ERMENİ TERÖR ÖRGÜTÜ: ASALA
T.C.
ATILIM ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI
YÜKSEK LİSANS TEZİ
ERMENİ TERÖR ÖRGÜTÜ: ASALA
Zeynep KARAŞ
TEZ DANIŞMANI
DOÇ.DR. İDRİS BAL
ANKARA, 2007
(Fotokopi ile çoğaltılabilir)
ÖZET
Bu çalışmada, esas olarak günümüz bakış açısı ve bilgileriyle kanlı terörist örgüt ASALA incelenmektedir. ASALA, Ermeni teröründen ve meselesinden ayrı tutulamayacağı için, genel olarak Ermeni terörü ve sözde Ermeni soykırımı iddiaları da gözden geçirilmektedir.
Çalışmanın hazırlanması için, kapsamlı literatür taraması, sonuç çıkarma ve yorumlar yapma temel metodoloji olarak benimsenmiştir.
Bu çerçevede, ilk olarak, tarihi bir perspektifle Ermeni sorunu, sözde Ermeni soykırımı iddiaları ve Ermeni terörü göz önüne alınmıştır. Daha sonra, ana konu olan ASALA, örgütün amaçları, örgütsel yapısı, diğer örgütlerle ve ülkelerle bağlantıları ve terörist faaliyetleri açısından incelenmektedir. Bir sonraki bölüm, ASALA’nın Ermeni meselesine katkısını sorgulamakta ve çalışma, Türkiye’nin ASALA’ya yönelik politikalarının analizi ile son bulmaktadır.
ABSTRACT
In this work, primarily the bloody terrorist organization ASALA is studied with today’s perspective and available knowledge. Since the ASALA cannot be kept separated from Armenian terrorism and problem, the Armenian terrorism and so-called Armenian massacre allegations are also overviewed, in general.
For the preparation of the work, comprehensive scan of current literature sources, making deductions and comments were adopted as the main methodology.
In this framework, first of all the Armenian problem, massacre allegations and Armenian terrorism are considered from a historical point of view. Then, the main topic the ASALA is examined in terms of their objectives, organizational structure, their contacts with other organizations/countries and terrorist activities. Next section questions the ASALA’s contributions to the Armenian problem. The work is finalized with the analysis of Turkey’s politics regarding ASALA.
ÖNSÖZ
ASALA, Türkiye Cumhuriyeti yakın tarihindeki yerini şiddet, cinayet, katliam benzeri kelimelerin tanımladığı olaylarla almış bir Ermeni terör örgütüdür. ASALA, etkin olduğu 1975-1985 döneminde, 4T olarak bilinen planın hedeflerine ulaşmak için Türkiye’ye yönelik olarak yurtiçi ve yurtdışında şiddet içeren birçok eylem gerçekleştirmiştir. 4T planı, Ermeni soykırım iddialarının dünyaya "tanıtılması”nı, Türkiye tarafından "tanınması"nı, Türkiye'den "tazminat" ve "Batı Ermenistan" olarak adlandırılan "toprak" parçasının alınmasını hedeflemekte ve genel Ermeni terörünün motiflerini oluşturmaktadır.
Bu tez çalışmasında, Ermeni terörü ile özdeşleşmiş olan ASALA, farklı yönleriyle incelenmeye çalışılmıştır. ASALA’yı daha iyi analiz edebilmek amacıyla, Ermeni meselesi ve Ermeni terörü de tarihsel süreci içerisinde analiz edilmiştir.
Bu tez çalışmasının gerçekleştirilmesi sırasında yardımlarını esirgemeyen ve yönlendirmeleri ile önemli katkılar sağlayan Tez Danışmanım Doç. Dr. Sayın İdris Bal’a, anlayışlarından ve manevi desteklerinden dolayı da aileme sonsuz teşekkür ederim.
İÇİNDEKİLER
İÇİNDEKİLER v
BÖLÜM I: GİRİŞ 1
BÖLÜM II: ERMENİ MESELESİ ve ERMENİ TERÖRÜ 8
BÖLÜM III: ASALA TERÖR ÖRGÜTÜ 42
BÖLÜM IV: ASALA’NIN ERMENİ MESELESİNE ETKİLERİ 86
Ermenilerin Terörizm Dışındaki Türkiye Aleyhtarı Faaliyetleri 90
Türkiye Ermenilerinin ASALA’ya ve Soykırım İddialarına Tepkileri 97
BÖLÜM V: TÜRKİYE’NİN ASALA’YA YÖNELİK POLİTİKALARI 104
EK-1: İnal BATU ile Yapılan Röportaj 123
EK-2: Doç.Dr. Hasan OKTAY ile Yapılan Röportaj 128
EK-3: Ermeni Sorununun Tarihsel Gelişimi ve Ermeni Terör Örgütlerinin Eylemleri 139
EK-4: Ermeni Terörüne Verilen Kayıplarımız 149
EK-5: Basın Yayın Organlarında Ermeni İddiaları 158
KAYNAKÇA 169
TABLO LİSTESİ
Tablo 3.6.1. ASALA Tarafından Gerçekleştirilen Eylemler 54
Tablo 3.6.2. Ermeni Terörüne Verilen Kayıplarımız 55
Tablo 3.6.3. Eylem Sayılarının Ülkelere Göre Dağılımı 56
Tablo EK5.1. Yayımlanan Haber/Yorumların Ülkelere Göre Dağılımı (1999) 159
Tablo EK5.2. Yayımlanan Haber/Yorumların Ülkelere Göre Dağılımı (2000) 160
Tablo EK5.3. Yayımlanan Haber/Yorumların Ülkelere Göre Dağılımı (2001) 161
Tablo EK5.4. Yayımlanan Haber/Yorumların Ülkelere Göre Dağılımı (2002) 162
Tablo EK5.5. Yayımlanan Haber/Yorumların Ülkelere Göre Dağılımı (2003) 163
Tablo EK5.6. 1999-2003 Yıllan Arasında Yayımlanan Toplam Haber
Yorum, Program ve Röportajların Ülkelere Göre Dağılımı 164
BÖLÜM I
GİRİŞ
Osmanlı Devletini asırlar boyunca hükümdar kılan ve onu çağdaş devletler arasında seçkin bir konuma getiren en önemli husus; Türk ve Müslüman olmayan ırk ve topluluklara, onların örf, adet ve inançlarına baskı yapmadan, asimilasyona başvurmadan adil bir şekilde bu toplulukları idare etmesinden kaynaklanmaktadır.
Türk İslam devlet geleneğinin en önemli unsurlarından biri olan adalet ve hoşgörü sayesinde, Osmanlı Devleti tarihte hiçbir devlete nasip olmayacak bir şekilde, halkını barış, refah ve adalet içerisinde yaşatmıştır.
Tarih boyunca Osmanlı dönemleri incelendiğinde, her dönemde Osmanlının adil ve hoşgörülü idaresini görmek mümkündür. Türk devlet geleneği öteden beri hep dürüst ve adil bir doğrultuda olmuştur.
Türkler hakimiyetleri altındaki topluluk ve azınlıkları farklı görmemiş, insancıl, dürüst ve adaletli davranmış, koruyucu olmuş ve hiçbir zaman sömürgecilik politikasına başvurmamıştır.
Türklerin farklı dinlere ve diğer milliyetlere gösterdiği binlerce yıllık anlayış, tartışmaya mahal bırakmayan bir tarih gerçeğidir. Osmanlı, bu müsamahayı adeta sistemleştirmiştir. Aksi durumda, bugün pek çok ülkenin din ve dil coğrafyası şüphesiz bambaşka bir görünümde olurdu.
Türk var olduğu dönem boyunca, bulunduğu her yerde kurtarıcı, adalet dağıtıcı, medeniyet kurucu ve hürriyet getirici bir misyon üstlenmiştir.
Öte yandan, Ermeniler, tarih boyunca başka devletlerin egemenliği altında yaşamışlar ve bağlı oldukları devletlerin hizmetinde bulunmuşlardır.
Erivan, Gökçegöl, Nahcıvan, Rumiye gölü kuzeyi ve Mako bölgesine, yukarı memleket anlamına gelen Armenia, bu yörelerde yaşayan halka ise Ermeni denildiği çeşitli kaynaklarda ifade edilmektedir.
Ermenilerin, tarih boyunca, Pers, Makedon, Selefkit, Roma, Part, Sasani, Bizans, Arap ve Türklerin hakimiyeti altında yaşadıkları bilinmektedir. Ermeni derebeyliklerinin bir çoğu, bölgeye hakim olan ve Ermenileri kendi yanlarına alarak çıkarları doğrultusunda kullanmak isteyen devletler tarafından kurdurulmuştur.
Ermeni’lerin kökenleri ile ilgili olarak kesin bilgiler bulunmamaktadır. Bir kısım Ermeni tarihçiler, M.Ö. 6. yüzyılda kuzey Suriye ve Kilikya bölgesinde yaşayan Hititlerden olduklarını, diğer bir grup Ermeni tarihçiler ise Nuh'un oğullarından Hayk'a dayandıklarını iddia etmektedir. Bunun yanında, Ermenistan olarak adlandırılan coğrafyada yerleşen ve bugün Ermeni diye bilinen toplumun, söz konusu bölgenin kesin olarak neresinde yaşadıkları, sayıları bilinmemektedir.
Ermeni tarihçileri dahi, kökenleri hakkında bir fikir birliğinden uzak görüntü sergilemektedirler. Tarihleri boyunca bir millet ve bağımsız bir devlet olamayan bu toplumun, herhangi bir bölgeye "vatanımızdır" demeleri ancak sübjektif bir görüşün ürünü olabilir.
Selçuklu Türkleri, Ermenileri Bizans'ın zulmünden kurtarmış, Fatih döneminde ise, Ermenilere din ve vicdan hürriyeti en üst seviyede tanınmıştır. Ermeni Patrikliği Ermeni cemaatinin dini ve sosyal faaliyetlerini özgürce sürdürebilmeleri için kurulmuştur. Ayrıca, Ermeniler dini vecibelerini tam bir özgürlük içinde yerine getirmişler ve kendi din adamlarını da yine kendilerinin tayin etmelerine Osmanlı yönetimi izin vermiştir.
Anadolu’nun Türk idaresine girmesinden sonra Ermeniler, kendi dillerini de tam bir serbestlikle konuşmaya devam etmişler, Osmanlı idaresi, diğer cemaatlere uyguladığı politikayı onlara da uygulayarak Ermenice’yi ve Ermeni adlarının kullanılmasını serbest bırakmıştır.
Türk matbaasının kurulmasından 160 yıl kadar önce Venedik’te matbaacılık eğitimi görmüş olan Sivaslı Apkar adındaki bir papaza 1567’de İstanbul’da bir Ermeni matbaası açması için izin verilmiştir1. Daha sonra, ayrıca, İzmir (1759), Van (1859), Muş (1869), Sivas (1871) gibi şehirlerde de yeni Ermeni matbaaları faaliyete geçmiş ve 1908 yılına gelindiğinde bütün ülkede Ermeni matbaası sayısı 38 olmuştur. 1910 yılında İstanbul’da Ermenice 5 gazete ve 7 dergi çıkarılmaktaydı. Tüm bunlar ve aşağıda belirtilecek hususlar, Ermeni’lere tanınan özgürlüğün ve hoşgörünün sınırlarının ne kadar geniş olduğunu göstermektedir.
Osmanlı yönetiminde Ermeniler, elde ettikleri özgürlük ve bazı imtiyazlar sayesinde çok rahat bir yaşam sürmüşlerdir. Askerlikten ve kısmen de vergiden muaf tutulan Ermeniler, ticaret, zanaat ve tarım ile idari mekanizmalarda önemli görevlere yükselme fırsatını da elde etmişlerdir. Devletin değişik kademelerinde görev yapma imkanı bulan Ermeniler, Osmanlı devletince kendilerine tanınan bu hoşgörüye karşılık verdikleri hizmetten dolayı "millet-i sadıka" olarak adlandırılmışlardır. 19. yüzyılın sonlarına kadar Osmanlıların bir Ermeni meselesi olmadığı gibi, Ermeni halkının da yönetimle çözüm bulamadıkları bir sorun ortaya çıkmamıştır.
Siyasi tarih terminolojisinde yer almış olan 'Şark Meselesi' tabiri, Osmanlı Devleti'nin Batılı devletler tarafından parçalanmaya çalışılmasını ifade etmektedir:
Şark Meselesinin içinde bulunduğumuz yüzyılın siyasi tarih anlayışı içinde en geniş muhtevalı bir tarifinde: ‘Avrupa büyük devletlerinin, Osmanlı İimparatorluğu'nu iktisadi ve siyasi nüfuzu altına almak veya sebepler ihdas ederek parçalamak ve Osmanlı idaresinde yaş ayan muhtelif milletlerin istiklallerini temin etmek istemelerinden doğ an tarihi meselelerin..’ tamamıdır denilmektedir. Osmanlı Devletinin siyasi çöküşünün hızlandığı bir dönemde, Batı'nın Osmanlı Devleti üzerindeki hesapları bakımından suni olarak ortaya çıkarılan Ermeni meselesi, bilinmelidir ki, Avrupa'nın ekonomik, fikri, siyasi, dini ve kültürel menfaatlerinden kaynaklanmıştır.
Tarih boyunca olduğu gibi günümüzde de Ermeni toplumu üzerinden hem siyasi hem de ekonomik çıkar sağlamaya çalışan ülkeler bulunmaktadır. Bazı ülkelerde Türkleri ve Türkiye'yi sözde soykırımla suçlayan anıtlar dikilmekte, bazı ülkelerde sözde soykırımı tanımaya yönelik kararlar parlamento gündemlerine getirilmekte, hatta kimi ülke parlamentolarında kabul dahi edilmektedir.
Ermeni sorununun ve terörünün tarihsel gelişiminin irdelenmesi sonucu ortaya çıkan bulgular analiz edildiğinde; Ermeni sorununun Osmanlı'nın politikalarından ve yaptıklarında değil, 1789 Fransız İhtilali süreciyle ortaya çıkan milliyetçilik akımlarının Osmanlı İmparatorluğu'nda yansımaları ile başlamıştır. Bu durum, Osmanlı yönetimindeki azınlıkların bağımsızlık istemelerine ve bunun için mücadele etmelerine neden olmuştur.
Sanayileşmiş Batılı ülkeler, sömürgecilik yarışına girmişler, gelecek dönem içinde önem arz edecek kaynakların elde edilmesi ve paylaşımı için Osmanlı İmparatorluğunu kendilerine hedef seçmişler ve bu amaca paralel olarak da Osmanlı himayesindeki Hıristiyan toplulukları Osmanlı'yı parçalama emelleri için maşa olarak kullanmışlardır. Söz konusu güçler, bu amaç doğrultusunda doğu illerinde kurulacak "Büyük Ermenistan" literatürdeki tanımıyla “Integral Armenia" sözünü Ermenilere vermişlerdir. Günümüzde de varlığını sürdüren Ermeni taleplerinin temelini dönemin büyük devletlerinin bu vaadi oluşturmaktadır.
Büyük Ermenistan hayaliyle Ermenilerin 1870 itibariyle geniş çaplı isyanlar çıkarması nedeniyle, Birinci Dünya Savaşı sırasında zorunlu göçe (tehcire) tabi tutulmuşlardır. Tehcir sırasında yaşanan kayıpların tüm dünya kamuoyuna bilinçli olarak yanlış aksettirilmesi ve bunun intikamının alınacağının sıklıkla gündeme getirilmesi, örgütlü Ermeni terörünün oluşumunun hazırlayıcısı olmuştur. Burada yapılmak istenen; bir Ermeni bilincinin ve sahip olamadıkları ortak millet şuurunun yaratılmaya çalışılmasıdır. Tüm dünya kamuoyunda mazlum millet rolünü oynayan Ermeniler bu sayede diasporada birlik halinde durmuşlar ve güçlü konumda oldukları ülkelerde Türk düşmanlığı yaparak uluslararası düzeyde Türkiye aleyhine kamuoyu oluşturmuşlardır.
1960'lı yıllardan sonra Ermeni’ler terörü bir yöntem olarak benimsemişler ve belirledikleri Türk hedeflere yönelik saldırılara başlamışlardır. Bunlardan 1974-1985 döneminde sahneye çıkan ASALA terör örgütü Ermenilerin davasını savunduğunu iddia ederek ortaya çıkmış, Türkiye'ye yönelik şiddet ve terör eylemlerine başvurmuş ve Türkiye'yi sosyal, kültürel ve siyasal anlamda oldukça büyük zorluklara sürüklemiştir.
Yukarıda özetle bahsedilen Ermeni meselesi ve Ermeni terörü ile ilgili detaylı bilgiler ve analizler bu çalışmanın 2. bölümünde sunulmuştur.
Belirtilen dönemde başta ASALA olmak üzere Ermeni terör örgütleri Türkiye aleyhine çalışan diğer terör örgütleri ile işbirliğine başlamış ve bunlardan PKK ile sıkı işbirliği yapmıştır. ASALA'nın öncelikli hedefi, ilk aşamada 1915 yılında yaşanan tehcirinin intikamını almak, daha sonra da Türkiye'nin doğusundaki bazı illeri kapsayacak bir Ermeni devleti kurarak Büyük Ermenistan hayalini gerçekleştirmekti. PKK'nın amacı ise bağımsız bir Kürt devletinin kurulmasıydı. Kuruluşları ve amaçları farklı gibi gözükse de bu iki terör örgütü birbirinin devamı niteliğindedir ve böl-parçala-yönet stratejisiyle Türkiye'yi zayıflatmak isteyen devletler tarafından bu iki örgütün desteklendiği değerlendirilmektedir.
Bir bütün olarak bakıldığında ASALA’nın veya genel olarak Ermeni terörünün amacı; tarihi gerçekleri tamamıyla göz ardı ederek, sözde Ermeni soykırımı iddialarını ve Ermenilerin taleplerini dünya kamuoyuna duyurmak ve nihai olarak ta, "Büyük Ermenistan" rüyasını gerçekleştirmektir. Büyük Ermenistan rüyasını gerçekleştirebilmek için, Ermenilerin zorunlu olarak göç ettirilmesini soykırım şeklinde istismar eden "4T Planı" Ermeniler ve destekçileri tarafından uygulamaya koyulmuştur. Bu plan, Ermeni iddialarının dünyaya "tanıtılması”nı, Türkiye tarafından "tanınması"nı, Türkiye'den "tazminat" alınmasını ve nihayet "Batı Ermenistan" olarak adlandırılan "toprak" parçasının Türkiye'den koparılmasını amaçlamaktadır.
Bu çalışmanın ana konusunu oluşturan ASALA terör örgütü; kuruluşundan başlanarak tarihte son bulmasına kadar, hedefleri, bağlantıları, ilişkileri ve eylemleri gibi farklı yönleriyle 3. bölümde ele alınmıştır.
ASALA terörü ve Ermeni meselesine birlikte bakıldığında, ASALA’nın yaptığı eylemlerle sözde Ermeni soykırımının gündemde kalmasına neden olması ve Ermeniler arasındaki bilincin ve milliyetçilik duygularının canlı tutulması ve şiddetlendirilmesi açılarından, Ermeni meselesinde önemli bir role sahip olduğu görülmektedir. Önemli bir husus olduğu değerlendirilen ASALA’nın Ermeni meselesindeki bu tür etkilerine 4. bölümde yer verilmiştir.
Ülkemizde ASALA’nın etkisizleştirilmesine yönelik çalışmaların ancak 1980'den sonra başlamıştır. 1980 ortalarında Ermeni terörünün etkisiz hale geldiği, getirildiği görülmektedir. ASALA’nın etkisizleşmesi noktasında iki farklı görüş bulunmaktadır: (1) ASALA’nın dünya kamuoyundaki desteğini kaybetmesi ve örgüt içindeki farklı görüşler nedeniyle bölünmeler. (2) Türkiye’nin yapmış olduğu gizli operasyonlar. ASALA dönemi sona ermesine rağmen, Ermenilerin “sözde soykırım iddiaları” sürekli bir şekilde devam etmiştir. Bunun bir yansıması olarak, son dönemde İsviçre’de, Kanada’da, Fransa’da ve son olarak da ABD’de “sözde Ermeni soykırımı” ile ilgili çeşitli düzeylerde kararlar alınmıştır. ASALA bağlantılı silahlı Ermeni terör eylemleri günümüzde etkisiz hale getirilmiş olmakla birlikte, Ermeni’lerin faaliyetleri uluslararası düzeyde siyasi bir boyut kazanmış ve ülkelerin aldıkları bu tür kararlar Türkiye’yi baskıya ve kıskaca almaya başlamıştır. Bu aşamada, ASALA’ya yönelik Türkiye’nin izlediği politikalar, yaptıkları ve yapması gerekenler önem kazanmaktadır. Bu nedenle, Türkiye’nin ASALA’ya yönelik izlediği politikalarla ilgili bu hususlara 5. bölümde yer verilmiştir.
Ermeni terör örgütü ASALA üzerine hazırlanan bu çalışma ile günümüzde halen önemli bir gündem oluşturan Ermeni meselesinin ve sözde Ermeni soykırımı iddialarının tetikleyicisi görevini yapmış olan ve Türkiye tarihinin bir dönemine damgasını vuran ASALA’nın; örgütsel yapısı, özellikleri, bağlantıları, eylemleri ve Ermeni meselesine katkıları göz önüne alınarak incelenmesi esas olarak amaçlanmıştır
ASALA’nın farklı açılardan incelenmesi bakımından ve ayrıca sadece kanlı eylem yapan ve intikam peşinde koşan bir örgütten ziyade hem dünya kamuoyunda hem de Ermeniler arasında Ermeni iddialarının canlı tutulması aşamasında ASALA’nın oynadığı rolün gösterilmesi açısından, bu çalışmanın önem arz ettiği düşünülmektedir.
Çalışmanın gerçekleştirilmesi aşamasında temel olarak, literatürden elde edilen bilgilerin güncel gelişmeler ve bakış açılarıyla harmanlaması, analiz edilmesi ve yorumlanması yöntem olarak benimsenmiştir. Ayrıca, farklı bir bakış açısı getirilmesi amacıyla da Milletvekili Emekli Büyükelçi Sayın İnal BATU ve ayrıca Doç. Dr. Sayın Hasan OKTAY ile ASALA ve Ermeni meselesi üzerine röportajlar yapılmıştır (EK-1 ve EK-2).
ASALA ile ilgili olarak, ASALA’nın nasıl ortaya çıktığının ve terör eylemlerini yapanlar gibi ASALA ile ilgili diğer birçok hususun net olarak bilinememesi nedenleriyle somut bilgilere ve belgelere dayalı bir inceleme yapılması mümkün olamamış, bu nedenle birçok noktada çıkarımlar yapılması gerekmiştir.
BÖLÜM II
ERMENİ MESELESİ ve ERMENİ TERÖRÜ
Giriş
ASALA terörünün sonraki bölümlerde daha iyi analiz edilebilmesine uygun bir altyapı hazırlayabilmek için Ermeni meselesinin ve Ermeni terörünün okuyucuya anlatılması bu bölümde amaçlanmıştır.
Ermeni meselesi ve Ermeni terörü varlık nedenlerini birbirlerinden almaktadırlar. Ermeni terörü, Ermeni meselesinin sürdürülebilmesi ve canlı tutulması için hayat bulmuş, Ermeni meselesi de terör ile gündemde kalmayı başarmıştır. Bu nedenle bu iki kavramı beraberce incelemek konunun anlaşılması açısından yararlı olacaktır.
Ermeni meselesinin tarih sahnesine çıkışı 1877-1878 olarak işaretlenmiş olmakla birlikte, bu bölümde Ermenilerin ilk rahatsızlıkların başladığı 19. yüzyılın başlarından günümüze kadar olan dönemde Ermeni meselesi ele alınarak; Ermeni meselesinin ortaya çıkış süreci, sebepleri ve etkili olan faktörler, Ermeni hareketlerinin gelişimi, Ermeni terör örgütleri, terörün gelişim süreci ve gösterdiği özellikler ele alınacak ve Ermeni meselesinin genel bir değerlendirmesi yapılacaktır
Ermeni Meselesinin Ortaya Çıkışı
Osmanlı Devleti’nin tarihte var olduğu 650 yıl boyunca Müslüman olan ve olmayan tüm halkını ayırt etmeksizin adalet içerisinde yönettiği bütün dünya ilim çevrelerince kabul edilmektedir.
19. yüzyılda ekonomik ve sanayi reformlarını tamamlayan Avrupa devletleri ve Rusya, oluşturdukları endüstriyel yaşamın ham maddelerini karşılamak için yeni bir işgal ve sömürge hareketini başlatmışlardı. Asya'da, Afrika'da çeşitli ülkeleri işgal eden bu Avrupalı emperyalist sömürgeci devletler, 19. yüzyılla birlikte gözlerini Osmanlı ülkesine çevirmişler, Osmanlı Türkiye'sini parçalamak ve kendilerine sömürge bölgesi yaratmak için asırlar boyu Türklerle sulh ve refah içinde yaşayan Müslüman olmayan kesimlerden, özellikle Ermenilerden yararlanmaya çalışmışlardır.
Sadık millet olarak adlandırılan Ermenilerin, “emperyalist güçlerin tahriklerine kapılarak Türkiye aleyhinde hareket etmeye başlamalarının” ve “Türkiye aleyhtarı faaliyetleri, diğer gayrimüslim halklara göre kanlı bir mücadele şekline dönüştürmesinin” nedenlerini şu önemli gelişmelerde aramak daha yol gösterici olacaktır: 1
Fransız ihtilali özellikle başkalarının yönetiminde olan halkların akıllarına hürriyet ve eşitlik fikrini sokmuş ve milliyetçi akımları doğurmuştur. Osmanlı Devleti'nin karşılaştığı sorunları çözümlemekte gösterdiği başarısızlıklar, yaptığı reformların beklentileri karşılamaması, bu büyük devleti adım adım yıkılmaya doğru götürdüğü görülmeye başlanmış ve bu durumu değerlendirmek isteyen, Osmanlı Devleti'ni parçalamak ve nüfuz bölgelerine almak için bu devletin idaresi altında yaşayan gayrimüslim halkları bazen gizlice, bazen de açıkça isyana teşvik etmeye kalkışmışlardır. Rusya, İngiltere, ihtilalin merkezi Fransa başta olmak üzere, sömürgeleri olan Hollanda, Portekiz ve İspanya gibi devletlerin hakimiyetleri altında yaşayan toplumlara ve milletlere değil de, Osmanlı idaresinde yaşayan halklar arasında bu ayrılıkçı milliyetçilik hareketlerinin propagandasının yapılması üzerinde özellikle düşünülmesi gereken bir husustur.
Türk devletinin ve insanın güvenini ve dostluğunu kazanan Ermeniler, Fransız ihtilalinden sonra başlayan milliyetçilik hareketlerinden az da olsa etkilenmişlerdir. Osmanlı Devleti'ni parçalamak isteyen Avrupa devletlerinin kışkırtmaları ile bazı Ermeni aydınları Türkiye aleyhtarı bir tutum içine girmiştir.
Kendileri gibi Osmanlı yönetiminde kalıp da yüzyıllar boyu ticari rekabet ettikleri Rumların, Rusya ile Avrupa devletlerinin Türkiye'ye baskıları sonucu 1820'lerin sonlarında Yunanistan Devleti’ni kurmaları, Ermenilere hem hırs kazandırmış ve hem de bir emsal teşkil etmiştir. Bu paralelde Ermeniler de Avrupa’nın büyük devletlerine, özellikle Rusya, İngiltere ve Fransa'ya bağımsızlıklarını elde etmede yardımcı olmaları için müracaat etmeye başlamışlardır. Açtığı misyoner okulları kanalıyla Amerika'nın da devreye girmesiyle Ermeniler, kendilerine yeterli sayıda destekçi bulmuştur.
Osmanlı Devleti'nin vatandaşları arasında ayrım yapmaması, özellikle gayrimüslim halkların dini kültürel ve ekonomik konularda istedikleri gibi hareket etmelerine izin vermesi, 1839 Tanzimat, 1856 Islahat Fermanları ile vatandaşları arasında hukuken de tam bir eşitlik sağlaması, dış kuvvetlerin gayrimüslimler lehine müdahale etmesine ortam hazırlamıştır. Bununla yetinmeyen Osmanlı Devleti, 29 Mart 1863'te bu halkın eğitim, kültür, din ve cemaat işlerini kendilerine bırakılması hususunda tanıdığı hakları içeren "Ermeni Milleti Nizamnamesi"ni yayımlamıştır. Osmanlı Devleti, tanıdığı bu özgürlük ve haklara herhangi bir sınırlama getirmediğinden, Ermenilere ve diğer gayrimüslimlere yardım etmek isteyenler rahatlıkla istediklerini yapabilmişlerdir.
Osmanlı Devleti'nin büyük bir hoşgörü ve insancıl düşüncelerle kurulmasına izin verdiği Ermeni Patrikliğinin, Avrupa Kiliselerinin kışkırtmaları sonucu Ermeni halkını yanlış yönlendirmesi ile Ermeniler, Osmanlı aleyhtarı faaliyetlere başlamıştır.
1839'lardan itibaren ABD ile Avrupa devletlerinin açtığı misyoner okullarının ve bu okullarda okuyan Ermeni öğrencilerinin sayısının çokluğu; bu okullardan yetişen Ermeni gençleri, kendilerine öğretildiği gibi, bağımsızlık mücadelesi yapan Ermenilerin potansiyel destekçileri haline getirmiştir. Ayrıca Ermeni zenginleri, hem Türkiye'de hem de Avrupa ülkelerinde, özellikle de Fransa ve İtalya'da özel okullar açarak, Ermeni halkının önderliğini yapabilecek şahsiyetler yetiştirmeye ortam hazırlamışlardı.
Avrupa Devletleri ile Amerikan yetkililerinin Osmanlı Türkiye’sinde açtıkları misyoner okullarında Ermeni gençlerini okutmaları ve onlara Türkiye aleyhtarı fikirler aşılamaları Ermenileri bağımsızlık için arayışa yöneltmiştir.
Bütün yabancı gözlemcilerin de hemfikir olduğu gibi, Osmanlı Devleti'nin gayrimüslimlere, özellikle Ermenilere, dini ve milli konularda tanıdığı özgürlüklere bir sınır ve kontrol getirmemesi yabancılar tarafından rahatlıkla istismar edilmesini sağlamıştır.
Fatih Sultan Mehmet'in emri ile kurulan Ermeni Patrikliği, maalesef Ermenileri bir araya getirmede başarılı olamamış, bunun üzerine Devlet Katolikler ve Protestanlar için de ayrı ayrı kiliseler kurmak mecburiyetinde kalmıştır. Serbest bir ortam yakalayan Ermeni Kiliseleri ve din adamları bilhassa 19. yüzyılın başından itibaren yabancı kiliselerin yardım ve teşvikleri ile Türkiye ve Türkler aleyhinde faaliyette bulunmaya başlamışlar ve Türkiye aleyhtarı eleman yetiştiren birer okul haline dönüşmüştür.
Başta Ruslar olmak üzere, İngilizler ile Fransızlar emperyalist emelleri doğrultusunda Ermenileri bir maşa gibi kullanmışlar, Amerikan misyonerleri de bunlara destek çıkmışlardır. Ayrıca, Balkan halklarından Sırplar ve Bulgarların komitecilik hareketleri ile bağımsızlık mücadelesi yapmaları Ermenileri de etkilemiştir.
Balkan Hıristiyanlarını, Osmanlı hakimiyetinden kurtarma misyonunu yüklendiğini iddia eden Rusya 1877-1878 savaşında Osmanlı Devleti'ni yenince, Bulgaristan'ın yanı sıra Ermenilerin bağımsızlığı konusunda da taleplerde bulunmaya başlamıştır. Rusya, daha önce kendi kontrolünde oluşturduğu Ermenistan topraklarına Doğu Anadolu'yu da katarak, güneye inme siyasetinde kendisine bir yasal devlet oluşturmak istiyordu. Öte yandan, İngiltere, Rusya'nın daha da güneye inerek Hindistan sömürgesini tehdit etmesini istemediğinden, bölgede kendi hakimiyetinde bir Ermeni devleti kurmayı veya Doğu Anadolu'da ıslahat yaptırarak kendi nüfuzunda bir Ermeni bölgesinin oluşması yönünde isteklerde bulunmaya başlamıştı.
Bu sayılan 6 ana faktör Ermenilerin, Türkler ve Türkiye aleyhinde harekete geçmelerine sebep olmuştur. Ermenilerin, daha medeni yöntemler seçme şansları varken, Türkiye'yi yıkmak isteyen emperyalist devletlerle işbirliğine girmeleri son derece üzücü ve düşündürücüdür.
Ermeni Meselesinde Etkili Olan Faktörler
Ermeniler, 19. yüzyılın başlarından itibaren İngiltere, Rusya gibi devletlerin kışkırtmalarıyla ayrılıkçı hareketlere girişmişlerdir. Esasında sosyo-ekonomik sebeplere dayanmayan Ermeni meselesi, bu devletlerin Osmanlı İmparatorluğu üzerindeki emellerine ulaşmaları için ortaya atılmış ve desteklenmiştir. Fransız İhtilali'nden sonra milliyetçilik olaylarının artmasıyla birlikte bunu Osmanlı'ya karşı koz olarak uygulamak isteyen Rusya ve İngiltere Osmanlı bünyesindeki Ermenileri kışkırtarak teşkilatlandırmışlar ve ülke içinde çeşitli isyanlar çıkmasına sebep olmuşlardır. Bağımsız Ermeni Devleti'nin kurulmasının benimsenmesi ve Ermeni meselesinin ortaya
çıkışı 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı sonrası Ayastefanos
Antlaşmasıyla başlamaktadır.
Bu olayları hazırlayan sebepler arasında Ermeni kilisesi, din faktörü, misyoner faaliyetleri ve propaganda faaliyetleri, Rusya, İngiltere, Fransa ve Amerika'nın Osmanlı Devleti'ne ve Ermenilere karşı takip ettikleri siyaset çok etkili olmuştur. Ayrıca, Ermeni tehcirinin Ermeni meselesinin ortaya ilk çıkışında bir rolü bulunmamakla birlikte, daha sonraları çok sıkça kullanılan önemli bir dayanak noktası olmuştur. Bu unsurlar sırasıyla incelenecek olursa;
Ermeni Kilisesi
Ermenilere siyasi bağımsızlık sağlanabilmesi amacıyla Türkiye toprakları üzerinde eskiden beri birçok teşebbüslerde bulunulmuştur. Türkiye'yi hedef alan ve karanlık güçlerin tahrikleri ile yapılan bu hareketlerin başında Ermeni toplumu üzerinde dini nüfuz sahibi olan Ermeni kilisesi görülmektedir.
Kiliseye mensup bazı şahısların aşağıdaki ifadeleri incelendiğinde, söz konusu şahısların bu yolda oynadıkları rolün önemi ve ağırlığı kendiliğinden ortaya çıkmaktadır:
Ermeni tarihçi Hrand Pasdermadjian (Pastırmacıyan), Kilise için:
"Ermeni Kilisesi, Ermeni milletinin kilise tarafından can verilen ruhunun yeniden dünyaya gelmek için yaşadığı vücuttur."
tespitini yapmıştır.
Bir başka Ermeni tarihçisi Dickran Boyaciyan da:
“Ne kadar şümullü olursa olsun, Ermeni kilisesini aynı derecede
ele almayan herhangi bir Ermeni tarihi, Ermenilerin gerçek hayatını ortaya koymayı başaramaz Ermeni kilisesi ile Ermeni milleti o derece iç içedir ki, birisi olmadan dığerini düşünmek mümkün değildir. ”
demektedir.
Ermeni Patriği M. Ormanyan'a göre Ermeni kilisesi:
"Kayıp ülkenin (Ermenistan) görünen ruhu" dur.
Yine bir Ermeni tarihçisi olan Louise Nalbandian, bu konuda şunları ifade eder:
“Bu nasyonalist çabada en büyük rol bazı müstesna liderler ve belli başlı manastırları vasıtasıyla hem; dini, hem entelektüel bir kuvvet olarak çalışan, Ermeni Kilisesi tarafından oynanmıştır.”
Bir Osmanlı vatandaşı olan Ermeni Piskoposu Gevand Turyan, Ermeni Kilisesi ve ruhanilerinin, Ermeni meselesi ve Ermeni komitelerinin Anadolu’da masum Türk halkına yaptığı mezalimde oynadıkları rolü şu satırlarla açıklamaktadır:
Dini cemaatler, uzun zamandan beri, Ermeni İhtilal Partilerinin ihtilal ocakları olmuş ve en şeytani programlar buralarda hazırlanmıştır. Dini merkezler, silah depoları ve komplo ocakları olmuştur... Dini liderler, söz ve yazı ile kendilerine güvenmiş olan halkı isyana teş vik ediyorlardı. Artık vaazlarda yüce sözler ve İncil’in doktrini zikredilmiyordu. Sadakat ve doğruluk yerine isyan, insanlık yerine kin ve intikam; ahlak yerine alçaklık ve rezillik vaaz ediliyordu... Dini liderler, komiteler, tarafından organize edilmiş bayramlara, toplantılara, törenlere baş kanlık ediyorlardı.
Ermeni Kilisesi'nin, mevcudiyetini koruyabilmesi için bir kuvvete, bir devlete ihtiyacı olmuştur. Ermeni devleti fikrini doğuran, Ermeni milleti değil, Ermeni Kilisesi'dir. Ermeni Kilisesi'nin önemi ve rolü, izah edildiği gibi, esasen bütün Ermeni tarihçiler tarafından da kabul edilen bir husustur.
Türkiye toprakları üzerinde, Ermenilere siyasi bağımsızlık temini için eskiden beri birçok teşebbüslerde bulunulmuş, fakat bu teşebbüsler her defasında başarısızlık ve hüsranla neticelenmiŞtir. Hemen daima Türkiye'yi hedef tutan ve karanlık güçlerin tahrikleri ile yapılan bu teşebbüslerin başında her zaman, Ermeni toplumu üzerinde dini, nüfuz sahibi olan kato-gigosları, patrikleri ve papazları görüyoruz. Toplumları boş bir hayal peşinde koşturan bu şahısların, bu yolda oynadıkları rol çok ağırdır. Dini görevleri yanında kendisini milli bir otorite ile de mücehhez kılan Ermeni Gregoryen (Apostolik) Kilisesi, tarihi süreci içinde Ermeni toplumunun hayatında pay sahibi olduğunu ileri sürerek, aktif bir rol oynamış ve oynamaktadır.
Günümüzde de, Ermeni Kilisesi'nin eski ve atıl bir anlayışla, Anadolu’nun yarısını Ermenistan olarak tasavvura devam ettiği, hatta Türkiye'ye komşu olan İrandan, Gürcistan'dan ve Azerbaycan'dan da, haritalar üzerinde toprak talebinde bulunduğu, Ermenistan düşüncesinin çok geniş olduğu görülmektedir.
Ermeni Kilisesi, Türkiye’ye yönelik hareketlerin yanı sıra, Ermeni Milliyetçiliği fikrinin de filizlendiği yer olmuştur. Ermeni milliyetçiliğinin uyanmasında kiliseye en büyük yardımı başta Rusya olmak üzere büyük güçler sağlamışlardır.
Din Faktörü
Bilindiği üzere İslam'da insan hakları kavramının ilahiliği temel prensiptir. Türkler de, bu dini, Allah'ın buyruklarına itaatkâr ve O'nun yarattıklarına şefkatli ve merhametli olmak, adaletle davranmak şeklinde anlamışlardır.
Türklerle Hıristiyan milletlerin ilişkilerinde din faktörü daima ön plana çıkmış ve önemli bir rol oynamıştır. Avrupa'nın Osmanlı İmparatorluğu'na karşı, OsmanlI’nın güçlü olduğu döneminde çekingen olmakla birlikte, daima düşmanca davranışının nedeni din faktörü olarak görülmektedir. 11
Müslüman olmaları sebebiyle, Türklere karşı işlenen bu din faktörü Osmanlı İmparatorluğunda bir Ermeni meselesinin ortaya çıkmasında en büyük rolü üstlenmiştir. Rus tahakkümü altında inleyen Polonya Hıristiyanlarının ve 1828 Türkmençay Antlaşması ile Doğu Ermenistan'ı alan Rusya'nın, 1829'da yapılan Edirne Antlaşması ile Rusya'ya göç eden 40 bin Ermeni’nin, muhtar bir Ermenistan kurma isteğini geri çevirmesi ve Ermenilerin Çarlık Rusya'sında çoğu defa en tabii haklarına karşı dahi baskı ve zulümler görmesine ses çıkarmayan ve bunların akıbeti ile ilgilenmek gereği duymayan Avrupa devletlerinin, Türkiye'deki gayrimüslimlere olan bu insani bağlılığının başka bir izah tarzı yoktur.
Doğası gereği Ermeni Kilisesi de bu din faktöründen çok rahat bir şekilde istifade etmiştir. Müstakil veya en azından otonom bir Ermenistan vaadi ile kandırılan Ermeni Kilisesi, Kilise’nin nüfuzunun ve otoritesinin daha da gelişmesine imkan verecek böyle bir olanağın sağlanması için, Osmanlı İmparatorluğu üzerinde oynanan oyunlara rahatlıkla alet olmuştur.
Misyoner Faaliyetleri
Dünyanın birçok ülkesinde faaliyetlerini çok geniş bir çerçevede sürdürmekte olan misyoner teşkilatının kuruluşu oldukça eski tarihlere dayanmaktadır.
Günümüzde Hıristiyanlık dünyasında büyük öneme ve yadsınamaz bir etkiye sahip olan Papalık, 1662 yılında Vatikan'da Misyon Bakanlığı’nı kurmuştur. Ülkemiz dünden bugüne açık bir şekilde misyoner faaliyetlerine sahne olmaktadır.
Osmanlı İmparatorluğunun son dönemlerinde, misyoner faaliyetlerinin başlıca iki sahaya yoğunlaştığını görüyoruz:
Misyoner teşkilatları, imparatorluğun çeşitli bölgelerinde yaşayan Ermeni, Bulgar gibi Hıristiyan unsurların çocuklarını, açtıkları okullarda okutmuşlar ve onlara milliyetçilik duyguları aşılayarak, Osmanlı Devleti'ne karşı isyanlara teşvik etmişlerdir. Bir taraftan ülke içindeki çeşitli unsurların arasına bölücülük tohumları ekerken, öte yandan Batı kamuoyunu, Türkiye'nin aleyhine kışkırtmış, kendi tahrikleriyle kopan isyanları, yapılan mezalimleri Türkler Hıristiyan ahaliyi kesiyor! şeklinde propaganda ederek, Batı dünyasını aleyhimize harekete geçirmeye çalışmışlardır.
Türk çocuklarının kültür değerlerinden, tarih şuurundan uzak ve dinsiz olarak yetişmeleri nedeniyle ortaya çıkacak maneviyat buhranına çare olarak Hıristiyanlığın takdim edilmesi misyonerlerin bir diğer faaliyetlerini teşkil etmektedir. Misyonerler bu amaç doğrultusunda ülkemizde açtıkları okullarda eğitim gören Türk çocuklarının milli ve manevi değerlerden uzak bir şekilde yetiştirmeye gayret göstermişlerdir.
Protestanlık propagandası yapan misyonerlerin başarıya ulaşması durumunda, Ermenilere dini kanallardan ulaşmaya çalışan İngiltere, Türkiye üzerinde himaye hakkı elde edebilecekti. Osmanlı İmparatorluğu'na gelen Protestan misyonerleri Müslümanların ve Musevilerin inançlarını değiştiremeyeceklerini anlamışlar ve bütün enerjilerini diğer Hıristiyan mezheplerinden taraftar cezp etmeye yöneltmişlerdi. Gayretlerine hedef olan Ermenilerin dini, kültür ve sağlık konularına eğilmişler, bu toplumu kendi kiliselerine çekebilmek için ihtişamlı tapınaklar, okullar ve hastaneler açmışlardır. Misyonerlerin Ermeni komitelerine maaş da bağladıkları kaydedilmektedir.
Misyonerler, çalışmalarının zorluğu ve kutsallığı derecesinde ödüllendirileceklerini bildikleri için, Osmanlı İmparatorluğu idarecilerini canavar, Müslüman azınlıkları ezilen göstermişlerdir. Batı kamuoyunun merhamet hislerini uydurma hikayelerle kabartarak Batı'dan önce maddi yardımı, daha sonra ise diplomatik desteği elde ettiler. Bu arada, Batılılar misyonerlerin ifadelerini tereddütsüz kabullendiği için kiliselerin himayesi altında Türk düşmanlığı doğmuştu.
Babıali, Ermeniler arasında zararlı propaganda yapan misyonerleri Türkiye’den ihraç etmeye kalkınca, Büyük Güçlerin protestosu ile karşılaşmış ve sonuçta bu misyonerlik faaliyetlerine engel olamamıştır.
Ermeni cemaati üzerindeki propaganda okullarının dışına da taşmış, psikolojik etkileme yöntemiyle konsoloslar çalışmalar yapıyorlardı. Diplomatik bagajla aranmaksızın Türkiye'ye gizlice sokulan ayrılıkçı fikirlerin vurgulandığı çeşitli gazete, dergi, kitap, kartpostal, harita ve sokak ilanları yurt içinde konsoloslar aracılığıyla dağıtılmaktaydı.
1896 yılında Amerika'dan 7, İngiltere'den 4 ayrı Kiliseye bağlı misyonerler Osmanlı İmparatorluğu’na dağılmıştı. Sadece Amerikalı olarak 176 misyoner ve bunların yanında 869 mahalli yardımcı çalışmaktaydı. Bir misyon bulunan belli başlı Anadolu şehirleri de şunlardı: Bursa, İzmir, Merzifon, Kayseri, Sivas, Trabzon, Erzurum, Harput, Bitlis. Van, Mardin, Antep, Maraş, Adana, Hacin, Ankara, Yozgat, Amasya, Tokat, Arapkir, Malatya, Palu, Diyarbakır, Urfa, Birecik, Elbistan, Tarsus.
Kaynaklarda, özetle:
"Türkiye’ye gelen ilk Protestan misyonerlerin ^Brîtish and Foreign Bible Society’ ye mensup olduklarını ve bu teşkilatın 1804te kurulmasından sonra, İzmir’den Anadolu içlerine misyonerler gönderilmeye başlandığını...."
ifade edilmektedir
Amerikalı misyonerler 1819 itibariyle Osmanlı topraklarına gelmeye başlamışlar ve 1832 yılında İstanbul merkezi kurulmuştur. Misyonerler asıl faaliyetlerini Doğu Kilisesi üzerinde yoğunlaştırmışlardır. Misyoner faaliyetleri, Ermenistan isyanlarının zemininin hazırlanmasında görüldüğü gibi çok önemli bir rol oynamıştır. Osmanlı topraklarına hümanist nedenlerle geldiği iddia edilen misyonerler, dini faaliyetlerin yansıra kendi devletlerinin politikaları doğrultusunda siyasi, sosyal, askeri faaliyetlere de iştirak etmişlerdir.
Propaganda Faaliyetleri
Ermeni meselesinin bugünkü boyutuna gelmesinde propaganda faaliyetlerinin önemli bir yeri bulunmaktadır. Ermenilerin Türk Devleti’ni, milletini peşinen mahkum edip, kanına ve canına kastediş sebebinin, Rus, İngiliz, Fransız ve Amerikan menfaatlerine hizmet eden propaganda faaliyetlerinden kaynaklandığını söylemek hatalı olmayacaktır.
Buna karşılık, konu ile olarak A. Powell’ın
Vahşet olayları çok büyük ölçüde mübalağa edilmıştir. Son dönemlere ait vahşet olaylarının bir kısmı ise hiç vuku bulmamıştır. Amerikan Yardım Teşkilatının mahalli (İstanbul) basın temsilcilerinden biri, dostlarına açıkça, Amerika'ya sadece Türk aleyhtarı haberler gönderebildiğini, çünkü para getirenin bu olduğunu söylemiştir.
D. Johnson'un da kitabında;
Bu topyekun katliam hikayelerinin çıkarılmasının, nihai hesaplaşmadan, Türkiye'nin zararına olarak, İ ngiliz Hükümeti politikasının
istikametlendirilmesi sarih hedefi ile olduğunu tekrarda tereddüt etmiyoruz. Bu sebeple yıllarca sıkı ittifak bağlarımız bulunan milyonlarca kendi tabamızla aynı dinden olan bir milletin, tamamen uydurma değilse, büyük ölçüde ve utanmadan mübalağa edilmış delillere istinaden, insanlığa karşı korkunç suçlar işlemiş olmakla nasıl suçlandırıldığını, namuslu bir şekilde göstermeye çalışmaktan dolayı özür dilemeye ihtiyaç yoktur. 17 şeklindeki ifadeleri yer almaktadır
Ermeni meselesi tarihi gerçeklerden ziyade yanlı yayınlarla ve üretilen belgelerle yapılan propagandalarla gündemde tutulmaya çalışılmıştır. Bu tür propaganda faaliyetlerinin birçok örneği farklı ülkelerde, farklı şekillerde karşımıza çıkmaktadır.
Çıkar Devletlerinin İzlediği Politikalar
Ermeni meselesinin ortaya çıkışını hazırlayan sebeplerin başında Rusya, İngiltere, Fransa ve Amerika'nın Osmanlı Devleti'ne ve Ermenilere karşı takip ettikleri siyaset gelmektedir. Bu devletlerin uyguladıkları politikalar ile ilgili bilgilendirme yapmak yol gösterici olacaktır.
Rusya'nın Politikası
Kendisini güçlü bir devlet konumuna getirmek isteyen Rusya, Çar I. Petro (1682-1725) zamanında Boğazlara hakim olmak istemiş, Balkan ülkelerini ele geçirmek veya kendi yönetimi altına almak isteyen Rusya, bu amaç ile Balkan ülkelerinde konsolosluklar kurarak onları Osmanlı Devleti'ne karşı teşkilatlandırmış, böylece Slav-Ortodoks birliğinin ve halkının hamisi rolünü elde etmişti. Fransa ve Rusya, bu politikasını tatbik için 1806'daki
Sırp, 1827'deki Yunan ve 1875-1876'daki Bosna-Hersek ile Bulgar ve Sırp isyanlarının çıkarılmasını sağlamış ve bunların yayılmasını körüklemiştir.
Rusya'nın bu siyaseti zaman zaman İngiltere ve Fransa'nın menfaatleri ile çatıştığı için her zaman başarılı olmamış; bunun üzerine Rusya, Osmanlı Devleti'ne karşı harekete geçmeden evvel, elde edilecek getiriyi diğer devletlerle bölüşme siyasetini uygulamaya koymuştur.
Akdeniz ve Orta Doğu'da söz sahibi olmayı Anadolu topraklarını parçalamakla gerçekleştireceğine inanan Rusya, bu amaçla Ermenilerin yoğun olduğu Erzurum-İskenderun hattını ele geçirmeye teşebbüs etmiştir. Böylece Rusya'nın, Osmanlı Devleti'ndeki Ermeni kiliseleriyle teması ve Ermeni terör unsurlarını desteklemesi başlamıştır.
Rusya, 1828 Türkmençay Antlaşmasıyla Doğu Ermenistan kendisine verilip, İran Ermenileri de bu birliğe katılınca, elde ettiği bu yeni güçle Osmanlı Devleti'ne saldırmıştır. 1829 Edirne Antlaşmasıyla Rusya'ya göç eden 40.000 Ermeni, muhtar bir Ermenistan kurmak isteyince, Osmanlı topraklarında bu isteklerini gerçekleştirmeleri için hamilik vazifesini yüklenen Rusya, bu defa Ermeni isteğini geri çevirmiştir.
İngiltere'nin Politikası
Rusya'nın İngiliz çıkarlarını tehdit eder vaziyette güneye inmek istemesi ve güçlü bir Karadeniz devleti olması, İngiltere'nin Osmanlı Devleti'ne ve daha sonra Ermenilere ilgi duymasının önemli bir nedenidir.
İngiltere, Rusya'nın kendi çıkarlarını tehdit edecek şekilde gelişmesine mani olmak için Osmanlı Devleti'ni Rusya'ya karşı desteklemesi, 1783 yılından 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşına kadar sürmüştür.
Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın isyanına karşı 1838’de imzalanan ve siyasi/ekonomik açıdan handikapları olan "İngiliz Ticaret Antlaşması" ile İngiliz açık pazarı haline gelen Osmanlı Devleti, Rumlarla Ermenilerin bu fırsattan istifade ederek güçlenmelerine ortam hazırlamıştır.
1870'li yıllarda değişen Avrupa'nın siyasi yapısı, İngiltere'yi de değiştirmiş ve İngilizler 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonunda imzalanan Ayastefanos ve Berlin antlaşmalarından sonra, Osmanlı Devleti'nin toprak bütünlüğünü savunmaktan vazgeçerek, onu parçalama ve bu topraklar üzerinde kendisine bağlı devletler kurma politikasını benimsemiştir.
İngiltere'nin Osmanlılarla ilgili siyasetinin değişmesindeki önemli diğer bir neden de, Ermeni meselesinin Avrupa'da, 1880 yılından başlamak üzere, ön plana çıkmaya başlamasıdır.
Rusya'nın, Osmanlı Devleti'ne karşı tecavüzkar hareketlerine tek başına direnemeyeceğini ve kendi çıkarlarını gözetemeyeceğini gören İngiltere, Ermeni meselesini fiilen kabul etmiş, bu yolda ilk adımı da hemen atmış ve Osmanlı hükümetini tehdit ederek, Rusya'ya karşı üs olarak kullanmak üzere Kıbrıs'ı almıştır. Bunun yanında, Doğu Anadolu'daki eyaletlerde yaşayan Hıristiyanların lehine ıslahat yapılması konusunda Osmanlı Devleti'nden taviz de koparan İngiltere, böylece Ermeni meselesini adeta İngiliz meselesi haline dönüştürmüştür.
Ermenilerin Osmanlı Devleti'nden ayrılmak ve bağımsız bir devlet kurmak gibi bir niyetleri Osmanlı-Rus Savaşı'ndan önce bulunmadığı halde, Ruslar, Ayastefanos Antlaşması'na Ermeni meselesini de dahil etmişlerdir. İngiltere'de, Ermenilere sormaya gerek görmeden Kıbrıs Antlaşması'na Ermeni meselesini ilave etmiş, İngiltere, bağımsız bir Ermenistan'ı, bunun Rusya'yı zor durumda bırakacağını ve Osmanlı Devleti'nin de ilerlemesine mani olacağını düşünerek desteklemiştir.
Ayrıca, “1915-1916 yıllarında Osmanlı İmparatorluğu'nda Ermenilerin Durumu" ile ilgili bir kitap (Mavi Kitap; yazarı Lord Bryce, derleyicisi Arnold Toynbee), 1916 yılında İngiliz Hükümeti tarafından yayınlanmıştır. Bu kitapta Osmanlı topraklarında yaşayan 1.800.000 Ermeni’nin üçte birinin göç esnasında öldüğü belirtilmektedir. Asılsız temeller üzerine kurulan kitabın içeriği ve dayanak noktalarıyla ilgili halen tartışmalar devam etmektedir.
İngiltere parlamentosunun da onayına sahip bu kitabın savaş propagandası için yayınlandığı Toynbee tarafından daha sonra itiraf edilmiştir. Prof. Dr. Hikmet Özdemir, "Arnold Toynbee'nin Ermeni Sorununa Bakışı" adlı kitabında, Toynbee'nin 23 Haziran 1916'da Oxford Üniversitesi'nden Prof. Margloioth'a yazdığı mektubu yayımlayarak; Mavi Kitap'ın "Daha doğarken ne kadar çürük olduğunun bizzat yazarı tarafından itirafı" olduğunu dile getirmiştir Toynbee'nin yazdığı mektup şöyledir:
Sayın Profesör Margoliouth; 1915'te Ermenilerin gördüğü muameleyle ilgili belgelerden oluşan kapsamlı bir derleme için yazdığım giriş yazısını ilişikte gönderiyorum. Vakit ayırıp göz atarsanız ve gerçekler hakkında göze batan hatalı bir ifade veya yanlış, noktalar varsa afişe etmenizi rica ediyorum. Benim konu hakkındaki bilgimin büyük bölümü pek sağlam değ il ve ikinci ağ ızdan edinilmiş bilgilerden oluş uyor. Bu ricayla sizi rahatsız etmekte tereddüt ettim, ancak belgeler 'Devlet Mavi Kitap'ı olarak yayınlanacak, onun için de yayınlanırken tarihsel doğruluk taşındığından emin olmamız çok önemli.
Fransa'nın Politikası
Kanuni Sultan Süleyman'ın Fransa'ya 1535’te tanıdığı kapitülasyon ayrıcalığı ile başlayan ticari ve siyasi münasebetler, 1740 kapitülasyonları ile genişletilerek devam etmiştir. Öte yandan, Fransa, 1683 İkinci Viyana Kuşatması sırasında, Avusturya'ya yardım ederek, pozisyonunu açıkça ortaya koymuştur. Daha sonra Napoleon Bonapart'ın ilk mağlubiyetini aldığı Mısır Seferi, bunun devamı olmuştur. Ancak, Rusya ile savaşları sırasında Osmanlı Devleti'yle dost görünmeye çalışan Fransa, 1807 tarihinde Rusya ile anlaşınca, yeniden dostluğa yakışmayan bir tavır içine girmiştir.
Osmanlı Devleti'ndeki Katoliklerin koruyuculuğunu da üzerine almış olan Fransa, Kırım Savaşı'na sebep olan Kutsal Yerler Meselesi'nde önemli bir rol oynamıştır.
Almanya'ya karşı mağlubiyetini hazmedemeyen Fransa, 1878 Berlin Kongresi'nde Almanya ile ihtilafa düşen Rusya ile yakınlaşmaya başlamış, İngiltere ile de görüş ayrılıklarını çözümledikten sonra bu üç devlet, Osmanlı Devleti'nin parçalanmasına yönelik ortak gayret sarf etmeye başlamışlardır. Bu bölme ve parçalama planlarında Fransa'nın rolü bir hayli aktif olmuştur.
1830'dan 1921 yılına kadar, Orta Doğu ve Akdeniz'deki dengeyi, Ermeni meselesinde olduğu gibi, sun'i bir şekilde ortaya atarak muhafazaya çalışan Fransa, bu arada Anadolu'nun işgaliyle, bu topraklarda kendi siyasi nüfuzunu da artırmaya çalışmıştır.
ABD’nin Politikası
ABD'nin Ermenilere ilgi duyması, karakteristik olarak dağınık bir halde yaşayan Ermeniler için yeni bir ufuk açmış ve Ermenilerin Yeni Dünya’yla daha sıkı irtibata geçmesini sağlamıştır. Amerikan-Ermeni yakınlaşmasının tabii bir sonucu olarak da, 19. yüzyıldan itibaren Anadolu'dan ABD'ye toplu Ermeni göçleri başlamıştır. Bu göçler, 19. ve 20. yüzyıl boyunca devam etmiş böylece ABD'de özellikle Türk-Amerikan ilişkilerinde ortaya çıkan siyasi bunalımlara sebep olan hatırı sayılır bir Emeni topluluğu oluşmuştur.
ABD, ekonomik çıkarlarını ön planda tutarak Ermeni sorununa yaklaşmıştır. 1780'lerden itibaren Anadolu ve Ortadoğu topraklarının kaynak zenginliği ve pazar niteliği, ABD’ye cazip gelmiştir. Birleşik Devletlerde çok uluslu bir yapı olduğundan, birleştirici unsur olarak "Hıristiyanlık" olgusu düşünülmüştür.
1820'den itibaren ABD, misyonerleriyle girdiği Osmanlı ülkesine, önceleri İngiliz Büyükelçiliklerinin vasıtasıyla daha sonra 1830'da Osmanlı Devletiyle yapmış olduğu antlaşmayla ticari faaliyetleriyle girmiştir.
Washington ile İstanbul arasında yapılan 7 Mayıs 1830 ‘da yapılan antlaşmayla, kapitülasyon hakları ABD'ye de verilmiştir. Antlaşmanın 3. maddesiyle belirlenen husus ile Amerikan tüccarları Türkiye'de simsarlar kullanma hakkına sahip olmuş ve bu simsarların her milletten olması koşulu ile de ABD tarafından Türkiye Ermenileri işin içerisine dahil edilmiştir. Kendi ticari planı olarak ABD, Anadolu'da kıyı kesimlerde Rumlardan, iç kesimlerde de Ermenilerden faydalanmıştır. Bunun tabii sonucu olarak da, Anadolu'da zengin bir Ermeni burjuvazisi ortaya çıkmıştır. Bu grubu, yine Amerikalı misyonerlerin yapmış oldukları etkin çalışmalar neticesinde eğitimli bir Ermeni kitlesi eklenince, söz konusu yapılanma artık hasta adam olarak 19. yüzyılda çeşitli siyasi bunalımlar yaşayan Osmanlı İmparatorluğu için önemli sorunları da beraberinde getirmiştir.
Amerikalı misyonerler, 1840'larda sadece Suriye'de yıllık 6.000.000 sayfanın üzerinde kutsal kitap basımı ve dağıtımı gerçekleştirmiştir. 1893 yılına kadar Türkiye'de 624 okul, 436 ibadethane açmışlardır. Bu tarihte
Türkiye'de 1317 misyoner görev yapmaktaydı. 1893 yılına kadar Türkiye'de 3 milyon İncil, yaklaşık 4 milyon da değişik kitap dağıtılmıştı
Ermeni Tehciri
Osmanlı Devleti’ni aralarında paylaşmayı düşünen Rusya, Fransa ve İngiltere gibi ülkelerin kışkırtmalarıyla Ermeniler harekete geçmiş, komiteler ve dernekler kurarak bağımsız bir Ermenistan oluşturma çabasıyla, savunmasız masum birçok Türk’ü öldürmüşlerdir. Öyle ki, Kars, Van, İzmit, Erzurum, Bitlis ve diğer Osmanlı vilayetlerinde akıl almaz gaddarlıkla gerçekleştirilen katliamlar,30,31 işgalci Rus komutanları bile tiksindiren boyutlara erişmiştir.
Dünya Savaşı sebebiyle Kafkas cephesinde bulunan Osmanlı ordularına Ermeniler ihanet etmiş, Van, Kars ve Erzurum gibi Osmanlı şehirlerinin Rusların eline geçmesine yardımcı olmuşlardır.
Osmanlı Devleti bir tedbir olarak, savaş boyunca, önce savaş sahasına yakın yerlerdeki Ermenilerden başlayarak mecburi iskan uygulamıştır. Daha sonra, Ermeni çetelerinin katliamlara devam etmeleri ve Osmanlı Devleti aleyhine yabancı devletlere bilgi aktarmaları sebebiyle, Katolik ve Protestan mezhebinde olanlar ile yetimler, kimsesiz kadınlar ve hastalar hariç olmak üzere, bu nakil diğer bütün Ermenileri kapsayacak şekilde genişletilmiştir.
27 Mayıs 1915 tarihli yer değiştirme kanunu ve bu kanuna dayalı olarak çıkarılan emirler çerçevesinde; Erzurum, Van ve Bitlis vilayetlerinden çıkarılan Ermeniler, Musul'un güney kısmı, Zor ve Urfa sancağına; Adana, Halep, Maraş civarından çıkarılan Ermeniler ise Suriye'nin doğu kısmı ile Halep'in doğu ve güneydoğusuna nakledilmişlerdir.
Tehcir sırasında, ağır iklim şartları, salgın hastalıklar, araç/gıda/ilaç yetersizlikleri ve asayişin sağlanamaması gibi nedenlerden dolayı Ermeniler kayıplar vermişlerdir.
Dönemin belgelerine göre tehcire tabi tutulan Ermenilerin sayısı yaklaşık 500 bin civarında olup, bunlardan bir kısmı 1918’dan sonra eski yerlerine geri dönmüş, ayrıca önemli sayıda Ermeni nüfusu da Osmanlı toprakları dışındaki diğer ülkelere göç etmiştir. Bu bilgiler ve Osmanlı topraklarında yaşayan Ermenilerin sayısının 1914 sayımına göre 1.294.831 olduğu göz önüne alındığında tehcir sırasında 1.5-2 milyon civarında Ermeni’nin öldüğü iddiaları geçersiz kalmaktadır.
Zorunlu nedenlerden dolayı Ermenilere yönelik olarak gerçekleştirilen bu tehcir olayında Ermenilerin verdiği kayıplar, Osmanlı’nın planlı bir soykırımı olarak nitelendirilmiş, hatta Yahudi soykırımı ile eşdeğer tutulmuş ve Türkiye aleyhinde sürekli kullanılan bir argüman haline dönüştürülmüştür. Ermeni meselesi tehcirden daha önce ortaya çıkmış bir problem olmasına rağmen, bu mesele tehcirle birebir ilişkilendirilmek istenilmektedir.
Ermeni Terör Hareketlerinin Gelişimi
Bu kısımda, Osmanlı ile birlikte huzur içinde yaşamakta olan Ermenilerin, Osmanlı’ya ve sonrasında Türkiye Cumhuriyeti’ne yönelik başlattığı terör olaylarının gelişimiyle ilgili olarak bilgilendirme yapılacaktır.
Ermeni Cemiyetleri ve Örgütleri
Ermeni hareketi, başlangıcından bu yana yöntem olarak şiddeti benimsemiştir. II. Abdülhamid'e yapılan saldırı Ermeni terörünün bir başlangıcı sayılabilir. Bunu, Ermenilerin I. Dünya Savaşı'nda Osmanlı ordularını arkadan vurmaları ve savunmasız halka katliam uygulamaları takip etmiştir. Ermeni zulmünün tanıkları ve belgeleri açık bir şekilde arşivlerde mevcuttur.
Ermeni milli hareketlerinin oluşması ve sistematik hale dönüşmesi 1860 yılına kadar uzanmaktadır. 1860 yılında Kilikya'da "Hayırseverler Cemiyeti", "Fedakarlar Cemiyeti", 1870-80 arasında Van'da "Araratlı, Kara Haç, İttihat ve Halas Cemiyetleri", Muş'ta "Mektep Sevenler, Şarklı ve Kilikya" adlı 4 cemiyet kurulmuştur. Etnik yapıda görünmemesine ve daha çok yardım amaçlı cemiyetler olarak kurulmalarına rağmen bu cemiyetler Ermeniler arasında etnik bilincin uyanmasına zemin hazırlamışlardır.
Van'daki “Kara Haç” cemiyetinin kurucusu Mıgırdıç Portakalyan isimli bir Ermeni öğretmendir. Portakalyan, Van'da açtığı okulunda birçok militan yetiştirmiş, olaylara karıştığı Osmanlı hükümeti tarafından belirlenince Van'dan uzaklaştırılmıştır. Portakalyan daha sonra, Fransa'ya yerleşerek burada 'Armenia' gazetesini çıkarmıştır. “Kan dökmeden hürriyetin elde edilemeyeceği” propagandasını gazetesinde yapmaya başlamış, bunun üzerine adı geçen gazetenin yurda sokulması yasaklanmıştır.
1880 yılında 4 büyük cemiyet "Ermenilerin Mütthetit (Birleşik) Cemiyeti" adı altında birleşmişlerdir. Bu yıllarda Erzurum'da "Silahlılar Cemiyeti" ve "Milliyetçi Kadınlar Cemiyeti" kurulmuştur. Bu derneklerin amacı; çeşitli yerlerde ayaklanmalar çıkarmak, gençleri silahlandırmak, Ermeniler lehine Osmanlı idaresinde değişikler yapmaktı.
Osmanlı İmparatorluğu, emperyalist devletlerin gözünde yıkılması gereken bir devlet idi. Bu büyük imparatorluğun mirasından her devlet kendisine daha fazla pay alabilmek için çeşitli yöntemlere başvuruyorlardı. Bu sebeple, Ermeni milliyetçiliğinin uyanmasında kiliseye büyük yardımlar sağlamışlar ve çeşitli nedenlerle Ermenileri desteklemişlerdir.
Ermeniler 1880'li yıllarda gizli örgütlenmelerini tamamlamış, 1890'lı yıllarda ise bu örgütlerin arkasındaki devletler tarafından Ermeni isyanları birbiri ardına çıkmaya başlamıştır. Sason Bölgesi'nde (Muş-Diyarbakır yöreleri) çıkarılan olaylarla Müslüman ahaliye karşı yapılan katliamlar bunlara örnek gösterilebilir. Bunlar dışında 1895'te İstanbul'da Ermenilerce karışıklıklar çıkarılmış ve 1896 yılında Osmanlı Bankası baskınıyla "Ermeni Terörü" kendini göstermiştir. Bu dönemdeki olaylara daha yakından bakılacak olursa aşağıdaki gelişmelerle karşılaşıldığı görülecektir.
Taşnak ve Hınçak örgütleri bu yeni terör döneminde aktif bir rol üstlenmiş, terör tim ve grupları oluşturmuş ve yeni örgütlenme çabalarına psikolojik destek vermişlerdir. 1877 yılında İsviçre'de Hınçak Teşkilatı kurulmuş, bunu 1890 yılında Tiflis'te Taşnaksutyun Örgütünün kurulması izlemiştir.
Hınçak Örgütü, Rusya'dan Avrupa üniversitelerine okumaya giden zengin ailelere mensup yedi Ermeni genci tarafından kurulmuştur. Marksist ideolojiye sahip bu örgütün amacı Doğu Anadolu'yu Ermeni yurdu yapmak, daha sonra İran'dan Azerbaycan ve Rus illerine kadar uzanan Kafkas topraklarını ele geçirerek büyük bir Ermenistan Devleti kurmaktı.
Bu örgüt 15 Temmuz 1890'da Kumkapı Olaylarını, Ağustos 1894'te Sason İsyanını, 30 Eylül 1895'te Bab-ı Ali Yürüyüşünü, 24 Ekim 1895'te Zeytun İsyanını başlatmış ve yürütmüştür.41,42 Bu örgüt 1980'lere gelindiğinde Lübnan'da Hfant Samuel liderliğinde Eçmiyazin Katogikos Kilisesinin militan papazlarıyla işbirliği yaparak, Ermeni davasının takibini, düşmanlığın doğrudan Türkiye'ye yönelmesini ve her türlü siyasi girişimin bu örgütten beklenilmesini sağlamak amacına yönelmiştir. Katliamları da KGB'nin sekiz Ermeni asıllı ajanı planlayıp organize etmişlerdir. Örgütün daha militan kolu ise Rusya'nın yöneteceği Musul, İskenderun, Trabzon, Baku dörtgeninde bir Ermenistan kurulmasını amaçlamıştır.
Taşnak Komitesi Hınçakların faaliyetlerinden memnun olmayan ve onlarla fikir ayrılığına düşen bir kısım Ermeni tarafından 1890 yılında kurulmuştur. Bu komite daha sonra kurulacak olan Taşnaksutyun'un (Ermeni İhtilal Komiteleri Birliği) çekirdeğini oluşturmuştur.
Taşnaksutyun'un gayesi isyan vasıtalarıyla Osmanlı topraklarındaki Ermeniler için siyasi ve iktisadi hürriyet elde etmek şeklinde ifade edilse de asıl amaçları bağımsızlıktır. Örgütün ilk çalışmaları Ermenileri silahlandırmak, gerilla eğitimi vererek teröristleri eğitmek olmuştur. Günümüze kadar faaliyetlerini sürdüren Taşnaklar Lübnan'da örgütlenmiş olup temel hedefleri, Türk topraklarında bir Ermeni devleti kurmaktır.
Ramgavar Partisi 1921’de savaş sonrası koşullarda Mısır’da kurulmuş bir diğer Ermeni terör örgütüdür. Örgüt Sovyet Ermenistan’ında yaşayan Ermenilerin koşullarının düzeltilmesini istemektedir. Ramgavarlar, merkezi Massachusetts olmak üzere "Ermeni Demokratik Liberal Parti" adı altında örgütlenmişlerdir.
Ermeni terörünün yeni bir boyut kazanması 1905'de Yıldız Hamidiye Camii önünde II. Abdülhamid hedef seçilerek yapılan başarısız suikastle başlamıştır ve bundan sonra Türk devlet adamları ve ileri gelenlerine karşı suikast girişimleri, Ermeni terörünün etkili bir vasıtası haline gelmiştir.
1920'lerde, Batı Avrupa'da sürgünde yaşayan birçok eski Osmanlı yetkilisine suikast düzenleyen "Nemesis" (Eski Yunan adalet ve intikam tanrıçası) adlı Taşnak alt örgütü bugünkü Ermeni terörizminin ilk öncüsüdür. Bu örgüt ASALA'ya kadar uzanan vahşet yolunun kilometre taşlarının ilklerinden biridir.
6-13 Şubat 1919'da Erivan'da toplanan "Batı Ermenileri II. Kongresi”'nde Talat, Cemal, Said Halim Paşalar ile Dr. Nazım, Bahattin Şakir, Cemal Azmi Beyler gibi idareciler gıyabında halk mahkemesinde idamlarına karar verilmiş, bulundukları yerde vurulmaları için militan timler görevlendirilmiştir. İsviçre merkezli, Paris ve İstanbul'da şubeleri bulunan bir Ermeni komitesinin Yunanlılarla işbirliği yaparak Türk ileri gelenlerine suikastlar tertip etmek (İttihatçılar, bazı mülki ve askeri erkan ile Mustafa Kemal Paşa'ya) üzere teşkilatlandığı Türk istihbaratı tarafından 15 Haziran 1921'de belirlenmiştir.
Ermenilerin Sosyal ve Kültürel Bilinçlenme Dönemi
Bu terör olaylarından sonra 1965'e kadar, bazı önemsiz hareketler dışında çeşitli siyasi nedenlerin de etkisiyle Türkiye'ye karşı saldırgan Ermeni hareketlerin bir tırmanma içinde olduğunu görmekteyiz. 1960'lı yıllara gelindiğinde sözde "Ermeni Soykırımı" yeniden gündeme getirilmiş, bir yandan Ermeni terör çeteleri oluşturularak bunlara hedefler gösterilmiş, diğer yandan medya yoluyla yoğun propaganda ile dünya kamuoyu Yahudi Soykırımı'na benzer bir Ermeni katliamının gerçekleştiğine inandırılmaya çalışılmıştır.
1965'de ise başta Fransa, ABD, Yunanistan ve Lübnan olmak üzere birçok batılı ülkede, sözde Ermeni soykırımının 50. yıldönümü (24 Nisan 1965), bilinçli organizasyon, çok yönlü ortaya çıkan çalışmalarla Türkiye aleyhine yıkıcı bir propaganda kampanyası yaratmıştır. Ermenilerin, iddialarını kitle iletişim araçları ve basın yoluyla dünya kamuoyuna duyurmak için giriştikleri bu tür propaganda faaliyetleri 1973 yılına kadar devam etmiştir. Ancak bu propagandanın getirdiği "doyumsuzluk" ve perde arkasındaki "bazı devletlerin desteği", Ermeniler içindeki bazı unsurları şiddet eğilimi aşamasına getirmiştir. Bu noktada, bu dönem sonrası ortaya çıkan Ermeni terör örgütlerini incelemek faydalı olacaktır.
Ermeni Terör Örgütleri
Ermeni terörü kurulan örgütler vasıtasıyla amacına ulaşmayı hedef edinmiştir. Örneğin, Bolşevik ihtilalinden sonra Taşnaklar bugünkü "Sovyet Ermenistan Cumhuriyeti" bölgesinde iktidarı ele geçirerek "Ermeni Cumhuriyetini" kurmuşlar ve siyasi girişimlere başlamışlardır. Ancak bu siyasi dönem, Taşnaklar'ın terör faaliyetlerini bitirmesi sonucunu doğurmamış, hatta 1972 yılında Taşnaklar tarafından kurulan JCAG (Ermeni Soykırımı İçin Ermeni Adalet Komandoları), Türkiye'nin dış temsilciliklerine yönelik terör eylemlerine başlamıştır. Benzer şekilde Marksist Hınçak Örgütü de 1973 -1985 yeni Ermeni terör döneminin baş aktörü olan ASALA'nın kuruluşunu teşvik etmiş, desteklemiştir. Bahsedilenlere ek olarak, ASALA- MR (ASALA - İhtilalci Hareketi), ARA, NAR, NUPA, AHHRMG, VEDO (Fransız kökenli), GEGE (Beyrut kökenli), Ermeni Yeraltı Ordusu, Yeni Ermeni Uyanışı isimli örgütlerde Ermeni terörünün diğer temsilcileri olmuşlardır. Bu çalışmanın ana konusu ASALA sonraki bölümde geniş olarak inceleneceğinden aşağıda, ilk olarak JCAG, ASALA-MR, ARA ve NAR terör örgütleriyle ilgili olarak bilgiler verilecektir.
JCAG
JCAG (Justice Commandos Against Armenian Genocide - Ermeni Soykırımı İçin Ermeni Adalet Komandoları), ASALA ve Hınçak Partisi'ne rakip olarak Taşnak Partisi ve bunun ABD uzantısı Ermeni Devrimci Federasyonu tarafından 1975 yılında Beyrut'ta kurulmuştur. Kurucuları Nemesis üyeleri olup, Taşnak’tırlar ve üyelerinin çoğunluğu ırkçıdır. Örgüt Taşnak Partisi'nin Askeri Kanadı olarak faaliyet göstermiş olup, ilk defa 22 Ekim 1975 tarihinde Viyana Büyükelçimiz Daniş Tunalıgil'in öldürülmesi olayı ile adını dünya kamuoyuna duyurmuştur. Örgütün amacı, bağımsız Büyük Ermenistan Devleti'ni kurmaktı.
ASALA ile JCAG’ı ayıran en önemli hususlardan biri, JCAG'nin Marksist olmamasıdır. ASALA, Sovyetler Birliği ve o günlerde Sovyetlerin denetimindeki ülkeleri arkasına alırken, JCAG, Sevr Antlaşması'na imza koymuş bulunan Batılı ülkelere mesajlar göndermekte ve Lozan'da ortadan kaldırılan Sevr'in canlandırılmasına yönelik destek aramaktadır. JCAG daha çok batı oryantasyonlu bir örgüttür.
JCAG’ın kurulması ve teröre başvurması ASALA’nın terör yoluyla sağladığı başarıya bir tür cevap sayılabilir. ASALA terör eylemleriyle sesini duyurdukça, Taşnaklar Ermeniler arasındaki etkilerini kaybetme korkusuna kapılarak bir nevi rekabet sonucunda terörü bir yol olarak seçmişlerdir. Bu nedenle de ASALA tarafından taklitçilik ile suçlanmışlardır.
ASALA-MR
ASALA-MR (ASALA Revolutionary Movement -İhtilalci Hareketi) Monte Melkonian (Melkonyan) tarafından 1983 yılında kurulmuştur. Melkonyan ilk olarak Fransa Hükümeti ile bozulan ilişkilerini düzeltmeyi amaçlamıştır. ASALA Türkiye'ye askeri ve ekonomik yardımda bulunan tüm ülkeleri düşman kabul etmekteydi.
ASALA-MR'nin başlıca 2 stratejisi bulunmaktadır: Bunlardan birincisi dünya Ermenilerini seferber etmek; diğeri ise diğer etnik terör örgütleri ve özellikle ayrılıkçı Kürt örgütleri ile Türkiye'ye karşı ittifak yapmaktır.
ASALA-MR; "Artık kalemim silahımdır romantik fikrini yüksek sesle terk etmenin zamanı gelmiştir. Kalem kalemdir, silah ise silahtır. Diasporada gereğinden fazla entelektüel vardır. Bizim ihtiyacımız olan dövüşçüler, askerler ve fedailerdir." sözü ile terörü amaç edindiğini açıkça ortaya koymuştur.
ASALA-MR, stratejik açıdan uzun vadeli halk savaşımını benimsemiş, savaşı mümkün olduğu halde Türk solcuları, Kürtler, Kıbrıslılar ve diğerleri gibi ilerici güçlerle gerçekleştirmeyi hedeflemiştir.
Eylemlerini Türkiye'de yapacağı düşünülürken ASALA-MR, Kuzey Amerika ve Batı Avrupa kanadını tamamen kontrolü altına almış, bu bölgedeki militanları kendi tarafına çekmeyi başarmıştır. Melkonyan, 1993'te Dağlık Karabağ'da Azerilerle çarpışırken öldürülmüş ve Ermenistan Cumhurbaşkanı onu milli kahraman ilan etmiştir. Örgüt 1985'ten sonra etkinliğini büyük ölçüde kaybetmiştir.
ARA
ARA (Armenian Revolutionary Army - Ermeni İhtilalci Ordusu/Komandoları) örgütü, Fransa'da kurulmuş olup ilk defa 14 Temmuz tarihinde Brüksel Büyükelçiliğimiz İdari Ataşesi Dursun Aksoy'un öldürülmesi olayını ASALA ve JCAG ile birlikte üstlenerek adını duyurmuştur.
ARA'nın ırkçılığı savunduğu, ASALA'nın metotlarına ve fikirlerine tamamen karşı olduğu, Taşnak Partisi-Ermeni Soykırım Adalet Komandoları ve ASALA haricindeki Ermeni Terör örgüt ve kuruluşları tarafından da desteklendiği, teorik ve pratik olarak JCAG'nin paralelinde hareket ettiği bilinmektedir.
NAR
NAR (New Armenian Resistance -Yeni Ermeni Direnişi) isimli örgüt adını ilk defa 14 Mayıs 1977’deki Paris’teki bombalama eylemiyle duyurmuş ve 1980’e kadar 7 saldırının sorumluluğunu üstelenmiştir.52, 53
Ermeni Terör Örgütlerinin Karakteristik Özellikleri
Ermeni terör örgütlerinin kendisine özgü dikkat çekici özellikleri bulunmaktadır. Ermeni terörünün anlaşılması açısından bu hususların incelenmesi dikkat çekici görülmektedir.54, 55, 56
Ermeni terör örgütlerinin "olağanüstü etkinliği, örgütlülüğü ve boyutları" dikkat çekici bir özelliktir. Bu örgüt New York, Los Angeles, Santa Barbara, Madrid, Sidney, Paris gibi şehirlerde büyük bir gizlilik içinde operasyonlarını yürütebilmiştir. Bir İsviçre otelinde bir bomba şans eseri patlayıncaya kadar ASALA'nın birkaç yıl hiçbir elemanının kimliği tespit edilememiştir. Örgütün karargahının Beyrut'ta olduğu sanılmakta ama yeri tam olarak bilinmemektedir. Örgütün yayın organı Armenia’nın adresi bulunmamaktadır. Beyrut'taki otellere resmi bir dağıtıcı olmadan verilmektedir. Aniden ortaya çıkmasına rağmen Ermeni terörizmi profesyonel bir şekilde desteklendiği ve teşvik edildiğine dair tüm belirtileri göstermektedir.
Basını ve diğer medyayı oldukça profesyonel bir biçimde kullanarak, Ermeni ve Batı toplumunda etkili kurumlarla yapılan işbirliği sonucunda cinayetler haklı nedenlere dayalı birer öç alma eylemi olarak gösterebilme, meşruiyet kazanma özelliklerine sahiptirler. Eylemi gerçekleştiren örgüt mensupları, birer kahraman olarak sunulduğundan özellikle genç Ermenilerin geniş desteğini alabilmişlerdir. Medyayı yönlendirme konusunda, tek taraflı bilgilendirme yaptıklarından dolayı başarı sağlamışlar, Ermeni görüşleri ciddi bir alternatif ile karşılaşmadığından medyada tekel oluşturmuşlardır.
Ermeni terör örgütleri, büyük badirelerden kurtulma ve toparlanma kabiliyetine de sahiptir. 1982 yılında İsrail, Lübnan'ı işgal ettiğinde ASALA karargahını bularak imha etmiştir. Fakat bu olay bile, ASALA'nın saldırılarına devam etmesine engel olamamış ve akabinde ASALA, Ankara Esenboğa Havaalanı'na öldürücü bir saldırı düzenlemiştir.
Ermeni terör örgütlerinin, kendilerine bazı durumlarda dezavantaj yaratan, dışa bağımlılıkları bulunmaktadır. Dışa bağımlılık; bir yandan
Bal, Dünden...s.675-676.
Zafer Özkan, Tarihsel Akışı İçerisinde Terörden Politikaya Ermeni Meselesi, İstanbul, Kendi Yayını, 2001, s.177-183.
güçlerine güç katarken bir yandan da diğer güçlerin çıkarlarına göre eylemlerinin şekillenme zorunda kalmasına neden olmaktadır.
Ermeni teröristler birkaç değişik isim altında saldırı düzenlemektedir. Bunların en önemlileri Marksist ASALA ve muhafazakar JCAG'dır. Bunların arasındaki ilişkiyi ayırt etmek kolay değildir.
Ermeni terör örgütleri dar bir kadro ile kurularak, merkezi yönetim bu kadro tarafından kontrol altında tutulmaktadır. Merkezi yönetimince planlanan eylemler, uzmanlaşmış özel timler tarafından uygulamaya konulmakta ve bu timler gerektiğinde çok değişik örgüt isimleriyle kamuoyuna yansıtılarak Ermeni terör örgütlerinin sayısının çok olduğu görüntüsü verilemeye çalışılmaktadır.
Örgütlerin merkezi yönetimlerinin ve organlarının belirlenen belirli bir fiziki alanda veya aynı coğrafyada bulunması gerekmemekte, çeşitli ülkelerde olabileceği gibi, bir ülkenin çeşitli yerlerinde de bulunabilmektedirler. Bütün Ermeni terör örgütlerinde çok sıkı ve disiplinli bir merkez hakimiyeti esas kabul edilmektedir.
Örgütlerin gerek açıklanan yapıları, gerekse lider kişileri arasındaki rekabetler ve çatışmalar sık ve çeşitli bölünmelere neden olmaktadır. Bu durumdan da yararlanılmakta, bir örgüt, birden fazla kişinin liderliğinde, ayrılınca sanki ayrı terör örgütleri görüntüsü verilmektedir.
Bütün terör örgütlerinde ve faaliyetlerinde görülen diğer bir ortak özellik, gizliliktir. Ancak, merkezin gücünün gösterilmesi veya eylemin daha yaygın ve etkin propaganda aracı olarak kullanılması için özellikle alt grup veya özel tim eylemlerinde gizlilik terk edilmekte, eylemler ilan edilmekte, eylem gerçekleştikten sonra da kabullenilmektedir.
Ermeni terör örgütlerinde, terör, psikolojik harekâtın bir parçası, hatta bir aşamasıdır. Propaganda amacıyla veya yalnız terör yaratmak, korku ve sindirme sağlamak için de terör eylemlerine başvurulmaktadır.
Ermeni terör örgütleri daima bir veya birden fazla devletin açık veya kapalı desteğine sahip olmuşlardır. Bu devletleri hem bir araç olarak hem de faaliyetlerinde kamufle amacıyla kullanmışlardır.
Türk ve Türkiye düşmanlığı bütün Ermeni terör örgütleri için bir var olma ve devamlılık nedeni olmuştur. Ayrıca, Ermeni terör örgütlerinin Türklere yönelik gerçekleştirdikleri suikastler, sözde soykırıma karşı bir misilleme olarak kabul edilmiş ve bu nedenle Türkleri öldürme hakkına sahip olduklarını iddia etmişlerdir.
Tarih süreci içerisinde Ermeni terörü üç aşama göstermektedir:
Terörle Ermenileri, Ermeni topluluklarını kazanmak veya kendilerine çekmek, bu suretle Ermeni birliğini sağlamak,
Dünya kamuoyuna gücünü ve boyutlarını kabul ettirmek, ilgiyi sağlamak,
Siyasi gelişmelere ve uluslararası çıkar çatışmalarına Türkiye ve Türklük hakkında kullanılabilecek düşmanlık kaynakları hazırlamaktır.
Ermeni Terör Olayları
Osmanlı Devleti’nin son döneminde ayrılıkçı ve silahlı Ermeni milliyetçileri ayaklanmışlar, ancak başarısızlığa uğramışlardır. Başarısızlığı hazmedemeyen ve tatmin edilmemiş duygular ile hareket eden bu gruplar intikam amacıyla, tehciri bahane ederek büyük bir operasyon başlatmıştır. “Nemesis” adı verilen ve Taşnaklar’ın içinde yer alan bu harekat, tehcirin intikamını alacaktır. "Nemesis" örgütünün ilk kurbanı, 15 Mart 1921'de Berlin'de bir caddede yürürken Soghomon Tehlirian adlı bir Ermeni tarafından vurularak öldürülen eski İçişleri Bakanı Talat Paşa olmuştur. 6 Aralık 1921’de eski Osmanlı Dışişleri Bakanı Sait Halim Paşa Roma'da Arshavir Shirakian adlı bir Ermeni tarafından katledilmiş, dört ay sonra da Shirakian, Aram Yerganian adlı bir suç ortağı ile beraber eski Jön Türk yetkililerinden Bahattin Şakir Bey ve Cemal Azmi Bey’e suikast düzenlemişlerdir. Bundan birkaç ay sonra Cemal Paşa iki Ermeni tarafından 21 Temmuz 1922'de yaverleri olan Binbaşı Nusret ve Teğmen Süreyya Bey ile birlikte Tiflis'te öldürülmüştür. Suikastlar maalesef devam etmiştir.
Cumhuriyet devrinde Ermeni komiteciler iki defa Atatürk'e suikast yapma cüretini göstermişlerdir. Önce, 1925 Nisan ayında Yunanistan'daki Ermeni komitelerinden Manok Manokyan Selanik'ten hareketle İstanbul'a gelmiş, diğer iki işbirlikçisi de İskenderun ve Adana yoluyla kendisiyle Ankara'da buluşmak üzere sözleşmişlerdi. Ancak, Türk güvenlik kuvvetlerinin yerinde müdahalesi ile Manokyan yakalanmış ve cezası 5 Mayıs 1925'de infaz edilmiştir. 14 Eylül 1927'de Mercan Altunyan adlı terörist ve yarım düzine arkadaşı daha Dolmabahçe'de Atatürk'e ulaşamadan Yıldız Gazinosu'nda Türk güvenlik kuvvetleri tarafından yakalanmışlardır. İngiliz elçisine göre, suikastı perde arkasından Türkiye'nin batı ile giderek artan yakın ilişkilerinden kaygılanan Moskova düzenlemiştir.
27 Ocak 1973'de, kişisel intikam alma isteğinin bir sonucu olarak, ailesini Türkiye'de kaybetmiş olan 78 yaşındaki Ermeni asıllı bir Kaliforniyalı Geourgen Yanikian, kendilerine iki müstesna tablo hediye etmek bahanesiyle bir otel odasına çağırdığı Los Angeles Türk Başkonsolosu Mehmet Baydar ve yardımcısı Bahadır Demir'i vurarak öldürmüştür. İşte bu çifte cinayetin, Ermenistan'ın Kurtuluşu için Ermeni Gizli Ordusu (ASALA) ve Ermeni Soykırımı Adalet Komandoları (JCAG)’ nın yeni bir terör dönemini başlatmasına sebep olduğu kabul edilmektedir. Marksist kökenli olan bu örgütün amacı, Sosyalist Büyük Ermenistan'ı kurmak, Türkiye'nin sözde Ermeni soykırımını tanımasını sağlamak ve Ermeni sorununu dünya kamuoyuna duyurmaktı. Ermeni soykırımı iddiaları ve şiddet hareketlerinin yankıları ile bir Ermenilik bilincini uyandırmaya çalışmışlardır.
1975 Lübnan iç savaşı ve bir ölçüde Türkiye'de oluşan duyarlı ortamın etkisiyle, Ermeni toplumunda şiddet eğilimi güçlenmiş, özellikle yıkıcı ve bölücü mihrakların Ermeni yer altı faaliyetlerini tahrik etmeleri sonucunda şiddet eylemleri başlamış ve 1985'lere kadar maalesef artan bir hızla devam etmiştir.
Sonuç
Türklerin hakim olduğu coğrafya içerisinde yüzyıllar boyunca huzur ve refah içinde yaşamış olan Ermeniler, özellikle Osmanlı Devleti'nde önemli görevlere getirilmişler ve oldukça zengin bir kesimi oluşturmuşlardır. 18771878 Osmanlı-Rus savaşlarında Osmanlıların yenilmesiyle, 3 Mart 1878 tarihinde Ayastefanos ve 13 Temmuz 1878 tarihinde Berlin Antlaşmaları imzalanınca Ermenilerin tutumları değişmiştir. Bu anlaşmalardan sonra Rusya'nın ve bazı Avrupa devletlerinin kışkırtmasıyla Ermeniler süratle örgütlenerek, bağımsız bir Ermenistan Devleti kurmaya yönelmişlerdir.
Rusya, Kafkasya'da yüzyıllardan beri devam eden ulusal politikası gereği, Türkiye ile Kafkasya'daki Azerbaycan'ın arasına tampon görevini yürütecek bir Ermeni Devleti yerleştirerek, bağlantılarını koparmak istemiştir. Çarlık Rusyası, Osmanlı ile olan çatışmalarının bir parçası olarak, Balkanlardaki uluslara yönelik politikasını Ermenilere de uygulamıştır. Bu gelişme 19. yüzyılın ilk yansında Rusya'da yaşayan Ermeni toplumunun merkezi olan Eçmiyazin Kilisesi aracılığıyla yürütülmüştür. Birinci Dünya Savaşı'nda, Ruslarla işbirliği yapan ve isyan çıkaran Ermeniler 1915 yılında Tehcir Kanunu ile zorunlu göçe tabi tutulmuşlardır. Ermeniler tehcir sırasında 1.5 milyon Ermeni'nin öldürüldüğünü iddia etmişler ve o günden sonra her yıl sözde Ermeni soykırımı adı altında Türkiye aleyhinde faaliyetlerde bulunmuşlardır. Büyük Ermenistan'ı meydana getirme rüyasındaki Ermeniler, bu bahaneyle Türkiye'den tazminat, soykırımı kabul ve toprak talep etmektedirler. Ermenistan Bağımsızlık Bildirgesinde, Ermenistan Cumhuriyeti Ermeni Soykırımının uluslararası alanda tanınması için gösterilen çabaların destekleneceği yer almaktadır.
Ermeni meselesi başlangıcından beri siyasi bir kampanya çerçevesinde cereyan etmiş, Ermeni sorununa yönelik sahte bir tarih kurmak için siyasi amaçlarla siyasi belgeler (Taşnak Gazetesinde çıkan makaleler, İngiliz propaganda ofisinin ürettiği belgeler) oluşturulmuştur. Bunların tarihte belge olarak kabul edilmesi mümkün değildir ve sözde soykırımın bu tür temellere oturtulmaya çalışılması Ermenilerin ve destekçilerinin yukarıda bahsedilen kampanyasının önemli bir parçası olarak değerlendirilmektedir.
Kendisine özgü karakteristikleri bulunan Ermeni terörü, II. Abdülhamid'e yapılan başarısız suikast ile başlamış, 1920’lerde çeşitli kanlı saldırılarla sürmüş ve ASALA’nın etkili olduğu 1974-1985 döneminde en şiddetli günlerini yaşatmıştır. Bir döneme damgasını vuran terör örgütü ASALA aşağıda farklı yönleriyle incelenecektir.
BÖLÜM III
ASALA TERÖR ÖRGÜTÜ
Giriş
Ermeni terör örgütlerinin amaçlarının ve bu amaçları gerçekleştirmek için izledikleri yol ve yöntemlerin tarih süreci içerisinde ve 1973-1985 yeni Ermeni terörü döneminde incelenmesi sonucunda, tamamının birer isyan ve terör örgütü olduğu görülmektedir. Bu örgütlerden en önemlisi, Türkiye’ye karşı birçok kanlı eylemi gerçekleştiren ve Ermeni meselesinin diri tutulmasında ve Ermeni milliyetçiliğinin hararetlendirmesinde kilit bir role sahip olan ASALA’dır.
Bu nedenle, Türkiye tarihinde önemli bir yer kaplayan ASALA terör örgütünün kuruluşu, amaç ve hedefleri, stratejisi, örgüt yapısı, eylemleri, diğer örgüt ve ülkelerle ilişkileri ve nasıl etkisiz hale getirildiği bu bölümde incelenmeye çalışılmıştır.
ASALA'nın Kuruluşu
"Ermenistan'ın Kurtuluşu İçin Ermeni Gizli Ordusu" ASALA (Armenian Secret Army for the Liberation of Armenia, Ermenice: Hayastani Azatagrut'yan Hay Gaghtni Banak 1), Uluslararası Terör Hareketi'nin bir parçası olduklarını kabul eden, bu mücadelenin de ancak silahlı olarak gerçekleşeceğini ilan etmiş olan bir kuruluştur. "ASALA", 20 Ocak 1975'te, Lübnan'da, muhtemelen Bekaa'da kurulmuştur.
ASALA terör örgütü amaçlarını, işgal altında olduğunu iddia ettikleri Ermeni topraklarını kurtarmak; birleşik demokratik ve sosyalist bir Ermenistan kurmak; topraklarına döndüklerinde, Ermeni halkına en azından kendi kararını belirleme hakkının tanımasını sağlamak ve “sözde katliam”ın tarihi bir gerçek olarak Türkiye tarafından kabulünü temin ettirerek, Türkiye'yi bu sebeple tazminat ödemeye mahkum etmek olarak bildirilerinde açıklamıştır.
ASALA sol görüşlü bir örgüttü ve Ermeni sorununa Marksist bir bakış açısından yaklaşmaktaydı. ASALA'nın kuruluşunu, Lübnan olaylarına bağlayan, Lübnan'daki Filistin Kurtuluşu örgütlerinin faaliyetleri içerisinde gören, onlardan esinlenerek ortaya çıktığını savunan görüşler olduğu gibi, birkaç Ermeni'nin bir araya gelerek kurdukları yeni bir terör örgütü olduğu ve bu örgütün kısa zamanda dönemin en çarpıcı, en etkin terör olaylarını meydana getirdiğini iddia edenler de bulunmaktadır. Bütün bunlar, ASALA'nın kuruluşunu tam olarak açıklamaktan uzaktırlar. ASALA'nın bir örgüt olarak ortaya çıkması şartları bilinmeden ve doldurmuş olduğu boşluk yeterince açıklığa kavuşturulmadan mevcut tereddütler daha uzun zaman devam edecektir.
ASALA kurulduğu dönemde George Habbaş'ın FHKC (Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, 1967’de kurulmuş Marksist nitelikli bir örgüt)’si ve FKÖ (Filistin Kurtuluş Örgütü)'den geniş ölçüde lojistik destek ve eğitim almıştır. Lübnan'daki otorite boşluğu, ASALA'nın yaşama geçmesi açısından önemlidir. Habbaş'a bağlı Filistinli gerillaların, El-Fetih ve Suriye istihbarat denetimindeki El-Saika gerillalarıyla birlikte 1970'li yıllarda Kırım'daki Simferepol Rus Askeri Akademisi'nde eğitildikleri, teorik eğitimlerinin ise KGB ve Sovyet askeri istihbarat örgütü GRU tarafından FKÖ Moskova temsilcisi Hikmet Abu Zaid gözetiminde verildiği hatırlanıldığında, ASALA'ya kuruluş aşamasında Moskova - Şam üzerinden Habbaş aracılığıyla verilen desteğin önemi daha iyi anlaşılacaktır. 45
Ermenilere göre, organize Ermeni terörist kampanyası ilk olarak 1975 yılında başlatılmıştır. Arapça çıkan Al-Majallah gazetesinde yer alan bir röportajda ASALA temsilcilerinden biri, örgütünün giriştiği ilk eylemin, "1975 yılında Dünya Kiliseler Birliği'nin Ermenileri Amerika'ya göç etmeye teşvik eden Beyrut'taki bir bürosuna yapıldığını" söylemiştir. 1980'de Beyrut'ta yayınlanan bildiride ASALA'nın "Ermenistan'ı kurtarmak" uğruna giriştiği devrimci hareketin 5. yılını kutladığı belirtilmektedir.
Bu örgütün ilk terörist kampanyası 22 Ekim 1975'te Viyana'da Türkiye'nin Avusturya Büyükelçisi Daniş Tunalıgil'in öldürülmesi ile başlamaktadır. 24 Ekim 1975'te Türkiye'nin Paris Büyükelçisi İsmail Erez ve makam şoförü Talip Şener öldürülür. Saldırıyı ASALA üstlenir.
ASALA’nın Amaçları ve Hedefleri
Ermeni örgütlerinin genelinde mevcut olan 1915'te meydana gelen "Tehcir" olayının "soykırım" olarak algılanması ve bunun intikamının alınması fikri ASALA'da da bulunmaktadır. Ayrıca, bu sözde "soykırım" iddiasının uluslararası kamuoyunda kabul görmesi için şiddet ve terör eylemleri ile konuyu sürekli gündemde tutmayı amaçlamışlardır.
ASALA, 1981 yılı sonunda açıkladığı "siyasi programıyla" amaçlarını ve hedeflerini dünya kamuoyuna yayınlamıştır. Buna göre, ASALA'nın amacı: "Demokratik, sosyalist ve devrimci bir hükümetin önderliğinde birleşmiş bir Ermenistan'ın kurulmasıdır." Burada tanımlanan hükümetin neresi olduğu da açıkça anlaşılmaktadır. Sovyetler Birliği ve sosyalist devletlerden her türlü yardım istenilmekte ve "Sovyet Ermenistan’ı halkın uzun savaşı için bir üs olarak" kabul edilmektedir. Siyasi programda düşmanlar, iki grupta toplanmaktadır. Bunlardan birincisine "yerel gericiler" denilmektedir ki, bunlar ASALA karşısında yer alan veya yanında bulunmayan Ermenilerdir. Taşnak da bu grupta yer almaktadır. İkinci düşman grup ise, "uluslararası emperyalizmin desteklediği Türk emperyalizmi" olarak gösterilmektedir.
ASALA, "Ermeni topraklarının" kurtarılması için temel yolun, devrimci şiddet eylemlerinden geçtiğini kabul ve ilan etmektedir. Programına göre; ASALA, üstün sınıfların hegemonyasını reddedenleri destekleyecek ve uluslararası devrimci hareket içinde koalisyonlar kurup güçlenmesine çalışılacaktır. Bunun için şiddet ve terör vazgeçilmez yöntemdir.
ASALA’nın Örgüt Yapısı
Gizlilik ilkesine çok önem veren terör örgütlerinden biri olan ASALA'nın kurucu ve lideri, "Agop Agopyan" olarak tanınmasına rağmen, gerçek adını örgütün üst düzey yöneticilerinin bile tam bilmediği, "Vahram Vahramian", "Mihran Mihrian", "İran İrmian" gibi takma adlar kullanan; yandaşlarınca "Mücahit" olarak da çağrılan (yardımcısı Mellonian tarafından bile gerçek adı bilinmeyen) muhtemelen Lübnan Ermenilerinden olan bir teröristtir. Örgütün yapısı, geleneksel Ermeni terör örgütleri modeline uygundur. Lübnan Merkez Komitesi, örgütün üst yönetimini üstlenmiştir. Örgüt, merkez komiteye bağlı "komuta grupları" biçiminde örgütlenmektedir. Komuta merkezleri ise "siyasi ve askeri merkezler" olmak üzere iki ana bölüme ayrılmakta, siyasi merkezlerde çalışanlar "ülke ve bölge sorumluları" olarak görevlendirilmektedirler.
Bölgeler komuta bölümlerine ayrılmakta, her bölümün önderi bölge sorumlusuna, bölge sorumlusu da piramidin en üst noktasında bulunan ülke sorumlusuna, ülke sorumlusu ise doğrudan "merkez komite"ye bağlı çalışmaktadır. Siyasi merkezlerde çalışanların, ASALA'nın örgütsel yapılanması içinde askeri; merkez ve askeri kanatla doğrudan ilişkisi bulunmamaktadır. Askeri merkezler de yine komuta gruplarına bölünmüşler ve doğrudan merkez komiteye bağlı hücreler biçiminde örgütlenmişlerdir.
Hücreler genellikle iki veya dört kişiden oluşmaktadır. Hücreler, merkez komitenin bilgi ve isteği doğrultusunda bir ülkeye sızmakta; siyasi merkezlerle, merkez komitenin bilgi ve isteği doğrultusunda ilişki kurabilmektedirler. Bazen, aynı ülkeye birbirinden habersiz ve aynı eylem yapmak üzere birden fazla hücre de sevk edilebilmekte; ancak siyasi merkez eylemler konusunda önceden bilgilendirilmemektedir. Siyasi merkezler, propaganda çalışmalarında açık ve kapalı olmak üzere iki ayrı yol izlemekte; açık uygulamalarda siyasi merkez, kanuni sınırları içinde ve genellikle öğrencileri kullanarak, dergi, broşür, gazeteler yayınlamakta, toplantı, konferans, seminer ve yürüyüşler düzenlemektedirler. Ayrıca siyasi merkezler, kendi bulundukları ülkelerde, ideolojik yakınlığı olan örgütlerle açık veya kapalı ortak bir platform oluşturma; bulundukları ülkede kamuoyu oluşturmada yararlı olabilecek kişilerle (gazeteciler, yazarlar, sanatçılar, tarihçiler, öğretim üyeleri, milletvekilleri), meslek kuruluşu temsilcileri, sendikacılar vb. ile birlik çalışması yapmaktadırlar. Siyasi merkezin bir başka görevi ise önemli eylem ve çalışmaları yapabilmek için mali finans kaynakları bulmaktır.
Askeri cenah, merkez komitenin belirlediği eylemleri gerçekleştirmek için, ya eylemden hemen önce eylemin yapılacağı ülkeye gitmekte ya da yeterli ve güvenli saklanma ve barınma yerleri varsa, daha önceden o ülkede eyleme hazır beklemektedirler. Fransa ve Yunanistan bu tür güvenilir ülkelerin başında gelmektedir. Buralarda örgüte ait daimi hücre evleri bulunmaktadır. Buralarda yapılacak eylemlerde, eylemin önderleri genellikle örgüt merkezinden gelmektedir. Barınma ve saklanma imkanı olmayan ülkelerde ise, vurucu timler, eylemi yaparak hemen geri dönmektedirler.
ASALA'ya Bağlı Hücreler
Aşağıda isimleri sıralanan hücreler 1980-1981 döneminde Avrupa'nın değişik ülkelerinde Türk Dışişleri ve Türk kuruluşları gibi (THY vb.) yerlere yapılan eylemlerin sorumluluklarını üstlenmişlerdir.
Şehit Refti Balian Komando Grubu,
Kara 24 Nisan Komando Timi,
Geourgen Yanikian Komando Grubu,
Yanikian ve Sasunian Komandoları,
Avrupa 21. Komando Grubu,
Ermeni Adalet Komitesi,
Antranig Paşa Komandoları,
Aleks Yenikomeshian Komando Grubu,
Shahan Natali İntihar Komando Timi,
Şehit Agop Darakcian Komando Timi,
Yeghid Keşişian İntihar Komando Timi,
24 Eylül İntihar Komando Timi.
ASALA'ya Bağlı Paravan Örgütler
ASALA, Ermeni davası ile ilgili olarak ne kadar ciddi olduklarını, dünya kamuoyu nezdinde sahip olunan desteğin boyutlarını mübalağa etmek ve terör olaylarını inceleyen güvenlik güçlerinin yanıltmak amacıyla değişik adlarla "paravan" terör örgütleri kurmuşlardır.
ASALA'nın kurduğu paravan örgütlerin en çok bilinenleri:11
3 Ekim,
9 Haziran,
Orly,
Ermenistan Gizli Ordusu,
Yeni Ermeni Direnişi,
Fransa Eylül Örgütü,
15 İsviçre Grubu,
Kızıl Ermeni Ordusu,
Dünya Cezalandırma Teşkilatı,
28 Mayıs,
Ermeni Milli Komitesi,
Ermeni Halk İhtilal Harekatı,
Kıbrıs Ermenilerini Mücadeleye Çağırıyor,
n) Kıbrıs Ermeni Rum Teşkilatı
Bu örgütler ASALA eylemcilerini sıkıştıran ülkelere gözdağı vermek görevini de üstlemişlerdi. Örneğin, Orly ve Fransa Eylül örgütleri sadece Fransa'ya, 9 Haziran örgütü ise İsviçre'ye yönelik eylemler yapmışlardır.
9 Haziran Örgütü’nün de ASALA'nın paravan kollarından biri olduğu, 12 Ekim 1980'de Londra'da kesin olarak ortaya çıkmıştır. İngiliz polis teşkilatı Scotland Yard, Türk turizm ofisini bombalayan ve ASALA Antranig Paşa grubunun üstlendiği eylemde kullanılan bombalarla, 10 dakika sonra İsviçre Leicester Square turizm ofisine yapılan ve 3 Ekim örgütünün üstlendiği eylemdeki bombaların aynı kişi ya da kişilerce yapıldığını ortaya çıkarmıştır.
ASALA’nın Özellikleri
ASALA'nın tutum ve davranışlarına genel olarak bakıldığında tam bir terörü yansıtmaktadır. Yönetimin bütün kademelerinde, terör ve uygulamada terör bu örgütün simgesi sayılmaktaydı. Liderler, birbirlerini öldürüyor, beğenmediklerini tasfiye ediyorlar, öldürtüyorlardı. Bunun dışında, her terör timi sanki yeni bir Ermeni örgütü gibi dünya kamuoyuna tanıtılmak isteniyor, bu yolda her türlü propaganda yapılıyordu. Cinayetleri çeşitli, ismi yeni duyulan örgütler üstleniyordu.
1975 yılında kurulan ASALA'nın politik gelişmeleri iki safhada etkin bir durum almıştır. 1979 yılında Paris Ermeni Konferansı sırasında sağladığı yeni güçlerle kuvvetlenmiş ve 1983 yılında ikiye bölünmüştür.
ASALA kurucularından Agop Tarakçıyan, bu terör örgütünün ilk eylemini 16.2.1976 tarihinde Beyrut Türk Büyükelçiliği Başkatibi Oktay Cerit'i öldürmekle gerçekleştirmiştir. 1979 yılına kadar, Filistinlilerin kendi aralarındaki çatışmalara karışan lider Agopyan yaralanmıştır.
1979 yılında Paris'te toplanan Ermeni Konferansı sırasında, Fransa'daki Ermeni teröristlerle irtibat kurulmuş ve örgüte yeni elemanlar katılmıştır. Bunların içerisinde en ünlüleri Alex Yenikomsiyan ve Monte Melkiyan'dır. 1981 yılında birçok terör olaylarını bu yeni gruplar gerçekleştirmiştir. ASALA, bir taraftan İsviçre'yi, diğer taraftan Fransa'yı tehdit etmeye başlamış, Fransa'daki “Yeni Ermeni Direniş Örgütünün” Kanada'daki “Azad Hay” ve İngiltere'deki “Gaitzer” gruplarının ASALA'ya katıldıklarını ilan etmiştir.
Terörün büyük bir etkinlik ve yaygınlıkla devam ettiği bu yıllar içinde merkez kadrosunda ihtilaflar başlamış ve özellikle ASALA'nın masum insanlara da yönelmiş terör eylemleri, çeşitli kamuoylarında tepkiler nedeniyle durumlarını sarsmıştır. İsrail'in Lübnan'ı işgaliyle ASALA yöneticileri, Filistinlilerle birlikte Lübnan'ı terk etmek zorunda kalmış ve örgüt Temmuz 1983 tarihinde ise ikiye bölünmüştür.
Agop Agopyan Grubu: Yunanistan ve Ortadoğu'ya yerleşmiştir. Türk ve yabancı, masum kadın ve çocuk ayırımı yapmadan teröre devam etmiş, Orly katliamı gerçekleştirmiş ve saldırılarını sürdürmüştür.
Bölünmeden sonra, 2. grup Batı Avrupa'da, “ASALA Devrimci Hareketi” ismini almıştır. Daha ılımlı ve terörde sadece Türk hedefleri esas alan bir tutum izlemiştir. Bu hareketin liderlerinden biri, Monte Melkonyan diğeri Ara Toranyan'dır. Toranyan, Paris merkezli Ermeni Ulusal Hareketi adlı grubun liderliğini yapıyordu. Bu grup, Orly saldırısını tamamen “Faşist bir saldırı” olarak nitelemiştir.
Melkonyan ise Ermeni mücadelesinin siyasi zeminini oluşturmayı amaçladığını ve mücadelelerinin “(1) Ermenileri harekete geçirmek (2) Türkiye'ye karşı harekete geçmiş diğer güçlerle işbirliğinde bulunmak” şeklinde 2 yönü bulunduğunu ifade etmekteydi. İran doğumlu Melkoyan, ikinci aşamada “ittifaklar” kurma stratejisini ileri sürmüş, diğer taraftan Agopyan da faaliyetlerini devam ettirmiştir.
İzlediği politikalar gereği ASALA'nın amaçları, üç yönlü bir destek sağlamaktadır:
Sovyetler - Doğu Bloğu ve Sosyalist ülkeler desteği,
Jeopolitik beklentileri bakımından, Türkiye'yi dış ve iç tehdit ve terörle yıpratmayı politikalarının esası sayan Yunanistan, Suriye gibi ülkelerin desteği,
Komünist partilerden, dolaylı olarak Hınçak Ermeni terör örgütünden ve sempatizanlarından, karşı görüşlere sahip bulunsalar da Ermeni kiliselerinden sağlanan desteklerdir.
ASALA'nın ilişkileri ise, uyguladıkları stratejiye paralel olarak Türkiye için tehdit ve terörü doğrudan veya dolaylı şekilde uygulamaya çalışan Ermeniler dışı terör örgütlerine öncelik verilmek üzere düzenlenmiştir. Bunlar 1975 -1980 dönemi içinde Filistin Kurtuluş Örgütü, Komünist partileri eylem grupları ve bazı devletlerin gizli örgütleridir.
1980 yılında Nisan ayında Sidon/Lübnan'da yapılan PKK ile ortak eylem anlaşmasıyla, ASALA ilişkilerini genişletmiştir. Bu yolla, aynı amaçları ve benzer yapı/görüşleri paylaşan ASALA ve PKK arasında görüş ve eylem birliği kurulmuştur. 1983 yılından sonra başlayan evrede ise ASALA ilişkileri Monte Melkonyan'ın stratejisine uygun şekilde gelişmiş, Türkiye içinde terörün uygulanmasına ağırlık verilerek, bu stratejiyi doğrudan veya dolaylı şekilde eylemleştirecek imkan ve kabiliyette bulunan her örgütle ilişkiler kurulması esas alınmıştır. Bunların başında yine PKK ve benzeri kuruluşlar ile TKP ve diğer komünist örgütler gelmektedir.
ASALA’nın en önemli ve resmi yayın organı “HAYASTAN” dır. Ayrıca, “Hay-Baykar” - “Armenia” - Londra'da yayınlanan “Kaytzer” adlı dergiler de yayın organlarının başında gelmektedir. ASALA ilk radyo yayınına 1981’de
Beyrut'ta başlamış, “Lübnanlı Ermenilerin Sesi” adı altında günde bir saatlik yayınlar yapmıştır. Bunların dışında ilişkili olduğu ülkelerin haberleşme araçları ve kamu iletişim sistemleri de ASALA’ya yayın yönünden destek sağlamıştır.
ASALA'nın temel stratejisi, dünyadaki ilerici Ermeni hareketlerini bir noktada (Lübnan'da) toplamak ve bir merkezden yönlendirmektir. Kısaca, ilerici Ermeniler ASALA çatısı altında birleşecek ve "ASALA Halk Hareketi"ni başlatacaktır. Bu suretle, Ermenilerin ilerici güçleri, birbirleriyle resmi işbirliğine girebilecekler ve güçlerini birleştirebileceklerdir.
ASALA stratejisinin bu bölümünü 1981 yazında, dünyadaki tüm ilerici Ermenileri Lübnan'da toplantıya çağırmakla uygulamaya çalışmıştır. Stratejinin ikinci bir aşaması da, bu güç birliğinin sosyalist hükümetlerinde yardımıyla terörü yayarak, savaş dönemini başlatmasıdır. Ermeni terörü, Ortadoğu'daki kurtuluş mücadelelerinin bir parçasıdır ve Türkiye'nin bütünlüğüne yönelmiş her hareketle bütünleşebilir. Bu stratejinin sonucu olarak yukarıda da belirtildiği üzere ASALA-PKK işbirliği meydana gelmiştir.
ASALA’nın Faaliyetleri
ASALA aldığı destek ve işbirliği ile yurtiçi ve yurtdışında birçok kanlı eylem gerçekleştirmiştir. Her ne kadar verilen rakamlar kaynaklara göre değişik ise de yetkililere göre 1973-1984 arası Ermeni teröristleri 34 Türk diplomatını ve yakınını katletmiş ve ateş hatları içinde olmaktan başka hiçbir suçu olmayan 300 kişiyi yaralamıştır. ASALA tarafından yurtiçinde gerçekleştirilen eylemlerden bazıları aşağıda sunulmuştur:
29 Mayıs 1977’de İstanbul Yeşilköy Havaalanı'na ve Sirkeci garına patlayıcı madde atılması (4 ölü ve 31 kişi yaralı, saldırıları "Aşırı Ermeni Hareketleri Örgütü" üstlenmiştir).
7 Ağustos 1982’de 3 Ermeni teröristin, Ankara Esenboğa Havaalanına silahlı, bombalı saldırı düzenlemesi ve katliam yapması (Otomatik silahlarla ve bombalarla orada bulunanlara saldıran teröristler, 3'ü emniyet görevlisi olan toplam 9 kişiyi öldürdüler ve 72 kişiyi yaraladılar. Levon Ekmekçiyan isimli terörist yakalanmıştır)
16 Haziran 1983'de Kapalı Çarşı'daki bombalama eylemleri (2 ölü, 21 yaralı), 3 Eylül 1984'de Topkapı Sarayı yakınlarında bir araca yerleştirilmek istenilen bombanın erken patlaması sonucu, eylem yapmak için İstanbul'a gelen ASALA militanı iki Lübnanlı Ermeni’nin ölümü.
Bu eylemlerden bir kısmı ve teröre verilen kayıplar aşağıdaki tablolarda sunulmuştur (Detaylı bilgiler EK-3 ve EK-4’te verilmiştir).
Tablo 3.6.1. ASALA Tarafından Gerçekleştirilen Eylemler
Tablo 3.6.2. Ermeni Terörüne Verilen Kayıplarımız
ASALA ağırlıklı Ermeni terörizminin 1973 ile Mart 1984 dönemi arasında takip ettiği seyir şöyledir. Coğrafi olarak terörist eylemler 4 değişik kıtada oluşmuştur: Kuzey Amerika, Asya, Avustralya ve büyük bir çoğunluğu Batı Avrupa. Toplam sayısı 182 olan eylemlerin ülkelere göre dağılımı aşağıdaki tabloda verilmiştir. Ancak diğer raporlar göz önüne alındığında bu sayı çok düşük kalmaktadır.
Tablo 3.6.3. Eylem Sayılarının Ülkelere Göre Dağılımı
Yeni Ermeni terörizminin ana nedenlerinden birini 'Armenian National Liberation’ başlıklı etüdünde, Michael M. Gunter şu şekilde açıklamaktadır: Ş urası açıktır ki, günümüzde Ermeni terörizminin ana nedenlerinden biri, birçok devlet ve kişinin açıkça bu mücadeleyi desteklemesi ve teröristleri bu eyleme sürükleyen nedenlerin kabul edilmesi gerektiğini öne sürmesidir. Amerika'nın Massachusetts eyaletindeki Cambridge kentinde bulunan Zoryan Çağdaş Ermeni Araştırmaları Enstitüsü yöneticisi ve Armenian Review gazetesinin Yazı İşleri Müdürü Gerard J. Libaridyan ise bu dönemi Türk devletinin ve dünyanın büyük devletlerinin 60 yıl süren barış çabalarından sonra bile, Ermenilerin duygularını kabul etme yönündeki isteksizliği yeni bir terörizm döneminin açılmasıyla sonuçlanmı ş tır" ş eklinde anlatmakta ve me ş rula ş tırmaya çalışmaktadır. ASALA lideri Agop Agopyan ise geleneksel Ermeni partilerinin sürdürdüğ ü politikanın ba ş arısızlıklarının
anlaşılmasından sonra Ermeni şiddet olaylarının ortaya çıktığını iddia etmektedir.
ASALA'nın İlişkileri ve İşbirlikleri
ASALA’nın ortaya çıkışı, kuruluşu ve eylemleri göz önüne alındığında birçok ülke ve örgütle ilişkisinin ve işbirliğinin olduğu görülmektedir. Bu ilişkiler aşağıda ayrı ayrı incelenmektedir.
ASALA- Rusya İlişkisi
1945 Haziran'ında Sovyetler Birliği, Türklerin Mihver devletlerine savaş açmasından sonra, 1925 tarihli "Dostluk ve Saldırmazlık” Antlaşmasını bitirerek Türkiye'den toprak talebinde bulunmuş ve Türkiye ile yeni bir anlaşma imzalamak için iki şart öne sürmüştür:21
Kars ve Ardahan'ın kendilerine verilmesi,
Boğazlar'da Sovyetler Birliği'ne üs sağlanması.
Bu isteklerin hemen ardından da Türkiye'ye karşı büyük bir propaganda ve tahrik kampanyasına girişmişlerdir.
Sovyetler Birliği'ndeki Ermeniler için Kars ve Ardahan'ın ilhakının milli bir dava olduğu görüşünü yayan Sovyet ajanları, dünyanın her tarafında "Ermeni Komiteleri" kurmaya başlamışlardır. Türkiye'nin Dışişleri Bakanı olan Feridun Cemal Erkin'e göre Sovyetler, İstanbul Başkonsolosluğu vasıtasıyla, Sovyetler Birliği'nin Ermeni kökenli tüm Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını kabul etmeye hazır olduğunu bildirmiş, fakat Türkiye'nin manevrasıyla bu çabalar boşa çıkmıştır.
Sovyetler Birliği Türkiye'yi NATO'dan ayırmak için hassas bir politika izlemeyi tercih etmişti. Sovyetlerin bu amacına ulaşmak için ASALA'yı vekil/aracı olarak kullandığı birçok Türk tarafından sezilmişti. Prof. Yalçın şöyle demektedir: "Aynı toprak talepleri bu sefer Sovyetler'ce desteklenen teröristler tarafından tekrarlanmaktadır... yani bunu açıkça belirten Ermeni teröristleri, ASALA'yı kastediyorum.22
Paul Henze, ABD'de yayınlanan "The Fletcher Forum" adlı derginin Yaz 1985 sayısındaki "Terörizmle Mücadele" adlı makalesinin Ermeni terörizmi bölümünde şöyle demektedir:
Modern Ermeni terörizmini destekleyenlerin asgari amacı;
Türkleri dünya kamuoyunun şiddetli kınamalarına yol açacak şekilde, Türkiye'de barış içinde yaşayan küçük Ermeni topluluğ undan öç almaya ve başka yerlerde yaşayan Ermenilere karşı, akılcı olmayan eylemlerde bulunmaya tahrik etmektir.
Türkiye'nin müttefikleriyle (NATO) olan iliş kilerini
gerginleş tirmektir. ASALA'nın en belirgin amacı ise; NATO'nun topraklarından bir parça koparıp Sovyetler Birliğine katmaktır.23
Sovyetler Birliği'nin özellikle yumuşama (“detant”) dönemi diye bilinen 1970'lerde büyük terörist eylemlere girişen ajanları vasıtasıyla bölgede ve Türkiye'de karışıklık yaratmak için her türlü fırsatı kullandığını söylemek de mümkündür.
Sovyetlerin, Türk terörist örgütlerine sağladığı destek yanında, Ermeni terörist örgütlerine de yardım etmesi, Türkiye'ye zor anlar yaşatmıştır. Ermeni örgütlerinin terörist faaliyetleri, Ermenistan'ın kurtulması için verilen mücadelenin bir parçası olarak tanıtılmıştır. Ermenilerin Türkiye'ye bir terör kampanyası başlatmak için 60 yıl beklemelerinin sebebi de belki budur.
Sovyet Rusya'nın bu konu ile ilişkisi gayet açıktır. ASALA'nın yaptığı taleplere dikkat edildiğinde; KLM, Lufthansa ve Türk Hava Yolları'na karşı giriştiği üçlü saldırıdan sonra yayınladığı bildiride ASALA şöyle demektedir: " Emperyalizm ve dünyadaki tüm uşakları ve kurumları kahramanlarımızın hedefleri olup, yok edileceklerini bilmelidirler. Öldürmeye ve yok etmeye devam edeceğiz, çünkü emperyalizmin anladığı tek dil budur." 24 Bu ise ASALA'nın Marksist-Leninist terörist bir örgüt olduğunu ve Rusya ile ilişkisinin bulunduğunu göstermektedir.
Yukarıda nakledilen görüşlere ve bazı bilgilere dayanılarak Sovyetler Birliği’nin ASALA'yı desteklediğini rahatlıkla iddia etmek mümkündür. Ancak bu hususta kesin delil elde edilmesi mümkün değildir. Zaten gizli, totaliter bir hükümet tarafından düzenlenip, yalnızca KGB ve üst Sovyet hiyerarşisi tarafından bilinen, hiçbir iz bırakmayacak şekilde programlanmış bir ilişkinin bundan daha iyi belgelenebilmesi de mümkün değildir.
Bu konuda Paul Henze,
Çoğunluğu Lübnanlı Ermenilerin oluşturduğu genç grup, Türkiye'den bir parça toprak koparıp Sovyetlere katmak gibi büyük bir stratejik gayeyi, Sovyetlerin veya müttefiklerinin teşviki olmadan üstlenebilir mi? Bu Ermeniler öldürücü profesyonel yeteneklerini tecrübeli profesyoneller tarafından eğ itilmeden geliştirmiş olabilirler mi? Böyle bir eğ itim KGB'nin dış ında gönüllü olarak nereden gelebilir? Gerekli para nereden gelebilir? 25
demektedir.
ASALA-Filistin İlişkisi
ASALA uzun bir süre boyunca Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ile birlikte çalışmış, ASALA'yı kuran Ermeniler 1975'te El-Fetih kamplarında eğitilmişlerdir. ASALA, ilerleyen zamanlarda oldukça "ılımlı" olan El-Fetih kanadından, daha radikal ve Marksist-Leninist eğilimli olan Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) ve Filistin Halk Kurtuluş Cephesi-Genel Komutanlığı (FHKC-GK) kanadına kaymıştır.
ASALA'nın lideri olduğu öne sürülen Agop Agopyan, 1980 yılında bir röportaj sırasında örgütünün FKÖ ile olan ilişkisine dair bir soruya; "Bizim dünyadaki tüm ihtilalci örgütlerle ilişkimiz vardır"26 cevabını vermiştir. İsrail, Lübnan'daki terkedilmiş Filistin kamplarında ASALA üyelerinin FKÖ tarafından eğitildiğine dair emareler elde etmiştir.
Lübnan'ın İsrail tarafından 1982’de işgal edilmesi üzerine, ASALA ve FKÖ gibi, Lübnan'ı terketmek zorunda kalmış ve örgüt üyeleri, muhtemelen Suriye, İran, Yunanistan, Libya ve Kıbrıs'a gitmişlerdir. Fakat işgalin oluşturduğu bu karışıklık bile örgütü etkileyememiştir.
FKÖ'nün İsrail ve ASALA' nın Türk hedeflerine karşı düzenledikleri saldırılarda paralel terörist operasyonları öngören bir anlaşma imzalanmıştır. Ancak diğer raporlar bunun aksini göstermektedir. Suriye'deki ASALA hücresinin Kara Haziran örgütü ile birleştiği ve 1982 yılında FKÖ ile ASALA arasında görülen soğukluğun da bundan kaynaklandığı söylenmektedir. FKÖ'nün ASALA'ya zarar vermek üzere girişimde bulunduğu iddiası vardır. Arafat'ın en yakın adamlarından-biri olan Ebu-Iyad'ın (Salah Khalaf) Fransız polisine ASALA üyelerinin fotoğraflarıyla birlikte haklarında geniş bilgi verdiği söylenmiştir.27
ASALA tarihinde ilk kez 7 Ağustos 1982'de Filistin terör örgütlerinin destek ve yardımı ile eylem yaparak Ankara Esenboğa hava limanına baskın düzenlemiştir. Bekleme salonundaki yolcuların üzerine bomba atmışlar ve otomatik silahlarla taramışlardır. Bilanço maalesef ağırdır: 9 ölü 72 yaralı.
1982 sonrasında ASALA ile FKÖ ilişkisi kopmuş, ancak Ebu Nidal ve George Habbaş'ın radikal grupları ile Şam'ın gölgesinde eylemler sürdürülmüştür.
ASALA-İran İlişkisi
Güney Lübnan İsrail tarafından 1982 yılında işgal edildikten sonra, Ermeni teröristler 200-250 bin civarında Ermeni’nin yaşadığı İran’ın başkenti Tahran’a gitmişlerdir. Londra'da yayınlanan Middle East dergisi; "ASALA militanları Bekaa'da Suriye hesabına, Irak'ın dağlık kesimlerinde ise İran hesabına çarpıştıklarını" ileri sürmektedir.
Ayrıca İran-Irak savaşı sırasında da ASALA'nın İran'a önemli miktarda maddi kaynak sağladığı da iddia edilmektedir. Başbakan Turgut Özal'ın İran'ı ziyaret öncesi Ermeni teröristler Türk diplomatlarına 3 ayrı saldırı (28 Mart 1984) düzenlemiş ve saldırılar ASALA tarafından üstlenmiştir. Bu ziyaret öncesi katledilen Büyükelçilik görevlisi Işık Yönder'in katilleri Nisan'da İran'da yakalanmış, hemen idam edilecekleri beklenirken resmi bir açıklama yapılmamıştır. Ne İran basını ne İran televizyonunda Ermeni saldırısı yer almazken İran televizyonu; İran ve Türkiye arasındaki ilişkilerin ABD tarafından baltalanmak istendiğini belirtmiştir.
İran'ın dini lideri ve devlet başkanı Humeyni'nin Ermeni terör gruplarına söylediği; "Gasp edilmiş hakların alınabilmesi için İran'ın yapacağı yardım Müslümanlarla sınırlı değildir. Müslüman olmayan mazlumlara da
İran'ın yardım eli uzatılacaktır' sözü doğrultusunda ASALA’ya eğitim kampı, büro, para ve silah yardımı gibi her türlü desteği vermiştir. ASALA Batı Azerbaycan'da iki kamp ve Urumiye'de bürolar açmıştır. İran'da yaşayan yaklaşık 300 bin kişilik Ermeni azınlığa tanınan ‘kendi dillerindeki eğitim, yayın, dini ve kültürel özgürlüğü kullanma hakları’ maalesef sayıları İran'da 27-28 milyonu varan Türk toplumuna tanımamaktadır.
ASALA-Suriye İlişkisi
Londra'da yayınlanan Ekonomist Dergisi'nin bir yan kuruluşu olan ve yalnız abonelerine dağıtılan "Foreing Report"da, 19 Ağustos 1982'de yayınlanan bir yazıda; "ASALA, Ruslar, FKÖ'nün aşırı uçları ve büyük ihtimalle Suriye arasında çok yakın ilişkiler olduğu yolunda pek çok kanıt su yüzüne çıkmaktadır' denilmektedir. Bu bilgilerin şaşırtıcı bir yönünün olmadığı, Suriye’nin, Şam yakınlarındaki Hamoriah Kampını ve Lübnan'da, kendi kontrolündeki Bekaa vadisini ASALA'ya lojistik destek ve eğitim kampı olarak vermesinden de anlaşılmaktadır.
ASALA-Fransa İlişkisi
ASALA'nın FKÖ ile ilişkileri kopmasına rağmen Ebu Nidal ve George Habbaş'ın grupları ile Şam'ın gölgesinde eylemlerine devam etmiştir. Sabah Khalaf'ın, "Orly Baskını"ndan çok önce Fransa'ya verdiği ASALA militanlarının resimlerini içeren çok değerli bilgiler, Fransa tarafından gereği gibi değerlendirmemiştir. Örneğin, Nisan 1983'de ASALA'nın altyapısını yeniden düzenlemek için Fransa'ya gelen ASALA lideri Agop Agopyan'ı tutuklamak yerine, fotoğrafından tanımalarına rağmen, Fransız polisi
Agopyan’ı tutuklamayı değil, izlemeyi tercih etmiştir. Agopyan'ı izleyerek ASALA’nın Fransa’daki varlığı konusunda daha fazla bilgi toplamayı hedeflediği ve bu amacına Orly baskınından hemen sonra 50 ASALA militanını tutuklayarak ulaştığı anlaşılan Fransız polisi, Agopyan’ın izini bir süre sonra kaybetmiş veya kaybetmiş gibi gözükmüştür.
Fransa'nın Ermeni terörüne verdiği destek Orly katliamı duruşması sırasında ilk kez ve resmen kamuoyuna yansımıştır. Mahkeme başkanı Saurel'in “Eski İçişleri Bakanı Deferre ve Françeski'nin duruşmada tanık olarak dinlenmesine Bakanlar Kurulunun gerek görmediğini açıklaması üzerine sanık avukatlarından Jacges Verges'in Mitterand hükümetinin ASALA ile işbirliği yaptığını duruşmanın ikinci gününde tekrarlaması ve şu anda söz konusu eski bakanların burada bulunması gerekirken ilgili yasanın ardına niye gizleniyorlar?" diye sorması önemlidir. Bu gerçeklerin Fransız adaletinin ve yönetiminin direkt kendi ağızlarından böylesine çelişkilerle ortaya dökülmesi; terörün (ASALA'nın) Fransa tarafından desteklendiğinin açık kanıtını oluşturmaktadır. Sonuç olarak Orly katliamına kadar Ermeni terör örgütlerine Fransa'nın (özellikle de Mitterrand'ın) resmen büyük destek verdiği ortaya çıkmaktadır.
Ayrıca, Fransa meclisi genel kurulu, Sosyalist Parti'nin sunduğu sözde Ermeni soykırımını reddetmenin suç sayılmasını öngören yasa teklifini 19'a karşı 106 oyla 12 Ekim 2006’da kabul etmiştir. Teklifin yasalaşması için Senato'nun da onayı gerekmekte olup, yasa teklifinin Senato'ya götürülme kararı ise hükümetin elinde bulunmaktadır.
ASALA-ABD ve Avrupa Ülkeleri İlişkisi
Amerika ve Avrupa'da bir çok ülke ASALA'nın terörist eylemlerinden rahatsız olmakla birlikte, sözde "Ermeni katliamı" kampanyaları açmışlar ve ASALA'nın eylemlerinin neredeyse bir "hak savunması" olduğu fikrini uyandıracak bir tavır sergilemişlerdir. Bugün, ABD, Beyrut, Ermenistan, Paris, Şam, İskenderiye, Sao, Filibe, Venedik ve Marsilya'da gibi birçok yerde birçok “Ermeni kin ve intikam anıtı" dikilmiş, Ermeni soykırımı iddiaları tekrar tekrar gündeme getirilmiştir. Osmanlı ve Modern Türkiye üzerine yaptıkları ciddi araştırmaları ile tanınan iki ünlü tarihçi, Prof. Stanford Shaw ve Prof. Bernard Lewis, Amerika ve Fransa'da, hükümet destekli karalama kampanyaları ile karalanmaya çalışılmıştır.
İzlenildiği kadarıyla Türk basınında,
"ABD-Ermeni Terörü" ilişkisi veya "ABD ağzıyla Ermeni istekleri" konusunda gazetedeki köşesinde 1999'un ilk yazısını yazan Atilla İlhan olmuştur. İlhan yazısında özetle; "Hak hukuk bahane sorun Kıbrıs ve petrol... ABD insan haklan ihlalleri ile ilgili soru karşısında Türkiye'yi suçladıktan sonra; kendinizi yönetmekten acizsiniz. Bir de Türkiye'deki azınlıkları yönetmeye kalkıyorsunuz. Bu kötü yönetimi azınlıklar hak etmiyor... ABD Büyükelçiliği 1999 yılını kutlamak üzere verdiği resepsiyonda Türk gazetecilere, Ermenilere yaptığınız hareketleri kabul edin. Tazminat verin. Onların insan haklarını iade edin vb. laflar etmişlerdir... 1699 Karlofça'dan sonra Türkler ilk defa huruç yaptılar ve Kıbrıs'tan toprak aldılar (Uluslararası hukuka uygun olarak). Herkes biliyor ki Şeyh Sait İsyanı Musul'a, Dersim İsyanı Hatay'a, ASALA (o başarısız olunca da PKK) Kıbrıs'a karşı Türkiye'nin karşısına çıkarılmış hareketlerdir.. Birileri ABD'nin karşısına çıkıp, Kızılderili katliamlarının ve yaptığınız insan hakları ihlallerinin hesabını verin demelidir... demiştir. 36
ASALA-Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi İlişkisi
Rumlar, 20 Temmuz 1974 sonrası Kıbrıs'ta kaybettikleri prestijlerini yeniden kazanma umudu ile ASALA ve benzer terör örgütlerine, kuruluşundan itibaren sahip çıkarak maddi-manevi katkılar da bulunmuştur. Rumlar Kıbrıs çıkarması ile dünyanın Türkiye'ye tepki göstermesi ve ambargo uygulamasından istifade ederek Türkiye'yi daha da zor duruma düşürmeyi amaçlamışlardır.
1979'da Almanya'nın Münih şehrinde ASALA ile George Habbaş'ın FHKC örgütü arasında yapılan ve Alman karşı istihbarat birimlerinin yakın takibe aldığı toplantıya, Yunan Gizli Servis elemanları da katılmıştır.
31 Temmuz 1980 günü Atina Büyükelçiliği İdari Ataşesi Galip Özmen’in öldürülmesi sonrasında ASALA yaptığı açıklamada, "... Bizim düşmanlarımız Türkiye'deki Faşist rejim, onun milletlerarası ilişkileri ve NATO'dur" açıklaması yapmış, bu dönemde de 1977 yılında iktidardaki Kıbrıs Rum Demokratik Partisi yayınladığı bir bildiride "Kıbrıs Elenizmi, Ermeni Mücadelesini hudutsuz biçimde destekleyecektir' derken, Ermeni Patriği Kohen, yönetim Başkanı Kipriyanu'yu "Ermeni davasına hizmetten" dolayı Klikya Haçı Nişanı ile ödüllendirmiştir.37
1982'de İsrail’in, ASALA ve Filistinli örgütleri sıkıştırılması ile, ASALA yönünü Atina’ya çevirmiştir. Örgütün Lübnan'da yayınladığı "Armenia" dergisi (1982, Sayı: 3) "Önce Filistin Kurtuluş Örgütüne tam bir diplomatik hak ve ayrıcalık tanıdığı için Papandreu başkanlığındaki Yunan hükümetini ve Türkiye'den kaçan siyasi suçlulara kucak açtığı için Yunan halkını över ve kutsar; gerçek çıkarlarının nereden geldiğini gördükleri için tebrik eder. Ayrıca, kendisine yönelik gerçek tehdidin sosyalist bloktan değ il, Türkiye'den geldiğini söyleyen Yunanistan'ın bu açıklamalarını son derece olumlu ve yüreklendirici bulur."38
İsrail'in 1982 Haziran'ında Lübnan'ı işgalinden bir hafta önce durumu öğrenen ASALA'nın aralarında üst düzey yöneticilerin de bulunduğu 950 militanı Beyrut ve Sidon'u terkederek, Atina, Şam ve Kıbrıs Rum Kesimi'ne yerleşmişlerdi. Örgütü yok olmaktan kurtaran işgal haberini kimin verdiği bilinmemekle birlikte, artık ASALA liderinin en güvenli mekanı Atina olmuştu. Artık örgüt ve liderinin Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi'ne tam olarak yerleştiği, batıda istihbaratla ilgili dergilerde de kesin bir dille ortaya konmaktadır: Nitekim batılı istihbarat örgütlerine yakınlığı ile bilinen, yalnız abonelerine gönderilen ve Almanya Frankfurt'ta yayınlanan EIR, Alert Report, 3 Mayıs 1983'te yayınlanan "Alert Report 83/4 Atmenian Terrorists" başlıklı acil duyurusunda, "Beyrut'u 1982 yılında Filistin Kurtuluş Örgütünün örtüsü altında terk ettikten sonra, ASALA militanlan, Yunanistan ve Kıbrıs'a sığındılar diyerek, örgütün Fransa'da girişebileceği terörist saldırılara dikkati çekerken Ağustos 1983'te, "Sıcak Sonbahar" başlıklı araştırmasında "ASALA'nın lideri Agopyan'ın ve örgüt merkezinin, Lefkoşe'deki Kıbns Rumlarının egemen olduğu bölge olduğunu"39 yazıyordu.
Yunanistan'a gelir gelmez birçok paravan örgüt oluşturan ASALA, ya onların adı ile, ya da doğrudan kendi adını kullanarak Türkiye'yi tehdit etmiştir. Eylül 1982'de, Atina'da bir açıklama yapan Pan-Helen Ermeni Cemiyeti, " mücadelemizin hedefi, Doğ u ve Güneydoğ u Anadolu'yu Türkiye'den alarak, Sovyetler Birliği'nin bir parçası olan Ermenistan'a ilhaktır' diyordu. Sık sık Yunanistan'da Türkiye aleyhtarı gösteriler yapan örgüt Atina duvarlarına "Türkiye'den hesap sorulacak, 1915 katliamı unutulmayacak' sloganları yazılı ve ASALA imzalı afişler asmaktan çekinmemekteydi.40
ASALA'nın Atina'ya gelmesinden sonra, Yunanistan ve Güney Kıbrıs'ta sayıca yüksek Ermeni Örgütleri ile karşılaşılmaktaydı: Bunlar ASALA, Ermeni Halk Hareketi, Ermeni Davasını Savunma Komitesi, Ermeni
Gençlik Örgütü, Ermeni Yeni Nesil Gençlik Örgütü, AGBU, Ermeni Katliam Gösterileri Komitesi, Ermeni İhtilalci Federasyonu, Ermeni Liberal Halk Partisi, Ermeni Milli Komitesi, Ermeni Soykırımı Adalet Komandoları, Ermeni Siyasi Tutukluları Savunma Komitesi, Ermeni Atletler Birliği, Ermeni Kültür Derneği vb. isimleri taşımaktadır.
Bu örgütlerden Taşnak'ın uzantısı olan Ermeni Soykırımı Adalet Komandoları (JCAG)’ nın da Yunanistan'da ve Kıbrıs Rumları arasında çok büyük bir ilgi ve desteğe sahip olduğu bilinmekteydi. Makarios döneminde Kıbrıs Rum Kesimi'ne yerleşen Taşnakların, ASALA'ya alternatif terör örgütü JCAG'ın birçok militanları Kıbrıs Melkonyan Enstitüsü'nde yetişmişti. 24 Nisan 1988'de örgüt, Atina ve Kıbrıs'ta her yıl geleneksel hale getirdiği "Ermeni Soykınmını Anma" toplantısı yapmış; Selanik Hürriyet Meydanı'nda, Atina ve Pire'de yapılan toplantılara sadece Ermeniler değil, Yunan siyasi partileri yanında, gençlik örgütleri de büyük bir ilgi göstermiştir.
Bu iki terör örgütünün destek verdiği Ermenistan ise, "Karabağ" olaylarından sonra Yunanistan ile ilişkilerine daha fazla önem vermeye başlamış, Atina'da yayınlanan Elefterotopia gazetesinde üniformalarıyla birlikte boy gösteren Yunanlı general G.S., kendi ifadesi ile "Türkler'e karşı savaşarak milli görevini yerine getirmek' için Ermenistan üzerinden Karabağ'a giderek, Ermeni çetelerinin başında Türkler'e karşı savaşmaya başlamıştı.
ASALA-PKK İşbirliği
PKK-ASALA terör örgütü işbirliğinde ortak amaç olarak, Marksist- Leninist ideoloji doğrultusunda Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerimizde devlet kurulması yatmaktadır. İki örgütün hedef aldığı bölgeler göz önüne alındığında, hedeflerinin örtüştüğü görülmektedir. Bu durumda iki örgütten birinin diğerine taşeronluk yaptığı fikri güçlenmektedir.
ASALA-PKK İşbirliğinin Başlaması
ASALA ve PKK, birlikte siyasi ve askeri eğitim gördükleri Bekaa ve Zeli kamplarında ilişkilerinin temeli ASALA'yı eğiten George Habbaş sayesinde atılmıştır. İlk ortak toplantı, 1979'da Lübnan'ın Sayda kentinde yapılmıştır. Nisan 1980’de Sidon/Lübnan’da biraraya gelen bu 2 örgüt, Türkiye ve Türklere karşı “ortak eylem kararı aldıklarını" açıklamışlardır. Bu bildirinin hemen arkasından, Uluslararası Af Örgütü, Kürt Dayanışma Komitesi, Ermeni Öğrenci Organizasyonu, Avrupa Ermeni Öğrenci Birliği, Avrupa Kürt Öğrenci Birliği, Ermeni Basın ve Haber Örgütü, İngiliz Komünist Partisi gibi Marksist örgütler ortak bir cephe oluşturarak İngiltere'de, "Türkiye'de Kürtlerin azınlık olduğu ve Türk Hükümetinin onlara baskı yaptığı" iddialarıyla Türkiye aleyhtarı bir kampanya başlatmışlardır. 1975’lerde FKÖ’nün mücadelesini, bağımsızlık yolunda örnek olarak kullanan ASALA, 1980’lerde PKK ile “Ermeni-Kürt Federe Devleti” üzerinde anlaşmış ve bunu ortak bir deklarasyonla açıklamıştır.
Terör örgütü PKK, 21-28 Nisan 1980 tarihini "Kızıl Hafta" olarak ilan etmiş ve 24 Nisan tarihini sözde Ermenilerin katledilme günü olarak anarak toplantılar yapmaya başlamıştır. Bölücü terörist elebaşı Abdullah Öcalan, Ermeni Yazarlar Birliği tarafından 'Büyük Ermenistan hayali fikrine olan katkılarından dolayı’ onur üyeliğine seçilmiştir.
8 Nisan 1980'de Lübnan'ın Sayda (Sidan) kentinde, George Habaş'ın lideri olduğu FHKC'nin gözetimi ve koruması altında bir kez daha bir araya gelen, ASALA ve PKK temsilcileri yeni bir deklarasyonla, "Türkiye'ye karşı ortak eylem kararlarını" bir kez daha teyit etmişler ve toplantıda söz alan ASALA temsilcisi şu açıklamayı yapmıştır:
Savaşçılarımız, çok yakın bir gelecekte, Kürt Savaşçılar ile yan yana geleceklerdir. Bu faşist Türk rejimine karşı, en büyük silahımız olacaktır. Biz Türkiye dışında iken Türk Ermenistanı'nı kurtarmamız mümkün değildir. Biz Ermenistan'ı Kürt Savaşçı kardeşlerimizle birlikte kurtaracağız. Çok yakında varlığımızı, işgal edilmiş, Ermenistan'ın en iç noktalarında göstererek kanıtlayacağız. Bu ASALA'nın atacağı gelecek adımıdır.
Daha sonra konuş an PKK temsilcisi, örgütlerinin 1975'te kurulduğunu, 1978den başlayarak bugünkü adlan -PKK adı- ile eylem yaptıklarını, ilk ciddi eylemlerini 30 Mart 1980'de Mardin'de 30 Türk askerini öldürerek gerçekleştirdiklerini -ki bu eylemin gerçek olmadığı, PKK'yı güçlü göstermeye yönelik bir yalan olduğu açıktı- ve Kürdistan Demokratik Partisi ile aralarında "hiçbir benzerlik olmadığını ve amaçlarının Türkiye Kürdistanı'nın bağımsızlığı olduğunu açıklar.
PKK ve ASALA'nın Sayda'da imzalayıp, açıkladıkları deklarasyonun en çarpıcı yanı, bu iki terör örgütü; "Türkiye'nin işgali altında olduğunu söyledikleri Doğu Anadolu'da kuracakları devletin adı, yapısı ve sınırları üzerinde mutabakata vardıklarını" açıklamalarıydı.48
Bu arada ASALA yöneticilerinin bir başka çabası da Yunan Gizli Servisi (KYP) aracılığı ile Atina'da PKK'dan daha güçlü bir konumda görünen Kürdistan Demokratik Partisi (KDP) temsilcisi Kendal Nizam ile görüşmesiydi. Ancak, büyük bir ihtimalle, Türkiye'nin tepkisini çekmek istemeyen KDP bu işbirliğine yanaşmamıştı. Nitekim Nizam, Atina'da Türk gazetecilerine şu açıklamayı yapmıştır: "Ermenilerle işbirliğini asla düşünmüyoruz. Elçi öldürüp, cinayet işlemekle hak kazanılmaz. Bizi cinayetlerine ortak etmelerine izin veremeyiz. Ermenilerle bazı Kürtlerin, Kürtlük adı altında ilişki kurduklarını haber aldık. Bunlar daima karanlık güçlerin adamıydı. Yunanistan bizi de kullanmak istedi, kabul etmedik, reddettik." 49 Akis dergisine göre KDP'nin bu iddiaları doğruydu ve ASALA-PKK ilişkisini Yunanistan ve Suriye sağlamıştı.
8 Nisan 1980 Sayda toplantısında ‘Kürtlerle Ermeniler arasında fizyonomik benzerlik’ olduğunu belirterek, ‘Kürtleri kan kardeşi’ ilan eden ASALA, 10 Kasım 1980'de Strasburg Türk Konsolosluğuna, 11 Kasım 1980'de Roma THY bürosuna yapılan saldırılan üstlenirken, PKK'ya bir jest yaparak saldırıları birlikte gerçekleştirdiklerini açıklamıştı. 24 Eylül 1981'de ise ‘Kürt ve Türk Halklarına Başvuru’ adlı bir bildiri yayınlayan ASALA, "PKK'ya her konuda destek vereceğini, aynı etnik kökene sahip(!) Kürtler ve Ermenilerin, aynı ulustan (Türklerden) gördükleri baskılara ortak eylemlerle cevap vereceklerini" ifade etmiştir. 24 Eylül 1981 tarihinde ASALA, ‘Kürt ve Türk Halklarına Başvuru’ adıyla bir bildiri yayınlayarak PKK'ya olan desteğini bir kez daha deklare etmiştir.50
1987 yılında bölücü terör örgütü PKK ile Ermeniler arasında bir anlaşma yapılmıştır. Söz konusu anlaşmanın hükümleri şunlardır:
Ermeniler PKK terör örgütü içinde eğitim faaliyetlerinde bulunacaklardır,
PKK terör örgütüne her yıl için adam başına 5.000 ABD doları ödenecektir,
Ermeniler küçük çaplı eylemlere katılacaklardır.
Yapılan bu anlaşmanın akabinde örgüt içerisinde Ermenilerin sivrilmeleri üzerine, PKK-ASALA ilişkilerinden sorumlu Hermez Somurouyan adlı şahısla birlikte 18 Nisan 1990 tarihinde yapılan toplantıda şu kararlar alınmıştır:
PKK ve ASALA terör örgütleri artık ortak yönetilecektir,
Türk güvenlik kuvvetlerine yönelik eylemlerde istihbaratı Ermeniler yapacaktır,
Muhtemel devrimden sonra elde edilen topraklar eşit olarak bölüşülecektir,
Kamp masraflarının % 75'ini Ermeniler karşılayacaktır,
Türkiye'deki metropol şehirlerde eylemler yapılacaktır,
1992 Ekim ayından itibaren Kuzey Irak'a üslenen terör örgütü PKK'ya karşı gerçekleştirilen sınır ötesi operasyonlarda örgütün büyük darbeler alması ve barınma imkanlarını kaybetmesi üzerine bir kısım örgüt mensuplarının Iran ve Ermenistan'a geçmeleri ile PKK terör örgütünün Ermenistan'daki aktif faaliyetleri başlamıştır.
Hem ASALA hem de PKK, Türkiye’yi bölme ve zayıflatma politikasının maşaları olarak belirli bir dönemde çıkar birliği yapmak suretiyle ortak hareket etmişler, Türkiye’ye daha fazla zarar vermek ve amaçlarına daha hızlı erişmek için birbirlerine destek vermişlerdir.
ASALA'nın PKK ile Ortak Kamplarından Türkiye'ye İlk Saldırılar
1982'li yıllarda merkezini Atina’ya taşıyan ASALA, PKK ile birlikte Kuzey Irak'ta ve Suriye'de eylemlere katılmaktaydı. PKK'nın 1984'de Şemdinli ve Eruh'ta gerçekleştirdiği ilk kanlı saldırıdan çok önce, Türkiye-Suriye sınırında PKK tarafından ‘saldırıya yönelik’ kamplar kurulduğu ve bu kamplarda ASALA militanlarının da bulunduğu Türk istihbaratı tarafından bilinmekteydi.
Merkezi Washington'da bulunan "Ermeni Halk Hareketi" örgütünün yayın organı "Armenian Struggle" (Ermeni Direnişi) dergisi, 31 Mayıs 1983'te "Dünya kamuoyu ve her yerdeki Ermeni Halkına" başlıklı bildiride, Türkiye'nin o günlerde düzenlediği bir sınır ötesi harekat kınandıktan sonra, ASALA'nın PKK ile Türk askerlerine karşı omuz omuza çarpıştıkları şu cümlelerle itiraf etmiştir:
Faş ist Türk saldırısının Kuzey Irak'a başladığı andan şimdiye değin, aralarında üst düzey bir militanımızın da bulunduğu 22 devrimciyi yitirdik. Kuvvetlerimizin dığer bölümü Kürt devrimcilerle omuz omuza yaptıkları direnişe devam ederek, Türk kuvvetlerine kayda değ er kayıplar verdirmiş ve güvenilir bölgelere çekilmişlerdir. Direnişimiz artarak sürdürülecektir. Yaşasın Ermeni, Kürt ve Arap Halkları arasındaki devrimci dayanışma...
İmza: ASALA-Ermenistan'ın Kurtuluşu için Gizli Ermeni Ordusu.
ASALA'nın bu fiili yardımı, belirli bir dönemde bir çizgide sürekli devam etmiş, ASALA militanları, Türkiye-Suriye, Türkiye-Irak, Türkiye-Ermenistan sınırlarında, hatta Doğu Anadolu'daki PKK eylemlerinde önemli rol oynamış, hatta lider kadroda yer aldıkları için kanlı katliamlara imza atarak, Güneydoğu'da masum Kürt ailelerini acımasızca katletmiş, bu da PKK içinde tartışmalara sebep olmuştur.
Başta bölücü terörist elebaşı Abdullah Öcalan olmak üzere, PKK'lılar bu ilişkileri ya çok küçük ya da yok göstermek istemişlerdir. Bunun temel nedeni Kürt halkının tepkilerinden korkmalarıdır. Nitekim daha 5 Aralık 1981'de Londra Imperial College'da bir kapalı salon toplantısı yapan Kürt Öğrenci Derneği (AKSA) ile Ermeni Öğrenciler Birliği (UASE)'nin toplantısında "Ermeni-Kürt Federe Devleti" tartışılırken, UASE üyesi Ermeni konuşmacı, Kürtlerin soruna gösterecekleri tepkiyi şöyle özetlemiştir:
Biz Van Gölü ve Ağrı Dağı içinde olmayan bir Ermenistan düşünemeyiz. Aynı şekilde Kürt kardeşlerimiz de içinde Ağrı Dağı ve Van Gölü olmayan bir Kürdistan düşünemezler. Ancak bir kez ortak amaçlar altında ve ortak mücadele için birleştığiniz zaman bunlar fazla önemli sorunlar olmaktan çıkar. Başarıya ulaştıktan sonra her türlü gelişme mümkündür. Herhangi bir sınır çizilebilir, hatta zaferden sonra ortak bir Armeno-Kürdistan dahi doğabilir. Ancak bu gibi spekülasyonları geleceğe bırakalım.
Bu fikirler yıllar sonra bölücü terörist elebaşı Abdullah Öcalan'ın Türk gazetecilere söylediğinin aynısıdır ve bundan da anlaşılmaktadır ki, Amerikalı Gazeteci Claire Sterling'in Sayda Konferansı'na dayanarak belirttiği "Doğu Anadolu'da Ermeni, Güneydoğu Anadolu'da Kürt bölgelerinden oluşacak federe devlet " düşüncesi PKK tarafından hep saklanmaktadır. Ancak hiçbir zaman inkar da edilmemektedir.
1988'de bölücü terörist elebaşı Abdullah Öcalan, Gazeteci Mehmet Ali Birand'a;
ASALA ile birkaç görüşme oldu. Sivillere yönelik eylemlerinin zararlı olduğunu gördük, dolayısıyla da 1982'lerde olmaz dedik, bıraktık. Öyle fazla bir beraberlik yok. Bir-iki acele toplantı dışında bir ilişki yoktur. İlişki geliştirebileceğimiz bir örgütlenme değildir, aslında ASALA olayı da çok abartıldı Türkiye'de" dedikten sonra "Kendisinin karış-karış toprak değil, devrim meselesi ile uğraştığını, burasının Ermenistan mı, Kürdistan mı, Türkiye mi olduğunu tartışmanın gerçekçi olmadığını" ileri sürerek, "kendilerinin halkların eşitlik temelinde özgürce yaşadıkları, dilini, kültürünü ve ekonomisini geliştirebilecekleri mücadeleye isterlerse Ermenilerin de katılabileceklerini" söylüyordu 4 Mayıs 1991'de görüştüğü Gazeteci Rafet Ballı'ya da benzer şeyler söyleyen Öcalan; "Ermeni sınırları veya Ermeni ülkesi neresidir? Kürdistan neresidir? derseniz, bu tarihi bir sorundur. Tarihi bir soruna da, çok politik bir cevap vermek biraz oportünizme düşmek olur. Benim de öyle bir niyetim yok. Fakat Ermeni halkını severiz. Ermeni halkı gelirse, ziyaret ederlerse, hatta kalmak isterlerse, onlara elimizden gelen misafirperverliği de sonuna kadar gösteririz 57
diyerek, Ermeni sorunu ile ilgili düşüncelerini açıklamıştır.
ABD'li Prof. Dr. Michael Gunter ABD'de yapılan bir seminerde Kürt- Ermeni dayanışması konusunda; "... Aynı topraklar üzerinde hak iddia etmelerine ve Kürtlerin sözde Ermeni soykırımının gerçek faili oldukları iddialarından kaynaklanan tarihi düşmanlıklarına rağmen, PKK ile ASALA'nın Türkiye sınırları içinde terör işbirliğinde bulunması çok ilgi çekicidir' dedikten sonra, "o yıllarda, her nedense bunlar birçok Türk aydınının gözünden kaçmıştı" demiştir.58
Avrupa'da ASALA-PKK İşbirliği
PKK-ASALA işbirliğinin başlangıç tarihi açıklanandan bile çok öncelere gitmekle birlikte, Ermeni ve Kürt gençler, örgüt sempatizanları arasında gerekli yakınlaşmanın başlaması ve güçlenmesi için bir süre bu ilişkiler gizli tutulmuştur. Bundan, geçmişteki benzer işbirliklerinin, özellikle Nubaryan- Şerif Paşa antlaşmasının, fiyasko ile bitmesinden gerekli dersin alındığı, olaylara daha profesyonel bir şekilde yaklaşıldığı anlaşılmaktadır. PKK ve ASALA sempatizanı gençler arasında kurulan dostluk köprüsünde ilk adımı ASALA yanlıları atmıştır.
1970'li yılların sonunda, Paris'teki Türk Konsolosluğunu basan Ermeni teröristlerin serbest bırakılması için bir bildiri yayınlayan, ASALA'nın yan kuruluşlarından "Ermeni Siyasi Tutukluları Koruma Komitesi", "Türkiye'den de beş Türk, beş Kürt siyasi mahkumun serbest bırakılmasını ister." Bu bir süredir Avrupa'nın çeşitli şehirlerinde Ermeni, Kürt ve Kıbrıslı Rumların kol- kola düzenledikleri gösterilerde başlayan dayanışmanın, bildirilerle açıklanan bir işbirliğine doğru yol aldığını göstermektedir. Ermeni militanların bu jestine Kürdistan Dayanışma Komitesi ve Kürt Öğrencileri Derneği (AKSA) Londra şubesinden cevap gelir. Dernek "Türkiye Kürdistan'dan Ellerini Çek" başlıklı bildirisinde, Diyarbakır'da görülmekte olan PKK'lıların davalarından söz edilirken "Ermenilerin soykırımına uğratıldıkları ve Ermenilerle Kürtlerin aynı kaderi paylaştıklarından" söz edilir. 27 Kasım 1981'de ise Avrupa'daki "Ermeni Öğrenciler Birliği" ile "Kürt Öğrenci Derneği Londra Şubesi" ilk kez ortak bir bildiri yayınlar. "Ermeni ve Kürt öğrenciler adına" girişi ile başlayan bildiride, Ermeni ve Kürt halkının ortak düşmanlarına (Türkiye ve dostlarına) karşı güç birliği yapmaları gerektiği vurgulanır:
Ermeniler ve Kürtler beş yüz yıl süre ile Osmanlı yönetimi altında benzer sosyoekonomik ve kısıtlayıcı kültürel şartlar altında yaşamışlar, iki halk arasındaki bütünleşmeden korkan feodal ve militarist Osmanlılar böl ve yönet taktıği izlemişlerdir. Şu anda Türkiye ve NATO orduları için, Sovyet Ermenistan'ında yaşayan Ermeni ve Kürtleri hedef alan radar istasyonu ve nükleer tesislerin yer aldığı askeri bir üs konumunda olan Batı Ermenistan ve Doğu Kürdistan bu silahlardan arındırılmalı ve halklarımız son altmış yıldır Sovyet Ermenistan'ın da olduğu gibi omuz omuza bir arada yaşayacakları yerlere sahip olmalıdırlar. Yaşasın Ermeni ve Kürt Kurtuluş Hareketleri!.6
Bildiride sözü edilen Batı Ermenistan ve Doğu Kürdistan, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'dur. Bildirinin altında UASE (Ermeni Öğrenci Birliği) ve AKSA (Kürt Öğrenci Derneği) kaşeleri olmakla birlikte, Sovyet Dışişleri Bakanlığı'nca yapılan bir açıklama gibi görmek hiç de yanlış değildir. Ortak bildiri, sokak gösterisi ve eylemlerle ortaya çıkan, Türk düşmanı faaliyetlere ASALA da katılır. "Ermenistan Kurtuluşu için Gizli Ermeni Ordusu" (ASALA) kaşesini kullanarak, politik programını açıklar: "... Türk emperyalizminin işgali altındaki Ermeni topraklarını kurtarmak için, gereğinde silah kullanmayı da seçen siyasi bir organizasyon" olduğunu belirten ASALA, programının 5. maddesinde PKK'ya çiçek uzatır: ".kuruluşumuz, uluslararası devrimci hareketlerin bir parçasıdır ve biz bu hareketlerle olan işbirliğimizi yaygınlaştırarak güçlendirmek amacındayız...’”6'
Avrupa'da ASALA-Bölücü Marksist Örgütlerin İşbirliği
ASALA'nın belirtilen işbirliği çağrısına sadece PKK değil, Avrupa'daki bir çok Marksist örgüt olumlu cevap vermiştir. Bölücü "DDKD" ve "Roje Welat” gibi örgütlerin yanı sıra Rusya'nın güdümündeki "Türkiye Komünist Partisi (TKP)" ve bu partinin Londra kanadının oluşturduğu "Türkiye Demokratik Haklar Savunma Komitesi (CDDRT)" ile "Kürt Milli Kurtuluş Örgütü (KNLO)" ortak bir platform oluşturarak "Kürdistan News and Comment" adlı bir yayın organı çıkararak, sürekli Türkiye aleyhtarı bildiriler yayınlamışlar ve bu bildirilerin çoğu ASALA'nın yayın organı Kaytzer dergisinde de yer almıştır.
ASALA’nın Finansal Kaynakları
Günümüzde terör örgütlerin varolması için güçlü mali kaynaklara ihtiyaçları bulunmaktadır. Terör örgütleri illegal yapılanmalar olduğundan gelir kaynakları da illegal olmakta, uyuşturucu madde ticareti bu tür kaynaklara örnek teşkil etmektedir. Uyuşturucu maddelerin üretim bölgelerinden kullanma alanına yaklaştıkça ve ticaret yolu uzadıkça değerleri, olağanüstü mertebede artmaktadır. Buna bir örnek olarak;
kg. eroinin İran'daki fiyatının $ 2.200
kg. eroinin Almanya'daki fiyatının $ 13.500
kg. eroinin ABD'deki fiyatının $ 158.500
olduğu gösterilebilir. Genellikle, terör örgütleri her ülkenin şartlarına göre doğmuş ve etkinlik alanları bir veya birkaç ülkeyi içine almışken, Ermeni terör örgütlerinin de uluslararası tedhiş ve terör örgütü haline geldiği ve dünyanın birçok ülkesinde terör eylemlerini gerçekleştirirken aynı zamanda uyuşturucu madde kaçakçılığının yoğun olduğu ülkelerde eylemlerini arttırdıkları müşahede edilmektedir.
Bütün terör odakları gibi, uluslararası terörizmin bir parçası olan ASALA örgütünü de bu gelişmelerin dışında tutulması mümkün değildir. ASALA'nın, uyuşturucu madde kaçakçılığı ile ilişkisi olduğu hususunda gerek basın organlarında çıkan haberlere karşı, gerekse 1980 itibariyle çeşitli ülkelerde uyuşturucu kaçakçılığı nedeniyle yakalanan kişilerle ilgili hiçbir yalanlamaya başvurmaması, bütün şüphelerin anılan örgüt üzerinde toplanmasına sebep olmaktadır.
Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı Fransa'nın Marsilya kenti uyuşturucu madde trafiğinin ile bağlantılı olması, Ermeni terör örgütleri ile uyuşturucu madde trafiği arasındaki bağlantıya bir işarettir.
ASALA'nın Diğer Terör Örgütlerine Üstünlükleri
ASALA, dünyadaki diğer terör örgütleriyle karşılaştırıldığında aşağıda sıralanan birçok üstünlüğe sahip bulunmaktadır:
ASALA, milliyetçi, siyasi ve şehir gerillası açılarından olsun, uygulamada olsun maalesef fevkalade bir şekilde hedefine ulaşmış bir terör örgütüdür. Bir Türk diplomatının diliyle "ASALA, çok iyi fizik ve teorik eğitim verilmiş, hedef seçim ve eylem planlan titizlikle hazırlanmış, lojistik destek ve güvenli yerleri ustaca sağlanmış, istihbarat ve eylem açılarından kesinlikle profesyonel destek ve önderliğe sahip bir örgüttür." Aşağıdaki maddelerde sıralananlar da göz önüne alındığında bu fikre katılmamak mümkün değildir
ASALA eylemlerinin büyük bir bölümü, elçilik, konsolosluk baskını gibi genel, hedef ayırt etmeksizin tarzda değil, seçilmiş kişilerin vurularak öldürülmesi şeklinde olmuştur.
Yugoslavya’daki eylem istisna olmak üzere, bu öldürme olayları sonrasında olay mahalinde veya sonrasında yakalanan hiçbir ASALA militanı olmamıştır. Bu ASALA'nın üst düzeyde profesyonel çalıştığının bir delili olarak görülebilir.
Bir kısmı istihbarat görevlerinde çalışan öldürülen Türk
diplomatlarından bir kısmının istihbarat görevlerinde çalıştığını Türk meslektaşları tarafından bilinmiyorken bu durumun ASALA'ca öğrenilmesi (daha doğrusu bir başka istihbarat örgütünce ASALA'ya bilgi aktarılıp, gereğinin yerine getirilmesinin istenmesi) ve eylem yapılması dikkat çekicidir ve ASALA’nın ne kadar teşkilatlı çalıştığının bir göstergesidir.
ASALA'nın en dikkate değer yönlerinden birisi de, Amerika'dan Avustralya'ya, Kanada'dan Portekiz'e kadar dünyanın (özellikle de Avrupa'nın) hemen her ülkesinde çok kısa aralıklarla, hatta aynı zamanda eylem yapma imkan ve kabiliyetine sahip olmasıdır. Bu da örgüt yapısının ne kadar geniş, düzenli ve disiplinli olduğunu göstermektedir.
Gerçekleştirdiği eylem sayısı açısından ASALA dünyada İRA'dan sonra ikinci sırada yer almaktadır.
Bu kadar geniş bir alanda arka arkaya eylemler yapabilen bir örgütün, profesyoneller yerine heyecanlı amatör gençlerin oluşturduğunu iddia etmek mümkün değildir.
ABD Ulusal Güvenlik danışmanlarından Paul B. Henze, 1985'de yayınlanan terörizmle ilgili kitabında ASALA ile alakalı olarak: "Ermeniler deneyimli uzmanların nezareti olmadan bu vurucu kabiliyetlerini bu kadar geliştirebilirler mi? Bunun için KGB'den başka yer var mı? Bunun Filistin Kurtuluş Örgütü veya diğer yardımcı örgütleri tarafından verilmesi bir şey değiştirmez" diyerek dikkatleri açıkça, ASALA'yı organize eden devlet ve örgüte çekmiştir.67
Yukarıdan bahsedilen hususlar, Türkiye tarafından bilinmez bir durum değildi, aslında, Türk istihbarat kaynaklarına göre, Viyana, Paris ve Vatikan
Büyükelçilerinin katledilmesinde, KGB yalnız ASALA'ya destek vermekle kalmamış aynı zamanda eyleme bizzat katılmıştı.
Ermeni Terörünün Avantaj ve Dezavantajları
Dünyadaki ASALA ve genel olarak Ermeni terör faaliyetleri incelendiğinde aşağıdaki gibi bir avantaj ve dezavantaj tablosuyla karşılaşılmaktadır: Burada bizi daha çok ilgilendiren avantajlarla ilgili kısımdır ve dikkat çekici olarak değerlendirilmektedir.68
Avantajlar:
Yaygındırlar,
Kültür düzeyleri yüksek, terör teknikleri gelişmiş, yabancı dillere vakıftırlar,
Yeterli mali kaynaklara sahiptirler,
Şartlanmış olup, yaptıklarına körükörüne inanmaktadırlar,
Bulundukları ülkelere tam uyum sağlamışlardır,
Eylemlerinin cezasız kalıp hatta himaye görmesi kendilerini şımartmıştır,
Güçlü devlet pasaportuna sahiptirler.
Dezavantajlar:
ABD ve Yugoslavya gibi devletlerin teröre karşı tutumları,
Artan cinayetler karşısında batıda tepki oluşmaya başlaması,
Ermeni toplumu içinde ikilikleşme,
Terörist örgütlerin fraksiyonlara bölünmesi,
Yurt dışındaki Türklerin varlığı,
Belli odakların ciddi şekilde ve ilmi verilere istinaden Ermeni iddialarına cevap vermeye başlaması,
Türkiye hariç, bulundukları ülkeler tarafından asimile edilmeleri, h) T.C. vatandaşı Ermenilerinin teröristlere karşı tepkisi.
ASALA'nın Sonu
Ermeni terörü 1980’lerin ortalarında sona ermiş, daha doğrusu etkisi azalmıştır. Bazı görüşlere göre bu durum Türkiye’nin başarısıdır. Bununla birlikte, Ermeni terörünün yavaşlaması ve gerilemesinde iç ve dış olmak üzere çok sayıda faktörün rol oynadığı söylenebilir.69
ASALA'nın sivil hedeflere yönelttiği acımasız terör eylemleri, özellikle 15 Temmuz 1983'de Paris'te THY'nin Orly Havaalanındaki saldırı ile 28'i Türk 60 kişinin yaralanması ve 8 kişinin hayatını kaybetmesi (ikisi Türk, dördü Fransız, biri Amerikalı, biri de İsveçli) üzerine batı dünyası (özellikle Fransa) ve kamuoyunda eleştirilmesine neden olmuştur.70
Orly katliamı duruşmasından (Creteil Ağır Ceza Mahkemesi) bir gün önce (18 Şubat 1985) Atina'da yayınlanan Elefterotipia gazetesinde ASALA'nın bir bildirisi yayınlanmıştır. Bildiride özetle,
ABD ve Fransa hükümetleri, Ermeni örgütlerinin anti emperyalist ve devrimci karakterini bozmak için faaliyette bulunuyorlar. Özellikle, Fransa Cumhurba ş kanı François Mitterand'ın bu alandaki tutumunu dikkatle ve esefle izliyoruz... Ermenilerin vatan olarak bildikleri toprakların yakınında ve Orta Doğu bölgesinde yaşayan Ermeniler bulundukları topraklan terk etmemeleri gerekir. Çünkü Dünya Kiliseler Birliği ve CIA başta olmak üzere çeşitli batılı kuruluş lar Orta Doğu ve çevresinde yaş ayan Ermenileri bölgeden uzaklaştırmak için yoğun faaliyette bulunmaktadır... Ulusal kurtuluş mücadelesinde, eylemciler Sovyet Ermenistan’ını bir üs olarak kabul ederler.71
denilmektedir. Bildiri sonrasında ASALA'da ve dünyadaki Ermeni cemaatleri içinde hoşnutsuzluk artmış, ASALA'nın yeni stratejisi (Sosyalist ülkelerle olan bağlantısını güçlendirme ve işbirliğini arttırma, ezilmekte olan ulusların gerçek temsilcileriyle ortak eylem birliği içine girme, sadece Türk hedeflere değil, Türklere hizmet eden ve onlarla işbirliği yapan herkese eylem yapma) ve Mitterand gibi Ermenileri hep korumuş bir liderin eleştirilmesi örgütte bölünmelere yol açmıştır.
ASALA, sahip olduğu desteği, yapılan eleştirinin dozu arttıkça kaybetmeye başlamıştır. Örgütler arası rekabet ve önderlik yarışı sonucunda vurucu militanların bir bölümü yok olunca, Ermeni terör örgütleri eski güçlerini yitirmeye başlamışlardır. ASALA'yı örgütleyip, eğiten ve sahneye süren güçler bu tehlikeleri görerek, örgütteki denetimlerinin azaldığının farkına varmışlardır. ASALA'nın çöküşünde Türkiye'nin de rolü de bulunmaktadır. Olaylar şöyle cereyan etmiştir:
1983 yılı, ASALA örgütü açısından ciddi bir bölünme yaşandığı bir yıl olmuştur. Monte Melkonyan ve Ara Toraryan, ASALA lideri Agopyan ile ters düşerek "ASALA İhtilalci Hareketi" (ASALA-MR) adlı yeni bir örgüt kurmuşlardır. Bölünmenin nedeni, sadece Türkiye'yi hedef alan bir politika izlemek yerine Agopyan'ın ‘Biz Türkiye'ye askeri ve ekonomik yardımda bulunan tüm diğer ülkeleri de düşmanımız addederiz’ cümlesinde ortaya koyduğu politikadan kaynaklanmaktadır. Melkonyan bu yeni stratejiyi şöyle açıklar: "Bize göre iki operasyon biçimi vardır. Birincisi dünyanın her tarafındaki Ermenilerin seferberliği, ikincisi ise diğer bağımsızlık savaşı veren gruplarla özellikle Türkiye'deki Kürtlerle ittifak kurmak. Bizim ilk amacımız Türkiye'ye saldırı düzenlemektir. Ancak kuvvetli Ermeni cemaatlerin
bulunduğu ülkeleri göz ardı edemeyiz." ASALA-MR (Revolutionary Movement), Agopyan tarafından küçümsenerek alay konusu bile yapılmıştır. Sonuç itibariyle, iki fraksiyon arasında kanlı çatışmalar yaşanır ve Melkonyan'ın emri ile ASALA-MR militanları 15 Temmuz 1983'te ASALA'nın iki önemli lideri Vikan Ayvazyan ve Haçik Hovaryan'ı Lübnan'da Bekaa Vadisi'nde öldürürler. Agopyan'ın buna cevabı, failleri yakalayarak 16 Ağustos 1983'te asmak şeklinde olmuştur. Bu arada, ASALA-MR liderlerinden Ara Toranyan, Paris'te arabasına bomba konarak öldürülmek istenir. Melkonyan bu saldırıdan, Agopyan'ı sorumlu tutar. Ancak Toronyan'nın arabasını uçurma eyleminin Agopyan yanlılarınca yapılmadığı bilinmektedir. Bir ara Agopyan'ın İsrail'in Beyrut'a yaptığı bir hava saldırısında öldürüldüğü haberi basında yer alır. Ancak Türk istihbarat birimleri bu haberin yayıldığı günlerde, Agopyan'ın Şam'da Habbaş'ın koruması altında bulunduğunu bilmektedirler. Aradan uzun bir süre geçecek, bu kez Agopyan'ın Yunanistan'da öldürüldüğü haberi gelecektir. Bu ciddi haberden sonra bile, onu bir "efsane kahramanı" gibi göstermek isteyen ASALA üyeleri, onun Ermenistan'da yaşadığını, hatta zaman zaman Kuzey Irak'a giderek PKK ile ortak eylemlere bile katıldığını iddia etmişlerdir.72
ASALA’nın sonunun gelmesinde önemli olan etkenlerden birisini de Türkiye'nin ASALA'ya yönelik gizli eylemler yaptığı iddiaları oluşturmaktadır. Özellikle Orly katliamı sonrasında Avrupa’daki desteğini kaybeden ve Türkiye’nin sabrını iyice taşıran ASALA’lı teröristler T.C. Devleti’nin aldığı bir karar sonrasında bir plan çerçevesinde ortadan kaldırıldığı iddia edilmektedir. Bu konuyla ilgili detaylar Bölüm 5.3.1’de sunulmaktadır.
Sonuç
Bu bölümde, Türkiye tarihinde önemli bir yere sahip olan ASALA terör örgütünün kuruluş aşamasından başlanarak, örgütün amaç ve hedefleri, stratejisi, örgüt yapısı, tipik özellikleri, eylemleri, diğer örgüt ve ülkelerle ilişkileri ve nasıl etkisiz hale getirildiği incelenmeye çalışılmıştır.
ASALA'ya ayrılan bu geniş bölümdeki bilgilerden yola çıkılarak yapılan analizler sonucunda aşağıdaki değerlendirmelerin yapılması mümkündür. ASALA;
Türkiye’ye ve Türklere yönelik olarak, 1915 tehcirini soykırım şeklinde istismar ederek birçok kanlı eylem gerçekleştirmiştir.
Tüm bu kanlı eylemleri intikam duyguları gibi nedenlere dayandırarak tepki çekmemeyi ve hatta sözde Ermeni soykırımını gündeme oturtmayı başarmıştır.
Terör örgütü üyelerinin hemen hemen hiçbir eylem sırasında veya sonrasında yakalanmaması dikkat çekicidir ve bu durum örgütün diğer ülkeler tarafından desteklendiği düşüncesinin bir göstergesi olarak görülmektedir.
Diğer terör örgütlerine göre oldukça organize, etkinliği yüksek ve gizliliğe azami derecede önem veren profesyonel bir örgüttür.
Bu özelliğini destekçisi ülkelerin ve diğer örgütlerin katkısı ile elde etmiştir. ASALA’ya katkı sağlayanlar bunu sadece “iyilik” olarak
yapmamışlar, ASALA’ya yardımı kendi emellerini gerçekleştirmede bir basamak olarak görmüşlerdir.
Kitlesel eylemlerden ziyade, genellikle nokta hedeflere yönelmeyi tercih etmiştir.
Sözde Ermeni soykırımı iddialarını kabul ettirmenin dışında Türkiye'den tazminat ve toprak koparmayı nihai olarak hedeflemiştir.
Nedeni tam olarak bilinmemekle birlikte 1985 sonrasında etkinliğini kaybetmiştir. Örgütün bu sona, örgütsel nedenlerden ve/veya Türkiye’nin gerçekleştirdiği gizli eylemlerden dolayı geldiği görüşleri temelde hakimdir.
Sonuç olarak, ASALA’nın Ermeni meselesinin bugünkü durumuna gelmesinde önemli katkıları olduğu düşünülmektedir. Bu nedenle, bir sonraki bölüm önemli görülen bu konunun incelenmesine ayrılmıştır.
BÖLÜM IV
ASALA’NIN ERMENİ MESELESİNE ETKİLERİ
Giriş
ASALA’nın Ermeni meselesindeki etkilerini iki farklı açıdan değerlendirmek mümkündür. Bunlardan birincisi, ASALA’ nın gerçekleştirdiği her terör olayı sonrasında sözde Ermeni soykırımı iddialarının dünya kamuoyu gündeminde kalması, ikincisi ise sözde Ermeni soykırımının unutturulmaması amacıyla Ermeni bilincinin canlı tutulması ve milliyetçilik duygularının arttırılmasıdır. Bu görüşler doğrultusunda ASALA’nın Ermeni meselesine etkileri kapsamlı bir şekilde aşağıda incelenecektir.
ASALA ile Başlatılan Kamuoyu Yaratma Faaliyetleri
27 Ocak 1973'de Los Angeles'te Geourgen Yanikian isimli yaşlı bir Ermeni, Türk Başkonsolosu Mehmet Baydar ile Yardımcısı Bahadır Demir'i öldürmüştür. Bu Ermeni şahsın öldürdüğü kişiler ile hiçbir sorununun olmaması ve onları sadece Ermeni soykırımından "sorumlu devletin temsilcileri” olduğu için katletmesi dikkat çekmiş ve basın olayın geçmişiyle ilgili bilgi vermek amacıyla, asılsız Ermeni iddialarından uzun uzun bahsetmiştir.
Yanikian, cinayetten önce bir mektup yazarak “California Courier” gazetesine göndermiştir. Bu mektubun dikkat çekici kısımları şu şekildedir:
Sizler bu mektubu okuduğunuz zaman ben yeni bir savaş tarzını tatbike koymuş olacağım. Önden gidiyorum, bütün Ermeniler peşimden gelsin.
Bunu yapacaklarına eminim. Çağımız gösteriyor ki, artık netice almanın tek yolu şiddet hareketlerinden geçiyor. Ermenilerin uzun uykularından uyanmalarının ve kaba Türklerden onların anlayacağı dille konuşarak haklarını almalarının vakti geldi. Türk hükümeti ile bu dünyada hiçbir millet münasebet kuramamalı. Türk hükümetinin temsilcisi sıfatıyla dünyanın herhangi bir yerinde ortaya çıkan bütün kişiler yok edilmeli. 2
Ermeni milliyetçileri, bu tür bir olay sonrasında soykırım iddialarının gündemde geniş yer tutmasını örnek alarak, benzer şekilde gündemde kalmak amacıyla Türk diplomatlarını katletmek üzere aşırı sol eğilimli ASALA terör örgütünü kurmuş, Taşnaklar da buna paralel olarak Adalet Komandoları olarak bilinen JCAG isimli örgütü oluşturmuşlardır.
1975 ile 1985 yılları arasında, ASALA ağırlıklı olmak üzere, bu iki terör örgütü, genellikle Ermenilerin yoğun bulunduğu ülkelerde görev yapan, 4'ü büyükelçi 34 Türk diplomatını katletmiştir. Gündem yaratacak ve gündemde uzun süre kalacak her bir olay, bu cinayetin neden işlenmiş olduğunun açıklanması bahanesiyle soykırım iddialarının gündeme gelmesine vesile olmuş ve Ermenilerin bu gündem oluşturma çabaları birçok ülkede başarıya ulaşmıştır.
Gündem yaratmadaki başarının ivmesiyle, asılsız soykırım iddiaları konusunda yayınlanmaya başlayan çok sayıda kitap, makale, belgesel film ve sergi gibi faaliyetlerin de katkısıyla, batı ülkeleri kamuoyunda Ermenilerin Türkler tarafından soykırımına uğratılmış olduğu hakkında genel bir kanı yerleşmiştir. Bu fikir, Ermeni terörizmini izleyen yıllarda bazı ülke parlamentolarında asılsız Ermeni soykırımını tanıyan kararlar alınmasının veya bu kararların o ülke gündemine getirilmesinin başlıca nedenini oluşturduğu düşünülmektedir.
Yukarıda da belirtildiği gibi Ermeniler ASALA terörüyle soykırım tezini kabul ettirmeye çalışmışlar ve maalesef bunda da başarılı olmuşlardır.
Batılılar, Ermenilerin teröre başvuracak cesareti göstermelerini, soykırıma uğramış olmanın kanıtı olarak kabul etmiş ve terörün vahşetine göz yummuştur.
Batılı ülkelerin teröre taviz veren tavrından cesaret alan Ermeniler;
Soykırım olmadığını söyleyen Dankwart Rustow, Tibor Halasi-Kun, J.C. Hurewitz, Halil Inalcık, Avigdor Levy, Stanford Shaw, Frank Tachau, Pierre Oberling, Bernard Lewis, Heath Lowry, Justin McCarthy, Alan Fischer ve Roderick Davison gibi akademisyenleri baskı, tehditle ve terörle yıldırmışlar ve yıldırma kampanyaları sonucunda bu isimlerden bir kısmını sessizleştirmişler,
Agop Kevorkyan isimli bir Ermeni zengini, New York Üniversitesi'ne 30 milyon TL bağışlayarak üniversitenin "Doğu Enstitüsü"nü kapattırmış ve yerine "Ermeni Dili ve Tarihi Enstitüsü"nün kurulmasını sağlamıştır.
Yayınevlerinin Ermeni tezleri aleyhine kitaplar çıkarmasını engellemişler, çıkan kitapları ise toplamışlar,
Düzenledikleri toplantılarda karşı görüşe imkân vermemişler, 1987'de soykırım kararı alması için Avrupa Parlamentosu’nun koridorlarında silahla dolaşarak, milletvekillerinin toplantıya iştirakini önlemişler,
TARC (Türk-Amerika Barışma Konseyi) üyesi bir Ermeni'ye yapılan tehditler sonucunda, bu Ermeni’nin ailesini gizli bir adrese kaçırmasına ve hastalanmasına yol açmışlar,
Sınırsız para harcayan lobilerle, yönetimleri ve meclisleri etki altına almışlar ve oylarını siyasi şantaj amacıyla kullanmışlar,
Satın aldıkları yüzlerce kişiye gerçeği yansıtmayan çarpıtmalarla dolu kitaplar yazdırmışlardır.
Ermenilerin gerçeği yansıtmayan belgelerine örnek olarak Talat Paşa’ya ait olduğu iddia edilen telgraflar verilebilir. Bu noktada, uydurma olduğu ortaya çıkan ve Talat Paşa’nın “soykırımı emreden” gizli telgrafları ile ilgili olarak kısa bir bilgi vermek yararlı olacaktır. Aram Andonian adlı bir Ermeni yazar bu telgrafların örneklerini 1920 yılında yayınlamış ve ayrıca bu telgraflar Talat Paşa’yı Berlin’de katleden Tehlirian’ı yargılayan mahkemeye de verilmiştir. Mahkemede bu telgraflardan 5 tanesi söz konusu edilmiş, ancak delil olarak kabul edilmedikleri gibi, otantik olup olmadıkları ile ilgili herhangi bir karara da varılamamıştır.
ASALA terörü ile başlatılan Batı’lı ülkelerde kamuoyu yaratma çalışmaları başarıya ulaşmış ve ayrıca terör Ermeniler arasında da ortak bir bilincin oluşmasına, milliyetçilik duygularının kabarmasına neden olmuştur. Ermeniler istedikleri gündemi yakaladıktan sonra ise de, kamuoylarını etkilemeye, kendi yanlarına çekmeye çalışmışlardır.
ASALA’nın Ermeni Bilincine ve Milliyetçiliğine Katkıları
ASALA ağırlıklı Ermeni terörü sadece soykırım iddialarının dünya gündemine getirilmesini sağlamamış, aynı zamanda Ermeni bilincini canlı tutabilmek ve Ermeni milliyetçiliğini daha da kamçılamak için de kullanılmıştır.
Önceki bölümde, ASALA terörü ile gündeme getirilen Ermeni soykırımının, özellikle batı kamuoyunda kabul ettirilmesi için film ve belgeseller yapılması, seminerler düzenlenmesi gibi diğer faaliyetlerin de gerçekleştirildiğine işaret edilmiştir. Benzer şekilde, ASALA terörü ile gündemde tutulan soykırım iddiaları; Ermenileri bir arada tutabilmek ve onlarda Ermeni bilincini yaşatabilmek amacıyla, 1915 tehcirinin Yahudi Holokostu ile aynı nitelikleri taşıdığını ileri sürüp "Ermeni soykırımı" yaratılmasında lokomotif bir güç olarak kullanılmıştır.
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, Türklerin Ermenileri soykırıma uğrattıkları teması bir plan çerçevesinde Ermeni kiliselerinde, okullarında, siyasi partilerinde, derneklerinde ve düzenlenen çeşitli etkinliklerde sürekli işlenmeye başlamıştır. Buna örnek olarak 3 - 6 Eylül 1979 tarihleri arasında Paris’te düzenlenen I. Dünya Ermeni Örgütleri Kongresi gösterilebilir. Terör örgütü ASALA'nın önemli bir güçle katıldığı ve etkin rol oynadığı bu kongre, özellikle Fransa'daki Ermeni ihtilalci güçleri üzerinde etkili olmuştur. Bu kongrenin amacı; askeri güç oluşturulması, diaspora Ermenilerinin bir bütün olarak Ermeni meselesine sahip çıkmaları, dünyadaki Ermenilerin bir fikir ve bir bayrak altında toplanması, Ermeni bankası kurulması, siyasi ortamın değerlendirilerek toprak taleplerine yönelinmesi şeklinde özetlemek mümkündür.
Fransız İhtilali’nden sonra milliyetçiliğin bir ideoloji olarak tüm dünyaya yayılmaya başladığı ve bunun çokuluslu imparatorlukları ve özellikle de Osmanlı İmparatorluğu’nu olumsuz etkilediği bilinmektedir. Ermeni milliyetçiliğinin daha da canlanması, Ermeni gençlerinin baba veya dedelerinin soykırıma uğradığına inanmaları ile başlamıştır. Buradaki amacı, Türklerden intikam almak ve "Büyük Ermenistan" ın kurulması için çalışmak olarak özetlemek mümkündür. Dikkatlice incelendiğinde, bir "beyin yıkama" olarak adlandırılabilecek bu faaliyetin en fazla üçüncü kuşak Ermeniler üzerinde etkili olduğu ve Türk diplomatların katillerinin de bu kuşak arasından çıktığı görülmektedir, bu da yapılan çalışmaların ne kadar başarılı olduğunun bir göstergesi olarak kabul edilebilir.
Ermenilerin Terörizm Dışındaki Türkiye Aleyhtarı Faaliyetleri
ASALA terörünün canlandırdığı Ermeni bilincinin ve milliyetçiliğinin etkisiyle, Ermenistan dışındaki Ermeni toplumunun amaçlarına ulaşabilmek
için terörizm dışında Türkiye'ye karşı yürüttüğü faaliyetleri iki kategoride toplamak mümkündür: 1) Kamuoyunu etkilemeye yönelik faaliyetler ve 2) Siyasi faaliyetler. Bunlar incelenecek olunursa;
Kamuoyunu Etkilemeye Yönelik Faaliyetler
’de de belirtildiği üzere ASALA terörü sayesinde Ermeni soykırım iddiaları çerçevesinde bir kamuoyu oluşturulmasında başarı sağlanmış ve soykırım iddiaları birçok ülkenin gündemine getirilmiştir. Bu aşamadan sonra, Ermeniler dünya kamuoyunu etkileyebilmek, kendi yanlarına çekebilmek için birçok farklı faaliyetlerde bulunmuşlardır ve halen de bulunmaktadırlar.
Ermenilerin soykırımına uğramış olduğunu kanıtlamak için, özellikle son 30 yılda, daha geniş kamuoylarını etkileyebilmek için birçok kitap yazılmış olup, bunlar genelde bilimsel görünüştedir. Bu konularda, genellikle Ermeniler neşriyat yaparken son yıllarda Ermeni kökenli olmayanların da yazmaya başladıkları ve bunlar arasında, çok az sayıda da olsa, bazı Türk yazarların da bulunduğu görülmektedir. Ermeni ve yabancı yazarlar, kitaplardan başka, bilimsel dergilerde ve günlük gazetelerde, Ermeni iddialarına yer veren çok sayıda makale yayınlamışlardır. 8
Özellikle Ermenilerin yoğun olduğu ülkeler ile hedef olarak seçilen bazı ülkelerde asılsız Ermeni soykırımı hakkında birçok konferans, panel vb düzenlenmektedir.
Soykırım, edebiyat alanında romanlarda, şiir kitaplarında ve piyeslerde konu edilmektedir.
Genellikle, Nisan aylarında veya soykırımın gündeme getirileceği dönemlerde, başta ABD, Fransa ve Lübnan olmak üzere birçok ülke televizyonunda, mevcut olan çok sayıda "belgesel" film gösterilmektedir. 1915 yılına ait görsel malzeme fazla olmadığından bu filmlerde kullanılanların bir kısmının uydurma olduğu bir kısmının ise gerçeği yansıtmadığı düşünülmektedir.
Mayrig ve Ararat, konulu filmler arasında özellikle dikkat çekmektedir. Bunlardan Mayrig (Anne) filmi, 1991 yılında Ermeni asıllı Fransız Yönetmen Henri Verneuil (Aşot Malakyan) tarafından çekilmiş, Ararat (Ağrı Dağı) filmi ise Ermeni asıllı Kanadalı Yönetmen Atom Egoyan tarafından üretilerek 2002’de gösterime girmiştir. Mayrig, asılsız soykırıma temas etmekle birlikte, esasen 1915 sevk ve iskanı sonrasında Fransa'ya göçmüş bir ailenin yaşam mücadelesini konu etmektedir. Ararat ise anlaşılmaz bir senaryo içinde, Türklere atfedilen bir takım vahşet sahneleriyle, sadece asılsız soykırımı ele almaktadır.
Bahsi edilen bilimsel nitelikli olmayan kitaplar, makaleler, romanlar, şiirler, piyesler, filmler, sergiler ve çeşitli toplantılar son yıllarda oldukça yoğunluk kazanmıştır. Bunun en önemli sebebi "Ermeni Soykırım Endüstrisi"nin oluşması olarak gösterilebilir. Ermeni çevrelerinden olan büyük talebin karşılanması için bu faaliyetlerin üretilmesinin gerekmesi, bu üretimi mümkün kılacak mali fonların mevcut olması, bu üretimden gelir sağlayan çok sayıda kişinin bulunması bu endüstrinin çarklarını oluşturmaktadır.
Ermenilerin yaptıkları bağışlar bu faaliyetlerin ana kaynağını oluşturmaktadır. ASALA ile gündemde tutulan soykırım iddialarının güçlendirdiği milliyetçilik, Ermeniler arasında geleneksel olarak yaygın olan bağışları daha da arttırmıştır. Zengin olan Ermeniler için bağışta bulunmak günümüzde bir milli görev olarak sayılmaktadır.
Siyasi Faaliyetler
Amerikalı emekli bölge savcısı ve yazar Samuel A. Weems Ermenilerin ABD Kongresi üyelerini etkileyebilmek için bir kampanyalarında 14 milyon dolar sarf ettiklerini yazmaktadır. Bir diğer kaynak, Ararat filminin maliyetinin 15 milyon dolardan fazla olduğunu belirtmektedir. Bunlara Ermeni Soykırım Endüstrisi’nin ürettiği kitaplar, makaleler, romanlar, şiirler, piyesler, filmler, sergiler ve çeşitli toplantılar da eklendiğinde ve bu tür faaliyetlerin sadece ABD'de değil Fransa, Kanada, Avustralya ve Lübnan başta olmak üzere diğer bazı ülkelerde de yapıldığı düşünüldüğünde, harcanan rakamın yılda en az 100 milyon dolar olacağı sonucuna varılmaktadır.
Ermenistan dışındaki Ermeni toplumunun siyasi faaliyetlerinin esas amacı soykırım iddiasını bazı ülkelerin yerel veya milli meclislerine kabul ettirmek üzerine inşa edilmiştir.
Ermeniler, yoğun olarak bulundukları ülkelerde oy silahını kullanarak siyasi nüfuz sahibi olmuşlar ve bunu soykırım iddialarını o ülkelere kabul ettirmek ve bu ülkelerin Ermenistan'a yardım yapması için kullanmışlardır. Örneğin, Ermenistan, Rusya ile gayet yakın ilişkiler yürütmesine ve Güney Kafkaslarda Rus çıkarlarının korunmasına hizmet etmesine rağmen ABD'den, büyük yardım sağlamış bulunmaktadır.
Ermenilerin bulundukları ülkelerde, Türkiye lehine olabilecek her türlü gelişmeye karşı çıkmaları bir görev haline dönüşmüştür. Baku-Ceyhan petrol boru hattının inşa edilmesinin engellenmeye çalışılması ve ABD tarafından Türkiye'ye tanınmak istenen bazı ticaret kolaylıklarına itiraz edilmesi bu duruma örnek olarak gösterilebilir.
1982’den günümüze kadar olan dönemde Ermenilerin çeşitli ülkelerin parlamentolarına taşımakta başarılı oldukları kararlar aşağıda sunulmuştur. Ermeni soykırımı iddialarına ilişkin yabancı parlamentolar uygulamaları iki ayrı nitelikte olabilmektedir: Politik değerlendirme ve beyanlar, yasal düzenlemeler. Hukuksal açıdan bir bağlayıcılığı olmadığından, Türkiye'nin yabancı devlet parlamentolarının kararına uymasına gerek bulunmamakla birlikte, söz konusu kararların Türkiye‘nin imajı açısından yaralayıcı olacağı göz ardı edilmemelidir.
Parlamentolarda Alınan Kararlar:11
29 Nisan 1982’de Kıbrıs Rum Kesimi Parlamentosu, sözde Ermeni soykırımını tanıyan bir karar almıştır.
15 Nisan 1995’de Rus Duma'sı 1915 ila 1922 yıllan arasında Ermeni halkını imha edenleri kınayan ve 24 Nisan'ı soykırım kurbanlarını anma günü olarak tanıyan bir karar kabul etmiştir.
25 Nisan 1996’da Yunanistan Parlamentosu, aldığı bir kararla, 24 Nisan tarihini “Türkler tarafından Ermenilere yapılan soykırımı anma günü” olarak kabul etmiştir.
26 Mart 1998’de Belçika Senatosu, Türkiye’de yaşayan Ermenilerin 1915’teki soykırımı ile ilgili bir kararı kabul etmiş ve Türk Hükümetinin 1915 soykırımını tanımasını istemiştir.
28 Mayıs 1998’de Fransız Ulusal Meclisi, “Fransa 1915 Ermeni soykırımını resmen tanır” hükmünü içeren bir yasayı kabul etmiştir.
29 Mart 2000’de İsveç Parlamentosu , sözde Ermeni soykırımını tanıyan bir karar almıştır.
11 Mayıs 2000’de Lübnan Parlamentosu , sözde Ermeni soykırımını tanıyan bir karar almıştır.
16 Haziran 2000’de İtalya’da Roma Şehir Meclisi, aldığı bir kararla İtalyan Hükümetinden Ermeni halkının “soykırımını” resmen yasayla tanımasını istemiştir.
8 Kasım 2000’de Fransız Senatosu, sözde soykırım konusunda bir yasa tasarısını kabul etmiştir.
15 Kasım 2000’de Avrupa Parlamentosu, “Ermeni soykırımı” kararı almıştır.
16 Kasım 2000’de İtalyan Yasama Meclisi, Avrupa Parlamentosunun kararına atıfta bulunarak aynı doğrultuda bir karar almıştır.
30 Ocak 2001’de Fransız Parlamentosunun kabul ettiği sözde Ermeni soykırım yasası Cumhurbaşkanı tarafından onaylanarak yürürlüğe girmiştir.
13 Haziran 2002’de Kanada Senatosu sözde soykırım hakkında bir kararı kabul etmiştir.
30 Ekim 2002’de İngiltere Galler Bölgesi (Wales) Milli Meclisi, Ermeni soykırımını kınayan bir karar almıştır
23 Eylül 2003’te İsviçre’nin Vaux (Vaud) kantonu sözde Ermeni soykırımını tanımıştır.
16 Aralık 2003’te İsviçre Parlamentosu , Ermeni soykırımı iddiasını tanıyan bir karar almıştır.
18 Mart 2004’te Arjantin, sözde Ermeni soykırımını tanıyan bir yasa
çıkarmıştır.
26 Mart 2004’te Uruguay, sözde Ermeni soykırımını tanıyan bir yasa çıkarmıştır.
31 Mart 2004’te Arjantin Kongresi, sözde Ermeni soykırımını tanıyan bir karar almıştır.
21 Nisan 2004’te Kanada Parlamentosu Temsilciler Meclisi sözde Ermeni soykırımını tanıyan bir karar almıştır.
30 Kasım 2004’te Slovakya Parlamentosu, sözde Ermeni soykırımını tanıyan bir karar almıştır.
05 Aralık 2004’te Hollanda Parlamentosu, sözde Ermeni soykırımını tanıyan bir karar almıştır.
6 Mayıs 2005’te Arjantin Senatosu, Türkiye’yi 1915-1923 yılları arasında Ermenilere soykırım yapmakla itham eden bir karar almıştır.
12 Ekim 2006’te Fransa Meclisi Genel Kurulu, Sosyalist Parti'nin sunduğu sözde Ermeni soykırımını reddetmenin suç sayılmasını öngören yasa teklifini kabul etmiştir.
30 Ocak 2007’de sözde Ermeni soykırım iddialarının, ABD Kongresi’nin alt kanadında tanınmasını öngören tasarı, Temsilciler Meclisi’ne resmen sunulmuştur.
Türkiye Ermenilerinin ASALA’ya ve Soykırım İddialarına Tepkileri
İlk kez 1965 yılında Ermeni tehcirinin 50.yılı nedeniyle ortaya atılan, ancak dünyada pek yankı uyandırmayan Ermeni soykırımı iddiaları, özellikle 1973’te ASALA terör örgütünün Türk diplomat ve yurtdışı temsilciliklerine saldırıları nedeniyle, dünya kamuoyunun gündemine ağırlıklı bir biçimde oturmuş ve ASALA Ermeni meselesindeki yerini almıştır. ASALA ile gündeme gelen soykırım iddialarının, dünyada gündem oluşturma ve Ermeni toplumunda yarattığı etkiler önceki bölümde incelenmiştir. Çalışmanın bu kısmında ise, Türkiye Ermenilerinin bu şekilde gündeme gelen ASALA’ya ve Ermeni soykırımı iddialarına verdiği tepkiler Ermeni meselesinin farklı bir yönü olarak irdelenecektir.
Türkiye Ermenileri ASALA tarafından gerçekleştirilen terör olaylarına karşı çıkmışlar ve destek vermemişlerdir. Bazı Türkiye Ermenileri bu tepkilerini protesto şeklinde ifade etmişlerdir. Örneğin Ermeni asıllı Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Artin Penik Esenboğa’da gerçekleştirilen katliam sonrasında ASALA’yı protesto etmek için kendisini üstüne benzin dökerek yakmıştır. ASALA’yı protesto eden açıklamalar birçok Türkiye Ermeni’sinden gelmiştir.
ASALA örgütünün bilinen terör hareketlerine karşı, Türkiye Ermeni cemaati adına dönemin Ermeni Patriği Şinork Kalutsyan tarafından açıklamalar yapılmıştır. Özellikle, ulusal basının bir kesiminde ASALA terörü ile Türkiye Ermenileri ilişkilendirilmeye çalışılmış, Kalutsyan’ın yurtdışı gezileri ile ASALA arasında bağlantı kurulmaya başlanmıştır.
Bu yüzden, Eylül 1984’te Patrik Kalutsyan, Amerika ve Kanada’ya ziyaret yapacağını, Amerika’da Türk-Amerikan derneğini de ziyaret edeceğini ve Türkiye’ye yönelik yanlış, haksız ve olumsuz düşünce ve yorumları düzeltmeye çalışacağını açıklamış ve bu yönde bazı demeçleri olmuştur.
1961 yılında Türkiye’yi ziyaret eden Katolikos Vazken Birinci ise, Ermeni kültürünün dünyanın her yerinde benzerlikler göstermesine karşın, Türkiye Ermenilerinin üstün koşul ve niteliklere sahip olduğunu, kendisinin devlet makamlarınca da son derece konukseverlik, sevgi ve içtenlikle karşılandığını söylemiştir. Terörizmin yalnızca Türkiye’nin değil, birçok devletin sorunu olduğunu belirten Katolikos, Türk Devleti’ne karşı girişilen aşırı eylemlerin kendilerini de kaygılandırdığını, aşırı eylemlerin hiç kimseye hiçbir yarar sağlamayacağını, insanlar arasında hiçbir sorunun, aşırı eylemlerle, terörle ve savaşla çözülmeyeceğin ifade etmiş, eylemlerin son bulması çağrısını yaparak, ASALA terörünü kınamıştır.
17 Kasım 1984 tarihinde B.B.C. muhabiri Nuri Çolakoğlu’nun yaptığı bir söyleşide, Patrik Kalutsyan, S.S.C.B. ve A.B.D ziyaretlerinde, dışarıdaki Ermenilerin büyük bir çoğunluğunun da, ASALA terörünü kınadıklarını, ancak bulundukları konum itibariyle teröre karşı seslerini yükseltemediklerini söylemiş ve Kalutsyan’ın ASALA tarafından ölümle tehdit edildiği iddiasını ise Patrik, yalanlamıştır.
Ayrıca, Patrik Kalutsyan, İngiltere’de Canterbury Başpiskoposu ve tüm İngiliz Kiliseleri lideri Robert Rancy ile ortak bir bildiri yayınlayarak terörü lanetlemişlerdir.
19 Kasım 1984’te Türkiye’nin Birleşmiş Milletler Viyana Bürosu’nda görevli Türk diplomat Enver Ergun’un ASALA suikastı sonucu yaşamını yitirmesi üzerine, ABD’de bulunan Patrik Kalutsyan, terörü tekrar kınayan basın açıklaması yapmıştır. Suçsuz Türk diplomatlarına karşı Ermeni maskesi adı altında işlenen cinayetlerin, şüphesiz uluslararası terörün bir kolu olduğu ve bu üzücü olayların, asırlar boyunca yüksek bir saygınlığa sahip olan Ermenilerin ismine, barışsever, çalışkan ve dindar ününe gölge düşürdüğünü ifade etmiştir.
Ekim 2000’de Avrupa Parlamentosu’nun Dışişleri Komisyonu’nda kabul edilen raporun ardından, II.Karakin ile II. Papa Jean Paul’ün ortaklaşa hazırladıkları Mutafyan’ın dahil olmadığı bildiride, “Ermeni soykırımı” ifadesini kullanmaları üzerine Patrik Mutafyan, geçmişteki acıların Ermenileri bir arada tutacağı varsayılarak yapılan bu tür girişimlerin aslında Ermenilere zarar verdiğini belirtmiştir.
Bunun ardından, Patrik II.Mesrob Mutafyan başkanlığında Türkiye Katolik, Protestan ve Ortodoks Ermenileri temsilcileri, Kumkapı Meryem Ana Kilisesi’nde Avrupa Parlamentosu’nda kabul edilen Türkiye raporuyla ilgili olarak 16 Kasım 2000 tarihinde bir toplantı yapmışlar, raporda Türkiye Ermenileri için kullanılan ifadeleri yadırgadıklarını belirterek, Ermenilerin bu yönde bir talebi olmadığını, sorunlarını taraf olmayanlarca değil, devletle diyaloğa girerek çözebileceklerini açıklamışlardır.
Bu ortak açıklama, diasporadaki Ermeni lobisinin tepkisini çekmiş, ABD Temsilciler Meclisi’nde soykırım tasarısının başarısızlığa uğramasının nedeni olarak bu açıklama gösterilmiş, Ermeni lobisinin yayın organı California Courier gazetesi editörü Harut Sassounian, Mutafyan’ı Türk hükümetine hizmetle suçlamış, Mutafyan’ın açıklamalarının Türk hükümeti tarafından ABD Temsilciler Meclisi üyelerine gönderildiğini, sonunda tasarı Temsilciler Meclisi’nden çekilince, Türkiye’nin Mutafyan’a teşekkür ettiğini söylemiştir.
Temsilciler Meclisi’nde gündeme alınmayışı sonrasında, soykırım tasarısını Fransız Ulusal Meclisinin tekrar gündeme almasına ve kabul etmesine de aynı tepkiyi gösteren Mutafyan, Batılıların Ermeni sorununu kullandıklarını ve bu sorunun Türkiye’yle Ermenistan arasında diyaloğa dayalı çözülmesi gerektiğini yinelemiştir.
Öte yandan, Türk Musevi Cemaati Başkanı Bensiyon Pitto ise, sözde Ermeni soykırımının Yahudi Holokostu (Nazilerin Yahudi katliamı) ile eşdeğer tutulmasının Türk Yahudilerini çok rahatsız ettiğini, bunun altı milyonluk kurbanın ruhuna yapılan bir saygısızlık olduğunu, 1948 Birleşmiş Milletler Sözleşmesi soykırım ölçütlerine 1915 Ermeni olaylarının uymadığını açıklamıştır*.
Soykırım tasarısının ardından Ermenistan’ın Türkiye’den toprak talebine de benzeri bir biçim ve kararlılıkla tepki gösteren Mutafyan, bunun birkaç sivri insanın talebi olduğu, Türkiye’nin Ulusal Andına (Misak-ı Milli) bağlı olduklarını ve Türkiye’nin kimseye verecek toprağı olmadığı yanıtını vermiştir.
Ermenilerin PKK ile ilişkilendirilmesi Türkiye Ermeni cemaatiyle ilgili bir başka konu olarak görülmektedir. Sabah gazetesinde, terörist başı Abdullah Öcalan’ın Ermeni bir din adamıyla çekilmiş fotoğrafının yayınlanması sonrası, haberin asılsız olduğu, Öcalan’ın yanındaki kişinin bir Ermeni din adamı olmadığı, Halep’teki bir başka dinden bir görevlinin olduğu Türk Ermenileri Patriği’nce anılan gazeteye bildirilmişse de, bu tekzip yayınlanmamıştır. Hrant Dink’in, bu tür haberlerin asılsız olduğu yönündeki açıklamaları sonrasında ulusal basında bu yönde haberler ancak yer alabilmiştir.
Soykırım terimi, 9 Aralık 1948 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda kabul edilen “Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi”nin ikinci maddesinde tanımlanmıştır. Bu sözleşmeye göre “soykırım suçu”:
“ulusal, etnik, dini veya ırksal bir grubun, sırf bu grup mensubu olmaları nedeniyle, kısmen veya tamamen yok edilme kastıyla öldürülmeleri, ciddi bedensel ve ruhsal zarara uğratılmaları, veya böyle bir grubun fiziki varlığının kısmen veya tamamen yok edeceği açıkça belli olan yaşama koşullarına tabi tutulmaları, grup içinde doğumları önleyecek tedbirlerin zorla uygulanması, yahut bir grubun çocuklarının başka bir gruba zorla nakledilmesi”
olarak tanımlanmaktadır. (http://www.eraren.org/index.php?Page=DergiIcerik&IcerikNo=20)
Patrik Mutafyan da, yasalar önünde bir eşitlik olmakla birlikte, günlük yaşamda Ermenilerin birtakım sorunlarla karşılaştığını dile getirmiştir. Örneğin, Ermeni düşmanlığından rant sağlayanların, her taşın altında azınlıkları gördüklerini, OHAL valilerinden birisinin PKK ile Ermenileri özdeşleştirdiğini, TRT programlarından birisinin bile aynı iddiayla kamuoyunu aldattığını ifade etmektedir. Bu olumsuz yakıştırmalar sonucunda patrikhanemize bile tahkir, tehdit ve küfür dolu mesajlar ulaşmaktadır demektedir.
Ancak, kendi sorunlarını, kendi gazetelerinde dile getirmek ve gerek hükümetle, gerekse basınla diyalog kurmak amacıyla çıkarılan AGOS gazetesi, Ermeni cemaati aleyhine yapılan yayın ve hükümet politikaları hakkında karşıt bir yayın politikası izlemelerine karşın, bu gazete altı yıldır hem yayınını sürdürebilmekte, hem de Ermenistan, Avustralya, İngiltere, Almanya, Fransa, İsviçre, Belçika, Hollanda, İsveç, Avusturya, İtalya, Yunanistan, ABD’nde, Latin Amerika ve Orta Doğu bölgelerinde yaşayan Ermenilere ulaşmada bir sınırlamayla karşılaşmamaktadır. Bir istisna olarak, AGOS yazarı Yervant Özuzun’un Varlık Vergisi’ni eleştiren yazısı dolayısıyla, Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde gazete aleyhine bir dava açılmış, ancak dava beraatla sonuçlanmıştır.
Türkiye’deki Ermeni cemaati ile ilgili bu olumlu ortamı ve Türkiye’nin istikrarını bozmak isteyen bazı çevrelerce, Agos Gazetesi genel yayın yönetmeni gazeteci Hrant Dink, gazetenin bulunduğu binaya girerken uğradığı silahlı saldırı sonucu 19 Ocak 2007’de öldürülmüştür. Saldırıyı gerçekleştiren katil hemen yakalanmış olmasına rağmen, saldırı ile ilgili tüm bağlantıların ortaya çıkarılması için kapsamlı soruşturmalar Emniyet birimlerince sürdürülmektedir.
Sonuç
Ermeni sorunu; Osmanlı İmparatorluğu döneminde bu devlet toprakları üzerinde bir Ermeni devleti kurulması olarak özetlenebilecek iken, Osmanlı İmparatorluğunun yıkılmasından ve Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasından sonra ortadan kalkmış, ancak yaklaşık elli yıl sonra ve bu kez Ermenilere soykırım yapıldığı iddiası ile tekrar ortaya çıkmıştır.
Soykırım iddiaları, ASALA terör eylemleri ile dünya gündemine getirilmeye ve sonrasında da gündemde tutulmaya çalışılmıştır. Bazı ülke parlamentolarının sözde Ermeni soykırımı ile ilgili kararlar alması bunda başarılı olunduğunu göstermektedir.
Ayrıca, ASALA’nın gündeme oturttuğu soykırım iddiaları, Ermenistan dışındaki Ermeni toplumunda Ermeni bilincini yaşatabilmek için de bir araç olarak kullanılmıştır. Ermeni kiliseleri cemaatlerinde, siyasi partiler ve dernekler ise üyelerinde bir Ermeni bilinci var olması durumunda, kendi varlıklarını sürdürebileceklerini düşündüklerinden, kendi çıkarları açısından bu kuruluşların soykırım iddiasından vazgeçmeleri mümkün görülmemektedir.
Diğer yandan, "Ermeni Soykırımı Endüstrisi" için çalışan Ermeni ve Ermeni olmayan çok sayıdaki kişi de soykırım iddialarından kazanç sağlamaktadır. Ayrıca, Ermeniler Türkiye aleyhinde bazı sonuçlar (tazminat ve toprak talebi gibi) doğurabileceği ümidiyle de soykırım iddialarına önem vermektedirler.
ASALA ile hız kazanan Ermeni soykırım iddialarına, Türkiye’de yaşayan Ermeni cemaati tepki vermiş ve bu iddiaların gerçeği yansıtmadığı çeşitli vesilelerle yurtiçi ve yurtdışında farklı platformlarda dile getirilmiştir.
Yukarıda saydığımız nedenlerle Ermenilerin, gelecekte de asılsız soykırımın bazı ülkeler ve başlıca uluslararası kuruluşlar tarafından tanınması için faaliyetlerini sürdürecekleri ve yine aynı amaçla propaganda faaliyetlerine (kitaplar, makaleler, konferanslar, romanlar, şiirler, piyesler, filmler vb) devam edecekleri düşünülmektedir.
Batılı ülke parlamentolarında alınan sözde soykırım ile ilgili kararların Türkiye açısından hukuki bir bağlayıcılığı olmasa da, Türkiye ve Türklerin çok büyük bir suç olan soykırım ile itham edilmesi ciddi bir imaj bozulmasına da yol açmaktadır. Küreselleşen günümüz dünyasında, ticaretten turizme kadar geniş bir alanda etkilerini hissettirdiği için, sahip olunan imaja önem vermemek mümkün değildir.
Bu noktada, ASALA’nın tüm bu eylemlerine ve eylemler sonrası ortaya çıkan fiili durumlara karşı Türkiye’nin nasıl bir politika izlediği önem kazanmaktadır. Türkiye’nin ASALA’ya yönelik izlediği politikalarla ilgili detaylı bir analiz Bölüm V’ de sunulmaktadır.
BÖLÜM V
TÜRKİYE’NİN ASALA’YA YÖNELİK POLİTİKALARI
Giriş
ASALA imzalı kanlı terör eylemleri 1974-1985 dönemine damgası vurmuş ve tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de yankı bulmuştur. ASALA’nın 10 yılı aşkın bir dönemde etkili olması Türkiye’nin nasıl bir politika izlediğini ve bağlantılı olarak da izlemesi gerektiğini akla getirmektedir.
Aşağıda ilk olarak bu konuda yapılanlar ile yapılması gerekenler birlikte ele alınmakta, daha sonra Ermeni terör olaylarının sona erdirilmesinde Türkiye’nin izlediği politika incelenmekte ve son olarak Ermeni terör olayları karşısında Türk kamuoyunun tepkileri analiz edilmektedir.
ASALA Terörü ve Ermeni İddialarına Karşı T.C. Devleti Politikalarının Analizi
Bilindiği üzere, Ermeni soykırımı iddiaları ve ASALA terörü ülkemizin gündemini uzun süreden beri meşgul etmekte ve zaman zaman sıkıntılı dönemler yaşanmasına sebep olmaktadır.
ASALA’nın etkin olduğu dönemde, birçok vatandaşımız hayatını kaybetmiş, bu eylemlerin gerçekleştirildiği sıralarda gündeme gelen ve halen sıcak tutulmakta olan Ermeni soykırımı iddialarına karşı Türkiye köşeye sıkıştırılmaya çalışılmıştır. Bugün birçok ülkenin parlamentolarında sözde Ermeni soykırımın tanınması yönünde veya Ermeni soykırımının inkarını suç sayan kararlar alınmaktadır. Ayrıca, bazı devletler ise bu tür kararların çıkarılmasını bir koz olarak kullanarak, Türkiye üzerinde baskı kurmakta ve Türkiye üzerinden çıkarlarını daha kolay bir şekilde sağlamayı hedeflemektedir.
Yukarıda bahsedilen tüm noktalarda, Türkiye’nin izlemesi gereken politikaların önemi ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle, T.C. Devleti’nin, ASALA terörü ve ASALA ile gündeme gelen sözde Ermeni soykırımı iddialarına karşı geçmiş dönemlerde ve mevcut durumda yapması gerektiği düşünülen hareketlerin ve aksiyonların bu aşamada değerlendirilmesinin fayda sağlayacağı düşünülmektedir. 1
T.C. Devleti, 1974-1985 yılları arasında ASALA terörüne hedef olan dış temsilci ve diplomatlarına karşı girişilen saldırılar karşısında, resmi kınama açıklamaları yapmak yerine daha aktif bir tutum içinde bulunmalıydı. Yapılan katliamların dünya kamuoyuna çarpıcı bir şekilde anlatılması, eylemlerin gerçekleştiği ülkelere eldeki tüm kozlar kullanılarak faillerin bulunmasına ve cezalandırılmasına yönelik baskı uygulanması gibi.
Osmanlı arşivlerinin büyük bölümünün açılması 1985 itibariyle gerçekleşmiştir. 1985'de arşivlerin açılmasından sonra gerçek belgeler objektif bir biçimde araştırılmış ve bu sayede dünyaya olayın doğrusu geç de olsa anlatılabilmiştir. 1985'de ASALA
terörünün sonlanmaya başladığı göz önüne alındığında, en azından 1975'den itibaren arşivler açılabilirdi.
"Ermeni Soykırımı" iddiaları art niyetli olsun veya olmasın ortaya atıldığı yıllardan itibaren Türkiye tarafından cevaplandırılmalıydı.
Türk araştırmacıları gecikmiş olmakla birlikte konuyu ele alan yayınlarda bulunmuşlardır. Bu kez de bilimsel yayınlar "savunma" ağırlıklı olmamalıydı.
Asılsız "Soykırım" iddialarına cevap verirken, bilimsel yayınlarda "tehcir" sırasında ölen veya öldürülen Ermenilerin durumlarına da değinilmeliydi.
Türkiye'de konu ile ilgili yapılan bilimsel çalışmalar maalesef "Orly davası" (1983-85) sonrasında yavaşlamıştır. ASALA ile canlılık bulan soykırım iddialarının günümüzde de siyasi arenada devam ettiği göz önüne alındığında, bilimsel tabanlı çalışmaların artarak devam etmesi gerekmektedir. Türkiye "konuyu tarihçiler tartışsın" tezini savunduğuna göre konuya emek veren tarihçilerin çalışmaları kolaylaştırılmalı, teşvik edilmeli maddi her türlü destek sağlanmalıdır.
T.C. Devleti'nin yöneticileri takip ettikleri “çekingen, pasif ve bekle/gör" dış politika anlayışını terk etmeli, Türk'ün ve Türkiye'nin menfaatleri konusunda pasif kalmaya rıza göstermemelidir. Türkiye proaktif bir politika izlemelidir.
Ermenilerin 4T planı gerçekleştirmek istedikleri göz önüne alındığında, bu amaç doğrultusunda atılacak adımlar mutlaka engellemelidir.
ASALA’nın Etkisini Kaybetmesi
ASALA, günümüzde hem resmi olarak hem de fiilen mevcut olmayan bir terör örgütüdür. ASALA 1985 itibariyle etkisini çok net olmayan nedenlerden dolayı yitirmiştir.
ASALA’nın ortadan kalkması ile ilgili 2 farklı görüş bulunmaktadır. Bunlardan birincisi, ASALA’nın eylemlerindeki hedefleri Türklerin dışına genişleterek diğer ülke vatandaşlarını da katletmesi örgüte olan dış desteğin azalmasına, hatta tepkilere neden olmuş, ayrıca örgüt içerisindeki görüş ayrılıkları örgütte bölünmelere yol açmış ve böylelikle ASALA terörünün sonu gelmiştir.
Diğer bir görüş ise Türkiye’nin izlediği politika ile ilgili olabilecek Türkiye'nin ASALA'ya yönelik olarak gizli eylemler gerçekleştirdiği iddialarıdır. Bu iddiaların resmi olarak dillendirilmesi ve delillendirilmesi mümkün olmadığından, burada somut ifadeler kullanılması olanaklar dahilinde değildir. 1982 itibariyle yurtdışında Ermeni teröristlere yönelik birçok sıralı eylemin gerçekleştirilmesi ve faillerinin tespit edilememesi bu görüşü destekler nitelikte görülmektedir.
Ayrıca, yukarıda bahsedilen her 2 etkenin birlikte işlemesi ve birinin diğerini tetiklemesi sonucu ASALA’nın sonunun geldiğini de düşünmek çok yanıltıcı olmayacaktır. Uluslararası destekten yoksun kalan ASALA’ya yönelik olarak gerçekleştirilen eylemlerin daha sonuç verici olduğu düşünülmektedir.
1982 itibariyle ASALA’ya yönelik olarak gerçekleşen söz konusu etkili eylemlerle ilgili detaylar aşağıda sunulmuştur.
ASALA’ya Türkiye'nin Gizli Eylemler Yaptığı İddiaları
Esenboğa Havaalanına Ermeni teröristlerce düzenlenen 7 Ağustos 1982'deki kanlı baskından üç hafta sonra, 27 Ağustos 1982'de Türkiye'nin Kanada Askeri Ataşesi Kıdemli Hava Kurmay Albay Atilla Altıkat, JCAG militanlarınca hunharca katledilince, Günaydın gazetesi ilk defa "vurucu Türk timlerinin Ermeni teröristlere karşı eylem emri aldıklarını" açıklar (Ağustos 1982). Daha da önemlisi Devlet Başkanı Orgeneral Kenan Evren önemli gelişmelerin işaretini veren şu açıklamayı yapar: "...Türk Hükümeti, Türkiye Cumhuriyeti'ne açılmış bir savaş olarak gördüğü bu cinayetleri sona erdirmek için gerekli bütün önlemleri almakta kararlıdır. Bu bağlamda, gücümüzü gerekli gördüğümüz yerlerde ve gereken zamanlarda kullanmamız doğal karşılanmalıdır..." “Bunca kanın hesabı tarihe miras bırakılmayacak’ Evren'in bu demeçlerini resmi ağızlardan yapılan Ermeni terör örgütlerine yönelik "Türk diplomatlarını katleden teröristlerin, bundan böyle dünyanın hiçbir ülkesinde güven içinde olamayacakları" açıklamaları izler.
Bu açıklamaları izleyen günlerde Paris bir dizi bombalama eylemleri ile sarsılır. Bir hafta içinde Ermenilere ait üç yer bombalanır. Paris'in merkezinde, Champs Elysees civarındaki St. John Ermeni kilisesine konulan dördüncü bomba patlamasından yalnızca dört dakika önce, bomba imha ekiplerince zararsız hale getirilir. Marsilya'da, 1915 Ermeni katliamı anısına yaptırılan ve açılışını, Marsilya Belediye Başkanı'nın yaptığı anıt, töreninin üzerinden 10 saat bile geçmeden havaya uçurulur. ASALA'dan ayrılarak Monte Melkonyan ile birlikte ASALA-RM'yi kuran Ara Toranyan'ın arabası bombalanır, Toranyan şans eseri yaralı olarak kurtulur. Bu gelişmeleri, Belçika, Yunanistan ve İsviçre'de bazı ASALA militanlarının kendi aralarındaki iç çatışmalarda vurularak öldürüldükleri haberleri izler.
Avrupa ülkelerinde anlatılan olaylar yaşanırken, yine Günaydın gazetesinde; "beş kişilik bir vurucu timin Türkiye'den Lübnan'a gönderildiği" haberi yayınlanır. Bu haberin arkasından, Ermeni terör örgütü arasındaki iç çatışma her nedense Lübnan'a sıçrar ve çok sayıda ASALA militanının bu çatışmalarda öldüğü haberi yabancı basında yer alır. Ancak Türkiye hiçbir zaman ASALA'ya karşı mücadeleyi resmen üstlenmez. Hatta 27 Temmuz 1983'de BBC Televizyonu News Night (Gece Haberleri) programına konuk olan devrin Dışişleri Bakanı İlter Türkmen, "Türk gizli servisinin, Batı Avrupa ülkelerine gönderdiği timlerle teröristleri tesirsiz kılmak için eylem yaptığı doğru mu?" sorusuna "Hayır, biz resmi terörü reddediyoruz ve bu tür eyleme başvurmuş değiliz' cevabını verir. Ancak bu açıklamanın üzerinden çok uzun bir zaman geçmeden, daha önce yaralı kurtulan Ara Toranyan'ın (ASALA-RM) yine bir iç çatışmada öldürüldüğü basında yer alır. Olayların gelişimine göre gizli bir el Ermeni terörüne bulaşmış, militanları izlemekte ve teker teker yok etmektedir. ASALA militanları artık hiçbir ülkede güven içinde değillerdir. Son olarak ASALA lideri Agopyan da Atina'da bir trende öldürülmüştür (28 Nisan 1988). Atina'da trende bulunan cesedin ardından artık Agopyan'ın adı da hiçbir eylemde duyulmamıştır.
Günümüz Türkiye'sinde ASALA'ya yönelik operasyonların başarı derecesi yaygın bir biçimde tartışılmaktadır. Hatta, bu eylemlerin gerçekleştiricilerinin ‘Susurluk Kazası’ sonrasında ‘çete’ olduğu iddia edilen Abdullah Çatlı ve arkadaşları olduğu yaygın bir kanaat haline gelmiştir.
ASALA’ya yönelik düzenlenen operasyonlarla ilgili olarak Can Dündar tarafından 3 Kasım 1999 yılında yazılan “Çatlı değil MİT çökertti” başlıklı, bazı kısımları aşağıda sunulan köşe yazısı yukarıda da değinilen bazı noktalara ışık tutar niteliktedir:
Oral Çelik, TBMM Susurluk Komisyonu'nda verdiği ifadede;
"ASALA'yı biz ortadan kaldırdık. Çatlı liderimizdi. 4 kişiydik. 5'inci ben vardım' diyen, hangi makamsa gelsin, desin ki, 'Ben de vardım". demiştir. Bu meydan okuma karşısında, ASALA operasyonunun "gerçek mimarları" isyan etmiş, yeminlerine sadık kalarak yıllardır suskun kalanlar, ilk kez bazı dosyaların kapağını açma ihtiyacı duymuşlardır.
ASALA, kanlı eylemlerini yoğunlaştırıp, 15 Temmuz 1983'de Orly katliamıyla Türk vatandaşlarının yanı sıra diğer ülke vatandaşlarını da katledince kendi ölüm fermanını da imzalamış ve hem kendi içinde bölünme yaşayarak, hem de üzerindeki Avrupalı koruma kalkanının kaldırılmasıyla yok olma sürecine girmiştir.
Bu süreç yaşanırken T.C. devletinin katkısının ne olduğu hep tartışma konusu yapılmıştır. Kamuoyu açısından bakıldığında, ASALA ile mücadelede sadece Abdullah Çatlı ve arkadaşlarının görev aldığı izlenimi hakim bulunmaktadır. Devletin bu arada neler yaptığı işin daha az bilinen bir boyutunu oluşturmaktadır.
Bazı kaynaklara göre, devletin zirvesinde bu konu ilk kez 12 Eylül 1980 öncesi bir Milli Güvenlik Kurulu toplantısında gündeme getirilmiştir. Bazı devlet yetkilileri, hızla tırmanan ASALA terörü karşısında öfkeyle "Biz de onları öldürelim" deyince, bu öneriye dönemin MİT Müsteşarı Korg. Hamza Gürgüç karşı çıkmıştır.
Hamza Gürgüç, MİT'in yurtdışında silah kullanmasının mümkün olmadığını, böyle bir eğitimi de bulunmadığını belirtip "Böyle bir şey devlet olmaya yakışmaz. Üstelik diplomatlarımıza yapılan suikastları da artırabilir” demiş ve "Öldür emrini verecek makamlar, bu makam ne olursa olsun günün birinde açıklanacaklardır" uyarısında bulunmuştur.
Ancak 12 Eylül'den sonra ASALA kaynaklı saldırılar artarak devam edince devlet bir şeyler yapmaya karar vermiş ve korkunç bir ASALA eylemi sayesinde beklediği fırsatı yakalamıştır. Kanlı Esenboğa katliamında sağ olarak ele geçirilen Levon Ekmekçiyan, Devlet Başkanı Kenan Evren'in damadı ve Köşk'ün güvenlik danışmanı olan istihbaratçı Erkan Gürvit tarafından sorgulanmış, Ekmekçiyan, hayatı karşılığı bazı isimler ve adresler vermeye ikna edilmiştir.
Bu dönemde, Korg. Hamza Gürgüç'ten farklı bakış açısına sahip MİT Kontrespiyonaj Dairesinden emekli olmuş olan Hiram Abas Ankara'ya gelmiş ve ASALA'nın temizlenmesi amacıyla yurtdışında eylemler düzenlenmesi için yapılacak operasyonlarda gönüllü olmuştur.
Yapılan planlamaya göre, operasyonları Köşk finanse edecek, ancak Hiram Abas Köşk'ün kadrosunda görünmeyecekti. Dış temsilciler lojistik konusunda destek olacaktı. Hiram Abas'ın ekibi 5 kişiden oluşmaktaydı. Bazıları asker kökenli olan ekibin üyeleri iyi lisan biliyor ve çok iyi silah kullanıyorlardı. Hazır olduklarında kendilerine “yakalandıkları takdirde birbirleriyle ve devletle herhangi bir ilişkiyi asla kabul etmeyeceklerine” dair bir belge imzalatıldı. İşlerin ters gitme olasılığına karşılık olarak, tim mensuplarının sol koltuk altlarına bir ameliyatla 3 küçük siyanür içeren hap yerleştirildi. Kriz anında ameliyatlı yer, tırnakla açılacak ve haplar alınıp intihar edilecekti. Yemin böyleydi.
Ekmekçiyan tarafından Erkan Gürvit’e isimleri verilen şahıslar, Lübnan'da yaşamaktaydı. O dönemde, İsrail, Lübnan'ı işgal etmiş ve FKÖ gerillalarıyla birlikte ASALA militanlarının üslerine de baskınlar düzenlemişti.
Ayrıca, MOSSAD, bir jest yaparak MİT'i bu baskınlara davet etmişti. 5 kişilik tim vakit kaybetmeksizin Bekaa'ya geçmiş, bazı belgelere ulaşmış ve Ekmekçiyan tarafından isimleri verilen kişiler, belirli adreslere çekilerek imha edilmişti.
ORLY baskınının ardından başta Fransa olmak üzere tüm Avrupa ülkeleri ASALA’yı korumacı tavrını terk edince, Avrupa Türk istihbaratçılar için rahat operasyon yapılabilir bir alan haline dönüşmüştü.
Avrupa'ya geçen timler, Paris ve Atina'da çok önemli faaliyetlere imza atmışlardır. Bunlardan bazıları; Hiram Abas'ın St. Jeanne de Chantal Ermeni kilisesinin avlusuna bırakıp patlamaya 15 dakika kala bizzat ihbar ettiği bombalar, Paris'te Pont de L'alama köprüsünün sahanlığında çapraz ateşe tutularak öldürülen ASALA militanı, timin bir hatası sonucu Pire-Atina seferini yapan banliyö treninin bir vagonunda, kovaladıkları hedefle teke tek kalan ve kanlı bir boğuşa giren "Yakup Cemil" kod adlı tim üyesi...
Can Dündar’ın yukarıda verdiği bilgilere ek olarak, Ercan Çitlioğlu’nun ASALA’ya yönelik olarak gerçekleştirilen operasyonlarla ve konuyla ilgili olarak T.C. Devleti’nin izlediği politikalarla ilgili verdiği bilgiler ve değerlendirmeler de oldukça önem arz etmektedir:
ASALA’nın ortadan kaldırılma sürecinde, devletin ciddi rolü olmuştur.
Elbette bu tür operasyonlar hiçbir şekilde kamuoyuyla paylaşılacak operasyonlar değildir. Ama mesela Iraklı Türkmenler bu operasyonlarda yer almışlardır.
Çünkü onlar bir başka ülkenin yurttaşları, Türkmen kardeşlerimiz Irak vatandaşı. Dolayısıyla onların bir eylemde aktif rol almaları ve yakalanmaları halinde Türkiye Cumhuriyeti’nin bu işin içinde devlet olarak olduğunu kanıtlayacak hiçbir şey yoktur. Türkmen kardeşlerimiz bu operasyonlarda kullanılmışlardır ve görevlerinde başarılı da olmuşlardır.11
Özetle, bu operasyonların ardından ASALA etkinliğini geniş ölçüde yitirmiş, bir takım söylentiler dışında bu operasyonlarla Türk Gizli Servisi arasında doğrudan bir ilişkinin kanıtları ortaya konamamıştır. Yalnızca bu durum bile önemli bir başarı göstergesidir.
ASALA’nın eylemlerine karşılık olarak T.C. Devleti’nin izlediği politikalar ve aldığı önlemlerle ilgili bir soruya karşılık olarak E. Çitlioğlu Londra Büyükelçiliği’nde Basın Müşaviri olarak görev yaptığı sırada Türkiye’nin Londra Turizm Ofisine 1979’da yapılan bombalı saldırı sonrasında basına açıklama yaparken karşılaştığı bir olayı şu şekilde aktarmaktadır.
Ben BBC ve ITN gibi televizyonların kameralarıyla orada karşı karşıya kaldım. BBC muhabirinin bana sorduğu ilk soru şuydu: “1915’te Osmanlılar tarafından veya Türkler tarafından Ermenilere uygulanan soykırım konusunda ne düşünüyorsunuz?”
Ben Ermeni soykırımı konusunu ilk defa bombalanmış ve paramparça olmuş Türk turizm ofisinin önünde bir İngiliz televizyon muhabirinin ağzından duydum. Düşününüz ki; ben bir devlet görevlisiyim, Londra gibi önemli bir merkezde basın müşaviriyim ve elçiliğin sözcülüğünü ifa ediyorum. Ermeni soykırımı konusunda en ufak bir bilgim yok, bu göreve gidene kadar da böyle bir eğitimden geçirilip, 'böyle bir iddia, böyle sorun vardır Türkiye'nin karşısında, dolayısıyla sizin de buna karşı aksi yönde tezler ileri sürüp karşı bir tez oluşturmanız gerekir’ tarzında hiç kimseden bir tek kelime dahi duymadan atandım Londra'ya.
Bu sadece benim başıma gelen ya da benim yaşadığım bir olay değildir. O dönemde yurtdışına tayin olan hem Dışişleri Bakanlığı mensupları hem Başbakanlık ve diğer Bakanlık mensupları bu konuda en ufak bir eğitimden geçmeden gitmişlerdi. Yani bunu şunu açıklamak için söylüyorum. 1978 yılına gelinceye kadar Türkiye'nin bu konuda antitez üretmeye yönelik bir politikası yoktu.
Zamanla ASALA terör eylemleri tırmanmaya başladı. Onun üzerine devlet bir çalışma yapma, belgelere girip, arşivlere girip antitezler oluşturma veya antitez demeyelim de gerçekleri gün ışığına çıkarma tarzında bir yöntemi izlemeye karar verdi. Bu olayların başlangıcından herhalde bir 50-60 yıl sonra yaptı bunu ve bu maalesef Ermenilere kendi tezlerinin dünya kamuoyunda yerleşmesi ve yaygınlaşması için çok büyük bir zaman kazandırdı. Bizim olayı geriden takip etmemizin temel nedenlerinden bir tanesi budur.
Burada hemen şunu da eklemek istiyorum, bu olaydan veya olaylardan sonra acaba bize Ankara'dan 'bu konuda şunları söyleyebilirsiniz veya şu kaynaklara başvurabilirsiniz’ tarzında bir talimat geldi mi diye merak ederseniz, hayır gelmedi. Ben bana sorulan bu soruyu yanıtlayamamanın acısını içinde hissettigim için kışisel imkânlarımla bu konuyu araştırmayı tercih ettim. Ve 20-25 yıldır da hâlâ bu konuyu araştırmaya ediyorum.
Ama arzu ederdim ki böyle bir olaydan sonra bu konuyu araştırma ihtiyacı hissetmeyeyim de devlet beni bu göreve gerekli tüm donanıma sahip kılarak göndermiş olsaydı. Çok kıymetli zaman yitirmemiş olurduk. 12
ASALA Terörüne Türk Kamuoyunun Tepkileri
1973 yılından itibaren yabancı ülkelerde görev yapan Türk diplomatlarına yönelik silahlı, bombalı saldırılar düzenlenmiş ve 34 vatandaşımızı katleden Ermeni teröristlerin büyük çoğunluğu da yakalanamamıştır. Yakalananlar ise çok az bir cezaya çarptırılarak serbest bırakılmışlardır. Tüm bu cinayetler ve cinayetlerin faillerinin cezasız kalması Türk kamuoyunda tepkilere neden olmuş ve zaman zaman infiallere neden olmuştur.
Los Angeles Başkonsolosu Mehmet Baydar ve yardımcısı Bahadır Demir’in 1973 yılında öldürülmesi sonrasında, Hükümet terör olayları zincirinin ilk halkası olan bu olayı şiddetle kınamış ve ABD’ye protesto notası vermiştir. Türk basınında ise farklı yorumlar yer almıştır: İsmail Cem “olayı talihsiz bir oyun olarak degerlendiriyor’, Burhan Felek “Cumhurbaşkanını dahi korumaktan aciz ABD’nin Türk hariciyecileri nasıl koruyabilecegini sorguluyor’ ve Abdi İpekçi ise “Türk basını kendi kendini denetledi. ABD’ deki Ermeni oyunlarından bahsetmedi. Halbuki yıllardır bir senaryo
oynanıyor. Buna rağmen kin ve intikam dolu yayınlar sürdürülüyor. Neticede iki masum öldürüldü’ diyordu.
22 Ekim 1975 tarihinde Viyana Büyükelçisi Daniş Tunalıgil’in öldürülmesi sonrasında, olay Türkiye’de şaşkınlıkla karşılanmış ve dönemin Başbakanı tarafından “gereği yapılacaktır’, ana muhalefet partisi lideri tarafından ise “tedhişçiler iğrenç hareketleriyle kendi amaçlarına zarar vermıştir’ şeklinde açıklamalarda bulunulmuş, basın ise katillerin kimliğini sorgulamakla meşgul olmuştur. Tepkilere bakıldığında bir Ermeni terör silsilesi ile karşı karşıya olduğumuzu kimse idrak edememiştir.
24 Ekim 1975 günü Paris Büyükelçimiz İsmail Erez ile şoförü Talip Yener öldürülmüş ve sonrasında Hükümet tarafından yukarıdakine benzer açıklamalar yapılmıştır. Bununla birlikte, basının sesini daha fazla
yükseltmeye başladığı, olayı sorgulamaya başladığı görülmektedir. Bu arada, Türk halkının belirli bir kesiminde şiddetle karışık tepkiler oluşmaya başlamıştır. Bir Ermeni vatandaşımızın evinin Elazığ’da kundaklanması, bazı batılı ülkelerin protesto edilmesi ve Hükümetin gerekli tedbirleri alması için sert bir şekilde uyarılması bu tepkilere örnek olarak gösterilebilir.
16 Şubat 1976’da Beyrut’ta Başkatip Oktar Cirit’in ve 9 Haziran 1977’de Vatikan Büyükelçisi Taha Carım’ın öldürülmesi sonrasında hükümet benzer tavrını sürdürmüş ve rutin açıklamalarını yapmıştır. Öte yandan, yazılı basın Hükümete nazaran daha keskin bir tonla olayları kınarken, daha çok terör olaylarının nedenlerini araştırmakla meşgul olmuştur.
Genel olarak bakıldığında, Hükümet tarafından Ermeni terörü karşısında pasif olarak nitelendirilebilecek tavrın 1980’lere kadar belirli bir çizgide sürdürüldüğü, daha sonra ise Bölüm 5.3.1.’de anlatıldığı üzere aktif bir politika izlenerek Ermeni terörü ile mücadele edilmeye başlandığı görülmektedir.
Ermeni terörünün ülkemizdeki yaralayıcı etkilerine karşılık olarak diğer ülkelerde de Türkiye’nin aleyhine olan sonuçları olmuştur. Bunlardan en önemlisi, daha önce de belirtildiği gibi, Ermeni meselesinin diğer ülkeler nezdinde gündeme gelmesi ve gündemde tutulmasıdır.
Ülkemiz gündemini uzun süre meşgul eden Ermeni meselesinin Ermeni terörü sayesinde nasıl diğer ülkelerin gündeminde tutulduğunu göstermek açısından, uluslararası basın yayın organlarında Ermeni meselesi ve iddiaları ile ilgili yer alan olumlu/olumsuz yayınlara ilişkin Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü tarafından derlenen istatistiki bilgiler EK-5’de sunulmuştur. Sözkonusu bilgiler ve istatistikler T.C. Devleti’nin konuyla ilgili politikasının bilimsel kaynaklı veriler ile değerlendirilmesine de olanak sağlayacağı düşünülmektedir.
Sonuç
Bu bölümde, Türkiye’nin ASALA’ya yönelik politikaları, negatif ve pozitif yönleriyle birlikte, genelde eleştirisel bir yaklaşımla incelenmiştir.
Genel olarak bir değerlendirme yapıldığında, T.C. Devleti’nin ASALA terörüyle ilgili olarak, terörün zirvede olduğu dönemde ve sonrasında gerekli politikaları oluşturmayarak pasif kaldığı, bu pasiflik nedeniyle Ermeni iddialarının dünya kamuoyunda yoğunluk kazandığı ve Ermeni meselesinin bugünkü durumuna gelmesinde rol oynadığı düşünülmektedir. Bu durum, bahse konu istatistiklerde Ermeni meselesi ile ilgili olarak Türkiye aleyhinde yazılan yazıların çoğunluğu teşkil etmesinden ve çeşitli ülke parlamentolarında sözde soykırım ile ilgili kararların artan bir şekilde alınmasından da anlaşılabilmektedir.
1982 yılı sonrasında ASALA’ya yönelik olarak gerçekleştirilen eylemlerin ve sonuç olarak ASALA’ nın sonunun gelmesinin T.C. Devlet’inin söz konusu dönemde izlediği politika ile bağlantısı olduğunu iddia eden kuvvetli görüşler de bulunmaktadır. ASALA’ya yönelik olarak gerçekleştirilen bu tür eylemlerin resmi bir politikanın ürünü olduğunu söylemek mümkün olamayacağından, bu konuyla ilgili detaylı bilgilere erişmek de mümkün olamamaktadır.
Yukarıda yapılan tenkitler doğrultusunda, Türkiye’nin Ermeni iddiaları ve genel olarak Ermeni meselesi ile ilgili olarak daha aktif bir politika izlemesinin ve bilimsel tabanlı çalışmalara önem vermesinin çözüm açısından sonuç üretici olacağı düşünülmektedir.
BÖLÜM VI
SONUÇ
Bu çalışmada Ermeni meselesi ile çok yakın bağlantısı bulunan ASALA terör örgütü çeşitli yönleriyle incelenmeye çalışılmıştır. ASALA terör örgütü ile ilgili bu çalışma hazırlanırken, konunun bütünlüğünün bozulmaması ve ASALA’ nın yadsınamaz katkıları nedeniyle Ermeni meselesi ve terörü de dünü ve bugünüyle belirli bir çerçevede analiz edilmiştir.
Yapılan çalışma ile belirli bir dönem boyunca insanlık dışı eylemlerde bulunan ASALA terör örgütü, güncel bir bakış açısı ve günümüzde mevcut olan bilgiler/gelişmeler aracılığıyla analiz edilmeye çalışılmış, ASALA’nın Ermeni meselesine etkileri araştırılmış ve Türkiye’nin ASALA’ya yönelik politikaları irdelenmiştir.
İlgili bölümlerde detaylarıyla belirtildiği üzere, Ermeni meselesinin ilk ortaya çıkışı 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı sonrası Ayastefanos Antlaşmasıyla başlamış ve günümüze kadar zaman zaman şiddetlenen ve ülkemize sıkıntılı dönemler yaşatan bir seyir izlemiştir.
Büyük Ermenistan olarak tabir edilen rüyayı gerçekleştirebilmek için, Ermenilerin 1915 yılında zorunlu olarak göç ettirilmesini soykırım olarak iddia eden Ermeniler ve çıkarcı destekçileri bu durumu istismar ederek; sözde soykırım iddialarının dünyaya tanıtılmasını, sözde soykırımın Türkiye tarafından tanınmasını, daha sonra Türkiye'den tazminat alınmasını ve nihai aşamada Batı Ermenistan olarak adlandırılan toprak parçasının Türkiye'den koparılmasını amaçlamaktadırlar.
“İstismar” kelimesi Ermeni meselesinin arkasında yatan gerçekleri çarpıcı bir şekilde yansıtmak amacıyla bilinçli bir şekilde yukarıdaki ifadede kullanılmıştır. Ermeniler bir yandan soykırım yapıldığını sürekli olarak iddia etmekte, bir yandan da hem söylemleri hem de eylemleri ile Türkiye’den toprak alınmasını hedeflediklerini göstermektedirler. Soykırıma uğradığını iddia eden bir toplumun, nihai aşamada toprak talebinde bulunması bu iddianın ciddiyetsizliğinin ve tutarsızlığının bir göstergesi olarak değerlendirilmektedir.
Ermeni meselesine çözüm bulmayı kendisine görev edinen ve suikast türü kalleşçe yapılan silahlı eylem metoduna başvuran ASALA terör örgütü 1974-1985 döneminde tarih sayfalarındaki yerini almıştır. Ermeni topraklarını kurtarmayı, Ermenistan’ı kurmayı ve “sözde katliam”ın tarihi bir gerçek olarak Türkiye tarafından kabulünü sağlayarak, Türkiye'yi tazminat ödemeye mahkum ettirmeyi hedeflediklerini açıkça ilan etmişlerdir.
Gerçekleştirdiği eylem sayısı açısından dünyada İRA'dan sonra ikinci sırada yer alan ASALA, 21 ülkenin 38 kentinde, 39'u silahlı, 70'i bombalı, biri de işgal şeklinde olmak üzere toplam 110 terör olayı gerçekleştirmişlerdir. Bu saldırılar sırasında 34 diplomatımız maalesef hayatını kaybetmiştir.
ASALA’nın faaliyetleri yakından incelendiğinde, gerek hedef seçimi, gerek eylem sayısı, gerek eylemlerin gerçekleştirilme biçimleri ve çapları ve gerekse eylem sırasında ve sonrasında istisnai durumlar dışında teröristlerin ele geçirilememeleri açılarından bir genel değerlendirme yapıldığında; ASALA’nın profesyonel destek ve yönlendirmeye sahip bir örgüt olduğu sonucuna varılmaktadır. Bu tür bir destek ve önderlikten yoksun bir yapılanmanın belirtilen faaliyetleri tasvir edilmeye çalışılan biçiminde gerçekleştirmesinin mantık sınırlarını zorlayacağı açıktır ve mümkün olamayacağı düşünülmektedir.
Ermeni meselesi açısından değerlendirildiğinde, ASALA’nın önemli bir etkiye sahip olduğu söylenebilir. ASALA’nın yaptığı eylemler vasıtasıyla, sözde Ermeni iddiaları sürekli gündemde tutulmuş ve özellikle Batı kamuoyu etkilenmiştir. Ayrıca, ASALA’nın yaptığı bu kanlı eylemlerin sözde Ermeni soykırımının intikamının alınması için yapıldığı fikri Ermeniler arasında, Ermeni bilincinin ve milliyetçiliğinin canlı tutulmasına ve Ermenilerin sözde Ermeni soykırımı tezine sıkı sıkıya tutunmalarına neden olduğu söylenebilir.
Yukarıda ifade edilmeye çalışılan görüşler, genel hatlarıyla Ermeni meselesinin için de geçerlidir. Direkt olarak konuyla ilgili olmayan ülkelerin, tarihi gerçekleri bilmeden, derinlemesine incelemeden, Ermeni meselesine dahil olması ve bir taraf gibi davranması; ön planda öne sürülen sözde Ermeni soykırımının kabul ettirilmesine yönelik bir çabadan ziyade arka planda sürekli sıcak tutulan gizli emellerin bir uzantısıdır.
Yukarıda bahsedilen gizli emeller ile kastedilen birçok farklı husus bulunmaktadır:
İlk olarak, güçlü bir Türkiye bahse konu ülkeler tarafından stratejik önemi yüksek Ortadoğu’da çıkarları engellenir korkusuyla istenmemektedir. Bu nedenle, Türkiye kaynakları farklı da olsa terör belası ve taviz verilmesini içeren çeşitli iddialar ile sürekli uğraştırılmakta, güç ve istikrar kazanması engellenmektedir. Türkiye, dönem dönem ASALA, PKK, sol orijinli ve dini radikal örgütlerin saldırıları ve eylemleri ile karşı karşıya kalmakta, Ermeni, Kürt ve Kıbrıs meseleleriyle kuşatma altına alınmaktadır.
İkinci değinilecek husus ise, Ermeni meselesi gibi konularla Türkiye’nin sürekli köşeye sıkıştırılarak, söz konusu ülkelerin Türkiye üzerindeki çıkarlarının daha kolay elde edilmesi ve/veya Türkiye aracılığıyla gerçekleştirilecek, Türkiye’nin ayak dirediği faaliyetlerin daha rahat gerçekleştirilmesidir. Özet olarak, bu baskıların anılan ülkelerce hafifletilmesi karşılığında, Türkiye yapmak istemediği bir faaliyete, kabul etmek istemediği bir icraata mecbur bırakılmaktadır.
Son olarak, bahse konu ülkelerin Ermenilerin savlarına ve el altından ASALA’ya destek vererek/göz yumarak, Ermenilerin arzuladıkları bölgede bir devlet olarak ortaya çıkmalarına katkı sağlamaları durumunda, stratejik bir bölgede bulunacak Ermenileri daha sonra çıkarları doğrultusunda “borçlusun baskısını yaparak” rahatlıkla kullanmak istemeleri, bu ülkelerin diğer bir gizli emeli olarak ortaya çıkmaktadır.
Bu noktada ASALA ve Ermeni sorunu ile ilgili olarak günümüze kadar siyasi iradeler tarafından izlenen politikalarla ilgili bazı eleştiriler yapmanın yararlı olacağı düşünülmektedir.
Genel olarak bakıldığında, Türkiye’nin çeşitli konularda kendini yeterince ifade edemediği veya zamanında gerekli aksiyonları yapmadığı veya yapmakta yavaş kaldığı görülmektedir. Bunlara örnek olarak Ermeni meselesiyle ilgili gerçeklerin belgeleriyle dünya kamuoyuna anlatılamaması, geç kalınması, ASALA terörüne karşı verilmesi gereken ivedi reaksiyonun ancak 1980’lerden sonra, birçok kayıp ve karışıklık sonrası, verilmesi gösterilebilir. ASALA terörünün bütün şiddeti ile sürdüğü dönemde Türkiye’nin tamamıyla haklı bir durumda dahi kendisini ifade edemediği, dünya kamuoyunu kendi yanına çekemediği, aksine kanlı eylemleri yapan ASALA’nın Ermeni soykırımı iddialarının daha çok dillendirildiği bir kamuoyunu oluşturduğu gözlemlenmektedir. Ayrıca, Türkiye, Ermeni meselesinin gündeme geldiği dönemlerde ancak reaksiyon göstermeye çalışmış, kısaca günü kurtarma politikası izlemiştir. Bu da kalıcı bir çözümün yollarını tıkamış veya uzatmıştır. Türkiye haklı olduğu bir meselede dahi sürekli kendini savunan durumuna düşmektedir.
Eleştirilecek diğer bir nokta ise, yukarıdaki hususlarla iç içe geçmekle birlikte, Türkiye’nin kendisini ifade edeceği bilimsel tabanlı altyapıyı ve bu doğrultuda kendi yanında yer alacak dünya kamuoyunu oluşturamamasıdır.
Yukarıdaki eleştiriler bulunduğumuz konum ve bilgi birikimiyle yapılmıştır. Bununla birlikte, şunu da kabul etmek gerekir ki, görünenler her zaman gerçekleri yansıtmayabilmekte, bu da yanlış değerlendirmelere sebep olabilmektedir. Bu durum, muhalefet partilerinin iktidar olduklarında savundukları değerlere/fikirlere aksi istikamette icraat yapmaları ile özdeşleştirilebilir. Bu nedenle, yukarıda yapılan eleştiri konularının siyasi yönetimler tarafından bilinmemesine imkan bulunmadığından, siyasi düzeyde çözüm üretimine engel olabilecek farklı dengelerin olabileceği ihtimali de göz ardı edilmemelidir.
Sonuç olarak, ülkemizin gittikçe köşeye sıkıştırıldığı bu dönemde, Türkiye’nin “bekle ve gör” politikasını terk ederek proaktif bir rol üstlenmesinin, olası iddialara ve baskılara karşı gerekli altyapıyı oluşturarak hazırlıklı olmasının, kendisini savunma durumunda bulmadan bilimsel bazlı çalışmaları yapmasının ve çalışma sonuçlarını etkin bir şekilde kullanmasının yararlı olacağı düşünülmektedir.
EKLER
EK-1
İnal BATU ile Yapılan Röportaj
16.04.2007 tarihinde Hatay Milletvekili Emekli Büyükelçi Sn. İnal BATU ile “Ermeni meselesi ve ASALA” üzerine T.B.M.M ‘deki ofisinde yapılan röportaj metni aşağıda sunulmuştur.
Z.K.: Ermeni Sorununun bu kadar gündemde tutulması ve ASALA cinayetleri hakkında düşüncelerinizi sorarak röportajımıza başlamak istiyorum, görüşleriniz nelerdir, aktarabilir misiniz?
İ.B: Ermeni sorunu bizim devekuşu gibi yıllarca başımızı kuma sokup, uzaktan izlediğimiz bir sorundur. Sorunun kökeninde Osmanlı’nın uyguladığı tehcir vardır. Bunun da öncesinde Ermenilerin döktüğü Türk ve Müslüman kanları var. Malum Osmanlı amansız bir savaş içerisinde sınır güvenliğini sağlamak için devlete isyan etmiş olan Ermenilere tehcir etmeye karar veriyor ve neticesinde kanlı hesaplaşmalar oluyor. Her iki taraftan da çok insan ölüyor. Soykırımla ilgisi yok. Soykırımın tanımı, Birleşmiş Milletlerin 1975 sözleşmesinde açıkça yer almaktadır. Bu tanıma göre yapılan soykırım değildir. Niye mesele bugünlere kadar gelmiştir? Ermeniler de aynı Yahudiler gibi dünyanın her tarafına yayılmış iyi örgütlü cemaatlerdir. Asimile olmamaları için her azınlık gibi birbirlerini çok tutuyorlar. Çok zengin oluyorlar, çok beceri sahibi insanlar, iyi okumuşlar. Bir tek ortak davaları var, o da soykırım iddiaları. Ben bir diplomat olarak 1961 yılında Dışişleri Bakanlığına girdim. 1972 yılı sonunda ilk ASALA cinayeti işlendiğinde hayretler içerisinde kalmıştım. Herhalde bir kindar bir meczubun işi demiştim. Ciddiye almamıştım. Amerika’da Afrika’da bulundum. Birçok Ermeni arkadaşım vardı. Bir anımı anlatayım. Afrika’da parasız kalmıştım. Kimden ödünç para alayım diye düşünürken, bir Ermeni tüccar sahip çıktı. Sonra maaşım gelince ödedim. Yani Ermenilerle gayet dostça ilişkiler içerisindeydim, onlarla Türkçe konuşurduk ve bu Türkçe konuşan insanlarla dostça konuşurduk.
İşin özü davalarını yaşatmak için, toplanmış zengin, etkili Ermeni cemaatleri vardır ve bunları kısmen oy hesapları ve kısmen de davaya inandıkları için destekleyen politikacılar vardır, sonuçta iş çığ gibi büyümüştür. Ve o politikacılar meseleleri kendi parlamentolarına getirip soykırım yoktur demek suçtur denen bir yasayı geçirtiyorlar parlamentolarında. Avrupa Birliğine hazırlık çalışması var bu çerçeve içerisinde. Bütün Avrupa’da suç haline getirme hazırlıkları var. İş büyüyor. Hem yayın yoluyla hem propaganda yoluyla kitleleri etkilemekte bizim çok önümüzdeler ve çok daha başarılı olmuşlardır. Davaları budur. Ama yavaş yavaş Türkiye de işin önemini ve vahametini anlıyor, ben buna 3T diyorum; davayı “Tanıtma, Tazminat ve Toprak”. ASALA terörü ile Ermeniler birinci aşama olan “Tanıtma” aşamasını geçtiler. Şimdi “Tazminat” konusunda yol aldılar. Amerikan mahkemelerinde “Toprak” konusunda da mutlaka hazırlıkları vardır, toprak talebinde bulunmak açısından. Ermenistan Cumhuriyeti kuruldu, diasporadan gelen sadakalarla yaşıyorlar. Ermenistan da neredeyse bir düşman ülke gibi sınırlarımızın ötesinde, her türlü uzlaşma önerilerini reddediyorlar. Bu arada, Türkiye önemli gelişmeler kaydetti, Türk diasporası güçlenmeye başladı ama maddi kaynaklar açısından ise yetersizdir. Bu arada belirtmek gerekir ki, Washington ve Newyork Türk diasporaları kavgalıdır.
Z.K.:ASALA ile ilgili görüşlerinizi paylaşır mısınız?
İ.B.: Terörde, silahlı propaganda denilen bir kavram vardır. Türkiye’de de 12 Eylül döneminde Silahlı Propaganda Birliği diye bir terör örgütü vardı, örneğin. Yani silah yoluyla davalarını tanıtmak. ASALA bununla baskı yaptı ama garip bir tesadüf değildir. ASALA’nın faaliyetleri, Kıbrıs Harekatıyla başlar. Eş zamanlıdır. Kıbrıs’ta ben diplomattım, çok yakından tanık oldum. ASALA’yı Kıbrıs Rum kesiminin nasıl desteklediğini bizzat gördüm. Onlara nasıl lojistik destek verdiklerini gördüm. Pasaport verdiklerini, aynı Öcalan’a verdikleri gibi. Öcalan nasıl Rum pasaportuyla yakalandı, ASALA katilleri de Rum pasaportuyla yakalandı. Mesela Kıbrıs’a geliyorlardı, dinleniyorlardı, Rum pasaportu alıp cinayet işliyorlardı. Ermenilerin öldürdüğü ilk diplomat çok yakın arkadaşımdı. Diplomatın ölümü Ermenilere ilham kaynağı oldu. Bunun ASALA ile falan ilgisi yoktu. O bir meczup ihtiyardı. Ancak, Ermenileri dost sayan aynı benim gibi bir diplomatımızı öldürmüşlerdir. Hunharca öldürdüler. Onun yarattığı tepkiler ASALA’ya ilham kaynağı oluyor. Biz bir örgüt kuralım diyorlar. Kıbrıs ve Yunanistan onlara destek oluyor. ASALA, Türkiye’nin kendi mücadelesiyle ortadan kalkıyor ve yerini PKK’ya bırakıyor. Aynı model yani. Aynı Kıbrıslı Rumlar ve Türkiye’nin düşmanı. Bu sefer PKK’yı desteklemeye başlıyorlar. Sırf Rumlar ASALA’yı yarattı demiyorum. ASALA cinayetinin yarattığı geniş tepkiler onlara ilham kaynağı olmuştur. Tanıtma dedim ya, onu silahlı propaganda ile yapmaya başladılar. Bu da bir tanıtma yöntemidir. Şiddet ve kan dökerek bu insanları kendi davasıyla bir ilgisi olup olmadığına bakmadan bilmem neredeki bir Türk Büyükelçiliği’ne katliam yapmışlardır. Halbuki ne alakası var onların soykırımla. Silahlı bir propaganda örgütüdür ASALA.
Z.K.: ASALA’nın CIA ve KGB tarafından kurulup desteklendiği konusunda görüşleriniz nelerdir?
İ.B.: Kıbrıslı Rumlar ve Yunanistan doğrudan doğruya ASALA’ya destek vermişlerdir. Düşmanımın düşmanı benim dostumdur teorisine göre. Yaralılara bile kendi elleri ile bakmışlar iyileştirmişlerdir. Aynı sonraki yıllarda PKK’ya yaptıkları gibi. Büyük gizli servislere geldiğimizde süper devletler dünyadaki her gücü kontrol altında tutmak isterler, bir kere bu bir prensiptir. Süper devletler, bir ölçüde İngilizler, Fransızlar dünyanın neresinde olursa olsun güçleri ellerinde bulundurmak isterler. İşlerine geldiği ölçüde de desteklerler. Bir kart’tır bu, nasıl PKK kartını kullanıyor birçok devlet, hepsi de kullandı hala kullanıyor. Kime karşı Türkiye’ye karşı ve İran’a karşı Amerika kullanmaktadır. PKK, o apayrı bir konu. Onu ayrı konuşmak gerek. Süper güçler mutlaka, etkili gücü, bu siyasi güç olabilir, siyasi parti olabilir, sivil toplum kuruluşu olabilir, terör örgütü olabilir, hepsinin içine girip kontrol etmek isterler. KGB’nin ve CIA’nın ASALA’ ya yaptığı budur. Ben şunu demek istemiyorum. CIA ve KGB Türk Diplomatlarını öldürülmesi için talimat verdiler demiyorum. Bu konuda bilgim yok. Ama mutlaka bu konunun içine girmişlerdir.
Z.K.: ASALA’nın Ermeni sorunundaki yeri nedir?
İ.B.: ASALA 3T planının bir aşamasıdır. Gerek kendi içlerindeki bölünmeler gerek antipatik olmaları ve ayrıca davaya zarar verdiklerini düşünerek silahlı propagandaya son vermişlerdir. Ama ne yapmaya başladıklarını her gün görüyoruz, parlamentolara teklifler vererek, kararlar çıkartarak kitaplar yazarak, ana amacı tekrar ediyorum: Ermeni toplumlarına kişilik kazandırmak ve bir kimlik bunalımından kurtarmaktır. Ermenilerin hedefi asimile olmadan bu dava etrafında toplanmaktır.
Z.K.: ASALA’nın PKK içerisinde faaliyetlerine devam ettiği yönünde görüşler var, sizin bu konu hakkındaki düşünceleriniz ve eklemek istedikleriniz nelerdir?
İ.B.: ASALA diye bir örgüt artık şu an yok, ancak esas olarak, zamanında ASALA’yı destekleyenler şimdi PKK’ yı destekliyordur. PKK’ya Ermenilerin sempati duyduklarını düşünüyorum.
Z.K.: Deneyimli ve başarılı bir diplomat olarak katledilen diplomatlarımız için neler hissettiniz, gerekli ilgiyi ve tepkiyi milletçe gösterebildiğimiz hususunda düşünceleriniz nelerdir?
İ.B.: Her cinayetten sonra yüreğimiz yanmıştır. Hepsi çok kıymetli arkadaşlarımızdı. Senede bir defa anılırlar o kadar. Tabii ki yeterli değil. Son olarak, şunu da ifade edeyim, Kıbrıs’ta diplomat iken bana karşı ciddi bir suikast girişiminde bulundukları bilgisini aldım.
Z.K.: Ermeni sorunu ile ilgili olarak herkesin bu konuyla ilgilendiğini, ama asıl ilgilenmesi gerekenlerin tarihçiler olduğu ve belgelerin kullanılması gerektiği yönünde görüşler bulunmaktadır. Siyasetçilerin bir adım geride durmaları gerektiği yönünde görüşler vardır. Siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?
İ.B.: Hayır, hayır, sadece bilimsel savaş değil, siyası savaştır. Çünkü siyasetçiler var bizim karşımızda. Fransa’da bizim canımızı acıtan kim? Fransız Siyasetçileri. Avrupa Birliği, Almanya’da kim? Siyasetçiler. Arjantin ve Amerika’da kim? Yine siyasetçiler. Bilakis siyasetçiler daha da faal olmalılar. Tam tersine siyasetçiler öne geçmeli. Bilimsel bir komite kurulmalı. Ermeniler bilimsel komiteyi zaten reddetmişlerdir.
Z.K.: Verdiğiniz değerli bilgiler ve yoğunluğunuz içerisinde zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederim.
İ.B.: Ben teşekkür ederim.
EK-2
Doç.Dr. Hasan OKTAY ile Yapılan Röportaj
09.04.2007 tarihinde Doç. Dr. Sn. Hasan OKTAY ile “Ermeni meselesi ve ASALA” üzerine Ankara’da yapılan röportaj metni aşağıda sunulmuştur.
Z:K : Kendinizden kısaca bahsedebilir misiniz?
H:O : Doç.Dr. Hasan OKTAY, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesiyim ve bir dönem ASAM (Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi)’ da Ermeni Masası Başkanlığı yaptım.
Z.K: Asıl konumuz ASALA’ya geçmeden evvel, Ermeni meselesi hakkında bilgi verebilir misiniz?
H.O: Türkiye’ de ve dünyada Ermeni meselesi denilince maalesef sözde soykırım tartışmaları gündeme getiriliyor. Türk ve Ermeni kelimeleri bir araya geldiğinde akla güzel şeyler gelmeli, 1000 yıla gölge düşmemeli idi akla soykırım değil de, başka şeyler gelmeli idi. 1000 yıl bir kenara itilip son 10 yılda, 20 yılda yaşananlar yüzyıllara damgasını vurmamalıydı. Son 10 yılda 20 yılda yaşananlar o kadar acıdır ki iki toplum da, bu iki isim etrafında güzel şeyleri hatırlamak istememektedirler.
Z.K: 1915’ de ne oldu? Ermeni tehciri hakkında bilgi verebilir misiniz?
H.O.: Ermeniler Anadolu’da güven telkin eden bir topluluktu, ne oldu da "sadıka-i millet" tehcir edildi. 1915’te Osmanlı Devleti, ne oldu da sadık millet dediği Ermenileri göç ettirdi. Ermenilerle, Ermeniler adına siyaset yapanları ayrı tutmak gerekir. Bunu anlamak için öncelikle Ermeni toplumu kendi içersinde ikiye ayırmak gerekir. Birincisi Ermeni komitecileri, ikincisi de Ermeni topluluğudur. Ermeni meselesi aslında kilise etrafında Ermeni cemaati örgütlenmesidir. Ermeni örgüt ve komitecilerinin, kilise cemaati ve Ermenilerin yapısını bozma gayretidir. 19. yy’ın başlarındaki Fransız ihtilali ile birlikte "Romantik Milliyetçilik Akımı" ayrılıkçı harekete dönüştü, zamanla taraftar bulmaya başladılar. Ermeni terörü denilince, Ermenilerin Ermenileri öldürmesi akla gelmektedir, gelmelidir. İlk Ermeni örgütlenmesi Ermeni cemaatine karşı yapıldı, önce bunu tespit etmek gerekir, bunu tespit etmezsek süreci iyi anlayamayız. Ermeniler üzerindeki otoritenin yok edilmesi için ilk olarak Ermeni din adamları, avukatlar, doktorlar, tüccarlar hedef alındı. Sonrasında ise çeteceliler ve komiteciler, Ermenilere yaptıkları işleri de mal ettiler, Avrupa devletleri ise bunu iyice kışkırttı, böylece içişlerimiz de karıştırılmış oldu. Bu yapılanlarla, Reform, Özerklik ve nihai olarak Bağımsız Devlet hedeflenmekteydi.
Bunun üzerine Osmanlı İmparatorluğu toprak bütünlüğünü korumak haklılığı içerisinde Ermenileri tehcire tabi tutmuş ve bu noktada Ermeni bilinci ve Ermeni kültürü ciddi bir kesintiye uğramıştır. Ermeni insanında Osmanlı Devletine karşı bir kırılma meydana geldi. Ermenilerin göç ettirildikleri yerlerde Osmanlı’nın kontrolünün olmaması nedeniyle, Ermenilere Avrupa Devletleri ve Rusya kucak açmış, nüfus kaygıları nedeniyle Ermeniler, Fransa, İtalya ve ABD gibi ülkelere götürülmüşlerdir. Bu durum topraklara özlem duygusunu geliştirdi, bu duygu istismara açık bir duyguydu ve Osmanlı’dan genç Türkiye Cumhuriyetine geçiş sürecinde kullanılmak istenmiştir. Avrupa devletleri, bu konuyu kaşımışlar ve kontrolsüz güç haline dönüştürmüşlerdir. Sürekli olarak Ermeni bilinci canlı tutulmaya çalışılmış, bu da Ermeni toplumu içersinde yeni bir bilinç inşasını doğurmuş, gerekli psikolojik ve eylem altyapısı oluşturulmuştur.
Z.K.: Sanırım ASALA ile olan bağlantı da bu noktada ortaya çıkmaktadır. H.O.: Evet, ASALA ile bağlantı bu noktadan itibaren kendisini göstermektedir. Kimlik ve psikolojik kırılma, Ermeniyi kontrolsüz bir güç haline dönüştürmüştür. Bu da uluslararası güç odaklarının müdahale edebileceği bir atmosferdi. 1917-1945 yılları arasında baktığımızda, Ermenilerin bir örgütlenmeye doğru gittiği gözlemlenmektedir. Aslında kin ve nefret duygularının birinci kuşak Ermenilerde olmadığı hatta Türkiye’ye tekrar dönmek isteklerinin olduğu, 2.kuşaklar da bu isteğin daha azaldığı, 3. kuşak Ermenilerde ise bunun artık intikam ve kine dönüştüğünü söyleyebiliriz.
1923’ te devlet sürecine giren Türkler ile eskiden problemleri olan topluluklar hesaplaşmaya girmişlerdir. Geçmişi Türkiye unuttu, ancak Ermenilere Ermenilerden çok diğer devletler unutturmadı, günümüze kadar gelen ve halende sürecek olan asıl hesaplaşma Ermeni toplumu ve Türkiye üzerinden çıkar sağlamaya çalışan gizli güçler tarafından gerçekleştirilmektedir.
Z.K : ASALA terör örgütünden bahsedebilir misiniz? Sonuçta başarılı olmuşlar ve dünyanın dikkatini çekmişlerdir. Başarılarının aslında kendilerine ait olmadığı, ASALA'nın CIA ve KGB tarafından desteklendiği görüşlerine katılıyor musunuz?
H.O.: ASALA'nın yaptığı eylemler nitelik ve malzeme açısından incelendiğinde muhakkak uluslararası güç desteklidir. KGB’nin Ermeniler üzerinden komünizm propagandası yapmayı, CIA’nın ise Ermeniler üzerinden SSCB’ye karşı casusluk faaliyetleri yürütmeyi hedeflediklerini düşünürsek, Ermenilerin neden desteklendiklerini de anlayabiliriz. 2 ülke arasındaki çekişme de ASALA’yı doğurmuştur. ASALA, 20 Ocak 1975'te, Lübnan'da, Bekaa'da kurulmuştur. 1960’lardan itibaren ASALA gündeme getirildi. 1972 yılında Türk büyükelçimizin öldürülmesi ile faaliyetlerine başladıkları görülmektedir.
ASALA’nın eylemlerine bakıldığında tek başına eylem yapamayacaklarını görmekteyiz. ASALA örgütü kurulup eylemler yapıldığında dahi, Ermeni milleti tarafından bilinmiyorlardı. Örgüt üyeleri Bekaa’da eğitilmişlerdir. 40 eylem bittikten ve eğitimler tamamlandıktan sonra uluslararası güçler sahneden çekilmiştir ve Ermeniler’e teslim edilmiştir
Neden Ermeni tehcirinden 50-60 yıl sonra ASALA ile Ermeni terörü başlamıştır? Neden bu kadar sene aradan geçtikten sonra bu tür kanlı eylemler yapılmıştır? Bu noktada, ASALA terörünün Kıbrıs harekatından sonra başlamasını ise dikkat çekici buluyorum. Türkiye’nin Kıbrıs’ı alması istenmiyordu. Uluslararası güçlerin bu durumu göz ardı etmeyeceği düşüncesindeyim. Kıbrıs alındıktan sonra eylemlerin daha çok arttığı görülmektedir. Ermeniler kışkırtılmıştır. 1915’lerde meydana gelen olay neden 1974’ de ortaya çıktı? düşündürücüdür.
1980’lerden sonra dünya 2 kutuplu düzenden çıkmış 1990’lara doğru Rusya havlu atmıştır. Bu yeni dönemde ABD güç kazanmıştır. ASALA’ ya artık ihtiyaç kalmamış ve ASALA Ermenilere teslime edilmiştir.
Uluslararası güçlerin ne yapacağını önceden kestirmek, bilmek mümkün değildir, bunu bilemediğimiz için de birçok olay aniden meydana gelmektedir. Örneğin en son Malatya’da meydana gelen olay. Bu tür bir eylem 3 çocuğun tek başına yapabileceği bir eylem değil.
Terör safhasının bitirilerek, ikinci safhaya geçildiği düşüncesindeyim. Yeni açılımlar peşindeler, dünya parlamentolarında karar alma aşamasına geldiler. Dünyada terör denilince artık herkes aynı şeyi anlıyor ve terör artık kabul görmüyor. Yeni açılımda Ermeni soykırımını dünya parlamentolarında kabul ettirmek ve Türkiye’yi mahkemelerde mahkum ettirmek istiyorlar. Bunun süreceğini inanıyorum ve birilerinin bunu organize ettiğini düşünüyorum.
Z.K.: Psikolojik olarak Türkiye’yi sarsıp soykırım yaptık dedirtip final sahnesini mi oynamak istiyorlar?
H.O.: Evet mümkündür. Önümüzdeki dönemde karşılaşacağımız senaryolar bunlar, amaç kurtuluş savaşı ruhumuzu bölüp parçalamak.
Ayrıca, bu sıralarda, bazı büyükelçilerimiz tarafından öne sürülen Türkiye’de kendi kendimizi mahkemeye vermek gibi bir eğilim var. Kendi kendimizi mahkemeye vererek haklılığımızı savunmamalıyız. Ermeniler bir şey iddia ediyorsa, ispatlamak istiyorsa kendileri mahkemeye gitmelidir. Türkiye’nin Lahey Adalet Divanına gitmesinden bahsediyorum, bunu yaparak peşinen bazı şeyleri kabul etmiş gibi oluyoruz. Böyle bir problemimiz var.
Z.K.: ASALA terörünün Türkiye-Ermeni ilişkilerine etksi naslı olmuştur ? H.O.: ASALA vasıtası ile bizler Ermeni sorununu öğrendik. Ancak şunu da unutmamak gerekir ki ASALA varken Ermeni devleti diye bir devlet yoktu. Ermeni devleti 1992 yılında kurulmuştur. Dolayısı ile ASALA üzerinden bir devlet politikası güdülmesi çok yanlış bir tutum olur. Terör örgütünün bu kadar kompleks bir eylem yapma şansı yoktur. Bu örgüt organize edilmiş ve örgüt üzerinden hesaplaşmalar yapılmıştır. Verecekleri mesajlarıda vermişlerdir. Daha sonra ise örgütü delil karartmak için Ermenilere teslim etmişlerdir.
Z.K.: ASALA terör örgütünün kurulmasında ve eylemlerinde, birinci etken olarak veya destekleyicileri arasında kimi veya kimleri görüyorsunuz?
H.O.: Yarı yarıya KGB ve CIA, etkinlikleri ise zaman zaman değişir. Aslında organik bir örgüt yoktur. KGB ve CIA eylem yapmış , ASALA üstlenmiştir.
Z.K.: ASALA eylemlerini yurtiçinde değil de yurtdışında ve diplomatlarımıza yönelik yapmıştır, sizce bunun nedeni nedir?
H.O.: İlk neden uluslararası dikkatleri üzerlerine çekmekti, Türkiye’deki Ermeniler zaten bu işe karışmamışlardır ki! Türkiye’de Esenboğa’da olmuştur, onun da faili yakalanmıştır, hızlı bir şekilde de idam edilmiştir, konu konuyu açıyor ama, idam edilmese örgütün bütün bağlantıları ortaya çıkabilirdi. Hatta bu çocuk itirafçı olacaktı. Çözümleme maalesef yapılamadı. Türkiye’de tek eylem denediler, onun dışında ise Türkiye’de farklı isimler altındaki örgütlerde Ermenilerin olduğunu görmekteyiz. Orhan Bakıryan TİKKO örgütünü kuran isimdir. Bunu da ek bilgi olarak vermek isterim, TİKKO daha çok etnik kökene dayalı bir örgüt olduğu için Ermenilerin de yoğun bir şekilde olduğu söyleniyor.
ASALA eylemlerine karşı Türkiye’deki Ermeniler’in ciddi tepki verdikleri bilinir,Taksim meydanında Ermeni bir vatandaşmız tepkisini kendini yakarak göstermiş ve ölmüştür, Türkiye ‘de Ermeniler kendilerine destek ve ortam bulamamışlardır, aksine tepki almışlardır. Burada ayrım iyi yapılmalıdır, Ermeniler ayrı ASALA ayrıdır.
Z.K.: Peki Türkiye herhangi bir yaptırım uygulamış mıdır?
H.O.: Ermenistan bağımsızlığını ilan edince, ilk tanıyan devlet Türkiye olmuştur. Tanıdık, ancak diplomatik bağ kurulmadı. Ermenistan kurulur kurulmaz Azerbaycan ile Karabağ sorunu yaşadı ve savaş oldu. Ermenistan Karabağ’ı aldığı gibi yedi tane yerleşim merkezini ele geçirdi, ardından Hocalı Katliamı oldu. Bu gelişmelerin ardından Türkiye Ermenistan sınır kapılarını kapattı, işgali gerekçe göstererek ve şart koyarak. Bu sıralarda Oskanyan ile Azerbaycan Dışişleri Bakanı yaklaşık yirminci görüşmelerini yapıyorlar, benim tahminime göre şöyle bir sonuç çıkabilir. Ermenistan işgal ettiği yerlerden çekildikten sonra hemen sınır kapılarını açarsak sorunların yüzde altmışı çözülür kanaatindeyim.
Şunu da belirtmek isterim, burada gözden kaçırılmaması gereken bir husus ise; Mayıs ayında seçimler olacak, Karabağ konusunda Ermeni halkı kendi iç dünyasındaki gerçekleri hazmedemiyor, yük olduğunu düşünüyorlar. Türkiye bunu kullanmalıdır. Ermeniler sınır kapılarının açılması yönünde büyük çaba sarfediyorlar. Türkiye Karabağ iktidarını sona erdirilip normal bir iktidarın gelmesi yönünde çalışmalar yapmalıdır. Sınır kapılarının kapalı tutulmasını faydası bir yaptırım gücü oluşturmaktır. Bir bilgi olarak söyleyim, Azerbaycanın Ermeniler ile yıllık ticareti 150 milyon dolardır, neredeyse Türkiye’ni iki katıdır.
Z.K: Ermeni sorununun Parlamentolarda kabulü nereye doğru gidişin işareti, bunu nasıl yorumluyor sunuz?
H.O.: Tekrar ifade ediyorum. Ermeni sorunu Ermeniler ile değil, Ermeniler üzerinden çıkarları olanlarındır. Strateji belirleyip bu yolda adım adım ilerliyorlar, böyle bir açılım var, bizim yapmamız gereken bu açılımları sekteye uğratmak ve karşılık vermemizdir. Parlamentolar nezdinde bu konuyu kabul eden devletler ile bizim birebir dayatmamız gerekmektedir.
Uruguay’dan başlayarak niçin kabul ettiniz ? gerekçeleriniz nelerdir ? şeklinde ve dahası geri çekmeleri yönünde Türkiye ne yapılması gerekse onu yapmalıdır. Neticede parlamentoda alınan bir karardır, değiştirilebilinir.
Ayrıca, hangi parlamento bu kararı çıkarırsa çıkarsın biz bunu tanımıyoruz, karar alan devletleri de şimdiden ikaz ediyoruz şeklinde deklarasyon yayınlanmalıdır. Yine, Ermeniler ile önümüzdeki dönemde atılacak yeni adımlarda onlardan önce haberler yapmamız gerekecektir.
Z.K.: Ne gibi haberler?
H.O.: Ben Ermeniler’i üç’e ayırıyorum. Birincisi, Diaspora Ermenileri, ikincisi Ermenistan Ermenileri, üçüncüsü Türkiye Ermenileri. En yakın gördüğümüzden başlayarak ilişkileri çok sağlam tutmalıyız ve bunu bütün dünyaya göstermeliyiz. Yani dünya ülkeleri halen Türkiye’de Ermenilerin çok zor şartlarda yaşadıklarını hatta Türkiye’de hiç bir Ermeninin yaşamadığını düşünmektedirler. Bu düşünceler yok edilmelidir. Bunun içinde Türkiye Ermenilerini çok daha cesur hale getirmek gerekmektedir. Diaspora Ermenilerinin lehte görüş bildirmeleri için onların da önünü açmamız gereklidir. Ermenistan ile ise, paket program koyup onu açıklamak sureti ile ilişkilerimizi düzenlemeliyiz.
Z.K.: Türkiye Dışişleri ve sivil toplum örgütlerinin ASALA’ya bakış açıları ve önerileri ne yöndedir?
H.O.: Dışişlerimizin bu konuya daha çok duygusal yaklaştıkları düşüncesindeyim. Neticede 40 tane çok kıymetli mesai arkadaşlarını kaybetmişlerdir. Daha çok duygusal ve tepkisel yaklaşım sergilemişlerdir. Dışişleri bu konuda biraz soğuk ve geri duruyor, benim tesbitim bu şekildedir. Konu ötelene ötelene bugünlere gelindi. 22 Şubat’ta Ermeni Patriği ile bir görüşme yaptım onun ifadesi şu: ”Türkiye’de cesur kararlar alabilen siyasi ve bürokratlara ihtiyacımız var”. Rahmetli Alparslan Türkeş vefatından önce Petrosyan ile görüşme yapmıştır, bu görüşmeler ilişkileri bir noktaya getirmiştir, vefatıya birlikte ve Petrosyan devrilince görüşmeler bitmiştir.
Türkiye ile Ermeniler arasında aslında çözülemeyecek hiç bir problem yoktur. 1915’deki olaylar her iki taraf içinde acıdır. Haklılığımızı haksızlığa dönüştürmeden uluslararası platformlarda çözüm yollları aranmalıdır. Tarihi belgelerle iyi duyguları harekete geçirerek atılımcı hareketler yapılmalıdır. Osmanlı İmparatorluğu’nda Hırıstiyan, Ermeni, Yahudi, Müslüman bir arada yaşardı. Avrupa 16.y.y’da kendi varlığını ortaya koyunca Osmanlı İmparatoluğunu parçalama yoluna gitti. Fatura da Ermeniler’e çıktı. Ermeniler aslında bunun farkıdalar. Aynı metod şimdi Türkler ile Kürtler arasında uygulanmaktadır.
Z.K.: Tehcirin 100. yılında eylemlerin olabileceği yönünde görüşler bulunmaktadır? Katılıyor musunuz?
H.O.: Muhtemel olabilir, çabalar sarfediyorlar. Türkiye’de bu gayretsizliğini devam ettirirse neticede Allah çalışana verir. Maalesef Türkiye kurumlar arasında bile bir konsorsiyum oluşturma da dahi bir birliktelik sağlayamamış, çatlak sesler çıkmaktadır. Bu konuda ciddi çalışmalar yapılmıyor. Günü gününe takip yapılmıyor. Bunu yapamazsak 2015 yılında Ermeniler ve Ermeniler üzerinde hesaplar yapanların kazanım şansları yüksek olacaktır.
Benim önerim 100. yılda Ermenilere çağrı yapılıp Türkiye’de yaşayabilirsiniz, gelebilirsiniz mesajı vermek şeklinde olur du. Bu iyi bir açılım olabilir, dolayısı ile Ermeniler’in iddialarının bir çoğu da bertaraf edilmiş olur. Ayrıca, Ermeniler ile siyasi ilişkilerimizi Türkiye’nin kontrolünde ciddi manada çözmeye çalışırdım.
Z.K.: Ermenilerin gelmelerinde bir sakınca yok mu sizce?
H.O.: Bunda bir sakınca olacağını zannetmiyorum. Biz kucaklayan millet olmalıyız. Aşmak durumundayız bazı şeyleri. Türkiye’de zaten 100.000 Ermeni yaşıyor. Ben olayı duygusal zeminde değerlendiriyorum. Bu travmatik vakayı bir şekilde normal bir şekle dönüştürmeliyiz. 2015 yılında Türkiye açılım yaparak iddiaları bertaraf etmeli ve dünyaya 1915’ de soykırım yapmadık ama bu bizimde acımızdır demeli ve tatlıya bağlamalıdır.
Z.K.: Taviz tavizleri getirmez mi?
H.O.: Bu taviz değil, anayasal bütünlüğümüzü devlet bütünlüğümüzü tanıyacaksın ve vatandaş olarak yaşayacaksın, kanunlar önünde eşit.
Z.K.: Musul Hatay sorununa dönüştürülmesin?
H.O.: Biz sürekli 1873’den 1923’e kadar toprak kaybettik, bu nedenle bizde sürekli korkular oluştu. Bundan bir kere kurtulmamız gerekir. Bir devlet 100. yılını idrak ettiği zaman Türkiye artık bölgede bölgesel bir güç olacaktır, olmakta zorundadır. aksi taktirde yaşama şansımız kalmaz.
Z.K.: BOP kapsamında, bildiğiniz gibi Irak’la başlayıp İran Suriye ve Türkiye’ye doğru giden bir süreçten bahsediliyor. Topraklarımızı açtığımız zaman bu süreci hızlandırıyor olmaz mıyız?
H.O.: Biz İmparatorluklar kurmuş bir devletiz. Her milletten insan yüzyıllar önce barındırmışız, şimdi neden korkalım ki!
Z.K.: Siyasetçilerden ziyade tarihçilerin bir araya gelerek bu konuyu incelemesine ve daha çok sivil toplum örgütlerinin bu konuyu araştırarak bir sonuca ulaştırmak düşüncesindeler. Sizin
düşünceleriniz nelerdir?
H.O.: Türkler ile Ermeniler temas halinde olmalı, 3. taraflar arada olmamalı, iki taraf direkt olarak görüşmeli. İki tarafın bir arada yapacağı algılama ve irdeleme tahlil ve sonucu getirecektir. Önemli bir adımdır. Devlet tezi olmaktan çıkarılmalıdır. Daha çok tarihi ve psikolojik bir olaydır. Benim bir tezim var, Türkiye’de bu konuyla ilgilenen birçok kurum var, bu konu siyasetten arındırılmalı ve bu konu devletin kurumları aradan çekilerek, bağımsız bağlantısız sivil toplum örgütlerine bırakılmalıdır. Temas noktalarını değiştirmemiz ve güçlendirmemiz gerekiyor. Bu olayın tarihsel boyutlarının yanı sıra, psikolojik tarafları da mevcut. Ermenileri bu travmadan kurtarmak için aynı platformda, 3. tarafların olmadığı bir ortamda bir araya gelmemiz gerekiyor. Çözümün kaynağının da biz olduğunu düşünüyorum. Ermenistan’da günlük yaşama bakıldığında Türkiye’dekinden bir fark yok, 1000 yıllık ortak bir geçmiş var, halen Türkçe konuşuyorlar, Türk TV kanallarını izliyorlar, bir fırsat olsa da bir araya gelsek der gibi bir halleri var.
Z.K.: ASALA’nın PKK örgütü ile bağlantısı olduğu dile getirilmekte, sizin düşünceleriniz nelerdir? Daha somut bir ilişki içerisinde olma ihtimali bulunuyor mu?
H.O.: Muhtemeldir. PKK’nın da uluslararası güçler, devletler tarafından desteklendiği düşünüldüğü zaman bu olasılık güçlüdür. ASALA 'nın ve PKK’ nın sahipleri aynıdır, amaç birliği kısa sürelidir, uzun dönemde birliktelik olabileceği ihtimali ise zayıftır. Tarihi gelişmeler incelendiğinde Hamidiye alaylarını bilen Ermeniler ile Kürtler’in birlikte olamayacağını düşünmekteyim. Önemli bir konuya değinmek istiyorum. 1913-14’ lü yıllarda Kürt-Ermeni birliği oluşturuldu, 1915 tehciri ile örgüt atıl kaldı ve Lübnan ‘a taşındı. Haugen örgütünün şimdiler de faaliyette oldukları hakkında çeşitli görüşler yer almakta, bunun ise daha ciddi bir tehlike olduğunu düşünüyorum
Z.K.: ASALA ve PKK’nın birbirinin devamı yönünde olduğu görüşler bulunmaktadır, biri bitince diğerinin başlayacağı görüşlerine katılıyor musunuz?
H.O.: Ben Doğuda görev yapıyorum, gördüğüm PKK bitmek üzeredir. Türkiye artık yetmişlerin Türkiyesi değil! Bu da ekonomi ile ilgilidir. Şu an olmamız gereken yerde değiliz.
Z.K.: Benzer şekilde, ASALA’nın PKK’nın içinde devam ettiği yönündeki düşüncelere katılıyor musunuz?
H.O.: Kanaatim, devam ettiği yönünde değildir. Kendilerini lağvedip PKK içerisinde olacaklarını sanmıyorum. Ancak PKK içerisinde Ermeni kökenli teröristlerin olduğu söylenmektedir. Bunun yanında Türkiye’deki sol örgütlerin içinde Ermeni kökenli kişilerin de olduğunu adliyeye intikal etmiş bilgilerden dolayı biliyoruz. Bunun nedenini bilmiyoruz. ASALA ile bu örgütlerin organik bağları üzerine masaya yatırılmış bir çalışma da yoktur.
Z.K.: T.C. Devleti ASALA’nın bu eylemleri karşısında ne tür bir önlem almıştır? Düşüncelerinizi bizimle paylaşır mısınız?
H.O.: Türkiye’de kamuoyu tepki verince eylemlere tepki doğdu ve ASALA’ya karşı ciddi eylemler yapıldı, eylemlerin kimler tarafından yapıldığı konusunda ise çeşitli spekülasyonlar vardır.
Z.K.: Ne yapmalıyız? Son olarak eklemek istedikleriniz nelerdir?
H.O.: Türkiye’de ciddi etki yapan eylemlere imza atan ASALA’nın arkasında kimlerin olduğunu bilmiyoruz, çünkü eylemleri yapanları hiçbirisi yakalanamamıştır. Uluslararası güçlerin oyunu olduğu ve ASALA üzerindeki çıkarlarının son bulmasıyla Ermenilere teslim edildiği, Ermeniler tarafından duygusal olarak sahiplendiğini, Ermeniler adına eylem yapmaya başlayınca kendilerini ele verdiklerini ve daha sonra çorap söküğü gibi sonlarının geldiğini söyleyebiliriz.
Şu anda resmen ve fiilen ASALA diye bir örgüt yoktur. Açılımlar yapmalıyız. Ermeni sorunu Ermeniler ile başlayan, Ermeniler ile ilgili bir sorun değildir. Oyuncak olmaktan kurtulmalıyız, Milli bilinci ve ekonomik gelişmeyi sağlayıp uluslararası platformda varız diyebilmeliyiz. Biz şu an onların belirlediği problemlerle boğuşuyoruz, ASALA bunlardan en önemlisi ve kanlısı idi. Olayları kendi tarzımızda çözmeliyiz.
Kıyamete kadar varlığımızı hür ve bağımsız sürdüreceğiz. Bu inançla Türkiye Cumhuriyeti Devletimizi yaşatmalıyız.
Z.K.: İnancımız sonsuzdur, verdiğiniz değerli bilgiler için çok teşekkür ederim.
H.O.: Ben teşekkür ederim.
EK-3
Ermeni Sorununun Tarihsel Gelişimi ve
Ermeni Terör Örgütlerinin Eylemleri 1, 2, 3
1 http://www.atukad.org.tr/kronoloji.asp
2 http://www.gozlemci.net/?id=2338-gecmisten-gunumuze-Ermeni-sorunu-1
3 Recep Karacakaya, Kaynakçalı Ermeni Meselesi Kronolojisi (1878-1923). İstanbul, Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü,Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, Yayın No:52, 2001.
EK- 4
Ermeni Terörüne Verilen Kayıplarımız
1973-1984 yılları arasında Ermeni terörüne verilen kayıplarımız ile ilgili bilgiler aşağıda sunulmuştur.
MEHMET BAYDAR, 27 Ocak 1973, Los Angeles / ABD
Türk vatandaşlarına yönelik Ermeni saldırıları, 1973 yılında başladı. Türkiye'nin Los Angeles Başkonsolosu Mehmet BAYDAR ve Konsolos Bahadır DEMİR, 78 yaşındaki Amerikan uyruklu Ermeni Geourgen (Karakın) Yanikian tarafından şehit edildi.
Elinde bulunan Abdülhamit'e ait bir tabloyu Türkiye’ ye armağan etmek istediğini bildirerek, Baydar ve Demir'i Santa Barbara'daki Baltimore Oteli’ne davet eden Yanikian, iki diplomatı otelde silahla üzerlerine ateş açarak öldürdü. Cinayetten sonra tutuklanan ve müebbet hapis cezasına çarptırılan Yanikian, 31 Aralık 1984 tarihinde af ile serbest bırakıldı. Yaniki”an, serbest kaldıktan kısa bir süre sonra öldü.
Türk diplomatlara karşı ilk saldın olarak nitelenen bu olay, daha sonra bir cinayetler zincirini başlattı ve örgütlü Ermeni terörüne örnek oluşturdu
BAHADIR DEMİR, 27 Ocak 1973, Los Angeles / ABD
Türk vatandaşlarına yönelik Ermeni saldırıları, 1973 yılında başladı. Türkiye'nin Los Angeles Başkonsolosu Mehmet BAYDAR ve Konsolos Bahadır DEMİR, 78 yaşındaki Amerikan uyruklu Ermeni Geourgen (Karakın) Yanikian tarafından şehit edildi
DANİŞ TUNALIGİL, 2 Ekim 1975, Viyana / Avusturya
Türkiye'nin Viyana Büyükelçisi Danış TUNALIGİL, Büyükelçiliği basan 3 terörist tarafından şehit edildi. 20 Şubat 1975'de Beyrut'taki THY bürosu bombalandı. Olayı, Gizli Ermeni Ordusu Esir Yanikiyan Gurubu üstlendi. Olay yerine bırakılan mektupta, "Ermenilerin haklı davasında emperyalistlere karşı mücadele edileceği, eylemlerin Türkiye, İran ve ABD'yi hedef alacağı, bu bombalama eyleminin de bir başlangıç olduğu" bildirildi. 22 Ekim 1975 tarihinde, otomatik silahlı 3 kişi, Türkiye'nin Viyana
Büyükelçiliği'ne girerek kapıdakileri etkisiz hale getirdikten sonra Büyükelçi'nin makam odasına girdiler. Burada Daniş Tunalıgil'e Türkçe, "Siz Sefir misiniz?" diye soran ve "Evet" yanıtını alan saldırganlar, Tunalıgil'i otomatik silahlarla taradılar. Tunalıgil, olay yerinde can verdi. 3 terörist, hızla binadan çıkarak, bir otomobille uzaklaştılar.
TALİP YENER, 24 Ekim 1975, Paris / Fransa
Türkiye'nin Paris Büyükelçisi İsmail EREZ ve makam şoförü Talip YENER, büyükelçilik yakınlarında katledildi. Büyükelçi Erez'in makam aracı, yerel saatle 13.30 sıralarında Büyükelçilik yakınındaki Seine Nehri üzerindeki Bir Hakeim Köprüsü'nde pusuya düşürüldü. İsmail Erez ve makam şoförü Talip Yener, otomatik silahlarla taranarak öldürüldü. Saldırıyı "Ermeni Soykırımı Adalet Komandoları" adlı örgüt üstlendi.
OKTAR CİRİT, 16 Şubat 1976, Beyrut / Lübnan
Türkiye'nin Beyrut Büyükelçiliği Başkatibi Oktar CİRİT, bir salonda otururken, Ermeni terörizminin kurbanı oldu. Saldırıyı ASALA üstlendi. ASALA ilk kez bu cinayetle adını ortaya attı.
TAHA CARIM, 9 Haziran 1977, Roma / İtalya
Türkiye'nin Vatikan Büyükelçisi Taha CARIM, büyükelçilik ikametgahının önünde iki teröristin açtığı ateş sonucu öldü. Saldırıyı bu kez "Ermeni Soykırımı Adalet Komandoları" adlı örgüt üstlendi.
NECLA KUNERALP, 2 Haziran 1978, Madrid / İspanya
Türkiye'nin Madrid Büyükelçisi Zeki KUNERALP'in makam aracına 3 terörist tarafından ateş açıldı. Arabada bulunan büyükelçinin eşi Necla
KUNERALP ile emekli büyükelçi Beşir BALCIOĞLU, hayatlarını kaybettiler. Saldırıyı "Ermeni Soykırımı Adalet Komandoları" adlı örgüt üstlendi. Bu olayda, ilk kez bir yabancı da Ermeni teröristlerin Türklere yönelik saldırısı sırasında öldü. Makam Şoförü İspanyol Antonio TORRES, teröristlerin kurşunlarına hedef oldu.
BEŞİR BALCIOĞLU, 2 Haziran 1978, Madrid / İspanya
Türkiye'nin Madrid Büyükelçisi Zeki KUNERALP'in makam aracına 3 terörist tarafından ateş açıldı. Arabada bulunan büyükelçinin eşi Necla KUNERALP ile emekli büyükelçi Beşir BALCIOĞLU, hayatlarını kaybettiler. Saldırıyı "Ermeni Soykırımı Adalet Komandoları" adlı örgüt üstlendi.
AHMET BENLER, 12 Ekim 1979, Lahey / Hollanda
Hollanda'daki Türkiye Büyükelçisi Özdemir BENLER'in oğlu Ahmet BENLER, silahlı saldırı sonucu öldürüldü. Olayı bu kez hem "Ermeni Soykırımı Adalet Komandoları" hem de ASALA ayrı ayrı üstlendi.
YILMAZ ÇOLPAN, 22 Aralık 1979, Paris / Fransa
Türkiye'nin Paris Turizm Müşaviri Yılmaz ÇOLPAN, bir teröristin saldırısı sonucu katledildi. Bu olay, Ermeni terörizminin Paris'teki ikinci saldırısı oldu. Olaydan sonra haber ajanslarına telefon eden bir kişi, Roma, Madrid ve Paris'teki eylemlerden "Ermeni Soykırımı Komandoları" adlı örgütün sorumlu olduğunu bildirerek, "Türk Hükümeti Ermenilere hak tanımadığı için Avrupa'daki Türk diplomatlarını öldürüyoruz" dedi.
REŞAT MORALİ, 4 Mart 1981, Paris / Fransa
Türkiye'nin Paris Büyükelçiliği Çalışma Ataşesi Reşat MORALİ ile din görevlisi Tecelli ARI, Çalışma Ataşeliği'nden çıkıp arabaya binecekleri sırada 2 teröristin saldırısına uğradılar. Morali saldın sırasında hayatını kaybederken, din görevlisi Arı, ağır yaralı olarak kaldırıldığı hastanede öldü. Saldırıyı ASALA üstlendi. Bu olay ile Ermeni terörizminin, Paris'teki oldu. Türkiye, Türk diplomatlarını etkin bir şekilde korumadığı için Fransa’ya nota verdi.
TECELLİ ARI, 4 Mart 1981, Paris / Fransa
Türkiye'nin Paris Büyükelçiliği Çalışma Ataşesi Reşat MORALİ ile din görevlisi Tecelli ARI, Çalışma Ataşeliği'nden çıkıp arabaya binecekleri sırada 2 teröristin saldırısına uğradılar. Morali saldırı sırasında hayatını kaybederken, din görevlisi Arı, ağır yaralı olarak kaldırıldığı hastanede öldü. Saldırıyı ASALA üstlendi. Türkiye, Türk diplomatlarını etkin bir şekilde korumadığı için Fransa’ya nota verdi.
M.SAVAŞ YERGUZ, 9 Haziran 1981, Cenevre / İsviçre
Türkiye'nin Cenevre Başkonsolosluğu Sözleşmeli Sekreteri Mehmet Savaş YERGÜZ, evine gitmek üzere konsolosluktan ayrıldıktan hemen sonra uğradığı silahlı saldırıda hayatını kaybetti. Saldırıyı ASALA üstlendi. Olaydan sonra yakalanan Lübnan uyruklu Ermeni terörist Mardiros Camgozyan, 15 yıl ağır hapis cezasına çarptırıldı.
CEMAL ÖZEN, 24 Eylül 1981, Paris / Fransa
Türkiye'nin Paris Başkonsolosluğu ile Kültür Ataşeliği'nin bulunduğu binayı işgal eden 4 Ermeni terörist, 56 Türk görevli ve vatandaşı rehin aldı. Teröristler, kendilerine müdahale etmek isteyen güvenlik görevlisi Cemal ÖZEN'i öldürdüler, Başkonsolos Kaya İNAL'ı yaraladılar. Ermeni teröristler, Türkiye'de siyasi tutuklu 12 kişinin salınarak Paris'e getirilmesini istediler. İsteklerinin kabul edilmeyeceğini anlayan teröristler 15 saat sonra polise teslim oldular. Türkiye, Fransa'yı bir kez daha uyanırken, Fransa da saldırıyı kınadı. Olayı ASALA üstlendi. Saldırıyı gerçekleştiren 4 Ermeni terörist, Vasken Sakosesliyan, Kevork Abraham Gözüyan, Aram Avedis Basmaciyan ve Agop Abraham Turfanyan, 31 Ocak 1984'de Fransa'da 7'şer yıl hapis cezasına çarptırıldılar. Mahkemenin sonucu Türkiye'de büyük tepkiyle karşılandı.
1981 yılında ayrıca;
2 Nisan'da Türkiye'nin Kopenhag Çalışma Ataşesi Cavit Demir, oturduğu apartmanın asansöründe uğradığı silahlı saldırıdan yaralı olarak kurtuldu.
25 Ekim'de Türkiye'nin Roma Büyükelçiliği İkinci Katibi Gökberk Ergenekon, yolda yürürken saldırıya uğradı. Ergenekon, olaydan hafif yaralarla kurtuldu.
KEMAL ARIKAN, 28 Ocak 1982, Los Angeles / ABD
Türkiye'nin Los Angeles Başkonsolosu Kemal ARIKAN öldürüldü. Ankan'ın katili Taşnak militanı Hampig Sasunyan, müebbet hapis cezasına çarptırıldı.
ORHAN GÜNDÜZ, 4 Mayıs 1982, Boston / ABD
Türkiye'nin Boston Fahri Konsolosu Orhan GÜNDÜZ, uğradığı silahlı saldırıda öldü.
ERKUT AKBAY, 7 Haziran 1982, Lizbon Portekiz
Türkiye'nin Lizbon Büyükelçiliği İdari Ataşesi Erkut AKBAY otomobilinde uğradığı silahlı saldırıda öldü. Otomobilde bulunan eşi Nadide AKBAY, yaralı olarak kaldırıldığı hastanede bir süre sonra yaşamını yitirdi.
ATİLLA ALTIKAT, 27 Ağustos 1982, Ottowa / Kanada
Türkiye'nin Ottowa Büyükelçiliği Askeri Ataşesi Atilla ALTIKAT, silahlı saldırı sonucu öldü.
CAHİDE MIHÇIOGLU, 27 Temmuz 1983, Lizbon / Portekiz
Türkiye'nin Lizbon Büyükelçiliği, 5 Ermeni terörist tarafından basıldı ve bina içindekiler rehin alındı. Baskın sırasında büyükelçilik Müsteşarı Yurtsev MIHÇIOĞLU'nun eşi Cahide MIHÇIOGLU hayatını kaybetti. Portekiz polisi, düzenlediği operasyonla rehineleri kurtardı, 5 teröristi de öldürdü. Saldırıyı, "Ermeni Devrimci Ordusu" adlı örgüt üstlendi. Örgüt, teröristlerin öldürülmesi nedeniyle Portekiz
Başbakanı Mario Soarez'i ölümle tehdit etti.
1983 yılında ayrıca;
- 16 Haziran'da İstanbul Kapalıçarşı'da bir terörist tarafından halkın üzerine ateş açıldı. Olayda 2 kişi öldü, 21 kişi de yaralandı. Saldırgan, olay yerinde öldürüldü. Olayı bir Ermeni teröristin yaptığı anlaşıldı.
- 15 Temmuz'da THY'nin Paris Orly havalimanındaki bürosu önünde bomba patladı. Olayda, 2'si Türk, 4'ü Fransız, 1'i Amerikalı, 1'i de İsveçli olmak üzere 8 kişi öldü, 28'i Türk, 63 kişi de yaralandı. Bu olay tarihe "Orly Katliamı” olarak geçti.
ERDOĞAN ÖZEN, 20 Haziran 1984, Viyana / Avusturya
Türkiye'nin Viyana Büyükelçiliği Çalışma Ataşesi Erdoğan ÖZEN, otomobiline yerleştirilen bombanın patlaması sonucu öldü. Olayı, "Ermeni Devrimci Ordusu" adlı örgüt üstlendi.
EVNER ERGUN, 19 Kasım 1984, Viyana / Avusturya
Türkiye'nin BM Temsilciliğinde görevli Enver ERGUN aracına yerleştirilen bombanın patlaması sonucu öldü. Bu olayı da, "Ermeni Devrimci Ordusu" adlı örgüt üstlendi.
1984 yılında ayrıca;
27 Martta Türkiye'nin Tahran Büyükelçiliği Ticaret Müşavir Yardımcısı Işıl ÜNEL'in otomobiline bomba yerleştirmeye çalışan bir terörist, bombanın elinde patlaması sonucu öldü.
28 Martta yine Tahran'da Büyükelçilik Başkatibi Hasan Servet ÖKTEM ve Büyükelçilik Ataşe Yardımcısı İsmail PAMUKÇU, evlerinin önünde uğradıkları silahlı saldırıda yaralandılar.
EK- 5
Basın Yayın Organlarında Ermeni İddiaları
T.C. Devleti’nin ASALA’ya yönelik politikasının farklı bir açıdan değerlendirilebilmesi amacıyla, uluslararası basın yayın organlarında ASALA ile şiddetlenen Ermeni meselesi ve iddiaları ile ilgili yer alan olumlu/olumsuz haberlere ilişkin bilgileri/istatistikler bu kısımda incelenmektedir.
ASALA ile gündeme taşınan Ermeni iddialarının son yıllarda yabancı basın yayın organlarında nasıl yer aldığının istatistiki bir değerlendirilmesi yapıldığında, ilk dikkati çeken husus bu iddiaların en fazla, Türkiye'ye karşı geleneksel politikaları yakından bilinen Yunanistan, Rusya, Ermenistan ile Ermeni lobilerinin etkin olduğu Fransa'nın basın yayın organlarında yer alması olmuştur. Ermeni iddiaları Ortadoğu ülkelerinde ise en fazla Lübnan basını tarafından gündeme getirilmiş ve olumsuz bir yaklaşım dikkati çekmiştir, Türkiye'yi destekleyen tek medya Azerbaycan medyası olmuş ve iddiaları bilimsel açıdan çürüten birçok yorum göze çarpmıştır.
Sözde Ermeni soykırımının yıl dönümü olarak kutlanan 24 Nisan tarihleri yabancı basın yayın organlarında çok geniş yer bulmuş ve Ermeni iddiaları bu vesileyle birçok televizyon programına, yorum ve röportaja konu olmuştur. Özellikle Fransa, Belçika, İtalya gibi ülkelerde yayımlanan televizyon programlarında Ermeni kaynaklarından alındığı bilinen uydurma katliam görüntüleri kamuoyunun belleğine kazınmış ve gerçek dışı bir karalama kampanyası yürütülmüştür.
24 Nisan tarihinde Ermeni diasporasının etkinliklerine ve kutlamalarına geniş yer veren görsel ve yazılı medya organları Ermeni derneklerinin temsilcilerinin görüşlerine de sık sık itibar etmişler, buna karşılık Türkiye'nin görüşleri hemen hemen hiç yer bulmamıştır.
Ermeni iddialarının adeta sözcülüğünü yapan Rusya basını olumsuz yaklaşımına karşın birkaç kez Türkiye Büyükelçiliğinin tekzip yazılarını yayımlayarak bu konuda bir istisna oluşturmuştur. Ermeni iddialarına en fazla yer veren basın olarak dikkati çeken Fransız basını ise sadece Ermeni asılı Fransız politikacıların, Ermeni asıllı tarihçilerin ve Ermeni temsilcilerinin görüş ve propagandalarına yer vererek Sözde Ermeni soykırımını reddeden Bernard Lewis, Stanford Shaw, J. Mc Carthy gibi tarafsız tarihçileri ve bilim adamlarını görmezden gelmiştir.
Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğüne ulaşan yabancı basın yayın organlarında yer alan haber/yorum/programlara ilişkin 1999-2003 dönemine ait istatistiki bilgiler aşağıdaki tablolarda sunulmuştur. 1
Tablo EK5.1. Yayımlanan Haber/Yorumların Ülkelere Göre Dağılımı (1999)
1 Yusuf Seki, Dış Basında Ermeni Meselesi (1999-2003), Ankara, Başbakanlık Basın-Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü, 2004, s.182-191.
Tablo EK5.1'den de anlaşılacağı gibi Ermeni meselesi 1999 yılında en fazla Fransa basını tarafından gündeme getirilmiştir. Ermeni iddialarını destekleyen tutumlarıyla bilinen İtalya, Rusya, Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi basını Fransa'yı izleyen ülkeler olmuş ve Ermeni iddialarına geniş yer vermişlerdir. Alman ve Amerikan basınının Ermeni iddialarına çok az yer vermesi de dikkati çeken bir başka husus olmuştur. Ermeni iddiaları en fazla sözde Ermeni soykırımının yıldönümü olarak kutlanan 24 Nisan tarihinde gündeme gelmiş ve hemen hemen bütün Batı ülkeleri basın organları kutlamalara ve iddialara yer vermişlerdir.
Ermeni iddialarının yabancı basın organlarında en fazla yer bulduğu yıl 2000 yılı olmuştur. Özellikle 2000 yılında başlayan sözde soykırımın çeşitli ülkelerin parlamentoları tarafından kabul edilmesi konusunda çok sayıda haber ve yorum yayımlanmıştır. ABD’de sözde soykırım karar tasarısını Bill Clinton'un geri çevirmesi ABD basınında geniş yer bulmuştur. Özellikle Fransa, Yunanistan ve İtalya basın organlarında yer alan yorumların ise tümü olumsuz ve yanlı olarak değerlendirilmiştir. Lübnan basınında yer alan yorumların tümünün olumsuz olması ve Ermeni iddialarına diğer Orta Doğu ve Arap ülkelerine nazaran daha fazla yer vermesi de dikkati çekici olmuştur.
Tablo EK5.3. Yayımlanan Haber/Yorumların Ülkelere Göre Dağılımı (2001)
2001 yılı asılsız Ermeni iddialarının tanınması kampanyasının devam ettiği bir yıl olmuş ve Fransa parlamentosunun Ocak ayında sözde soykırımı bir yasayla kabul etmesiyle akıllarda kalmıştır. Fransa Ulusal Meclisinin ve Senatosunun "Fransa 1915 Ermeni soykırımını tanır” şeklindeki tek maddelik yasa teklifini kabulüne Tablo EK5.3'te de görüldüğü gibi başta Fransız basını olmak, üzere Rusya, İngiltere, Yunanistan ve Ermenistan basın organları geniş yer vermişlerdir. Azerbaycan basını yine Türkiye'ye destek veren tek basın olmuş ve bazı yazarlar dönemin Cumhurbaşkanı Haydar Aliev'i Türkiye'ye daha fazla destek vermeye çağırmışlar, hatta Azerbaycan'ın Fransa Büyükelçisini yasaya tepki olarak geri çekmesini istemişlerdir. 2001 yılında yaşanan bir başka gelişme de İsviçre Ulusal Parlamentosu’nun sözde Ermeni soykırımını tanıyan bir önergeyi geri çevirmesi olmuştur. İsviçre basını önergeye geniş yer vermiş ve Türkiye'nin Bern Büyükelçiliği’nin görüşlerini de yansıtmıştır.
Tablo EK5.4. Yayımlanan Haber Yorumların Ülkelere Göre Dağılımı (200.2)
Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye'ye ilişkin kararı, sözde Ermeni soykırımını konu alan Ararat adlı filmin gösterime girmesi ve Ermeni asıllı sinemacı Verneuir’ün ölümü 2002 yılında yabancı basın yayın organları tarafından ele alman konular olmuştur. Bunu yanı sıra sözde soykırımın yıldönümü olarak kutlanan 24 Nisan tarihinde yaşanan gelişmeler de özellikle Avrupa basınında geniş yer bulmuştur. Tablo EK5.4'deki istatistiklerden de anlaşılacağı gibi Ermeni iddialarını konu alan haber yorumlarda önceki yıllara oranla bir düşüş olduğu da dikkati çekmiştir.
Sözde Ermeni soykırımının tanınmasına ilişkin bir karar tasarısının ABD'de yeniden gündeme gelmesi ve İsviçre Parlamentosunun 16 Aralık 2003 tarihinde sözde soykırımı tanıması, 2003 yılında yaşanan en önemli gelişmeler olmuştur. Aynı anda hem Temsilciler Meclisine hem de Senatoya sunulan Ermeni karar tasarısı özellikle ABD yazılı basınında geniş yer bulmuştur. 2003 yılında yaşanan bir başka gelişme de İsviçre'nin Vaud (Vaux) Kantonu'nun sözde soykırımı tanıması olmuştur. Türkiye'nin bu karara tepki olarak İsviçre Dışişleri Bakanının Türkiye ziyaretini askıya almasına
İsviçre yazılı basını geniş yer vermiş ve Türk yetkililerin tepkisini okuyucularına duyurmuştur. Fransız basını önceki yıllarda olduğu gibi Ermeni iddialarına yine geniş yer vermiş ve sözde soykırımın yıldönümü olan 24 Nisan tarihinde başkent Paris'te dikilen Ermeni anıtını konu alan yorumlara yer vermiştir.
Tablo EK5.6. 1999-2003 Yılları Arasında Yayımlanan Toplam Haber Yorum, Program ve Röportajların Ülkelere Göre Dağılımı
1999-2003 yılları arasında yabancı basın yayın organlarında Ermeni iddialarını konu alan çok sayıda yorum ve haberin yayımlandığı Tablo EK5.6'da görülmektedir. Yine tablodan da anlaşılacağı gibi Fransa, soykırım iddialarına en fazla yer veren ülke olmuştur. Fransız basınında yayımlanan ve yansız olarak değerlendirilen yazıların tümünün haber nitelikli olduğunu da vurgulamakta yarar görülmektedir. Dolayısıyla Fransız basını, son beş yılda. Ermeni iddialarım en fazla gündeme getiren basın olmuştur. Rusya basını da, değerlendirme yapılan 5 yıl boyunca aynı çizgisini sürdürmüş ve menfi bir yaklaşım sergilemiştir. ABD basını soykırım iddialarına, ağırlıklı olarak sözde Ermeni soykırımı tanıyan karar tasarılarının ABD Kongresine geldiği dönemlerde yer vermiş ve yazılı basında daha çok haber nitelikli yazılar yayımlanmıştır. Ermeni iddiaları konusunda en fazla yansız habere Amerikan basınının yer verdiği dikkati çekmektedir. Öte yandan, Azerbaycan basını dışında Ermeni iddiaları konusunda Türkiye açısından olumlu değerlendirilebilecek yorumların ABD yazılı basınında yer aldığı da dikkati çeken bir başka husus olmuştur. İsviçre basını, İsviçre Parlamentosu’nun sözde soykırımı tanıyan bir önergenin reddedildiği ve Vaud Kantonu'nun benzer bir önergeyi kabul ettiği dönemlerde soykırım iddialarına yer vermiş ancak, diğer zamanlarda Ermeni iddialarını fazla gündeme getirmemiştir. İtalya basını ise Rusya ve Yunanistan basınının ardından menfi yaklaşımıyla dikkati çekmiş ve yayımlanan yorumlarda Ermeni kaynaklı iddialar sık sık gündeme getirilmiştir. Azerbaycan basını doğal olarak soykırım iddialarının karşısında yer alırken, Ermeni basını da iddiaları yayma gayreti içerisinde olmuştur. Arap ülkeleri içerisinde Ermeni iddialarına en fazla yer veren ise Lübnan basını olmuştur.
Ermeni iddialarının son yıllarda giderek yayılmasında ve kabul görmesinde medyanın rolünün yadsınamayacağı düşünülmektedir. Aşırı görüşlü Diaspora Ermenileri Türkiye Cumhuriyeti'nin sadece savunmaya dönük çalışmalarını kat kat aşan maddi ve örgütsel çabalarla, kitap, bülten, toplantı ve lobi faaliyetleriyle konuyu Batı kamuoyunun gündemine taşımışlar ve özellikle son yıllarda basın aracılığıyla da büyük aşama kaydetmişlerdir. Avrupa'da normal, sıradan bir şahıs Ermeni iddialarını okuduğu gazete ve izlediği TV kanallarından aldığı bilgilerle yanlış da olsa öğrenmiştir. Basın yayın organlarında yer alan yorumlar, görüntüler ve sözde tanıkların açıklamaları Ermeni propagandasının da etkisiyle başta Avrupa ülkelerinde olmak üzere geniş bir kamuoyu oluşturmuştur. Yabancı basın yayın organlarının bu iddialara olan ilgisinin bir tesadüf veya sadece önyargıya bağlanamayacak kadar ciddi olduğu anlaşılmakladır.
1999-2003 yıları arasında yapılan araştırma ve incelemelerin sonucunda yabancı basının üzerinde durduğu iddialar ve bu iddiaların arka planında yer alan amaçları şöyle özetlenebilir:
Yahudi halkına Naziler tarafından uygulanan ‘Holokost' ile Ermenilere Osmanlı Devleti tarafından uygulanan ‘Tehcir’ arasında paralellik kuran ve her ikisini de aynı kategoride değerlendiren yorumlara sıklıkla rastlanmıştır. Böylece kamuoyunda ‘Ermeni Tehciri’ ile ‘Holokost’un aynı amaçla, aynı yöntemle uygulamaya konulduğu izlenimi verilmiştir.
Ermeni Tehciri sırasında hayatını kaybedenlerin sayısı sürekli değişiklik göstermiş, bazı yayınlarda hayatını kaybedenlerin sayısının 2 milyonu aştığı ifade edilmiş, tarihi belge ve bilgiden yoksun bu iddia 300 binlerden başlayarak milyonlar mertebesine ulaşmıştır.
Yayınlardaki tüm iddiaların tamamen Ermeni kaynaklı olduğu açıkça anlaşılmıştır.
Yaklaşık 100 yıl önce cereyan eden bir tarihi olayın neden bu kadar yıl sonra gündeme getirildiği ve neden bu kadar zaman beklendiği sorusuna tatmin edici bir yanıt verebilen çıkmamıştır.
Yayımlanan yorumların büyük bir bölümünde tarihçilerin görüşlerine yer verilmemiş, adeta yeniden yazılan uydurma tarih giderek gerçekmiş gibi algılanmaya başlanmıştır.
Sık sık Osmanlı arşivlerinin yabancılara açık olmadığı iddiası gündeme getirilmiştir.
Sözde soykırımın mutlaka bir gün Türkiye tarafından kabul edileceği tez ve iddiası oldukça sık bir şekilde dile getirilmiştir.
Sözde Ermeni soykırımı sırasında Kürtlerin Ermenilere yardımcı oldukları yönündeki iddialar dikkati çekmiştir.
2003 yılından günümüze kadar yukarıda isimleri zikredilen ülkeler çeşitli vesilelerle sözde Ermeni soykırımı iddialarını sözde Ermeni soykırımın yıldönümü kabul edilen 24 Nisan tarihine yaklaşıldığı dönemlerde gündeme getirmiş, bu konu özellikle ABD ve Fransa’da sıkça işlenmiştir.
21 Nisan 2004 tarihinde, Kanada Avam Kamarası sözde Ermeni soykırımını tanıyan önergeyi kabul etmiştir. Önerge, Avam Kamarası'ndaki (meclis) oylamada, Kanada Dışişleri Bakanı Bill Graham'ın Kanada'nın NATO müttefiki Türkiye'nin tepkisine yol açacağı gerekçesiyle yaptığı tüm itirazlara rağmen, 68'e karşı 1 oyla kabul edilmiştir. 2004 yılında ayrıca; Uruguay (26 Mart 2004), Arjantin (31 Mart 2004) ve Slovakya Parlamentosu (30 Kasım 2004) sözde Ermeni soykırımını tanıyan kararlar almışlardır. Hollanda Parlamentosu da, Hollanda Hükümetinden sözde Ermeni soykırımını tanımasını isteyen bağlayıcı olmayan bir karar almıştır.
Güncel bir gelişme olarak, Fransa Meclisi genel kurulu, Sosyalist Parti'nin sunduğu sözde Ermeni soykırımını reddetmenin suç sayılmasını öngören yasa teklifini 19'a karşı 106 oyla 12 Ekim 2006’da kabul etmiştir.
Teklifin yasalaşması için Senato'nun da onayı gerekmekte olup, yasa teklifinin Senato'ya götürülme kararı ise hükümetin elinde bulunmaktadır.
İlk olarak 3 Aralık 1984 yılında ABD Kongresi’ne sunulan Ermeni tasarıları ve/veya Ermeni sorunu görüşmeleri, çeşitli zaman aralıklarında, dünyadaki çeşitli siyasi gelişmeler çerçevesinde zaman zaman sekteye uğramış veya uykuya yatırılmış olsa da konu, 1984 yılından itibaren düzenli olarak ABD Kongresi’nde yeniden işlenmeye başlamıştır. 30 Ocak 2007 tarihinde sözde Ermeni soykırım iddialarının, ABD Kongresi’nin alt kanadında tanınmasını öngören tasarı, Temsilciler Meclisi’ne resmen sunulmuştur. Sunulan tasarı, 435 üyeli Temsilciler Meclisinde halen 140’dan fazla üyenin destek imzasını taşımaktadır.
KAYNAKÇA
KİTAPLAR
Anadol, Cemal. Tarih Boyunca Türk-Ermeni Meselesi. İstanbul. Bilge Karınca, 2007.
Azerbaycan Belgelerinde Ermeni Sorunu (1918-1920). Ankara,T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü,Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, Yayın No:28, 2001.
Bal, İdris ve Mustafa Çufalı, Dünden Bugüne Türk Ermeni İlişkileri. Ankara, Lalezar Kitabevi, 2006.
Bal, İdris. 21. Yüzyılda Türk Dış Politikası, Ankara, AGAM Yayınları, 2006.
Binark, İsmet. Asılsız Ermeni İddiaları ve Ermenilerin Türklere Yaptıkları Mezalim. Ankara, ATO Yayını, 1995.
Binark, İsmet. Ermenilerin Türklere Yaptıkları Mezalim ve Soykırımının Arşiv Belgeleri. Ankara, TBMM Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları, Yayın No:92, 2001.
Çelik, Hüseyin. Türkiye’nin Ermeni Sorunu. Yüzleşme-Çözüm. BDS Yayınları.
Çitlioğlu, Ercan. Yedekteki Taşeron ASALA. Ankara, Ümit Yayıncılık,1997.
Demir, Neşide Kerem. Bir Şehid Anısına Tarihin Söyledikleri : Türkiye’nin Ermeni Meselesi. 3. Baskı. Ankara,1982.
Ermeniler Tarafından Yapılan Katliam Belgeleri I (1914-1919). Ankara, T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, Yayın No:49, 2001.
Ermetin, S. Kemal. Bitmeyen Soykırım. İstanbul, Töre Yayın Grubu, 2003.
Gaillard, Gaston ve diğerleri. Farklı Yönleriyle Ermeni Sorunu. İstanbul, Nergiz Yayınları, 2005.
Güler, Ali ve Suat Akgül. Sorun Olan Ermeniler. Ankara, Berikan Yayıncılık, 2003.
Güner, Agah Oktay. Ermeni Soykırım Yalanında Tetikçiye Suçlama. Azmettiriciye “Rica” Politikası. Ankara, Oku-Yorum Yayınları, 2006.
Gürün, Kamuran. Ermeni Dosyası. İstanbul, Remzi Kitabevi, 2006.
Halaçoğlu, Yusuf. Ermeni Tehciri. İstanbul, Babıali Kültür Yayıncılık, 2007.
İlter, Erdal. Türkiye’de Sosyalist Ermenilerin Silahlanma Faaliyetleri ve Milli Mücadelede Ermeniler (1890-1923). Ankara,Turhan Yayınevi, 2005.
Kantarcı, Şenol ve diğerleri. Ermeni Sorunu El Kitabı. Ankara, Ankara Üniv. Basımevi, 2003.
Kantarcı, Şenol ve diğerleri. Ermeni Araştırmaları 1. Türkiye Araştırmaları Bildirileri II. Cilt. Ankara, ASAM-EREN Yayınları, 2003.
Karacakaya, Recep. Ermenilere Yönelik Ermeni Suikastleri. İstanbul, 47 Numara Yayıncılık, 2006.
Karacakaya, Recep. Kaynakçalı Ermeni Meselesi Kronolojisi (18781923). İstanbul, T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü,Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, Yayın No:52, 2001.
Kundakçı, Hasan. Emperyalizmin Kullandığı Ermeniler. Ankara, Türkiye Gaziler Vakfı Yayınları No:4, 2001
Laçiner, Sedat. Türkler ve Ermeniler. Bir Uluslararası İlişkiler Çalışması. Ankara, USAK Yayınları, 2005.
Nazım Paşa, Hüseyin. Ermeni Olayları Tarihi I. T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü,Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, Yayın No:15,1998
Nazım Paşa, Hüseyin. Ermeni Olayları Tarihi II. Ankara, T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü,Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, Yayın No:15,1998.
Osmanlı Belgelerinde Ermeni-Fransız İlişkileri III (1920-1922). Ankara, T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü,Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, Yayın No:66, 2004.
Osmanlı Belgelerinde Ermeniler (1915-1920), Ankara, Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü,1995.
OsmanlI'nın Son Dönemlerinde Ermeniler. Ankara, TBMM Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları, Yayın No:94, Editör: Türkkaya Ataöv, 2002.
Özcan, Tuğrul. II. Abdülhamid Döneminde Orta ve Doğu Karadeniz'de Meydana Gelen Ermeni Olayları. İstanbul,Özbay Yayıncılık, 2007.
Özçelik, İsmail. Ermeni Sorunu ve Gerçekler. Ankara, Gündüz Eğitim ve Yayıncılık, 2005.
Hikmet Özdemir ve diğerleri. Sürgün ve Göç. Ankara, Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Tarih Kurumu Yayınları, XVI. Dizisi- Sayı:101, 2005.
Özdemir, Hikmet. Arnold Toynbee'nin Ermeni Sorununa Bakışı. Türkiye Bilimler Akademisi, 2005.
Özdemir, Hikmet. Salgın Hastalıklardan Ölümler. 1914-1918. Ankara, Türk Tarih Kurumu, 2005.
Özkan, Zafer. Tarihsel Akışı İçerisinde Terörden Politikaya Ermeni Meselesi. İstanbul, Kendi Yayını, 2001.
Özoğlu, Ali. Şifre Çözüldü. MASONLAR’DAN TÜRKİYE’YE KANLI HEDİYE. ASALA. PKK. İstanbul, Yenigüven Yayıncılık, 2005.
Öztürk, Nazif. Azınlık Vakıfları. Ankara, Altınküre Yayınları, 2003.
Saray, Mehmet. Ermenistan ve Türk Ermeni İlişkileri, Genişletilmiş 2. baskı, Ankara,2005.
Seki, Yusuf. Dış Basında Ermeni Meselesi (1999-2003). Ankara, Başbakanlık Basın-Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü, 2004.
Süreyya Bey, Münir. Ermeni Meselesinin Siyasi Tarihçesi (1877-1914). Ankara, T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü,Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, Yayın No:53, 2001.
Şimşir, Bilal N. Ermeni Meselesi 1774-2005. Ankara, Bilgi Yayınevi, 2006.
Vatandaş, Aydoğan. ASALA Operasyonları. Aslında Ne Oldu. İstanbul, Alfa Yayınları, 2005.
MAKALELER
Mazıcı, Nurşen. “Türkiye Cumhuriyeti’nde Ermeniler”, Ermeni Araştırmaları 1. Türkiye Kongresi Bildirileri-III.Cilt.
McCarthy, Justin. “Ermeni Sorunu Gerçeği Konferansı”, Ankara, TBMM Yayınları, 24 Mart 2005.
Özdirim, Muhittin. “Ermeni Meselesi”. Silahlı Kuvvetler Dergisi, Sayı 384, Nisan 2005.
İNTERNET SİTELERİ
Aktan, Gündüz. “Beklemenin Yararları”. 2 Kasım 2006.
http://lactuel.be/detail.php?id=637
Çöhçe, Salim, “Büyük Ermenistan'ı Kurma Projesi”,
http://www.ottomanfiles.com/turkce/makaleler/makale24.html
http://arsiv.sabah.com.tr/2006/10/12/siy100.html
http://az.wikipedia.org/wiki/ASALA
http://tr.wikipedia.org/wiki/ASALA
http://www.atin.org/detail.asp?cmd=articledetail&articleid=331
http://www.atukad.org.tr/kronoloji.asp
http://www.belgenet.com/arsiv/Ermeniteror.html
http://www.biyografi.net/kisiayrinti.asp?kisiid=1011
http://www.cumok.org/html/yazidizileri/esanli/ermenilerinsevre.htm
http://www.devletim.com/gundem.asp?konu=71
http://www.eraren.org/bilgibankasi/tr/index2 1 2.htm
http://www.ermenisorunu.gen.tr
http://www.ermenisorunu.gen.tr/turkce/kronoloji/index.html
http://www.gozlemci.net/?id=2338-gecmisten-gunumuze-Ermeni- sorunu-1
http://www.melkonian.org/Whois.htm
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=210536
http://www.sabah.com.tr/ozel/arafat206/dosya 211 .html
http://www.tkb.org/Incident.jsp?incID=1965
http://www.turkishembassy.Com/TI/B/Condemn.htm
Laçiner, Sedat. “Ermeni İddiaları ve Terör”. 4 Eylül 2005.
http://www.turkishweekly.net/turkce/makale.php?id=78
Lütem, Ömer E. “Ermeni Meselesi”. 20 Nisan 2001, http://genelkultur.ansiklopedisi.net/Ermeni-meselesi/8403/
Lütem, Ömer E. “Güncel Boyutuyla Ermeni Sorunu”. Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim Dergisi, Sayı 38. Nisan 2003.
http://yayim.meb.gov.tr/dergiler/sayi38/lutem.htm
Tümenoğlu, Rıdvan.” Osmanlı Devletinde Ermeni Sorunu ve Avrupa Devletlerinin Ermeni Politikaları” 18 Nisan 2006, http://www.turksam.org/tr/yazilar.asp?kat1=2&yazi=456
RÖPORTAJLAR
Batu, İnal. “Ermeni Meselesi ve ASALA”. Ankara, 16 Nisan 2007.
Oktay, Hasan. “Ermeni Meselesi ve ASALA”. Ankara, 9 Nisan 2007.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar