istiyorsun, sendeki bu hayal, ne olmayacak hayal?

Mâhi ki kadeş beserv mimâned rast

Muradıma erişmek için bütün ömrümü zayi eder dururum. Felekten ne kazandım, ne fayda elde ettim ki? Kime sana dost oldum dediysem bana düşman kesildi, vah ne de yaman talihim varmış!

‘Omri zipeyi murâd zayi' dârem

20.

Gençlik çağları., şarap içmek, bıyıkları yeni terlemiş gençlerle zevku safaya dalmak daha doğru, daha münasip. Dünya, baştan başa yıkık bir kervansaraydan ibaret., yıkık yerde harap olmak daha doğru!

Eyyâmı şebâbest şerâb evliter

Senin olurum, gönlünü hoş tut, sabret, düşünme dedin. Fakat sabır nerde ki? Gönül dediğin de bir katra kan ve binlerce endişeden ibaret bir şey!

Guftı ki tura şevem medar endişe

Güzellikte benzeri olmayan o ay, o misk benli dilber, elbisesini soyununca şeffaflıktan göğsündeki gönlü bile görmek mümkün: Sâf ve berrak suda mermer parçasına benzer katı bir şey!

Mâhi ki naşiri hod nedâred becemâl

Ömür viranesinin çevresine sel bastı, hayat kadehi de dolmaya başladı. Hocam, uyan.. zamane hammalı, ömür evinden pılıyı pırtıyı tatlılıkla çekip durmada!

Siylab girift gerdi viranei ömr

O neşeyi avlayan kadehi elime sun, o sevgiliye benzeyen kadehi ver! Çıldırdım ben; o zincir gibi kendi kendisine kıvranıp bükülen şarabı getir, sun elime!

An câmı tarabşikâr berdestem nih

Halkı cennetle cehenneme bölüştüren, o halledilmez düğümleri halleden Ali, elbette bizi elden ayaktan düşmüş bir halde bırakmaz. Bu kurt gibi kapıcılık, bu zulüm, ne vakte kadar sürecek ? Ey Tanrı Arslanı, kendini göster, düşmanı kahreden pençeni izhar et!

Kassam ı behiştu düzah an ukde gusây

Seni öpmek, kucaklamak isteğiyle öldüm, taze ve lâtif lâl renkli dudaklarının hasretiyle bittim. Hikâyeyi uzatmayalım, kısa keseyim. Gel, tekrar gel., seni bekleye bekleye mahvoldum!

Der arzuyi büsu kinâret murdem

Ey açılmamış goncayı utandıran, mahmur nergisi hayran eden güzel, gül nasıl olur da seninle beraberlik davasına kalkışır? O aydan nurlanmakta, aysa senden!

Ey şerm zede gonceı mestur eztu

Şarap alıp bir ırmak kıyısına gitmek, gamdan bir tarafa savuşmak gerek., ömrümüz, gül gibi on günceğizden ibaret., bu müddet içinde dudağımızın gülümser, yüzümüzün teni taze olması lâzım!

Bâmey bekenârı cüy mibâyedbüd

Belindeki kemere el attım; sandım ki orada bir şey var. Fakat kemerin o belden elde ettiği meydandayken ben kemerden ne elde edebilirim ki?

Men bâkemeri tu dermiyan kerdem dest

Ay yüzlünün yüzü, güneş gibi parlamaya başladı. Dudaklarında terleyen bıyıklar Kevser kaynağım tozlandırdı. Bütün gönülleri çene çukuruna attı da sonra o kuyunun ağzım amberle kapattı!

Mahem ki ruheş rüşeni-i hor bigirift

Sevgili, sümbül saçlarının gölgesinde yasemin yetişmiş, yakut dudağın, Aden incisini meydana getirmiş. Dudağın gibi sen de küpte beslenmiş olan ve bir ruha benzeyen şarapla can besle, daima şarap içmeye koyul!

Ey sâyeı sunbulet semen perverde

Neşe veren şarabı al, gel. Aşağılık rakipten kaç, gizlice gel. Düşman, otur, gitme derse dinleme! Sen benim sözüme bak, hadi gel!

Bergir şerâbı tarab-engiz biyâ

Seher yeli, bahçede güle dadılık etmeye başlayınca gülü, gelin bezeyen kadın gibi bezedi. Elinde gölgeden güneşe gidecek kadar bir aman varsa durma, hemen bir güneş yüzlü dilberle bir gül gölgesi ara!

Derbâğ çü şud bâdı şabâ dâye-ı gul

Bu gül, bir sevgilinin, bir solukdaşın göğsünden gelmekte; gönlüm, ondan pek neşeleniyor. Renginden de birisinin kokusunu duymaktayım, o yüzden daima onunla hemdem oluyorum.

In gul ziberi hemnefesi miyâyed

Felekten her hususta ümitlen, meyus olma. Fakat aynı zamanda da âlemin dönüşünden kork, söğüt gibi titre. Dedin ki: Kara renkten öte bir renk yok, ondan daha iyi bir renk olamaz., âlâ ama neden kara saçlarım ağardı öyleyse?

Ezçerh beher göne hemidâr umid

Dünya güzellerini altınla avlamak, meyvalarını altınla güzelce elde etmek mümkün, âlemin sultanıyken bak, nergis bile nasıl altına baş eğmiş!

Hübânı cihan şeyd tevankerd bezer

Gözlerinden sihir ve hile yağmakta. Ne yazık, o gözlerden savaş okları yağıyor. Dostlardan ne tez usandın, ah senin gönlünden., o gönülden daima taş yağmakta!

Çeşmet ki fusünu reng mibared ezo

Âlemden murad almak istersen dudağını, kadehin dudağından bir an bile ayırma. Cihan kadehinde acıyla tatlı karışıktır. Acıyı kadehin dudağından dile, tatlıyı sevgilinin dudağından!

Leb bâzmegir yek zeman ezleb-i câm

Sen öyle bir dolunaysın ki gUneş bile sana kul olmuş; sana kul olalı da parlak bir hale gelmiş., parlak güneş ve ay, senin yüzünün ziyasından ziyalanmış!

Tu bedri vu horşıd tura bende şudest

Ne dünyanın devleti sitem çekmeye değer, ne sarhoşluğundaki lezzet, elem çekmeye! Hattâ ne de cihanın yetmiş yıllık neşesi, bu yedi günlük gama!

Ni dovletı dunyi besitem mierzed

Keşke baht uygun olsaydı, yahut zaman yardım etseydi! Mademki kocalık, gençliğimin elinden dizgini kaptı; bari o, özengi gibi yerinde dursaydı!

Ey kâşki baht sâzkâri kerdî

Sevgiliye dedim ki dudağın nedir? Abıhayat dedi. Ya ağzın dedim; âlâ ve lezzetli bir şerbet dedi. Dedim ki: Hâfız da senin sözünü söyledi. Ne hoş, ne hoş, diye cevap verdi!

Güftem ki lebet guft lebem Abı Heyât *

 

1.

Allah bilir vücudümden ancak bir hayal kaldı. Hayal sanıyorum ya, hatta hayalin de bir hayali!

‘Alimallah heyâli zitenem biş nemand
Bel kezan niz heyâlist ki mipındârem

2.

Hicran hikâyesiyle ayrılık destanı henüz bitmedi, fakat ömrümün tornan dürüldü, sona erdi!

Henüz kıssai hicranu dastânı firak
Beser nereftu bepâyan resi d tömârem

3.

O taraftan bu aşktan vazgeçmeyi ne kadar istersen bu taraftan sevgi o kadar çoğalıp durmada!

Feragat zan taraf çendan ki hâhi
Vezin cânib mahabbet mifezâyed

***

 

1.

Oğul, dünya anasından gönlünü çek, kocasının yarısının sonuna ulaş. Fakat bu derece inceliği, Hâfız gibi onun yüzüyle neşelensen ömrünü zevku safada geçirsen bile kalb sanatı yapmadıkça bilemezsin [*].

Berdâr dil ez mâderi dehr ey ferzend

 2.

Ey meclisteki çalgıcı, bizim o güzel sesli sazımızı düzene koy, çal da Sadi'den halimize uygun bir iki beyit oku!

Hâfız’ın, yüzüne hayran olduğu sevgilinin adını öğrenmek istersen “Saf” a bak, sonra da “Min ba’dî” nin sonunu oku !

Ey mutrıbı hoşhan biyâr an sâzı hoşâvâzâr

ŞÜBHELİLER

Bu kısım ana kaynaktan alınmamıştır.

 

Kaynak: HÂFIZ DİVÂNI ŞİRÂZÎ Çeviren: ABDÜLBÂKIY GÖLPINARLI, MEB, 1992, İstanbul



Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar