Print Friendly and PDF

Fütûhâtü’l-Mekkiyye Okuma Kılavuzu

Bunlarada Bakarsınız

 


(Kitabın bütün bölümlerinin tanıtımı ve özeti)

Hazırlayan: M. İbrahim Muhammed Salim

Tasavvuf ve İslam düşünce tarihinde büyük bir etkisi olan ve tasavvuftaki otoritesi nedeniyle Şeyhü’1-Ekber, dinî ilim­lerde müceddid oluşu nedeniyle de Muhyiddin lakaplarıyla meşhur olan Muhyiddin b. Arabî el-Hâtimî 560/1165 tari­hinde Endülüs’ün güneydoğusundaki Tüdmîr bölgesinin baş­şehri olan Mürsiye’de doğmuş, 638/1240 yılında Dımaşk’ta ve­fat etmiş ve orada defiıedilmiştir.

Zahirî ilimlerde pek çok hocadan yeteri derecede eğitim al­dıktan sonra manevî ilimlerde derinleşmek üzere inzivaya çe­kilmiş, iç âlemindeki hâzineleri ortaya çıkarmaya karar vermiş ve uzun süren bir halvet ve riyazet döneminin ardından, kendi ifadesiyle marifet kapıları kendisine yavaş yavaş açılmıştır.

İbnu 1-Arabî, başta Endülüs şehirleri olmak üzere, Fas, Tu­nus, Merakeş, Mısır, Kudüs, Mekke, Medine, Musul, Bağdat, Diyarbakır, Sivas, Malatya, Konya, Halep ve Şam gibi pek çok İslam beldesini ziyaret etmiştir.

İbnu 1-Arabî pek çok eser yazmışnr. Kendisine nispet edi­len eserlerin sayısı 850 kadardır. Bu eserlerden 245 tanesinin günümüze ulaşüğı söylenmektedir. En büyük ve en temel eseri “el-Fütûhâtü’l-Mekkiyye”dir. Diğer eserlerinin el-Fütûhâtü’l- Mekkiyye’nm ilgili bölümlerinin birer zeyli olduğu söylenmiş­tir. Bu eserini Mekke’yi ziyaretinde yazmıştır. Kendisi, bu ese­rinin ya Kabe’yi tavaf ederken ya da murakebe için Harem-i Şerif te otururken Allah’ın kendisine açmış olduğu rabbani ilka ve ilahi imla olduğunu söylemiştir. Dımaşk’a yerleştikten sonra el-Fütûhâtü’l-Mekkiyye’ yi gözden geçirmiş, ilk nüsha üze­rine birçok ilave ve tashih yapmış ve eseri ölümünden bir yıl önce tamamlamışür.

el-Fütûhâtü’l-Mekkiyye’ nin bazı bölümleri Türkçeye ve başka dillere de çevrilmiştir. Kitabın Türkçeye tam çevirisine 2006 yılında başlanmış ve bu çeviri henüz tamamlanmamıştır.

Elinizdeki bu eser Muhammed İbrahim Muhammed Salim’in Miftâhul-Fütûhâtül-Mekkiyye isimli eseridir. Eseri “Fütûhâtul-Mekkiyye Okuma Kılavuzu” ismi altında çevirdik. Yazar, eserinin, bu kitaptan faydalanmaya katkı ve sevenlerine kolaylık olması için, imkânlar ölçüsünde bölüm başlıklarını ve içeriklerini konu alan özel bir fihrist olarak hazırladığını söy­lemektedir. Dolayısıyla elinizdeki bu kitapta “el-Fütûhâtü’l- Mekkiyye”nin 560 bölümü hakkında tanıtıcı ve özet bilgiler verilmiştir. Yazar bazen “el-Fütûhâtü’l-Mekkiyye”den geniş alın­tılar yapmış bazen de bölümde anlatılan konuları özetlemekle yetinmiş ve okuyucuyu bizzat bölümlere yöneltmiştir. Gerekli gördüğü yerlerde de yapnğı alıntılarla ilgili kısa değerlendir­melerde bulunmuştur. Yapnğı almalarda geçen ayetlerin sure ve ayet numaralarını belirtmemiştir. Okuyucuya kolaylık sağ­laması düşüncesiyle bunları dipnotta tespit ettik. Bazı şahıs­ların biyografilerine yine dipnotta yer verdik. Tercümede za­man zaman metinden kaynaklanan zorluklarla karşılaştık. Bu zorlukları aşmada “el-Fütûhâtü’l-Mekkiyye”nin matbu nüshalarına müracaat ettik. Matbu nüshaların çözemediği problem­leri de bizzat müellifin el yazması nüshasına müracaat etmek suretiyle aşmaya çalıştık.

Kitapta geçen bazı kavramların tercümelerini verdik, bazı­larını da Tasavvuf ve İslam Düşüncesi literatüründe kullanıl­mış olması hasebiyle olduğu gibi kullandık.

“el-Fütûhâtü7-Mekkiyye” gibi bir eserin tercümesi oldukça zordur. Bunun için yaptığımız tercümeyi kaynak nüsha üze­rinden takip ederek birkaç defa gözden geçirdik. Mümkün olduğunca akıcı ve anlaşılır bir metin ortaya çıkarmaya çalış­tık. Bu çalışmanın İbn Arabi severlere ve okurlarına yararlı ol­masını diliyoruz.

Son olarak tercümede her türlü yardımını ve desteğini gör­düğüm Eyyüp Tanrıverdi’ye ve kitabın editörlüğünü üstlenen Ersan Güngör’e teşekkür ederim.

Ali Akay

Bazı Açıklamalar

1 - “el-Fütûhâtü ’l-Mekkiyye ” kitabı el-Emiriyye Matbaasında bir­kaç cilt halinde neşredilmiştir. Bu neşir birkaç baskı yap­mıştır. Mustafa el-Halebî Matbaasında da Emir Abdulka- dir el-Cezairî nezaretinde dört cilt halinde neşredilmiştir. Bunun da birkaç baskısı vardır. Elimizdeki Beyrut baskısı, el-Halebî baskısına uygun ofset baskıdır. Sekiz cilttir.

2-   Bu kitapta güvenilir baskılardan ayrılmış olmadım. Çünkü elimdeki nüsha tahkikli, nodanmış, hata ve yanlışlardan uzaktır.

3-   Daha önce Efendim Muhyiddîriin hayatını, menkıbele­rini bazı görüşlerinin savunusunu içeren, “Te’yidus-Sûfiyye fil-Mecmû.'atıl-Hatemiyye” isimli bir kitap yazdım.

Ayrıca “Hallul-Garîb min Akvâli’ş-Şeyh Radıyallahu Anh” isminde bir cilt halinde basılan bir kitap daha yazdım.

Bu zevkleri ve müellefatı bilmeyen kişiye düşen şey, sufi- lerin yolunu bilfiil takip etmek ve meşreplerini ve sahih ilimlerini onların yolunu takip eden mürşit bir üstattan almaktır. Allah’ın izniyle onlar da her asırda mevcuttur. Güvenilir araştırmacı aradığını bulur. Son olarak, sakin bir şekilde Allah ihsan edinceye kadar onların kitapla­rını anlamaya çalışmak gerekir. Kendisinden istenen sa­dece Allah’tır.

Muhammed İbrahim Muhammed Salim

Önsöz

Hamd Âlemlerin Rabbi olan Allah’adır. Salar ve Selam Pey­gamberlerin en şereflisi olan Efendimiz Muhammed’e bütün Âl ve Ashabı’nadir. Bundan sonra:

Efendimiz Muhyiddîn b. Arabi’nin (r.a.) “el-Fütûhâtü'l- Mekkiyye” isimli kitabı, sufiliğin azığı, Muhammedi ilimlerin hâzinesidir. Onun telif edildiği yere ve telif biçimine dikkat çekmek istiyorum. eş-Şeyh (r.a.) onu Kâbe’nin yanında telif etmiştir. Telif esnasında bu kitaba özgü bazı harikuladelikler tezahür etmiştir. Şöyle ki eş-Şeyh onu bir süre Kâbe’nin üs­tüne koyar. Güneş ışığı ve rüzgâr ona zarar veremez. Bu du­ruma oradakiler de şahit olurlar. Ben onun (r.a) gözetiminde sülük hayaümın başlangıcından şu ana kadar bu kitaptan bü­yük ölçüde faydalandım. Allah ehli yolundaki seyirdeki seri ilerleyişte onun büyük bir etkisi vardır. Sevgili dostlarım da onu tedarik ettiler, faydalandılar ve onu okumakla meşgul oldular. Bu kitaptan faydalanmaya katkı, sevenlerine kolay­lık olması ve okunmasının devam etmesi için, imkânlar öl­çüsünde bölüm başlıklarını ve içeriklerini konu alan özel bir fihrist hazırlamaya kalkıştım. Kısaltmalar yapmanın imkânı olmadığı durumlarda, aşığını bizzat kitabın bölümlerine yö­nelttim. Tabiî ki sufî zevklerin azıklarına kuvvetle sarılan sali- kin durumu budur. Bundan sonrası için kitaba bakınız. Ba­şarıya ulaşüran Allah’tır.

 

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla

Kitabın başlangıcı

Yegâne inci, değerli cevher, sırların benzersizlerini ve nur­ların parıltılarını ihtiva etmiştir. eş-Şeyh orada onun hatemi- yetine özellikle “hemziyye kasidesinde” işaret etmiştir.

Fihrist

Fihriste özgü bir bölümdür. Kitabın bölümlerinden sayıl­mamaktadır. Altı fasıldır.

Mukaddime

Şu konuları içerir:

1-      İlimlerin mertebeleri.

2-      ilmin türleri hakkında özel bir vasıl.

3-    Bu yüce tarikatın, sebepler, temeller, ahlak ve hakikat şek­lindeki dört kısmının özeti.

4-    Genel olarak İslam ehlinin yani taklit ve tetkik ehlinin aki­desi.

5-     Eğitimsiz ve eğitimliler hakkında vasıl.

6-    Allah ehlinden ihtisas ehlinin tetkik ve keşif arasındaki iti­kadı hakkında bir vasıl.

Birinci Bölüm

Bu kitapta yazdığım şeyler, yaratılışının sırlarından aldı­ğım ruhun ve benimle onun arasındaki sırların bilinmesi hak­kındadır.

Kendisinden ilahi ilimlerin elde edildiği tafsili ruh hak­kında önemli bir bölümdür. Onun “el-Imâmul-mubin‘veya “el-kvhul-mahfûz" veyahut “en-nefiul-küllîye” olarak isimlen­dirildiğini anladım.

İkinci Bölüm

Harf ve harekelerin âlemdeki mertebeleri ve ona ait olan el-esmâul-hüsnâ’\\\x\ bilinmesi, kelimelerin bilinmesi, ilmin, âlimin ve malumun bilinmesi hakkındadır.

Bu bölüm üç fasıldır:

1-    Birinci fasıl, harf ve mertebelerin, küçük harfler niteliğinde olan harekeler ve ona özgü ilahi isimlerin bilinmesi hak­kındadır.

2-    ikinci fasıl, kendileriyle kelimelerin birbirinden ayırt edil­diği harekelerin bilinmesi hakkındadır.

3-    Üçüncü fasıl, ilim, âlim ve malumun bilinmesi hakkında­dır.

Üçüncü Bölüm

Allah’ın kitabında kendisine ıtlak ettiği kelimelerin içerik­lerinden ve Resûlunün dili üzere gelen teşbih ve tecsimden O’nun tenzih edilmesinin bilinmesi hakkındadır. Allah, za­limlerin nitelemelerinden münezzehtir.

Muhdes ilmin, Hakk’ı bilmedeki aczini inceleyen önemli bir bölümdür. Ayrıca sinaî, tekvini, sudûrî ve ibdaî vs. mehil­lerin çeşideri incelenmiş ve teşbihi ayeder açıklanmıştır.

Dördüncü Bölüm

Âlemin başlangıç sebebi ve bütün âlemdeki esmâ-i hüsnâ’nın mertebeleri hakkındadır.

Âlemin başlangıcının aslı ve isimlerin onun yaratılışına yö­nelmesi hakkında önemli bir incelemedir.

Beşinci Bölüm

Bismillahi’r-rahmâni’r-rahîm’in ve Fatiha’nın, bütün yön­lerden değil de sadece bir tek yönden sırlarının bilinmesi hak­kındadır.

Besmele, Fatiha ve Bakara Sûresi’nden birkaç ayet hak­kında bir incelemedir.

Altıncı Bölüm

Ruhanî yaratdışın başlangıcının ve onda ilk yaratdanın kim olduğunun ve neden yaratıldığının, nerede yaratddığı- nın, hangi örneğe göre yarauldığının, niçin yaratddığının, ga­yesinin ne olduğunun bilinmesi, büyük ve küçük âlemin fe­leklerinin bilinmesi hakkındadır.

Başlangıç ve yaratılış açısından âlemin sırlarını toplayan önemli bir bölümdür.

Yedinci Bölüm

Büyük âlemde mevcut olan türlerin ve müvelledât[1] kate­gorisinin en sonuncusu olan beşerî cisimlerin başlangıcının bilinmesi hakkındadır.

Alemin özellikle de beşerî cisimlerin yaratılışının mertebe­leri hakkındadır.

Sekizinci Bölüm

Âdem’in (a.s.) yaratıldığı çamurun mayasının arta kalanın­dan yaratılan yerin bilinmesi hakkındadır. Bu, hakikat arzıdır. Ondaki bazı gariplikler ve acayiplikler zikredilmiştir.

Karınca arzının incelenmesi. Bu bölümün sırları sonuna kadar açıkur. Bu küllî misal arzıdır.

Dokuzuncu Bölüm

Yalın ateşten yaratılan ruhların bilinmesi hakkındadır.

Cinler ve halleri: Yaraulışları, üremeleri, itaaderi, isyanları incelenmiştir. Bu bölüm, önemli sırlar içermektedir.

Onuncu Bölüm

Mülk devrinin, onda ilk mevcuttan ayrılan ilk şeyin, son ayrılandan ayrılan son şeyin, ikisinden ayrılan şeyin yerinin ne ile dolduğunun bilinmesi, hükümdarı gelinceye kadar Allah’ın bu memleketi hazırlamasının, fetret dönemi olan Hz. Isa ile Hz. Muhammed arasındaki âlemin mertebesinin ne olduğu­nun bilinmesi hakkındadır.

Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) liderliğini incelemedir.

On Birinci Bölüm

Ulvî babalarımızın ve süfli annelerimizin bilinmesi hak­kındadır.

Yüce âlemdeki ulvî baba ve annelerimiz, küllî nefis, tabiat, hebâ, küllî cisim hakkında bir incelemedir. Tabiatların ve rü­künlerin babalığı ve anneliği de incelenmiştir. Sırları çok olan bir bölümdür.

On ikinci Bölüm

Efendimiz Muhammed’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) feleğinin devrinin bilinmesi hakkındadır. Bu dönem, liderlik dönemidir. Bu dönemde za­man, Allah’ın kendisini yarattığı gündeki biçimindedir.

Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) liderliği ve ona özgü nitelikleri hak­kındadır.

On Üçüncü Bölüm

Arşın taşıyıcılarının bilinmesi hakkındadır.

Bu bölüm arş ve onun taşıyıcıları hakkında olup geniş bir bölümdür. Surederin, ruhların ve gıdaların çeşiderini de kap­samaktadır.

On Dördüncü Bölüm

Nebilerin yani Veli Nebilerin, Hz. Adem’den (a.s.) Hz. Muhammed’e (salla’llâhü aleyhi ve sellem) kadar mükemmel ümmederin kutupla­rının sırlarının bilinmesi; Kutup, Allah’ın kendisini yarattığı günden beri tektir, ölmemiştir ve meskeninin nerede olduğu­nun bilinmesi hakkındadır.

Eşsiz bir sır olan velilerin nübüvveti hakkında önemli bir in­celemedir. Bu bölümle tek Kutup —ki o Ruh-u Muhammedi'dir ve meskeni bilinen mühürdür- vb. sırlar incelenmiştir.

On Beşinci Bölüm

Nefeslerin bilinmesi, onların muhakkik kutuplarının ve sırlarının bilinmesi hakkındadır.

Bu bölümle kutupların sırları, zikrin türleri kavratılmaya çalışılmıştır.

On Altıncı Bölüm

Süfli menzillerin ve kevnî ilimlerin bilinmesi, onlardan Allah’ı bilmenin ilkesi, evtâd (direkler), ebdâl ve ulvî ruhlar­dan onlara hükmedenlerin ve süfli menzillerin feleklerinin ter­tibinin bilinmesi hakkındadır.

İblisin geldiği dört cihet, evtâd ve evtâd’ın ilimleri ve mer­tebeleri incelenmiştir.

On Yedinci Bölüm

Kevnî ilimlerin bilinmesi, yardımcı temel ilahi ilimlerin miktarının bilinmesi hakkındadır.

Bu bölüm şu önemli hususları içermektedir:

1-     Kevnî ilimlerin intikalleri, yaratılış ve tekvinin devamlı oluşu.

2-    İlahî ilimlerin yani Allah’ı bilme ilminin eşyaya intikalinin nasıllığı. Bu gerçekten önemli bir konudur.

3-    Allah’ı bilmemizin taallukunun ne olduğu ve Hakk’ın ter­cihi ile ilgili bir incelemedir.

4-     Hak için ihtira (icat etmek) ne demektir.

5-    İlahî isimler ve onların Hakk’ın zatı üzerine ilave varlıklar değil de nispeder olması.

6-    Suretin aynalarda berzah mertebesine ait bir ceset olması. Aynalar da berzah mertebesinin suretlerini veren şeylerden biridir.

7-    İnsan-ı kâmilin tamlığı, âlemle arasındaki benzerlik, insa­nın afdaliyetinin kaynağının onu Allah’ı bilmiş olması ve Allah’ın onu tafdil etmesi. Yani kemal, fazilet boyuncadır.

8-    Hakk’ın bir tek subuti sıfaundan başka şifan yoktur. “Onun da uluhiyyet olduğunu anladım. ”

9-    Son tahlilde kulların içinde oldukları durum hakkında mer­hametlerinin caiz olması yani rahmetin kapsamlılığı. Zira isimler yokluk nispetleridir, işin kaynağı bir tek Zat’a dö­ner. Dilediğini yapma O Zat’a aittir. Rahmet gazabı geç­miştir.

10- Cevazı Allah’a ıtlak etmek, Allah’a karşı bir su-i edeptir. Cevazı mümküne ıdak etmekle maksat hâsıl olur. En uy­gun olan budur. Çünkü bu konuda şeriaun getirdiği bir hüküm ve aldın gösterdiği bir delil yoktur. Rahmetin ge­nel olması, cehennem ehlinin cehennemde ebedi olarak kalmasıyla çelişmez.

On Sekizinci Bölüm

Müteheccidlerin (Geceleyin uyanık kalanların) ilimleri­nin, ilimlerinin ilgili olduğu meselelerin, ilim mertebelerin­deki miktarının, varlıkta ondan ortaya çıkan ilimlerin bilin­mesi hakkındadır.

Teheccüd ilmi, isimlerin nispet olması ve âlemin varlığı­nın sebebi hakkında bir incelemedir.

On Dokuzuncu Bölüm

İlimlerin artış ve eksiliş sebebinin ve Allah’ın "De ki Rab- bim ilmimi artır"[2] sözü ile Hz. Peygamberin (salla’llâhü aleyhi ve sellem) “Allah, ilmi âlimlerin gönüllerinden çekip almaz, âlimlerin canım almakla ilmi alır" sözünün anlamı hakkındadır.

Nazarî ve tecrübî ilimler ile ilimlerde artış ve eksiliş sebep­leri hakkında bir incelemedir.

Yirminci Bölüm

İsevî ilim, nereden geldiği, nerede son bulduğu, keyfiyeti, âlemin uzunluğuyla mı genişliğiyle mi veya her ikisiyle mi iliş­kili olduğu hakkındadır.

Tekvin, rahmani nefes, Hz. İsa’nın (a.s.) ölüleri dirilt­mesi, ruhlar ve manalar âleminin uzunluğu, cisimler ve tabiat âleminin genişliği hakkında ince sırlardır.

Bu bölümle, rahmetin gazabı geçtiği, cehennem azabının süresi de incelenmiştir.

Yirmi Birinci Bölüm

Üç kevnî ilmin ve bunların birbirlerine dahil olmalarının bilinmesi hakkındadır. Alemin tekten yaratıldığı hakkında bir incelemedir.

Yirmi ikinci Bölüm

Menzillerin menzilinin ilminin ve bütün kevnî ilimlerin tertibinin bilinmesi hakkındadır.

Menzillerin esasları hakkında geniş bir bölümdür. Bu bö­lüm, “el-Keşkûl”un baş kısmıyla beraber tedvin edilen “Sırrul- Menâzil” isimli risalesinin yol göstermesiyle iktifa ettiğim bir bölümdür. (Bu risalenin el yazması yanımda mevcuttur.)

Yirminci Üçüncü Bölüm

Korunmuş kutupların ve korunmuşluklarının sırlarının bi­linmesi hakkındadır.

Melamîler olan kurbet ehlinin hallerinin tarifidir.

Yirmi Dördüncü Bölüm

Kevnî ilimlerden gelen şeylerin, onların içerdiği gariplik­lerin, âlemde kimlerin onları elde ettiğinin bilinmesi; kutup­ların mertebelerinin, iki şeriat arasındaki ortaklığın sırlarının, nefesler âlemine ve nefeslere âşık olan kalplerin ve onların as­lının, menzillerinin sayısının bilinmesi hakkındadır.

1-      Mülkün mülkü.

2-      Ziyaretçiler.

3-      İlahî maiyet.

4-      Eyneyyenin (neredeliğin) Hakk’a nispeti.

5-      İki şeriat arasındaki müştereklik.

6-      Genel ve özel mühürleme.

7-      Nefesler, menzilleri ve bunu gerçekleştirenler.

Yirmi Beşinci Bölüm

Uzun ömürlü özel uzun direğin, dört tür ilim bahşedilmiş kutupların sırlarının, menzil ve menzillerin ve âlemden oraya girenin sırrının bilinmesi hakkındadır.

Bu bölüm şu konuları içerir:

1-      Efendimiz Hızır ve Şeyhin onunla toplantıları.

2-      Zahir, baun, had ve matla’ın adamları, ilimleri, makamları.

3-      Menzil ve menzillerin sırları.

4-      Birin sayılardaki seyri.

Yirmi Altıncı Bölüm

Remiz sahibi kutupların bilinmesi, tarikattaki ilimlerine ve sırlarına işareder hakkındadır.

a-Ezel b-Ebed c- Halin sırrı d-Harf ilmi

Yirmi Yedinci Bölüm

“Vuslata er, ben de sana kavuşmaya niyetlendim” kutupları­nın sırlarının bilinmesi hakkındadır. Bu nurânî âlemin men­zillerinden biridir.

İlahî vuslat ve yakınlık, pabuçların giyilmesi ve çıkarılması, Musevî kelam hakkında bir incelemedir.

Yirmi Sekizinci Bölüm

“Elem tere keyfe”[3] kutuplarının bilinmesi hakkındadır.

Soruların esası hakkında bir incelemedir. Soruların esası dört­tür. 1-hel (mı, mi) 2-ma (ne) 3-keyfe (nasıl) 4-lime (niçin)

Bunlardan hangileri Hak için kullanılabilir, hangileri kul­lanılamaz. Şeyh in bu konudaki isabetli görüşü.

Yirmi Dokuzuncu Bölüm

Selman’ı Ehl-i Beyt’e katan sırrın ve ona mirasçı olan ku­tupların ve sırlarının bilinmesi hakkındadır.

Özel kulluk -ki o Selman-ı Farisî Efendimize vâris olan ku­tuplara özgü bir sırdır-, Al-i Beyt’in arındırılması ve Allah ka­tındaki yerleri hakkında bir incelemedir. Bu inceleme insanla­rın Ehl-i Beyt’e karşı görevlerinin neler olduğunun bilinmesi açısından önemlidir.

Otuzuncu Bölüm

Birinci ve ikinci tabakadan binici kutupların bilinmesi hakkındadır.

İbadet ehlinin makamları hakkında olup önemli bir bö­lümdür.

Otuz Birinci Bölüm

Süvarilerin esaslarının bilinmesi hakkındadır.

Süvarilerin esasları çoktur. Onlardan bazıları şunlardır:

1 - Güç ve kuvvetten teberri.

2-    Benim dilimle konuşur, benimle görür, benimle işitir tev­hidi. Bu esasa göre Resul ve Nebilere özgü şefi hükümleri ve velilere özgü İlahî marifetleri inceleme.

3-      Allah’a karşı edep.

4-    Sufîlerin Hakk’ın isimlerinin O’na nispetinin hakikatini bilmeleri. Bölüm onların sıfadarını da zikreder.

Otuz ikinci Bölüm

ikinci tabakadan üzengi sahibi yönetici kutupların bilin­mesi hakkındadır.

Müdebbir ve mufassıl isimlerine dayanarak tedbirin ince­lenmesi. Bölümde, ahiretteki diriliş dakik bir şekilde incelen­miştir. “Gece uyumanız ve gündüzün fazlından aramanız Onun ayetlerindendir”[4] ayeti açıklanmıştır.

Otuz Üçüncü Bölüm

Niyetçi kutupların, sırlarının ve esaslarının keyfiyetinin bi­linmesi hakkındadır. Onlara “niyyâtiyyûn” denilir.

Niyet hakkında geniş bir incelemedir, isimlere ait nispet­ler, işitmenin türleri, nefis muhasebesi, makam ve niyetçile- rin sıfatları hakkındadır.

Otuz Dördüncü Bölüm

Nefesler menziline ulaşıp durumları müşahede etmiş şahsın bilinmesi hakkındadır. Allah’ın izniyle onları zikredeceğim.

idrakler ve idrak kuvvetinin incelenmesi, bilinen güçlerle mu­tat olmayan yollardan elde edilen ilimlerin incelenmesi, Rahman isminden yansıyan dakik sırların incelenmesi, Amâ, arş, Rab ismi, Rahman ismi, dünya semasına inme, insanın özellikleri, insanın (Allah’ın) suretinde yaratılması, HakTeâlâ’nın gecenin son üçte birinde dünya semasına inmesinin incelenmesi.

Otuz Beşinci Bölüm

Nefesler menziline ulaşmış şahsın ve ölümünden sonraki sırlan- nın bilinmesi hakkındadır. Bu bölümde şu hususlar incelenmiştir

1-      Meânî sıfatlar, nefsî sıfatlar.

2-      Allah’ı bilmede akıllıların acizlikleri.

3-      Hakikaderin değişmemesi.

4-      Velilerin ilimlerinin kaynağı.

5-      Hak Teâlâ’nın idrak edilmesi.

6-      Misliyyetin olmayışı.

7-    Mütehakkıkların görme, işitme ve diğer güçleriyle göster­dikleri kerameder ve harikuladelikler. Bu makam sahiple­rinden olan ölülerin durumu.

8-    Şeyh’in babası, makamı, ölüm anındaki durumu; öğren­cisi ve takipçisi Bedru 1-Habeşi’nin durumu.

Otuz Altuıcı Bölüm

İsevîlerin, kutuplarının ve usullerinin bilinmesi hakkın­dadır.

Bu bölümde şu hususlar incelenmiştir:

1-    Muhammedi şeriatın genelliği, önceki şeriadarı içine al­ması.

2-    Yûnus’tın (a.s.) ve Isa’nın (a.s.) dönemlerine ait diriler. Bu konuda rivayet edilen hadisler.

3-      isevîlerin ayrıcalıkları.

Otuz Yedinci Bölüm

İsevî kutupların ve sırlarının bilinmesi hakkındadır.

Sufîlerin hallerinin isteklilere aktarılması, bu konuda Resûlullah’tan (a.s.) getirilen deliller.

Kur anın icazı nedir?

Tabiatları telif ve tahlil etme ilmi. Bu ilim, Allah’ın Âdem’e (a.s.) öğrettiği isimler ilminin yarısı üzerine bina edilmiştir.

Kıyametin sırları.

Otuz Sekizinci Bölüm

Muhammedi makama muttali olmuş kutupların ve ona ulaşmamış kutupların bilinmesi hakkındadır.

Ubudiyyet hakkında bir incelemedir. Seçkinlerin en güzel talebidir. Şeyh’in, ubudiyetteki bir makam hakkında beyanı. Allah onunla bizi sağlamlaştırsın! Amin!

Otuz Dokuzuncu Bölüm

Hak, kendisini kendi kaundan kovduğunda velinin düş­tüğü makamın bilinmesi hakkındadır.

Bu durumun vasıtasız ve vasıtalarla incelenmesi.

Âdemi hübût (düşüş).

Velinin makamdan düşüşü neye yorumlanır.

Kulluk ve dünyada Seçkinlerin mükellefiyetinin gerekliliği.

Övünmek her şeyin yolda olmadığını gösterir.

Abdulkadir el-İcî’nin ve öğrencisi Ebû Suûd b. eş-Şiblî’in halleri.

Kırkına Bölüm

Kevn ilimlerinden cüzî ilme komşu menzilinin, tertibinin, sırlarının ve kutuplarının bilinmesi hakkındadır.

Harikuladeliklerden, mucizelerin, kerametlerin ve sihrin türlerini açıklamıştır.

Bunlardan her birinin arasında olan önemli farklar ve sır­ları.

Alimu 1-Esved’in “mescidin direğini önüne alan kimseye o al­tın olur”sözünün açıklaması. Bu sözün ibaresi şöyledir: “ey bu (şahıs)! Şüphesiz ki varlıklar değişmez ama sen Rabbinin haki­kati için onları böyle gördün. ”

Musevî asâ.

Kırk Birinci Bölüm

Gece ehlinin, tabakalarının farklı farklı olmasının, mer­tebelerindeki farklılığın ve kutuplarının sırlarının bilinmesi hakkındadır.

Gece ehlinin halleri, eşyanın ve âlemin yaratılışının mahi­yetinin kavranması. İkisinin arasındaki şeyin ortaya çıkması için bir mümkün ve fail gereklidir.

Kırk ikinci Bölüm

Fütüvvet ve fetâların, menzillerinin, tabakalarının ve ku­tuplarının sırlarının bilinmesi hakkındadır.

Fetâların sıfadarının incelenmesi.

İbrahim’in (a.s.) kavmiyle kıssasında Allah Teâlanın “Belki büyükleri yapmıştır”[5] sözünün açıklaması.

Kırk Üçüncü Bölüm

Verâ sahipleri kutuplarından bir grubun ve bu makamın genelinin bilinmesi hakkındadır.

Vera sahiplerinin halleri ve sıfatları. Hakk’ın, meleklerin ve âlemlerin onları övmesi ve bu övgünün sebebi.

Kırk Dördüncü Bölüm

Behlüllerin[6] ve onların Behlül mertebesindeki imamları hakkındadır.

Mecnun akıllıların halleri ve türleri. Onlardan örnekler. Şeyh’in istiğrak hali, eş-Şiblî[7]. Behlüllerden birinin Şeyhle du­rumunun tasviri.

Kırk Beşinci Bölüm

Erdikten sonra geri dönenin ve onu geri döndürenin bi­linmesi hakkındadır.

Bu bölüm, ermenin anlamını, erenlerin mertebelerini, var­dıkları isimleri, halka dönenlerin türleri, sekiz uzvun adam­ları ve onlara ulaşan nurlar, ashabul-akdam/yayan kişiler/ya- yalar olarak isimlendirilen nebilerin nüktelerinden alanları içine alır.

Kırk Altına Bölüm

Az ilmin ve salihlerden onu elde edenlerin bilinmesi hak­kındadır.

İlmin ahadiyyeti ve maltımaun kesreti.

Vehbî ilimler bahsi- kesbî ilimler.

İlim ne ile sona erer, bu mümkün mü değil mi?

Mümkünün vaki olduğu konusunda dakik bir incelemedir.

Kırk Yedinci Bölüm

Süflî menzillerin ve makamlarının vasfının sırlarının, baş­langıcının zikri esnasında arifin nasıl hoşnut olacağının ve ma­kamının yüceliğine rağmen onlara nasıl özlem duyacağının, kendisine buna çağıracak şekilde tecelli edecek sırrın ne oldu­ğunun bilinmesi hakkındadır.

1-      Sonun, başın özlemini çekmesi ve bunun sebebi.

2-      Mümkün varlıklar için bilinen makamlar.

3-      Namaz, zekât, oruç ve haccın neticeleri.

4-      Allah ehlinin dört ölümü.

5-      Meleklerle beşer arasındaki üstünlüğün incelenmesi.

6-      Dairedeki sırlar.

7-      Küllî nefsin gücü.

8-      İnsanı diğer yaratıklardan ayıran güç.

9-      Tabiat, nefis ve heba.

Kırk Sekizinci Bölüm

Bu bundan dolayı böyle oldünun bilinmesi hakkındadır.

Bu illet ve sebebin ispatıdır.

Bu bölüm şu konuları kapsar:

1 - Alemin yaratılışının sebebi ve illeti.

2-      Bir başka yönden rahmetin kapsamlılığı.

3-      Adem’e (a.s.) öğrettiği isimler.

4-      Hilafet ve risalet.

5-      Hakk’ın yön kayıtlarından kurtulması.

6-    Devriye meselesi: İlahî nispederin farklılığından dolayı şeri­atlar farklı farklı olmuştur. Diğer meseleler de önemlidir.

Kırk Dokuzuncu Bölüm

“Ben Rahmanın nefesim Yemen yönünden buluyorum” ha­şinin ve bu menzilin ve adamlarının bilinmesi hakkındadır.

İki ağırlığın (insan-cin) yaratılışının rahmet isimlerinde da­yanağı incelenmiştir.

Ellinci Bölüm

Hayret ve acizlik adamlarının bilinmesi hakkındadır.

Zat ilmindeki hayret hakkında ince sırlar.

Nazar ehli ile müşahede ehlinin hayreti arasındaki fark.

Elli Birinci Bölüm

Vera’ ehlinden nefes-i rahman menziline ulaşmış kişilerin bilinmesi hakkındadır.

Vera’, varlığı, gerçekleşmesi, eşyada vera’nın dayandığı ala­metler, vera’ yapılan şeylerde harikulade makamına ilerlemesi, vera’ ehlinin kerametleri, cin ve meleklerle toplanmaları, kalp­lerindeki ilahi tecelliler.

“Kendilerinden daima hayal âlemine eşlik eden vardır. Bu makamda ona, cima vb. lezzetler kolaylaşır ve onda çocukları olur. Onlardan bazıları için bu âleminde kalır ve bazılarının çocuğu şahadet âlemine çıkar. Bu aslında hayaldir, hisse gö­rünmüştür.” Bu makama erenlerin örnekleri.

Elli ikinci Bölüm

Keşif sahibinin onu gördükten sonra gayb âleminden şaha­det âlemine kaçışının sebebinin bilinmesi hakkındadır.

Ruhların özellikleri, asılları, bedenle ilişkileri, teklifin sırrı, fiillerin kullara nispeti, kulluğun şerefi konularında önemli incelemelerdir.

Elli Üçüncü Bölüm

Müridin, şeyhin varlığından önce nefsine telkin ettiği amel­lerin bilinmesi hakkındadır.

Müride lazım olan şeyler: açlık, uzlet, susmak, seher. Bu dört şeyin açıklanması.

Gizli olarak gerekli olanlar şunlardır: tevekkül, yakîn, sa­bır, azimet ve sıdk.

Elli Dördüncü Bölüm

İşarederin bilinmesi hakkındadır.

Allah ehlinin, ıstılahları kendilerine özgü tarif etmelerinin sebebi hakkında bir incelemedir.

Elli Beşinci Bölüm

Şeytanî tehlikelerin bilinmesi hakkındadır.

Tehlikelerin kısımları, şeytanların türleri, İblisin her tayfaya sızma yerleri, vesvesesinden korunmak için uyarılar ve nasihat­ler hakkında bir incelemedir.

Elli Altıncı Bölüm

İstikra ve sağlamını zayıfından ayırt etmenin bilinmesi hakkındadır.

İstikranın sahih olduğu ve olmadığı yerleri incelemedir.

Elli Yedinci Bölüm

İlham ilminin istidlal türlerinden herhangi bir türle elde edilmesinin bilinmesi ve nefsin bilinmesi hakkındadır.

“Ona takvasını da fücurunu da ilham etmiştir”[8] ayeti ile bu ayete benzeyen ayederin açıklanması.

İlham ile ledünnî ilim arasındaki fark. Bu dakik bir ince­lemedir.

Elli Sekizinci Bölüm

İstidlalde bulunan ilham ehlinin bilinmesi, kalbe dolup ta­şan ve kalbin temayüllerini bölen ve onları dağıtan İlahî ilmin bilinmesi hakkındadır.

Allah’ı bilmede aklın acizliğini incelemedir. Allah’ı bilme mercii kalptir.

Teklifler ve mertebeleri.

Sidretu’l-Müntehâ ve usulü.

Rahmetin kapsamlılığının incelenmesi ve “Orada ne diri kalır ne de ölür”[9] ayetinin açıklanması.

Elli Dokuzuncu Bölüm

Mevcut ve mukadder zamanın bilinmesi hakkındadır.

Âlemin varlık sebebinin incelenmesi, zamanın mahiyeti­nin, muhtelif günlerin incelenmesi.

Altmışıncı Bölüm

Unsurların, ulvî âlemin süflî âlem üzerindeki otoritesinin, bu İnsanî âlemin uzak feleğin hangi devrelerinde meydana geldiğinin ve hangi ruhaniyetin bizim için olduğunun bilin­mesi hakkındadır.

Âlemin yaratılışına yönelik dört isim, dört melekî hakikat ve onun altındaki, btırûc melekleri, menziller, yedi gök ve di­ğerleri, unsurların, rükünlerin ve müvelledâun yaraulışı, insa­nın yaratılışı hakkında bir incelemedir.

Altmış Birinci Bölüm

Cehennemin, azap açısından oradaki varlıkların en bü­yüğünün bilinmesi, ulvî âlemin bir kısmının bilinmesi hak­kındadır.

Cehennemin yaratılışı hakkında ince sırlarla dolu bir in­celemedir.

Altmış ikinci Bölüm

Ateş ehlinin mertebeleri hakkındadır.

Ateş ehlinin mertebeleri, rahmetin kapsamlı oluşunun sır­ları hakkında bir incelemedir.

Altmış Üçüncü Bölüm

İnsanların, dünya ile diriliş arasında berzahta kalmalarının bilinmesi hakkındadır.

Berzah, hayalî suretler, ahiretteki dirilişin sırları, hayal gözü, his gözü ve benzeri eşsiz sırları incelemesi açısından gerçekten önemli bir bölümdür.

Altmış Dördüncü Bölüm

Kıyametin ve menzillerinin ve dirilişin keyfiyetinin bilin­mesi hakkındadır.

Ahiretteki diriliş, kıyamet sahneleri hadisi hakkında bir in­celemedir.

Ahiretteki dirilişin sırları hakkında bölümün sonuna ka­dar, önemli bir vasıl vardır.

Altmış Beşinci Bölüm

Cennetin, menzillerinin, derecelerinin ve bu bölümle ilgili meselelerin bilinmesi hakkındadır.

Şu konular incelenmiştir:

-Cennetin mertebeleri ve amellerle ilişkisi.

-Üç cennetin kısımları.

-Cennet ehlinin sınıfları.

-Son dirilişin sırlan.

-Allah’ı bilmenin yolları.

-Kıyamet sahnelerini anlatan bir başka hadis ve yakın me­safeden rüyet.

Altmış Altıncı Bölüm

Zahir ve batın olarak şeriatın sırrının bilinmesi, hangi ilahi ismin onu var ettiğinin bilinmesi hakkındadır.

Alemin yaratılışının başlangıcı, şeriatın dayandığı isim, ka­nunlar, ilk akıllıların halleri ve hikmeti ve hikmette doğru yo­lun salikleri hakkında bir incelemedir.

Altmış Yedinci Bölüm

“Lâ ilâhe illallah Muhammedun Resûlullah” şahadetinin -ki bu imandır-bilinmesi hakkındadır.

Tevhidin ilim yoluyla ve iman yoluyla gerçekleştirilmesi­nin incelenmesi.

“Lâ ilahe illallah” diyenlerin kısımları.

Altmış Sekizinci Bölüm

Temizliğin sırları hakkındadır.

Bu bölüm bazı özel şefi meseleleri içerir:

Hadesten ve necasetten taharet, pislik, suların kısımları, di­ğer temizleyicilerin türleri, taharetin vasfı, ondaki batini işaret­lere itibar ve burada zikretmediğim daha pek çok konu.

Altmış Dokuzuncu Bölüm

Namazın ve umumi oluşunun sırlarının bilinmesi hak­kındadır.

Bu bölüm, namazın hükümlerini şeriat diliyle açıklama, hakikat diliyle kendilerine işaret etme konularını ve geniş ol­ması hasebiyle muhteviyatını burada açıklayamadığım konu­ları içerir.

Yetmişinci Bölüm

Zekâtın sırları.

Bu bölüm, zekâtın hükümlerini şeriat diliyle açıklama, hakikat diliyle kendilerine işaret etme konularını ve geniş ol­ması hasebiyle muhteviyatını burada açıklayamadığım konu­ları içerir.

Yetmiş Birinci Bölüm

Orucun sırları hakkındadır.

Bu bölüm, orucun hükümlerini şeriat diliyle açıklama, hakikat diliyle kendilerine işaret etme konularını ve geniş ol­ması hasebiyle muhteviyatını burada açıklayamadığım konu­ları içerir.

Yetmiş ikinci Bölüm

Hacc ve sırları hakkındadır.

Bu bölüm, haccın hükümlerini şeriat diliyle açıklama, ha­kikat diliyle kendilerine işaret etme konularını ve geniş ol­ması hasebiyle muhteviyatını burada açıklayamadığım konu­ları içerir.

 

 

İKÎNCÎ CİLDİN BÖLÜMLERİNİN ÖZETİ

Yetmiş Üçüncü Bölüm

Karşılaşma ve sapma esnasında müşahede sahibinin elde ettiği sırların sayısının ve karşılaşmadan ne kadar sapuğının bilinmesi hakkındadır.

Bu bölümün içeriği şunlardır:

-Adamların sınıfları hakkında bir kaside.

-Genel nübüvvet makamı (önemlidir).

-Tenzihin ve teşbihin müşahede ehline nispeti

-Nebiler ve veliler olarak âlemin kutuplardan olan rükünleri.

-Hızır ve rütbesi.

-Ayrınülı olarak evliya tabakaları.

-Hakim et-Tirmizî[10] tarafından sorulan yüz elli beş soru­nun cevabı.

Yetmiş Dördüncü Bölüm

Tövbe hakkındadır.

Tövbe ve rükünleri hakkında bir incelemedir. Bölümün sonunda safîlerin yaptıkları bazı tarifler vardır.

Yetmiş Beşinci Bölüm

Tövbeyi terk etme hakkındadır.

Özellikle tekrarın olmaması konusunda büyük inceleme­ler ve yüce marifederdir.

Yetmiş Altıncı Bölüm

Mücahede hakkındadır.

Bu Bölümle:

Ariflerden Allah ehlinin mertebeleri, mevakıf ehlinin ve vi­sal ehlinin (Melamiler) ilahi huduttaki mertebeleri.

Küçük harflerin sırları, mücahidlerin sınıfları, “... bilelim diye sizi sınamaktayız”[11] [12] ayetindeki sırlar, şehiderin diri olması, “Allah müminlerin mallarını ve canlarını satın almıştır" ı;ayc- tindeki sırlar, “attığın zaman sen atmadın, Allah attı"[13] ayetin­deki önemli talimadar incelenmiştir.

Bu konuda (İbn Arabi) (r.a.) şöyle der:

“Mutluluk yolu vazedilen (meşru) yoldur, başkası değil.”

İlahî yazgı.

Bu özetin başında zikredilen Allah ehlinden dört sınıfın makamlarının sayısı.

Yetmiş Yedinci Bölüm

Mücahedenin terki hakkındadır.

Bu bölümle:

Mücahedeyi terk sebebi, Nebi’nin (salla'llâhü aleyhi ve sellem) Kureyş’in ileri ge­lenleriyle otururken İbn Ümmi Mektûm’u terk etmesi sahnesi “Âmâ (Abese) sûresi", dünya hayatının ziyneti, Allah’ın ziyneti konuları incelenmiştir.

Yetmiş Sekizinci Bölüm

Halvetin bilinmesi hakkındadır.

Halvetin aslı şeriattandır. Halvetin esası, âlemin cevheri, âlemin suretleri, âlem ve insan, insanın (Allah’ın) suretinde yaratılması, “Âfâkta ve enfüste ayetlerimizi onlara gösteririz”[14] ayetindeki sırlar.

Bu bölümde, şeyhin halveti istemesi dakiktir. Onların söz­lerinden, tarikatta özel bir halvetin olmadığı anlaşılmaktadır. Tarikatta halvetin şardarı, halveti ihlal edenlerin türleri ve ih­lal sebepleri.

Bu cildin yetmiş altıncı bölümünde zikredilen dört sınıf adama göre halvet dereceleri.

Yetmiş Dokuzuncu Bölüm

Celvet olarak tabir edilen halvetin terki hakkındadır.

Bu bölüm on saurlık bir özettir. Fakat ilim ve sırlar hak­kında saf bir cevherdir.

Sekseninci Bölüm

Uzlet hakkındadır.

İlahî isimler, teşbihi isimler ve sıfatlar ve bunların kimlere ait oldukları, şeyhin gördüğü gibi uzlet makamı, tarikatta bi­linen uzlet ve faydaları, ubûdet.

Bu cildin yetmiş üçüncü bölümünde zikredilen adamla­rın uzlet dereceleri.

Seksen Birinci Bölüm

Uzletin terki hakkındadır.

Uzleti terk sebepleri, “Allah göklerin ve yerin nûrudur"13 ayetindeki sırlar, insanın zahir ve batın dirilişi ve onun mü­debbir nefsi.

Seksen ikinci Bölüm

Firar hakkındadır.

Bu bölümle:

Allah’ın Muhammed ümmetine olan inayeti, insanın ilahi isimlerle irtibatının ihtilafı. Saadet artmadadır. Senin için artma, ilim elde eden başka bir ismin kelimesine intikalle olur. Ya­nında olduğun senin yanında değildir. Seni terk etmediğinde firar kesinleşir. Firar, kula dünya ve ahirette arkadaşlık eden bir hükümdür.

Firarda adamların dereceleri, bu cildin yetmiş aluncı bölü­münde zikredilen adamların kısımları, incelenmiştir.

Seksen Üçüncü Bölüm

Firarın terki hakkındadır.

Bölümün şiirleri eşsizdir, talimatları da. Özellikle “De ki: eğer babalarınız ve oğullarınız... ”[15] [16] ayetinin işareti.

Seksen Dördüncü Bölüm

Allah’tan sakınmak hakkındadır.

Bölümde:

Takvanın incelenmesi. Sıfat, zamirlerle isimler arasında berzahıdir. Allah Teâlanın “Gücünüzün yettiği kadar Allah’tan korkup sakının”1'' ayeti ile “Allah’tan korkulması gerektiği gibi korkun”[17] [18] ayetindeki sırlar.

Seksen Beşinci Bölüm

Perde ve örtü takvası hakkındadır.

Bir’in varlığı ve mümkün varlıklarla Allah’ı bilme hakkında kapsamlı bir özettir.

Seksen Altıncı Bölüm

Dünyevî sınırlar takvası hakkındadır.

Bölümün şiiri kemal hali hakkındadır. O da dünya ve ahirette fakirlik ve acizliktir. Dünyadaki ceza ve kapsamı. Bu ceza hak etmeyenler için fime, hak edenler için ise ceza ola­rak isimlendirilmiştir.

Kulluğun tanımı, Allah için zati huduttan elimizde bir şey yoktur. Diğer özel İlahî sırlar.

Seksen Yedinci Bölüm

Ateşe karşı korunma hakkındadır.

Cenneder ve cehennemler hakkında sırlar.

Seksen Sekizinci Bölüm

Şeriat hükümlerinin usullerinin sırlarının bilinmesi hak­kındadır.

Şeriat hükümlerinin usulleri.

Kendilerinden mevcudatın zuhur ettiği dört ilahi hakikat: hayat, ilim, irade ve kudrettir.

Kendilerinden cisimlerin zuhur ettiği dört hakikat: sıcak­lık, soğukluk, yaşlık ve kuruluktur.

Müvelledât dört rükünden zuhur etmiştir: Ateş, hava, su ve toprak.

İnsan ve hayvan bedeni dört karışımdan çıkmıştır: Sarı (solgun), siyah, kan, balgam.

Efendimiz Cüneyd’in[19] “Bu ilmimiz kitap ve sünnetle mu­kayyettir' sözünün anlamı.

Akıllılar, riyazette müşterek, neticede farklıdırlar.

Şeyh’in kıyas hakkındaki görüşü, kendisi için değil de baş­kası için onu mubah kabul etmesi.

İki ayetin veya iki sahih hadisin çelişmesi veya bir ayede bir sahih hadisin bütün yönlerden çelişmesi durumunda ve hadis­lere ait benzeri hükümlerde yapılması gerekenin ne olduğu.

Nesh ve Şeyh’in bu konudaki görüşü (önemli bir incelemedir).

Nasih ve mensuhla amel etmenin tetkiki.

Emirler ve nehiyler. Haklarında yüce tahkikler vardır.

îcma.

Kıyas ve Şeyh’in onu savunmaktan kaçınmasının sebebi. Hükmün aslı, teklifin olmamasıdır.

Nebi’nin (a.s.) fiilleri.

Önceki şeriadar.

Teklifler ve Şeyh’in bu konudaki görüşü.

Dinde rey ile konuşma.

Hata ve unutmanın hükmü.

Hakkında hüküm olmayan şey, asıl olarak mubahtır.

Şeriaün hitabı şahıslara değil de isimlere ve halleredir.

içtihat usûl ve burudadır.

Sırlar, şeriatın zikredilen bu usullerine işarettir.

Seksen Dokuzuncu Bölüm

Genel olarak nafilelerin bilinmesi hakkındadır.

Nafilelerin farzlarla ilişkisi, nafilelerin mertebeleri ve en fazi­letlisi, âlemin yaratılmasının sırrı, nikâhın sırrı, nafilelerin sırları, eşya arasında üstünlüğün olmadığını savunmanın sebebi.

Doksanıncı Bölüm

Farzlar ve sünnetlerin bilinmesi hakkındadır.

Farzların çeşitleri, sünnetin kısımları, fakihlere göre istih- san, sünnet-i hasene.

Allah’ın eşyadaki ihtiyarı. Bu konu bölümün sonuna kadar devam eder ve marifeder konusunda gerçekten önemlidir. Bu konu hakkında kırmızı yazılmış nodarla sırlar ve önemli ma­rifetlerle dolu pek çok paragraf aktarılmıştır.

Bölümün sonunda da Allah’ı bilme hakkında önemli bir vasiyet yer alır.

Doksan Birinci Bölüm

Vera ve sırlarının bilinmesi hakkındadır.

Eşyadaki hürmetin sırları. Bu bölümde kırmızı yazılmış notlarla özel sırlar nakledilmiştir.

Alem ve şüpheli oluşunun incelenmesi -bu hayretamiz bir sırdır-,

İlâhî, rabbanî ve rahmani üç mertebe. Bunların her ma­kama olan hakimiyeti.

Bu inceleme bölümünde makamların sülûku konusunda eşsizdir.

Doksan ikinci Bölüm

Vera’yı terk etme makamının bilinmesi hakkındadır.

Bütün emirlerin hükmü dörttür:

1-      Zahir

2-      Batın

3-      Had

4-      Matla’

Hakk’ın eşyadaki yüzü, vera’yı terk etmenin manası, yara­tıkların hallerinde İlahî yönü müşahede, buna terettüp eden ihsan, şefkat ve bunun sırrı.

Orada sadece başlangıç vardır. Sonuç ise idrak edilen de­ğil, sözü edilendir. Safilerin hakkı gözetmesi.

Doksan Üçüncü Bölüm

Zühd hakkındadır.

Zühdün anlamı ve şeyhin bunu incelemesi, zühdün İlâhî ma­kamı, rabbani ve rahmani makam, şiirlerdeki acayip hakikader.

Zühdü terk, fihristte özel bir bölüm olarak yer aldığı halde bu bölümün sonuna bölümlendirilmeden alınmıştır.

Önemli bir açıklama

Doksan dördüncü bölüm olan zühdün terki makamı özel bir başlık olarak zikredilmemiştir. Aksine bu bölüm doksan üçüncü bölümün kapsamına alınmış ve peşinden doksan be­şinci bölüm getirilmiştir. Fihristte bunun “zühdü terk ma­kamı” başlığı alanda müstakil bir bölüm olarak zikredildiğini keşfettim. Allah en iyisini bilir. Bu bir matbaa hatası da ola­bilir, olmayabilir de. Emiriyye nüshasıyla tashih edilir. Bun­dan dolayı kitapta ona özel bir başlık yazdım ve burada der­ledim ve o:

Doksan Dördüncü Bölüm

Zühdü terk bölümü.

Kapsamlı sırlar ve marifetler. Kitapla bu sırlara dönülür.

Doksan Beşinci Bölüm

Gömerdik ile kerem, eli açıklık ve karşılık bekleyerek veya beklemeyerek başkasını tercih etme, sadaka, sıla-i rahim vb. ihsan çeşiderinin sırlarının bilinmesi hakkındadır.

Hak ve halk olarak ihsanın bütün türleri hakkında dakik bir incelemedir. Özellikle bölümün sonu ile.

Doksan Altıncı Bölüm

Susma ve sırları hakkındadır.

Bölümün şiiri eşsizdir. Gerçek susanın alameti.

Doksan Yedinci Bölüm

Konuşma makamının ve ayrıntılarının bilinmesi hakkındadır.

Şiir incilerdir. Makamın incelenmesi benzersizdir. Sırlar, kelamdan neşet halindedir.

Doksan Sekizinci Bölüm

Seher makamının bilinmesi hakkındadır.

Kayyumiyetle[20] ablaklanmak, fiillerin yaratıcısının kul ol­duğunu savunan “Mutezile mezhebi’nin bu görüşten döndü­rülmesi, zamanın kutbunun kayyumiyeti, eşya için mutlak koruma incelenmiştir.

Doksan Dokuzuncu Bölüm

Uyku makamı hakkındadır.

Bölümün şiiri hayal âleminin hakikatleri hakkındadır.

Uyku, hissi müşahededen berzah âlemini müşahedeye geç­mektir... Şeyh’in hakikat ve berzah âleminin şerefi hakkında konuşmasına kadar.

Allah muhali yaratmaya kadirdir.

“Karara bağlanmış ve yasaklanmış hiçbir şey yoktur" sözü­nün anlamı.

Cennet çarşısının suretleri.

“Hakk’ın herhangi bir âlemi müşahede etmesi diğer âlemleri müşahede etmesini engellemez. Allah, bazen bazı kullarına bu idraki ihsan eder. Kâmil, ilmi, manalar mertebesinde ilim ola­rak görürken, hayal mertebesinde süt olarak görür. Hakk’ın varlığının bilinmesi, mahiyetinin bilinmesi demektir. Ahiret dirilişi, unsurlar âleminin müvelledâtından değildir.”

Yüzüncü Bölüm

Korku makamı hakkındadır.

Örtüden korkma ve örtünün kalkmasından korkma; bu makamın tarifi; Allah’ı bilmenin ve bilmemenin sırları.

Yüz Birinci Bölüm

Korkunun terki makamı hakkındadır.

Nurun, geçmesinin ve birleşmesinin sırlan, Hz. Peygamberin (a.s.) “Beni nur kıl" sözündeki sırlar. Makam sahibinin kor­kuyu terk etmesi kendisini emin kılar mı? Bu müjde halikın­daki görüşler; cennetin değiştirilmesi mümkün olmayacak şe­kilde acele getirilmesi.

Yüz ikinci Bölüm

Ümit makamı hakkındadır.

Ümit makamı sahibinin edebe olan ihtiyacı. Zira bu makam bizzat yolun içinde olan bir makam değil, yolun yanında olan bir makamdır. Bu makam sahibi, kendisiyle âlemin nimetler içinde kalması sağlanan devamlı bir hayat yolu üzerindedir.

Yüz Üçüncü Bölüm

Ümidin terki hakkındadır.

Bu makam sahibinin kulluğunun sırları, ilim ve ilmin şe­refi. Taklit.

Yüz Dördüncü Bölüm

Hüzün makamı hakkındadır.

Hüznün anlamı. Nefeslerin gözetilmesi, yapılması zor olan işlerdendir. Huzura varma ve davet etme, hüznün faydaları, ilmin şerefi.

Yüz Beşinci Bölüm

Hüznün terki hakkındadır.

Hüznü terk, makamı olmayan bir haldir. Efendimiz Ebû Yezid in[21] “Sabahım yok, akşamım yok, onlar sıfatla smırlanan- lar içindir. Benim ise sıfatım yok” sözünün anlamı. Gülme ve ağlama tecellisi.

Yüz Altıncı Bölüm

Matlub olan açlığın bilinmesi hakkındadır.

Dört ölü, Müminlerin Emiri Ömer b. el-Hattâb Efendi­mizin yıpranmış elbisesi.

“Sülük ehlinin açlığı, samediyet[22] sıfatını isteme açlığıdır. Açlığın sınırı bir gündür. Artarsa sehere kadardır. Şeriata ya­pışmak bu sınırdadır. Kim gecelemesinde yedirir ve içirirse ve keza kendisini bir durum meşgul ederse kuvvedidir. Büyük­lerin açlığı zorunlu ve azaltmadır.” Açlıkta ve nefse muhale­fette meşru yol. Bu bölüm sonuna kadar, yolun hakikati ve şefi adabı konusunda çok önemlidir.

Yüz Yedinci Bölüm

Açlığın terki hakkındadır.

Açlığın incelenmesi, terki ve buna uygun olan durum hak­kında önceki bölüme ektir. Başkasının hakkı ve Allah’ın hak­kından sonra en evla olan nefsin hakkıdır.

Yüz Sekizinci Bölüm

Fime, şehvet, gençler ve kadınlarla konuşmanın, onlardan arkadaş edinmenin ve müridin ne zaman arkadaş edindiğinin bilinmesi hakkındadır.

Fitnenin manası.

İnsanın suret üzere yaratılması en büyük timedir. Kulluk.

Aşk ve hoşlanmak, gençlerle konuşma, ihtiras sahibi ve za­yıf kişilerin hilafına ariflerin bu konudaki sahih görüşleri.

Kadınlar ve onlardan arkadaş edinme ve ariflerin bu ko­nudaki sahih görüşleri, kadın sevgisi ve hakikati.

Kamil şeyhlerin elinde sülük, Muhammedi ittibanın sırları, Resûltıllah’ın (a.s.) davranışlarına ittibanın vucubiyeti; bu hususta mutlak ittiba bize gerekmez. Hatta bizim için olmayan fiillerin Resûltıllah’a (a.s.) mahsus olması hasebiyle isyana götürür.

Arızî şehvet, gerçek şehvet, gençlerle konuşmanın gizli hi­leleri, gençlerle konuşmanın doğru ölçüsü.

Yüz Dokuzuncu Bölüm

Şehvetle irade, dünya şehvetiyle cennet şehveti arasındaki farkın bilinmesi, lezzetle şehvet arasındaki farkın bilinmesi, arzu eden ve edilmeyen, arzu eüneyen ve arzu edilmeyen, arzu edilmeyen ve arzu eden, arzu eden ve arzu edilmeyen kimse­nin makamının bilinmesi hakkındadır.

Bölüm başı tariflerinin açıklanması; iradeyle şehvetin, şeh­vetle lezzetin birbirinden ayırt edilmesi, dünya şehveti, cen­net şehveti, şehvetin melek ve melekût âlemine nispeti, şeh­vetin makamları yani dereceleri, derecelerini hesaplama yolu.

Önemli bir bölüm olup başka makamları da içermektedir.

Yüz Onuncu Bölüm

Huşu makamı hakkındadır.

Huşu makamının incelenmesi. Huşu, ilim vb. tecelli ile ilgili olan ince marifetler.

“Kendisiyle dağların yürütüldüğü bir Kuran olsaydı"[23] aye­tinin açıklaması.

Kuranın nüzûlü; Şeyh’in Kur’ân’ın nüzûlündeki veraseti.

Yüz On Birinci Bölüm

Huşu nun terki hakkındadır.

Huşu yu terk edenler için doğru bir ölçüyü koyan manaları içeren ibareleri kısa manaları kapsamlı bir bölümdür.

Yüz On ikinci Bölüm

Nefse muhalefet hakkındadır.

Nefse muhalefet, ona muhalefet eden ve edilendir. İtaatte nefse muhalefetin ölçüsü, nefse muhalefet etmenin zor olu­şunun sebebidir.

Yüz On Üçüncü Bölüm

Arzularında nefse müsaade etmenin bilinmesi hakkındadır.

Muhalefet bizzat yardımdır. Nefsin zatî ve arızî olmak üzere iki maksadı vardır. Şeriata uymadaki sırlar, ilkâların çeşitleri, nefse yardım etmenin ölçüsü.

Yüz On Dördüncü Bölüm

Haset ve gıptanın bilinmesi hakkındadır.

Nefisteki cibilliyet şifadan ve sebatı, sıfatların sebatına bağ­lıdır. Nefiste sabit sıfadarın kanalları.

Yüz On Beşinci Bölüm

Gıybetin, övülen ve yerilen gıybetin bilinmesi hakkındadır.

Gıybetin gerekli olduğu yerler vardır ve bunun örnek­leri. Tariz (ima etmek) tasrihten (açıkça beyan etmek) daha evladır.

“Masiyederi tedavi etmenin ilacı genel olarak tövbedir, özel olarak da “sizden biriniz ölü kardeşinin etini yemek ister mil Bundan tiksindiniz değil mil"[24] ayetindeki umumi hitaptan sonra gelen “Allah’tan korkup sakının”[25] ayetinde ifade edilen büyüklerin takvasıdır.”

Yüz On Altıncı Bölüm

Kanaat ve sırlarının bilinmesi hakkındadır.

Kanaatin anlamı, kanaatin dereceleri, ceberrût, melekût ve mülk âlemine nispeti.

Yüz On Yedinci Bölüm

Cimrilik, kanaat etme yerine daha fazla isteme hırsı ma­kamı hakkındadır.

“Dünya hayatına karşı en fada hırslı olarak onları görürsün”[26] ayetindeki sırlar, hırstaki sırları, bu makamın dereceleri.

Yüz On Sekizinci Bölüm

Tevekkül makamı hakkındadır.

Tevekkül-iman ilişkisi, tevekküldeki haller.

Yüz On Dokuzuncu Bölüm

Tevekkülü terk hakkındadır.

Tevekkülü terk etmenin uygulamaları ve sırları, ifna (yok etme) ve ibkadaki (sağ bırakma) marifetler.

Efendimiz Ebû Medyen’in[27] imameti ve kutupluğu.

“insanın üzerinden, o tarih sahnesine çıkıncaya kadar, tüm zamanlar içinden belirsiz ve uzun bir zaman geçmemiş miydi ki henüz anılmaya değer bir varlık bile değildi”[28] ayetindeki sırlar. Hilafet, suret üzere yaratılmayı gerektiren hilafettir. İn­sanın ubudeti ve yaratılışının melekliğe ve diğerlerine yöne­lik oluşu.

Yüz Yirminci Bölüm

Şükür makamı ve sırlarının bilinmesi hakkındadır.

Sırlarda şükrün dereceleri.

Her gurubun adamlarına göre nurlar, şükrün gerçekleş­mesidir.

Şekûr ismi, şâkir ismi.

Sevindiren ve mutsuz eden her türlü şükür, İlahî bir ni­mettir.

Lafzî, İlmî ve amelî şükür.

Şükür makamının berzah âlemine nispeti. Berzahlar, ma­kamların ilmen en tamamlayıcılarıdır. İlahî isimlerin berzahiyeti.

Şakirin şükrüne karşılık olarak verilen ziyade[29] hakkında muhakkiklerin görüşü.

Yüz Yirmi Birinci Bölüm

Şükrü terk makamı hakkındadır.

Varlık işinde hakikat önemlidir. Tekliflerde olan bir başka hakikat.

Sıdk gibi bir sıfatın yerine göre mutlak manada övülmesi, başka bir açıdan yerilmesi.

Nimete karşı şükür, nimeti verene karşı şükür.

Bu bölüm üstün bir incelemedir. Şeyh kulların fiilleri ko­nusunda şükürle ilgili değerli tablolar sunmuştur.

Yüz Yirmi ikinci Bölüm

Yakin[30] [31] makamının ve sırlarının bilinmesi hakkındadır.

“Ölüm sana gelinceye kadar Rabbine ibadet et" ayetindeki sırlar. Anlam anlamla vardır. Bu konuda muhakkiklerin gö­rüşü; Şeyhin yakini incelemesi konusunda özel sülûku.

Yüz Yirmi Üçüncü Bölüm

Yakini terk makamının ve sırlarının bilinmesi hakkındadır.

Varlıkta bir şeyin tekrarının olmayışı, yakinin terki, ya- kinin Rabbine mahallinde sorusu -ki o kuldur-, yakinin ku­lun sıfaunın oluşunun kapalılığı; yakinin kapsamlılığının in­celenmesi.

Yüz Yirmi Dördüncü Bölüm

Sabır makamının, ayrıntılarının ve sırlarının bilinmesi hak­kındadır.

Belanın kaldırılması için Allah’a şikâyet etmek, şikâyetçinin sabır ismini yok etmez. Rahmetin kapsamlılığının incelen­mesi, sabrın çeşitleri.

Hz. Süleyman’ın (a.s.) “Ben güzel olan her şeyi severim, çünkü bana Rabbimi hatırlatır”31 sözünün incelenmesi; bu söz onun kemalini ifade eder.

Yahudi yorumlarına dayanarak onda kusur bulanların gö­rüşlerinin reddedilmesi, Ehl-i Kitab ın haberlerine karşı yapma­mız gereken şey. Hz. Süleyman’a (a.s.) bu büyük mülkün ve­rilmesinden dolayı ahiretteki derecesinin düşmemesi. Allah’tan (gelenlere karşı) sabır makamının önemi. Allah ehlinin sabır zevki, “bir şeye karşı sabır, ondan ayrılmayı ve kesilmeyi getirir” şeklinde genelin anladığı gibi değildir.

Yüz Yirmi Beşinci Bölüm

Sabrı terk makamının ve sırlarının bilinmesi hakkındadır.

Allah’ın insanı kendisine göre yarattığı suretin bilinmesi için önemli bir incelemedir. Allah’tan istemek, sabır ve rızayla çelişmez. Büyüklerin edebi ve ibadete durmaları. [32]

Yüz Yirmi Altıncı Bölüm

Murakabe makamının bilinmesi hakkındadır.

Yaratılmış âlemlerin taksimi önemli bir bölümdür. Hakkı murakabenin kısımları, kulun murakabesinin kısımları.

Şeyh’in dünyada yaşadığı bir olay.

Dünya ve hakikati hakkında bir fasıl. Dünyayı murakabe etmek. Kıyamet, cennet ve cehennemin dünyada keşfi. Bun­lar, uhrevî cehennem, cennet ve kıyamete ait keşifler değildir, dünya hakikatine özgü keşiflerdir.

Yüz Yirmi Yedinci Bölüm

Murakabeyi terk hakkındadır.

Bölümün şiiri önemlidir.

“Onun benzeri yoktur”[33] ayeti âlimlerin akdidir. On ko­nuşma. Murakabeyi terk sebebi, Allah’ı bilmedeki acizliktir.

Bölümün geri kalan kısmı Allah’ı bilme konusunda büyük sırları ihtiva etmektedir.

Yüz Yirmi Sekizinci Bölüm

Rıza makamının ve sırlarının bilinmesi hakkındadır.

Rıza bir hal midir, makam mıdır? Şeyh’in bunu incele­mesi.

Zorluk ve güç yetirme; ibadetin ve ubudiyetin mükâfatı, rahmetin kapsamlılığı.

Yüz Yirmi Dokuzuncu Bölüm

Rızayı terkin bilinmesi hakkındadır.

Rızayı terk sebepleri, arifin vukufunun olmayışı.

Büyüklerden birinin “Altmış yıldır veya takdir edildiği ka­dardır ki Allah beni bir iş için atamıyor bundan dolayı Ondan hoşlanmadım” sözünü şeriata ittiba için sağlam bir kaide ola­rak koyması.

Yüz Otuzuncu Bölüm

Ubudet (Kulluk) makamı hakkındadır.

Kulluğun anlamı, Mütehakkıkların efendisi olan Hz. Muhammed’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) kulluk makamı.

Bölümün geri kalan yarısı ubudiyyet ve ubudet hakkında önemli bir özettir.

Yüz Otuz Birinci Bölüm

Ubudiyyeti terk makamı hakkındadır.

Bölümün şiirleri önemlidir.

Mazhar, zahir önemli bir incelemedir.

Sayı ve sayılan, Şeyh’in sayılarla ilgili bir olayı. Bu, özellikle Peygamberimiz’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bu konudaki ifadesidir.

Sadâf ın ‘Mümkünler, varlık dışında Hak'tan başka bir şey elde etmediler” sözü incelenmiştir.

“Attığın zaman sen atmadın”[34] ayetinin incelenmesinin özeti.

Yüz Otuz ikinci Bölüm

İstikamet makamının bilinmesi hakkındadır.

Rab yolunun incelenmesi.

“Bu benim dosdoğru yolumdur. Haydi ona uyun... ”3~' aye­tinin incelenmesi.

Kurtuluşla ilgili olan istikamet, talebi Allah’ın hikmeti olan istikamet. Harekelerin çeşideri, ağaçtan yemenin anlamı, mut­lak istikamet.

“Yerlerin ve göklerin gaybı Allah’ındır Bütün iş sonunda O'na döner”[35] [36] ayetinin incelenmesi.

Allah ehlinin genelinin diliyle istikamet, meşru yol üzere istikamet.

Ulvî ruhların hayatı, Hayy isminden meydana gelmiştir. Arazî hayat, Muhyî isminden meydana gelmiştir. Muhal âlemi hakkında önemli sırlar.

Yüz Otuz Üçüncü Bölüm

İstikameti terk makamı hakkındadır.

Bölümün şiiri gerçekten önemlidir. İstikameti terkin ince­lenmesi, âlemin imkânı, mizaçların farklılığı, âlemdeki hikmet, Allah’ı bilenlerin türleri, âlemin mizaçlarının istediği genel şe- riadar, kâmil mizaç ve bütün inançları onaylaması, Hakk’a ya­kın olmadaki ince sırlar.

Bütünün birleşmesi mevcudunu talep etmededir. Taliple­rin hallerinin ihtilafı, mizaçlarının ihtilafına bağlıdır.

Rahmetin umumiliği, varlık okulu ve müderrisi, geri dön­düreni ve buna uygun olan ilimlerin, malumatın en şereflisi­nin ve Resûlullah’a (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ittibanın incelenmesi.

Bu önemli bir bölümdür.

Yüz Otuz Dördüncü Bölüm

Ihlâs makamının bilinmesi hakkındadır.

Her şeyin birliği, Allah dışındaki varlıkların sınıfları, İhlasın anlamı. İhsandaki tuzak, beladakinden daha gizlidir.

Yüz Otuz Beşinci Bölüm

İhlâsı terk makamının ve sırlarının bilinmesi hakkındadır.

İhlâsı terkin anlamı, ince sırlar.

Yüz Otuz Altıncı Bölüm

Sıdk makamının sırlarının bilinmesi hakkındadır.

Sıdkın anlamı, Efendimiz Ebû Yezid in, Allah’ın İsm-i Azâm’ı hakkındaki sözleri.

Sıdkın zevki, gerçekleştirmeye bağlıdır. Sıdkın etkisi, sıd- kın tuzakları, makamı. Sıdk özellikte ikame edilir.

Yüz Otuz Yedinci Bölüm

Sıdkı terk makamının ve sırlarının bilinmesi hakkındadır.

Sıdkı terkin sebepleri.

İlahî sıdkın taalluku vad ettiğindedir tehdit ettiğinde de­ğildir. İlahî sıfatın şartı, ilgili olduğu şeyle kayıtlanmamasıdır.

Sıdkın dereceleri. Sıdkı terk bölümü gibi, terk bölümlerinin zikredilmesinin asıl sebebi.

Yüz Otuz Sekizinci Bölüm

Hayâ makamının ve sırlarının bilinmesi hakkındadır.

Hayâ makamı ve bu konudaki nebevi haberler, teşbih sı­fatları ve kime yönelik oldukları.

Fasıl

Hayâ imanın kendisindendir. Hakk’ın varlığı ve mümkü­nün yokluğu konusunda ince hakikader.

Yüz Otuz Dokuzuncu Bölüm

Hayâyı terk makamının bilinmesi hakkındadır.

Hayayı terk etmenin sırrının incelenmesi. Varlığın tümü büyüktür, ondan hiçbir şey terk edilmemiştir: Çünkü hayâ terktir. Mümkünlerin, kendilerini koruyan ilahi hakikaderle ilişkisi. Mümkünlerin sonu yoktur.

Üstünlüğün incelenmesi.

Belirlenen ecelin manası, kendinden örtüyü kaldırmandır.

Bir şeye en çok delalet eden bizzat kendisidir. Mertebe­leri korumanın genel kaidesi, edep yolunu izlemek ve şeri­ata uymakür.

Yüz Kırkma Bölüm

Hürriyet makamı ve sırlarının bilinmesi hakkındadır.

Bu önemli bir konudur.

Hürriyet zatî bir makamdır, İlahî değildir. Bunun sırrı. Zat ve zorunluluğu.

“Mümkünün sınırı yokluktur. İstidatlar. Allah’ın varlığı mümkün varlıklardadır.” Önemli sırlar. Bölümün özeti, özel­likle hürriyetin incelenmesindedir. Umumda hürriyet maka­mının incelenmesi.

Yüz Kırk Birinci Bölüm

Hürriyeti terk makamı hakkındadır.

Hürriyeti terkin anlamı, sebeplerin konulmasında ve iste­nen hakların var olmasındaki önemli sırlar.

Yüz Kırk ikinci Bölüm

Zikir makamı ve sırlarının bilinmesi hakkındadır.

Zikrin tanımı, hak ve yaraulış açısından zikrin türleri.

Kıyametin kopuşu anında çağırmaksızın Allah ismiyle zik­retmek.

Yüz Kırk Üçüncü Bölüm

Zikri terk makamının bilinmesi hakkındadır.

Bu bölümün incelemelerinde marifetin özü. Ona dön­melisin.

Yüz Kırk Dördüncü Bölüm

Fikir makamı ve sırlarının bilinmesi hakkındadır.

Tefekkürü sağlayan ilimler. Özel Allah ehlinin tefekkürü terk etmesi, tefekkürün adabı.

Yüz Kırk Beşinci Bölüm

Fikri terk makamı ve sırlarının bilinmesi hakkındadır.

Fikri terk sebepleri konusunda bölümün şiirleri önemlidir. Tefekkürü terk edenlerin kısımları, tefekküründe kâmil olan.

Yüz Kırk Altıncı Bölüm

Fütüvvet makamı ve sırlarının bilinmesi hakkındadır.

Hakk’ın zenginliği, ilahi tercihin şeriattaki delilleri, varlı­ğın sebebi.

Hakikatte fütüvvet, nimederi ve güçleri izhar, minnet ve iyilikleri gizlemektir.

İsimlerin Hakk’a ıtlağı ve bu konudaki edep. Mükemmel âlimin şifan. Buradan bölümün sonuna kadar fütüvvet, şeriat ilmine sarılmak, uygun keşif ve hileyi terk etmeyle ilgili de­ğerli inciler vardır.

Yüz Kırk Yedinci Bölüm

Fütüvveti terk makamının ve sırlarının bilinmesi hakkın­dadır.

Fütüvveti terkin anlamı.

Nefsin hakkı başkasının hakkından önce gelir. Karınca ve diğer misafirler hakkında fetva veren yolculuk sahibinin hikâyesi.

Yüz Kırk Sekizinci Bölüm

Feraset makamının ve sırlarının bilinmesi hakkındadır.

Feraset makamının kaynakları ve kiminle ilgili olduğu hak­kında inceleme.

Aleme galip olan nefislerini bilmemektir. Bunun sebebi.

Ferasetin türleri: hikmetli ve İlahî feraset.

Efendimiz Osman’ın (r.a.) feraseti.

İlahî feraset ve nurunun Allah’a nispetinin sırlarının in­celenmesi.

Tabiaun, cisimlerin ve unsurların incelenmesi.

Hikmetli feraset ve alametleri.

ilim ve riyazet, zemmedilen şifadan değiştirmeyi etkiler. Çünkü âdet asli tabiatı etkileyen beşinci tabiattır ve bütün bunlar denenmiştir.

Bedende, ferasetin alametlerinde yürüyen şeyin saygın­lığı.

Muhammedi ittibanın zarureti.

Ulvî ve suflî âlem hakkında önemli sırlar.

Îmanî-zevkî feraset hakkında üşengeçlik. Basiret gözüne özgü perdeler ve feraset hakkında diğer önemli keşifler. Bu son derece harika bir incelemedir.

Yüz Kırk Dokuzuncu Bölüm

Ahlak makamı ve sırlarının bilinmesi hakkındadır.

Ahlak ve ablaklanma. Ahlak insanın fıtratındadır. Hakk’a nispet edilen sıfadar ve bu nispetin sağlamlılığı. Teşbihi sıfat­ların Hakk’a nispetinin keyfiyeti ve bu konudaki nadir ha­kikatler.

Güzel ahlakın hulk ile beraber kullanımı ve bunu şer’î öl­çüyle ölçmek.

Ahirette mutlak hoşnuduk hakkında önemli bir nükte.

Yüz Ellinci Bölüm

Setr olan gayret makamı ve sırlarının bilinmesi hakkın­dadır.

Gayretin türleri, gerçekleştirilmesi, âlemdeki kemal. Mut­lak anlamda Allah’a karşı tekebbür olmaz. Çünkü O, kalpleri, orada kendisi olsun diye mühürlemiştir.

Yüz Elli Birinci Bölüm

Gayreti terk makamı ve sırları hakkındadır.

Gayreti terk makamı hakkında dakik bir bölümdür. Ona dönmelisin.

Yüz Elli ikinci Bölüm

Velayet makamı ve sırlarının bilinmesi hakkındadır.

Velayetin genel taalluku, genel iman ve peşinden gelen yar­dım, velayet ve teshirdeki sırlar.

Yüz Elli Üçüncü Bölüm

Beşerî velayet makamı ve sırlarının bilinmesi hakkındadır.

Alemden velayet, âlemin cevheri, arazlar, hal, makam. Ma­kamın evla oluşu, istenenin hakka delalet olduğu, emir değil de arz olması durumunda velinin keramede ortaya çıkmama­sının önceliği.

Yüz Elli Dördüncü Bölüm

Melekî velayet makamının bilinmesi hakkındadır.

Meleklerin sınıfları ve hilkatleri, teshir meleklerinin vela­yetinin incelenmesi.

Bölümün sonunda Kur’ân-ı Kerîm’de zikredilenlere istina­den meleklerin türlerini kapsayan diğer işler vardır.

Tedbir melekleri.

Yüz Elli Beşinci Bölüm

Nübüvvet makamı ve sırlarının bilinmesi hakkındadır.

Nübüvvetin kısımları, teşriî nübüvvetin kesilmesi, içtihat.

Teşriî nübüvvetin kapandığının keşfi hakkında Şeyh’in ya­şadığı önemli bir olay. Bu konuda Şeyh’in makamı, şer’i hü­kümlerin ilimleri, marifederi ve sırları. Velayetin kaynağı.

Yüz Elli Altına Bölüm

Beşerî nübüvvet makamı ve sırlarının bilinmesi hakkın­dadır.

Genel nübüvvet hakkında İlahî tarif, şeriatın haberle­rini isteme ve kaydetmede belli olan bu velinin halleri. Veli­nin nebiye tabiiyeti gereklidir. Bu ümmette sünnet koymak, Peygamberimiz’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) gönderilmesinden önce özel bir şeriada gönderilen nebiler. Peygamberimizin gönderilmesinden sonra içtihat ve keşif. İki mertebe arasındaki fark ve burada önemli ilimler vardır. Fetva hakkında zevkler ve sırlar.

Yüz Elli Yedinci Bölüm

Melekî nübüvvet makamının bilinmesi hakkındadır.

Bölümün şiiri meleklerin tarifi, ayrıcalıkları ve mertebe­leri hakkındadır.

Her varlık Hakk’ı nefsinden bilir.

İbadetin kısımları 1-Zatî 2-Vaz’î-emrî. Peygamberlerin is­meti, nezaheti ve tefsir kitaplarında Ehl-i Kitaptan haklarında nakledilen haberlerden beri oluşları.

Yüz Elli Sekizinci Bölüm

Risalet makamı ve sırları hakkındadır.

Şiir, risaletin kesbî değil vehbî oluşunun kaidelerini anla­tıyor.

Velayet dairesi ve kapsamı, meleklerin risaleti, risaletin işti­kakının incelenmesi, üstünlük çekişmesi hakkında ince sırlar, risaletin kısımlarının incelenmesi ve bu geniş bir bölümdür.

Yüz Elli Dokuzuncu Bölüm

Beşerî risalet makamı hakkındadır.

Mertebeleriyle beraber resûl ve nebinin alanının incelen­mesi, risalene kesilen ve kesilmeyen hususlar, İlahî ilkâlardan ve inzallerden kalanlar, risalet ve hilafet.

Yüz Altmışıncı Bölüm

Melekî risaletin bilinmesi hakkındadır.

Hüküm, emir ve ilkâların tenezzülündeki sırlar, tehlike ve sıkıntıları.

Yüz Altmış Birinci Bölüm

Nübüvvet ve Sıddıklık arasındaki makamın bilinmesi hak­kındadır. Bu kurbet makamıdır.

Bu makam hakkında bir incelemedir.

Hz. Musa’nın (a.s.) Hızır’ı (a.s.) kınamasının sırrı. Bu ma­kamın sırrı hakkında yüce bir kaside. Şeyh, bu makamı ince­lemesi ve tavsif etmesi. Şeyh’in (r.a.) bu makamda Efendimiz Selma’yı müşahedesi.

Yüz Altmış ikinci Bölüm

Fakr ve sırlarının bilinmesi hakkındadır.

Bu bölümle; ince manalar ve muhkem lafızlarla sırlar ve hakikader incelenmiştir. Fakirin vasfı. “Ey insanlar! Siz Allah’a muhtaçsınız” [37] ayetindeki remizler.

Yüz Altmış Üçüncü Bölüm

Zenginlik makamı ve sırlarının bilinmesi hakkındadır.

Allah’ın yanına girmenin adabı, fakir ve zenginlerle otur­manın adabı, Allah’a duanın ölçüsü.

Yüz Altmış Dördüncü Bölüm

Tasavvuf makamının bilinmesi hakkındadır.

Tasavvufun tarifi, tasavvuf ehlinin zevki. Bu bölüm, Allah’ın ehli için önemli bir ölçüdür.

Yüz Altmış Beşinci Bölüm

Tahkik ve muhakkiklerin makamının bilinmesi hakkın­dadır.

Tahkikin anlamı.

Allah’ın tertibi açısından kâinatta hata yoktur.

Bu makamın gerçekleşmesinin şartları ve bu makamın mertebesinin yüceliği.

Yüz Altmış Altıncı Bölüm

Hikmet ve hikmet sahipleri makamının bilinmesi hak­kındadır.

Hikmet özel bir malumla ilgili olan bir ilimdir. Hikmet sahibinin vasıfları.

Yüz Altmış Yedinci Bölüm

Kimyay-ı saadetin bilinmesi hakkındadır.

Kimyanın tarifi, ilahi matluba hazırlık olması açısından sinaî kimyayla bir temsil. İnsanın kemali hilafetledir. Akıllı kişilere ve rasûllere ittiba, her mevcuda özgü ilahi yön. Eşsiz garip marifetler.

Muhammed’e tabi olanın ve fikri mukallidin miraçları ve her birinin hallerinin, ilimlerinin ve faydalarının açıklanması. Şeyh’in, bazı felsefecilerle, imanın faydaları, ilmi saadetin, mut­suzluk yurdunda cahile dönüşen mümin olmayan âlim hariç, sahibine faydasının olacağı konusundaki taruşması.

Yüz Altmış Sekizinci Bölüm

Edep makamı ve sırlarının bilinmesi hakkındadır.

Arifin kapasitesi, edebin kısımları ve her kısmın açıklaması, şeriat edebi konusunda önemli bir özet. Bu bölüm, sufîlerin halini anlama açısından önemlidir.

Yüz Altmış Dokuzuncu Bölüm

Edebi terk makamı ve sırlarının bilinmesi hakkındadır.

Ayetler konunun başında verilmiştir.

Bu makamdaki adamların mertebeleri.

Bu bölüm, sülükte zorunlu hakkı temyiz etmede önemli bir ölçüdür.

Yüz Yetmişinci Bölüm

Sohbet makamı ve sırlarının bilinmesi hakkındadır.

Sohbetin incelenmesi.

Yüz Yetmiş Birinci Bölüm

Sohbeti terk makamının bilinmesi hakkındadır.

Bu bölümdeki âdâb, şeriatın hududunda durmayı öğretir.

Yüz betmiş ikinci Bölüm

Tevhid makamının bilinmesi hakkındadır.

Tevhidin delaleti. Önemli sözler ve incelemeler.

Yüz Yetmiş Üçüncü Bölüm

Şirk makamının bilinmesi hakkındadır. Bu ikilik maka­mıdır.

isimlere özgü ilimler. Bölümün özeti.

Yüz Yetmiş Dördüncü Bölüm

Sefer makamı ve sırlarının bilinmesi hakkındadır.

Seyahatin sebepleri, genel ve özel seyahat, seyahat edenle­rin nail oldukları mana.

Yüz Yetmiş Beşinci Bölüm

Seferi terk makamı hakkındadır.

Seferi terk edenlerin halleri. Durgunluk hareketten daha önemlidir. Durgunluktaki hakikader.

Yüz Yetmiş Altıncı Bölüm

Sufîlerin (radiyallahu anhum) ölüm anındaki hallerinin bi­linmesi hakkındadır.

Sufîlerin ölüm anındaki halleri.

Manaların ona ve berzah âlemine nakledilmesi konusunda ölüm ve uyku eşittir.

Hayal âleminin sırları, Allah ehlinden ölmek üzere olan her kişiye, makamına, ilmine vs. göre zahir olan tablolar...

Yüz Yetmiş Yedinci Bölüm

Marifet makamının bilinmesi hakkındadır.

Allah’ı ve eşyayı bilme konusunda dakik bir bölümdür. Bu konuda evla olan, nefsini bilmede Hakk ı taklit etmek, nafile­lerle amel etmek suretiyle eşyanın hakikati konusunda susmak­tır. Böylece kul, Hakk’ı kulağı, gözü ve bütün güçleri haline getiren yakınlığı elde eder. 299- sayfanın sonunda özel mari­fet hakkında önemli bir incelemedir. Bu inceleme, İlahî isim­lerin incelemesi ile başlamıştır.

Kalplerle yapılan zikrin incelenmesi. Marifetin ikinci kısmı olan tecelli ilminin incelenmesi. Mümkünün nura muhatap olması, marifette önemli bir bölümdür. Alemin kıyama dura­maması tasavvur edildiğinde, insanın kulluk vazifesini yerine getirmek amacıyla bütün kıyama durması, bütün âlem için kı­yama durmadır. Bu inceleme, hakikaderde esastır.

Hayal âleminin incelenmesi ki, bu önemlidir. Marifet ilim­lerinin /edintisinin başlangıcının incelenmesi ki, bu hastalık­lar ve reçeteleri ilmidir.

Söz hastalığı, kişiyi ilgilendirmeyen şeylere girmesi. Fiiller hastalıkları, haller hastalıkları ve bu konuda bir hikâye.

Sufilere ve Şeyh’e göre arifin şifadan. Bu makamın mari­fet veya ilim makamı olarak isimlendirilmesinin incelenmesi. Marifet makamı sahibinin makamının yüceliğinden dolayı bağımsız hareket edememesi —çünkü bağımsız hareket etmek haller içindir- konusunda yüce seçkiler.

Bölümün sonu, teşbihi sıfadardan bahseden ayederin nass- larına teslim olmaya ve Zat’ı akıllarla bilmeye kalkışmamaya teşvik etmektedir.

Yüz Yetmiş Sekizinci Bölüm

Muhabbet makamının bilinmesi hakkındadır.

Bölümün başında sevgi hakkında birkaç kaside vardır. Bun­lardan dördüncüsü ve yedincisi anlama ve zevkin elde edile­bilirliğiyle ilgilidir.

İbadet amelin kendisi değildir. Amellerin incelenmesi. Farzların ve nafilelerin yakınlığı hakkında hadis. “Attığında sen atmadın”[38] ayeti. Muhabbet makamı varlığın aslıdır. Şiir şöyle der:

Sevgiden doğduk

Sevgiyle yoğrulduk

Bundan dolayı onu aramaya geldik

Bunun için kabul edildik.

Muhabbet makamı ve lakaplarının incelenmesi: hubb, vedd, aşk, heva.

Aynı şeklide aşk hakkında önemli kasideler. Bölümün so­nuna kadar hedefi bilinmeyen sevginin incelenmesi vardır. Sev­ginin garip olan çeşidini tamamlayan bölüm.

Nefsi, hislerde elde edilmesi için, eşyanın marifetine çevir­mede önemli incelemelerdir. Her insanın fıtratında kendisine dayanacak bir varlığa dayanma -ki bu Allah’tır ve insan bu­nun farkında değildir- ihtiyacı vardır. Sevgi hakkında önemli bir başka kaside.

“Sevgi zatî bir sınırla sınırlanamaz. Sınırlandıran sadece ne­ticeleri, eserleri ve müştemilatı ile sınırlandırmıştır. Malumat işleri, iki kısımdır: sınırlananlar ve sınırlanmayanlar. Suretin cesede bürünmesi sevgidedir.”

Şeyhin sevgi makamı ve günlerce yememesi ve içmemesi. Sevginin bütünü hakkındaki hakikader ve sevginin ilahi isim­lerle ilişkisi. Sevginin makamlarının ve müştemilatının ince­lenmesi.

Muhibbin iki zıddı bir arada toplaması hakkındaki ince­lemeler önemlidir.

“Kaza, Allah’ın makdi (yerine getirilmiş, eda edilmiş) hak- kındaki hükmüdür, makdi’nin kendisi değildir. İlahî, ruhanî ve tabiî sevgi vardır.” Birinci Vasıl İlahî sevgi hakkındadır. İlahî sevgi bölümüne ilave (tekmile). Bu ilavenin altında önemli ayrıntı­lar vardır. Allah’ı bilme konusunda eşsiz incelemeler. Amanın incelenmesi. Ruhanî sevgi, tabiî sevgi ve sonunda Hak sevgisi­nin önemi hakkında özet. Unsurî sevgi, aşkın açıklanması, se­venlerin şifadan. Zunnunî Mısrî’ye göre sevenin hali: zayıflık, solgunluk, tutkunluk, şevk, tutku, iniltiler, üzüntü.

Önemli bazı hakikatler:

“Fiiller, fiiller olması itibarıyla tamamıyla Allah içindir. Sadece Allah’ın haklarındaki hükmü açısından masiyettirler. Bundan dolayı Allah’ın bütün fiilleri fiiller olması hasebiyle güzeldir. Sevgi tecelli miktarıncadır. Tecelli de marifet mik- tarıncadır. Ariflerin muhabbederinin görünürde izleri yoktur. Çünkü marifet, ariflerden başkasının bilmediği bir sırla izle­rini yok eder.”

Muhabbet hakkında hikâyeler ve incelemeler. En önem­lilerinden biri: ilahi muhib, muhabbette kelam ve harfleri duymakla harekete geçmez. Bu tabiî muhibbin sıfatıdır. Arife Fatıma binti el-Musenna el-İşbîlîyye’nin[39] -tarikatta Şeyh’in hizmet ettiklerinden biridir- hayatı. Muhabbet meydanları, mertebeleri ve meclislerinin incelenmesi. Muhibbin sıfatı ki o isimleriyle birlikte ona yönelir.

Vahdet hakkında eşsiz önemli açıklamalar. Onlardan bazıları:

Kiill’ün isimleri yücedir, muhibbin tayyar sıfatı, “Hani Rabbin meleklere: “Ben yeryüzüne bir halife tayin edeceğim” demişti”[40] ayetinde işaret edilen İnsanî letafetin hakikatleri. Mahlûkat içerisinde bundan daha şerefli yoktur. Bununla be­raber Allah insan-ı kâmili isimler ilmiyle ona üstün kılmışur. İnsan bu makamda ve bu mertebede daha üstündür.

Yüz Yetmiş Dokuzuncu Bölüm

Dostluk makamının bilinmesi hakkındadır.

Dostluğun incelenmesi, İbrahimî dosduk, dostun sıfatları, ahlakın açıklanması —ki o “Güzel ahlakı tamamlamak için gön­derildim” hadisinin manasıdır. -

Yüz Sekseninci Bölüm

Âşık muhiplerin sıfadarından olan şevk ve özlem makam­larının bilinmesi hakkındadır.

Şevk ve özlemin incelenmesi. Şeyh’in cenneti görmesi.

Yüz Seksen Birinci Bölüm

Şeyhlere hürmet makamının bilinmesi hakkındadır.

Şeyhlerin halleri hakkında şiirler, şeyhlerin sıfatları, za­hirde ve batında şeriata yapışan kâmil şeyhler, makam sahip­leri ve hürmederi.

Bu bölümde, “tarikatın gayesi şeriattan ıızaklaşmamaktır” konusunda önemli açıklamalar vardır.

Yüz Seksen ikinci Bölüm

Semâ makamının bilinmesi hakkındadır.

Semânın kısımları: Tabiî, ruhanî ve İlahî sema.

Yüz Seksen Üçüncü Bölüm

Semâyı terk makamının bilinmesi hakkındadır.

Büyüklerin semâsı mudak semâdır, mukayyet semâ değildir.

Onların semâdaki payları bir kayda bağlıdır. Semânın hükmü. Sufîlerin semâ hakkındaki sözleri. Konunun önemli bir özeti.

Yüz Seksen Dördüncü Bölüm

Kerametler makamının bilinmesi hakkındadır.

Hissî ve manevî kerametin incelenmesi. İlmin şerefi.

Yüz Seksen Beşinci Bölüm

Kerametleri terk makamının bilinmesi hakkındadır.

Keramederi terkin incelenmesi, bir sufînin bir filozofla “ate­şin tabiatı itibarıyla yakıcı olmadığı” konusundaki olayı.

Yüz Seksen Altıncı Bölüm

Harikuladelikler makamının bilinmesi hakkındadır.

Harikuladelerin kısımları hakkında bir şiir. Tarikatta hariku­ladeliğin anlamı, tekrarın olmayışı konusunda yüce ilimler.

Yüz Seksen Yedinci Bölüm

Mucize makamının bilinmesi hakkındadır. Hallerin farklı­lığına göre bu mucize, nasıl mucize sahibinin kerameti olur.

Mucize, veli için keramet olur mu? Bu konudaki Şeyh’in sözleri ve bölümdeki diğer önemli meseleler.

Yüz Seksen Sekizinci Bölüm

Müjdeleyiciler olan rüya makamının bilinmesi hakkındadır.

Nübüvvet makamı ve anlamı hakkında önemli sırlar. Vah­yin çeşideri ve nübüvvetin ilkeleri hakkında önemli sırlar. Va­hiy esnasında hazır bulunanlar, insan suretinde gelen meleği bazen görüyorlardı bazen görmüyorlardı.

Keşif yoluyla hadislerin tashihi.

Rüyanın kısımları, Yusufi rüya yorumu, rüyanın hali, mekânı ve mahalli. Yakaza halindeki uykunun hakikaderi.

Yüz Seksen Dokuzuncu Bölüm

Sâlik ve sülük hakkındadır.

Sülûkun tarifi. Bu kapsamlı bir özettir. Saliklerin türleri.

Yüz Doksanıncı Bölüm

Yolcunun bilinmesi hakkındadır. Yolcu kendisi için belli- belirsiz maksatlar uğruna sülûkunu yapar. O, fikir, amel ve itikat yolcusudur.

Yolcunun menzilleri açıklanmıştır.

Yüz Doksan Birinci Bölüm

Yolculuk ve yolun bilinmesi hakkındadır. O, yolcu olarak kaldığı sürece şeriatın prensiplerinde ruhsatlara değil de azi­metlere bağlı kalarak kalbin zikirle Allah’a yönelmesidir.

Arifin yolculuğunun gariplikleri. Bu, Büyük Şeyh’in Allah’ı bilmedeki mertebesini gösterir.

Yüz Doksan ikinci Bölüm

Halin bilinmesi hakkındadır.

İlahî şen (iş) ve âlemin İlahî surette yaratılması hakkındaki hakikader önemlidir. Ubudiyyet hakkında önemli inceleme­ler. Veli tasarruftan ve fiilden himmede kaçar.

Yüz Doksan Üçüncü Bölüm

Makamın bilinmesi hakkındadır.

Makamlar, şartları, sahiplerinin halleri ve varlığının anlamı hakkında önemli incelemeler.

Yüz Doksan Dördüncü Bölüm

Mekânın bilinmesi hakkındadır.

Hakikader ve özellikle hak madup hakkında yüce incele­melerdir.

Yüz Doksan Beşinci Bölüm

Şathiyatın bilinmesi hakkındadır.

“Dedi ki: Ben Allah’ın kuluyum. Bana kitap verdi... ”[41] aye­tinin açıklaması, İsevî hayatın sırları.

Yüz Doksan Altıncı Bölüm

Tavâlî’nin (Kalbe Doğanlar) bilinmesi hakkındadır.

Fikri deliller ve bu makam sahiplerinin hakikate ulaşma­larındaki zaafları.

Yüz Doksan Yedinci Bölüm

Gidişin (Yolculuk) bilinmesi hakkındadır.

Gidiş hakkında önemli bir incelemedir.

Yüz Doksan Sekizinci Bölüm

Nefesin bilinmesi hakkındadır.

Bölümün başında şu konular incelenmiştir:

Nefesin tarifi, menzilleri, geçitleri, çıkışları.

Suret vs., rayiha sahipleri, mevcudatın Rahman ın nefesin­den oluşu, insanın (Allah’ın) suretinde yaratılmasının anlamı, surederin ve ilahi isimlerin anlamlarının incelenmesi, tenzih hakkında önemli bilgiler, ibadetle ameli birbirinden ayıran şey.

Efendimiz Ebû Yezid in bu konu hakkındaki dakik söz­lerinin tahlili.

Şeyh, müminin alünda olanlar için özel rahmetin mana­sını incelemiştir. Bu, başka yerlerde, cezanın sona ermesi kıs­mında tekrar gelecektir. Orada, cezanın bitmesinin, zikrettiği perdelerin bırakılmasıyla rahmet olduğunu söylemiştir. Per­deler sebeplerdir, mümin ise böyle değildir. O’nun özel rah­meti, bu perdelerin kaldırılmasıyladır. Anla! Kesinlikle ger­çekleşecektir.

Şeyh’in yüce şeriatın kaidelerini tamamıyla korumaya da­yanan özel dakik incelemeleri vardır. Her nübüvette geçerli olan genel ameller, dini ayakta tutmak, onun üzerinde birleş­mek ve kelime-i tevhittir.

Şeyh, ihtiyarî tevhidi zikreder ve orada garip bir olay an­latır: Kavmiyle bir bağı olan yazılı bir kitabı görür ve bu bö­lümde Hz. Meryem’in (r.a.) fazileti ve halleri hakkında önemli hakikader zikreder.

“Sebeplerde ilahi emrin yönü olmasalardı veya onlar ilahi emrin kendisi olmasalardı, ondan kesinlikle bir şey meydana gelemezdi.

Ledünnî ilim, sahibine faydası olan ilimdir.

Tenzihi sıfatlar sabitliğe boyun eğmezler. Emir ise varlıktır ve sabittir. Kim varlığını onun üzerinde korursa veya kendisin­den gideni onun üzerinde korursa, yanında ortaya çıkan şey, belirli bir vakte kadar yanında emanet olur, isabet edilmez ve musibet dokunmaz. Vekilin verilmesini emretmediği şeyi in- fak eden kimsenin infak ettiği şeyin değerini sahibine vermesi gerekir. Onun hiçbir şeyi yoktur. Çünkü O, aslın hükmü iti­barıyla bir müflistir.”

Onuncu Fasıl

Havkale (lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh) zikri hakkın­dadır.

Havkale zikri herkesin gücüne göre yaptığı zikirdir. Bizden âlim olan, “lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh” dediği zaman İlahî emre uymak ve bağlanmak amacıyla söylemiştir.

On Birinci Fasıl

el-Bedî’ İlahî ismi hakkındadır.

“Yaratılan ilk şey ilk akıldır. O da “kalern’dir. Eğer ilim, bazılarının ilmin tarifinde söylediği gibi malumu tasavvur ol­saydı, bu varlık yaratılmış olmazdı. Yaratmak ancak özel su­retlerde olur. Çünkü yaratmayı kabul eden, ibda’ı da kabul edecektir. Melekler Amadan yaratılmış akıllardır. Kalem unut­mayacak, uyumayacak ve gafil kalmayacak kadar basittir. Levh, tebdil ve tahriften korunmuştur. Tebdil ilmi yani tağyir ve dö­nüşüm âleminde değişen ilim onda yazılmıştır. Meşvereti zo­runlu kılan sebep, Halde ın, bu varlığın dışında olmayan her varlıkta özel bir yönünün bulunmasıdır. Hak ona, herhangi bir konuda derece bakımından kendisinden daha üstün biri­sine ilkâ etmediği bir şeyi ilkâ edebilir.”

“Her varlıkta var olan özel İlahî yön, yaratma olarak vasılla­namaz. Mazharların zadarının zahirde istidatlarına göre verdiği şeyi temyiz etmeleri, muhakkik tefrika ehlinin hallerindendir. Şeyh, bu bölümde zikrettiği yedi ismin yardımıyla onu gerçek­leştirir ve şöyle der: Bu bölümde, keşifle müşahede ettiğimiz âlemin sonu, âlemlerden biridir, bundan fazlası değildir. Zevkle müşahede ettiğimiz âlem ve adım adım izlediğimiz, yarıştığımız ve geçtiğimiz âlemler, iki mertebededir ve sekiz mertebeden on alü âlemdir. Bu iki mertebe, nikâh mertebesi ve kuşkular mer­tebesidir. Gerisi, keşif ve tarif açısından âlemdir, zevk açısından değil. Bu İlahî yardımlarda, bütün bu zikrettiğimize Allah’ın eh­liyle birlikte zevkle girdik. İlahî bir isimle onları aşuk. Bu isim el-Âhir ismidir. Ondan riyaseti ve “Eğer mukarrebundan ise onun için ravh, reyhan ve naim cenneti vardır”[42] ayetinde sözü edilen mukarrebunun elde ettiği ravh’ı (tarifsiz bir huzur) aldık. Bu ma­kamlara 580 yılında bu tarikata girişimden kısa bir süre sonra safa ehliyle beraber nikâh mertebesinde, kahır ve galebe ehliyle beraber kuşku mertebesinde ulaştım. Şardarın oluşmaması için Allah’ı bilenden alınmış bu sözlerdir. Bizden bazıları sözünü bozmuş, bazıları ise yerine getirmiştir. Biz, Allah’a hamd olsun, yerine getirendeniz. Bunlar garip bilgiler ve yüce zevklerdir.”

“Onlardan işin erbabı olan bir grup adamla Mağrip’te, bir grupla îskenderiyye’de, iki veya üç adamla Dımaşk’ta ve bu ma­kamda biraz eksiği olan bir adamla da Sivas’ta karşılaştık. Du­rumunu bize anlatınca kısa bir sürede eksikliğini tamamladık. O, yabancıydı, belde ehli değildi, Ahlat ehlindendi. Zikrettiği­miz her grubun, İlahî isimlerin hükmü alandaki her grubun üç mertebede ayrıcalığı vardı. Bu üç mertebe, üst, orta ve alt mertebedir ve bir mertebe, müşterek mertebedir. Bu yönetici akıllar, kendilerine düşünceler gelirken bu üç mertebeden bi­risinde bulunurlar. İsimler mütekabil veya mütekaribtirler. Dâr ve Nâfı’ veya Muiz ve Muzill veya Muhyî ve Mumit müteka­bil isimlerdir. Alîm ve Habîr veya Kadîr ve Kâhîr veya Kebîr ve Azîm gibi halk ve emir âleminde bu mecrada gelen isim­ler mütekarib isimlerdir. İşte Allah’ın izniyle, bütün bu isimle­rin hükümlerinden “tafiîl” âleminde bahsedeceğim. Zikrettiği­miz hususların tafsilatına gelince, zikrettiğimiz bu tabakaların her birini öğrendikten sonra şöyle deriz: Onlar nefesler ehli­dir, özellikle Allah’ın ehlidir. Onlardan başkası değildirler, el- Müdebbir nefesler âlemindendir. Herhangi bir berzahî emri uygulamak istediğinde, uygulaması iki hüküm ister. Halbuki emir tektir. Çünkü Câmi’, Nafi’, Basîr ve yoksulluk zamanında cömerdiği savunanlar, en kolay hükme bakarlar ve onunla bu emre hüküm verirler.” Şeyh bunun tafsilatını anlatmaya de­vam eder. Anlamak için kitaba dönmek gerekir.

On ikinci Fasıl

el-Bâ’is İlahî ismi hakkındadır.

Alemdeki her varlığın Allah’a yönelik özel bir yönü var­dır. Bu varlığın yaratılması için ister yaratılmış bir sebep ol­sun veya olmasın. Bu fasılda kevnî sûreler hakkında önemli ve dakik incelemeler vardır. Bu kevnî sûrelerin sayısı ondur. Bu ciltte “On Söz” başlığı alanda açıklanmıştır. Bu fasılda Şeyh’in şöyle bir kasidesi vardır:

Ben yeni bir yaratma içindeyim Her gün bir artış içindeyim Ben sevgi yönümden Vecdle vücud arasındayım Sevenin şükrü gibi şükrederek Artış var mı? Diyerek Ben vaktimin biriyim Vücudumda ve müşahedemde. Ey dereceleri yükselten Mutluluk menzillerinde Allah’ım! Kaldır benden Yükseliş miraçlarında Yolumdaki her perdeyi İnişimde ve çıkışımda Allah’ım! Benim payımı kıl Allah Vedûd ismin içinde.

On Üçüncü Fasıl

Tabiatı var etmeye yönelik olan el-Batın ilahi ismi hak­kındadır.

“Tabiat makul varlıktır. Yaratılmış derken kastımız takdir edilmiş olandır. Bir şeyin takdir edilmesi, onun yaratılışını ge­rektirmez. Bundan dolayı, ilimlerde farz-ı muhal, varlığı müm­kün olmayan şeyin takdiri demektir. Bazen var olmayan ve var olması mümkün olan da takdir edilir. Tabiat nefsin altında­dır. Nefis de aldın altındadır. Kâinat için tabiat, ilahi isimler gibidir, bilinir, akıl edilir, eserleri ortaya çıkar, meçhul değil­dir, bir bütün olarak dışta varlıkları yoktur. Aynı şekilde tabiat kendisine izafe edilen ve kuvve halinde sahip olduğu hissi su­retleri verir. Tabiat, makul bir zattır. Dört hakikatin toplamı­dır. Bu dördünün, yaratılmış cisimlerdeki eserine tabiat deni­lir. Sıcaklık, kuruluk, soğukluk ve yaşlık, tabiatın cisimlerdeki eserleridir. Hayat, ilim, irade gibi aynı değildir. Söz, İlahî nis­petlerdedir. Aynî varlıkta bir zattan başka bir şey yoktur. Ta­biat suretlerinin ruhu İlahî ruhtandır. Şeyh, bu fasılda, ya­şadığı bazı hadiseleri anlatır ve bu fasıl da onları gizlediğine işaret eder. Güzel sözlerle derin hakikader. Unsurî tabiat ci­simlerinde itidal bulunmaz. Gün, tek zamandır. Şe’n Allah’ın günde ihdas ettiği şeydir.”

On Dördüncü Fasıl

Cisimlerin kendisinde ortaya çıktığı heba cevherini yarat­maya yönelik olan el-Ahir İlahî ismi hakkındadır.

“Hebâî cevherin dış varlığı yoktur. Hebâî cevherin bu ismi Efendimiz Hz. Ali’den (r.a.) aktarılmıştır. Şeyh, onu Anka ola­rak isimlendirdiğini söylemiştir. Çünkü onun zikri duyulur; fakat dışta bir varlığı yoktur. Filozoflar ona Heyulâ derler. Bu, onlar arasında ihtilaflı bir meseledir. Biz bu konuda onların ve başkalarının görüşlerini nakledecek değiliz. Biz bu kitabımızda ve bütün kitaplarımızda, keşfin verdiğini ve Hakk’ın imla ettir­diğini verdik. Sufîlerin yolu budur. Küll cisim, latîf, kesîf, kirli ve şeffafı kabul eder. Hakk’ın ve yaratıkların sıfatı olan küllî hakikat, Hak için isimlerdir, yaraüklar için de âlemlerdir.”

On Beşinci Fasıl

Küll cismi var etmeye yönelik olan Rahmani nefeslerden ez-Zâhir İlahî ismi hakkındadır.

“Boşluk cismin dışında vehmedilen bir uzamadır. Allah her şeyle beraberdir. Hiçbir şey O’nu geçemez ve hiçbir şey O’nun ardında kalamaz.” Özel yön hakkında önemli hakikatler. Bu kesrette Hakk’ın varlığı ve her vahidin ahadiyyeti.

Bu iki sayfada İmam Abdulkadir el-Cezairî, Şeyh in sözle­rini son derece güzel kelimelerle yorumlamış ve orada kesre­tin varlığının sebebini açıldamışnr: “Zamanın ahadiyyeti açı­sından, o bir uzamadır, kendisinde kesret yoktur, bilfiil parça da değildir. Onda varlıklar, takaddüm ve teehhürle sırayla ve çok sayıda ortaya çıkmıştır. Zaman hepsini kapsadığı halde, “bu bundan önce, bu bundan sonra, bu bununla beraber or­taya çıktı” denilir. Çünkü vehim, zamanın bir şey olduğunu, zamansal mevcudatın da onda mazruf olduğunu hayal eder. O, onlar için zarftır. Tertip edilmiş mevcudat için, ahadiyyet ve zarf oluşuyla birlikte, zamanın müşahedesinden kesret çık­mıştır. Ama zaman zindanından çıkarılan ve idrakindeki zin­cirlerden çözülen kişi, başlangıcı ve sonu olmayan, zaman ve mekân bağlarıyla sınırlanmayan, açık bir varlığı görür. Mevcu- dau yanında hazırdır, idraki açısından arızî, hayalî, itibarî mev- cudann aynısıdır, başkası değildir. Bu gerçek vahdede kesret birleşti. Böylece “birden ancak bir doğar” sözümüz doğru oldu. Bundan dolayı, Allah’ın ehli, HakTeâladan ilk sudur eden şe­yin vucud-i mufâz (taşan varlık) olduğunu söyler. İlk akıl ve diğer yaratıklar bu vucud-i mufâz’da birdir.” el-Cezairî’den ya­pılan alıntı burada bitti.

On Altıncı Fasıl

el-Hâkim İlahî ismi hakkındadır.

Alemin İlahî suret üzere yaratılması ve on sözün İlahî mer­tebelere tatbiki konusunda ince sırlar.

On Yedinci Fasıl

Arşı var etmeye yönelik olan el-Muhît ismi ve er-Rahman ismiyle arşa istiva hakkındadır. Arş ve kuşatması, Rahmani ne­fes ve genişliği hakkında gerçekten derin olan sırlar.

“Nişancı için Allah’ın ötesinde ve Allah’ın âleminin öte­sinde bir hedef yoktur. O sondur. O’nun sonu yoktur. O’ndan başka ilah yoktur. O Azizdir, Hakimdir.”

Bu fasılla, arş ve nurânî direkleri, içindeki gölge ve altın­daki hazine -ki o Adem’dir (a.s.)- hakkında Şeyh’in gördüğü muhteşem sahneler anlatılmıştır. O (r.a.), pek çok hazine, gü­zel kuşlar görmüştür. Oradan kuşların en güzelini görmüştür. Şeyh (r.a.) şöyle der: “O güzel kuş bana selam verdi. Sohbe­timi doğu şehirlerine almam için bana doğru yöneltildi. Bu bana gösterildiğinde Merakeş’te idim. “O kimdir?” dediğimde, bana denildi ki: “O, Fas şehrinde olan Muhammed el-Hasar’dır. Doğu şehirlerine yolculuk yapmayı Allah’tan istedi. Onu ya­nında tut.” Ben de “Duyduk ve itaat ettik” dedim. Sonra ona -ki bu kuşun kendisiydi- dedim ki: “inşallah arkadaşım olur­sun.” Fas şehrine geldiğimde onu sordum. Bana geldi. Ona dedim ki: “Allah’tan bir şey istedin mi?” O da: “Evet” dedi. Allah’ın beni doğu şehirlerine taşımasını istedim. Bunun üze­rine bana denildi ki: “Falan kişi seni taşıyacaktır. O zamandan beri seni bekliyorum.” Beş yüz doksan yedi senesinde onu ar­kadaşlığıma aldım ve Mısır diyarına ulaştırdım ve orada öldü (Allah rahmet etsin).”

On Sekizinci Fasıl

Kürsü ve iki ayağı var etmeye yönelik olan eş-Şekûr ilahi ismi hakkındadır.

Bu fasılda, azabın varacağı yer, dünya ve ahiret acıları araya girse bile, rahmettir. İlimlerin elde edilmesiyle bu geçici arıza- ların dürülmesinde rahmet vardır.

On Dokuzuncu Fasıl

Adaş feleğini var etmeye yönelik olan el-Ganî ismi hak­kındadır.

Bu fasılda, yedi gün, aylar ve senelerin sırrı vardır. Bu ma­nada derin incelikler ve adaş feleğinin taksimau vardır.

Şeyh’in (r.a.) talebi şudur: “Hangi diyarda olursa olsun acı­ların Allah’ın rahmetine dönüşmesini umuyorum. Şüphesiz ki istenen, nerede olurlarsa olsunlar, rahmetin hepsini kapsa­masıdır. Onda ölmeyen ve diri kalmayanın olmasından sonra hepsi dirilecektir. Bu berzah halidir.”

Fasıl’da, cennet ve cehennem hakkında ince hakikatler var­dır. Fasıl’da güneşin nefyin kâfinda doğuşu hakkında garip­likler vardır. Bu fasılla, bütün gözcülerin mazeretinin beyanı vardır. Allah kişiye kaldıramayacağı şeyi yüklemez “Rabbimiz ilim ve rahmet açısından her şeyi kuşatmıştır”[43] [44]. Bu Fasıl’da gü­neş, Şeyhe beş yüz yetmiş yılında “lem yekun”44 tın kâfinda doğdu. Böylece, “lem yekun’de güneşin doğuşuyla teşbihin nefyini ispatladık.

Yirminci Fasıl

Menziller feleğini ve cenneti var etmeye, bu feleğin dibin­deki yıldızları takdir etmeye yönelik olan ve cennetin zemini ve cehennemin çausı olan el-Mtıkaddir ismi hakkındadır.

Bu fasılda, yıldızların günlerinin özellikleriyle ilgili geniş sır­lar vardır. Menzillerin, burçların ve kâinaun incelenmesi —ki hepsi ulaşılması zor ilahi fetihler ve garipliklerdir- yapılmışur. Allah’ın fazlı. Matlub O’dur.

Yirmi Birinci Fasıl

Birinci sema, beytül-ma’mur, sidre ve halîl’i yaratmaya yö­nelik olan er-Rabb ismi hakkındadır.

Beytu 1-ma’mtır hakkında önemli sırlar:

Şüphesiz ki, kalpler ondan yaratılmıştır. Anla! Beytu’l- ma’mur’a giren melekler, havatir melekleri.

îki zıttın bir araya gelmesi, bir elbisenin üzerinde do­ğuya doğru hareket eden bir karıncayı, elbisenin çekilmesi­nin onu batıya çekmesine ve bu iki hareketin aynı anda ol­masına benzer.

Haftanın günleri hakkında önemli hakikatler:

“Cumartesi günü ebedi bir gündür, gecesi ahirettedir ve ke­sintisizdir. Aynı şekilde gündüzü de kesintisi olmayan ikinci mahaldedir. Onda yedi gün meydana gelir, onlardan biri cu­martesidir. Bu en şaşılacak işlerden biridir ve ilahi hakikat­lerde bir dayanağı vardır. Burada Hakk’ın, Âdem’e (a.s.) olan sözünü aktarır: Allah Âdem’e iki eli kapalı iken şöyle demiş: “Dilediğin birini seç!” Âdem de: “Rabbimin iki elini seçtim. Her ikisi de sağ ve mübarektir.” Allah ellerini açtığında, Âdem ve yaratılan zürriyeti oradaydı. Âdem bir taraftan avucun için­deyken diğer taraftan dışındaydı. Bu mesele aynen böyledir. Baktığında, âlemi Hak’la bu mesabede bulursun. Hayret yeri O’dur, o değildir. “Attığın zaman sen atmadın Allah attı ”[45] böy- lece başladığıyla bitirdi. Ne kadar da garip! Ortadan! Çünkü o bir olumsuzlama ile — ki sen atmadın ifadesidir- bir olum­lama —ki o Allah attı sözüdür- arasındadır. Bu onun şu sözü­dür: “Sen sen iken sen değildin; fakat Allah şendir.” Bu, zahir ve mazharlar hakkındaki sözümüzün anlamıdır: Mazharların surederinin değişmesiyle birlikte zahir aynıdır. Zeyd hakkında: “Zeyd birdir” dersin uzuvları farklı olsa bile. Onun ayağı eli değildir. O (ayağı) ise Zeyd sözündeki Zeyd’in kendisidir. Bü­tün organları da böyledir.”

Yirmi ikinci Fasıl

ikinci gök ve gezegenini, perşembe gününü, Musa’yı (a.s.), Dat harfini ve Sarfe menzilini yaratmaya yönelik olan el-Alîm ismi hakkındadır.

îsra gecesi farz namazların vakiderinin hafifletilmesi, bu gö­ğün emrinin hükmüydü. Allah emrini bu gökte vahyetmişti.

Yirmi Üçüncü Fasıl

el-Kâhir ismi hakkındadır.

Bu ilahı isim, üçüncü göğü yaratmaya yöneliktir. Onun var­lığını, yıldızını, feleğini ortaya çıkarmış ve onu Harun’un (a.s.) meskeni yapmıştır. Onun günü çarşambadır. Menzili Avva’dır. Ona vahyedilmiş emir, kan dökme ve gazaplardır.

Yirmi Dördüncü Fasıl

en-Nûr ismi hakkındadır.

Bu isim, âlemin ve göklerin kalbi olan dördüncü göğü ya­ratmaya yöneliktir. Bu isim, onun varlığını pazar günü ortaya çıkartmışur. insanlık ruhlarının kutbu olan îdris’i (a.s.) oraya yerleştirmiştir. Allah bu göğü balık menzilinde yaratmıştır.

Şeyh, burada ’Kıtahuş-Şen" isimli eserine işaret etmiştir. Bu semanın yıldızı batmaz.

Yirmi Beşinci Fasıl

el-Mtısavvir ismi hakkındadır.

Bu isim, beşinci göğü, feleğini ve yıldızını yaratmaya yö­neliktir. Menzili Gafr (bağışlama/affetme) menzilidir. Günü ise cumadır. Orada Yûsuf’u (a.s.) oturtmuştur.

Yirmi Altıncı Fasıl

el-Mtıhsî ismi hakkındadır. Aluncı gök onundur. Günü, Ze­bana menzilinde çarşambadır. Orada îsâ’yı (a.s.) oturtmuştur.

Yirmi Yedinci Fasıl

el-Mubîn ismi hakkındadır.

“Bu isim, dünya göğü ve yıldızını yaratmaya yöneliktir. Feleği, Iklîl menzilinde pazartesi günüdür. Günü pazartesidir. Bu bölümde günlerin başlangıcıyla ilgili incelikler vardır. Bu göğün sakini Adem’dir (a.s.). O fert insandır ve bu türün as­lıdır. Bu fasıl gerçekten önemli ve geniştir. Kitapta bu bölüme dönmek zaruridir. Bu göğün yıldızı “Ay”dır.” Bu fasılda, İlahî mertebede ve kevnî mertebede Âdem’in suretinin bir araya ve hizaya getirilmesi ve bu hizaya getirme hasebince sürekliliği in­celenmiştir. Bu fasılda, meleklerin hakikatini anlamadaki ga­riplikler, unsurların sırları incelenmiş ve Şeyh’in Hüviyyette yaşadığı önemli bir olay anlatılmıştır.

Yirmi Sekizinci Fasıl

el-Kâbız İlahî ismi hakkındadır.

“Bu İlahî isim, Esîr’de ortaya çıkan kuyruklu yıldızları ya­ratmaya ve oradaki yanmalara yönelmiştir. Esîr ateşin rüknü­dür. Bu rükünlerin varlığı, bu feleklerin varlığından öncedir.” Bu fasılla, Esîr rüknünün gayesi hakkında önemli sırlar ince­lenmiştir. Faydalanmak için kitaba bakmak gerekir. Ben ken­dim de hem bu bölümden hem de ondan sonra gelen hava bölümünden çok faydalandım. Şüphesiz ki, bu unsurlar, de­ğerli mülklerdir. Suretleri de latif ve kesif unsurlardır. Anla! Ve âlemlerin arasını ayır!

Yirmi Dokuzuncu Fasıl

el-Hayy İlahî ismi hakkındadır.

Bu isim, hava unsurunda ortaya çıkan şeyleri yaratmaya yönelmiştir. Bu fasılda Şeyh, havanın rükün oluşunu, maruf suretini, yayılışını anlatmış ve yaratıkların şiddet mertebeleri hakkında garib bir hadis serdetmiştir. Bu faslın sonunda da ateş olan esîrî unsur ile havaî unsurun - yıldırımlar gibi -ma­nasını ve yakmalarındaki farkı ortaya koymuştur. Yanma şim­şekler gibidir, sesler yıldırım gibidir. Âlemdeki her bir ses teş­bihtir. Zıdar âleminde güzel ve çirkin olarak isimlendirilen şeyler, bu konuda aynıdır. Burada mazharların zahir isimlerine döndüğüne dair sırlar vardır.

Otuzuncu Fasıl

Su unsurunda ortaya çıkan şeyleri yaratmaya yönelik olan el-Muhyî ismi ve sırları hakkındadır.

“Su, her ne kadar meleklerden ise de o melekî bir unsur­dur. Unsurdaki aslı, rükünler üstü olan tabiî hayat nehrin- dendir. Cebrail her gün bir dalışla bu nehre dalar. Ateş ehli de şefaatle cehennemden çıkarken ona dalarlar. Bu unsurî su, hayat nehri olan bu sudandır.” Faslın geri kalanı çok önemli­dir. Ona dönmek lazımdır.

Otuz Birinci Fasıl

Yeryüzünde ortaya çıkan şeyleri yaratmaya yönelik olan el- Miimît ilahi ismi hakkındadır. Onda yarauklar, mertebe açı­sından açıklanmıştır.

“Kiillî nefisten âlem zuhur etmiştir. Fasıldan anladım ki, bu­rada yeryüzü rükünlerden bir rükündür. Her malum taksime tabidir. Çünkü zihnî varlığa girer. Muhal aynî varlığa girmese de zihnî varlığa girer.” Bu fasılda özellikle şunları yazdım:

“imkânın sübutu ile varlığının ibrazı arasındaki zaman zar­fını tevehhüm etmekten sakınmalısın... Sübut ve varlık sa­dece aklî iki mertebedir. Kendi kendine var olan aynî varlığın bir kısmıdır. Bu hakkında konuşulandır. Konulan da değildir. Veya kendi kendine var olmaz. Kendi kendine var olan ya mü- tehayyizdir ya da değildir.” ilginç! Bu fasıl geniştir.

Ulvî, tabiî, unsurî, mürekkep ve basit âlemlerden varlık çe- şideri ayrıntılı olarak anlatılmıştır.

“Yer, su, hava, felekler, müvelledât bir cevherdeki suretler­dir. Oluşta muhal yoktur, mefhumundan anlaşılan şey, bir şe­yin varlığı, başka bir varlığa dönüşmüştür demektir. Alem her zaman bir ferttir, oluşur ve bozulur. Oluşmayı kabul etmeseydi, âlem cevherinin zatının bekası olmazdı. Arazlar cisimlerde ye­nilenir. Cismin sureti cevherde bir arazdır. Suretin tanımında cevheri aldıklarından, sureder, bazen cevher diye isimlendiri­lir. Kısacası, İlahî keşf yolunun dışındaki bir yolla bu işleri dü­şünmek, işin hakikatine götürmez. Şüphesiz ki, onlar daima ihtilaf halindedirler.”

Zelûl yerin özellikleri. Yer Allah’ın ona yerleştirdiği hâzine­leri gizlemesi sebebiyle kesifliği, karanlığı ve sertliği kabul et­miştir. Yer tabaka tabakadır. Bu sayfanın son yarısında “Yedi göğü ve benzer şekilde yeri yaratan Allah’tır. Allah’ın hükmü ara­larında inip durur”[46] ayetindeki sırlar vardır.

Şeyh, her gök ile yeri arasındaki emrin inişini, kendisine emirlerin indiği yedi iklime bakan ruhanîleri ve bu iklimi koru­makla görevli olan bedelleri ve tabi oldukları nebileri açıklar.

Şeyh, yedi bedelle Mekke’nin hareminde Hatîmu’l- Hanabele’nin ardında bir araya gelmiştir. Bu bedellerin halle­rine delil olarak Sakîtur-Refref b. Sakîtu’l-Arş’ı zikretmiştir.

Vasıl

Şeyh (r.a.), burada bir unsurun yalnız başına mizacı ile onun bir kısmının diğer kısmıyla karışmasındaki mizacı ara­sındaki farkı açıklamışur. Burada açıkladığı karışım türlerin­den ortaya çıkan ayrınülar önemlidir ve müstakil bir kitabı hak etmektedir. Yardım Allah’tandır.

“Mizaç, bir unsurun varlığının kendisiyle gerçekleştiği şeydir ve tab’ diye isimlendirilir. Denilir ki, suyun tab’ı veya mizacı soğuk ve yaş olmasıdır. Ateşin, sıcak ve kuru olma­sıdır. Havanın, sıcak ve kuru olmasıdır. Toprağın, soğuk ve kuru olmasıdır. Bu rükünlerin varlıkları ancak bu tabiî mi­zaçla ortaya çıkar. Her mizaç tabiîdir, imtizaç (karışım) ise böyle değildir. Kısacası bu ve bundan sonraki vasılla, kâinatın ve güneşin batıdan doğmasının sırları toplanmıştır. Kitaba müracaat etmelisin. Çünkü o, kâmil bir genişlik ve büyük bir İlahî derstir.”

“Güneşin ışınlan esire uğrar ve oradan sıcaklığında kemi­yet olarak bir arüş kazanır.”

Şeyh, hareket ve durağanlığı fetih babından olan ilahi şerh­lerle açıklamışür. Bu açıklamaların bir kısmı şöyledir:

“Hareket ve durağanlıkta tahkik, tabiî zatlara nispededir.

Bir araya gelme ve ayrılma, mekânlılar için iki nispettir.”

Zaman ve feleklerin açıklaması ve tahkiki:

“Zaman ve mekân da tabiî cisimlerin müştemilatından- dır. Ancak zaman, dış dünyada varlığı olmayan mevhum bir şeydir. Onu, feleklerin veya mekânlıların hareketleri, kendi­sine soru iliştiğinde, ortaya çıkarır. Aynı zamanda zaman ve mekânın dışta varlığı yoktur. Varlık ancak harekedi ve durağan zatlara aittir. Şeyh, burada mekân, mütemekkin ve intikalin anlamını açıklamaya devam eder. Bunlar feyz ilimleridir. Fey­yaz olan ne Yücedir! Kendisinden istenen sadece O’dur.” Bu konuda fayda temin etmek için kitabın kendisinde bu fasla dönmek gerekir.

Son sayfada “Allah vardı ve kendisiyle beraber hiçbir şey yoktu" hadisini açıklar. Hadisin lafzında Hz. Peygamber: “O şimdi de bulunduğu hal üzeredir” demedi. Hz. Pey­gamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) yaratıkların en iyi bileni ve Allah katından “O her gün bir iştedir”4', “Ey insan ve cin topluluğu sizin için boşalacağız”[47] [48] ayetlerini getirmiş iken bunu nasıl söy­ler? Sema ve âlem yokken O, vardı, bu işten, şu işten bo­şaldı. Rabbimiz dünya semasına iner. O birisine inmekle nitelenebilir mi? Veya bir yerden inmekle? Nerede yoktu. Sonra eşyayı yarattı ve böylece nispetler meydana geldi. O istiva etti ve indi, teraziyi aldı ve yükseltti ve alçalttı. Ha­berler böyle gelmiştir.

Faslın ana konusu hakkında geniş açıklamalar yapar. Faslı ilimlerin özü olan her şeyde İlahî yönü gözlemleme ilmiyle bi­tirir ve bu konuda bir şiir serdeder:

Gözüm Ö’nun yüzünden başkasına bakmadı

Kulağım Ö'nun sözünden başkasını duymadı

Her varlıkta ö’nun varlığı vardır

Her şahısçık kendi uykusundadır

Rüyamızın tabiri uykumuzda vardır

Kim kınarsa onu kendi kınamasına katsın

Sayfanın sonunda zemherir ve havadaki etkisine, onlarda ışınların etkisinin olmadığına işaret etmiştir. Faslı şöyle bitir­miştir:

“Alem İlahî yönün aynısıdır. Bu İlahî yönün hadiste zikre­dilen yakıcı tecellileri vardır. Genel olan sureti üzere kalmış­tır ve tecelliler onu yok etmemiştir. Aksine onu ispat etmiş ve Hakk’ın yönünden ayırmışur. Öyleyse perde manevîdir ve nispet yakmışur.”

Otuz ikinci Fasıl

Madenleri yaratmaya yönelik olan el-Azîz İlahî ismi hak­kındadır.

Şeyh, madenlerin, dönüşmeden uzun süre kalmalarının sırrını açıklamış ve kâmil bir suret üzere kalan madene var­mıştır. O da alundır.

İlahî isimlerin müvelledâtta ve unsurlarda, tabiat ve unsur­lardan koruyucuları vardır.

Şeyh, sarı yakutun, yakutun cevherinde ortaya çıkışını açık­ladığı gibi civa, kurşun, demir, bakır, gümüş gibi madenlerin unsurlarını da açıklamıştır. Tıp, eksikliği gideren bir ziyade veya fazlalığı azaltan bir azalmadan başka bir şey değildir. Devamlı­lık, madenlerin kemal derecelerine ilerlemelerindedir. Bu ila­cın ilişkisi, yedi yıldız olan Ay, Katip, Zühre, Güneş, Merih, Müşteri ve Keyvan iledir.

“Bütün yönlerden uygunluk olmaz. Alemin bütün cev­heri, cevheriyet açısından birdir. Varlık, suret ve ona arız olan arazlar açısından farklılaşır. O, birleşen, ayrışan, bir ve çoktur. İlahî mertebenin sureti, Zat ve isimlerdedir. Büyük şeref ilim­dedir, tekvinde değildir.”

Otuz Üçüncü Fasıl

Müvelledâttan bitkiyi yaratmaya yönelik olan er-Rezzâk İlahî ismi hakkındadır.

“Delaleti bakımından Allah isminin nitelemesi doğru de­ğildir. O iki zıddı kendisinde toplayandır. Eğer lafızda ortaya çıksa onunla kastedilen sadece özel bir isimdir. Kendisinden sonra zikredilen hakikat açısından, ondan hal karinesi istenir.” İlahî isimlerin önemi ve kendileriyle çağrılma esnasındaki etki­leri hakkında detaylı bilgi için kitabın bu faslına dönmelisin!

“Rızık, kendisiyle beslenen içindir, kendisini toplayan için değildir.”

Şeyh, faslın ortasında “Rububiyetin bir sırrı vardır ki ortaya çıksaydı Rububiyet batıl olurdu”sözünü açıklamış ve azıkların inmesini öncelikle İlahî isimlerin azıklarının inmesini, sonra da melekî ruhların rızkının inmesini -“rızıkları teşbihtir sonra ilk akla indiler”- açıklamaya devam etmiştir.

Şeyh “Hayatı olan her şeyi sudan yaptık”[49] ayetinin anla­mını açıklamışür.

“Alemde konulan ölçü şeriattır. Helal Allah’ın rızkıdır. Ha­ram ise rızıkür. Bilmek gerekir ki, hakikat yönünden hitabın konusu, tasarrufun yasaklandığı şeyin kendisi değil, mükellefin fiilidir. Öyleyse hepsi Allah’ın rızkıdır. Yiyen yasaklanmıştır, ye­nilen değil. Çünkü Rezzâk ancak rızkını verir. Rezzâk’ın verdiği şeyde ise kınanma olmaz. Bundan dolayıdır ki kınamayı, ye­nilen şeye değil, mükellefin fiiline bağlamıştır. Çünkü mülkün yenilmesi, sahibine yasaklanamaz. Haram mülk olamaz.”

Şeyh, zaruret ve zaruri rızka değinir ve sözlerini şöyle sür­dürür: “Allah bizi rızık olmayan rızıklananlardan kılmış ve bir bitki gibi yerden bitirmiştir.”

Vasıl

Bu fasılda bitkilerdeki hareketler açıklanmıştır. Bunlar­dan bazıları:

“Alimler, yönleri insanın varlığıyla dikkate almışlar ve is­tikameti onun yaratılışına ve baş yönüne doğru hareketine bağlamışlardır. Böylece onun hareketini müstakim hareket olarak isimlendirmişlerdir. Varlıkta noksanlığın olması kema- lindendir.

Alevin hareketi Esîr’e doğrudur.

Manevî ve hissî harekeder üçtür:

Ortadan hareket: Bu hareket tabiî cisimlerin kendisinden ortaya çıktığı asıklan ortaya çıkan şeyi verir.

Ortanın hareketi: Bu İlahî yardımdır.

Ortada hareket: Bu aslın varlığını sağlayan harekettir.

Âlemdeki ayanın bazısı bazısını etkiler. Varlık tanım ba­kımından birdir, arazî suretler açısından çoktur. Birçok yerde zahir olan âlemin zatının kim olduğunu, cevherinin değişme­diğini, bu varlıktaki bu değişikliğin hükmünün kimin için ol­duğunu bildirdim. Bu, bakanın yapısının değişmesiyle veya bazen aynaya yansıyan şeylerin değişmesiyle, aynadaki gö­rüntülerin değişmesine benzer. Görenin gözünde ayna bun­ların tezahür ettiği yerdir. İlahî nefes olan Amâ, bütün bu su­retleri kabul edendir.”

Otuz Dördüncü Fasıl

Hayvanları yaratmaya yönelik olan el-Müzil İlahî ismi hak­kındadır.

“Hepsinin aslı yerden yaraülmıştır. Asalet bakımından aziz olduğu gibi Allah onu zelil kılmıştır. Allah kendisinden bir ruhla seni desteklesin. Ben bu İlahî nefesteki varlıklar hak­kında, özellikle âlemden bu varlıkla beraber zikrettiğim İlahî ismin hükmü ve bazı etkileri yönünden konuşmaktayım. Şeyh “O göklerde ve yerde Allah’tır”[50], “Göklerde ve yerde olan her şeyi size amade kıldı”'[51] ve Lokmanın oğluna söylediği “Ey oğulca- ğızım! Yapılan iş bir hardal tanesi kadar küçük oha, bir kayanın içinde saklı da olsa, veyahut göklerin ve yerin herhangi bir nokta­sında bile bulunsa, mutlaka Allah onu meydana çıkarır”[52] ayet­leri hakkında bazı keşfi zevkler anlatır. Allah yerdedir, göktedir, çöldedir, nerede olursak olalım bizimledir. Çünkü yaratan, ya­rattığından ayrılmaz.” Bu konuda kitaba bakmalısın.

Otuz Beşinci Fasıl

Melekleri yaratmaya yönelik olan el-Kavî ilahı ismi hak­kındadır.

Bu bölümde:

“Yaratılmış âlemde kuvvet bakımından kadından daha bü­yük yoktur. Bunun sırrını ancak âlemin niçin yaratıldığını, Hakk’ın hangi hareket ile onu var ettiğini bilen bilir. Alem iki öncülden meydana gelmiştir. Zira o neticedir. Nikâh ya­pan taliptir. Talib muhtaçtır. Nikâh yapılan matluptur. Mat­lubun kendisine ihtiyaç duyma gücü vardır ve şehvet baskın­dır...” Kitaba bakmalısın.

Otuz Altıncı Fasıl

Cinleri yaratmaya yönelik olan el-Latif ilahı ismi hakkın­dadır.

Bu bölümde cinlerin asılları incelenmiştir. “Cin, neşet bakı­mından unsurî-berzahîdir. Bir yönüyle, ateşin letafeti yönüyle ateşten ruhlara bakar. Ondan gizlenen ve şekillenebilen vardır. Bize dönük yönleri vardır. Bu yönüyle unsurîdir ve karışıkur.”

Burada Şeyh, mümkün varlıklardan bir sınıfı yaratmaya yönelik olan el-Muayyin ilahi ismini açıklar. “Bu, o varlıkta baskın olan ismin, bu isim olmasından kaynaklanır. Hükmü onda yerine geçer. Bununla beraber, hiçbir mümkün yoktur ki, kendisindeki âlemlerle ilgili olan ilahi isimlerin bir etkisi olmasın. Fakat bu muayyen mümkün varlıkta bir kısmı bir kısmından daha kuvvetlidir.”

Otuz Yedinci Fasıl

İnsanı yaratmaya yönelik olan el-Cami’ ilahi ismi hak­kındadır.

Bunda pek çok sır vardır. Onlardan bazıları:

“Allah, bu İnsanî yaraülışı tamamlamak istediğinde, onu iki elinde topladı ve kendisine âlemin bütün hakikatlerini verdi. Bütün isimlere onun için tecelli etti. Böylece yaratılışı hem İlahî sureti hem de kevnî sureti haiz oldu. Allah, onu âlemin ruhu kıldı...

“insanın dünyadan ayrılmasıyla dünya bozulur.” Dünya ha­yatı, ruhu insan olan âlemin cesedinin uzuvlarından bir uzuv­dur. Varlıklar arasında ondan yani “insan’dan başka Hakk’ı ku­şatan yoktur. Ancak sureti kabul ettiği için kuşatmıştır.”

Otuz Sekizinci Fasıl

Mertebeleri yaratmaya değil belirlemeye yönelik olan Refuıd- Derecât ve Zul-Arş İlahî isimleri hakkındadır.

Bütün mertebeler asıl bakımından İlahîdir. Hükümleri âlemde ortaya çıkar. En yüce İlahî mertebe insan-ı kâmilde ortaya çıkmıştır. Mertebelerin en üstünü her şeyden müstağ­nilik mertebesidir. Bu mertebe zatı bakımından Allah’a aittir. Âlemde en üstün mertebe her şeyle müstağniliktir. İstersen buna her şeye muhtaçlık da diyebilirsin. Bu insan-ı kâmilin mertebesidir. Allah, her şeyin suretinde tecelli edendir. Öyle ki özellikle sadece O’na muhtaç olunur.

Otuz Dokuzuncu Fasıl

Nefeslerde nakil hakkındadır.

Bu fasılda, suretlerin, sureti kabul etmeyen başka şey­lere naklolmalarının mertebeleri vardır. Hükmün zarureti, asılda ona ait olmadığı halde, kendisiyle zuhur eden su­ret içindir.

Kırkıncı Fasıl

Açık ve gizli nefesler hakkındadır. Gizlenme ve örtünme ancak benzerlerde olur.

Kırk Birinci Fasıl

Nefeste itidal ve sapma hakkındadır.

Bu bölümde insanın bigâne kalamayacağı hakikatler var­dır. Onlara kitapta bakmalısın.

Kırk ikinci Fasıl

Eksik olana itimat etme hakkındadır.

Bu konudaki sebepler incelenmiştir. Sebeplerden iş yap­mak, onunla özel İlahî yönü müşahede iledir. Sebeple iş yap­mak ise sanatkârın elindeki alete benzer. Bu, bu ilim hakkında asıl bir fasıldır.

Kırk Üçüncü Fasıl

Benzerlerin veya varlıktaki bir hakikatin tekrarı anlamında olan iade hakkındadır.

Bu caizdir; fakat ilahi genişlikten dolayı vaki değildir.

Bu fasılla; “ahiret, hüküm ve nispet iadesidir. Kaybolan ve sonra bulunan bir varlığın iadesi değildir. Cevherler olan ayan, varlıktan kaybolmadılar ki, tekrar ona iade edilsinler. Aksine zatın varlığı süreklidir. Var olan bir varlık için iade söz yoktur. Çünkü o vardır. İade, heyetler ve nisbî imtizaçlardır. “Heyet­ler ve ortadan kalkan mizacın iadesi mümkündür” şeklindeki sözümüzün delili “Sonra dilerse onu yayar”33 ayetidir. Demek [53] ki dikmemiştir. Çünkü Allah’tan haber veren dünya yaratılışı ile ahiret yaratılışını birbirinden ayırmıştır...”

Kırk Dördüncü Fasıl

Kesife dönen latif, latife dönen kesif nefes ve sebebi hak­kındadır.

“Bilmelisin ki, lütfün kesifleşmesi muhaldir. Çünkü haki­katler dönüşmez. Ama latif, kesif hale gelebilir. Sıcağın soğuk, soğuğun sıcak hale gelmesi gibi.

Bilmelisin ki, ruhların letafeti vardır. Cisimleştiklerinde ve cisimlerin suretleriyle ortaya çıktıklarında, ona bakanın gö­zünde kesifleşir. Şeffaf ve şeffaf olmayan cisimler kesifleşir. Ba­kanın gözünde, surete dönüştüğünde veya huzurdan kaybol­duğunda ruhanileşirler yani gizlenmede ruhların hükmü onlar için geçerli olur. Arazlar üzerlerinde çeşitlendiği gibi suretler de çeşidenir. Utananın kızarmasıyla ve korkanın sararmasıyla. Bu örnek, sebepleri gerçekleştiğinde, onun surederde dönü­şüm kuvvetine sahip olduğunu haber verir.”

Şeyh letafetin kesafete, kesafetin letafete dönüşmesinin örneklerini vermeye devam eder. Öyle ki, onları anlayabil­mek ve bu muhtasarın uzamaması için mutlaka kitaba bak­mak gerekir.

Kırk Beşinci Fasıl

Yaratılmışların aslına itimat hakkındadır.

Bu, zadarına bakma tamamlandıktan sonra kendisine dö­nülen şeydir.

Bu faslın hakikaderinden:

“îlim, kişinin bilinmeyen biri olduğunu öğrenmesi ve ala­meti alamet olarak bırakmasıyla elde edilir. Hak, yaratıkların­dan olumsuz özellikleriyle ayrılır olumlu özellikleriyle değil.

Bazen Onu bilmek, Onun ilah olmasından dolayıdır. Böy- lece mertebenin hak ettiği şey bilinir.

“Barınan her şey O’nundur”[54] yani sabit olan her şey.

Nesh, bu hükmün müddetinin sona ermesinden ibarettir ve onu başka bir hüküm takip eder. Yoksa ilk hüküm dönüş­müş değildir. Aksine süresinin dolmasıyla geçerliliği sona er­miştir. Çünkü asıl olarak hüküm, biz bilmesek de Allah’ın bil­diği belirli bir süreyle irtibatlıdır.

Muduluk, Allah’a ve O’nun kanndan gelene iman etmekle irtibatlıdır. Çünkü Hak böyle bildirmiştir.

İlim sabittir ve gafleder kendisini etkilemez. Çünkü âlimin, her nefeste ilmiyle hazır olması gerekmez.

Bazen bulunan gaflet veya uyku, Allah’ı bilen kişiyi, Allah’ı bilen kişi olmaktan çıkarmaz. İlimden sonra cehalet asla yok­tur. Ancak ilim aklî bir delilde tefekkür sonucu hâsıl olmuşsa onda cehalet olur. Çünkü böyle bir ilim, bize göre ilim de­ğildir. Çünkü böyle bir ilim, ilme muvafık olsa bile, sahibine şüphe bulaşır.

İlim, ancak sahibini şüpheye götürmeyen ilimdir. Bu da sadece zevkler ilmidir.”

Kırk Altıncı Fasıl

ez-Zâhir isminden meydana gelen vücudar âleminde, ya­yılmış varlığın üzerine yazılmış bir kitap olan âleme itimat hakkındadır.

Bu faslın hakikatlerinden:

“Hiçbir şey, kendisine kendisinden daha açık delil değildir.

Kâmil, Allah’ın ehlindendir. İşlerin çeşitlenmesinden do­layı çeşidenir. Çünkü Hak varlıkta ancak işlerin suretleriyle zuhur eder.”

Kırk Yedinci Fasıl

Varlığından önce vade itimat etmek, bu aynı zamanda va’dın doğruluğundan dolayı ma’duma itimatur.

Kırk Sekizinci Fasıl

Kinayelere, tarikatta inniyyet olarak isimlendirilen ve kina­yelerden ortaya çıkan fetihlere itimat hakkındadır.

Sağlam nasıl hastalıklı olur, hastalıklı nasıl sağlam olur.

Fasılda hakikader vardır. Onlardan bazıları:

“Allah’ın dışındaki her şey zan itibarıyla illedidir, arazî ola­rak sağlıklıdır. Çünkü sağlık, yaraulmışa arız olur. Allah’ın se­bep sevgisiyle sevmesi, nafilelerle yaklaşanları sevmesi gibidir.

Zan itibarıyla sağlıklı, arazî olarak hastalıklı olana gelince, o Hakk’ın zatından başka bir varlık görmez. O’nun zan olması hasebiyle, bu varlıkta bir hastalık bulunmaz. Ancak bakanla­rın gözlerinde farklı surederde zuhur edince, mümkün varlık­ların hükümleriyle hakkında hüküm verilir. O’na bakanların gözlerine arız olan araz hükümle illedi olarak zuhur etmiştir. Aslında O, kendi zatında bulunduğu şey üzeredir.”

Kinayeler bilgilerin en bilenleridir.

Kırk Dokuzuncu Fasıl

Farzlarla beraber nafileler gibi asıllara ilave olan şeylerde var olanlar ve yok olanlar hakkındadır.

Ellinci Fasıl

Bir nefeste ortaya çıkan hükümleri kendisinde toplayan iş hakkındadır.

Bu fasıldaki hakikatler:

“Varlıklara olan İlahî yardım kesilmez. Eksilirse, bu yardım alandan kaynaklanır, yardım eden yönünden değil.”

Vasıl

İki arif Allah’ın yanında bir müşahede mertebesinde bir araya geldiklerinde onların hükmü nedir? Şeyh bu konuyu incelemiştir. Vasıla bakmalısın.

Vasıl

Nefsin özü hakkında bir tekmiledir. Onda önemli haki­katler vardır. Onlardan bazıları:

“Arif marufun suretinde değilse, onu bilemez ve varlığın kendisi için amaçlandığı maksat kendisine hâsıl olamaz. Bun­dan dolayı Ö’nun suret üzere yaratılması gerekir. Gerekir, bundan dolayı değil. Allah Teâlâ iki zıddı kendisinde topla­yandır, belki de O, iki zıddın ta kendisidir. O evveldir, ahir­dir, zahirdir, batındır. İnsan-ı kâmili bu konum üzere yarat­mıştır. Öyleyse insan da iki zıddın ta kendisidir. Çünkü insan, iki zıta nispetinde, Ö’nun zatının aynısıdır. O, bedeni itiba­rıyla evveldir, ruhu itibarıyla ahirdir, sureti itibarıyla zahirdir, hükümlerin nedenleri itibarıyla batındır. Zat birdir, çünkü o Zeyd’in kendisidir. O iki zıddın kendisidir. Zeyd, dört zıt ve farklı karışımın bileşenidir, onlardan başkası değildir. Ruh ve nefs sahibidir, tabiî bir bileşendir. Bu konuda Harrâz[55] şöyle demiştir: “Allah’ı, kendisinde iki zıddı toplamasıyla bildim. "Ar­kadaşımız Tacuddîn el-Ahlâtî bu sözü bizden duyunca şöyle demişti: “Hayır! Allah iki zıddın ta kendisidir. Doğrudur, dedi. Şüphesiz ki, Harrâzın sözü, iki zıddın zatı olmayan bir zat var­dır şeklindeki bir yanılgıya neden olabilir. Fakat o iki zıddı bir­likte kabul eder. Hakikatte iş böyle değildir. Aksine o iki zıddın ta kendisidir. Çünkü artı bir zat yoktur. Zahir, batın, evvel ve ahirin kendisidir. Evvel ahir, zahir ve batının kendisidir. Orada ancak bu vardır. ” İnsanın yaraülışının İlahî suret üzere oldu­ğunu sana öğretmiştim.”

Vasıl

Kur’ân ve sünnette yer alan Nefes-i Rahmandan İlahî ye­minler.

“Allah’ın sözünü yeminle pekiştirmesi, yemin edilen var­lıktan darlığı ve sıkmayı kaldırmada daha etkilidir. Allah, ye­minle, kendisi için yemin ettiğinde bulunan sıkıntı ve darlığı gidermiştir. Bu darlık ve sıkıntıyı yaratıklara vermiştir.” Şeyh, yemin ve kendisine yemin edileni açıklamaya devam eder. Orada, doğal acıların, ancak hissî veya aklî güçlü bir varidin gelmesiyle kalkabileceğini zikretmiştir.

Vasıl

Usul ve füru hükümlerinde içtihadın meşru sayılması ve ihtilafların gözetilmesi Rahmanın nefesindendir.

Hak yönünden hükmün sübutu, onun şefi hüküm oldu­ğunun ispaüdır. Bu konuda şöyle demiştir:

“Müçtehidin yasa koyması, Allah’ın kendisinde Muham­med ümmetine yasa koymayı izin verdiği kişinin yasa koy­ması cinsindendir.”

Vasıl

Allah’ın, sözünde hatadan korunmuş olan Resûlullah’tan bahsederken “Hiçbir canlı yoktur ki, Allah onun perçeminden yakalamış olmasın"[56] [57]sözü de Rahmanın nefesindendir. Şeyh, bu vaslı, ilahi mertebeleri sayarak hakikatleri tafsilatlı olarak anlatarak tamamlamıştır.

Vasıl

Allah’ın “Her nerede olursanız olun O sizinle beraberdir”^' sö­züyle mümin kullannın sıkınasım elçilerle gidermesi Rahman’ın nefesindendir. Şeyh, bu vasılda Mutezile’nin tövbe etmeden ölen kimse için va’idin olduğunu söylemesiyle itikattaki sap­malarını inceler. Onlardan biri bu itikat üzere ölünce ve ölüm­den sonra gerçeği rüyada gördüğü şekilde bulunduğu gibi mü­şahede edince, kendisine şöyle denildi: “Allah sana ne yaptı?” O da: “İşi, inandığımızdan daha kolay bulduk” dedi. Kendi­sine merhamet edildiğini, benzerlerinde uygulanacağına inan­dığı va’idin uygulanmadığını söyledi.

Bu vaslın hakikatlerinden:

“Amelinin taat veya masiyet olması kendisi değildir. Bu ken­disi hakkındaki Allah’ın hükmüdür.” Ayrıca bu bölümde, var­lıkta görünen her şeyde, taaün aslıyla ilgili önemli hakikatler incelenmiştir ve bölüm Rahmanı nefesle bölüm son bulmuştur.

Yüz Doksan Dokuzuncu Bölüm

Sır hakkındadır.

“Bazı sufîlere göre sır üç mertebeye ayrılır: İlmin sırrı, ha­lin sırrı ve hakikatin sırn. Şeyh, bu mertebeleri açıklamaya devam eder. Bunlarda pek çok hakikat vardır. Onlardan ba­zıları şunlardır:

İlim eşyayla Allah’a izafe edilmiştir. Çünkü O kendisini bilmiş, böylece âlemi de bilmiştir.

İlmin sırrı, halin sırrından daha tamdır. Çünkü ilmin sırrı Allah’ur.

Hakikatin sırrına gelince, ilmin, âlimin zatına ilave bir du­rum olmadığını bilinendir. Şüphesiz ki, O eşyayı zatıyla bilir, zatından farklı veya zauna ilave bir bilgiyle değil.”

Bölüm şu sözlerle son bulur:

“Bütün bu işlerin sırları kendisine zahir olan ve onlarda Hak ilmini bilen kimse için hiçbir şey batıl olmaz. Çünkü o ilahi temekkünde güçlülerin en güçlüsüdür. O, efendi maka­mında kul, kul suretinde efendidir.”

İki Yüzüncü Bölüm

Vasıl hali hakkındadır.

Bölümün şiirinden:

İçimizde ölü olan ölümünü bilmez.

Konuşan Masum, susanın kendisidir.

Sofilerin ıstılahında vasıl, kaçana ulaşmaktır yani kaçan ne­feslerine ulaşmandır.

Bu bölümün hakikatleri bazıları şunlardır:

“Vasıl sahih olduğunda peşinden fasıl gelmez. Çünkü şanı yüce olan Hakk’ın vaslı ayrılmayı ve bir şeye tecelli edip de on­dan perdelenmeyi kabul etmez. Çünkü bir şeyi bilmesi yönün­den âlim olan, ilminin hükmünün aksine olamaz. Hak, vasıl halinde sürekli olarak âlemle birliktedir. Bununla ilah oldu. Bu “her nerede olursanız O sizinle beraberdir” [58] sözüdür. Yani yok­luk, varlık ve keyfiyetlerden hangi hal üzere olursanız olun.”

İki Yüz Birinci Bölüm

Fasıl hali hakkındadır.

“Sufilerin bir kısmına göre fasıl, sevgilinden umduğun şeyi yitirmendir. Bize göre fasıl, kulağın ve gözün olmasından sonra ondan temyizindir. Eğer bundan önce temyizin gerçekleşirse, bu, bu bölümde zikredilen fasıl değildir. Onda, reca türlerin­den bir takım gariplikler vardır.”

İki Yüz İkinci Bölüm

Edep hali hakkındadır.

Edebin kısımları vardır: Şeriat edebi, hak edebi, hakikat edebi. Kitaba dönmek bu bölümün ilimlerini ispat eder.

İki Yüz Üçüncü Bölüm

Riyazet hali hakkındadır.

Bu bölümde riyazetin çeşitleri ve ilimlerin değerlileri in­celenmiştir.

Bunlardan bazıları:

“Riyazet, ahlakı güzelleştirmektir.

Nefsin tabiatından çıkmak doğru değildir. Böyle bir şey doğru olmayınca, Allah bu tabiat için sarf yerleri belirlemiştir. Nefisler bu sarf yerlerinde durduklarında hamd ve şükretmiş olurlar ve bununla da tabiatlarının dışına çıkmazlar.”

Bölümün hakikaderinden bazıları:

“Sonu olmayan, takyidin hükmüne girmez.

Alim kulun riyazetinin en yücesi, herhangi bir surette O’nu inkâr etmemesi, tenzihle onu sınırlamamasıdır. O’nun için mutlak anlamda tenzih, sınırlamadan tenzihtir.”

İki Yüz Dördüncü Bölüm

Tahallî ( ile) (Süslenme) hakkındadır.

“Bize göre tahalli, şeriaün belirlediği tarzda, zor temyiz edile­cek şekilde, ilahi isimlerle süslenmektir. Onlar, görüldüklerinde Allah’ın hatırlandığı kimselerdir. Belkıs’ın talin gibi. Uzaktan bakıp şüpheye düşünce: “sanki odur”99 demişti.”

Şeyh, tahkikinden anlaşılan şu enfes hususları serdeder:

“Hakikatte tahalli benzemek değildir. Çünkü hakikatte bu muhaldir.”

Bölümü şu sözlerle tamamlamıştır:

“Allah’ın kendisini nitelediği ve aklın kendisinden tenzih ettiği niteliklerle kendisini açıklaması, âlemde O’ndan başka [59]

bir mevcudun ve O’nun dışında bir hakikatin olmadığının bilinmesi içindir. Alemde ortaya çıkan her niteliğin aynısı, Hakk’ın yanında vardır. Her şey O’nunla irtibat halindedir. O, onun Rabbi ve mucidi olduğu halde nasıl O nunla irtibat halinde olmaz ki?”

İki Yüz Beşinci Bölüm

Tahallî ( Ç, ile) (Soyudanma) hakkındadır.

Bölümün şiiri vahdet mertebelerinde derin bir mertebe­dedir. Bölümden:

“Bilmelisin ki sufîlere göre tahalli, halveti tercih etmek ve Hak’tan alıkoyan her şeyden yüz çevirmektir... İstifade edi­len varlıktan tahalli. Çünkü inançta böyle vaki olmuştur. Ha­kikatte ise, Hakk’ın varlığından başka bir şey yoktur.”

Bölümün hakikaderinden:

“O, zuhurda her şeyin ta kendisidir. O, eşyanın zadan- mn kendisi değildir. Bundan yüce ve münezzehtir. Aksine O, O’dur, eşya da eşya. Şeyh’in açıkladığı bu hakikate tabi ol­manı öğüderim.”

İki Yüz Altıncı Bölüm

Tecelli hakkındadır.

“Sufîlere göre tecelli, kalplere açılan gaybî nurlardır.” Efen­dimiz (r.a.) bu bölümde keşfin çeşitlerini açıklamıştır.

Bölümde:

“Varlık nurdur, yokluk karanlıktır, şer yokluktur. Biz var­lıktayız ve biz hayırdayız. Eğer hastalanırsak iyileşiriz. Çünkü asıl İyileştirendir ve o nurdur. Şeyh, bu konuda, arkamızdaki nura kadar pek çok nuru izah etmiş ve arkamızdaki nur hak­kında da şöyle demiştir:

O, bize tabii olanların ve bizim yolumuza uyanların önünde koşan nurdur. Bu nur onların önündedir, bizim ise arkamızda. Böylece onlar, kendilerini taklitten çıkaran bu nur için basi­retle bize uyarlar...

Bu nurla kişi arkasındakileri, önündekileri gördüğü gibi gö­rür. Bu makama 593 senesinde Fas şehrinde, Aynu 1-Cebel ya­kınında Ezher Mescidi’nde cemaade ikindi namazında ulaştım. Arkamdaki bu nuru sanki önümdeki nurdan daha açık bir şe­kilde gördüm. Onu gördüğümde arkanın hükmü benden kalktı. Sırnm ve ensem olduğunu görmüyordum. Bu görme esnasında yönlerimi ayırt edemiyordum. Sanki bir küre gibiydim. Yönü gerçek olarak değil, farazi olarak düşünebiliyordum. Durum müşahede ettiğim gibiydi. Bununla beraber bundan önce eşyayı önümdeki bir duvarın yüzeyinde görmüştüm. O keşif, bu keşfe benzemiyordu...” Şeyh, bu konuyu uzun uzun anlatır.

“Hakikat nurundan şeriat nuruna koşan adamlar vardır ve bu nurla kendisinden kaçakları ve kendisine koştukları şe­riat nurunu keşfederler. Bu makamın sahibi korunmuştur ve cahil olmayacak âlimdir. Burada şeriat nurundan hakikat nu­runa koşan kulcuk vardır. Bunlar adına korkulur.”

Bundan sonra bazı müvelledâtın nurlarını zikreder. “On­lar nurlardır. Allah’ı sahih bir bilgiyle bilen arif, bu nurla Hak ile ilişkiyi ve onun madenler, hayvanlar ve bitkiler arasındaki suretini bilir. Onlar bunu bilmiyorlar. İnsan sadece bunu keş­fiyle onların üstüne çıkar. Bu makamda müvelledât, “Her ne­rede olursanız O sizinle beraberdir”[60] ayetinin mertebesindedir. Bu makamda insan “Üzülme, şüphesiz ki Allah bizimle bera­berdir"[61], “Ben sizinle beraberim, işitirim ve görürüm"[62] mer­tebesindedir. Her şeyin sureti kendisindedir. O nu bu nurla bilen ve keşfeden kişi ihtisas ehlinden olur. O, eşyayı gizli bir surede zadar olarak görür. Bu konuda rivayetine güvendiğim biri bana şöyle bildirdi: Dımaşk’ta biri vardı ve bu makama sa­hipti. Başı daima dizlerinin arasındaydı. Başını kaldırıp eşyaya baktığında “onu tutun, onu tutun” derdi, insanlar ne dediğini anlamıyorlardı ve sihirlenmiş olmakla suçluyorlardı. Ben ise bu makamı tattım. Bundan dolayı Allah’a hamd olsun.

İsimlerin nurlarına gelince onlar, ilahi mertebede zat, sı­fat ve fiillerle ilgili olmaları hasebiyle Hak ve yaratık nezdinde müsemmaları ortaya çıkan şeylerdir. Onların bir kısmı müm­künlerin cinsleri ve şahıslarıyla ilgilidir. Hakk’ın koyduğu ve peygamberlerin tebliğ ettiği bir kısım isimler, üzerinde uzlaşım sağlanan (ısülahî) isimler değildir. İlahî tevkifle kendisine bü­tün isimler öğretildiği zaman Adem’e (a.s.) ait olan bu nurlar da ısülahî (üzerinde uzlaşım sağlanan) değildir.” Sonuç olarak bu nadir hakikatlerden faydalanma, bütün bir özenle kitaba müracaat etmekle mümkün olabilir. Ona dönmelisin.

Bölümün hakikaderindendir:

“Rüzgârların nurları unsurî nurlardır. Şiddetli zuhurları kendilerini gizlemiş ve gözler onları idrakte perdelenmiştir. Onları ancak berzah mertebesinde müşahede ettim. Allah’ın bir pazar günü Kurtuba şehrinde onları görmeyi hissi olarak nasip etmesi, ilahi bir ihtisas ve Muhammedi nebevi bir ve­rasetten dolayı idi.

Ruhların nurlarını bazılarımız akılların nurları, bazılarımız da peygamberlerin nurları olarak kabul etmiştir... Kul bu nur­ları müşahede ettiğinde, bunlarla ehli olmayanından sakınılmış gizli ilimleri keşfeder. Bu nurlar tenzihi ve kutsi nurlardır, el- hakku'l-mahluk bih’den Sidre-i Münteha’ya inerler...

Nurların nurlarına gelince, onlar, Hak kendilerini bizden gizleyen perdeyi açması durumunda hepimizi yakan secde yer­leridir. Onlar, zatî ışıklardır. Yayıldıkları zaman mümkünlerin varlıkları ortaya çıkmıştır.”

Biraz tasarrufla özetlenen garip hakikatlerden:

“Zatımız olan nur, Hz. Peygamberin (salla’llâhü aleyhi ve sellem) “Allah’ım!Beni nur yap" dediği nurdur. Bu nurun genişlemesi nefistendir. Kul, diğer bütün nurların genişlemesini onunla müşahede eder. Onun zatıyla yer ve gök âlemleri aydınlanır ve başka yabancı bir nura ihtiyacı kalmaz. Sen lamba, fitil, kandillik ve fanus­sun. Bunu bildiğinde ilahi yardım olan yağı bilirsin ve ağacı bilirsin. Fanus inci bir yıldız gibi olduğunda -ki o güneştir- zatın olan lamba hakkında ne düşünürsün? Ey kardeşim! Öy­leyse duan sürekli olarak “Allah’ın seni nuryapması”olsun. Bu­rada garip bir sır vardır. İzah yapmaksızın —çünkü izaha gerek bırakmaz- dikkatini ona çekeceğim. O da şudur: Allah ken­disi için misaller verir, biz ise ona misal veremeyiz. Kendisi eş­yaya benzer fakat eşya O’na benzemez. Yaratıkları içinde Al­lah, halkının içindeki hükümdar gibidir denilir. Halkın içinde hükümdar, yaratıkları içinde Allah gibidir denilmez. Çünkü O zuhur edenin aynısıdır; fakat zuhur eden O’nun aynısı de­ğildir. O, Zahir olduğu gibi, zuhur ederken Batındır. Bundan dolayı dedik ki: O, eşyaya benzer; fakat eşya O’na benzemez. Çünkü O, eşyanın aynısıdır, eşya ise O’nun aynısı değildir. Bu, vatanından uzak düşmüş, kendisiyle evi arasına engeller girmiş yabancı bir ilimdir ve bu sebeple de akıllar onu inkâr etmiştir. Çünkü o, makul ve açıklanmayan bir ilimdir...

Mücerret manaların nurları yeni bir kısımdır. Ruhların nurları diye isimlendirmiştir. Konunun başında ruhların nur­larında zikretmediği yeni hakikaderle onları açıklamıştır. İsim­lendirme geneldir, açıklama ise özeldir.”

Bu ilimlerin ayrıntılarına dikkat etmelisin. Kitaba dönmek en uygun olanıdır.

İki Yüz Yedinci Bölüm

İllet hali hakkındadır.

Şeyh, bölümdeki açıklamalarını şöyle sürdürür:

“İbrahim b. Edhem[63] gibi. Ona yakmış olduğu kandilden nida gelmişti. Ona doğru yöneldi. Bir de gördü ki, nida kal- bindenmiş. Onu, yaktığı kandil zannetti. Kanberetu’l-Amyâ gibi. Birisinde su diğerinde susam olan altın ve gümüşten olan kapların sarhoşluğundan dolayı yer yarılınca, susamdan yedi, sudan içti. Kanberetu’l-Amyâ kendisiydi ve bu surette ken­disine gösterilmişti. Çünkü amâ (körlük) halindeydi. Kör­lüğü kendisine gelen ilahi nimete karşı nankörlük etmesiydi. Bunu anladı ve Allah’a döndü. Bunlar kendileri için verilen örneklerdir.

Suret hariçte zuhur eder, ona göre durum halindedir. Bu­nun için ispat ettiler. Bazen ilahi uyarı bir vakıadan olabilir ve Allah’a dönüşümüz bu vakıadan olur. Bu, illetlerin en kâmil olanıdır. Çünkü vakıalar müjdelerdir. Müjdeler de ilahi vah­yin başlangıcıdır ve içerdendir. Çünkü O, insanın zatından- dır. Bazı insanlar müjdeleri uyku halinde görür, bazıları fena halinde, bazıları da yakaza halinde. Bu anda hisleri, onu id­rak edilenlerden gizlemez.” Şeyh, bir müşahedesi hakkında şöyle demiştir:

“Ey beni gören ve benim kendisini görmediğim

Daha ne kadar ben onu göreceğim de o beni görmeyecek

Kardeşlerimden biri bana şöyle dedi:

Onun seni gördüğünü bildiğin halde, seni görmediğini nasıl söyleyebilirsin? Bu halde kendisine irticalen şunları söyledim:

Ey beni günahkâr olarak gören

Benim ise cezalandırıcı olarak görmediğim

Daha ne kadar mun’im olarak göreceğim

Beni sığınan olarak görmeyen

Günahta, utanmadan başka bir şey olmasaydı büyük olurdu. Eğer şöyle dersen:

Keşfe rağmen arif isyan eder mi? Cevap olarak: “Hayır!” deriz.”

“Denildi ki Ebû Yezidin kendisine “arif keşif ehlinden ol­duğu halde isyan eder mi?” diye sorulması üzerine cevap olarak şöyle dedi: “Allah’ın emri takdir edilmiştir”[64]. Böylece söylediği­mizi caiz görmüştür. Allah, ezeli bilgisinde bunu takdir etmişse, mutlaka gerçekleşir. O günahtır ve sakınmak gerekir diye ce­vap verirken, ariflerin hakka saygısı böyledir. Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurduğu gibi “Allah kaza ve kaderini uygulamak istediğinde, akıl sahiplerinin akıllarını alır, kaderini uyguladıktan sonra ib­ret almaları için akıllarım iade eder. ” Bu konuyu incelemeye devam eder ve “Efendimizin (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Dihye’yi[65] Medine’de gör­mesi, yüzünün güzelliğinden dolayı kadınların karnındakileri düşürmesi” incelemesiyle bitirir.

Bunun, el-Kahhâr ismi alanda, yarauklarda özel bir güç ve miktar olduğunu söyleyebilirim.

İki Yüz Sekizinci Bölüm

Inzi’âc (rahatsız olmak) hali hakkındadır.

“Sufilerin bir kısmına göre inzi’âc, kalbin gaflet uykusun­dan uyanarak boyun eğmesi, vecd ve ünsiyet için hareket et­mesidir.”

İki Yüz Dokuzuncu Bölüm

Müşahede hakkındadır.

“Sufilerin bir kısmına göre müşahede, eşyayı tevhid delil­leriyle görmek ve O’nu eşyada görmektir. Müşahedenin ha­kikati ise şeksiz yakîndir.”

Şeyh, bu bölümde, Belkıs için söylenen “o insanla cin ara­sında doğmuştur” sözünü reddeder. Bölümün diğer kısımları önemli sırları içermektedir.

İki Yüz Onuncu Bölüm

Mükâşefe hakkındadır.

“Safilere göre mükâşefe, emaneti fehmetme anlamında, halin ziyadesini hakkıyla anlama ve işareti hakkıyla an­lama anlamında kullanılır. Mükâşefe manalarla ilgiliyken, müşahede zatlarla ilgilidir. Müşahede müsemma içinken, mükâşefe isimlerin hükmü içindir. Bize göre mükâşefe, müşahededen daha tamdır. Ancak Hakk’ın zatını müşa­hede mümkün olsaydı —ki mümkün değildir- müşahede daha tam olurdu.”

Şeyh, mükâşefeyi açıklamaya devam eder.

“Hak meclisleri iki türlüdür. Birinci tür, sadece Allah ile yalnız kalınan meclislerdir. Bu mecliste işaret gerçekleşmez. Bu meclis kendisini bilme açısından O’nunla oturduğun za­man gerçekleşir.

İkinci tür meclis, kendisinde müşareket olan meclistir. O, kula en mümkün bir surette tecelli ettiği zaman, bu oturumda bir kişi veya oturan o kişiye ilave bir kişi olsa bile az veya çok bir cemaat hazır olmalıdır...

Allah’ın indinde kelime birdir. Mecliste oturanlar açı­sından kelimeler çoktur. Her oturan razı olmuş bir şekilde ve diğerlerinden daha özel olduğunu zannederek meclis­ten ayrılır. Bu tür meclislerde herkese yönelik bütün işa­retleri anlamaları için, Allah’ın kendilerine anlayış, geniş­lik ve emaneti koruma verdiği adamlar vardır. Onlar, inkâr tecellisinde O’nu bilirler ve bütün inançlarda O’nu müşa­hede ederler. Bizi bu kullardan eden Allah’a hamd olsun. Bu Allah’tandır.”

İki Yüz On Birinci Bölüm

Levâih hakkındadır.

“Safilere göre levâih, halden hale zahirî sırlara yüksekten parlayan şeydir. Bize göre ise olumsuzlama değil ispadama yö­nünden zatî, nurlar ve vechî tenzihlerden organla sınırlanmadı­ğında, göze parlayan şey ile eserlerini müşahede esnasında İlahî isimlerin nurlarından parlayan şeydir... Levâih, keşiflerin temel­leri gibidir... Göz için İlahî nurda bir dereceye kadar sınırlı bir idrak vardır... Gözler organlarla sınırlanmadığında İlahî nuru idrak edebilirler... İlahî isim, eserinin ruhudur. Eseri ise sure­tidir. Göz ise ancak eseri sureti olan bir isimden sapar.”

İki Yüz On İkinci Bölüm

Telvîn hakkındadır.

Allah kendisinden razı olsun şöyle demiştir:

“Bilmelisin ki, telvîn sufîlerin çoğuna göre, eksik bir ma­kamdır. O, kulun hallerinde renkten renge girmesidir. Bazı sufiler de şöyle demiştir: Telvîn, sahibine alamettir. Kesindir, mutlaktır bir İlahî kâmildir. Benim benimsediğim görüş bu- dur... Bir yaratık ve mevcut olarak kim nefsini bilirse, Halik ve Mucid olarak Allah’ı bilmiştir... Hakk’ın ahadiyyetine ancak isimlerinin suretlerinde örnek verilmiştir. O’ndan uzaklaşma­dım. Çarpımdan sadece O çıkar, isimler ise çoktur.”

İki Yüz On Üçüncü Bölüm

Gayret hali hakkındadır.

“Bilmelisin ki, sufîlere göre gayretin üç makamı vardır. Hak’ta gayret, Hakk’a gayret ve Hak’tan gayret.” Bu bölümde:

“Kesret şüphesiz ki, akledilirdir. Zatî bir varlığı var mıdır yok mudur? Bu konu çözümlenmemiştir. Varlıkta bu zahir kesretin, tek bir zada kaim hallerinin olduğunu ve varlığının sadece bu varlıkta olduğunu söyleyen kimse, onların nispetler olduğunu ve aynî varlıkta zatî bir hakikatlerinin olmadığını söylemiştir. Onun ayanın olduğunu söyleyen kimse de tek bir varlığı ve mazharlarda bir zahiri kastetmemiştir.”

Kitabı ihtisar eden bu fakir özellikle şöyle der:

Şeyh’in her makamdaki hissesinin tahkikatları şunlardır: Varlık birdir. Hüküm muhteliftir. Bana ilham edilen ince ve özel zevkim, her makamda hissesine yani tecellilerin hükmüne göre İlahî ve kevnî hakikatleri anlamak için mutmain olmam­dır. Zati izzetten sonra başka bir şey yoktur...

Şeyh bu bölümü şu sözlerle bitirmiştir:

“İlave bir zatın varlığını ispattan veya tek bir varlıkta ol­mayan çoklu varlıkları nefyetmekten sakınmalısın. Kesreti sü- butta olumla ve onu varlıktan nefyet, vahdeti varlıkta olumla ve sübuttan nefyet.”

İki Yüz On Dördüncü Bölüm

Hürriyet hali hakkındadır.

“Bazı sufîlere göre hürriyet, tüm yönlerden bütünüyle hür­riyeti istemektir. Böylece, Allah’ın dışındaki her şeyden özgür olmuş olursun. Bize göre hürriyet, kulun sıfatını Hakk’ın sı­fatıyla ortadan kaldırmaktır.”

İki Yüz On Beşinci Bölüm

Latife ve sırlarının bilinmesi hakkındadır.

“Allah’ın ehli, latife lafzını iki anlamda kullanırlar. Onunla insanın hakikatini kastederler. Bu şu manaya gelir: Beden bineği­dir, yönetim yeridir ve hissi ve manevi bilgileri elde etme aracıdır.

Yine onunla kendilerine parıldayan ve ifade edilemeyen anlamca ince bütün işaretleri kastederler. Bunlar zevk ve hal­ler ilimlerindendir.”

Daha sonra uhrevî, berzahî ve dünyevî dirilişler hakkında uzun izahlar yapmıştır. İnsan bütün kuvveleriyle bu dirilişlerde mevcuttur. Derece halleri hasebince şöyle diyerek dua eder:

“Allah, bizi ilimlerinin ve marifetlerinin mizacını sağlam kıldığı kullarından eylesin.”

İki Yüz On Altıncı Bölüm

Fetihlerin ve sırlarının bilinmesi hakkındadır.

“Bazı sufîlere göre fetihlerin üç kısım olduğunu zikretmiştir. Birinci kısım, zahirde ibare fetihleridir. Onlar şöyle demiştir: Bunun sebebi maksadın ihlaslı olmasıdır. Bu bana göre doğ­rudur ve onu tatmn. Bu husus Hz. Peygamberin (salla’llâhü aleyhi ve sellem) “bana cevamiul-kelim verildi”hadisinde ifade ettiği şeydir. Kuranın icazı da bu husustandır. Bir vakıada bu meseleyi sordum. Bana şöyle denildi: “Doğruyu, vaki’ olanı, herhangi bir harf ekleme­den veya nefsinde tezvir etmeden kesin olandan haber ver. Ko­nuşman bu özellikleri taşıdığında muciz olur. ”

İkinci kısım fetihlere gelince; bunlar batında halâvet fe­tihleridir.

Üçüncü kısım fetihler, Hakk’ı mükâşefe etme fetihleridir.”

Şeyh bu üç kısım fetihleri ve başka hakikatleri açıklamaya devam eder ve bölüme döner.

İki Yüz On Yedinci Bölüm

Resim, vesem (karakteristik/niteleme) ve sırlarının bilin­mesi hakkındadır.

“İsim kelimesi simet kelimesinden türetilmiştir. O da ku­lun üzerindeki ilahi alamettir ve onun vüsûl ve tahakkuk eh­linden olduğuna delalet eder. Resme gelince, o kul üzerinde, iddia ettiği bir halden veya makamdan dönüşü esnasında gö­rülen ve iddiasında onu doğrulayan Hakk’ın bir eseridir.”

Şeyh’in şu sözleri bu bölümün incelemelerindendir “Alem hak suretindedir. Kendini bilme bilgisi âlemi bilme bilgisiyle ilişki­lidir. Alem ezelde mevcut değilken de Hak için meşhud idi.”

İki Yüz On Sekizinci Bölüm

Özet ve hülasa olarak kabz ve sırlarının bilinmesi hakkın­dadır.

Şeyh, kabzın renklerini ve sebeplerini açıklamış ve şöyle demiştir:

“Arifin kalbine bilinmeyen bir kabz geldiğinde, onun al­tında hareketsiz kalır, sebebi ortaya çıkmayıncaya kadar kendi başına hareket etmez... Buradan şunu bilmelisin ki, ilahi isim­lerin varlıkları hükümlerinin varlıklarıdır. Bundan dolayı hü­kümleri baki kaldıkça varlıkları da baki kalacak, hükümleri fena olunca varlıkları da fena olacaktır.”

İki Yüz On Dokuzuncu Bölüm

Bast ve sırlarının bilinmesi hakkındadır.

Şeyh, sufîlerin bir kısmına göre bast, bulunulan anda umut hali olduğunu açıklamıştır.

Basü ve bast konusundaki önemli hakikatleri açıklamaya devam ederek şöyle demiştir:

“Bize göre bast, sahibinin hükmünün halidir. O da onun eşyayı kuşatması, hiçbir şeyin kendisini kuşatmamasıdır. Bas­tın hakikati, derecesi yüksek olana aittir. Şayet İlahî bast ol­masaydı, Allah’ın yaratıklarından hiçbir kimse için bütün İlahî isimlerle ablaklanmak mümkün olmazdı. Tabiatın menzilinin bütün hakikatlerin menzili olduğunu açıklamıştır. Hakikat­ler değişmezler. Doğayı da kendi mecralarına yerleştirirler ve kendi menziline indirirler.”

Şeyh der ki:

“Allah’ı bilen âlimlerin basü, Allah’ı bilmenin ta kendisidir.”

Yine şöyle der:

“Ariflerin varlıkları sabit kalmakla birlikte, akıbederi ve dö­nüşleri, Hakk’ın onların aynısı olmasınadır, kendileri değil. Bu sadece arifler için gerçekleşebilecek bir makamdır. Onlar bast hallerinde kabzedilmişlerdir.”

Kitabın ihtisarını yapan fakir şöyle der:

Şeyh’in her makamda söyleyecek bir sözü vardır. “Onla­rın aynısı, kendileri değil" sözünde bir incelik vardır. Bu tah­kikatların inceliği, Şeyh’in (r.a.) yanındaki mertebelerin geniş­liğinden bilinir.

İki Yüz Yirminci Bölüm

Fena ve sırlarının bilinmesi hakkındadır.

“Bazı sufîlere göre fenanın, çeşitli şeylerin karşılığında kul­lanıldığı söylenir. Bazıları şöyle demiştir: Fena, günahların fena olmasıdır. Bazılarına göre fena, Allah’ın bunun üzerine kıya­mıyla kulun fiillerini görmekten uzak olmasıdır. Bazıları da fena, yaratıklardan fena olmakur, demiştir. Onlara göre fena­nın tabakaları vardır. Bunlardan bir tanesi, fenadan fenadır. Bazıları fenayı yedi tabakaya kadar çıkarmışur.”

Şeyh, geri kalan fena tabakalarını açıklamaya devam eder.

ikinci kısım hakkında, “günahlarda fena olmakur” der ve şöyle devam eder:

“Diğer bir kısım, kaderin sırrına muttali olan ve yaratık­larda ona hükmeden adamlardır. Onlardan sadır olan fiille­rin akışından güç yetirebildiklerini gözleriyle gördüler. Ancak onları şöyle veya böyle hükme konu olmaları yönünden değil, sadece fiil olmaları yönünden gördüler. Bu halis nur mertebe­sidir. Kelamcılar, bu nurdan dolayı “Allah’ın bütün fullen güzel­dir; Allah’tan başka fail yoktur; bütünfiiller Allah’ındır’’ derler. Bu mertebenin altında iki mertebe vardır. Biri alacakaranlık mertebesi, diğeri de mahza karanlık mertebesidir. Alacakaran­lık mertebesinde teklif ortaya çıkmış, kelime kelimelere tak­sim edilmiş ve hayır, şerden ayrılmışur. Karanlık mertebesi şer mertebesidir. Şer de kendisiyle beraber hayır olmayan şeydir. O, şirktir, ebedi olarak cehennemde kalmayı ve oradan çık­mamayı gerektiren fiildir. Bu adamlar, nur mertebesinde gör­düklerini bu mertebede de müşahede edince, kendilerinden çıktığını bildikleri bütün fiilleri yapmaya koşarlar ve uzaklığı ve yakınlığı gerektiren hükümlerden fena olurlar. Böylece iba- dederi yapular ve günahlara düştüler. Bütün bunlar yakınlaşma ve hürmeti bozma niyetiyle değildir. Bu garip bir fenadır. Al­lah beni bu makama Fas şehrinde muttali kıldı. Bu makamın adamlarının olduğunu bilmeme rağmen onu tadan kimseyi görmedim. Fakat onlara yetişemedim, onlardan hiçbir kim- şeyi görmedim. Ancak nur makamını ve emrin ondaki hük­münü gördüm ve bu müşahedenin bizde bir hükmü yoktu. Aksine Allah beni alacakaranlık mertebesine yerleştirdi, beni korudu ve himaye etti. Nur mertebesinin hükmü bana aitti. Sufîlere göre alacakaranlık mertebesinde oturmam, nur mer­tebesinde oturmaktan daha tamdır.”

Sonra Şeyh ikinci tür fenayı açıklar. O da Allah’ın onları yerine getirmesi nedeniyle kulların fiillerinden fena olmaktır.

Üçüncü tür fena, yaratıkların sıfatlarından fena olmak­tır. Şeyh, bu tür fenayı açıklarken “Ben onun gözü ve kulağı idim... ” hadisine dayanır. Bu konuda şöyle der: “Sen sıfada- rın açısından Hakk’ın ta kendisisin, sıfatları değilsin.”

“Bu fenanın sahibi, sürekli olarak hem dünyada hem de ahirettedir. Keşif, rüyet ve müşahede ettiği halde nefsinde veya nefsi nezdinde keşif, rüyet ve müşahedeyle nitelenemez. Bu fenanın sahibi, her müşahede edenden daha fazla müşahede edendir, görendir ve keşfedendir. Bu makamın sahibi, nefsini gördüğü gibi Hakk’ı görür. Çünkü sen, O’nu, O’nunla gö­rürsün kendinle değil.

Fenanın dördüncü türüne gelince, o da zaunda fena ol- makur. Bunun gerçekleşmesi, zaunın latif ve kesif şeylerin bi­leşimi olduğunu bilinenledir...

Beşinci tür fena, Hakk’ı müşahedeyle birlikte bütün âlemde fena olmandır...

Aluncı tür fena, Allah’la, O’ndan başka her şeyde fena ol­maktır. Bu fenada kendini görmekten de fena olman gerekir...

Yedinci tür fena, Hakk’ın sıfatlarından ve nispetlerinden fena olmaktır...”

Bu bölümdeki Şeyh’in tahkikatlarından bazıları:

Bunu gerçekleştiren şey, HakTeâlanın muhdes mahlukâtı vasıflandırdığı vasıflarla kendisini kitabında ve Resûllerinin di­liyle vasıflandırmasıdır...

Bu Allah’ı bilmenin en kapalı neticelerindendir. Bu ko­nuda kitap ve sünnetten deliller getirerek açıklamalarına de­vam eder.

İki Yüz Yirmi Birinci Bölüm

Beka ve sırlarının bilinmesi hakkındadır.

“Bazı sufîlere göre beka, itaaderin bekasıdır. Bazılarına göre ise kulun, her şeyi ayakta tutanın Allah olduğunu görmesinin bekasıdır. Bize göre beka, bu yolda fenaya nispetle daha şerefli bir mertebedir.” Bu bölümde beka türlerini geçen bölümdeki fena türleriyle irtibadandırır.

İki Yüz Yirmi ikinci Bölüm

Cem’ ve sırlarının bilinmesi hakkındadır.

Sufilerin cem’ hakkındaki görüşlerini zikrettikten sonra şöyle der:

“Bize göre cem’, Hakk’ın kendisiyle nefsini vasıflandırdığı isim ve sıfadardan kendini sıfatlandırdığın isim ve şifadan top- lamandır. Hakk’ın kendisini vasıflandırdığı isim ve sıfatlardan sana ait olanları toplaman da cem’dir. Böylece sen sen, O da O olur. Cemu’l-cem ise senin üzerinde O’na ait olan, O’nun üzerinde sana ait olan şeyleri toplaman ve her şeyi O’na irca etmendir. “Bütün iş O’na döner’’[66]’’

Sözlerine şöyle devam eder:

“Varlıkta olan Ö’nun dışındaki her şey, ya Ö’nun misli olur ya da zıddı. Bu da tasavvur edilemeyen bir şeydir.”

“Eğer “bu görülen kesret nedir?” diye sorsan, deriz ki: On­lar, Hakk’ın varlığında, mümkünlerin istidadarının hüküm­lerinin nispetleridir. Nispetler ne zatlardır ne de şeyler. On­lar, nispetin hakikatlerine göre var olmayan işlerdir.” Şeyh, bu hakikatleri açıklamaya devam eder. Onlara kitapta dön­mek zorunludur.

İki Yüz Yirmi Üçüncü Bölüm

Tefrika halinin bilinmesi hakkındadır.

Bölümü şöyle özetledim:

“Bilmelisin ki, bütün eşyada asıl olan tefrikadır. Tefrika önce ilahi isimlerde ortaya çıkmışur ve anlamlarının farklılaş­masıyla hükümleri farklılaşmışur.”

Şeyh, sufilerin tefrika hakkındaki açıklamalarını zikretmeye devam eder ve şöyle der:

“Bundan dolayı Allah’ın kulları, ubudiyyete değil, ubu- dete nispet edilmiştir. Onlar herhangi bir nispet olmaksızın Allah’ın kullarıdır. Ubudiyete nispetleri böyle değildir. Bir şe­yin zuhur edenin aynısı olması ve bunun o olduğunu bilme­mesi, vuslaun son noktasıdır.”

İki Yüz Yirmi Dördüncü Bölüm

Tahakkümün bilinmesi hakkındadır.

“Sufîlere göre tahakküm, özelliğini ortaya çıkarmak için duada neşe diliyle tasarrufta bulunmaktır.” Şeyh, sufîlere göre doğru tasarrufu açıklamaya devam eder.

İki Yüz Yirmi Beşinci Bölüm

Ziyadelerin bilinmesi hakkındadır.

“Ziyadeler, gaybe iman etmenin ve yakinin ziyadeleridir.” Bu bölümün tahkikadarından:

“Ölümden sonra yaraukların diriltilmesi, ahirette başka bir varlık şeklinde olacakur. Haşir, sadece nefisler için değil tabiî bedenler içindir. Orada cisimler ya tabiîdir ya da unsurîdir. Ahiret dirilişinin bedenleri, mutluluğa erenler için tabiîdir. Cehennem ehlinin bedenleri ise unsurîdir. Onlar için göğün kapıları açılmaz, şayet açılırsa terakki ederek unsur olmak­tan çıkarlar.”

Ben de (ihtisarı yapan) şöyle derim: Ahirette mutluluğa erenler için tabiî bedenler, ahiret âlemi cinsindendir. Dünya cisimleriyle ahiret bedenleri arasında bir karıştırma yoktur. Buna dikkat etmelisin. Varlıklar için hüküm, varlıkların ken­disi değildir.

İki Yüz Yirmi Altıncı Bölüm

İradenin bilinmesi hakkındadır.

“Sufîlere göre irade, bu yola giren müridin bulduğu bir duygudur. Kendisiyle maksudu arasına girip onu perdeler. Şeyh, felsefenin, filozofun hikmeti sevmesi anlamında oldu­ğunu söyler. Çünkü “sofia” Yunanca hikmet anlamına gelir. Sevgi anlamına geldiği de söylenmektedir. Buna göre filozof hikmeti sevendir.”

Ben şöyle derim: Burada meşhur felsefecilerin gariplikle­rine kaulmamak için sözü fazla uzatmak istemiyorum. Şeyh, bu konuda hiç kimsenin hakkını yememiştir. Allah’ın ehli fel­sefeci değildirler.

İki Yüz Yirmi Yedinci Bölüm

Murad halinin bilinmesi hakkındadır.

Bölümde, muradın hallerini, belaların türlerini, kendile­rine isabet eden belalara karşı sevenlerin duygularını vs. ko­nular incelemiştir.

İki Yüz Yirmi Sekizinci Bölüm

Müridin hali hakkındadır.

“Mürid, nazar ve düşünceyle Allah’a yönelen ve O’nun rı­zasını kazanmayı talep eden kimse demektir.”

İki Yüz Yirmi Dokuzuncu Bölüm

Himmet hali hakkındadır.

“Himmetin üç mertebesi vardır. Uyanma himmeti, irade himmeti ve hakikat himmeti.”

Şeyh, bu mertebeleri açıklamış ve hakikat himmetinde yo­ğunlaşmışın Bu himmet ahadiyyet tezahürleri ehli olan bü­yüklerin halidir. Varlıkta hiçbir şey işlevsiz değildir. Aksine hepsi mamurdur.

İki Yüz Otuzuncu Bölüm

Gurbet hakkındadır.

Şeyh, gurbet halini şöyle açıklar:

“Gurbet, maksada ulaşmak amacıyla vatandan ayrılmakur.

Halden uzaklaşmak anlamında da kullanırlar.”

Şeyh, gurbete düşenlerin hallerini açıklamaya devam eder ve açıklamaları ariflerin vatanlarından uzak düşmeleriyle son bulur. O da imkânlarından dolayı uzak düşmeleridir. Çünkü mümkünün vatanı imkândır. Bundan kurtuldum. Çünkü mümkün, Hakk’ı müşahedesinden dolayı vatanından ayrılır ve Hak’la beraber yaşar.

Şeyh, ariflerin gurbetlerinin sıfatlarını açıklamaya devam eder. Aynı şekilde insanın değişik vatanlarından ayrı kalışını açıklar ve sonra şöyle der:

“Kâmil ariflere gelince, onlar için asla gurbet yoktur. Onlar yerlerinde a’yân-ı sabitedir, vatanlarından ayrılmazlar ve gurbete düşmezler. Onlar varlıkta şahit olan kimselerdir. Onlara, varlı­ğın izafe edilmesi, hükümlerin meydana gelmiş olmasındandır. Çünkü hükümler ancak bir varlıkta ortaya çıkarlar.”

“Gurbet mertebesi adamların menzillerinden birisi değildir. O, orta derecedeki müritlerin yerleştiği daha aşağı bir men­zildir. Büyükler ise herhangi bir şeyin vatanından uzak düş­tüğünü görmezler. Aksine vacip vacip, mümkün mümkün, muhal ise muhaldir...”

İki Yüz Otuz Birinci Bölüm

Mekr hakkındadır.

“Bilmelisin ki, Allah’ın ehli mekri, günahlarla birlikte ni­metlerin art arda gelmesi, su-i edeple birlikte halin kalması, emir ve tanım olmaksızın ayetlerin izhar edilmesidir.”

Burada Şeyh, Bağdat’ta yaşanan bir olayı nakleder. Bu ola­yın özeti şöyledir:

“Ona göklerin kapıları açılmış, sağanak yağmur gibi ilahi mekrin hâzineleri indirilmişti. Bir meleğin şöyle dediğini duy­dum: Bu gece hangi mekr inmiştir?”

Şeyh, sözlerine şöyle devam eder:

“Korkuyla uyandım, bundan kurtulmaya baktım. Bunu ancak meşru ölçüyle ilimde buldum. Allah kim için iyilik di­lemişse ve mekrin sıkıntılarından kurtarmışsa, elinden şeriat terazisini bırakmamalı ve halini devamlı gözetmelidir.”

Bölümün sonunda şöyle der:

“Allah’tan dileğim, kendi katında fani veli için olan en yük­sek makamla bizi rızıklandırmasıdır. Çünkü risalet ve nübüv­vet kapısı kapatılmıştır.”

Şeyh, kitabının başka bir yerinde, kulun isteyebileceği en yüksek makamın, tam bir ubudet makamı olduğunu söyler.

İki Yüz Otuz İkinci Bölüm

istilam hakkındadır.

“Sufilere göre istilam, kalbe gelen, otoritesi güçlü ve bu­lunduğu kişiyi sakinleştiren bir duygudur.”

Bölümün sonunda şöyle der:

“kulamın en hayretâmiz hükümlerinden biri, iki zıddın bir araya toplamaktır. Çünkü uyuşukluk hareketi nefyeder. Uyu­şan kimsenin organları uyuşmuştur. Belki de hareket ettirilen­dir. O uyuşuktur ve kendisini böyle hisseder.”

İki Yüz Otuz Üçüncü Bölüm

Rağbet hakkındadır.

Şeyh, rağbetin türlerini açıklayarak bölümün sonunda şöyle der:

“Hüküm açısından zahir baundan daha kuvvedidir yani o daha geneldir. Çünkü zahir için hem yarauk hem de Hak makamı vardır. Batın için ise yaratık olmaksızın Hak ma­kamı vardır. Zira Hak, kendisine bann olmaz. O kendisine zuhur eder.”

İki Yüz Otuz Dördüncü Bölüm

Rehber6 hakkındadır.

Şeyh, rehberin türlerini açıklar ve er-Rahib lafzına va­rır. O da korkan mümindir. Burada ruhbaniyeti ve sünnet-i hasene’yi açıklar. [67]

İki Yüz Otuz Beşinci Bölüm

Tevacüd hakkındadır. O da vecdi çağırmaktır.

“Bilmelisin ki, tevacüd, vecdi çağırmaktır. Çünkü o, vecdi elde etmeye çalışır.”

İki Yüz Otuz Altıncı Bölüm

Vecd hakkındadır.

Bölümün şiirinden:

Bir emrin gelişi seni senden fani ettiğinde

Bunun vecd olduğu apaçıktır.

Sonra şöyle der:

“Bilmelisin ki, bazı sufîlere göre vecd, kalbe ansızın gelen ve hem kendinden hem de yanındakilerden habersiz hale ge­tiren hallerden ibarettir. Makamlar birbirine komşudur, bir­birlerinin içine girmezler. Vecde sahip olunmaz. Vecd karşı­laşmadır.”

İki Yüz Otuz Yedinci Bölüm

Vücud hakkındadır.

Bölümün şiirinden:

Hakkin vücudu, vecdimin vücudunun aynıdır.

Çünkü ben vücud ile Onda fani oldum.

“Sufîlere göre vücud, vecdde Hakk’ı bulmaktır. Allah’ın yolu kıyasla kavranmaz. Çünkü “O her gün bir iştedir”[68]. ”

İki Yüz Otuz Sekizinci Bölüm

Vakit hakkındadır.

“Vaktin hakikati, hal zamanında kendisiyle olduğun ve üze­rinde bulunduğun şeydir. Vakit iki yokluk arasında var olan bir durumdur. Vakit, onların kendileri için istedikleri değil, Hakk’ın kendilerini yönlendirmesinden kendilerine ulaşan şey olarak da tanımlanmıştır. Vakit için daha başka önemli tarif­ler de yapar.” Bölümde onlara döner.

“Uluhiyyette vaktin dayanağı, Allah’ın “O her gün bir işte­dir”[69] demek suretiyle kendisini onunla vasıflandırmasıdır.

Vaktin bir başka tanımı şöyledir:

Vakit serinleticidir, seni ezer, yok etmez.”

İki Yüz Otuz Dokuzuncu Bölüm

Heybet hakkındadır.

“Bilmelisin ki, heybet, kalbin bir halidir. Ona, kulun kal­bine ilahi cemalin tecellisinin eseri verir. "Rabbın dağa tecelli edince”[70] bu tecelli “Onuparamparça etti”[71]. Onu yok etmedi fakat yüksekliğini ve yüceliğini giderdi. Musa, onun yüksekli­ğinin yok oluşuna bakmaktaydı. Tecelli dağa Musa’nın takip etmediği bir yönden gelmişti..

“Hayvanın dışındakilerin ruhu hayatlarından ibarettir, başka bir şey değildir...”

“Ruhların eşyadaki hükmü, hayatın hükmü gibi değildir. Çünkü hayat her şeyde süreklidir. Ruhlar ise valilere benzer­ler, bazen azledilebilirler bazen valilik yaparlar bazen de valilik­leri devam etmekle birlikte ondan gizlenirler. Öyleyse valilik, bu hayvani beden üzerinde sürekli değildir. Ölüm azletmektir, uyku valiliğin devamıyla birlikte ondan gizlenmektir.”

İki Yüz Kırkma Bölüm

Ünsiyet hakkındadır.

“Sufîlere göre ünsiyet, kendisiyle Hak’tan kula bir rahada- manın geldiği şeydir.”

“Bilmelisin ki, muhakkiklere göre Allah ile ünsiyet ol­maz. Ünsiyet ancak belli ve özel ilahi bir isimle olur, Allah is­miyle değil...

Bizden makamlar ve mertebelerle şereflenenler, her şah­sın nerede konuştuğunu ve kimin konuşturduğunu, merte­besinde haklı olduğunu ve hata etmediğini ayırt eder ve bilir. Hatta âlemde mudak hata yoktur.”

İki Yüz Kırk Birinci Bölüm

Celalin bilinmesi hakkındadır.

“Celal, kalbe heybet ve tazim veren, kendisiyle çelil ismi tecelli eden ilahi bir sıfattır.”

İki Yüz Kırk ikinci Bölüm

Cemal hakkındadır.

Bölümün başında bir şiir vardır:

Güzeldir, açığı sevmez ve görmez

Derin akıllar bilmedikleri yönden Onu görür

Gözler Ö'ndan idrak edemez

Fikir sahibi akılların Ö'ndan tenzih ettiğinin dışında

Şayet perdelidir dersen, yalancı olmazsın

Görülüyor dersen benim bildiğim budur ö’ndan başka sevgili yok

Selma, Leyla ve Zeynepler perdelemek içindir.

Bölüm boyunca İlahî cemalin renklerini anlatmaya devam eder. O her şey de güzelliği sever.

İki Yüz Kırk Üçüncü Bölüm

Kemal hakkındadır.

“Kemal, artışı kabul etmeyendir ve ancak Allah için olandır.”

İki Yüz Kırk Dördüncü Bölüm

Gaybet hakkındadır.

“Sufîlere göre gaybet, yaratıkların hallerine cari olan ilim­den kalbin, kendisine varid olan şeylerle meşguliyetinden do­layı habersiz kalmasıdır...

Ariflerin gaybeti, Hak’la Hakk’tan gaybettir.

Onların dışındaki Allah ehlinin gaybeti, Hak’la halktan gaybettir. Allah’ı bilen büyük âlimlerin gaybeti, halkla halk­tan gaybettir. Çünkü onlar, mümkün a’yân-ı sabite’nin hü­kümleriyle, varlığın Allah için olduğunu bilmişlerdir. O’na, Hakk’ın varlığında, bir varlığın suretinin hükmünden başka bir şey gizlenemez. Böylece O, başka bir varlığın suretinin hükmünden gizlenebilir. O da Hakk’ın varlığında bunun ve­remediği hükmü verir.”

İki Yüz Kırk Beşinci Bölüm

Huzur hakkındadır.

Huzuru gaybetle karşılaştırarak anlatır. Bölüme dönme­lisin.

İki Yüz Kırk Altına Bölüm

Sekr hakkındadır.

“Sekri, güçlü bir varid nedeniyle kendinden geçmek şek­linde tarif etmişlerdir.” Şeyh, bunu takiben Allah’ın ehline göre övülen sekrin renklerini mertebeleri açısından açıklar ve şöyle der:

“Tabiî sekr, müminlerin sekridir. Aklî sekr, ariflerin sekri- dir. Geriye kâmil adamların sekri kaldı. O da İlahî sekirdir. Bu sekr hakkında Rasûlüllah salla’llâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Allah’ım! Şendeki hayretimi artır. ” Sarhoş olan hayran­dır.”

İki Yüz Kırk Yedinci Bölüm

Sahv hakkındadır.

Sahv, bizzat bilgi ve edebi getirir.

Hüküm ve sebeb için kuraklık değilse.

“Sufilere göre sahv, gaybetten sonra hisse dönmektir.”

Allah’ı bilenin ya sekr ya da sahv halinde olması gerekir. Şeyh, şiirin beytinde geçen sayleme kelimesinin anlamı ku- raklıkür, der.

“Bilmelisin ki, sahv halinde olanların bazıları Rabbleriyle bazıları da nefisleriyle sahv ederler. Rabbi ile sahv eden, bu ha- ünde sadece Rabbine hitap eder, sadece O nu duyar, bütün mevcudatta Rabbine vaki olan ona da olur. O iki makamda­dır. Ya eşyanın perdesinin arkasından ihata yoluyla Hakkı gö­rür. “Allah, onları her yönden kuşatmıştır”[72] ayetinde olduğu gibi. Ya da Hakk’ı, suret ve hükümlerde eşyanın aynısı ola­rak görür. Bazıları Hakk’ı, suretlerin hükmünü kabul etmesi açısından eşyanın aynısı —suretin aynısı değil, çünkü suretler âyân-ı sabite’nin hükümleri cümlesindendir- olarak görür. Al­lah ehlinin Allah’la sahiv halleri farklı farklıdır.”

İki Yüz Kırk Sekizinci Bölüm

Zevk hakkındadır.

“Sufîlere göre zevk, tecellinin ilk ilkesidir.”

Bu bölümde birbirine komşu olan Kur’ân ayetleri arasın­daki münasebet ve ilişki konusu incelenmiştir. Bu hususta er- Rummânî’nin[73] bir tefsiri vardır. Şeyh, bu bölümde sahip ol­duğu şeyleri elinden çıkarmasını ve babasının onu alışını an­lan r.

“Riyazet, mudak anlamda kayıtsız bir şekilde nefsin arzu­larından çıkmaknr.”

İki Yüz Kırk Dokuzuncu Bölüm

İçmek hakkındadır.

“İlmi tecelli dört surette olur: Su, süt, şarap ve bal. Her tecellinin insanlardan özel bir sınıfı ve bir kişide özel halleri vardır. Bunlardan bir kısmı minber ehli olan resuller içindir. Bir kısmı aile ehli olan nebiler içindir. Bir kısmı kürsü sahibi olan mirasçı arif veliler içindir. Bir kısmı mertebe ehli olan müminler içindir...”

“İlimler her ne kadar çok olsa da bu dört ilim hepsini kap­sar. Bunlar, Rahmani suretlerdeki Rabbani oturaklarda ilahi aynalardır. Bunlar bir grup hakkında nefeslerle devam eder. Bunlar kanmayı kabul etmeyenlerdir. Bir grup hakkında bir süreye kadar devam eder. Bunu Allah’ın ziyaret ve görüş günü söyleyeceği “Onları köşklerine döndürün” sözü belirleyecektir. Bunlar kanmayı kabul edenlerdir...”

Şeyh, “Muttakilere vddolunan cennetin misali, orada tadı bozulmamış su ırmaklarıdır... ”[74] ayetinde zikredilen içme­den dolayı hâsıl olan ilimlerin çeşitlerini açıklamaya devam eder. Şarap ırmaklarından ve onların şeriatta haram kılınışın­dan bahseder. “Şarap suretinde tecelli, dünyada sadece emin kişiler için gerçekleşir. Onlar batınlarında onu tadarlar, hükmü kendileri için ortaya çıkmaz.”

İki Yüz Ellinci Bölüm

Kanma hakkındadır.

“Reyy (kanma) kendisiyle iktifanın hâsıl olduğu, artışıyla mekânın daraldığı şeydir.

Bilmelisin ki, kanmayı sadece orada bir nihayet ve gayeyi kabul edenler söylerler. Onlar da dünya hayatının ve süresinin kendi­lerine açıldığı kimselerdir. Onlar Levh-i Mahfuzda keşif ehlidir. Düşüncelerini tamamıyla ona vermişlerdir. Ya da düşüncesindeki keşfi, üzerinde bulunduğu durum olan kimselerdir. Sonra önlerine perde çekilir ve sonluluk görürler. Çünkü varlığa giren her şey sonludur. Bu keşf sahibi için, uhrevî herhangi bir keşif yoktur.”

İki Yüz Elli Birinci Bölüm

Kanmanın olmayışı hakkındadır.

Sufiler, kanma hakkındaki görüşlerini söylemişlerdir. Bö­lümün bazı hakikaderi şunlardır:

“Allah sürekli olarak bizde yaratıcıdır. İlimlerin sonu yoktur.”

“Allah’ın kelimeleri tükenmez. Çünkü onlar yaratıkları­nın zatlarıdır.”

“Her şey O’nun subutî sıfatlarıyla bilinir. Bunu bilmemiz muhaldir. Allah’ı bilmemiz de muhaldir. Bilinmeyen olmak­tan başka bir şekilde bilinmeyen ne yücedir!”

İki Yüz Elli ikinci Bölüm

Mahv hakkındadır.

“Bilmelisin ki, sufilere göre mahv, âdet vasıfların kalkması ve illetin ve Hakk’ın gizlediği ve nefyettiği şeyin giderilmesidir.”

İki Yüz Elli Üçüncü Bölüm

İspatın bilinmesi hakkındadır. O da âdet hükümleri ve ka­vuşturucuların ispatıdır.

“İspat, bütün âlemin üzerinde yerleştiği bir iştir.”

İki Yüz Elli Dördüncü Bölüm

Setrin bilinmesi hakkındadır. O da seni yok olmaktan gizleyen şeydir.

“Setr, kâinatın örtüsüdür. Adeder ve amellerin neticeleri ile kalmaknr. Sebeplerin ilahi perdeler olduğunu sana söyle­miştik. Bu perdelerin kaldırılması ancak sebeplerin kaldırıl­masıyla olur.”

Şeyh, perdelerin sarkıtılması konusunda ilmi fetih hak- kındaki açıklamalarına devam ederek insanın kaçınılmaz ola­rak uğrayacağı fetihlerde ancak şaşkın olarak çıkabileceği du­rumları anlaur.

İki Yüz Elli Beşinci Bölüm

Mahk’ın -ki o, O’nun zaunda fena olmandır- ve mahku 1- mahkın —ki o da O’nun zaunda sabit kalınandır- bilinmesi hakkındadır.

“Mahk, halifelik ve vekillik yoluyla kâinatta ortaya çıkman- dır. Bu âleme tahakküm etmeyi gerektirir.

Mahku’l-mahk ise üzerinde perde ve örtü yoluyla ortaya çıkmandır. Sen, mahku’l-mahk’te O’nu perdelersin ve kâinaun müşahedesi senin üzerinde Hak olmaksızın halk olarak ger­çekleşir.

Bilmelisin ki, mahku’l-mahk, Allah ehline göre, dünyada daha tamdır. Mahk ise ahirette daha tamdır. Mahku’l-mahk halini Allah ehlinin en seçkinleri elde edebilir ve heykelleri nurlanmış akıllara aittir. Mahk’ı ise seçkinler elde edebilir ve o nurlanmış nefislere aittir. Allah bizi mahku’l-mahk’ini sildiği ve hakkını kendisine tahsis ettiği kimselerden etsin. Buna Hak ile yalnızlık denilir. Çünkü bu makamdaki insan ne görülür

ne de müşahede edilir. Bazı insanlar onu bilse bile onlara gö­rünmez. Bu hakikatten dolayı Allah’ın ehli, Hakk’ın kuluyla yalnız kaldığını tercih ettiğini gördüğü için halveti tercih et­miştir. Böyle birisi kendi zamanında bir kişi olabilir. Ona da Gavs veya Kutup denilir. O da Hakk’ın yalnız kendisiyle kal­dığı kimsedir. Onun nurlanmış bedeni ayrıldığında, yerini başka bir şahıs alır. Aynı anda iki şahıs olmaz. Bu ilahi yalnız­lık, yayılmayan ve açıklanmayan sırlar ilmindendir. Biz, gaf­let içinde olanların ve onu tanımayanların kalplerini uyandır­mak amacıyla onu zikrettik ve ismini koyduk. Benden önce zikredeni görmedim ve özellikle Allah’ın ehlinden onu bileni de bilmiyorum. Kıyamet gününde bu makama dikkat çeken sahih bir haber varit olmuştur. Orada kul Rabbiyle yalnız ka­lınca perdesini onun üzerine çeker ve kendisinden meydana gelen şeyi kararlaşurır ve sonra ona şöyle der: “Ben dünyada senin günahını örtmüştüm, burada da örtüyorum. "Sonra onun cennete götürülmesini emreder.

Bu haber, Allah ile yalnız kalmaya dikkat çeker. Biz de kul ile olan ilahi yalnızlığa dikkatini çektik.”

Bu ihtisarı yapan fakir şöyle der:

Üst üste nurlar ve ard arda sırlar. Şerefli fetih. Dosdoğru keşif. Burada mahza lütuf vardır. Özellikle “kendi zamanında" sözüyle bugün yaşayan insanın nazarını bu manaya çekmek istedim. Zamanı onu tahsis eder. Burada bir sayılan ve tak­dir edilen bir vehim yoktur. zIj/zm anda iki şahıs olmaz” sö­züne de dikkat çekmek istedim, “iki şahıs” lafzı sayısal an­lamda sayı olarak alınamaz. Çünkü tek tekdir, farklı sayıdaki surederde olsa bile. Burada ince bir sır vardır. Bu kadar açık­lama kâfi gelir.

İki Yüz Elli Altıncı Bölüm

İbdâr ve sırlarının bilinmesi hakkındadır.

Bölüm bir şiirle başlamaktadır. O şiirden:

Dönüş dolunayının sülük dolunayı olması körlüktür

Hel ve lem sonra da keyfe ve ma ile bir bak.

Daha sonra şiirin ilk beytinde zikredilen maruf edadarın kullanımından bahseder ve şöyle der:

“Hak, bu soru edatlarıyla sorulan makul durumlardan münezzehtir. O’nun zatı bu soru edatlarından münezzeh­tir. Hatta bu sorular O’nun için caiz değildir. Bu ne varlığı Allah olarak gören ne de Allah olarak görmeyen için doğ­rudur. Varlığı Allah olarak gören, Hakk’ın kendisiyle ortaya çıktığı hükümleri de görür. Bu hükümler, mümkün varlık­ların hükümleridir. Bu soru edatları ancak onları hak eden için geçerlidir. Çünkü bu sorular Hakk’a, aynî mümkünün hükmüyle zuhur etmesi açısından sorulmuştur. Böylece müm­künün talep edilen şey olduğu ve bunun talip için belirsiz- leştiği ortaya çıkmıştır.

Varlığı, Hak olarak görmeyene gelince, onun için bu soru edatları caiz değildir.”

Sonra sözlerine şöyle devam eder:

“Hakk’ın âleme örnek olarak yerleştirdiği ibdâr’e gelince, o, Hakk’ın kendisine hükümle tecelli etmesi içindir. O, âlemde Al­lah’ın isimleri ve hükümleriyle ortaya çıkan İlahî halifedir...”

Bu halifenin niteliklerini ve güneşin ayın zatında zuhuruyla bu hakikatin bağlanasım anlatır ve şöyle der:

“Âlem, bütün içindekilerle bir darb-ı meseldir ve böylece onunla O’nun Hak olduğu bilinsin.”

İki Yüz Elli Yedinci Bölüm

Muhadaranın bilinmesi hakkındadır. Muhadara, burhanın kesintisiz olmasıyla kalbin huzur bulması, âlemlerin istediği ha­kikatleri içermesi nedeniyle ilahi isimlerle baş başa kalmakur.

Bölüm bilinen bir şiirle başlar. Şiirin başı:

Zatın huzurunda isimlerin muhadarası

Geçmişe delildir geleceğe delildir.

Daha sonra muhadaranın şeriat tarafından emredilen na­zar ve itibar ehlinin vasfı olduğunu söyler. Cenabı Allah’ı ve isimlerin O’na nispetinden bahseder. Kâinatın İlahî isimleri is­tediğini belirtir ve şöyle der: “Bu, “âlemin (Allah’ın) suretinde yaratıldığı ” hadisinin desteklediği şeylerdendir.”

İki Yüz Elli Sekizinci Bölüm

Levami’in bilinmesi hakkındadır. Levami’, iki vakit veya daha yakın bir sürede tecelli nurlarından sabit olanlardır.

Şeyh, levami’in zevkten üstün —çünkü ilkeye ilavedir- iç­meden düşük olduğunu söyler...

İki Yüz Elli Dokuzuncu Bölüm

Hücum ve bevadihin bilinmesi hakkındadır. Hücum, ki­şinin tasannuu olmadan vaktin geçmesiyle kalbe gelen şeydir. Bevadih ise ürkme yoluyla gaybten kalbe ansızın gelen şeydir. Bu ya sevinci ya da üzüntüyü gerektirir.

Öncelikle bölümün başlığında geçen bütün konuların böyle olduğuna dikkat etmelisin. Şiirden sonra sadece bu bö­lümde bazı hususları zikreder. Şeyh, kendisinden örneklerle hücum ve bevadih hakkındaki açıklamalarına devam eder. Bö­lüme bakmalısın.

İki Yüz Altmışıncı Bölüm

Kurb’un bilinmesi hakkındadır. Kurb, itaatleri yerine ge­tirmektir. Sofiler, bazen onunla “kabe kavseyn’m kutbunu kas­tederler. Kavseyn, bir çizgiyle kesildiği zaman dairenin iki ucu veya daha yakın olanıdır.

Bu bölümde bir şiir getirir. Şiirin başı şöyledir:

Bir çizgiyle küreleri kesersen ortaya çıkar

iki uç, Hakkin yakınlığı işte budur dikkate alınız

O ikisinden daha yakın olan hakikati

Ona ulaşınca nazarın gerektirdiği parlar.

Şeyh, kurbu geniş anlamlarıyla açıklar. Müsadere edilen kulun muaheze edilmesinin türlerini zikreder. “O, yaptıkla­rından sorumlu tutulamaz"[75] ayetine mutabık olarak Allah’ın, muaheze etme ve intikam alma konusunda daha şiddetli ol­duğunu söyler.

İki Yüz Altmış Birinci Bölüm

Bu’d’un bilinmesi hakkındadır.

“Bilmelisin ki, bu’d, muhalefette kalmakur. Aynı zamanda insanın kendisinden uzaklaşması anlamında da kullanılır.” Bu bölümün hakikaderinden biri de Şeyh’in (r.a.) şu sözleridir:

“Allah’a âlemden daha uzak olanı yoktur. Çünkü zatı yö­nünden ikisini bir araya getirecek herhangi bir şey yoktur.”

Yine Şeyh’in (r.a.) mealen şu sözleri de bu bölümün ha- kikatlerindendir:

“Kul, ilahi bir emir olmaksızın bazı isimlerle ortaya çı­kınca, bu, Hz. Peygamberin (salla’llâhü aleyhi ve sellem) “Senden Sana sığınırzw” ha­disinde belirtilen kendisinden uzak durulması gereken bu’d’tın ta kendisidir...”

İki Yüz Altmış İkinci Bölüm

Şeriat’ın bilinmesi hakkındadır.

Şeriat, fiili kendine nispede kulluğa bağlanmaktır. Şeyh, son derece önemli olan şiiri serdeder ve şeriaun peygamber­lerin getirdiği şey ve sünnet-i hasene olduğunu açıklar. Şeriat hakikaderin bütünüdür.

İki Yüz Altmış Üçüncü Bölüm

Hakikattin bilinmesi hakkındadır. Hakikat, sıfadarının eser­lerini O’nun sıfadarıyla oltımstızlamandır. Seninle, şendeki ve senden olan fail O’dur, sen değil. “Yeryüzünde hiçbir canlı yok­tur ki, O, perçeminden yakalamış olmasın”[76].

Bölümde Şeyh’in (r.a.) şu sözleri yer alır:

“Hakikat, varlığın, farklılık, benzerlik ve karşıtlığıyla üze­rinde olduğu şeydir.

Şeriat hakikatin ta kendisidir.

Kesretin ahadiyyeti olan hakikat, hiç kimsenin bulamaya­cağı hakikattir. Alemde olan her şey müstakimdir. Çünkü per­çeminden yakalayan, onunla beraber yürüyendir, O da sırat-ı müstakim üzeredir.”

Bölümü şu sözüyle bitirir:

“Hakikat şeriatın kendisidir, anla!”

İki Yüz Altmış Dördüncü Bölüm

Havatır’ın bilinmesi hakkındadır. Havatır, kalbe gelen şeydir.

Bölümde havatır’ı ve kalbe ulaşan beş yolunu açıklamışur. Bölüm boyunca şunu söyler:

“Havatır’ın hepsi ilahı hitaplardır. Onlar da tecellilerdir.”

İki Yüz Altmış Beşinci Bölüm

Varid’in bilinmesi hakkındadır.

“Sufîlere ve bize göre varid, her İlahî isimden kalbe ge­len şeydir.”

Bölümde:

“Araz için tahayyüz, cevhere tabi olması hükmü gereğin- cedir, denilir.”

İki Yüz Altmış Altıncı Bölüm

Şahid’in bilinmesi hakkındadır. Şahid, müşahede edenin suretinin müşahede edende kalmasıdır. Kalpte müşahede edi­lenin sureti, Rabbini müşahede edenin kendisidir ve nimetler onunla müşahede edene ulaşır.

“Şahid, müşahede anında müşahede edilenin suretinin kalpte ortaya çıkmasıdır. Bu, görmenin verdiğinden başka bir şey verir. Çünkü görülenin ilmi rüyete takaddüm etmez. Müşahede edilenin ilmi müşahedeye takaddüm eder. Buna da akideler denilir.

Her müşahede rüyettir; fakat her rüyet müşahede değil­dir. Kamil adamlardan —ki onların her birisi O’nu müşahede eder- başkası Hakk’ı gördüğünü bilmezler.

Bazı sufîlerin zevki şudur: “Varlıkta Allah’tan başka konu­şan yoktur. ” Bunlar mudak anlamda sema ehlidir.”

Bölümün hakikaderinden:

“Allah dilediğini örter. Hatanın O’na izafe edilmesi mu­haldir. Çünkü O, ilminin bütün malumu ihata etmesi sebe­biyle, hatayı kabul etmez.”

İki Yüz Altmış Yedinci Bölüm

Nefs’in bilinmesi hakkındadır. Sufilere göre nefis; kulun sı­fatlarıyla malul olan şeydir. Genel tanım budur.

Nefsi bölüm başlığı yapuğı gibi açıklamıştır. Sufilerin nefsi, İnsanî latife olarak tanımladıklarını belirtmiştir.

Bölümde, varlıklarda berzahların ilki olan külli nefsi açık­lamış ve onun akıldan yarauldığını söylemiştir.

İki Yüz Altmış Sekizinci Bölüm

Ruhun bilinmesi hakkındadır. Ruh, özel bir yolla kalbe, gayb ilmini ilkâ eden şeydir.

Bölümün şiirinde:

Ruh ikidir, ya’nın ruhu ve emrin ruhu

Hüküm emirle nehiy arasında sabittir.

Daha sonra şu husus gelir:

“Yanın ruhundan maksadımız, “Ona ruhumdan üfledim”[77] ayetindeki mütekellim yasını kendisine izafe etmesidir.”

Şöyle der:

“Allah ehli, ruhların kalplerine inişini müşahede ederler, inen meleği görmezler. Ancak kendisine meleğin indiği kişi nebi veya resul ise görür. Veli, melekleri müşahede eder fakat meleklerin kendisine ilkâda bulunduğu kişi göremez. Veya ilkâyı görürler; ancak müşahede olmaksızın bunun melekten olduğunu bilirler. Hem melek hem de ilkâ sadece nebi veya resul olanda bir araya gelir.

Kuşeyrî Allah ehlinin ilmini överken şöyle der:

“Töhmedi birisinin âlimlerin ilmini bilmesi hakkındaki gö­rüşün nedir? Çünkü onların dışındaki âlimler, ne fıkıhta ne de usulde basiret sahibidirler.”

İki Yüz Altmış Dokuzuncu Bölüm

Kuşku ve şüphe taşımayan ilme’l-yakînin, müşahede ve keş­fin verdiği ayne’l-yakînin, müşahedeyle kastedilen bilgiyi kalpte gerçekleştiren hakke’l-yakînin bilinmesi hakkındadır.

Bölümde geniş bir şekilde ilme’l-yakîn, ayne’l-yakîn ve hakke’l-yakîni açıklamıştır. Bölümün kendisinde ona dön­mek gerekir.

İki Yüz Yetmişinci Bölüm

Muhammedi münacatta geçen kutup ve iki imamın men­zilinin bilinmesi hakkındadır.

Bölümün başında şiiri zikrettikten sonra şöyle der:

“Bilmelisin ki, Allah, kendinden olan bir ruhla seni destek­lesin, peygamberlerden bu makama erenler dört kişidir. Mu- hammed, İbrahim, İsmail ve Ishak aleyhimu’s-selam. Evliya­lardan ise iki kişi: Hz. Peygamberin (salla’llâhü aleyhi ve sellem) torunları Haşan ve Hüseyin. Bu zikredilenlerin dışındakilerin imametteki merte­belerine göre maltım bir içmeleri vardır.”

Bu menzilin açıklanmasında bölüm eşsiz ve gariptir ve özede şöyledir:

“Kutbun ismi Abdullah’ur. Bu isimde kutupların bazısı ba­zısından üstündür. Bazılarının Abdullah isminden başka isim­leri vardır. Ona kutupluk makamından başka bir makamla seslenilir. Musa’nın (a.s.) isminin Abduşşekûr, Davud’un (a.s.) kendisine özgü isminin Abdulmelik, Muhammed’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) is­minin Abdulcami’ olması gibi...

iki imam da böyledir. Her birinin kendisine özgü bir ismi var ve kendi döneminde bu isimle çağrılır. Sol taraftaki imam Abdulmelik, sağ taraftaki Abdurabbihi’dir. ikisi de kutbun ve­ziridir. Ebû Bekir (r.a.) Abdulmelik, Ömer Abdurabbihi’dir. Haşan ve Hüseyin, kendilerinden başka bu makamla vasıfla­nan insanların en ehil olanlarıdır.”

Şeyh, ruhlar âleminden kutba biatin hallerini anlam, iki imam, onun (kutbun) önündedirler. Onun huzuruna biri gir­dikten sonra diğeri girebilir. Soran sorar, Kutup cevap verir.

Onun bu hususta bir kitabı vardır, ismi “Mubâyatu’l-Kutb vel-Imâmeyn’&vt. (Allah’ın fazlıyla bu kitap benim yanımda bulunmaktadır.)

Sonra Şeyh, en uzak imamın hallerini, daha sonra da en yakın olanının hallerini zikreder. En yakın imam onunla bir araya gelmiştir ve bu imam kendisiyle bir araya gelen şeyh­lerin bizim şeyhimiz olduğunu ona haber vermiştir. Onların onun üzerinde özel bir terbiyeleri yoktur. Onu kâmil bir şe­kilde terbiye eden ilahi inayettir.

Daha sonra kutbun hallerini zikreder ve onun hakkında şöyle der:

“O, Abdullah’ur, Abdulcami’dır. O, hem ablaklanma hem de gerçekleştirme açısından bütün ilahi sıfatları kendisinde toplamışur. O, Hak’ın aynasıdır. İlahî sıfadarın ve görüntüle­rin tecelligâhıdır, vaktin sahibidir, zamanın kendisidir ve ka­derin sırrıdır. Bütün zamanların ilmine sahiptir. Gizlilik ona galiptir. Gayret hâzinelerinde korunmuştur. Koruma elbise­siyle örtünmüştür. Şüpheyle lekelenmez. Aklına bir fikir gel­mez. Makamı çok evlilik makamıyla zıttır. Kadınları seven onda rağbet sahibidir. Tabiata hakkını verir” ve daha başka sıfatlarını sayar.

Bu bölümü Şeyh’in şu sözleriyle bitireceğim.

“Bilmelisin ki, kutup kâmil bir adamdır. O dört dinarı ka­zanmıştır. Onda her dinar yirmi beş kıratur. Adamlar onunla ölçülür. Onlardan bazıları dörtte bir adamdır, bazıları yarım, bazıları sekizde bir, altıda üç, dörtte üç adamdır. Biri de tam adamdır. Birinci dinar kâmil mümin içindir, ikinci dinar özel veli içindir. Üçüncü dinar iki nübüvvet içindir. Dördüncü di­nar iki risalet içindir. Babalık hükmüyle asli olanı kastediyo­rum. Veraset, oğulluk hükmüyledir. Birinci sıra İkincisini elde edene aittir. Birinci ve ikinci sıra, üçüncüsünü elde edene aittir. Dördüncüsünü elde eden hepsini elde etmiştir. Kutup kâmil adamlardandır. Kâmil adamlardan fertler açısından söz ettik ve onlar gerçekten kâmildirler.”

İki Yüz Yetmiş Birinci Bölüm

Muhammedi münacattan sabah vakti kavmi hamd eder menzilinin bilinmesi hakkındadır. Bu aynı zamanda emniyet menzillerindendir.

Bu bölümde nurların türlerini özellikle karanlıktan doğan nuru açıklamıştır. Yaratıklar âlemi bu nurun suretidir.

Şeyh, halk ve emir âlemini incelemiş, menzil ve münazele- lerin açıklamalarına başlamıştır. Aynı zamanda tecellileri kula peş peşe gelen ilahi isimlerin genişliğini incelemiştir.

İki Yüz Yetmiş ikinci Bölüm

Tevhidin tenzihinin bilinmesi hakkındadır.

“Tevhidin tenzihi lafzından maksat iki emirdir. Birin­cisi, tevhidin Hak Teâlaya değil, tenzihe müteallik olmasıdır, îkinci emir, tenzihin tevhide muzaf olmasıdır ve bu da şu an­lama gelir: Hak Teâlâ kendisini tenzihi tevhide tenzih eder, mahlûkattan kendisini tevhide tenzih edenlerin tenzihi gibi değil. Hamdin Haindi gibi.”

Bu bölümün hakikatlerinden:

“Hak ile halk arasındaki münasebet, makul değil, mevcut da değildir. Zatı açısından hiçbir şey Ondan değildir. Yine zatı itibarıyla O, hiçbir şeyden değildir. Şeriatın delalet ettiği veya aklın delil olarak kabul ettiği her şeyin mütealliki zat de­ğil uluhiyyettir. Allah ilah olduğundan dolayı, mümkünün imkânı O’na dayanır.”

Bölümün hakikaderinden:

“Allah’a hamd olsun ki, sufiler arasında gerçekleştirdikler şeylerde ihtilaf yoktur. Onların meşguliyederi his ehlinin meş­guliyetinden daha sahihtir ve daha uygundur.”

Bölümün hakikatlerinden:

“Bilmelisin ki, bu menzile girmek, adamlık olan ikinci di­nardandır. Tam adamlık olan dördüncü dinarda nihayet bulur. Şahıs, tam erkeklikle adam olarak isimlendirilir. îman, velayet, nübüvvet ve risalet tertibinde takdim ettiğimizi gibi beşincisi yoktur ki, beşin beşincisi olsun. Hatta bazen onun için dör­dün beşincisi olur.” Bundan sonra tekleri, çiftleri, sahih bera­berliği açıklar. Bunları iyice kavramak ve zevk almak için ki­taba dönmek gerekir. Bilmelisin!

İki Yüz Yetmiş Üçüncü Bölüm

Musevî âlemden nefis ve hevanın helakinin bilinmesi hak­kındadır.

Bölümün tahkiklerinden:

“Bilmelisin ki, Allah Teâlâ felekleri yarattığında, melekleri yerleştirdiğinde, yedi gezegenin belirlenmiş bir süreye kadar içinde yüzecekleri menzilleri takdir ettiğinde, onların akış­ları ve yüzüşleriyle zamanı belirledi. Mekâneti mekânlardan önce yarattı. Onlardan, yerde ve yedi gökteki özel mekânlara incelikler uzattı. Sonra mümkünleri kendi mekânlarında mekânederi üzere yarattı. Ona yerleştirdiği kudret sıfatını bil­dirmek için -başka bir sıfatını değil- akıllardan bir akılı ya­ratması da Aziz ve Alîm olan Allah’ın takdirindendi. Bu özel­liğiyle onu kendi cinsinin bireylerinden üstün tuttu. Bu da bu akla özgü olan ez-Zâhir isminden dolayı idi. Bunu, ken­disinde serinliği, soğukluğu ve sevinci olan bir sevgi akan bir tür zorlamayla akla ilkâ etti. Böylece onda beş ilim nehri aktı. Bu nehirler bu akla özgü olan el-Evvel ve el-Ahir isminden ortaya çıktı. Sonra bu nehirler, el-Batın isminde aktı. Batın ismimin başlangıcı diğer başlangıçlara, sonluluğu diğer son- luluklara takdis edildi. Zahiri de batını da böyledir. Yanında bulunan Ümmü’l- Kitaptan, Ümmu 1-Cem’ olarak isimlen­dirilen bir mertebe çıkü. Hak, beni o mertebeye soktu. Onu gördüm. Onun zahirini ve batınını da gördüm. Orada bu aklın yerini de gördüm. Siyah bir nokta ve kırmızı ile sarı arasında bir renkle perdeli ve örtülüydü. Bu belirli mekânla mekânet arasındaki inceliği gördüm. Musa, Harun ve Yûsuf aleyhimu’s-selam’ı bu akla bakar gördüm. Allah, kendisine özgü kıldığı bu kapsayıcı mertebeden, sayısını kendisinden başka kimsenin bilemeyeceği, yerde, gökte ve ikisi arasında, toprak altından istiva sınırına kadar olan yerlerde sayısız mer­tebeler çıkardı. Hakk’ın bütün bu mertebelere dönük özel bir bakışı vardır. Bu bakışla onu diğerlerinden üstün tuttu. Yine bunun Allah’ın kendisine tanıttığı kimseler nezdinde iyiliği, saygınlığı ve ikramı vardır. Bu mertebelere tenzih ma­kamları denilir. Yüksek ruhaniler bu makamlara girdiğinde, ilahi tenzihin hallerinden haller kazanırlar. Bunların değerini Allah’tan başka hiç kimse bilemez.”

Şeyh, bu konudaki sözlerini ayrıntılı ve uzun bir şekilde sürdürür. O açıklamalar için kitaba bakmak gerekir. Özellikle ilimlerin hâzineleri ve anahtarları hakkındaki açıklamaları, sa­hilleri görülmeyen engin denizlerdir.

İki Yüz betmiş Dördüncü Bölüm

Musevî âlemden belirlenmiş ecelin bilinmesi hakkındadır.

Bu bölümde eceli ve belirlenmiş eceli açıklamıştır. “Ölüm maruftur. O da eceldir. Belirlenmiş ecel ise bas (dirilme) ola­rak tabir edilen şeydir.”

Bölümde, âlemin ortaya çıkışı, ilahi hâzinelerde Hakk’ın varlığından vücuda gelişi incelenmiştir. O da bizzat bu hâzi­nelerden zuhurudur.

Daha sonra arazî kemali ve özellikle zatî kemali açıklamış ve özellikle zatî kemal hakkında şöyle demiştir: “Allah’tan dile­ğim şudur: Onu tamamıyla elde etmem, Rabbime karşı olan hüsn-i zannımı engellemesin.”

Daha sonra şunu der:

“Edep, talebinin O’nun için değil senin için olduğunun söylenmesidir.”

Bu konuda da şiirde söyleneni söylemek lazımdır:

Bir kitap ki olan her şey onda

Anlamlarında benzersizdir

Içindekilerini gördüğünde

İnciyi ihtiva ettiğini görürsün.

Bu şiirin yorumunda, bölümün hakikatlerine uygun düşe­cek şeyleri söylemeye devam eder. Şu sözler ona aittir:

“Ondan sana tecelli eden şeyler, mertebenin el verdiği ka­dardır. .. Çünkü sen, kendinden ancak O’na döndün. Hak ise ancak seninle sana döner kendisiyle değil. Çünkü O’nu ihata edebilecek bir varlık yoktur.

Hakikat, kulun efendisi üzerinde herhangi bir hakkının olmamasını gerektirir.”

Şeyh, miraçla ilgili sırları, Peygamberimizin (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Hz. Musa (a.s.) ile -ki o yerde kabrinde idi- semada buluşmasını ince­ler ve bunların mümkün hakikader olduğunu söyler. Aynı za­manda “ari’ı da inceler ve anın akan zamana boyun eğme­diğini belirtir.

İki Yüz bitmiş Beşinci Bölüm

Musevî makamdan putlardan teberri etmenin bilinmesi hakkındadır. Bu yedi emir menzilindendir.

Bölümün şiirinde emir menzillerini açıklar. Bölümde de nida ve nida harfleri hakkında geniş bir açıklama vardır. Şeyh, onunla İlahî isimlerin hakikatlerine varmak ister.

Bölümün başlangıcında, Şeyh, Sâd Sûresi’nin tefsirinden anladığını anlatmışur. Bir mürebbiden okunmasında izne ih­tiyaç vardır

İki Yüz Yetmiş Altma Bölüm

Muhammedi makamdan havuz menzili ve sırlarının bi­linmesi hakkındadır.

Bölümün başında vehbî ve kesbî ilimlerin kısımlarını açık- lamışur. Bölümün önemli tahkiklerinden biri de şudur: Nü­büvvet vehbîdir ve ayrıcalıktır. Keşf ehli ve Ehl-i Sünnet ke- lamcıları da aynı görüştedir.

Bölümün hakikatlerinden:

“Sadık âşık, sevilenin sıfauna geçen kimsedir. Sevileni kendi sıfatına indirgeyen değildir...

Rabbine karşı muhabbetinde sadık kul da böyledir. Ö’nun isimlerinin ahlakıyla ablaklanır. Allah’tan başkasına ihtiyaç duymama, Allah’ın izzeti ile aziz olma, Allah’ın eliyle verme, Allah’ın gözüyle koruma özellikleriyle ablaklanır.

Tecellinin nasıl olacağı âleme değil Allah’a aittir. Allah’tan başka ne bir melek ne de bir nebi onu bilebilir. Çünkü bu Hakk’ın özelliklerindir. Çünkü zat asıl itibariyle bilinmeyen­dir. Tecellisinin mazharlarda keyfiyeti, yaratıklarından her­hangi bir kimsenin elde edebileceği ve idrak edebileceği bir şey değildir.”

Söylediğinin özeti şudur:

“Mazharlar zata değil mertebeye aittir. Ancak ilah olana ibadet edilir...”

Bundan sonra şöyle der:

“Münacat O’ndan sana değildir; ancak şendedir.”

İki Yüz Yetmiş Yedinci Bölüm

Musevî makamdan yalanlama ve cimriliğin ve sırlarının bilinmesi hakkındadır.

Şeyh, âdeti olduğu üzere bölümün başında bir şiir serdeder.

“Hiçbir şeyin kendisine benzemediği kimseyi nasıl idrak eder.” Bu şiirden:

Hiçbir benzeri olmayanı nasıl idrak edebilir

Bilgiyi his ve nazardan alan kimse

Onunla Allahı bilmek, O’nda Onu bilmemenin ta kendisidir

O’nu bilmemek de bilginin ta kendisi, düşün

Alemde O’ndan başka malum yok

Ey mağlup! Sınırlılığınla ne dersin.

Dayanağı olmayan ilmin ilimden olduğunu söyler. Bu­nun İlahî mevhibe olduğunu anladım. Kul ile Rabbi arasın­daki örtünün yani beşerî örtünün kalkmasının ne anlama gel­diğini açıklar.

İki Yüz Yetmiş Sekizinci Bölüm

Musevî ve Muhammedi makamdan ülfet makamının ve sırlarının bilinmesi hakkındadır.

Bölümün hakikatlerinden:

“Hüve O’nun hakikatindendir. O, ancak bu mertebede ve bu menzilde müşahede edilebilir ve elde edilebilir. Çünkü O nda zahirin kendisi, bizzat baünın kendisidir.”

Bölümün hakikaderinden:

“Hakk’ın Hakk’ı talep etmesi doğru değildir. Ancak haz için talep edilir. Çünkü talebin faydası, talep edilen için ger­çekleşir. Hak, herhangi bir kimse tarafından elde edilemez. Bundan dolayı âlemle matlup olması doğru değildir. Öyleyse geriye bazdan başka bir şey kalmadı.”

İki Yüz bitmiş Dokuzuncu Bölüm

Muhammedi makamdan itibar menzilinin ve sırlarının bi­linmesi hakkındadır.

“Bilmelisin ki, hakikat ehli arasında, bir mazharın dışında zatî tecelli ihtilafsız bir şekilde imkânsızdır.” Bölüm boyunca varlıkta ortaya çıkan fiilleri ve bunların Hakk’a veya halka nis­petini açıklamışür.

Makamları geniş bir şekilde anlatmış ve bölümün içinde şiirlere yer vermiştir:

Hayret hayretten sadır oldu

Keşke orada hayret edilmeyen kimdir bir bilsem...

Bölüm boyunca nazarı anlatmış ve şöyle demiştir:

“Allah’ın nazara mahsus kıldığı hususlar; bir şeye bakıldı­ğında eseri görülür ve ondaki ilimler tahsil edilir...

Tabiatlar da böyledir. Allah, onları, elde edilmesi için hayretâmiz bir şekilde düzenlemiştir. Ateş unsurunu kendi­sini hava unsuru, hava unsurunu kendisini su unsuru, su unsurunu kendisini toprak unsuru takip edecek şekilde düzen­lemiştir. Su ile ateş arasında bütün yönlerden tabiî bir zıdık vardır. Hava ile toprak arasında bütün yönlerden tabiî bir zıt­lık vardır. İki yönlü olması hasebiyle tabiaün arasına vasıta­lar koymuştur... Berzahî makamlar, münazeleler ve menzil­ler arasında da aynı şekilde zıdıklar vardır. İki menzil veya iki münazele veyahut iki makam arasındaki berzaha durak de­nir. en-Nifferî’nin[78] “el-Mevakıf vel-Muhâtabât” isimli kita­bında böyle gelmiştir.”

Şeyh, bu konudaki açıklamalarına devam ederek şöyle der:

“Sonra menziller arasında duraklar yoktur. Bu ince bir hu­sustur.”

İki Yüz Sekseninci Bölüm

Musevî makamdan bana ne makamının ve sırlarının bi­linmesi hakkındadır.

Bölümün başında kulun O’na muttali olmasını olumsuz- layan bir şiir yer almaktadır.

Vahdetle gerçekleşende ve fetihlerde var olan rahmet ol­masaydı, akıl susuz kalırdı. Öyleyse bölümün hakikatleri için nakle dönelim! Deriz ki:

Araz intikal etmez. Çünkü intikal etseydi, mahalli ol­mazdı ve kendi kendisiyle kaim olurdu. Araz ise kendi ken­disiyle kaim olmaz.

İki Yüz Seksen Birinci Bölüm

Muhammedi mertebeden toplanma menzilinin ve birin topluluğun yerine ikamet etmesinin bilinmesi hakkındadır.

İkindi namazıyla ilgili olan şiiri irat ettikten sonra, ikindi namazının başlangıç vakti için tek bir hükmün olmaması nedeniyle onun ikame edilmesiyle ilgili sözlerini sürdürür ve sözü, bölümün de başlığı olan damme lafzına getirir ve şöyle der:

“Kâmil yakınlığın zirvesindedir. Kulluğunun kemalinde ya­ratıcısının zaunın kemalini müşahede ederek onunla ortaya çı­kar. Bu söylediklerimizi araştırdığında, o zaman Allah’ın seçtiği kâmil adamların zevkine karşı, senin zevkinin nerede olduğunu anlarsın. Allah, o konuda o adamları seçmiş ve ondan tenzih etmiştir. Bundan dolayı, onlar ve O, O ve onlar gibidir. Böy­lece onu kâmil olarak isimlendirmiştir. Asr da onlardan biri­dir. Çünkü bir şeyin başka bir şeyle birleştirilmesi, talep edi­leni ortaya çıkarmak içindir. Böylece, kulluğunda herhangi bir şekilde rububiyet karışmayan saf kulun zatı, herhangi bir şe­kilde kulluk karışmayan mudak Hakk’ın zatıyla birleşmiştir. İlahî isimden âlem talep edilir.”

Daha sonra insan-ı kâmili tarif eder. O da “birin toplulu­ğun yerine ikamet etmesi" sözüdür. İnsan-ı kâmil, küçültmeyi kabul etmez. Buna delil olarak da İsrafil (a.s.) hakkında varid olan “O günde yetmiş kere küçülür, öyle ki nokta veya söylediği gibi olur" sözünü getirir.

Daha sonra ahsen-i takvimin açıklamasında şöyle der:

“Kulluğunda susan kuldan başka kul yoktur. Çünkü ku­lun bu mertebedeki sınırı Rabbani herhangi bir sıfatla va­sıflanmasıdır. Rahmani ve benzeri bir sıfatla övüldüğünde, kendisi için yaratıldığı makamdan düşer ve kemalden ve Hakkın sıfatlarıyla vasıflanmış miktarda Allah’ı bilmekten mahrum kalır...

İnsan-ı kâmil, Allah dediğinde, Allah’tan başka bütün âlem Allah der. Allah’ın isimleri de onun söylediğini söylemiştir. Bü­tün bu isimler gayp ilminde saklanmıştır. Allah’ın bu isimle­rin bilgisini tahsis ettiği kişiler, sadece bazı kullarıdır. Varlıkla­rıyla da bütün kulları tarafından bilinmektedir. Böylece insan-ı kâmilin teşbihi, bu zikrettiğimin teşbihin yerine geçer. Sevabı da kesintisizdir.”

İki Yüz Seksen ikinci Bölüm

Musevî mertebeden ölüleri ziyaret etme menzilinin ve sır­larının bilinmesi hakkındadır.

Bölümde ölüleri ziyaret etmenin anlamını seçer. O da on­lara kavuşmak ve yollarına dahil olmakur. Bu da işi olduğu gibi idrak etmekten acizliktir.

Alimlerin en âlimi, bilinenin bilindiğini, bilinmeyenin bi­linmediğini bilendir.

iki Yüz Seksen Üçüncü Bölüm

Muhammedi mertebeden kavasım (kırıcılar/öldürücüler) menzilinin ve sırlarının bilinmesi hakkındadır.

Bölümde kendi miracını şöyle anlaur:

“Bilmelisin ki, Allah’ın dilediği bazı ayetlerini bana göster­mek için miracım esnasında bu mertebeye ulaştığımda, ya­nımda bir melek vardı. Kapıyı çaldığında, kapının ardından şöyle dendiğini duydum: “Allah’ın bildirmesinden başka şekilde bilinmeyen bu meçhul menzilin kapısını çalan kim?. ” Melek şöyle dedi: “Senin kulunun mertebesinin kulu Muhammed b. Nurdur. ” Kapı açıldı, içeri girdim. Hakk orada bulunan her şeyi bana tanıttı. Fakat bu onu müşahedemden birkaç sene sonra idi. Bu tarifsiz bir şekilde sûrî bir müşahedeydi.”

Kitabı ihtisar eden şöyle der:

Öncelikle bilmelisin ki, bu ihtisarı, buna inananın da inanmayanın da eline geçeceğini bilerek yaptım. Burada ina­nan ve inanmayandan kastım, sufilerin özellikle de Efendimiz Şeyhü’l-Ekber, el-FütûhâtÜl-Mekkıyye\Fn sahibi Muhyiddîn İbn Arabi’nin ilim ve zevkleriyle ilgilenen ve ilgilenmeyendir.

İnanan için, eş-Şeyh’in burada zikrettiği miraç lafzını anlamak kolaydır. Bunun anlamı, peygamberlerin miraçlarıyla karışar- maksızın velilere özgü olan mirasî müşahededir. Bu meselenin çözümünü Şeyh’in şu sözlerinde bulabilirsin: "Bu tarifsiz bir şe­kilde sûrî bir müşahedeydi. ”

İnanmayana gelince, ona şöyle denilir: Nefsini, Allah’ın “Allah’tan korkun ve Allah size öğretecektir”[79] ayetiyle veli kul­larına açtığı ilim ve zevklere maruz bırakmalısın. Veliler için uygun olan hissi ve ilmi harikuladelikler, onların yollarına uy­mak ve teslim olmaksızın hiç kimse için uygun değildir. Tes­lim ol! En doğrusunu Allah bilir...

Bölümde, İbn Sayyâd’ı[80] ve onun, arşı, deniz üzerinde ta­hayyül etmesi kıssasını anlatır. Onunla Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) arasında geçen konuşmayı ve İbn Sayyâd’ın hezimetini anlatır Ne bölümü şu sözleriyle bitirir: “Nebi, hem vahiy anında hem de vahiy anının dışındaki anlarda vesveseden korunmuştur.”

İki Yüz Seksen Dördüncü Bölüm

Muhammedi makamdan değerli komşuluk makamının ve sırlarının bilinmesi hakkındadır.

Bölümün içerisinde, zikredenlerin kalplerinde konuşan­ları ve türlerini, ilahi ismin konuşmasını, meleğin konuşmasını veya bizzat nefsin konuşmasını açıklamıştır. Bitkilerin, hayvan­ların, cansızların, uzuvların ve insanın konuşmasını zikretmiş ve Allah’ın kelamından deliller getirmiştir: “Harikuladelikler, mev­cudatın konuşmasının ve her şeyin duyulmasındadır. Genel ve cüzi gaybleri bilmek, bazen Mekke ile Irak arasında bineklinin yolunun dışında bir yerde bulunan acayip bir hayvanın etini yemek veya suyunu içmekle mümkün olabilir. Bu hayvan bir kadın şeklindedir. Arapça konuşur. Bu bölgenin Bedevileri ona çıkardı. Onlar bilinen bir kabiledir. Her senenin belli bir gü­nünde bu mağaraya gelir, ellerinde oklar olduğu halde bu ma­ğaranın kapısında dururlardı. Bir kısmı mağaraya girer, çığlık­lar atarak dağılır ve bu hayvanı ararlardı. Hayvanı kaçırtmak için bağrışırlar. Hayvan korkmuş ve ürkmüş bir halde mağara­nın çıkışlarından birisine doğru kaçtığında, bu çıkışta bekleyen kişi mızrakla kendisini vurur ve öldürür. Eğer kurtulursa hay­van ormana kaçar, onlar da ertesi sene aynı günde tekrar oraya gelirler ve böyle yaparlar. Hayvanı öldürürlerse, parçalarlar ve etini bütün kabileye dağıtırlar. Herkes kendi payına düşen par­çayı pişirir, yer, suyunu içer, dilediğine yedirir. Yanlarında binek­ten kesilmiş ve yolunu şaşırmış bir misafir olduğunda ve o güne denk geldiğinde etini yemekten ve suyunu içmekten meneder- lerdi. Misafir onlardan habersiz çalarsa başka. Eğer bunu öğre­nirlerse, ona zorla kustururlar. Böylece etin kendisindeki etkisi azalır, fakat bütünüyle yok olmaz. Bundan dolayı gayblerin bil­gisinden üzerinde bir şeyler kalır.”

Şeyh, bu bölümün hakikaderini ortaya çıkarmaya devam eder ve haşrın türlerini zikreder. Bu konunun öneminden do­layı kitaba bakmak gerekir. Bu hakikaderden biri Şeyh’in şu sözüdür: “Eğer insan fetanet sahibi olsaydı, nefeslerle haşr olu­nacağını bilirdi. ”

İki Yüz Seksen Beşinci Bölüm

Cansızların münacatının menzilinin bilinmesi ve bu men­zilde Muhammedi ve Musevî mertebenin yarısını elde eden hakkındadır.

Bölümün hakikaderinden:

“Havassın eşyayı idraki, zati bir idraktir. Zata arız olan za­hiri illederin etkisi zadarda yoktur.”

İki Yüz Seksen Altıncı Bölüm

Muhammedi mertebeden kendisine “ol” denilip de direnen ve “olmayan” kimsenin menzilinin bilinmesi hakkındadır.

Bu bölümde:

“Tecelliler O’nun hakikatinin nurlarıdır.

Bu mertebeye girdiğimde, orada ışığı olmayan nurun te­cellisi vaki oldu. Onu işaret olarak gördüm. Kendimi onunla gördüm. Bütün eşyayı ve eşyanın zatında taşıdığı ve eşyanın hakikatini veren nurları kendimle gördüm. Buna ilave olunan bir nurla değil. Burada hissi —akli değil- hakiki bir suret olan —mana değil- büyük bir müşahede gördüm. Bu tecellide büyüğün büyük, küçüğün küçük kalmasıyla birlikte, büyüğün girebilmesi için küçük genişledi. Halatın iğne deliğinden geç­mesi gibi. Bu hayal olarak değil his olarak müşahede edildi. Büyüdü; fakat nasıl büyüdüğünü bilemiyorsun ve gördüğünü de inkâr edemiyorsun.”

Daha sonra sözlerini şöyle sürdürür:

“Bu menzile ilk girdiğinde, kendini Hakk’ın mazharı ola­rak görürsün. O’nu gördüğünde de O’nun O olmadığını kesin olarak öğrenirsin. O, O’dur. Bu ise bu mertebenin sonudur.”

Yukarıda geçen sözleri şöyle tahlil ediyorum:

“O’nu gördüğünde de O’nun O olmadığını kesin olarak öğ­renirsin’’ sözünün anlamı tadılan zatî izzettir ve özel zevktir. Nazarî aklın kaldıramayacağı şeyler, lafızlarda tezahür etmiş­tir. “Bu ise mertebenin sonudur” sözü ise lafızların arkasındaki manalara göre konuşmak gerektiğine işarettir.

İki Yüz Seksen Yedinci Bölüm

Muhammedi mertebeden samedânî tecelli menzilinin ve sırlarının bilinmesi hakkındadır.

Bu bölümde, ahadiyyetin türlerini zikretmiştir. Tecellileri, garip sayılarla anlatmıştır.

Bu bölümün hakikatlerinden:

“Sureti kabil olan varlıkların eceli yoktur. Allah onları ya- ramğından beri onlar için süreklilik ve beka vardır. Bu varlık­lar, surederle ilişkilerinden dolayı “Her biri belli bir zamana ka­dar akıp gitmektedir”[81] [82] ayetinin kapsamına girerler.”

Açıklamanın geri kalan kısmı bölümdedir. Bu şerhin ince­liğinden dolayı ona dönmelisin.

Yine bölümde meleklerin lafız ve kelimelerden yaratılış­ları da incelenmiştir.

İki Yüz Seksen Sekizinci Bölüm

Musevî mertebeden ilk tilavet mertebesinin bilinmesi hak­kındadır.

Bölümün hakikaderinden:

“İnsanın, hayatında bir araya topladığı en güzel şey, Allah’ı bilmek, Ö’nun isimleriyle ablaklanmak, ubudiyetinin gerektirdiği yerde durmaktır. Mertebesinin gereğini yerine getirirse...

Bilmelisin ki, sen Allah’ın isimlerinin bütünüsün, hatta isim olarak en kâmil olanısın. Hatta bazı insanlar, Şeyh’in bi­risine —ki o Ebû Yezîd el-Bistâmî’dir- “Allah’ın ism-i a’zam’ı hangisidir?” diye sormuşlar, o da “Siz en küçüğünü gösterin ben de size en büyüğünü göstereyim. Allah’ın bütün isim­leri büyüktür. Öyleyse doğru ol ve dilediğin İlahî ismi al.” de­miş. Ahmed b. Seyyidbûn ile Mürsiye’de karşılaştım. Biri ona, Allah’ın ism-i a’zam’nı sordu. Bunun üzerine kendisi bir taş atarak, “Sen Allah’ın en büyük ismisin" diye işaret etti. Çünkü isimler delalet için konulmuştur. Bundan dolayı onlarda ba­zen ortaklık olur. Sen, Allah’a en açık ve en büyük delilsin. Sen, O’nu kendinle teşbih etmelisin. Eğer bütün varlıklarda böyle olduğunu söylersen, cevap olarak deriz ki: Evet öyledir. Ancak sen bütün varlıklar içinde en kâmil ve en büyük de­lilsin. Çünkü Allah seni kendi suretinde yaratmış ve iki eliyle bir araya getirmiştir.

İlk akıl ibdâ’î bir mefuldur (örneksiz yaratılmıştır). Nefs ise inbi’âsî bir mefuldur (sudûr yoluyla yaratılmışur).

Bilmelisin ki, Hüve’den başka ezelde kendisiyle ebedi ola­cak şeylerin takdir edildiği başka bir şey yoktur. Hüve ise ken­disini kendisine ait bir kemal görüşüyle görmek ve hüve’nin hükmünün kendisinden kalkmasını istedi. A’yan-ı sabite’yi dü­şündü. însan-ı kâmilin hakikatinden başka kendisine benlik rütbesini kazandıracak bir hakikat göremedi. Onu kendisine üstün tuttu. Kendisiyle karşılaştırdı. Kendisinden uzak düşen tek bir hakikat dışında diğerleriyle uyuştu. Bu varlığı kendi­siyle olan hakikattir. Onu kendisi için var etti. Böylece bu iki suret bütün yönlerden birbirleriyle örtüştü.”

İhtisarı yapan fakir der ki:

Burada Hüve yönüyle gelenlerden yani ezeli gayb’tan —ki orada yaratılan varlıkların varlığı söz konusu değildir- Allah ile varlık arasında bir iştirak ve ittihadın olduğu sonucu çı­karılamaz.

İki Yüz Seksen Dokuzuncu Bölüm

Musevî mertebeden kendisinden önce bilginin bulunma­dığı ümmî bilginin menzilinin bilinmesi hakkındadır.

Bölümde ümmînin durumunu incelemiştir. Akıllıların, mü- tekellimin ve müçtehitlerin Allah’ın yoluna girişlerindeki hal­lerini açıklamışur. Özeti şudur: Ümmîlik, Ktır’ân’ı ve nebevî haberleri ezberlemekle çelişmez. Fakat bize göre ümmî, kapsa­dığı anlam ve sırları çıkarmak için nazarî düşüncesiyle ve aklî hükmüyle hareket etmeyendir...

“Ledunnî İlahî ilmin başlangıcı, makamı olmayanın na­sibidir. O da herhangi bir şifada asla kayıtlanmamakur.” Ay­rıntılı bilgi için bölüme dönmelisin. Bu bölümden şu inci­leri çıkardım:

“Tabiî cisimlerin aslı nurdur. Eşyalar indikçe kesifleşir, müvelledât gibi. Nur zulmette gizlidir. Nur olmasaydı zulmet bilinmezdi. Zulmet gece için, nur gündüz için asildir. Heyulâ karanlığın aslıdır yani karanlık bir cevherdir ve şeffaf cisimler bu cevherden zuhur etmiştir. Zulmet idrak edilir ama onunla idrak edilmez. İçindekilerle beraber bütün mevcudat aslî nur­dandırlar. Varlıkların konumu Rububiyyeti ikrar etmektir. İki hayatın sonunun halleri ahrettedir. Sırrı incedir.”

Bu bölümle yerinde ona not düştüm. Bunun hakikati Kitabur- Rudûdve Te’yîdus-Sufiyyefil- Mecmu âtil-Hatimiyye 6e açıklan­mıştır. Allah, ihsanından bizi mahrum etmesin. Bu konuda ih­sanı bizi kuşatmıştır. Kendisinden istenen sadece O’dur.

İki Yüz Doksanıncı Bölüm

Musevî mertebeden nimetleri takrir menzilinin bilinmesi hakkındadır.

“Bize göre bütün işlerin aslı marifeliktir. Nekre ise araz ve gariptir.”

İki Yüz Doksan Birinci Bölüm

Muhammedi mertebeden dördüncü felek olan zamanın başlangıcının bilinmesi hakkındadır.

Şeyh (r.a.) şöyle demiştir:

“Bilmelisin ki, Allah veli dostunu başarıya ulaştırır. Çünkü her şeyin bir başlangıcı vardır. Tarikatta, O’nun bilinmesi ilim ve maariflerin en yücesidir. Çünkü âlem ve âlemdeki her tür, insan suretinde yaraulmışur. İnsan en son varlıktır. Hem zahirî hem de baunî olarak İlahî suret üzere olan sadece in­sandır. Allah onun için bir başlangıç kılmıştır. Sonradan yara­tılan insanla ezeli olan Hak arasında, sayısını Allah’tan başka hiç kimsenin bilmediği başlangıçlar vardır. Kavrayabileceğin ama aklının alamayacağı bazı başlangıçları açıklayalım. Kavra­yışının ermediği ve aklının kabul etmediği bazı hususlarda da susalım. En yükseğinden başlayalım ve en son dereceye ine­lim. Böylece şöyle deriz:

Her suretten ikinci mertebede başlangıç aynıdır. İster bu suret cinsiyet olsun ister neviyet olsun ister şahsiyet.

Zorunlu olan varlıkların başlangıcı, Hakk’ın vasfi olan ezeli hayattır. Etkili isimlerin başlangıcı âlemdir. Tenzihi sıfadarın başlangıcı, benzerliğin reddedilmesidir. Mekânların başlangıcı, alunda ve üstünde hava olmayan amâ’dır. Varlığın başlangıcı, mümkün varlıklardır. Mevcudann başlangıcı, ilk akıldır. Deh- rin başlangıcı, ezel ile ebed arasıdır. Zamanın başlangıcı, heyu­lanın sureti kabul etme zamanıdır. Tabiatın başlangıcı, ilk cis­min keyfiyetidir. Keyfiyetlerin başlangıcı, kudretin yaratmayla ilişkisidir. Kemiyetlerin başlangıcı, anlamların taksimidir. Fe­leklerin başlangıcı, kürsüdür. Unsurların başlangıcı, sudur. Gecenin başlangıcı, kızıl şafağın batmasıdır. Gündüzün baş­langıcı, güneşin aydınlatmasıdır, aydınlığı değil, müvelledâtın başlangıcı, hayvandır. İnsanın başlangıcı, malumdur. Ümmetin başlangıcı, İdris’in zamanıdır. Bu ümmetin başlangıcı, birinci nesildir. Dünyanın başlangıcı, Âdem’in yaratılışıdır. Günlerin başlangıcı, pazartesi günüdür. Ahiretin başlangıcı, diriliştir. Berzahın başlangıcı, uykudur. Ateşin başlangıcı, korku yeridir. Cennetin başlangıcı, oradaki menzillere yerleşmektir. Azap ve nimetin başlangıcı, sebeplerini görmektir. Dinin başlangıcı ise şüphesiz ki Allah’ın Resûlüdür.”

Şeyh, kalpleri ve onun başlangıçlarla ilişkisini ve kalplere hükmeden sebepleri açıklamaya devam eder ve şöyle der:

“Yaraükların Allah’a irca edilmesi sebeplerin müsebbibidir.”

Bu bölümün hakikatlerinden:

“İlim malumun üzerinde bulunduğu hal ile ilgilidir.

Her halin varlıkta olduğu gibi, bir benzeri vardır.”

İki Yüz Doksan İkinci Bölüm

Musevî mertebeden gayb âlemi ile şahadet âleminin ortak­lık menzilinin bilinmesi hakkındadır.

Bölümün hakikaderinden:

“Gözün kendinden kaybolmadığı ve eyne’nin sınırlamadığı varlık Allah’tır. Bütün hissî ve manevî suretler O’nun tezahü­rüdür. O her suretten -her surettte değil- natıktır. Her gözle görülendir. Her kulakla işitilendir. Konuşması duyulmamış ki akılla kavranabilsin. O’na hiçbir göz bakmamış ki sınırla­nabilsin. O’nun bir mazharı yoktur ki kayıdanabilsin. Hüve O’nun için gereklidir.”

İki Yüz Doksan Üçüncü Bölüm

Musevî mertebeden şahadet âleminin varlığının ve gayb âleminin zuhurunun sebebinin bilinmesi hakkındadır.

Bölümün hakikaderinden:

“Varlıkta, kendisiyle başka bir şey arasında irtibatın olma­dığı bir şey asla yoktur. Hatta Rab ile merbub arasında da. Bunun içindir ki, âlimdeki bilgi bilinenin suretine göredir ve malum ilim suretinde ortaya çıkmıştır.

Her mahlûkun nuru kendi zatıyla sınırlıdır. Başkası onunla nurlanmaz. Gözlerimizin ve güneşin varlığı beraber yayılan nuru ortaya çıkarır.

Aynı şekilde âlem yokluğu halinde de Allah için idrak edilendir. O ma’dumu’l-ayn’dır, Allah için müdrektir. Allah onu görür ve ilahi iktidar kendisine nüfuz etsin diye var eder. Buna göre aynî varlığın feyzi, yokluğu halinde Allah tarafın­dan görülenlere vaki olur. Yokluğu halinde âlemin Hak ta­rafından görülmesini dikkate alan kimse için bu kendisinde şüphe olmayan gerçek bir görmedir. Buna âlem denir. Hak, daha önce görmez iken sonra görmekle nitelenemez. Aksine O sürekli görendir. Alemin kıdemini savunanlar, buradan sa­vunmuşlardır. Alemin kendisindeki ve kendisi sebebiyle olan varlığına bakıp da Hakk’ın kendisini görmesi halinde, bu ha­lin âlem için olmadığını gören kimse ise âlemin hadis oldu­ğunu savunmuştur.”

Şeyh şöyle der:

“Ey kardeş bilmelisin ki, bu menzilin kalan kısmını tamam­ladığım gece menzilin bereketinden dolayı Resûltıllah’ı rüyamda gördüm. Sırt üstü uzanmışa ve şöyle diyordu: “Kulun, Allah’ın azametini her şeyde görmesi gerekir. Hatta mest üzerine mesh’te ve eldiven giymede de. ” Onun ayaklarında iki yeni siyah terlik ve ellerinde iki eldiven gördüm. Bu menzilde Allah’ın celalinin hak ettiği bilgileri yazmam nedeniyle sanki sevinçle bana işaret ediyordu. Sonra şöyle diyordu: “Dolunay doğmaya devam ettiği sürece, nefisler baştanlarda uyuyor ve çarşılarda güvendedir. Ka­ranlık olup da dolunay doğmadığında, hırsızlardan korkulur ve hırsızlardan korunmak amacıyla şehre girilmelidir. ” Bu sözler­den Resûlullah’ın şunu kastettiğini anladım: Hakk’ın müşahe­desi nefislere hakim olunca ve bu müşahede Hak’la ve Hak’ta gerçekleşince ve farklı tarz ve çok sayıdaki ilim dallarıyla O’nun Celali hakkında konuşulunca ve Allah’ı bilmenin bostanlarına girmeye çalışılınca, hırsızlardan korunmak amacıyla şehre giril­melidir. Hz. Peygamber, Hakkı, dolunaya-, bostanlardaki çeşit çeşit meyveleri, ilahi mertebenin içerdiği ilahi isimlere ve Ce­lal ve tazim sıfadarına benzetmiştir. Uykuda O’nun sözlerinden anladım ki, dolunay batağında bu Hakk’ın eşyadaki müşahe­desidir. Onun yanında huzur sahibi ve halis niyetli olmaktır. Karanlık cehalettir, Allah’tan gafil kalmakur ve hatadır. Hırsız­lardan korkmak fikri akılcılara ve surî keşif sahiplerine arız olan sapurıcı kuşkulardır. Bunlardan Hakk’ın mertebesinin hak et­tiği hususlarda fazla konuşmanın nefislere bir korku olmasın­dan dolayı zikretmiştir. Şehre girilmeli sözünden maksat şeriaun zahirine bağlanmak ve cemaate uymakla bu tehlikeden kurtul- makur. Cemaat, şehir halkıdır. Çünkü Allah’ın eli cemaatle be­raberdir. Sonra içindeki büyük mutluluk ve bu menzilin tazam- mun ettiği marifet nedeniyle Resûltıllah’ı bütün azalarıyla büyük bir endişe içinde olduğunu gördüm. Sanki gecedeydik ve dolu­nay doğmaktaydı. Hatta sanki gündüzdeydik. Dolunayın gö­ğün merkezinde parıldadığını görüyordum...”

Rüyanın gerisi için kitaba bakmalısın.

Sonra şöyle der: “Uyandım ve bu menzilde rüyayı kay­dettim. Gördüklerimden dolayı sevindim ve bundan dolayı Allah’a hamd ettim.”

İki Yüz Doksan Dördüncü Bölüm

Musevî mertebeden Mekkî Muhammedi menzilin bilin­mesi hakkındadır.

Bölümün hakikatlerinden:

“Allah âlemi ona duyduğu bir ihtiyaçtan dolayı değil ma­rifetine delil olarak yaram. Böylece varlık ve marifet mertebe­sinden eksik olan şey tamamlansın.

Yaratılış dünya ve ahirette süreklidir.

Allah’ın, akıl kuvvetine vermediği bir kuvveti vereceği başka bir varlığı yaratması caizdir. Böylece muhal vacip, vacip mu­hal olur, caiz de böyle olur.

İlmi, namütenahi şeylere taalluk eden Allah ne yücedir!

Mutlak yokluk, mudak varlığa delalet eder.

Allah’ı, Allah dışındaki şeyler içinde, mutlak yokluktan daha iyi bilen yoktur.”

İki Yüz Doksan Beşinci Bölüm

Muhammedi makamdan yüce sayıların menzilinin bilin­mesi hakkındadır.

Şeyh, bu bölümde Endülüs’ün batısında Şelb’in mekânlarında bulunan garip bir hayvandan bahseder. Bu hayvanın üst ta­rafını yiyen yıldız ilmini öğrenir. Ortasını yiyene bitkiler ilmi verilir. Alt tarafını yiyene ise yerin altında olan suları çıkarma ilmi verilir.

Bundan sonra Şeyh, ilahi âlemlerin yaratılışından bahse­der. Koruyucu melekler, hebâ, akıl, nefis, küll cisim ve şekil­leri, felekler, burçlar feleki olan adaş felekleri, mükevkeb felek, arş, kürsü, gökler, tabiat, rükünler, basit ve mürekkep unsur­ların yaratılışından bahseder.

Bu bölümün hakikatlerinden:

“Halvetin sonu yoktur. Çünkü o tevehhüm edenin var­masıdır.”

Bölümde müvelledât, felekler ve yıldızlar geniş bir şekilde incelenmiştir, “insana gök, felek ve yıldızlarla ilgili ilmi ilk öğ­reten îdris aleyhi selamdır. Çünkü akıllar düşünmekle bu ilmi elde edemezler. Müneccimler de bu ilmin hakikatini kavra­yana azlar.”

İki Yüz Doksan Altıncı Bölüm

Musevî mertebeden ahiret hayatında saadet ehlinin sıfada- rının şeka ehline intikal menzilinin bilinmesi hakkındadır.

Bölümde:

“Cennetin dereceleri cehennemdeki derekelerin sayısın- cadır.” Şeyh burada ince bir sır zikretmiştir. Şöyle ki: “Hiç­bir derece yoktur ki, karşılığında bir dereke olmasın. Çünkü emir ve nehiy söz konusu olduğunda insan ya emri yapar ya da yapmaz. Eğer emri yaparsa karşılığında bu amele özgü be­lirli bir derece kazanır. Bu özel amele karşılık bu belirli dere­cenin karşılığında, insan bu ameli terk ettiğinde cehennemde düşeceği bir dereke vardır. Cennetteki bu belirli dereceden bir taş düşse, cehennemdeki o derekenin istiva çizgisine varır. İnsan emrolunduğu işi yapmaktan düştüğünde ve yapmadı­ğında, bu ameli terk etmesi bu derekeye düşmesinin ta ken­disi oldu. Allah şöyle buyurmuştur: “Bumın üzerine baktı ve onu cehennemin ortasında gördü”[83]

Şeyh, itikatlar ve amellerden yapılması gerekenleri ve iti­katlar ve amellerde, yapılmaması gereken zıtlarını zikretmeye devam eder. Bunları garip bir şekilde tasvir eder. Bu konuda kitaba bakmalısın.

Bölümün hakikaderinden:

“Aziz ve arif evladımız Şemsuddîn İsmail b. Sevdekîn et- Tevrî[84] [85], daha önce tahkik ettiğim bir konuya tahkik etmediğim bir yönden dikkatimi çekti. Biz o meseleyi bu kitapta harfler bahsinde zikretmiştik. O, “fiilin kula nispeti manasında” fiilde tecellinin mümkün olup olmadığı meselesidir. Bir yönden nef- yederdim, bazen teklifin gerektirdiği ve talep ettiği yönden ispat ederdim. Çünkü amelle teklifin, Hâkim ve Alim’den gelmesi mümkün değildir. Çünkü Hâkim ve Alim’in, yapmayacağını ve amel etmeyeceğini bildiği bir kişiye yap ve amel et demesi mümkün değildir. Çünkü onun buna gücü yoktur. Allah’ın kula yapma emri verdiği sabittir. “Namazı dosdoğru kılınız, zekâtı veriniz” [86] “Sabredin, sabırda yarışın ve gözetleyin”[87] “Ci- had edin”87 gibi. Emirde, ondan etkilenenin, fiili yapması ve fiili yapanın fail ve amil olarak isimlendirilmesi yönünden bir ilgisi bulunması gerekmektedir. Durum böyle olunca, bu öl­çüdeki nispet nedeniyle onda tecelli gerçekleşir. Bu yolla fiilde tecelliyi ispat ederdim. Bu son derece açık ve razı olunmuş bir yoldur. Sonradan meydana gelen kudretin, yapılması istenilen fiille nispet ilişkisine delalet eder. Muhalifin delilinin son de­rece zayıf, ihtilaflı ve dayanaksız olduğunu gördüm. Adı geçen İsmail Ebû Sevdekîn bu mesele hakkında benimle müzakere ettiği bir günde bana şöyle demişti: “Fiilin kula nispetine ve ona izafetine ve onda tecellisine hangi delil daha kuvvedidir. Çünkü Hakk’ın mahlûkau kendi suretinde yaratması sıfatın- dandır. Eğer ondan fiil soyudansaydı, O’nun suretinde olması caiz olmazdı. İsimlerle ahlaklanmayı kabul ettiğinde, hem size göre hem de sufilere göre, insanın suret üzere yaraulmış olduğu ve isimlerle ablaklanması kesinleşti.” Bu uyarıyla ne kadar se­vindiğimi ve neler hissettiğimi hiç kimse bilemez.”

Bu tahkiki yapan fakir şöyle der: Bu incelemede zikredilen­ler, teklifin nispetini anlamada her şeyin yerine geçer.

İki Yüz Doksan Yedinci Bölüm

Muhammedi mertebeden en yüce mertebede İnsanî leta­fet tesviyesinin menzilinin bilinmesi hakkındadır.

Bölümün hakikaderinden:

“Âlemdeki bütün suretler, mevcut ve madum olmayan hal­ler ve nispederdir. Her ne kadar herhangi bir yönden müşahede ediliyorlarsa da başka bir yönden müşahede edilmezler. Zamanın kendisi hem bu surederin yok olmasıdır hem de var olmasıdır.”

Bölümün hakikaderinden:

“Kaf Dağı, Efendimiz Ebû Medyen’e (r.a.) icabet eden yılan.”

“İlahî mazharlardaki tecelliler, mahlûkat için zamanlarla beraber ortaya çıkan itikatlar miktarıncadır.”

Şeyh, diğer dillerdeki lafiz ve yazılmış rakamlar olan isim­lerin isimlerini incelemiştir.

İki Yüz Doksan Sekizinci Bölüm

Muhammedi mertebede ulvi âlemden zikir menzilinin bi­linmesi hakkındadır.

Bu bölümde hakikader vardır. Onlardan bazıları şunlardır:

“İki yurt ehliyle beraber kurulmuştur. Toplanma yeri or­tadan kalkmış ve tamamıyla ateşe dönüşmüştür. Sabit yıldız­lar felekinin bitim yerinin altından esfele-i safîlinin son nok­tasına kadar her yer, cehennem olarak isimlendirilen tek bir yurt olmuştur...”

İhtisarı yapan şöyle der: Buradan ateşin hangi yerde var ola­cağını izliyorum ve zahiren bildirilmediğini anlıyorum.

Bu bölümde yerin yaraülışıyla ilgili son derece dakik ince­lemeler vardır. Onlar şunlardır:

Buradan yerin suyun köpüklenene kadar dalgalanmasın­dan yaraüldığını öğreniyorsun. Bu köpük yerin ta kendisidir... Şeyh, köpük, su, hava ve ateşi kısımlandırır. Buradan çocuklar, babalar, amcalar ve dedeler gibi akrabalık mertebelerini tafsi- ladı olarak anlatır. Bu konuda kitaba bakmak gerekir.

İki Yüz Doksan Dokuzuncu Bölüm

Muradî Muhammedi mertebede, Süryanî makamdan mü­minlerin azabı menzilinin bilinmesi hakkındadır.

Bölümde Kuranın indirilişini anlatmış ve incelemeyi “Onun yakalaması elem verici ve şiddetlidir”[88] ayetine tahsis etmiştir. Bu bir sırdır. Kitapla bu sırra döner.


ÜÇÜNCÜ CİLDİN BÖLÜMLERİNİN ÖZETİ

Üç Yüzüncü Bölüm

Muhammedi mertebeden ulvî âlemin bölünmesinin men­zilinin bilinmesi hakkındadır.

Şeyh, bu bölümde bu mertebenin müştemilatını açıkla­mıştır. Bu da mertebenin kapısını açmaksızın olan ilimler­dendir. Mertebenin ihtiva ettiğine gelince, onu ihtisar ama­cıyla zikretmemiştir.

Üç Yüz Birinci Bölüm

Nimet ehliyle azap ehli arasında taksim edilmiş kitabın menzilinin bilinmesi hakkındadır.

Bu bölümde, insanın suret üzere yaratılmasını incelemiş­tir. Bunun manası kulun Hak ile sınır ve hakikatte müşte­rekliliğinin olmamasıdır. Çünkü Allah’ın zatının bir sınırı yoktur, insan ise sınırlıdır. İnsanın suret üzere yaraülmasının tefsirinde şöyle demen doğru olmaz: Sen zatsın ve O da zat­tır. Veya sen sıfat sahibisin, O da sıfat sahibidir. Son olarak sen sensin, O, O’dur.

İhtisarı yapan fakir şöyle der: İnsanın suret üzere yaranl- ması konusunda Şeyh’in incelemeleri çoktur. Bütün bunlar, ilahi makamların genişliği hasekiyledir.

Uç Yüz ikinci Bölüm

Muhammedi, Musevî ve İsevî mertebeden en yüce âlemin gidişinin ve en aşağı âlemin varlığının menzilinin bilinmesi hakkındadır.

Bölümün şiirinden:

Böyle bir şeyde, kardeşim

Nefisler ve heyecanlar fena olur

Helak olan ne kadar akıllı var

Denizinde, dalgaların ortasında

Nefis üzerinde göremezsin

Onda yok olma güçlüktendir.

Bölümün hakikaderinden:

“Gayb, şahadet âleminin zarfidır. Şahadet âleminde hiçbir zaman gayba çevrilmeyen, kendi kendine kaim olan her zat­tır. Bunlar özel anlamda cevherlerdir.”

Sınırlayan aletleri zikreder. Bunlar ne kadar, nasıl, nerede, ne zaman, vaz, izafet, araz, etkenlik, edilgenliktir. Bütün bun­lar nispetlerdir, dış varlıkları yoktur. Bunların hükmü, Hak, onları gaybında izhar ettiğinde, bizzat cevherin zuhuruyla or­taya çıkarlar.

Sonra şöyle der:

“Muhdes varlıkta, kendisine tabi olan nispetlerden ve cev­herin ayan ından başka bir şey yoktur. Öyleyse gayb, içinde­kilerle beraber, kendisini bilenle uyumlu bir sureti kapsıyor gibi oldu. Çünkü Hakk’ın kendisini bilmesi âlemi bilmesi­dir. Alem âlimin suretinde —onu bilmesinden dolayı-ortaya çıktı. Onun cevherden sureti zatıdır. Ne kadardaki (kem) su­reti isimlerinin sayısıdır. Nasıldaki (keyfe) sureti “O her gün bir iştedir”[89], “Size boşalacağız ey ins ve cin topluluğu”[90], “Rah­man arşa istiva etti”[91] sözüdür. Allah’ın kendisinden bildir­diği bu ve benzeri ayetler çoktur. Neredenin (eyne) ise (Al­lah Amada idi), “O gökte olan Allah’tır” sözüdür. Zamanın sureti (Allah ezelde vardı), vaz’ın sureti “Allah Musa ile ko­nuştu”[92], “Allah’ın kelamını işitinceye kadar tııt”[93] sözüdür. Bütün şeriatlar vaz’ıdır. İzafetin sureti, yaratılmışların yara­tıcısı, mülkün malikidir. Etkinin “terazi Ö’nun elindedir, öl­çüyü indirir ve kaldırır”^. Edilgenliğin sureti (çağrıldığında icabet eder, istendiğinde verir, mağfiret dilendiğinde mağfi­ret eder)dir.”

Sonra şöyle devam eder: “Allah’ın dışında her şey, var edi­cisinin sureti üzere ortaya çıkü. O, kendisinden başka bir şeyi izhar etmemiştir. Alem, kemal üzere hakkın mazharıdır.’’

İhtisarı yapan fakir şöyle der: Hak ve âlemle ilgili olan bü­tün bu incelemeler, tafsili isimlerin ve zatî izzetin tecellileri nis- petince doğrudur.

Uç Yüz Üçüncü Bölüm

Muhammedi mertebeden Cebrailî arifin menzilinin bi­linmesi hakkındadır.

Bölümde detaylı incelemeler vardır. Oraya bakmak gere­kir. Bölümde, beşikte konuşanlar zikredilmiştir. Şeyh’in kızı da onlardandır.

Üç Yüz Dördüncü Bölüm

Musevî makamda zenginliğin fakirliğe tercih ve İsevî mer­tebeden fakirliğin zenginliğe tercih menzilinin bilinmesi hak­kındadır.

Bölümün hakikaderinden:

“Akılların iyice düşündüğü emir, İlahî nispete dönüşmez. Böylece, Allah’ın aklen muhal olan şeye de kadir olduğunu biliriz. Halan iğne deliğine sokması gibi.”

Üç Yüz Beşinci Bölüm

Muhammedi mertebeden sufilerin kalplerine hallerin peş peşe geliş menzilinin bilinmesi hakkındadır.

Bölümün hakikaderinden:

“Arif, tezahürler olmaksızın, zatını O’nun zatına ait bi­lendir.

Ruhî letafetinde insana ait unsurî mürekkebin ayrılması ve bölünmesi konusunda bazı gariplikler zikreder. Feleklerde insana ait suretlerin çokluğunu da zikrederek şöyle der: “An­cak bizim kürsüde bir suretimiz vardır, arşta bir suretimiz var­dır, heyulada bir suretimiz vardır, tabiatta bir suretimiz vardır, nefiste bir suretimiz vardır, akılda bir suretimiz vardır -ki bu ikisine levh ve kalem denir- amâda bir suretimiz vardır, yok­lukta bir suretimiz vardır.”

Bu bölümde ilahi rahmetin kapsamlılığı konusunda ge­niş bir ayrıntı vardır.

Uç Yüz Altıncı Bölüm

Musevî mertebeden Mele-i Alanın çekişmesinin menzili­nin bilinmesi hakkındadır.

Kendisinde Mele-i A’lanın çekiştiği amellerin türleri açık­lanmıştır.

Uç Yüz Yedinci Bölüm

Musevî-Muhammedî mertebeden meleklerin Muhammedi durağa iniş menzilinin bilinmesi hakkındadır.

Bu bölümde gök ve yer meleklerinin türleri açıklanmışür.

Muhtasarı derleyen şöyle der: Bu teshir yönünden böyle- dir. Bütün melekler nurdurlar. Mekâna sığmazlar...

Şeyh, âlemler arasındaki yükseliş yerlerini zikretmede kendi­sini yükselmeye kaptırmıştır. Aynı şekilde inmeye de. Son olarak Şeyh, her varlıkta bulunan ilahi yönü anlatmıştır ve bu yönden ariflere özgü olan yükseliş yollarının temelini atmıştır.

Uç Yüz Sekizinci Bölüm

Muhammedi mertebeden külli âlemin karışma menzilinin bilinmesi hakkındadır.

Şeyh’in şeriata bağlılığını ispat etmede bölümün şiiri ger­çekten çok önemlidir.

Bölümde:

“Allah katında menzillerin en yükseği, Allah’ın, kulunu sürekli olarak ubudiyetinin müşahedesi üzere korumasıdır.” Sonra şöyle der:

“Yaratılmış varlığın şerefi, sadece Hak’tan olan özel yönü sebebiyledir, yoksa benzeri olarak yaratılmış olması sebe­biyle değildir. Bu şerefte ilk varlıkla son varlıklar eşittir... Kâmil insan, kıyametinin fayda verdiği ve tövbesinin ka­bul edildiği yerde -ki bu dünya yeridir- kıyameti çabucak getirilendir.”

Şeyh, tabiî cismin mizacını ve oluşumunu anlatmıştır. Öyle ki, kavrayabilmek için kitabın tafsilatına dönmekten başka yol yoktur.

Uç Yüz Dokuzuncu Bölüm

Muhammedi mertebeden Melamiyye menzilinin bilin­mesi hakkındadır.

Tarikat yolcularının ubbad (ibadet edenler), sufîyye, Mela­miyye olarak taksim edilmesi. Daha çok Melamiyye’nin halle­rini açıklamıştır. Döneminin adamlarından bahsetmiştir.

Uç Yüz Onuncu Bölüm

Musevî mertebeden ruhanî çan sesi menzilinin bilinmesi hakkındadır.

Bölümde ruh türlerini, nübüvvet ve risalet mührünü ve ilhamın devam ettiğini incelemiştir. Keşfin Kitap ve sünnete uygun olmasının zaruretini açıklamıştır.

Uç Yüz On Birinci Bölüm

Muhammedi mertebeden gaybî özel yaratılışların bilin­mesi hakkındadır.

Bölümde kendisine ait bir şiir beyti zikretmiştir:

Her asırda kendisiyle çıkılan biri vardır

Ben geri kalan asırlar için o birim.

Bu kâmil manada bir ibadetle elde edilir.

Bu bölümün hakikatlerinden:

Ayrıcalıklı yaratılışlar, her makam ve halin başlangıcın­dan ibarettir.

“Suretinde ilahi hakikate dayanmayan bir emrin, âlemde olması imkânsızdır. Emir bu suret üzere olur. Eğer olsaydı, varlıkta Allah’ın ilminin dışında kalan bir şey olacaktı. Çünkü eşyayı bizzat ilmiyle bilmiştir. Kendisi ilmidir. Biz, Ö’nun il­minde, hebâdaki suret gibiyiz. Ey genç! Sen, senin kim oldu­ğunu bilseydin, O nun kim olduğunu bilirdin. Çünkü Allah’ı ancak kendini bilen bilebilir.”

Uç Yüz On ikinci Bölüm

Muhammedi mertebeden vahyin velilerin kalplerine inme keyfiyeti ve bu konuda onların şeytanlardan korunma menzi­linin bilinmesi hakkındadır.

Bölümün hakikaderinden:

“Mümkün, sübutu yönünden Hakk’ın aynısıdır, Ö’ndan başkası değildir. Yokluğu yönünden muhalin aynısı da değil­dir, başkası da değildir.”

Bölümün hakikaderinden:

“Mümkün varlıkların suretlerinin Hakk’ın sureti üzere zu­hur etmesi için, Hakkın yokluk aynasında tecellisinden bu zikrettiklerimizi bilene, bütün bunlar kolaylaşır. İşin aslını öğ­renir ve ebedi olarak dinlenir. Ayrıca, mümkünün, ne varlığı halinde ne de yokluğu halinde imkân mertebesinden çıkma­dığını bilir. Tecelli ona arkadaşlık eder, haller ona döner ve ona gelip çatar. O, varlıkla yokluk arasında bir haldedir. İşte varlık bu varlıktır.”

Bu bölümde Şeyh’in kendisiyle cinlerden bahsettiği bir ha­dis vardır.

Bölümün hakikaderinden:

“Her berzahı âlem, münasebet yakınlığından dolayı, imkân mertebesini, kendisinin dışındaki varlıklardan daha iyi bilir.”

Uç Yüz On Üçüncü Bölüm

Muhammedi mertebeden Nuh ve ağlama menzilinin bi­linmesi hakkındadır.

Bölümün başında, ruh olarak babaların ilkinin Efendimiz Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem) olduğunu zikreder.

Üç Yüz On Dördüncü Bölüm

Muhammedi mertebeden meleklerin, nebilerin ve velilerin dereceleri arasındaki fark menzilinin bilinmesi hakkındadır.

Bölümün hakikaderinden:

“Bütün âlemi içinde toplayan büyük felek, İlahî isimler feleğidir.

Isra hem ruh hem bedenle gerçekleşmiştir.”

Miraç, rüyet ve “Kalp gördüğünü yalanlamadı”[94] ayetinin açıklanması bölümün sırlarındandır.

Bölümün hakikaderinden:

“Bilmelisin ki, velilerin miracı gayrederledir. Nebiler de ne­biler ve resuller olduklarından dolayı değil, veli olduklarından dolayı bu miraca ortaktırlar. Veli, amelinin Burak’ı ve sıdkı- nın Refref’i üzerinde manevî bir miraca çıkar ve bu miraçta özel çabaların getirdiği velayet ve teşrif etme mertebelerine ulaşır. Bu miraçlar muhtelif ve birbirine komşu olan üç mi­raçtır. Dördüncü miraç, isimlerin onlara yönelmesi miracıdır. Böylece İlahî isimler nurlarını meleklerin miraçlarına doldu­rurlar. Fakat teklif ve mutluluğa yaklaşman ameller olan şeri­atların nurları özeldir.”

Şeyh, bu konuda uzun uzun konuşur, kitaba bakmalısın.

Daha sonra şöyle der:

“İlahî isimlerin her miraçta zuhurları vardır. Bundan do­layı, zikrettiklerimizden her grup, değişik zamanlarda vasıta­sız olarak Rablerinden haber vermişlerdir...”

Uç Yüz On Beşinci Bölüm

Muhammedi mertebeden azabın zorunluluğu menzilinin bilinmesi hakkındadır.

Bölümde, Rabbinden ateşten azat vesikasını isteyen ahma­ğın gariplikleri anlaulmıştır.

Elini fercine temas ettirerek ölüye zina iftirasında bulunan kadın gasilin (yıkayan) hikâyesi ve cezasının iftira cezası ve eli­nin çözülmesi hakkındaki Efendimiz İmam Malik’in (r.a.) fet­vasını zikreder.

Bölümde şu olay da anlatılır: Bir kadın uykusunda ateşten azat vesikası alır. Hiç kimse elini açmaya güç yetiremez. Şeyh, elini açacak şeyi kadına söyler. O da elini ağzına koyar. Niyeti kâğıdı yutmaktır ve bu fiilen gerçekleşir.

Uç Yüz On Altıncı Bölüm

Mertebelerin en parlağı olan mücmel Muhammedî-Musevî mertebeden İnsanî levh-i mahfuzda İlahî kalemle nakşedilen ayırıcı sıfadarın menzilinin bilinmesi hakkındadır.

Bu bölümde namaz kılanların halleri açıklanmıştır.

Uç Yüz On Yedinci Bölüm

Ibtila ve bereketlerinin menzilinin bilinmesi hakkındadır. Bu mertebe kutbun solundaki imamın mertebesidir

Bölümün hakikatlerinden:

“Allah, gaybde âlemden gizlenmiş olsaydı, âlem yok olurdu. Bu zahir isimden dolayıdır ki ebedi ve var olarak hâkimdir; batın isminden dolayı da ilim ve marifet olarak hâkimdir. Za­hir ismiyle âlemi ayakta tutmuştur ve baun ismiyle bunu bili­riz ve nur ismiyle de müşahede ederiz.”

Bölümün hakikatlerinden:

“Âlem a’yanda ve nispetlerde mahsurdur. A’yan, vücut olarak vardır. Nispetler ise makûldurlar ve yokturlar. Hayat a’yan için, ölüm de nispetler içindir. Toplanmak hayattır, ay­rılık ise ölüm.”

Bölümün hakikaderinden:

“Aynı şekilde ruh da, Kıyamet Günü bu ölü bedenlere doğar ve onlar onunla dirilir. Bu yeniden dirilmenin ve basın ta kendisidir.

Bilmelisin ki Allah, suretleri boynuz suretinde yaratu. Ya­kınlık veya sebep nedeniyle bir şeyin başka bir şeyin ismiyle isimlendirilmesi babından sureder olarak isimlendirildi. Bu boynuz, ölümden sonra veya uykuda ruhların kendisine inti­kal ettiği bütün berzahı surederin mahalli olunca, suretin ço­ğulu olan sureder olarak isimlendirildi. Bu suretin şekli boy­nuzun şeklidir. Alemin şekli üzere üstü geniş, alu dardır. Arşın genişliği nerede, yeryüzünün darlığı!

Güçler, ruhla beraber ölümde ve uykuda bu berzahı su­retlere intikal ederler. Bundan dolayı, bütün güçlerle eşit bir şekilde sürekli olurlar. Böylece gerçeği sana bildirmiş oldum. Tenasüh düşüncesini savunanlar buradan hata yapmışlardır. Peygamberlerin, ruhların bu berzahı suretlere intikal ettikle­rine, orada ruhların ahlaklarının suretleri üzere olduklarına dikkat çektiklerini gördükleri ve duydukları zaman ve bu ah­lakı da hayvanlarda gördükleri zaman, peygamberlerin, nebi­lerin ve âlimlerin sözlerinde kastedilen şeyin ruhların dünya hayaunda bu hayvanlara intikali olduğunu ve bu ruhların öz­gür kılmaya yönelik olduğunu zannetmişlerdir.”

Bölümün hakikaderinden:

“Bilindi ki bütün eşyada hayat iki türlüdür:

Birincisi, bir sebepten kaynaklanan hayat: Bu zikrettiğimiz ve ruhlara nispet ettiğimiz hayattır.

İkincisi, bütün cisimlere ait olan zatî hayatur.”

Uç Yüz On Sekizinci Bölüm

Muhammedi olan ve Muhammedi olmayan şeriatın nefsanî gayelerle nesh edilmesi menzilinin bilinmesi hakkındadır. Al­lah ihsanıyla bizi ve sizi bundan korusun.

Şeyh (r.a.) bu bölümde Nebevi hadislere kuvvetle sarıl­mayı açıklar ve dört mezhebin doğruluğunu ispat etmeye ça­lışır. Çünkü bu mezhepler hadis-i şerife dayanmaktadırlar. Bu konuda salihlerin rüyalarında geçen sahneleri zikreder. Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) sureti üzere meydana gelen bir sureti ve bundan pek çok şefi hükmü aldığını anlatır. Bunları hadisçi ve fıkıhçılara sorar ve sıhhaderini tahkik eder.

Üç Yüz On Dokuzuncu Bölüm

Nefsin şeriatın yönlerinden birisinin kaydından başka bir şekilde kurtulma menzilinin bilinmesi hakkındadır. Tevekkül amacıyla rızkı sağlayan sebebi terk etmek, rızkı sağlayan bir sebeptir. Bununla vasıflanan kişi, sebeplerin bağından çıkma­mıştır. Allah’ın Rezzak olması hasebiyle O’nun karşısında otu­ran malûldür.

“Hakk’a ait mudak hakkında zikredilen sınırlandırmalar, ancak İlahî mertebelerdedir, zatta değil...

Hakk’ın zan nitelemelerden uzaktır ve kayıtlanamaz.’’

Bölümde insanın İlahî suret üzere yaratılmasından anladığı şeyin şu olduğunu söyler: “İlahî isimler, O’na yönelir ve on­lardan O’nda bir etki kalır. Bu ince bir manadır.”

Üç Yüz Yirminci Bölüm

İki kabzanın teşbihinin ve birbirinden temyiz edilmeleri­nin menzilinin bilinmesi hakkındadır.

Bölümün başındaki şiirden:

Benzeri olmayan zat hakkında düşünmek

Bilgisizliktir, aklın peşinden koşma

Kalbi boşaltma kapısından gir, görürsün

Müşahede bilgisini, şayet kapısı açıksa

Şeyh, cehennemdeki azap türlerini, kimin azap göreceğini ve organların kişinin aleyhine şahadetini anlatmışür.

“Organlar, azap gören nefse komşuluğundan dolayı acı çekerler.”

Bölümün hakikaderinden:

“Orada cevher, cisim ve arazdan başka bir şey yoktur.”

Bu bölümde cehennemde ebedi olarak kalma ve azabın son bulma meselesini de aldın özel kuvvetinden dolayı güç yetire- meyeceği şekilde incelemiştir.

“İnsan-ı kâmil, âlemin bütün tesbihaüyla Allah’ı teşbih eder. Çünkü bundan perde kalknğı zaman, o âlemden bir nüshadır.”

Bölümde İbn Berrecan’ın[95] el-hakkul-mahluk bih olarak isimlendirdiği ve Sehl et-Tüsterî’nin[96] adalet olarak isimlen­dirdiği şey de incelenmiştir. Fakirin bundaki zevki, tek zatın mertebeleridir.

Üç Yüz Yirmi Birinci Bölüm

Muhammedi mertebeden şahadet âlemiyle gayb âlemi ara­sındaki farkın menzilinin bilinmesi hakkındadır.

Bölümde:

“Salik, nefsini sadece Allah’la sınırlandırır. Gayb âleminden çıkanı bilmek için gayb âlemiyle şahadet âlemi arasında veh- medenin yerinde durur.” Burada geniş incelikler vardır.

Daha sonra Şeyh (r.a.) şöyle der:

“însan bu makamda durduğunda ve onu gerçekleştirdi­ğinde, Hak kendisini alarak kendisiyle onun dışındaki şey­ler arasına diker yani kulun kendisinden başkaları arasına. Burada kul kendisini ve aynını görür ve Allah’ın diktiği bu makamda O’nun kabzasının dışındadır. Alemden O ndan başka varlıklar birlikte görür ve burada da yine kendisidir. Adem’in kendisini ve zürriyetini Hakk ın kabzasında görmesi gibi. O, kendisini Hakk’ın kabzasının dışında gördüğü du­rumda, kendisini içinde gördüğü Hakk ın kabzasının dışın­daydı. İlahî bir haberde geldiği gibi, bu makam, keşif ma­kamlarının en üstünüdür. Bu makam Ebû Bekir es-Sıddîk’in (r.a.) makamıdır.

Şeyh, kevnî arazları inceleyerek uzun uzun anlatır. On­lar vücudî aynî emirler midir yoksa var olma ve yok olma ile vasıflanmayan fakat nispetler olduğu için akledilebilen hal­ler midir?

Uç Yüz Yirmi ikinci Bölüm

Muhammedi mertebeden Hakk’ı halka satan kimsenin menzilinin bilinmesi hakkındadır.

Şeyh (r.a.), bu bölümde peygamberlere tabi olmanın zo­runluluğunu incelemiş ve keşiften uzak gruplara isnat edilen aklî delilleri detaylı olarak vermiştir.

Uç Yüz Yirmi Üçüncü Bölüm

Muhammedi mertebeden müjdeleyicinin müjdelenene ver­diği müjdenin menzilinin bilinmesi hakkındadır.

Bu bölümde İlahî irade ve meşiet, kulun bundan nasibinin ve şartlarının neler olduğunu incelemiştir. Şeyh (r.a.), ahadiyyet ile vahidiyyet arasındaki farkı ve Efendimiz Sehl b. Abdullah et- Tüsterî’nin nail olduğu kalbin secdesini incelemiş ve Rabbine şöyle dua etmiştir: “Allah, bizi bununla müjdelediği kişilerden ve ebediyete kadar uyuyup uyanmayanlardan eylesin!”

Uç Yüz Yirmi Dördüncü Bölüm

Asımiyye mertebesinden bazı ilahi mertebelerde kadınların ve adamların toplanma menzilinin bilinmesi hakkındadır.

Bu bölümde kadınlann özellikleri ve Allah’ın kendilerine ver­miş olduğu infialleri incelenmiştir. Bu dakik bir incelemedir.

Uç Yüz Yirmi Beşinci Bölüm

Muhammedi mertebeden Kur’ân menzilinin bilinmesi hakkındadır.

Şeyh (r.a.) Ktır’ân’ın ayrıntılarını ve iniş mertebelerini zik­retmiştir. “ilahları tek bir ilah mı yaptı. Kesinlikle bu tuhaf bir şeydir"[97] ayetini zikretmiş ve bu ayeti başka bir bölümde “ke­sinlikle bu tuhafbir şeydir” ayetiyle ilgili olarak zikrettiği onla­rın sözlerine nispet etmiştir.

Bunun Şeyh’e özgü bir sahne olduğu şeklindeki yorumum daha önce geçmişti. Burada ayetin tümünü birleştirdim ve Allah’ın onların dili üzere olan hikâyesi oldu. Şeyh’in ince­leme sahnelerine dikkat etmelisin!

Bu bölümde Kelamtıllah’ın yani Kur’ân’ın ve iniş mertebe­lerinin incelenmesine ayrılmış bir fasıl vardır. Bu fasılda bazı gariplikler göreceksin ve fasla dönme ihtiyacı hissedeceksin.

Uç Yüz Yirmi Altıncı Bölüm

Muhammedî-Musevî mertebeden muhavere ve münazaa menzilinin bilinmesi hakkındadır.

Bölümde:

“Külli nefis aldın eşidir. Aralarında tabiat doğmuştur.”

Fetihler üçtür: Halâvet fetihleri, mükâşefe fetihleri ve ibare fetihleri. Bunların güçlerinde bazı istidatlar vardır. İlahî bir tak­dir olarak hayatı kendi nefsi üzere tutarlar. Bu ince bir sahne­dir ve bölümün sonunda tekrar bu konuya dönmektedir.

Derim ki: Diri ve Bakî olan, her diride bütün hayatı taşı­yandır. Hüküm Allah’ındır. Bu tecellinin zevkine varan kişiye bunu hazırlamaya devam etmek kalır. Böylece Allah’ın haya­tıyla yaşar. Her zaman kendisinden istenen O’dur.

Uç Yüz Yirmi Yedinci Bölüm

Muhammedi mertebeden med ve nasif menzilinin bilin­mesi hakkındadır.

Bölümde:

Ktır’ân’ın sûrelerinin besmeleyle taçlandırılması, sûrede bü­tün zikredilenleri kapsayan rahmete işarettir. Şeyh, bu mesele­deki incelemesini tıhrevî rahmetin kapsamlılığına kadar götürür.

Şeyh, kendisine gelen ilahi bir varidi de anlatır. Bu vari­din nihayetinde ince tahkikadar yapar. Bölümde Şeyh’in (r.a.) Esma-i Hüsna’da varid olan şeylere bağlılığı da anlatılmıştır.

Alimlerden birinin —ki bu el-Kâdî Ebû Bekir b. Et-Tayyib’dir[98]- Allah’ın yaraulmışlara özgü bir şifan çağrıştırmayan bütün isim­lerle isimlenebileceği görüşünde olduğunu belirtir.

Bölümde şu konular da anlaülmıştır:

“Allah, eşyayı ilmiyle takdir etmiş sonra da hikmetiyle var etmiştir. Onları iki uç ve iki ucu birleştiren bir vasıta olarak yaratmıştır. Bu vasıtanın her yöne dönük bir tarafi vardır. Bu berzahî vasıtada insan-ı kâmilin yaratılışı vardır. Böylece o, ge­nel olan takdirle, özel olan yaratmayı bir araya toplamıştır.”

“Derim ki; bu insan-ı kâmilin mertebesine özgüdür. O da hilafettir. Hayvani yaratılış ise her hayvanda geneldir.”

Bölümde, özel bir yönden âlemin yaratılışı incelenmiştir. “Allah, yeryüzünü kapsayıcı bir dairenin bir noktası yapmış­tır. O daire de arştır. Arşla yer arasında rükün ve felek daireleri vardır. Onları da âlemde yaratnğı cinslerin türleri olan şahısla­rın mahalli yapmıştır. Allah biri genel-kuşatıcı, diğeri özel-şahsî olmak üzere iki şekilde tecelli etmiştir. Genel tecelli Rahmani tecellidir. Bu “Rahman arşa istiva etti”[99] ayetidir. Özel tecelli ise her şahsın, Allah’ı bilmede bir şeklinin olmasıdır.” Şeyh (r.a.), bu özel tecellinin ayrıntılarını akılları hayrette bıraka­cak şekilde açıklamaya devam eder.

Bölümün hakikatlerinden biri:

“Kim ilahi isimlerin bilgisini haizse, en mükemmel şekilde Allah’ı bilmeyi de haizdir.”

Uç Yüz Yirmi Sekizinci Bölüm

Muhammedi mertebeden, ayrıştırma halinde mürekkep varlıkların basit varlıklara dönüşmesi menzilinin bilinmesi hakkındadır.

Bu menzile girmek, orada kaldığın sürece, ölümden korur.

Bölümün hakikaderinden:

“Bilmelisin ki, mürekkep varlıklar tahlil edilince, suretin zatını yok eder, cevherin zatını yok etmez. Allah, bunu Allah’ı bilenler için bir örnek kılmıştır. Çünkü mümkün varlıkların terkibi, Hakk’ın varlığı olarak zuhur eder. Böylece zuhur eden sureder, Hakk’ın varlığında zuhur eder. Hak ile halk arasında bir münasebet olunca, bu surederin varlıkları yok olur ve ge­riye mümkün varlıklar ve Hakk ın varlığı kalır. Çünkü O, âlemlerden müstağnidir şeklinde vasıflanmıştır.”

Bölümün hakikaderinden:

Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) kendileriyle sahabesinin karşısına çık­tığı iki kitap olayını zikrettikten sonra şöyle der:

“Resûlullah’ın getirdiği o kitapların birinde cennediklerin isimleri, babalarının, kabile ve aşiretlerinin isimleri vardı. Di­ğerinde ise cehennemliklerin isimleri, babalarının, kabile ve aşirederinin isimleri vardı. Allah ehli ve seçkinleri için üçüncü bir kitap çıkarmamıştır. Çünkü onların kitabı Kur’ân’dır ve Rasûlüllah salla’llâhü aleyhi ve sellem: “Kurân ehli, Allah’ın ehli ve seçkinleridir" buyurmuştur. Onun menzili iki el arasındaki yerdir. Ö’nun mahalli ve mertebesi olan kalp ve gönül onlanndır. Mutlular içinde yer alan kurbet ehlinin makamı budur...”

Şeyh (r.a.), iflas makamını inceler. Bu makam tamamıyla Allah’a dönmektir. Burada hoşlanılan tahkikin zevklerini nakleder.

Bölümün hakikaderinden:

“İki kabza olmalıdır, iki el olmalıdır, eki yurt olmalıdır, iki şey arasında bir berzah olmalıdır. “Biz her şeyi çifi yarattık”[100]. Çünkü o iki sıfattan yaratılmıştır: irade ve söz. Bu iki sıfat, her varlığın Hakk’tan müşahede ettiği iki şeydir. Şüphesiz ki âlem bir neticedir. Netice ise iki öncülden meydana gelir.”

Bölümün hakikaderinden:

“Şüphesiz ki Hak, mütecelli için sınırlandığında, O’nun bir sureti olur. Çünkü suret göreni sınırlar. Allah, her görenin ya­nında başka birinin kavrayamayacağı bir surettedir. Zihninde hiçbir suret olmayan müflisten başka mutlak varlığı idrak et­mez. Allah’ın susayan biri hakkında “Oraya geldiğinde hiçbir şey bulamaz"[101] dediği gibi. Böylece maksudun şeyliğini nef- yetmiştir ve “Allah’ı yanında bulur"[102] yani şey olmayanın ya­nında. Çünkü O’nun benzeri olabilecek hiçbir şey yoktur ve O, âlemlerden müstağnidir.

Asıl, iki zıddı bir araya toplayandır. Belki de iki zıddın kendisidir.”

Şeyh, bu menzilin ilimlerini zikreder ve şöyle der:

“O bilgiye sahip olan bu bilgiye sahip olduğu sürece ölme­mesini sağlayan sebebi bu menzilden öğrenir.”

Derim ki; bu ilim, Alîm ismiyledir. Bu da Hayy ismi­nin tecellisini bu kula tahsis etmiştir. Bu kul da bu ilmin eh- lindendir ve Hayy isminde bir surettir. Allah Hayy’dır ve sü­rekli Bakî’dir.

Uç Yüz Yirmi Dokuzuncu Bölüm

Muhammedi mertebeden nimetler ilminin ve belaya has­retmenin menzilinin bilinmesi hakkındadır.

Şeyh (r.a.) mealen şöyle demiştir:

“Âdem suret üzere yaratılmışur. Âlem insanla beraber onun sureti üzere yaratılmıştır. Şayet insan âlemden alınsaydı, âlem suret üzere olmazdı. Âlem alınıp sadece insan kalsaydı, suret üzere olurdu.

Âlemin uzunluğu ruhlardır, genişliği ise cisimlerin suret­leri âlemidir. Biz, cisimlerin suretleri dedik, cisimler demedik. Çünkü hayali cisimler mertebesinde hakiki cisimler olsalar bile, hızlı bir şekilde başkalaştıkları ve kendilerine değil de bakanın gözüne raci oldukları için herkese göre cisim değildirler.”

Bölümde, mele-i a’lâ, mele-i avsat ve mele-i edna tafsiladı bir şekilde anlaulmışur. Mele-i A’lâ; ulvi varlıklar, arş, kürsü, kâlem, levh, genel olarak ruhlar, küllî nefs, küllî cisim ve küllî ruh gibi latif varlıklardır. Mele-i Avsat; hayal ve berzahlardır. Mele-i Edna ise; kesif varlıklar, cisimler, mürekkep unsurlar ve müvelledâttır. Anla!

Uç Yüz Otuzuncu Bölüm

Muhammedi mertebeden, dolunay ve hilal gibi ayın men­zilinin bilinmesi hakkındadır.

Bölümün şiirinde:

Kâinatta, ö’ndan başka varlık yok

Yoklukta sabit bir varlık yok

Bir yönüyle varlık Onun bizim değil, O bizim onun değil bir yönüyle.

Bölümde önemli hakikatler vardır. O hakikatlerden ba­zıları:

“Emirlerde uygulaması olan kaza, şöyle veya böyle eşyadaki İlahî hükümdür. Kader ise onun varlığıyla bir mevcutta vaki olan şeydir. Bu varlıkta vuku bulan şeyin amacı bellidir. On­dan başka bir mevcuda geçer. Kaza kadere hükmeder. Kaderin ise kazada bir hükmü yoktur. Aksine takdir edilende kazanın hükmüyle bir hükmü vardır, başkasında değil. Kâdî hâkimdir. Takdir eden vakti belirleyendir. Kader, el-Mukît isminden ha­rekede eşyada vakti belirlemektir.”

Sonra Konyada bu menzilin kendisine gösterildiğini zikre­der. Bu sahnenin korkularından ve kader ile kazayı birbirin­den ayırmada kendisine zahir olan şeylerden bahseder. Bu­nunla uzun bir kaside yazar ve halini soran bir Allah dostuna gönderir. Kaside önemlidir.

Daha sonra bu gecenin bir başka korkusundan söz eder ve birinci kaside kadar kuvvedi olan başka bir kaside ekler. Ken­disiyle bitirdiği ilimlerden birisini zikrederek bölümün haki­katlerini açıklamayı bitirir.

“ilmi İlahîdeki bu ilim türü gerçekleşti. Dolayısıyla senden sana vermiştir. Bulunduğu hal üzere Allah’ı ancak Allah bilebi­lir. Öyleyse her bilenin bilgisi kendisindendir. Bundan dolayı Allah ehli şöyle demiştir: Allah’ı Allah’tan başka kimse bilemez, nebiyi nebiden, veliyi de veliden başka kimse bilemez.”

Uç Yüz Otuz Birinci Bölüm

Muhammedî-Ademî mertebeden görme ve üzerindeki kuvvet, sarkma, terakki, telakki ve tedelli menzilinin bilin­mesi hakkındadır.

Bölümde hakikatler vardır. Bazıları:

“Musa ayıldığında Musa olarak döndü, dağ ise dağ olarak dönmedi... Musa’nın Rabbini görme isteğinin, Ebû Bekir es- Sıddık’ın hali olan “Gördüğüm her şeyden önce Allah’ı gördüm” sözündeki rüyetten yoksunluk gibi olduğunu zannetme! Bu görme, Musa’nın Rabbinden talep ettiği bir görme değildi. Çünkü bu görme, mertebesinin yüksekliği nedeniyle onun için zaten gerçekleşmişti. Zira sadıkın zevki, sıddıkın zevki değildir. Görme, hem rivayeten hem zevken hem de aklen kesinlikle gerçekleşmişti. Çünkü rüyetullah, aklı hayrete dü­şüren ve yanında durulması gereken hususlardandır. Aldın üç hükmünden birisiyle hakkında hüküm verilemez. Çünkü Allah ehlinden olan nebilerin ve velilerin Allah hakkındaki bilgileri, düşünceden dolayı değildir. Şüphesiz ki Allah, on­ları bundan temizlemiştir. Onlar için Hakk’ı mükâşefe fetih­leri vardır. O’nu görenlerin bir kısmı O’nu sınırsız bir şekilde görmüştür. Bir kısmı, O’nu O’nunla görür. Bir kısmı O’nu kendisiyle görür. Bir kısmı da O’nu kendi yanında görmez. O, O’nu görmüştür; fakat gördüğünü bilmiyordun Çünkü bu sınıf, Hak’ta bir alamet sahibi değildir ve O’nun varlıkta zuhur suretini de bilmezler. Yine bir kısmı, O’nu göremez. Çünkü O’nun varlık olarak âlemde ancak âlemdeki varlık­ların hükümlerinin suretleriyle zuhur edeceğini bilir. Alem bu suretlerin tezahürleridir. Dolayısıyla görenin idraki an­cak suretin hükmüne düşer, hakikatine değil. Böylece O’nu görmediğini bilir. “En üstün misal Allah’a aittir ve O güçlü- dür"[103]. O tecellisinde “hakim” e>\m\ hüviyetiyle görülmez ki görüldü denilebilsin. Parlak bir cisimde göze görünen surete bak! Gördüğün gerçekleşir ve bu suretin seninle bu suretin tezahürleri olan parlak cismi idrakin arasında bir engel oldu­ğunu görürsün. Böylece onu ebedi olarak göremezsin.”

Üç Yüz Otuz ikinci Bölüm

Musevî mertebeden Muhammedi makam sahipleri için İlahî koruma menzilinin bilinmesi hakkındadır.

Dönen feleğin manası. Ve şöyle demiştir: “Cisim, daire su­retinde zuhur etmiştir. Şekil açısından zahir küllî cismi kaste­diyorum. Çünkü Allah, boşluğu onunla doldurmak istemiştir. Daire şekli olmasaydı, boşlukta, dolu olmayan bir şey kalırdı. Boşluk, vehmedilen bir dairedir, cisim açısından değil.”

Uç Yüz Otuz Üçüncü Bölüm

Musevî mertebeden “Eşyayı senin için, seni kendim için ya­rattım, kendim için yarattığımı kendisi için yarattığım yoldan çıkarmasın” menzilinin bilinmesi hakkındadır.

Bu bölümde bir fasıl vardır. O fasılda sayılarda birliği ve üç sayısından çıkarılanı incelemiştir.

Üç Yüz Otuz Dördüncü Bölüm

Musevî mertebeden madumun yenilenmesi menzilinin bi­linmesi hakkındadır.

Bu bölümde, Kur’ân’ın okuyanlara nazil olmasını, bu in­zalin mertebelerini ve bu inzalle her Kur’ân okuyucusu için gerçekleşecek olan şeyi zikretmiştir.

Uç Yüz Otuz Beşinci Bölüm

Muhammedi ve Musevî mertebeden uhuvvet (kardeşlik) menzilinin bilinmesi hakkındadır.

Bölümün hakikaderinden:

“Ey Veli! Bilmelisin ki, mümkün varlıklar üzerinde etkisi olan ilahi isimleri toplayan makam, mümkünlerin istidatla­rını toplayan makamın öz kardeşi sahih uhuvvetin kardeşidir. Bu ikisi bir babadan olma iki kardeştir ve birbirlerini destek­lerler. Fakat isimler, Allah’ın kendilerini kabiliyederle destek­lemesini ister.

Allah, âlemi, kendisini bilsin diye yarattı. Alem muhdes- tir ve onunla ancak muhdes kaim olur. Allah’ı bilme onunla kaim olmuştur. Bu da ya Allah’ın bildirmesiyle veya Allah’ın onda yarattığı bir kuvvede olur. Bu kuvvede de özel bir yön­den Allah’ı bilmeye ulaşır.

Görme marifete tabidir. Öyleyse marifet kendisiyle ilişki- lenip maruf olduğu gibi, görme de kendisiyle ilişkilenip gö­rülen olur.

Allah, kendisiyle irfan ve varlık mertebesinin kemale erme­sini sağladığı muhdes ilmi yaratmıştır. Bu, ancak kadim ilmin Allah’la taallukunun suren üzere muhdes ilmin Allah’la taallu­kuyla kemale erebilir.”

Uç Yüz Otuz Altıncı Bölüm

Muhammedi mertebeden bitkilerin bütün zamanlarda vaktin sahibi olan kutba biat etmelerinin menzilinin bilin­mesi hakkındadır.

“Allah sana yardım etsin! Bilmelisin ki genel biat, özellikle zamanın “/>zr”ine yapılabilir. Şüphesiz ki zamanın bin, varlık­larda ilahi surede ortaya çıkan kimsedir.”

Şeyh, bu bölümde kutba biat etmeyi ve ona yöneltilebile­cek sorulan incelemiştir —ki bunlar her asırdaki kutupların gö­revi üstlenmelerine bağlı olarak değişir-. Bunda et-Tirmizî’nin Mesâilme bir ima vardır. Efendimiz Muhyuddîn (r.a.) ona ce­vaplar vermiştir.

Bölümün hakikaderinden:

“Velilere el sürmek, Allah’ın kendisiyle veliyi süslediği bir süse el sürmektir.

İnsan bir ağaçtır. Bu incelemede ağacı kavrayan kişi Atamız Adem’in kastedildiğini anlar ve ağaçtan yemek de nehiydir.

Bitkiler, cansızlarla canlılar arasında berzahî bir âlemdir.

Berzah her iki taraf için aynadır. O hem bizzat kendisi hem de iki tarafla sana bilgiyi sağlar.

Zaruriyyat şek ve şüpheyi asla kabul etmezler. Tamlık di­riliş içindir. Kemal mertebeyledir.”

Bölüm şu sözlerle bitirmiştir: “Mağrib şehirlerinden Fas’ta beş yüz doksan bir yılında bu mertebeye ulaştığımızda, henüz gerçekleşmemişken kâfirlere karşı müminlere yardım edilece­ğini öğrendik.”

Uç Yüz Otuz Yedinci Bölüm

Musevî mertebeden âlemin bir kısmıyla beraber Muhammed’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) menzilinin bilinmesi hakkındadır.

Bölümün hakikaderinden:

Ay, muhit feleğin dereceleri olan kameri ayırdı. O, en sü­ratli ayırandır.

Bu bölümde, Allah’ın, Hz. Peygamberden başka hiçbir peygambere -Allah’ın salat ve selamı hepsinin üzerine olsun- vermediği özelliklerini sayar.

“Hz. Peygambere (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ait özellikler altıdır.

Kendisine (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Allah’ın yeryüzü hâzinelerinin anahtarları­nın vermesidir. Cevamiu’l-kelim’in verilmesidir. Bütün insan­lara peygamber olarak gönderilmesidir. Dördüncü özellik, bir aylık mesafedeki insanların kendisinden korkmalarıyla kendi­sine yardım edilmiştir. Beşinci özellik, önceki peygamberlere helal kılınmayan ganimederi kendisine helal kılmıştır. Altıncı özellik, Allah, onunla yeryüzünü temizlemiş ve bütün yeryü­zünü ona mescit yapmıştır.”

Uç Yüz Otuz Sekizinci Bölüm

Muhammedi mertebeden Sevik Akabeleri menzilinin bi­linmesi hakkındadır.

Bu bölümde hamd sancaklarını ve Makam-ı Mahmûdu açıklamıştır. Allah’ın, hamd sancaklarıyla irtibatlı olan isimlerin sayısını kendisine bildirdiğini söylemiştir. Bu bölüm son derece ince hakikaderle dolu bir bölümdür. Kitapla ona döner.

Bölümün hakikaderinden:

“Orada Allah’tan başka asıl müsemma yoktur.

Hak, gerçekten her varlıkta müşahede edilendir.”

Bölümün hakikaderinden:

“Alemin bütünü bir harftir. Bir manaya gelmektedir. Ma­nası daAllah’ur. Orada O’nun hükümleri ortaya çıkar. Çünkü O’nun nefsinde hükümlerin ortaya çıkacağı bir yer yoktur. Mana sürekli olarak harfle irtibatlıdır. Allah, her zaman âlemle beraberdir.”

Bu menzilin ilimlerinden:

“Her şey şendedir ve şendendir. Sende bulunmayan garip bir şey sana gelmez. Sana ancak senden olan gösterilir.”

Üç Yüz Otuz Dokuzuncu Bölüm

Muhammedi mertebeden hakikatin önünde şeriatın boyun eğmesi menzilinin bilinmesi hakkındadır. Bu menzil, doksan dokuz ilahı ismi ihtiva eden hamd sancaklarından İkincisinin kendisinde ortaya çıküğı menzildir.

Bölümün hakikaderinden:

“Meleklerin Adem ve insan-ı kâmile secde etmelerinin hükmü dünya ve ahirette devam etmektedir...

İnsan-ı kâmil, âlemin ve Hakk’ın suretini haiz olmakla üs­tündür. Secde eden ve edilen ondadır ve ondandır. Durum böyle olmasaydı, insan toplayıcı varlık olmazdı. Mele-i Alanın yanında insan-ı kâmili görmek için bir izdiham vardır...

İnsanın tanımı özellikle İlahî suretledir.”

Üç Yüz Kırkma Bölüm

Hz. Peygamberin İbn Sayyâd’aDuhân Sûresini gizlemesi menzilinin bilinmesi hakkındadır.[104]

Bölümün hakikatlerinden:

“Tabiaun hükmüyle eseri arasında bir fark vardır.

isimler, özellikle ilahi isimlerde, hükümlerin değişmesine bağlı olarak değişirler.

Allah, berzahlar ehli için, kesifiyle, latifiyle ve şeffafıyla ta­biatın suretinde tecelliyi bu menzilden kabul eder.”

Uç Yüz Kırk Birinci Bölüm

Sırlarda taklit menzilinin bilinmesi hakkındadır.

İlimde taklidin gerekliliğini açıklamıştır:

“Allah’ı bilmede taklidin en uygun türü O’ndan gelenle taklittir.

Alemde cehalet asıl, bilgi kazanılandır.

Alem zatıyla ilme delalet etmez; ancak varlığıyla ilme de­lalet eder.”

“Rableri tarafından kendilerine gelen her yeni uyarıyı... ”l<h ayeti hakkında “yeni getirmek” demiştir. Ityan inzalin aynısı değildir. “CaT’in aynısı olmadığı gibi. Cal, yaratma ve başka anlamlara gelebilir. [105]

“Bir şeyin indiyyeti kendisine döner. Bundan dolayıdır ki, “sizinyanınızda olan tükenir”[106] [107] demiştir. Çünkü sizin hük­münüz tükenmektir. “Allah’ın yanında olan ise bakidir”10'. Çünkü O’nun hükmü baki kalmaktır. Eğer bir şeyin indiy­yeti kendisinden başka bir şey olsaydı, bizim yanımızda olan tükenmezdi. Çünkü biz ve bizim yanımızda olan, Allah’ın ya­nındadır. Allah’ın yanında olan bakidir. Böylece biz ve bizim yanımızda olan da bakidir.”

Uç Yüz Kırk ikinci Bölüm

Musevî mertebeden vahyin mertebelerinden tek bir mer­tebenin topladığı üç sırdan ayrılmış iki sırrın menzilinin bi­linmesi hakkındadır.

Bölümün hakikaderinden:

“Sen de ortadan kalk ki O kalsın. Sen ahirsin.”

Uç Yüz Kırk Üçüncü Bölüm

Bütün mülkün hamd mertebesinden vahyin tafsilindeki iki sırrın menzilinin bilinmesi hakkındadır.

Cennet ehlinin cennetteki, cehennem ehlinin cehennem­deki hallerini ince bir tafsilat ve ilmi bir genişlikte incelemiş­tir. Rahmet, sayılarını ve derecelerini de incelemiştir.

Üç Yüz Kırk Dördüncü Bölüm

Muhammedi mertebeden mağfiretin sırlarından iki sırrın menzilinin bilinmesi hakkındadır.

Bölümde, Allah lafzı ile ilah lafzı arasındaki farkı, akılların güç yetiremeyeceği bir şekilde incelemiştir. Hatta bu bir ilahi fetihtir. Ve şöyle demiştir: “Alemin bekası, nihayetinin olma­masıdır. Derecelerin her iki tarafta bir nihayeti yoktur. Her iki tarafla, halle ortaya çıkan ezel ve ebedi kastediyorum. O da âlemdir. Âlem zail olsaydı, gerçekte de öyle olduğu gibi, ezel ile ebed birbirinden ayırt edilmezdi. Öyleyse Hak için bir başlangıç yoktur.

Büyük âlimler, Allah’ın kelamını mümkünlerde işitirler.”

Uç Yüz Kırk Beşinci Bölüm

Dinde İhlasın sırrı, din nedir, şeriata niçin din denmiştir, Hz. Peygamberin âdeten hayrı söylemesi menzilinin bilin­mesi hakkındadır.

Bölümün başında Kur’ân’ın sûrelerinden Tenzil Sûresi’nin açıklandığı bir şiir vardır. Müthiş fethinin hakikaderini anla­tarak bölüme giriş yapmışür ve şöyle demiştir:

“Sonra bana: “Bu müminlerden yalnız sana özgüdür” de­nildi. Bu söz bana söylenince, bir işaret olduğunu anladım. O nun zaüm ve suretimin aynısı olduğunu bildim, benden başkası değil. Çünkü hiçbir varlığa özgü bir şey yoktur. Za­tının dışında başka bir varlığa kadimliği ve hadisliği yoktur. Dedim ki: İşte ben buyum.”

Uç Yüz Kırk Altıncı Bölüm

Muhammedi mertebeden bir arifin doğru söylediği ve nu­runun bu menzil yönünden nasıl çıktığını gördüğü bir sırrın menzilinin bilinmesi hakkındadır.

Bölümde cisimlerle ceseder arasındaki farkı incelemiş ve şöyle demiştir: “Bilmelisin ki âlemde insan-ı kâmilin merte­besi, insandaki nefs-i naüka’nın mertebesidir. İnsan, ekmeli ol­mayan bir kâmildir. O da Muhammed’dir (salla’llâhü aleyhi ve sellem).

Alemden bütün melekler, insanın hayalinde ortaya çıkan sureder gibidir. Cinler de böyledir.”

Bölümün hakikaderinden:

“Bilmelisin ki, ey Dostum! Bu İnsanî suretteki menzilin —ki o Muhammed’dir (salla’llâhü aleyhi ve sellem) - onun ruhu ve nefs-i natıkasıdır. Sen, onun güçlerinden misin veya güçlerinin mahallinden misin? Sen onun hangi güçlerindensin? Görmesi mi, işitmesi mi, kok­laması mı, dokunması mı, tatması mı? Ben, Allah’a hamdolstın ki bu suretin hangi gücünden olduğumu öğrendim.”

Bölümün hakikaderinden:

“Hissin şerefini ve kadrini bil. Çünkü o Hakk’ın kendi­sidir. Bundan dolayıdır ki, ahiret dirilişi, ancak hissin ve his­sedilenin varlığıyla tamamlanır. Çünkü o, ancak Hak’la ta­mamlanır.”

Şeyh (r.a.), hükümlerde neshi açıklamış ve şöyle demiştir:

“Biz nesh konusunda iki görüşün arasında bir görüş ileri sürdük. Ne beda’yı ileri sürdük ne de neshi inkâr ettik. Neshi, Allah’ın ilminde hükmün süresinin bitmesi olarak kabul ettik. Çünkü Allah’tan bu hükmün ebedi olduğunu veya belli bir zamana kadar yürürlükte olacağını sonra da bu sürenin bitiminden önce kaldırılacağını belirten bir hü­küm gelmemiştir.”

Bölümün hakikaderinden:

“Allah için benzemek doğru olmaz.”

Uç Yüz Kırk Yedinci Bölüm

İlahî indiyyet ve Allah’ın katında ilk saffın menzilinin bi­linmesi hakkındadır.

Bölümün hakikatlerinden:

“Eğer bilirsen, varlıkta bütünün ahadiyyetinden başka bir şey yoktur. Çünkü O, ilahtı ve ilahtır...”

Uç Yüz Kırk Sekizinci Bölüm

Cem’ ve vücud kalbinin sırlarından iki sırrın menzilinin bilinmesi hakkındadır.

Bölümün hakikaderinden:

“Alemde bu dört hükümden başka bir hüküm yoktur. Bu­nunla evvel, ahir, zahir ve baun isimlerini kasteder. Ruhlar ve cisimler âlemi, bu dördünün sureti üzere ortaya çıkmıştır. Bu iki âlemden başka bir âlem yoktur. İrade, kudret ve O’ndan söz etme ve tabiat ilahiyat âlemindendir. Ruhlar âlemi tabiat âleminin dışında ortaya çıkmıştır. Sonra bu dört İlahî ilim­den tabiau dört şeye dayalı olarak ortaya çıkarmıştır. Ondan da kesif ve latif cisimler âlemini çıkarmıştır. Cisimlerin ortaya çıkışından önce bu dört İlahî şeyden tedvin, aklen ve nef- sen tastir, tabiat ve heyulayı ortaya çıkarmıştır. Ateş, hava, su ve toprak olan dört unsuru ortaya çıkarmıştır. Hayvanî ne­şeti dört karışımdan izhar etmiştir. Bu karışımlar için, cazibe, tutma, sindirme ve itme güçlerini var etmiştir. Varlığı dördü üzere kurmuştur. ”

Şeyh, tek gün olan dehri açıklamaya devam eder. Yevmu’r- Rab, yevmu’l-me’aric gibi değişik günleri İlahî isimler düşün­cesi alünda inceler. Aynı zaman da arş, kürsü ve feleklere ait olan günleri açıklar. Bu açıklamaların onun büyük fetihlerin­den olduğu bellidir. Muhib, bu fetihleri tabir etmekten aciz­dir. Onlar hakkında son hüküm şudur: “Konuşan bellidir. Açan geniştir. ”

Daha sonra şunları zikretmiştir:

“Bu ümmetin günü ahiret gününe bitişiktir. Aralarında berzah gecesinden başka bir şey yoktur. Bu gecenin sabahında diriliş üfürülüşü olacaktır. Bu gündeki güneşin doğuşunda, Hakk’ın, ayırmak ve hüküm vermek için gelişi olacaktır... Bu konuda kitaba dönmelisin.

Canlı ve diğer varlıklardan her varlık için özel kıyametler ve büyük kıyamet bu menzilin ilminden öğrenilir.”

Uç Yüz Kırk Dokuzuncu Bölüm

Muhammedi mertebeden kapının açılması ve kapanması ve her ümmetin yaratılması menzilinin bilinmesi hakkındadır.

Bölümdeki en önemli hakikat şudur:

“Sebepler, ilahı isimlerdir.”

Uç Yüz Ellinci Bölüm

Muhammedi mertebeden Rab isminden manaların gözle­rinden örtünün kaldırılması ve istifhamın tecellisinin menzili­nin bilinmesi hakkındadır.

Bölümün hakikaderinden:

“Âlemin bütün dilleri Allah’ın sözleri ve Allah için taksimle­ridir. Allah dilediğini kendisine izafe eder, dilediğini bırakır.”

Uç Yüz Elli Birinci Bölüm

Muhammedi gayret mertebesinden Vedûd isminden ne­fis ve ruhların sıfatlarda ortaklık menzilinin bilinmesi hak­kındadır.

Bölümde mükemmeli toplayan ve nadiri taşıyan pek çok vasıl ve incelemeler vardır. Bölümün hakikaderinden:

Kula yönelik ilahi hitabı zikrettikten sonra şöyle der:

“Bana bu ilahi bildirim gelince vücuduma sığmadım. Hatta bu ilahi bildirim ve hitapla dolduğum için vücut bana dar geldi. Çünkü Hak beni hitabının mahalli yapmış ve seç­kin kullarını ehil kıldığı işe ehil kılmıştı. Allah’a kavuşmanın ancak ölümle olduğunu bildik ve ölümün manasını öğren­dik. Dünya hayatında ölümün hemen gelmesini istedik. Bu hayatımızda bütün tasarruflarımızdan, hareketlerimizden ve irademizden soyutlanarak öldük. Ölüm bize bizden ayrılma­yacak hayanınız esnasında ortaya çıkınca, orada, zadarımızın, organlarımızın ve bütün parçalarımızın teşbih ettiği kişiler ol­duk ve Allah bize biz Allah’a kavuştuk. Böylece O’na kavuş­mayı isteyen kimselerin hükmüne sahip olduk. Genel olarak herkesin bildiği ölüm bize geldiğinde ve bu beden perdesi üze­rimizden kalktığında, bizde bir hal değişikliği olmaz ve artma­dık. Olduğumuz hal üzere kaldık. Biz sadece ilk ölümü tatnk. O ilk ölüm de dünya hayanmızdaydı. Rabbimiz, bizi cehen­nem azabından korudu, Rabbinden bir ihsan olarak. Bu bü­yük bir kurtuluştur[108].”

Hz. Ali şöyle buyurmuştur:

“Perde kalksaydı, yakinim artmazdı...”

Tahkikatlarından:

“Ahirette insan, dirilişi ters olandır. Batını, buradaki zahiri gibi tek bir suret üzere sabittir. Zahiri ise buradaki baunı gibi surederde değişimi hızlıdır.”

Bölümün ortasındaki şiirden:

Emrin tek olması en garip iptir Alemlerimizdeki taksimin sahibi kimdir.

Bundan sonra şunu zikreder: “İlahî arz hadisliği ve kadim- liği içerecek kadar geniştir. Bu yerde ikamet eden, Allah’a iba­deti gerçekleştirdi. Hak, “Ey iman eden kullarım! Benim arzım geniştir. Öyleyse sadece Bana ibadet ediniz"[109] diyerek onu ken­disine izafe etmiştir. Yani orada ve bana (ibadet ediniz).

Beş yüz doksan senesinden beri orada Allah’a ibadet ettim. Bu gün altı yüz otuz beş senesindeyiz. Bu yerin bekası vardır. Değişikliği kabul eden bir yer değildir...

Ubudiyetin tecelli yeri ve hak yolcusunun oturağı bu yer­dir. Orada O’nu görürler. Kim bu yerin ehli ise kendisiyle üze­rinde yarauldığı suret arasını bir perde ayırır. Böylece bu kul, zatında Hakk’ı müşahede eden bir şahit ve mahza kul haline gelir. Müşahede onun için süreklidir, hüküm onun için ge­reklidir. Bunlar dünya ve ahirette yüzü kararmış kimselerdir. Bunu bildiğin zaman, Rab Rabdır, kul ise kul.”

Bölümün hakikatlerinden:

“Nefsini gerçek müşahedeyle gören, onun sureti üzere olan kimsenin ezelî bir gölgesi olarak görür, onun makamına oturmaz...”

Bölümün hakikatlerinden:

“Mertebeler ademî (var olmayan) nispetlerdir. Bundan do­layı sadece Allah zatla övünebilir. Bizim övünmemiz merte­belere ait olup, mertebeler de var olmayan nispetler olunca, bu durumda övünmemiz sadece yoklukla olur. Seni yoklukla övünmekten sakındırırım.”

Bölümün hakikaderinden:

“Zatî varlığın hakikatinin vahdeti, mevcut olmasından başka bir şey değildir. Varlığı hakikatinin kendisidir.

Bu makam, Allah’tan başkasını görmedim diyenin ma­kamıdır. Kendisine: “Gören kimdir?” denilse, “O’dur” der. “Söyleyen kimdir?” denilse, “O’dur” der. “Soran kimdir?” de­nilse, “O’dur” der. “Durum nasıl?” denilse, “O’nda, O’ndan ve O’nun için ortaya çıkan nispeder” der.

Mekânda sadece O vardır. O mekânın kendisidir. Bu Ebû Yezîd el-Bistâmî’nin (r.a.) hali müşahedesidir...

Hakk’ın, duyması, görmesi ve bütün güçleri olduğu kişi, Hakk’ı bilenlerdendir. İşleri bilmesi onun güçlerindendir. Hak bu güçtür. Kul onunla vasıflanmıştır. O, Hak’la vasıflanmışür. Hak ise kendisini bilir. Bu kul, Hakk ın kendi sıfatı olması yö­nünden O’nu bilendir. İlmi O’nunladır. Allah’ı bilmede ma­kamı bu olan kimseye, Allah’ı bilmede kimse erişemez. Böyle bir insan, haddi zaünda, dile gelmeyecek şeyi bilendir.”

İlahî makamdan düşenleri, ihtiramlarını ve şefkatlerini zik­retmiş ve hepsinin Allah’ın gözetimi altında olduğunu belirt­miştir. Onlardan kendisine Sakitu’r-Refref b. Sakiti’l-Arş de­nilen birisini Konya’da görmüştür.

Bölümün hakikaderinden:

“Mutlak ehline gelince, onlardan bir kısmı Hakk’ın tayin ettiği şekilde kendisini kaplayan şeyi koruyanlardır. O da kalp­tir. Onlardan bir kısmı, Hakk’ın arkasında olduğunu bildik­leri perdeyi bırakmamayı gözetirler. Alemde bu perde kendisi için perdeleyen gibi olur, emirlerini uygular. Bu kutbun hali­dir. Allah’tan ona olan müşahede değildir sadece hitap sıfatı­dır. Çünkü o ilahi divan sahibidir. Ölünceye kadar perdenin arkasındadır. Ölünce Allah’a kavuşur. O âlemden, âlem de on­dan sorumludur. Bu Resûllerin makamıdır...”

Bölümün hakikaderinden:

“Allah’a ve kula münasip olan şeyleri gördüğümde, Allah’ı, kendisine nispet edilen kullarından perdeleyen şeyi gördüm. Allah, onları hakiki isimlere sahip olanlardan olduklarına inananlardan kılmış ve Hak Teâlâ onlarla bu isimlerde ya­rışmıştır. Onlara, bu isimlerin kendisine ait olduğu bilgisini gizlemiştir. İlahî isimlerle ablaklanma konusunda O’nunla yarışmışlardır. Rekabeti rekabetle karşılamışlardır. Zillet ve Ebû Yezîd’in dikkatinin çekildiği fakirlikten dolayı O’nunla yanşamadıkları şeylerde, farkında olmamışlardır. Allah bize itina göstermiştir. Bu onların isimleridir; fakat iddia ettikleri için değildir. Kendilerine ait olduklarını zannettikleri isim­lerde, farkında olmadan O’nunla yarışmışlardır. Allah, mari­fetinden bana ihsan ettiğiyle ihsanda bulunmadan önce ben de bu konuda onlar gibiydim. Bana olan ihsanıyla bu isim­lerin kendi isimleri olduğunu ve bunların bizim için kulla­nılması gerektiğini öğretti. Biz de inanarak değil de zaruret­ten dolayı onları kullandık. Ben ve Allah’ın kendilerine bu bilgiyi tahsis ettiği kimseler, bu isimleri inanarak Allah için kullandık. Bizim dışımızdakiler ise, şeriat, onları Allah’ın isimleri olarak zikrettiği için inanarak değil de imanî bir zo­runluluktan dolayı kullandılar. Böylece biz, Allah’a ait olan şeyi koruduk...”

Şeyh, daha sonra bir vasılda topladığı eşsiz hakikatleri arz eder:

“Eğer Allah’tan korkmazsan, O’nu bilmemiş olursun. Eğer O ndan sakınırsan daha da bilmemiş olursun.

İmandan başka iki tarafı destekleyen bir berzah yoktur.

Mutluluk imandadır, ilimde değil. Kemal ise ilimdedir.”

Bundan sonra menzilden öğrenilen ilimleri zikreder. On­lardan bazıları:

“Varlıkta üç insan olduğunu öğrendiğinde -ki bunlar, bi­rincisi küll ve en önce olan insan, âlem insan ve âdem, insan- bunlardan hangisinin daha tam olduğuna bakmalısın.

Onda havassın ilmi insandadır. O da meçhul tabiattır.”

Uç Yüz Elli ikinci Bölüm

Muhammedi mertebeden tılsımlı, tasvir edici, yönetici üç sırrın menzilinin bilinmesi hakkındadır.

Bölümün hakikaderinin özü şudur:

Tılsımlar üçtür.

1 - Fikir tılsımı: Şeriatta gelen müteşabihlere tabi olmakla çö­zülür.

2-    Hayal alsımı: Hayal tılsımı manaları bulunduğu hal üzere müşahede etmekle çözülür. Bu şekilde mücerret Hakk’ın mertebesine ulaşır. Kul bu müşahedede kalmaya devam ettiğinde ve âlemlere indiğinde, Hak onunla beraber iner ve her şeyin varlığına tarif edilemeyecek zevki bir müşa­hedeyle şahit kılar.

3-    Adetler alsımı: Özel ilahi yöne dönmek, adetler ülsımını çözer ve sebeplere vukufiyeti sağlar.

Harikuladelik: Adette harikuladelik, konulan sebepleri özel bir şekilde getirmekledir.

Uç Yüz Elli Üçüncü Bölüm

Muhammedi mertebeden menzilin sebebini bilmeye ve hakkını ifa etmeye işaret eden üç hikmedi, tılsımlı sırrın men­zilinin bilinmesi hakkındadır.

Bu bölümün hakikatlerinin özeti:

Nefs-i Natıka-, İnsan bedenini yöneten nefistir.

Nefs-i Nebatî: Bedenden eksileni telafi etmek için beslen­meyi talep eden nefistir. Dört gücü vardır:

Cazibe Gücü: Bedende, itme gücünün yardımıyla besini bir yerden başka bir yere taşıyan güçtür.

Tutma Gücü: Uzvun besinden hakkını alması için besini tutan güçtür.

İtme Gücü: Besinin organlara ulaştırılmasında cazibe gü­cüne yardımcı olan güçtür.

Sindirme Gücü: Yemeği başka bir hale çeviren güçtür. Be­den onunla ayakta kalır.

Bölümün hakikaderinden:

Şehevî Neft Beden için besin isteyen şeydir. Ona göre gü­zel olan şey eğlencedir.

Gazabî Nef: Buna yedili de denilir. Başkası için kahır is­teyen nefistir.

İlham: Görünmez bir melek vasıtasıyla veya özel bir şekilde olan İlahî bir bildirimdir.

Bölümün hakikaderinden:

Meşru Terazi: Hakk’ın elinde olan terazidir. O’nun eliyle azalır ve artar. Üzerinde haller olan bir varlık değildir.

Keşfi Terazi: Hakk’ın elinde olan terazinin suretidir. Bu te­razinin mahalli insan mertebesidir. Üzerinde hangi varlığın ol­duğunu keşif yoluyla aynasında görür.

Şer’î Terazi: Bu tekliflerdir.

Şeyh’in yaşadığı bir olay:

“Sonra bilmelisin ki, Allah beni insan âlemiyle ilgili garip bir hükme muttali kıldı. Onun insanın dışındaki âlemle bir ilgisi­nin olup olmadığını bilmiyorum veya Allah beni buna muttali kılmadı. Bu konuda bilmediğim bir şeyi Allah’tan söylemem uygun değildir. Allah beni ve sizi bundan korusun!

Bu hüküm, dünya yıllarına göre her üç bin yılın sonunda insan âleminde ortaya çıkar. Bu Allah katında ise bir gündür. Bu günün hangi ilahi isme döndüğünü bilmiyorum. Çünkü Allah’ın bana ayırdığı üçte birin dışında başka bir şey bilme­dim. Her üçte bir, bin yıldır. Rabbin günlerine göre bin yıl bir gündür. Bu Rabbimin bana bildirdiğidir. Bu üç bin yıllık sürenin insandaki hükmü, -Allah nasıl ve nerede dilerse- baş­langıç, dönüş, hayat ve ölüm hükmüdür. Ancak Allah, kelime­lerin kayıtlarında bana bu emri yazdığında, müşahede ederek ilgilendim. Yazdığı bu suret üzere bir kelimeyi gümüş, bir ke­limeyi altın yapn. Bu hallerin ve hükümlerin, bu belirlenmiş zamanın geçmesiyle, insanda, cennette ortaya çıkacağını an­ladım. Allah’a yemin ederim ki, bana vârid olan bu ilahi ha­berin üzerimde bıraktığı telaş ve endişeli korku kadar hiçbir haber bu kadar telaş ve endişeli korku bırakmadı. Kalbimi, ancak kelimelerin altın ve gümüş olması yani yan yana yazı­lan altın ve gümüşten kelimeler yatıştırdı.”

Uç Yüz Elli Dördüncü Bölüm

Muhammedi mertebeden uzak Süryanî menzilin bilin­mesi hakkındadır.

Bölümün hakikaderinin özeti:

Alîm: Zahir ile batını bir arada toplayandır. İlmin hakikati sahibini, ilmine aykırı olan hallere düşmesini engeller. İlim, ince bir perde arkasından ameli verir. Gizli bir şekilde olan ilim, Allah’ı bilme ilmidir ve bu ilim Allah’ın bildiğini miras bırakır. Allah’ı bilmenin anlamı, O, bilinmezdir. Bir şiir irad eder:

Allah’ın beni yükümlü tuttuğunu öğrenince

Mesul ve maksud olduğumu anladım

Zaman sürdükçe O’na ibadet edeceğim

Dünya ve ahirette Hak mabuddur

Yaratıklarından birine tecelli etse

Ancak Hakkin meşhud olduğunu görür

Kendi suretinden, Ö’nun hakikatinden değil

Emir ve iş mevcut ve kaybolmuştur

Çünkü biz yüzün gözleriyle O’nu görürüz

Hepimiz Ö’nun yüzüyüz yüz ise mahduttur

O varlıktır, kâinatta olan her şey suretidir

Orada Rahmandan başka mevcut yoktur

Ev iki evdir, evin evinde yaşarsın

Latif’in evi, kâinatta mahrumiyet yok.

İki ev sözü şudur:

1-      Nefs-i natıka’nın evi. Bu tabiî bedendir.

2-    Evin evi yani İnsanî yaraülışın evi. Bu da dünya ve ahirettir. Dünya sadece tabiaü açısından beden evidir. Çünkü ahiret- teki diriliş, onun cinsindendir, yani baskın olarak ruhîdir.

Ahiretteki oluşun sonu olmamakla birlikte, dünyadaki ve ahiretteki her oluşun bir eceli vardır. “Her şey belirli bir süreye kadar akıp gider[110] sözü hepsi için geçerlidir. Her şeyin bir gayesinin olması gerekir. Eşyanın varlığı sona ermez, gayeleri bitmez. Çünkü Allah her an eşyayı yenilemektedir. Her şeyin bir gayesi vardır. Bu gaye belirlenmiş ecelidir. Ecel ise ayan ın halleri içindir. Ayanın gayesi gayesizliğin kendisidir.

İşin bütünüyle yeni olduğu ve bir tekrar olmadığı bu men­zilden öğrenilir.

Uç Yüz Elli Beşinci Bölüm

Yolların bilinmesi, ibadet arzı ve genişliği ve Allah’ın “Ey iman eden kullarım! Benim arzım geniştir Öyleyse sadece bana ibadet ediniz”[111] sözünün menzilinin bilinmesi hakkındadır.

Bölümün hakikaderinden:

Ruhlar, cisimlerden yaratılmıştır. Bu cisimler ister hakiki olsun ister hayali olsun fark etmez.

Dünya: Cisimlerin zahiridir.

Berzah: Temsilî suredendir.

Ahiret. Zatî hakikattir. Bütün, bir olan varlığı, keşf anında zamansal bir tertip olmaksızın bir araya toplar.

Cüzi Kıyamet. Her insana özgüdür.

Genel Kıyamet. Genel kıyamet herkes içindir yani genel hükümdür.

Diriliş-. Cehalet perdesinin kaldırılmasıyla keşfetmektir, başka bir şey değildir.

İnsanın dirilişi: İlahî huzura inmek için saygın bir haremdir.

“Aynaların en pürüzsüzü, Muhammed’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) aynasıdır.

Orada Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ile Hakk’ı müşahede et. Bu en yüksek bir derecedir. “Allah’tan size bir nur gelmiştir[112]. ” Bu toplayıcı vahdet nurudur. Bundan dolayı onun risaleti genel olmuştur.”

Üç Yüz Elli Altına Bölüm

Muhammedi mertebeden gizlenmiş üç sırrın, ilahi edep, nefsi ve tabiî vahiydeki Arabi sırrın menzilinin bilinmesi hak­kındadır.

Bölümün hakikaderinin özeti:

Sübutun şeyliği: Mümkünlerin Hak yanındaki sübudarıdır. Bu Allah’ın “Bir şeyi murad ettiğimiz zaman ona sözümüz”[113] sözünde açıklanmışur.

Varlığın şeyliği: Mümkünün kendisi için ortaya çıkmasıdır. Bu da Allah’ın “Sen hiçbir şey değilken, seni daha önce yaratmış­tım”[114] sözünde açıklanmışur. Yani mevcut bir şey değilken.

Alemin sırları: Âlemin sırları üçte sınırlıdır.

1-     Cevheri

2-      Surederi

3-      Muhalleri

Daha sonra nefsi şifadan zikreder ve şöyle der:

“Bu sıfatlar, vasıflanandan kaldırılamayan sıfadardır. Çünkü onlar onun dışında bir şey değildir.

Mümkün için yokluk, ezeli bir sıfattır. Çünkü onun ezeli varlığı yoktur. Mümkün yokken de Hak için görülendir. Aynı şekilde mümkün yokluğu anında bile, idrak edilenleri idrak eder. Bu olmasaydı, “kün”W hitap edilmezdi.

Mümkünlerin suretlerinin kendileri için zuhuru, Hakk ın var- lığındadır. Bundan dolayı kevnî ve ilahi sıfatlar karışmışur.

Hüküm ve tahkim dönüştürmek içindir. Çünkü dönüştür­mek maksuttur. Bunda herhangi bir şüphe yoktur.

Bir varlıkta hem yok etme hem de var etme yoktur.

“TebdilAllah’a aittir”sözünün anlamı, O, bir varlıkta su­retlerle zahirdir, hakikade batındır demektir.”

Sonra iade hakkında şöyle demiştir:

“İade, yeni farklı suretleri bir varlıkta keşfetmektir. Aynını müşahede eden, haşrini ve dirilişini inkâr edemez. “Dönüşü­nüz oradadır”[115]. Yani size maruf olan varlığınızla.”

Uç Yüz Elli Yedinci Bölüm

İlahî mertebeden evcil hayvanlar menzilinin bilinmesi hak­kındadır. Onların iki Musevî sır altında ezilmeleri.

Bölümün hakikaderinden:

“Allah seni zevki bir keşifle vakıf kılmayıncaya kadar, işle­rin hakikati üzerinde durma. Allah’ın keşf ve zevk olarak seni vakıf kılması, nefsi riyazeder ve bedeni müşahedelerden elde edilen tam bir istidat’ın meydana gelmesinden sonra olur.

Mümkünün yaratılması “kün” kelimesindendir. Belki de bu kelimenin ta kendisidir.

Kıyametin şardarından olan dabbetul-arzın konuşması[116], insanların iman mı küfür mü üzere olduklarını yüzlerine söy­lemesidir. Bu ahir zamanda olacaktır. Bu hayvan ancak onlar- dandır. Hadiste, bu hayvanın şu anki yeri, Kuzeydeki bir denizdeki bir ada olduğu belirtilmiştir. Bu Deccal’in de bulunduğu adadır.” “Burada ibarenin altında sırlar vardır. ”

Sonra şöyle der:

“Ruhlar, suflî suretlerin yüce felekleridir. Aralarında ince örtüler vardır. Ruhlar, tabiî ve ruhanî gıdayla cisimlere yardım etmek için bu örtülere inerler. Tabiî gıda, büyüme ve tabiî ha­yattır. Ruhanî gıda ise, İlahî ve kevnî ilimlerdir.

Ruhların yararlandığı tabiî yardım tabiattandır. Ruhla­rın yararlandığı ruhanî yardımı ise küllî nefisten yani “Levh-i Mahfûz”<kmd\r.

Öğrenmenin dayanağı bu ruhanî feyizdir. Sana kimin öğ­rettiğini söyleyen, ancak sende mevcut olan bu feyzin yolun­dan istidat engelini kaldırandır.

Sözle ifade edilemeyen İlahî zevk ilimlerine gelince, onların yolu, özel İlahî yönden uzatılan İlahî isimlerin örtüleridir. Bu özel İlahî yön hem ruhî hem de cismî âlemden herkes içindir.

Meleklerin kanatları gerçektir. Melekler onlarla kulların kalplerine inerler. Orada ancak bu kanatlara sahip olanlar var­dır. En azından iki kanat veya bir kanat bir de yardımcının olması, bu meleklerin, kul ile Rab arasında yolculuk yapma­ları sebebiyledir. Bundan dolayı bu ikisi gerçektir. Onları ta­şıması için iki kanadın olması gerekir. Yüklerin artmasıyla ka­natlar artar. Yük de ilimler, haller ve idraklerdir.”

Uç Yüz Elli Sekizinci Bölüm

Nurları farklı üç ayrı nur, kaçma, korkutma ve haberlerin doğrusu sırrının menzilinin bilinmesi hakkındadır.

Dedi ki:

Nefs-i Natıka: Dünya ve ahirette mudu olan nefistir. Çünkü o, mutsuzlar âleminden değildir. Bundan dolayı Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem bir Yahudi’nin cenazesinin önünde kalkmış, bunun se­bebi sorulunca da şöyle demiştir. “Bir nefis değil midir. ” O, Allah’ın ruhundan üflenendir.

Nefs-i Hayvani: Bütün hayvanlarda hissedilen nefistir. Dünya ve ahirette azap ve nimet bu nefis içindir. Bu nefis, nefs-i natıka’nın bileşimidir.

Cevher-i küll: Alemin aslıdır. Mümkünlerin surederi onun üzerinde çeşidenir. Devamlı ve ebedi olarak mümkünleri ya­ratmakla Allah’ın hafızasıdır. Mümkünlerin yaratılışı bu cev­herle olur ve bu cevher varlığını korur.

A’yan-ı sabite’de varlıkla yokluk arasındaki iş, özel hallere göredir.

Önemli marifet. Hakiki kaçış, cehaletten ilme kaçıştır, âlemden Allah’a kaçış değildir. Çünkü bu imkânsızdır. Zira kaçanın var­lığı âlemdendir. Kendi varlığından nasıl çıkabilir ki? Cehalet, sahibini şu tasavvura götürür: Allah âlemden ayrıdır. Alem de O ndan ayrıdır. Dolayısıyla O’na kaçmak gerekir.

Allah’la Yetinmek. Bu, gerçekleşmesi uygun olmayan bir taleptir. Çünkü herhangi birisinin Allah’la yetinmesi, Allah’a ihtiyaç duymamasıdır. Allah’a ihtiyaç duymamak muhaldir. Çünkü fakirlik (ihtiyaç duymak) mümkünlerde zatîdir. Zen­ginlik ise Hak’ta zatîdir. Hakikatler ise değişmez.

Halvet. Gizlilikte Allah’la oturmaktır, zahirde ise kâinatta O’nu müşahede etmektir. Bannda O’nunla oturmak mazhar- larda onu temyiz etmektir. İlmi olmayanın müşahedesi yok­tur. Müşahedede olsa bile bunun farkında değildir.

Karanlıklar. Karanlıklar üçtür.

1-    Tabiaun karanlığı

2-     Küllî nefsin karanlığı

3-    İlk aklın karanlığı. İlk aklın bu karanlığı zatî gaybın karan­lığından sağlanır.

Marifet O’nu ancak kendinden tanırsın. Bundan dolayı O’nu tek bir surette görmezsin. Çünkü tabiaun itibarıyla ka­ranlık yapan, varlığın itibarıyla aydınlatansın. Mümkünün zatî bir rüyette olması umulmayan bir şeydir. Çünkü o zat­tın dışında olan bir şey değildir. Öyleyse görülen kimdir, gö­ren kimdir?

insan: Alemin infialidir. Âlem ise onun bedenidir. O âlemin ruhudur; çünkü Allah için kastedilen varlığın kendisidir. Al­lah, gökleri ve yeri ancak madup marifetin oluşması için var etmiştir. Âlemi de bu matlup marifet için yaratmışur.

“İsim, müsemmanın mertebelerinden biridir. İsim, ismin ve müsemmanın ismidir. Varlık ise birdir.

İnsan-ı kâmil tek hakikattir. Şahısla olan olsaydı, birden fazla olmazdı.

İsimlerin insan-ı kâmile nispetinin anlamı, mana ve suret olarak insan-ı kâmilin onlarla ortaya çıkmasıdır. İsimlerin su­reti insan-ı kâmilin sureti içindir. Manaları da onun manası içindir. Hak’ta olduğu gibi. İsimlerin manaları zatı itibarıyla Hak içindir. Suretleri ve dönüşümü kabul etmesi itibarıyla da suretleri O’nun içindir. Durum bizimle O’nun arasında aynı­dır. Çünkü varlık birdir.”

Sonra şöyle der:

İzafet

1-    Mülkiyet izafeti: Zeyd’in malı gibi.

2-     Teşrif izafeti: Melik’in kulu gibi.

3-     İstihkak izafeti: Hayvanın eğeri gibi.

Bunların hepsi Hakk’a izafe edildiğinde insan-ı kâmil için doğrudur. Hatta bu izafetler vakiîdir. İnsan-ı kâmil Hakk’ın gaybıdır. Çünkü misildir (benzer). Sonra şöyle der:

“Âdeme bütün isimleri öğretti”[117] ayetinin anlamı, insanın hakikatinin kabul ettiği bütün isimler demektir.

Uç Yüz Elli Dokuzuncu Bölüm

Muhammedi mertebeden “seni kastediyorum ey komşu (ka­dın) duy” menzilinin bilinmesi hakkındadır. Bu, emri tefrik etmek ve keşifte ketmin sureti menzilidir.

Haki kader:

“İki misil, iki beyaz ve iki siyah gibidir. Tanım ve hakikat ikisini de kapsar. İki zıt, beyaz ve siyah, güzel ve çirkin gibi­dir. İki hilaf, tek bir varlıkta renk ve tat gibidir.

Zikredilen bu üç kavramdan her birinde bütünün hükmü vardır. Mesela; beyaz, beyaz gibi ise de mahal açısından hilaf ve zıttır da. Çünkü bir mahal, ikisini bir arada tutmaz. Araş­tırdığın zaman birbirine hilaf ve zıt iki şey de aynıdır.”

Sonra şöyle der:

“Insan-ı kâmil, İlahî suret açısından misildir. Kul olduğu halde, kul olduğuna Rab olmasının doğru olmaması açısından zıttır. Hakk’ın onun görmesi, duyması ve konuşması olması bakımından hilaftır. Böylece Hak onu ve kendisini aynı hakikatte ispat etmiştir. Nefsini bilen, misil, zıt ve hilaf bilgisiyle Rabbini de bilir.”

Daha sonra Şeyh, hakiki içtihadı zikreder ve şöyle der:

“içtihat, kendisiyle özel tenezzül kabul edilen batındaki is­tidadı meydana getirmek üzere gayret sarf etmektir. Bu İlahî tenezzülü, nübüvvet ve risalet döneminde sadece nebi ve resul kabul edebilir. Resûlullah’ın (s.a) gerçekte onaylamış olduğu sabit bir hükme muhalefete yol verilmemiştir.”

Daha sonra, ilahi isimlerde misliyyet, zıddiyet ve hilafiy- yete yer vermiştir.

“Misil, Rahman ve Rahim gibidir. Hilaf, Rahman ve Sabûr gibidir. Zıt ise Darr ve Nâfi’ (zarar ve fayda veren) gibidir.”

Bir şiir söyler:

Kendisini görünce tanımadı

Ne perde ne keşif ne de bakış olarak

Şiirde köşkü gördüğünde “tanımadı ” ifadesinde geçen za­mir, Belkıs’a döner. Belkıs onda köşkün suretini görmüştü. Sarh (Köşk), “aydınlanma anındaki cisim’e işarettir, Belkıs ise nefsin remzidir.

Uç Yüz Altmışıncı Bölüm

Övülen karanlıklar ve görülen nurların menzilinin bilin­mesi hakkındadır.

“Nûr idrak edilir ve onunla idrak edilir. Karanlık ise idrak edilir; ama onunla idrak edilmez. Nûr, idrak edilip onunla id­rak edilmemesi bakımından bazen büyür. İdrak edilmeyip ken­disiyle idrak edilmemesi bakımından da latifleşir. İdrak ancak idrak edilendeki nurla olur. Hak mahza nurdur. Muhal mahza karanlıktır. Bu iki asıl, âlemdeki nur ve karanlığın aslıdır.”

Sonra şöyle der:

“Yaratılış, nurla karanlık arasında bir berzahtır.

Mümkün, kendisiyle kendi hakikatini ve nur ve karanlı­ğın hakikatini toplamıştır. O sahili olmayan bir denizdir. An­cak iki tarafı vardır.

Mümkünün hayaldeki misali, merkezdeki noktaya nis­petle dairenin muhiti gibidir. Nokta asildir. Muhit ona göre ortaya çıkmıştır.”

Bölümün hakikaderinden:

“İlahî nur, her şeyi kapsar, hatta muhali de. Muhal farazi olarak vardır. Yokluk da böyledir. Muhal ve yokluk iki ma­lumdur.”

Sonra bir şiir söyler:

Şeyden başka şey yok, çünkü O’ndan gayrisi yok

Nur oldugunda.n dolayı bilgi onu kuşatır.

Hâulâi ile kendilerine işaret edilenler, yaratılışlarında ve hü­kümlerinde İlahî isimlere dayanmışlardır. “Allah Ademe.18 ayetine dikkat et!

Tevhidi hakikader hakkında şöyle demiştir:

“Her varlığın, mevcudun ve madudun ahadiyyeti vahi­din kuvvetindedir. Bunun için her mevcut kendisine özgü bir ahadiyyede ortaya çıkmışür. Ahadiyyet ahadda zahir, bütünde gizlidir. Zaün ahadiyyeti ahad ve basit varlıklardadır, bütünün ahadiyyeti mürekkep varlıklardadır. Bunlara isimler, nispetler veya sıfadar denir.

Bütün muhdes varlıklar, Zat’ın tevhidinin nuruyla ortaya çıkmıştır... Varlıkta kesretin ahadiyyetinden başka bir şey yoktur. Zat’tan başka bir şey yoktur. Uluhet, bu Zat’ın nefsî bir sıfatıdır. Çünkü O, zatından dolayı O’dur. En güzel isim­ler O’nundur.

Ma’kul-ı zat, ma’kul-ı gina ani’l-âlemîn’den (âlemlere ihti­yacının olmamasından) farklıdır. Hak, âlemlerden müstağni olsa bile, bunun anlamı, fakirliğin O nda bulunmasından mü­nezzeh olmasıdır ya da kendisinden başka O na delalet eden bir delilden münezzeh olmasıdır. O, âlemi cömertliğinden ve kereminden var etti. Öyleyse, isimlerin olması gerekir, âlemin olması gerekir ve kesretin ahadiyyetinin olması gerekir.

Zat’ın nurları, mevcudattan başka bir şey değildir. Bun­lar Zat’ın tecellileridir. Mevcudat, mevcudatın nurundan or­taya çıkmıştır. Mevcudatın Var Edici si de onlara görünmüş­tür. Mevcudat Var Edici sini mevcudattan bilmiştir.”

Sonra tecelliler hakkında konuşur:

“Zat’ın tecellileri, mümkünlerin varlıklarının üzerine yayı­lır ve geri yansır. Böylece Hak kendisini idrak eder.

Mümkünün tecellilerle yanmasının anlamı, varlığının, ha­kikatte varlığa sahip olana dönmesidir. Böylece mümkünler, sabitlik şeyliklerindeki hakikat üzere kalırlar. Zat’ın tecellile­riyle, Hak aynasında mümkünlerin çokluğu ortaya çıkmıştır. Hak onları kendi zatında mümkünlerin içinde bulundukları ve hak ettikleri hakikatlerine göre idrak etmiştir. Bu âlemin zuhuru ve bekasıdır.”

Uç Yüz Altmış Birinci Bölüm

Muhammedi mertebeden takdirde Hak ile ortaklık men­zilinin bilinmesi hakkındadır.

Bölümün başındaki şiirden:

Varlıkta Allah’tan başka varlık olsaydı bulamazlardı

Onda fail ve munfail olanın kim olduğunu

Fakat âlemde birdir ve tek

Benzersiz yaratmak ve değiştirmekle düveli.

Bölümün hakikatlerinden:

“Kemalini bilmek isteyen kendisine, emrine ve nehyine baksın. Herhangi bir dil, herhangi bir organ ve kendisinden başka herhangi bir mahlûk vasıtası olmaksızın yaratılışına bak­sın. Bundaki mana kendisi için sahih olursa, o kemalinde, Rab- binden bir delil üzerindedir. İnsan kendisinde tek bir şey olun­caya kadar toplanırsa, himmeti gerçekleşir.”

Sonra aklı evvel veya beyaz inci hakkında onların mahza nur olduğunu söyler.

Kısaca bölümün hakikaderinden bazıları:

Küllî Nefis-. Yani yeşil zümrüt. Aydınlıkta akıldan daha aşa­ğıdadır. İki âlem için cüzî ruhlar vasıtasıyla, cisimlerde hayat ondan yayılmıştır.

1-     Ulvî âlem: “Ruhlar, cennet ve içindekiler gibi"

2-      Suflî âlem: “Maden, hayvan ve bitkideki unsurlar. ”

Daha sonra tabiat hakkında şöyle der:

“Tabiat, küllî nefsin bütün heyulaya yayılan gölgesidir.

Küllî cisim: Bu tabiat ve heyulanın cevherinden ortaya çı­kan şeydir. Bu cisimler için bir bütündür. Karanlığından do­layı siyah teşbih tanesi olarak isimlendirilmiştir.”

Takdir: Bu “O, işi tedbir eder”[118] ayetindeki tedbirdir.

İcat: “Ayetleri açıklar”[119] ayetindeki tafsildir.

lnsan-ı Kâmil: Tedbir edilen işin kendisidir. Bütün âlemin suretine göre biçimlenmiştir. Manevî olarak bütün İlahî isim­lerin suretine göre biçimlendiği gibi.

Üç Yüz Altmış ikinci Bölüm

Kalp ve yüz, parça ve bütün secdesinin menzilinin bilin­mesi hakkındadır. Bu iki sücûd ve iki secde menzilidir.

Bölümün hakikaderindendir:

Gayb: Aleme nispetledir. Şahadet de böyledir.

Kalp: Gayb âlemindendir. O keşfi olarak secde ettiğinde ebedi olarak dünya ve ahirette baş kaldırılmaz.

Şeyh, şöyle dedi: “Alemler, hareket, sükûn, toplanma ve ay­rılmadır. Keşf ehli şöyle demişlerdir: Bu âlemlerin bir halden başka bir hale intikali ve dönüşümü, hareketli, sakin, toplan­mış veya birbirinden ayrılmış şeylere nispededir. Bu yaratıkların araz oldukları konusunda herhangi bir şüphe yoktur. Muhalle vasıflanan manalar veya nispeder olmaları fark etmez.

Meşiet. “Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz’[120] ayetinde Al­lah, dileyendir. Kulun nefsinde bunun için bir irade görmesi, Hakk ın onun iradesi olmasındandır, başkası değil.

Alemde kesinlikle sükûn yoktur. Hareketler âleme farklı farklı etkiler verirler. Hareketler olmasaydı, sürelerin nihayeti olmazdı, sayıların hükmü bulunmazdı ve eşya belirlenmiş bir süreye kadar akıp gitmezdi. Hareketlerin aslı, amâ, istiva ve nüzulde olan ilahi sıfatlardır.”

Uç Yüz Altmış Üçüncü Bölüm

Kendisinden daha aşağıda bulunan ve kendisini tanımayan arifin halinin menzilinin bilinmesi hakkındadır. Ona öğrenme imkânına sahip olmadığı şeyleri öğretmesi ve Yaratıcı’nın neşe ve ferahlıktan tenzih edilmesi.

Kulun eliyle meydana gelen fiilin nispeti incelenmiştir. Bu konu, başka bölümlerde de işlenmişti.

Uç Yüz Altmış Dördüncü Bölüm

Bilenin dünya ve ahirette rahadık ve ilahi gayrete kavuş­tuğu iki sırrın menzilinin bilinmesi hakkındadır.

Bölümden hakikatler:

“Meleğin hakkında indiği şeydeki fark, meleğin inmesinde değildir. Melek, zamanı geçen peygamberin şeriaunı öğretmek veya sözlerini ve hükümlerini tahkim etmek amacıyla veliye iner. Bazı veliler için tenzilde inzal zevki vardır.”

Bir Mülahaza: Bu bölüm bütünüyle çok önemlidir. Vahdet hakkında eşsiz incelemelerdir. Şiirleri de öyledir. Bunun için yukarıda zikrettiğimin dışında başka bir şey nakletmedim.

Uç Yüz Altmış Beşinci Bölüm

Muhammedi mertebeden hali ve makamı âlemlere gizle­nen kimseye rahmet mertebesinde ulaşan sırların menzilinin bilinmesi hakkındadır.

Bölümün hakikaderinden:

Şeyh’in sözlerinden: “Biz Allah’a ve Peygamberine ve Pey­gamberinin icmali ve tafsili olarak getirdiği, tafsilatı bize ula­şan ve ulaşmayan veya yanımızda sabit olmayan şeye iman ettik...”

Bu, önemli bir cüzdür. Kıyamet gününe kadar mümin ve nebileri müşahedesi ve ubudiyetin her makamdan üstünlüğü incelenmiştir.


Uç Yüz Altmış Altıncı Bölüm

Resûlullah’ın müjdelediği ahir zamanda ortaya çıkan Mehdi’nin vezirlerinin menzilinin bilinmesi hakkındadır. Mehdi, Ehl-i Beyt’ten olacaktır.

Mehdi’nin vezirleri hakkında şöyle der:

“Onlar dokuz kişidir ve hepsi de Mehdi’ye muhtaçtır. Ve­zirler dokuz emirle kaim olurlar, ne onuncusu vardır ne de ek­siği.” Bu emirler şunlardır:

1-      Basiretin etkisi

2-      İlkâ anında ilahi hitabın bilinmesi.

3-      Allah’tan tercüme ilmi.

4-      Emir velilerinin mertebelerinin belirlenmesi.

5-      Gazapta rahmet.

6-      Mülkün ihtiyaç duyduğu hissi ve aklî rızıklar.

7-      İşlerin birbirine girmesi ilmi.

8-    İnsanların ihtiyaçlarını gidermede araştırma ve aşırıya kaçma.

9-    Âlemde özellikle zamanında ihtiyaç duyulan gayb ilmine vukufiyet.

Uç Yüz Altmış Yedinci Bölüm

Onu kabul edeceklerin azlığı ve kavramada zihinlerin ye­tersizliği nedeniyle muhakkiklerden hiç kimsenin keşfedeme­diği beşinci tevekkül menzilinin bilinmesi hakkındadır.

Bölümün hakikaderinden:

“Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem, başkasının değil bilenin gözünü görmüş­tür. İtikadının sureti değişmemiştir. Resûlullah’ın otuz dört isrâsı olmuştur. Bunlardan bir tanesi bedeniyle —ki bu kapısı­dır- diğerleri ruhla olmuştur.

Velilerin berzahî, ruhanî isrâları vardır. Bu isrâlarda, mü- şahhaslaşmış manaları, hayale hissedilen suretlerde müşahede ederler.”

Bölümde Şeyh’in Îdrîs (a.s.) ile bir konuşması da vardır.

Uç Yüz Altmış Sekizinci Bölüm

Geldi, gelmedi gibi fiillerin ve tek emir mertebesi menzi­linin bilinmesi hakkındadır.

Bu bölümde “el-hakkül-mahluk bih” meselesi incelenmiştir.

Uç Yüz Altmış Dokuzuncu Bölüm

Gömerdik hâzineleri anahtarlarının menzilinin bilinmesi hakkındadır.

Bölümün hakikaderinden:

“Meleklerin Adem’e secde etmeleri, suretten ve daha önce kendilerine isimleri öğretmesinden dolayı idi.”

Uç Yüz Yetmişinci Bölüm

Muhammedi mertebeden artma ve varlık ve değişme sırla­rından bir ve iki sırrın menzilinin bilinmesi hakkındadır.

Bu bölümde sıradar (yollar) açıklanmışm. Bunlar:

1-      Allah’ın yolu

2-      İzzet’in yolu

3-      Rabb’ın yolu

4-      Nimet verenin yolu

5-      Hz. Peygamberin (salla’llâhü aleyhi ve sellem) yolu

Şer’i hükümlerde içtihat etmede, ilimleri Allah’tan alma makamının yüceliği de bu bölümle incelenmiştir.

Şeyh, bu menzilin ilimleri arasında şöyle der:

“İnsanın bitki olma yönünden değil de ağaç olma yönün­den nebata benzemesi bu menzilden öğrenilir. Bundan dolayı Adem’in ağaca yaklaşması yasaklanmıştır. Bu nefsinin heva ve hevesine yaklaşmaması konusunda bir uyarıdır. Bu da “ve ken­dini nefsine (kulluktan) alıkoyan kimse var ya”[123] ayetidir. Ya­pılması veya terk edilmesinde hüküm olmayan hususlar, kişi­nin iradesine bağlıdır.”

Uç Yüz Yetmiş Birinci Bölüm

Muhammed ümmetine vasiyet edilen bir ve üç sırrın men­zilinin bilinmesi hakkındadır.

Bölümün hakikaderinden:

“Ahiret dirilişi, berzaha benzer, insanın batını mahiyet iti­barıyla hayal sahibidir.”

Bu bölümün önemi:

Bu bölüm, âlemin varlığının tertibini ve birkaç temsilî resmi içermektedir. Onda büyük sırlar ve yüce hakikatler vardır.

Uç Yüz betmiş ikinci Bölüm

Muhammedi mertebeden sana ait olmayan şeyle kendini övmen ve bunda Hakk’ın seni şereflendirmek amacıyla sana ica­beti sırrının ve iki sırrın menzilinin bilinmesi hakkındadır.

Bu bölümde hayal âleminde temsil edilen suretler incelen­miştir. Onlar benzediği asli suretlerin hükmünü alırlar.

Uç Yüz ^etınij Üçüncü Bölüm

Muhammedi mertebeden mertebesi inayede âlemden üs­tün olan hikmedi suda ortaya çıkan üç sırrın ve suren değişse de âlemin ebedi olarak kalmasının menzilinin bilinmesi hak­kındadır.

Haki kader:

Cüzî ruhlar. “Ruhumdan ona üfledim’ ayednde geçen ve Allah’a izafe edilen küllî ruhtan üfurülen ruhtur. Bundan do­layı, onu cisimlerden önce yaratnğını yani takdir ve tayin et­tiğini söylemiştir.

Şeyh, ruhların cesede bürünmesinde ve bedeni suretlere bürünmelerinin sebebi hakkında önemli incelemeler yapmış­tır. Hülasa olarak; ruhlar hakikatte basit varlıklardır. Suretler, hakikatte hangi surette olurlarsa olsunlar, bakanın gözüne ra- cidir; fakat hayal âleminde.

Üç Yüz Yetmiş Dördüncü Bölüm

Muhammedi mertebeden rüya ve riya menzilinin bilin­mesi hakkındadır. Rablık mertebesinde eşyadan öne geçenler. Müminlerin bir ayağı olduğu gibi kâfirlerin de bir ayağı var­dır. Her grubun ayaklan bir ayak üzeredir ve adalet ve fazilet üzere imamıyla gelir.

Bölümde şu husus incelenmiştir:

“Hakk’ı görmek sürekli bir ihsanla olur. Bunun bir talep­ten olup olmaması fark etmez.”

Üç Yüz yetmiş Beşinci Bölüm

Muhammedi mertebeden hayalî benzerliğin, hakikat ve ka­rışım âleminin menzilinin bilinmesi hakkındadır.

Şeyh, hayal mertebesine özgü hakikatleri zikretmiştir. Ke­malin şifan olan mihverler hakkında incelemelerdir.

Üç Yüz betmiş Altıncı Bölüm

Hikmet mertebesinden dosdarla düşmanları bir araya geti­ren menzilin bilinmesi hakkındadır. Gayb âleminin birbiriyle çatışması. Bu mertebe bin Muhammedi makam içerir.

Bu bölümde, ganimetler ve paylaştırılması incelenmiştir. Bu ganimeder ilim ve marifet ganimederidir.

Üç Yüz bitmiş Yedinci Bölüm

Kıyam, doğruluk, şeref, inci ve surelerin secdelerinin men­zilinin bilinmesi hakkındadır.

Bu bölümde biricik ve önemli hakikatler, değerli şiirler ve Musevî rüyet incelenmiştir.

Üç Yüz Yetmiş Sekizinci Bölüm

İlahî mertebeden behimî ümmetin, ihsanın, üç ulvî sırrın, sonradan gelenin öne alınmasının, önce gelenin sona bırakıl­masının menzilinin bilinmesi hakkındadır.

Bölümün hakikaderinden:

“Hayvan, cansız ve bitkiden her varlık haşr olacaktır.”

Üç Yüz bitmiş Dokuzuncu Bölüm

Hail ve akd, ikram ve ihanet, duanın haber verme tar­zında meydana gelmesinin menzilinin bilinmesi hakkındadır. Bu Muhammedi bir menzildir.

Bu menzilde, on iki adamın hali incelenmiştir. Onlar, Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) sayısı on bir olan Vitir namazı rekâdarının sureti üzere olanlar ile onları toplayandır.

Uç Yüz Sekseninci Bölüm

Muhammedi makamdan âlimler peygamberlerin varisleri­dir menzilinin bilinmesi hakkındadır.

Bu bölümde, Allah’ı bilenleri peygamberlere mirasçı kı­lan şeyleri incelemiştir. Bununla beraber, “Dünyanızdan üç şey bana sevdirildi”hadisinin açıklamıştır.

Uç Yüz Seksen Birinci Bölüm

Tevhid ve cem menzilinin bilinmesi hakkındadır. Bu menzil beş bin re&ef makamını ihtiva eder ve bu menzil Muhammedi mertebedendir. Onun müşahedelerinden en mükemmeli ayın yarısı veya sonunda olandır.

Bu menzilde hayal âlemine özgü hakikatleri ve bu haki­katlerin önemini incelemiştir.

Üç Yüz Seksen ikinci Bölüm

Matemlerin, ilahi gelinlerin sayısı, yabancı, Musevî ve ge­rekli sırlar menzilinin bilinmesi hakkındadır.

Saliklerin varacağı ilahi kapı. Nebilerin ilimlerinin pen­ceresi.

Haremlerin incelenmesi. İsevî hatem, Muhammedi ha­rem ve diğerleri. Gelinlerin incelenmesi. Muhkem ve müte- şabih ilimlerin incelenmesi. Ayni bir varlık değil de itibarî bir hüküm olan Berzah’ın incelenmesi.

Uç Yüz Seksen Üçüncü Bölüm

Muhammedi büyüklükleri kendisinde toplayan büyüklük menzilinin bilinmesi hakkındadır.

Bu bölüm, tasarruf hakkına sahip olan on dört adama tah­sis edilmiştir.

Bu konuda Şeyh’in bu menzili irdeleyen "el-Azamet" is­minde bir risalesi vardır ve bu risale yanımda mevcuttur. Bu menzil, menzillerin sonuncusudur.

Üç Yüz Seksen Dördüncü Bölüm

Hitabî münazelelerin bilinmesi hakkındadır.

Bu bölümde münazelelerin anlamını ve türlerini incelemiş­tir. Bununla beraber et-Tûr Sûresi’nin ilk ayederini de incele­miştir. Bu bölüm, münazele bölümlerinin ilkidir.

Üç Yüz Seksen Beşinci Bölüm

“Değersiz olan galip gelir” ve “büyüklenen men edilir” mü- nazelesinin bilinmesi hakkındadır.

İlahî men ve bağış, mani’ isminin hükmü hakkında önemli incelemeler.

Üç Yüz Seksen Altıncı Bölüm

“Şah damarı”ve “beraberliğin ey«zjyeft”münazelesinin bi­linmesi hakkındadır.

Bu İlahî beraberliğin incelenmesi, “Rahmet Rahmanın bir da­lıdır” hadisindeki Rahman ismi için önemli bir incelemedir.

Uç Yüz Seksen Yedinci Bölüm

Büyüklük tevazusu münazelesinin bilinmesi hakkındadır.

Bu bölümde “Allah’ı gereği gibi takdir edemediler”[124], “Onun benzeri hiçbir şey yoktur”[125], “Yerde ve gökte büyüklük O’na ait- tir”[126], “İzzet sahibi olan senin Rabbin onların nitelemelerinden yücedir... ”[127] ayederini açıklamıştır. Bölümün sonunda “Acık­tım, beni doyurmadınız” hadisinin açıklaması vardır.

Uç Yüz Seksen Sekizinci Bölüm

Meçhul bir münazelenin bilinmesi hakkındadır. Bu, belir­leme olmaksızın yükseldiğinde Hak’ta aradığına yönelir. Hakk’ın yanında olan her şey belirlenmiştir. Belirleme olmadığı için münasip olmayan bir şekilde Hakk’a yönelmiştir.

Bu münazelede, “iyilik yapanlar için Hüsna ve daha faz­lası vardır”[128], “Günler sayısınca başka günlerde"[129], “Sana ki­tabı indiren O’dur. Onda muhkem ayetler vardır... ”[130] ayetleri tahkik edilmiştir. Ayrıca, “Cennete hiçbir gözün görmediği... ” hadisi ile orucun benzerinin olmadığını belirten hadisin açık­laması vardır.

Üç Yüz Seksen Dokuzuncu Bölüm

Varlığın bana, varlığım sana münazelesinin bilinmesi hak­kındadır.

Bu bölümde vahdet hakkındaki incelemeler önemlidir. “Sonra yaklaştı ve iyice sarktı ” [131]ayetini incelemiştir.

Üç Yüz Doksanıncı Bölüm

Benim dışımda bir şeyin zamanı onun varlığıdır. Benim zamanım yoktur. Yoksa sen olursun. Senin zamanın yoktur. Sen benim zamanımsın, ben de senin zamanınım münazele- sinin bilinmesi hakkındadır.

Bu bölümde, zamanın mahiyetini ve felekî günlerin hesap­lanması konusunu incelemiştir.

Uç Yüz Doksan Birinci Bölüm

Sual ayaklarının üzerinde sabit kalmadığı akışkan yol mü- nazelesinin bilinmesi hakkındadır.

Bu münazelede, bu münazele mertebesi hakkında marifet ehlinin görüşleri şu açılardan incelenmiştir:

a- Hak tercih. Hükümler, vakıada bizzat mümküne nispet edilmiştir. “Bu birinci sözdür. ”

b- Ondaki zahir mahal. Hüküm, Hakk’ın varlığıdır, eser­ler mümkünün hükümleridir. “Bu ikinci sözdür. ” Ayrıca bu bölümde “attığın zaman sen atmadın”[132] ayetinin açıklaması vardır.

Uç Yüz Doksan ikinci Bölüm

“Kim merhamet ederse biz de ona merhamet ederiz, kim mer­hamet etmezse biz ona merhamet ederiz, sonra gazab eder ve unu­turuz” münazelesinin bilinmesi hakkındadır.

Bu münazelede, ahirette rahmetin umumiliğini incelemiş, rahmede ilgili ayet ve hadisleri açıklamıştır. Ayrıca “Allah’ı unut­tular, Allah da onları unuttu’[133] gibi unutmayla ilgili ayetleri açıklamıştır.

Üç Yüz Doksan Üçüncü Bölüm

Kendisini korkutan şeyi görme sınırında duran kimse he­lak olur münazelesinin bilinmesi hakkındadır.

Bu münazelede, nefs-i natıka’nın heykellerle ilişkisini ince­lemiştir. Kâinat, isimlerin nispederinden var olmuştur ve nis­petlerden başka bir şey yoktur.

Üç Yüz Doksan Dördüncü Bölüm

Edepli olan erer, eren edepli olmasa bile dönmez münaze­lesinin bilinmesi hakkındadır.

Bu münazelede, Zat ilmine benzeyen garip bir ilmi incele­miştir. Bu da şudur: Mevcudatın dış varlıklarının asılları, yok­luk nispederidir. Onların toplanmasıyla kaim bir dış varlık zu­hur etmiştir. Bu bütünün mahiyetini kavramak hiç kimse için mümkün değildir ve hiç kimseye öğretilemez de. Bu sadece Allah’a mahsustur ve bu bütün âlemde işlektir.

Ayrıca bu münazelede, varış ve dönüşün olmayışı, edepli­nin manası incelenmiştir.

Uç Yüz Doksan Beşinci Bölüm

Mertebeme girip üzerinde hayâsı kalan kimsenin ölümünde dayanağı benim münazelesinin bilinmesi hakkındadır.

Bu münazelede, “Onu sevdiğimde kulağı olurum... ” hadi­sinin incelenmesi vardır.

Uç Yüz Doksan Altıncı Bölüm

Muhammedi mertebeden kendisini benden perdeleyen ilimleri ve maarifi toplayan kimsenin münazelesinin bilin­mesi hakkındadır.

Bu münazelede, her mümkün varlığın ilahi özel yönü hak­kında incelemeler vardır. Mümkünün bilinmesi, ölçüsü, mey­dana geliş keyfiyeti ve ilimlerin ondan gelişi incelenmiştir.

Uç Yüz Doksan Yedinci Bölüm

Allah’ın doğru sözü olan “Güzel ve temiz sözler O’na yük­selir. Güzel ve makbul işi de Allah yükseltir”[134] münazelesinin bilinmesi hakkındadır.

Bu münazeleyle, Hüviyye mertebesi ve Tasrif mertebesi in­celenmiştir. Birinci mertebe Ebû Suûd b. Şiblî’in mertebesidir, ikinci mertebe Şeyh Abdulkadir el-Cîlî’nin[135] mertebesidir.

Uç Yüz Doksan Sekizinci Bölüm

insanlara öğüt veren beni tanımamış, onlara hatırlatan beni tanımışnr. Hangisi olmak istersen ol münazelesinin bi­linmesi hakkındadır.

Bu münazelede öğüt, hatırlatma ve ilahi günler incelenmiştir.

Üç Yüz Doksan Dokuzuncu Bölüm

Kim oraya girerse boynu vurulur ve girmeyen kimse kal­madı mertebesinin münazelesinin bilinmesi hakkındadır.

Bu münazelede ittihat makamı incelenmiştir. Bu önemli bir özettir.

Dört Yüzüncü Bölüm

Benim için zuhur edene batın olurum, benim sınırımda durana görünürüm münazelesinin bilinmesi hakkındadır.

Bu münazeleyle, ez-Zâhır ve el-Batın isimleri ve evvellik ve ahirlik incelenmiştir. Önemli bir münazeledir.

Dört Yüz Birinci Bölüm

Ölüye ve diriye beni görmeye yol yoktur münazelesinin bilinmesi hakkındadır.

Rüyet ve “Gözler O’nu idrak edemez”[136] ayeti açıklanmıştır.

Dört Yüz ikinci Bölüm

Beni yeneni yenerim ve kimi yenmişsem o beni yenmiş­tir, teslimiyete yönelmek daha uygundur münazelesinin bilin­mesi hakkındadır.

Bu münazeleyle ilahi isimlerle ablaklanma konusu ince­lenmiştir.

Dört Yüz Üçüncü Bölüm

Kullarıma karşı hüccetim yoktur münazelesinin bilinmesi hakkındadır. Onlardan hiç biri yoktur ki kendisine “niçin yap­tın?” diye sormam üzerine “sen yaptın” demiş olmasın.

Bu münazeleyle, rahmetin umumiyeti incelenmiştir.

Dört Yüz Dördüncü Bölüm

Tebaasına karşı nefret besleyen kendi mülkünün helakine koşmuştur, onlara yumuşak davranan mülkünü ayakta tut­muştur, benden başka herhangi bir kölesini öldüren kendi efendiliklerinden birini öldürmüştür münazelesinin bilinmesi hakkındadır.

Bu münazeleyle ubudiyet incelenmiştir. Önemli bir ince­lemedir. Özellikle de İlahî ilmin, bilinenler, takdir edilenler ve irade edilenlerle ilişkisi önemlidir.

Dört Yüz Beşinci Bölüm

Kalbini evim yapan ve benim dışımda kalan her şeyi ora­dan tahliye eden kimseye neleri verdiğimi hiç kimse bilemez.

Onu el-beytul-mamûrA benzetmeyiniz. Çünkü o meleklerimin evidir, benim değil. Bunun için dostum İbrahim aleyhisselamı orada oturtmadım münazelesinin bilinmesi hakkındadır.

Bu münazeleyle, kalbin Hak için genişlemesi ve nazar edenlerin türleri hakkında peygamberlerden gelen haberler incelenmiştir.

Dört Yüz Altıncı Bölüm

Benden herhangi bir şey başka bir şey için zuhur etme­miş ve zuhur etmesi de gerekmez münazelesinin bilinmesi hakkındadır.

Bu münazeleyle, vahdet, isimler, mümkünler, zahirler ve batınlar hakkında önemli incelemeler yapılmıştır.

Dört Yüz Yedinci Bölüm

Göz kırpmasından daha hızlı bir şekilde benden kapılır, benden başkasına bakarsan bu benim değil senin zafiyetin- dendir münazelesinin bilinmesi hakkındadır.

Bu münazeleyle teklif ve kulun amelleri konusu incelen­miştir.

Dört Yüz Sekizinci Bölüm

Cumartesi günü, bağladığın ciddiyet örtüsü çözülür, âlem benden ben de âlemden boşaldım münazelesinin bilinmesi hakkındadır.

Bu münazele “ebediyet günü" olan cumartesi gününe öz­güdür. Burada Şeyh’in es-Sebtî b. Harun er-Reşid ile bir olayı anlatılır.

Dört Yüz Dokuzuncu Bölüm

isimlerim üzerinde perdedir, kaldırırsam bana ulaşırsın mü­nazelesinin bilinmesi hakkındadır.

Bu münazele, mahza ubudiyet makamına ait marifetlere özgü bir incelemedir. Eşsiz bir bölümdür.

Dört Yüz Onuncu Bölümr

“Varış Rab binedir”[137], Benimle izzet bulunuz mudu olur­sunuz münazelesinin bilinmesi hakkındadır.

Bu münazele, âlemle Allah arasındaki nispeti incelemeye özgüdür. Varlığın devreleri incelenmiştir.

Dört Yüz On Birinci Bölüm

Neredeyse ateşe girmeyecekti mertebesinden hakkında kitap öne geçer ve ateşe girer münazelesinin bilinmesi hakkındadır.

Bu münazeleyle, kitabın öne geçmesi, ilmin maluma tabi­iyeti konusu incelenmiştir.

Dört Yüz On ikinci Bölüm

Benim için olan hor olmaz ve asla hüsrana uğramaz mü­nazelesinin bilinmesi hakkındadır.

Bu münazele, kulun ilahi izzete karşı zilleti ve “benim için olan”sözündeki Allah için olanların mertebeleri incelemiştir.

Dört Yüz On Üçüncü Bölüm

Benden isteyen kazamın dışına çıkmaz, benden istemeyen de kazamın dışına çıkmaz münazelesinin bilinmesi hakkındadır.

Bu münazeleyle kaza ve kader konusu incelenmiştir. İlave olarak ilmin maluma tabiiyeti tahkik edilmiştir.

Dört Yüz On Dördüncü Bölüm

Ancak perdeyle görürsün münazelesinin bilinmesi hak­kındadır.

Bu münazele, rüyeti incelemeye özgüdür.

Dört Yüz On Beşinci Bölüm

Bana dua eden ubudiyet hakkını yerini getirmiş, kendi­sine insaf eden bana insaf etmiş münazelesinin bilinmesi hak­kındadır.

Aynî irtibat için, âlem vasıtasıyla Allah’ı bilme münazele­sinin bilinmesi hakkındadır.

Dört Yüz On Altıncı Bölüm

Kalbin hakikati münazelesinin bilinmesi hakkındadır.

Bu münazele, vahdeti bilmeyle ilgilidir. Farz ve nafile iba­detlerin birbirine yakınlığı incelenmiştir.

Dört Yüz On Yedinci Bölüm

Ücreti Allah’a ait olanın münazelesinin bilinmesi hakkındadır.

Bu münazeleyle ücreti Allah’a ait olan kimseler hakkındaki ayeder incelenmiştir.

Dört Yüz On Sekizinci Bölüm

Anlamayana hiçbir şey ulaşmaz münazelesinin bilinmesi hakkındadır.

Bu münazele, Allah’ın kastettiğini anlamayı engelleyen se­bepleri araşurmaya tahsis edilmiştir.

Dört Yüz On Dokuzuncu Bölüm

İlahî buyruk ve kayıtlar olan vesika münazelesinin bilin­mesi hakkındadır.

Bu münazele, indirilen İlahî kitaplar ve müjdeler gibi İlahî kayıtları incelemeye tahsis edilmiştir.

Dört Yüz Yirminci Bölüm

Makamlardan kurtulma münazelesinin bilinmesi hakkın­dadır.

Bu münazeleyle, “Ey Yesrib ehli! Buradan elinize hiçbir şey geçmez"13/ ayeti ve haller incelenmiştir.

Dört Yüz Yirmi Birinci Bölüm

Bana delil ve burhanla ulaşmayı isteyen asla bana ulaşa­maz, çünkü hiçbir şey bana benzemez münazelesinin bilin­mesi hakkındadır.

Bu münazeleyle, mantıkî delil yoluyla Allah’ı bilme­nin imkânsızlığı incelenmiştir. Aynı şekilde şuhudî keşif de imkânsızdır. Bu ancak İlahî bildirimle kolaylaşır.

Dört Yüz Yirmi ikinci Bölüm

Fiilimi bana iade eden hakkımı vermiştir ve üzerindeki hakkımda bana insaf etmiştir münazelesinin bilinmesi hak­kındadır.

137     el-Ahzâb, 33/13.

Bu münazeleyle, yeryüzünde konulmuş teraziler ve ahiret- teki teraziler incelenmiştir.

Dört Yüz Yirmi Üçüncü Bölüm

Bana hıyanet eden beni zikretmemiştir münazelesinin bi­linmesi hakkındadır.

Bu münazeleyle, müşahedede zikir incelenmiştir.

Dört Yüz Yirmi Dördüncü Bölüm

Seni sevmem Benim’le kalman içindir, sen ise ehline dön­meyi seviyorsun, bekle ki senden şifa bulayım. O zaman ya­nımdan gidersin münazelesinin bilinmesi hakkındadır. Allah “O, onları sever. Onlar da O’nu severler”[138] buyurmuştur. O seven ve sevilendir.

Bu münazeleyle, hüviyye ve rububiyet hükümleri ve Hakk’ın diliyle gelen garip lafızlar incelenmiştir.

Dört Yüz Yirmi Beşinci Bölüm

İlim talep edenin gözü benden uzaldaşmışnr münazelesi­nin bilinmesi hakkındadır.

Bu münazeleyle, “Gözler O’nu idrak edemez”[139] ayetini in­celemiştir. Sonra tevhidi hakikatler hakkında şöyle demiştir:

“Birin kuvvetinde, her mevcudun, malumun ve madudun ahadiyyeti vardır. Bunun için her mevcud kendisine özgü bir ahadiyyede ortaya çıkmıştır. Ahadiyyet birlerde zahir, bütünde gizlidir. Zatın ahadiyyeti birlerde ve basit varlıklardadır. Bütü­nün ahadiyyeti mürekkep varlıklardadır. Bunlara isimler veya nispetler veyahut sıfatlar denir. Tevhidi zatın nuruyla, bütün sonradan yaratılan varlıklar ortaya çıkmıştır...

Varlıkta kesretin ahadiyyetinden başka bir şey yoktur, o da zattan başka bir şey değildir. Uluhet bu zat için nefsi bir sıfatür. Çünkü O zatı içindir ve en güzel isimler O’nundur. Makulu z- zat âlemlerden müstağni olan makulun zıddıdır. Hak, her ne kadar âlemlerden müstağni ise de bu fakirliğin onunla kaim olmasından veya kendisinden başka O’na delalet eden bir de­lilden tenzih edilmesidir. Bundan dolayı kesretin ahadiyyetin­den âlemi yaram. Zatın nurları mevcudattan başka bir şeyle var değildir. Bunlar da vechin tecellileridir. Mevcudatın nu­ruyla mevcudat zuhur etmiştir. Var edeni de onun için ortaya çıkmıştır. Bunu ancak mevcudattan öğrendim.”

Dört Yüz Yirmi Altıncı Bölüm

Hz. Peygamber e Isrâ Gecesi, Rabbini görüp görmediği diye sorulduğunda, o “gördüğüm bir nur idi ” dediği sır mü­nazelesinin bilinmesi hakkındadır.

Bu münazeleyle nur incelenmiştir. Resûlullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) “gör­düğüm bir nur idi”sözünü açıklamıştır.

Dört Yüz Yirmi Yedind Bölüm

“Yayın iki ucu [140] münazelesinin bilinmesi hakkındadır.

Bu münazele, vücudî-şuhudî vahdeti tahkiktir. Bu müna­zelede bulunup da diğerlerinde olmayan şey şudur: Bu mü­nazele, dairenin merkezinin noktasıyla muhitinin birleşme­sini araştırır. Çünkü çevre noktayla birleştiğinde, aralarında var olan şey ortadan kalkar. Bu da âlemin Hakk’ın varlığında yok olmasıdır. Nokta çevreden ayırt edilmez. Aksine noktanın kendisi nokta olmasından, çevrenin kendisi çevre olmasından dolayı yok olmuştur. Böylece geriye var olan bir zattan başka bir şey kalmamışür. Bu zat hem kendi hükmünü ve hem de âlemden kendisine nispet edilenin hükmünü, gidiş, külli, ge­nel, öz ve hüküm olarak yok edendir.

Dört Yüz Yirmi Sekizinci Bölüm

İki inniyet hakkında sorma münazelesinin bilinmesi hak­kındadır.

Hakkın ve halkın inniyeti incelenmiştir. Ayrıca ubudet ma­kamı incelenmiştir.

Dört Yüz Yirmi Dokuzuncu Bölüm

Benim Celalim karşısında küçülene inerim, bana karşı bü- yüklenene büyüklenirim münazelesinin bilinmesi hakkında­dır.

Bu münazelenin özü şudur: “Hak âlemin aynasıdır. Var­lıklar, ondaki surederinden başka bir şey göremezler. Onlar da surederinde derece derecedirler.”

Dört Yüz Otuzuncu Bölüm

Seni hayrete düşürürsem kendime ulaştırırım münazelesi­nin bilinmesi hakkındadır.

Bu münazele hayretin incelemesi içindir. Onda Allah’ı bi­lenlerin sınıfları vardır.

Dört Yüz Otuz Birinci Bölüm

Kimi perdelemişsem onu perdelemişim münazelesinin bi­linmesi hakkındadır.

Bu münazele perdenin incelemesine tahsis edilmiştir. Va­kit ve vatanların hükmü de incelenmiştir.

Dört Yüz Otuz ikinci Bölüm

Senden başka hiçbir şeyde tereddüt etmedim, kadrini bil! Kendini bilmeyene şaşılır münazelesinin bilinmesi hakkın­dadır.

Vahdet ve Allah’ı bilme hakkında önemli hakikatler, Ka­dir gecesinin hakikati.

Dört Yüz Otuz Üçüncü Bölüm

Seni yok edecek tecelliye bak ve onu benden isteme, yoksa onu sana veririz, onu alanı bulamam münazelesinin bilinmesi hakkındadır.

Bu münazeleyle fena ve beka hakkında özel bir inceleme yapılmışür.

Dört Yüz Otuz Dördüncü Bölüm

Dilersen seni perdelemez, bundan sonra dilemem, artık sa­bit ol münazelesinin bilinmesi hakkındadır.

Bu münazeleyle, meşiet ve ilim incelenmiştir.

Dört Yüz Otuz Beşinci Bölüm

Kendime karşı ahit aldım, bazen yerine getiririm bazen bu kulumun elindedir, yerine getirmem, vefasızlık kuluma nispet edilir, itiraz etme! Ben buradayım münazelesinin bilin­mesi hakkındadır.

Bu münazeleyle vad ve vaîd incelenmiştir.

Dört Yüz Otuz Altıncı Bölüm

Senin benim katında olduğun gibi, bende insanlar ka­tında olsaydım bana ibadet etmezlerdi münazelesinin bilin­mesi hakkındadır.

Bu münazeleyle tabiî ve mevzuî rahmet incelenmiştir.

Dört Yüz Otuz Yedinci Bölüm

Kim şeriatımdaki payını bilirse, bendeki payını bilmiştir. Çünkü ben senin kaunda olduğum gibi, sen de benim katımda tek mertebedeyiz münazelesinin bilinmesi hakkındadır.

Bu münazeleyle “Allah katında olan şey, senin katında olan şey gibidir” Vonusu incelenmiştir.

Dört Yüz Otuz Sekizinci Bölüm

Kelamımı okuyan üzüntümü görür, onda meleklerimin eğeri kendisine iner ve sustuğunda kendisinden ayrılırlar ve ben inerim münazelesinin bilinmesi hakkındadır.

Bu münazeleyle Kur’âriın tilaveti incelenmiştir.

Dört Yüz Otuz Dokuzuncu Bölüm

içimizdeki Havass’a Nebevi verasetten hâsıl olan ikinci “ya­yın iki ucu” münazelesinin bilinmesi hakkındadır.

Bu münazeleyle İlmî verasetin mertebeleri ve kıyamette ilimle amel edenlerin mertebeleri incelenmiştir.

Dört Yüz Kırkına Bölüm

Müşahedemle kalbinin temelini iyice kuvvedendirene mey­lim arttı münazelesinin bilinmesi hakkındadır.

Bu münazele, “Size karşı gücüm olsaydı veya kuvvetli bir da­yanağa sığınsaydım”[141] ayetini tahkik etmiştir. Kitabın önceliği ve ilim maluma tabidir konusu da incelenmiştir.

Dört Yüz Kırk Birinci Bölüm

Ariflerin kalp gözleri bana değil benim yanımdakine ba­kar münazelesinin bilinmesi hakkındadır.

Alim ile arif arasındaki fark incelenmiştir.

Dört Yüz Kırk ikinci Bölüm

Beni gören ve beni gördüğünü bilen beni görmemiştir mü­nazelesinin bilinmesi hakkındadır.

Hakkın görülmesi konusunda bir incelemedir.

Dört Yüz Kırk Üçüncü Bölüm

İrfanî keşiflerin vacibiyeti münazelesinin bilinmesi hak­kındadır.

Tekvin tecellileri ve arifin bu tecellilere vakıf olma isteği incelenmiştir.

Dört Yüz Kırk Dördüncü Bölüm

Hakkında saf ahit kitabı yazılan kimse mutsuz olmaz mü­nazelesinin bilinmesi hakkındadır.

Saf ahit hakkındadır. Saf ahit dini Allah’a has kılmak­tır. Kendilerine itina gösterilen Allah’ta fani olmuş seçkinle­rin yaptığı gibi.

Dört Yüz Kırk Beşinci Bölüm

Adabımla edeplendirdiğim veli kullarımı tanıdın mı mü­nazelesinin bilinmesi kakındadır.

Velilerin alametleri, velayet ile hilafet arasındaki fark in­celenmiştir.

Dört Yüz Kırk Altıncı Bölüm

Gecenin ibadetle geçirilmesinin faydaları münazelesinin bilinmesi hakkındadır.

Gece ibadetleri canlı bir tablo şeklinde tahkik edilmiştir.

Dört Yüz Kırk Yedinci Bölüm

Temizleme mertebesine giren benden konuşur münazele­sinin bilinmesi hakkındadır.

Kaderin sırrı tahkik edilmiştir.

Dört Yüz Kırk Sekizinci Bölüm

Kendisine yanımdaki bir şeyi açtığım kişi şaşakalmıştır, beni görmeyi nasıl isteyebilir, heyhat! Münazelesinin bilin­mesi hakkındadır.

Doğuş ve baüş ve Musevî rüyet tahkik edilmiştir.

Dört Yüz Kırk Dokuzuncu Bölüm

Allah’tan söyleyen benim kulum değildir, ibadet eden benim kulumdur diyenin münazelesinin bilinmesi hakkındadır.

“mülkün mülkü”ifadesinin anlamı incelenmiştir.

Dört Yüz Ellinci Bölüm

Zuhurum için sabit olan benimle olur. Çünkü Allah onunla idi benimle değil, bu hakikat, ilki ise mecazdır münazelesinin bilinmesi hakkındadır.

Kendileriyle Allah için olan kullar ve Allah’la Allah için olan kullar hakkında bir incelemedir.

Dört Yüz Elli Birinci Bölüm

Yükselişlerin bilgisi mahreçlerdedir münazelesinin bilin­mesi hakkındadır.

İlahî isimler yönünden Hakk’ın halkla irtibatı hakkında bir incelemedir.

Dört Yüz Elli ikinci Bölüm

Bütün kelamım kullarım için öğüttür, keşke öğüt alsalar münazelesinin bilinmesi hakkındadır.

Bu münazeleyle kelamullah ve mertebeleri ve öğüdün çe­şitleri incelenmiştir.

Dört Yüz Elli Üçüncü Bölüm

Cömertliğim sana verdiğim hallerdir. Cömerdiğinin cö- merdiği ise suç işlediğinde caniyi afiedebilmeni sana bahşet- memdir münazelesinin bilinmesi hakkındadır.

Gömerdik ve cömerdiğin cömerdiği tahkik edilmiştir.

Dört Yüz Elli Dördüncü Bölüm

Yabancı, mertebemizde bizimle güç yetiremez, iyilik ancak akrabalar içindir münazelesinin bilinmesi hakkındadır.

Bu münazeleyle İlahî nispeder incelenmiştir. “De ki: Allah birdir"[142]deki haber ve bundaki diğer haberler.

Dört Yüz Elli Beşinci Bölüm

Zahirimle yöneldiğim kişi asla mutlu olamaz, batınımla yöneldiğim ise asla mutsuz olamaz ve bunun tersi münazele­sinin bilinmesi hakkındadır.

(Gazabı) Geçen ve kapsamlı rahmet tahkik edilmiştir. Nef­sini öldüren için olan “Kulum bana acele etti, ona cennet ha­ram kıhndrhadisi ile “O, ilktir, sondur, zahirdir, batındır”[143] ayeti açıklanmıştır.

Dört Yüz Elli Altıncı Bölüm

Varlığı veren vecdi kastederek, sözümü dinlerken hareket eden, şüphesiz ki duymuştur münazelesinin bilinmesi hak­kındadır.

Musevî ağaçta, İlahî kelam tahkik edilmiştir.

Dört Yüz Elli Yedinci Bölüm

Mutlak teklif münazelesinin bilinmesi hakkındadır.

“Bana dua edin, icabet edeyim”[144] ayeti tahkik edilmiştir. Bu mudak teklifin manasıdır.

Dört Yüz Elli Sekizinci Bölüm

Görünen tecellileri idrak münazelesinin bilinmesi hak­kındadır.

Görünen tecellileri idrak konusu incelenmiştir. Bu gizli bir sırdır. Kim Hakk’ı bilirse bu perdeler kendisinden kaldırılır, bilmeyene ise kaldırılmaz.

Dört Yüz Elli Dokuzuncu Bölüm

“Onlar bizim katımızda seçilmişlerdendir”[145] münazelesi­nin bilinmesi hakkındadır.

“Sonra kullarımızdan seçtiklerimizi kitaba mirasçı kıldık... ”[146] ayeti açıklanmıştır.

Dört Yüz Altmışıncı Bölüm

İslam, iman, birinci ihsan ve ikinci ihsan münazelesinin bilinmesi hakkındadır.

İslam, iman ve ihsan tahkik edilmiştir.

Dört Yüz Altmış Birinci Bölüm

Üzerine örtümü yaydığım kişi benim esirgediklerimdendir, tanımaz ve tanınmaz münazelesinin bilinmesi hakkındadır.

Hakk’ın esirgedikleri arifler, bu ariflerin Allah’ı ve âlemi bilmeleri incelenmiştir.

Münazeleler burada bitti.

(Kutupların zikirleri ve Muhammedi makamları)

Dört Yüz Altmış ikinci Bölüm

Muhammedi kutuplar ve menzilleri içinde Kutupların zi­kirleri ve Muhammedi makamlar.

Bu bölümle Muhammedi kutupluğun anlamı, yön kutup­ları, makamlar ve haller incelenmiştir.

Dört Yüz Altmış Üçüncü Bölüm

Kendi zamanlarındaki âlemin etraflarında döndüğü on iki kutbun bilinmesi hakkındadır.

Kutupluk âleminin esası olan on iki kutbun ilimleri, hal­leri, menzilleri ve dereceleri tahkik edilmiştir. Bölümde bu ku­tupların durumları tafsiladı olarak anlatılmıştır.

Dört Yüz Altmış Dördüncü Bölüm

Zikri “Lâ ilâhe illallah” olan kutbun hali hakkındadır.

Bu bölümle harflerine ve kelimelerine özgü ilimler yönün­den “Lâ ilâhe illallah”incelenmiştir. Hecîr, herhangi bir şekilde kula gerekli olan zikirdir.

Dört Yüz Altmış Beşinci Bölüm

Menzili “Allahtı ekber”o\an kutbun halinin bilinmesi hak­kındadır.

Bu bölümle tekbirle zikredenlerin türleri incelenmiştir. Bun­lar üç türdür. Her biri için bir fasıl ayrılmıştır.

Dört Yüz Altmış Altıncı Bölüm

Mertebesi ve zikri “Subhanallah” olan kutbun halinin bi­linmesi hakkındadır.

Sahih olan tenzih incelenmiştir. Bu bölümle, “Eğer Allah bir çocuk edinmek isteseydi.. .seçerdi. ”[147] ayetinde gizli olan ga­rip bir ilim ve âlemden misliyyetin nefyedilmesi konusu in­celenmiştir.

Dört Yüz Altmış Yedinci Bölüm

Menzili “Elhamdu lillah” olan kutbun hali hakkındadır.

Mutlak ve mukayyed hamdin kısımları incelenmiştir.

Dört Yüz Altmış Sekizinci Bölüm

Menzili “Elhamdu lillah alâ külli hâl” olan kutbun hali hakkındadır.

“Elhamdu lillah alâ külli hâl” hakkında önemli bir incele­medir. O bütün varlıkların dilidir.

Dört Yüz Altmış Dokuzuncu Bölüm

Menzili “işimi Allah’a havale ediyorum” olan kutbun hali hakkındadır.

Bu bölüm Hakka ve halka ait olan havale etmeyi incelemiştir.

Dört Yüz Yetmişinci Bölüm

Menzili “Ben insanları ve cinleri bana ibadet etsinler diye ya­rattım”[148] [149] olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.

Bu bölümde ibadet ve vahdetin özellikleriyle ilgili önemli marifetler incelenmiştir.

Dört Yüz Yetmiş Birinci Bölüm

Menzili “De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana tabi olun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın”[150] olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.

Hak’tan olan muhabbet incelenmiş, faiz ve nafile açık- lanmışur.

Dört Yüz Yetmiş ikinci Bölüm

Menzili “Sözü dinleyip en güzeline uyanlar, işte onlar, Allah’ın hidayete erdirdiği kimselerdir ve onlar gerçek akıl sahipleridir”lyl olan kutbun hali hakkındadır.

Bu bölümde söz incelenmiştir. Bölüm bütünüyle güzeldir.

Dört Yüz Yetmiş Üçüncü Bölüm

Menzili “İlahınız tek bir ilahtır”[151] [152] [153] olan kutbun hali hak­kındadır.

Bu bölümle, tevhid hakkında önemli incelemeler yapılmış­tır. Varlıkta âlemden başka zıdarı kabul eden yoktur.

Dört Yüz Yetmiş Dördüncü Bölüm

Menzili “Sizin yanınızda olan tükenir, Allah’ın yanında olan ise süreklidir”olan kutbun hali hakkındadır.

Bu bölümle Hakk’ın ve halkın yanında olmak (indiyyet) incelenmiştir.

Dört Yüz Yetmiş Beşinci Bölüm

Menzili “Kim Allah’ın şiarlarım yükseltirse”[154] olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.

Şiarları incelemiştir. Şiarlar, kalplerin takvasındandır. Bö­lümün işaretlerinden bazıları:

el-Beytul-atîk, iman evidir. O da Allah’ın azametini içine alan müminin kalbidir.

Şiarların tahkiki konusunda şöyle demiştir:

Allah’ın şiarları alametleridir. Alametleri, kendisine ulaştı­ran delilleridir.

Dört Yüz Yetmiş Altına Bölüm

Menzili “lâ havle ve lâ küvete illâ billah” olan kutbun hali­nin bilinmesi hakkındadır.

Havkale hakkında önemli bir bölümdür. Meleğin mahi­yeti ve kendisiyle beşer arasındaki üstünlük yarışı hakkında bir incelemedir.

Muhtasarı yapan şöyle der: Bu meseleyi anlamak için dik­kat gerekir. Çünkü melek insanların arasındadır.

Dört Yüz Yetmiş Yedinci Bölüm

Menzili “Yarışanlar bunun için yarışsınlar”[155] ve “Çalışanlar bunun için çalışsınlar”[156] olan kutbun hali hakkındadır.

Bu bölümle dünya ve ahirette zühdün yokluğu incelenmiştir. Adam, mahza ubudette Hakk suretinde ortaya çıkan herkestir.

Muhtasarı yapan fakir şöyle der:

Suretle zuhur, ilahi isimlerle ablaklanma ve onaylanma an­lamındadır.

Dört Yüz Yetmiş Sekizinci Bölüm

Menzili “Hardal tanesi kadar bir şey bulunsa ve bir kaya­nın içinde, göklerde ve yerde olsa dahi Allah onu getirir. Şüphe­siz ki Allah latifdir ve her şeyden haberdardır"[157] olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.

Kula ve ilahi isimlere özgü olan rızık incelenmiştir.

Dört Yüz Yetmiş Dokuzuncu Bölüm

Menzili “Kim Allah'ın yasaklarına saygı gösterirse, Rabbi katında bu kendisi için daha hayırlıdır”[158] olan kutbun hali hakkındadır.

İlahî hürmet hakkında bir incelemedir. O da âlemdir ve Haktandır.

Dört Yüz Sekseninci Bölüm

Menzili “Biz ona çocukluğunda hüküm verdik”[159] olan kut­bun hali hakkındadır.

Beşikte İsevî konuşma ve Efendimiz Yahya’ya (a.s.) çocuklu­ğunda hükmün verilmesi hakkında bir incelemedir. Bu bölümde Şeyh’in kızının beşikteyken konuşması da tahkik edilmiştir.

Dört Yüz Seksen Birinci Bölüm

Menzili “Allah iyi amel yapanların ecrini zayi etmez”[160] olan kutbun hali hakkındadır.

Amelin ihsanı ve amellerin suretlerinin inşası incelenmiştir.

Dört Yüz Seksen ikinci Bölüm

Menzili “Kim yüzünü ihlasla Allah’a çevirirse, sağlam bir ipe sarılmıştır, işlerin sonu Allah’a varır”[161] olan kutbun hali hakkındadır.

Allah’ın rızasına teslim olma, gerçek kul, velilerin şifadan incelenmiş ve Ebû Yezid in “ene’l-Hak” sözü açıklanmıştır.

Dört Yüz Seksen Üçüncü Bölüm

Menzili “Neftini tezkiye eden kurtulmuştur, onu kirleten hüsrana uğramıştır”[162] olan kutbun halinin bilinmesi hak­kındadır.

Nefsin tezkiyesi ve kirletilmesi incelenmiştir. “... bilinceye kadar sizi deneyeceğiz”[163] ayeti açıklanmıştır.

Dört Yüz Seksen Dördüncü Bölüm

Menzili “Can boğaza dayanınca, sizin o zaman bakarsınız Biz ona sizden daha yakınızı fakat siz görmezsiniz”[164] olan kut­bun hali hakkındadır.

Bu bölümle, ihtizar (ölüm, can çekişme) esnasında hâsıl olan keşif ve dünyada arifin bu keşifteki hissesi incelenmiştir.

Dört Yüz Seksen Beşinci Bölüm

Menzili “Kim dünya hayatını ve süsünü isterse, ona orada amellerini karşılığını veririz ve o azaltılanlardan olmayacaktır”[165] olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.

Bu bölümle dünyadaki ve ahiretteki ceza ile dünyada mu­accel ceza incelenmiştir.

Dört Yüz Seksen Altıncı Bölüm

Menzili “Kim Allah’a ve Resulüne isyan ederse, apaçık bir şekilde sapmıştır”[166] olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.

Vahdet hakkındaki tahkikatlar gerçekten yücedir. Bölümün sonunda acze varmak için çaba harcamak incelenmiştir.

Dört Yüz Seksen Yedinci Bölüm

Menzili “Sizden kim erkek olsun kadın olsun, mümin ola­rak salih amel işlerse, ona tertemiz bir hayat yaşatırız”[167] olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.

Salah mertebesi ve peygamberlerin salihlerden olma talep­leri incelenmiştir.

Dört Yüz Seksen Sekizinci Bölüm

Menzili “Kendisine eşler verdiğimiz kimseye yüzünü çevirme. Onlar dünya hayatının süsüdür. Onları imtihan ediyoruz Rab- binin rızkı daha hayırh ve daha kalıcıdır”[168] olan kutbun ha­linin bilinmesi hakkındadır.

Nefsin çift yönlülüğü, ilahi ve tabiî rızık, aynalarda görü­len suret ilmi incelenmiş ve onlara işaret edilmiştir.

Dört Yüz Seksen Dokuzuncu Bölüm

Menzili “Şüphesiz ki sin mallarınız ve çocuklarınız bir imtihan vesilesidir"[169] olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.

İnsanın örnekliği, tasarrufunun tam oluşu, amellerin kul­lara nispeti, özellikle şeriata göre, esenlik ve kurtuluş yolunun ne olduğu incelenmiştir.

Dört Yüz Doksanıncı Bölüm

Menzili “Yapamayacağınız şeyleri söylemeniz Allah katında büyük bir günahtır"[170] [171] olan kutbun halinin bilinmesi hak­kındadır.

Hak ile halk arasında fiillerin nispeti konusu incelenmiş­tir. Bu konun benzerleri daha önce geçmişti.

Dört Yüz Doksan Birinci Bölüm

Menzili “Böbürlenme, şüphesiz ki Allah böbürlenenleri sev­mez” 1/1 olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.

Kul ne ile böbürlenir, dünya böbürlenme yeri değildir ko­nusu incelenmiştir.

Dört Yüz Doksan ikinci Bölüm

Menzili “O, gaybı bilendir. Hiç kimseyigaybına muttali kıl­maz. Ancak resullerinden razı oldukları müstesna”[172] olan kut­bun halinin bilinmesi hakkındadır.

Gaybın kısımları ve rüyet hakkında önemli bir özdür. Rü- yetin ve ilmin en yücesi, Muhammedi intihadır. Çünkü Allah’ı bilen ondan başka kimse kalmamışür. "Bana öncekilerin ve son­rakilerin ilmi verilmiştir” ilmi gibi.

Dört Yüz Doksan Üçüncü Bölüm

Menzili “De ki: hepsi Allah katındandır. Bu kavme ne oluyor ki sözü anlamıyorlar”[173] çünkü onlar onu bulamıyorlar. Zira o yanlarındadır olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.

Bu bölümde Hakk’ı ve halkı bilmenin tahkikadarı ve te­cellileri vardır.

Dört Yüz Doksan Dördüncü Bölüm

Menzili “Şüphesiz ki Allah’tan sadece alim olan kulları kor­kar”[174] ve benzeri ayetler olan kutbun halinin bilinmesi hak­kındadır.

Alîmden ve Allah’ın ismi olan isimlerden korkma, ilahi isimler hakkında ince sırlar incelenmiştir.

Bölümde: Varlık birbiriyle ittihadıdır. Teyidi nakzının ta kendisidir.

Dört Yüz Doksan Beşinci Bölüm

Menzili “Sizden kim dininden döner ve kafir olarak ölürse”[175] olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.

Başkalarının aksine ariflerin acil bir şekilde Allah’a dönme­leri konusunda özel sırlar.

Dört Yüz Doksan Altıncı Bölüm

Menzili “Allah’ı layıkıyla takdir edemediler”[176] olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.

Tenzih ve teşbih, Hakk’ın kendisini teşbih etmesi, halkın O’nu teşbih etmesi, insan-ı kâmilin temsilciliğine özgü haki­katler hakkında incelemelerdir.

Dört Yüz Doksan Yedinci Bölüm

Menzili “Onların çoğu Allah’a şirk koşarak inanır”[177] olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.

Burada imandan maksat varlığa imandır. Tevhid imanı daha sonra gelir.

Dört Yüz Doksan Sekizinci Bölüm

Menzili “Kim Allah’tan sakınırsa, Allah ona bir çıkış yolu gösterir ve hesaplamadığı yerden rızıklandırır”[178] olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.

Bu bölümle, âlemin sürekli olarak bir halden diğer bir hale intikali ve bunun illeti incelenmiştir.

Dört Yüz Doksan Dokuzuncu Bölüm

Menzili “O’nun benzeri olabilecek hiçbir şey yoktur”[179] olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır. Bazen kâf’ın ziyadesiyle gelir, bazen de misil’in görevini görmek üzere sıfat olarak ge­lir. Bu bizim görüşümüzdür. Allah’a hamd olsun.

Hakk’ın benzerini nefyetmede ince tahkikatlar. Misil in gö­revi demekle, mertebe ve isimlerde olmayı kastetmiştir. Dik­kat etmelisin!

Beş Yüzüncü Bölüm

Menzili “Kim Ondan ayrı ben de ilahım derse, onu cehen­nemde cezalandırırız”[180] olan kutbun halinin bilinmesi hak­kındadır. Yani aslına döndürürüz. O da uzak kalmakur. De­rin olan şeye cehennem kuyusu denir.

Bu bölümde ilah ismi ve bu isimle gerçekleşen şeyler in­celenmiştir.

Beş Yüz Birinci Bölüm

Menzili “Allah’tan başkasına mı dua ediyorsunuz. Doğru sözlü iseniz... ”[181] olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır. Bu Şeyhimiz Ebû Medyen’in (r.a.) zikridir.

Cahil kişi kavramasa da her davetçinin davet edileni bırdır\\M kında eşsiz bir incelemedir. Burada genel rahmet de araştırılmıştır.

Beş Yüz ikinci Bölüm

Menzili “Bile bile Allah’a ve Resulüne hiyanet etmeyiniz, ema­netlerinize de hiyanet etmeyiniz”[182] olan kutbun halinin bilin­mesi hakkındadır.

Bu ayette zikredilen hıyanet çeşideri hakkında bir incelemedir.

Beş Yüz Üçüncü Bölüm

Menzili “Onlar dini O’na has kılarak dosdoğru bir şekilde Allah’a ibadet etmekle, namazı kılmak ve zekâtı vermekle emro- lundular Dosdoğru din budur”[183] olan kutbun halinin bilin­mesi hakkındadır.

ibadeti Allah’a has kılmak konusunda büyük ve önemli incelemelerdir.

Beş Yüz Dördüncü Bölüm

Menzili “Allah de! Sonra onları bırak”[184] olan kutbun ha­linin bilinmesi hakkındadır. Buraya kadar olan zikirler, Şey­himiz Ebû Medyen’in zikirleridir. Bazıları “işlerinde oyalansın­lar” [185] ifadesini de eklemişlerdir.

Bu bölümle, ayederde derinleşmek hakkında incelemeler yapılmışur. O da varlıktaki isimlerin hükmü, müşahedeye yö­nelik işaret ve marifetlerdir.

Beş Yüz Beşinci Bölüm

Menzili “Rabbinin hükmüne sabret, sen gözetimimizdesin”[186] olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır. Arkadaşlarımızdan Muhammed el-Marakeşî, Marakeş’te bu menzil üzeredir.

Sabır, Allah’tan başkasına şikâyet arz etmeme hakkında bir incelemedir. Bu Allah için şikâyeti oltımstızlamaz.

Beş Yüz Altıncı Bölüm

Menzili “Onlar bir tuzak kurdular. Allah da onlara tuzak kurdu. Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır”[187], “Onlar bir tuzak kurdular. Biz de tuzak kurduk. Fakat onlar farkında de­ğildirler" [188] olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.

Tuzak, kandırma ve aldatma hakkında bir incelemedir.

Beş Yüz Yedinci Bölüm

Menzili “Allah’ın gördüğünü bilmiyor mul”[189] olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.

İnce marifederden hadler, zikir ve rüyet ve diğer marifet­ler hakkında bir incelemedir.

Beş Yüz Sekizinci Bölüm

Menzili “Allah iman edenlerin velisidir. Onları karanlıklar­dan aydınlığa çıkarır”[190] olan kutbun halinin bilinmesi hak­kındadır.

İlahî ve kula ait velayet ve mümin ismi hakkında bir in­celemedir.

Beş Yüz Dokuzuncu Bölüm

Menzili “Her ne infak ederseniz, Allah onu yerine koyar”[191] olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.

înfak edilen şeyin yerine koyan Hüve hakkında bir ince­lemedir.

Beş Yüz Onuncu Bölüm

Menzili “Haksız yere yeryüzünde kibirlenenleri ayetlerim­den yüz çevirteceğim”[192] olan kutbun halinin bilinmesi hak­kındadır.

İlahî kibriyâ ve onunla vasıflanan - gerçekten veya iddia olarak- hakkında bir incelemedir.

Beş Yüz On Birinci Bölüm

Menzili “Eğer Allah’tan korkarsanız, O size bir Furkan ve­rir”[193], “Allah’tan korkun ve Allah size öğretir”[194] olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.

Takvadan doğan Furkan ve bu Furkan’ın ilimleri hakkında bir incelemedir.

Beş Yüz On İkinci Bölüm

Menzili “Derileri her olgunlaştığında yeni derilerle değiştire­ceğiz” [195] olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.

Bu, zikir ehlinin vasfı olan korku hakkında bir inceleme­dir. Bu zikrin neticesi, ismet hallerinin, zahir ve evvel isminin isimlerinin, şühudu bilmenin ve zahir tecellinin suretleri olan Hakk’ı kabul etmenin marifetlerinin gerçekleşmesidir.

Beş Yüz On Üçüncü Bölüm

Menzili “Kâf hâ yâ ayn sâd. Rabbinin kulu Zekeriyya’ya olan rahmetini zikret"[196] olan kutbun halinin bilinmesi hak­kındadır.

Rahmetin türleri, Şeyh’in kıyamet sahnelerini keşfi ve zan hakkında bir incelemedir.

Beş Yüz On Dördüncü Bölüm

Menzili “Kim Allah’a tevekkül ederse, O, ona yeter”[197] [198] olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.

Zorunluluk, muhal ve imkân hakkında bir incelemedir. Mümkünün gerçekleşmesi bu üçüyle olur. Çünkü o kapsa­yıcı bir berzahtır.

Beş Yüz On Beşinci Bölüm

Menzili “Davud kendisini denediğimizi anladı ve hemen Rab- binden mağfiret diledi ve rükua kapandı ve tövbe etti”,9S olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.

Ademî ve Davudi hilafet arasındaki farkı incelemiştir.

Beş Yüz On Altıncı Bölüm

Menzili “De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, zarar etmesinden kork­tuğunuz ticaretiniz, hoşunuza giden meskenler, size Allah’tan, Re­sulünden ve Ö’nun yolunda cihad etmekten daha sevimli ise, o zaman bekleyiniz"[199] [200] ve. “Allah’a kaçınız"™ olan kutbun hali­nin bilinmesi hakkındadır.

Oğulluk, babalık, kardeşlik ve ayetin sonuna kadar zikre­dilen diğerleri hakkında önemli incelemelerdir.

Beş Yüz On Yedinci Bölüm

Menzili “Hatta yeryüzü bunca genişliğine rağmen onlara dar geldi, içleri daraldı ve kendileri için Allah’tan başka bir sığınağın olmadığına inandılar"[201] olan kutbun halinin bilinmesi hak­kındadır. Bu sıkıntıdan sonra üzüntü ve ihtiyaç halinin zikridir.

Teklik, çiftlik ve birlik, son genel rahmet hakkında bir in­celemedir.

Beş Yüz On Sekizinci Bölüm

Menzili “Kalplerinden korktuklarında, dediler ki: Rabbiniz ne demiştir dediler. Dediler ki: Hakkı. O yücedir ve büyüktür" [202] olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.

Bölümün ismi olan ayetin tefsiri hakkında önemli incele­melerdir. Melekler âlemine, ahiret dirilişine özgü incelemeler. İncelemede önemli şiirler vardır.

Beş Yüz On Dokuzuncu Bölüm

Menzili “Allah ve Resulü sizi, size hayat verecek bir şeye ça­ğırdıkları zaman icabet ediniz”[203] olan kutbun halinin bilin­mesi hakkındadır.

Vahdet, İlahî yakınlık, Allah’ın ve Resûlünün kelamının kapsamlılığı hakkında önemli bir incelemedir.

Beş Yüz Yirminci Bölüm

Menzili “Ancak duyanlar icabet eder”1'-'1 olan kutbun hali­nin bilinmesi hakkındadır.

Bu ayetin tahkiki yapılmıştır. Ayet, rahmetin kapsamlılı­ğını ve genişliğini anlatır.

Beş Yüz Yirmi Birinci Bölüm

Menzili “Azıklanm, çünkü azıkların en hayırlısı takvadır. Ey akıl sahiplen! Benden korkun”105 olan kutbun halinin bi­linmesi hakkındadır.

Takva, yolculuk ve yolun duraklarının incelenmesidir.

Beş Yüz Yirmi ikinci Bölüm

Menzili “Yerine getireceklerini içleri titreyerek yerine getirirler. Şüphesiz ki onlar Rablerine dönecekler. Onlar hayırlarda koçan­lardır. Onlar o hayır için öne geçenlerdir”106 olan kutbun hali­nin bilinmesi hakkındadır.

Bu ve devamındaki ayeder hakkında önemli incelemelerdir.

Beş Yüz Yirmi Üçüncü Bölüm

Menzili “Rabbinin makamından korkan kimseye gelince”107 olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır. [204] [205] [206] [207]

izafeti ve mutlaklığı yönünden Rab ismi hakkında bir in­celemedir.

Beş Yüz Yirmi Dördüncü Bölüm

Menzili “De ki: Eğer Rabbimin kelimelerini yazmak için de­nizler mürekkep olsa hatta onun bir mislini üzerine ilave etmiş olsak yine de Rabbimin kelimeleri tükenmeden denizler tüke­nirdi”1®* olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.

Alem olan vücut bulmuş kelimelerin incelenmesidir.

Beş Yüz Yirmi Beşinci Bölüm

Menzili “Kim Allah’ın sınırlarını çiğnerse, şüphesiz ki kendi­sine zulmetmiştir. Nereden bileceksin belki Allah bundan sonra bir iş yaratır”[208] [209] olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.

Şefi hükümlere özgü sınırlar ve eşyanın zatî sınırları in­celenmiştir.

Beş Yüz Yirmi Altıncı Bölüm

Menzili “Eğer sana sebat vermeseydik, nerdeyse biraz onlara meyledecektin”[210] olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.

insanın sekiz azası ve amacına uygun olarak kullanıldıkla­rında onlardan çıkan keramet, menziller ve İlahî makamlarla münasebeti hakkında incelemelerdir. Yıldızların yörüngeleri­nin kitabının ilmi bu zikrin bazı neticeleridir.

Beş Yüz Yirmi Yedinci Bölüm

Menzili “O’nun rızasını arayarak sabah akşam Rablerine dua edenlerle beraber sabret. Gözünü onlardan ayırma... "2" olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.

Her şeyde Hakk’ın rızasını arayanlarla beraber sabretme incelenmiştir.

Beş Yüz Yirmi Sekizinci Bölüm

Menzili “Kötülüğün cezası dengi olan bir kötülüktür. Kim affeder ve ıslah ederse onun ücreti Allah’a aittir”2'2 olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.

Bölümün başlığı olan ayet hakkında bir incelemedir. Kö­tülük isminin incelenmesine dikkat edilmiştir.

Beş Yüz Yirmi Dokuzuncu Bölüm

Menzili “Temiz belde, bitkileri Rabbinin izniyle çıkar”1' ' olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.

İşarederle bu ayet ve ilahi seçim incelenmiştir.

Beş Yüz Otuzuncu Bölüm

Menzili “İnsanlardan utanır, Allah’tan utanmazlar. Halbuki gecelediklerinde Allah’ın razı olmadığı bir söylemi tasarladıkla­rında Allah onlarla beraberdi. Allah onların yaptıkları her şeyi çepeçevre kuşatmıştır”[211] [212] [213] [214] olan kutbun halinin bilinmesi hak­kındadır.

Gizlenmek hakkında bir incelemedir. “Allah kötülüğün açıkça söylenmesinden hoşlanmaz”2'5 ayetine dikkat çekmiştir.

Beş Yüz Otuz Birinci Bölüm

Menzili “Olduğunuz bir iş, okuduğunuz bir Kuran, işledi­ğiniz bir amel yoktur ki, siz o işe daldığınız da biz sizin üze­rinde şahit olmayalım”1'5 olan kutbun halinin bilinmesi hak­kındadır.

Vahdet, irade, emir, eşyanın yaratılışı, masiyetle isimlenenin mahiyeti, icbar ve ihtiyar hakkında önemli bir incelemedir.

Beş Yüz Otuz ikinci Bölüm

Menzili “Namaz müminler üzerine vakti belirlenmiş bir farz­dır”1'7 olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.

Beş vakit namaz hakkında incelemeler ve işaretlerdir.

Beş Yüz Otuz Üçüncü Bölüm

Menzili “Kullarım sana beni sorarlarsa, ben yakınım. Dua edenin duasına icabet ederim”1'9 olan kutbun halinin bilin­mesi hakkındadır.

Dua ve icabet hakkında bir incelemedir, icabet, her isteyenin sadece duasıyla hâsıl olur. Bu konuda bölüme bakmalısın. [215] [216] [217] [218]

Beş Yüz Otuz Dördüncü Bölüm

Menzili “Sen güzel bir ahlak üzeresin”™ olan kutbun ha­linin bilinmesi hakkındadır.

Nebevi miras olan Kur’ân’la ablaklanma hakkında bir in­celemedir.

Beş Yüz Otuz Beşinci Bölüm

Menzili methi yüce olan ve isimleri mukaddes olan Allah’ın “Ayaktayken, otururken ve yanlan üzere uzanırken Allah'ı zikreden­ler...[219] [220] sözü olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.

Hakk’ı müşahede ve murakabe hakkında önemli incele­melerdir.

Beş Yüz Otuz Altıncı Bölüm

Zikri “Kim dünya hayatını isterse ona onu veririz ve ahi­rette onun bir nasibi yoktur”[221] [222] olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.

Ahiret için çalışma, dünya ve ahiret evladığı hakkında bir incelemedir.

Beş Yüz Otuz Yedinci Bölüm

Zikri “İnsanlardan korkarsın. Korkman gereken Allah’tır”111 olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.

Vahdet ve marifette acizlik hakkında önemli incelemelerdir.

Beş Yüz Otuz Sekizinci Bölüm

Menzili “Emrolunduğun gibi dodoğru ol”12i olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.

Emir, irade, ilmin maluma tabiiyeti, kaderin sırrı hakkında yüce tahkikatlardır.

Beş Yüz Otuz Dokuzuncu Bölüm

Menzili “Allaha kaçınız”[223] [224] [225] [226] olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.

Allah’a Muhammedi kaçış, velilere özgü olan veraset hak­kında bir incelemedir.

Beş Yüz Kırkma Bölüm

Menzili “Kendilerine çıkıncaya kadar sabretmelerdi kendi­leri için daha hayırlı olurdu”125 olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.

Resûlullah’ı (salla’llâhü aleyhi ve sellem) görme ve bunun gerçekleşmesi ve Hakk’ın bütün surederde tecellisi hakkında bir incelemedir.

Beş Yüz Kırk Birinci Bölüm

Menzili “Sizden kim zulmederse, ona büyük bir azap tattı­racağız”116 olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.

Muhtelif, işarî manalarla zulüm ve Allah’ın temsilciliği hak­kında bir incelemedir.

Beş Yüz Kırk ikinci Bölüm

Menzili “Bu dünyada kör olan, ahirette de kördür ve yol bakımından daha sapıktır"217 olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.

Allah’ı bilme hakkında garip bir incelemedir. Allah’ı bil­menin son noktası hayrettir.

Beş Yüz Kırk Üçüncü Bölüm

Menzili “Resulsize ne verdiyse onu alın"12'' olan kutbun ha­linin bilinmesi hakkındadır.

Allah’tan ve Peygamberden alma hakkında garip bir ince­lemedir.

Beş Yüz Kırk Dördüncü Bölüm

Zikri “Sarfettiği hiçbir söz yoktur ki, yanında bir gözetici ol­masın"1111 olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.

İlahî koruma ve gözetim, aynı şekilde melekî koruma hak­kında bir incelemedir.

Beş Yüz Kırk Beşinci Bölüm

Zikri “Secde et ve yaklaş”[227] [228] [229] [230] olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.

Secde ve secdede Hakk’ı müşahede hakkında bir incele­medir.

Beş Yüz Kırk Altına Bölüm

Menzili ve zikri “Zikrimize sırt çevirenden yüz çevir"[231] [232] [233] [234] olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.

Bu ayet hakkında dakik bir incelemedir. Özeti şudur: Zikre sırt çevirme, zikredileni gerçekleştirir.

Beş Yüz Kırk Yedinci Bölüm

Menzili “Sana emredileni yerine getir"olan kutbun ha­linin bilinmesi hakkındadır.

Emri yerine getirme hakkında bir incelemedir. Mücerret emir, çeşiderinin farklılığına göredir.

Beş Yüz Kırk Sekizinci Bölüm

Menzili ve zikri “Beni anın ki ben de sizi anayım"166 olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.

Kulun Hakk’ı, Hakk’ın kulu zikri, akılla Allah’ı bilme ve ma­rifetlerin türleri, düşünce ve keşif hakkında bir incelemedir.

Beş Yüz Kırk Dokuzuncu Bölüm

Menzili “Kendisini müstağni görene gelince, sen bütün il­gini ona yöneltiyorsun”1Vl olan kutbun halinin bilinmesi hak­kındadır.

Hakk’ın şifadan her ortaya çıktığında onları yüceltmek. Sufilerin hali olan zevk.

Beş Yüz Ellinci Bölüm

Menzili “Rabbin dağa tecelli edince, onu paramparça etti..."2n olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.

Zad ve sudurî tecelli hakkında bir incelemedir.

Beş Yüz Elli Birinci Bölüm

Menzili “Allah amellerinizi görecektir, Elçisi ve müminler de”rv~' olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.

Allah ve Elçisinin mükellefin amellerini görmesi hakkında bir incelemedir.

Beş Yüz Elli ikinci Bölüm

Menzili “Kendilerine zulmettikleri zaman keşke sana gelse­lerdi. ..[235] [236] [237] [238] olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.

Zalimin nefsini Resûlullah’a getirmesi hakkında bir ince­lemedir. Bu dakik bir incelemedir.

Beş Yüz Elli Üçüncü Bölüm

Menzili “Allah onları arkalarından kuşatmıştır”1^1 olan kut­bun halinin bilinmesi hakkındadır.

İlahî kuşatma ve vahdet hakkında dakik bir incelemedir.

Beş Yüz Elli Dördüncü Bölüm

Menzili “Kendilerine verilenlerle sevinip yapmadıklarıyla övül­meyi sevenler”™ olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır.

Gerçek anlamda Hakk’a ait olduğu halde fiilin kula isnat edilmesi hakkında bir incelemedir. Bu Hatemul-Evliyanın[239] [240] menzilidir.

Beş Yüz Elli Beşinci Bölüm

Günümüzden kıyamete kadar olan Kutuplardan geri kalan­ları zikretmemi engelleyen sebebin bilinmesi hakkındadır.

Şeyh, bu bölümde kıyamet gününe kadar olacak kalan kutupları zikretmeme sebebini açıklar. Bu sebep de insanla­rın onları tasdik etmemeleri sebebiyle günaha düşmüş olma­ları korkusudur.

Beş Yüz Elli Altıncı Bölüm

Menzili “Mülkü elinde tutan her türlü noksanlıktan münez­zehtir” [241] olan kutbun halinin bilinmesi hakkındadır. Bu men­zil, 589 yılında giren bir şeyhimizin menzilidir.

Mana ve hissedilenler hakkında ilave bir incelemedir. Hakk’ın eli olan bu zakir vasıtasıyla kullara verilen hediye­ler hakkındadır.

Beş Yüz Elli Yedinci Bölüm

Genel anlamda velilerin mührünün bilinmesi hakkındadır.

İsevî mühür hakkında bir incelemedir. Bu bölüm tama­mıyla bir sırdır.

Beş Yüz Elli Sekizinci Bölüm

İzzet Rabbine mahsus olan güzel isimlerin ve ona verilmesi uygun olan ve olmayan lafızların bilinmesi hakkındadır.

Bu bölüm, isimlere ait olan mertebeleri incelemeyi içer­mektedir. Bunlar fasıllar halindedir. Onları aşağıda gösteril­diği gibi özet olarak sunacağım:

Allah ismi olan ilahi mertebe-. Bu mertebenin özü ve özeti, Allah isminin kapsamlılığını incelemedir. Bu mertebenin özeti ve neticesi hayrettir. Bir şeyin kendisini mükellef kılamaması bunun hakikatlerindendir.

Rab ismi olan Rabbani mertebe-. Bu mertebe beş mana­sıyla incelenmiştir. Bunlar: 1 -sabit 2- malik 3- muslih 4- sey- yid 5- mürebbidir.

Rahman-Rahim ismi olan Rahmût mertebesi-. Minettarlık ve zorunluluk rahmetinin incelenmesidir.

Melik ismi olan mülk ve melekût mertebesi: Melik ismi ve vahdetin sırları hakkında bir incelemedir.

Kuddûs ismi olan takdis mertebesi: Hakk’ın ve mümkün varlıkların takdisi hakkında bir incelemedir.

Selam ilahi ismi olan selam mertebesi. Muhammedi ayna­larda Hakk’ın görülmesi, Zat ta dalmanın imkânsızlığı.

Mümin ismi için olan eman mertebesi. Peygamber tabileri için eman ile ariflerin onanlarının artması hakkında bir in­celemedir.

Müheymin ismi için olan şahadet mertebesi. Bu mertebe Kur’ânî hakikatleri içermektedir.

Aziz ismi için olan izzet mertebesi. İzzet hakkında dakik bir incelemedir.

Cebbar ismi için olan ceberrût mertebesi. Bu mertebeyi in­celemedir. Bunda mahlûk zatı bilemez. Ancak uluhet berza­hının arkasından bilebilir.

Mütekebbir ismi için olan azameti kazanma mertebesi. Bu mertebeyi incelemedir. Mütekebbir ismi bilinmeyen garip bir isimdir.

Halik ismi için olan halk ve emr mertebesi. Halk ikidir: Tak­dir ve icat.

Bari ismi için olan bariiyyet mertebesi. Bu makam hakkında incelemelerdir. Muhtevasında mükelleflerin halleri, şeriatta ge­len teşbih haberleri gibi. Rablığın bir sırrı vardır. Bu sır zahir olsaydı, Rablık batıl olurdu. Rablığın bir sırrı vardır. Bu sır za­hir olsaydı, nübüvvet batıl olurdu.

Musavvir ismi için olan tasvir mertebesi: Amellerin su­retlerinin inşası. Kul hakimiyet ismini kabul etmez. Varlık kulluğu kabul ettiği gibi hakimiyeti de kabul eder. “Attığın zaman sen atmadın, Allah attı”[242] ayeti hakkında önemli hakikatler.

Gaffâr, Gafir ve Gaftır ismi için olan perdeyi sarkıtma mer­tebesi: Bu bölümle perde incelenmiştir. Perde, öz hakikatler ve eşsiz zevklerdir.

Kahr mertebesi: İlahî kahr, rıza ve sabrın anlamı incelen­miştir.

Vehhab ismi için olan vehb mertebesi: Mevhibe ve amelle­rin surederinin inşası hakkında dakik bir incelemedir. Şeyh, bu bölümde mevhibe’deki zevkleri incelemiştir.

Rezzak ismi için olan erzak mertebesi: Rızkın sırları ve çe- şideri ve bütün varlık mertebelerini kapsaması. “Bilinceye ka­dar sizi denemekteyiz”[243] ayetindeki sırlar.

Fettâh ismi için olan fetih mertebesi: Fethin çeşideri: Surî, manevi ve vasati fetih.

Alîm, Alim ve Allâm ismi için olan İlim mertebesi: Alimlerin mertebeleri, malumat çeşitlerinin beyan edilmesi, ilmin ma­luma tabiiyetinin açıklanması. Kısacası bu, incelemelerde bü­tün bir mertebedir.

Kabız ismi için olan kabz mertebesi: Kıdem ve hudus mer­tebesindeki manalarıyla kabz incelenmiştir.

Basit ismi için olan bast mertebesi: Bast mertebesi, bu mer­tebede oturanın edebe riayette yapması gereken şeyler. Dünya ve ahirette İlahî bast’ın tecellilerinin açıklanması.

Hafdmertebesi: Geniş anlamda bu mertebenin incelenmesi. Hafd kul için asaletendir.

Rif’at mertebesi: Bu makamın incelenmesi. Rif at Hak için bizzatür.

I’zâz (sevip-sayma) mertebesi'. İlahî ve halka ait olan i’zâz hakkında dakik incelemelerdir.

Izlâl (Küçük düşürme/rezıl etme) mertebesi. Izlâl ve zillet ve muhtaçlığın nedeni hakkında dakik incelemelerdir. Filozofların “Birden ancak bir çıkar” sözünün incelemesi yapılmıştır.

Seni mertebesi. Her işitende işitme incelenmiştir. Bu mer­tebe kelama mahsustur. Çünkü o işitilendir. Sesler de böyledir. Bu mertebe, daha önce incelenen nefes mertebesiyle ilgilidir.

Basar mertebesi. Hak ve halk yönünden rüyet ve müşahe­denin incelenmesi. Mizanın konulmasındaki sırlar. “Dilediğini içle, çünkü sen bağışlandın"sözünün incelenmesi.

Hüküm mertebesi. Hükmün mahkûmun aleyhe tabiiyeti. Başlangıcı ilmin maluma tabiiyeti gibidir. Alîm ile Hakîm ara­sındaki farklar. Şer’î hükümlerdeki incelikler.

Adalet mertebesi. Bu mertebe hakkında dakik inceleme­ler. Vahdet, kaza ve kaderdeki büyük sırlar, ilmin maluma ta­biiyeti.

Lütuf mertebesi: Letafet ve kesafet hakkında yüce ve dakik incelemeler. Şeyh’in bu makamdaki hissesi.

Tecrübe ve deneme mertebesi: Bu, nimet ve gazaplarla imti­han mertebesidir. Kaza ve kaderin incelenmesi.

Hilm mertebesi: Amellerin suretleri olan mühlet verme ve değiştirme hakkında incelemeler. Rüya ve hayal mertebesin­deki sırlar.

Azamet mertebesi: Azametin incelenmesi. Azîmin oluşu ma­hallidir. Faîl siğasının incelenmesi. Esmaiyyete ait olan sırlar.

Şükür mertebesi: Mertebedeki fiil ve infialler hakkında ince sırlar.

Yükseliş mertebesi. Yükseliş, iniş, birliktelik, istiva ve ubudet hakkında ince sırlar. İlahî azamet mertebesiyle: “ululuk benim abamdır" hadisindeki sırlar.

Koruma mertebesi. Bu mertebe hakkında ince sırlar.

Mukît (Muktedir/Rızık veren) mertebesi. Rızkın umumiliği. Önemli hakikader.

İktifa mertebesi. Tevhidin zirvesi hakkında ince sırlar ve zatî ve isimlere ait marifeder.

Celâl mertebesi. Bu mertebenin incelenmesi iki açıdandır. Bu ismin delalet ettiği azamet açısından ve hakaret açısından. Ahiret dirilişi hakkında ince sırlar. Günahın garipsenmesi.

Kerem mertebesi. İncelemede önceki mertebeyi takip eder.

Murakabe mertebesi. Hakka ve halka ait murakabenin in­celenmesi.

İcabet mertebesi. İnce sırlar. Bu mertebe infial mertebesi­dir.

Genişlik mertebesi. Rahmetin her şeyi kapsaması. Burada ince sırlar vardır.

Hakim, Hikmet mertebesi. Hikmet mertebesi: ince sırlar, hik­metin tarifi ve kimin hikmet mertebesine sahip olduğu gibi.

Veddâd, vedd (dostluk/sevmek) mertebesi: Sevgi ve dosduğun açıklanması. Vahdet hakkında büyük sırlar.

Mecd, Mecd (Ululuk/İzzet) mertebesi. Dakik incelemeler. Dünya ve ahiret cezası. “Ben Allah’ım”diyenlerin türleri ve hal­leri ve hükümlerinin incelenmesi. “Subhânî” diyenler.

Hayâ, Hayâ mertebesi: İnce sırlar. Vahdet hakkında ma­rifetler.

Sâhî, Sehâ (Cömertlik) mertebesi: Hediyenin türleri: Isâr (nefse tercih), kerem, cûd (cömertlik) ve sehâ (karşılıksız ver­mek, eli açıklık).

Tayyib, Tayyib mertebesi: Vahdet hakkında sırlar. Ebu Medyen’in Süryan’daki sözü.

Muhsan, İhsan mertebesi: Rüyet ve “İyiliğin karşılığı iyilikten başka bir şey midirî" j/A ayetinin yorumu ve ince sırlar.

Dehr, Dehr (Zaman) mertebesi: Dehr isminin incelenmesi.

Sahip, Sohbet mertebesi: Kapsamlı incelemeler ve büyük sırlar. Însanî yolculuk. Ariflerin, kendilerine vacip olan şeyleri müşahede etmeleri hasebiyle işlerinin zor oluşu.

Halife, Hilafet mertebesi: Liyakatta Hakk’ın halifeliği.

Cemil Cemâl mertebesi: Mudak ilahi cemâl hakkında sırlar.

Mııs’îr, Tes’îr (Narh koyan! koymak) mertebesi: Kapsamlı ilim­ler ve büyük sırlar.

Karibul-Akrab, Kurbet, Kurb ve Kurab mertebesi: Mudak vahdet hakkında esas sırlar.

Muti, Atâ ve l’tâ mertebesi: Rahmet hakkında sırlar.

Şâfı, Şifa mertebesi: “Hastalandığım zaman bana şifa veren O’dur”1^ ayeti ve şifa konusunda Hz. Peygamberden gelen hadislerin incelenmesi.

Ferdul-Vitrul-Ahad, İfrâdmertebesi: Ferd, vitr ve ahad hak­kında sırlar.

Refik, Rıfk ve Murafaka mertebesi: Vahdet hakkında ince­lemeler, refiktil-a’lanm. sırları.

Bais, Bas mertebesi. Bais isminden çıkan genel nurlar ve sırlar. Peygambere uymanın fazileti.

Hak, Hak ismi mertebesi. Marifet, yüce hayret ve büyük dehşetin özeti.

Vekil, Vekalet mertebesi. Sırların incelikleri ve toplamı. Ve­kil isminden halk için mülk ve melikin sabit olması bunlar­dan biridir.

Kavi, Kuvvet mertebesi. Hayal mertebesi hakkında sırlar. Hayalin hissin son derecesi olması bu sırlardan biridir.

Metin, Metanet mertebesi. Zatî metanetin sırları.

Naşir, Nasr mertebesi, iman ve imanın genelliği konusunda büyük sırlar.

Hamîd, Hamd mertebesi. Hamd ve mertebeleri hakkında yüce sırlar.

Muhsî, İhsâ mertebesi. Bu mertebenin ihata mertebesiyle nispeti açısından incelenmesi.

Mubdî, Bed’ mertebesi. Yoğunluşmış sırlardır. Bu sırlardan biri şudur: Ebed için rütbe ve varlıkla akledilebilirin dışında akledilebilir bir başlangıç yoktur.

Muîd, îade mertebesi. İnce sırlar, ahiret dirilişinin sırları.

Muhyî, îhyâ mertebesi. Ölüm ve hayatın sırları, bu merte­bede ölümün sebebi.

Mümît, Mevt mertebesi. İntikal olan ölümün sırları, ölü­mün kurbanlığı.

Hayy, Hayat mertebesi. İlahî hayata dayanarak genel hayat her şey içindir.

Kayyûm, Kayyûmiyye mertebesi. Kayyûmiyyetin mukavemete tabiiyeti konusunda ince sırlar. Şeyh’in yaşadığı bir olay.

Vicdan mertebesi'. Bu “kün”mertebesidir: Eşyanın var edil­mesi, Hakk ı konuşmanın sırları.

el-Vahidul-Ahad, Tevhid mertebesi: el-Vahidul-Ahadın sır­ları, vahdeti bilmenin özü.

Samed, Samediyye mertebesi: Zatî sırlar. "Hiçbir şey yoktur ki hâzineleri elimizde olmasın”[244] ayetinin incelenmesi.

Kadir, Kadir, Muktedir, İktidar mertebesi: Kadir ve mukte­dir isimleri hakkında ince sırlar. Halk ve emr âleminin ince­lenmesi. Her iki nüshayı karşılaştıran sırlar.

Mukaddim, Takdim mertebesi: Delilin ispatı müreccihe dü­şer. Kâinatın tercih edilmesi ve mertebeler halinde ortaya çı­kışı, bunlardan bazılarının takdim edilmesinin, bazılarının te­hir edilmesinin sebebi.

Muehhir, Teehhür (Geciktiren, Gecikme) mertebesi: Teehhür’ün maksat ve tazmini açısından incelenmesi.

İlk, İlklik Mertebesi: Alemin yaratılması ve ilkler incelen­miştir.

Son, Sonluk mertebesi: Tehirin incelenmesi, sonradan ge­lenin ehliyeti, Raşit Halifelerin hilafete ehliyetleri ve hilafeti üsdenmeleri.

Zahir, Zuhur mertebesi: Zuhurun incelenmesi. Bu mer­tebe benzersiz sırları içerir: Büyük hayret, mudak teslimiyet, Allah’ı bilmenin sonu.

Bâtın, Butûn Mertebesi: Saf, zatî sıfatlar. Onlardan bazıları: Kendileriyle kendisini vasıflandırdığı gizlilik, bizim için idra­kimizden gizli olmaya devam edendir.

Tevvâb, Tövbe mertebesi: "Sonra kendisine yönelsinler diye tövbelerini kabuletti",A ayetinin incelenmesi.

Af, Af mertebesi: Azlık ve çokluk hükmü arasında bu mer­tebenin sırları incelenmiştir.

Raûf, Ra’fet mertebesi: İmanın genelliği incelenmiştir.

Vâlî, imamet mertebesi: Valinin incelenmesi. İnce sırlar.

Cami’ Cem mertebesi: Cem’ ve vahdet hakkında zatî ince sırlar.

Gani, Ginâ ve Iğnâ mertebesi: Allah’ın müstağni olması­nın sırları, âlemde İlahî ginanın görülmesi. Fakirlik Havas­sın tabiaüdır. Ubudiyet adabı. Evlad-ı iyal için çalışma iste­ğinde şeriata uyma.

Mutî-Mâni’, Atâ ve Men (Veren- Engelleyen, Verme ve En­gelleme) mertebesi: Yüksek ve bol sırlar.

O sırlardan biri:

Sahibi, verene kulluğa çağırır, bir başka yönden de engel­leyene. İşlere, imkânı yönünden bakılmaz, aksine hem imkânı yönünden hem de müreccihin ilminin onu öne almayı ve ge­riye bırakmayı gerektirmesi yönünden bakılır. Varlıkta boş­luk yoktur. Orada boşluk olsaydı, hakikatte engelleme uygun olurdu. Sonra, verme engellemenin, engelleme de vermenin ta kendisidir.

Zârr, Zarar mertebesi: Bu mertebe, mutlak vahdet ve ince marifet hakkında yüce ve derin sırları toplamıştır.

O sırlardan biri:

Hem olumsuzlama hem de olumlama lazımdır. Böylece zararın olması da gereklidir.

247 et-Tevbe, 9/118.

Nâfı, Nef’ (Fayda Veren, Fayda Verme) mertebesi-. İradenin hüküm ve varlık açısından yok olanla ilişkisi incelenmiştir.

Nur, Nur mertebesi-. Nurlarla ilgili geniş sırlar ve bol ilimler.

Hadi, Hedy ve Hüdâ mertebesi-. Yüce ve bol sırlar.

O sırlardan biri:

Allah’ın içimizde Peygamberlerin getirdiklerinden başka beyan dili yoktur.

Bedî’, ibda (Vareden, Varetme) mertebesi-. Bol sırlar. Alemin Hakk’ın varlığına nispeti ve aksi. Aynalara ait suretlerin hü­kümleri. Sabit varlıkların ve Hakk’ın varlığının incelenmesi.

Vâris, Veres mertebesi-. Özellikle ilmin maltıma tabiiyeti ko­nusunda ince sırlar.

Güzel isimleri Toplayan mertebeler mertebesi-, isimlerin ha­kikatlerinin ve manalarının özetidir. Bu önemli ve kapsamlı bir özettir.

Beş Yüz Elli Dokuzuncu Bölüm

Farklı menzillerden hakikat ve sırların bilinmesi hakkındadır.

Bu muhtasardan bazı noktalar nakledeceğim. Muhtasar de­mem, bu bölümün kısımlarının kitabın bütün bölümleriyle ilgili muhtasarlar ve işareder olmasındandır.

Bölümün hakikaderinden bazıları:

“Kesif varlıklar olmasaydı latifler bilinmezdi. Eserleri olma­saydı menarları ortaya çıkmazdı. Tadan daralır. “Ayaklar birbi­rine dalaştığında, o gün sevk Rabbınedır" >M. “Bütün işler Ona döndürülür”1^. Çünkü sudur O’ndandır.”

Hakikatin incelikleri vardır. Bunlara yaratıklar denir.

Derim ki: Bu bölümün genişliği ve sınırlarının uzunlu­ğundan dolayı, bazı hakikat gözelerini kısaltarak nakledece­ğim. Bütün bölüm, ona döner. Şöyle derim:

Şeyh (r.a.) dedi ki:

“Arife göre; Hakk’ın bütün hediyeleri, arifin dışındakilerin cahil kaldığı Allah’ı bilmektir. Mekânın taşıyamadığını zaman sı- nırlayamaz. Değirmen kendi ekseni üzere döner. Ekseni de kendi içindedir. Varlığı sabittir ve dönme esnasında hareket ve intikali kabul etmez. O emirle döner. Eksen olmasaydı dönmezdi. Öy­leyse emir eksendir. Eksen ondan başka bir şey değildir. Emir, emir ve memurdur. Eksen kuvvede bilinir, müşahede edilmez. Müşahede edilir fakat müşahede eden onu meşhud bir mecellede müşahede ettiğini bilmekle beraber ayırt edemez. Allah’ı bilme de böyledir. Varlık değirmeni onun etrafında döner. O bilinir, müşahede edilmez, müşahede edilir, temyiz etmez.

Beşerî ruhlar yüce nefeslere çıkar. Yüce gökleri delerek, Sidretu’l-Münteha’ya, en açık nura, en güzel hedefe, en par­lak sahneye, en yakın yere, cennetu’l-me’va’ya, en üst sevi­yeye, en yüce akla, en korunaklı kudretin örtüsüne, en gör­kemli makamın, en gözde mahallin, en güzel isimlerine, iki yay aralığı veya daha az bir mesafe kalıncaya kadar’a geçer ve burada hedefine ulaşır.

Şeriada hareket eden edeplenir ve edeplenen ulaşır.

O’na dönmek gerekir. Bilmelisin ki, sen O’nun yanında ilk adımdasın ve O ilk nefestir. O’na yükselmeyi istemekle kendini yorma. O iradenden çıkandan başka bir şey değildir. O’nu müşahede edemezsin. Çünkü nerede olursan ol, O, se­ninle beraberdir. Gözün O’ndan başkasına ilişmez.”

Bu bölümden bu kadar yeter.

Beş Yüz Altmışıncı Bölüm

Hikmetli vasiyet. Bundan salik, vasıl mürid ve Allah’ın iz­niyle bunun üzerinde duran yararlanır.

Bölümün başında vasiyetin faziletini ve eserlerini ifade eden bir kaside zikreder. Bundan sonra Allah’ın kelamından tavsiyeler, nebevi tavsiyeler ve genel tavsiyeler nakleder. Bü­tün bunlarda, coşkun fetihlerinin denizini akıtır. Bu taksim edilen rızıktan faydalanmak için kitaba müracaat etmek ge­rekir. Bu bölüm, öneminden dolayı ayrı bir risale halinde ba­sılmıştır. Onu ara!

Bitirirken insanların en hayırlısına salat ve selam gönderiyo­rum. Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.



[1] Müvelledât: Doğmakla meydana gelmiş canlılar.

[2] Tâhâ, 20/114.

[3]     el-Fîl, 105/1.

[4]     er-Rûm, 30/23.

[5]    el-Enbiyâ, 21/63.

[6]     Behlül: Hayır sahibi. Meczûb. Hak âşığı. Behlül-i Dânâ: Çok tanın­mış evliyadan biri. Asıl ismi Vüheyb bin Ömer Sayrâfî’dir. Behlûl-i Dânâ adıyla şöhret buldu. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemek­tedir. Küfeli olduğu hâlde ömrünün çoğunu Bağdat’ta geçirdi. Ha­run Reşid’in kardeşi olduğuna dair rivayetler varsa da bu bilgi kesin değildir. Harun Reşide nasihat verirdi. Herkese ders olacak hikmetli sözleri çok meşhurdur. 805 (H.190) senesi Bağdat’ta vefat etti. Dicle kenarında Şunûziyye kabristanlığına defnedildi. Behlül-i Dânâ, za­manın büyüklerinin sohbetlerinde bulundu. Ehl-i Beyt’in savunu- culanndandı. Eymen bin Nâbil, Amr bin Dînâr ve Asım bin Ebi’n- Necîd’den hadis-i şerif öğrendi, ibretli, manalı sözler söyledi (çev.).

[7]     Ebû Suûd b. Şiblî: Adı Cafer b. Yunus olup künyesi Ebû Bekir’dir. M. 247 (H. 861) yılında Samarra’da doğdu. Bağdat’a yerleşti ve Cüneyd-i Bağdadînin talebesi oldu. Aynı zamanda Mâliki mezhe­binin fikıh âlimlerinden olup, imam Mâlikin Muvatta'sım. ezbere bilirdi. Ebû Bekir Şiblî H. 334 (M. 945) senesinin Zilhicce ayında vefat etti (çev.).

[8]     eş-Şems, 91/8-9.

[9]    Tâlıâ, 20/74.

[10]   Tam adı Ebû Abdullah Muhammed b. Ali b. Haşan (Hüseyin) b. Bişr (Beşîr), b. Hârûn el-Hakim et-Tirmizî’dir. Künyesi Ebû Abdullah’tır. Tirmiz’de doğup büyümüş olmasından dolayı “et- Tirmizî” nisbesiyle meşhur olmuştur. Ayrıca kaynaklarda onunla ilgili olarak, el-imâm, Sûfî, Zâhid, Muhaddis, Hâfiz ve Usûlü’d-dîn âlimi gibi çeşitli sıfatlar da zikredilmektedir. Hakim Tirmizî’nin doğum tarihi hakkında kaynakların hiçbirinde bilgi verilmediği gibi ne kadar yaşadığı ve hangi tarihte vefat ettiğine dair nakledi­lenler de birbirini tutmamaktadır. Onun ömür süresi hakkında tarih veya rakam zikreden nadir kaynaklardan olan Zehebî’ye göre yaklaşık 80 yıl yaşamıştır. Ibn Hacer el-Askalânî ise onun, 90 ya­şına kadar hayatta kaldığını ve 320/932 yılı civarında vefat ettiğini ifade etmektedir. Molla Câmi’ye göre ise vefat tarihi 25 5/867’dir. Sübkî bu son tarihle çelişen bir rivayette bulunarak Tirmizî’nin 285/896 yılında Nişabur’da olduğunu ve burada hadis dinledi­ğini öne sürmektedir. Bu bilgiler ışığında, talebesi ya da müridi olduğu şahısların vefat tarihleri ile birlikte, Tirmizî’nin ciddî an­lamda bir “dinî ve tasavvuf! eğitime başladım” dediği 27 yaşı da dikkate alındığında onun muhtemelen 210/825 yılından hemen sonra doğup 320/932 senesinde veya biraz öncesinde vefat etmiş olabileceği söylenebilir. Çocukluk yıllarını oyunla geçirmek yerine ilim öğrenmeyle değerlendirmiştir. Henüz gençlik çağlarında iken “ilm-i âsâr” ve “ilm-i rey”e (aklî ve naklî ilimlere) sahip olduğunu belirtmektedir. Daha sonra bir taraftan eğitimini devam ettirir­ken, diğer yandan manevî yönden hissettiği açlık duygusunu tat­min etmek maksadıyla adeta bir arayış içerisine girmiştir. Tasav­vufta önemli dereceler elde etmiş olan Tirmizî, bu konuda çok değerli eserler telif etmiştir. (Geniş bilgi için bkz. www.tasawufa- kademi.org/indir.php?tur= l&no=765) (çev.)

[11]   Muhammed, 47/31.

[12]   et-Tevbe, 9/111.

[13]   el-Enfâl, 8/17.

[14]   el-Fussilet, 41/53.

[15]   en-Nûr, 24/35.

[16]   et-Tevbe, 9/24.

[17]   Âl-i tmrân, 3/102.

[18]   et-Teğâbun, 64/16.

[19]   Babasının ismi Muhammed’dir. Künyesi Ebü’l-Kasım’dır. Tasavvuf ehlinin çok tanınmışlarından olduğu için Seyyid-üt-Taife yani tasav­vuf büyüklerinin seyyidi, efendisi diye meşhurdur. 822de (H. 207) Nihavend’de doğdu, 911de (H. 298) Bağdat’ta vefat etti. Küçük yaşta ilim tahsiline başlayan Cüneyd-i Bağdadî, Süfyan-ı Sevri’nin mezhebinde yetişti. Tasavvuf ilmini dayısı Sırri-i Sekati’den öğ­rendi. Fıkıh, tefsir, hadis gibi ilimleri Imam-ı Şafii’nin talebesi Ebu Sevr’den öğrendi. Ayrıca Haris-i Muhasibi, Muhammed Kassab ve başka zatların da sohbetinde bulundu (çev.).

[20]   Allah’ın ezelî ve ebedî oluşu, daimî mevcudiyeti, bâkiliği (çev.).

[21]   İran’ın Horasan eyaletinde bulunan Bistâm kasabasında doğmuştur. Dedesi Sürûşân (Serûşân) aslen Iranlı Mecûsî bir din adamıyken Müs­lüman olmuştur. Dindarlığı ile tanınan babası Isa’nın, iki kızı ile üçü de âbid ve zâhid olan Adem, Tayftır ve Ali adlarında üç oğlu vardı. Ortancaları olan Tayftır Sultânü’1-ârifih, Pîr-i Bistâm ve Bâyezîd (Ebû Yezîd) diye meşhur olmuştur. Câmî onun adını yanlış olarak Ebû Yezîd Tayfur b. Isâ b. Adem b. Sürûşân şeklinde kaydetmiştir. Aslında bu Bâyezîd-i Bistâmî’nin değil büyük kardeşi Adem’in torunu Ebû Yezîd Tayfur b. Isâ b. Adem’in künyesidir, ikisini birbirine kanştırmamak için birincisine Büyük Bâyezîd, İkincisine de Küçük Bâyezîd denilir.

Kuşeyrî, Bâyezîd’in vefat tarihi olarak 234 (848) ve 261 (875) yılla­rını verir ve son tarihi tercih eder. Herevî de 261 tarihini daha doğru görür. Sülemî aralarında bir tercih yapmaksızın her iki tarihi de kay­deder. Sehlegî ise Bistâmî’nin 234’te yetmiş üç yaşında iken vefat et­tiğini söyler ki bu duruma göre Bâyezîd 161de (777) doğmuştur. Abdürrefi’ onun 131de (748) doğup 234’te 103 yaşında iken vefat ettiğini zikreder. Bunlann içinde doğruya en yakın olan Sehlegî’nin rivayetidir. Bâyezîd’in tasavvufta üstadının Ebû Ali es-Sindî adında biri olduğunu kaydeden Serrâc’ın verdiği bilgilere göre Bâyezîd, ümmî olan bu şeyhe fardan yerine getirecek kadar şer’î ilim öğretmiş, karşılı­ğında da ondan tevhid ve fena ilmini öğrenmişti. Attâr Bâyezîd’in çe­tin riyazeder ve zor mücahedeler sonunda bu makama ulaştığını söy­ler. İbrahim el-Herevî, Haşan b. Aleviyye, Ebû Abdullah el-Mağribî ve Ebû Mûsâ ed-Dübeylî, Bâyezîd-i Bistâmî’nin tanınmış mürid ve halifelerindendir. Bâyezîd tasavvuf tarihinde sekr, fena, melâmet, tev­hid, marifet, muhabbet, miraç ve îsâr gibi konulardaki söderi ve şat- hiyeleriyle tanınır. O, sâlikin kendinden geçip (sekr) benliğini yok ederek (fena) Hakka ermesi gerektiği düşüncesindedir. Sâlik bu de­receye ancak sürekli riyazet, çetin nefis mücadelesiyle birlikte derin tefekkür ve dikkatli murakabe ile erişebilir (çev.).

22        Samediyet: Allah’ın (cc), hiç bir şeye muhtaç olmadığı gibi hâzinesinden hiçbir şey eksilmemesi ve kudretine de hiç bir şey ağır gelmemesi (çev.).

[23]   er-Râd, 13/31

[24]   el-Hucurât, 49/12.

[25]   el-Hucurât, 49/12.

[26]   el-Bakara, 2/96.

[27]   Şeyhi Ebû Medyen Şuayb el-Ensârî: Mağrib tasavvufunun gelişim seyri içerisinde en etkili siması olan kişi Ebû Medyen Şuayb Ibnu’l- Huseyn el-Ensârî’dir. Daha sonraki biyografi yazarları tarafından şeyhûş-şuyuh, zahid ve abidlerin imamı, marifet ehlinin piri ve ha­kikat arayıcılarının örneği olarak isimlendirilmiştir. 509/1115-16 yı­lında Endülüs’ün tşbiliyye bölgesindeki Kantiyâne kasabasının kenar

bir mahallesinde dünyaya geldi. Feste Ebü’l-Hasan îbn Hırzihim, Ebül-Haşan Ali İbn Halef Ibn Gâlib el-Kuraşî ve Ebû Abdillâh ed- Dekkâk’ın ders halkalarına katıldı. Ebû Yazanın müridi olan Ebû Medyen, sonunda şeyhinin halifesi oldu. Fes kentindeki zaviyesinin mukaddemliğini yapa. Dînî eğitimini ve rûhânî terbiyesini tamam­ladıktan sonra Ebû Medyen, Bicâye’ye taşındı. Burada ona yerli halk tarafından Şeyhuş-Şüyûh unvanı verdildi ve binden fazla mürit ye­tiştirdi. Muvahhid halifesi Yakup el-Mansûr, Ebû Medyen’i sorgu­lamak üzere başkente çağırdı. 594/1198 yılında gerçekleşen bu zo­runlu davete icabet etmek üzere Merâkeş’e doğru yola koyulan Ebû Medyen, o sırada yaklaşık seksen beş yaşında idi. Şeyh, yaşlılığı ve hastalığı nedeniyle Tilemsen’den öteye gidemez hâle geldi. Orada vefat edip Ubbâd denilen mevkie defnedildi. (Daha geniş bilgi için bkz. www.tasawufakademi.net/indir.php?tur=l&no=1370) (çev.) 28 el-însân, 76/1.

[29]   Bkz. İbrahim, 14/7. (Ve düşününüz ki Rabbiniz şöyle ilan buyurdu:

“Eğer şükrederseniz, Ben nimetlerimi daha da artırırım.”) (çev.)

[30]   Yakın: Sağlam bilgi, iyi, kat’î olarak bilme (çev.).

[31]   el-Hicr, 15/99.

[32]   Sâd, 38/32.

[33]   eş-Şûrâ, 42/11.

[34]   el-Enfâl, 8/17.

[35]   el-En’âm, 6/153.

[36]   Hûd, 11/123.

[37]   Fâtır, 35/15.

[38]   el-Enfâl, 8/17.

[39]   Endülüs’ün İşbîliyye şehrinde yetişen hanım velîlerden. İsmi, Fâtıma binti Müsennâ’dır. On ikinci asırda yaşamıştır. Muhyiddîn-i Arabi Hazretleri Rûh-ül-Kuds isimli eserinde şöyle anlatıyor: “Ben, Fânma binti Müsennâ’ya yetiştim. On sene sohbetlerine devam ettim. Dik­kat ettim, hiçbir şey yemiyordu, insanlar yemek olarak kapısının önüne bir şey koyarlarsa, onlardan ölmeyecek kadar yerdi. Ben ya­nına oturduğumda, yüzüne bakmaya utanır, hayâ ederdim. 90 ya­şının üzerinde olduğu hâlde, kendisini gören çok genç zannederdi. Kendi hâlinde yaşardı. Dünyâ ile alâkası yoktu. Kimseden bir şey istemezdi. Bir ihtiyacı olsa, görülmesi icap eden bir işi meydana çıksa Fâtiha-i şerîfeyi okur, AllahTeâlanın izni ile o şey hemen hal­lolurdu. Onun kalması için, kendi elimle hurma dallarından bir ev yaptım. Orada kalırdı. Huzuruna benden başka kimsenin girme­sine müsaade etmezdi.” (çev.)

[40]   el-Bakara, 2/30.

[41]   Meryem, 19/30.

[42]   el-Vâkia, 56/89.

[43]   Gâfir, 40/7.

[44]   Bkz. el-İhlâs, 112/4.

[45]   el-Enfâl, 8/17.

[46]   et-Talâk, 65/12.

[47]   er-Rahmân, 55/29.

[48]   er-Rahmân, 55/31.

[49]   el-Enbiyâ, 21/30.

[50]   el-En’âm, 6/3.

[51]   el-Câsiye, 45/13.

[52]   Lokman, 31/16.

[53]   Abese, 80/22.

[54]   el-En’âm, 6/13.

[55]   Bağdât’ın büyük velîlerinden. Dokuzuncu yüzyılda yaşadı. İsmi

Ahmed, babasınınki îsâ’dır. Künyesi Ebû Saîd olup, Harrâz laka­bıyla meşhur olmuştur. Hakikatten çok bahsettiği için; “Tasavvu­fun lisanı” ve Kamer’üs-Sufiyye=Tasawuf ehlinin Ayı diye bilinir. Tasavvufta ona tâbi olanların mensûb olduğu yola Harrâziye den­miştir. Doğum tarihi bilinmemektedir. Bağdat’ta doğmuştur. 890 (H. 277) senesinde orada vefât etti. Kabri Bağdât’tadır (çev.).

[56]   Hûd, 11/56.

[57]   el-Hadîd, 57/4.

[58]   el-Hadîd, 57/4.

[59]   en-Neml, 27/42.

[60]   el-Hadîd, 57/4.

[61]   et-Tevbe, 9/40.

« Tâhâ, 20/46.

[63]   Tabiînin meşhur âlimlerinden ve evliyanın büyüklerinden. 714de (H.96) Belh şehrinde doğup, 779 da (H. 162) Şamda vefat etti, ismi, İb­rahim bin Edhem bin Mansûr, künyesi Ebû Ishâk’nr. Nesebi Hazret-i Ömer’e dayanır. Fudayl bin lyâd, Imrân bin Mûsâ b. Zeyd Râi ve Şeyh Mansûr Selâmi’nin sohbetinde bulunup, Veysel Karânî Hazret­lerinin rûhaniyetinden istifade etmiştir. Bağdat, Şam veHicaz’da meş­hur oldu. Uç kıtanın âlimlerinin çoğundan ilim öğrendi. Imam-ı Azam hazretlerinin sohbetleriyle olgunlaştı. Dinde fakih ve müctehid oldu. Rumlarla yapılan cihadlara katıldı. Arap lisanını çok fasih konuşurdu. Yalıyâ b. Saîd el-Ensârî, Saîd bin Mezbân, Mukatil bin Süleyman ve Süfyân-ı Sevrî’den, Sevrî de kendisinden hadîs-i şerif rivâyetinde bu­lunmuştur. Evzâî, Şakîk-i Belhî, Ibrâhim b. Beşar, kendisinden hadîs-i şerif rivayetinde bulunmuşlardır. Nesâî, Dâıe Kutnî, Imâm-ı Buharî onun sika, güvenilir bir râvi olduğunu bildirmişlerdir. Buharı “Edeb”, Tirmizî “Tahâıet” kısmında kendisinden rivâyette bulunmuşlardır (çev.).

[64]   el-Alızâb, 33/38.

[65]   Hayatının ilk ve son yılları hakkında pek bilgi edinilemeyen Hz. Dihye (r.a.) geç Müslüman oldu. Ashabın büyüklerindendir. Ku­zey Arabistaridaki Kelb kabilesine mensuptur. Eşi ve çocukları hak­kında yeterli bilgi bulunmamaktadır. Bedir gazasından önce Müs­lüman olduğu halde bu savaşa katılmamış fakat Uhud gazvesinden itibaren önemli savaşlarda bulunmuş bir seriyyenin de kumandan­lığını yapmıştır. Künyesi yoktur. Kızkardeşi Şeraf binti Halifetül- kelbi, meşhur kadın sahabelerdendir. Hz. Dihye b. Halife el-Kelbî (r.a.) yüzünün ve endamının güzelliği bakımından o devirde yaşa­yan insanların en güzeli idi. Kadınların fitnesinden korunması için Hz. Peygamber (s.av) çarşıda yüzü kapalı dolaşmasım istediği riva­yeti vardır. Hoş tavırlı, kibar, zengin bir tacir idi. İslamiyet’ten önce de Hz. Peygamberin dostu idi. Bir rivayete göre ortağı idi. Tica­ret maksadıyla birçok seferler yapmış ve o çevreyi ve insanlarını ya­kından tanımışnr. Peygamberimizin habercilerinden biriydi. Yaptığı seyahatlerden her döndüğünde mutlaka Peyamberimize hediyeler getirirdi. Peygamberimizin de ona hediyeler verdiği bilinmektedir. Cebrail (a.s.) insan suretinde vahiy getirdiği zaman çoğu kez Hz. Dihye’nin suretinde gelirdi. Bu vahiy şekli Hz. Peygambere en ko­lay olanı idi. Dihyetül Kelbi hane-i saadete geldiğinde Hz. Haşan ve Hz. Hüseyin’e de hediye getirirdi. Hatta onlar Dihye’nin ceplerini ararlardı. Bir defasında Hz. Cebrail’i Dihye sanıp ceplerini aradılar, bir şey bulamadılar. İşin nedenini Hz. Peygamber (s.a.v.) açıklayınca, Cebrail’in (a.s.) Cennete uzanıp taze üzüm ve narı Hz. Haşan ve Hz. Hüseyin’e ikram ettiği de rivayet edilmiştir. Hz. Peygamberin vefatından sonra Hz. Ebû Bekir (r.a.) zamanmda Suriye taraflann- daki savaşlara iştirak etti. Hz. Ömer (r.a.) devrinde Şam valisi tara­fından Tedmür’ün fethi ile görevlendirildi. Bu şehri İslam hudut­ları içine soktu. Yermuk savaşında da bulundu. Suriye’nin fethinden sonra Şam’ın Mizze semtine yerleştiği ve orada vefat ettiği rivayet edi­lir. Doğum tarihi bilinmediği gibi ölüm tarihi de bilinmiyor (çev.).

[66] Hûd, 11/123.

[67]   Rehbet, acı ve ızdırap duyup büyük bir korkuyla çekinmek demek­tir. ‘Relıb’in fail ismi olan ‘rahib’, büyük bir korkuyla ürperen, ciddî bir korkuyla çekinen kimse demektir. Bunun çoğulu ‘ruhban’, veya ‘ruhbaniyyun’dur. Ruhbanlık yapmaya da ‘rehbaniyyet’ denmektedir. ‘Rehbet’, ürpermek anlamıyla hem insanlardan hem de Allah’tan korkmayı ifade eder. “Herhalde onların içindeki ‘dehşet ve yılgın­lık’ bakımından siz, Allah’tan (O’na karşı duydukları dehşetten) daha çetinsiniz. Bu, gerçekten onların derin bir kavrayışa sahip olmama­ları’ dolayısıyla böyledir.” (Haşr, 13) ‘Rehbet’, hoşlanılmayan şey­lerden hızlıca kaçmayı, onları hemen terk etmeyi ifade eder. Reh­berin, kalbin arzu edilen şeye doğru harekete geçmesi anlamına gelen ‘rağbet’ kelimesinin tam zıddı olduğunu unutmamak gare- kir. Rehb veya rehbet, aynı zamanda olumlu bir davranış hâlinde muttakilerin (takva sahiplerinin) bir özelliği olarak geçmektedir. Rehbet içinde bulunan müminler, gerçekte Rablerinden hakkıyla korkup ürperirler. Çünkü onlar Rabb’in azametini (büyüklüğünü) ve azabının çetinliğini anlayan kimselerdir. “ O’nun (Zekeriyya’nm) duasına cevap verdik, kendisine Yahya’yı armağan ettik, eşini de do­ğurmaya elverişli kıldık. Gerçekte onlar hayırda yarışırlardı, umarak ve korkarak (rehbet içinde) bize dua ederlerdi. Bize derin saygı gös­terirlerdi!’ (Enbiyâ, 90) Rehbet ile haşyetin anlam benzerliği var­dır. Bu da korkulan şeyin gücünü bilmekten kaynaklanan bir kor­kuyu ifade etmeleridir (çev.).

[68]   er-Rahman, 55/29.

[69]   er-Rahman, 55/29.

[70]   el-A’râf, 7/143.

[71]   el-A’râf, 7/143.

[72]   el-Burûc, 85/20

[73]   Ebu’l-Hasen Ali b. İsa er-Rummânî (296-384/906-994): Arap dili çalışmalarında önemli bir yer tutmaktadır. Mütezili bir kelama olan er-Rummânî, manuk ilmiyle yakından ilgilenmiş, bu ilimden elde ettiği birikimi uğraştığı diğer dini ilimlere uygulamak istemiş ve bu yüzden yerilmiştir. er-Rummânî’nin bu özelliğini en fazla öne çıka­ran eserlerinden birisi de el-Hudud adlı eseridir. Nahiv ilminde kul­lanılan bazı terimlerin tanımlanmaya ihtiyaç duyduğunu belirtmiş ve bu ihtiyacı gidermeye çalışmıştır (çev.).

[74]   Muhammed, 47/15.

[75]   el-Enbiyâ, 21/23.

[76]   Hûd, 11/56.

[77]   el-Hicr, 15/29; Sâd, 37/72.

[78]   Muhammad ibn ‘Abd al-Cabbar ibn al-Hasan en-Nifferî (öl. h.354?/965-ö.?). Hakkında pek az şey bilinen onuncu yüzyıl su- fîlerden biridir. Nifferi isminden de anlaşılacağı gibi Irak’ın Niffer kentinde dünyaya gelmiş, Mısırda ölmüştür. Nifferi hakkındaki kısa bilginin kaynağı onun yorumcularından Afifüddin Tilimsani’nin (Öİ.690) ifadelerine dayanmaktadır. Tilimsani, Mevakıfm çöllerde gezen derviş Nifferi tarafından yazılıp bir kitap halinde düzenlen­mediğini ancak bazı sayfalara ilhamlarını geçirdiği ve bu sayfaların kendisinden sonra elden ele dolaştığı ve sonunda da müritlerinden biri veya oğlu/kızkardeşinin oğlu tarafından düzenlendiğini belirtir. Arberry ise Nifferî’nin her halükarda diğer bazı mistikler gibi ifade­lerinin geleceği konusunda kaygısızı olmayan bir derviş olduğunu ve metnin kendisinin de daha sonra farklı bir el tarafından düzen­lendiğini gösterdiğini belirtir. Muhyiddin Arabi’nin eseri Fütuhat-ı Mekkiye'Ae Nifferî’nin adının geçtiği ve ona atıf yapılan beş yer var­dır. Eserin 1293 Kahire baskısındaki referanslanyla Nifferi’ye aüf ya­pılan yerler 1.505,1.771,11.187,11.805,11.827’dir. Arabi Nifferî’nin eserinin başlığından “ El-Mevakıf vel Kavi' şeklinde söz eder. Arabî dışında Şarani’nin Tabakat ül-Kübra, Hacı Halifenin KeşfilzZünun, Kaşani’nin Letaif al-Alem fi İşarat Ehl-i İlham, Zehebi’nin ise Müş- tebih adlı eserinde Nifferî’nin adı veya eseriyle ilgili bilgiler veril­mektedir. Kendisiyle ilgili gizem perdesi aralanmamış ve eserindeki muğlak ifadelerden dolayı anlaşılması güç bir snfi olan NifFerî’nin Muhyiddin Ibn Arabi’yi etkilediği düşünülmektedir (çev.).

[79]   el-Bakara, 2/282.

[80]   Ebû Saîd (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: “Resûlullah (sav) Medine sokaklarından birinde ibn Sâid (Sayyâd) ile karşılaştı ve onu biraz yanında alıkoydu, ibn Said, Yahudi bir delikanlı idi saçı ise ör­gülü idi Resûlullah’ın (sav) yanında Ebû Bekir ve Ömer de bulu­nuyordu. Resûlullah (sav) ona: “Benim Allah'ın Resûlü olduğuma şehâdet eder misin?” buyurdu o da: “Sen benim Allah'ın elçisi oldu­ğuma şehâdet eder misin?” karşılığını verdi. Bunun üzerine Resûlullah (sav): “Allah’a, meleklerine, kitaplarına, elçilerine ve ahiret gününe iman ettim” buyurdu ve “ne görüyorsun?”diye sordu. İbn Sâid: “Su üzerinde bir arş görüyorum” dedi. Peygamber (sav) de: “Deniz üze­rinde şeytanın arşını görüyor” buyurdu. Resûlullah (sav): “Tekrar ne görüyorsun?” diye sordu. “Bir doğru ve yalancılar veya doğrular ve yalancı görüyorum” dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sav): “Karma­şıklığa düşürülmüş bir kimse ondan uzak durunuz buyurdu.” (Müs­lim, Fiten: 19; Ebû Dâvûd, Melahım: 16; Tirmizî, bu hadis basen­dir demiştir.) (çev.)

[81]   Bkz. el-A’râf, 7/40.

[82]   er-Râd, 13/2.

184

[83]   es-Sâffât, 37/55.

[84]   Şemsüddîn İsmail b. Sevdekîn, Muhyiddîn Ibnü’l-Arabî’nin başta gelen takipçilerindendir. Kuvvetle muhtemel 579 yılında Kahire’de doğmuştur. Ibnü’l-Arabî’nin yetiştirdiği mümtaz bir şahsiyet olup, otuz yılı aşkın bir süre ondan ders almıştır. Alanında değerli eser­ler telif eden Sevdekîn, Ekberî irfan geleneğini Şeyhi’nin vefaün- dan sonra Halep’de devam ettirmiştir (çev.).

[85]   el-Bakara, 2/43, 83, 110; n-Nisâ, 4/77; el-Hacc, 22/78; en-Nûr, 24/56; el-Mücâdele, 58/; el-Müzemmil, 73/20.

[86]   el-Mâide, 5/35; et-Tevbe, 9/41, 87; el-Hacc, 22/78.

[87]   Âl-i tmrân, 3/200.

[88]   Hûd, 11/102

[89]   er-Rahman, 55/29.

[90]   er-Rahman, 55/31.

[91]   Tâhâ, 20/5.

[92]   en-Nisâ, 4/164.

[93]   et-Tevbe, 9/6.

[94]   en-Necm, 53/11.

[95]   İbn Berrecan, başta Kur’ân, kelam ve tasavvuf olmak üzere birçok İslâmî ilimde otorite olarak kabul edilen, bunun yanında astronomi, matematik ve geometriye gibi müspet ilimlerle meşgul olmuş bir İs­lam âlimidir. Hayaü hakkında elimizde bulunan bilgiler ise maale­sef kısa ve yetersizdir. Elimizdeki kaynaklara göre, hayatının çoğunu Endülüs’ün Işbîliye şehrinde geçirmiştir, ibn Berrecariın tam adı “Ebü’l- Hakem Abdus-Selâm b. Abdurrahman b.Muhammed b. Abdurrah- man el-Lahmî el-Ifrikî el-Işbîlî’dir. İbn Berrecanın nerede doğduğu konusunda tarihçiler arasında bir fikir birliği yoktur. Bazıları onun o zaman ‘El-Ifrikiyye’ bugün ‘Fas’ adı verilen şehirde doğduğuna işaret ederken bazı kimseler de onu, doğrudan doğmya Endülüs’ün Işbîlîyye şehrine nispet etmişlerdir. Doğum tarihi hakkında kesin bir bilgiye rasdaınlmamaktadır. (Geniş bilgi için bkz., Yrd. Doç. Dr. Hülya Kü­çük- Hamza Küçük, Endülüs’ten Önemli Bir Sima: ibn Berrecan, ilahiyat Dergisi, Yıl: 2002, Sayı: 14, ss. 125-143) (çev.)

[96]   Sehl Bin Abdullah Tüsterî: Adı Sehl b. Abdullah, künyesi Ebû Mu­hammed, nisbesi et-Tüsteri. Tasavvuf yolunun imamlarından. 201/816 yılında Tüster’de doğdu. Basra, Abadan ve Bağdat’ı dolaştı. Belh ve Semerkant’ta bulundu. Sonunda memleketi Tüster’e döndü. Da­yısı Muhammed bin Sevvar eliyle tasavvuf yoluna girdi. Hac mev­siminde Mekke’de Zünnün Mısri ile görüştü. Ahmed el Hadraveyh ve Ebû Osman Hîrî’nin sohbetlerine katıldı. Söz ve davranışlann- daki tutarlılık, konuşmasındaki çekicilik sebebiyle insanlar fevc fevc etrafında toplandı. Bazıları onu kıskanarak rahatsız ettiler ve bulun­duğu bölgeleri terke mecbur bıraktılar. Bu yüzden sıkıntı ve çile dolu, fakat huzurlu bir hayat yaşadı. 283/896 yılında seksen yaşını geçmiş bir pîr-i fani iken Tüster’de (veya Basra’da) öldü. Riyazat ve nefs île mücahede, nefsin ıslahı konusunda bir takım esaslar geliş­tiren ilk mutasavvıf sayılır. Müridlerini çile ve riyazatla yetiştirirdi. Bu yüzden onun yolunu izleyenlere adına nisbede “Sehliyye” de­nildi. (http://hasankamilyilmaz.com/index.php?option=com cont ent&task=vicw8dd=718dtemid=29) (çev.)

[97]   Sâd, 38/5.

[98]   el-Kâdî Ebû Bekir b. Et-Tayyib: Asıl ismi Muhammed, babasının adı et-Tayyib, dedesi de Muhammed’dir, dedesinin babası Ca’fer, dedesinin dedesi Kasımdır. Künyesi Ebû Bekir, lâkabı Bâkıllânî’dir. Bâkıllânî’nin biyografisinden bahseden kaynakların tamamına yakını, onun Basrâda doğduğunu ifade etmekle birlikte, doğum tarihi kesin olarak bilin­memektedir. Hicrî 4. asrın ilk yarısında (Milâdî 10. asrın ilk çey­reği) doğmuş olması kuvvetle muhtemeldir. Bâkıllânî, Basra mek-

lebinin güçlü âlimlerinden dil, kırâat, edebiyat, kelâm vb. ilimleri tahsil ettikten sonra, kesin tarihi bilinmemekle birlikte ilim tahsili için Bağdat’a yerleşir ve burada ikamet eder. Bâkıllânî, kelâm, fi- kıh, tefsir, hadîs, dil, edebiyat, felsefe, mantık, dinler tarihi, mez­hepler tarihi, tasavvuf gibi çeşitli ilimleri içine alan İlmî hareketle­rin teşekkül ettiği en canlı en hareketli Hicrî 4. asırda yaşamış, çok sayıda eser vermiş bir âlimdir. Bâkıllânî, 403/1013’te Bağdat’ta ve­fat etmiş ve namazını oğlu Haşan kıldırmışlar. Önce Tâbık Nehri yakınındaki Derbü’l-Mahbus’taki evine defnedilen Bâkıllânî, daha sonra oradan çıkarılıp Bâbu Harb’e nakledilmiştir, (http://www.ye- niumit.com.tr/yazdir.php?konu id=l 196) (çev.)

99        Tâhâ, 20/5.

[100] ez-Zâriyât, 51/49.

[101] en-Nûr, 24/39.

[102] en-Nûr, 24/39.

[103] er-Rûm, 30/27.

[104] İbn Ömer’den (r.a.) rivayet edilmiştir. Resûlullah (s.a.v.) ashabın­dan aralarında Ömer b. Hattâb’ın da bulunduğu birkaç kişiyle ibn Sayyâd’a uğramıştı, ibn Sayyâd; bir delikanlı olup, Beni Meğale ko­nağı yanında bazı çocuklarla oynamakta idi. Resûlullah (s.a.v.) onun yanma vanp onun sırtına eliyle vurup şöyle dedi: “Benim Allah’ın el­çisi olduğuma şâhidlik yapar mısın?” İbn Sayyâd, Resûlullah’a (s.a.v.) baktı ve “Sen, Ummîlerin peygamberisin” dedi. Sonra Resûlullah’a (s.a.v.): “Sen benim Allah'ın Resûlü olduğuma şâhidlik eder mi­sin?” diye sordu. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.): “Allah’a ve el­çilerine iman etmişimdir” dedi. Sonra Peygamberimiz şöyle devam etti: “Sana ne geliyor?” İbn Sayyâd dedi ki: “Bana yalan da doğru da geliyor.” Resûlullah (s.a.v.): “Senin işin karma karışıktır” bu-

yurdu. Sonra Resûlullah (s.arv.): “içimde gizlice tuttuğum bir şey var onu bil bakalım” dedi. Peygamberimiz (Duban Sûresi’nin 10. aye­tini içinden geçirmişti.) İbn Sayyâd; “O Duhh” tur dedi. Resûlullah (s.a.v.), “Defol oradan, sen bir kahin olarak haddini asla aşamaya­caksın” dedi. Ömer: “Ey Allah’ın Resûlü! izin ver de boynunu uçu­rayım” dedi. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.): “Bu gerçekten Deccâl ise sen onun hakkından gelemezsin, eğer o değilse onu öldürmekte bir hayır yoktur” buyurdular. (Ebû Dâvûd, Melahım: 16; Müslim, Fiten: 24. Tirmizî, bu hadis hasen, sahihtir, demiştir.) (çev.)

105     el-Enbiyâ, 21/2.

[106] en-Nahl, 16/96.

[107] en-Nahl, 16/96.

[108] Bkz. ed-Duhân, 44/57.

[109] el-Ankebût, 29/56.

[110] Bkz. er-Ra’d, 13/2; Lokman, 31/29; Fâtır, 35/13; ez-Zümer, 39/5.

[111] el-Ankebût, 29/56.

[112] el-Mâide, 5/15.

[113] Yâsîn, 36/82.

[114] el-Insân, 76/1-2.

[115] Tâhâ, 20/55.

[116] Bkz. en-Neml, 27/82.

[117] el-Bakara, 2/31.

[118] er-Râd, 13/2; Yûnus, 10/3.

[119] er-Rad, 13/2; Yûnus, 10/5.

[120] et-Tekvîr, 81/29.

[123] en-Nâziât, 79/40.

[124] el-En’âm, 6/91.

[125] eş-Şûrâ, 42/11.

[126] el-Câsiye, 45/37.

[127] es-Sâffât, 37/180.

[128] Yûnus, 10/26.

[129] el-Bakara, 2/185

[130] Âl-i İmran, 3/7.

[131] en-Necm, 53/8.

[132] el-Enfâl, 8/17.

[133] et-Tevbe, 9/67; el-Haşr, 59/19.

[134] Fâtır, 35/10.

[135] Abdülkerim el-Cilî: 1365 veya 1366 (Hicrî 767) yılında doğdu. Doğum yeri olarak farklı yerler nakledilmektedir. Bazı araştırmacılara göre Bağ­dat yakınlarındaki Cilî kasabasında doğdu. Doğum yeri olarak İran’ın Cilan kasabasmt gösterenler de mevcuttur. Bu farklılık el-Cilî, Cilanî, Gilanî, Geylanî şeklinde anılmasında da görülmektedir. Abdülkerim el-Cilî’nin, eserlerinden Hanbelî mezhebi ve Kadiri tarikatına mensup olduğu anlaşılmaktadır. Gerek yaptığı seyalıader, gerekse ortaya koy­duğu eserler göz önüne alındığında zamanını çok iyi değerlendirdiği ve dolu dolu bir ömür yaşadığı söylenebilir. Arapça ve Farsça dille­rinde, İslâm ilimleri, eski Yunan ilimleri, coğrafik bilgi ve felek ilmi gibi muhtelif alanlarda önemli bir birikime sahip olduğu anlaşılmaktadır. Abdülkerim el-Cilî, 1428 yılında Bağdat’ta vefat etmiştir. el-Cilî’niıı yazmış bulunduğu eserlerinin önemli bir kısmı günümüze kadar ula­şamamıştır. Eserleri ve fikirleri daha çok Doğu Hindistan’da yayılmış ve ilgi görmüştür. Bunun dışında Islâm dünyasının değişik beldele­rinde de ilgi görmüş ve eserleri muhtelif dillere tercüme edilmiştir. En önemli eserlerinden biri olan ve çeşitli dillerin yanı sıra Türkçede de değişik baskılan bulunan İnsan-ı Kâmil adlı çalışması, Kurtuba Kitap tarafından da iki cilt halinde Günümüz Türkçesine çevrilmiştir (çev.).

[136] el-En’âm, 6/103.

[137] en-Necm, 53/42.

[138] el-Mâide, 5/54.

[139] el-En’âm, 6/103.

[140] Bkz. en-Necm, 53/9.

[141] Hûd, 11/80.

[142] el-Ihlâs, 112/1.

[143] el-Hadîd, 57/3.

[144] Gâfir, 40/60.

[145] Sâd, 38/47.

[146] Fâtır, 35/32.

[147] ez-Zümer, 39/4.

[148] Gâfir, 40/44.

[149] ez-Zâriyât, 51/56.

[150] Âl-i tmrân, 3/31.

[151] ez-Zümer, 39/18.

[152] el-Bakara, 2/163.

[153] en-Nahl, 16/96.

[154] el-Hacc, 22/32.

[155] el-Mutaffifîn, 83/26.

[156] es-Sâffât, 37/61.

[157] Lokman, 31/16.

[158] el-Hacc, 22/30.

[159] Meryem, 19/29.

[160] el-Kehf, 18/30.

[161] Lokman, 31/22.

[162] eş-Şems, 91/10-11.

[163] Muhammed, 47/31.

[164] el-Vâkia, 56/8-85.

[165] Hûd, 11/15.

[166] el-Ahzâb, 33/36.

[167] en-Nahl, 16/97.

[168] el-Hicr, 15788.

[169] et-Teğâbun, 64/15.

[170] es-Saff, 61/3.

[171] el-Kasas, 28/76.

[172] el-Cin, 72/26.

[173] en-Nisâ, 4/78.

[174] Farır, 35/28.

[175] el-Bakara, 2/217.

[176] el-En’âm, 6/91.

[177] Yûsuf, 12/106.

[178] et-Talâk, 65/2.

[179] eş-Şûrâ, 42/11.

[180] el-Enbiyâ, 21/29.

[181] el-Eııâm, 6/40.

[182] el-Enfâl, 8/27.

[183] el-Beyyine, 98/5.

[184] el-Eııâm, 6/91.

[185] el-Eııâm, 6/91.

[186] et-Tûr, 52/48.

[187] Âl-i İmrân, 3/54.

[188] en-Neml, 27/50.

[189] el-Alak, 96/14.

[190] el-Bakara, 2/257.

[191] Sebe, 34/39.

[192] el-A’râf, 7/146.

[193] el-Enfâl, 8/29.

[194] el-Bakara, 2/282.

[195] en-Nisâ, 4/56.

[196] Meryem, 19/1-2.

[197] et-Talâk, 65/3.

[198] Sâd, 38/24.

[199] et-Tevbe, 9/24.

[200]  ez-Zâriyât, 51/50.

[201]  et-Tevbe, 9/118.

[202]  Sebe, 34/23.

[203]  el-Enfâl, 8/24.

204      el-En’âm, 6/36

205      el-Bakara, 2/197.

206      el-Müminûn, 23/60, 61.

207      en-Nâziât, 79/40.

[208] el-Kehf, 18/109

[209]  et-Talâk, 65/1.

[210]  el-tsrâ, 17/74

[211]  el-Kehf, 18/28.

[212]  eş-Şûrâ, 42/40.

[213]  el-A’râf, 7/58.

[214]  en-Nisâ, 4/108.

215      en-Nisâ, 4/148.

216      Yûnus, 10/61.

217      en-Nisâ, 4/103.

218      el-Bakara, 2/186,

[219] el-Kalem, 68/4.

[220] Âl-i îmrân, 3/191.

[221]  eş-Şûrâ, 42/20.

[222] et-Tevbe, 9/13.

[223]  Hûd, 11/112.

[224]  ez-Zâriyât, 51/50

[225]  el-Hucurât, 49/5.

[226] el-Furkân, 25/19.

[227]  el-îsrâ, 17/72.

[228] el-Haşr, 59/7.

[229]  Kâf, 50/18.

[230] el-Alak, 96/19.

[231] en-Necm, 53/29.

[232]  el-Hicr, /15/94.

[233]  el-Bakara, 2/152.

[234] Abese, 80/5-6.

[235] el-A’râf, 7/143.

[236]  et-Tevbe, 9/94.

[237]  en-Nisâ, 4/64.

[238] el-Burûc, 85/20

[239] Âl-i îmrân, 2/188.

[240]  “Hatemül-Evliya” veya “Hatmül-Evliya” olarak kendisinden bah­sedilen zat, velilerin sonuncusu olan bir şahıstır. Bu şahıstan, önce Hakim-i Tirmizî, “Hatmul-evliya” adlı eserinde bahsetmiş, daha sonra Mulıyiddin İbn Arabi “Anka-ı mağrib” adlı eserinde bu ko­nuyu geniş bir şekilde incelemiştir, ibn Arabi bu eserde, “Hatemu’l- Evliya”ımı Mehdi olduğunu belirten ifadelerin yanında, onun farklı bir şahıs olduğunu gösteren ifadelere de yer vermiştir (çev.).

[241]  el-Mülk, 67/1.

[242] el-Enfâl, 8/17.

[243]  Mııhammed, 47/31.

[244] el-Hicr, 15/21.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar