Fütûhâtü’l-Mekkiyye Okuma Kılavuzu
(Kitabın bütün bölümlerinin tanıtımı
ve özeti)
Hazırlayan: M. İbrahim Muhammed Salim
Tasavvuf ve İslam düşünce tarihinde
büyük bir etkisi olan ve tasavvuftaki otoritesi nedeniyle Şeyhü’1-Ekber, dinî
ilimlerde müceddid oluşu nedeniyle de Muhyiddin lakaplarıyla meşhur olan
Muhyiddin b. Arabî el-Hâtimî 560/1165 tarihinde Endülüs’ün güneydoğusundaki
Tüdmîr bölgesinin başşehri olan Mürsiye’de doğmuş, 638/1240 yılında Dımaşk’ta
vefat etmiş ve orada defiıedilmiştir.
Zahirî ilimlerde pek çok hocadan
yeteri derecede eğitim aldıktan sonra manevî ilimlerde derinleşmek üzere
inzivaya çekilmiş, iç âlemindeki hâzineleri ortaya çıkarmaya karar vermiş ve
uzun süren bir halvet ve riyazet döneminin ardından, kendi ifadesiyle marifet
kapıları kendisine yavaş yavaş açılmıştır.
İbnu 1-Arabî, başta Endülüs şehirleri
olmak üzere, Fas, Tunus, Merakeş, Mısır, Kudüs, Mekke, Medine, Musul, Bağdat,
Diyarbakır, Sivas, Malatya, Konya, Halep ve Şam gibi pek çok İslam beldesini
ziyaret etmiştir.
İbnu 1-Arabî pek çok eser yazmışnr.
Kendisine nispet edilen eserlerin sayısı 850 kadardır. Bu eserlerden 245
tanesinin günümüze ulaşüğı söylenmektedir. En büyük ve en temel eseri “el-Fütûhâtü’l-Mekkiyye”dir.
Diğer eserlerinin el-Fütûhâtü’l- Mekkiyye’nm ilgili bölümlerinin birer
zeyli olduğu söylenmiştir. Bu eserini Mekke’yi ziyaretinde yazmıştır. Kendisi,
bu eserinin ya Kabe’yi tavaf ederken ya da murakebe için Harem-i Şerif te
otururken Allah’ın kendisine açmış olduğu rabbani ilka ve ilahi imla olduğunu
söylemiştir. Dımaşk’a yerleştikten sonra el-Fütûhâtü’l-Mekkiyye’ yi
gözden geçirmiş, ilk nüsha üzerine birçok ilave ve tashih yapmış ve eseri
ölümünden bir yıl önce tamamlamışür.
el-Fütûhâtü’l-Mekkiyye’ nin bazı bölümleri Türkçeye ve başka
dillere de çevrilmiştir. Kitabın Türkçeye tam çevirisine 2006 yılında başlanmış
ve bu çeviri henüz tamamlanmamıştır.
Elinizdeki bu eser
Muhammed İbrahim Muhammed Salim’in Miftâhul-Fütûhâtül-Mekkiyye isimli
eseridir. Eseri “Fütûhâtul-Mekkiyye Okuma Kılavuzu” ismi altında çevirdik.
Yazar, eserinin, bu kitaptan faydalanmaya katkı ve sevenlerine kolaylık olması
için, imkânlar ölçüsünde bölüm başlıklarını ve içeriklerini konu alan özel bir
fihrist olarak hazırladığını söylemektedir. Dolayısıyla elinizdeki bu kitapta “el-Fütûhâtü’l-
Mekkiyye”nin 560 bölümü hakkında tanıtıcı ve özet bilgiler verilmiştir.
Yazar bazen “el-Fütûhâtü’l-Mekkiyye”den geniş alıntılar yapmış bazen de
bölümde anlatılan konuları özetlemekle yetinmiş ve okuyucuyu bizzat bölümlere
yöneltmiştir. Gerekli gördüğü yerlerde de yapnğı alıntılarla ilgili kısa
değerlendirmelerde bulunmuştur. Yapnğı almalarda geçen ayetlerin sure ve ayet
numaralarını belirtmemiştir. Okuyucuya kolaylık sağlaması düşüncesiyle bunları
dipnotta tespit ettik. Bazı şahısların biyografilerine yine dipnotta yer
verdik. Tercümede zaman zaman metinden kaynaklanan zorluklarla karşılaştık. Bu
zorlukları aşmada “el-Fütûhâtü’l-Mekkiyye”nin matbu nüshalarına müracaat
ettik. Matbu nüshaların çözemediği problemleri de bizzat müellifin el yazması nüshasına
müracaat etmek suretiyle aşmaya çalıştık.
Kitapta geçen bazı
kavramların tercümelerini verdik, bazılarını da Tasavvuf ve İslam Düşüncesi
literatüründe kullanılmış olması hasebiyle olduğu gibi kullandık.
“el-Fütûhâtü7-Mekkiyye” gibi bir eserin tercümesi oldukça
zordur. Bunun için yaptığımız tercümeyi kaynak nüsha üzerinden takip ederek
birkaç defa gözden geçirdik. Mümkün olduğunca akıcı ve anlaşılır bir metin
ortaya çıkarmaya çalıştık. Bu çalışmanın İbn Arabi severlere ve okurlarına
yararlı olmasını diliyoruz.
Son olarak tercümede her
türlü yardımını ve desteğini gördüğüm Eyyüp Tanrıverdi’ye ve kitabın
editörlüğünü üstlenen Ersan Güngör’e teşekkür ederim.
Ali Akay
1
- “el-Fütûhâtü ’l-Mekkiyye ” kitabı el-Emiriyye Matbaasında birkaç cilt halinde
neşredilmiştir. Bu neşir birkaç baskı yapmıştır. Mustafa el-Halebî Matbaasında
da Emir Abdulka- dir el-Cezairî nezaretinde dört cilt halinde neşredilmiştir.
Bunun da birkaç baskısı vardır. Elimizdeki Beyrut baskısı, el-Halebî baskısına
uygun ofset baskıdır. Sekiz cilttir.
2-
Bu kitapta güvenilir baskılardan ayrılmış olmadım.
Çünkü elimdeki nüsha tahkikli, nodanmış, hata ve yanlışlardan uzaktır.
3-
Daha önce Efendim Muhyiddîriin hayatını, menkıbelerini
bazı görüşlerinin savunusunu içeren, “Te’yidus-Sûfiyye
fil-Mecmû.'atıl-Hatemiyye” isimli bir kitap yazdım.
Ayrıca “Hallul-Garîb
min Akvâli’ş-Şeyh Radıyallahu Anh” isminde bir cilt halinde basılan bir
kitap daha yazdım.
Bu
zevkleri ve müellefatı bilmeyen kişiye düşen şey, sufi- lerin yolunu bilfiil
takip etmek ve meşreplerini ve sahih ilimlerini onların yolunu takip eden
mürşit bir üstattan almaktır. Allah’ın izniyle onlar da her asırda mevcuttur.
Güvenilir araştırmacı aradığını bulur. Son olarak, sakin bir şekilde Allah
ihsan edinceye kadar onların kitaplarını anlamaya çalışmak gerekir.
Kendisinden istenen sadece Allah’tır.
Muhammed İbrahim Muhammed Salim
Hamd Âlemlerin Rabbi olan
Allah’adır. Salar ve Selam Peygamberlerin en şereflisi olan Efendimiz
Muhammed’e bütün Âl ve Ashabı’nadir. Bundan sonra:
Efendimiz Muhyiddîn b.
Arabi’nin (r.a.) “el-Fütûhâtü'l- Mekkiyye” isimli kitabı, sufiliğin
azığı, Muhammedi ilimlerin hâzinesidir. Onun telif edildiği yere ve telif
biçimine dikkat çekmek istiyorum. eş-Şeyh (r.a.) onu Kâbe’nin yanında telif etmiştir.
Telif esnasında bu kitaba özgü bazı harikuladelikler tezahür etmiştir. Şöyle ki
eş-Şeyh onu bir süre Kâbe’nin üstüne koyar. Güneş ışığı ve rüzgâr ona zarar
veremez. Bu duruma oradakiler de şahit olurlar. Ben onun (r.a) gözetiminde
sülük hayaümın başlangıcından şu ana kadar bu kitaptan büyük ölçüde
faydalandım. Allah ehli yolundaki seyirdeki seri ilerleyişte onun büyük bir
etkisi vardır. Sevgili dostlarım da onu tedarik ettiler, faydalandılar ve onu
okumakla meşgul oldular. Bu kitaptan faydalanmaya katkı, sevenlerine kolaylık
olması ve okunmasının devam etmesi için, imkânlar ölçüsünde bölüm başlıklarını
ve içeriklerini konu alan özel bir fihrist hazırlamaya kalkıştım. Kısaltmalar
yapmanın imkânı olmadığı durumlarda, aşığını bizzat kitabın bölümlerine yönelttim.
Tabiî ki sufî zevklerin azıklarına kuvvetle sarılan sali- kin durumu budur.
Bundan sonrası için kitaba bakınız. Başarıya ulaşüran Allah’tır.
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla
Yegâne inci, değerli cevher, sırların
benzersizlerini ve nurların parıltılarını ihtiva etmiştir. eş-Şeyh orada onun
hatemi- yetine özellikle “hemziyye kasidesinde” işaret etmiştir.
Fihriste özgü bir bölümdür. Kitabın
bölümlerinden sayılmamaktadır. Altı fasıldır.
Şu konuları içerir:
2-
ilmin türleri hakkında özel bir vasıl.
3-
Bu yüce tarikatın, sebepler, temeller, ahlak ve
hakikat şeklindeki dört kısmının özeti.
4-
Genel olarak İslam ehlinin yani taklit ve tetkik
ehlinin akidesi.
5-
Eğitimsiz ve eğitimliler hakkında vasıl.
6-
Allah ehlinden ihtisas ehlinin tetkik ve keşif
arasındaki itikadı hakkında bir vasıl.
Bu kitapta yazdığım
şeyler, yaratılışının sırlarından aldığım ruhun ve benimle onun arasındaki
sırların bilinmesi hakkındadır.
Kendisinden ilahi
ilimlerin elde edildiği tafsili ruh hakkında önemli bir bölümdür. Onun “el-Imâmul-mubin‘veya
“el-kvhul-mahfûz" veyahut “en-nefiul-küllîye” olarak isimlendirildiğini
anladım.
Harf ve harekelerin
âlemdeki mertebeleri ve ona ait olan el-esmâul-hüsnâ’\\\x\ bilinmesi,
kelimelerin bilinmesi, ilmin, âlimin ve malumun bilinmesi hakkındadır.
Bu bölüm üç fasıldır:
1-
Birinci fasıl, harf ve mertebelerin, küçük harfler
niteliğinde olan harekeler ve ona özgü ilahi isimlerin bilinmesi hakkındadır.
2-
ikinci fasıl, kendileriyle kelimelerin birbirinden
ayırt edildiği harekelerin bilinmesi hakkındadır.
3-
Üçüncü fasıl, ilim, âlim ve malumun bilinmesi hakkındadır.
Allah’ın kitabında kendisine ıtlak
ettiği kelimelerin içeriklerinden ve Resûlunün dili üzere gelen teşbih ve
tecsimden O’nun tenzih edilmesinin bilinmesi hakkındadır. Allah, zalimlerin
nitelemelerinden münezzehtir.
Muhdes ilmin, Hakk’ı bilmedeki aczini
inceleyen önemli bir bölümdür. Ayrıca sinaî, tekvini, sudûrî ve ibdaî vs. mehillerin
çeşideri incelenmiş ve teşbihi ayeder açıklanmıştır.
Âlemin başlangıç sebebi ve bütün
âlemdeki esmâ-i hüsnâ’nın mertebeleri hakkındadır.
Âlemin başlangıcının aslı ve
isimlerin onun yaratılışına yönelmesi hakkında önemli bir incelemedir.
Bismillahi’r-rahmâni’r-rahîm’in ve
Fatiha’nın, bütün yönlerden değil de sadece bir tek yönden sırlarının
bilinmesi hakkındadır.
Besmele, Fatiha ve Bakara Sûresi’nden
birkaç ayet hakkında bir incelemedir.
Ruhanî yaratdışın başlangıcının ve
onda ilk yaratdanın kim olduğunun ve neden yaratıldığının, nerede yaratddığı-
nın, hangi örneğe göre yarauldığının, niçin yaratddığının, gayesinin ne
olduğunun bilinmesi, büyük ve küçük âlemin feleklerinin bilinmesi hakkındadır.
Başlangıç ve yaratılış açısından
âlemin sırlarını toplayan önemli bir bölümdür.
Büyük âlemde mevcut olan türlerin ve
müvelledât[1] kategorisinin en sonuncusu
olan beşerî cisimlerin başlangıcının bilinmesi hakkındadır.
Alemin özellikle de beşerî cisimlerin
yaratılışının mertebeleri hakkındadır.
Âdem’in (a.s.) yaratıldığı çamurun
mayasının arta kalanından yaratılan yerin bilinmesi hakkındadır. Bu, hakikat
arzıdır. Ondaki bazı gariplikler ve acayiplikler zikredilmiştir.
Karınca arzının incelenmesi. Bu
bölümün sırları sonuna kadar açıkur. Bu küllî misal arzıdır.
Yalın ateşten yaratılan ruhların
bilinmesi hakkındadır.
Cinler ve halleri: Yaraulışları,
üremeleri, itaaderi, isyanları incelenmiştir. Bu bölüm, önemli sırlar
içermektedir.
Mülk devrinin, onda ilk mevcuttan
ayrılan ilk şeyin, son ayrılandan ayrılan son şeyin, ikisinden ayrılan şeyin
yerinin ne ile dolduğunun bilinmesi, hükümdarı gelinceye kadar Allah’ın bu
memleketi hazırlamasının, fetret dönemi olan Hz. Isa ile Hz. Muhammed
arasındaki âlemin mertebesinin ne olduğunun bilinmesi hakkındadır.
Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) liderliğini incelemedir.
Ulvî babalarımızın ve süfli
annelerimizin bilinmesi hakkındadır.
Yüce âlemdeki ulvî baba ve
annelerimiz, küllî nefis, tabiat, hebâ, küllî cisim hakkında bir incelemedir.
Tabiatların ve rükünlerin babalığı ve anneliği de incelenmiştir. Sırları çok
olan bir bölümdür.
Efendimiz Muhammed’in (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) feleğinin devrinin bilinmesi hakkındadır. Bu dönem, liderlik
dönemidir. Bu dönemde zaman, Allah’ın kendisini yarattığı gündeki
biçimindedir.
Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) liderliği ve ona özgü nitelikleri hakkındadır.
Arşın taşıyıcılarının bilinmesi
hakkındadır.
Bu bölüm arş ve onun taşıyıcıları
hakkında olup geniş bir bölümdür. Surederin, ruhların ve gıdaların çeşiderini
de kapsamaktadır.
Nebilerin yani Veli Nebilerin, Hz.
Adem’den (a.s.) Hz. Muhammed’e (salla’llâhü aleyhi ve sellem) kadar mükemmel
ümmederin kutuplarının sırlarının bilinmesi; Kutup, Allah’ın kendisini
yarattığı günden beri tektir, ölmemiştir ve meskeninin nerede olduğunun
bilinmesi hakkındadır.
Eşsiz bir sır olan
velilerin nübüvveti hakkında önemli bir incelemedir. Bu bölümle tek Kutup —ki
o Ruh-u Muhammedi'dir ve meskeni bilinen mühürdür- vb. sırlar incelenmiştir.
Nefeslerin bilinmesi,
onların muhakkik kutuplarının ve sırlarının bilinmesi hakkındadır.
Bu bölümle kutupların
sırları, zikrin türleri kavratılmaya çalışılmıştır.
Süfli menzillerin ve
kevnî ilimlerin bilinmesi, onlardan Allah’ı bilmenin ilkesi, evtâd (direkler),
ebdâl ve ulvî ruhlardan onlara hükmedenlerin ve süfli menzillerin feleklerinin
tertibinin bilinmesi hakkındadır.
İblisin geldiği dört
cihet, evtâd ve evtâd’ın ilimleri ve mertebeleri incelenmiştir.
Kevnî ilimlerin
bilinmesi, yardımcı temel ilahi ilimlerin miktarının bilinmesi hakkındadır.
Bu bölüm şu önemli
hususları içermektedir:
1-
Kevnî ilimlerin intikalleri, yaratılış ve tekvinin
devamlı oluşu.
2-
İlahî ilimlerin yani Allah’ı bilme ilminin eşyaya
intikalinin nasıllığı. Bu gerçekten önemli bir konudur.
3-
Allah’ı bilmemizin taallukunun ne olduğu ve Hakk’ın
tercihi ile ilgili bir incelemedir.
4-
Hak için ihtira (icat etmek) ne demektir.
5-
İlahî isimler ve onların Hakk’ın zatı üzerine ilave
varlıklar değil de nispeder olması.
6-
Suretin aynalarda berzah mertebesine ait bir ceset
olması. Aynalar da berzah mertebesinin suretlerini veren şeylerden biridir.
7-
İnsan-ı kâmilin tamlığı, âlemle arasındaki benzerlik,
insanın afdaliyetinin kaynağının onu Allah’ı bilmiş olması ve Allah’ın onu
tafdil etmesi. Yani kemal, fazilet boyuncadır.
8-
Hakk’ın bir tek subuti sıfaundan başka şifan yoktur. “Onun
da uluhiyyet olduğunu anladım. ”
9-
Son tahlilde kulların içinde oldukları durum hakkında
merhametlerinin caiz olması yani rahmetin kapsamlılığı. Zira isimler yokluk
nispetleridir, işin kaynağı bir tek Zat’a döner. Dilediğini yapma O Zat’a
aittir. Rahmet gazabı geçmiştir.
10- Cevazı Allah’a
ıtlak etmek, Allah’a karşı bir su-i edeptir. Cevazı mümküne ıdak etmekle maksat
hâsıl olur. En uygun olan budur. Çünkü bu konuda şeriaun getirdiği bir hüküm
ve aldın gösterdiği bir delil yoktur. Rahmetin genel olması, cehennem ehlinin
cehennemde ebedi olarak kalmasıyla çelişmez.
Müteheccidlerin (Geceleyin uyanık
kalanların) ilimlerinin, ilimlerinin ilgili olduğu meselelerin, ilim
mertebelerindeki miktarının, varlıkta ondan ortaya çıkan ilimlerin bilinmesi
hakkındadır.
Teheccüd ilmi, isimlerin nispet
olması ve âlemin varlığının sebebi hakkında bir incelemedir.
İlimlerin artış ve eksiliş sebebinin
ve Allah’ın "De ki Rab- bim ilmimi artır"[2] sözü ile Hz.
Peygamberin (salla’llâhü aleyhi ve sellem) “Allah, ilmi âlimlerin
gönüllerinden çekip almaz, âlimlerin canım almakla ilmi alır" sözünün
anlamı hakkındadır.
Nazarî ve tecrübî ilimler ile
ilimlerde artış ve eksiliş sebepleri hakkında bir incelemedir.
İsevî ilim, nereden geldiği, nerede
son bulduğu, keyfiyeti, âlemin uzunluğuyla mı genişliğiyle mi veya her ikisiyle
mi ilişkili olduğu hakkındadır.
Tekvin, rahmani nefes, Hz. İsa’nın
(a.s.) ölüleri diriltmesi, ruhlar ve manalar âleminin uzunluğu, cisimler ve
tabiat âleminin genişliği hakkında ince sırlardır.
Bu bölümle, rahmetin gazabı geçtiği,
cehennem azabının süresi de incelenmiştir.
Üç kevnî ilmin ve bunların
birbirlerine dahil olmalarının bilinmesi hakkındadır. Alemin tekten yaratıldığı
hakkında bir incelemedir.
Menzillerin menzilinin ilminin ve
bütün kevnî ilimlerin tertibinin bilinmesi hakkındadır.
Menzillerin esasları hakkında geniş
bir bölümdür. Bu bölüm, “el-Keşkûl”un baş kısmıyla beraber tedvin
edilen “Sırrul- Menâzil” isimli risalesinin yol göstermesiyle iktifa
ettiğim bir bölümdür. (Bu risalenin el yazması yanımda mevcuttur.)
Korunmuş kutupların ve
korunmuşluklarının sırlarının bilinmesi hakkındadır.
Melamîler olan kurbet ehlinin
hallerinin tarifidir.
Kevnî ilimlerden gelen şeylerin,
onların içerdiği garipliklerin, âlemde kimlerin onları elde ettiğinin bilinmesi;
kutupların mertebelerinin, iki şeriat arasındaki ortaklığın sırlarının,
nefesler âlemine ve nefeslere âşık olan kalplerin ve onların aslının,
menzillerinin sayısının bilinmesi hakkındadır.
4-
Eyneyyenin (neredeliğin) Hakk’a nispeti.
5-
İki şeriat arasındaki müştereklik.
7-
Nefesler, menzilleri ve bunu gerçekleştirenler.
Uzun ömürlü özel uzun
direğin, dört tür ilim bahşedilmiş kutupların sırlarının, menzil ve menzillerin
ve âlemden oraya girenin sırrının bilinmesi hakkındadır.
Bu bölüm şu konuları
içerir:
1-
Efendimiz Hızır ve Şeyhin onunla toplantıları.
2-
Zahir, baun, had ve matla’ın adamları, ilimleri,
makamları.
3-
Menzil ve menzillerin sırları.
Remiz sahibi kutupların
bilinmesi, tarikattaki ilimlerine ve sırlarına işareder hakkındadır.
a-Ezel b-Ebed c- Halin
sırrı d-Harf ilmi
“Vuslata er, ben de
sana kavuşmaya niyetlendim” kutuplarının sırlarının bilinmesi hakkındadır. Bu nurânî âlemin menzillerinden
biridir.
İlahî vuslat ve yakınlık,
pabuçların giyilmesi ve çıkarılması, Musevî kelam hakkında bir incelemedir.
“Elem tere keyfe”[3] kutuplarının bilinmesi hakkındadır.
Soruların esası hakkında
bir incelemedir. Soruların esası dörttür. 1-hel (mı, mi) 2-ma (ne) 3-keyfe
(nasıl) 4-lime (niçin)
Bunlardan hangileri Hak için
kullanılabilir, hangileri kullanılamaz. Şeyh in bu konudaki isabetli görüşü.
Selman’ı Ehl-i Beyt’e katan sırrın ve
ona mirasçı olan kutupların ve sırlarının bilinmesi hakkındadır.
Özel kulluk -ki o Selman-ı Farisî
Efendimize vâris olan kutuplara özgü bir sırdır-, Al-i Beyt’in arındırılması
ve Allah katındaki yerleri hakkında bir incelemedir. Bu inceleme insanların
Ehl-i Beyt’e karşı görevlerinin neler olduğunun bilinmesi açısından önemlidir.
Birinci ve ikinci tabakadan binici
kutupların bilinmesi hakkındadır.
İbadet ehlinin makamları hakkında
olup önemli bir bölümdür.
Süvarilerin esaslarının bilinmesi
hakkındadır.
Süvarilerin esasları çoktur. Onlardan
bazıları şunlardır:
1 - Güç ve kuvvetten
teberri.
2-
Benim dilimle konuşur, benimle görür, benimle işitir
tevhidi. Bu esasa göre Resul ve Nebilere özgü şefi hükümleri ve velilere özgü
İlahî marifetleri inceleme.
4-
Sufîlerin Hakk’ın isimlerinin O’na nispetinin
hakikatini bilmeleri. Bölüm onların sıfadarını da zikreder.
ikinci tabakadan üzengi
sahibi yönetici kutupların bilinmesi hakkındadır.
Müdebbir ve mufassıl
isimlerine dayanarak tedbirin incelenmesi. Bölümde, ahiretteki diriliş dakik
bir şekilde incelenmiştir. “Gece uyumanız ve gündüzün fazlından aramanız
Onun ayetlerindendir”[4]
ayeti açıklanmıştır.
Niyetçi kutupların,
sırlarının ve esaslarının keyfiyetinin bilinmesi hakkındadır. Onlara
“niyyâtiyyûn” denilir.
Niyet hakkında geniş bir
incelemedir, isimlere ait nispetler, işitmenin türleri, nefis muhasebesi,
makam ve niyetçile- rin sıfatları hakkındadır.
Nefesler menziline ulaşıp
durumları müşahede etmiş şahsın bilinmesi hakkındadır. Allah’ın izniyle onları
zikredeceğim.
idrakler ve idrak
kuvvetinin incelenmesi, bilinen güçlerle mutat olmayan yollardan elde edilen
ilimlerin incelenmesi, Rahman isminden yansıyan dakik sırların incelenmesi,
Amâ, arş, Rab ismi, Rahman ismi, dünya semasına inme, insanın özellikleri,
insanın (Allah’ın) suretinde yaratılması, HakTeâlâ’nın gecenin son üçte birinde
dünya semasına inmesinin incelenmesi.
Nefesler menziline
ulaşmış şahsın ve ölümünden sonraki sırlan- nın bilinmesi hakkındadır. Bu
bölümde şu hususlar incelenmiştir
1-
Meânî sıfatlar, nefsî sıfatlar.
2-
Allah’ı bilmede akıllıların acizlikleri.
4-
Velilerin ilimlerinin kaynağı.
5-
Hak Teâlâ’nın idrak edilmesi.
7-
Mütehakkıkların görme, işitme ve diğer güçleriyle
gösterdikleri kerameder ve harikuladelikler. Bu makam sahiplerinden olan
ölülerin durumu.
8-
Şeyh’in babası, makamı, ölüm anındaki durumu; öğrencisi
ve takipçisi Bedru 1-Habeşi’nin durumu.
İsevîlerin, kutuplarının ve
usullerinin bilinmesi hakkındadır.
Bu bölümde şu hususlar incelenmiştir:
1-
Muhammedi şeriatın genelliği, önceki şeriadarı içine
alması.
2-
Yûnus’tın (a.s.) ve Isa’nın (a.s.) dönemlerine ait
diriler. Bu konuda rivayet edilen hadisler.
İsevî kutupların ve sırlarının
bilinmesi hakkındadır.
Sufîlerin hallerinin isteklilere
aktarılması, bu konuda Resûlullah’tan (a.s.) getirilen deliller.
Kur anın icazı nedir?
Tabiatları telif ve
tahlil etme ilmi. Bu ilim, Allah’ın Âdem’e (a.s.) öğrettiği isimler ilminin
yarısı üzerine bina edilmiştir.
Kıyametin sırları.
Muhammedi makama muttali
olmuş kutupların ve ona ulaşmamış kutupların bilinmesi hakkındadır.
Ubudiyyet hakkında bir
incelemedir. Seçkinlerin en güzel talebidir. Şeyh’in, ubudiyetteki bir makam
hakkında beyanı. Allah onunla bizi sağlamlaştırsın! Amin!
Hak, kendisini kendi
kaundan kovduğunda velinin düştüğü makamın bilinmesi hakkındadır.
Bu durumun vasıtasız ve
vasıtalarla incelenmesi.
Âdemi hübût (düşüş).
Velinin makamdan düşüşü
neye yorumlanır.
Kulluk ve dünyada
Seçkinlerin mükellefiyetinin gerekliliği.
Övünmek her şeyin yolda
olmadığını gösterir.
Abdulkadir el-İcî’nin ve
öğrencisi Ebû Suûd b. eş-Şiblî’in halleri.
Kevn ilimlerinden cüzî
ilme komşu menzilinin, tertibinin, sırlarının ve kutuplarının bilinmesi
hakkındadır.
Harikuladeliklerden,
mucizelerin, kerametlerin ve sihrin türlerini açıklamıştır.
Bunlardan her birinin arasında olan
önemli farklar ve sırları.
Alimu 1-Esved’in “mescidin
direğini önüne alan kimseye o altın olur”sözünün açıklaması. Bu sözün
ibaresi şöyledir: “ey bu (şahıs)! Şüphesiz ki varlıklar değişmez ama sen
Rabbinin hakikati için onları böyle gördün. ”
Musevî asâ.
Gece ehlinin, tabakalarının farklı
farklı olmasının, mertebelerindeki farklılığın ve kutuplarının sırlarının
bilinmesi hakkındadır.
Gece ehlinin halleri, eşyanın ve
âlemin yaratılışının mahiyetinin kavranması. İkisinin arasındaki şeyin ortaya
çıkması için bir mümkün ve fail gereklidir.
Fütüvvet ve fetâların, menzillerinin,
tabakalarının ve kutuplarının sırlarının bilinmesi hakkındadır.
Fetâların sıfadarının incelenmesi.
İbrahim’in (a.s.) kavmiyle kıssasında
Allah Teâlanın “Belki büyükleri yapmıştır”[5] sözünün açıklaması.
Verâ sahipleri kutuplarından bir
grubun ve bu makamın genelinin bilinmesi hakkındadır.
Vera sahiplerinin halleri ve
sıfatları. Hakk’ın, meleklerin ve âlemlerin onları övmesi ve bu övgünün sebebi.
Behlüllerin[6]
ve onların Behlül mertebesindeki imamları hakkındadır.
Mecnun akıllıların halleri ve
türleri. Onlardan örnekler. Şeyh’in istiğrak hali, eş-Şiblî[7].
Behlüllerden birinin Şeyhle durumunun tasviri.
Erdikten sonra geri dönenin ve onu
geri döndürenin bilinmesi hakkındadır.
Bu bölüm, ermenin anlamını, erenlerin
mertebelerini, vardıkları isimleri, halka dönenlerin türleri, sekiz uzvun adamları
ve onlara ulaşan nurlar, ashabul-akdam/yayan kişiler/ya- yalar olarak
isimlendirilen nebilerin nüktelerinden alanları içine alır.
Az ilmin ve salihlerden onu elde
edenlerin bilinmesi hakkındadır.
İlmin ahadiyyeti ve maltımaun
kesreti.
Vehbî ilimler bahsi- kesbî ilimler.
İlim ne ile sona erer, bu mümkün mü
değil mi?
Mümkünün vaki olduğu konusunda dakik
bir incelemedir.
Süflî menzillerin ve makamlarının
vasfının sırlarının, başlangıcının zikri esnasında arifin nasıl hoşnut
olacağının ve makamının yüceliğine rağmen onlara nasıl özlem duyacağının,
kendisine buna çağıracak şekilde tecelli edecek sırrın ne olduğunun bilinmesi
hakkındadır.
1-
Sonun, başın özlemini çekmesi ve bunun sebebi.
2-
Mümkün varlıklar için bilinen makamlar.
3-
Namaz, zekât, oruç ve haccın neticeleri.
5-
Meleklerle beşer arasındaki üstünlüğün incelenmesi.
8-
İnsanı diğer yaratıklardan ayıran güç.
Bu bundan dolayı böyle
oldünun bilinmesi hakkındadır.
Bu illet ve sebebin
ispatıdır.
Bu bölüm şu konuları
kapsar:
1 - Alemin yaratılışının sebebi ve illeti.
2-
Bir başka yönden rahmetin kapsamlılığı.
3-
Adem’e (a.s.) öğrettiği isimler.
5-
Hakk’ın yön kayıtlarından kurtulması.
6-
Devriye meselesi: İlahî nispederin farklılığından
dolayı şeriatlar farklı farklı olmuştur. Diğer meseleler de önemlidir.
“Ben Rahmanın nefesim
Yemen yönünden buluyorum” haşinin ve bu menzilin ve adamlarının bilinmesi hakkındadır.
İki ağırlığın (insan-cin)
yaratılışının rahmet isimlerinde dayanağı incelenmiştir.
Hayret ve acizlik
adamlarının bilinmesi hakkındadır.
Zat ilmindeki hayret
hakkında ince sırlar.
Nazar ehli ile müşahede
ehlinin hayreti arasındaki fark.
Vera’ ehlinden nefes-i rahman
menziline ulaşmış kişilerin bilinmesi hakkındadır.
Vera’, varlığı, gerçekleşmesi, eşyada
vera’nın dayandığı alametler, vera’ yapılan şeylerde harikulade makamına
ilerlemesi, vera’ ehlinin kerametleri, cin ve meleklerle toplanmaları, kalplerindeki
ilahi tecelliler.
“Kendilerinden daima hayal âlemine
eşlik eden vardır. Bu makamda ona, cima vb. lezzetler kolaylaşır ve onda
çocukları olur. Onlardan bazıları için bu âleminde kalır ve bazılarının çocuğu
şahadet âlemine çıkar. Bu aslında hayaldir, hisse görünmüştür.” Bu makama
erenlerin örnekleri.
Keşif sahibinin onu gördükten sonra
gayb âleminden şahadet âlemine kaçışının sebebinin bilinmesi hakkındadır.
Ruhların özellikleri, asılları,
bedenle ilişkileri, teklifin sırrı, fiillerin kullara nispeti, kulluğun şerefi
konularında önemli incelemelerdir.
Müridin, şeyhin varlığından önce
nefsine telkin ettiği amellerin bilinmesi hakkındadır.
Müride lazım olan şeyler: açlık,
uzlet, susmak, seher. Bu dört şeyin açıklanması.
Gizli olarak gerekli olanlar
şunlardır: tevekkül, yakîn, sabır, azimet ve sıdk.
İşarederin bilinmesi
hakkındadır.
Allah ehlinin,
ıstılahları kendilerine özgü tarif etmelerinin sebebi hakkında bir incelemedir.
Şeytanî tehlikelerin
bilinmesi hakkındadır.
Tehlikelerin kısımları,
şeytanların türleri, İblisin her tayfaya sızma yerleri, vesvesesinden korunmak
için uyarılar ve nasihatler hakkında bir incelemedir.
İstikra ve sağlamını
zayıfından ayırt etmenin bilinmesi hakkındadır.
İstikranın sahih olduğu
ve olmadığı yerleri incelemedir.
İlham ilminin istidlal
türlerinden herhangi bir türle elde edilmesinin bilinmesi ve nefsin bilinmesi
hakkındadır.
“Ona takvasını da
fücurunu da ilham etmiştir”[8] ayeti ile bu ayete benzeyen ayederin
açıklanması.
İlham ile ledünnî ilim
arasındaki fark. Bu dakik bir incelemedir.
İstidlalde bulunan ilham
ehlinin bilinmesi, kalbe dolup taşan ve kalbin temayüllerini bölen ve onları
dağıtan İlahî ilmin bilinmesi hakkındadır.
Allah’ı bilmede aklın acizliğini
incelemedir. Allah’ı bilme mercii kalptir.
Teklifler ve mertebeleri.
Sidretu’l-Müntehâ ve usulü.
Rahmetin kapsamlılığının incelenmesi
ve “Orada ne diri kalır ne de ölür”[9] ayetinin açıklanması.
Mevcut ve mukadder zamanın bilinmesi
hakkındadır.
Âlemin varlık sebebinin incelenmesi,
zamanın mahiyetinin, muhtelif günlerin incelenmesi.
Unsurların, ulvî âlemin süflî âlem
üzerindeki otoritesinin, bu İnsanî âlemin uzak feleğin hangi devrelerinde
meydana geldiğinin ve hangi ruhaniyetin bizim için olduğunun bilinmesi
hakkındadır.
Âlemin yaratılışına yönelik dört
isim, dört melekî hakikat ve onun altındaki, btırûc melekleri, menziller, yedi
gök ve diğerleri, unsurların, rükünlerin ve müvelledâun yaraulışı, insanın
yaratılışı hakkında bir incelemedir.
Cehennemin, azap açısından oradaki
varlıkların en büyüğünün bilinmesi, ulvî âlemin bir kısmının bilinmesi hakkındadır.
Cehennemin yaratılışı hakkında ince
sırlarla dolu bir incelemedir.
Ateş ehlinin mertebeleri hakkındadır.
Ateş ehlinin mertebeleri, rahmetin
kapsamlı oluşunun sırları hakkında bir incelemedir.
İnsanların, dünya ile diriliş
arasında berzahta kalmalarının bilinmesi hakkındadır.
Berzah, hayalî suretler, ahiretteki
dirilişin sırları, hayal gözü, his gözü ve benzeri eşsiz sırları incelemesi
açısından gerçekten önemli bir bölümdür.
Kıyametin ve menzillerinin ve
dirilişin keyfiyetinin bilinmesi hakkındadır.
Ahiretteki diriliş, kıyamet sahneleri
hadisi hakkında bir incelemedir.
Ahiretteki dirilişin sırları hakkında
bölümün sonuna kadar, önemli bir vasıl vardır.
Cennetin, menzillerinin,
derecelerinin ve bu bölümle ilgili meselelerin bilinmesi hakkındadır.
Şu konular incelenmiştir:
-Cennetin mertebeleri ve amellerle
ilişkisi.
-Üç cennetin kısımları.
-Cennet ehlinin sınıfları.
-Son dirilişin sırlan.
-Allah’ı bilmenin
yolları.
-Kıyamet sahnelerini
anlatan bir başka hadis ve yakın mesafeden rüyet.
Zahir ve batın olarak
şeriatın sırrının bilinmesi, hangi ilahi ismin onu var ettiğinin bilinmesi
hakkındadır.
Alemin yaratılışının
başlangıcı, şeriatın dayandığı isim, kanunlar, ilk akıllıların halleri ve
hikmeti ve hikmette doğru yolun salikleri hakkında bir incelemedir.
“Lâ ilâhe illallah
Muhammedun Resûlullah” şahadetinin -ki bu imandır-bilinmesi hakkındadır.
Tevhidin ilim yoluyla ve
iman yoluyla gerçekleştirilmesinin incelenmesi.
“Lâ ilahe illallah” diyenlerin kısımları.
Temizliğin sırları
hakkındadır.
Bu bölüm bazı özel şefi
meseleleri içerir:
Hadesten ve necasetten
taharet, pislik, suların kısımları, diğer temizleyicilerin türleri, taharetin
vasfı, ondaki batini işaretlere itibar ve burada zikretmediğim daha pek çok
konu.
Namazın ve umumi oluşunun
sırlarının bilinmesi hakkındadır.
Bu bölüm, namazın hükümlerini şeriat
diliyle açıklama, hakikat diliyle kendilerine işaret etme konularını ve geniş
olması hasebiyle muhteviyatını burada açıklayamadığım konuları içerir.
Zekâtın sırları.
Bu bölüm, zekâtın hükümlerini şeriat
diliyle açıklama, hakikat diliyle kendilerine işaret etme konularını ve geniş
olması hasebiyle muhteviyatını burada açıklayamadığım konuları içerir.
Orucun sırları hakkındadır.
Bu bölüm, orucun hükümlerini şeriat
diliyle açıklama, hakikat diliyle kendilerine işaret etme konularını ve geniş
olması hasebiyle muhteviyatını burada açıklayamadığım konuları içerir.
Hacc ve sırları hakkındadır.
Bu bölüm, haccın hükümlerini şeriat
diliyle açıklama, hakikat diliyle kendilerine işaret etme konularını ve geniş
olması hasebiyle muhteviyatını burada açıklayamadığım konuları içerir.
İKÎNCÎ CİLDİN BÖLÜMLERİNİN ÖZETİ
Karşılaşma ve sapma esnasında
müşahede sahibinin elde ettiği sırların sayısının ve karşılaşmadan ne kadar
sapuğının bilinmesi hakkındadır.
Bu bölümün içeriği şunlardır:
-Adamların sınıfları hakkında bir
kaside.
-Genel nübüvvet makamı (önemlidir).
-Tenzihin ve teşbihin müşahede ehline
nispeti
-Nebiler ve veliler olarak âlemin
kutuplardan olan rükünleri.
-Hızır ve rütbesi.
-Ayrınülı olarak evliya tabakaları.
-Hakim et-Tirmizî[10]
tarafından sorulan yüz elli beş sorunun cevabı.
Tövbe hakkındadır.
Tövbe ve rükünleri hakkında bir
incelemedir. Bölümün sonunda safîlerin yaptıkları bazı tarifler vardır.
Tövbeyi terk etme hakkındadır.
Özellikle tekrarın olmaması konusunda
büyük incelemeler ve yüce marifederdir.
Mücahede hakkındadır.
Bu Bölümle:
Ariflerden Allah ehlinin mertebeleri,
mevakıf ehlinin ve visal ehlinin (Melamiler) ilahi huduttaki mertebeleri.
Küçük harflerin sırları, mücahidlerin
sınıfları, “... bilelim diye sizi sınamaktayız”[11] [12] ayetindeki sırlar,
şehiderin diri olması, “Allah müminlerin mallarını ve canlarını satın
almıştır" ı;ayc- tindeki sırlar, “attığın zaman sen
atmadın, Allah attı"[13]
ayetindeki önemli talimadar incelenmiştir.
Bu konuda (İbn Arabi) (r.a.) şöyle
der:
“Mutluluk yolu vazedilen (meşru)
yoldur, başkası değil.”
İlahî yazgı.
Bu özetin başında zikredilen Allah
ehlinden dört sınıfın makamlarının sayısı.
Mücahedenin terki hakkındadır.
Bu bölümle:
Mücahedeyi terk sebebi,
Nebi’nin (salla'llâhü aleyhi ve sellem) Kureyş’in ileri gelenleriyle otururken
İbn Ümmi Mektûm’u terk etmesi sahnesi “Âmâ (Abese) sûresi", dünya
hayatının ziyneti, Allah’ın ziyneti konuları incelenmiştir.
Halvetin bilinmesi
hakkındadır.
Halvetin aslı
şeriattandır. Halvetin esası, âlemin cevheri, âlemin suretleri, âlem ve insan,
insanın (Allah’ın) suretinde yaratılması, “Âfâkta ve enfüste ayetlerimizi
onlara gösteririz”[14]
ayetindeki sırlar.
Bu bölümde, şeyhin
halveti istemesi dakiktir. Onların sözlerinden, tarikatta özel bir halvetin
olmadığı anlaşılmaktadır. Tarikatta halvetin şardarı, halveti ihlal edenlerin
türleri ve ihlal sebepleri.
Bu cildin yetmiş altıncı
bölümünde zikredilen dört sınıf adama göre halvet dereceleri.
Celvet olarak tabir
edilen halvetin terki hakkındadır.
Bu bölüm on saurlık bir
özettir. Fakat ilim ve sırlar hakkında saf bir cevherdir.
Uzlet hakkındadır.
İlahî isimler, teşbihi
isimler ve sıfatlar ve bunların kimlere ait oldukları, şeyhin gördüğü gibi
uzlet makamı, tarikatta bilinen uzlet ve faydaları, ubûdet.
Bu cildin yetmiş üçüncü bölümünde
zikredilen adamların uzlet dereceleri.
Uzletin terki hakkındadır.
Uzleti terk sebepleri, “Allah
göklerin ve yerin nûrudur"13 ayetindeki sırlar, insanın
zahir ve batın dirilişi ve onun müdebbir nefsi.
Firar hakkındadır.
Bu bölümle:
Allah’ın Muhammed ümmetine olan
inayeti, insanın ilahi isimlerle irtibatının ihtilafı. Saadet artmadadır. Senin
için artma, ilim elde eden başka bir ismin kelimesine intikalle olur. Yanında
olduğun senin yanında değildir. Seni terk etmediğinde firar kesinleşir. Firar,
kula dünya ve ahirette arkadaşlık eden bir hükümdür.
Firarda adamların dereceleri, bu
cildin yetmiş aluncı bölümünde zikredilen adamların kısımları, incelenmiştir.
Firarın terki hakkındadır.
Bölümün şiirleri eşsizdir,
talimatları da. Özellikle “De ki: eğer babalarınız ve oğullarınız... ”[15]
[16]
ayetinin işareti.
Allah’tan sakınmak
hakkındadır.
Bölümde:
Takvanın incelenmesi.
Sıfat, zamirlerle isimler arasında berzahıdir. Allah Teâlanın “Gücünüzün
yettiği kadar Allah’tan korkup sakının”1'' ayeti ile “Allah’tan
korkulması gerektiği gibi korkun”[17]
[18]
ayetindeki sırlar.
Perde ve örtü takvası
hakkındadır.
Bir’in varlığı ve mümkün
varlıklarla Allah’ı bilme hakkında kapsamlı bir özettir.
Dünyevî sınırlar takvası
hakkındadır.
Bölümün şiiri kemal hali
hakkındadır. O da dünya ve ahirette fakirlik ve acizliktir. Dünyadaki ceza ve
kapsamı. Bu ceza hak etmeyenler için fime, hak edenler için ise ceza olarak
isimlendirilmiştir.
Kulluğun tanımı, Allah
için zati huduttan elimizde bir şey yoktur. Diğer özel İlahî sırlar.
Ateşe karşı korunma
hakkındadır.
Cenneder ve cehennemler
hakkında sırlar.
Şeriat hükümlerinin
usullerinin sırlarının bilinmesi hakkındadır.
Şeriat hükümlerinin
usulleri.
Kendilerinden mevcudatın
zuhur ettiği dört ilahi hakikat: hayat, ilim, irade ve kudrettir.
Kendilerinden cisimlerin
zuhur ettiği dört hakikat: sıcaklık, soğukluk, yaşlık ve kuruluktur.
Müvelledât dört rükünden
zuhur etmiştir: Ateş, hava, su ve toprak.
İnsan ve hayvan bedeni
dört karışımdan çıkmıştır: Sarı (solgun), siyah, kan, balgam.
Efendimiz Cüneyd’in[19] “Bu ilmimiz kitap ve
sünnetle mukayyettir' sözünün anlamı.
Akıllılar, riyazette
müşterek, neticede farklıdırlar.
Şeyh’in kıyas hakkındaki
görüşü, kendisi için değil de başkası için onu mubah kabul etmesi.
İki ayetin veya iki sahih
hadisin çelişmesi veya bir ayede bir sahih hadisin bütün yönlerden çelişmesi
durumunda ve hadislere ait benzeri hükümlerde yapılması gerekenin ne olduğu.
Nesh ve Şeyh’in bu
konudaki görüşü (önemli bir incelemedir).
Nasih ve mensuhla amel
etmenin tetkiki.
Emirler ve nehiyler.
Haklarında yüce tahkikler vardır.
îcma.
Kıyas ve Şeyh’in onu
savunmaktan kaçınmasının sebebi. Hükmün aslı, teklifin olmamasıdır.
Nebi’nin (a.s.) fiilleri.
Önceki şeriadar.
Teklifler ve Şeyh’in bu
konudaki görüşü.
Dinde rey ile konuşma.
Hata ve unutmanın hükmü.
Hakkında hüküm olmayan
şey, asıl olarak mubahtır.
Şeriaün hitabı şahıslara
değil de isimlere ve halleredir.
içtihat usûl ve
burudadır.
Sırlar, şeriatın
zikredilen bu usullerine işarettir.
Genel olarak nafilelerin
bilinmesi hakkındadır.
Nafilelerin farzlarla
ilişkisi, nafilelerin mertebeleri ve en faziletlisi, âlemin yaratılmasının
sırrı, nikâhın sırrı, nafilelerin sırları, eşya arasında üstünlüğün olmadığını
savunmanın sebebi.
Farzlar ve sünnetlerin
bilinmesi hakkındadır.
Farzların çeşitleri,
sünnetin kısımları, fakihlere göre istih- san, sünnet-i hasene.
Allah’ın eşyadaki ihtiyarı. Bu konu
bölümün sonuna kadar devam eder ve marifeder konusunda gerçekten önemlidir. Bu
konu hakkında kırmızı yazılmış nodarla sırlar ve önemli marifetlerle dolu pek
çok paragraf aktarılmıştır.
Bölümün sonunda da Allah’ı bilme
hakkında önemli bir vasiyet yer alır.
Vera ve sırlarının bilinmesi
hakkındadır.
Eşyadaki hürmetin sırları. Bu bölümde
kırmızı yazılmış notlarla özel sırlar nakledilmiştir.
Alem ve şüpheli oluşunun incelenmesi
-bu hayretamiz bir sırdır-,
İlâhî, rabbanî ve rahmani üç mertebe.
Bunların her makama olan hakimiyeti.
Bu inceleme bölümünde makamların
sülûku konusunda eşsizdir.
Vera’yı terk etme makamının bilinmesi
hakkındadır.
Bütün emirlerin hükmü dörttür:
Hakk’ın eşyadaki yüzü, vera’yı terk
etmenin manası, yaratıkların hallerinde İlahî yönü müşahede, buna terettüp
eden ihsan, şefkat ve bunun sırrı.
Orada sadece başlangıç
vardır. Sonuç ise idrak edilen değil, sözü edilendir. Safilerin hakkı
gözetmesi.
Zühd hakkındadır.
Zühdün anlamı ve şeyhin
bunu incelemesi, zühdün İlâhî makamı, rabbani ve rahmani makam, şiirlerdeki
acayip hakikader.
Zühdü terk, fihristte
özel bir bölüm olarak yer aldığı halde bu bölümün sonuna bölümlendirilmeden
alınmıştır.
Önemli bir açıklama
Doksan dördüncü bölüm
olan zühdün terki makamı özel bir başlık olarak zikredilmemiştir. Aksine bu
bölüm doksan üçüncü bölümün kapsamına alınmış ve peşinden doksan beşinci bölüm
getirilmiştir. Fihristte bunun “zühdü terk makamı” başlığı alanda müstakil bir
bölüm olarak zikredildiğini keşfettim. Allah en iyisini bilir. Bu bir matbaa
hatası da olabilir, olmayabilir de. Emiriyye nüshasıyla tashih edilir. Bundan
dolayı kitapta ona özel bir başlık yazdım ve burada derledim ve o:
Zühdü terk bölümü.
Kapsamlı sırlar ve
marifetler. Kitapla bu sırlara dönülür.
Gömerdik ile kerem, eli
açıklık ve karşılık bekleyerek veya beklemeyerek başkasını tercih etme, sadaka,
sıla-i rahim vb. ihsan çeşiderinin sırlarının bilinmesi hakkındadır.
Hak ve halk olarak ihsanın bütün
türleri hakkında dakik bir incelemedir. Özellikle bölümün sonu ile.
Susma ve sırları hakkındadır.
Bölümün şiiri eşsizdir. Gerçek
susanın alameti.
Konuşma makamının ve ayrıntılarının
bilinmesi hakkındadır.
Şiir incilerdir. Makamın incelenmesi
benzersizdir. Sırlar, kelamdan neşet halindedir.
Seher makamının bilinmesi
hakkındadır.
Kayyumiyetle[20]
ablaklanmak, fiillerin yaratıcısının kul olduğunu savunan “Mutezile
mezhebi’nin bu görüşten döndürülmesi, zamanın kutbunun kayyumiyeti, eşya
için mutlak koruma incelenmiştir.
Uyku makamı hakkındadır.
Bölümün şiiri hayal âleminin
hakikatleri hakkındadır.
Uyku, hissi müşahededen berzah
âlemini müşahedeye geçmektir... Şeyh’in hakikat ve berzah âleminin şerefi
hakkında konuşmasına kadar.
Allah muhali yaratmaya
kadirdir.
“Karara bağlanmış ve
yasaklanmış hiçbir şey yoktur" sözünün anlamı.
Cennet çarşısının
suretleri.
“Hakk’ın herhangi bir
âlemi müşahede etmesi diğer âlemleri müşahede etmesini engellemez. Allah, bazen
bazı kullarına bu idraki ihsan eder. Kâmil, ilmi, manalar mertebesinde ilim olarak
görürken, hayal mertebesinde süt olarak görür. Hakk’ın varlığının bilinmesi,
mahiyetinin bilinmesi demektir. Ahiret dirilişi, unsurlar âleminin
müvelledâtından değildir.”
Korku makamı hakkındadır.
Örtüden korkma ve örtünün
kalkmasından korkma; bu makamın tarifi; Allah’ı bilmenin ve bilmemenin sırları.
Korkunun terki makamı
hakkındadır.
Nurun, geçmesinin ve
birleşmesinin sırlan, Hz. Peygamberin (a.s.) “Beni nur kıl"
sözündeki sırlar. Makam sahibinin korkuyu terk etmesi kendisini emin kılar mı?
Bu müjde halikındaki görüşler; cennetin değiştirilmesi mümkün olmayacak şekilde
acele getirilmesi.
Ümit makamı hakkındadır.
Ümit makamı sahibinin
edebe olan ihtiyacı. Zira bu makam bizzat yolun içinde olan bir makam değil,
yolun yanında olan bir makamdır. Bu makam sahibi, kendisiyle âlemin nimetler
içinde kalması sağlanan devamlı bir hayat yolu üzerindedir.
Ümidin terki hakkındadır.
Bu makam sahibinin kulluğunun
sırları, ilim ve ilmin şerefi. Taklit.
Hüzün makamı hakkındadır.
Hüznün anlamı. Nefeslerin
gözetilmesi, yapılması zor olan işlerdendir. Huzura varma ve davet etme, hüznün
faydaları, ilmin şerefi.
Hüznün terki hakkındadır.
Hüznü terk, makamı olmayan bir
haldir. Efendimiz Ebû Yezid in[21] “Sabahım yok, akşamım yok,
onlar sıfatla smırlanan- lar içindir. Benim ise sıfatım yok” sözünün
anlamı. Gülme ve ağlama tecellisi.
Matlub olan açlığın
bilinmesi hakkındadır.
Dört ölü, Müminlerin
Emiri Ömer b. el-Hattâb Efendimizin yıpranmış elbisesi.
“Sülük ehlinin açlığı,
samediyet[22] sıfatını isteme açlığıdır.
Açlığın sınırı bir gündür. Artarsa sehere kadardır. Şeriata yapışmak bu
sınırdadır. Kim gecelemesinde yedirir ve içirirse ve keza kendisini bir durum
meşgul ederse kuvvedidir. Büyüklerin açlığı zorunlu ve azaltmadır.” Açlıkta ve
nefse muhalefette meşru yol. Bu bölüm sonuna kadar, yolun hakikati ve şefi
adabı konusunda çok önemlidir.
Açlığın terki hakkındadır.
Açlığın incelenmesi, terki ve buna
uygun olan durum hakkında önceki bölüme ektir. Başkasının hakkı ve Allah’ın
hakkından sonra en evla olan nefsin hakkıdır.
Fime, şehvet, gençler ve kadınlarla
konuşmanın, onlardan arkadaş edinmenin ve müridin ne zaman arkadaş edindiğinin
bilinmesi hakkındadır.
Fitnenin manası.
İnsanın suret üzere yaratılması en
büyük timedir. Kulluk.
Aşk ve hoşlanmak, gençlerle konuşma,
ihtiras sahibi ve zayıf kişilerin hilafına ariflerin bu konudaki sahih
görüşleri.
Kadınlar ve onlardan arkadaş edinme
ve ariflerin bu konudaki sahih görüşleri, kadın sevgisi ve hakikati.
Kamil şeyhlerin elinde sülük,
Muhammedi ittibanın sırları, Resûltıllah’ın (a.s.) davranışlarına ittibanın
vucubiyeti; bu hususta mutlak ittiba bize gerekmez. Hatta bizim için olmayan
fiillerin Resûltıllah’a (a.s.) mahsus olması hasebiyle isyana götürür.
Arızî şehvet, gerçek şehvet,
gençlerle konuşmanın gizli hileleri, gençlerle konuşmanın doğru ölçüsü.
Şehvetle irade, dünya
şehvetiyle cennet şehveti arasındaki farkın bilinmesi, lezzetle şehvet
arasındaki farkın bilinmesi, arzu eden ve edilmeyen, arzu eüneyen ve arzu
edilmeyen, arzu edilmeyen ve arzu eden, arzu eden ve arzu edilmeyen kimsenin
makamının bilinmesi hakkındadır.
Bölüm başı tariflerinin
açıklanması; iradeyle şehvetin, şehvetle lezzetin birbirinden ayırt edilmesi,
dünya şehveti, cennet şehveti, şehvetin melek ve melekût âlemine nispeti, şehvetin
makamları yani dereceleri, derecelerini hesaplama yolu.
Önemli bir bölüm olup
başka makamları da içermektedir.
Huşu makamı hakkındadır.
Huşu makamının
incelenmesi. Huşu, ilim vb. tecelli ile ilgili olan ince marifetler.
“Kendisiyle dağların
yürütüldüğü bir Kuran olsaydı"[23] ayetinin açıklaması.
Kuranın nüzûlü; Şeyh’in
Kur’ân’ın nüzûlündeki veraseti.
Huşu nun terki
hakkındadır.
Huşu yu terk edenler için
doğru bir ölçüyü koyan manaları içeren ibareleri kısa manaları kapsamlı bir
bölümdür.
Nefse muhalefet
hakkındadır.
Nefse muhalefet, ona muhalefet eden
ve edilendir. İtaatte nefse muhalefetin ölçüsü, nefse muhalefet etmenin zor oluşunun
sebebidir.
Arzularında nefse müsaade etmenin
bilinmesi hakkındadır.
Muhalefet bizzat yardımdır. Nefsin
zatî ve arızî olmak üzere iki maksadı vardır. Şeriata uymadaki sırlar,
ilkâların çeşitleri, nefse yardım etmenin ölçüsü.
Haset ve gıptanın bilinmesi
hakkındadır.
Nefisteki cibilliyet şifadan ve
sebatı, sıfatların sebatına bağlıdır. Nefiste sabit sıfadarın kanalları.
Gıybetin, övülen ve yerilen gıybetin
bilinmesi hakkındadır.
Gıybetin gerekli olduğu yerler vardır
ve bunun örnekleri. Tariz (ima etmek) tasrihten (açıkça beyan etmek) daha
evladır.
“Masiyederi tedavi etmenin ilacı
genel olarak tövbedir, özel olarak da “sizden biriniz ölü kardeşinin etini
yemek ister mil Bundan tiksindiniz değil mil"[24] ayetindeki umumi
hitaptan sonra gelen “Allah’tan korkup sakının”[25] ayetinde ifade edilen
büyüklerin takvasıdır.”
Kanaat ve sırlarının bilinmesi
hakkındadır.
Kanaatin anlamı, kanaatin dereceleri,
ceberrût, melekût ve mülk âlemine nispeti.
Cimrilik, kanaat etme yerine daha
fazla isteme hırsı makamı hakkındadır.
“Dünya hayatına karşı en fada hırslı
olarak onları görürsün”[26]
ayetindeki
sırlar, hırstaki sırları, bu makamın dereceleri.
Tevekkül makamı hakkındadır.
Tevekkül-iman ilişkisi, tevekküldeki
haller.
Tevekkülü terk hakkındadır.
Tevekkülü terk etmenin uygulamaları
ve sırları, ifna (yok etme) ve ibkadaki (sağ bırakma) marifetler.
Efendimiz Ebû Medyen’in[27] imameti ve kutupluğu.
“insanın üzerinden, o tarih sahnesine
çıkıncaya kadar, tüm zamanlar içinden belirsiz ve uzun bir zaman geçmemiş miydi
ki henüz anılmaya değer bir varlık bile değildi”[28] ayetindeki sırlar. Hilafet, suret
üzere yaratılmayı gerektiren hilafettir. İnsanın ubudeti ve yaratılışının
melekliğe ve diğerlerine yönelik oluşu.
Şükür makamı ve sırlarının bilinmesi
hakkındadır.
Sırlarda şükrün dereceleri.
Her gurubun adamlarına göre nurlar,
şükrün gerçekleşmesidir.
Şekûr ismi, şâkir ismi.
Sevindiren ve mutsuz eden her türlü
şükür, İlahî bir nimettir.
Lafzî, İlmî ve amelî şükür.
Şükür makamının berzah âlemine
nispeti. Berzahlar, makamların ilmen en tamamlayıcılarıdır. İlahî isimlerin
berzahiyeti.
Şakirin şükrüne karşılık olarak
verilen ziyade[29] hakkında muhakkiklerin görüşü.
Şükrü terk makamı hakkındadır.
Varlık işinde hakikat önemlidir.
Tekliflerde olan bir başka hakikat.
Sıdk gibi bir sıfatın yerine göre
mutlak manada övülmesi, başka bir açıdan yerilmesi.
Nimete karşı şükür, nimeti verene
karşı şükür.
Bu bölüm üstün bir incelemedir. Şeyh
kulların fiilleri konusunda şükürle ilgili değerli tablolar sunmuştur.
Yakin[30]
[31] makamının ve sırlarının
bilinmesi hakkındadır.
“Ölüm sana gelinceye kadar Rabbine
ibadet et"
ayetindeki sırlar. Anlam anlamla vardır. Bu konuda muhakkiklerin görüşü;
Şeyhin yakini incelemesi konusunda özel sülûku.
Yakini terk makamının ve sırlarının
bilinmesi hakkındadır.
Varlıkta bir şeyin tekrarının
olmayışı, yakinin terki, ya- kinin Rabbine mahallinde sorusu -ki o kuldur-,
yakinin kulun sıfaunın oluşunun kapalılığı; yakinin kapsamlılığının incelenmesi.
Sabır makamının, ayrıntılarının ve
sırlarının bilinmesi hakkındadır.
Belanın kaldırılması için Allah’a
şikâyet etmek, şikâyetçinin sabır ismini yok etmez. Rahmetin kapsamlılığının
incelenmesi, sabrın çeşitleri.
Hz. Süleyman’ın (a.s.) “Ben güzel
olan her şeyi severim, çünkü bana Rabbimi hatırlatır”31 sözünün
incelenmesi; bu söz onun kemalini ifade eder.
Yahudi yorumlarına dayanarak onda
kusur bulanların görüşlerinin reddedilmesi, Ehl-i Kitab ın haberlerine karşı
yapmamız gereken şey. Hz. Süleyman’a (a.s.) bu büyük mülkün verilmesinden
dolayı ahiretteki derecesinin düşmemesi. Allah’tan (gelenlere karşı) sabır
makamının önemi. Allah ehlinin sabır zevki, “bir şeye karşı sabır, ondan
ayrılmayı ve kesilmeyi getirir” şeklinde genelin anladığı gibi değildir.
Sabrı terk makamının ve sırlarının
bilinmesi hakkındadır.
Allah’ın insanı kendisine göre
yarattığı suretin bilinmesi için önemli bir incelemedir. Allah’tan istemek,
sabır ve rızayla çelişmez. Büyüklerin edebi ve ibadete durmaları. [32]
Murakabe makamının
bilinmesi hakkındadır.
Yaratılmış âlemlerin
taksimi önemli bir bölümdür. Hakkı murakabenin kısımları, kulun murakabesinin
kısımları.
Şeyh’in dünyada yaşadığı
bir olay.
Dünya ve hakikati
hakkında bir fasıl. Dünyayı murakabe etmek. Kıyamet, cennet ve cehennemin
dünyada keşfi. Bunlar, uhrevî cehennem, cennet ve kıyamete ait keşifler değildir,
dünya hakikatine özgü keşiflerdir.
Murakabeyi terk
hakkındadır.
Bölümün şiiri önemlidir.
“Onun benzeri yoktur”[33] ayeti âlimlerin akdidir. On konuşma.
Murakabeyi terk sebebi, Allah’ı bilmedeki acizliktir.
Bölümün geri kalan kısmı
Allah’ı bilme konusunda büyük sırları ihtiva etmektedir.
Rıza makamının ve
sırlarının bilinmesi hakkındadır.
Rıza bir hal midir, makam
mıdır? Şeyh’in bunu incelemesi.
Zorluk ve güç yetirme;
ibadetin ve ubudiyetin mükâfatı, rahmetin kapsamlılığı.
Rızayı terkin bilinmesi hakkındadır.
Rızayı terk sebepleri, arifin
vukufunun olmayışı.
Büyüklerden birinin “Altmış yıldır
veya takdir edildiği kadardır ki Allah beni bir iş için atamıyor bundan dolayı
Ondan hoşlanmadım” sözünü şeriata ittiba için sağlam bir kaide olarak
koyması.
Ubudet (Kulluk) makamı hakkındadır.
Kulluğun anlamı, Mütehakkıkların
efendisi olan Hz. Muhammed’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) kulluk makamı.
Bölümün geri kalan yarısı ubudiyyet
ve ubudet hakkında önemli bir özettir.
Ubudiyyeti terk makamı hakkındadır.
Bölümün şiirleri önemlidir.
Mazhar, zahir önemli bir incelemedir.
Sayı ve sayılan, Şeyh’in sayılarla
ilgili bir olayı. Bu, özellikle Peygamberimiz’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
bu konudaki ifadesidir.
Sadâf ın ‘Mümkünler, varlık
dışında Hak'tan başka bir şey elde etmediler” sözü incelenmiştir.
“Attığın zaman sen atmadın”[34] ayetinin incelenmesinin özeti.
İstikamet makamının
bilinmesi hakkındadır.
Rab yolunun incelenmesi.
“Bu benim dosdoğru
yolumdur. Haydi ona uyun... ”3~' ayetinin incelenmesi.
Kurtuluşla ilgili olan
istikamet, talebi Allah’ın hikmeti olan istikamet. Harekelerin çeşideri,
ağaçtan yemenin anlamı, mutlak istikamet.
“Yerlerin ve göklerin
gaybı Allah’ındır Bütün iş sonunda O'na döner”[35] [36] ayetinin incelenmesi.
Allah ehlinin genelinin
diliyle istikamet, meşru yol üzere istikamet.
Ulvî ruhların hayatı,
Hayy isminden meydana gelmiştir. Arazî hayat, Muhyî isminden meydana gelmiştir.
Muhal âlemi hakkında önemli sırlar.
İstikameti terk makamı
hakkındadır.
Bölümün şiiri gerçekten
önemlidir. İstikameti terkin incelenmesi, âlemin imkânı, mizaçların
farklılığı, âlemdeki hikmet, Allah’ı bilenlerin türleri, âlemin mizaçlarının
istediği genel şe- riadar, kâmil mizaç ve bütün inançları onaylaması, Hakk’a yakın
olmadaki ince sırlar.
Bütünün birleşmesi
mevcudunu talep etmededir. Taliplerin hallerinin ihtilafı, mizaçlarının
ihtilafına bağlıdır.
Rahmetin umumiliği, varlık okulu ve
müderrisi, geri döndüreni ve buna uygun olan ilimlerin, malumatın en şereflisinin
ve Resûlullah’a (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ittibanın incelenmesi.
Bu önemli bir bölümdür.
Ihlâs makamının bilinmesi
hakkındadır.
Her şeyin birliği, Allah dışındaki
varlıkların sınıfları, İhlasın anlamı. İhsandaki tuzak, beladakinden daha
gizlidir.
İhlâsı terk makamının ve sırlarının
bilinmesi hakkındadır.
İhlâsı terkin anlamı, ince sırlar.
Sıdk makamının sırlarının bilinmesi
hakkındadır.
Sıdkın anlamı, Efendimiz Ebû Yezid
in, Allah’ın İsm-i Azâm’ı hakkındaki sözleri.
Sıdkın zevki, gerçekleştirmeye
bağlıdır. Sıdkın etkisi, sıd- kın tuzakları, makamı. Sıdk özellikte ikame
edilir.
Sıdkı terk makamının ve sırlarının
bilinmesi hakkındadır.
Sıdkı terkin sebepleri.
İlahî sıdkın taalluku vad
ettiğindedir tehdit ettiğinde değildir. İlahî sıfatın şartı, ilgili olduğu
şeyle kayıtlanmamasıdır.
Sıdkın dereceleri. Sıdkı
terk bölümü gibi, terk bölümlerinin zikredilmesinin asıl sebebi.
Hayâ makamının ve
sırlarının bilinmesi hakkındadır.
Hayâ makamı ve bu
konudaki nebevi haberler, teşbih sıfatları ve kime yönelik oldukları.
Fasıl
Hayâ imanın
kendisindendir. Hakk’ın varlığı ve mümkünün yokluğu konusunda ince hakikader.
Hayâyı terk makamının
bilinmesi hakkındadır.
Hayayı terk etmenin
sırrının incelenmesi. Varlığın tümü büyüktür, ondan hiçbir şey terk
edilmemiştir: Çünkü hayâ terktir. Mümkünlerin, kendilerini koruyan ilahi
hakikaderle ilişkisi. Mümkünlerin sonu yoktur.
Üstünlüğün incelenmesi.
Belirlenen ecelin manası,
kendinden örtüyü kaldırmandır.
Bir şeye en çok delalet
eden bizzat kendisidir. Mertebeleri korumanın genel kaidesi, edep yolunu
izlemek ve şeriata uymakür.
Hürriyet makamı ve
sırlarının bilinmesi hakkındadır.
Bu önemli bir konudur.
Hürriyet zatî bir makamdır, İlahî
değildir. Bunun sırrı. Zat ve zorunluluğu.
“Mümkünün sınırı yokluktur.
İstidatlar. Allah’ın varlığı mümkün varlıklardadır.” Önemli sırlar. Bölümün özeti,
özellikle hürriyetin incelenmesindedir. Umumda hürriyet makamının
incelenmesi.
Hürriyeti terk makamı hakkındadır.
Hürriyeti terkin anlamı, sebeplerin
konulmasında ve istenen hakların var olmasındaki önemli sırlar.
Zikir makamı ve sırlarının bilinmesi
hakkındadır.
Zikrin tanımı, hak ve yaraulış
açısından zikrin türleri.
Kıyametin kopuşu anında çağırmaksızın
Allah ismiyle zikretmek.
Zikri terk makamının bilinmesi
hakkındadır.
Bu bölümün incelemelerinde marifetin
özü. Ona dönmelisin.
Fikir makamı ve sırlarının bilinmesi
hakkındadır.
Tefekkürü sağlayan ilimler. Özel
Allah ehlinin tefekkürü terk etmesi, tefekkürün adabı.
Fikri terk makamı ve
sırlarının bilinmesi hakkındadır.
Fikri terk sebepleri
konusunda bölümün şiirleri önemlidir. Tefekkürü terk edenlerin kısımları,
tefekküründe kâmil olan.
Fütüvvet makamı ve
sırlarının bilinmesi hakkındadır.
Hakk’ın zenginliği, ilahi
tercihin şeriattaki delilleri, varlığın sebebi.
Hakikatte fütüvvet,
nimederi ve güçleri izhar, minnet ve iyilikleri gizlemektir.
İsimlerin Hakk’a ıtlağı
ve bu konudaki edep. Mükemmel âlimin şifan. Buradan bölümün sonuna kadar
fütüvvet, şeriat ilmine sarılmak, uygun keşif ve hileyi terk etmeyle ilgili değerli
inciler vardır.
Fütüvveti terk makamının
ve sırlarının bilinmesi hakkındadır.
Fütüvveti terkin anlamı.
Nefsin hakkı başkasının
hakkından önce gelir. Karınca ve diğer misafirler hakkında fetva veren yolculuk
sahibinin hikâyesi.
Feraset makamının ve
sırlarının bilinmesi hakkındadır.
Feraset makamının
kaynakları ve kiminle ilgili olduğu hakkında inceleme.
Aleme galip olan nefislerini
bilmemektir. Bunun sebebi.
Ferasetin türleri: hikmetli ve İlahî
feraset.
Efendimiz Osman’ın (r.a.) feraseti.
İlahî feraset ve nurunun Allah’a
nispetinin sırlarının incelenmesi.
Tabiaun, cisimlerin ve unsurların
incelenmesi.
Hikmetli feraset ve alametleri.
ilim ve riyazet, zemmedilen şifadan
değiştirmeyi etkiler. Çünkü âdet asli tabiatı etkileyen beşinci tabiattır ve
bütün bunlar denenmiştir.
Bedende, ferasetin alametlerinde
yürüyen şeyin saygınlığı.
Muhammedi ittibanın zarureti.
Ulvî ve suflî âlem hakkında önemli
sırlar.
Îmanî-zevkî feraset hakkında
üşengeçlik. Basiret gözüne özgü perdeler ve feraset hakkında diğer önemli
keşifler. Bu son derece harika bir incelemedir.
Ahlak makamı ve sırlarının bilinmesi
hakkındadır.
Ahlak ve ablaklanma. Ahlak insanın
fıtratındadır. Hakk’a nispet edilen sıfadar ve bu nispetin sağlamlılığı.
Teşbihi sıfatların Hakk’a nispetinin keyfiyeti ve bu konudaki nadir hakikatler.
Güzel ahlakın hulk ile beraber
kullanımı ve bunu şer’î ölçüyle ölçmek.
Ahirette mutlak hoşnuduk hakkında
önemli bir nükte.
Setr olan gayret makamı ve sırlarının
bilinmesi hakkındadır.
Gayretin türleri, gerçekleştirilmesi,
âlemdeki kemal. Mutlak anlamda Allah’a karşı tekebbür olmaz. Çünkü O,
kalpleri, orada kendisi olsun diye mühürlemiştir.
Gayreti terk makamı ve sırları
hakkındadır.
Gayreti terk makamı hakkında dakik
bir bölümdür. Ona dönmelisin.
Velayet makamı ve sırlarının
bilinmesi hakkındadır.
Velayetin genel taalluku, genel iman
ve peşinden gelen yardım, velayet ve teshirdeki sırlar.
Beşerî velayet makamı ve sırlarının
bilinmesi hakkındadır.
Alemden velayet, âlemin cevheri,
arazlar, hal, makam. Makamın evla oluşu, istenenin hakka delalet olduğu, emir
değil de arz olması durumunda velinin keramede ortaya çıkmamasının önceliği.
Melekî velayet makamının bilinmesi
hakkındadır.
Meleklerin sınıfları ve hilkatleri,
teshir meleklerinin velayetinin incelenmesi.
Bölümün sonunda Kur’ân-ı Kerîm’de zikredilenlere
istinaden meleklerin türlerini kapsayan diğer işler vardır.
Tedbir melekleri.
Nübüvvet makamı ve sırlarının
bilinmesi hakkındadır.
Nübüvvetin kısımları, teşriî
nübüvvetin kesilmesi, içtihat.
Teşriî nübüvvetin kapandığının keşfi
hakkında Şeyh’in yaşadığı önemli bir olay. Bu konuda Şeyh’in makamı, şer’i hükümlerin
ilimleri, marifederi ve sırları. Velayetin kaynağı.
Beşerî nübüvvet makamı ve sırlarının
bilinmesi hakkındadır.
Genel nübüvvet hakkında İlahî tarif,
şeriatın haberlerini isteme ve kaydetmede belli olan bu velinin halleri. Velinin
nebiye tabiiyeti gereklidir. Bu ümmette sünnet koymak, Peygamberimiz’in (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) gönderilmesinden önce özel bir şeriada gönderilen nebiler.
Peygamberimizin gönderilmesinden sonra içtihat ve keşif. İki mertebe arasındaki
fark ve burada önemli ilimler vardır. Fetva hakkında zevkler ve sırlar.
Melekî nübüvvet makamının bilinmesi
hakkındadır.
Bölümün şiiri meleklerin tarifi,
ayrıcalıkları ve mertebeleri hakkındadır.
Her varlık Hakk’ı nefsinden bilir.
İbadetin kısımları 1-Zatî
2-Vaz’î-emrî. Peygamberlerin ismeti, nezaheti ve tefsir kitaplarında Ehl-i
Kitaptan haklarında nakledilen haberlerden beri oluşları.
Risalet makamı ve sırları
hakkındadır.
Şiir, risaletin kesbî değil vehbî
oluşunun kaidelerini anlatıyor.
Velayet dairesi ve kapsamı,
meleklerin risaleti, risaletin iştikakının incelenmesi, üstünlük çekişmesi
hakkında ince sırlar, risaletin kısımlarının incelenmesi ve bu geniş bir
bölümdür.
Beşerî risalet makamı hakkındadır.
Mertebeleriyle beraber resûl ve
nebinin alanının incelenmesi, risalene kesilen ve kesilmeyen hususlar, İlahî
ilkâlardan ve inzallerden kalanlar, risalet ve hilafet.
Melekî risaletin bilinmesi
hakkındadır.
Hüküm, emir ve ilkâların
tenezzülündeki sırlar, tehlike ve sıkıntıları.
Nübüvvet ve Sıddıklık arasındaki
makamın bilinmesi hakkındadır. Bu kurbet makamıdır.
Bu makam hakkında bir incelemedir.
Hz. Musa’nın (a.s.) Hızır’ı (a.s.)
kınamasının sırrı. Bu makamın sırrı hakkında yüce bir kaside. Şeyh, bu makamı
incelemesi ve tavsif etmesi. Şeyh’in (r.a.) bu makamda Efendimiz Selma’yı
müşahedesi.
Fakr ve sırlarının bilinmesi
hakkındadır.
Bu bölümle; ince manalar ve muhkem
lafızlarla sırlar ve hakikader incelenmiştir. Fakirin vasfı. “Ey insanlar!
Siz Allah’a muhtaçsınız” [37]
ayetindeki remizler.
Zenginlik makamı ve sırlarının
bilinmesi hakkındadır.
Allah’ın yanına girmenin adabı, fakir
ve zenginlerle oturmanın adabı, Allah’a duanın ölçüsü.
Tasavvuf makamının bilinmesi
hakkındadır.
Tasavvufun tarifi, tasavvuf ehlinin
zevki. Bu bölüm, Allah’ın ehli için önemli bir ölçüdür.
Tahkik ve muhakkiklerin makamının
bilinmesi hakkındadır.
Tahkikin anlamı.
Allah’ın tertibi açısından kâinatta
hata yoktur.
Bu makamın gerçekleşmesinin şartları
ve bu makamın mertebesinin yüceliği.
Hikmet ve hikmet sahipleri makamının
bilinmesi hakkındadır.
Hikmet özel bir malumla ilgili olan
bir ilimdir. Hikmet sahibinin vasıfları.
Kimyay-ı saadetin bilinmesi
hakkındadır.
Kimyanın tarifi, ilahi matluba
hazırlık olması açısından sinaî kimyayla bir temsil. İnsanın kemali
hilafetledir. Akıllı kişilere ve rasûllere ittiba, her mevcuda özgü ilahi yön.
Eşsiz garip marifetler.
Muhammed’e tabi olanın ve fikri
mukallidin miraçları ve her birinin hallerinin, ilimlerinin ve faydalarının açıklanması.
Şeyh’in, bazı felsefecilerle, imanın faydaları, ilmi saadetin, mutsuzluk
yurdunda cahile dönüşen mümin olmayan âlim hariç, sahibine faydasının olacağı
konusundaki taruşması.
Edep makamı ve sırlarının bilinmesi
hakkındadır.
Arifin kapasitesi, edebin kısımları
ve her kısmın açıklaması, şeriat edebi konusunda önemli bir özet. Bu bölüm,
sufîlerin halini anlama açısından önemlidir.
Edebi terk makamı ve sırlarının
bilinmesi hakkındadır.
Ayetler konunun başında verilmiştir.
Bu makamdaki adamların mertebeleri.
Bu bölüm, sülükte zorunlu hakkı
temyiz etmede önemli bir ölçüdür.
Sohbet makamı ve sırlarının bilinmesi
hakkındadır.
Sohbetin incelenmesi.
Sohbeti terk makamının bilinmesi
hakkındadır.
Bu bölümdeki âdâb, şeriatın hududunda
durmayı öğretir.
Tevhid makamının bilinmesi
hakkındadır.
Tevhidin delaleti. Önemli sözler ve
incelemeler.
Şirk makamının bilinmesi hakkındadır.
Bu ikilik makamıdır.
isimlere özgü ilimler. Bölümün özeti.
Sefer makamı ve sırlarının bilinmesi
hakkındadır.
Seyahatin sebepleri, genel ve özel
seyahat, seyahat edenlerin nail oldukları mana.
Seferi terk makamı hakkındadır.
Seferi terk edenlerin halleri.
Durgunluk hareketten daha önemlidir. Durgunluktaki hakikader.
Sufîlerin (radiyallahu anhum) ölüm
anındaki hallerinin bilinmesi hakkındadır.
Sufîlerin ölüm anındaki halleri.
Manaların ona ve berzah âlemine
nakledilmesi konusunda ölüm ve uyku eşittir.
Hayal âleminin sırları, Allah
ehlinden ölmek üzere olan her kişiye, makamına, ilmine vs. göre zahir olan
tablolar...
Marifet makamının bilinmesi hakkındadır.
Allah’ı ve eşyayı bilme konusunda
dakik bir bölümdür. Bu konuda evla olan, nefsini bilmede Hakk ı taklit etmek,
nafilelerle amel etmek suretiyle eşyanın hakikati konusunda susmaktır.
Böylece kul, Hakk’ı kulağı, gözü ve bütün güçleri haline getiren yakınlığı elde
eder. 299- sayfanın sonunda özel marifet hakkında önemli bir incelemedir. Bu
inceleme, İlahî isimlerin incelemesi ile başlamıştır.
Kalplerle yapılan zikrin incelenmesi.
Marifetin ikinci kısmı olan tecelli ilminin incelenmesi. Mümkünün nura muhatap
olması, marifette önemli bir bölümdür. Alemin kıyama duramaması tasavvur
edildiğinde, insanın kulluk vazifesini yerine getirmek amacıyla bütün kıyama
durması, bütün âlem için kıyama durmadır. Bu inceleme, hakikaderde esastır.
Hayal âleminin incelenmesi ki, bu
önemlidir. Marifet ilimlerinin /edintisinin başlangıcının incelenmesi ki, bu
hastalıklar ve reçeteleri ilmidir.
Söz hastalığı, kişiyi ilgilendirmeyen
şeylere girmesi. Fiiller hastalıkları, haller hastalıkları ve bu konuda bir
hikâye.
Sufilere ve Şeyh’e göre arifin
şifadan. Bu makamın marifet veya ilim makamı olarak isimlendirilmesinin
incelenmesi. Marifet makamı sahibinin makamının yüceliğinden dolayı bağımsız
hareket edememesi —çünkü bağımsız hareket etmek haller içindir- konusunda yüce
seçkiler.
Bölümün sonu, teşbihi sıfadardan
bahseden ayederin nass- larına teslim olmaya ve Zat’ı akıllarla bilmeye
kalkışmamaya teşvik etmektedir.
Muhabbet makamının bilinmesi
hakkındadır.
Bölümün başında sevgi hakkında birkaç
kaside vardır. Bunlardan dördüncüsü ve yedincisi anlama ve zevkin elde edilebilirliğiyle
ilgilidir.
İbadet amelin kendisi değildir.
Amellerin incelenmesi. Farzların ve nafilelerin yakınlığı hakkında hadis. “Attığında
sen atmadın”[38]
ayeti. Muhabbet makamı varlığın aslıdır. Şiir şöyle der:
Sevgiden doğduk
Sevgiyle yoğrulduk
Bundan dolayı onu
aramaya geldik
Bunun için kabul
edildik.
Muhabbet makamı ve lakaplarının
incelenmesi: hubb, vedd, aşk, heva.
Aynı şeklide aşk hakkında önemli
kasideler. Bölümün sonuna kadar hedefi bilinmeyen sevginin incelenmesi vardır.
Sevginin garip olan çeşidini tamamlayan bölüm.
Nefsi, hislerde elde edilmesi için,
eşyanın marifetine çevirmede önemli incelemelerdir. Her insanın fıtratında
kendisine dayanacak bir varlığa dayanma -ki bu Allah’tır ve insan bunun
farkında değildir- ihtiyacı vardır. Sevgi hakkında önemli bir başka kaside.
“Sevgi zatî bir sınırla sınırlanamaz.
Sınırlandıran sadece neticeleri, eserleri ve müştemilatı ile
sınırlandırmıştır. Malumat işleri, iki kısımdır: sınırlananlar ve
sınırlanmayanlar. Suretin cesede bürünmesi sevgidedir.”
Şeyhin sevgi makamı ve günlerce
yememesi ve içmemesi. Sevginin bütünü hakkındaki hakikader ve sevginin ilahi
isimlerle ilişkisi. Sevginin makamlarının ve müştemilatının incelenmesi.
Muhibbin iki zıddı bir arada
toplaması hakkındaki incelemeler önemlidir.
“Kaza, Allah’ın makdi (yerine
getirilmiş, eda edilmiş) hak- kındaki hükmüdür, makdi’nin kendisi değildir.
İlahî, ruhanî ve tabiî sevgi vardır.” Birinci Vasıl İlahî sevgi hakkındadır.
İlahî sevgi bölümüne ilave (tekmile). Bu ilavenin altında önemli ayrıntılar
vardır. Allah’ı bilme konusunda eşsiz incelemeler. Amanın incelenmesi. Ruhanî
sevgi, tabiî sevgi ve sonunda Hak sevgisinin önemi hakkında özet. Unsurî
sevgi, aşkın açıklanması, sevenlerin şifadan. Zunnunî Mısrî’ye göre sevenin
hali: zayıflık, solgunluk, tutkunluk, şevk, tutku, iniltiler, üzüntü.
Önemli bazı hakikatler:
“Fiiller, fiiller olması itibarıyla
tamamıyla Allah içindir. Sadece Allah’ın haklarındaki hükmü açısından masiyettirler.
Bundan dolayı Allah’ın bütün fiilleri fiiller olması hasebiyle güzeldir. Sevgi
tecelli miktarıncadır. Tecelli de marifet mik- tarıncadır. Ariflerin
muhabbederinin görünürde izleri yoktur. Çünkü marifet, ariflerden başkasının
bilmediği bir sırla izlerini yok eder.”
Muhabbet hakkında hikâyeler ve
incelemeler. En önemlilerinden biri: ilahi muhib, muhabbette kelam ve harfleri
duymakla harekete geçmez. Bu tabiî muhibbin sıfatıdır. Arife Fatıma binti
el-Musenna el-İşbîlîyye’nin[39] -tarikatta Şeyh’in hizmet
ettiklerinden biridir- hayatı. Muhabbet meydanları, mertebeleri ve
meclislerinin incelenmesi. Muhibbin sıfatı ki o isimleriyle birlikte ona
yönelir.
Vahdet hakkında eşsiz önemli
açıklamalar. Onlardan bazıları:
Kiill’ün isimleri yücedir, muhibbin
tayyar sıfatı, “Hani Rabbin meleklere: “Ben yeryüzüne bir halife tayin
edeceğim” demişti”[40]
ayetinde işaret edilen İnsanî letafetin hakikatleri. Mahlûkat içerisinde bundan
daha şerefli yoktur. Bununla beraber Allah insan-ı kâmili isimler ilmiyle ona
üstün kılmışur. İnsan bu makamda ve bu mertebede daha üstündür.
Dostluk makamının bilinmesi
hakkındadır.
Dostluğun incelenmesi, İbrahimî
dosduk, dostun sıfatları, ahlakın açıklanması —ki o “Güzel ahlakı tamamlamak
için gönderildim” hadisinin manasıdır. -
Âşık muhiplerin sıfadarından olan
şevk ve özlem makamlarının bilinmesi hakkındadır.
Şevk ve özlemin incelenmesi. Şeyh’in
cenneti görmesi.
Şeyhlere hürmet makamının bilinmesi
hakkındadır.
Şeyhlerin halleri hakkında şiirler,
şeyhlerin sıfatları, zahirde ve batında şeriata yapışan kâmil şeyhler, makam
sahipleri ve hürmederi.
Bu bölümde, “tarikatın gayesi
şeriattan ıızaklaşmamaktır” konusunda önemli açıklamalar vardır.
Semâ makamının bilinmesi hakkındadır.
Semânın kısımları: Tabiî, ruhanî ve
İlahî sema.
Semâyı terk makamının bilinmesi
hakkındadır.
Büyüklerin semâsı mudak semâdır,
mukayyet semâ değildir.
Onların semâdaki payları
bir kayda bağlıdır. Semânın hükmü. Sufîlerin semâ hakkındaki sözleri. Konunun
önemli bir özeti.
Kerametler makamının
bilinmesi hakkındadır.
Hissî ve manevî kerametin
incelenmesi. İlmin şerefi.
Kerametleri terk
makamının bilinmesi hakkındadır.
Keramederi terkin
incelenmesi, bir sufînin bir filozofla “ateşin tabiatı itibarıyla yakıcı
olmadığı” konusundaki olayı.
Harikuladelikler
makamının bilinmesi hakkındadır.
Harikuladelerin kısımları
hakkında bir şiir. Tarikatta harikuladeliğin anlamı, tekrarın olmayışı
konusunda yüce ilimler.
Mucize makamının
bilinmesi hakkındadır. Hallerin farklılığına göre bu mucize, nasıl mucize
sahibinin kerameti olur.
Mucize, veli için keramet olur mu? Bu
konudaki Şeyh’in sözleri ve bölümdeki diğer önemli meseleler.
Müjdeleyiciler olan rüya makamının
bilinmesi hakkındadır.
Nübüvvet makamı ve anlamı hakkında
önemli sırlar. Vahyin çeşideri ve nübüvvetin ilkeleri hakkında önemli sırlar.
Vahiy esnasında hazır bulunanlar, insan suretinde gelen meleği bazen
görüyorlardı bazen görmüyorlardı.
Keşif yoluyla hadislerin tashihi.
Rüyanın kısımları, Yusufi rüya
yorumu, rüyanın hali, mekânı ve mahalli. Yakaza halindeki uykunun hakikaderi.
Sâlik ve sülük hakkındadır.
Sülûkun tarifi. Bu kapsamlı bir
özettir. Saliklerin türleri.
Yolcunun bilinmesi hakkındadır. Yolcu
kendisi için belli- belirsiz maksatlar uğruna sülûkunu yapar. O, fikir, amel ve
itikat yolcusudur.
Yolcunun menzilleri açıklanmıştır.
Yolculuk ve yolun bilinmesi
hakkındadır. O, yolcu olarak kaldığı sürece şeriatın prensiplerinde ruhsatlara
değil de azimetlere bağlı kalarak kalbin zikirle Allah’a yönelmesidir.
Arifin yolculuğunun gariplikleri. Bu,
Büyük Şeyh’in Allah’ı bilmedeki mertebesini gösterir.
Halin bilinmesi hakkındadır.
İlahî şen (iş) ve âlemin İlahî
surette yaratılması hakkındaki hakikader önemlidir. Ubudiyyet hakkında önemli incelemeler.
Veli tasarruftan ve fiilden himmede kaçar.
Makamın bilinmesi hakkındadır.
Makamlar, şartları, sahiplerinin
halleri ve varlığının anlamı hakkında önemli incelemeler.
Mekânın bilinmesi hakkındadır.
Hakikader ve özellikle hak madup
hakkında yüce incelemelerdir.
Şathiyatın bilinmesi hakkındadır.
“Dedi ki: Ben Allah’ın kuluyum. Bana
kitap verdi... ”[41] ayetinin açıklaması, İsevî hayatın
sırları.
Tavâlî’nin (Kalbe
Doğanlar) bilinmesi hakkındadır.
Fikri deliller ve bu makam
sahiplerinin hakikate ulaşmalarındaki zaafları.
Gidişin (Yolculuk) bilinmesi
hakkındadır.
Gidiş hakkında önemli bir
incelemedir.
Nefesin bilinmesi hakkındadır.
Bölümün başında şu konular
incelenmiştir:
Nefesin tarifi, menzilleri,
geçitleri, çıkışları.
Suret vs., rayiha sahipleri,
mevcudatın Rahman ın nefesinden oluşu, insanın (Allah’ın) suretinde
yaratılmasının anlamı, surederin ve ilahi isimlerin anlamlarının incelenmesi,
tenzih hakkında önemli bilgiler, ibadetle ameli birbirinden ayıran şey.
Efendimiz Ebû Yezid in bu konu
hakkındaki dakik sözlerinin tahlili.
Şeyh, müminin alünda olanlar için
özel rahmetin manasını incelemiştir. Bu, başka yerlerde, cezanın sona ermesi
kısmında tekrar gelecektir. Orada, cezanın bitmesinin, zikrettiği perdelerin
bırakılmasıyla rahmet olduğunu söylemiştir. Perdeler sebeplerdir, mümin ise
böyle değildir. O’nun özel rahmeti, bu perdelerin kaldırılmasıyladır. Anla!
Kesinlikle gerçekleşecektir.
Şeyh’in yüce şeriatın kaidelerini
tamamıyla korumaya dayanan özel dakik incelemeleri vardır. Her nübüvette
geçerli olan genel ameller, dini ayakta tutmak, onun üzerinde birleşmek ve
kelime-i tevhittir.
Şeyh, ihtiyarî tevhidi
zikreder ve orada garip bir olay anlatır: Kavmiyle bir bağı olan yazılı bir
kitabı görür ve bu bölümde Hz. Meryem’in (r.a.) fazileti ve halleri hakkında
önemli hakikader zikreder.
“Sebeplerde ilahi emrin
yönü olmasalardı veya onlar ilahi emrin kendisi olmasalardı, ondan kesinlikle
bir şey meydana gelemezdi.
Ledünnî ilim, sahibine
faydası olan ilimdir.
Tenzihi sıfatlar
sabitliğe boyun eğmezler. Emir ise varlıktır ve sabittir. Kim varlığını onun
üzerinde korursa veya kendisinden gideni onun üzerinde korursa, yanında ortaya
çıkan şey, belirli bir vakte kadar yanında emanet olur, isabet edilmez ve
musibet dokunmaz. Vekilin verilmesini emretmediği şeyi in- fak eden kimsenin
infak ettiği şeyin değerini sahibine vermesi gerekir. Onun hiçbir şeyi yoktur.
Çünkü O, aslın hükmü itibarıyla bir müflistir.”
Onuncu Fasıl
Havkale (lâ havle ve lâ
kuvvete illâ billâh) zikri hakkındadır.
Havkale zikri herkesin
gücüne göre yaptığı zikirdir. Bizden âlim olan, “lâ havle ve lâ kuvvete illâ
billâh” dediği zaman İlahî emre uymak ve bağlanmak amacıyla söylemiştir.
On Birinci Fasıl
el-Bedî’ İlahî ismi
hakkındadır.
“Yaratılan ilk şey ilk
akıldır. O da “kalern’dir. Eğer ilim, bazılarının ilmin tarifinde söylediği
gibi malumu tasavvur olsaydı, bu varlık yaratılmış olmazdı. Yaratmak ancak
özel suretlerde olur. Çünkü yaratmayı kabul eden, ibda’ı da kabul edecektir.
Melekler Amadan yaratılmış akıllardır. Kalem unutmayacak, uyumayacak ve gafil
kalmayacak kadar basittir. Levh, tebdil ve tahriften korunmuştur. Tebdil ilmi yani
tağyir ve dönüşüm âleminde değişen ilim onda yazılmıştır. Meşvereti zorunlu
kılan sebep, Halde ın, bu varlığın dışında olmayan her varlıkta özel bir
yönünün bulunmasıdır. Hak ona, herhangi bir konuda derece bakımından
kendisinden daha üstün birisine ilkâ etmediği bir şeyi ilkâ edebilir.”
“Her varlıkta var olan
özel İlahî yön, yaratma olarak vasıllanamaz. Mazharların zadarının zahirde
istidatlarına göre verdiği şeyi temyiz etmeleri, muhakkik tefrika ehlinin
hallerindendir. Şeyh, bu bölümde zikrettiği yedi ismin yardımıyla onu gerçekleştirir
ve şöyle der: Bu bölümde, keşifle müşahede ettiğimiz âlemin sonu, âlemlerden
biridir, bundan fazlası değildir. Zevkle müşahede ettiğimiz âlem ve adım adım
izlediğimiz, yarıştığımız ve geçtiğimiz âlemler, iki mertebededir ve sekiz
mertebeden on alü âlemdir. Bu iki mertebe, nikâh mertebesi ve kuşkular mertebesidir.
Gerisi, keşif ve tarif açısından âlemdir, zevk açısından değil. Bu İlahî
yardımlarda, bütün bu zikrettiğimize Allah’ın ehliyle birlikte zevkle girdik. İlahî
bir isimle onları aşuk. Bu isim el-Âhir ismidir. Ondan riyaseti ve “Eğer
mukarrebundan ise onun için ravh, reyhan ve naim cenneti vardır”[42]
ayetinde sözü edilen mukarrebunun elde ettiği ravh’ı (tarifsiz bir huzur)
aldık. Bu makamlara 580 yılında bu tarikata girişimden kısa bir süre sonra
safa ehliyle beraber nikâh mertebesinde, kahır ve galebe ehliyle beraber kuşku
mertebesinde ulaştım. Şardarın oluşmaması için Allah’ı bilenden alınmış bu
sözlerdir. Bizden bazıları sözünü bozmuş, bazıları ise yerine getirmiştir. Biz,
Allah’a hamd olsun, yerine getirendeniz. Bunlar garip bilgiler ve yüce
zevklerdir.”
“Onlardan işin erbabı
olan bir grup adamla Mağrip’te, bir grupla îskenderiyye’de, iki veya üç adamla
Dımaşk’ta ve bu makamda biraz eksiği olan bir adamla da Sivas’ta karşılaştık.
Durumunu bize anlatınca kısa bir sürede eksikliğini tamamladık. O, yabancıydı,
belde ehli değildi, Ahlat ehlindendi. Zikrettiğimiz her grubun, İlahî
isimlerin hükmü alandaki her grubun üç mertebede ayrıcalığı vardı. Bu üç
mertebe, üst, orta ve alt mertebedir ve bir mertebe, müşterek mertebedir. Bu
yönetici akıllar, kendilerine düşünceler gelirken bu üç mertebeden birisinde
bulunurlar. İsimler mütekabil veya mütekaribtirler. Dâr ve Nâfı’ veya Muiz ve
Muzill veya Muhyî ve Mumit mütekabil isimlerdir. Alîm ve Habîr veya Kadîr ve
Kâhîr veya Kebîr ve Azîm gibi halk ve emir âleminde bu mecrada gelen isimler
mütekarib isimlerdir. İşte Allah’ın izniyle, bütün bu isimlerin hükümlerinden “tafiîl”
âleminde bahsedeceğim. Zikrettiğimiz hususların tafsilatına gelince,
zikrettiğimiz bu tabakaların her birini öğrendikten sonra şöyle deriz: Onlar
nefesler ehlidir, özellikle Allah’ın ehlidir. Onlardan başkası değildirler,
el- Müdebbir nefesler âlemindendir. Herhangi bir berzahî emri uygulamak istediğinde,
uygulaması iki hüküm ister. Halbuki emir tektir. Çünkü Câmi’, Nafi’, Basîr ve
yoksulluk zamanında cömerdiği savunanlar, en kolay hükme bakarlar ve onunla bu
emre hüküm verirler.” Şeyh bunun tafsilatını anlatmaya devam eder. Anlamak
için kitaba dönmek gerekir.
On ikinci Fasıl
el-Bâ’is İlahî ismi
hakkındadır.
Alemdeki her varlığın
Allah’a yönelik özel bir yönü vardır. Bu varlığın yaratılması için ister
yaratılmış bir sebep olsun veya olmasın. Bu fasılda kevnî sûreler hakkında
önemli ve dakik incelemeler vardır. Bu kevnî sûrelerin sayısı ondur. Bu ciltte
“On Söz” başlığı alanda açıklanmıştır. Bu fasılda Şeyh’in şöyle bir kasidesi
vardır:
Ben
yeni bir yaratma içindeyim Her gün bir artış içindeyim Ben sevgi yönümden
Vecdle vücud arasındayım Sevenin şükrü gibi şükrederek Artış var mı? Diyerek
Ben vaktimin biriyim Vücudumda ve müşahedemde. Ey dereceleri yükselten Mutluluk
menzillerinde Allah’ım! Kaldır benden Yükseliş miraçlarında Yolumdaki her
perdeyi İnişimde ve çıkışımda Allah’ım! Benim payımı kıl Allah Vedûd ismin
içinde.
On Üçüncü Fasıl
Tabiatı var etmeye
yönelik olan el-Batın ilahi ismi hakkındadır.
“Tabiat makul varlıktır.
Yaratılmış derken kastımız takdir edilmiş olandır. Bir şeyin takdir edilmesi,
onun yaratılışını gerektirmez. Bundan dolayı, ilimlerde farz-ı muhal, varlığı
mümkün olmayan şeyin takdiri demektir. Bazen var olmayan ve var olması mümkün
olan da takdir edilir. Tabiat nefsin altındadır. Nefis de aldın altındadır.
Kâinat için tabiat, ilahi isimler gibidir, bilinir, akıl edilir, eserleri
ortaya çıkar, meçhul değildir, bir bütün olarak dışta varlıkları yoktur. Aynı
şekilde tabiat kendisine izafe edilen ve kuvve halinde sahip olduğu hissi suretleri
verir. Tabiat, makul bir zattır. Dört hakikatin toplamıdır. Bu dördünün,
yaratılmış cisimlerdeki eserine tabiat denilir. Sıcaklık, kuruluk, soğukluk ve
yaşlık, tabiatın cisimlerdeki eserleridir. Hayat, ilim, irade gibi aynı
değildir. Söz, İlahî nispetlerdedir. Aynî varlıkta bir zattan başka bir şey
yoktur. Tabiat suretlerinin ruhu İlahî ruhtandır. Şeyh, bu fasılda, yaşadığı
bazı hadiseleri anlatır ve bu fasıl da onları gizlediğine işaret eder. Güzel
sözlerle derin hakikader. Unsurî tabiat cisimlerinde itidal bulunmaz. Gün, tek
zamandır. Şe’n Allah’ın günde ihdas ettiği şeydir.”
On Dördüncü Fasıl
Cisimlerin kendisinde
ortaya çıktığı heba cevherini yaratmaya yönelik olan el-Ahir İlahî ismi
hakkındadır.
“Hebâî cevherin dış
varlığı yoktur. Hebâî cevherin bu ismi Efendimiz Hz. Ali’den (r.a.)
aktarılmıştır. Şeyh, onu Anka olarak isimlendirdiğini söylemiştir. Çünkü onun
zikri duyulur; fakat dışta bir varlığı yoktur. Filozoflar ona Heyulâ derler.
Bu, onlar arasında ihtilaflı bir meseledir. Biz bu konuda onların ve
başkalarının görüşlerini nakledecek değiliz. Biz bu kitabımızda ve bütün kitaplarımızda,
keşfin verdiğini ve Hakk’ın imla ettirdiğini verdik. Sufîlerin yolu budur.
Küll cisim, latîf, kesîf, kirli ve şeffafı kabul eder. Hakk’ın ve yaratıkların
sıfatı olan küllî hakikat, Hak için isimlerdir, yaraüklar için de âlemlerdir.”
On Beşinci Fasıl
Küll cismi var etmeye
yönelik olan Rahmani nefeslerden ez-Zâhir İlahî ismi hakkındadır.
“Boşluk cismin dışında
vehmedilen bir uzamadır. Allah her şeyle beraberdir. Hiçbir şey O’nu geçemez ve
hiçbir şey O’nun ardında kalamaz.” Özel yön hakkında önemli hakikatler. Bu
kesrette Hakk’ın varlığı ve her vahidin ahadiyyeti.
Bu iki sayfada İmam
Abdulkadir el-Cezairî, Şeyh in sözlerini son derece güzel kelimelerle
yorumlamış ve orada kesretin varlığının sebebini açıldamışnr: “Zamanın
ahadiyyeti açısından, o bir uzamadır, kendisinde kesret yoktur, bilfiil parça
da değildir. Onda varlıklar, takaddüm ve teehhürle sırayla ve çok sayıda ortaya
çıkmıştır. Zaman hepsini kapsadığı halde, “bu bundan önce, bu bundan sonra, bu
bununla beraber ortaya çıktı” denilir. Çünkü vehim, zamanın bir şey olduğunu,
zamansal mevcudatın da onda mazruf olduğunu hayal eder. O, onlar için zarftır.
Tertip edilmiş mevcudat için, ahadiyyet ve zarf oluşuyla birlikte, zamanın
müşahedesinden kesret çıkmıştır. Ama zaman zindanından çıkarılan ve
idrakindeki zincirlerden çözülen kişi, başlangıcı ve sonu olmayan, zaman ve
mekân bağlarıyla sınırlanmayan, açık bir varlığı görür. Mevcu- dau yanında
hazırdır, idraki açısından arızî, hayalî, itibarî mev- cudann aynısıdır,
başkası değildir. Bu gerçek vahdede kesret birleşti. Böylece “birden ancak
bir doğar” sözümüz doğru oldu. Bundan dolayı, Allah’ın ehli, HakTeâladan
ilk sudur eden şeyin vucud-i mufâz (taşan varlık) olduğunu söyler. İlk akıl ve
diğer yaratıklar bu vucud-i mufâz’da birdir.” el-Cezairî’den yapılan alıntı
burada bitti.
On Altıncı Fasıl
el-Hâkim İlahî ismi
hakkındadır.
Alemin İlahî suret üzere
yaratılması ve on sözün İlahî mertebelere tatbiki konusunda ince sırlar.
On Yedinci Fasıl
Arşı var etmeye yönelik
olan el-Muhît ismi ve er-Rahman ismiyle arşa istiva hakkındadır. Arş ve
kuşatması, Rahmani nefes ve genişliği hakkında gerçekten derin olan sırlar.
“Nişancı için Allah’ın
ötesinde ve Allah’ın âleminin ötesinde bir hedef yoktur. O sondur. O’nun sonu
yoktur. O’ndan başka ilah yoktur. O Azizdir, Hakimdir.”
Bu fasılla, arş ve nurânî
direkleri, içindeki gölge ve altındaki hazine -ki o Adem’dir (a.s.)- hakkında
Şeyh’in gördüğü muhteşem sahneler anlatılmıştır. O (r.a.), pek çok hazine, güzel
kuşlar görmüştür. Oradan kuşların en güzelini görmüştür. Şeyh (r.a.) şöyle der:
“O güzel kuş bana selam verdi. Sohbetimi doğu şehirlerine almam için bana
doğru yöneltildi. Bu bana gösterildiğinde Merakeş’te idim. “O kimdir?”
dediğimde, bana denildi ki: “O, Fas şehrinde olan Muhammed el-Hasar’dır. Doğu
şehirlerine yolculuk yapmayı Allah’tan istedi. Onu yanında tut.” Ben de
“Duyduk ve itaat ettik” dedim. Sonra ona -ki bu kuşun kendisiydi- dedim ki:
“inşallah arkadaşım olursun.” Fas şehrine geldiğimde onu sordum. Bana geldi.
Ona dedim ki: “Allah’tan bir şey istedin mi?” O da: “Evet” dedi. Allah’ın beni
doğu şehirlerine taşımasını istedim. Bunun üzerine bana denildi ki: “Falan
kişi seni taşıyacaktır. O zamandan beri seni bekliyorum.” Beş yüz doksan yedi
senesinde onu arkadaşlığıma aldım ve Mısır diyarına ulaştırdım ve orada öldü
(Allah rahmet etsin).”
On Sekizinci Fasıl
Kürsü ve iki ayağı var
etmeye yönelik olan eş-Şekûr ilahi ismi hakkındadır.
Bu fasılda, azabın
varacağı yer, dünya ve ahiret acıları araya girse bile, rahmettir. İlimlerin
elde edilmesiyle bu geçici arıza- ların dürülmesinde rahmet vardır.
On Dokuzuncu Fasıl
Adaş feleğini var etmeye
yönelik olan el-Ganî ismi hakkındadır.
Bu fasılda, yedi gün,
aylar ve senelerin sırrı vardır. Bu manada derin incelikler ve adaş feleğinin
taksimau vardır.
Şeyh’in (r.a.) talebi
şudur: “Hangi diyarda olursa olsun acıların Allah’ın rahmetine dönüşmesini
umuyorum. Şüphesiz ki istenen, nerede olurlarsa olsunlar, rahmetin hepsini
kapsamasıdır. Onda ölmeyen ve diri kalmayanın olmasından sonra hepsi
dirilecektir. Bu berzah halidir.”
Fasıl’da, cennet ve
cehennem hakkında ince hakikatler vardır. Fasıl’da güneşin nefyin kâfinda
doğuşu hakkında gariplikler vardır. Bu fasılla, bütün gözcülerin mazeretinin
beyanı vardır. Allah kişiye kaldıramayacağı şeyi yüklemez “Rabbimiz ilim ve
rahmet açısından her şeyi kuşatmıştır”[43] [44]. Bu Fasıl’da güneş,
Şeyhe beş yüz yetmiş yılında “lem yekun”44 tın kâfinda doğdu.
Böylece, “lem yekun’de güneşin doğuşuyla teşbihin nefyini ispatladık.
Yirminci Fasıl
Menziller feleğini ve
cenneti var etmeye, bu feleğin dibindeki yıldızları takdir etmeye yönelik olan
ve cennetin zemini ve cehennemin çausı olan el-Mtıkaddir ismi hakkındadır.
Bu fasılda, yıldızların
günlerinin özellikleriyle ilgili geniş sırlar vardır. Menzillerin, burçların
ve kâinaun incelenmesi —ki hepsi ulaşılması zor ilahi fetihler ve
garipliklerdir- yapılmışur. Allah’ın fazlı. Matlub O’dur.
Yirmi Birinci Fasıl
Birinci sema,
beytül-ma’mur, sidre ve halîl’i yaratmaya yönelik olan er-Rabb ismi
hakkındadır.
Beytu 1-ma’mtır hakkında
önemli sırlar:
Şüphesiz ki, kalpler
ondan yaratılmıştır. Anla! Beytu’l- ma’mur’a giren melekler, havatir melekleri.
îki zıttın bir araya
gelmesi, bir elbisenin üzerinde doğuya doğru hareket eden bir karıncayı,
elbisenin çekilmesinin onu batıya çekmesine ve bu iki hareketin aynı anda olmasına
benzer.
Haftanın günleri hakkında
önemli hakikatler:
“Cumartesi günü ebedi bir
gündür, gecesi ahirettedir ve kesintisizdir. Aynı şekilde gündüzü de kesintisi
olmayan ikinci mahaldedir. Onda yedi gün meydana gelir, onlardan biri cumartesidir.
Bu en şaşılacak işlerden biridir ve ilahi hakikatlerde bir dayanağı vardır.
Burada Hakk’ın, Âdem’e (a.s.) olan sözünü aktarır: Allah Âdem’e iki eli kapalı
iken şöyle demiş: “Dilediğin birini seç!” Âdem de: “Rabbimin iki elini seçtim.
Her ikisi de sağ ve mübarektir.” Allah ellerini açtığında, Âdem ve yaratılan
zürriyeti oradaydı. Âdem bir taraftan avucun içindeyken diğer taraftan
dışındaydı. Bu mesele aynen böyledir. Baktığında, âlemi Hak’la bu mesabede
bulursun. Hayret yeri O’dur, o değildir. “Attığın zaman sen atmadın Allah
attı ”[45]
böy- lece başladığıyla bitirdi. Ne kadar da garip! Ortadan! Çünkü o bir
olumsuzlama ile — ki sen atmadın ifadesidir- bir olumlama —ki o Allah
attı sözüdür- arasındadır. Bu onun şu sözüdür: “Sen sen iken sen değildin;
fakat Allah şendir.” Bu, zahir ve mazharlar hakkındaki sözümüzün anlamıdır:
Mazharların surederinin değişmesiyle birlikte zahir aynıdır. Zeyd hakkında:
“Zeyd birdir” dersin uzuvları farklı olsa bile. Onun ayağı eli değildir. O
(ayağı) ise Zeyd sözündeki Zeyd’in kendisidir. Bütün organları da böyledir.”
Yirmi ikinci Fasıl
ikinci gök ve gezegenini,
perşembe gününü, Musa’yı (a.s.), Dat harfini ve Sarfe menzilini yaratmaya
yönelik olan el-Alîm ismi hakkındadır.
îsra gecesi farz
namazların vakiderinin hafifletilmesi, bu göğün emrinin hükmüydü. Allah emrini
bu gökte vahyetmişti.
Yirmi Üçüncü Fasıl
el-Kâhir ismi
hakkındadır.
Bu ilahı isim, üçüncü
göğü yaratmaya yöneliktir. Onun varlığını, yıldızını, feleğini ortaya çıkarmış
ve onu Harun’un (a.s.) meskeni yapmıştır. Onun günü çarşambadır. Menzili
Avva’dır. Ona vahyedilmiş emir, kan dökme ve gazaplardır.
Yirmi Dördüncü
Fasıl
en-Nûr ismi hakkındadır.
Bu isim, âlemin ve
göklerin kalbi olan dördüncü göğü yaratmaya yöneliktir. Bu isim, onun
varlığını pazar günü ortaya çıkartmışur. insanlık ruhlarının kutbu olan îdris’i
(a.s.) oraya yerleştirmiştir. Allah bu göğü balık menzilinde yaratmıştır.
Şeyh, burada ’Kıtahuş-Şen"
isimli eserine işaret etmiştir. Bu semanın yıldızı batmaz.
Yirmi Beşinci Fasıl
el-Mtısavvir ismi
hakkındadır.
Bu isim, beşinci göğü,
feleğini ve yıldızını yaratmaya yöneliktir. Menzili Gafr (bağışlama/affetme)
menzilidir. Günü ise cumadır. Orada Yûsuf’u (a.s.) oturtmuştur.
Yirmi Altıncı Fasıl
el-Mtıhsî ismi
hakkındadır. Aluncı gök onundur. Günü, Zebana menzilinde çarşambadır. Orada
îsâ’yı (a.s.) oturtmuştur.
Yirmi Yedinci Fasıl
el-Mubîn ismi
hakkındadır.
“Bu isim, dünya göğü ve
yıldızını yaratmaya yöneliktir. Feleği, Iklîl menzilinde pazartesi günüdür.
Günü pazartesidir. Bu bölümde günlerin başlangıcıyla ilgili incelikler vardır.
Bu göğün sakini Adem’dir (a.s.). O fert insandır ve bu türün aslıdır. Bu fasıl
gerçekten önemli ve geniştir. Kitapta bu bölüme dönmek zaruridir. Bu göğün
yıldızı “Ay”dır.” Bu fasılda, İlahî mertebede ve kevnî mertebede Âdem’in
suretinin bir araya ve hizaya getirilmesi ve bu hizaya getirme hasebince
sürekliliği incelenmiştir. Bu fasılda, meleklerin hakikatini anlamadaki gariplikler,
unsurların sırları incelenmiş ve Şeyh’in Hüviyyette yaşadığı önemli bir olay
anlatılmıştır.
Yirmi Sekizinci
Fasıl
el-Kâbız İlahî ismi
hakkındadır.
“Bu İlahî isim, Esîr’de
ortaya çıkan kuyruklu yıldızları yaratmaya ve oradaki yanmalara yönelmiştir.
Esîr ateşin rüknüdür. Bu rükünlerin varlığı, bu feleklerin varlığından
öncedir.” Bu fasılla, Esîr rüknünün gayesi hakkında önemli sırlar incelenmiştir.
Faydalanmak için kitaba bakmak gerekir. Ben kendim de hem bu bölümden hem de
ondan sonra gelen hava bölümünden çok faydalandım. Şüphesiz ki, bu unsurlar, değerli
mülklerdir. Suretleri de latif ve kesif unsurlardır. Anla! Ve âlemlerin arasını
ayır!
Yirmi Dokuzuncu
Fasıl
el-Hayy İlahî ismi
hakkındadır.
Bu isim, hava unsurunda
ortaya çıkan şeyleri yaratmaya yönelmiştir. Bu fasılda Şeyh, havanın rükün
oluşunu, maruf suretini, yayılışını anlatmış ve yaratıkların şiddet mertebeleri
hakkında garib bir hadis serdetmiştir. Bu faslın sonunda da ateş olan esîrî
unsur ile havaî unsurun - yıldırımlar gibi -manasını ve yakmalarındaki farkı
ortaya koymuştur. Yanma şimşekler gibidir, sesler yıldırım gibidir. Âlemdeki
her bir ses teşbihtir. Zıdar âleminde güzel ve çirkin olarak isimlendirilen
şeyler, bu konuda aynıdır. Burada mazharların zahir isimlerine döndüğüne dair
sırlar vardır.
Otuzuncu Fasıl
Su unsurunda ortaya çıkan
şeyleri yaratmaya yönelik olan el-Muhyî ismi ve sırları hakkındadır.
“Su, her ne kadar
meleklerden ise de o melekî bir unsurdur. Unsurdaki aslı, rükünler üstü olan
tabiî hayat nehrin- dendir. Cebrail her gün bir dalışla bu nehre dalar. Ateş
ehli de şefaatle cehennemden çıkarken ona dalarlar. Bu unsurî su, hayat nehri
olan bu sudandır.” Faslın geri kalanı çok önemlidir. Ona dönmek lazımdır.
Otuz Birinci Fasıl
Yeryüzünde ortaya çıkan
şeyleri yaratmaya yönelik olan el- Miimît ilahi ismi hakkındadır. Onda
yarauklar, mertebe açısından açıklanmıştır.
“Kiillî nefisten âlem
zuhur etmiştir. Fasıldan anladım ki, burada yeryüzü rükünlerden bir rükündür.
Her malum taksime tabidir. Çünkü zihnî varlığa girer. Muhal aynî varlığa
girmese de zihnî varlığa girer.” Bu fasılda özellikle şunları yazdım:
“imkânın sübutu ile
varlığının ibrazı arasındaki zaman zarfını tevehhüm etmekten sakınmalısın...
Sübut ve varlık sadece aklî iki mertebedir. Kendi kendine var olan aynî
varlığın bir kısmıdır. Bu hakkında konuşulandır. Konulan da değildir. Veya
kendi kendine var olmaz. Kendi kendine var olan ya mü- tehayyizdir ya da
değildir.” ilginç! Bu fasıl geniştir.
Ulvî, tabiî, unsurî,
mürekkep ve basit âlemlerden varlık çe- şideri ayrıntılı olarak anlatılmıştır.
“Yer, su, hava, felekler,
müvelledât bir cevherdeki suretlerdir. Oluşta muhal yoktur, mefhumundan
anlaşılan şey, bir şeyin varlığı, başka bir varlığa dönüşmüştür demektir. Alem
her zaman bir ferttir, oluşur ve bozulur. Oluşmayı kabul etmeseydi, âlem
cevherinin zatının bekası olmazdı. Arazlar cisimlerde yenilenir. Cismin sureti
cevherde bir arazdır. Suretin tanımında cevheri aldıklarından, sureder, bazen
cevher diye isimlendirilir. Kısacası, İlahî keşf yolunun dışındaki bir yolla
bu işleri düşünmek, işin hakikatine götürmez. Şüphesiz ki, onlar daima ihtilaf
halindedirler.”
Zelûl yerin özellikleri.
Yer Allah’ın ona yerleştirdiği hâzineleri gizlemesi sebebiyle kesifliği,
karanlığı ve sertliği kabul etmiştir. Yer tabaka tabakadır. Bu sayfanın son
yarısında “Yedi göğü ve benzer şekilde yeri yaratan Allah’tır. Allah’ın
hükmü aralarında inip durur”[46]
ayetindeki sırlar vardır.
Şeyh, her gök ile yeri
arasındaki emrin inişini, kendisine emirlerin indiği yedi iklime bakan
ruhanîleri ve bu iklimi korumakla görevli olan bedelleri ve tabi oldukları
nebileri açıklar.
Şeyh, yedi bedelle
Mekke’nin hareminde Hatîmu’l- Hanabele’nin ardında bir araya gelmiştir. Bu
bedellerin hallerine delil olarak Sakîtur-Refref b. Sakîtu’l-Arş’ı
zikretmiştir.
Vasıl
Şeyh (r.a.), burada bir
unsurun yalnız başına mizacı ile onun bir kısmının diğer kısmıyla
karışmasındaki mizacı arasındaki farkı açıklamışur. Burada açıkladığı karışım
türlerinden ortaya çıkan ayrınülar önemlidir ve müstakil bir kitabı hak
etmektedir. Yardım Allah’tandır.
“Mizaç, bir unsurun
varlığının kendisiyle gerçekleştiği şeydir ve tab’ diye isimlendirilir. Denilir
ki, suyun tab’ı veya mizacı soğuk ve yaş olmasıdır. Ateşin, sıcak ve kuru olmasıdır.
Havanın, sıcak ve kuru olmasıdır. Toprağın, soğuk ve kuru olmasıdır. Bu
rükünlerin varlıkları ancak bu tabiî mizaçla ortaya çıkar. Her mizaç tabiîdir,
imtizaç (karışım) ise böyle değildir. Kısacası bu ve bundan sonraki vasılla,
kâinatın ve güneşin batıdan doğmasının sırları toplanmıştır. Kitaba müracaat
etmelisin. Çünkü o, kâmil bir genişlik ve büyük bir İlahî derstir.”
“Güneşin ışınlan esire
uğrar ve oradan sıcaklığında kemiyet olarak bir arüş kazanır.”
Şeyh, hareket ve
durağanlığı fetih babından olan ilahi şerhlerle açıklamışür. Bu açıklamaların
bir kısmı şöyledir:
“Hareket ve durağanlıkta
tahkik, tabiî zatlara nispededir.
Bir araya gelme ve
ayrılma, mekânlılar için iki nispettir.”
Zaman ve feleklerin
açıklaması ve tahkiki:
“Zaman ve mekân da tabiî
cisimlerin müştemilatından- dır. Ancak zaman, dış dünyada varlığı olmayan
mevhum bir şeydir. Onu, feleklerin veya mekânlıların hareketleri, kendisine
soru iliştiğinde, ortaya çıkarır. Aynı zamanda zaman ve mekânın dışta varlığı
yoktur. Varlık ancak harekedi ve durağan zatlara aittir. Şeyh, burada mekân,
mütemekkin ve intikalin anlamını açıklamaya devam eder. Bunlar feyz
ilimleridir. Feyyaz olan ne Yücedir! Kendisinden istenen sadece O’dur.” Bu
konuda fayda temin etmek için kitabın kendisinde bu fasla dönmek gerekir.
Son sayfada “Allah
vardı ve kendisiyle beraber hiçbir şey yoktu" hadisini açıklar.
Hadisin lafzında Hz. Peygamber: “O şimdi de bulunduğu hal üzeredir” demedi. Hz.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) yaratıkların en iyi bileni ve Allah
katından “O her gün bir iştedir”4', “Ey insan ve cin topluluğu
sizin için boşalacağız”[47]
[48]
ayetlerini getirmiş iken bunu nasıl söyler? Sema ve âlem yokken O, vardı, bu
işten, şu işten boşaldı. Rabbimiz dünya semasına iner. O birisine inmekle
nitelenebilir mi? Veya bir yerden inmekle? Nerede yoktu. Sonra eşyayı yarattı
ve böylece nispetler meydana geldi. O istiva etti ve indi, teraziyi aldı ve
yükseltti ve alçalttı. Haberler böyle gelmiştir.
Faslın ana konusu
hakkında geniş açıklamalar yapar. Faslı ilimlerin özü olan her şeyde İlahî yönü
gözlemleme ilmiyle bitirir ve bu konuda bir şiir serdeder:
Gözüm Ö’nun yüzünden
başkasına bakmadı
Kulağım Ö'nun sözünden
başkasını duymadı
Her varlıkta ö’nun
varlığı vardır
Her şahısçık kendi
uykusundadır
Rüyamızın tabiri
uykumuzda vardır
Kim kınarsa onu kendi
kınamasına katsın
Sayfanın sonunda zemherir
ve havadaki etkisine, onlarda ışınların etkisinin olmadığına işaret etmiştir.
Faslı şöyle bitirmiştir:
“Alem İlahî yönün
aynısıdır. Bu İlahî yönün hadiste zikredilen yakıcı tecellileri vardır. Genel
olan sureti üzere kalmıştır ve tecelliler onu yok etmemiştir. Aksine onu ispat
etmiş ve Hakk’ın yönünden ayırmışur. Öyleyse perde manevîdir ve nispet
yakmışur.”
Otuz ikinci Fasıl
Madenleri yaratmaya
yönelik olan el-Azîz İlahî ismi hakkındadır.
Şeyh, madenlerin,
dönüşmeden uzun süre kalmalarının sırrını açıklamış ve kâmil bir suret üzere
kalan madene varmıştır. O da alundır.
İlahî isimlerin
müvelledâtta ve unsurlarda, tabiat ve unsurlardan koruyucuları vardır.
Şeyh, sarı yakutun, yakutun
cevherinde ortaya çıkışını açıkladığı gibi civa, kurşun, demir, bakır, gümüş
gibi madenlerin unsurlarını da açıklamıştır. Tıp, eksikliği gideren bir ziyade
veya fazlalığı azaltan bir azalmadan başka bir şey değildir. Devamlılık,
madenlerin kemal derecelerine ilerlemelerindedir. Bu ilacın ilişkisi, yedi
yıldız olan Ay, Katip, Zühre, Güneş, Merih, Müşteri ve Keyvan iledir.
“Bütün yönlerden uygunluk olmaz.
Alemin bütün cevheri, cevheriyet açısından birdir. Varlık, suret ve ona arız
olan arazlar açısından farklılaşır. O, birleşen, ayrışan, bir ve çoktur. İlahî
mertebenin sureti, Zat ve isimlerdedir. Büyük şeref ilimdedir, tekvinde
değildir.”
Otuz Üçüncü Fasıl
Müvelledâttan bitkiyi yaratmaya
yönelik olan er-Rezzâk İlahî ismi hakkındadır.
“Delaleti bakımından Allah isminin
nitelemesi doğru değildir. O iki zıddı kendisinde toplayandır. Eğer lafızda
ortaya çıksa onunla kastedilen sadece özel bir isimdir. Kendisinden sonra
zikredilen hakikat açısından, ondan hal karinesi istenir.” İlahî isimlerin
önemi ve kendileriyle çağrılma esnasındaki etkileri hakkında detaylı bilgi
için kitabın bu faslına dönmelisin!
“Rızık, kendisiyle beslenen içindir,
kendisini toplayan için değildir.”
Şeyh, faslın ortasında “Rububiyetin
bir sırrı vardır ki ortaya çıksaydı Rububiyet batıl olurdu”sözünü açıklamış
ve azıkların inmesini öncelikle İlahî isimlerin azıklarının inmesini, sonra da
melekî ruhların rızkının inmesini -“rızıkları teşbihtir sonra ilk akla
indiler”- açıklamaya devam etmiştir.
Şeyh “Hayatı olan her
şeyi sudan yaptık”[49]
ayetinin anlamını açıklamışür.
“Alemde konulan ölçü
şeriattır. Helal Allah’ın rızkıdır. Haram ise rızıkür. Bilmek gerekir ki,
hakikat yönünden hitabın konusu, tasarrufun yasaklandığı şeyin kendisi değil,
mükellefin fiilidir. Öyleyse hepsi Allah’ın rızkıdır. Yiyen yasaklanmıştır, yenilen
değil. Çünkü Rezzâk ancak rızkını verir. Rezzâk’ın verdiği şeyde ise kınanma
olmaz. Bundan dolayıdır ki kınamayı, yenilen şeye değil, mükellefin fiiline
bağlamıştır. Çünkü mülkün yenilmesi, sahibine yasaklanamaz. Haram mülk olamaz.”
Şeyh, zaruret ve zaruri
rızka değinir ve sözlerini şöyle sürdürür: “Allah bizi rızık olmayan
rızıklananlardan kılmış ve bir bitki gibi yerden bitirmiştir.”
Vasıl
Bu fasılda bitkilerdeki
hareketler açıklanmıştır. Bunlardan bazıları:
“Alimler, yönleri insanın
varlığıyla dikkate almışlar ve istikameti onun yaratılışına ve baş yönüne
doğru hareketine bağlamışlardır. Böylece onun hareketini müstakim hareket
olarak isimlendirmişlerdir. Varlıkta noksanlığın olması kema- lindendir.
Alevin hareketi Esîr’e
doğrudur.
Manevî ve hissî harekeder
üçtür:
Ortadan hareket: Bu hareket tabiî cisimlerin
kendisinden ortaya çıktığı asıklan ortaya çıkan şeyi verir.
Ortanın hareketi: Bu İlahî yardımdır.
Ortada hareket: Bu aslın varlığını sağlayan
harekettir.
Âlemdeki ayanın bazısı
bazısını etkiler. Varlık tanım bakımından birdir, arazî suretler açısından
çoktur. Birçok yerde zahir olan âlemin zatının kim olduğunu, cevherinin değişmediğini,
bu varlıktaki bu değişikliğin hükmünün kimin için olduğunu bildirdim. Bu,
bakanın yapısının değişmesiyle veya bazen aynaya yansıyan şeylerin
değişmesiyle, aynadaki görüntülerin değişmesine benzer. Görenin gözünde ayna
bunların tezahür ettiği yerdir. İlahî nefes olan Amâ, bütün bu suretleri
kabul edendir.”
Otuz Dördüncü Fasıl
Hayvanları yaratmaya
yönelik olan el-Müzil İlahî ismi hakkındadır.
“Hepsinin aslı yerden
yaraülmıştır. Asalet bakımından aziz olduğu gibi Allah onu zelil kılmıştır.
Allah kendisinden bir ruhla seni desteklesin. Ben bu İlahî nefesteki varlıklar
hakkında, özellikle âlemden bu varlıkla beraber zikrettiğim İlahî ismin hükmü
ve bazı etkileri yönünden konuşmaktayım. Şeyh “O göklerde ve yerde
Allah’tır”[50],
“Göklerde ve yerde olan her şeyi size amade kıldı”'[51] ve Lokmanın oğluna
söylediği “Ey oğulca- ğızım! Yapılan iş bir hardal tanesi kadar küçük oha,
bir kayanın içinde saklı da olsa, veyahut göklerin ve yerin herhangi bir noktasında
bile bulunsa, mutlaka Allah onu meydana çıkarır”[52] ayetleri hakkında
bazı keşfi zevkler anlatır. Allah yerdedir, göktedir, çöldedir, nerede olursak
olalım bizimledir. Çünkü yaratan, yarattığından ayrılmaz.” Bu konuda kitaba
bakmalısın.
Otuz Beşinci Fasıl
Melekleri yaratmaya yönelik
olan el-Kavî ilahı ismi hakkındadır.
Bu bölümde:
“Yaratılmış âlemde kuvvet
bakımından kadından daha büyük yoktur. Bunun sırrını ancak âlemin niçin
yaratıldığını, Hakk’ın hangi hareket ile onu var ettiğini bilen bilir. Alem iki
öncülden meydana gelmiştir. Zira o neticedir. Nikâh yapan taliptir. Talib
muhtaçtır. Nikâh yapılan matluptur. Matlubun kendisine ihtiyaç duyma gücü
vardır ve şehvet baskındır...” Kitaba bakmalısın.
Otuz Altıncı Fasıl
Cinleri yaratmaya yönelik
olan el-Latif ilahı ismi hakkındadır.
Bu bölümde cinlerin
asılları incelenmiştir. “Cin, neşet bakımından unsurî-berzahîdir. Bir yönüyle,
ateşin letafeti yönüyle ateşten ruhlara bakar. Ondan gizlenen ve şekillenebilen
vardır. Bize dönük yönleri vardır. Bu yönüyle unsurîdir ve karışıkur.”
Burada Şeyh, mümkün
varlıklardan bir sınıfı yaratmaya yönelik olan el-Muayyin ilahi ismini açıklar.
“Bu, o varlıkta baskın olan ismin, bu isim olmasından kaynaklanır. Hükmü onda
yerine geçer. Bununla beraber, hiçbir mümkün yoktur ki, kendisindeki âlemlerle
ilgili olan ilahi isimlerin bir etkisi olmasın. Fakat bu muayyen mümkün
varlıkta bir kısmı bir kısmından daha kuvvetlidir.”
Otuz Yedinci Fasıl
İnsanı yaratmaya yönelik
olan el-Cami’ ilahi ismi hakkındadır.
Bunda pek çok sır vardır.
Onlardan bazıları:
“Allah, bu İnsanî
yaraülışı tamamlamak istediğinde, onu iki elinde topladı ve kendisine âlemin
bütün hakikatlerini verdi. Bütün isimlere onun için tecelli etti. Böylece
yaratılışı hem İlahî sureti hem de kevnî sureti haiz oldu. Allah, onu âlemin
ruhu kıldı...
“insanın dünyadan
ayrılmasıyla dünya bozulur.” Dünya hayatı, ruhu insan olan âlemin cesedinin uzuvlarından
bir uzuvdur. Varlıklar arasında ondan yani “insan’dan başka Hakk’ı kuşatan
yoktur. Ancak sureti kabul ettiği için kuşatmıştır.”
Otuz Sekizinci Fasıl
Mertebeleri yaratmaya
değil belirlemeye yönelik olan Refuıd- Derecât ve Zul-Arş İlahî
isimleri hakkındadır.
Bütün mertebeler asıl
bakımından İlahîdir. Hükümleri âlemde ortaya çıkar. En yüce İlahî mertebe
insan-ı kâmilde ortaya çıkmıştır. Mertebelerin en üstünü her şeyden müstağnilik
mertebesidir. Bu mertebe zatı bakımından Allah’a aittir. Âlemde en üstün
mertebe her şeyle müstağniliktir. İstersen buna her şeye muhtaçlık da
diyebilirsin. Bu insan-ı kâmilin mertebesidir. Allah, her şeyin suretinde
tecelli edendir. Öyle ki özellikle sadece O’na muhtaç olunur.
Otuz Dokuzuncu
Fasıl
Nefeslerde nakil
hakkındadır.
Bu fasılda, suretlerin,
sureti kabul etmeyen başka şeylere naklolmalarının mertebeleri vardır. Hükmün
zarureti, asılda ona ait olmadığı halde, kendisiyle zuhur eden suret içindir.
Kırkıncı Fasıl
Açık ve gizli nefesler hakkındadır.
Gizlenme ve örtünme ancak benzerlerde olur.
Kırk Birinci Fasıl
Nefeste itidal ve sapma hakkındadır.
Bu bölümde insanın bigâne
kalamayacağı hakikatler vardır. Onlara kitapta bakmalısın.
Kırk ikinci Fasıl
Eksik olana itimat etme hakkındadır.
Bu konudaki sebepler incelenmiştir.
Sebeplerden iş yapmak, onunla özel İlahî yönü müşahede iledir. Sebeple iş yapmak
ise sanatkârın elindeki alete benzer. Bu, bu ilim hakkında asıl bir fasıldır.
Kırk Üçüncü Fasıl
Benzerlerin veya varlıktaki bir
hakikatin tekrarı anlamında olan iade hakkındadır.
Bu caizdir; fakat ilahi genişlikten
dolayı vaki değildir.
Bu fasılla; “ahiret, hüküm ve nispet
iadesidir. Kaybolan ve sonra bulunan bir varlığın iadesi değildir. Cevherler
olan ayan, varlıktan kaybolmadılar ki, tekrar ona iade edilsinler. Aksine zatın
varlığı süreklidir. Var olan bir varlık için iade söz yoktur. Çünkü o vardır.
İade, heyetler ve nisbî imtizaçlardır. “Heyetler ve ortadan kalkan mizacın
iadesi mümkündür” şeklindeki sözümüzün delili “Sonra dilerse onu yayar”33
ayetidir. Demek [53] ki dikmemiştir. Çünkü
Allah’tan haber veren dünya yaratılışı ile ahiret yaratılışını birbirinden
ayırmıştır...”
Kırk Dördüncü Fasıl
Kesife dönen latif, latife dönen
kesif nefes ve sebebi hakkındadır.
“Bilmelisin ki, lütfün kesifleşmesi
muhaldir. Çünkü hakikatler dönüşmez. Ama latif, kesif hale gelebilir. Sıcağın
soğuk, soğuğun sıcak hale gelmesi gibi.
Bilmelisin ki, ruhların letafeti
vardır. Cisimleştiklerinde ve cisimlerin suretleriyle ortaya çıktıklarında, ona
bakanın gözünde kesifleşir. Şeffaf ve şeffaf olmayan cisimler kesifleşir. Bakanın
gözünde, surete dönüştüğünde veya huzurdan kaybolduğunda ruhanileşirler yani
gizlenmede ruhların hükmü onlar için geçerli olur. Arazlar üzerlerinde
çeşitlendiği gibi suretler de çeşidenir. Utananın kızarmasıyla ve korkanın
sararmasıyla. Bu örnek, sebepleri gerçekleştiğinde, onun surederde dönüşüm
kuvvetine sahip olduğunu haber verir.”
Şeyh letafetin kesafete, kesafetin letafete
dönüşmesinin örneklerini vermeye devam eder. Öyle ki, onları anlayabilmek ve
bu muhtasarın uzamaması için mutlaka kitaba bakmak gerekir.
Kırk Beşinci Fasıl
Yaratılmışların aslına itimat
hakkındadır.
Bu, zadarına bakma tamamlandıktan
sonra kendisine dönülen şeydir.
Bu faslın hakikaderinden:
“îlim, kişinin bilinmeyen
biri olduğunu öğrenmesi ve alameti alamet olarak bırakmasıyla elde edilir.
Hak, yaratıklarından olumsuz özellikleriyle ayrılır olumlu özellikleriyle
değil.
Bazen Onu bilmek, Onun ilah
olmasından dolayıdır. Böy- lece mertebenin hak ettiği şey bilinir.
“Barınan her şey O’nundur”[54] yani sabit olan her şey.
Nesh, bu hükmün
müddetinin sona ermesinden ibarettir ve onu başka bir hüküm takip eder. Yoksa
ilk hüküm dönüşmüş değildir. Aksine süresinin dolmasıyla geçerliliği sona ermiştir.
Çünkü asıl olarak hüküm, biz bilmesek de Allah’ın bildiği belirli bir süreyle
irtibatlıdır.
Muduluk, Allah’a ve O’nun
kanndan gelene iman etmekle irtibatlıdır. Çünkü Hak böyle bildirmiştir.
İlim sabittir ve gafleder
kendisini etkilemez. Çünkü âlimin, her nefeste ilmiyle hazır olması gerekmez.
Bazen bulunan gaflet veya
uyku, Allah’ı bilen kişiyi, Allah’ı bilen kişi olmaktan çıkarmaz. İlimden sonra
cehalet asla yoktur. Ancak ilim aklî bir delilde tefekkür sonucu hâsıl olmuşsa
onda cehalet olur. Çünkü böyle bir ilim, bize göre ilim değildir. Çünkü böyle
bir ilim, ilme muvafık olsa bile, sahibine şüphe bulaşır.
İlim, ancak sahibini
şüpheye götürmeyen ilimdir. Bu da sadece zevkler ilmidir.”
Kırk Altıncı Fasıl
ez-Zâhir isminden meydana
gelen vücudar âleminde, yayılmış varlığın üzerine yazılmış bir kitap olan
âleme itimat hakkındadır.
Bu faslın
hakikatlerinden:
“Hiçbir şey, kendisine
kendisinden daha açık delil değildir.
Kâmil, Allah’ın
ehlindendir. İşlerin çeşitlenmesinden dolayı çeşidenir. Çünkü Hak varlıkta
ancak işlerin suretleriyle zuhur eder.”
Kırk Yedinci Fasıl
Varlığından önce vade
itimat etmek, bu aynı zamanda va’dın doğruluğundan dolayı ma’duma itimatur.
Kırk Sekizinci
Fasıl
Kinayelere, tarikatta
inniyyet olarak isimlendirilen ve kinayelerden ortaya çıkan fetihlere itimat
hakkındadır.
Sağlam nasıl hastalıklı
olur, hastalıklı nasıl sağlam olur.
Fasılda hakikader vardır.
Onlardan bazıları:
“Allah’ın dışındaki her
şey zan itibarıyla illedidir, arazî olarak sağlıklıdır. Çünkü sağlık,
yaraulmışa arız olur. Allah’ın sebep sevgisiyle sevmesi, nafilelerle
yaklaşanları sevmesi gibidir.
Zan itibarıyla sağlıklı,
arazî olarak hastalıklı olana gelince, o Hakk’ın zatından başka bir varlık
görmez. O’nun zan olması hasebiyle, bu varlıkta bir hastalık bulunmaz. Ancak
bakanların gözlerinde farklı surederde zuhur edince, mümkün varlıkların
hükümleriyle hakkında hüküm verilir. O’na bakanların gözlerine arız olan araz
hükümle illedi olarak zuhur etmiştir. Aslında O, kendi zatında bulunduğu şey
üzeredir.”
Kinayeler bilgilerin en
bilenleridir.
Kırk Dokuzuncu
Fasıl
Farzlarla beraber
nafileler gibi asıllara ilave olan şeylerde var olanlar ve yok olanlar
hakkındadır.
Ellinci Fasıl
Bir nefeste ortaya çıkan
hükümleri kendisinde toplayan iş hakkındadır.
Bu fasıldaki hakikatler:
“Varlıklara olan İlahî
yardım kesilmez. Eksilirse, bu yardım alandan kaynaklanır, yardım eden yönünden
değil.”
Vasıl
İki arif Allah’ın yanında
bir müşahede mertebesinde bir araya geldiklerinde onların hükmü nedir? Şeyh bu
konuyu incelemiştir. Vasıla bakmalısın.
Vasıl
Nefsin özü hakkında bir
tekmiledir. Onda önemli hakikatler vardır. Onlardan bazıları:
“Arif marufun suretinde
değilse, onu bilemez ve varlığın kendisi için amaçlandığı maksat kendisine
hâsıl olamaz. Bundan dolayı Ö’nun suret üzere yaratılması gerekir. Gerekir,
bundan dolayı değil. Allah Teâlâ iki zıddı kendisinde toplayandır, belki de O,
iki zıddın ta kendisidir. O evveldir, ahirdir, zahirdir, batındır. İnsan-ı
kâmili bu konum üzere yaratmıştır. Öyleyse insan da iki zıddın ta kendisidir.
Çünkü insan, iki zıta nispetinde, Ö’nun zatının aynısıdır. O, bedeni itibarıyla
evveldir, ruhu itibarıyla ahirdir, sureti itibarıyla zahirdir, hükümlerin
nedenleri itibarıyla batındır. Zat birdir, çünkü o Zeyd’in kendisidir. O iki
zıddın kendisidir. Zeyd, dört zıt ve farklı karışımın bileşenidir, onlardan
başkası değildir. Ruh ve nefs sahibidir, tabiî bir bileşendir. Bu konuda Harrâz[55] şöyle demiştir: “Allah’ı,
kendisinde iki zıddı toplamasıyla bildim. "Arkadaşımız Tacuddîn
el-Ahlâtî bu sözü bizden duyunca şöyle demişti: “Hayır! Allah iki zıddın ta
kendisidir. Doğrudur, dedi. Şüphesiz ki, Harrâzın sözü, iki zıddın zatı olmayan
bir zat vardır şeklindeki bir yanılgıya neden olabilir. Fakat o iki zıddı birlikte
kabul eder. Hakikatte iş böyle değildir. Aksine o iki zıddın ta kendisidir.
Çünkü artı bir zat yoktur. Zahir, batın, evvel ve ahirin kendisidir. Evvel
ahir, zahir ve batının kendisidir. Orada ancak bu vardır. ” İnsanın
yaraülışının İlahî suret üzere olduğunu sana öğretmiştim.”
Vasıl
Kur’ân ve sünnette yer
alan Nefes-i Rahmandan İlahî yeminler.
“Allah’ın sözünü yeminle
pekiştirmesi, yemin edilen varlıktan darlığı ve sıkmayı kaldırmada daha
etkilidir. Allah, yeminle, kendisi için yemin ettiğinde bulunan sıkıntı ve
darlığı gidermiştir. Bu darlık ve sıkıntıyı yaratıklara vermiştir.” Şeyh, yemin
ve kendisine yemin edileni açıklamaya devam eder. Orada, doğal acıların, ancak
hissî veya aklî güçlü bir varidin gelmesiyle kalkabileceğini zikretmiştir.
Vasıl
Usul ve füru hükümlerinde
içtihadın meşru sayılması ve ihtilafların gözetilmesi Rahmanın nefesindendir.
Hak yönünden hükmün
sübutu, onun şefi hüküm olduğunun ispaüdır. Bu konuda şöyle demiştir:
“Müçtehidin yasa koyması,
Allah’ın kendisinde Muhammed ümmetine yasa koymayı izin verdiği kişinin yasa
koyması cinsindendir.”
Vasıl
Allah’ın, sözünde hatadan
korunmuş olan Resûlullah’tan bahsederken “Hiçbir canlı yoktur ki, Allah onun
perçeminden yakalamış olmasın"[56] [57]sözü de Rahmanın
nefesindendir. Şeyh, bu vaslı, ilahi mertebeleri sayarak hakikatleri tafsilatlı
olarak anlatarak tamamlamıştır.
Vasıl
Allah’ın “Her nerede
olursanız olun O sizinle beraberdir”^' sözüyle mümin kullannın sıkınasım
elçilerle gidermesi Rahman’ın nefesindendir. Şeyh, bu vasılda Mutezile’nin
tövbe etmeden ölen kimse için va’idin olduğunu söylemesiyle itikattaki sapmalarını
inceler. Onlardan biri bu itikat üzere ölünce ve ölümden sonra gerçeği rüyada
gördüğü şekilde bulunduğu gibi müşahede edince, kendisine şöyle denildi:
“Allah sana ne yaptı?” O da: “İşi, inandığımızdan daha kolay bulduk” dedi.
Kendisine merhamet edildiğini, benzerlerinde uygulanacağına inandığı va’idin
uygulanmadığını söyledi.
Bu vaslın
hakikatlerinden:
“Amelinin taat veya
masiyet olması kendisi değildir. Bu kendisi hakkındaki Allah’ın hükmüdür.”
Ayrıca bu bölümde, varlıkta görünen her şeyde, taaün aslıyla ilgili önemli
hakikatler incelenmiştir ve bölüm Rahmanı nefesle bölüm son bulmuştur.
Sır hakkındadır.
“Bazı sufîlere göre sır
üç mertebeye ayrılır: İlmin sırrı, halin sırrı ve hakikatin sırn. Şeyh, bu
mertebeleri açıklamaya devam eder. Bunlarda pek çok hakikat vardır. Onlardan bazıları
şunlardır:
İlim eşyayla Allah’a
izafe edilmiştir. Çünkü O kendisini bilmiş, böylece âlemi de bilmiştir.
İlmin sırrı, halin
sırrından daha tamdır. Çünkü ilmin sırrı Allah’ur.
Hakikatin sırrına
gelince, ilmin, âlimin zatına ilave bir durum olmadığını bilinendir. Şüphesiz
ki, O eşyayı zatıyla bilir, zatından farklı veya zauna ilave bir bilgiyle
değil.”
Bölüm şu sözlerle son
bulur:
“Bütün bu işlerin sırları
kendisine zahir olan ve onlarda Hak ilmini bilen kimse için hiçbir şey batıl
olmaz. Çünkü o ilahi temekkünde güçlülerin en güçlüsüdür. O, efendi makamında
kul, kul suretinde efendidir.”
Vasıl hali hakkındadır.
Bölümün şiirinden:
İçimizde ölü olan
ölümünü bilmez.
Konuşan Masum, susanın
kendisidir.
Sofilerin ıstılahında
vasıl, kaçana ulaşmaktır yani kaçan nefeslerine ulaşmandır.
Bu bölümün hakikatleri
bazıları şunlardır:
“Vasıl sahih olduğunda
peşinden fasıl gelmez. Çünkü şanı yüce olan Hakk’ın vaslı ayrılmayı ve bir şeye
tecelli edip de ondan perdelenmeyi kabul etmez. Çünkü bir şeyi bilmesi yönünden
âlim olan, ilminin hükmünün aksine olamaz. Hak, vasıl halinde sürekli olarak
âlemle birliktedir. Bununla ilah oldu. Bu “her nerede olursanız O sizinle
beraberdir” [58]
sözüdür. Yani yokluk, varlık ve keyfiyetlerden hangi hal üzere olursanız
olun.”
Fasıl hali hakkındadır.
“Sufilerin bir kısmına
göre fasıl, sevgilinden umduğun şeyi yitirmendir. Bize göre fasıl, kulağın ve
gözün olmasından sonra ondan temyizindir. Eğer bundan önce temyizin
gerçekleşirse, bu, bu bölümde zikredilen fasıl değildir. Onda, reca türlerinden
bir takım gariplikler vardır.”
Edep hali hakkındadır.
Edebin kısımları vardır:
Şeriat edebi, hak edebi, hakikat edebi. Kitaba dönmek bu bölümün ilimlerini
ispat eder.
Riyazet hali hakkındadır.
Bu bölümde riyazetin
çeşitleri ve ilimlerin değerlileri incelenmiştir.
Bunlardan bazıları:
“Riyazet, ahlakı
güzelleştirmektir.
Nefsin tabiatından çıkmak
doğru değildir. Böyle bir şey doğru olmayınca, Allah bu tabiat için sarf
yerleri belirlemiştir. Nefisler bu sarf yerlerinde durduklarında hamd ve
şükretmiş olurlar ve bununla da tabiatlarının dışına çıkmazlar.”
Bölümün hakikaderinden
bazıları:
“Sonu olmayan, takyidin
hükmüne girmez.
Alim kulun riyazetinin en
yücesi, herhangi bir surette O’nu inkâr etmemesi, tenzihle onu
sınırlamamasıdır. O’nun için mutlak anlamda tenzih, sınırlamadan tenzihtir.”
Tahallî ( ile) (Süslenme)
hakkındadır.
“Bize göre tahalli,
şeriaün belirlediği tarzda, zor temyiz edilecek şekilde, ilahi isimlerle
süslenmektir. Onlar, görüldüklerinde Allah’ın hatırlandığı kimselerdir.
Belkıs’ın talin gibi. Uzaktan bakıp şüpheye düşünce: “sanki odur”99
demişti.”
Şeyh, tahkikinden
anlaşılan şu enfes hususları serdeder:
“Hakikatte tahalli
benzemek değildir. Çünkü hakikatte bu muhaldir.”
Bölümü şu sözlerle
tamamlamıştır:
“Allah’ın kendisini
nitelediği ve aklın kendisinden tenzih ettiği niteliklerle kendisini
açıklaması, âlemde O’ndan başka [59]
bir mevcudun ve O’nun
dışında bir hakikatin olmadığının bilinmesi içindir. Alemde ortaya çıkan her
niteliğin aynısı, Hakk’ın yanında vardır. Her şey O’nunla irtibat halindedir.
O, onun Rabbi ve mucidi olduğu halde nasıl O nunla irtibat halinde olmaz ki?”
Tahallî ( Ç, ile)
(Soyudanma) hakkındadır.
Bölümün şiiri vahdet
mertebelerinde derin bir mertebededir. Bölümden:
“Bilmelisin ki sufîlere
göre tahalli, halveti tercih etmek ve Hak’tan alıkoyan her şeyden yüz
çevirmektir... İstifade edilen varlıktan tahalli. Çünkü inançta böyle vaki
olmuştur. Hakikatte ise, Hakk’ın varlığından başka bir şey yoktur.”
Bölümün hakikaderinden:
“O, zuhurda her şeyin ta
kendisidir. O, eşyanın zadan- mn kendisi değildir. Bundan yüce ve münezzehtir.
Aksine O, O’dur, eşya da eşya. Şeyh’in açıkladığı bu hakikate tabi olmanı
öğüderim.”
Tecelli hakkındadır.
“Sufîlere göre tecelli,
kalplere açılan gaybî nurlardır.” Efendimiz (r.a.) bu bölümde keşfin
çeşitlerini açıklamıştır.
Bölümde:
“Varlık nurdur, yokluk
karanlıktır, şer yokluktur. Biz varlıktayız ve biz hayırdayız. Eğer
hastalanırsak iyileşiriz. Çünkü asıl İyileştirendir ve o nurdur. Şeyh, bu
konuda, arkamızdaki nura kadar pek çok nuru izah etmiş ve arkamızdaki nur hakkında
da şöyle demiştir:
O, bize tabii olanların
ve bizim yolumuza uyanların önünde koşan nurdur. Bu nur onların önündedir,
bizim ise arkamızda. Böylece onlar, kendilerini taklitten çıkaran bu nur için
basiretle bize uyarlar...
Bu nurla kişi
arkasındakileri, önündekileri gördüğü gibi görür. Bu makama 593 senesinde Fas
şehrinde, Aynu 1-Cebel yakınında Ezher Mescidi’nde cemaade ikindi namazında
ulaştım. Arkamdaki bu nuru sanki önümdeki nurdan daha açık bir şekilde gördüm.
Onu gördüğümde arkanın hükmü benden kalktı. Sırnm ve ensem olduğunu
görmüyordum. Bu görme esnasında yönlerimi ayırt edemiyordum. Sanki bir küre
gibiydim. Yönü gerçek olarak değil, farazi olarak düşünebiliyordum. Durum
müşahede ettiğim gibiydi. Bununla beraber bundan önce eşyayı önümdeki bir
duvarın yüzeyinde görmüştüm. O keşif, bu keşfe benzemiyordu...” Şeyh, bu konuyu
uzun uzun anlatır.
“Hakikat nurundan şeriat
nuruna koşan adamlar vardır ve bu nurla kendisinden kaçakları ve kendisine
koştukları şeriat nurunu keşfederler. Bu makamın sahibi korunmuştur ve cahil
olmayacak âlimdir. Burada şeriat nurundan hakikat nuruna koşan kulcuk vardır.
Bunlar adına korkulur.”
Bundan sonra bazı
müvelledâtın nurlarını zikreder. “Onlar nurlardır. Allah’ı sahih bir bilgiyle
bilen arif, bu nurla Hak ile ilişkiyi ve onun madenler, hayvanlar ve bitkiler
arasındaki suretini bilir. Onlar bunu bilmiyorlar. İnsan sadece bunu keşfiyle
onların üstüne çıkar. Bu makamda müvelledât, “Her nerede olursanız O sizinle
beraberdir”[60]
ayetinin mertebesindedir. Bu makamda insan “Üzülme, şüphesiz ki Allah
bizimle beraberdir"[61],
“Ben sizinle beraberim, işitirim ve görürüm"[62] mertebesindedir. Her
şeyin sureti kendisindedir. O nu bu nurla bilen ve keşfeden kişi ihtisas
ehlinden olur. O, eşyayı gizli bir surede zadar olarak görür. Bu konuda
rivayetine güvendiğim biri bana şöyle bildirdi: Dımaşk’ta biri vardı ve bu
makama sahipti. Başı daima dizlerinin arasındaydı. Başını kaldırıp eşyaya
baktığında “onu tutun, onu tutun” derdi, insanlar ne dediğini
anlamıyorlardı ve sihirlenmiş olmakla suçluyorlardı. Ben ise bu makamı tattım.
Bundan dolayı Allah’a hamd olsun.
İsimlerin nurlarına
gelince onlar, ilahi mertebede zat, sıfat ve fiillerle ilgili olmaları
hasebiyle Hak ve yaratık nezdinde müsemmaları ortaya çıkan şeylerdir. Onların
bir kısmı mümkünlerin cinsleri ve şahıslarıyla ilgilidir. Hakk’ın koyduğu ve
peygamberlerin tebliğ ettiği bir kısım isimler, üzerinde uzlaşım sağlanan
(ısülahî) isimler değildir. İlahî tevkifle kendisine bütün isimler öğretildiği
zaman Adem’e (a.s.) ait olan bu nurlar da ısülahî (üzerinde uzlaşım sağlanan)
değildir.” Sonuç olarak bu nadir hakikatlerden faydalanma, bütün bir özenle
kitaba müracaat etmekle mümkün olabilir. Ona dönmelisin.
Bölümün hakikaderindendir:
“Rüzgârların nurları
unsurî nurlardır. Şiddetli zuhurları kendilerini gizlemiş ve gözler onları
idrakte perdelenmiştir. Onları ancak berzah mertebesinde müşahede ettim.
Allah’ın bir pazar günü Kurtuba şehrinde onları görmeyi hissi olarak nasip
etmesi, ilahi bir ihtisas ve Muhammedi nebevi bir verasetten dolayı idi.
Ruhların nurlarını bazılarımız
akılların nurları, bazılarımız da peygamberlerin nurları olarak kabul
etmiştir... Kul bu nurları müşahede ettiğinde, bunlarla ehli olmayanından
sakınılmış gizli ilimleri keşfeder. Bu nurlar tenzihi ve kutsi nurlardır, el-
hakku'l-mahluk bih’den Sidre-i Münteha’ya inerler...
Nurların nurlarına gelince, onlar,
Hak kendilerini bizden gizleyen perdeyi açması durumunda hepimizi yakan secde
yerleridir. Onlar, zatî ışıklardır. Yayıldıkları zaman mümkünlerin varlıkları
ortaya çıkmıştır.”
Biraz tasarrufla özetlenen garip
hakikatlerden:
“Zatımız olan nur, Hz. Peygamberin (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) “Allah’ım!Beni nur yap" dediği nurdur. Bu nurun
genişlemesi nefistendir. Kul, diğer bütün nurların genişlemesini onunla
müşahede eder. Onun zatıyla yer ve gök âlemleri aydınlanır ve başka yabancı bir
nura ihtiyacı kalmaz. Sen lamba, fitil, kandillik ve fanussun. Bunu bildiğinde
ilahi yardım olan yağı bilirsin ve ağacı bilirsin. Fanus inci bir yıldız gibi
olduğunda -ki o güneştir- zatın olan lamba hakkında ne düşünürsün? Ey kardeşim!
Öyleyse duan sürekli olarak “Allah’ın seni nuryapması”olsun. Burada
garip bir sır vardır. İzah yapmaksızın —çünkü izaha gerek bırakmaz- dikkatini
ona çekeceğim. O da şudur: Allah kendisi için misaller verir, biz ise ona
misal veremeyiz. Kendisi eşyaya benzer fakat eşya O’na benzemez. Yaratıkları
içinde Allah, halkının içindeki hükümdar gibidir denilir. Halkın içinde
hükümdar, yaratıkları içinde Allah gibidir denilmez. Çünkü O zuhur edenin
aynısıdır; fakat zuhur eden O’nun aynısı değildir. O, Zahir olduğu gibi, zuhur
ederken Batındır. Bundan dolayı dedik ki: O, eşyaya benzer; fakat eşya O’na
benzemez. Çünkü O, eşyanın aynısıdır, eşya ise O’nun aynısı değildir. Bu, vatanından
uzak düşmüş, kendisiyle evi arasına engeller girmiş yabancı bir ilimdir ve bu
sebeple de akıllar onu inkâr etmiştir. Çünkü o, makul ve açıklanmayan bir
ilimdir...
Mücerret manaların nurları yeni bir
kısımdır. Ruhların nurları diye isimlendirmiştir. Konunun başında ruhların nurlarında
zikretmediği yeni hakikaderle onları açıklamıştır. İsimlendirme geneldir,
açıklama ise özeldir.”
Bu ilimlerin ayrıntılarına dikkat
etmelisin. Kitaba dönmek en uygun olanıdır.
İllet hali hakkındadır.
Şeyh, bölümdeki açıklamalarını şöyle
sürdürür:
“İbrahim b. Edhem[63]
gibi. Ona yakmış olduğu kandilden nida gelmişti. Ona doğru yöneldi. Bir de
gördü ki, nida kal- bindenmiş. Onu, yaktığı kandil zannetti. Kanberetu’l-Amyâ
gibi. Birisinde su diğerinde susam olan altın ve gümüşten olan kapların
sarhoşluğundan dolayı yer yarılınca, susamdan yedi, sudan içti.
Kanberetu’l-Amyâ kendisiydi ve bu surette kendisine gösterilmişti. Çünkü amâ
(körlük) halindeydi. Körlüğü kendisine gelen ilahi nimete karşı nankörlük
etmesiydi. Bunu anladı ve Allah’a döndü. Bunlar kendileri için verilen
örneklerdir.
Suret hariçte zuhur eder,
ona göre durum halindedir. Bunun için ispat ettiler. Bazen ilahi uyarı bir
vakıadan olabilir ve Allah’a dönüşümüz bu vakıadan olur. Bu, illetlerin en
kâmil olanıdır. Çünkü vakıalar müjdelerdir. Müjdeler de ilahi vahyin
başlangıcıdır ve içerdendir. Çünkü O, insanın zatından- dır. Bazı insanlar
müjdeleri uyku halinde görür, bazıları fena halinde, bazıları da yakaza
halinde. Bu anda hisleri, onu idrak edilenlerden gizlemez.” Şeyh, bir
müşahedesi hakkında şöyle demiştir:
“Ey beni gören ve benim
kendisini görmediğim
Daha ne kadar ben onu
göreceğim de o beni görmeyecek
Kardeşlerimden biri bana
şöyle dedi:
Onun seni gördüğünü
bildiğin halde, seni görmediğini nasıl söyleyebilirsin? Bu halde kendisine
irticalen şunları söyledim:
Ey beni günahkâr olarak
gören
Benim ise cezalandırıcı
olarak görmediğim
Daha ne kadar mun’im
olarak göreceğim
Beni sığınan olarak
görmeyen
Günahta, utanmadan başka
bir şey olmasaydı büyük olurdu. Eğer şöyle dersen:
Keşfe rağmen arif isyan
eder mi? Cevap olarak: “Hayır!” deriz.”
“Denildi ki Ebû Yezidin kendisine “arif
keşif ehlinden olduğu halde isyan eder mi?” diye sorulması üzerine cevap
olarak şöyle dedi: “Allah’ın emri takdir edilmiştir”[64].
Böylece söylediğimizi caiz görmüştür. Allah, ezeli bilgisinde bunu takdir
etmişse, mutlaka gerçekleşir. O günahtır ve sakınmak gerekir diye cevap
verirken, ariflerin hakka saygısı böyledir. Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi
ve sellem) buyurduğu gibi “Allah kaza ve kaderini uygulamak istediğinde,
akıl sahiplerinin akıllarını alır, kaderini uyguladıktan sonra ibret almaları
için akıllarım iade eder. ” Bu konuyu incelemeye devam eder ve “Efendimizin
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) Dihye’yi[65]
Medine’de görmesi, yüzünün güzelliğinden dolayı kadınların karnındakileri
düşürmesi” incelemesiyle bitirir.
Bunun, el-Kahhâr ismi
alanda, yarauklarda özel bir güç ve miktar olduğunu söyleyebilirim.
Inzi’âc (rahatsız olmak)
hali hakkındadır.
“Sufilerin bir kısmına
göre inzi’âc, kalbin gaflet uykusundan uyanarak boyun eğmesi, vecd ve ünsiyet
için hareket etmesidir.”
Müşahede hakkındadır.
“Sufilerin bir kısmına
göre müşahede, eşyayı tevhid delilleriyle görmek ve O’nu eşyada görmektir.
Müşahedenin hakikati ise şeksiz yakîndir.”
Şeyh, bu bölümde, Belkıs
için söylenen “o insanla cin arasında doğmuştur” sözünü reddeder.
Bölümün diğer kısımları önemli sırları içermektedir.
Mükâşefe hakkındadır.
“Safilere göre mükâşefe, emaneti
fehmetme anlamında, halin ziyadesini hakkıyla anlama ve işareti hakkıyla anlama
anlamında kullanılır. Mükâşefe manalarla ilgiliyken, müşahede zatlarla
ilgilidir. Müşahede müsemma içinken, mükâşefe isimlerin hükmü içindir. Bize
göre mükâşefe, müşahededen daha tamdır. Ancak Hakk’ın zatını müşahede mümkün
olsaydı —ki mümkün değildir- müşahede daha tam olurdu.”
Şeyh, mükâşefeyi açıklamaya devam
eder.
“Hak meclisleri iki türlüdür. Birinci
tür, sadece Allah ile yalnız kalınan meclislerdir. Bu mecliste işaret
gerçekleşmez. Bu meclis kendisini bilme açısından O’nunla oturduğun zaman
gerçekleşir.
İkinci tür meclis, kendisinde
müşareket olan meclistir. O, kula en mümkün bir surette tecelli ettiği zaman,
bu oturumda bir kişi veya oturan o kişiye ilave bir kişi olsa bile az veya çok
bir cemaat hazır olmalıdır...
Allah’ın indinde kelime birdir.
Mecliste oturanlar açısından kelimeler çoktur. Her oturan razı olmuş bir
şekilde ve diğerlerinden daha özel olduğunu zannederek meclisten ayrılır. Bu
tür meclislerde herkese yönelik bütün işaretleri anlamaları için, Allah’ın
kendilerine anlayış, genişlik ve emaneti koruma verdiği adamlar vardır. Onlar,
inkâr tecellisinde O’nu bilirler ve bütün inançlarda O’nu müşahede ederler.
Bizi bu kullardan eden Allah’a hamd olsun. Bu Allah’tandır.”
Levâih hakkındadır.
“Safilere göre levâih, halden hale
zahirî sırlara yüksekten parlayan şeydir. Bize göre ise olumsuzlama değil
ispadama yönünden zatî, nurlar ve vechî tenzihlerden organla sınırlanmadığında,
göze parlayan şey ile eserlerini müşahede esnasında İlahî isimlerin nurlarından
parlayan şeydir... Levâih, keşiflerin temelleri gibidir... Göz için İlahî
nurda bir dereceye kadar sınırlı bir idrak vardır... Gözler organlarla
sınırlanmadığında İlahî nuru idrak edebilirler... İlahî isim, eserinin ruhudur.
Eseri ise suretidir. Göz ise ancak eseri sureti olan bir isimden sapar.”
Telvîn hakkındadır.
Allah kendisinden razı olsun şöyle
demiştir:
“Bilmelisin ki, telvîn sufîlerin
çoğuna göre, eksik bir makamdır. O, kulun hallerinde renkten renge girmesidir.
Bazı sufiler de şöyle demiştir: Telvîn, sahibine alamettir. Kesindir, mutlaktır
bir İlahî kâmildir. Benim benimsediğim görüş bu- dur... Bir yaratık ve mevcut
olarak kim nefsini bilirse, Halik ve Mucid olarak Allah’ı bilmiştir... Hakk’ın
ahadiyyetine ancak isimlerinin suretlerinde örnek verilmiştir. O’ndan uzaklaşmadım.
Çarpımdan sadece O çıkar, isimler ise çoktur.”
Gayret hali hakkındadır.
“Bilmelisin ki, sufîlere göre
gayretin üç makamı vardır. Hak’ta gayret, Hakk’a gayret ve Hak’tan gayret.” Bu
bölümde:
“Kesret şüphesiz ki,
akledilirdir. Zatî bir varlığı var mıdır yok mudur? Bu konu çözümlenmemiştir.
Varlıkta bu zahir kesretin, tek bir zada kaim hallerinin olduğunu ve varlığının
sadece bu varlıkta olduğunu söyleyen kimse, onların nispetler olduğunu ve aynî
varlıkta zatî bir hakikatlerinin olmadığını söylemiştir. Onun ayanın olduğunu
söyleyen kimse de tek bir varlığı ve mazharlarda bir zahiri kastetmemiştir.”
Kitabı ihtisar eden bu
fakir özellikle şöyle der:
Şeyh’in her makamdaki
hissesinin tahkikatları şunlardır: Varlık birdir. Hüküm muhteliftir. Bana ilham
edilen ince ve özel zevkim, her makamda hissesine yani tecellilerin hükmüne
göre İlahî ve kevnî hakikatleri anlamak için mutmain olmamdır. Zati izzetten
sonra başka bir şey yoktur...
Şeyh bu bölümü şu
sözlerle bitirmiştir:
“İlave bir zatın
varlığını ispattan veya tek bir varlıkta olmayan çoklu varlıkları nefyetmekten
sakınmalısın. Kesreti sü- butta olumla ve onu varlıktan nefyet, vahdeti
varlıkta olumla ve sübuttan nefyet.”
Hürriyet hali
hakkındadır.
“Bazı sufîlere göre
hürriyet, tüm yönlerden bütünüyle hürriyeti istemektir. Böylece, Allah’ın
dışındaki her şeyden özgür olmuş olursun. Bize göre hürriyet, kulun sıfatını
Hakk’ın sıfatıyla ortadan kaldırmaktır.”
Latife ve sırlarının
bilinmesi hakkındadır.
“Allah’ın ehli, latife lafzını iki
anlamda kullanırlar. Onunla insanın hakikatini kastederler. Bu şu manaya gelir:
Beden bineğidir, yönetim yeridir ve hissi ve manevi bilgileri elde etme
aracıdır.
Yine onunla kendilerine parıldayan ve
ifade edilemeyen anlamca ince bütün işaretleri kastederler. Bunlar zevk ve haller
ilimlerindendir.”
Daha sonra uhrevî, berzahî ve dünyevî
dirilişler hakkında uzun izahlar yapmıştır. İnsan bütün kuvveleriyle bu
dirilişlerde mevcuttur. Derece halleri hasebince şöyle diyerek dua eder:
“Allah, bizi ilimlerinin ve
marifetlerinin mizacını sağlam kıldığı kullarından eylesin.”
Fetihlerin ve sırlarının bilinmesi
hakkındadır.
“Bazı sufîlere göre fetihlerin üç
kısım olduğunu zikretmiştir. Birinci kısım, zahirde ibare fetihleridir. Onlar
şöyle demiştir: Bunun sebebi maksadın ihlaslı olmasıdır. Bu bana göre doğrudur
ve onu tatmn. Bu husus Hz. Peygamberin (salla’llâhü aleyhi ve sellem) “bana
cevamiul-kelim verildi”hadisinde ifade ettiği şeydir. Kuranın icazı da bu
husustandır. Bir vakıada bu meseleyi sordum. Bana şöyle denildi: “Doğruyu,
vaki’ olanı, herhangi bir harf eklemeden veya nefsinde tezvir etmeden kesin
olandan haber ver. Konuşman bu özellikleri taşıdığında muciz olur. ”
İkinci kısım fetihlere gelince;
bunlar batında halâvet fetihleridir.
Üçüncü kısım fetihler, Hakk’ı
mükâşefe etme fetihleridir.”
Şeyh bu üç kısım fetihleri ve başka
hakikatleri açıklamaya devam eder ve bölüme döner.
Resim, vesem
(karakteristik/niteleme) ve sırlarının bilinmesi hakkındadır.
“İsim kelimesi simet
kelimesinden türetilmiştir. O da kulun üzerindeki ilahi alamettir ve onun
vüsûl ve tahakkuk ehlinden olduğuna delalet eder. Resme gelince, o kul
üzerinde, iddia ettiği bir halden veya makamdan dönüşü esnasında görülen ve
iddiasında onu doğrulayan Hakk’ın bir eseridir.”
Şeyh’in şu sözleri bu
bölümün incelemelerindendir “Alem hak suretindedir. Kendini bilme bilgisi âlemi
bilme bilgisiyle ilişkilidir. Alem ezelde mevcut değilken de Hak için meşhud
idi.”
Özet ve hülasa olarak
kabz ve sırlarının bilinmesi hakkındadır.
Şeyh, kabzın renklerini
ve sebeplerini açıklamış ve şöyle demiştir:
“Arifin kalbine
bilinmeyen bir kabz geldiğinde, onun altında hareketsiz kalır, sebebi ortaya
çıkmayıncaya kadar kendi başına hareket etmez... Buradan şunu bilmelisin ki,
ilahi isimlerin varlıkları hükümlerinin varlıklarıdır. Bundan dolayı hükümleri
baki kaldıkça varlıkları da baki kalacak, hükümleri fena olunca varlıkları da
fena olacaktır.”
Bast ve sırlarının
bilinmesi hakkındadır.
Şeyh, sufîlerin bir
kısmına göre bast, bulunulan anda umut hali olduğunu açıklamıştır.
Basü ve bast konusundaki
önemli hakikatleri açıklamaya devam ederek şöyle demiştir:
“Bize göre bast,
sahibinin hükmünün halidir. O da onun eşyayı kuşatması, hiçbir şeyin kendisini
kuşatmamasıdır. Bastın hakikati, derecesi yüksek olana aittir. Şayet İlahî
bast olmasaydı, Allah’ın yaratıklarından hiçbir kimse için bütün İlahî
isimlerle ablaklanmak mümkün olmazdı. Tabiatın menzilinin bütün hakikatlerin
menzili olduğunu açıklamıştır. Hakikatler değişmezler. Doğayı da kendi
mecralarına yerleştirirler ve kendi menziline indirirler.”
Şeyh der ki:
“Allah’ı bilen âlimlerin
basü, Allah’ı bilmenin ta kendisidir.”
Yine şöyle der:
“Ariflerin varlıkları
sabit kalmakla birlikte, akıbederi ve dönüşleri, Hakk’ın onların aynısı
olmasınadır, kendileri değil. Bu sadece arifler için gerçekleşebilecek bir
makamdır. Onlar bast hallerinde kabzedilmişlerdir.”
Kitabın ihtisarını yapan
fakir şöyle der:
Şeyh’in her makamda
söyleyecek bir sözü vardır. “Onların aynısı, kendileri değil"
sözünde bir incelik vardır. Bu tahkikatların inceliği, Şeyh’in (r.a.)
yanındaki mertebelerin genişliğinden bilinir.
Fena ve sırlarının
bilinmesi hakkındadır.
“Bazı sufîlere göre
fenanın, çeşitli şeylerin karşılığında kullanıldığı söylenir. Bazıları şöyle
demiştir: Fena, günahların fena olmasıdır. Bazılarına göre fena, Allah’ın bunun
üzerine kıyamıyla kulun fiillerini görmekten uzak olmasıdır. Bazıları da fena,
yaratıklardan fena olmakur, demiştir. Onlara göre fenanın tabakaları vardır.
Bunlardan bir tanesi, fenadan fenadır. Bazıları fenayı yedi tabakaya kadar
çıkarmışur.”
Şeyh, geri kalan fena
tabakalarını açıklamaya devam eder.
ikinci kısım hakkında,
“günahlarda fena olmakur” der ve şöyle devam eder:
“Diğer bir kısım, kaderin
sırrına muttali olan ve yaratıklarda ona hükmeden adamlardır. Onlardan sadır
olan fiillerin akışından güç yetirebildiklerini gözleriyle gördüler. Ancak
onları şöyle veya böyle hükme konu olmaları yönünden değil, sadece fiil
olmaları yönünden gördüler. Bu halis nur mertebesidir. Kelamcılar, bu nurdan
dolayı “Allah’ın bütün fullen güzeldir; Allah’tan başka fail yoktur;
bütünfiiller Allah’ındır’’ derler. Bu mertebenin altında iki mertebe
vardır. Biri alacakaranlık mertebesi, diğeri de mahza karanlık mertebesidir.
Alacakaranlık mertebesinde teklif ortaya çıkmış, kelime kelimelere taksim
edilmiş ve hayır, şerden ayrılmışur. Karanlık mertebesi şer mertebesidir. Şer
de kendisiyle beraber hayır olmayan şeydir. O, şirktir, ebedi olarak cehennemde
kalmayı ve oradan çıkmamayı gerektiren fiildir. Bu adamlar, nur mertebesinde
gördüklerini bu mertebede de müşahede edince, kendilerinden çıktığını
bildikleri bütün fiilleri yapmaya koşarlar ve uzaklığı ve yakınlığı gerektiren
hükümlerden fena olurlar. Böylece iba- dederi yapular ve günahlara düştüler.
Bütün bunlar yakınlaşma ve hürmeti bozma niyetiyle değildir. Bu garip bir
fenadır. Allah beni bu makama Fas şehrinde muttali kıldı. Bu makamın
adamlarının olduğunu bilmeme rağmen onu tadan kimseyi görmedim. Fakat onlara
yetişemedim, onlardan hiçbir kim- şeyi görmedim. Ancak nur makamını ve emrin
ondaki hükmünü gördüm ve bu müşahedenin bizde bir hükmü yoktu. Aksine Allah
beni alacakaranlık mertebesine yerleştirdi, beni korudu ve himaye etti. Nur
mertebesinin hükmü bana aitti. Sufîlere göre alacakaranlık mertebesinde
oturmam, nur mertebesinde oturmaktan daha tamdır.”
Sonra Şeyh ikinci tür
fenayı açıklar. O da Allah’ın onları yerine getirmesi nedeniyle kulların
fiillerinden fena olmaktır.
Üçüncü tür fena,
yaratıkların sıfatlarından fena olmaktır. Şeyh, bu tür fenayı açıklarken “Ben
onun gözü ve kulağı idim... ” hadisine dayanır. Bu konuda şöyle der: “Sen
sıfada- rın açısından Hakk’ın ta kendisisin, sıfatları değilsin.”
“Bu fenanın sahibi,
sürekli olarak hem dünyada hem de ahirettedir. Keşif, rüyet ve müşahede ettiği
halde nefsinde veya nefsi nezdinde keşif, rüyet ve müşahedeyle nitelenemez. Bu
fenanın sahibi, her müşahede edenden daha fazla müşahede edendir, görendir ve
keşfedendir. Bu makamın sahibi, nefsini gördüğü gibi Hakk’ı görür. Çünkü sen,
O’nu, O’nunla görürsün kendinle değil.
Fenanın dördüncü türüne
gelince, o da zaunda fena ol- makur. Bunun gerçekleşmesi, zaunın latif ve kesif
şeylerin bileşimi olduğunu bilinenledir...
Beşinci tür fena, Hakk’ı
müşahedeyle birlikte bütün âlemde fena olmandır...
Aluncı tür fena,
Allah’la, O’ndan başka her şeyde fena olmaktır. Bu fenada kendini görmekten de
fena olman gerekir...
Yedinci tür fena, Hakk’ın
sıfatlarından ve nispetlerinden fena olmaktır...”
Bu bölümdeki Şeyh’in
tahkikatlarından bazıları:
Bunu gerçekleştiren şey,
HakTeâlanın muhdes mahlukâtı vasıflandırdığı vasıflarla kendisini kitabında ve
Resûllerinin diliyle vasıflandırmasıdır...
Bu Allah’ı bilmenin en
kapalı neticelerindendir. Bu konuda kitap ve sünnetten deliller getirerek
açıklamalarına devam eder.
Beka ve sırlarının
bilinmesi hakkındadır.
“Bazı sufîlere göre beka,
itaaderin bekasıdır. Bazılarına göre ise kulun, her şeyi ayakta tutanın Allah
olduğunu görmesinin bekasıdır. Bize göre beka, bu yolda fenaya nispetle daha
şerefli bir mertebedir.” Bu bölümde beka türlerini geçen bölümdeki fena
türleriyle irtibadandırır.
Cem’ ve sırlarının
bilinmesi hakkındadır.
Sufilerin cem’ hakkındaki
görüşlerini zikrettikten sonra şöyle der:
“Bize göre cem’, Hakk’ın
kendisiyle nefsini vasıflandırdığı isim ve sıfadardan kendini sıfatlandırdığın
isim ve şifadan top- lamandır. Hakk’ın kendisini vasıflandırdığı isim ve
sıfatlardan sana ait olanları toplaman da cem’dir. Böylece sen sen, O da O
olur. Cemu’l-cem ise senin üzerinde O’na ait olan, O’nun üzerinde sana ait olan
şeyleri toplaman ve her şeyi O’na irca etmendir. “Bütün iş O’na döner’’[66]’’
Sözlerine şöyle devam
eder:
“Varlıkta olan Ö’nun
dışındaki her şey, ya Ö’nun misli olur ya da zıddı. Bu da tasavvur edilemeyen
bir şeydir.”
“Eğer “bu görülen kesret
nedir?” diye sorsan, deriz ki: Onlar, Hakk’ın varlığında, mümkünlerin
istidadarının hükümlerinin nispetleridir. Nispetler ne zatlardır ne de şeyler.
Onlar, nispetin hakikatlerine göre var olmayan işlerdir.” Şeyh, bu hakikatleri
açıklamaya devam eder. Onlara kitapta dönmek zorunludur.
Tefrika halinin bilinmesi
hakkındadır.
Bölümü şöyle özetledim:
“Bilmelisin ki, bütün
eşyada asıl olan tefrikadır. Tefrika önce ilahi isimlerde ortaya çıkmışur ve
anlamlarının farklılaşmasıyla hükümleri farklılaşmışur.”
Şeyh, sufilerin tefrika
hakkındaki açıklamalarını zikretmeye devam eder ve şöyle der:
“Bundan dolayı Allah’ın
kulları, ubudiyyete değil, ubu- dete nispet edilmiştir. Onlar herhangi bir
nispet olmaksızın Allah’ın kullarıdır. Ubudiyete nispetleri böyle değildir. Bir
şeyin zuhur edenin aynısı olması ve bunun o olduğunu bilmemesi, vuslaun son
noktasıdır.”
Tahakkümün bilinmesi
hakkındadır.
“Sufîlere göre tahakküm,
özelliğini ortaya çıkarmak için duada neşe diliyle tasarrufta bulunmaktır.”
Şeyh, sufîlere göre doğru tasarrufu açıklamaya devam eder.
Ziyadelerin bilinmesi
hakkındadır.
“Ziyadeler, gaybe iman
etmenin ve yakinin ziyadeleridir.” Bu bölümün tahkikadarından:
“Ölümden sonra
yaraukların diriltilmesi, ahirette başka bir varlık şeklinde olacakur. Haşir,
sadece nefisler için değil tabiî bedenler içindir. Orada cisimler ya tabiîdir
ya da unsurîdir. Ahiret dirilişinin bedenleri, mutluluğa erenler için tabiîdir.
Cehennem ehlinin bedenleri ise unsurîdir. Onlar için göğün kapıları açılmaz,
şayet açılırsa terakki ederek unsur olmaktan çıkarlar.”
Ben de (ihtisarı yapan)
şöyle derim: Ahirette mutluluğa erenler için tabiî bedenler, ahiret âlemi
cinsindendir. Dünya cisimleriyle ahiret bedenleri arasında bir karıştırma
yoktur. Buna dikkat etmelisin. Varlıklar için hüküm, varlıkların kendisi
değildir.
İradenin bilinmesi
hakkındadır.
“Sufîlere göre irade, bu
yola giren müridin bulduğu bir duygudur. Kendisiyle maksudu arasına girip onu
perdeler. Şeyh, felsefenin, filozofun hikmeti sevmesi anlamında olduğunu
söyler. Çünkü “sofia” Yunanca hikmet anlamına gelir. Sevgi anlamına geldiği de
söylenmektedir. Buna göre filozof hikmeti sevendir.”
Ben şöyle derim: Burada
meşhur felsefecilerin garipliklerine kaulmamak için sözü fazla uzatmak
istemiyorum. Şeyh, bu konuda hiç kimsenin hakkını yememiştir. Allah’ın ehli felsefeci
değildirler.
Murad halinin bilinmesi hakkındadır.
Bölümde, muradın hallerini, belaların
türlerini, kendilerine isabet eden belalara karşı sevenlerin duygularını vs.
konular incelemiştir.
Müridin hali hakkındadır.
“Mürid, nazar ve düşünceyle Allah’a
yönelen ve O’nun rızasını kazanmayı talep eden kimse demektir.”
Himmet hali hakkındadır.
“Himmetin üç mertebesi vardır. Uyanma
himmeti, irade himmeti ve hakikat himmeti.”
Şeyh, bu mertebeleri açıklamış ve
hakikat himmetinde yoğunlaşmışın Bu himmet ahadiyyet tezahürleri ehli olan büyüklerin
halidir. Varlıkta hiçbir şey işlevsiz değildir. Aksine hepsi mamurdur.
Gurbet hakkındadır.
Şeyh, gurbet halini şöyle açıklar:
“Gurbet, maksada ulaşmak amacıyla
vatandan ayrılmakur.
Halden uzaklaşmak anlamında
da kullanırlar.”
Şeyh, gurbete düşenlerin hallerini
açıklamaya devam eder ve açıklamaları ariflerin vatanlarından uzak düşmeleriyle
son bulur. O da imkânlarından dolayı uzak düşmeleridir. Çünkü mümkünün vatanı
imkândır. Bundan kurtuldum. Çünkü mümkün, Hakk’ı müşahedesinden dolayı
vatanından ayrılır ve Hak’la beraber yaşar.
Şeyh, ariflerin
gurbetlerinin sıfatlarını açıklamaya devam eder. Aynı şekilde insanın değişik
vatanlarından ayrı kalışını açıklar ve sonra şöyle der:
“Kâmil ariflere gelince,
onlar için asla gurbet yoktur. Onlar yerlerinde a’yân-ı sabitedir,
vatanlarından ayrılmazlar ve gurbete düşmezler. Onlar varlıkta şahit olan
kimselerdir. Onlara, varlığın izafe edilmesi, hükümlerin meydana gelmiş
olmasındandır. Çünkü hükümler ancak bir varlıkta ortaya çıkarlar.”
“Gurbet mertebesi
adamların menzillerinden birisi değildir. O, orta derecedeki müritlerin
yerleştiği daha aşağı bir menzildir. Büyükler ise herhangi bir şeyin
vatanından uzak düştüğünü görmezler. Aksine vacip vacip, mümkün mümkün, muhal ise
muhaldir...”
Mekr hakkındadır.
“Bilmelisin ki, Allah’ın
ehli mekri, günahlarla birlikte nimetlerin art arda gelmesi, su-i edeple
birlikte halin kalması, emir ve tanım olmaksızın ayetlerin izhar edilmesidir.”
Burada Şeyh, Bağdat’ta
yaşanan bir olayı nakleder. Bu olayın özeti şöyledir:
“Ona göklerin kapıları
açılmış, sağanak yağmur gibi ilahi mekrin hâzineleri indirilmişti. Bir meleğin
şöyle dediğini duydum: Bu gece hangi mekr inmiştir?”
Şeyh, sözlerine şöyle
devam eder:
“Korkuyla uyandım, bundan
kurtulmaya baktım. Bunu ancak meşru ölçüyle ilimde buldum. Allah kim için
iyilik dilemişse ve mekrin sıkıntılarından kurtarmışsa, elinden şeriat
terazisini bırakmamalı ve halini devamlı gözetmelidir.”
Bölümün sonunda şöyle
der:
“Allah’tan dileğim, kendi
katında fani veli için olan en yüksek makamla bizi rızıklandırmasıdır. Çünkü
risalet ve nübüvvet kapısı kapatılmıştır.”
Şeyh, kitabının başka bir
yerinde, kulun isteyebileceği en yüksek makamın, tam bir ubudet makamı olduğunu
söyler.
istilam hakkındadır.
“Sufilere göre istilam,
kalbe gelen, otoritesi güçlü ve bulunduğu kişiyi sakinleştiren bir duygudur.”
Bölümün sonunda şöyle
der:
“kulamın en hayretâmiz
hükümlerinden biri, iki zıddın bir araya toplamaktır. Çünkü uyuşukluk hareketi
nefyeder. Uyuşan kimsenin organları uyuşmuştur. Belki de hareket ettirilendir.
O uyuşuktur ve kendisini böyle hisseder.”
Rağbet hakkındadır.
Şeyh, rağbetin türlerini
açıklayarak bölümün sonunda şöyle der:
“Hüküm açısından zahir
baundan daha kuvvedidir yani o daha geneldir. Çünkü zahir için hem yarauk hem
de Hak makamı vardır. Batın için ise yaratık olmaksızın Hak makamı vardır.
Zira Hak, kendisine bann olmaz. O kendisine zuhur eder.”
Rehber6
hakkındadır.
Şeyh, rehberin türlerini
açıklar ve er-Rahib lafzına varır. O da korkan mümindir. Burada ruhbaniyeti ve
sünnet-i hasene’yi açıklar. [67]
Tevacüd hakkındadır. O da vecdi
çağırmaktır.
“Bilmelisin ki, tevacüd, vecdi
çağırmaktır. Çünkü o, vecdi elde etmeye çalışır.”
Vecd hakkındadır.
Bölümün şiirinden:
Bir emrin gelişi seni
senden fani ettiğinde
Bunun vecd olduğu
apaçıktır.
Sonra şöyle der:
“Bilmelisin ki, bazı sufîlere göre
vecd, kalbe ansızın gelen ve hem kendinden hem de yanındakilerden habersiz hale
getiren hallerden ibarettir. Makamlar birbirine komşudur, birbirlerinin içine
girmezler. Vecde sahip olunmaz. Vecd karşılaşmadır.”
Vücud hakkındadır.
Bölümün şiirinden:
Hakkin vücudu,
vecdimin vücudunun aynıdır.
Çünkü ben vücud ile
Onda fani oldum.
“Sufîlere göre vücud, vecdde Hakk’ı
bulmaktır. Allah’ın yolu kıyasla kavranmaz. Çünkü “O her gün bir iştedir”[68].
”
Vakit hakkındadır.
“Vaktin hakikati, hal
zamanında kendisiyle olduğun ve üzerinde bulunduğun şeydir. Vakit iki yokluk
arasında var olan bir durumdur. Vakit, onların kendileri için istedikleri
değil, Hakk’ın kendilerini yönlendirmesinden kendilerine ulaşan şey olarak da
tanımlanmıştır. Vakit için daha başka önemli tarifler de yapar.” Bölümde
onlara döner.
“Uluhiyyette vaktin
dayanağı, Allah’ın “O her gün bir iştedir”[69] demek suretiyle
kendisini onunla vasıflandırmasıdır.
Vaktin bir başka tanımı
şöyledir:
Vakit serinleticidir,
seni ezer, yok etmez.”
Heybet hakkındadır.
“Bilmelisin ki, heybet,
kalbin bir halidir. Ona, kulun kalbine ilahi cemalin tecellisinin eseri verir.
"Rabbın dağa tecelli edince”[70] bu tecelli “Onuparamparça
etti”[71].
Onu yok etmedi fakat yüksekliğini ve yüceliğini giderdi. Musa, onun yüksekliğinin
yok oluşuna bakmaktaydı. Tecelli dağa Musa’nın takip etmediği bir yönden
gelmişti..
“Hayvanın dışındakilerin
ruhu hayatlarından ibarettir, başka bir şey değildir...”
“Ruhların eşyadaki hükmü,
hayatın hükmü gibi değildir. Çünkü hayat her şeyde süreklidir. Ruhlar ise
valilere benzerler, bazen azledilebilirler bazen valilik yaparlar bazen de
valilikleri devam etmekle birlikte ondan gizlenirler. Öyleyse valilik, bu
hayvani beden üzerinde sürekli değildir. Ölüm azletmektir, uyku valiliğin
devamıyla birlikte ondan gizlenmektir.”
Ünsiyet hakkındadır.
“Sufîlere göre ünsiyet, kendisiyle
Hak’tan kula bir rahada- manın geldiği şeydir.”
“Bilmelisin ki, muhakkiklere göre
Allah ile ünsiyet olmaz. Ünsiyet ancak belli ve özel ilahi bir isimle olur,
Allah ismiyle değil...
Bizden makamlar ve mertebelerle
şereflenenler, her şahsın nerede konuştuğunu ve kimin konuşturduğunu, mertebesinde
haklı olduğunu ve hata etmediğini ayırt eder ve bilir. Hatta âlemde mudak hata
yoktur.”
Celalin bilinmesi hakkındadır.
“Celal, kalbe heybet ve tazim veren,
kendisiyle çelil ismi tecelli eden ilahi bir sıfattır.”
Cemal hakkındadır.
Bölümün başında bir şiir vardır:
Güzeldir, açığı sevmez
ve görmez
Derin akıllar
bilmedikleri yönden Onu görür
Gözler Ö'ndan idrak
edemez
Fikir sahibi akılların
Ö'ndan tenzih ettiğinin dışında
Şayet perdelidir
dersen, yalancı olmazsın
Görülüyor
dersen benim bildiğim budur ö’ndan başka sevgili yok
Selma, Leyla ve
Zeynepler perdelemek içindir.
Bölüm boyunca İlahî cemalin
renklerini anlatmaya devam eder. O her şey de güzelliği sever.
Kemal hakkındadır.
“Kemal, artışı kabul etmeyendir ve
ancak Allah için olandır.”
Gaybet hakkındadır.
“Sufîlere göre gaybet, yaratıkların
hallerine cari olan ilimden kalbin, kendisine varid olan şeylerle
meşguliyetinden dolayı habersiz kalmasıdır...
Ariflerin gaybeti, Hak’la Hakk’tan
gaybettir.
Onların dışındaki Allah ehlinin
gaybeti, Hak’la halktan gaybettir. Allah’ı bilen büyük âlimlerin gaybeti,
halkla halktan gaybettir. Çünkü onlar, mümkün a’yân-ı sabite’nin hükümleriyle,
varlığın Allah için olduğunu bilmişlerdir. O’na, Hakk’ın varlığında, bir
varlığın suretinin hükmünden başka bir şey gizlenemez. Böylece O, başka bir
varlığın suretinin hükmünden gizlenebilir. O da Hakk’ın varlığında bunun veremediği
hükmü verir.”
Huzur hakkındadır.
Huzuru gaybetle karşılaştırarak
anlatır. Bölüme dönmelisin.
Sekr hakkındadır.
“Sekri, güçlü bir varid nedeniyle
kendinden geçmek şeklinde tarif etmişlerdir.” Şeyh, bunu takiben Allah’ın
ehline göre övülen sekrin renklerini mertebeleri açısından açıklar ve şöyle
der:
“Tabiî sekr, müminlerin sekridir.
Aklî sekr, ariflerin sekri- dir. Geriye kâmil adamların sekri kaldı. O da İlahî
sekirdir. Bu sekr hakkında Rasûlüllah salla’llâhü aleyhi ve sellem şöyle
buyurmuştur:
“Allah’ım! Şendeki hayretimi artır. ” Sarhoş olan hayrandır.”
Sahv hakkındadır.
Sahv, bizzat bilgi ve edebi getirir.
Hüküm ve sebeb için kuraklık değilse.
“Sufilere göre sahv, gaybetten sonra
hisse dönmektir.”
Allah’ı bilenin ya sekr ya da sahv
halinde olması gerekir. Şeyh, şiirin beytinde geçen sayleme kelimesinin anlamı
ku- raklıkür, der.
“Bilmelisin ki, sahv halinde
olanların bazıları Rabbleriyle bazıları da nefisleriyle sahv ederler. Rabbi ile
sahv eden, bu ha- ünde sadece Rabbine hitap eder, sadece O nu duyar, bütün
mevcudatta Rabbine vaki olan ona da olur. O iki makamdadır. Ya eşyanın
perdesinin arkasından ihata yoluyla Hakkı görür. “Allah, onları her yönden
kuşatmıştır”[72]
ayetinde olduğu gibi. Ya da Hakk’ı, suret ve hükümlerde eşyanın aynısı olarak
görür. Bazıları Hakk’ı, suretlerin hükmünü kabul etmesi açısından eşyanın
aynısı —suretin aynısı değil, çünkü suretler âyân-ı sabite’nin hükümleri
cümlesindendir- olarak görür. Allah ehlinin Allah’la sahiv halleri farklı
farklıdır.”
Zevk hakkındadır.
“Sufîlere göre zevk,
tecellinin ilk ilkesidir.”
Bu bölümde birbirine
komşu olan Kur’ân ayetleri arasındaki münasebet ve ilişki konusu
incelenmiştir. Bu hususta er- Rummânî’nin[73]
bir tefsiri vardır. Şeyh, bu bölümde sahip olduğu şeyleri elinden çıkarmasını
ve babasının onu alışını anlan r.
“Riyazet, mudak anlamda
kayıtsız bir şekilde nefsin arzularından çıkmaknr.”
İçmek hakkındadır.
“İlmi tecelli dört
surette olur: Su, süt, şarap ve bal. Her tecellinin insanlardan özel bir sınıfı
ve bir kişide özel halleri vardır. Bunlardan bir kısmı minber ehli olan
resuller içindir. Bir kısmı aile ehli olan nebiler içindir. Bir kısmı kürsü
sahibi olan mirasçı arif veliler içindir. Bir kısmı mertebe ehli olan müminler
içindir...”
“İlimler her ne kadar çok
olsa da bu dört ilim hepsini kapsar. Bunlar, Rahmani suretlerdeki Rabbani
oturaklarda ilahi aynalardır. Bunlar bir grup hakkında nefeslerle devam eder.
Bunlar kanmayı kabul etmeyenlerdir. Bir grup hakkında bir süreye kadar devam
eder. Bunu Allah’ın ziyaret ve görüş günü söyleyeceği “Onları köşklerine
döndürün” sözü belirleyecektir. Bunlar kanmayı kabul edenlerdir...”
Şeyh, “Muttakilere
vddolunan cennetin misali, orada tadı bozulmamış su ırmaklarıdır... ”[74] ayetinde zikredilen içmeden
dolayı hâsıl olan ilimlerin çeşitlerini açıklamaya devam eder. Şarap
ırmaklarından ve onların şeriatta haram kılınışından bahseder. “Şarap
suretinde tecelli, dünyada sadece emin kişiler için gerçekleşir. Onlar
batınlarında onu tadarlar, hükmü kendileri için ortaya çıkmaz.”
Kanma hakkındadır.
“Reyy (kanma) kendisiyle
iktifanın hâsıl olduğu, artışıyla mekânın daraldığı şeydir.
Bilmelisin ki, kanmayı
sadece orada bir nihayet ve gayeyi kabul edenler söylerler. Onlar da dünya
hayatının ve süresinin kendilerine açıldığı kimselerdir. Onlar Levh-i Mahfuzda
keşif ehlidir. Düşüncelerini tamamıyla ona vermişlerdir. Ya da düşüncesindeki
keşfi, üzerinde bulunduğu durum olan kimselerdir. Sonra önlerine perde çekilir
ve sonluluk görürler. Çünkü varlığa giren her şey sonludur. Bu keşf sahibi
için, uhrevî herhangi bir keşif yoktur.”
Kanmanın olmayışı
hakkındadır.
Sufiler, kanma hakkındaki
görüşlerini söylemişlerdir. Bölümün bazı hakikaderi şunlardır:
“Allah sürekli olarak
bizde yaratıcıdır. İlimlerin sonu yoktur.”
“Allah’ın kelimeleri
tükenmez. Çünkü onlar yaratıklarının zatlarıdır.”
“Her şey O’nun subutî
sıfatlarıyla bilinir. Bunu bilmemiz muhaldir. Allah’ı bilmemiz de muhaldir.
Bilinmeyen olmaktan başka bir şekilde bilinmeyen ne yücedir!”
Mahv hakkındadır.
“Bilmelisin ki, sufilere
göre mahv, âdet vasıfların kalkması ve illetin ve Hakk’ın gizlediği ve
nefyettiği şeyin giderilmesidir.”
İspatın bilinmesi
hakkındadır. O da âdet hükümleri ve kavuşturucuların ispatıdır.
“İspat, bütün âlemin
üzerinde yerleştiği bir iştir.”
Setrin bilinmesi hakkındadır. O da
seni yok olmaktan gizleyen şeydir.
“Setr, kâinatın örtüsüdür. Adeder ve
amellerin neticeleri ile kalmaknr. Sebeplerin ilahi perdeler olduğunu sana
söylemiştik. Bu perdelerin kaldırılması ancak sebeplerin kaldırılmasıyla
olur.”
Şeyh, perdelerin sarkıtılması
konusunda ilmi fetih hak- kındaki açıklamalarına devam ederek insanın
kaçınılmaz olarak uğrayacağı fetihlerde ancak şaşkın olarak çıkabileceği durumları
anlaur.
Mahk’ın -ki o, O’nun zaunda fena
olmandır- ve mahku 1- mahkın —ki o da O’nun zaunda sabit kalınandır- bilinmesi
hakkındadır.
“Mahk, halifelik ve vekillik yoluyla kâinatta
ortaya çıkman- dır. Bu âleme tahakküm etmeyi gerektirir.
Mahku’l-mahk ise üzerinde perde ve
örtü yoluyla ortaya çıkmandır. Sen, mahku’l-mahk’te O’nu perdelersin ve kâinaun
müşahedesi senin üzerinde Hak olmaksızın halk olarak gerçekleşir.
Bilmelisin ki, mahku’l-mahk, Allah
ehline göre, dünyada daha tamdır. Mahk ise ahirette daha tamdır. Mahku’l-mahk
halini Allah ehlinin en seçkinleri elde edebilir ve heykelleri nurlanmış
akıllara aittir. Mahk’ı ise seçkinler elde edebilir ve o nurlanmış nefislere aittir.
Allah bizi mahku’l-mahk’ini sildiği ve hakkını kendisine tahsis ettiği
kimselerden etsin. Buna Hak ile yalnızlık denilir. Çünkü bu makamdaki insan ne
görülür
ne de müşahede edilir.
Bazı insanlar onu bilse bile onlara görünmez. Bu hakikatten dolayı Allah’ın
ehli, Hakk’ın kuluyla yalnız kaldığını tercih ettiğini gördüğü için halveti
tercih etmiştir. Böyle birisi kendi zamanında bir kişi olabilir. Ona da Gavs
veya Kutup denilir. O da Hakk’ın yalnız kendisiyle kaldığı kimsedir. Onun
nurlanmış bedeni ayrıldığında, yerini başka bir şahıs alır. Aynı anda iki şahıs
olmaz. Bu ilahi yalnızlık, yayılmayan ve açıklanmayan sırlar ilmindendir. Biz,
gaflet içinde olanların ve onu tanımayanların kalplerini uyandırmak amacıyla
onu zikrettik ve ismini koyduk. Benden önce zikredeni görmedim ve özellikle
Allah’ın ehlinden onu bileni de bilmiyorum. Kıyamet gününde bu makama dikkat
çeken sahih bir haber varit olmuştur. Orada kul Rabbiyle yalnız kalınca
perdesini onun üzerine çeker ve kendisinden meydana gelen şeyi kararlaşurır ve
sonra ona şöyle der: “Ben dünyada senin günahını örtmüştüm, burada da
örtüyorum. "Sonra onun cennete götürülmesini emreder.
Bu haber, Allah ile yalnız kalmaya
dikkat çeker. Biz de kul ile olan ilahi yalnızlığa dikkatini çektik.”
Bu ihtisarı yapan fakir şöyle der:
Üst üste nurlar ve ard arda sırlar.
Şerefli fetih. Dosdoğru keşif. Burada mahza lütuf vardır. Özellikle “kendi
zamanında" sözüyle bugün yaşayan insanın nazarını bu manaya çekmek
istedim. Zamanı onu tahsis eder. Burada bir sayılan ve takdir edilen bir vehim
yoktur. zIj/zm anda iki şahıs
olmaz” sözüne de dikkat çekmek istedim, “iki şahıs” lafzı sayısal
anlamda sayı olarak alınamaz. Çünkü tek tekdir, farklı sayıdaki surederde olsa
bile. Burada ince bir sır vardır. Bu kadar açıklama kâfi gelir.
İbdâr ve sırlarının bilinmesi
hakkındadır.
Bölüm bir şiirle başlamaktadır. O
şiirden:
Dönüş dolunayının
sülük dolunayı olması körlüktür
Hel ve lem sonra da
keyfe ve ma ile bir bak.
Daha sonra şiirin ilk
beytinde zikredilen maruf edadarın kullanımından bahseder ve şöyle der:
“Hak, bu soru edatlarıyla
sorulan makul durumlardan münezzehtir. O’nun zatı bu soru edatlarından münezzehtir.
Hatta bu sorular O’nun için caiz değildir. Bu ne varlığı Allah olarak gören ne
de Allah olarak görmeyen için doğrudur. Varlığı Allah olarak gören, Hakk’ın
kendisiyle ortaya çıktığı hükümleri de görür. Bu hükümler, mümkün varlıkların
hükümleridir. Bu soru edatları ancak onları hak eden için geçerlidir. Çünkü bu
sorular Hakk’a, aynî mümkünün hükmüyle zuhur etmesi açısından sorulmuştur.
Böylece mümkünün talep edilen şey olduğu ve bunun talip için belirsiz- leştiği
ortaya çıkmıştır.
Varlığı, Hak olarak
görmeyene gelince, onun için bu soru edatları caiz değildir.”
Sonra sözlerine şöyle
devam eder:
“Hakk’ın âleme örnek
olarak yerleştirdiği ibdâr’e gelince, o, Hakk’ın kendisine hükümle tecelli
etmesi içindir. O, âlemde Allah’ın isimleri ve hükümleriyle ortaya çıkan İlahî
halifedir...”
Bu halifenin
niteliklerini ve güneşin ayın zatında zuhuruyla bu hakikatin bağlanasım anlatır
ve şöyle der:
“Âlem, bütün
içindekilerle bir darb-ı meseldir ve böylece onunla O’nun Hak olduğu bilinsin.”
Muhadaranın bilinmesi
hakkındadır. Muhadara, burhanın kesintisiz olmasıyla kalbin huzur bulması,
âlemlerin istediği hakikatleri içermesi nedeniyle ilahi isimlerle baş başa
kalmakur.
Bölüm bilinen bir şiirle
başlar. Şiirin başı:
Zatın huzurunda
isimlerin muhadarası
Geçmişe delildir
geleceğe delildir.
Daha sonra muhadaranın
şeriat tarafından emredilen nazar ve itibar ehlinin vasfı olduğunu söyler.
Cenabı Allah’ı ve isimlerin O’na nispetinden bahseder. Kâinatın İlahî isimleri
istediğini belirtir ve şöyle der: “Bu, “âlemin (Allah’ın) suretinde
yaratıldığı ” hadisinin desteklediği şeylerdendir.”
Levami’in bilinmesi
hakkındadır. Levami’, iki vakit veya daha yakın bir sürede tecelli nurlarından
sabit olanlardır.
Şeyh, levami’in zevkten
üstün —çünkü ilkeye ilavedir- içmeden düşük olduğunu söyler...
Hücum ve bevadihin
bilinmesi hakkındadır. Hücum, kişinin tasannuu olmadan vaktin geçmesiyle kalbe
gelen şeydir. Bevadih ise ürkme yoluyla gaybten kalbe ansızın gelen şeydir. Bu
ya sevinci ya da üzüntüyü gerektirir.
Öncelikle bölümün
başlığında geçen bütün konuların böyle olduğuna dikkat etmelisin. Şiirden sonra
sadece bu bölümde bazı hususları zikreder. Şeyh, kendisinden örneklerle hücum
ve bevadih hakkındaki açıklamalarına devam eder. Bölüme bakmalısın.
Kurb’un bilinmesi hakkındadır.
Kurb, itaatleri yerine getirmektir. Sofiler, bazen onunla “kabe kavseyn’m
kutbunu kastederler. Kavseyn, bir çizgiyle kesildiği zaman dairenin iki ucu
veya daha yakın olanıdır.
Bu bölümde bir şiir
getirir. Şiirin başı şöyledir:
Bir çizgiyle küreleri
kesersen ortaya çıkar
iki uç, Hakkin
yakınlığı işte budur dikkate alınız
O ikisinden daha yakın
olan hakikati
Ona ulaşınca nazarın
gerektirdiği parlar.
Şeyh, kurbu geniş
anlamlarıyla açıklar. Müsadere edilen kulun muaheze edilmesinin türlerini
zikreder. “O, yaptıklarından sorumlu tutulamaz"[75] ayetine mutabık olarak
Allah’ın, muaheze etme ve intikam alma konusunda daha şiddetli olduğunu
söyler.
Bu’d’un bilinmesi
hakkındadır.
“Bilmelisin ki, bu’d,
muhalefette kalmakur. Aynı zamanda insanın kendisinden uzaklaşması anlamında da
kullanılır.” Bu bölümün hakikaderinden biri de Şeyh’in (r.a.) şu sözleridir:
“Allah’a âlemden daha
uzak olanı yoktur. Çünkü zatı yönünden ikisini bir araya getirecek herhangi
bir şey yoktur.”
Yine Şeyh’in (r.a.) mealen şu sözleri
de bu bölümün ha- kikatlerindendir:
“Kul, ilahi bir emir olmaksızın bazı
isimlerle ortaya çıkınca, bu, Hz. Peygamberin (salla’llâhü aleyhi ve sellem) “Senden
Sana sığınırzw” hadisinde belirtilen kendisinden uzak durulması gereken
bu’d’tın ta kendisidir...”
Şeriat’ın bilinmesi hakkındadır.
Şeriat, fiili kendine nispede kulluğa
bağlanmaktır. Şeyh, son derece önemli olan şiiri serdeder ve şeriaun peygamberlerin
getirdiği şey ve sünnet-i hasene olduğunu açıklar. Şeriat hakikaderin
bütünüdür.
Hakikattin bilinmesi hakkındadır.
Hakikat, sıfadarının eserlerini O’nun sıfadarıyla oltımstızlamandır. Seninle,
şendeki ve senden olan fail O’dur, sen değil. “Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur
ki, O, perçeminden yakalamış olmasın”[76].
Bölümde Şeyh’in (r.a.) şu sözleri yer
alır:
“Hakikat, varlığın, farklılık,
benzerlik ve karşıtlığıyla üzerinde olduğu şeydir.
Şeriat hakikatin ta kendisidir.
Kesretin ahadiyyeti olan hakikat, hiç
kimsenin bulamayacağı hakikattir. Alemde olan her şey müstakimdir. Çünkü perçeminden
yakalayan, onunla beraber yürüyendir, O da sırat-ı müstakim üzeredir.”
Bölümü şu sözüyle bitirir:
“Hakikat şeriatın kendisidir, anla!”
Havatır’ın bilinmesi hakkındadır.
Havatır, kalbe gelen şeydir.
Bölümde havatır’ı ve kalbe ulaşan beş
yolunu açıklamışur. Bölüm boyunca şunu söyler:
“Havatır’ın hepsi ilahı hitaplardır.
Onlar da tecellilerdir.”
Varid’in bilinmesi hakkındadır.
“Sufîlere ve bize göre varid, her
İlahî isimden kalbe gelen şeydir.”
Bölümde:
“Araz için tahayyüz, cevhere tabi
olması hükmü gereğin- cedir, denilir.”
Şahid’in bilinmesi hakkındadır.
Şahid, müşahede edenin suretinin müşahede edende kalmasıdır. Kalpte müşahede
edilenin sureti, Rabbini müşahede edenin kendisidir ve nimetler onunla
müşahede edene ulaşır.
“Şahid, müşahede anında müşahede
edilenin suretinin kalpte ortaya çıkmasıdır. Bu, görmenin verdiğinden başka bir
şey verir. Çünkü görülenin ilmi rüyete takaddüm etmez. Müşahede edilenin ilmi
müşahedeye takaddüm eder. Buna da akideler denilir.
Her müşahede rüyettir;
fakat her rüyet müşahede değildir. Kamil adamlardan —ki onların her birisi
O’nu müşahede eder- başkası Hakk’ı gördüğünü bilmezler.
Bazı sufîlerin zevki
şudur: “Varlıkta Allah’tan başka konuşan yoktur. ” Bunlar mudak anlamda
sema ehlidir.”
Bölümün hakikaderinden:
“Allah dilediğini örter.
Hatanın O’na izafe edilmesi muhaldir. Çünkü O, ilminin bütün malumu ihata
etmesi sebebiyle, hatayı kabul etmez.”
Nefs’in bilinmesi
hakkındadır. Sufilere göre nefis; kulun sıfatlarıyla malul olan şeydir. Genel
tanım budur.
Nefsi bölüm başlığı
yapuğı gibi açıklamıştır. Sufilerin nefsi, İnsanî latife olarak
tanımladıklarını belirtmiştir.
Bölümde, varlıklarda
berzahların ilki olan külli nefsi açıklamış ve onun akıldan yarauldığını
söylemiştir.
İki Yüz Altmış Sekizinci Bölüm
Ruhun bilinmesi
hakkındadır. Ruh, özel bir yolla kalbe, gayb ilmini ilkâ eden şeydir.
Bölümün şiirinde:
Ruh ikidir, ya’nın
ruhu ve emrin ruhu
Hüküm emirle nehiy
arasında sabittir.
Daha sonra şu husus
gelir:
“Yanın ruhundan
maksadımız, “Ona ruhumdan üfledim”[77] ayetindeki
mütekellim yasını kendisine izafe etmesidir.”
Şöyle der:
“Allah ehli, ruhların
kalplerine inişini müşahede ederler, inen meleği görmezler. Ancak kendisine
meleğin indiği kişi nebi veya resul ise görür. Veli, melekleri müşahede eder
fakat meleklerin kendisine ilkâda bulunduğu kişi göremez. Veya ilkâyı görürler;
ancak müşahede olmaksızın bunun melekten olduğunu bilirler. Hem melek hem de
ilkâ sadece nebi veya resul olanda bir araya gelir.
Kuşeyrî Allah ehlinin
ilmini överken şöyle der:
“Töhmedi birisinin
âlimlerin ilmini bilmesi hakkındaki görüşün nedir? Çünkü onların dışındaki
âlimler, ne fıkıhta ne de usulde basiret sahibidirler.”
İki Yüz Altmış Dokuzuncu Bölüm
Kuşku ve şüphe taşımayan
ilme’l-yakînin, müşahede ve keşfin verdiği ayne’l-yakînin, müşahedeyle
kastedilen bilgiyi kalpte gerçekleştiren hakke’l-yakînin bilinmesi hakkındadır.
Bölümde geniş bir şekilde
ilme’l-yakîn, ayne’l-yakîn ve hakke’l-yakîni açıklamıştır. Bölümün kendisinde
ona dönmek gerekir.
Muhammedi münacatta geçen
kutup ve iki imamın menzilinin bilinmesi hakkındadır.
Bölümün başında şiiri
zikrettikten sonra şöyle der:
“Bilmelisin ki, Allah,
kendinden olan bir ruhla seni desteklesin, peygamberlerden bu makama erenler
dört kişidir. Mu- hammed, İbrahim, İsmail ve Ishak aleyhimu’s-selam. Evliyalardan
ise iki kişi: Hz. Peygamberin (salla’llâhü aleyhi ve sellem) torunları Haşan ve
Hüseyin. Bu zikredilenlerin dışındakilerin imametteki mertebelerine göre
maltım bir içmeleri vardır.”
Bu menzilin
açıklanmasında bölüm eşsiz ve gariptir ve özede şöyledir:
“Kutbun ismi Abdullah’ur.
Bu isimde kutupların bazısı bazısından üstündür. Bazılarının Abdullah isminden
başka isimleri vardır. Ona kutupluk makamından başka bir makamla seslenilir.
Musa’nın (a.s.) isminin Abduşşekûr, Davud’un (a.s.) kendisine özgü isminin
Abdulmelik, Muhammed’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) isminin Abdulcami’
olması gibi...
iki imam da böyledir. Her
birinin kendisine özgü bir ismi var ve kendi döneminde bu isimle çağrılır. Sol
taraftaki imam Abdulmelik, sağ taraftaki Abdurabbihi’dir. ikisi de kutbun veziridir.
Ebû Bekir (r.a.) Abdulmelik, Ömer Abdurabbihi’dir. Haşan ve Hüseyin,
kendilerinden başka bu makamla vasıflanan insanların en ehil olanlarıdır.”
Şeyh, ruhlar âleminden
kutba biatin hallerini anlam, iki imam, onun (kutbun) önündedirler. Onun
huzuruna biri girdikten sonra diğeri girebilir. Soran sorar, Kutup cevap
verir.
Onun bu hususta bir kitabı
vardır, ismi “Mubâyatu’l-Kutb vel-Imâmeyn’&vt. (Allah’ın fazlıyla bu
kitap benim yanımda bulunmaktadır.)
Sonra Şeyh, en uzak
imamın hallerini, daha sonra da en yakın olanının hallerini zikreder. En yakın
imam onunla bir araya gelmiştir ve bu imam kendisiyle bir araya gelen şeyhlerin
bizim şeyhimiz olduğunu ona haber vermiştir. Onların onun üzerinde özel bir
terbiyeleri yoktur. Onu kâmil bir şekilde terbiye eden ilahi inayettir.
Daha sonra kutbun hallerini zikreder
ve onun hakkında şöyle der:
“O, Abdullah’ur, Abdulcami’dır. O,
hem ablaklanma hem de gerçekleştirme açısından bütün ilahi sıfatları kendisinde
toplamışur. O, Hak’ın aynasıdır. İlahî sıfadarın ve görüntülerin
tecelligâhıdır, vaktin sahibidir, zamanın kendisidir ve kaderin sırrıdır.
Bütün zamanların ilmine sahiptir. Gizlilik ona galiptir. Gayret hâzinelerinde
korunmuştur. Koruma elbisesiyle örtünmüştür. Şüpheyle lekelenmez. Aklına bir
fikir gelmez. Makamı çok evlilik makamıyla zıttır. Kadınları seven onda rağbet
sahibidir. Tabiata hakkını verir” ve daha başka sıfatlarını sayar.
Bu bölümü Şeyh’in şu sözleriyle
bitireceğim.
“Bilmelisin ki, kutup kâmil bir
adamdır. O dört dinarı kazanmıştır. Onda her dinar yirmi beş kıratur. Adamlar
onunla ölçülür. Onlardan bazıları dörtte bir adamdır, bazıları yarım, bazıları
sekizde bir, altıda üç, dörtte üç adamdır. Biri de tam adamdır. Birinci dinar
kâmil mümin içindir, ikinci dinar özel veli içindir. Üçüncü dinar iki nübüvvet
içindir. Dördüncü dinar iki risalet içindir. Babalık hükmüyle asli olanı kastediyorum.
Veraset, oğulluk hükmüyledir. Birinci sıra İkincisini elde edene aittir.
Birinci ve ikinci sıra, üçüncüsünü elde edene aittir. Dördüncüsünü elde eden
hepsini elde etmiştir. Kutup kâmil adamlardandır. Kâmil adamlardan fertler
açısından söz ettik ve onlar gerçekten kâmildirler.”
Muhammedi münacattan
sabah vakti kavmi hamd eder menzilinin bilinmesi hakkındadır. Bu aynı zamanda
emniyet menzillerindendir.
Bu bölümde nurların
türlerini özellikle karanlıktan doğan nuru açıklamıştır. Yaratıklar âlemi bu
nurun suretidir.
Şeyh, halk ve emir
âlemini incelemiş, menzil ve münazele- lerin açıklamalarına başlamıştır. Aynı
zamanda tecellileri kula peş peşe gelen ilahi isimlerin genişliğini
incelemiştir.
Tevhidin tenzihinin
bilinmesi hakkındadır.
“Tevhidin tenzihi
lafzından maksat iki emirdir. Birincisi, tevhidin Hak Teâlaya değil, tenzihe
müteallik olmasıdır, îkinci emir, tenzihin tevhide muzaf olmasıdır ve bu da şu
anlama gelir: Hak Teâlâ kendisini tenzihi tevhide tenzih eder, mahlûkattan
kendisini tevhide tenzih edenlerin tenzihi gibi değil. Hamdin Haindi gibi.”
Bu bölümün
hakikatlerinden:
“Hak ile halk arasındaki
münasebet, makul değil, mevcut da değildir. Zatı açısından hiçbir şey Ondan
değildir. Yine zatı itibarıyla O, hiçbir şeyden değildir. Şeriatın delalet
ettiği veya aklın delil olarak kabul ettiği her şeyin mütealliki zat değil
uluhiyyettir. Allah ilah olduğundan dolayı, mümkünün imkânı O’na dayanır.”
Bölümün hakikaderinden:
“Allah’a hamd olsun ki,
sufiler arasında gerçekleştirdikler şeylerde ihtilaf yoktur. Onların
meşguliyederi his ehlinin meşguliyetinden daha sahihtir ve daha uygundur.”
Bölümün hakikatlerinden:
“Bilmelisin ki, bu
menzile girmek, adamlık olan ikinci dinardandır. Tam adamlık olan dördüncü
dinarda nihayet bulur. Şahıs, tam erkeklikle adam olarak isimlendirilir. îman,
velayet, nübüvvet ve risalet tertibinde takdim ettiğimizi gibi beşincisi yoktur
ki, beşin beşincisi olsun. Hatta bazen onun için dördün beşincisi olur.”
Bundan sonra tekleri, çiftleri, sahih beraberliği açıklar. Bunları iyice
kavramak ve zevk almak için kitaba dönmek gerekir. Bilmelisin!
Musevî âlemden nefis ve
hevanın helakinin bilinmesi hakkındadır.
Bölümün tahkiklerinden:
“Bilmelisin ki, Allah
Teâlâ felekleri yarattığında, melekleri yerleştirdiğinde, yedi gezegenin
belirlenmiş bir süreye kadar içinde yüzecekleri menzilleri takdir ettiğinde,
onların akışları ve yüzüşleriyle zamanı belirledi. Mekâneti mekânlardan önce
yarattı. Onlardan, yerde ve yedi gökteki özel mekânlara incelikler uzattı.
Sonra mümkünleri kendi mekânlarında mekânederi üzere yarattı. Ona yerleştirdiği
kudret sıfatını bildirmek için -başka bir sıfatını değil- akıllardan bir akılı
yaratması da Aziz ve Alîm olan Allah’ın takdirindendi. Bu özelliğiyle onu
kendi cinsinin bireylerinden üstün tuttu. Bu da bu akla özgü olan ez-Zâhir
isminden dolayı idi. Bunu, kendisinde serinliği, soğukluğu ve sevinci olan bir
sevgi akan bir tür zorlamayla akla ilkâ etti. Böylece onda beş ilim nehri aktı.
Bu nehirler bu akla özgü olan el-Evvel ve el-Ahir isminden ortaya çıktı. Sonra
bu nehirler, el-Batın isminde aktı. Batın ismimin başlangıcı diğer
başlangıçlara, sonluluğu diğer son- luluklara takdis edildi. Zahiri de batını
da böyledir. Yanında bulunan Ümmü’l- Kitaptan, Ümmu 1-Cem’ olarak isimlendirilen
bir mertebe çıkü. Hak, beni o mertebeye soktu. Onu gördüm. Onun zahirini ve
batınını da gördüm. Orada bu aklın yerini de gördüm. Siyah bir nokta ve kırmızı
ile sarı arasında bir renkle perdeli ve örtülüydü. Bu belirli mekânla mekânet
arasındaki inceliği gördüm. Musa, Harun ve Yûsuf aleyhimu’s-selam’ı bu akla
bakar gördüm. Allah, kendisine özgü kıldığı bu kapsayıcı mertebeden, sayısını
kendisinden başka kimsenin bilemeyeceği, yerde, gökte ve ikisi arasında, toprak
altından istiva sınırına kadar olan yerlerde sayısız mertebeler çıkardı.
Hakk’ın bütün bu mertebelere dönük özel bir bakışı vardır. Bu bakışla onu
diğerlerinden üstün tuttu. Yine bunun Allah’ın kendisine tanıttığı kimseler
nezdinde iyiliği, saygınlığı ve ikramı vardır. Bu mertebelere tenzih makamları
denilir. Yüksek ruhaniler bu makamlara girdiğinde, ilahi tenzihin hallerinden
haller kazanırlar. Bunların değerini Allah’tan başka hiç kimse bilemez.”
Şeyh, bu konudaki
sözlerini ayrıntılı ve uzun bir şekilde sürdürür. O açıklamalar için kitaba
bakmak gerekir. Özellikle ilimlerin hâzineleri ve anahtarları hakkındaki
açıklamaları, sahilleri görülmeyen engin denizlerdir.
Musevî âlemden
belirlenmiş ecelin bilinmesi hakkındadır.
Bu bölümde eceli ve
belirlenmiş eceli açıklamıştır. “Ölüm maruftur. O da eceldir. Belirlenmiş ecel
ise bas (dirilme) olarak tabir edilen şeydir.”
Bölümde, âlemin ortaya
çıkışı, ilahi hâzinelerde Hakk’ın varlığından vücuda gelişi incelenmiştir. O da
bizzat bu hâzinelerden zuhurudur.
Daha sonra arazî kemali
ve özellikle zatî kemali açıklamış ve özellikle zatî kemal hakkında şöyle
demiştir: “Allah’tan dileğim şudur: Onu tamamıyla elde etmem, Rabbime karşı
olan hüsn-i zannımı engellemesin.”
Daha sonra şunu der:
“Edep, talebinin O’nun
için değil senin için olduğunun söylenmesidir.”
Bu konuda da şiirde
söyleneni söylemek lazımdır:
Bir kitap ki olan her
şey onda
Anlamlarında
benzersizdir
Içindekilerini
gördüğünde
İnciyi ihtiva ettiğini
görürsün.
Bu şiirin yorumunda,
bölümün hakikatlerine uygun düşecek şeyleri söylemeye devam eder. Şu sözler
ona aittir:
“Ondan sana tecelli eden
şeyler, mertebenin el verdiği kadardır. .. Çünkü sen, kendinden ancak O’na
döndün. Hak ise ancak seninle sana döner kendisiyle değil. Çünkü O’nu ihata
edebilecek bir varlık yoktur.
Hakikat, kulun efendisi
üzerinde herhangi bir hakkının olmamasını gerektirir.”
Şeyh, miraçla ilgili
sırları, Peygamberimizin (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Hz. Musa (a.s.) ile -ki
o yerde kabrinde idi- semada buluşmasını inceler ve bunların mümkün hakikader
olduğunu söyler. Aynı zamanda “ari’ı da inceler ve anın akan zamana boyun eğmediğini
belirtir.
Musevî makamdan putlardan
teberri etmenin bilinmesi hakkındadır. Bu yedi emir menzilindendir.
Bölümün şiirinde emir
menzillerini açıklar. Bölümde de nida ve nida harfleri hakkında geniş bir
açıklama vardır. Şeyh, onunla İlahî isimlerin hakikatlerine varmak ister.
Bölümün başlangıcında,
Şeyh, Sâd Sûresi’nin tefsirinden anladığını anlatmışur. Bir mürebbiden
okunmasında izne ihtiyaç vardır
Muhammedi makamdan havuz
menzili ve sırlarının bilinmesi hakkındadır.
Bölümün başında vehbî ve
kesbî ilimlerin kısımlarını açık- lamışur. Bölümün önemli tahkiklerinden biri
de şudur: Nübüvvet vehbîdir ve ayrıcalıktır. Keşf ehli ve Ehl-i Sünnet ke-
lamcıları da aynı görüştedir.
Bölümün hakikatlerinden:
“Sadık âşık, sevilenin
sıfauna geçen kimsedir. Sevileni kendi sıfatına indirgeyen değildir...
Rabbine karşı
muhabbetinde sadık kul da böyledir. Ö’nun isimlerinin ahlakıyla ablaklanır.
Allah’tan başkasına ihtiyaç duymama, Allah’ın izzeti ile aziz olma, Allah’ın
eliyle verme, Allah’ın gözüyle koruma özellikleriyle ablaklanır.
Tecellinin nasıl olacağı
âleme değil Allah’a aittir. Allah’tan başka ne bir melek ne de bir nebi onu
bilebilir. Çünkü bu Hakk’ın özelliklerindir. Çünkü zat asıl itibariyle
bilinmeyendir. Tecellisinin mazharlarda keyfiyeti, yaratıklarından herhangi
bir kimsenin elde edebileceği ve idrak edebileceği bir şey değildir.”
Söylediğinin özeti şudur:
“Mazharlar zata değil mertebeye
aittir. Ancak ilah olana ibadet edilir...”
Bundan sonra şöyle der:
“Münacat O’ndan sana değildir; ancak
şendedir.”
Musevî makamdan yalanlama ve
cimriliğin ve sırlarının bilinmesi hakkındadır.
Şeyh, âdeti olduğu üzere bölümün
başında bir şiir serdeder.
“Hiçbir şeyin kendisine benzemediği
kimseyi nasıl idrak eder.” Bu şiirden:
Hiçbir benzeri
olmayanı nasıl idrak edebilir
Bilgiyi his ve
nazardan alan kimse
Onunla Allahı bilmek,
O’nda Onu bilmemenin ta kendisidir
O’nu bilmemek de
bilginin ta kendisi, düşün
Alemde O’ndan başka
malum yok
Ey mağlup!
Sınırlılığınla ne dersin.
Dayanağı olmayan ilmin ilimden
olduğunu söyler. Bunun İlahî mevhibe olduğunu anladım. Kul ile Rabbi arasındaki
örtünün yani beşerî örtünün kalkmasının ne anlama geldiğini açıklar.
İki Yüz Yetmiş Sekizinci Bölüm
Musevî ve Muhammedi makamdan ülfet
makamının ve sırlarının bilinmesi hakkındadır.
Bölümün hakikatlerinden:
“Hüve O’nun
hakikatindendir. O, ancak bu mertebede ve bu menzilde müşahede edilebilir ve
elde edilebilir. Çünkü O nda zahirin kendisi, bizzat baünın kendisidir.”
Bölümün hakikaderinden:
“Hakk’ın Hakk’ı talep
etmesi doğru değildir. Ancak haz için talep edilir. Çünkü talebin faydası,
talep edilen için gerçekleşir. Hak, herhangi bir kimse tarafından elde
edilemez. Bundan dolayı âlemle matlup olması doğru değildir. Öyleyse geriye
bazdan başka bir şey kalmadı.”
İki Yüz bitmiş Dokuzuncu Bölüm
Muhammedi makamdan itibar
menzilinin ve sırlarının bilinmesi hakkındadır.
“Bilmelisin ki, hakikat
ehli arasında, bir mazharın dışında zatî tecelli ihtilafsız bir şekilde
imkânsızdır.” Bölüm boyunca varlıkta ortaya çıkan fiilleri ve bunların Hakk’a
veya halka nispetini açıklamışür.
Makamları geniş bir
şekilde anlatmış ve bölümün içinde şiirlere yer vermiştir:
Hayret hayretten sadır
oldu
Keşke orada hayret
edilmeyen kimdir bir bilsem...
Bölüm boyunca nazarı
anlatmış ve şöyle demiştir:
“Allah’ın nazara mahsus
kıldığı hususlar; bir şeye bakıldığında eseri görülür ve ondaki ilimler tahsil
edilir...
Tabiatlar da böyledir.
Allah, onları, elde edilmesi için hayretâmiz bir şekilde düzenlemiştir. Ateş
unsurunu kendisini hava unsuru, hava unsurunu kendisini su unsuru, su unsurunu
kendisini toprak unsuru takip edecek şekilde düzenlemiştir. Su ile ateş
arasında bütün yönlerden tabiî bir zıdık vardır. Hava ile toprak arasında bütün
yönlerden tabiî bir zıtlık vardır. İki yönlü olması hasebiyle tabiaün arasına
vasıtalar koymuştur... Berzahî makamlar, münazeleler ve menziller arasında da
aynı şekilde zıdıklar vardır. İki menzil veya iki münazele veyahut iki makam
arasındaki berzaha durak denir. en-Nifferî’nin[78]
“el-Mevakıf vel-Muhâtabât” isimli kitabında
böyle gelmiştir.”
Şeyh, bu konudaki açıklamalarına
devam ederek şöyle der:
“Sonra menziller arasında duraklar
yoktur. Bu ince bir husustur.”
Musevî makamdan bana ne makamının ve
sırlarının bilinmesi hakkındadır.
Bölümün başında kulun O’na muttali
olmasını olumsuz- layan bir şiir yer almaktadır.
Vahdetle gerçekleşende ve fetihlerde
var olan rahmet olmasaydı, akıl susuz kalırdı. Öyleyse bölümün hakikatleri
için nakle dönelim! Deriz ki:
Araz intikal etmez. Çünkü intikal
etseydi, mahalli olmazdı ve kendi kendisiyle kaim olurdu. Araz ise kendi kendisiyle
kaim olmaz.
Muhammedi mertebeden toplanma
menzilinin ve birin topluluğun yerine ikamet etmesinin bilinmesi hakkındadır.
İkindi namazıyla ilgili olan şiiri
irat ettikten sonra, ikindi namazının başlangıç vakti için tek bir hükmün
olmaması nedeniyle onun ikame edilmesiyle ilgili sözlerini sürdürür ve sözü,
bölümün de başlığı olan damme lafzına getirir ve şöyle der:
“Kâmil yakınlığın zirvesindedir.
Kulluğunun kemalinde yaratıcısının zaunın kemalini müşahede ederek onunla
ortaya çıkar. Bu söylediklerimizi araştırdığında, o zaman Allah’ın seçtiği
kâmil adamların zevkine karşı, senin zevkinin nerede olduğunu anlarsın. Allah,
o konuda o adamları seçmiş ve ondan tenzih etmiştir. Bundan dolayı, onlar ve O,
O ve onlar gibidir. Böylece onu kâmil olarak isimlendirmiştir. Asr da onlardan
biridir. Çünkü bir şeyin başka bir şeyle birleştirilmesi, talep edileni
ortaya çıkarmak içindir. Böylece, kulluğunda herhangi bir şekilde rububiyet
karışmayan saf kulun zatı, herhangi bir şekilde kulluk karışmayan mudak
Hakk’ın zatıyla birleşmiştir. İlahî isimden âlem talep edilir.”
Daha sonra insan-ı kâmili
tarif eder. O da “birin topluluğun yerine ikamet etmesi" sözüdür.
İnsan-ı kâmil, küçültmeyi kabul etmez. Buna delil olarak da İsrafil (a.s.)
hakkında varid olan “O günde yetmiş kere küçülür, öyle ki nokta veya
söylediği gibi olur" sözünü getirir.
Daha sonra ahsen-i
takvimin açıklamasında şöyle der:
“Kulluğunda susan kuldan
başka kul yoktur. Çünkü kulun bu mertebedeki sınırı Rabbani herhangi bir
sıfatla vasıflanmasıdır. Rahmani ve benzeri bir sıfatla övüldüğünde, kendisi
için yaratıldığı makamdan düşer ve kemalden ve Hakkın sıfatlarıyla vasıflanmış
miktarda Allah’ı bilmekten mahrum kalır...
İnsan-ı kâmil, Allah dediğinde,
Allah’tan başka bütün âlem Allah der. Allah’ın isimleri de onun söylediğini
söylemiştir. Bütün bu isimler gayp ilminde saklanmıştır. Allah’ın bu isimlerin
bilgisini tahsis ettiği kişiler, sadece bazı kullarıdır. Varlıklarıyla da
bütün kulları tarafından bilinmektedir. Böylece insan-ı kâmilin teşbihi, bu
zikrettiğimin teşbihin yerine geçer. Sevabı da kesintisizdir.”
Musevî mertebeden ölüleri ziyaret
etme menzilinin ve sırlarının bilinmesi hakkındadır.
Bölümde ölüleri ziyaret etmenin
anlamını seçer. O da onlara kavuşmak ve yollarına dahil olmakur. Bu da işi
olduğu gibi idrak etmekten acizliktir.
Alimlerin en âlimi, bilinenin
bilindiğini, bilinmeyenin bilinmediğini bilendir.
Muhammedi mertebeden kavasım
(kırıcılar/öldürücüler) menzilinin ve sırlarının bilinmesi hakkındadır.
Bölümde kendi miracını şöyle anlaur:
“Bilmelisin ki, Allah’ın dilediği
bazı ayetlerini bana göstermek için miracım esnasında bu mertebeye
ulaştığımda, yanımda bir melek vardı. Kapıyı çaldığında, kapının ardından
şöyle dendiğini duydum: “Allah’ın bildirmesinden başka şekilde bilinmeyen bu
meçhul menzilin kapısını çalan kim?. ” Melek şöyle dedi: “Senin kulunun
mertebesinin kulu Muhammed b. Nurdur. ” Kapı açıldı, içeri girdim. Hakk
orada bulunan her şeyi bana tanıttı. Fakat bu onu müşahedemden birkaç sene
sonra idi. Bu tarifsiz bir şekilde sûrî bir müşahedeydi.”
Kitabı ihtisar eden şöyle der:
Öncelikle bilmelisin ki, bu ihtisarı,
buna inananın da inanmayanın da eline geçeceğini bilerek yaptım. Burada inanan
ve inanmayandan kastım, sufilerin özellikle de Efendimiz Şeyhü’l-Ekber, el-FütûhâtÜl-Mekkıyye\Fn
sahibi Muhyiddîn İbn Arabi’nin ilim ve zevkleriyle ilgilenen ve
ilgilenmeyendir.
İnanan için, eş-Şeyh’in
burada zikrettiği miraç lafzını anlamak kolaydır. Bunun anlamı, peygamberlerin
miraçlarıyla karışar- maksızın velilere özgü olan mirasî müşahededir. Bu
meselenin çözümünü Şeyh’in şu sözlerinde bulabilirsin: "Bu tarifsiz bir
şekilde sûrî bir müşahedeydi. ”
İnanmayana gelince, ona şöyle
denilir: Nefsini, Allah’ın “Allah’tan korkun ve Allah size öğretecektir”[79]
ayetiyle veli kullarına açtığı ilim ve zevklere maruz bırakmalısın. Veliler
için uygun olan hissi ve ilmi harikuladelikler, onların yollarına uymak ve
teslim olmaksızın hiç kimse için uygun değildir. Teslim ol! En doğrusunu Allah
bilir...
Bölümde, İbn Sayyâd’ı[80] ve onun, arşı, deniz üzerinde
tahayyül etmesi kıssasını anlatır. Onunla Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) arasında geçen konuşmayı ve İbn Sayyâd’ın hezimetini anlatır Ne
bölümü şu sözleriyle bitirir: “Nebi, hem vahiy anında hem de vahiy anının
dışındaki anlarda vesveseden korunmuştur.”
Muhammedi makamdan değerli komşuluk
makamının ve sırlarının bilinmesi hakkındadır.
Bölümün içerisinde, zikredenlerin
kalplerinde konuşanları ve türlerini, ilahi ismin konuşmasını, meleğin
konuşmasını veya bizzat nefsin konuşmasını açıklamıştır. Bitkilerin, hayvanların,
cansızların, uzuvların ve insanın konuşmasını zikretmiş ve Allah’ın kelamından
deliller getirmiştir: “Harikuladelikler, mevcudatın konuşmasının ve her şeyin
duyulmasındadır. Genel ve cüzi gaybleri bilmek, bazen Mekke ile Irak arasında
bineklinin yolunun dışında bir yerde bulunan acayip bir hayvanın etini yemek
veya suyunu içmekle mümkün olabilir. Bu hayvan bir kadın şeklindedir. Arapça
konuşur. Bu bölgenin Bedevileri ona çıkardı. Onlar bilinen bir kabiledir. Her
senenin belli bir gününde bu mağaraya gelir, ellerinde oklar olduğu halde bu
mağaranın kapısında dururlardı. Bir kısmı mağaraya girer, çığlıklar atarak
dağılır ve bu hayvanı ararlardı. Hayvanı kaçırtmak için bağrışırlar. Hayvan
korkmuş ve ürkmüş bir halde mağaranın çıkışlarından birisine doğru kaçtığında,
bu çıkışta bekleyen kişi mızrakla kendisini vurur ve öldürür. Eğer kurtulursa
hayvan ormana kaçar, onlar da ertesi sene aynı günde tekrar oraya gelirler ve
böyle yaparlar. Hayvanı öldürürlerse, parçalarlar ve etini bütün kabileye
dağıtırlar. Herkes kendi payına düşen parçayı pişirir, yer, suyunu içer,
dilediğine yedirir. Yanlarında binekten kesilmiş ve yolunu şaşırmış bir
misafir olduğunda ve o güne denk geldiğinde etini yemekten ve suyunu içmekten
meneder- lerdi. Misafir onlardan habersiz çalarsa başka. Eğer bunu öğrenirlerse,
ona zorla kustururlar. Böylece etin kendisindeki etkisi azalır, fakat bütünüyle
yok olmaz. Bundan dolayı gayblerin bilgisinden üzerinde bir şeyler kalır.”
Şeyh, bu bölümün hakikaderini ortaya
çıkarmaya devam eder ve haşrın türlerini zikreder. Bu konunun öneminden dolayı
kitaba bakmak gerekir. Bu hakikaderden biri Şeyh’in şu sözüdür: “Eğer insan
fetanet sahibi olsaydı, nefeslerle haşr olunacağını bilirdi. ”
Cansızların münacatının menzilinin
bilinmesi ve bu menzilde Muhammedi ve Musevî mertebenin yarısını elde eden
hakkındadır.
Bölümün hakikaderinden:
“Havassın eşyayı idraki, zati bir
idraktir. Zata arız olan zahiri illederin etkisi zadarda yoktur.”
Muhammedi mertebeden kendisine “ol”
denilip de direnen ve “olmayan” kimsenin menzilinin bilinmesi
hakkındadır.
Bu bölümde:
“Tecelliler O’nun hakikatinin
nurlarıdır.
Bu mertebeye girdiğimde, orada ışığı
olmayan nurun tecellisi vaki oldu. Onu işaret olarak gördüm. Kendimi onunla
gördüm. Bütün eşyayı ve eşyanın zatında taşıdığı ve eşyanın hakikatini veren
nurları kendimle gördüm. Buna ilave olunan bir nurla değil. Burada hissi —akli
değil- hakiki bir suret olan —mana değil- büyük bir müşahede gördüm. Bu
tecellide büyüğün büyük, küçüğün küçük kalmasıyla birlikte, büyüğün girebilmesi
için küçük genişledi. Halatın iğne deliğinden geçmesi gibi. Bu hayal
olarak değil his olarak müşahede edildi. Büyüdü; fakat nasıl büyüdüğünü
bilemiyorsun ve gördüğünü de inkâr edemiyorsun.”
Daha sonra sözlerini
şöyle sürdürür:
“Bu menzile ilk
girdiğinde, kendini Hakk’ın mazharı olarak görürsün. O’nu gördüğünde de O’nun
O olmadığını kesin olarak öğrenirsin. O, O’dur. Bu ise bu mertebenin sonudur.”
Yukarıda geçen sözleri
şöyle tahlil ediyorum:
“O’nu gördüğünde de
O’nun O olmadığını kesin olarak öğrenirsin’’ sözünün anlamı tadılan zatî izzettir ve özel zevktir.
Nazarî aklın kaldıramayacağı şeyler, lafızlarda tezahür etmiştir. “Bu ise
mertebenin sonudur” sözü ise lafızların arkasındaki manalara göre konuşmak
gerektiğine işarettir.
Muhammedi mertebeden
samedânî tecelli menzilinin ve sırlarının bilinmesi hakkındadır.
Bu bölümde, ahadiyyetin
türlerini zikretmiştir. Tecellileri, garip sayılarla anlatmıştır.
Bu bölümün
hakikatlerinden:
“Sureti kabil olan
varlıkların eceli yoktur. Allah onları ya- ramğından beri onlar için süreklilik
ve beka vardır. Bu varlıklar, surederle ilişkilerinden dolayı “Her biri
belli bir zamana kadar akıp gitmektedir”[81] [82] ayetinin kapsamına
girerler.”
Açıklamanın geri kalan
kısmı bölümdedir. Bu şerhin inceliğinden dolayı ona dönmelisin.
Yine bölümde meleklerin
lafız ve kelimelerden yaratılışları da incelenmiştir.
İki Yüz Seksen Sekizinci Bölüm
Musevî mertebeden ilk
tilavet mertebesinin bilinmesi hakkındadır.
Bölümün hakikaderinden:
“İnsanın, hayatında bir
araya topladığı en güzel şey, Allah’ı bilmek, Ö’nun isimleriyle ablaklanmak,
ubudiyetinin gerektirdiği yerde durmaktır. Mertebesinin gereğini yerine
getirirse...
Bilmelisin ki, sen
Allah’ın isimlerinin bütünüsün, hatta isim olarak en kâmil olanısın. Hatta bazı
insanlar, Şeyh’in birisine —ki o Ebû Yezîd el-Bistâmî’dir- “Allah’ın ism-i
a’zam’ı hangisidir?” diye sormuşlar, o da “Siz en küçüğünü gösterin ben de size
en büyüğünü göstereyim. Allah’ın bütün isimleri büyüktür. Öyleyse doğru ol ve
dilediğin İlahî ismi al.” demiş. Ahmed b. Seyyidbûn ile Mürsiye’de
karşılaştım. Biri ona, Allah’ın ism-i a’zam’nı sordu. Bunun üzerine kendisi bir
taş atarak, “Sen Allah’ın en büyük ismisin" diye işaret etti. Çünkü
isimler delalet için konulmuştur. Bundan dolayı onlarda bazen ortaklık olur.
Sen, Allah’a en açık ve en büyük delilsin. Sen, O’nu kendinle teşbih etmelisin.
Eğer bütün varlıklarda böyle olduğunu söylersen, cevap olarak deriz ki: Evet
öyledir. Ancak sen bütün varlıklar içinde en kâmil ve en büyük delilsin. Çünkü
Allah seni kendi suretinde yaratmış ve iki eliyle bir araya getirmiştir.
İlk akıl ibdâ’î bir
mefuldur (örneksiz yaratılmıştır). Nefs ise inbi’âsî bir mefuldur (sudûr
yoluyla yaratılmışur).
Bilmelisin ki, Hüve’den
başka ezelde kendisiyle ebedi olacak şeylerin takdir edildiği başka bir şey
yoktur. Hüve ise kendisini kendisine ait bir kemal görüşüyle görmek ve
hüve’nin hükmünün kendisinden kalkmasını istedi. A’yan-ı sabite’yi düşündü.
însan-ı kâmilin hakikatinden başka kendisine benlik rütbesini kazandıracak bir
hakikat göremedi. Onu kendisine üstün tuttu. Kendisiyle karşılaştırdı.
Kendisinden uzak düşen tek bir hakikat dışında diğerleriyle uyuştu. Bu varlığı
kendisiyle olan hakikattir. Onu kendisi için var etti. Böylece bu iki suret
bütün yönlerden birbirleriyle örtüştü.”
İhtisarı yapan fakir der
ki:
Burada Hüve yönüyle
gelenlerden yani ezeli gayb’tan —ki orada yaratılan varlıkların varlığı söz
konusu değildir- Allah ile varlık arasında bir iştirak ve ittihadın olduğu
sonucu çıkarılamaz.
İki Yüz Seksen Dokuzuncu Bölüm
Musevî mertebeden
kendisinden önce bilginin bulunmadığı ümmî bilginin menzilinin bilinmesi
hakkındadır.
Bölümde ümmînin durumunu
incelemiştir. Akıllıların, mü- tekellimin ve müçtehitlerin Allah’ın yoluna
girişlerindeki hallerini açıklamışur. Özeti şudur: Ümmîlik, Ktır’ân’ı ve
nebevî haberleri ezberlemekle çelişmez. Fakat bize göre ümmî, kapsadığı anlam
ve sırları çıkarmak için nazarî düşüncesiyle ve aklî hükmüyle hareket
etmeyendir...
“Ledunnî İlahî ilmin
başlangıcı, makamı olmayanın nasibidir. O da herhangi bir şifada asla
kayıtlanmamakur.” Ayrıntılı bilgi için bölüme dönmelisin. Bu bölümden şu incileri
çıkardım:
“Tabiî cisimlerin aslı nurdur.
Eşyalar indikçe kesifleşir, müvelledât gibi. Nur zulmette gizlidir. Nur
olmasaydı zulmet bilinmezdi. Zulmet gece için, nur gündüz için asildir. Heyulâ
karanlığın aslıdır yani karanlık bir cevherdir ve şeffaf cisimler bu cevherden
zuhur etmiştir. Zulmet idrak edilir ama onunla idrak edilmez. İçindekilerle
beraber bütün mevcudat aslî nurdandırlar. Varlıkların konumu Rububiyyeti ikrar
etmektir. İki hayatın sonunun halleri ahrettedir. Sırrı incedir.”
Bu bölümle yerinde ona not düştüm.
Bunun hakikati Kitabur- Rudûdve Te’yîdus-Sufiyyefil- Mecmu âtil-Hatimiyye 6e
açıklanmıştır. Allah, ihsanından bizi mahrum etmesin. Bu konuda ihsanı bizi
kuşatmıştır. Kendisinden istenen sadece O’dur.
Musevî mertebeden nimetleri takrir
menzilinin bilinmesi hakkındadır.
“Bize göre bütün işlerin aslı
marifeliktir. Nekre ise araz ve gariptir.”
Muhammedi mertebeden dördüncü felek
olan zamanın başlangıcının bilinmesi hakkındadır.
Şeyh (r.a.) şöyle demiştir:
“Bilmelisin ki, Allah veli dostunu
başarıya ulaştırır. Çünkü her şeyin bir başlangıcı vardır. Tarikatta, O’nun
bilinmesi ilim ve maariflerin en yücesidir. Çünkü âlem ve âlemdeki her tür,
insan suretinde yaraulmışur. İnsan en son varlıktır. Hem zahirî hem de baunî
olarak İlahî suret üzere olan sadece insandır. Allah onun için bir başlangıç
kılmıştır. Sonradan yaratılan insanla ezeli olan Hak arasında, sayısını
Allah’tan başka hiç kimsenin bilmediği başlangıçlar vardır. Kavrayabileceğin
ama aklının alamayacağı bazı başlangıçları açıklayalım. Kavrayışının ermediği
ve aklının kabul etmediği bazı hususlarda da susalım. En yükseğinden başlayalım
ve en son dereceye inelim. Böylece şöyle deriz:
Her suretten ikinci mertebede
başlangıç aynıdır. İster bu suret cinsiyet olsun ister neviyet olsun ister
şahsiyet.
Zorunlu olan varlıkların başlangıcı,
Hakk’ın vasfi olan ezeli hayattır. Etkili isimlerin başlangıcı âlemdir. Tenzihi
sıfadarın başlangıcı, benzerliğin reddedilmesidir. Mekânların başlangıcı,
alunda ve üstünde hava olmayan amâ’dır. Varlığın başlangıcı, mümkün
varlıklardır. Mevcudann başlangıcı, ilk akıldır. Deh- rin başlangıcı, ezel ile
ebed arasıdır. Zamanın başlangıcı, heyulanın sureti kabul etme zamanıdır. Tabiatın
başlangıcı, ilk cismin keyfiyetidir. Keyfiyetlerin başlangıcı, kudretin
yaratmayla ilişkisidir. Kemiyetlerin başlangıcı, anlamların taksimidir. Feleklerin
başlangıcı, kürsüdür. Unsurların başlangıcı, sudur. Gecenin başlangıcı, kızıl
şafağın batmasıdır. Gündüzün başlangıcı, güneşin aydınlatmasıdır, aydınlığı
değil, müvelledâtın başlangıcı, hayvandır. İnsanın başlangıcı, malumdur.
Ümmetin başlangıcı, İdris’in zamanıdır. Bu ümmetin başlangıcı, birinci
nesildir. Dünyanın başlangıcı, Âdem’in yaratılışıdır. Günlerin başlangıcı,
pazartesi günüdür. Ahiretin başlangıcı, diriliştir. Berzahın başlangıcı,
uykudur. Ateşin başlangıcı, korku yeridir. Cennetin başlangıcı, oradaki
menzillere yerleşmektir. Azap ve nimetin başlangıcı, sebeplerini görmektir.
Dinin başlangıcı ise şüphesiz ki Allah’ın Resûlüdür.”
Şeyh, kalpleri ve onun
başlangıçlarla ilişkisini ve kalplere hükmeden sebepleri açıklamaya devam eder
ve şöyle der:
“Yaraükların Allah’a irca
edilmesi sebeplerin müsebbibidir.”
Bu bölümün
hakikatlerinden:
“İlim malumun üzerinde
bulunduğu hal ile ilgilidir.
Her halin varlıkta olduğu
gibi, bir benzeri vardır.”
Musevî mertebeden gayb
âlemi ile şahadet âleminin ortaklık menzilinin bilinmesi hakkındadır.
Bölümün hakikaderinden:
“Gözün kendinden
kaybolmadığı ve eyne’nin sınırlamadığı varlık Allah’tır. Bütün hissî ve manevî
suretler O’nun tezahürüdür. O her suretten -her surettte değil- natıktır. Her
gözle görülendir. Her kulakla işitilendir. Konuşması duyulmamış ki akılla
kavranabilsin. O’na hiçbir göz bakmamış ki sınırlanabilsin. O’nun bir mazharı
yoktur ki kayıdanabilsin. Hüve O’nun için gereklidir.”
Musevî mertebeden şahadet
âleminin varlığının ve gayb âleminin zuhurunun sebebinin bilinmesi hakkındadır.
Bölümün hakikaderinden:
“Varlıkta, kendisiyle
başka bir şey arasında irtibatın olmadığı bir şey asla yoktur. Hatta Rab ile
merbub arasında da. Bunun içindir ki, âlimdeki bilgi bilinenin suretine göredir
ve malum ilim suretinde ortaya çıkmıştır.
Her mahlûkun nuru kendi zatıyla
sınırlıdır. Başkası onunla nurlanmaz. Gözlerimizin ve güneşin varlığı beraber
yayılan nuru ortaya çıkarır.
Aynı şekilde âlem yokluğu halinde de
Allah için idrak edilendir. O ma’dumu’l-ayn’dır, Allah için müdrektir. Allah
onu görür ve ilahi iktidar kendisine nüfuz etsin diye var eder. Buna göre aynî
varlığın feyzi, yokluğu halinde Allah tarafından görülenlere vaki olur.
Yokluğu halinde âlemin Hak tarafından görülmesini dikkate alan kimse için bu
kendisinde şüphe olmayan gerçek bir görmedir. Buna âlem denir. Hak, daha önce
görmez iken sonra görmekle nitelenemez. Aksine O sürekli görendir. Alemin
kıdemini savunanlar, buradan savunmuşlardır. Alemin kendisindeki ve kendisi
sebebiyle olan varlığına bakıp da Hakk’ın kendisini görmesi halinde, bu halin
âlem için olmadığını gören kimse ise âlemin hadis olduğunu savunmuştur.”
Şeyh şöyle der:
“Ey kardeş bilmelisin ki, bu menzilin
kalan kısmını tamamladığım gece menzilin bereketinden dolayı Resûltıllah’ı
rüyamda gördüm. Sırt üstü uzanmışa ve şöyle diyordu: “Kulun, Allah’ın
azametini her şeyde görmesi gerekir. Hatta mest üzerine mesh’te ve eldiven
giymede de. ” Onun ayaklarında iki yeni siyah terlik ve ellerinde iki
eldiven gördüm. Bu menzilde Allah’ın celalinin hak ettiği bilgileri yazmam
nedeniyle sanki sevinçle bana işaret ediyordu. Sonra şöyle diyordu: “Dolunay
doğmaya devam ettiği sürece, nefisler baştanlarda uyuyor ve çarşılarda
güvendedir. Karanlık olup da dolunay doğmadığında, hırsızlardan korkulur ve
hırsızlardan korunmak amacıyla şehre girilmelidir. ” Bu sözlerden
Resûlullah’ın şunu kastettiğini anladım: Hakk’ın müşahedesi nefislere hakim
olunca ve bu müşahede Hak’la ve Hak’ta gerçekleşince ve farklı tarz ve çok
sayıdaki ilim dallarıyla O’nun Celali hakkında konuşulunca ve Allah’ı bilmenin
bostanlarına girmeye çalışılınca, hırsızlardan korunmak amacıyla şehre girilmelidir.
Hz. Peygamber, Hakkı, dolunaya-, bostanlardaki çeşit çeşit meyveleri,
ilahi mertebenin içerdiği ilahi isimlere ve Celal ve tazim sıfadarına
benzetmiştir. Uykuda O’nun sözlerinden anladım ki, dolunay batağında bu Hakk’ın
eşyadaki müşahedesidir. Onun yanında huzur sahibi ve halis niyetli olmaktır.
Karanlık cehalettir, Allah’tan gafil kalmakur ve hatadır. Hırsızlardan
korkmak fikri akılcılara ve surî keşif sahiplerine arız olan sapurıcı
kuşkulardır. Bunlardan Hakk’ın mertebesinin hak ettiği hususlarda fazla
konuşmanın nefislere bir korku olmasından dolayı zikretmiştir. Şehre
girilmeli sözünden maksat şeriaun zahirine bağlanmak ve cemaate uymakla bu
tehlikeden kurtul- makur. Cemaat, şehir halkıdır. Çünkü Allah’ın eli cemaatle
beraberdir. Sonra içindeki büyük mutluluk ve bu menzilin tazam- mun ettiği
marifet nedeniyle Resûltıllah’ı bütün azalarıyla büyük bir endişe içinde
olduğunu gördüm. Sanki gecedeydik ve dolunay doğmaktaydı. Hatta sanki
gündüzdeydik. Dolunayın göğün merkezinde parıldadığını görüyordum...”
Rüyanın gerisi için
kitaba bakmalısın.
Sonra şöyle der: “Uyandım
ve bu menzilde rüyayı kaydettim. Gördüklerimden dolayı sevindim ve bundan
dolayı Allah’a hamd ettim.”
Musevî mertebeden Mekkî
Muhammedi menzilin bilinmesi hakkındadır.
Bölümün hakikatlerinden:
“Allah âlemi ona duyduğu bir
ihtiyaçtan dolayı değil marifetine delil olarak yaram. Böylece varlık ve
marifet mertebesinden eksik olan şey tamamlansın.
Yaratılış dünya ve ahirette
süreklidir.
Allah’ın, akıl kuvvetine vermediği
bir kuvveti vereceği başka bir varlığı yaratması caizdir. Böylece muhal vacip,
vacip muhal olur, caiz de böyle olur.
İlmi, namütenahi şeylere taalluk eden
Allah ne yücedir!
Mutlak yokluk, mudak varlığa delalet
eder.
Allah’ı, Allah dışındaki şeyler
içinde, mutlak yokluktan daha iyi bilen yoktur.”
Muhammedi makamdan yüce sayıların
menzilinin bilinmesi hakkındadır.
Şeyh, bu bölümde Endülüs’ün batısında
Şelb’in mekânlarında bulunan garip bir hayvandan bahseder. Bu hayvanın üst tarafını
yiyen yıldız ilmini öğrenir. Ortasını yiyene bitkiler ilmi verilir. Alt
tarafını yiyene ise yerin altında olan suları çıkarma ilmi verilir.
Bundan sonra Şeyh, ilahi âlemlerin
yaratılışından bahseder. Koruyucu melekler, hebâ, akıl, nefis, küll cisim ve
şekilleri, felekler, burçlar feleki olan adaş felekleri, mükevkeb felek, arş,
kürsü, gökler, tabiat, rükünler, basit ve mürekkep unsurların yaratılışından bahseder.
Bu bölümün hakikatlerinden:
“Halvetin sonu yoktur.
Çünkü o tevehhüm edenin varmasıdır.”
Bölümde müvelledât,
felekler ve yıldızlar geniş bir şekilde incelenmiştir, “insana gök, felek ve
yıldızlarla ilgili ilmi ilk öğreten îdris aleyhi selamdır. Çünkü akıllar
düşünmekle bu ilmi elde edemezler. Müneccimler de bu ilmin hakikatini kavrayana
azlar.”
Musevî mertebeden ahiret
hayatında saadet ehlinin sıfada- rının şeka ehline intikal menzilinin bilinmesi
hakkındadır.
Bölümde:
“Cennetin dereceleri
cehennemdeki derekelerin sayısın- cadır.” Şeyh burada ince bir sır
zikretmiştir. Şöyle ki: “Hiçbir derece yoktur ki, karşılığında bir dereke
olmasın. Çünkü emir ve nehiy söz konusu olduğunda insan ya emri yapar ya da
yapmaz. Eğer emri yaparsa karşılığında bu amele özgü belirli bir derece
kazanır. Bu özel amele karşılık bu belirli derecenin karşılığında, insan bu
ameli terk ettiğinde cehennemde düşeceği bir dereke vardır. Cennetteki bu
belirli dereceden bir taş düşse, cehennemdeki o derekenin istiva çizgisine
varır. İnsan emrolunduğu işi yapmaktan düştüğünde ve yapmadığında, bu ameli
terk etmesi bu derekeye düşmesinin ta kendisi oldu. Allah şöyle buyurmuştur: “Bumın
üzerine baktı ve onu cehennemin ortasında gördü”[83]
Şeyh, itikatlar ve
amellerden yapılması gerekenleri ve itikatlar ve amellerde, yapılmaması
gereken zıtlarını zikretmeye devam eder. Bunları garip bir şekilde tasvir eder.
Bu konuda kitaba bakmalısın.
Bölümün hakikaderinden:
“Aziz ve arif evladımız Şemsuddîn
İsmail b. Sevdekîn et- Tevrî[84] [85],
daha önce tahkik ettiğim bir konuya tahkik etmediğim bir yönden dikkatimi
çekti. Biz o meseleyi bu kitapta harfler bahsinde zikretmiştik. O, “fiilin
kula nispeti manasında” fiilde tecellinin mümkün olup olmadığı meselesidir.
Bir yönden nef- yederdim, bazen teklifin gerektirdiği ve talep ettiği yönden
ispat ederdim. Çünkü amelle teklifin, Hâkim ve Alim’den gelmesi mümkün
değildir. Çünkü Hâkim ve Alim’in, yapmayacağını ve amel etmeyeceğini bildiği
bir kişiye yap ve amel et demesi mümkün değildir. Çünkü onun buna gücü yoktur.
Allah’ın kula yapma emri verdiği sabittir. “Namazı dosdoğru kılınız, zekâtı
veriniz” [86]
“Sabredin, sabırda yarışın ve gözetleyin”[87] “Ci- had edin”87
gibi. Emirde, ondan etkilenenin, fiili yapması ve fiili yapanın fail ve amil
olarak isimlendirilmesi yönünden bir ilgisi bulunması gerekmektedir. Durum
böyle olunca, bu ölçüdeki nispet nedeniyle onda tecelli gerçekleşir. Bu yolla
fiilde tecelliyi ispat ederdim. Bu son derece açık ve razı olunmuş bir yoldur.
Sonradan meydana gelen kudretin, yapılması istenilen fiille nispet ilişkisine
delalet eder. Muhalifin delilinin son derece zayıf, ihtilaflı ve dayanaksız
olduğunu gördüm. Adı geçen İsmail Ebû Sevdekîn bu mesele hakkında benimle
müzakere ettiği bir günde bana şöyle demişti: “Fiilin kula nispetine ve ona
izafetine ve onda tecellisine hangi delil daha kuvvedidir. Çünkü Hakk’ın
mahlûkau kendi suretinde yaratması sıfatın- dandır. Eğer ondan fiil
soyudansaydı, O’nun suretinde olması caiz olmazdı. İsimlerle ahlaklanmayı kabul
ettiğinde, hem size göre hem de sufilere göre, insanın suret üzere yaraulmış
olduğu ve isimlerle ablaklanması kesinleşti.” Bu uyarıyla ne kadar sevindiğimi
ve neler hissettiğimi hiç kimse bilemez.”
Bu tahkiki yapan fakir şöyle der: Bu
incelemede zikredilenler, teklifin nispetini anlamada her şeyin yerine geçer.
Muhammedi mertebeden en yüce
mertebede İnsanî letafet tesviyesinin menzilinin bilinmesi hakkındadır.
Bölümün hakikaderinden:
“Âlemdeki bütün suretler, mevcut ve
madum olmayan haller ve nispederdir. Her ne kadar herhangi bir yönden müşahede
ediliyorlarsa da başka bir yönden müşahede edilmezler. Zamanın kendisi hem bu
surederin yok olmasıdır hem de var olmasıdır.”
Bölümün hakikaderinden:
“Kaf Dağı, Efendimiz Ebû Medyen’e (r.a.)
icabet eden yılan.”
“İlahî mazharlardaki tecelliler,
mahlûkat için zamanlarla beraber ortaya çıkan itikatlar miktarıncadır.”
Şeyh, diğer dillerdeki lafiz ve
yazılmış rakamlar olan isimlerin isimlerini incelemiştir.
İki Yüz Doksan Sekizinci Bölüm
Muhammedi mertebede ulvi
âlemden zikir menzilinin bilinmesi hakkındadır.
Bu bölümde hakikader
vardır. Onlardan bazıları şunlardır:
“İki yurt ehliyle beraber
kurulmuştur. Toplanma yeri ortadan kalkmış ve tamamıyla ateşe dönüşmüştür.
Sabit yıldızlar felekinin bitim yerinin altından esfele-i safîlinin son noktasına
kadar her yer, cehennem olarak isimlendirilen tek bir yurt olmuştur...”
İhtisarı yapan şöyle der:
Buradan ateşin hangi yerde var olacağını izliyorum ve zahiren bildirilmediğini
anlıyorum.
Bu bölümde yerin
yaraülışıyla ilgili son derece dakik incelemeler vardır. Onlar şunlardır:
Buradan yerin suyun
köpüklenene kadar dalgalanmasından yaraüldığını öğreniyorsun. Bu köpük yerin
ta kendisidir... Şeyh, köpük, su, hava ve ateşi kısımlandırır. Buradan çocuklar,
babalar, amcalar ve dedeler gibi akrabalık mertebelerini tafsi- ladı olarak
anlatır. Bu konuda kitaba bakmak gerekir.
İki Yüz Doksan Dokuzuncu Bölüm
Muradî Muhammedi
mertebede, Süryanî makamdan müminlerin azabı menzilinin bilinmesi hakkındadır.
Bölümde Kuranın
indirilişini anlatmış ve incelemeyi “Onun yakalaması elem verici ve
şiddetlidir”[88]
ayetine tahsis etmiştir. Bu bir sırdır. Kitapla bu sırra döner.
ÜÇÜNCÜ CİLDİN BÖLÜMLERİNİN ÖZETİ
Muhammedi mertebeden ulvî âlemin
bölünmesinin menzilinin bilinmesi hakkındadır.
Şeyh, bu bölümde bu mertebenin
müştemilatını açıklamıştır. Bu da mertebenin kapısını açmaksızın olan ilimlerdendir.
Mertebenin ihtiva ettiğine gelince, onu ihtisar amacıyla zikretmemiştir.
Nimet ehliyle azap ehli arasında
taksim edilmiş kitabın menzilinin bilinmesi hakkındadır.
Bu bölümde, insanın suret üzere
yaratılmasını incelemiştir. Bunun manası kulun Hak ile sınır ve hakikatte
müşterekliliğinin olmamasıdır. Çünkü Allah’ın zatının bir sınırı yoktur, insan
ise sınırlıdır. İnsanın suret üzere yaraülmasının tefsirinde şöyle demen doğru
olmaz: Sen zatsın ve O da zattır. Veya sen sıfat sahibisin, O da sıfat
sahibidir. Son olarak sen sensin, O, O’dur.
İhtisarı yapan fakir
şöyle der: İnsanın suret üzere yaranl- ması konusunda Şeyh’in incelemeleri
çoktur. Bütün bunlar, ilahi makamların genişliği hasekiyledir.
Muhammedi, Musevî ve
İsevî mertebeden en yüce âlemin gidişinin ve en aşağı âlemin varlığının
menzilinin bilinmesi hakkındadır.
Bölümün şiirinden:
Böyle bir şeyde,
kardeşim
Nefisler ve heyecanlar
fena olur
Helak olan ne kadar
akıllı var
Denizinde, dalgaların
ortasında
Nefis üzerinde
göremezsin
Onda yok olma
güçlüktendir.
Bölümün hakikaderinden:
“Gayb, şahadet âleminin
zarfidır. Şahadet âleminde hiçbir zaman gayba çevrilmeyen, kendi kendine kaim
olan her zattır. Bunlar özel anlamda cevherlerdir.”
Sınırlayan aletleri
zikreder. Bunlar ne kadar, nasıl, nerede, ne zaman, vaz, izafet, araz,
etkenlik, edilgenliktir. Bütün bunlar nispetlerdir, dış varlıkları yoktur.
Bunların hükmü, Hak, onları gaybında izhar ettiğinde, bizzat cevherin zuhuruyla
ortaya çıkarlar.
Sonra şöyle der:
“Muhdes varlıkta, kendisine tabi olan
nispetlerden ve cevherin ayan ından başka bir şey yoktur. Öyleyse gayb, içindekilerle
beraber, kendisini bilenle uyumlu bir sureti kapsıyor gibi oldu. Çünkü Hakk’ın
kendisini bilmesi âlemi bilmesidir. Alem âlimin suretinde —onu bilmesinden
dolayı-ortaya çıktı. Onun cevherden sureti zatıdır. Ne kadardaki (kem) sureti
isimlerinin sayısıdır. Nasıldaki (keyfe) sureti “O her gün bir iştedir”[89],
“Size boşalacağız ey ins ve cin topluluğu”[90], “Rahman arşa istiva
etti”[91]
sözüdür. Allah’ın kendisinden bildirdiği bu ve benzeri ayetler çoktur.
Neredenin (eyne) ise (Allah Amada idi), “O gökte olan Allah’tır”
sözüdür. Zamanın sureti (Allah ezelde vardı), vaz’ın sureti “Allah Musa ile
konuştu”[92],
“Allah’ın kelamını işitinceye kadar tııt”[93] sözüdür. Bütün
şeriatlar vaz’ıdır. İzafetin sureti, yaratılmışların yaratıcısı, mülkün
malikidir. Etkinin “terazi Ö’nun elindedir, ölçüyü indirir ve kaldırır”^.
Edilgenliğin sureti (çağrıldığında icabet eder, istendiğinde verir, mağfiret
dilendiğinde mağfiret eder)dir.”
Sonra şöyle devam eder: “Allah’ın
dışında her şey, var edicisinin sureti üzere ortaya çıkü. O, kendisinden başka
bir şeyi izhar etmemiştir. Alem, kemal üzere hakkın mazharıdır.’’
İhtisarı yapan fakir şöyle der: Hak
ve âlemle ilgili olan bütün bu incelemeler, tafsili isimlerin ve zatî izzetin
tecellileri nis- petince doğrudur.
Muhammedi mertebeden
Cebrailî arifin menzilinin bilinmesi hakkındadır.
Bölümde detaylı
incelemeler vardır. Oraya bakmak gerekir. Bölümde, beşikte konuşanlar
zikredilmiştir. Şeyh’in kızı da onlardandır.
Musevî makamda zenginliğin
fakirliğe tercih ve İsevî mertebeden fakirliğin zenginliğe tercih menzilinin
bilinmesi hakkındadır.
Bölümün hakikaderinden:
“Akılların iyice
düşündüğü emir, İlahî nispete dönüşmez. Böylece, Allah’ın aklen muhal olan şeye
de kadir olduğunu biliriz. Halan iğne deliğine sokması gibi.”
Muhammedi mertebeden
sufilerin kalplerine hallerin peş peşe geliş menzilinin bilinmesi hakkındadır.
Bölümün hakikaderinden:
“Arif, tezahürler
olmaksızın, zatını O’nun zatına ait bilendir.
Ruhî letafetinde insana
ait unsurî mürekkebin ayrılması ve bölünmesi konusunda bazı gariplikler
zikreder. Feleklerde insana ait suretlerin çokluğunu da zikrederek şöyle der:
“Ancak bizim kürsüde bir suretimiz vardır, arşta bir suretimiz vardır,
heyulada bir suretimiz vardır, tabiatta bir suretimiz vardır, nefiste bir
suretimiz vardır, akılda bir suretimiz vardır -ki bu ikisine levh ve kalem
denir- amâda bir suretimiz vardır, yoklukta bir suretimiz vardır.”
Bu bölümde ilahi rahmetin
kapsamlılığı konusunda geniş bir ayrıntı vardır.
Musevî mertebeden Mele-i Alanın
çekişmesinin menzilinin bilinmesi hakkındadır.
Kendisinde Mele-i A’lanın çekiştiği
amellerin türleri açıklanmıştır.
Musevî-Muhammedî mertebeden
meleklerin Muhammedi durağa iniş menzilinin bilinmesi hakkındadır.
Bu bölümde gök ve yer meleklerinin
türleri açıklanmışür.
Muhtasarı derleyen şöyle der: Bu
teshir yönünden böyle- dir. Bütün melekler nurdurlar. Mekâna sığmazlar...
Şeyh, âlemler arasındaki yükseliş
yerlerini zikretmede kendisini yükselmeye kaptırmıştır. Aynı şekilde inmeye
de. Son olarak Şeyh, her varlıkta bulunan ilahi yönü anlatmıştır ve bu yönden
ariflere özgü olan yükseliş yollarının temelini atmıştır.
Muhammedi mertebeden külli âlemin
karışma menzilinin bilinmesi hakkındadır.
Şeyh’in şeriata bağlılığını ispat
etmede bölümün şiiri gerçekten çok önemlidir.
Bölümde:
“Allah katında
menzillerin en yükseği, Allah’ın, kulunu sürekli olarak ubudiyetinin müşahedesi
üzere korumasıdır.” Sonra şöyle der:
“Yaratılmış varlığın
şerefi, sadece Hak’tan olan özel yönü sebebiyledir, yoksa benzeri olarak
yaratılmış olması sebebiyle değildir. Bu şerefte ilk varlıkla son varlıklar
eşittir... Kâmil insan, kıyametinin fayda verdiği ve tövbesinin kabul edildiği
yerde -ki bu dünya yeridir- kıyameti çabucak getirilendir.”
Şeyh, tabiî cismin
mizacını ve oluşumunu anlatmıştır. Öyle ki, kavrayabilmek için kitabın
tafsilatına dönmekten başka yol yoktur.
Muhammedi mertebeden
Melamiyye menzilinin bilinmesi hakkındadır.
Tarikat yolcularının
ubbad (ibadet edenler), sufîyye, Melamiyye olarak taksim edilmesi. Daha çok
Melamiyye’nin hallerini açıklamıştır. Döneminin adamlarından bahsetmiştir.
Musevî mertebeden ruhanî
çan sesi menzilinin bilinmesi hakkındadır.
Bölümde ruh türlerini,
nübüvvet ve risalet mührünü ve ilhamın devam ettiğini incelemiştir. Keşfin
Kitap ve sünnete uygun olmasının zaruretini açıklamıştır.
Muhammedi mertebeden gaybî özel
yaratılışların bilinmesi hakkındadır.
Bölümde kendisine ait bir şiir beyti
zikretmiştir:
Her asırda kendisiyle
çıkılan biri vardır
Ben geri kalan asırlar
için o birim.
Bu kâmil manada bir
ibadetle elde edilir.
Bu bölümün hakikatlerinden:
Ayrıcalıklı yaratılışlar, her makam
ve halin başlangıcından ibarettir.
“Suretinde ilahi hakikate dayanmayan
bir emrin, âlemde olması imkânsızdır. Emir bu suret üzere olur. Eğer olsaydı,
varlıkta Allah’ın ilminin dışında kalan bir şey olacaktı. Çünkü eşyayı bizzat
ilmiyle bilmiştir. Kendisi ilmidir. Biz, Ö’nun ilminde, hebâdaki suret
gibiyiz. Ey genç! Sen, senin kim olduğunu bilseydin, O nun kim olduğunu
bilirdin. Çünkü Allah’ı ancak kendini bilen bilebilir.”
Muhammedi mertebeden vahyin velilerin
kalplerine inme keyfiyeti ve bu konuda onların şeytanlardan korunma menzilinin
bilinmesi hakkındadır.
Bölümün hakikaderinden:
“Mümkün, sübutu yönünden Hakk’ın
aynısıdır, Ö’ndan başkası değildir. Yokluğu yönünden muhalin aynısı da değildir,
başkası da değildir.”
Bölümün hakikaderinden:
“Mümkün varlıkların
suretlerinin Hakk’ın sureti üzere zuhur etmesi için, Hakkın yokluk aynasında
tecellisinden bu zikrettiklerimizi bilene, bütün bunlar kolaylaşır. İşin aslını
öğrenir ve ebedi olarak dinlenir. Ayrıca, mümkünün, ne varlığı halinde ne de
yokluğu halinde imkân mertebesinden çıkmadığını bilir. Tecelli ona arkadaşlık
eder, haller ona döner ve ona gelip çatar. O, varlıkla yokluk arasında bir
haldedir. İşte varlık bu varlıktır.”
Bu bölümde Şeyh’in
kendisiyle cinlerden bahsettiği bir hadis vardır.
Bölümün hakikaderinden:
“Her berzahı âlem,
münasebet yakınlığından dolayı, imkân mertebesini, kendisinin dışındaki
varlıklardan daha iyi bilir.”
Muhammedi mertebeden Nuh
ve ağlama menzilinin bilinmesi hakkındadır.
Bölümün başında, ruh
olarak babaların ilkinin Efendimiz Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
olduğunu zikreder.
Muhammedi mertebeden
meleklerin, nebilerin ve velilerin dereceleri arasındaki fark menzilinin
bilinmesi hakkındadır.
Bölümün hakikaderinden:
“Bütün âlemi içinde
toplayan büyük felek, İlahî isimler feleğidir.
Isra hem ruh hem bedenle
gerçekleşmiştir.”
Miraç, rüyet ve “Kalp gördüğünü
yalanlamadı”[94]
ayetinin açıklanması bölümün sırlarındandır.
Bölümün hakikaderinden:
“Bilmelisin ki, velilerin miracı
gayrederledir. Nebiler de nebiler ve resuller olduklarından dolayı değil, veli
olduklarından dolayı bu miraca ortaktırlar. Veli, amelinin Burak’ı ve sıdkı-
nın Refref’i üzerinde manevî bir miraca çıkar ve bu miraçta özel çabaların
getirdiği velayet ve teşrif etme mertebelerine ulaşır. Bu miraçlar muhtelif ve
birbirine komşu olan üç miraçtır. Dördüncü miraç, isimlerin onlara yönelmesi
miracıdır. Böylece İlahî isimler nurlarını meleklerin miraçlarına doldururlar.
Fakat teklif ve mutluluğa yaklaşman ameller olan şeriatların nurları özeldir.”
Şeyh, bu konuda uzun uzun konuşur,
kitaba bakmalısın.
Daha sonra şöyle der:
“İlahî isimlerin her miraçta
zuhurları vardır. Bundan dolayı, zikrettiklerimizden her grup, değişik
zamanlarda vasıtasız olarak Rablerinden haber vermişlerdir...”
Muhammedi mertebeden azabın
zorunluluğu menzilinin bilinmesi hakkındadır.
Bölümde, Rabbinden ateşten azat
vesikasını isteyen ahmağın gariplikleri anlaulmıştır.
Elini fercine temas ettirerek ölüye
zina iftirasında bulunan kadın gasilin (yıkayan) hikâyesi ve cezasının iftira
cezası ve elinin çözülmesi hakkındaki Efendimiz İmam Malik’in (r.a.) fetvasını
zikreder.
Bölümde şu olay da
anlatılır: Bir kadın uykusunda ateşten azat vesikası alır. Hiç kimse elini
açmaya güç yetiremez. Şeyh, elini açacak şeyi kadına söyler. O da elini ağzına
koyar. Niyeti kâğıdı yutmaktır ve bu fiilen gerçekleşir.
Mertebelerin en parlağı
olan mücmel Muhammedî-Musevî mertebeden İnsanî levh-i mahfuzda İlahî kalemle
nakşedilen ayırıcı sıfadarın menzilinin bilinmesi hakkındadır.
Bu bölümde namaz
kılanların halleri açıklanmıştır.
Ibtila ve bereketlerinin
menzilinin bilinmesi hakkındadır. Bu mertebe kutbun solundaki imamın
mertebesidir
Bölümün hakikatlerinden:
“Allah, gaybde âlemden
gizlenmiş olsaydı, âlem yok olurdu. Bu zahir isimden dolayıdır ki ebedi ve var
olarak hâkimdir; batın isminden dolayı da ilim ve marifet olarak hâkimdir. Zahir
ismiyle âlemi ayakta tutmuştur ve baun ismiyle bunu biliriz ve nur ismiyle de
müşahede ederiz.”
Bölümün hakikatlerinden:
“Âlem a’yanda ve
nispetlerde mahsurdur. A’yan, vücut olarak vardır. Nispetler ise makûldurlar ve
yokturlar. Hayat a’yan için, ölüm de nispetler içindir. Toplanmak hayattır, ayrılık
ise ölüm.”
Bölümün hakikaderinden:
“Aynı şekilde ruh da,
Kıyamet Günü bu ölü bedenlere doğar ve onlar onunla dirilir. Bu yeniden
dirilmenin ve basın ta kendisidir.
Bilmelisin ki Allah,
suretleri boynuz suretinde yaratu. Yakınlık veya sebep nedeniyle bir şeyin
başka bir şeyin ismiyle isimlendirilmesi babından sureder olarak
isimlendirildi. Bu boynuz, ölümden sonra veya uykuda ruhların kendisine intikal
ettiği bütün berzahı surederin mahalli olunca, suretin çoğulu olan sureder
olarak isimlendirildi. Bu suretin şekli boynuzun şeklidir. Alemin şekli üzere
üstü geniş, alu dardır. Arşın genişliği nerede, yeryüzünün darlığı!
Güçler, ruhla beraber ölümde ve
uykuda bu berzahı suretlere intikal ederler. Bundan dolayı, bütün güçlerle
eşit bir şekilde sürekli olurlar. Böylece gerçeği sana bildirmiş oldum. Tenasüh
düşüncesini savunanlar buradan hata yapmışlardır. Peygamberlerin, ruhların bu
berzahı suretlere intikal ettiklerine, orada ruhların ahlaklarının suretleri
üzere olduklarına dikkat çektiklerini gördükleri ve duydukları zaman ve bu ahlakı
da hayvanlarda gördükleri zaman, peygamberlerin, nebilerin ve âlimlerin
sözlerinde kastedilen şeyin ruhların dünya hayaunda bu hayvanlara intikali
olduğunu ve bu ruhların özgür kılmaya yönelik olduğunu zannetmişlerdir.”
Bölümün hakikaderinden:
“Bilindi ki bütün eşyada hayat iki
türlüdür:
Birincisi, bir sebepten kaynaklanan
hayat: Bu zikrettiğimiz ve ruhlara nispet ettiğimiz hayattır.
İkincisi, bütün cisimlere ait olan
zatî hayatur.”
Muhammedi olan ve Muhammedi olmayan
şeriatın nefsanî gayelerle nesh edilmesi menzilinin bilinmesi hakkındadır. Allah
ihsanıyla bizi ve sizi bundan korusun.
Şeyh (r.a.) bu bölümde Nebevi
hadislere kuvvetle sarılmayı açıklar ve dört mezhebin doğruluğunu ispat etmeye
çalışır. Çünkü bu mezhepler hadis-i şerife dayanmaktadırlar. Bu konuda
salihlerin rüyalarında geçen sahneleri zikreder. Resûlullah’ın (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) sureti üzere meydana gelen bir sureti ve bundan pek çok şefi
hükmü aldığını anlatır. Bunları hadisçi ve fıkıhçılara sorar ve sıhhaderini
tahkik eder.
Nefsin şeriatın
yönlerinden birisinin kaydından başka bir şekilde kurtulma menzilinin bilinmesi
hakkındadır. Tevekkül amacıyla rızkı sağlayan sebebi terk etmek, rızkı sağlayan
bir sebeptir. Bununla vasıflanan kişi, sebeplerin bağından çıkmamıştır.
Allah’ın Rezzak olması hasebiyle O’nun karşısında oturan malûldür.
“Hakk’a ait mudak
hakkında zikredilen sınırlandırmalar, ancak İlahî mertebelerdedir, zatta
değil...
Hakk’ın zan
nitelemelerden uzaktır ve kayıtlanamaz.’’
Bölümde insanın İlahî
suret üzere yaratılmasından anladığı şeyin şu olduğunu söyler: “İlahî isimler,
O’na yönelir ve onlardan O’nda bir etki kalır. Bu ince bir manadır.”
İki kabzanın teşbihinin
ve birbirinden temyiz edilmelerinin menzilinin bilinmesi hakkındadır.
Bölümün başındaki
şiirden:
Benzeri olmayan zat
hakkında düşünmek
Bilgisizliktir, aklın
peşinden koşma
Kalbi boşaltma
kapısından gir, görürsün
Müşahede bilgisini,
şayet kapısı açıksa
Şeyh, cehennemdeki azap türlerini,
kimin azap göreceğini ve organların kişinin aleyhine şahadetini anlatmışür.
“Organlar, azap gören nefse
komşuluğundan dolayı acı çekerler.”
Bölümün hakikaderinden:
“Orada cevher, cisim ve arazdan başka
bir şey yoktur.”
Bu bölümde cehennemde ebedi olarak
kalma ve azabın son bulma meselesini de aldın özel kuvvetinden dolayı güç
yetire- meyeceği şekilde incelemiştir.
“İnsan-ı kâmil, âlemin bütün
tesbihaüyla Allah’ı teşbih eder. Çünkü bundan perde kalknğı zaman, o âlemden
bir nüshadır.”
Bölümde İbn Berrecan’ın[95] el-hakkul-mahluk bih
olarak isimlendirdiği ve Sehl et-Tüsterî’nin[96]
adalet olarak isimlendirdiği şey de incelenmiştir. Fakirin bundaki
zevki, tek zatın mertebeleridir.
Muhammedi mertebeden
şahadet âlemiyle gayb âlemi arasındaki farkın menzilinin bilinmesi
hakkındadır.
Bölümde:
“Salik, nefsini sadece
Allah’la sınırlandırır. Gayb âleminden çıkanı bilmek için gayb âlemiyle şahadet
âlemi arasında veh- medenin yerinde durur.” Burada geniş incelikler vardır.
Daha sonra Şeyh (r.a.)
şöyle der:
“însan bu makamda
durduğunda ve onu gerçekleştirdiğinde, Hak kendisini alarak kendisiyle onun
dışındaki şeyler arasına diker yani kulun kendisinden başkaları arasına.
Burada kul kendisini ve aynını görür ve Allah’ın diktiği bu makamda O’nun
kabzasının dışındadır. Alemden O ndan başka varlıklar birlikte görür ve burada
da yine kendisidir. Adem’in kendisini ve zürriyetini Hakk ın kabzasında görmesi
gibi. O, kendisini Hakk’ın kabzasının dışında gördüğü durumda, kendisini
içinde gördüğü Hakk ın kabzasının dışındaydı. İlahî bir haberde geldiği gibi,
bu makam, keşif makamlarının en üstünüdür. Bu makam Ebû Bekir es-Sıddîk’in
(r.a.) makamıdır.
Şeyh, kevnî arazları
inceleyerek uzun uzun anlatır. Onlar vücudî aynî emirler midir yoksa var olma ve
yok olma ile vasıflanmayan fakat nispetler olduğu için akledilebilen haller
midir?
Muhammedi mertebeden
Hakk’ı halka satan kimsenin menzilinin bilinmesi hakkındadır.
Şeyh (r.a.), bu bölümde
peygamberlere tabi olmanın zorunluluğunu incelemiş ve keşiften uzak gruplara
isnat edilen aklî delilleri detaylı olarak vermiştir.
Muhammedi mertebeden
müjdeleyicinin müjdelenene verdiği müjdenin menzilinin bilinmesi hakkındadır.
Bu bölümde İlahî irade ve
meşiet, kulun bundan nasibinin ve şartlarının neler olduğunu incelemiştir. Şeyh
(r.a.), ahadiyyet ile vahidiyyet arasındaki farkı ve Efendimiz Sehl b. Abdullah
et- Tüsterî’nin nail olduğu kalbin secdesini incelemiş ve Rabbine şöyle dua
etmiştir: “Allah, bizi bununla müjdelediği kişilerden ve ebediyete kadar uyuyup
uyanmayanlardan eylesin!”
Asımiyye mertebesinden
bazı ilahi mertebelerde kadınların ve adamların toplanma menzilinin bilinmesi
hakkındadır.
Bu bölümde kadınlann
özellikleri ve Allah’ın kendilerine vermiş olduğu infialleri incelenmiştir. Bu
dakik bir incelemedir.
Muhammedi mertebeden
Kur’ân menzilinin bilinmesi hakkındadır.
Şeyh (r.a.) Ktır’ân’ın
ayrıntılarını ve iniş mertebelerini zikretmiştir. “ilahları tek bir ilah mı
yaptı. Kesinlikle bu tuhaf bir şeydir"[97] ayetini zikretmiş ve
bu ayeti başka bir bölümde “kesinlikle bu tuhafbir şeydir” ayetiyle
ilgili olarak zikrettiği onların sözlerine nispet etmiştir.
Bunun Şeyh’e özgü bir
sahne olduğu şeklindeki yorumum daha önce geçmişti. Burada ayetin tümünü
birleştirdim ve Allah’ın onların dili üzere olan hikâyesi oldu. Şeyh’in inceleme
sahnelerine dikkat etmelisin!
Bu bölümde Kelamtıllah’ın
yani Kur’ân’ın ve iniş mertebelerinin incelenmesine ayrılmış bir fasıl vardır.
Bu fasılda bazı gariplikler göreceksin ve fasla dönme ihtiyacı hissedeceksin.
Muhammedî-Musevî
mertebeden muhavere ve münazaa menzilinin bilinmesi hakkındadır.
Bölümde:
“Külli nefis aldın
eşidir. Aralarında tabiat doğmuştur.”
Fetihler üçtür: Halâvet
fetihleri, mükâşefe fetihleri ve ibare fetihleri. Bunların güçlerinde bazı
istidatlar vardır. İlahî bir takdir olarak hayatı kendi nefsi üzere tutarlar.
Bu ince bir sahnedir ve bölümün sonunda tekrar bu konuya dönmektedir.
Derim ki: Diri ve Bakî
olan, her diride bütün hayatı taşıyandır. Hüküm Allah’ındır. Bu tecellinin
zevkine varan kişiye bunu hazırlamaya devam etmek kalır. Böylece Allah’ın hayatıyla
yaşar. Her zaman kendisinden istenen O’dur.
Muhammedi mertebeden med
ve nasif menzilinin bilinmesi hakkındadır.
Bölümde:
Ktır’ân’ın sûrelerinin
besmeleyle taçlandırılması, sûrede bütün zikredilenleri kapsayan rahmete
işarettir. Şeyh, bu meseledeki incelemesini tıhrevî rahmetin kapsamlılığına kadar
götürür.
Şeyh, kendisine gelen
ilahi bir varidi de anlatır. Bu varidin nihayetinde ince tahkikadar yapar.
Bölümde Şeyh’in (r.a.) Esma-i Hüsna’da varid olan şeylere bağlılığı da
anlatılmıştır.
Alimlerden birinin —ki bu
el-Kâdî Ebû Bekir b. Et-Tayyib’dir[98]-
Allah’ın yaraulmışlara özgü bir şifan çağrıştırmayan bütün isimlerle
isimlenebileceği görüşünde olduğunu belirtir.
Bölümde şu konular da anlaülmıştır:
“Allah, eşyayı ilmiyle takdir etmiş
sonra da hikmetiyle var etmiştir. Onları iki uç ve iki ucu birleştiren bir
vasıta olarak yaratmıştır. Bu vasıtanın her yöne dönük bir tarafi vardır. Bu
berzahî vasıtada insan-ı kâmilin yaratılışı vardır. Böylece o, genel olan
takdirle, özel olan yaratmayı bir araya toplamıştır.”
“Derim ki; bu insan-ı kâmilin
mertebesine özgüdür. O da hilafettir. Hayvani yaratılış ise her hayvanda
geneldir.”
Bölümde, özel bir yönden âlemin
yaratılışı incelenmiştir. “Allah, yeryüzünü kapsayıcı bir dairenin bir noktası
yapmıştır. O daire de arştır. Arşla yer arasında rükün ve felek daireleri
vardır. Onları da âlemde yaratnğı cinslerin türleri olan şahısların mahalli
yapmıştır. Allah biri genel-kuşatıcı, diğeri özel-şahsî olmak üzere iki şekilde
tecelli etmiştir. Genel tecelli Rahmani tecellidir. Bu “Rahman arşa istiva
etti”[99]
ayetidir. Özel tecelli ise her şahsın, Allah’ı bilmede bir şeklinin olmasıdır.”
Şeyh (r.a.), bu özel tecellinin ayrıntılarını akılları hayrette bırakacak
şekilde açıklamaya devam eder.
Bölümün hakikatlerinden
biri:
“Kim ilahi isimlerin
bilgisini haizse, en mükemmel şekilde Allah’ı bilmeyi de haizdir.”
Muhammedi mertebeden,
ayrıştırma halinde mürekkep varlıkların basit varlıklara dönüşmesi menzilinin
bilinmesi hakkındadır.
Bu menzile girmek, orada
kaldığın sürece, ölümden korur.
Bölümün hakikaderinden:
“Bilmelisin ki, mürekkep
varlıklar tahlil edilince, suretin zatını yok eder, cevherin zatını yok etmez.
Allah, bunu Allah’ı bilenler için bir örnek kılmıştır. Çünkü mümkün varlıkların
terkibi, Hakk’ın varlığı olarak zuhur eder. Böylece zuhur eden sureder, Hakk’ın
varlığında zuhur eder. Hak ile halk arasında bir münasebet olunca, bu surederin
varlıkları yok olur ve geriye mümkün varlıklar ve Hakk ın varlığı kalır. Çünkü
O, âlemlerden müstağnidir şeklinde vasıflanmıştır.”
Bölümün hakikaderinden:
Resûlullah’ın (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) kendileriyle sahabesinin karşısına çıktığı iki kitap olayını
zikrettikten sonra şöyle der:
“Resûlullah’ın getirdiği
o kitapların birinde cennediklerin isimleri, babalarının, kabile ve
aşiretlerinin isimleri vardı. Diğerinde ise cehennemliklerin isimleri,
babalarının, kabile ve aşirederinin isimleri vardı. Allah ehli ve seçkinleri
için üçüncü bir kitap çıkarmamıştır. Çünkü onların kitabı Kur’ân’dır ve
Rasûlüllah salla’llâhü aleyhi ve sellem: “Kurân ehli, Allah’ın ehli ve
seçkinleridir" buyurmuştur. Onun menzili iki el arasındaki yerdir.
Ö’nun mahalli ve mertebesi olan kalp ve gönül onlanndır. Mutlular içinde yer
alan kurbet ehlinin makamı budur...”
Şeyh (r.a.), iflas
makamını inceler. Bu makam tamamıyla Allah’a dönmektir. Burada hoşlanılan
tahkikin zevklerini nakleder.
Bölümün hakikaderinden:
“İki kabza olmalıdır, iki
el olmalıdır, eki yurt olmalıdır, iki şey arasında bir berzah olmalıdır. “Biz
her şeyi çifi yarattık”[100].
Çünkü o iki sıfattan yaratılmıştır: irade ve söz. Bu iki sıfat, her
varlığın Hakk’tan müşahede ettiği iki şeydir. Şüphesiz ki âlem bir neticedir.
Netice ise iki öncülden meydana gelir.”
Bölümün hakikaderinden:
“Şüphesiz ki Hak,
mütecelli için sınırlandığında, O’nun bir sureti olur. Çünkü suret göreni
sınırlar. Allah, her görenin yanında başka birinin kavrayamayacağı bir
surettedir. Zihninde hiçbir suret olmayan müflisten başka mutlak varlığı idrak
etmez. Allah’ın susayan biri hakkında “Oraya geldiğinde hiçbir şey
bulamaz"[101]
dediği gibi. Böylece maksudun şeyliğini nef- yetmiştir ve “Allah’ı yanında
bulur"[102] yani şey olmayanın yanında.
Çünkü O’nun benzeri olabilecek hiçbir şey yoktur ve O, âlemlerden müstağnidir.
Asıl, iki zıddı bir araya
toplayandır. Belki de iki zıddın kendisidir.”
Şeyh, bu menzilin
ilimlerini zikreder ve şöyle der:
“O bilgiye sahip olan bu
bilgiye sahip olduğu sürece ölmemesini sağlayan sebebi bu menzilden öğrenir.”
Derim ki; bu ilim, Alîm ismiyledir.
Bu da Hayy isminin tecellisini bu kula tahsis etmiştir. Bu kul da bu ilmin eh-
lindendir ve Hayy isminde bir surettir. Allah Hayy’dır ve sürekli Bakî’dir.
Muhammedi mertebeden nimetler ilminin
ve belaya hasretmenin menzilinin bilinmesi hakkındadır.
Şeyh (r.a.) mealen şöyle demiştir:
“Âdem suret üzere yaratılmışur. Âlem
insanla beraber onun sureti üzere yaratılmıştır. Şayet insan âlemden alınsaydı,
âlem suret üzere olmazdı. Âlem alınıp sadece insan kalsaydı, suret üzere
olurdu.
Âlemin uzunluğu ruhlardır, genişliği
ise cisimlerin suretleri âlemidir. Biz, cisimlerin suretleri dedik, cisimler
demedik. Çünkü hayali cisimler mertebesinde hakiki cisimler olsalar bile, hızlı
bir şekilde başkalaştıkları ve kendilerine değil de bakanın gözüne raci
oldukları için herkese göre cisim değildirler.”
Bölümde, mele-i a’lâ, mele-i avsat ve
mele-i edna tafsiladı bir şekilde anlaulmışur. Mele-i A’lâ; ulvi varlıklar,
arş, kürsü, kâlem, levh, genel olarak ruhlar, küllî nefs, küllî cisim ve küllî
ruh gibi latif varlıklardır. Mele-i Avsat; hayal ve berzahlardır. Mele-i Edna
ise; kesif varlıklar, cisimler, mürekkep unsurlar ve müvelledâttır. Anla!
Muhammedi mertebeden, dolunay ve
hilal gibi ayın menzilinin bilinmesi hakkındadır.
Bölümün şiirinde:
Kâinatta, ö’ndan başka
varlık yok
Yoklukta sabit bir
varlık yok
Bir
yönüyle varlık Onun bizim değil, O bizim onun değil bir yönüyle.
Bölümde önemli hakikatler
vardır. O hakikatlerden bazıları:
“Emirlerde uygulaması
olan kaza, şöyle veya böyle eşyadaki İlahî hükümdür. Kader ise onun varlığıyla
bir mevcutta vaki olan şeydir. Bu varlıkta vuku bulan şeyin amacı bellidir. Ondan
başka bir mevcuda geçer. Kaza kadere hükmeder. Kaderin ise kazada bir hükmü
yoktur. Aksine takdir edilende kazanın hükmüyle bir hükmü vardır, başkasında
değil. Kâdî hâkimdir. Takdir eden vakti belirleyendir. Kader, el-Mukît isminden
harekede eşyada vakti belirlemektir.”
Sonra Konyada bu menzilin
kendisine gösterildiğini zikreder. Bu sahnenin korkularından ve kader ile
kazayı birbirinden ayırmada kendisine zahir olan şeylerden bahseder. Bununla
uzun bir kaside yazar ve halini soran bir Allah dostuna gönderir. Kaside
önemlidir.
Daha sonra bu gecenin bir
başka korkusundan söz eder ve birinci kaside kadar kuvvedi olan başka bir
kaside ekler. Kendisiyle bitirdiği ilimlerden birisini zikrederek bölümün hakikatlerini
açıklamayı bitirir.
“ilmi İlahîdeki bu ilim
türü gerçekleşti. Dolayısıyla senden sana vermiştir. Bulunduğu hal üzere
Allah’ı ancak Allah bilebilir. Öyleyse her bilenin bilgisi kendisindendir.
Bundan dolayı Allah ehli şöyle demiştir: Allah’ı Allah’tan başka kimse bilemez,
nebiyi nebiden, veliyi de veliden başka kimse bilemez.”
Muhammedî-Ademî
mertebeden görme ve üzerindeki kuvvet, sarkma, terakki, telakki ve tedelli
menzilinin bilinmesi hakkındadır.
Bölümde hakikatler
vardır. Bazıları:
“Musa ayıldığında Musa
olarak döndü, dağ ise dağ olarak dönmedi... Musa’nın Rabbini görme isteğinin,
Ebû Bekir es- Sıddık’ın hali olan “Gördüğüm her şeyden önce Allah’ı gördüm” sözündeki
rüyetten yoksunluk gibi olduğunu zannetme! Bu görme, Musa’nın Rabbinden talep
ettiği bir görme değildi. Çünkü bu görme, mertebesinin yüksekliği nedeniyle
onun için zaten gerçekleşmişti. Zira sadıkın zevki, sıddıkın zevki değildir.
Görme, hem rivayeten hem zevken hem de aklen kesinlikle gerçekleşmişti. Çünkü
rüyetullah, aklı hayrete düşüren ve yanında durulması gereken hususlardandır.
Aldın üç hükmünden birisiyle hakkında hüküm verilemez. Çünkü Allah ehlinden
olan nebilerin ve velilerin Allah hakkındaki bilgileri, düşünceden dolayı
değildir. Şüphesiz ki Allah, onları bundan temizlemiştir. Onlar için Hakk’ı
mükâşefe fetihleri vardır. O’nu görenlerin bir kısmı O’nu sınırsız bir şekilde
görmüştür. Bir kısmı, O’nu O’nunla görür. Bir kısmı O’nu kendisiyle görür. Bir
kısmı da O’nu kendi yanında görmez. O, O’nu görmüştür; fakat gördüğünü
bilmiyordun Çünkü bu sınıf, Hak’ta bir alamet sahibi değildir ve O’nun varlıkta
zuhur suretini de bilmezler. Yine bir kısmı, O’nu göremez. Çünkü O’nun varlık
olarak âlemde ancak âlemdeki varlıkların hükümlerinin suretleriyle zuhur
edeceğini bilir. Alem bu suretlerin tezahürleridir. Dolayısıyla görenin idraki
ancak suretin hükmüne düşer, hakikatine değil. Böylece O’nu görmediğini bilir.
“En üstün misal Allah’a aittir ve O güçlü- dür"[103]. O tecellisinde “hakim”
e>\m\ hüviyetiyle görülmez ki görüldü denilebilsin. Parlak bir cisimde
göze görünen surete bak! Gördüğün gerçekleşir ve bu suretin seninle bu suretin
tezahürleri olan parlak cismi idrakin arasında bir engel olduğunu görürsün.
Böylece onu ebedi olarak göremezsin.”
Musevî mertebeden
Muhammedi makam sahipleri için İlahî koruma menzilinin bilinmesi hakkındadır.
Dönen feleğin manası. Ve
şöyle demiştir: “Cisim, daire suretinde zuhur etmiştir. Şekil açısından zahir
küllî cismi kastediyorum. Çünkü Allah, boşluğu onunla doldurmak istemiştir.
Daire şekli olmasaydı, boşlukta, dolu olmayan bir şey kalırdı. Boşluk,
vehmedilen bir dairedir, cisim açısından değil.”
Musevî mertebeden “Eşyayı
senin için, seni kendim için yarattım, kendim için yarattığımı kendisi için
yarattığım yoldan çıkarmasın” menzilinin bilinmesi hakkındadır.
Bu bölümde bir fasıl
vardır. O fasılda sayılarda birliği ve üç sayısından çıkarılanı incelemiştir.
Musevî mertebeden madumun
yenilenmesi menzilinin bilinmesi hakkındadır.
Bu bölümde, Kur’ân’ın
okuyanlara nazil olmasını, bu inzalin mertebelerini ve bu inzalle her Kur’ân
okuyucusu için gerçekleşecek olan şeyi zikretmiştir.
Muhammedi ve Musevî mertebeden
uhuvvet (kardeşlik) menzilinin bilinmesi hakkındadır.
Bölümün hakikaderinden:
“Ey Veli! Bilmelisin ki, mümkün
varlıklar üzerinde etkisi olan ilahi isimleri toplayan makam, mümkünlerin
istidatlarını toplayan makamın öz kardeşi sahih uhuvvetin kardeşidir. Bu ikisi
bir babadan olma iki kardeştir ve birbirlerini desteklerler. Fakat isimler,
Allah’ın kendilerini kabiliyederle desteklemesini ister.
Allah, âlemi, kendisini bilsin diye
yarattı. Alem muhdes- tir ve onunla ancak muhdes kaim olur. Allah’ı bilme
onunla kaim olmuştur. Bu da ya Allah’ın bildirmesiyle veya Allah’ın onda
yarattığı bir kuvvede olur. Bu kuvvede de özel bir yönden Allah’ı bilmeye
ulaşır.
Görme marifete tabidir. Öyleyse
marifet kendisiyle ilişki- lenip maruf olduğu gibi, görme de kendisiyle
ilişkilenip görülen olur.
Allah, kendisiyle irfan ve varlık
mertebesinin kemale ermesini sağladığı muhdes ilmi yaratmıştır. Bu, ancak
kadim ilmin Allah’la taallukunun suren üzere muhdes ilmin Allah’la taallukuyla
kemale erebilir.”
Muhammedi mertebeden bitkilerin bütün
zamanlarda vaktin sahibi olan kutba biat etmelerinin menzilinin bilinmesi
hakkındadır.
“Allah sana yardım etsin! Bilmelisin
ki genel biat, özellikle zamanın “/>zr”ine yapılabilir. Şüphesiz ki zamanın bin,
varlıklarda ilahi surede ortaya çıkan kimsedir.”
Şeyh, bu bölümde kutba
biat etmeyi ve ona yöneltilebilecek sorulan incelemiştir —ki bunlar her
asırdaki kutupların görevi üstlenmelerine bağlı olarak değişir-. Bunda
et-Tirmizî’nin Mesâilme bir ima vardır. Efendimiz Muhyuddîn (r.a.) ona
cevaplar vermiştir.
Bölümün hakikaderinden:
“Velilere el sürmek,
Allah’ın kendisiyle veliyi süslediği bir süse el sürmektir.
İnsan bir ağaçtır. Bu
incelemede ağacı kavrayan kişi Atamız Adem’in kastedildiğini anlar ve ağaçtan
yemek de nehiydir.
Bitkiler, cansızlarla
canlılar arasında berzahî bir âlemdir.
Berzah her iki taraf için
aynadır. O hem bizzat kendisi hem de iki tarafla sana bilgiyi sağlar.
Zaruriyyat şek ve şüpheyi
asla kabul etmezler. Tamlık diriliş içindir. Kemal mertebeyledir.”
Bölüm şu sözlerle bitirmiştir:
“Mağrib şehirlerinden Fas’ta beş yüz doksan bir yılında bu mertebeye
ulaştığımızda, henüz gerçekleşmemişken kâfirlere karşı müminlere yardım edileceğini
öğrendik.”
Musevî mertebeden âlemin
bir kısmıyla beraber Muhammed’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) menzilinin
bilinmesi hakkındadır.
Bölümün hakikaderinden:
Ay, muhit feleğin
dereceleri olan kameri ayırdı. O, en süratli ayırandır.
Bu bölümde, Allah’ın, Hz.
Peygamberden başka hiçbir peygambere -Allah’ın salat ve selamı hepsinin üzerine
olsun- vermediği özelliklerini sayar.
“Hz. Peygambere (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) ait özellikler altıdır.
Kendisine (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) Allah’ın yeryüzü hâzinelerinin anahtarlarının vermesidir.
Cevamiu’l-kelim’in verilmesidir. Bütün insanlara peygamber olarak
gönderilmesidir. Dördüncü özellik, bir aylık mesafedeki insanların kendisinden
korkmalarıyla kendisine yardım edilmiştir. Beşinci özellik, önceki
peygamberlere helal kılınmayan ganimederi kendisine helal kılmıştır. Altıncı
özellik, Allah, onunla yeryüzünü temizlemiş ve bütün yeryüzünü ona mescit
yapmıştır.”
Muhammedi mertebeden
Sevik Akabeleri menzilinin bilinmesi hakkındadır.
Bu bölümde hamd
sancaklarını ve Makam-ı Mahmûdu açıklamıştır. Allah’ın, hamd
sancaklarıyla irtibatlı olan isimlerin sayısını kendisine bildirdiğini
söylemiştir. Bu bölüm son derece ince hakikaderle dolu bir bölümdür. Kitapla
ona döner.
Bölümün hakikaderinden:
“Orada Allah’tan başka
asıl müsemma yoktur.
Hak, gerçekten her
varlıkta müşahede edilendir.”
Bölümün hakikaderinden:
“Alemin bütünü bir
harftir. Bir manaya gelmektedir. Manası daAllah’ur. Orada O’nun hükümleri
ortaya çıkar. Çünkü O’nun nefsinde hükümlerin ortaya çıkacağı bir yer yoktur.
Mana sürekli olarak harfle irtibatlıdır. Allah, her zaman âlemle beraberdir.”
Bu menzilin ilimlerinden:
“Her şey şendedir ve
şendendir. Sende bulunmayan garip bir şey sana gelmez. Sana ancak senden olan
gösterilir.”
Muhammedi mertebeden
hakikatin önünde şeriatın boyun eğmesi menzilinin bilinmesi hakkındadır. Bu
menzil, doksan dokuz ilahı ismi ihtiva eden hamd sancaklarından İkincisinin
kendisinde ortaya çıküğı menzildir.
Bölümün hakikaderinden:
“Meleklerin Adem ve
insan-ı kâmile secde etmelerinin hükmü dünya ve ahirette devam etmektedir...
İnsan-ı kâmil, âlemin ve
Hakk’ın suretini haiz olmakla üstündür. Secde eden ve edilen ondadır ve
ondandır. Durum böyle olmasaydı, insan toplayıcı varlık olmazdı. Mele-i Alanın
yanında insan-ı kâmili görmek için bir izdiham vardır...
İnsanın tanımı özellikle
İlahî suretledir.”
Hz. Peygamberin İbn
Sayyâd’aDuhân Sûresini gizlemesi menzilinin bilinmesi hakkındadır.[104]
Bölümün hakikatlerinden:
“Tabiaun hükmüyle eseri arasında bir
fark vardır.
isimler, özellikle ilahi isimlerde,
hükümlerin değişmesine bağlı olarak değişirler.
Allah, berzahlar ehli için,
kesifiyle, latifiyle ve şeffafıyla tabiatın suretinde tecelliyi bu menzilden
kabul eder.”
Sırlarda taklit menzilinin bilinmesi
hakkındadır.
İlimde taklidin gerekliliğini
açıklamıştır:
“Allah’ı bilmede taklidin en uygun
türü O’ndan gelenle taklittir.
Alemde cehalet asıl, bilgi
kazanılandır.
Alem zatıyla ilme delalet etmez;
ancak varlığıyla ilme delalet eder.”
“Rableri tarafından kendilerine gelen
her yeni uyarıyı... ”l<h ayeti hakkında “yeni getirmek” demiştir. Ityan inzalin
aynısı değildir. “CaT’in aynısı olmadığı gibi. Cal, yaratma ve başka anlamlara
gelebilir. [105]
“Bir şeyin indiyyeti
kendisine döner. Bundan dolayıdır ki, “sizinyanınızda olan tükenir”[106]
[107]
demiştir. Çünkü sizin hükmünüz tükenmektir. “Allah’ın yanında olan ise
bakidir”10'. Çünkü O’nun hükmü baki kalmaktır. Eğer bir şeyin
indiyyeti kendisinden başka bir şey olsaydı, bizim yanımızda olan tükenmezdi.
Çünkü biz ve bizim yanımızda olan, Allah’ın yanındadır. Allah’ın yanında olan
bakidir. Böylece biz ve bizim yanımızda olan da bakidir.”
Musevî mertebeden vahyin
mertebelerinden tek bir mertebenin topladığı üç sırdan ayrılmış iki sırrın
menzilinin bilinmesi hakkındadır.
Bölümün hakikaderinden:
“Sen de ortadan kalk ki O
kalsın. Sen ahirsin.”
Bütün mülkün hamd
mertebesinden vahyin tafsilindeki iki sırrın menzilinin bilinmesi hakkındadır.
Cennet ehlinin
cennetteki, cehennem ehlinin cehennemdeki hallerini ince bir tafsilat ve ilmi
bir genişlikte incelemiştir. Rahmet, sayılarını ve derecelerini de
incelemiştir.
Muhammedi mertebeden
mağfiretin sırlarından iki sırrın menzilinin bilinmesi hakkındadır.
Bölümde, Allah lafzı ile ilah lafzı
arasındaki farkı, akılların güç yetiremeyeceği bir şekilde incelemiştir. Hatta
bu bir ilahi fetihtir. Ve şöyle demiştir: “Alemin bekası, nihayetinin olmamasıdır.
Derecelerin her iki tarafta bir nihayeti yoktur. Her iki tarafla, halle ortaya
çıkan ezel ve ebedi kastediyorum. O da âlemdir. Âlem zail olsaydı, gerçekte de
öyle olduğu gibi, ezel ile ebed birbirinden ayırt edilmezdi. Öyleyse Hak için
bir başlangıç yoktur.
Büyük âlimler, Allah’ın kelamını
mümkünlerde işitirler.”
Dinde İhlasın sırrı, din nedir,
şeriata niçin din denmiştir, Hz. Peygamberin âdeten hayrı söylemesi menzilinin
bilinmesi hakkındadır.
Bölümün başında Kur’ân’ın
sûrelerinden Tenzil Sûresi’nin açıklandığı bir şiir vardır. Müthiş fethinin
hakikaderini anlatarak bölüme giriş yapmışür ve şöyle demiştir:
“Sonra bana: “Bu müminlerden yalnız
sana özgüdür” denildi. Bu söz bana söylenince, bir işaret olduğunu anladım. O
nun zaüm ve suretimin aynısı olduğunu bildim, benden başkası değil. Çünkü
hiçbir varlığa özgü bir şey yoktur. Zatının dışında başka bir varlığa kadimliği
ve hadisliği yoktur. Dedim ki: İşte ben buyum.”
Muhammedi mertebeden bir arifin doğru
söylediği ve nurunun bu menzil yönünden nasıl çıktığını gördüğü bir sırrın
menzilinin bilinmesi hakkındadır.
Bölümde cisimlerle
ceseder arasındaki farkı incelemiş ve şöyle demiştir: “Bilmelisin ki âlemde
insan-ı kâmilin mertebesi, insandaki nefs-i naüka’nın mertebesidir. İnsan,
ekmeli olmayan bir kâmildir. O da Muhammed’dir (salla’llâhü aleyhi ve sellem).
Alemden bütün melekler,
insanın hayalinde ortaya çıkan sureder gibidir. Cinler de böyledir.”
Bölümün hakikaderinden:
“Bilmelisin ki, ey
Dostum! Bu İnsanî suretteki menzilin —ki o Muhammed’dir (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) - onun ruhu ve nefs-i natıkasıdır. Sen, onun güçlerinden misin veya
güçlerinin mahallinden misin? Sen onun hangi güçlerindensin? Görmesi mi,
işitmesi mi, koklaması mı, dokunması mı, tatması mı? Ben, Allah’a hamdolstın
ki bu suretin hangi gücünden olduğumu öğrendim.”
Bölümün hakikaderinden:
“Hissin şerefini ve
kadrini bil. Çünkü o Hakk’ın kendisidir. Bundan dolayıdır ki, ahiret dirilişi,
ancak hissin ve hissedilenin varlığıyla tamamlanır. Çünkü o, ancak Hak’la tamamlanır.”
Şeyh (r.a.), hükümlerde
neshi açıklamış ve şöyle demiştir:
“Biz nesh konusunda iki
görüşün arasında bir görüş ileri sürdük. Ne beda’yı ileri sürdük ne de neshi
inkâr ettik. Neshi, Allah’ın ilminde hükmün süresinin bitmesi olarak kabul
ettik. Çünkü Allah’tan bu hükmün ebedi olduğunu veya belli bir zamana kadar
yürürlükte olacağını sonra da bu sürenin bitiminden önce kaldırılacağını
belirten bir hüküm gelmemiştir.”
Bölümün hakikaderinden:
“Allah için benzemek
doğru olmaz.”
İlahî indiyyet ve
Allah’ın katında ilk saffın menzilinin bilinmesi hakkındadır.
Bölümün hakikatlerinden:
“Eğer bilirsen, varlıkta
bütünün ahadiyyetinden başka bir şey yoktur. Çünkü O, ilahtı ve ilahtır...”
Cem’ ve vücud kalbinin
sırlarından iki sırrın menzilinin bilinmesi hakkındadır.
Bölümün hakikaderinden:
“Alemde bu dört hükümden
başka bir hüküm yoktur. Bununla evvel, ahir, zahir ve baun isimlerini
kasteder. Ruhlar ve cisimler âlemi, bu dördünün sureti üzere ortaya çıkmıştır.
Bu iki âlemden başka bir âlem yoktur. İrade, kudret ve O’ndan söz etme ve
tabiat ilahiyat âlemindendir. Ruhlar âlemi tabiat âleminin dışında ortaya çıkmıştır.
Sonra bu dört İlahî ilimden tabiau dört şeye dayalı olarak ortaya çıkarmıştır.
Ondan da kesif ve latif cisimler âlemini çıkarmıştır. Cisimlerin ortaya
çıkışından önce bu dört İlahî şeyden tedvin, aklen ve nef- sen tastir, tabiat
ve heyulayı ortaya çıkarmıştır. Ateş, hava, su ve toprak olan dört unsuru
ortaya çıkarmıştır. Hayvanî neşeti dört karışımdan izhar etmiştir. Bu
karışımlar için, cazibe, tutma, sindirme ve itme güçlerini var etmiştir.
Varlığı dördü üzere kurmuştur. ”
Şeyh, tek gün olan dehri
açıklamaya devam eder. Yevmu’r- Rab, yevmu’l-me’aric gibi değişik günleri İlahî
isimler düşüncesi alünda inceler. Aynı zaman da arş, kürsü ve feleklere ait
olan günleri açıklar. Bu açıklamaların onun büyük fetihlerinden olduğu
bellidir. Muhib, bu fetihleri tabir etmekten acizdir. Onlar hakkında son hüküm
şudur: “Konuşan bellidir. Açan geniştir. ”
Daha sonra şunları
zikretmiştir:
“Bu ümmetin günü ahiret
gününe bitişiktir. Aralarında berzah gecesinden başka bir şey yoktur. Bu
gecenin sabahında diriliş üfürülüşü olacaktır. Bu gündeki güneşin doğuşunda,
Hakk’ın, ayırmak ve hüküm vermek için gelişi olacaktır... Bu konuda kitaba
dönmelisin.
Canlı ve diğer
varlıklardan her varlık için özel kıyametler ve büyük kıyamet bu menzilin
ilminden öğrenilir.”
Muhammedi mertebeden
kapının açılması ve kapanması ve her ümmetin yaratılması menzilinin bilinmesi
hakkındadır.
Bölümdeki en önemli
hakikat şudur:
“Sebepler, ilahı
isimlerdir.”
Muhammedi mertebeden Rab
isminden manaların gözlerinden örtünün kaldırılması ve istifhamın tecellisinin
menzilinin bilinmesi hakkındadır.
Bölümün hakikaderinden:
“Âlemin bütün dilleri
Allah’ın sözleri ve Allah için taksimleridir. Allah dilediğini kendisine izafe
eder, dilediğini bırakır.”
Muhammedi gayret
mertebesinden Vedûd isminden nefis ve ruhların sıfatlarda ortaklık menzilinin
bilinmesi hakkındadır.
Bölümde mükemmeli
toplayan ve nadiri taşıyan pek çok vasıl ve incelemeler vardır. Bölümün
hakikaderinden:
Kula yönelik ilahi hitabı
zikrettikten sonra şöyle der:
“Bana bu ilahi bildirim
gelince vücuduma sığmadım. Hatta bu ilahi bildirim ve hitapla dolduğum için
vücut bana dar geldi. Çünkü Hak beni hitabının mahalli yapmış ve seçkin
kullarını ehil kıldığı işe ehil kılmıştı. Allah’a kavuşmanın ancak ölümle
olduğunu bildik ve ölümün manasını öğrendik. Dünya hayatında ölümün hemen
gelmesini istedik. Bu hayatımızda bütün tasarruflarımızdan, hareketlerimizden
ve irademizden soyutlanarak öldük. Ölüm bize bizden ayrılmayacak hayanınız
esnasında ortaya çıkınca, orada, zadarımızın, organlarımızın ve bütün
parçalarımızın teşbih ettiği kişiler olduk ve Allah bize biz Allah’a kavuştuk.
Böylece O’na kavuşmayı isteyen kimselerin hükmüne sahip olduk. Genel olarak
herkesin bildiği ölüm bize geldiğinde ve bu beden perdesi üzerimizden
kalktığında, bizde bir hal değişikliği olmaz ve artmadık. Olduğumuz hal üzere
kaldık. Biz sadece ilk ölümü tatnk. O ilk ölüm de dünya hayanmızdaydı.
Rabbimiz, bizi cehennem azabından korudu, Rabbinden bir ihsan olarak. Bu büyük
bir kurtuluştur[108].”
Hz. Ali şöyle
buyurmuştur:
“Perde kalksaydı, yakinim
artmazdı...”
Tahkikatlarından:
“Ahirette insan, dirilişi
ters olandır. Batını, buradaki zahiri gibi tek bir suret üzere sabittir. Zahiri
ise buradaki baunı gibi surederde değişimi hızlıdır.”
Bölümün ortasındaki
şiirden:
Emrin
tek olması en garip iptir Alemlerimizdeki taksimin sahibi kimdir.
Bundan sonra şunu
zikreder: “İlahî arz hadisliği ve kadim- liği içerecek kadar geniştir. Bu yerde
ikamet eden, Allah’a ibadeti gerçekleştirdi. Hak, “Ey iman eden kullarım!
Benim arzım geniştir. Öyleyse sadece Bana ibadet ediniz"[109]
diyerek onu kendisine izafe etmiştir. Yani orada ve bana (ibadet ediniz).
Beş yüz doksan senesinden
beri orada Allah’a ibadet ettim. Bu gün altı yüz otuz beş senesindeyiz. Bu
yerin bekası vardır. Değişikliği kabul eden bir yer değildir...
Ubudiyetin tecelli yeri
ve hak yolcusunun oturağı bu yerdir. Orada O’nu görürler. Kim bu yerin ehli
ise kendisiyle üzerinde yarauldığı suret arasını bir perde ayırır. Böylece bu
kul, zatında Hakk’ı müşahede eden bir şahit ve mahza kul haline gelir. Müşahede
onun için süreklidir, hüküm onun için gereklidir. Bunlar dünya ve ahirette
yüzü kararmış kimselerdir. Bunu bildiğin zaman, Rab Rabdır, kul ise kul.”
Bölümün hakikatlerinden:
“Nefsini gerçek
müşahedeyle gören, onun sureti üzere olan kimsenin ezelî bir gölgesi olarak
görür, onun makamına oturmaz...”
Bölümün hakikatlerinden:
“Mertebeler ademî (var
olmayan) nispetlerdir. Bundan dolayı sadece Allah zatla övünebilir. Bizim
övünmemiz mertebelere ait olup, mertebeler de var olmayan nispetler olunca, bu
durumda övünmemiz sadece yoklukla olur. Seni yoklukla övünmekten sakındırırım.”
Bölümün hakikaderinden:
“Zatî varlığın hakikatinin vahdeti,
mevcut olmasından başka bir şey değildir. Varlığı hakikatinin kendisidir.
Bu makam, Allah’tan başkasını
görmedim diyenin makamıdır. Kendisine: “Gören kimdir?” denilse, “O’dur” der.
“Söyleyen kimdir?” denilse, “O’dur” der. “Soran kimdir?” denilse, “O’dur” der.
“Durum nasıl?” denilse, “O’nda, O’ndan ve O’nun için ortaya çıkan nispeder”
der.
Mekânda sadece O vardır. O mekânın
kendisidir. Bu Ebû Yezîd el-Bistâmî’nin (r.a.) hali müşahedesidir...
Hakk’ın, duyması, görmesi ve bütün
güçleri olduğu kişi, Hakk’ı bilenlerdendir. İşleri bilmesi onun güçlerindendir.
Hak bu güçtür. Kul onunla vasıflanmıştır. O, Hak’la vasıflanmışür. Hak ise
kendisini bilir. Bu kul, Hakk ın kendi sıfatı olması yönünden O’nu bilendir.
İlmi O’nunladır. Allah’ı bilmede makamı bu olan kimseye, Allah’ı bilmede kimse
erişemez. Böyle bir insan, haddi zaünda, dile gelmeyecek şeyi bilendir.”
İlahî makamdan düşenleri,
ihtiramlarını ve şefkatlerini zikretmiş ve hepsinin Allah’ın gözetimi altında
olduğunu belirtmiştir. Onlardan kendisine Sakitu’r-Refref b. Sakiti’l-Arş denilen
birisini Konya’da görmüştür.
Bölümün hakikaderinden:
“Mutlak ehline gelince, onlardan bir
kısmı Hakk’ın tayin ettiği şekilde kendisini kaplayan şeyi koruyanlardır. O da
kalptir. Onlardan bir kısmı, Hakk’ın arkasında olduğunu bildikleri perdeyi bırakmamayı
gözetirler. Alemde bu perde kendisi için perdeleyen gibi olur, emirlerini
uygular. Bu kutbun halidir. Allah’tan ona olan müşahede değildir sadece hitap
sıfatıdır. Çünkü o ilahi divan sahibidir. Ölünceye kadar perdenin
arkasındadır. Ölünce Allah’a kavuşur. O âlemden, âlem de ondan sorumludur. Bu
Resûllerin makamıdır...”
Bölümün hakikaderinden:
“Allah’a ve kula münasip
olan şeyleri gördüğümde, Allah’ı, kendisine nispet edilen kullarından
perdeleyen şeyi gördüm. Allah, onları hakiki isimlere sahip olanlardan
olduklarına inananlardan kılmış ve Hak Teâlâ onlarla bu isimlerde yarışmıştır.
Onlara, bu isimlerin kendisine ait olduğu bilgisini gizlemiştir. İlahî
isimlerle ablaklanma konusunda O’nunla yarışmışlardır. Rekabeti rekabetle
karşılamışlardır. Zillet ve Ebû Yezîd’in dikkatinin çekildiği fakirlikten
dolayı O’nunla yanşamadıkları şeylerde, farkında olmamışlardır. Allah bize
itina göstermiştir. Bu onların isimleridir; fakat iddia ettikleri için
değildir. Kendilerine ait olduklarını zannettikleri isimlerde, farkında
olmadan O’nunla yarışmışlardır. Allah, marifetinden bana ihsan ettiğiyle
ihsanda bulunmadan önce ben de bu konuda onlar gibiydim. Bana olan ihsanıyla bu
isimlerin kendi isimleri olduğunu ve bunların bizim için kullanılması
gerektiğini öğretti. Biz de inanarak değil de zaruretten dolayı onları
kullandık. Ben ve Allah’ın kendilerine bu bilgiyi tahsis ettiği kimseler, bu
isimleri inanarak Allah için kullandık. Bizim dışımızdakiler ise, şeriat,
onları Allah’ın isimleri olarak zikrettiği için inanarak değil de imanî bir zorunluluktan
dolayı kullandılar. Böylece biz, Allah’a ait olan şeyi koruduk...”
Şeyh, daha sonra bir
vasılda topladığı eşsiz hakikatleri arz eder:
“Eğer Allah’tan korkmazsan, O’nu
bilmemiş olursun. Eğer O ndan sakınırsan daha da bilmemiş olursun.
İmandan başka iki tarafı destekleyen
bir berzah yoktur.
Mutluluk imandadır, ilimde değil.
Kemal ise ilimdedir.”
Bundan sonra menzilden öğrenilen
ilimleri zikreder. Onlardan bazıları:
“Varlıkta üç insan olduğunu
öğrendiğinde -ki bunlar, birincisi küll ve en önce olan insan, âlem insan ve
âdem, insan- bunlardan hangisinin daha tam olduğuna bakmalısın.
Onda havassın ilmi insandadır. O da
meçhul tabiattır.”
Muhammedi mertebeden tılsımlı, tasvir
edici, yönetici üç sırrın menzilinin bilinmesi hakkındadır.
Bölümün hakikaderinin özü şudur:
Tılsımlar üçtür.
1 -
Fikir tılsımı: Şeriatta gelen müteşabihlere tabi olmakla çözülür.
2-
Hayal alsımı: Hayal tılsımı manaları bulunduğu hal
üzere müşahede etmekle çözülür. Bu şekilde mücerret Hakk’ın mertebesine ulaşır.
Kul bu müşahedede kalmaya devam ettiğinde ve âlemlere indiğinde, Hak onunla
beraber iner ve her şeyin varlığına tarif edilemeyecek zevki bir müşahedeyle
şahit kılar.
3-
Adetler alsımı: Özel ilahi yöne dönmek, adetler ülsımını
çözer ve sebeplere vukufiyeti sağlar.
Harikuladelik: Adette harikuladelik, konulan
sebepleri özel bir şekilde getirmekledir.
Muhammedi mertebeden
menzilin sebebini bilmeye ve hakkını ifa etmeye işaret eden üç hikmedi, tılsımlı
sırrın menzilinin bilinmesi hakkındadır.
Bu bölümün hakikatlerinin
özeti:
Nefs-i Natıka-, İnsan bedenini yöneten nefistir.
Nefs-i Nebatî: Bedenden eksileni telafi etmek için
beslenmeyi talep eden nefistir. Dört gücü vardır:
Cazibe Gücü: Bedende, itme gücünün yardımıyla
besini bir yerden başka bir yere taşıyan güçtür.
Tutma Gücü: Uzvun besinden hakkını alması için
besini tutan güçtür.
İtme Gücü: Besinin organlara ulaştırılmasında
cazibe gücüne yardımcı olan güçtür.
Sindirme Gücü: Yemeği başka bir hale çeviren
güçtür. Beden onunla ayakta kalır.
Bölümün hakikaderinden:
Şehevî Neft Beden için besin isteyen şeydir. Ona
göre güzel olan şey eğlencedir.
Gazabî Nef: Buna yedili de denilir. Başkası için
kahır isteyen nefistir.
İlham: Görünmez bir melek vasıtasıyla veya
özel bir şekilde olan İlahî bir bildirimdir.
Bölümün hakikaderinden:
Meşru Terazi: Hakk’ın elinde olan terazidir. O’nun
eliyle azalır ve artar. Üzerinde haller olan bir varlık değildir.
Keşfi Terazi: Hakk’ın elinde olan terazinin
suretidir. Bu terazinin mahalli insan mertebesidir. Üzerinde hangi varlığın olduğunu
keşif yoluyla aynasında görür.
Şer’î Terazi: Bu tekliflerdir.
Şeyh’in yaşadığı bir
olay:
“Sonra bilmelisin ki,
Allah beni insan âlemiyle ilgili garip bir hükme muttali kıldı. Onun insanın
dışındaki âlemle bir ilgisinin olup olmadığını bilmiyorum veya Allah beni buna
muttali kılmadı. Bu konuda bilmediğim bir şeyi Allah’tan söylemem uygun
değildir. Allah beni ve sizi bundan korusun!
Bu hüküm, dünya yıllarına
göre her üç bin yılın sonunda insan âleminde ortaya çıkar. Bu Allah katında ise
bir gündür. Bu günün hangi ilahi isme döndüğünü bilmiyorum. Çünkü Allah’ın bana
ayırdığı üçte birin dışında başka bir şey bilmedim. Her üçte bir, bin yıldır.
Rabbin günlerine göre bin yıl bir gündür. Bu Rabbimin bana bildirdiğidir. Bu üç
bin yıllık sürenin insandaki hükmü, -Allah nasıl ve nerede dilerse- başlangıç,
dönüş, hayat ve ölüm hükmüdür. Ancak Allah, kelimelerin kayıtlarında bana bu
emri yazdığında, müşahede ederek ilgilendim. Yazdığı bu suret üzere bir
kelimeyi gümüş, bir kelimeyi altın yapn. Bu hallerin ve hükümlerin, bu
belirlenmiş zamanın geçmesiyle, insanda, cennette ortaya çıkacağını anladım.
Allah’a yemin ederim ki, bana vârid olan bu ilahi haberin üzerimde bıraktığı
telaş ve endişeli korku kadar hiçbir haber bu kadar telaş ve endişeli korku
bırakmadı. Kalbimi, ancak kelimelerin altın ve gümüş olması yani yan yana yazılan
altın ve gümüşten kelimeler yatıştırdı.”
Muhammedi mertebeden uzak
Süryanî menzilin bilinmesi hakkındadır.
Bölümün hakikaderinin
özeti:
Alîm: Zahir ile batını bir arada
toplayandır. İlmin hakikati sahibini, ilmine aykırı olan hallere düşmesini
engeller. İlim, ince bir perde arkasından ameli verir. Gizli bir şekilde olan
ilim, Allah’ı bilme ilmidir ve bu ilim Allah’ın bildiğini miras bırakır.
Allah’ı bilmenin anlamı, O, bilinmezdir. Bir şiir irad eder:
Allah’ın beni yükümlü
tuttuğunu öğrenince
Mesul ve maksud
olduğumu anladım
Zaman sürdükçe O’na
ibadet edeceğim
Dünya ve ahirette Hak
mabuddur
Yaratıklarından birine
tecelli etse
Ancak Hakkin meşhud
olduğunu görür
Kendi suretinden,
Ö’nun hakikatinden değil
Emir ve iş mevcut ve
kaybolmuştur
Çünkü biz yüzün
gözleriyle O’nu görürüz
Hepimiz Ö’nun yüzüyüz
yüz ise mahduttur
O varlıktır, kâinatta
olan her şey suretidir
Orada Rahmandan başka
mevcut yoktur
Ev iki evdir, evin
evinde yaşarsın
Latif’in evi, kâinatta
mahrumiyet yok.
İki ev sözü şudur:
1-
Nefs-i natıka’nın evi. Bu tabiî bedendir.
2-
Evin evi yani İnsanî yaraülışın evi. Bu da dünya ve
ahirettir. Dünya sadece tabiaü açısından beden evidir. Çünkü ahiret- teki
diriliş, onun cinsindendir, yani baskın olarak ruhîdir.
Ahiretteki oluşun sonu olmamakla
birlikte, dünyadaki ve ahiretteki her oluşun bir eceli vardır. “Her şey
belirli bir süreye kadar akıp gider[110] ” sözü hepsi için
geçerlidir. Her şeyin bir gayesinin olması gerekir. Eşyanın varlığı sona ermez,
gayeleri bitmez. Çünkü Allah her an eşyayı yenilemektedir. Her şeyin bir gayesi
vardır. Bu gaye belirlenmiş ecelidir. Ecel ise ayan ın halleri içindir. Ayanın
gayesi gayesizliğin kendisidir.
İşin bütünüyle yeni
olduğu ve bir tekrar olmadığı bu menzilden öğrenilir.
Yolların bilinmesi,
ibadet arzı ve genişliği ve Allah’ın “Ey iman eden kullarım! Benim arzım
geniştir Öyleyse sadece bana ibadet ediniz”[111] sözünün menzilinin
bilinmesi hakkındadır.
Bölümün hakikaderinden:
Ruhlar, cisimlerden yaratılmıştır. Bu
cisimler ister hakiki olsun ister hayali olsun fark etmez.
Dünya: Cisimlerin zahiridir.
Berzah: Temsilî suredendir.
Ahiret. Zatî hakikattir. Bütün, bir olan
varlığı, keşf anında zamansal bir tertip olmaksızın bir araya toplar.
Cüzi Kıyamet. Her insana özgüdür.
Genel Kıyamet. Genel kıyamet herkes içindir yani
genel hükümdür.
Diriliş-. Cehalet perdesinin kaldırılmasıyla
keşfetmektir, başka bir şey değildir.
İnsanın dirilişi: İlahî huzura inmek için saygın bir
haremdir.
“Aynaların en pürüzsüzü,
Muhammed’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) aynasıdır.
Orada Muhammed (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) ile Hakk’ı müşahede et. Bu en yüksek bir derecedir. “Allah’tan
size bir nur gelmiştir[112].
” Bu toplayıcı vahdet nurudur. Bundan dolayı onun risaleti genel olmuştur.”
Muhammedi mertebeden
gizlenmiş üç sırrın, ilahi edep, nefsi ve tabiî vahiydeki Arabi sırrın
menzilinin bilinmesi hakkındadır.
Bölümün hakikaderinin
özeti:
Sübutun şeyliği: Mümkünlerin Hak yanındaki
sübudarıdır. Bu Allah’ın “Bir şeyi murad ettiğimiz zaman ona sözümüz”[113]
sözünde açıklanmışur.
Varlığın şeyliği: Mümkünün kendisi için ortaya
çıkmasıdır. Bu da Allah’ın “Sen hiçbir şey değilken, seni daha önce yaratmıştım”[114]
sözünde açıklanmışur. Yani mevcut bir şey değilken.
Alemin sırları: Âlemin sırları üçte sınırlıdır.
Daha sonra nefsi şifadan
zikreder ve şöyle der:
“Bu sıfatlar,
vasıflanandan kaldırılamayan sıfadardır. Çünkü onlar onun dışında bir şey
değildir.
Mümkün için yokluk, ezeli
bir sıfattır. Çünkü onun ezeli varlığı yoktur. Mümkün yokken de Hak için
görülendir. Aynı şekilde mümkün yokluğu anında bile, idrak edilenleri idrak
eder. Bu olmasaydı, “kün”W hitap edilmezdi.
Mümkünlerin suretlerinin kendileri
için zuhuru, Hakk ın var- lığındadır. Bundan dolayı kevnî ve ilahi sıfatlar
karışmışur.
Hüküm ve tahkim dönüştürmek içindir.
Çünkü dönüştürmek maksuttur. Bunda herhangi bir şüphe yoktur.
Bir varlıkta hem yok etme hem de var
etme yoktur.
“TebdilAllah’a aittir”sözünün anlamı, O, bir varlıkta suretlerle
zahirdir, hakikade batındır demektir.”
Sonra iade hakkında şöyle demiştir:
“İade, yeni farklı suretleri bir
varlıkta keşfetmektir. Aynını müşahede eden, haşrini ve dirilişini inkâr
edemez. “Dönüşünüz oradadır”[115].
Yani size maruf olan varlığınızla.”
İlahî mertebeden evcil hayvanlar
menzilinin bilinmesi hakkındadır. Onların iki Musevî sır altında ezilmeleri.
Bölümün hakikaderinden:
“Allah seni zevki bir keşifle vakıf
kılmayıncaya kadar, işlerin hakikati üzerinde durma. Allah’ın keşf ve zevk
olarak seni vakıf kılması, nefsi riyazeder ve bedeni müşahedelerden elde edilen
tam bir istidat’ın meydana gelmesinden sonra olur.
Mümkünün yaratılması “kün”
kelimesindendir. Belki de bu kelimenin ta kendisidir.
Kıyametin şardarından olan dabbetul-arzın
konuşması[116],
insanların iman mı küfür mü üzere olduklarını yüzlerine söylemesidir. Bu
ahir zamanda olacaktır. Bu hayvan ancak onlar- dandır. Hadiste, bu hayvanın şu
anki yeri, Kuzeydeki bir denizdeki bir ada olduğu belirtilmiştir. Bu Deccal’in
de bulunduğu adadır.” “Burada ibarenin altında sırlar vardır. ”
Sonra şöyle der:
“Ruhlar, suflî suretlerin
yüce felekleridir. Aralarında ince örtüler vardır. Ruhlar, tabiî ve ruhanî
gıdayla cisimlere yardım etmek için bu örtülere inerler. Tabiî gıda, büyüme ve
tabiî hayattır. Ruhanî gıda ise, İlahî ve kevnî ilimlerdir.
Ruhların yararlandığı
tabiî yardım tabiattandır. Ruhların yararlandığı ruhanî yardımı ise küllî
nefisten yani “Levh-i Mahfûz”<kmd\r.
Öğrenmenin dayanağı bu
ruhanî feyizdir. Sana kimin öğrettiğini söyleyen, ancak sende mevcut olan bu
feyzin yolundan istidat engelini kaldırandır.
Sözle ifade edilemeyen
İlahî zevk ilimlerine gelince, onların yolu, özel İlahî yönden uzatılan İlahî
isimlerin örtüleridir. Bu özel İlahî yön hem ruhî hem de cismî âlemden herkes
içindir.
Meleklerin kanatları
gerçektir. Melekler onlarla kulların kalplerine inerler. Orada ancak bu
kanatlara sahip olanlar vardır. En azından iki kanat veya bir kanat bir de
yardımcının olması, bu meleklerin, kul ile Rab arasında yolculuk yapmaları
sebebiyledir. Bundan dolayı bu ikisi gerçektir. Onları taşıması için iki
kanadın olması gerekir. Yüklerin artmasıyla kanatlar artar. Yük de ilimler,
haller ve idraklerdir.”
Nurları farklı üç ayrı
nur, kaçma, korkutma ve haberlerin doğrusu sırrının menzilinin bilinmesi
hakkındadır.
Dedi ki:
Nefs-i Natıka: Dünya ve ahirette mudu olan
nefistir. Çünkü o, mutsuzlar âleminden değildir. Bundan dolayı Rasûlüllah
salla'llâhü aleyhi ve sellem bir Yahudi’nin cenazesinin önünde kalkmış, bunun
sebebi sorulunca da şöyle demiştir. “Bir nefis değil midir. ” O,
Allah’ın ruhundan üflenendir.
Nefs-i Hayvani: Bütün hayvanlarda hissedilen
nefistir. Dünya ve ahirette azap ve nimet bu nefis içindir. Bu nefis, nefs-i
natıka’nın bileşimidir.
Cevher-i küll: Alemin aslıdır. Mümkünlerin surederi
onun üzerinde çeşidenir. Devamlı ve ebedi olarak mümkünleri yaratmakla
Allah’ın hafızasıdır. Mümkünlerin yaratılışı bu cevherle olur ve bu cevher
varlığını korur.
A’yan-ı sabite’de
varlıkla yokluk arasındaki iş, özel hallere göredir.
Önemli marifet. Hakiki kaçış, cehaletten ilme
kaçıştır, âlemden Allah’a kaçış değildir. Çünkü bu imkânsızdır. Zira kaçanın
varlığı âlemdendir. Kendi varlığından nasıl çıkabilir ki? Cehalet, sahibini şu
tasavvura götürür: Allah âlemden ayrıdır. Alem de O ndan ayrıdır. Dolayısıyla
O’na kaçmak gerekir.
Allah’la Yetinmek. Bu, gerçekleşmesi uygun olmayan bir
taleptir. Çünkü herhangi birisinin Allah’la yetinmesi, Allah’a ihtiyaç
duymamasıdır. Allah’a ihtiyaç duymamak muhaldir. Çünkü fakirlik (ihtiyaç
duymak) mümkünlerde zatîdir. Zenginlik ise Hak’ta zatîdir. Hakikatler ise
değişmez.
Halvet. Gizlilikte Allah’la oturmaktır,
zahirde ise kâinatta O’nu müşahede etmektir. Bannda O’nunla oturmak mazhar-
larda onu temyiz etmektir. İlmi olmayanın müşahedesi yoktur. Müşahedede olsa
bile bunun farkında değildir.
Karanlıklar. Karanlıklar üçtür.
3-
İlk aklın karanlığı. İlk aklın bu karanlığı zatî
gaybın karanlığından sağlanır.
Marifet O’nu ancak kendinden tanırsın.
Bundan dolayı O’nu tek bir surette görmezsin. Çünkü tabiaun itibarıyla karanlık
yapan, varlığın itibarıyla aydınlatansın. Mümkünün zatî bir rüyette olması
umulmayan bir şeydir. Çünkü o zattın dışında olan bir şey değildir. Öyleyse
görülen kimdir, gören kimdir?
insan: Alemin infialidir. Âlem ise onun
bedenidir. O âlemin ruhudur; çünkü Allah için kastedilen varlığın kendisidir.
Allah, gökleri ve yeri ancak madup marifetin oluşması için var etmiştir. Âlemi
de bu matlup marifet için yaratmışur.
“İsim, müsemmanın mertebelerinden
biridir. İsim, ismin ve müsemmanın ismidir. Varlık ise birdir.
İnsan-ı kâmil tek hakikattir. Şahısla
olan olsaydı, birden fazla olmazdı.
İsimlerin insan-ı kâmile nispetinin
anlamı, mana ve suret olarak insan-ı kâmilin onlarla ortaya çıkmasıdır.
İsimlerin sureti insan-ı kâmilin sureti içindir. Manaları da onun manası
içindir. Hak’ta olduğu gibi. İsimlerin manaları zatı itibarıyla Hak içindir.
Suretleri ve dönüşümü kabul etmesi itibarıyla da suretleri O’nun içindir. Durum
bizimle O’nun arasında aynıdır. Çünkü varlık birdir.”
Sonra şöyle der:
İzafet
1-
Mülkiyet izafeti: Zeyd’in malı gibi.
2-
Teşrif izafeti: Melik’in kulu gibi.
3-
İstihkak izafeti: Hayvanın eğeri gibi.
Bunların hepsi Hakk’a izafe edildiğinde
insan-ı kâmil için doğrudur. Hatta bu izafetler vakiîdir. İnsan-ı kâmil Hakk’ın
gaybıdır. Çünkü misildir (benzer). Sonra şöyle der:
“Âdeme bütün isimleri öğretti”[117] ayetinin anlamı, insanın hakikatinin
kabul ettiği bütün isimler demektir.
Muhammedi mertebeden “seni
kastediyorum ey komşu (kadın) duy” menzilinin bilinmesi hakkındadır. Bu,
emri tefrik etmek ve keşifte ketmin sureti menzilidir.
Haki kader:
“İki misil, iki beyaz ve iki siyah
gibidir. Tanım ve hakikat ikisini de kapsar. İki zıt, beyaz ve siyah, güzel ve
çirkin gibidir. İki hilaf, tek bir varlıkta renk ve tat gibidir.
Zikredilen bu üç kavramdan her
birinde bütünün hükmü vardır. Mesela; beyaz, beyaz gibi ise de mahal açısından
hilaf ve zıttır da. Çünkü bir mahal, ikisini bir arada tutmaz. Araştırdığın
zaman birbirine hilaf ve zıt iki şey de aynıdır.”
Sonra şöyle der:
“Insan-ı kâmil, İlahî suret açısından
misildir. Kul olduğu halde, kul olduğuna Rab olmasının doğru olmaması açısından
zıttır. Hakk’ın onun görmesi, duyması ve konuşması olması bakımından hilaftır.
Böylece Hak onu ve kendisini aynı hakikatte ispat etmiştir. Nefsini bilen,
misil, zıt ve hilaf bilgisiyle Rabbini de bilir.”
Daha sonra Şeyh, hakiki içtihadı
zikreder ve şöyle der:
“içtihat, kendisiyle özel tenezzül
kabul edilen batındaki istidadı meydana getirmek üzere gayret sarf etmektir.
Bu İlahî tenezzülü, nübüvvet ve risalet döneminde sadece nebi ve resul kabul
edebilir. Resûlullah’ın (s.a) gerçekte onaylamış olduğu sabit bir hükme
muhalefete yol verilmemiştir.”
Daha sonra, ilahi
isimlerde misliyyet, zıddiyet ve hilafiy- yete yer vermiştir.
“Misil, Rahman ve Rahim
gibidir. Hilaf, Rahman ve Sabûr gibidir. Zıt ise Darr ve Nâfi’ (zarar ve fayda
veren) gibidir.”
Bir şiir söyler:
Kendisini görünce
tanımadı
Ne perde ne keşif ne
de bakış olarak
Şiirde köşkü gördüğünde “tanımadı
” ifadesinde geçen zamir, Belkıs’a döner. Belkıs onda köşkün suretini
görmüştü. Sarh (Köşk), “aydınlanma anındaki cisim’e işarettir, Belkıs
ise nefsin remzidir.
Övülen karanlıklar ve
görülen nurların menzilinin bilinmesi hakkındadır.
“Nûr idrak edilir ve
onunla idrak edilir. Karanlık ise idrak edilir; ama onunla idrak edilmez. Nûr,
idrak edilip onunla idrak edilmemesi bakımından bazen büyür. İdrak edilmeyip kendisiyle
idrak edilmemesi bakımından da latifleşir. İdrak ancak idrak edilendeki nurla
olur. Hak mahza nurdur. Muhal mahza karanlıktır. Bu iki asıl, âlemdeki nur ve
karanlığın aslıdır.”
Sonra şöyle der:
“Yaratılış, nurla
karanlık arasında bir berzahtır.
Mümkün, kendisiyle kendi
hakikatini ve nur ve karanlığın hakikatini toplamıştır. O sahili olmayan bir
denizdir. Ancak iki tarafı vardır.
Mümkünün hayaldeki misali, merkezdeki
noktaya nispetle dairenin muhiti gibidir. Nokta asildir. Muhit ona göre ortaya
çıkmıştır.”
Bölümün hakikaderinden:
“İlahî nur, her şeyi kapsar, hatta
muhali de. Muhal farazi olarak vardır. Yokluk da böyledir. Muhal ve yokluk iki
malumdur.”
Sonra bir şiir söyler:
Şeyden başka şey yok,
çünkü O’ndan gayrisi yok
Nur oldugunda.n dolayı
bilgi onu kuşatır.
Hâulâi ile kendilerine işaret edilenler,
yaratılışlarında ve hükümlerinde İlahî isimlere dayanmışlardır. “Allah
Ademe.18 ayetine dikkat et!
Tevhidi hakikader hakkında şöyle
demiştir:
“Her varlığın, mevcudun ve madudun
ahadiyyeti vahidin kuvvetindedir. Bunun için her mevcut kendisine özgü bir
ahadiyyede ortaya çıkmışür. Ahadiyyet ahadda zahir, bütünde gizlidir. Zaün
ahadiyyeti ahad ve basit varlıklardadır, bütünün ahadiyyeti mürekkep
varlıklardadır. Bunlara isimler, nispetler veya sıfadar denir.
Bütün muhdes varlıklar, Zat’ın
tevhidinin nuruyla ortaya çıkmıştır... Varlıkta kesretin ahadiyyetinden başka
bir şey yoktur. Zat’tan başka bir şey yoktur. Uluhet, bu Zat’ın nefsî bir
sıfatıdır. Çünkü O, zatından dolayı O’dur. En güzel isimler O’nundur.
Ma’kul-ı zat, ma’kul-ı gina ani’l-âlemîn’den (âlemlere ihtiyacının olmamasından) farklıdır. Hak, âlemlerden müstağni olsa bile, bunun anlamı, fakirliğin O nda bulunmasından münezzeh olmasıdır ya da kendisinden başka O na delalet eden bir delilden münezzeh olmasıdır. O, âlemi cömertliğinden ve kereminden var etti. Öyleyse, isimlerin olması gerekir, âlemin olması gerekir ve kesretin ahadiyyetinin olması gerekir.
Zat’ın nurları,
mevcudattan başka bir şey değildir. Bunlar Zat’ın tecellileridir. Mevcudat,
mevcudatın nurundan ortaya çıkmıştır. Mevcudatın Var Edici si de onlara
görünmüştür. Mevcudat Var Edici sini mevcudattan bilmiştir.”
Sonra tecelliler hakkında
konuşur:
“Zat’ın tecellileri,
mümkünlerin varlıklarının üzerine yayılır ve geri yansır. Böylece Hak
kendisini idrak eder.
Mümkünün tecellilerle
yanmasının anlamı, varlığının, hakikatte varlığa sahip olana dönmesidir.
Böylece mümkünler, sabitlik şeyliklerindeki hakikat üzere kalırlar. Zat’ın
tecellileriyle, Hak aynasında mümkünlerin çokluğu ortaya çıkmıştır. Hak onları
kendi zatında mümkünlerin içinde bulundukları ve hak ettikleri hakikatlerine
göre idrak etmiştir. Bu âlemin zuhuru ve bekasıdır.”
Muhammedi mertebeden
takdirde Hak ile ortaklık menzilinin bilinmesi hakkındadır.
Bölümün başındaki
şiirden:
Varlıkta Allah’tan
başka varlık olsaydı bulamazlardı
Onda fail ve munfail
olanın kim olduğunu
Fakat âlemde birdir ve
tek
Benzersiz yaratmak ve
değiştirmekle düveli.
Bölümün hakikatlerinden:
“Kemalini bilmek isteyen
kendisine, emrine ve nehyine baksın. Herhangi bir dil, herhangi bir organ ve
kendisinden başka herhangi bir mahlûk vasıtası olmaksızın yaratılışına baksın.
Bundaki mana kendisi için sahih olursa, o kemalinde, Rab- binden bir delil
üzerindedir. İnsan kendisinde tek bir şey oluncaya kadar toplanırsa,
himmeti gerçekleşir.”
Sonra aklı evvel veya
beyaz inci hakkında onların mahza nur olduğunu söyler.
Kısaca bölümün
hakikaderinden bazıları:
Küllî Nefis-. Yani yeşil zümrüt. Aydınlıkta
akıldan daha aşağıdadır. İki âlem için cüzî ruhlar vasıtasıyla, cisimlerde
hayat ondan yayılmıştır.
1-
Ulvî âlem: “Ruhlar, cennet ve içindekiler
gibi"
2-
Suflî âlem: “Maden, hayvan ve bitkideki unsurlar. ”
Daha sonra tabiat
hakkında şöyle der:
“Tabiat, küllî nefsin
bütün heyulaya yayılan gölgesidir.
Küllî cisim: Bu tabiat ve
heyulanın cevherinden ortaya çıkan şeydir. Bu cisimler için bir bütündür.
Karanlığından dolayı siyah teşbih tanesi olarak isimlendirilmiştir.”
Takdir: Bu “O, işi
tedbir eder”[118]
ayetindeki tedbirdir.
İcat: “Ayetleri
açıklar”[119]
ayetindeki tafsildir.
lnsan-ı Kâmil: Tedbir
edilen işin kendisidir. Bütün âlemin suretine göre biçimlenmiştir. Manevî
olarak bütün İlahî isimlerin suretine göre biçimlendiği gibi.
Kalp ve yüz, parça ve bütün
secdesinin menzilinin bilinmesi hakkındadır. Bu iki sücûd ve iki secde
menzilidir.
Bölümün hakikaderindendir:
Gayb: Aleme nispetledir. Şahadet de
böyledir.
Kalp: Gayb âlemindendir. O keşfi olarak
secde ettiğinde ebedi olarak dünya ve ahirette baş kaldırılmaz.
Şeyh, şöyle dedi: “Alemler, hareket,
sükûn, toplanma ve ayrılmadır. Keşf ehli şöyle demişlerdir: Bu âlemlerin bir
halden başka bir hale intikali ve dönüşümü, hareketli, sakin, toplanmış veya
birbirinden ayrılmış şeylere nispededir. Bu yaratıkların araz oldukları
konusunda herhangi bir şüphe yoktur. Muhalle vasıflanan manalar veya nispeder
olmaları fark etmez.
Meşiet. “Allah dilemedikçe siz
dileyemezsiniz’[120] ayetinde Allah, dileyendir. Kulun
nefsinde bunun için bir irade görmesi, Hakk ın onun iradesi olmasındandır,
başkası değil.
Alemde kesinlikle sükûn yoktur.
Hareketler âleme farklı farklı etkiler verirler. Hareketler olmasaydı,
sürelerin nihayeti olmazdı, sayıların hükmü bulunmazdı ve eşya belirlenmiş bir
süreye kadar akıp gitmezdi. Hareketlerin aslı, amâ, istiva ve nüzulde olan
ilahi sıfatlardır.”
Kendisinden daha aşağıda bulunan ve
kendisini tanımayan arifin halinin menzilinin bilinmesi hakkındadır. Ona
öğrenme imkânına sahip olmadığı şeyleri öğretmesi ve Yaratıcı’nın neşe ve
ferahlıktan tenzih edilmesi.
Kulun eliyle meydana gelen fiilin
nispeti incelenmiştir. Bu konu, başka bölümlerde de işlenmişti.
Bilenin dünya ve ahirette rahadık ve
ilahi gayrete kavuştuğu iki sırrın menzilinin bilinmesi hakkındadır.
Bölümden hakikatler:
“Meleğin hakkında indiği şeydeki
fark, meleğin inmesinde değildir. Melek, zamanı geçen peygamberin şeriaunı
öğretmek veya sözlerini ve hükümlerini tahkim etmek amacıyla veliye iner. Bazı
veliler için tenzilde inzal zevki vardır.”
Bir Mülahaza: Bu bölüm bütünüyle çok
önemlidir. Vahdet hakkında eşsiz incelemelerdir. Şiirleri de öyledir. Bunun
için yukarıda zikrettiğimin dışında başka bir şey nakletmedim.
Muhammedi mertebeden hali ve makamı
âlemlere gizlenen kimseye rahmet mertebesinde ulaşan sırların menzilinin
bilinmesi hakkındadır.
Bölümün hakikaderinden:
Şeyh’in sözlerinden: “Biz Allah’a ve
Peygamberine ve Peygamberinin icmali ve tafsili olarak getirdiği, tafsilatı
bize ulaşan ve ulaşmayan veya yanımızda sabit olmayan şeye iman ettik...”
Bu, önemli bir cüzdür. Kıyamet gününe
kadar mümin ve nebileri müşahedesi ve ubudiyetin her makamdan üstünlüğü
incelenmiştir.
Resûlullah’ın müjdelediği
ahir zamanda ortaya çıkan Mehdi’nin vezirlerinin menzilinin bilinmesi
hakkındadır. Mehdi, Ehl-i Beyt’ten olacaktır.
Mehdi’nin vezirleri
hakkında şöyle der:
“Onlar dokuz kişidir ve
hepsi de Mehdi’ye muhtaçtır. Vezirler dokuz emirle kaim olurlar, ne onuncusu
vardır ne de eksiği.” Bu emirler şunlardır:
2-
İlkâ anında ilahi hitabın bilinmesi.
4-
Emir velilerinin mertebelerinin belirlenmesi.
6-
Mülkün ihtiyaç duyduğu hissi ve aklî rızıklar.
7-
İşlerin birbirine girmesi ilmi.
8-
İnsanların ihtiyaçlarını gidermede araştırma ve
aşırıya kaçma.
9-
Âlemde özellikle zamanında ihtiyaç duyulan gayb ilmine
vukufiyet.
Onu kabul edeceklerin
azlığı ve kavramada zihinlerin yetersizliği nedeniyle muhakkiklerden hiç
kimsenin keşfedemediği beşinci tevekkül menzilinin bilinmesi hakkındadır.
Bölümün hakikaderinden:
“Rasûlüllah
salla'llâhü aleyhi ve sellem, başkasının değil bilenin gözünü görmüştür.
İtikadının sureti değişmemiştir. Resûlullah’ın otuz dört isrâsı olmuştur.
Bunlardan bir tanesi bedeniyle —ki bu kapısıdır- diğerleri ruhla olmuştur.
Velilerin berzahî, ruhanî isrâları
vardır. Bu isrâlarda, mü- şahhaslaşmış manaları, hayale hissedilen suretlerde
müşahede ederler.”
Bölümde Şeyh’in Îdrîs (a.s.) ile bir
konuşması da vardır.
Geldi, gelmedi gibi fiillerin ve tek
emir mertebesi menzilinin bilinmesi hakkındadır.
Bu bölümde “el-hakkül-mahluk bih”
meselesi incelenmiştir.
Gömerdik hâzineleri anahtarlarının
menzilinin bilinmesi hakkındadır.
Bölümün hakikaderinden:
“Meleklerin Adem’e secde etmeleri,
suretten ve daha önce kendilerine isimleri öğretmesinden dolayı idi.”
Muhammedi mertebeden artma ve varlık
ve değişme sırlarından bir ve iki sırrın menzilinin bilinmesi hakkındadır.
Bu bölümde sıradar (yollar)
açıklanmışm. Bunlar:
5-
Hz. Peygamberin (salla’llâhü aleyhi ve sellem) yolu
Şer’i hükümlerde içtihat
etmede, ilimleri Allah’tan alma makamının yüceliği de bu bölümle incelenmiştir.
Şeyh, bu menzilin
ilimleri arasında şöyle der:
“İnsanın bitki olma
yönünden değil de ağaç olma yönünden nebata benzemesi bu menzilden öğrenilir.
Bundan dolayı Adem’in ağaca yaklaşması yasaklanmıştır. Bu nefsinin heva ve
hevesine yaklaşmaması konusunda bir uyarıdır. Bu da “ve kendini nefsine
(kulluktan) alıkoyan kimse var ya”[123] ayetidir. Yapılması
veya terk edilmesinde hüküm olmayan hususlar, kişinin iradesine bağlıdır.”
Muhammed ümmetine vasiyet
edilen bir ve üç sırrın menzilinin bilinmesi hakkındadır.
Bölümün hakikaderinden:
“Ahiret dirilişi, berzaha
benzer, insanın batını mahiyet itibarıyla hayal sahibidir.”
Bu bölümün önemi:
Bu bölüm, âlemin
varlığının tertibini ve birkaç temsilî resmi içermektedir. Onda büyük sırlar ve
yüce hakikatler vardır.
Muhammedi mertebeden sana
ait olmayan şeyle kendini övmen ve bunda Hakk’ın seni şereflendirmek amacıyla
sana icabeti sırrının ve iki sırrın menzilinin bilinmesi hakkındadır.
Bu bölümde hayal âleminde
temsil edilen suretler incelenmiştir. Onlar benzediği asli suretlerin hükmünü
alırlar.
Muhammedi mertebeden
mertebesi inayede âlemden üstün olan hikmedi suda ortaya çıkan üç sırrın ve
suren değişse de âlemin ebedi olarak kalmasının menzilinin bilinmesi hakkındadır.
Haki kader:
Cüzî ruhlar. “Ruhumdan
ona üfledim’ ayednde
geçen ve Allah’a izafe edilen küllî ruhtan üfurülen ruhtur. Bundan dolayı, onu
cisimlerden önce yaratnğını yani takdir ve tayin ettiğini söylemiştir.
Şeyh, ruhların cesede
bürünmesinde ve bedeni suretlere bürünmelerinin sebebi hakkında önemli
incelemeler yapmıştır. Hülasa olarak; ruhlar hakikatte basit varlıklardır.
Suretler, hakikatte hangi surette olurlarsa olsunlar, bakanın gözüne ra- cidir;
fakat hayal âleminde.
Muhammedi mertebeden rüya
ve riya menzilinin bilinmesi hakkındadır. Rablık mertebesinde eşyadan öne
geçenler. Müminlerin bir ayağı olduğu gibi kâfirlerin de bir ayağı vardır. Her
grubun ayaklan bir ayak üzeredir ve adalet ve fazilet üzere imamıyla gelir.
Bölümde şu husus
incelenmiştir:
“Hakk’ı görmek sürekli
bir ihsanla olur. Bunun bir talepten olup olmaması fark etmez.”
Muhammedi mertebeden
hayalî benzerliğin, hakikat ve karışım âleminin menzilinin bilinmesi
hakkındadır.
Şeyh, hayal mertebesine
özgü hakikatleri zikretmiştir. Kemalin şifan olan mihverler hakkında
incelemelerdir.
Hikmet mertebesinden
dosdarla düşmanları bir araya getiren menzilin bilinmesi hakkındadır. Gayb
âleminin birbiriyle çatışması. Bu mertebe bin Muhammedi makam içerir.
Bu bölümde, ganimetler ve
paylaştırılması incelenmiştir. Bu ganimeder ilim ve marifet ganimederidir.
Kıyam, doğruluk, şeref,
inci ve surelerin secdelerinin menzilinin bilinmesi hakkındadır.
Bu bölümde biricik ve
önemli hakikatler, değerli şiirler ve Musevî rüyet incelenmiştir.
İlahî mertebeden behimî
ümmetin, ihsanın, üç ulvî sırrın, sonradan gelenin öne alınmasının, önce
gelenin sona bırakılmasının menzilinin bilinmesi hakkındadır.
Bölümün hakikaderinden:
“Hayvan, cansız ve
bitkiden her varlık haşr olacaktır.”
Hail ve akd, ikram ve
ihanet, duanın haber verme tarzında meydana gelmesinin menzilinin bilinmesi
hakkındadır. Bu Muhammedi bir menzildir.
Bu menzilde, on iki
adamın hali incelenmiştir. Onlar, Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
sayısı on bir olan Vitir namazı rekâdarının sureti üzere olanlar ile onları
toplayandır.
Muhammedi makamdan
âlimler peygamberlerin varisleridir menzilinin bilinmesi hakkındadır.
Bu bölümde, Allah’ı
bilenleri peygamberlere mirasçı kılan şeyleri incelemiştir. Bununla beraber, “Dünyanızdan
üç şey bana sevdirildi”hadisinin açıklamıştır.
Tevhid ve cem menzilinin
bilinmesi hakkındadır. Bu menzil beş bin re&ef makamını ihtiva eder ve bu
menzil Muhammedi mertebedendir. Onun müşahedelerinden en mükemmeli ayın yarısı
veya sonunda olandır.
Bu menzilde hayal âlemine
özgü hakikatleri ve bu hakikatlerin önemini incelemiştir.
Matemlerin, ilahi
gelinlerin sayısı, yabancı, Musevî ve gerekli sırlar menzilinin bilinmesi
hakkındadır.
Saliklerin varacağı ilahi
kapı. Nebilerin ilimlerinin penceresi.
Haremlerin incelenmesi.
İsevî hatem, Muhammedi harem ve diğerleri. Gelinlerin incelenmesi. Muhkem ve
müte- şabih ilimlerin incelenmesi. Ayni bir varlık değil de itibarî bir hüküm
olan Berzah’ın incelenmesi.
Muhammedi büyüklükleri
kendisinde toplayan büyüklük menzilinin bilinmesi hakkındadır.
Bu bölüm, tasarruf
hakkına sahip olan on dört adama tahsis edilmiştir.
Bu konuda Şeyh’in bu
menzili irdeleyen "el-Azamet" isminde bir risalesi vardır ve
bu risale yanımda mevcuttur. Bu menzil, menzillerin sonuncusudur.
Hitabî münazelelerin
bilinmesi hakkındadır.
Bu bölümde münazelelerin
anlamını ve türlerini incelemiştir. Bununla beraber et-Tûr Sûresi’nin ilk
ayederini de incelemiştir. Bu bölüm, münazele bölümlerinin ilkidir.
“Değersiz olan galip
gelir” ve “büyüklenen
men edilir” mü- nazelesinin bilinmesi hakkındadır.
İlahî men ve bağış, mani’
isminin hükmü hakkında önemli incelemeler.
“Şah damarı”ve “beraberliğin ey«zjyeft”münazelesinin
bilinmesi hakkındadır.
Bu İlahî beraberliğin
incelenmesi, “Rahmet Rahmanın bir dalıdır” hadisindeki Rahman ismi için
önemli bir incelemedir.
Büyüklük tevazusu
münazelesinin bilinmesi hakkındadır.
Bu bölümde “Allah’ı
gereği gibi takdir edemediler”[124],
“Onun benzeri hiçbir şey yoktur”[125], “Yerde ve gökte büyüklük
O’na ait- tir”[126],
“İzzet sahibi olan senin Rabbin onların nitelemelerinden yücedir... ”[127]
ayederini açıklamıştır. Bölümün sonunda “Acıktım, beni doyurmadınız”
hadisinin açıklaması vardır.
Meçhul bir münazelenin
bilinmesi hakkındadır. Bu, belirleme olmaksızın yükseldiğinde Hak’ta aradığına
yönelir. Hakk’ın yanında olan her şey belirlenmiştir. Belirleme olmadığı için
münasip olmayan bir şekilde Hakk’a yönelmiştir.
Bu münazelede, “iyilik
yapanlar için Hüsna ve daha fazlası vardır”[128], “Günler sayısınca başka
günlerde"[129],
“Sana kitabı indiren O’dur. Onda muhkem ayetler vardır... ”[130]
ayetleri tahkik edilmiştir. Ayrıca, “Cennete hiçbir gözün görmediği... ” hadisi
ile orucun benzerinin olmadığını belirten hadisin açıklaması vardır.
Varlığın bana, varlığım
sana münazelesinin bilinmesi hakkındadır.
Bu bölümde vahdet
hakkındaki incelemeler önemlidir. “Sonra yaklaştı ve iyice sarktı ” [131]ayetini incelemiştir.
Benim dışımda bir şeyin
zamanı onun varlığıdır. Benim zamanım yoktur. Yoksa sen olursun. Senin zamanın
yoktur. Sen benim zamanımsın, ben de senin zamanınım münazele- sinin bilinmesi
hakkındadır.
Bu bölümde, zamanın
mahiyetini ve felekî günlerin hesaplanması konusunu incelemiştir.
Sual ayaklarının üzerinde
sabit kalmadığı akışkan yol mü- nazelesinin bilinmesi hakkındadır.
Bu münazelede, bu
münazele mertebesi hakkında marifet ehlinin görüşleri şu açılardan
incelenmiştir:
a- Hak tercih. Hükümler,
vakıada bizzat mümküne nispet edilmiştir. “Bu birinci sözdür. ”
b- Ondaki zahir mahal.
Hüküm, Hakk’ın varlığıdır, eserler mümkünün hükümleridir. “Bu ikinci
sözdür. ” Ayrıca bu bölümde “attığın zaman sen atmadın”[132]
ayetinin açıklaması vardır.
“Kim merhamet ederse
biz de ona merhamet ederiz, kim merhamet etmezse biz ona merhamet ederiz,
sonra gazab eder ve unuturuz” münazelesinin bilinmesi hakkındadır.
Bu münazelede, ahirette
rahmetin umumiliğini incelemiş, rahmede ilgili ayet ve hadisleri açıklamıştır.
Ayrıca “Allah’ı unuttular, Allah da onları unuttu’[133] gibi unutmayla ilgili
ayetleri açıklamıştır.
Kendisini korkutan şeyi
görme sınırında duran kimse helak olur münazelesinin bilinmesi hakkındadır.
Bu münazelede, nefs-i
natıka’nın heykellerle ilişkisini incelemiştir. Kâinat, isimlerin
nispederinden var olmuştur ve nispetlerden başka bir şey yoktur.
Edepli olan erer, eren
edepli olmasa bile dönmez münazelesinin bilinmesi hakkındadır.
Bu münazelede, Zat ilmine
benzeyen garip bir ilmi incelemiştir. Bu da şudur: Mevcudatın dış
varlıklarının asılları, yokluk nispederidir. Onların toplanmasıyla kaim bir
dış varlık zuhur etmiştir. Bu bütünün mahiyetini kavramak hiç kimse için
mümkün değildir ve hiç kimseye öğretilemez de. Bu sadece Allah’a mahsustur ve
bu bütün âlemde işlektir.
Ayrıca bu münazelede,
varış ve dönüşün olmayışı, edeplinin manası incelenmiştir.
Mertebeme girip üzerinde
hayâsı kalan kimsenin ölümünde dayanağı benim münazelesinin bilinmesi
hakkındadır.
Bu münazelede, “Onu sevdiğimde
kulağı olurum... ” hadisinin incelenmesi vardır.
Muhammedi mertebeden kendisini benden
perdeleyen ilimleri ve maarifi toplayan kimsenin münazelesinin bilinmesi
hakkındadır.
Bu münazelede, her mümkün varlığın
ilahi özel yönü hakkında incelemeler vardır. Mümkünün bilinmesi, ölçüsü, meydana
geliş keyfiyeti ve ilimlerin ondan gelişi incelenmiştir.
Allah’ın doğru sözü olan “Güzel ve
temiz sözler O’na yükselir. Güzel ve makbul işi de Allah yükseltir”[134]
münazelesinin bilinmesi hakkındadır.
Bu münazeleyle, Hüviyye mertebesi ve Tasrif
mertebesi incelenmiştir. Birinci mertebe Ebû Suûd b. Şiblî’in mertebesidir,
ikinci mertebe Şeyh Abdulkadir el-Cîlî’nin[135]
mertebesidir.
insanlara öğüt veren beni tanımamış,
onlara hatırlatan beni tanımışnr. Hangisi olmak istersen ol münazelesinin bilinmesi
hakkındadır.
Bu münazelede öğüt, hatırlatma ve
ilahi günler incelenmiştir.
Kim oraya girerse boynu vurulur ve
girmeyen kimse kalmadı mertebesinin münazelesinin bilinmesi hakkındadır.
Bu münazelede ittihat makamı
incelenmiştir. Bu önemli bir özettir.
Benim için zuhur edene batın olurum,
benim sınırımda durana görünürüm münazelesinin bilinmesi hakkındadır.
Bu münazeleyle, ez-Zâhır ve el-Batın
isimleri ve evvellik ve ahirlik incelenmiştir. Önemli bir
münazeledir.
Ölüye ve diriye beni görmeye yol
yoktur münazelesinin bilinmesi hakkındadır.
Rüyet ve “Gözler O’nu
idrak edemez”[136]
ayeti açıklanmıştır.
Beni yeneni yenerim ve
kimi yenmişsem o beni yenmiştir, teslimiyete yönelmek daha uygundur
münazelesinin bilinmesi hakkındadır.
Bu münazeleyle ilahi
isimlerle ablaklanma konusu incelenmiştir.
Kullarıma karşı hüccetim
yoktur münazelesinin bilinmesi hakkındadır. Onlardan hiç biri yoktur ki
kendisine “niçin yaptın?” diye sormam üzerine “sen yaptın” demiş olmasın.
Bu münazeleyle, rahmetin
umumiyeti incelenmiştir.
Tebaasına karşı nefret
besleyen kendi mülkünün helakine koşmuştur, onlara yumuşak davranan mülkünü
ayakta tutmuştur, benden başka herhangi bir kölesini öldüren kendi
efendiliklerinden birini öldürmüştür münazelesinin bilinmesi hakkındadır.
Bu münazeleyle ubudiyet
incelenmiştir. Önemli bir incelemedir. Özellikle de İlahî ilmin, bilinenler,
takdir edilenler ve irade edilenlerle ilişkisi önemlidir.
Kalbini evim yapan ve
benim dışımda kalan her şeyi oradan tahliye eden kimseye neleri verdiğimi hiç
kimse bilemez.
Onu el-beytul-mamûrA
benzetmeyiniz. Çünkü o meleklerimin evidir, benim değil. Bunun için dostum
İbrahim aleyhisselamı orada oturtmadım münazelesinin bilinmesi hakkındadır.
Bu münazeleyle, kalbin
Hak için genişlemesi ve nazar edenlerin türleri hakkında peygamberlerden gelen
haberler incelenmiştir.
Benden herhangi bir şey
başka bir şey için zuhur etmemiş ve zuhur etmesi de gerekmez münazelesinin
bilinmesi hakkındadır.
Bu münazeleyle, vahdet,
isimler, mümkünler, zahirler ve batınlar hakkında önemli incelemeler
yapılmıştır.
Göz kırpmasından daha
hızlı bir şekilde benden kapılır, benden başkasına bakarsan bu benim değil
senin zafiyetin- dendir münazelesinin bilinmesi hakkındadır.
Bu münazeleyle teklif ve
kulun amelleri konusu incelenmiştir.
Cumartesi günü,
bağladığın ciddiyet örtüsü çözülür, âlem benden ben de âlemden boşaldım
münazelesinin bilinmesi hakkındadır.
Bu münazele “ebediyet
günü" olan cumartesi gününe özgüdür. Burada Şeyh’in es-Sebtî b. Harun
er-Reşid ile bir olayı anlatılır.
isimlerim üzerinde
perdedir, kaldırırsam bana ulaşırsın münazelesinin bilinmesi hakkındadır.
Bu münazele, mahza
ubudiyet makamına ait marifetlere özgü bir incelemedir. Eşsiz bir bölümdür.
“Varış Rab binedir”[137], Benimle izzet bulunuz mudu olursunuz
münazelesinin bilinmesi hakkındadır.
Bu münazele, âlemle Allah
arasındaki nispeti incelemeye özgüdür. Varlığın devreleri incelenmiştir.
Neredeyse ateşe
girmeyecekti mertebesinden hakkında kitap öne geçer ve ateşe girer
münazelesinin bilinmesi hakkındadır.
Bu münazeleyle, kitabın
öne geçmesi, ilmin maluma tabiiyeti konusu incelenmiştir.
Benim için olan hor olmaz
ve asla hüsrana uğramaz münazelesinin bilinmesi hakkındadır.
Bu münazele, kulun ilahi
izzete karşı zilleti ve “benim için olan”sözündeki Allah için olanların
mertebeleri incelemiştir.
Benden isteyen kazamın
dışına çıkmaz, benden istemeyen de kazamın dışına çıkmaz münazelesinin
bilinmesi hakkındadır.
Bu münazeleyle kaza ve kader konusu
incelenmiştir. İlave olarak ilmin maluma tabiiyeti tahkik edilmiştir.
Ancak perdeyle görürsün münazelesinin
bilinmesi hakkındadır.
Bu münazele, rüyeti incelemeye
özgüdür.
Bana dua eden ubudiyet hakkını yerini
getirmiş, kendisine insaf eden bana insaf etmiş münazelesinin bilinmesi hakkındadır.
Aynî irtibat için, âlem vasıtasıyla
Allah’ı bilme münazelesinin bilinmesi hakkındadır.
Kalbin hakikati münazelesinin
bilinmesi hakkındadır.
Bu münazele, vahdeti bilmeyle
ilgilidir. Farz ve nafile ibadetlerin birbirine yakınlığı incelenmiştir.
Ücreti Allah’a ait olanın
münazelesinin bilinmesi hakkındadır.
Bu münazeleyle ücreti Allah’a ait
olan kimseler hakkındaki ayeder incelenmiştir.
Anlamayana hiçbir şey ulaşmaz
münazelesinin bilinmesi hakkındadır.
Bu münazele, Allah’ın
kastettiğini anlamayı engelleyen sebepleri araşurmaya tahsis edilmiştir.
İlahî buyruk ve kayıtlar
olan vesika münazelesinin bilinmesi hakkındadır.
Bu münazele, indirilen
İlahî kitaplar ve müjdeler gibi İlahî kayıtları incelemeye tahsis edilmiştir.
Makamlardan kurtulma
münazelesinin bilinmesi hakkındadır.
Bu münazeleyle, “Ey
Yesrib ehli! Buradan elinize hiçbir şey geçmez"13/ ayeti ve
haller incelenmiştir.
Bana delil ve burhanla
ulaşmayı isteyen asla bana ulaşamaz, çünkü hiçbir şey bana benzemez münazelesinin
bilinmesi hakkındadır.
Bu münazeleyle, mantıkî
delil yoluyla Allah’ı bilmenin imkânsızlığı incelenmiştir. Aynı şekilde şuhudî
keşif de imkânsızdır. Bu ancak İlahî bildirimle kolaylaşır.
Fiilimi bana iade eden
hakkımı vermiştir ve üzerindeki hakkımda bana insaf etmiştir münazelesinin
bilinmesi hakkındadır.
Bu münazeleyle, yeryüzünde konulmuş
teraziler ve ahiret- teki teraziler incelenmiştir.
Bana hıyanet eden beni zikretmemiştir
münazelesinin bilinmesi hakkındadır.
Bu münazeleyle, müşahedede zikir
incelenmiştir.
Seni sevmem Benim’le kalman içindir,
sen ise ehline dönmeyi seviyorsun, bekle ki senden şifa bulayım. O zaman yanımdan
gidersin münazelesinin bilinmesi hakkındadır. Allah “O, onları sever. Onlar
da O’nu severler”[138]
buyurmuştur. O seven ve sevilendir.
Bu münazeleyle, hüviyye ve rububiyet
hükümleri ve Hakk’ın diliyle gelen garip lafızlar incelenmiştir.
İlim talep edenin gözü benden
uzaldaşmışnr münazelesinin bilinmesi hakkındadır.
Bu münazeleyle, “Gözler O’nu idrak
edemez”[139]
ayetini incelemiştir. Sonra tevhidi hakikatler hakkında şöyle demiştir:
“Birin kuvvetinde, her mevcudun,
malumun ve madudun ahadiyyeti vardır. Bunun için her mevcud kendisine özgü bir
ahadiyyede ortaya çıkmıştır. Ahadiyyet birlerde zahir, bütünde gizlidir. Zatın
ahadiyyeti birlerde ve basit varlıklardadır. Bütünün ahadiyyeti mürekkep
varlıklardadır. Bunlara isimler veya nispetler veyahut sıfatlar denir. Tevhidi
zatın nuruyla, bütün sonradan yaratılan varlıklar ortaya çıkmıştır...
Varlıkta kesretin
ahadiyyetinden başka bir şey yoktur, o da zattan başka bir şey değildir. Uluhet
bu zat için nefsi bir sıfatür. Çünkü O zatı içindir ve en güzel isimler
O’nundur. Makulu z- zat âlemlerden müstağni olan makulun zıddıdır. Hak, her ne
kadar âlemlerden müstağni ise de bu fakirliğin onunla kaim olmasından veya
kendisinden başka O’na delalet eden bir delilden tenzih edilmesidir. Bundan
dolayı kesretin ahadiyyetinden âlemi yaram. Zatın nurları mevcudattan başka
bir şeyle var değildir. Bunlar da vechin tecellileridir. Mevcudatın nuruyla
mevcudat zuhur etmiştir. Var edeni de onun için ortaya çıkmıştır. Bunu ancak
mevcudattan öğrendim.”
Hz. Peygamber e Isrâ
Gecesi, Rabbini görüp görmediği diye sorulduğunda, o “gördüğüm bir nur idi ”
dediği sır münazelesinin bilinmesi hakkındadır.
Bu münazeleyle nur
incelenmiştir. Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) “gördüğüm bir
nur idi”sözünü açıklamıştır.
“Yayın iki ucu [140]
münazelesinin bilinmesi hakkındadır.
Bu münazele,
vücudî-şuhudî vahdeti tahkiktir. Bu münazelede bulunup da diğerlerinde olmayan
şey şudur: Bu münazele, dairenin merkezinin noktasıyla muhitinin birleşmesini
araştırır. Çünkü çevre noktayla birleştiğinde, aralarında var olan şey ortadan
kalkar. Bu da âlemin Hakk’ın varlığında yok olmasıdır. Nokta çevreden ayırt
edilmez. Aksine noktanın kendisi nokta olmasından, çevrenin kendisi çevre
olmasından dolayı yok olmuştur. Böylece geriye var olan bir zattan başka bir
şey kalmamışür. Bu zat hem kendi hükmünü ve hem de âlemden kendisine nispet
edilenin hükmünü, gidiş, külli, genel, öz ve hüküm olarak yok edendir.
Dört Yüz Yirmi Sekizinci Bölüm
İki inniyet hakkında
sorma münazelesinin bilinmesi hakkındadır.
Hakkın ve halkın inniyeti
incelenmiştir. Ayrıca ubudet makamı incelenmiştir.
Dört Yüz Yirmi Dokuzuncu Bölüm
Benim Celalim karşısında
küçülene inerim, bana karşı bü- yüklenene büyüklenirim münazelesinin bilinmesi
hakkındadır.
Bu münazelenin özü şudur:
“Hak âlemin aynasıdır. Varlıklar, ondaki surederinden başka bir şey
göremezler. Onlar da surederinde derece derecedirler.”
Seni hayrete düşürürsem
kendime ulaştırırım münazelesinin bilinmesi hakkındadır.
Bu münazele hayretin
incelemesi içindir. Onda Allah’ı bilenlerin sınıfları vardır.
Kimi perdelemişsem onu
perdelemişim münazelesinin bilinmesi hakkındadır.
Bu münazele perdenin
incelemesine tahsis edilmiştir. Vakit ve vatanların hükmü de incelenmiştir.
Senden başka hiçbir şeyde
tereddüt etmedim, kadrini bil! Kendini bilmeyene şaşılır münazelesinin
bilinmesi hakkındadır.
Vahdet ve Allah’ı bilme
hakkında önemli hakikatler, Kadir gecesinin hakikati.
Seni yok edecek tecelliye
bak ve onu benden isteme, yoksa onu sana veririz, onu alanı bulamam
münazelesinin bilinmesi hakkındadır.
Bu münazeleyle fena ve
beka hakkında özel bir inceleme yapılmışür.
Dilersen seni perdelemez,
bundan sonra dilemem, artık sabit ol münazelesinin bilinmesi hakkındadır.
Bu münazeleyle, meşiet ve
ilim incelenmiştir.
Kendime karşı ahit aldım,
bazen yerine getiririm bazen bu kulumun elindedir, yerine getirmem, vefasızlık
kuluma nispet edilir, itiraz etme! Ben buradayım münazelesinin bilinmesi
hakkındadır.
Bu münazeleyle vad ve
vaîd incelenmiştir.
Senin benim katında
olduğun gibi, bende insanlar katında olsaydım bana ibadet etmezlerdi
münazelesinin bilinmesi hakkındadır.
Bu münazeleyle tabiî ve
mevzuî rahmet incelenmiştir.
Kim şeriatımdaki payını
bilirse, bendeki payını bilmiştir. Çünkü ben senin kaunda olduğum gibi, sen de
benim katımda tek mertebedeyiz münazelesinin bilinmesi hakkındadır.
Bu münazeleyle “Allah
katında olan şey, senin katında olan şey gibidir” Vonusu incelenmiştir.
Kelamımı okuyan üzüntümü
görür, onda meleklerimin eğeri kendisine iner ve sustuğunda kendisinden
ayrılırlar ve ben inerim münazelesinin bilinmesi hakkındadır.
Bu münazeleyle Kur’âriın
tilaveti incelenmiştir.
içimizdeki Havass’a
Nebevi verasetten hâsıl olan ikinci “yayın iki ucu” münazelesinin
bilinmesi hakkındadır.
Bu münazeleyle İlmî
verasetin mertebeleri ve kıyamette ilimle amel edenlerin mertebeleri
incelenmiştir.
Müşahedemle kalbinin
temelini iyice kuvvedendirene meylim arttı münazelesinin bilinmesi
hakkındadır.
Bu münazele, “Size
karşı gücüm olsaydı veya kuvvetli bir dayanağa sığınsaydım”[141]
ayetini tahkik etmiştir. Kitabın önceliği ve ilim maluma tabidir konusu da
incelenmiştir.
Ariflerin kalp gözleri
bana değil benim yanımdakine bakar münazelesinin bilinmesi hakkındadır.
Alim ile arif arasındaki
fark incelenmiştir.
Beni gören ve beni
gördüğünü bilen beni görmemiştir münazelesinin bilinmesi hakkındadır.
Hakkın görülmesi
konusunda bir incelemedir.
İrfanî keşiflerin
vacibiyeti münazelesinin bilinmesi hakkındadır.
Tekvin tecellileri ve
arifin bu tecellilere vakıf olma isteği incelenmiştir.
Hakkında saf ahit kitabı
yazılan kimse mutsuz olmaz münazelesinin bilinmesi hakkındadır.
Saf ahit hakkındadır. Saf
ahit dini Allah’a has kılmaktır. Kendilerine itina gösterilen Allah’ta fani
olmuş seçkinlerin yaptığı gibi.
Adabımla edeplendirdiğim veli
kullarımı tanıdın mı münazelesinin bilinmesi kakındadır.
Velilerin alametleri, velayet ile
hilafet arasındaki fark incelenmiştir.
Gecenin ibadetle geçirilmesinin
faydaları münazelesinin bilinmesi hakkındadır.
Gece ibadetleri canlı bir tablo
şeklinde tahkik edilmiştir.
Temizleme mertebesine giren benden
konuşur münazelesinin bilinmesi hakkındadır.
Kaderin sırrı tahkik edilmiştir.
Kendisine yanımdaki bir şeyi açtığım
kişi şaşakalmıştır, beni görmeyi nasıl isteyebilir, heyhat! Münazelesinin bilinmesi
hakkındadır.
Doğuş ve baüş ve Musevî rüyet tahkik
edilmiştir.
Allah’tan söyleyen benim kulum
değildir, ibadet eden benim kulumdur diyenin münazelesinin bilinmesi
hakkındadır.
“mülkün mülkü”ifadesinin anlamı incelenmiştir.
Zuhurum için sabit olan benimle olur.
Çünkü Allah onunla idi benimle değil, bu hakikat, ilki ise mecazdır
münazelesinin bilinmesi hakkındadır.
Kendileriyle Allah için
olan kullar ve Allah’la Allah için olan kullar hakkında bir incelemedir.
Yükselişlerin bilgisi
mahreçlerdedir münazelesinin bilinmesi hakkındadır.
İlahî isimler yönünden
Hakk’ın halkla irtibatı hakkında bir incelemedir.
Bütün kelamım kullarım
için öğüttür, keşke öğüt alsalar münazelesinin bilinmesi hakkındadır.
Bu münazeleyle kelamullah
ve mertebeleri ve öğüdün çeşitleri incelenmiştir.
Cömertliğim sana verdiğim
hallerdir. Cömerdiğinin cö- merdiği ise suç işlediğinde caniyi afiedebilmeni
sana bahşet- memdir münazelesinin bilinmesi hakkındadır.
Gömerdik ve cömerdiğin
cömerdiği tahkik edilmiştir.
Yabancı, mertebemizde
bizimle güç yetiremez, iyilik ancak akrabalar içindir münazelesinin bilinmesi
hakkındadır.
Bu münazeleyle İlahî
nispeder incelenmiştir. “De ki: Allah birdir"[142]deki haber ve bundaki
diğer haberler.
Zahirimle yöneldiğim kişi
asla mutlu olamaz, batınımla yöneldiğim ise asla mutsuz olamaz ve bunun tersi
münazelesinin bilinmesi hakkındadır.
(Gazabı) Geçen ve
kapsamlı rahmet tahkik edilmiştir. Nefsini öldüren için olan “Kulum bana
acele etti, ona cennet haram kıhndrhadisi ile “O, ilktir, sondur,
zahirdir, batındır”[143]
ayeti açıklanmıştır.
Varlığı veren vecdi
kastederek, sözümü dinlerken hareket eden, şüphesiz ki duymuştur münazelesinin
bilinmesi hakkındadır.
Musevî ağaçta, İlahî
kelam tahkik edilmiştir.
Mutlak teklif
münazelesinin bilinmesi hakkındadır.
“Bana dua edin, icabet
edeyim”[144] ayeti tahkik edilmiştir. Bu mudak
teklifin manasıdır.
Görünen tecellileri idrak
münazelesinin bilinmesi hakkındadır.
Görünen tecellileri idrak
konusu incelenmiştir. Bu gizli bir sırdır. Kim Hakk’ı bilirse bu perdeler
kendisinden kaldırılır, bilmeyene ise kaldırılmaz.
“Onlar bizim katımızda
seçilmişlerdendir”[145] münazelesinin bilinmesi
hakkındadır.
“Sonra kullarımızdan
seçtiklerimizi kitaba mirasçı kıldık... ”[146] ayeti açıklanmıştır.
İslam, iman, birinci
ihsan ve ikinci ihsan münazelesinin bilinmesi hakkındadır.
İslam, iman ve ihsan
tahkik edilmiştir.
Üzerine örtümü yaydığım
kişi benim esirgediklerimdendir, tanımaz ve tanınmaz münazelesinin bilinmesi
hakkındadır.
Hakk’ın esirgedikleri
arifler, bu ariflerin Allah’ı ve âlemi bilmeleri incelenmiştir.
Münazeleler burada bitti.
(Kutupların zikirleri ve
Muhammedi makamları)
Muhammedi kutuplar ve
menzilleri içinde Kutupların zikirleri ve Muhammedi makamlar.
Bu bölümle Muhammedi
kutupluğun anlamı, yön kutupları, makamlar ve haller incelenmiştir.
Kendi zamanlarındaki âlemin
etraflarında döndüğü on iki kutbun bilinmesi hakkındadır.
Kutupluk âleminin esası olan on iki
kutbun ilimleri, halleri, menzilleri ve dereceleri tahkik edilmiştir. Bölümde
bu kutupların durumları tafsiladı olarak anlatılmıştır.
Dört Yüz Altmış Dördüncü Bölüm
Zikri “Lâ ilâhe illallah” olan
kutbun hali hakkındadır.
Bu bölümle harflerine ve kelimelerine
özgü ilimler yönünden “Lâ ilâhe illallah”incelenmiştir. Hecîr,
herhangi bir şekilde kula gerekli olan zikirdir.
Menzili “Allahtı ekber”o\an
kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.
Bu bölümle tekbirle zikredenlerin
türleri incelenmiştir. Bunlar üç türdür. Her biri için bir fasıl ayrılmıştır.
Mertebesi ve zikri “Subhanallah”
olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.
Sahih olan tenzih incelenmiştir. Bu
bölümle, “Eğer Allah bir çocuk edinmek isteseydi.. .seçerdi. ”[147]
ayetinde gizli olan garip bir ilim ve âlemden misliyyetin nefyedilmesi konusu
incelenmiştir.
Menzili “Elhamdu
lillah” olan kutbun hali hakkındadır.
Mutlak ve mukayyed hamdin
kısımları incelenmiştir.
Dört Yüz Altmış Sekizinci Bölüm
Menzili “Elhamdu
lillah alâ külli hâl” olan kutbun hali hakkındadır.
“Elhamdu lillah alâ
külli hâl” hakkında
önemli bir incelemedir. O bütün varlıkların dilidir.
Dört Yüz Altmış Dokuzuncu Bölüm
Menzili “işimi Allah’a
havale ediyorum” olan kutbun hali hakkındadır.
Bu bölüm Hakka ve halka
ait olan havale etmeyi incelemiştir.
Menzili “Ben insanları
ve cinleri bana ibadet etsinler diye yarattım”[148] [149] olan kutbun halinin
bilinmesi hakkındadır.
Bu bölümde ibadet ve
vahdetin özellikleriyle ilgili önemli marifetler incelenmiştir.
Menzili “De ki: Eğer
Allah’ı seviyorsanız bana tabi olun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın”[150]
olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.
Hak’tan olan muhabbet
incelenmiş, faiz ve nafile açık- lanmışur.
Menzili “Sözü dinleyip
en güzeline uyanlar, işte onlar, Allah’ın hidayete erdirdiği kimselerdir ve
onlar gerçek akıl sahipleridir”lyl olan kutbun hali hakkındadır.
Bu bölümde söz
incelenmiştir. Bölüm bütünüyle güzeldir.
Menzili “İlahınız tek
bir ilahtır”[151]
[152]
[153]
olan kutbun hali hakkındadır.
Bu bölümle, tevhid
hakkında önemli incelemeler yapılmıştır. Varlıkta âlemden başka zıdarı kabul
eden yoktur.
Dört Yüz Yetmiş Dördüncü Bölüm
Menzili “Sizin
yanınızda olan tükenir, Allah’ın yanında olan ise süreklidir”olan kutbun
hali hakkındadır.
Bu bölümle Hakk’ın ve
halkın yanında olmak (indiyyet) incelenmiştir.
Menzili “Kim Allah’ın
şiarlarım yükseltirse”[154]
olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.
Şiarları incelemiştir.
Şiarlar, kalplerin takvasındandır. Bölümün işaretlerinden bazıları:
el-Beytul-atîk, iman evidir. O da Allah’ın azametini
içine alan müminin kalbidir.
Şiarların tahkiki
konusunda şöyle demiştir:
Allah’ın şiarları alametleridir. Alametleri,
kendisine ulaştıran delilleridir.
Menzili “lâ havle ve
lâ küvete illâ billah” olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.
Havkale hakkında önemli bir bölümdür.
Meleğin mahiyeti ve kendisiyle beşer arasındaki üstünlük yarışı hakkında bir
incelemedir.
Muhtasarı yapan şöyle
der: Bu meseleyi anlamak için dikkat gerekir. Çünkü melek insanların
arasındadır.
Menzili “Yarışanlar
bunun için yarışsınlar”[155]
ve “Çalışanlar bunun için çalışsınlar”[156]
olan kutbun hali hakkındadır.
Bu bölümle dünya ve
ahirette zühdün yokluğu incelenmiştir. Adam, mahza ubudette Hakk suretinde ortaya
çıkan herkestir.
Muhtasarı yapan fakir
şöyle der:
Suretle zuhur, ilahi
isimlerle ablaklanma ve onaylanma anlamındadır.
Dört Yüz Yetmiş Sekizinci Bölüm
Menzili “Hardal tanesi
kadar bir şey bulunsa ve bir kayanın içinde, göklerde ve yerde olsa dahi Allah
onu getirir. Şüphesiz ki Allah latifdir ve her şeyden haberdardır"[157]
olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.
Kula ve ilahi isimlere
özgü olan rızık incelenmiştir.
Dört Yüz Yetmiş Dokuzuncu Bölüm
Menzili “Kim Allah'ın
yasaklarına saygı gösterirse, Rabbi katında bu kendisi için daha hayırlıdır”[158]
olan kutbun hali hakkındadır.
İlahî hürmet hakkında bir
incelemedir. O da âlemdir ve Haktandır.
Menzili “Biz ona
çocukluğunda hüküm verdik”[159]
olan kutbun hali hakkındadır.
Beşikte İsevî konuşma ve
Efendimiz Yahya’ya (a.s.) çocukluğunda hükmün verilmesi hakkında bir
incelemedir. Bu bölümde Şeyh’in kızının beşikteyken konuşması da tahkik
edilmiştir.
Menzili “Allah iyi
amel yapanların ecrini zayi etmez”[160] olan kutbun hali
hakkındadır.
Amelin ihsanı ve
amellerin suretlerinin inşası incelenmiştir.
Menzili “Kim yüzünü
ihlasla Allah’a çevirirse, sağlam bir ipe sarılmıştır, işlerin sonu Allah’a
varır”[161]
olan kutbun hali hakkındadır.
Allah’ın rızasına teslim
olma, gerçek kul, velilerin şifadan incelenmiş ve Ebû Yezid in “ene’l-Hak”
sözü açıklanmıştır.
Menzili “Neftini
tezkiye eden kurtulmuştur, onu kirleten hüsrana uğramıştır”[162] olan kutbun halinin
bilinmesi hakkındadır.
Nefsin tezkiyesi ve
kirletilmesi incelenmiştir. “... bilinceye kadar sizi deneyeceğiz”[163]
ayeti açıklanmıştır.
Dört Yüz Seksen Dördüncü Bölüm
Menzili “Can boğaza
dayanınca, sizin o zaman bakarsınız Biz ona sizden daha yakınızı fakat siz
görmezsiniz”[164]
olan kutbun hali hakkındadır.
Bu bölümle, ihtizar
(ölüm, can çekişme) esnasında hâsıl olan keşif ve dünyada arifin bu keşifteki
hissesi incelenmiştir.
Menzili “Kim dünya
hayatını ve süsünü isterse, ona orada amellerini karşılığını veririz ve o
azaltılanlardan olmayacaktır”[165]
olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.
Bu bölümle dünyadaki ve
ahiretteki ceza ile dünyada muaccel ceza incelenmiştir.
Menzili “Kim Allah’a
ve Resulüne isyan ederse, apaçık bir şekilde sapmıştır”[166] olan kutbun halinin
bilinmesi hakkındadır.
Vahdet hakkındaki
tahkikatlar gerçekten yücedir. Bölümün sonunda acze varmak için çaba harcamak
incelenmiştir.
Menzili “Sizden kim
erkek olsun kadın olsun, mümin olarak salih amel işlerse, ona tertemiz bir
hayat yaşatırız”[167]
olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.
Salah mertebesi ve
peygamberlerin salihlerden olma talepleri incelenmiştir.
Dört Yüz Seksen Sekizinci Bölüm
Menzili “Kendisine
eşler verdiğimiz kimseye yüzünü çevirme. Onlar dünya hayatının süsüdür. Onları
imtihan ediyoruz Rab- binin rızkı daha hayırh ve daha kalıcıdır”[168]
olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.
Nefsin çift yönlülüğü,
ilahi ve tabiî rızık, aynalarda görülen suret ilmi incelenmiş ve onlara işaret
edilmiştir.
Dört Yüz Seksen Dokuzuncu Bölüm
Menzili “Şüphesiz ki
sin mallarınız ve çocuklarınız bir imtihan vesilesidir"[169]
olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.
İnsanın örnekliği,
tasarrufunun tam oluşu, amellerin kullara nispeti, özellikle şeriata göre,
esenlik ve kurtuluş yolunun ne olduğu incelenmiştir.
Menzili “Yapamayacağınız
şeyleri söylemeniz Allah katında büyük bir günahtır"[170] [171] olan kutbun halinin
bilinmesi hakkındadır.
Hak ile halk arasında fiillerin
nispeti konusu incelenmiştir. Bu konun benzerleri daha önce geçmişti.
Menzili “Böbürlenme,
şüphesiz ki Allah böbürlenenleri sevmez” 1/1 olan kutbun
halinin bilinmesi hakkındadır.
Kul ne ile böbürlenir,
dünya böbürlenme yeri değildir konusu incelenmiştir.
Menzili “O, gaybı
bilendir. Hiç kimseyigaybına muttali kılmaz. Ancak resullerinden razı
oldukları müstesna”[172]
olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.
Gaybın kısımları ve rüyet
hakkında önemli bir özdür. Rü- yetin ve ilmin en yücesi, Muhammedi intihadır.
Çünkü Allah’ı bilen ondan başka kimse kalmamışür. "Bana öncekilerin ve
sonrakilerin ilmi verilmiştir” ilmi gibi.
Menzili “De ki: hepsi
Allah katındandır. Bu kavme ne oluyor ki sözü anlamıyorlar”[173] çünkü onlar onu
bulamıyorlar. Zira o yanlarındadır olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.
Bu bölümde Hakk’ı ve
halkı bilmenin tahkikadarı ve tecellileri vardır.
Dört Yüz Doksan Dördüncü Bölüm
Menzili “Şüphesiz ki
Allah’tan sadece alim olan kulları korkar”[174] ve benzeri ayetler
olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.
Alîmden ve Allah’ın ismi
olan isimlerden korkma, ilahi isimler hakkında ince sırlar incelenmiştir.
Bölümde: Varlık
birbiriyle ittihadıdır. Teyidi nakzının ta kendisidir.
Menzili “Sizden kim
dininden döner ve kafir olarak ölürse”[175] olan
kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.
Başkalarının aksine
ariflerin acil bir şekilde Allah’a dönmeleri konusunda özel sırlar.
Menzili “Allah’ı
layıkıyla takdir edemediler”[176]
olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.
Tenzih ve teşbih, Hakk’ın
kendisini teşbih etmesi, halkın O’nu teşbih etmesi, insan-ı kâmilin
temsilciliğine özgü hakikatler hakkında incelemelerdir.
Menzili “Onların çoğu
Allah’a şirk koşarak inanır”[177]
olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.
Burada imandan maksat
varlığa imandır. Tevhid imanı daha sonra gelir.
Dört Yüz Doksan Sekizinci Bölüm
Menzili “Kim Allah’tan
sakınırsa, Allah ona bir çıkış yolu gösterir ve hesaplamadığı yerden
rızıklandırır”[178]
olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.
Bu bölümle, âlemin
sürekli olarak bir halden diğer bir hale intikali ve bunun illeti
incelenmiştir.
Dört Yüz Doksan Dokuzuncu Bölüm
Menzili “O’nun benzeri
olabilecek hiçbir şey yoktur”[179]
olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır. Bazen kâf’ın ziyadesiyle gelir,
bazen de misil’in görevini görmek üzere sıfat olarak gelir. Bu bizim
görüşümüzdür. Allah’a hamd olsun.
Hakk’ın benzerini nefyetmede
ince tahkikatlar. Misil in görevi demekle, mertebe ve isimlerde olmayı
kastetmiştir. Dikkat etmelisin!
Menzili “Kim Ondan
ayrı ben de ilahım derse, onu cehennemde cezalandırırız”[180] olan kutbun halinin
bilinmesi hakkındadır. Yani aslına döndürürüz. O da uzak kalmakur. Derin olan
şeye cehennem kuyusu denir.
Bu bölümde ilah
ismi ve bu isimle gerçekleşen şeyler incelenmiştir.
Menzili “Allah’tan
başkasına mı dua ediyorsunuz. Doğru sözlü iseniz... ”[181] olan kutbun halinin
bilinmesi hakkındadır. Bu Şeyhimiz Ebû Medyen’in (r.a.) zikridir.
Cahil kişi kavramasa da her
davetçinin davet edileni bırdır\\M kında eşsiz bir incelemedir. Burada
genel rahmet de araştırılmıştır.
Menzili “Bile bile
Allah’a ve Resulüne hiyanet etmeyiniz, emanetlerinize de hiyanet etmeyiniz”[182]
olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.
Bu ayette zikredilen
hıyanet çeşideri hakkında bir incelemedir.
Menzili “Onlar dini
O’na has kılarak dosdoğru bir şekilde Allah’a ibadet etmekle, namazı kılmak ve
zekâtı vermekle emro- lundular Dosdoğru din budur”[183] olan kutbun halinin
bilinmesi hakkındadır.
ibadeti Allah’a has
kılmak konusunda büyük ve önemli incelemelerdir.
Menzili “Allah de!
Sonra onları bırak”[184]
olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır. Buraya kadar olan zikirler, Şeyhimiz
Ebû Medyen’in zikirleridir. Bazıları “işlerinde oyalansınlar” [185] ifadesini de eklemişlerdir.
Bu bölümle, ayederde
derinleşmek hakkında incelemeler yapılmışur. O da varlıktaki isimlerin hükmü,
müşahedeye yönelik işaret ve marifetlerdir.
Menzili “Rabbinin
hükmüne sabret, sen gözetimimizdesin”[186] olan
kutbun halinin bilinmesi hakkındadır. Arkadaşlarımızdan Muhammed el-Marakeşî,
Marakeş’te bu menzil üzeredir.
Sabır, Allah’tan
başkasına şikâyet arz etmeme hakkında bir incelemedir. Bu Allah için şikâyeti
oltımstızlamaz.
Menzili “Onlar bir
tuzak kurdular. Allah da onlara tuzak kurdu. Allah, tuzak kuranların en
hayırlısıdır”[187],
“Onlar bir tuzak kurdular. Biz de tuzak kurduk. Fakat onlar farkında değildirler"
[188]
olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.
Tuzak, kandırma ve
aldatma hakkında bir incelemedir.
Menzili “Allah’ın
gördüğünü bilmiyor mul”[189]
olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.
İnce marifederden hadler,
zikir ve rüyet ve diğer marifetler hakkında bir incelemedir.
Menzili “Allah iman
edenlerin velisidir. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır”[190]
olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.
İlahî ve kula ait velayet
ve mümin ismi hakkında bir incelemedir.
Menzili “Her ne infak
ederseniz, Allah onu yerine koyar”[191] olan
kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.
înfak edilen şeyin yerine
koyan Hüve hakkında bir incelemedir.
Menzili “Haksız yere
yeryüzünde kibirlenenleri ayetlerimden yüz çevirteceğim”[192] olan kutbun halinin
bilinmesi hakkındadır.
İlahî kibriyâ ve onunla
vasıflanan - gerçekten veya iddia olarak- hakkında bir incelemedir.
Menzili “Eğer
Allah’tan korkarsanız, O size bir Furkan verir”[193], “Allah’tan korkun ve
Allah size öğretir”[194]
olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.
Takvadan doğan Furkan ve
bu Furkan’ın ilimleri hakkında bir incelemedir.
Menzili “Derileri her
olgunlaştığında yeni derilerle değiştireceğiz” [195] olan kutbun halinin
bilinmesi hakkındadır.
Bu, zikir ehlinin vasfı
olan korku hakkında bir incelemedir. Bu zikrin neticesi, ismet hallerinin,
zahir ve evvel isminin isimlerinin, şühudu bilmenin ve zahir tecellinin
suretleri olan Hakk’ı kabul etmenin marifetlerinin gerçekleşmesidir.
Menzili “Kâf hâ yâ ayn
sâd. Rabbinin kulu Zekeriyya’ya olan rahmetini zikret"[196] olan kutbun halinin
bilinmesi hakkındadır.
Rahmetin türleri, Şeyh’in
kıyamet sahnelerini keşfi ve zan hakkında bir incelemedir.
Menzili “Kim Allah’a
tevekkül ederse, O, ona yeter”[197]
[198]
olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.
Zorunluluk, muhal ve
imkân hakkında bir incelemedir. Mümkünün gerçekleşmesi bu üçüyle olur. Çünkü o
kapsayıcı bir berzahtır.
Menzili “Davud
kendisini denediğimizi anladı ve hemen Rab- binden mağfiret diledi ve rükua
kapandı ve tövbe etti”,9S olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.
Ademî ve Davudi hilafet
arasındaki farkı incelemiştir.
Menzili “De ki: Eğer
babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız
mallar, zarar etmesinden korktuğunuz ticaretiniz, hoşunuza giden meskenler,
size Allah’tan, Resulünden ve Ö’nun yolunda cihad etmekten daha sevimli ise, o
zaman bekleyiniz"[199]
[200]
ve. “Allah’a kaçınız"™ olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.
Oğulluk, babalık,
kardeşlik ve ayetin sonuna kadar zikredilen diğerleri hakkında önemli
incelemelerdir.
Menzili “Hatta yeryüzü
bunca genişliğine rağmen onlara dar geldi, içleri daraldı ve kendileri için
Allah’tan başka bir sığınağın olmadığına inandılar"[201] olan kutbun halinin
bilinmesi hakkındadır. Bu sıkıntıdan sonra üzüntü ve ihtiyaç halinin zikridir.
Teklik, çiftlik ve
birlik, son genel rahmet hakkında bir incelemedir.
Menzili “Kalplerinden
korktuklarında, dediler ki: Rabbiniz ne demiştir dediler. Dediler ki: Hakkı. O
yücedir ve büyüktür" [202]
olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.
Bölümün ismi olan ayetin
tefsiri hakkında önemli incelemelerdir. Melekler âlemine, ahiret dirilişine
özgü incelemeler. İncelemede önemli şiirler vardır.
Menzili “Allah ve
Resulü sizi, size hayat verecek bir şeye çağırdıkları zaman icabet ediniz”[203]
olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.
Vahdet, İlahî yakınlık,
Allah’ın ve Resûlünün kelamının kapsamlılığı hakkında önemli bir incelemedir.
Menzili “Ancak
duyanlar icabet eder”1'-'1 olan kutbun halinin
bilinmesi hakkındadır.
Bu ayetin tahkiki
yapılmıştır. Ayet, rahmetin kapsamlılığını ve genişliğini anlatır.
Menzili “Azıklanm,
çünkü azıkların en hayırlısı takvadır. Ey akıl sahiplen! Benden korkun”105
olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.
Takva, yolculuk ve yolun
duraklarının incelenmesidir.
Menzili “Yerine
getireceklerini içleri titreyerek yerine getirirler. Şüphesiz ki onlar
Rablerine dönecekler. Onlar hayırlarda koçanlardır. Onlar o hayır için öne
geçenlerdir”106 olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.
Bu ve devamındaki ayeder
hakkında önemli incelemelerdir.
Menzili “Rabbinin
makamından korkan kimseye gelince”107 olan kutbun halinin
bilinmesi hakkındadır. [204] [205]
[206] [207]
izafeti ve mutlaklığı
yönünden Rab ismi hakkında bir incelemedir.
Menzili “De ki: Eğer
Rabbimin kelimelerini yazmak için denizler mürekkep olsa hatta onun bir
mislini üzerine ilave etmiş olsak yine de Rabbimin kelimeleri tükenmeden
denizler tükenirdi”1®* olan kutbun halinin bilinmesi
hakkındadır.
Alem olan vücut bulmuş
kelimelerin incelenmesidir.
Menzili “Kim Allah’ın
sınırlarını çiğnerse, şüphesiz ki kendisine zulmetmiştir. Nereden bileceksin
belki Allah bundan sonra bir iş yaratır”[208]
[209] olan kutbun halinin bilinmesi
hakkındadır.
Şefi hükümlere özgü
sınırlar ve eşyanın zatî sınırları incelenmiştir.
Menzili “Eğer sana
sebat vermeseydik, nerdeyse biraz onlara meyledecektin”[210]
olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.
insanın sekiz azası ve
amacına uygun olarak kullanıldıklarında onlardan çıkan keramet, menziller ve
İlahî makamlarla münasebeti hakkında incelemelerdir. Yıldızların yörüngelerinin
kitabının ilmi bu zikrin bazı neticeleridir.
Menzili “O’nun
rızasını arayarak sabah akşam Rablerine dua edenlerle beraber sabret. Gözünü
onlardan ayırma... "2" olan kutbun halinin bilinmesi
hakkındadır.
Her şeyde Hakk’ın
rızasını arayanlarla beraber sabretme incelenmiştir.
Menzili “Kötülüğün
cezası dengi olan bir kötülüktür. Kim affeder ve ıslah ederse onun ücreti
Allah’a aittir”2'2 olan kutbun halinin bilinmesi
hakkındadır.
Bölümün başlığı olan ayet
hakkında bir incelemedir. Kötülük isminin incelenmesine dikkat edilmiştir.
Menzili “Temiz belde,
bitkileri Rabbinin izniyle çıkar”1' ' olan kutbun halinin
bilinmesi hakkındadır.
İşarederle bu ayet ve
ilahi seçim incelenmiştir.
Menzili “İnsanlardan
utanır, Allah’tan utanmazlar. Halbuki gecelediklerinde Allah’ın razı olmadığı
bir söylemi tasarladıklarında Allah onlarla beraberdi. Allah onların
yaptıkları her şeyi çepeçevre kuşatmıştır”[211] [212] [213] [214] olan kutbun halinin
bilinmesi hakkındadır.
Gizlenmek hakkında bir
incelemedir. “Allah kötülüğün açıkça söylenmesinden hoşlanmaz”2'5
ayetine dikkat çekmiştir.
Menzili “Olduğunuz bir
iş, okuduğunuz bir Kuran, işlediğiniz bir amel yoktur ki, siz o işe daldığınız
da biz sizin üzerinde şahit olmayalım”1'5 olan
kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.
Vahdet, irade, emir,
eşyanın yaratılışı, masiyetle isimlenenin mahiyeti, icbar ve ihtiyar hakkında
önemli bir incelemedir.
Menzili “Namaz
müminler üzerine vakti belirlenmiş bir farzdır”1'7
olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.
Beş vakit namaz hakkında
incelemeler ve işaretlerdir.
Menzili “Kullarım sana
beni sorarlarsa, ben yakınım. Dua edenin duasına icabet ederim”1'9
olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.
Dua ve icabet hakkında
bir incelemedir, icabet, her isteyenin sadece duasıyla hâsıl olur. Bu konuda
bölüme bakmalısın. [215] [216]
[217] [218]
Menzili “Sen güzel bir
ahlak üzeresin”™ olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.
Nebevi miras olan
Kur’ân’la ablaklanma hakkında bir incelemedir.
Menzili methi yüce olan
ve isimleri mukaddes olan Allah’ın “Ayaktayken, otururken ve yanlan üzere
uzanırken Allah'ı zikredenler... ”[219]
[220] sözü olan kutbun halinin
bilinmesi hakkındadır.
Hakk’ı müşahede ve
murakabe hakkında önemli incelemelerdir.
Zikri “Kim dünya
hayatını isterse ona onu veririz ve ahirette onun bir nasibi yoktur”[221] [222]
olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.
Ahiret için çalışma,
dünya ve ahiret evladığı hakkında bir incelemedir.
Zikri “İnsanlardan
korkarsın. Korkman gereken Allah’tır”111 olan kutbun halinin
bilinmesi hakkındadır.
Vahdet ve marifette
acizlik hakkında önemli incelemelerdir.
Menzili “Emrolunduğun
gibi dodoğru ol”12i olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.
Emir, irade, ilmin maluma
tabiiyeti, kaderin sırrı hakkında yüce tahkikatlardır.
Menzili “Allaha
kaçınız”[223] [224]
[225] [226]
olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.
Allah’a Muhammedi kaçış,
velilere özgü olan veraset hakkında bir incelemedir.
Menzili “Kendilerine
çıkıncaya kadar sabretmelerdi kendileri için daha hayırlı olurdu”125
olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.
Resûlullah’ı (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) görme ve bunun gerçekleşmesi ve Hakk’ın bütün surederde
tecellisi hakkında bir incelemedir.
Menzili “Sizden kim zulmederse,
ona büyük bir azap tattıracağız”116 olan kutbun halinin
bilinmesi hakkındadır.
Muhtelif, işarî manalarla
zulüm ve Allah’ın temsilciliği hakkında bir incelemedir.
Menzili “Bu dünyada
kör olan, ahirette de kördür ve yol bakımından daha sapıktır"217
olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.
Allah’ı bilme hakkında
garip bir incelemedir. Allah’ı bilmenin son noktası hayrettir.
Menzili “Resulsize ne
verdiyse onu alın"12'' olan kutbun halinin bilinmesi
hakkındadır.
Allah’tan ve Peygamberden
alma hakkında garip bir incelemedir.
Zikri “Sarfettiği
hiçbir söz yoktur ki, yanında bir gözetici olmasın"1111
olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.
İlahî koruma ve gözetim,
aynı şekilde melekî koruma hakkında bir incelemedir.
Zikri “Secde et ve
yaklaş”[227] [228]
[229] [230]
olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.
Secde ve secdede Hakk’ı
müşahede hakkında bir incelemedir.
Menzili ve zikri “Zikrimize
sırt çevirenden yüz çevir"[231]
[232] [233]
[234] olan kutbun halinin bilinmesi
hakkındadır.
Bu ayet hakkında dakik
bir incelemedir. Özeti şudur: Zikre sırt çevirme, zikredileni gerçekleştirir.
Menzili “Sana
emredileni yerine getir"olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.
Emri yerine getirme
hakkında bir incelemedir. Mücerret emir, çeşiderinin farklılığına göredir.
Menzili ve zikri “Beni
anın ki ben de sizi anayım"166 olan kutbun halinin
bilinmesi hakkındadır.
Kulun Hakk’ı, Hakk’ın
kulu zikri, akılla Allah’ı bilme ve marifetlerin türleri, düşünce ve keşif
hakkında bir incelemedir.
Menzili “Kendisini
müstağni görene gelince, sen bütün ilgini ona yöneltiyorsun”1Vl
olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.
Hakk’ın şifadan her
ortaya çıktığında onları yüceltmek. Sufilerin hali olan zevk.
Menzili “Rabbin dağa
tecelli edince, onu paramparça etti..."2n olan kutbun
halinin bilinmesi hakkındadır.
Zad ve sudurî tecelli
hakkında bir incelemedir.
Menzili “Allah
amellerinizi görecektir, Elçisi ve müminler de”rv~' olan kutbun
halinin bilinmesi hakkındadır.
Allah ve Elçisinin
mükellefin amellerini görmesi hakkında bir incelemedir.
Menzili “Kendilerine
zulmettikleri zaman keşke sana gelselerdi. .. ”[235]
[236] [237]
[238] olan kutbun halinin bilinmesi
hakkındadır.
Zalimin nefsini
Resûlullah’a getirmesi hakkında bir incelemedir. Bu dakik bir incelemedir.
Menzili “Allah onları
arkalarından kuşatmıştır”1^1 olan kutbun halinin
bilinmesi hakkındadır.
İlahî kuşatma ve vahdet
hakkında dakik bir incelemedir.
Menzili “Kendilerine
verilenlerle sevinip yapmadıklarıyla övülmeyi sevenler”™ olan kutbun
halinin bilinmesi hakkındadır.
Gerçek anlamda Hakk’a ait
olduğu halde fiilin kula isnat edilmesi hakkında bir incelemedir. Bu
Hatemul-Evliyanın[239] [240]
menzilidir.
Günümüzden kıyamete kadar
olan Kutuplardan geri kalanları zikretmemi engelleyen sebebin bilinmesi
hakkındadır.
Şeyh, bu bölümde kıyamet
gününe kadar olacak kalan kutupları zikretmeme sebebini açıklar. Bu sebep de
insanların onları tasdik etmemeleri sebebiyle günaha düşmüş olmaları
korkusudur.
Menzili “Mülkü elinde
tutan her türlü noksanlıktan münezzehtir” [241]
olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır. Bu menzil, 589 yılında giren bir
şeyhimizin menzilidir.
Mana ve hissedilenler
hakkında ilave bir incelemedir. Hakk’ın eli olan bu zakir vasıtasıyla kullara
verilen hediyeler hakkındadır.
Genel anlamda velilerin
mührünün bilinmesi hakkındadır.
İsevî mühür hakkında bir
incelemedir. Bu bölüm tamamıyla bir sırdır.
İzzet Rabbine mahsus olan
güzel isimlerin ve ona verilmesi uygun olan ve olmayan lafızların bilinmesi
hakkındadır.
Bu bölüm, isimlere ait
olan mertebeleri incelemeyi içermektedir. Bunlar fasıllar halindedir. Onları
aşağıda gösterildiği gibi özet olarak sunacağım:
Allah ismi olan ilahi
mertebe-. Bu
mertebenin özü ve özeti, Allah isminin kapsamlılığını incelemedir. Bu
mertebenin özeti ve neticesi hayrettir. Bir şeyin kendisini mükellef kılamaması
bunun hakikatlerindendir.
Rab ismi olan Rabbani
mertebe-. Bu mertebe
beş manasıyla incelenmiştir. Bunlar: 1 -sabit 2- malik 3- muslih 4- sey- yid
5- mürebbidir.
Rahman-Rahim ismi olan
Rahmût mertebesi-.
Minettarlık ve zorunluluk rahmetinin incelenmesidir.
Melik ismi olan mülk
ve melekût mertebesi:
Melik ismi ve vahdetin sırları hakkında bir incelemedir.
Kuddûs ismi olan
takdis mertebesi:
Hakk’ın ve mümkün varlıkların takdisi hakkında bir incelemedir.
Selam ilahi ismi olan selam
mertebesi. Muhammedi
aynalarda Hakk’ın görülmesi, Zat ta dalmanın imkânsızlığı.
Mümin ismi için olan eman mertebesi. Peygamber tabileri için eman ile
ariflerin onanlarının artması hakkında bir incelemedir.
Müheymin ismi için olan şahadet
mertebesi. Bu
mertebe Kur’ânî hakikatleri içermektedir.
Aziz ismi için olan izzet mertebesi. İzzet hakkında dakik bir incelemedir.
Cebbar ismi için olan ceberrût
mertebesi. Bu
mertebeyi incelemedir. Bunda mahlûk zatı bilemez. Ancak uluhet berzahının
arkasından bilebilir.
Mütekebbir ismi için olan azameti
kazanma mertebesi.
Bu mertebeyi incelemedir. Mütekebbir ismi bilinmeyen garip bir isimdir.
Halik ismi için olan halk ve emr
mertebesi. Halk
ikidir: Takdir ve icat.
Bari ismi için olan bariiyyet
mertebesi. Bu makam
hakkında incelemelerdir. Muhtevasında mükelleflerin halleri, şeriatta gelen
teşbih haberleri gibi. Rablığın bir sırrı vardır. Bu sır zahir olsaydı, Rablık
batıl olurdu. Rablığın bir sırrı vardır. Bu sır zahir olsaydı, nübüvvet batıl
olurdu.
Musavvir ismi için olan tasvir
mertebesi: Amellerin
suretlerinin inşası. Kul hakimiyet ismini kabul etmez. Varlık kulluğu kabul
ettiği gibi hakimiyeti de kabul eder. “Attığın zaman sen atmadın, Allah
attı”[242]
ayeti hakkında önemli hakikatler.
Gaffâr, Gafir ve Gaftır ismi için
olan perdeyi sarkıtma mertebesi: Bu bölümle perde incelenmiştir. Perde, öz hakikatler ve
eşsiz zevklerdir.
Kahr mertebesi: İlahî kahr, rıza ve sabrın anlamı
incelenmiştir.
Vehhab ismi için olan vehb mertebesi: Mevhibe ve amellerin surederinin
inşası hakkında dakik bir incelemedir. Şeyh, bu bölümde mevhibe’deki zevkleri
incelemiştir.
Rezzak ismi için olan erzak
mertebesi: Rızkın
sırları ve çe- şideri ve bütün varlık mertebelerini kapsaması. “Bilinceye kadar
sizi denemekteyiz”[243]
ayetindeki sırlar.
Fettâh ismi için olan fetih
mertebesi: Fethin
çeşideri: Surî, manevi ve vasati fetih.
Alîm, Alim ve Allâm ismi için olan
İlim mertebesi:
Alimlerin mertebeleri, malumat çeşitlerinin beyan edilmesi, ilmin maluma
tabiiyetinin açıklanması. Kısacası bu, incelemelerde bütün bir mertebedir.
Kabız ismi için olan kabz mertebesi: Kıdem ve hudus mertebesindeki
manalarıyla kabz incelenmiştir.
Basit ismi için olan bast mertebesi: Bast mertebesi, bu mertebede
oturanın edebe riayette yapması gereken şeyler. Dünya ve ahirette İlahî bast’ın
tecellilerinin açıklanması.
Hafdmertebesi: Geniş anlamda bu mertebenin
incelenmesi. Hafd kul için asaletendir.
Rif’at mertebesi: Bu makamın incelenmesi. Rif at Hak
için bizzatür.
I’zâz (sevip-sayma) mertebesi'. İlahî ve halka ait olan i’zâz
hakkında dakik incelemelerdir.
Izlâl (Küçük düşürme/rezıl etme)
mertebesi. Izlâl ve
zillet ve muhtaçlığın nedeni hakkında dakik incelemelerdir. Filozofların “Birden
ancak bir çıkar” sözünün incelemesi yapılmıştır.
Seni mertebesi. Her işitende işitme incelenmiştir.
Bu mertebe kelama mahsustur. Çünkü o işitilendir. Sesler de böyledir. Bu
mertebe, daha önce incelenen nefes mertebesiyle ilgilidir.
Basar mertebesi. Hak ve halk yönünden rüyet ve müşahedenin
incelenmesi. Mizanın konulmasındaki sırlar. “Dilediğini içle, çünkü sen
bağışlandın"sözünün incelenmesi.
Hüküm mertebesi. Hükmün mahkûmun aleyhe tabiiyeti.
Başlangıcı ilmin maluma tabiiyeti gibidir. Alîm ile Hakîm arasındaki farklar.
Şer’î hükümlerdeki incelikler.
Adalet mertebesi. Bu mertebe hakkında dakik incelemeler.
Vahdet, kaza ve kaderdeki büyük sırlar, ilmin maluma tabiiyeti.
Lütuf mertebesi: Letafet ve kesafet hakkında yüce ve
dakik incelemeler. Şeyh’in bu makamdaki hissesi.
Tecrübe ve deneme mertebesi: Bu, nimet ve gazaplarla imtihan
mertebesidir. Kaza ve kaderin incelenmesi.
Hilm mertebesi: Amellerin suretleri olan mühlet
verme ve değiştirme hakkında incelemeler. Rüya ve hayal mertebesindeki sırlar.
Azamet mertebesi: Azametin incelenmesi. Azîmin oluşu
mahallidir. Faîl siğasının incelenmesi. Esmaiyyete ait olan sırlar.
Şükür mertebesi: Mertebedeki fiil ve infialler
hakkında ince sırlar.
Yükseliş mertebesi. Yükseliş, iniş, birliktelik, istiva
ve ubudet hakkında ince sırlar. İlahî azamet mertebesiyle: “ululuk benim
abamdır" hadisindeki sırlar.
Koruma mertebesi. Bu mertebe hakkında ince sırlar.
Mukît (Muktedir/Rızık
veren) mertebesi.
Rızkın umumiliği. Önemli hakikader.
İktifa mertebesi. Tevhidin zirvesi hakkında ince
sırlar ve zatî ve isimlere ait marifeder.
Celâl mertebesi. Bu mertebenin incelenmesi iki
açıdandır. Bu ismin delalet ettiği azamet açısından ve hakaret açısından.
Ahiret dirilişi hakkında ince sırlar. Günahın garipsenmesi.
Kerem mertebesi. İncelemede önceki mertebeyi takip
eder.
Murakabe mertebesi. Hakka ve halka ait murakabenin incelenmesi.
İcabet mertebesi. İnce sırlar. Bu mertebe infial
mertebesidir.
Genişlik mertebesi. Rahmetin her şeyi kapsaması. Burada
ince sırlar vardır.
Hakim, Hikmet
mertebesi. Hikmet
mertebesi: ince sırlar, hikmetin tarifi ve kimin hikmet mertebesine sahip
olduğu gibi.
Veddâd, vedd
(dostluk/sevmek) mertebesi: Sevgi ve dosduğun açıklanması. Vahdet hakkında büyük sırlar.
Mecd, Mecd
(Ululuk/İzzet) mertebesi. Dakik incelemeler. Dünya ve ahiret cezası. “Ben Allah’ım”diyenlerin
türleri ve halleri ve hükümlerinin incelenmesi. “Subhânî” diyenler.
Hayâ, Hayâ mertebesi: İnce sırlar. Vahdet hakkında marifetler.
Sâhî, Sehâ (Cömertlik) mertebesi: Hediyenin türleri: Isâr (nefse
tercih), kerem, cûd (cömertlik) ve sehâ (karşılıksız vermek, eli
açıklık).
Tayyib, Tayyib mertebesi: Vahdet hakkında sırlar. Ebu
Medyen’in Süryan’daki sözü.
Muhsan, İhsan mertebesi: Rüyet ve “İyiliğin karşılığı
iyilikten başka bir şey midirî" j/A ayetinin yorumu ve ince
sırlar.
Dehr, Dehr (Zaman) mertebesi: Dehr isminin incelenmesi.
Sahip, Sohbet mertebesi: Kapsamlı incelemeler ve büyük
sırlar. Însanî yolculuk. Ariflerin, kendilerine vacip olan şeyleri müşahede
etmeleri hasebiyle işlerinin zor oluşu.
Halife, Hilafet mertebesi: Liyakatta Hakk’ın halifeliği.
Cemil Cemâl mertebesi: Mudak ilahi cemâl hakkında sırlar.
Mııs’îr, Tes’îr (Narh koyan! koymak)
mertebesi: Kapsamlı
ilimler ve büyük sırlar.
Karibul-Akrab, Kurbet, Kurb ve Kurab
mertebesi: Mudak
vahdet hakkında esas sırlar.
Muti, Atâ ve l’tâ mertebesi: Rahmet hakkında sırlar.
Şâfı, Şifa mertebesi: “Hastalandığım
zaman bana şifa veren O’dur”1^ ayeti ve şifa konusunda Hz. Peygamberden gelen
hadislerin incelenmesi.
Ferdul-Vitrul-Ahad, İfrâdmertebesi: Ferd, vitr ve ahad hakkında sırlar.
Refik, Rıfk ve Murafaka mertebesi: Vahdet hakkında incelemeler, refiktil-a’lanm.
sırları.
Bais, Bas mertebesi. Bais isminden çıkan genel nurlar ve
sırlar. Peygambere uymanın fazileti.
Hak, Hak ismi mertebesi. Marifet, yüce hayret ve büyük
dehşetin özeti.
Vekil, Vekalet mertebesi. Sırların incelikleri ve toplamı. Vekil
isminden halk için mülk ve melikin sabit olması bunlardan biridir.
Kavi, Kuvvet mertebesi. Hayal mertebesi hakkında sırlar.
Hayalin hissin son derecesi olması bu sırlardan biridir.
Metin, Metanet mertebesi. Zatî metanetin sırları.
Naşir, Nasr mertebesi, iman ve imanın genelliği konusunda
büyük sırlar.
Hamîd, Hamd mertebesi. Hamd ve mertebeleri hakkında yüce
sırlar.
Muhsî, İhsâ mertebesi. Bu mertebenin ihata mertebesiyle
nispeti açısından incelenmesi.
Mubdî, Bed’ mertebesi. Yoğunluşmış sırlardır. Bu sırlardan
biri şudur: Ebed için rütbe ve varlıkla akledilebilirin dışında akledilebilir
bir başlangıç yoktur.
Muîd, îade mertebesi. İnce sırlar, ahiret dirilişinin
sırları.
Muhyî, îhyâ mertebesi. Ölüm ve hayatın sırları, bu mertebede
ölümün sebebi.
Mümît, Mevt mertebesi. İntikal olan ölümün sırları, ölümün
kurbanlığı.
Hayy, Hayat mertebesi. İlahî hayata dayanarak genel hayat
her şey içindir.
Kayyûm, Kayyûmiyye mertebesi. Kayyûmiyyetin mukavemete tabiiyeti
konusunda ince sırlar. Şeyh’in yaşadığı bir olay.
Vicdan mertebesi'. Bu “kün”mertebesidir: Eşyanın
var edilmesi, Hakk ı konuşmanın sırları.
el-Vahidul-Ahad, Tevhid mertebesi:
el-Vahidul-Ahadın
sırları, vahdeti bilmenin özü.
Samed, Samediyye mertebesi: Zatî sırlar. "Hiçbir şey
yoktur ki hâzineleri elimizde olmasın”[244] ayetinin incelenmesi.
Kadir, Kadir, Muktedir, İktidar
mertebesi: Kadir ve
muktedir isimleri hakkında ince sırlar. Halk ve emr âleminin incelenmesi. Her
iki nüshayı karşılaştıran sırlar.
Mukaddim, Takdim mertebesi: Delilin ispatı müreccihe düşer.
Kâinatın tercih edilmesi ve mertebeler halinde ortaya çıkışı, bunlardan
bazılarının takdim edilmesinin, bazılarının tehir edilmesinin sebebi.
Muehhir, Teehhür (Geciktiren,
Gecikme) mertebesi: Teehhür’ün maksat ve tazmini açısından incelenmesi.
İlk, İlklik Mertebesi: Alemin yaratılması ve ilkler incelenmiştir.
Son, Sonluk mertebesi: Tehirin incelenmesi, sonradan gelenin
ehliyeti, Raşit Halifelerin hilafete ehliyetleri ve hilafeti üsdenmeleri.
Zahir, Zuhur mertebesi: Zuhurun incelenmesi. Bu mertebe
benzersiz sırları içerir: Büyük hayret, mudak teslimiyet, Allah’ı bilmenin
sonu.
Bâtın, Butûn Mertebesi: Saf, zatî sıfatlar. Onlardan
bazıları: Kendileriyle kendisini vasıflandırdığı gizlilik, bizim için idrakimizden
gizli olmaya devam edendir.
Tevvâb, Tövbe
mertebesi: "Sonra kendisine yönelsinler diye tövbelerini kabuletti",A‘ ayetinin incelenmesi.
Af, Af mertebesi: Azlık ve çokluk hükmü arasında bu
mertebenin sırları incelenmiştir.
Raûf, Ra’fet
mertebesi: İmanın
genelliği incelenmiştir.
Vâlî, imamet
mertebesi: Valinin
incelenmesi. İnce sırlar.
Cami’ Cem mertebesi: Cem’ ve vahdet hakkında zatî ince
sırlar.
Gani, Ginâ ve Iğnâ
mertebesi: Allah’ın
müstağni olmasının sırları, âlemde İlahî ginanın görülmesi. Fakirlik Havassın
tabiaüdır. Ubudiyet adabı. Evlad-ı iyal için çalışma isteğinde şeriata uyma.
Mutî-Mâni’, Atâ ve Men
(Veren- Engelleyen, Verme ve Engelleme) mertebesi: Yüksek ve bol sırlar.
O sırlardan biri:
Sahibi, verene kulluğa
çağırır, bir başka yönden de engelleyene. İşlere, imkânı yönünden bakılmaz,
aksine hem imkânı yönünden hem de müreccihin ilminin onu öne almayı ve geriye
bırakmayı gerektirmesi yönünden bakılır. Varlıkta boşluk yoktur. Orada boşluk
olsaydı, hakikatte engelleme uygun olurdu. Sonra, verme engellemenin, engelleme
de vermenin ta kendisidir.
Zârr, Zarar mertebesi: Bu mertebe, mutlak vahdet ve ince
marifet hakkında yüce ve derin sırları toplamıştır.
O sırlardan biri:
Hem olumsuzlama hem de
olumlama lazımdır. Böylece zararın olması da gereklidir.
247 et-Tevbe, 9/118.
Nâfı, Nef’ (Fayda
Veren, Fayda Verme) mertebesi-. İradenin hüküm ve varlık açısından yok olanla ilişkisi
incelenmiştir.
Nur, Nur mertebesi-. Nurlarla ilgili geniş sırlar ve bol
ilimler.
Hadi, Hedy ve Hüdâ
mertebesi-. Yüce ve
bol sırlar.
O sırlardan biri:
Allah’ın içimizde
Peygamberlerin getirdiklerinden başka beyan dili yoktur.
Bedî’, ibda (Vareden,
Varetme) mertebesi-.
Bol sırlar. Alemin Hakk’ın varlığına nispeti ve aksi. Aynalara ait suretlerin
hükümleri. Sabit varlıkların ve Hakk’ın varlığının incelenmesi.
Vâris, Veres
mertebesi-.
Özellikle ilmin maltıma tabiiyeti konusunda ince sırlar.
Güzel isimleri
Toplayan mertebeler mertebesi-, isimlerin hakikatlerinin ve manalarının özetidir. Bu önemli
ve kapsamlı bir özettir.
Farklı menzillerden
hakikat ve sırların bilinmesi hakkındadır.
Bu muhtasardan bazı
noktalar nakledeceğim. Muhtasar demem, bu bölümün kısımlarının kitabın bütün
bölümleriyle ilgili muhtasarlar ve işareder olmasındandır.
Bölümün hakikaderinden
bazıları:
“Kesif varlıklar
olmasaydı latifler bilinmezdi. Eserleri olmasaydı menarları ortaya çıkmazdı.
Tadan daralır. “Ayaklar birbirine dalaştığında, o gün sevk Rabbınedır"
>M. “Bütün işler Ona döndürülür”1^. Çünkü sudur
O’ndandır.”
Hakikatin
incelikleri vardır. Bunlara yaratıklar denir.
Derim ki: Bu bölümün genişliği ve
sınırlarının uzunluğundan dolayı, bazı hakikat gözelerini kısaltarak nakledeceğim.
Bütün bölüm, ona döner. Şöyle derim:
Şeyh (r.a.) dedi ki:
“Arife göre; Hakk’ın bütün
hediyeleri, arifin dışındakilerin cahil kaldığı Allah’ı bilmektir. Mekânın
taşıyamadığını zaman sı- nırlayamaz. Değirmen kendi ekseni üzere döner. Ekseni
de kendi içindedir. Varlığı sabittir ve dönme esnasında hareket ve intikali
kabul etmez. O emirle döner. Eksen olmasaydı dönmezdi. Öyleyse emir eksendir.
Eksen ondan başka bir şey değildir. Emir, emir ve memurdur. Eksen kuvvede
bilinir, müşahede edilmez. Müşahede edilir fakat müşahede eden onu meşhud bir
mecellede müşahede ettiğini bilmekle beraber ayırt edemez. Allah’ı bilme de
böyledir. Varlık değirmeni onun etrafında döner. O bilinir, müşahede edilmez,
müşahede edilir, temyiz etmez.
Beşerî ruhlar yüce nefeslere çıkar.
Yüce gökleri delerek, Sidretu’l-Münteha’ya, en açık nura, en güzel hedefe, en
parlak sahneye, en yakın yere, cennetu’l-me’va’ya, en üst seviyeye, en yüce
akla, en korunaklı kudretin örtüsüne, en görkemli makamın, en gözde mahallin,
en güzel isimlerine, iki yay aralığı veya daha az bir mesafe kalıncaya kadar’a
geçer ve burada hedefine ulaşır.
Şeriada hareket eden edeplenir ve
edeplenen ulaşır.
O’na dönmek gerekir. Bilmelisin ki,
sen O’nun yanında ilk adımdasın ve O ilk nefestir. O’na yükselmeyi istemekle
kendini yorma. O iradenden çıkandan başka bir şey değildir. O’nu müşahede
edemezsin. Çünkü nerede olursan ol, O, seninle beraberdir. Gözün O’ndan
başkasına ilişmez.”
Bu bölümden bu kadar yeter.
Hikmetli vasiyet. Bundan salik, vasıl
mürid ve Allah’ın izniyle bunun üzerinde duran yararlanır.
Bölümün başında vasiyetin faziletini
ve eserlerini ifade eden bir kaside zikreder. Bundan sonra Allah’ın kelamından
tavsiyeler, nebevi tavsiyeler ve genel tavsiyeler nakleder. Bütün bunlarda,
coşkun fetihlerinin denizini akıtır. Bu taksim edilen rızıktan faydalanmak için
kitaba müracaat etmek gerekir. Bu bölüm, öneminden dolayı ayrı bir risale
halinde basılmıştır. Onu ara!
Bitirirken insanların en hayırlısına
salat ve selam gönderiyorum. Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.
[1] Müvelledât: Doğmakla meydana gelmiş canlılar.
[2] Tâhâ, 20/114.
[3] el-Fîl,
105/1.
[4] er-Rûm,
30/23.
[5] el-Enbiyâ,
21/63.
[6] Behlül:
Hayır sahibi. Meczûb. Hak âşığı. Behlül-i Dânâ: Çok tanınmış evliyadan biri.
Asıl ismi Vüheyb bin Ömer Sayrâfî’dir. Behlûl-i Dânâ adıyla şöhret buldu. Doğum
tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Küfeli olduğu hâlde ömrünün çoğunu
Bağdat’ta geçirdi. Harun Reşid’in kardeşi olduğuna dair rivayetler varsa da bu
bilgi kesin değildir. Harun Reşide nasihat verirdi. Herkese ders olacak
hikmetli sözleri çok meşhurdur. 805 (H.190) senesi Bağdat’ta vefat etti. Dicle
kenarında Şunûziyye kabristanlığına defnedildi. Behlül-i Dânâ, zamanın
büyüklerinin sohbetlerinde bulundu. Ehl-i Beyt’in savunu- culanndandı. Eymen
bin Nâbil, Amr bin Dînâr ve Asım bin Ebi’n- Necîd’den hadis-i şerif öğrendi,
ibretli, manalı sözler söyledi (çev.).
[7] Ebû Suûd b.
Şiblî: Adı Cafer b. Yunus olup künyesi Ebû Bekir’dir. M. 247 (H. 861) yılında
Samarra’da doğdu. Bağdat’a yerleşti ve Cüneyd-i Bağdadînin talebesi oldu. Aynı
zamanda Mâliki mezhebinin fikıh âlimlerinden olup, imam Mâlikin Muvatta'sım.
ezbere bilirdi. Ebû Bekir Şiblî H. 334 (M. 945) senesinin Zilhicce ayında vefat
etti (çev.).
[8] eş-Şems,
91/8-9.
[9] Tâlıâ,
20/74.
[10] Tam adı Ebû
Abdullah Muhammed b. Ali b. Haşan (Hüseyin) b. Bişr (Beşîr), b. Hârûn el-Hakim
et-Tirmizî’dir. Künyesi Ebû Abdullah’tır. Tirmiz’de doğup büyümüş olmasından
dolayı “et- Tirmizî” nisbesiyle meşhur olmuştur. Ayrıca kaynaklarda onunla
ilgili olarak, el-imâm, Sûfî, Zâhid, Muhaddis, Hâfiz ve Usûlü’d-dîn âlimi gibi
çeşitli sıfatlar da zikredilmektedir. Hakim Tirmizî’nin doğum tarihi hakkında
kaynakların hiçbirinde bilgi verilmediği gibi ne kadar yaşadığı ve hangi
tarihte vefat ettiğine dair nakledilenler de birbirini tutmamaktadır. Onun
ömür süresi hakkında tarih veya rakam zikreden nadir kaynaklardan olan
Zehebî’ye göre yaklaşık 80 yıl yaşamıştır. Ibn Hacer el-Askalânî ise onun, 90
yaşına kadar hayatta kaldığını ve 320/932 yılı civarında vefat ettiğini ifade
etmektedir. Molla Câmi’ye göre ise vefat tarihi 25 5/867’dir. Sübkî bu son
tarihle çelişen bir rivayette bulunarak Tirmizî’nin 285/896 yılında Nişabur’da
olduğunu ve burada hadis dinlediğini öne sürmektedir. Bu bilgiler ışığında,
talebesi ya da müridi olduğu şahısların vefat tarihleri ile birlikte,
Tirmizî’nin ciddî anlamda bir “dinî ve tasavvuf! eğitime başladım” dediği 27
yaşı da dikkate alındığında onun muhtemelen 210/825 yılından hemen sonra doğup
320/932 senesinde veya biraz öncesinde vefat etmiş olabileceği söylenebilir.
Çocukluk yıllarını oyunla geçirmek yerine ilim öğrenmeyle değerlendirmiştir.
Henüz gençlik çağlarında iken “ilm-i âsâr” ve “ilm-i rey”e (aklî ve naklî
ilimlere) sahip olduğunu belirtmektedir. Daha sonra bir taraftan eğitimini
devam ettirirken, diğer yandan manevî yönden hissettiği açlık duygusunu tatmin
etmek maksadıyla adeta bir arayış içerisine girmiştir. Tasavvufta önemli
dereceler elde etmiş olan Tirmizî, bu konuda çok değerli eserler telif
etmiştir. (Geniş bilgi için bkz. www.tasawufa- kademi.org/indir.php?tur=
l&no=765) (çev.)
[11] Muhammed,
47/31.
[12] et-Tevbe,
9/111.
[13] el-Enfâl,
8/17.
[14] el-Fussilet,
41/53.
[15] en-Nûr, 24/35.
[16] et-Tevbe,
9/24.
[17] Âl-i tmrân,
3/102.
[18] et-Teğâbun,
64/16.
[19] Babasının
ismi Muhammed’dir. Künyesi Ebü’l-Kasım’dır. Tasavvuf ehlinin çok
tanınmışlarından olduğu için Seyyid-üt-Taife yani tasavvuf büyüklerinin
seyyidi, efendisi diye meşhurdur. 822de (H. 207) Nihavend’de doğdu, 911de (H.
298) Bağdat’ta vefat etti. Küçük yaşta ilim tahsiline başlayan Cüneyd-i
Bağdadî, Süfyan-ı Sevri’nin mezhebinde yetişti. Tasavvuf ilmini dayısı Sırri-i
Sekati’den öğrendi. Fıkıh, tefsir, hadis gibi ilimleri Imam-ı Şafii’nin
talebesi Ebu Sevr’den öğrendi. Ayrıca Haris-i Muhasibi, Muhammed Kassab ve
başka zatların da sohbetinde bulundu (çev.).
[20] Allah’ın ezelî
ve ebedî oluşu, daimî mevcudiyeti, bâkiliği (çev.).
[21] İran’ın
Horasan eyaletinde bulunan Bistâm kasabasında doğmuştur. Dedesi Sürûşân
(Serûşân) aslen Iranlı Mecûsî bir din adamıyken Müslüman olmuştur. Dindarlığı
ile tanınan babası Isa’nın, iki kızı ile üçü de âbid ve zâhid olan Adem,
Tayftır ve Ali adlarında üç oğlu vardı. Ortancaları olan Tayftır
Sultânü’1-ârifih, Pîr-i Bistâm ve Bâyezîd (Ebû Yezîd) diye meşhur olmuştur.
Câmî onun adını yanlış olarak Ebû Yezîd Tayfur b. Isâ b. Adem b. Sürûşân
şeklinde kaydetmiştir. Aslında bu Bâyezîd-i Bistâmî’nin değil büyük kardeşi
Adem’in torunu Ebû Yezîd Tayfur b. Isâ b. Adem’in künyesidir, ikisini birbirine
kanştırmamak için birincisine Büyük Bâyezîd, İkincisine de Küçük Bâyezîd denilir.
Kuşeyrî, Bâyezîd’in vefat tarihi
olarak 234 (848) ve 261 (875) yıllarını verir ve son tarihi tercih eder.
Herevî de 261 tarihini daha doğru görür. Sülemî aralarında bir tercih
yapmaksızın her iki tarihi de kaydeder. Sehlegî ise Bistâmî’nin 234’te yetmiş
üç yaşında iken vefat ettiğini söyler ki bu duruma göre Bâyezîd 161de (777)
doğmuştur. Abdürrefi’ onun 131de (748) doğup 234’te 103 yaşında iken vefat
ettiğini zikreder. Bunlann içinde doğruya en yakın olan Sehlegî’nin
rivayetidir. Bâyezîd’in tasavvufta üstadının Ebû Ali es-Sindî adında biri
olduğunu kaydeden Serrâc’ın verdiği bilgilere göre Bâyezîd, ümmî olan bu şeyhe
fardan yerine getirecek kadar şer’î ilim öğretmiş, karşılığında da ondan
tevhid ve fena ilmini öğrenmişti. Attâr Bâyezîd’in çetin riyazeder ve zor
mücahedeler sonunda bu makama ulaştığını söyler. İbrahim el-Herevî, Haşan b.
Aleviyye, Ebû Abdullah el-Mağribî ve Ebû Mûsâ ed-Dübeylî, Bâyezîd-i Bistâmî’nin
tanınmış mürid ve halifelerindendir. Bâyezîd tasavvuf tarihinde sekr, fena, melâmet,
tevhid, marifet, muhabbet, miraç ve îsâr gibi konulardaki söderi ve şat-
hiyeleriyle tanınır. O, sâlikin kendinden geçip (sekr) benliğini yok ederek
(fena) Hakka ermesi gerektiği düşüncesindedir. Sâlik bu dereceye ancak sürekli
riyazet, çetin nefis mücadelesiyle birlikte derin tefekkür ve dikkatli murakabe
ile erişebilir (çev.).
22
Samediyet: Allah’ın (cc), hiç bir
şeye muhtaç olmadığı gibi hâzinesinden hiçbir şey eksilmemesi ve kudretine de
hiç bir şey ağır gelmemesi (çev.).
[23] er-Râd,
13/31
[24] el-Hucurât,
49/12.
[25] el-Hucurât,
49/12.
[26] el-Bakara,
2/96.
[27] Şeyhi Ebû
Medyen Şuayb el-Ensârî: Mağrib tasavvufunun gelişim seyri içerisinde en etkili
siması olan kişi Ebû Medyen Şuayb Ibnu’l- Huseyn el-Ensârî’dir. Daha sonraki
biyografi yazarları tarafından şeyhûş-şuyuh, zahid ve abidlerin imamı, marifet
ehlinin piri ve hakikat arayıcılarının örneği olarak isimlendirilmiştir.
509/1115-16 yılında Endülüs’ün tşbiliyye bölgesindeki Kantiyâne kasabasının
kenar
bir
mahallesinde dünyaya geldi. Feste Ebü’l-Hasan îbn Hırzihim, Ebül-Haşan Ali İbn
Halef Ibn Gâlib el-Kuraşî ve Ebû Abdillâh ed- Dekkâk’ın ders halkalarına
katıldı. Ebû Yazanın müridi olan Ebû Medyen, sonunda şeyhinin halifesi oldu.
Fes kentindeki zaviyesinin mukaddemliğini yapa. Dînî eğitimini ve rûhânî terbiyesini
tamamladıktan sonra Ebû Medyen, Bicâye’ye taşındı. Burada ona yerli halk
tarafından Şeyhuş-Şüyûh unvanı verdildi ve binden fazla mürit yetiştirdi.
Muvahhid halifesi Yakup el-Mansûr, Ebû Medyen’i sorgulamak üzere başkente
çağırdı. 594/1198 yılında gerçekleşen bu zorunlu davete icabet etmek üzere
Merâkeş’e doğru yola koyulan Ebû Medyen, o sırada yaklaşık seksen beş yaşında
idi. Şeyh, yaşlılığı ve hastalığı nedeniyle Tilemsen’den öteye gidemez hâle
geldi. Orada vefat edip Ubbâd denilen mevkie defnedildi. (Daha geniş bilgi için
bkz. www.tasawufakademi.net/indir.php?tur=l&no=1370)
(çev.) 28 el-însân, 76/1.
[29] Bkz. İbrahim,
14/7. (Ve düşününüz ki Rabbiniz şöyle ilan buyurdu:
“Eğer şükrederseniz, Ben nimetlerimi
daha da artırırım.”) (çev.)
[30] Yakın: Sağlam
bilgi, iyi, kat’î olarak bilme (çev.).
[31] el-Hicr,
15/99.
[32] Sâd,
38/32.
[33] eş-Şûrâ,
42/11.
[34] el-Enfâl,
8/17.
[35] el-En’âm,
6/153.
[36] Hûd, 11/123.
[37] Fâtır,
35/15.
[38] el-Enfâl,
8/17.
[39] Endülüs’ün
İşbîliyye şehrinde yetişen hanım velîlerden. İsmi, Fâtıma binti Müsennâ’dır. On
ikinci asırda yaşamıştır. Muhyiddîn-i Arabi Hazretleri Rûh-ül-Kuds isimli
eserinde şöyle anlatıyor: “Ben, Fânma binti Müsennâ’ya yetiştim. On sene
sohbetlerine devam ettim. Dikkat ettim, hiçbir şey yemiyordu, insanlar yemek
olarak kapısının önüne bir şey koyarlarsa, onlardan ölmeyecek kadar yerdi. Ben
yanına oturduğumda, yüzüne bakmaya utanır, hayâ ederdim. 90 yaşının üzerinde
olduğu hâlde, kendisini gören çok genç zannederdi. Kendi hâlinde yaşardı. Dünyâ
ile alâkası yoktu. Kimseden bir şey istemezdi. Bir ihtiyacı olsa, görülmesi
icap eden bir işi meydana çıksa Fâtiha-i şerîfeyi okur, AllahTeâlanın izni ile
o şey hemen hallolurdu. Onun kalması için, kendi elimle hurma dallarından bir
ev yaptım. Orada kalırdı. Huzuruna benden başka kimsenin girmesine müsaade
etmezdi.” (çev.)
[40] el-Bakara,
2/30.
[41] Meryem, 19/30.
[42] el-Vâkia,
56/89.
[43] Gâfir,
40/7.
[44] Bkz. el-İhlâs,
112/4.
[45] el-Enfâl,
8/17.
[46] et-Talâk,
65/12.
[47] er-Rahmân,
55/29.
[48] er-Rahmân,
55/31.
[49] el-Enbiyâ,
21/30.
[50] el-En’âm,
6/3.
[51] el-Câsiye,
45/13.
[52] Lokman, 31/16.
[53] Abese,
80/22.
[54] el-En’âm,
6/13.
[55] Bağdât’ın
büyük velîlerinden. Dokuzuncu yüzyılda yaşadı. İsmi
Ahmed,
babasınınki îsâ’dır. Künyesi Ebû Saîd olup, Harrâz lakabıyla meşhur olmuştur.
Hakikatten çok bahsettiği için; “Tasavvufun lisanı” ve
Kamer’üs-Sufiyye=Tasawuf ehlinin Ayı diye bilinir. Tasavvufta ona tâbi
olanların mensûb olduğu yola Harrâziye denmiştir. Doğum tarihi
bilinmemektedir. Bağdat’ta doğmuştur. 890 (H. 277) senesinde orada vefât etti.
Kabri Bağdât’tadır (çev.).
[56] Hûd,
11/56.
[57] el-Hadîd,
57/4.
[58] el-Hadîd,
57/4.
[59] en-Neml,
27/42.
[60] el-Hadîd,
57/4.
[61] et-Tevbe,
9/40.
[63] Tabiînin
meşhur âlimlerinden ve evliyanın büyüklerinden. 714de (H.96) Belh şehrinde
doğup, 779 da (H. 162) Şamda vefat etti, ismi, İbrahim bin Edhem bin Mansûr,
künyesi Ebû Ishâk’nr. Nesebi Hazret-i Ömer’e dayanır. Fudayl bin lyâd, Imrân
bin Mûsâ b. Zeyd Râi ve Şeyh Mansûr Selâmi’nin sohbetinde bulunup, Veysel
Karânî Hazretlerinin rûhaniyetinden istifade etmiştir. Bağdat, Şam veHicaz’da
meşhur oldu. Uç kıtanın âlimlerinin çoğundan ilim öğrendi. Imam-ı Azam
hazretlerinin sohbetleriyle olgunlaştı. Dinde fakih ve müctehid oldu. Rumlarla
yapılan cihadlara katıldı. Arap lisanını çok fasih konuşurdu. Yalıyâ b. Saîd
el-Ensârî, Saîd bin Mezbân, Mukatil bin Süleyman ve Süfyân-ı Sevrî’den, Sevrî
de kendisinden hadîs-i şerif rivâyetinde bulunmuştur. Evzâî, Şakîk-i Belhî,
Ibrâhim b. Beşar, kendisinden hadîs-i şerif rivayetinde bulunmuşlardır. Nesâî,
Dâıe Kutnî, Imâm-ı Buharî onun sika, güvenilir bir râvi olduğunu
bildirmişlerdir. Buharı “Edeb”, Tirmizî “Tahâıet” kısmında kendisinden
rivâyette bulunmuşlardır (çev.).
[64] el-Alızâb,
33/38.
[65] Hayatının ilk
ve son yılları hakkında pek bilgi edinilemeyen Hz. Dihye (r.a.) geç Müslüman
oldu. Ashabın büyüklerindendir. Kuzey Arabistaridaki Kelb kabilesine
mensuptur. Eşi ve çocukları hakkında yeterli bilgi bulunmamaktadır. Bedir
gazasından önce Müslüman olduğu halde bu savaşa katılmamış fakat Uhud gazvesinden
itibaren önemli savaşlarda bulunmuş bir seriyyenin de kumandanlığını
yapmıştır. Künyesi yoktur. Kızkardeşi Şeraf binti Halifetül- kelbi, meşhur
kadın sahabelerdendir. Hz. Dihye b. Halife el-Kelbî (r.a.) yüzünün ve endamının
güzelliği bakımından o devirde yaşayan insanların en güzeli idi. Kadınların
fitnesinden korunması için Hz. Peygamber (s.av) çarşıda yüzü kapalı dolaşmasım
istediği rivayeti vardır. Hoş tavırlı, kibar, zengin bir tacir idi.
İslamiyet’ten önce de Hz. Peygamberin dostu idi. Bir rivayete göre ortağı idi.
Ticaret maksadıyla birçok seferler yapmış ve o çevreyi ve insanlarını yakından
tanımışnr. Peygamberimizin habercilerinden biriydi. Yaptığı seyahatlerden her
döndüğünde mutlaka Peyamberimize hediyeler getirirdi. Peygamberimizin de ona
hediyeler verdiği bilinmektedir. Cebrail (a.s.) insan suretinde vahiy getirdiği
zaman çoğu kez Hz. Dihye’nin suretinde gelirdi. Bu vahiy şekli Hz. Peygambere
en kolay olanı idi. Dihyetül Kelbi hane-i saadete geldiğinde Hz. Haşan ve Hz.
Hüseyin’e de hediye getirirdi. Hatta onlar Dihye’nin ceplerini ararlardı. Bir
defasında Hz. Cebrail’i Dihye sanıp ceplerini aradılar, bir şey bulamadılar.
İşin nedenini Hz. Peygamber (s.a.v.) açıklayınca, Cebrail’in (a.s.) Cennete
uzanıp taze üzüm ve narı Hz. Haşan ve Hz. Hüseyin’e ikram ettiği de rivayet
edilmiştir. Hz. Peygamberin vefatından sonra Hz. Ebû Bekir (r.a.) zamanmda
Suriye taraflann- daki savaşlara iştirak etti. Hz. Ömer (r.a.) devrinde Şam
valisi tarafından Tedmür’ün fethi ile görevlendirildi. Bu şehri İslam hudutları
içine soktu. Yermuk savaşında da bulundu. Suriye’nin fethinden sonra Şam’ın
Mizze semtine yerleştiği ve orada vefat ettiği rivayet edilir. Doğum tarihi
bilinmediği gibi ölüm tarihi de bilinmiyor (çev.).
[66] Hûd, 11/123.
[67] Rehbet,
acı ve ızdırap duyup büyük bir korkuyla çekinmek demektir. ‘Relıb’in fail ismi
olan ‘rahib’, büyük bir korkuyla ürperen, ciddî bir korkuyla çekinen kimse
demektir. Bunun çoğulu ‘ruhban’, veya ‘ruhbaniyyun’dur. Ruhbanlık yapmaya da
‘rehbaniyyet’ denmektedir. ‘Rehbet’, ürpermek anlamıyla hem insanlardan hem de
Allah’tan korkmayı ifade eder. “Herhalde onların içindeki ‘dehşet ve yılgınlık’
bakımından siz, Allah’tan (O’na karşı duydukları dehşetten) daha çetinsiniz.
Bu, gerçekten onların derin bir kavrayışa sahip olmamaları’ dolayısıyla
böyledir.” (Haşr, 13) ‘Rehbet’, hoşlanılmayan şeylerden hızlıca kaçmayı,
onları hemen terk etmeyi ifade eder. Rehberin, kalbin arzu edilen şeye doğru
harekete geçmesi anlamına gelen ‘rağbet’ kelimesinin tam zıddı olduğunu
unutmamak gare- kir. Rehb veya rehbet, aynı zamanda olumlu bir davranış hâlinde
muttakilerin (takva sahiplerinin) bir özelliği olarak geçmektedir. Rehbet
içinde bulunan müminler, gerçekte Rablerinden hakkıyla korkup ürperirler. Çünkü
onlar Rabb’in azametini (büyüklüğünü) ve azabının çetinliğini anlayan
kimselerdir. “ O’nun (Zekeriyya’nm) duasına cevap verdik, kendisine Yahya’yı
armağan ettik, eşini de doğurmaya elverişli kıldık. Gerçekte onlar hayırda
yarışırlardı, umarak ve korkarak (rehbet içinde) bize dua ederlerdi. Bize derin
saygı gösterirlerdi!’ (Enbiyâ, 90) Rehbet ile haşyetin anlam benzerliği
vardır. Bu da korkulan şeyin gücünü bilmekten kaynaklanan bir korkuyu ifade
etmeleridir (çev.).
[68] er-Rahman,
55/29.
[69] er-Rahman,
55/29.
[70] el-A’râf,
7/143.
[71] el-A’râf, 7/143.
[72] el-Burûc,
85/20
[73] Ebu’l-Hasen
Ali b. İsa er-Rummânî (296-384/906-994): Arap dili çalışmalarında önemli bir
yer tutmaktadır. Mütezili bir kelama olan er-Rummânî, manuk ilmiyle yakından
ilgilenmiş, bu ilimden elde ettiği birikimi uğraştığı diğer dini ilimlere
uygulamak istemiş ve bu yüzden yerilmiştir. er-Rummânî’nin bu özelliğini en
fazla öne çıkaran eserlerinden birisi de el-Hudud adlı eseridir. Nahiv
ilminde kullanılan bazı terimlerin tanımlanmaya ihtiyaç duyduğunu belirtmiş ve
bu ihtiyacı gidermeye çalışmıştır (çev.).
[74] Muhammed,
47/15.
[75] el-Enbiyâ,
21/23.
[76] Hûd,
11/56.
[77] el-Hicr,
15/29; Sâd, 37/72.
[78] Muhammad
ibn ‘Abd al-Cabbar ibn al-Hasan en-Nifferî (öl. h.354?/965-ö.?). Hakkında pek
az şey bilinen onuncu yüzyıl su- fîlerden biridir. Nifferi isminden de
anlaşılacağı gibi Irak’ın Niffer kentinde dünyaya gelmiş, Mısırda ölmüştür.
Nifferi hakkındaki kısa bilginin kaynağı onun yorumcularından Afifüddin
Tilimsani’nin (Öİ.690) ifadelerine dayanmaktadır. Tilimsani, Mevakıfm
çöllerde gezen derviş Nifferi tarafından yazılıp bir kitap halinde düzenlenmediğini
ancak bazı sayfalara ilhamlarını geçirdiği ve bu sayfaların kendisinden sonra
elden ele dolaştığı ve sonunda da müritlerinden biri veya oğlu/kızkardeşinin
oğlu tarafından düzenlendiğini belirtir. Arberry ise Nifferî’nin her halükarda
diğer bazı mistikler gibi ifadelerinin geleceği konusunda kaygısızı olmayan
bir derviş olduğunu ve metnin kendisinin de daha sonra farklı bir el tarafından
düzenlendiğini gösterdiğini belirtir. Muhyiddin Arabi’nin eseri Fütuhat-ı
Mekkiye'Ae Nifferî’nin adının geçtiği ve ona atıf yapılan beş yer vardır.
Eserin 1293 Kahire baskısındaki referanslanyla Nifferi’ye aüf yapılan yerler
1.505,1.771,11.187,11.805,11.827’dir. Arabi Nifferî’nin eserinin başlığından “
El-Mevakıf vel Kavi' şeklinde söz eder. Arabî dışında Şarani’nin Tabakat
ül-Kübra, Hacı Halifenin KeşfilzZünun, Kaşani’nin Letaif al-Alem
fi İşarat Ehl-i İlham, Zehebi’nin ise Müş- tebih adlı eserinde
Nifferî’nin adı veya eseriyle ilgili bilgiler verilmektedir. Kendisiyle ilgili
gizem perdesi aralanmamış ve eserindeki muğlak ifadelerden dolayı anlaşılması
güç bir snfi olan NifFerî’nin Muhyiddin Ibn Arabi’yi etkilediği düşünülmektedir
(çev.).
[79] el-Bakara,
2/282.
[80] Ebû Saîd
(r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: “Resûlullah (sav) Medine
sokaklarından birinde ibn Sâid (Sayyâd) ile karşılaştı ve onu biraz yanında
alıkoydu, ibn Said, Yahudi bir delikanlı idi saçı ise örgülü idi Resûlullah’ın
(sav) yanında Ebû Bekir ve Ömer de bulunuyordu. Resûlullah (sav) ona: “Benim
Allah'ın Resûlü olduğuma şehâdet eder misin?” buyurdu o da: “Sen benim Allah'ın
elçisi olduğuma şehâdet eder misin?” karşılığını verdi. Bunun üzerine
Resûlullah (sav): “Allah’a, meleklerine, kitaplarına, elçilerine ve ahiret
gününe iman ettim” buyurdu ve “ne görüyorsun?”diye sordu. İbn Sâid: “Su
üzerinde bir arş görüyorum” dedi. Peygamber (sav) de: “Deniz üzerinde şeytanın
arşını görüyor” buyurdu. Resûlullah (sav): “Tekrar ne görüyorsun?” diye sordu.
“Bir doğru ve yalancılar veya doğrular ve yalancı görüyorum” dedi. Bunun
üzerine Resûlullah (sav): “Karmaşıklığa düşürülmüş bir kimse ondan uzak
durunuz buyurdu.” (Müslim, Fiten: 19; Ebû Dâvûd, Melahım: 16; Tirmizî, bu
hadis basendir demiştir.) (çev.)
[81] Bkz. el-A’râf,
7/40.
[82] er-Râd, 13/2.
184
[83] es-Sâffât,
37/55.
[84] Şemsüddîn
İsmail b. Sevdekîn, Muhyiddîn Ibnü’l-Arabî’nin başta gelen takipçilerindendir.
Kuvvetle muhtemel 579 yılında Kahire’de doğmuştur. Ibnü’l-Arabî’nin
yetiştirdiği mümtaz bir şahsiyet olup, otuz yılı aşkın bir süre ondan ders
almıştır. Alanında değerli eserler telif eden Sevdekîn, Ekberî irfan
geleneğini Şeyhi’nin vefaün- dan sonra Halep’de devam ettirmiştir (çev.).
[85] el-Bakara,
2/43, 83, 110; n-Nisâ, 4/77; el-Hacc, 22/78; en-Nûr, 24/56; el-Mücâdele, 58/;
el-Müzemmil, 73/20.
[86] el-Mâide,
5/35; et-Tevbe, 9/41, 87; el-Hacc, 22/78.
[87] Âl-i tmrân,
3/200.
[88] Hûd,
11/102
[89] er-Rahman,
55/29.
[90] er-Rahman,
55/31.
[91] Tâhâ, 20/5.
[92] en-Nisâ,
4/164.
[93] et-Tevbe, 9/6.
[94] en-Necm,
53/11.
[95] İbn Berrecan,
başta Kur’ân, kelam ve tasavvuf olmak üzere birçok İslâmî ilimde otorite olarak
kabul edilen, bunun yanında astronomi, matematik ve geometriye gibi müspet
ilimlerle meşgul olmuş bir İslam âlimidir. Hayaü hakkında elimizde bulunan
bilgiler ise maalesef kısa ve yetersizdir. Elimizdeki kaynaklara göre,
hayatının çoğunu Endülüs’ün Işbîliye şehrinde geçirmiştir, ibn Berrecariın tam
adı “Ebü’l- Hakem Abdus-Selâm b. Abdurrahman b.Muhammed b. Abdurrah- man
el-Lahmî el-Ifrikî el-Işbîlî’dir. İbn Berrecanın nerede doğduğu konusunda
tarihçiler arasında bir fikir birliği yoktur. Bazıları onun o zaman
‘El-Ifrikiyye’ bugün ‘Fas’ adı verilen şehirde doğduğuna işaret ederken bazı
kimseler de onu, doğrudan doğmya Endülüs’ün Işbîlîyye şehrine nispet
etmişlerdir. Doğum tarihi hakkında kesin bir bilgiye rasdaınlmamaktadır. (Geniş
bilgi için bkz., Yrd. Doç. Dr. Hülya Küçük- Hamza Küçük, Endülüs’ten Önemli
Bir Sima: ibn Berrecan, ilahiyat Dergisi, Yıl: 2002, Sayı: 14, ss.
125-143) (çev.)
[96] Sehl Bin
Abdullah Tüsterî: Adı Sehl b. Abdullah, künyesi Ebû Muhammed, nisbesi
et-Tüsteri. Tasavvuf yolunun imamlarından. 201/816 yılında Tüster’de doğdu.
Basra, Abadan ve Bağdat’ı dolaştı. Belh ve Semerkant’ta bulundu. Sonunda
memleketi Tüster’e döndü. Dayısı Muhammed bin Sevvar eliyle tasavvuf yoluna
girdi. Hac mevsiminde Mekke’de Zünnün Mısri ile görüştü. Ahmed el Hadraveyh ve
Ebû Osman Hîrî’nin sohbetlerine katıldı. Söz ve davranışlann- daki tutarlılık,
konuşmasındaki çekicilik sebebiyle insanlar fevc fevc etrafında toplandı.
Bazıları onu kıskanarak rahatsız ettiler ve bulunduğu bölgeleri terke mecbur
bıraktılar. Bu yüzden sıkıntı ve çile dolu, fakat huzurlu bir hayat yaşadı.
283/896 yılında seksen yaşını geçmiş bir pîr-i fani iken Tüster’de (veya
Basra’da) öldü. Riyazat ve nefs île mücahede, nefsin ıslahı konusunda bir takım
esaslar geliştiren ilk mutasavvıf sayılır. Müridlerini çile ve riyazatla
yetiştirirdi. Bu yüzden onun yolunu izleyenlere adına nisbede “Sehliyye” denildi.
(http://hasankamilyilmaz.com/index.php?option=com
cont ent&task=vicw8dd=718dtemid=29) (çev.)
[97] Sâd,
38/5.
[98] el-Kâdî
Ebû Bekir b. Et-Tayyib: Asıl ismi Muhammed, babasının adı et-Tayyib, dedesi de
Muhammed’dir, dedesinin babası Ca’fer, dedesinin dedesi Kasımdır. Künyesi Ebû
Bekir, lâkabı Bâkıllânî’dir. Bâkıllânî’nin biyografisinden bahseden kaynakların
tamamına yakını, onun Basrâda doğduğunu ifade etmekle birlikte, doğum tarihi
kesin olarak bilinmemektedir. Hicrî 4. asrın ilk yarısında (Milâdî 10. asrın
ilk çeyreği) doğmuş olması kuvvetle muhtemeldir. Bâkıllânî, Basra mek-
lebinin güçlü âlimlerinden dil,
kırâat, edebiyat, kelâm vb. ilimleri tahsil ettikten sonra, kesin tarihi
bilinmemekle birlikte ilim tahsili için Bağdat’a yerleşir ve burada ikamet
eder. Bâkıllânî, kelâm, fi- kıh, tefsir, hadîs, dil, edebiyat, felsefe, mantık,
dinler tarihi, mezhepler tarihi, tasavvuf gibi çeşitli ilimleri içine alan
İlmî hareketlerin teşekkül ettiği en canlı en hareketli Hicrî 4. asırda
yaşamış, çok sayıda eser vermiş bir âlimdir. Bâkıllânî, 403/1013’te Bağdat’ta
vefat etmiş ve namazını oğlu Haşan kıldırmışlar. Önce Tâbık Nehri yakınındaki
Derbü’l-Mahbus’taki evine defnedilen Bâkıllânî, daha sonra oradan çıkarılıp
Bâbu Harb’e nakledilmiştir, (http://www.ye- niumit.com.tr/yazdir.php?konu
id=l 196) (çev.)
99
Tâhâ, 20/5.
[100] ez-Zâriyât,
51/49.
[101] en-Nûr, 24/39.
[102] en-Nûr, 24/39.
[103] er-Rûm, 30/27.
[104] İbn
Ömer’den (r.a.) rivayet edilmiştir. Resûlullah (s.a.v.) ashabından aralarında
Ömer b. Hattâb’ın da bulunduğu birkaç kişiyle ibn Sayyâd’a uğramıştı, ibn
Sayyâd; bir delikanlı olup, Beni Meğale konağı yanında bazı çocuklarla
oynamakta idi. Resûlullah (s.a.v.) onun yanma vanp onun sırtına eliyle vurup
şöyle dedi: “Benim Allah’ın elçisi olduğuma şâhidlik yapar mısın?” İbn Sayyâd,
Resûlullah’a (s.a.v.) baktı ve “Sen, Ummîlerin peygamberisin” dedi. Sonra
Resûlullah’a (s.a.v.): “Sen benim Allah'ın Resûlü olduğuma şâhidlik eder misin?”
diye sordu. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.): “Allah’a ve elçilerine iman
etmişimdir” dedi. Sonra Peygamberimiz şöyle devam etti: “Sana ne geliyor?” İbn
Sayyâd dedi ki: “Bana yalan da doğru da geliyor.” Resûlullah (s.a.v.): “Senin
işin karma karışıktır” bu-
yurdu. Sonra
Resûlullah (s.arv.): “içimde gizlice tuttuğum bir şey var onu bil bakalım”
dedi. Peygamberimiz (Duban Sûresi’nin 10. ayetini içinden geçirmişti.) İbn
Sayyâd; “O Duhh” tur dedi. Resûlullah (s.a.v.), “Defol oradan, sen bir kahin
olarak haddini asla aşamayacaksın” dedi. Ömer: “Ey Allah’ın Resûlü! izin ver
de boynunu uçurayım” dedi. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.): “Bu gerçekten
Deccâl ise sen onun hakkından gelemezsin, eğer o değilse onu öldürmekte bir
hayır yoktur” buyurdular. (Ebû Dâvûd, Melahım: 16; Müslim, Fiten: 24. Tirmizî,
bu hadis hasen, sahihtir, demiştir.) (çev.)
105
el-Enbiyâ, 21/2.
[106] en-Nahl, 16/96.
[107] en-Nahl, 16/96.
[108] Bkz. ed-Duhân, 44/57.
[109] el-Ankebût, 29/56.
[110] Bkz. er-Ra’d,
13/2; Lokman, 31/29; Fâtır, 35/13; ez-Zümer, 39/5.
[111] el-Ankebût,
29/56.
[112] el-Mâide, 5/15.
[113] Yâsîn, 36/82.
[114] el-Insân,
76/1-2.
[115] Tâhâ,
20/55.
[116] Bkz. en-Neml,
27/82.
[117] el-Bakara, 2/31.
[118] er-Râd, 13/2;
Yûnus, 10/3.
[119] er-Rad, 13/2;
Yûnus, 10/5.
[120] et-Tekvîr,
81/29.
[123] en-Nâziât,
79/40.
[124] el-En’âm, 6/91.
[125] eş-Şûrâ, 42/11.
[126] el-Câsiye,
45/37.
[127] es-Sâffât,
37/180.
[128] Yûnus, 10/26.
[129] el-Bakara, 2/185
[130] Âl-i İmran, 3/7.
[131] en-Necm, 53/8.
[132] el-Enfâl, 8/17.
[133] et-Tevbe,
9/67; el-Haşr, 59/19.
[134] Fâtır,
35/10.
[135] Abdülkerim
el-Cilî: 1365 veya 1366 (Hicrî 767) yılında doğdu. Doğum yeri olarak farklı
yerler nakledilmektedir. Bazı araştırmacılara göre Bağdat yakınlarındaki Cilî
kasabasında doğdu. Doğum yeri olarak İran’ın Cilan kasabasmt gösterenler de
mevcuttur. Bu farklılık el-Cilî, Cilanî, Gilanî, Geylanî şeklinde
anılmasında da görülmektedir. Abdülkerim el-Cilî’nin, eserlerinden Hanbelî
mezhebi ve Kadiri tarikatına mensup olduğu anlaşılmaktadır. Gerek yaptığı
seyalıader, gerekse ortaya koyduğu eserler göz önüne alındığında zamanını çok
iyi değerlendirdiği ve dolu dolu bir ömür yaşadığı söylenebilir. Arapça ve
Farsça dillerinde, İslâm ilimleri, eski Yunan ilimleri, coğrafik bilgi ve
felek ilmi gibi muhtelif alanlarda önemli bir birikime sahip olduğu
anlaşılmaktadır. Abdülkerim el-Cilî, 1428 yılında Bağdat’ta vefat etmiştir.
el-Cilî’niıı yazmış bulunduğu eserlerinin önemli bir kısmı günümüze kadar ulaşamamıştır.
Eserleri ve fikirleri daha çok Doğu Hindistan’da yayılmış ve ilgi görmüştür.
Bunun dışında Islâm dünyasının değişik beldelerinde de ilgi görmüş ve eserleri
muhtelif dillere tercüme edilmiştir. En önemli eserlerinden biri olan ve
çeşitli dillerin yanı sıra Türkçede de değişik baskılan bulunan İnsan-ı Kâmil
adlı çalışması, Kurtuba Kitap tarafından da iki cilt halinde Günümüz Türkçesine
çevrilmiştir (çev.).
[136] el-En’âm, 6/103.
[137] en-Necm, 53/42.
[138] el-Mâide, 5/54.
[139] el-En’âm, 6/103.
[140] Bkz. en-Necm,
53/9.
[141] Hûd,
11/80.
[142] el-Ihlâs, 112/1.
[143] el-Hadîd, 57/3.
[144] Gâfir, 40/60.
[145] Sâd,
38/47.
[146] Fâtır, 35/32.
[147] ez-Zümer, 39/4.
[148] Gâfir,
40/44.
[149] ez-Zâriyât,
51/56.
[150] Âl-i tmrân,
3/31.
[151] ez-Zümer, 39/18.
[152] el-Bakara,
2/163.
[153] en-Nahl, 16/96.
[154] el-Hacc, 22/32.
[155] el-Mutaffifîn,
83/26.
[156] es-Sâffât,
37/61.
[157] Lokman, 31/16.
[158] el-Hacc, 22/30.
[159] Meryem, 19/29.
[160] el-Kehf, 18/30.
[161] Lokman, 31/22.
[162] eş-Şems,
91/10-11.
[163] Muhammed, 47/31.
[164] el-Vâkia,
56/8-85.
[165] Hûd, 11/15.
[166] el-Ahzâb, 33/36.
[167] en-Nahl, 16/97.
[168] el-Hicr, 15788.
[169] et-Teğâbun,
64/15.
[170] es-Saff, 61/3.
[171] el-Kasas, 28/76.
[172] el-Cin, 72/26.
[173] en-Nisâ,
4/78.
[174] Farır, 35/28.
[175] el-Bakara,
2/217.
[176] el-En’âm, 6/91.
[177] Yûsuf, 12/106.
[178] et-Talâk, 65/2.
[179] eş-Şûrâ, 42/11.
[180] el-Enbiyâ,
21/29.
[181] el-Eııâm, 6/40.
[182] el-Enfâl, 8/27.
[183] el-Beyyine,
98/5.
[184] el-Eııâm, 6/91.
[185] el-Eııâm, 6/91.
[186] et-Tûr, 52/48.
[187] Âl-i İmrân,
3/54.
[188] en-Neml, 27/50.
[189] el-Alak, 96/14.
[190] el-Bakara,
2/257.
[191] Sebe, 34/39.
[192] el-A’râf, 7/146.
[193] el-Enfâl, 8/29.
[194] el-Bakara,
2/282.
[195] en-Nisâ, 4/56.
[196] Meryem, 19/1-2.
[197] et-Talâk, 65/3.
[198] Sâd, 38/24.
[199] et-Tevbe, 9/24.
[200] ez-Zâriyât,
51/50.
[201] et-Tevbe,
9/118.
[202] Sebe, 34/23.
[203] el-Enfâl, 8/24.
[208] el-Kehf, 18/109
[209] et-Talâk, 65/1.
[210] el-tsrâ, 17/74
[211] el-Kehf, 18/28.
[212] eş-Şûrâ, 42/40.
[213] el-A’râf, 7/58.
[214] en-Nisâ, 4/108.
[219] el-Kalem, 68/4.
[220] Âl-i îmrân,
3/191.
[221] eş-Şûrâ, 42/20.
[222] et-Tevbe, 9/13.
[223] Hûd, 11/112.
[224] ez-Zâriyât,
51/50
[225] el-Hucurât,
49/5.
[226] el-Furkân,
25/19.
[227] el-îsrâ,
17/72.
[228] el-Haşr, 59/7.
[229] Kâf, 50/18.
[230] el-Alak, 96/19.
[231] en-Necm, 53/29.
[232] el-Hicr,
/15/94.
[233] el-Bakara,
2/152.
[234] Abese, 80/5-6.
[235] el-A’râf, 7/143.
[236] et-Tevbe, 9/94.
[237] en-Nisâ, 4/64.
[238] el-Burûc, 85/20
[239] Âl-i îmrân,
2/188.
[240] “Hatemül-Evliya”
veya “Hatmül-Evliya” olarak kendisinden bahsedilen zat, velilerin sonuncusu
olan bir şahıstır. Bu şahıstan, önce Hakim-i Tirmizî, “Hatmul-evliya”
adlı eserinde bahsetmiş, daha sonra Mulıyiddin İbn Arabi “Anka-ı mağrib”
adlı eserinde bu konuyu geniş bir şekilde incelemiştir, ibn Arabi bu eserde,
“Hatemu’l- Evliya”ımı Mehdi olduğunu belirten ifadelerin yanında, onun farklı
bir şahıs olduğunu gösteren ifadelere de yer vermiştir (çev.).
[241] el-Mülk, 67/1.
[242] el-Enfâl,
8/17.
[243] Mııhammed,
47/31.
[244] el-Hicr, 15/21.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar