İslam’da Estetik Ve Güzel Sanatlar
Yazan:
Prof. Dr. Muhammed Hamîdullalı Çeviren : M. HATİBOĞLU
Estetik : ,
Hiç
şübhesiz Hazret-i Peygamber estetik husûsnnda pek ince bir zevk sahibiydi.
Sahih-i Müslüm’in delâletiyle: “Allâh güzeldir ve güzelliği sever", demeye
kadar vardığını öğreniyoruz.1 [1] Şu da aynı
mahiyettedir: “Allâh her şeyde zariifeti (ihsan) emretmiştir: (düşman)
öldürseniz bile bunu asîl bir şekilde yapınız [2]”
Kurân-i
Kerim, haddini gözetenlere, men' etmeksizin çok defa refâhtan ve hattâ
ihtişamdan (lüxe) bahsetmektedir: "En yakın göğü biz yıldızlarla tezyin
ettik”[3]; "Yer
yüzünde olan her şeyi, yer yüzüne bir süs yaptık, insanları denemek,
aralarından mükemmele yönelecekleri bilmek için” [4];
“Zenginlikler ve çocuklar, bu dünyâdaki hayatın zînetidir”[5];
“Yük hayvanlanna gelince, onları sizin için yarattı; onlardan elbiselerinizi ve
diğer menfaatlerinizi temin ediyorsunuz; beslendiğiniz şeyler de mevcûd. Akşamleyin
geri getirirken ve sabahleyin otlağa salıverirken onlarda parıltı (cemâl)
bulursunuz. .. Ve size atlar, katırlar, merkebler verdi, size bineklik etsinler
ve zinet olsunlar için; ve O, bilmediğiniz daha neler yaratmıştır[6]” âyetleri
bu mey ândadır. Hakîkaten, şunu tebârüz ettirmeye kadar gitmektedir: “(Ya
Muhammed) sor: Allah. kulları için meydana getirdiği ziynetiyle süslenmeyi size
yasak eden kim? Açıkla ki: onlar bu dünyada mü’minlere âiddirler, kıyâmet
gününde ise bu, onlara münhasır olacaktır; işte böylece, bilenler için
âyetlerimizi açıklıyoruz? ”
Peygamber
tasrîh etmiştir: “Allâh, nimetlerinin eserini kulunun üzerinde görmeyi sever[7] [8].” Bu söz
Kur’ân’ın âyetine yaklaştınlabilir: “Rabbinin nimetine gelince, anlat onu.[9] [10]” Namâz
vazifesi, tamâmen huşû içinde bir teslimiyyet olmakla beraber, işâret etmiş
olduğumuz veçhile, Cenâb-ı Hakk’a yapılmış bir ziyâret teşkil etmektedir. Şu
halde, bedenin temizlenmesi için Kur’ân’ın sâdece banyoyu ve abdest almaları
emretmesinden değil, fakat şöylece buyurmaya kadar varmasından da hayret
duymuyoruz: “Ey Âdem oğulları, gizli yerlerinizi örtmek için size elbiseler ve
kıymetli süsler verdik.. . . vazifeyi ifâ ettiğinizin her defasında süslü
elbiselerinizi giyiniz? ”
Hazret-i
Peygamberin hayâtının iki küçük hâdisesi, onun bu mevzûdaki hareket tarzını
bize gösterecektir. Bir gün, bir cenâze defnine gitmiştir. Mezarın içinde hafîf
bir kazılış hatâsı vardır. Hemen bunun düzeltilmesini emretmiştir. Birisi ona:
Bunun ölüye her hangi bir zararı dokunur mu? diye sorduğunda, Hazret-i
Peygamber şu cevabı veriyor :* Gerçekte bu gibi şeylerin ölüye ne zararı
dokunabilir ve ne de faydası; fakat bu, yaşayanın gözlerini rahatsız etmemek
içindir—[11]. (Dîğer
rivâyette: yaşayanın gözlerine hoş gelmesi içindir) . Bir başka gün, birisi,
saç sakal karışık, ürkütücü bir vaziyette, kendilerini mescidde ziyârete
gelmiştir. Peygamber ona, dışarı çıkması ve kendisine çeki düzen vermesi
işâretinde bulunuyor: öteki derhal harekete geçiyor. Dönüşünde Hazret-i
Peygamber görüşünü şöyle açıklamıştır:- “Sizce bu hal, şeytân gibi saç baş
perişan gelmekten daha iyi değil mi?[12]”
Bu
sâbit estetik zevkidir ki, Peygamberin bunca direktifinin menşei olmuştur:
.Meselâ onun, erkekler ile kadınların, dış görünüşlerinde, saç tanziminde veya
elbiselerinde v.s. birbirlerine benzememelerini emretmesi böyledir.[13] îşte bu,
bizi güzel san’atlardan bahsetmeye sevkediyor:
Güzel sanatlar
San’at zevki, insanlarda mevcûd
bir sevk-i'tabiîdir. Fiilî olarak insanlardan pek azının artistik'bir yaratış
kabiliyetine sâhib bulunmasına rağmen, pek çokları ona merak sarmıştır.
Heykeltıraşlıkta, resimde, mûsikîde, şiirde ve edebiyyâtta, mimarîde veya diğer bütün
san’at şekillerinde olsun, aynı sevk-i tabiî, bütün artistik eserlerin temeli
olmaktadır.
Bu
vergi, daha çok veya daha az inkişâf etmiş olarak hafıza, zekâ, görme, duygu ve
bunlara benzer bütün diğer vergiler gibi herkeste bulun- - maktadır. İnsanda bu
vergiler geliştirilebilir, onlar bir bitkinin büyümesine benzerler, faydasız
kısımlar, meselâ fazla olan dallar kesilecek olursa bu hareket ancak aynı
bitkinin diğer kısımlarım ıslâh edip geliştirmeye yarar, çiçekleri, meyveleri
v.s. gibi. Körlerin hâfızasının, umumiyetle görenlerin- kinden daha kuvvetli
olduğu mâlûmdur.
Göstereceğimiz
veçhile Hazret-i Peygamber hiç te san’atı men’ etmiş görünmemektedir: O
tamamen, daha iyi yemiş verdirmek için bir bitkinin faydasız dallarını budayan
bir bahçıvan gibi, sâdece onların bazı tezâhürlerine sed çekmiştir.
En
büyük darbesinin, heykeltıraşlığa ve hayvanların (bunlara inşân da dâhildir)
resmine karşı olduğu bir. hakikattir. Fakat yasağın, bütüne şâmil ve istisnâsız
olmadığı görülmektedir. Önce bu yasağın mistik veya metafizik manzarasından
bahsedelim. Tevrat müellifinin[14] ve Islâm
Peygamberinin bildirdikleri veçhile Allâh, insanı kendi süretinde yaratmıştır [15]: Allâh
Esâstır ve insân onun aksetmişidir. Takvâsında insan, Yaratıcısı
karşısındaki tevâzû ve aczini dâimâ ifâde etmeye çalışır: Allah olmaya yahud
Ona denk bulunmaya çalışmak şöyle dursun/tâzîmle durduğu Rabbinin huzûrunda
parlak bir şehâdette bulunmak için bâzı ferâğatları bile kabüllenmiştir.
Hayvânların, mâdenler ve hattâ nebatlardan daha fazla olarak, Genâb-ı Hakk’m
yaratıcı kudretinin en muazzam tezahürleri olmalarını görmesi hasebiyle insan,
dûn mertebedeki bâzı şeylerle iktifa ederek Allâhı bütün azametiyle taklîd
etmeyi kendisine yasak kılmıştır: —Heykelcilikte ve resimde — insan, hayvânları
Rabbine tahsîs ederek mâdenlerin ve nebâtların “yaratılışı” ile yetinmektedir.
Maddî vâkıalara daha yakından bakınca görürüz ki, en eski zamanlardan beri
insan, Görülmeyenin, Tabiat v üstü (Transcendent)nün hakkında bir
fikir sahibi olmaya çalışmış, ve, bönlüğü dolayısıyla kendi yaptığı şeylere
Allâh gibi ibâdet etmeye -kadar varmıştır. Putperestlik, İslâm Peygamberi
tarafından beşerin en menfûr deliliği olarak mülâhaza edilmiş olduğundan, bir
san’atkârın hayâlinden doğma Allâh resmi olsun, veya bir veliyy-i nimetin, bir
ceddin, mânevi bir rehberin v.s. ilâhlaştırılmasına tahsis edilmiş bir yapı
bulunsun, ne türlü olursa olsun bir yaratılmışa ibadet etmek düşüklüğünü
kökünden kesmek için en önce' harekete kendileri geçmiştir. Demin işâret etmiş
olduğumuz gibi, insandaki İlâhî vergi böylece kaybolmamaktadır: bir tarafta
boğulan diğer taraftan daha kuvvetli bitmektedir. İslâm san’atının diğer hiç
bir milletinkinden daha aşağı olmadığı; Joazı sâhalarda diğerlerinin erişmediği
bir seviyede dahî bulunduğu bilinen bir hakikattir.
Mes’elenin bir de ahlâkî
tarafı var: cismânî zevki üstün geldiği takdirde san’atkâr, ekseriyâ çıplaklığı
meydâna vurmak temâyülündedir. İslâm bakımından bu, san’atın temiz ismini, lekelemektir.
Cemiyette alenen tat- bîki olmayan şeyi san’at bahânesiyle resimde ve heykelde
tebârüz ettirmenin artık yeri yoktur.
.
Evvelce hâtırlatıldığı veçhile, bu yasağın bâzı kayıdlar altına alınması
gerekir: Hazret-i Peygamber, ayak altında kalan hah ve şilteler- üzerinde canlı
varlıkların resimleri bulunmasına müsâmaha göstermişti[16].
Bebek ve oyuncaklara da müsâmaha ediyordu. Aşağıdaki hikâye pek meşhurdur: Bir
gün Hazret-i Peygamber, genç karısı Hazret-i Âişe’nin yanında, oyuncaklar
arasında bazı kanadh atlar görmüştür.
Latife olsun için şöyle diyor: “A! hiç atların kanadı olur mu?” Hazret-i Âişe
hemen cevap veriyor: “Sen Allâhın Elçisisi Süleymân’ın atlarının uçtuğunu bilmiyor musun?[17]”
Peygamber bu çeşid şeylere müsâmaha ettiğine göre, bu, İliç değilse onların
yapılmasına karşı olan müsamahasını gerektirir. Çocukların bebeklere olan
ihtiyâcı, tamâmen müslümân olan bir memlekette bile görülmektedir. Anatomi,
tabâbet, antropoloji v.s. gibi ilmi ihtiyaçlar için, veya, millî emniyetin
icaplarından hüviyyet tesbîtine ve askeri ihtiyaçlara v.s. yarayacak
fotoğraflar gibi, canlı varlıkların resimleri mevzuunda İslâm’ın da müsâadesinin mevcûd olduğu
anlaşılacaktır. Kendi görüş, noktam üzerinde isrâr etmeksizin, bu mülâhazaları
selâhiyyetli âlimlere bırakıyorum. .
Güzel
san’atların bir bölümü de şiirdir. Bu mevzûda Kur’ân-ı Kerîm’in âyetleri
malûmdur:
“Bunlar şâirlerdir ki, onlann arkasını
sapıklar tâkip eder. Onların her vadide başı boş gezdiklerini, yapmayacakları
şeyleri söylemekte olduklarım görmüyor musun? Ancak îmân edip iyi amellerde
bulunanlar ve Allâhı çok ananlar müstesnâ1,”
Hazret-i
Peygamberin sözünü hatırlayalım: “Hikmet dolu mısrâlar vardır, ve hitâbet
san’atında bir büyü vardır2.” İslâm dâvâsını müdâfaa etmek için
bizzât Peygamber de muhitinde şâirlere mâlik olmuştu; ve bir gün şöyle bile
demişti: Hassân’ın İslâm dâvâsı için şiir söylediğinin her defasında kendisine
Rûh-i Kudüs’ün yardımı olmuştur3. Bir çok defalar gayr-i müslim
şâirlerin metinlerine dahî hayranlıkla müracaat etmiştir. Bazan da diğerlerine
karşı beddüâda bulunmuştur. Îmruu’l-Kays’a4 olan lâneti meşhurdur;
zâten bu Arab şâirin edebe aykırı sözlerini kim bilmez? Şu hâlde, kendi
lehinde addettiği, şiirin bu muhtevâ ve kullanılışıdır; cemiyete muzır olan
husûslarda her çeşid kuvvet israfını baltalamıştır.
Şarkı
ve mûsikî karşısındaki durumu da buna benzer. Hazret-i Peygamber,
vazifelerinin zararına olarak bu eğlence nevinde ifrâta varanlara karşı
serttir. Buna mukâbil, insanın mûsikîye ve şarkıya olan tabiî eğilimi yeni bir
yola yöneltilmiştir, ve Kur’ân tilâvetinin ve inkişâfinın müslümanlarda ne
seviyeye ulaştığı mâlûmdur. Bizzât Peygamber, bunu, Hazret-i Dâvûd’a atfedilen
en büyük mûsikiyle bir tutıiıuştur5. Askerî mûsikî de artık yasak
olmayacaktır. Bu sanatın lâdînî mevkide kullanılışına müteallik Hazredi
Peygamberin hayâtından bâzı çizgileri hatırlayalım: Bayram günlerinde şarkı
söyleniyor ve davullar çalmıyordu. Hazret-i Ömer böyle bir durumda oyuncuları
tehdid'edince, Hazret-i Peygamber, bu bir bayram günüdür, diyerek müdahale
ediyor6. Bir diğeri: siyahiler mızraklarla oynamakta ve dans
etmektedirler, ve Peygamber, zevcesi Hazret-i Âişeyi bu manzarayı görmesi için
evinin kapısı önüne getiriyor1. Aynı duyguları düğün eğlencelerinde
de izhâr ediyordu, ve onun nazarında bu neşe tezâ- hürü olmaksızın düğünlerin
yapılabilmesi akıl almaz bir şeydi2. Vazifelerin yerine
getirilmesine mâni olan eğlenceler, ister dünyevî ister uhrevî olsun, dâima
yasak olacak; bunun dışında Müslüman, îtidâl tahtında, iyi olan şeyden
neşelenmekte serbest kalacaktır3.
Bu mübâhaseyi,
bizzat Peygamber tarafından ifâde edilmiş şu umûmî kaideyle bitirelim: birisi bir şey yapıyorken Allah ister ki bu, yüksek vasıfta en mükemmel şekilde
(İtkân) olsun Bu diğer bütün şeylere olduğu kadar sanatlara da şâmil olacaktır.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar