Print Friendly and PDF

Paradise Lost...KAYIP CENNET

Bunlarada Bakarsınız











JOHN MILTON
Paradise Lost

KAYIP CENNET

Âdem ile Havva'nın cennetten kovuluş öyküsü

İngilizce ’den Çeviren:
ENVER GÜNSEL

Paradise Lost

Kayıp Cennet

İlk baskının (1667) başlık sayfası

Owen tarafından LibriVox kaydı. Birinci Kitap, Bölüm 1.

Paradise Lost ,17. yüzyıl İngiliz şairi John Milton'ın (1608-1674) bölümlü mısralı epik bir şiiridir . 1667'de yayınlarıan ilk versiyon, on binden fazla mısra içeren on kitaptan oluşuyor . Bunu 1674'te ikinci bir baskı izledi ve baştan sona küçük revizyonlarla on iki kitap halinde ( Virgil'in Aeneid'i tarzında) düzenlendi . Milton'ın başyapıtı olarak kabul edilir ve tüm zamanların en büyük İngiliz şairlerinden biri olarak ününü sağlamlaştırmaya yardımcı oldu. Şiir , İnsanın Düşüşü'nün İncil'deki hikayesiyle: Âdem ve Havva'nın düşüşü Şeytan tarafından ayartılması ve onların Aden Bahçesi'nden kovulmaları .

Kompozisyon 

Milton Kızına Dikte Ediyor Henry Fuseli (1794)

Milton bilgini John Leonard, Paradise Lost'un Penguen baskısına yazdığı önsözde, "John Milton, Paradise Lost'u 1667'de yayımladığında neredeyse altmış yaşındaydı . Biyografi yazarı John Aubrey (1626-1697) bize şiirin yaklaşık olarak M.Ö. 1658 ve yaklaşık 1663'te tamamlandı. Ancak, bölümlerin daha önce yazıldığı neredeyse kesindir ve kökleri Milton'ın ilk gençliğine uzanır." Leonard, İngiliz İç Savaşı'nın Milton'ın "tüm uzayı ve zamanı kapsayan epik [şiiri]"ni başlatmaya yönelik ilk girişimlerini kesintiye uğrattığını tahmin ediyor. 

Leonard ayrıca Milton'ın "ilk başta bir İncil destanı yazmayı planlamadığını" belirtiyor. Destanlar tipik olarak kahraman krallar ve kraliçeler (ve pagan tanrılarla birlikte) hakkında yazıldığından, Milton başlarıgıçta destanının efsanevi bir Saksonya veya Kral Arthur efsanesi gibi bir İngiliz kralına dayanmasını öngörmüştü . 

1652'de kör olan Milton, Paradise Lost'u tamamen amatörler ve arkadaşlarının yardımıyla dikte ederek yazdı. Ayrıca epik şiiri sık sık hastayken, gut hastalığından muzdaripken ve ikinci karısı Katherine Woodcock'un 1658'de erken ölümü ve bebek kızlarının ölümünden sonra duygusal olarak acı çekmesine rağmen yazdı. 

Paradise Lost'un 1667 versiyonunda şiir on kitaba bölünmüştür. Ancak, 1674 baskısında, metin on iki kitap halinde yeniden düzenlendi. Daha sonraki baskılarda, her kitabın başına "Argümanlar" (kısa özetler) eklenmiştir. 



KİTAP I

ÖZET

Birinci Kitap 'ta önce kısaca, tüm konu vardır—insanoğlunun itaatsizliği ve yerleştirildiği cenneti kaybetmesi; sonra düşüşünün temel nedenleri anlatılır, daha ziyade Yılan kılığında Şeytan’ın Tanrı'ya isyan ederek yanına çektiği bir sürü Melekle birlikte ve Tanrı'nın emriyle cennetten kovuluşu, büyük Derinliğe atılışından söz edilir. Şiir bundan sonra Cehenneme düşmüş olan Şeytan ve yanındaki Melekleri takdim eder—burada Cehennem merkez olarak tanımlarımaz (çünkü cennet ve dünya henüz yapılmamış farz edilebilir, hiç kuşkusuz lanetlenmemiştir), zifiri karanlık. Kaos denen bir yer olarak gösterilir. Şeytan burada alevli göl üzerindeki Melekleriyle birlikte şaşkındır ama bir süre sonra kendini toparlar, kendisine yakın olanları toplar ve berbat durumları hakkında konuşurlar. Şeytan kendisine bağlı olan ve şaşkın halde bekleyenleri uyarır. Onlar ayağa kalkarlar, savaş düzeni alırlar ve onların şefleri Kenan diyarı ve kendilerine katılan ülkelerdeki putların isimlerini alırlar. Şeytan onlara hitap eder, Cenneti yeniden ele geçirme umuduyla onları rahatlatır ama sonunda bir şey daha söyler; Cennetteki eski bir kehanete göre yeni bir dünya ve yeni bir yaratık yaratılacaktır— Melekler bu yaratılıştan çok önce birçok eski rahiple aynı fikirdedirler. Şeytan bu kehanetin doğruluğunu araştırmak ve daha sonra bu konuda karar almak için konsey toplansın ister. Yandaşları da bu girişimi başlatırlar. Şeytanın sarayı Pandemonium birden Derinlerden yükselir; cehennemden çıkan Emsalleri orada toplanırlar. 

İnsanoğlunun ilk itaatsizliği ve yasak ağacın

Tadı ölümcül olan meyvesi dünyaya

Ölüm ve acı, hepimize keder getirdi hep,

Cennetin kaybıyla birlikte, büyük insan gelene kadar,

Anlat bakalım, Gökkubbenin Perisi

Oreb ya da Sina gizemli tepesi ilham versin

Seçilmiş tohumu ilk öğreten çoban

Başlangıçta cennet ve dünya

Kaostan doğdu; ya da eğer Sion tepesi

Seni daha mutlu ediyorsa, ya da Siloa'nın deresi

Tanrı kehanetiyle hızlı akarsa, o zaman ben de

Benim maceralı şarkıma senin yardımını isterim,

Ki orada hiçbir uçuş yükselme niyetli olmaz,

Aonian dağının üzerinde, ki o zaman o da

Şiir ya da düz yazıya döker işi

Özellikle sen Ey Ruh, senin ki tercihindir

Tüm tapmaklar önünde açık kalple ve safça,

Öğret bana, çünkü Sen biliyorsun; Sen ilk zamandan

Şimdi idin ve açılmış muazzam kanatlarınla.

Geniş Cehennem üzerinde güvercin gibi kuluçkaya

Yatarsın ve onu hamile bırakırsın: benim içimde karanlık var

Aydınlat, alçak olanı yükselt ve destekle,

öyle ki ben de Tanrı’nın ilahi takdirinden söz edebileyim

Ve insanlara Tanrı’nın yollarını gösterebileyim, doğrulayayım,

önce söyle—çünkü Cennet senin gözünden hiçbir şey saklamaz,

Cehennemin derin toprağını da—önce nedenini söyle bize

O mutlu halleriyle orada dururken bizim büyük Atalarımız,

Cennette çok mutlu halde iken neden birden kötüleştiler,

Neden günah işlediler, Yaradanın gözünden düştüler?

Kim ilk olarak onları böyle baştan çıkardı?

Cehennemin Yılan ı; bu onun hilesiydi,

Kıskançlık, intikam duygulanın uyandırdı, kandırdı onları

İnsanoğlunun anası, ne zaman onun gururu incindi

Onu Cennetten kovdu, tüm yanındaki

Asi Meleklerle birlikte gönderdi onu Tanrı

Onun amacı emsallerin üstünde ün kazanmaktı,

En Yüksek olanla kendini bir tuttu o,

Eğer itiraz etseydi, ve de ihtiraslı amaçla

Tanrının gücüne, kudretine ve tahtına karşı,

Cennette Tanrı’ya karşı saygısızlık edecekti

Ama boşa gayret olurdu bu. Tanrı o Büyük Gücüyle

Göklerden fırlatıp baş aşağı gönderdi, attı onu

Harap etti, mahvetti ve yaktı onu

Dipsiz kuyuda bir kayıptı bu, orada kalacaktı

Sert ve sağlam zincirli ve cezalandırıcı ateşte,

Koskoca, Tanrı’nın gücüne kim karşı koyabilir?

Gün ve geceyi ölçen zamanın dokuz katıdır

Onun korkunç ekibi fani insanlara

Galip geldi orada, yakıcı uçuruma yuvarladı.

Onlar şaşkındı, ama ölümsüz; fakat onun felaketi

Ona daha büyük gazap getirdi, çünkü şimdi

Hem kayıp mutluluk ve hem de süregelen acı var

Ona işkence yapan: meşum gözlerle etrafa bakınır

Ki o gözler dehşet gördü, keder gördü,

İnatçı katı gururla ve sabit nefretle karışık;

Aniden, meleğin görüşüne göre o görüyor

Kederli, berbat ve vahşi durumları;

Korkunç bir zindan, her taraf çevrili, kapalı.

Büyük bir ocak alev alev yanıyor, ama bu alevlerden

Işık saçılmıyor da zifiri karanlık doğuyor

Bu karanlıkta sadece elem, keder, üzüntü var,

Acı, keder dolu bu yerler, barış ve huzur

Asla duramaz buralarda, umut asla uğramaz

Burada olan, buraya gelen hep sonsuz işkence,

Hâlâ zorluyor, kışkırtıyor ve korkunç bir tufan geliyor

Hep yanan sülfür bir türlü tükenmiyor.

Bu yeri Ebedi Adalet hazırladı, o asiler için.

Onların hapishanesi burada takdir edildi

Korkunç karanlıkta ve onların durumları belirtildi

Tanrı’dan ve Cennet aydınlığından çok uzaklarda

En uzak yerden üç kat uzaklıkta.

Oh, düştükleri yerden ne kadar da farklı burası!

Onunla beraber düşen yandaşları hep şaşkın,

Seller, fırtınalar ve korkunç alevler içinde,

O çabuk anlıyor ve yan tarafına yuvarlanıyor,

Bir yandan güçlü ama daha sonra da suçlu oluyor,

Uzun süre sonra Filistin'de biliniyor ve ona isim veriliyor

Beelzebub diye. Ki ona Baş düşman diyorlar

Ve oradan hareketle Cennet’te Şeytan oluyor adı,

Korkunç sessizliği bozarak şöyle diyor o zaman:

'Eğer sen o olursan—ama ah, ne kötü! Nasıl da değişti,

Değişik mutlu ışıklar diyarından gelen odur

Üstün muhteşem parıltısıyla sarınmış olarak, parlak olsa da

Çoğunlukları gölgede bıraktı!—eğer o birleşmeye gelse,

Birleşmiş düşünceler ve fikirlerle, aynı umutlarla,

Ve zafer dolu girişimler için destek verse,

Benimle bir kez birlik olsa, o zaman acılar kaybolur,

Mahvolur; gördüğün o cehennem çukurunda yok olur

Hangi yükseklikten düştü: güçlünün kanıtladığı

O ki gök gürültüsüyle—o zamana kadar kim bilir

O korkunç silahların gücünü? Yine de onlar için değil,

Öfkesiyle güçlü, dehşetli Victor

Başka ne ceza verebilir, tövbe mi edeyim, değişeyim mi,

Dışa vuran panltısı değişse de, o sabit fikri ile

Yaralanmış değeri, fazileti ile yüksek gururu,

Beni En Yüce ile mücadeleye itiyor

Ve bu büyük kavga da beraberinde

Silahlarımış çok sayıda Ruhsal güçleri getiriyor,

Onun büyük gücü ile karşıt güçler savaşta,

Cennetin ovalarında korkunç savaş sürüyor,

Ve onun tahtım sarsıyor. Savaşı hangi fikir kaybeder?

Her şey kaybolmuş değil—fethedilemez olan

İntikam arzusu ve ölümsüz nefret,

Ve cesaret asla kaybolmaz, boyun eğmez—

Yenilmeyecek başka ne var ki.

Bu zafer onun gazabını ve gücünü asla

Zorla almayacak benden, önünde eğilmek ve

Diz çökerek onun gücünü tanrılaştırmak,

Ki bu gücün, silahın teröründen, çok geç

Onun imparatorluğu da şüphe etti—gerçekten de alçaktı;

Altında iğrençlik ve utanç yatıyordu

Bu düşüşün; mÂdem ki kaderdir, Tanrıların gücü

Ve bu semavi cisim başarısız olamaz;

MÂdem ki bu büyük olayın deneyimiyle birlikte

Silahlar asla daha kötü olmaz, ileri görüş çok iyi

Biz de daha başarılı ve umutlu olarak hallederiz

Güçle ya da hileyle bu savaşı sürdürürüz

Büyük Düşmanımız için uyuşturulamaz,

Şimdi muzaffer olan ve büyük sevinç yaşayan

Cennetin egemenliğini elinde tutan.'

İşte konuştu taraf değiştiren Melek, acı çekmesine rağmen

Bağırarak övünüyor ama diğer yandan umutsuzluk içinde;

Ve o da hemen cevap verdi cesur arkadaşına:

'Ey Prens, Ey birçok tahtlı Gücün Başı olan sen

Hazır olan Serafimleri savaşa götüren sen

Komutan altında ve korkunç amellerle,

Korkusuz, tehlikede Cennet’in ebedi Kralı,

Ve onun üstünlüğünü kanıtlamak için oldu bu,

Güçle, şans eseri ya da kader gereği!

Çok iyi görüyorum ve de korkunç olaydan pişmanım

Üzücü şekilde yıkılmak ve korkunç yenilgi

Bize Cenneti kaybettirdi, ve tüm bu büyük ordu

Bu korkunç yenilgiyle böyle aşağıları dı,

Tanrılar ve Semavi varlıklar

Mahvolabilir; ama zihin ve ruh geride kalır

Yenilmez ve o güç çok geçmeden geri döner,

Tüm zaferimiz sönse de ve o mutlu durum

Burada sonsuz acılar içinde yutulup tükense de.

Fakat ya bizi yenen o güç, Fatih

(Ki onun güçlü olduğuna inanıyorum.

Çünkü başkası bizim gücümüzü yenemezdi),

O büyük güç Gücümüzü ve ruhumuzu tümüyle bize bıraktıysa,

Sadece acılarımızı daha güçlü hissetmemiz için,

Onun intikam duygusu, öfkesi bizim için yeterli olsun için,

Ya da ona kölelik ederek hizmet vermek amacıyla

Arzusu ne olursa olsun savaş hakkı olarak,

Burada Cehennem’in ortasında ateşte çalışarak

Ya da karanlık Derinlerde onun işlerini yapmak için.

Bunun bize ne yararı olur, ne hissederiz

Güçleri tükenmemiş ya da ebedi varlık

Ebediyen ceza mı çekecektir?

Baş Şeytan buna hemen cevap verdi:

'Düşmüş Melek, zayıf olmak acınacak haldir,

Yapmak ya da acı çekmek—ama şundan emin olmalısın:

Hiç iyilik yapmamak asla bizim görevimiz olmayacak,

Ama her zaman kötülük yapmaktan zevk alacağız,

Onun yüksek arzularına karşı olarak

Ki buna hep karşıyız. Eğer ki o zaman Tanrı inayeti

Bizim kötülüğümüzden iyilik getirmek isterse

İşimiz bu yapıları ı saptırmak olmalıdır,

Ve de iyilikten kötülükler çıkarmalıyız;

Ki bu çoğu zaman başarılı olur ve bu nedenle belki

Onu üzecektir, eğer ben başarırsam ve

Onun en yakınlarını amaçlarından saptırabilirsem.

Ama işte bak! Öfkeli Victor çağırdı yine

İntikam ve kovalama elçilerini tekrar geriye

Cennetin kapılarına: cehennem ateşi

Fırtınada arkamızdan geliyor, müthiş gücüyle esiyor

Cennetin uçurumundaki o büyük kabarma bizi çekti aldı;

Ve yine korkunç bir öfkeyle gelen fırtına kızıl

Yıldırımıyla kanatlanmış gibiydi ve

Galiba oklarını harcadı ve şimdi duruldu

Uçsuz bucaksız Cehennem dibinden haykırmak için.

Düşmanımızdan küçümseme ya da öfke gelse bile

Bu durumu gözden kaçırmayalım sakın.

O korkunç düzlüğü görüyorsun, ıssız ve vahşi,

Perişanlık, yalnızlık var orada, ışık da yok sadece

Ama korku verici olabilir. Tuz o yakıcı alevlerden

Uzak duralım, o yöne gitmeyelim hiçbir zaman;

Orada duralım, eğer sığınıp rahat edebilirsek;

Ve bizi üzen güçlerimizi toplamaya çalışalım,

Bundan böyle en büyük zararı nasıl veririz tartışalım

Düşmanımıza, ve kendi kayıplarımızı nasıl dengeleriz,

Bu korkunç felaketi nasıl yok edebiliriz,

Umuttan nasıl bir destek alabiliriz bakalım,

Olmazsa umutsuzluktan ne sonuç çıkar konuşalım.'

Şeytan böylece en yakın dostuna konuştu,

Başım dalgaların ve bakışların üstünde tutarak

Gözleri parlıyordu; diğer parçalan ise

Sele karşı hazırdı, uzanmış ve rahatlamıştı sanki,

Sulara kapılmış büyük ağaçların yüzmesine izin verdi,

Masallarda muazzam diye söylenen,

Titan ya da Dünya-doğumlu ve Jüpiter'e saldıran,

Briareos ya da Typhon, ki onların mağarasını

Eski Tarsus ya da şu Leviathan denen deniz canavarı tutar,

Ki her şeyi yaratan Tanrı okyanusta yüzen varlıkları yarattı.

O ise Norveç köpüğü üstünde uyuklarken,

Gece batan küçük teknenin kaptanı olan o,

Denizcilerin söylediği gibi bir ada arıyordu,

Onun sığ kıYılanna demir atmak için,

Orada sığınacak bir liman aradı ve gece vakti

Denizi araştırdı ve sabah geç gelsin istedi.

Onun için Baş Şeytanın olduğu yerde boylu boyunca uzandı,

Şeytan yanan göle zincirliydi; oradan başım

Asla kaldırmadı ama hep yapmak istedi bunu

Ve her şeye kadir Tanrı’nın izni gerekliydi buna,

Tanrı onu kendi karanlık arzularıyla yalnız bıraktı,

Ve o tekrarlanan suçlarıyla birlikte kendini lanetledi

Ve başkalarına kötülük yapmak istedi ve öfkeliler gördüler,

Onun kötülüğü kandırdığı insanlara iyilik, güzellik getirirken

Ona karmaşa, gazap ve intikam getirdi.

Yanan gölden gerileyip çıkmaya çalışırken, alev kolları 

Onu yakmaya devam ettiler, kurtulamadı.

Ama sonra kanatlarını iyice açıp kaçmayı başardı,

Alacakaranlık gökyüzüne doğru yükseldi,

Üzerinde anormal ağırlık hissetti, kuru toprağa kadar indi

Ama toprak sürekli yanıyor gibiydi, tıpkı gölün suları gibi,

Sonra yeraltından esen bir rüzgar Pelorus'tan

Kopan bir tepeyi sürükleyip getirdi, Etna'nın ateş püskürten

Gücü buna yardımcı olmuştu belki ve her yer kötü kokular

Duman is içinde kaldı; kutsal olmayan

Ayakları böyle bir yere kondu.

Onun ikinci yardımcısı da onu izliyordu,

İkisi de Stygian selinden kurtuluşa sevindiler

İlahi Güç sabrı yüzünden değil de

Tanrılar olarak ve yerine gelen güçleri yüzünden neşe buldular

O zaman kayıp Baş Melek,

'Burası mı, bu toprak mı, bu iklim mi?'

Diye sordu, 'Semavi ışık yerine bu kasvetli karanlığa mı geldik?

Ama şimdi karan onlar veremiyordu, buna razı olacaklardı,

Ondan en uzak yer en rahat yer olacaktı onlara.

Burada mantık geçerliydi, güç istediğini yaptırırdı

Eşitleri üstüne. Elveda mutlu tarlalar,

Her zaman neşe, sevinç dolu yerler!

Yağın tepemize korkular!

Yağ başımıza Cehennem Dünyası!

Ve sen, en derin Cehennem,

Yer ve zamanla değişmeyecek

Bir akıl getiren yeni sahibini kabul et.

Yerinde olan ve o kullanılan bir akıl her zaman

Cehennemi Cennet, Cenneti Cehennem yapabilir.

Nerede olması önemli değil, ben hep aynı olacaksam.

Ve ben fırtınanın daha büyük yaptığı Ondan her zaman

Küçük olacağım. En azından burada özgür olacağız,

Yüce Tanrı burada bizi kıskanmayacak, bizimle uğraşmayacaktır;

Burada güven içinde kalabiliriz ve benim seçimime göre

İktidarda olmak hırsa değer, ama yine de Cehennemde:

Cehennemde hüküm sürmek yine de Cennette hizmetten iyidir'

Fakat biz sadık dostlarımızı oralarda bıraktık,

Kaybımız onların da kaybolmasına neden oldu,

Onlar şimdi unutulmuş gölde şaşkın ve habersizler

Ve onların durumunu paylaşmak için arayamayız onları

Bu mutsuz yerde, ya da bir kez daha

Toparlanıp silahlarıarak Cennet’teki kayıplarımız

Burada geri alamayız, onlara yardım edemeyiz.'

Şeytan bunu söyleyince Beelzebub ona şöyle dedi:

'O orduların kumandam çok parlak, güçlü ve Tanrıdır o,

Hiçbir güç ondan üstün değildir, engelleyemez Onu,

Bir kez o sesi duyduklarında en fazla yapacakları şey,

Tehlike ve korkuyu kabul ederek umut etmektir, bu çok duyulur,

En güç durumlarda ve en tehlikeli yerlerde,

Savaşın en şiddetli yerinde, tüm taarruzlarda,

Onların en güvenli sinyali, çok geçmeden başvuracaklar

Yeni cesaret ve yeniden yaşama duygusu için, ama şimdi onlar

O ateş gölünde sürünüp yaltakları ıyor, secde ediyorlar,

Ve biz de burada şaşkın bir halde düşünüyoruz;

O kadar büyük ve korkunç yükseklikten düşünce bu da normal!'

O susar susmaz üstü olan Şeytan hareketlendi

Kıyıya doğru ilerledi; ağır kalkanı elindeydi,

Semavi öfkesi, büyük, güçlü ve yuvarlak,

Yandaşları peşinde. Geniş daire çevresi

Mehtap gibi omuzlarına asılmış ve onun küresi

Toskana ressamının optik camdan bakışı gibi,

Akşam üzeri Fesole'nin zirvesinden,

Ya da Valdamo'da yeni topraklar keşfetmek,

Nehirler ya da dağlar, onun benekli küresinden.

En yüksek çam boyunda mızrağı,

Norveç dağlarından kesilerek yapılmış,

Bir büyük amiral asası gibi ama büyük bir değnek benzeri

O bununla yürüdü, zor basamakları çıkarken,

Cennetin gök mavisi toprağı gibi değil, yanan kireçli topraktı bu,

Ve yakıcı sıcaklık her yeri berbat kavururken.

Ama o kumsala çıkana kadar dayandı tabii

Sonra alevli denizin kenarında durdu ve seslendi

Şaşkın halde durup bekleyen askerlerine, Meleklerine

Ki onlar derelerin üzerindeki sonbahar yaprakları gibiydi

Vallombrosa'daEtrüsk gölgelerinin her yeri kapladığı yerde

Yüzüyorlardı sert Orion kollu rüzgarlar eserken

Dalgaları Busiris ve Memphian şövalyelerini atarken

Onlar Kızıl Deniz kıYılanm rahatsız etmişlerdi

Haince nefretleriyle suda yüzen cesetleri ve

Kırık araba tekerleklerini toplayan Goshen halkına

Saldıran o şövalyelerdi işte, o insanlar onların

Haince saldırılarına şaşırmışlardı.

Şeytan öyle haykırdı ki Cehennemin en derin yerleri

yankıları dı: 'Prensler, Krallar, Savaşçılar, bir zamanlar

Sizin olan Cennet Çiçeği artık yok, kaybettik onu,

Eğer bu şaşkınlığınız Ebedi Ruhları yakalayabilirse;

Ya da siz bu yeri mi seçtiniz acaba

Savaşı kaybettikten sonra dinlenmek için,

Yıpranmış erdemleriniz, bulacağınız rahatlık için

Cennet vadilerinde olduğu gibi burada da mı uyuklayacaksınız?

Yoksa bu sefil yerde Fatihi alkışlamaya yemin mi ettiniz?

O şimdi sellerde yuvarlanan Serafim ve Kerubimi seyrediyor,

Kollarım ve bayrağım açmış ve Cennet kapılarındaki yandaşları

Avantajı izliyor ve aşağıya inerek bizi daha da alçaklara çekiyorlar

Böylece dermansız kalacaksınız ya da fırtınalar sayesinde

Bizleri bu çukurun iyice dibine çekip orada bırakacaklar:

Uyanın, kalkın ya da sonsuza kadar yitik kalın!'

Onlar onu duyunca şaşırdılar ama yerlerinden fırladılar

Tıpkı nöbet tutarken uykuya mağlup olan ve sonra birden

Sarsılarak uyanan ve kendilerini toparlayan adamlar gibi.

İçinde bulundukları kötü durumlarının farkında

Değildiler sanki ya da büyük acılarını hissetmiyorlardı belki,

Ama yine de Generallerinin enirine hemen uydular

Çok kalabalıktı onlar. Mısır'ın kötü gününde

Amram'ın oğlunun güçlü asasını sallayarak

Doğu rüzgarı üzerinde uçuşan çekirgeler bulutunu

Dinsiz Firavun ülkesine çağırdığı gibi, onların tüm Nil diyarını

Karartıp gündüzü gece yaptığı gibi,

O kötü Meleklerin saYılan da o kadar çoktu ki,

Cehennem cüppesi altında kanatlanıp uçtular,

Ateşlerle çepeçevre sardılar ta ki büyük Sultanları

Mızrağını kaldırıp onlara işaret verene kadar uçtular,

Onun yönlendirdiği yere doğruldular ve her yeri doldurdular:

Barbar Kuzeylilerin gelip Ren ve Tuna'nın donmuş sulanın

Geçerek Cebelitarık'tan Libya çöllerine inişleri gibi,

O kadar kalabalıktılar ve her yere dağıldılar.

Her birliğin kumandam büyük Komutam görecek gibi

İstenen yerde durdu, bekledi; tanrı gibi Şekillerdi bunlar,

İnsanüstü varlıklardı bunlar; büyük saygın Prenslerdi;

Ve Cennette iken tahtlarında oturan Güçlerdi,

Fakat onların adları artık Cennet kayıtlarından silindi,

İsyanları yüzünden Hayat Kitabında da yoklar artık.

Onlar artık Hz. Havva Anamızın çocukları da değiller,

Kendilerine yeni isimler buldular, dünyaya dönene kadar,

İnsanoğlunun yargılanmasında Tanrının büyük sabrına göre,

Büyük kısmı yalanlar ve sahteliklere dayanıyor,

İnsanların kendilerini yaratan Tanrıyı unutmaları için

Çabalıyorlar ve Onun görünmez ihtişamı insanları dinsel

Öğretilerle doğru yola sokmaya ve Şeytanın şerrinden

Kurtarmaya çalışıyor: onlar ise insanlar tarafından

Değişik adlarla ve dinsizler dünyasında çeşitli putlarla anılıyor.

Onların isimleri biliniyor, kim birinci, kim sonuncu,

Büyük İmparatorlarının seslenişiyle alevler içindeki

Divandan uykusundan kalkanlar ve uzakta duranlardan önce onun

Çıplak kıyıda durduğu yere yalnız ve önce gelenler mi birinciler?

Önde olanlar Cehennem kuyusundan Dünyaya çıkmak için

Yol arayanlardı, uzun zaman sonra koltuklarını Tanrı koltuğuna

Yakın koymak isteyenlerdi, Tanrılar ulusların arasından seçim

Yaptılar, hayran olduklarını belirttiler.

Yehova Sion'dan gök gürültüsüyle çıktı,

Melekler arasında; evet, onlar yuvalarını Onun evinde yapardı,

İğrenme, nefret; ve lanetlenmiş şeylerle birlikte

Onun kutsal ayinleri ve ibadetleri kirletildi,

Ve onlar karanlıkları ile Onun ışığını karartmak istediler.

Önce insan kurbanları ve ebeveyn gözyaşlarıyla

Lekelenmiş korkunç Molek vardı;

Fakat çocuklarının ateşten geçen bağırışları duyulmadı

Çünkü davulların ve teflerin sesleri vardı orada

Onun çirkin, gaddar putuna ulaşmadı sesler.

Ammonlular Rabba'da ve sulak ovasında ibadet ederdi,

Argop ve Basan'da, Amon akarsuyunda.

Böyle cüretkar bir bölgeden memnun olmadı onlar,

Hilekarlıkla Hz. Süleyman'ın tapmağım Tanrı camii

Karşısına inşa ettirdi, o yüz kızartıcı tepeye

Ve korusunu güzel Hinnom vadisi yaptı, sonra da Tophet

Ve kara Gehenna Cehennem tipi yer oldu.

Ondan sonra Chemos, Moab'ın korkunç, dehşet salan oğulları 

Aroer’den Nebo'ya ve güneydeki Abarim vahşi toprakları ;

Hesebon'da, ve Seon diyan Horonaim, bağlarla kaplı çiçekli

Sibma vadisi, ve Ölü Deniz yakınında Eleale:

Diğer adı Peor, Nil'den başlayan yürüyüşte Sittim'de

İsrail'i baştan çıkarınca ona ayinler yapmak istedi, bu acı verdi

Fakat şehvet dolu ayinler ve hatta koru yakınında skandal tepesi

Molek cinayeti, nefret dolu cinsellik,

İyi Josiah onları oradan alıp Cehenneme götürene kadar.

Onlarla birlikte Fırat'tan Mısır'ı Suriye'den ayıran ırmağa kadar

Olan yerden Baalim ve Ashtaroth'lar geldiler—bu erkekler,

Bu kadınlar. Ruhları için zevk duymak istediklerinde

Her iki cinsiyet de rahatça arzularını açıklayabiliyor,

Hiç çekinmeden cinsel arzularını ya da düşmanlıklarını

Açıkça söylüyorlar. Bunlar için İsrail ırkı

Yaşama Gücünü yitiriyor,

Bazıları hakkı olan mihrabı terk ediyor, başım önüne eğiyor

Hayvani tanrılar önünde; başları savaştaymış gibi, nefret edilen

Düşmanın mızrağı önündeymiş gibi eğiliyor.

Bu askerlerle birlikte Fenikelilerin Astarte dediği hilal boynuzlu

Cennet Kraliçesi Astoreth geldi;

Mehtap ışığında görülen bu parlak imaja

Fenike bakireleri yemin ettiler,

Şarkılar söylediler; Sion'da şarkı yoktu ama iğrenç dağda onun

Tapınağı vardı; karısına çok düşkün kral inşa ettirdi onu ve kalbi

Putlarla doluydu. Arkasından Temmuz geldi

Ki onun Lübnan'dan aldığı yıllık yarası yüzünden

Sion’un kadınları onun kaderine ağladılar.

O yaz günü bütün gün ona aşk şarkıları söylediler,

O sırada sakin Adonis yaşadığı kayalıktan inerek

Kırmızı renkle denize koştu, kırmızıyı Temmuz'un

Yarasından geldi sanıyordu: bu aşk hikâyesi

Sion kadınlarını' sıcak gibi çarptı ve onların bu tutkusunu

Aşkından soğuyan Yahuda'nın siyah putperest

Kadınını izleyen Ezekiel gördü. Sonra büyük yas içinde biri geldi

Yüzünü, ellerini kesmiş, yaralamıştı,

Orada yere düştü ve kendisini çok sevenleri utandırdı

Dagon'du adı, deniz yaratığıydı, üstü erkek

Alt kısmı balıktı—ama alnı açıktı, genişti

Azotus'ta büyümüş, yetişmişti, kıyı boyunca korkarlardı ondan,

Filistin'de, Gath ve Askelon'da, Ekron ve Gaza'nın sınırlarında.

Onu Rimmon izledi, onun yaşadığı yerler

Şam, Abbana ve Phaprphar'ın verimli kıYılan, şeffaf akar sularıydı.

O da Tanrı evine karşı cesurdu, küstahtı:

Bir keresinde bir cüzamlı miskin kaybetti,

Ve yerine bir kral buldu—

Bir Suriye savaşında kazandığı

Çirkinlikleri yakmak ve mağlup ettiği tanrılara

Hayranlık duymak için ayyaş fatih Ahaz için

Tanrı mihrabının yerini değiştirdi.

Ondan sonra adları eskiden beri bilinen—Osiris, Isis,

Orus ve diğerleri—bir ekip geldi,

korkunç şekilleri vardı, büyücüydüler,

İnsandan ziyade hayvani şekilleri olan

Tanrılarını arama konusunda Fanatik Mısır'ı ve

Rahiplerini kötüye kullandılar. İsrail de onlardan kaçamadı.

Borç aldıkları altın Oreb'in baldırını oluşturduğunda

Meydana gelen enfeksiyon; ve asi kral

Bethel ve Dan'da Yaratıcısı Yehova'yı

Otlayan öküze benzeterek bu günahı

İki kez işleyince Tanrı bir gece

Mısır'dan yürüyerek geçti ve bir darbede

İlk doğam ve tüm meleyen tanrıları eşitledi.

Belial sonuncu geldi, ondan sonra daha iffetsiz, uçan bir Ruh

Cennetten düşmedi ya da Kötüyü sevmek için daha başkaları geldi.

Ona hiçbir tapınak yapılmadı ya da mihrap tütmedi;

Ama çok sık olarak tapınaklarda ve mihraplarda Tanrının evim

Şehvet ve şiddetle dolduran Eli'nin oğulları gibi

Rahip putperest mi olacak? Karmaşa gürültüsünün

Yüksek kulelerinin üstüne indiği lüks şehirlerde, saraylarda o yine

Hüküm sürüyor, öfke, kavga devam ediyor; ve ne zaman gece

Sokakları karartır, işte o zaman Belial'ın oğulları 

Şarap ve küstahlıkla gelirler. Sodom sokakları 

Tanıktır buna, ve o gece

Gibeah'taO misafirperver bir kapı açılır

Ve o korkunç tecavüzden korur.

Bunlar her zaman görülür ve zorluk, güç kullanma hep vardır;

Gerisini anlatmak uzun sürer, ama herkes bilir bunları

İyonya tanrıları—Yavan'ın meselesi tutulmuş duruyor

Tanrılar, nihayet Cennet ve Dünyadan

Daha geç de olsa itiraf edildi,

Onların övünen ebeveynleri; Titan, Tanrının ilk doğam,

Çok derin düşüncelerle ve daha genç Satürn’ün doğuştan hakkıyla:

O çok büyük Jove'dan onun ve Rhea’nın oğlu, bulunmuş ölçek gibi:

Böylece Jove gasp ederek hüküm sürdü. Bunlar önce Girit'te oldu

Ve Ida tanındı, oradan sonra da soğuk Olimpus'un karlı tepesi

Her yerde hüküm sürdü, onların en yüce cenneti; ya da

Delphian kayasında veya Dodona'da ve Doric topraklarının

Her yerinde; ya da Satürn ile Adria üzerinden

Hesperian ovalarına kaçtılar,

Ve Celtic üzerinden en uzak AdalaraO gittiler.

Onların hepsi ve başkaları topluca geldiler, ama kederli,

Perişan görünüyorlardı, ama yine de Şeflerini bulmak onlara biraz

Hayat vermiş gibiydi, kendilerini bulmuşlar, umutlanmışlardı.

O da iyi değildi, yüzünde kuşkulu ifade vardı, ama kibirliydi,

Sonunda kendini topladı, gür sesiyle onlara hitap etti,

Cesaretlendirdi onları, korkularını ortadan kaldırdı.

Sonra sanki savaş meydanlarındaki gibi kükredi,

Sanki trampetler borular çalıyordu, kaldırdı sancağını,

Uzun boylu Melek Azazel sağındaydı, onu gururla yanına aldı,

O diğerlerinin arasından çıkıp onun yanma gitti, parıldayan

Sancak açılmıştı, imparatorluk sancağı ileriye götürüldü,

Rüzgarda uçan bir meteor gibi parladı, üzerindeki parlak

Değerli taşlarla, Meleklerin savaş süsleriyle ve o sırada

Parıldayan borular savaş nağmeleri çalıyordu;

Bunun üzerine evrenin sahibi Cehennem üzerine

Bağırdı, kükredi, eski Gece ve Kaos hükmüne korku, dehşet saldı.

Birden o kasvetli ortamda bir hareket meydana geldi

On bin bayrak sancak hep beraber havaya kalktı,

Ve bu rengarenk bayrak ve flamalarla birlikte mızraklar

Yükseldi ve kalkanlar şuaya dizildi, derinliği ölçülmezdi

Onlar Phalanx’dan Dorian durumunda muntazam

Adımlarla ilerlediler, savaş müziği eşliğinde, asil kahramanlar gibi.

Onlar savaşmaya gidiyordu ve içlerinde öfke yerine

Kararlılık vardı, sakindiler, ölümden korkmuyor, kaçmayı

Düşünmüyorlardı, içlerindeki olumsuz düşünceleri, fikirleri,

Üzüntüleri attılar, fani ya da ölümsüz düşünceler yoktu akıllarında.

Böylece onlar aynı anda soluk alan bir birlik oldular, fikirleri birdi,

Yumuşak boruların müziğiyle yanmış topraklarda yürüdüler.

Ve şimdi müthiş savaşçılar olarak korkunç bir görünüşleri vardı,

Mızrakları ve kalkanları ile büyük Komutanın emrini bekliyorlardı.

O da tecrübeli bakışlarla onlara baktı bir süre, bütün orduyu

Gözden geçirdi—düzenlerini uzun süre inceledi,

Sanki hepsi tanrılarmış gibi onların yüzlerine, duruşlarına baktı;

SaYılan büyüktü. Ve şimdi onun kalbinde gurur vardı, gücü arttı.

Zafer yakındı; çünkü İnsanoğlunun yaratılışından bu yana

Böyle büyük bir güç asla görülmemişti, piyadeden güçlüydü bunlar

Mancınıkları vardı onların—ThebesO ve Ilium'da savaşmış,

Phlegra'da Dev savaşçılar katılmıştı onlara

Yardımcı tanrıları da vardı,

Uther'in oğlunun savaşındaki gibiydi manzara,

İngiliz ve Armoric şövalyeleri

Vaftiz edilmiş ya da imansızlar, Aspramont, Montalban

Şam, Fas ya da Trabzon'dan gelenler ve

Charlemain'in Fontarabbia tarafından yenilmesinden sonra

Bizerte'nin Afrika'dan gönderdikleri de vardı orada.

Böylece fani yiğitliğin ötesinde bir güç vardı orada

Ve korkunç Komutanlarını izlediler; o ise hepsinin üstünde,

Duruşu ve davranışlarıyla mağrur, herkesin üstünde görünüyor,

Kule gibi duruyordu; görünüşü eski parıltısını henüz tam olarak

Yitirmemişti, perişan Baş Melek gibi görünmüyordu ve şanı

Gizliydi—sanki yeni doğan güneş gibi henüz tam parıltılı değildi,

Gözlerini çevirip puslu ufuklara doğru uzun süre baktı,

Işınları kırpılmış gibiydi ya da ayın arkasından bakıyordu sanki,

Parıltı yoktu, felaket sonrası alacakaranlıktı orası

Ulusların yarısı üstünde, ve değişim korkusuyla

Şaşırmış krallar'. Böyle karanlıktı ama yine de parlıyordu

Hepsinin üstünde Baş Melek; ama yüzünde

Fırtınanın derin izleri vardı, ve soluk yanağında endişe ifadesi,

Ama kaşları altında büyük cesaret ve belirgin gurur izi,

İntikam bekliyordu; gözleri zalim bakıyordu ama pişmanlık ve

Öfke ifadesi vardı orada, suç ortaklarına bakarken—yandaşlarına

(Bir zamanlar neşe mutluluk dolu olan bu gözlerde), lanetliydi,

Çünkü onların hepsine büyük acılar tattırmıştı,

Onun yüzünden milyonlarca ruh cezalandırıldı, Cennetten kovuldu

Ebedi ihtişamdan mahrum kaldılar, her şeyi kaybettiler,

Onun isyanıyla, ama yine de ona sadık kaldılar,

Tanrının ateşi orman meşelerini, dağ çamlarım yakınca

Zaferleri son buldu, büyümeleri zenginlikleri bitti.

O şimdi konuşmaya hazırlandı ve karşısındaki sıralar bekledi.

Cenahtan cenaha, onun çevresini yarım ay gibi sardılar,

Hepsi bir arada dikkatli, suskunluk içindeydiler.

O üç kez konuşmayı denedi, ama üçünde de kibrine rağmen

Meleklerin ağlaması gibi gözlerinden yaşlar fışkırdı; sonunda

Kendini toparladı ve kelimeleri bir araya getirmeyi başardı:

'Ey siz ölümsüz Ruhlar!

Ey Eşsiz Güçler, Her Şeye Kadir Olanlar!

Bu mücadele şansız, şerefsiz değildi, ama sonuç meşumdu,

Bu değişikliğin ve düştüğümüz bu yerin gösterdiği gibi,

Bunu söylemekten nefret ediyorum, ama geçmiş ya da bugünü

iyi bilen hangi akıl bunları öngörebilir, kehanette bulunabilirdi,

Böyle bir tanrılar gücünün,

Sizin gibi bir gücün kovulacağım düşünürdü?

Tüm bu güçlü topluluğun, çıkışıyla Cenneti boşaltan sizlerin

Oraya tekrar çıkamayacağım,

Eski yerlerini alamayacağım kim bilebilirdi?

Benim için hepiniz tanık olun Cennet topluluğu,

Eğer caydırıcı farklı öğütler gelir ya da tehlikeler belirirse

Benim yanımda umutlarımızı yitiririz. Fakat orada oturan,

Cennetin hakimi o zamana kadar tahtında güven içinde oturur,

Eskisi gibi ve egemenliğini sürdürerek

Ama hâlâ gücünü saklayarak,

Ki o güç bizim girişimimizi engelledi ve düşüşümüze neden oldu.

Şimdi onun gücünü de kendi gücümüzü de iyi biliyoruz.

Ne kışkırtma ne korku olmamalı artık bu durumda

Savaştan kaçınmalıyız; mümkünse hepimiz birlikte

Kurnazlıkla, hile ve yalanlarla çok iyi çalışmalıyız,

Gücün alt edemediğini yenmek için başka yollar bulunur,

Güçle zafere ulaşan düşmanının ancak yarısını yenmiş olur.

Boşluklar yeni dünyalar yaratır bize, oralarda bolluk olur,

Cennette bir söylenti vardı, buna göre O kendi arzusuna göre bir

Nesil yaratacaktı orada, Cennetin Oğullarına yakın olacaktı.

Gözetlemek için de olsa ilk patlamamız

Orada olabilir, ya da başka yerde;

Çünkü bu cehennem çukuru Semavi Ruhları asla ebediyen tutamaz

Burada, uzun zamandır karanlık olan bu derin çukurda kalamayız.

Ama bu fikirleri geliştirmeliyiz. Barış umutsuzluktur,

Çünkü kim düşünür teslimiyeti. O halde savaş fikri

Açık savaş fikri anlaşılmalı ve bu konu tarafımızdan halledilmeli.'

Onun konuşması bitince onu doğrulamak için milyonlarca

Alevli kılıç havaya kalktı, herkes kınından çıkardı kılıcını

Büyük Melekler kılıç çektiler; ani parıltılar Cehennemi aydınlattı

En Yüce olana, en Güçlüye kızdılar, öfkeyle silahlarını kaldırdılar

Savaş gürültüsü içinde kalkanlara çarpar kılıç sesledi duyuldu,

Cennete doğru meydan okudular, bağırıp çağırdılar.

Çok uzak olmayan bir yerde tepesinden ateş ve duman

Püskürten bir dağ vardı; geriye kalan her yer

Parlak eriyikle doluydu, parlıyordu—içinde, derinlerde

Erimiş metal olduğu belliydi, kükürt işiydi bu. Orada pek çoğu

Kanatlandı, siper kazmaya giden

askerler ya da kale duvarı inşa edecek kazma kürekli işçiler gibi.

Mammon lider oldu onlara,

Cennetten kovulan son asi Ruhtu o; çünkü

Onun fikirleri ve bakışları hep kötüye, aşağıya doğruydu,

Cennetin altın taşlarına bakardı kutsal şeylerden ziyade.

İnsanoğlu da onun teşviki ve öğütleriyle

Ana Toprağın derinliklerini

Soymaya başladı, daha iyi gömülmüş hâzinelere ulaşmaya çalıştı.

Çok geçmeden tepelerde derin yaralar açtılar,

Ve altın damarlarını bulup kazdılar, çıkardılar. Cehennemde böyle

Hayran olunacak hazine yoktu. O topraklarda ancak felâket,

Ölüm olurdu. Ve orada ölümcül şeylerle övünenleri bırak, Babil

Hikâyeleri dinleme ve Memphian krallarınınO

Yaptıklarım düşün, ünlü büyük anıtlarını öğren

Ve de güçlerini ve sanatlarını, sefil Ruhların bozduğu sanatlarını,

Bir saat içinde pek çok elle ve tükenmez gayretle yıktıklarını.

Düzlükte yakında, pek çok hücrede hazırlandı.

Ki onların altında sıvı ateş damarları vardı,

Gölden kanalla akıtıldı, ikinci bir kalabalıktı bu,

Şaşırtıcı bir sanatla maden cevheri bulundu,

Her şeyi kesip ayırdılar ve maden cürufunu üzerinden aldılar

Ama çok geçmeden toprak altında bir üçüncü oluştu,

Farklı, çeşitliydi bu, ve kaynayan hücrelerden

Garip bir nakille her boşluğu, köşeyi birden doldurdu—

Bir organ içinde gibi, rüzgarın bir tek hamlesiyle,

Pek çok borudan sesler geliyordu, nefes alıp vermek gibi.

Sonra yer altında iç çekişi andıran, tatlı sesler yükseldi,

Yuvarlak plastroların olduğu yerde tapınak gibi yükselmiş,

Dor sütunlarla birlikte, kabartmalarla süslü, komiş frize istemez:

Tavan altın kabartmalı. Babil değildi bu, büyük Alcairo

İhtişamı olamazdı, Belus ve Serapis

Tanrılarını kutsallaştırmaktı,

Ya da Mısır ve Asur zenginlik ve lüks içinde

Yaşarken onların krallarını tahtlarına oturtmaktı, yükselen kazık

Tüm uzunluğuyla sabit duruyordu ve kapıları destekliyordu,

Onların pirinç kanatlarını açarak ve açıldıkları zeminde olanları

Kemerli kapıdan keşfederek, etraf aydınlıktı, neftyağı yanıyordu,

Işık gökten gelir gibiydi. Kalabalık aceleyle ve hayranlıkla girdiler.

Överek bakındılar, onun elleri

Cennette birçok yüksek bina inşa etmişti,

Oralarda Melekler prensesler gibi yaşıyor, saltanat sürüyorlar,

Onları yöneten Kralın gücünden yararlanıyorlardı.

Onun adı eski Yunanistan ve İtalya'da da duyulmuştu, seviliyordu,

Ona orada Mulciber diyorlar,

Cennetten nasıl kovulduğunu anlatıyorlardı.

Kristal kalesinin burçlarından atılmış,

Sabahtan öğleye, öğleden akşama

Hep düşmüştü aşağıya, bir yaz günüydü ve batan güneşle Ege adası

Limni’ye düşen bir yıldız gibi düştü. Onu böyle anlatırlar,

Günahkârdı; onunla birlikte yandaşları da kovulmuş,

Düşmüştü aşağıya, Cennette yaptığı binalar işine yaramadı,

İstediklerini de alamadı, baş aşağı gönderildi

Cehennemde bina yapmak için, tüm yandaşlarıyla birlikte.

O arada egemen gücün emriyle kanatlı haberciler,

Büyük törenlerle ve boruların çalmasıyla geldiler

Ve yüksek binada, Pandemonium'da

Kutsal bir toplantı yapılacağını haber verdiler.

Şeytan ve yandaşları toplanacaklardı. Bu haber her yana

Yayıldı ve hepsi toplanarak oraya gittiler,

Yüzlercesi, binlercesi vardı.

Tüm kapılar açılmıştı, hepsinin önü kalabalıktı, büyük salon açıktı

(Ama cesur şampiyonların silahlı at binmeyeceği kapalı salondu

Burası ve Soldan koltuğu en iyi Paynim şövalyesine

Meydan okudu) her yer tamamen doluydu, yer ve gök.

Kanatlar birbirine sürtünüp hışırdıyor, bahar zamanı anlar gibi

Vızıldıyorlardı, kovan etrafından uçuşan anlar gibiydiler,

Samandan yapılmış kalelerinin banliyösünde taze çiçekler

Arasında uçuşuyorlar, durumlarını tartışıyorlardı; her yer

Çok kalabalıktı ve bir süre sonra işaret verildi, dikkat kesildiler,

Hepsi şaşkındı! onlar kendilerini Dünyanın dev çocuklarından

Daha büyük görürken, şimdi burada kalabalık bir cüce topluluğuna

Dönmüşlerdi, bir Hint tepesinin

Ardındaki pigmelere benziyorlardı,

Bir orman kenarında gece yarısı dans eden peri masalı cücelerine,

Ya da mehtap dünyayı aydınlatırken

Bir köylünün rüyasında gördüğü

Cücelere benziyorlardı. Onlar kulağa hoş gelen bir müzikle

Hep dans ederlerdi, köylü bundan hem hoşlanır, hem de korkardı.

Ruhlar işte böyle tinsel, vücutsuz küçük şeylerdi,

Büyük şekilleri iyice küçülmüştü, boşluktaydılar,

Ama bu cehennemi avlunun ortasında çok büyük kalabalık vardı,

Ama biraz uzakta, aynı yerde ve kendi boyutlarında

Meleklerin Lordları kapalı bir yerde oturuyorlardı,

Altın koltuklarda oturan bin yan-tanrı vardı, kalabalıktılar.

Kısa bir sessizlikten sonra açış konuşması okundu

Ve büyük danışma toplantısı başladı.

KİTAP II

ÖZET

Toplantı başladı, Şeytan' Cennet'in tekrar ele geçirilmesi için yeni bir savaş konusunu tartışmaya açtı, bazıları bunu isterken bazıları da itiraz ettiler. Bir süre sonra Şeytan tarafından daha önce sözü edilen üçüncü bir teklif tercih edildi; Cennette sözü edilen bir başka dünya, kendilerine eşit ya da onlardan daha aşağı olmayan bir yaratığın yaratılması konusuydu bu. Bu zor araştırma için kimin gideceği konusu zor bir sorundu. Şefleri Şeytan bu işi kendi yapacağını söyleyince alkışlandı. Toplantı böylece sona erdi ve gelenlerin hepsi kendi yollarına gittiler, şeytan dönene kadar kendi işlerine döndüler ve bekleme sürecine girdiler. Şeytan bir süre sonra Cehennem kapısına geldi, kapılar kapalıydı ve o gidip nöbetçileri buldu, kapıları açtırdı, nöbetçiler ona Cehennem ve Cennet arasındaki boşluğun yolunu buldular; Şeytan o yerin yöneticisi olan Kaosun gösterdiği yoldan giderek orayı aştı ve aradığı yeni Dünyayı gördü. 

Ormus'un ve Ind'in zenginliğini gölgede bırakan

Ya da muhteşem Doğunun kralları üzerine

En zengin bir elle vahşi inciler ve altın yağdırdığı

Yerde bulunan bir krallık tahtına, oraya uygun şekilde

Yüceltilen şeytan oturdu ve ummadığı böyle bir yerden

Umutsuzluk içinde Cennete karşı savaş verme konusunda

Düşünmeye başladı ve gurur duyduğu hayal gücü sayesinde

Bazı şeyleri akıl edebildi ve başarılı olabileceğine karar verdi:

'Egemenler ve Hükümranlar, Cennetin Tanrıları!

O muazzam çukurda düşmüş ve baskı altında olsam da

Hiçbir derinlik ölümsüz gücü tutamayacağına göre,

Cenneti kaybolmuş saymıyorum ben: bu düşüşten, daha önce

Olduğundan daha şanlı ve korkutucu Semavi Erdemler

Yükselecektir ve onlar artık hiçbir şeyden korkmayacaklar:

Ben haklıyım ve Cennetin sabit yasaları önce senin liderini,

Sonra da özgür seçimi yarattı, onun yanında mecliste savaşta

Değer kazandı ve bu kayıp yine de şimdiye kadar en azından

Kurtarıldı, çok daha iyi olarak güvenli, kıskanılmayan bir tahta

Yerleştirildi, hem de tam bir rıza ile oldu bu.

İtibarın, değer kazanmanın izlediği Cennette alttaki herkeste

Kıskançlık var, ama burada en yüksekte oturanı kim kıskanacak?

Gürleyene karşı burası ilk dayanacak yer,

Senin siperin ve sonsuz acının en büyük parçasını lanetlemez mi?

Bu yerde mücadele etmek için değerli bir şey yok,

Bölücülerden bir şey çıkmaz burada, Cehennemde

Üstünlük, öncelik yok, onun şimdiki acıda payı o kadar küçük ki

Hırslı bir akıl daha çok imrenir. O halde bu avantajla

Birliğe ve kesin iman, inanç ve kesin uzlaşmayla

Cennettekinden daha iyisi yapılabilir, biz şimdi dönüyoruz

Hakkımız olan eski mirası talep etmeye, eskisinden daha mutlu

Olacağız ve bunu en iyi yoldan yapacağız, ya açık savaş,

Ya da kapalı kurnazlık ve hile yoluyla olacak bu,

Şimdi düşünüyor, tartışıyoruz,

Danışmanlık yapmak isteyen konuşabilir.'

Şeytan sustu; onun yanında hüküm süren kral Molek vardı

Kral kalktı, Cennette savaşmış en güçlü ve en sert Ruhtu o

Ve şimdi umutsuzluk içinde olup daha da sertleşmişti.

Ebediyete olan güveni tamdı ve kendisine çok dikkat çekmek

İstemezdi, endişesi kaybolmuş, korkusu da kalmamıştı,

Ne Tanrı, ne Cehennem korkusu vardı onda ve şöyle konuştu:

"Ben açık savaş olsun diyorum. Hile ve her türlü kötülük

Olabilir, uzmanlık istemez, ben övünmüyorum: bırak onları

İhtiyacı olan, ne zaman isterse yolunu bulur, ama şimdi değil;

Çünkü onlar oturup ne yapacaklarını düşünürken gerisi

.Çıkış işareti beklerken bıkacaklar,

Cennet kaçakları ve onların ikâmetgâhları için

Bu utanç verici, yüz kızartıcı yeri kabul et.

Hüküm süren zorbanın hapishanesi biz geciktikçe

Açık olarak kalacak değil mi? Hayır! Biz daha ziyade

Silahlarımız ve öfkemizle saldırı düşünelim, hep beraber

Cennetin yüksek kulelerine saldıralım, zorlayalım onları,

İşkence gücümüzü İşkenceciye karşı korkunç

Silahlara dönüştürelim: O kendi savaş makinesinin sesini

Duymayı beklerken Cehennem gürültüsü duyacak

Ve şimşek yerine kara ateş ve dehşetin aynı şiddetle

Saldırısını görecek, hissedecek. Melekleri arasında ve

Tahtında, korkunç ateş ve TartarosO sülfürünün karışımı olarak.

Kendi icadı olan işkenceler bunlar. Ama belki

Doğru kanatlarla daha yüksekte olan düşmana

Karşı dimdik çıkmak zor görünecektir.

Bırak onlar böyle düşünsün, eğer o unutturucu gölün

Uyutucu suları hâlâ etkiliyse eski yerimize kolay çıkarız.

Düşmek ve inmek bize ters geliyor. Sert düşman

Bozulmuş geri kuvvetimize saldırıp bize hakaret ederek

Takip ederken biz neden bu kadar alçaldık peki? Çıkış kolaydır;

Olay korkutucudur! Tekrar bizi mahvetmesi için Onu yine

Kızdıracak mıyız? Eğer Cehenneme gideceksek

Mahvolmaktan korkalım!

Burada bu Cehennem çukurunda, mutluluktan uzak, lânetli

Yaşamaktansa her şeye razı olalım, bundan kötüsü olabilir mi?

Burada acının söndürülmeyen ateşi Onun öfkesine köle

Olmaktan kurtulma umudunu öldürecek, yalvarışlarımız

Duyulmayacak, işkence görerek pişmanlığımızı mı haykıracağız?

Bu kadar mahvolduktan sonra yok olmamız daha uygun olmaz mı?

O halde neden korkuyoruz?

Onun öfkesini dindirme umudumuz var mı?

O öfkelendiğinde bizi tamamen bitirecektir,

Ama eğer biz kutsalsak,

Bizi bitiremeyecekse burada kalarak hiçbir şey olamayız; gücümüz

Onun Cennetini rahatsız etmeye yeter, bunu hissediyorum,

Onun erişilemez ve ölümcül olan tahtına sürekli saldırıyla

Zafer kazanmasak bile intikamımızı almış sayılırız.'

Kaşlarını çatarak konuşmasını bitirdi Kral ama görünüşü

Umutsuz intikamın ve savaşın tehlikeli olduğunu anlattı

Tanrılardan küçük olanlara. Diğer yanda Belial kalktı

Ayağa, onun davranışları daha nazik ve insancıl gibiydi;

Cennette kaybolmamış daha iyi bir kişiydi o; mağrur.

Erdemli gibi görünüyor ve başarılı birine benziyordu,

Ama bu görünüşlerin hepsi boştu, yanıltıcıydı.

Ağzından man dökülürdü, kötüleri iyi gösterirdi, şaşırtıcı

Öğütler verirdi ama düşünceleri kötüydü,

İyilik düşünmez, kötülük üretirdi, iyi şeylere karşı

Korkak ve tembeldi; ama kulağa hoş gelen sözler ederdi,

Ve yine inandırıcı bir ses tonuyla şöyle konuştu:

'Açık savaşa çok daha yakın olmalıyım dostlarım,

Çünkü ben de nefret doluyum, ama savaş için gösterilen

Neden beni en çok caydıran şey oldu ve savaşın başarısı

Üstüne meşum bir tahmin getirdi. Savaşı en çok ister görünen

Dostumuz kendine güvenmiyor, cesaretinin temeli olarak

Umutsuzluğunu gösteriyor ve amacının sadece intikam

Almak olduğunu açıkça söylemekten çekinmiyor.

Her şeyden önce ne intikamı bu? Cennetin kaleleri

Silahlı asker dolu, oraya girmek mümkün değil; ayrıca

Cehennem Çukuru sınırında askerlerinin kampı var,

Gece karanlığında kanatlı keşif askerleriyle oraya sızabiliriz

Belki ve bir sürpriz yapabiliriz. Ya da güç kulları arak

Oraya sızabiliriz ve arkamızdan tüm Cehennem isyan eder

Kalkıp gelebilir ve karanlığıyla Cennetin ışığını azaltır,

Fakat büyük Düşmanımız hiç bozulmadan tahtında

Oturacaktır ve çok beklemeden bize karşı o müthiş ateşini

Yine açacaktır, zafer onun olacaktır. Bu şekilde püskürtülünce

Son umudumuz da suya düşecek: Yüce Tanrı’yı bütün öfkesini

Harcayacağı kadar kızdırmamız gerekir, ve bu bizi bitirir.

Şifamız, ilacımız bu olmalı, artık yok olmak yanı—kötü çare

Kim kaybedecek burada, acı dolu olmasına rağmen bu

Entelektüel varlık böyle düşünüyor, sonsuzlukta çaresiz

Dolaşmak yerine duygu ve hareketten yoksun olarak.

Yaratılmamış Gecenin geniş rahminde yutulmak, kaybolmak mı?

Hem kim bilir? Belki bu daha iyi olabilir, öfkeli Düşmanımız

Bunu yapar mı acaba? Nasıl yapacağı kuşkulu ama asla

Yapmayacağı kesin. Öfkesinden hemen vazgeçmek için

Yeterince akıllı, dirayetli mi acaba, ne dersiniz?

Etkisizlik ya da ya da farkında olmamak gibi bir nedenle

Düşmanlarının istediğini yapabilir, onları sonsuza kadar

Cezalandırmamak için yok edebilir mi acaba?

Peki ama neden yok olacağız biz? Savaş taraftarları

Bunu sorsunlar; bize emredildi, bir ebedi düşman olarak

Ayrıldık desinler. Ne olursa olsun bundan daha fazla

Acı çekmeyiz, daha kötü durumda olmayız, değil mi?

O halde böyle oturup konuşmak, silahla beklemek

En kötü halimiz mi? O halde hızla kaçarken ve Cennetin

Korkunç fırtınasının etkisini hissederken neden Cehennemin

Dibine sığındık? O zaman Cehennem bize yaralarımızı

Sarabileceğimiz bir sığınak gibi görünmüştü.

Yanan gölde zincirliyken halimiz çok daha kötüydü.

Ya o korkunç alevleri canlandıran o nefes

Harekete geçer ve o alevleri yedi kat daha artırırsa.

Ve bizleri alıp onların tepesinden aşağıya, onların içine atarsa,

Bir süre ara veren, bir bırakan o intikam kolu tekrar uzanır

Onun kırmızı sağ eli bizi yine yakalarsa? Ya onun tüm silahları

Ateşlenir de bizi korkunç saldırısı altında bırakırsa,

Bu korkunç şeylerin olması yakındır, müthiş düşüş tehdidi yine var

Biz burada savaştan ve zaferden söz ederken başımıza

Belâ gelebilir, korkunç fırtınaya yakalanıp fırlatılınz

Onun sabit kayaları üstüne, hortumlarla savrulur ya da

Sonsuza kadar batarız kaynayan okyanus sularına,

Zincirlenmiş olarak, sonra kimse acımaz bize, umutsuz sona

Gideriz değil mi? Bu daha da kötü olur.

O halde açık ya da gizli savaşa ben hayır derim; çünkü

Hangi güç ya da hile Ona karşı gelebilir, kim kandırabilir

Gözleri bir bakışta her şeyi gören Onu? Cennetteki yüksek

Yerinden O bizim boş çabalarımızı görüyor

Ve bizimle alay ediyor

Bizim gücümüze karşı çıkmak için daha güçlü olması gerekmez,

Tüm hile ve aldatmacaları engellemek için daha akıllı olması da.

O halde böyle aşağılık durumda, Cennet halkının altında

Yaşamaya razı mı olalım, böyle ezilmiş, kovulmuş olarak?

Zincirli ve acı çekerek? Bence daha kötü hale düşmektense

Bu daha iyi, benim tavsiyem bu; mÂdem kaderimiz O Yüce

Ve de Güçlünün emrine uymamızı istiyor. Bu şekilde acı çekmek

Kaderimiz, gücümüz eşit, yasalar bunu öngörmeseydi belki

Olurdu. Eğer akıllı olsaydık böyle güçlü bir düşmana kafa

Tutarken başımıza gelebilecekleri düşünürdük.

Mızrakları ellerindeyken cesurca ileri atılan 

Ama yenilince birden küçülen, korkup büzülenlere

Gülüyorum ben, onlar başlarına gelecekleri biliyorlar—sürgüne,

Rezalete, esarete ya da acı çekmeye razı olacak, dayanacaklar,

Onları yenenin vereceği ceza bu. İşte eğer o Üstün Güçlü Düşmana

Karşı gelirsek başımıza gelecek olanlar bunlar.

Zamanla belki öfkesi geçer ve bizimle artık

Uğraşmaktan vazgeçer, verdiği cezalan

Yeterli görerek tatmin olur; o zaman bu korkunç alevler

Azalır ve tabii eğer nefesi onları tekrar canlandırmazsa

O zaman daha saf tinsel varlığımız onların zararlı buharına

Dayanabilir ya da bunu hissetmemeye alışabilir;

Ya da sonunda tamamen değişir ve bulunduğu yere uygun

Olarak o ateşi tekrar ahr ama onun acısı olmaz;

Bu dehşet hafifler, bu korkunç karanlık hafifçe aydınlarıır;

Zaten bu sonsuz kaçış ne gibi umut verebilir, gelecekten

Ne bekleriz, hangi değişim beklemeye değer mÂdem ki

Mutlu görünsek de kötü durumda olacağız, çünkü

Acımızı artırmazsak bu bile bize yeter.'

Böylece Belial mantıklı konuşmaya gayret ederek

Alçak muhataplarına barışçı tembellik tavsiye etti.

Ama barış yoktu; ve ondan sonra Mammon konuştu:

'Eğer en iyi yol savaşsa, Cennet Kralını tahtından

İndirmek ya da kaybettiklerimizi yeniden ele geçirmek

İçin savaşmamız gerekir. Onu tahtından indirerek

Kaderimizin değişeceğini umabiliriz ve Kaos başlar.

Eski umutlarımızı tartıştık beyhude oldu, bundan sonra

Cennetin huduttan dahilinde hangi yer bize bırakılır

Cennetin Yüce hâkimini alt etmedikten sonra?

Farz edelim yumuşadı, merhamet etti ve hepimize af çıkardı

O zaman onun karşısına nasıl çıkar da başımızı eğerek

Onun yasalarını kabul ederiz, o ölümsüzlük veren çiçekli

Tahtında oturup ölümsüzlük veren yiyecekler yerken

Biz nasıl ilahiler söyleyerek onu ve tahtını kutsarız,

Saygı gösteririz Ona? Cennette görevimiz bu olmalıdır,

Bundan zevk almalıyız. Nefret ettiğimize taparak ebediyen

Orada kalmak ne kadar zor olacaktır! O halde vazgeçelim

Bu fikirden, kabul edilemez bir şey bu. Cennette olmak için

Köle olamayız, biz kendi iyiliğimizi düşünmeliyiz,

Kendi hayatımızı yaşamalı,

Kimseye hesap vermeden özgür olmalıyız,

Köleliğin boyunduruğu geçemez bizim boynumuza, olmaz bu!

Küçüklerden büyük şeyler çıkarıp, acı verenlerden yararlanır,

Karşıtlardan zenginleşirsek, kötülük yaratırsak ve bu yönde

Çaba harcarsak ancak acılarımız dinecektir. Bu karanlık derin

Dünyadan korkuyor muyuz? Cennetin her şeye hükmeden Yüce

Sahibi kaç kez karanlık bulutlar arasında kalmayı yeğlemedi mi?

Onun zaferi karanlıklarda yine de hiç gölgelenmedi,

O bulutlardan gök gürültüleri yayıldı, Onun öfkesini püskürdü

Ve o zaman Cennet de tamamen Cehenneme benzedi!

O bizim karanlığımızı taklit ederken biz de onun ışığını

İstediğimiz zaman taklit edemez miyiz yani? Bu çöl

Toprağı bizden parıltısını, değerli taşlarını ve altınlarını

Gizlemiyor, oradan yararlanıp muhteşem şeyler yapmamızı

Engellemiyor—Cennet de bize bundan fazla ne verebilir?

Ayrıca çektiğimiz acılar zaman içinde bizim elemanlarımız

Olacaktır, bu kavurucu ateş şimdi korkunç ama o zaman

Yumuşayacak, mizacımız ona uygun hale gelecek

Ve de acımız azalacak. Tüm bunlar bize barış çağrısı

Yapıyor, düzene girin, sakin olun diyor, bunu yaparsak

Kötülüklerimize egemen oluruz, ne olduğumuzu.

Nerede olduğumuzu biliriz, tüm savaş fikirlerini atarız

Kafamızdan. Benim tavsiyem işte budur.'

O sözlerini bitirir bitirmez kalabalık arasında

Başladı mırıltılar, kayalar arasında esen rüzgar uğultusu gibi

Bütün gece denizi dalgalandıran rüzgarın sesiydi sanki bu

Denizciler sanki dalgaların sesini dinliyordu ve

Kayalık sahile bir tekne demir atıyor gibiydi

Fırtınadan sonra. Mammon susunca bir alkış

Tufanı patladı, konuşması herkesi memnun etmişti.

Barış öğütlüyordu o, ve onlar aksini düşünüp

Cehennemden daha çok korkuyorlardı, gök gürültüsü

Ve de Mikail'in kılıcı korkusu hâlâ içlerinden çıkmamıştı,

Uzun süre uğraşıp Cennete rekabet etmek için

Cehennem İmparatorluğu kurma özlemleri yoktu.

Beelzebub bunu anladı—ki Şeytan dışında ondan

Büyük kimse yoktu—ve büyük bir azametle yerinden kalktı,

Bir devlet direği, sütunu gibiydi; yüzünde kararlılık

Ve halkı düşündüğünü gösteren ifade vardı,

Yüzü bir prense yakışacak şekilde pırıl pırıldı,

Büyüktü ama yine de harabe gibiydi; bilge gibi durdu,

En büyük kralların ağırlığını taşıyacak Atlas omuzları vardı;

Görünüşü herkesi susturdu ve o konuşurken orada

Derin bir sessizlik meydana geldi:

'Krallar ve İmparatorluk Güçleri, Cennetten Kovulanlar

Ve de Tinsel Erdemliler! yoksa bu adları değiştirmeli ve

Bundan böyle kendimize Cehennem Prensleri mi demeliyiz?

Biliyorum çoğunuz burada yeni bir imparatorluk kurma

Eğilimindesiniz—bundan kuşkum yok! bu arada hayalimiz ne,

Cennet Kralının bu yeri bize güvenle kalmamız için verip

Vermediğini, bunu bize zindan olarak verip lanetlediğini bilmeyiz.

Bu güçlü kolun ötesinde, cennetin yüksek yetkisi dışında,

Onun tahtına karşı birleşmiş olarak yaşamak isterken

Tam köle olabiliriz, ama şimdiye kadar esirleri için ayrıları 

Yerde kalarak bundan bu zamana kadar kurtulduk sanırım.

Ama şundan emin olun ki yukarıda ya da derinlerde hep

Güçlü, Yüce olacak O, bizim isyanımızla hiçbir şey kaybetmez,

Ama imparatorluğunu Cehenneme kadar genişletir ve

Cennettekileri demir Asasıyla yönettiği gibi bizi de

Burada demir asasıyla istediği gibi yönetebilir.

O zaman biz savaştan ve barıştan söz ederek neden

Otururuz burada? Savaş bizi bu hale düşürdü, her şeyi kaybettik,

Onarılacak gibi değil kayıplarımız, barışı aramamız güç,

Çünkü biz esirlere ciddi önlemlerden

Başka nasıl bir barış verilebilir,

Büyük cezalardan başka ne verebilirler bizlere?

Yaptığımız karşılığında barış değil, ancak düşmanlık ve

Nefret bekleyebiliriz, yavaş ama kontrolsüz gönülsüzlük,

Ve intikam, ama Fatihin zaferinden alacağı zevki ve

Bizim acılarımızı görüp neşeleneceğini de iyi biliyoruz.

Böyle bir fırsat zor ve Cenneti işgal etmek için tehlikeye

Atılmaya gerek yok, oranın yüksek surları buna izin vermez,

Cehennem çukurundan da onları tuzağa düşüremeyiz.

Daha kolay bir yol bulmaya ne dersiniz? Bir yer var

(Eğer Cennetteki eski bir söylenti yanlış değilse) başka

Bir dünya, İnsan denen yeni bir ırkın yaşadığı bir yer,

Bir başka Dünya bu, onlar da bizim gibi yaratılacaklar,

Güçleri bizim kadar büyük olmayacak ama daha çok

Desteklenecekler, yukarıda hüküm süren O onları

Daha çok sevecek; Tanrılar arasında bunu arzusu olarak

Belirtti ve yemin ederek Cenneti sarstı, hepsi kabul etti bunu.

Bundan sonra bunu düşünelim, orada yaşayan yaratıklar

Nasıl şeyler, nasıl varlıklar ve güçleri nedir ve zayıf yanları,

Güçle ya da hileyle nasıl alt edilirler bilelim. Cennet bize

Kapanabilir, onun sahibi olan Yüce güç orada kalabilir ama

Bu yeni Dünya bize açık olabilir, Onun krallığının en uzak

Sınırlarını onlar savunabilir; burada belki avantaj kazanabiliriz,

Aniden saldırıp onun yarattıklarını Cehennem ateşiyle mahveder

Ya da kovulduğumuz gibi biz de onları oradan kovarız,

Veya onları kendi yanımıza çekeriz ve

Tanrıları onların düşmanı olur

Ve O da pişman olarak kendi yarattıklarını mahveder, yok eder.

Normal intikamdan daha büyük bir şey olur bu. Onun neşesi kaçar,

Onun huzuru kaçarken bizim mutluluğumuz artar, Onun sevgili

Oğulları bizimle birlik olarak kendi zayıf orijinallerine küfreder,

Mutlulukları kalmaz, çabuk biter! Söyleyin bana bu mu

Güzel bir girişim olur, yoksa imparatorluk kurma hayaliyle

Karanlıkta oturup beklemek mi?' Böylece Beelzebub

Önce Şeytanın planladığı bu tavsiyeyi şeytani bir

Konuşmayla tartışmaya açtı ve bekledi—bu kadar

Büyük bir kötülük planı ancak tüm kötülüklerin kaynağından

Gelebilirdi tabii, bir yandan insan ırkını mahvedecek,

Aynı zamanda dünyayı büyük Yaratıcıya rağmen

Cehenneme mi çevireceklerdi?

Ama onların kini Onun zaferini pekiştiriyor, artırıyordu.

Bu cesur plan Cehennemliklerin

Hoşuna gitti, gözleri neşeyle parladı,

Planı hemen kabul ettiler ve o da konuşmayı sürdürdü:

'Çok yerinde karar aldınız, uzun konuşmamız iyi sonuçlandı,

Ey Tanrılar Meclisi, ve sizler böyle davrandıkça

Büyük sorunlar halledilecektir, en derin çukurlardan

Çıkıp yükseleceğiz, kaderimize rağmen, eski yerlerimize

Yakın olacağız—belki o parlak yerleri tekrar göreceğiz

Ve şansımız yaver gider ve kendimize müttefikler bulursak

Cennete tekrar girebilir, ya da Cennetin ışığının ulaşacağı

Daha uygun bir yere yerleşebiliriz, güvende olur, bu

Karanlıktan kurtuluruz, serin güzel havaya kavuşuruz,

Bu korkunç alevlerin yaralarını iyileştirebiliriz,

Onun güzel kokusunu koklayabiliriz. Ama önce bir sorun var.

Bu yeni dünyayı bulmak için kimi göndereceğiz? Buna yeterli

Kim var aramızda? Bu karanlık, dipsiz çukurdan kimin ayağı

Çıkabilir dışarı? Ve bu korkunç karanlıktan kurtulup kim bulabilir

Kendi yolunu? Yorulmaz kanatlarıyla kim bu muazzam boşlukta

Uçarak o mutlu adayı bulabilir? Bunun için nasıl bir güç

Ve ustalık gerekiyor, ya da gözetleyen nöbetçi Meleklere kim

Ve nasıl görünmeden geçebilir? Şimdiye kadar ne yapacağız

Diye düşündük, karar aldık ama şimdi bunu yapmak için

Kim gidecek, onu bulmalıyız. Son umudumuz ona bağlı.'

Bunu söyledikten sonra dönüp yerine oturdu

Ve teklifine gelecek tepkiyi bekledi, kim itiraz ya da

Kabul edecek, kim üstlenecekti bu güç görevi acaba?

Fakat kimseden ses çıkmıyor, herkes düşünüyordu,

Yüzlerde bir tedirginlik ifadesi görülüyordu, şaşkındı herkes,

Cennette savaş vermiş bu savaşçıların hiçbiri kabul ya da ret

Cevabı verecek kadar cesur değillerdi, sonunda iş

Yine Şeytana düştü, liderliğin verdiği kibirle ayağa kalktı

Ve beklenen konuşmasına başladı:

'Ey Cennet Soyluları! Ey Siz Semavi varlıklar!

Hepimizi düşündüren ve sessizleştiren bir neden var

Ortada, ama sizler yine de dehşete kapılmadınız: Cehennemden

Çıkan ve ışığa doğru giden yo! uzun ve güç bir yoldur’;

Hapishanemiz güçlü, bu muazzam ateş kubbesi altındayız

Bizi çepeçevre sarmış, yutmaya hazır bekler durur,

Dokuz katlı bu duvar ve kapılar alevle kaplı.

Üzerimize kilitlenmiş ve bizi dışarı bırakmaz.

Buradan çıkanı, eğer çıkarsa elbet derin bir gecenin

Boşluğu bekler, büyük boşluk bu ve onu kaybetmekle

Tehdit eder, sonu başarısızlık olacak bir dalış olur bu.

Eğer o kişi oradan da kurtulur, bilinmeyen herhangi bir

Dünyaya ya da bölgeye geçebilirse onu bilinmeyen tehlikeler

Bekleyecek ve kaçılması zor sorunlarla karşılaşacaktır.

Fakat ben bu tahta rahatça geçip oturamam dostlarım,

Bu güç veren muhteşem tahta lâyık olamam ben,

Eğer bu görevin tehlikeli ve zor olduğunu söyleyerek

Bunu yapmaktan kaçınırsam eğer, bunu ben yapmalıyım.

Bu nedenle bu tahtın sahibi ve lideriniz olarak bu büyük

Tehlikeyi bir onur fırsatı olarak kabul ediyorum,

Bu tahtın sahibi ve hükümdarı olarak başka kim oturabilir orada?

Burayı evimiz kabul edersek eğer şimdiki kötü halimizi

Ne rahatlatır, Cehennemi kim daha hoşgörülü hale getirebilir,

Uyanık düşmanı gözetlemekten asla vazgeçmeyin, ben dışarıda

Karanlık bölgelerde hepimiz için çıkış yolu ararken; bu görevde

Hiç kimse benimle birlikte olmayacak.' Şeytan bunu söylerken

Kalktı ve kimsenin cevap vermesine izin vermedi;

Kararma itiraz edecek kadar cesur kimsenin çıkmayacağını

Biliyordu ama yine de dikkatliydi, akıllıydı, şefler arasından

Böyle biri çıkabilirdi, reddedileceğini bildiği halde,

Eskiden korkarlardı ama şimdi fikir beyan edebilirlerdi

Rakipleri bundan yararlanmak isteyebilir, ünlü olmaya

Çalışabilirdi, bunu büyük riski göze alarak yapabilirdi.

Ama onlar maceradan çok onun sesinden

Korktular ve onunla beraber kalktılar.

Hepsinin aynı anda kalkması adeta gök gürültüsüne benzedi.

Ona doğru eğildiler ve korkarak selamladılar onu ve bir tanrı

Olarak Cennetteki En Büyükle bir tuttular, yücelttiler onu.

Çoğunluğun güvenliği için kendini tehlikeye atmasını da

Övdüler, çünkü lanetli olsalar bile Ruhlar erdemlerini

Yitirmemişti, kötü adamlar yine de dünyadaki kötü amelleriyle

Övünebilirdi, zafer neden olurdu buna, ya da hırs cilalardı.

Böylece kuşkulu konuşmalar son buldu, yeri dolmayan

Şefe yanaşıp sevinçlerini gösterdiler; kuzey rüzgarı uyurken

Dağ tepelerinin kara bulutlarla kaplanması gibiydi bu,

Buradan çıkanı, eğer çıkarsa elbet derin bir gecenin

Boşluğu bekler, büyük boşluk bu ve onu kaybetmekle

Tehdit eder, sonu başarısızlık olacak bir dalış olur bu.

Eğer o kişi oradan da kurtulur, bilinmeyen herhangi bir

Dünyaya ya da bölgeye geçebilirse onu bilinmeyen tehlikeler

Bekleyecek ve kaçılması zor sorunlarla karşılaşacaktır.

Fakat ben bu tahta rahatça geçip oturamam dostlarım,

Bu güç veren muhteşem tahta lâyık olamam ben,

Eğer bu görevin tehlikeli ve zor olduğunu söyleyerek

Bunu yapmaktan kaçınırsam eğer, bunu ben yapmalıyım.

Bu nedenle bu tahtın sahibi ve lideriniz olarak bu büyük

Tehlikeyi bir onur fırsatı olarak kabul ediyorum,

Bu tahtın sahibi ve hükümdarı olarak başka kim oturabilir orada?

Burayı evimiz kabul edersek eğer şimdiki kötü halimizi

Ne. rahatlatır, Cehennemi kim daha hoşgörülü hale getirebilir,

Uyanık düşmanı gözetlemekten asla vazgeçmeyin, ben dışarıda

Karanlık bölgelerde hepimiz için çıkış yolu ararken; bu görevde

Hiç kimse benimle birlikte olmayacak.' Şeytan bunu söylerken

Kalktı ve kimsenin cevap vermesine izin vermedi;

Kararma itiraz edecek kadar cesur kimsenin çıkmayacağını

Biliyordu ama yine de dikkatliydi, akıllıydı, şefler arasından

Böyle biri çıkabilirdi, reddedileceğini bildiği halde.

Eskiden korkarlardı ama şimdi fikir beyan edebilirlerdi

Rakipleri bundan yararlanmak isteyebilir, ünlü olmaya

Çalışabilirdi, bunu büyük riski göze alarak yapabilirdi.

Ama onlar maceradan çok onun sesinden

Korktular ve onunla beraber kalktılar.

Hepsinin aynı anda kalkması adeta gök gürültüsüne benzedi.

Ona doğru eğildiler ve korkarak selamladılar onu ve bir tanrı

Olarak Cennetteki En Büyükle bir tuttular, yücelttiler onu.

Çoğunluğun güvenliği için kendini tehlikeye atmasını da

övdüler, çünkü lanetli olsalar bile Ruhlar erdemlerini

Yitirmemişti, kötü adamlar yine de dünyadaki kötü amelleriyle

Övünebilirdi, zafer neden olurdu buna, ya da hırs cilalardı.

Böylece kuşkulu konuşmalar son buldu, yeri dolmayan

Şefe yanaşıp sevinçlerini gösterdiler; kuzey rüzgarı uyurken

Dağ tepelerinin kara bulutlarla kaplanması gibiydi bu,

Cennetin neşeli yüzü kapanır, kasvetli topraklara kar ya da

Yağmur yağardı ama şans gelirse güneş ışınları çıkardı ortaya

Kuşlar yeniden cıvıldaşır, koyunlar meleyip neşelenir, tepe ve vadi

Şarkı söylerdi o zaman. İnsanoğlu bundan utanmalıydı!

Şeytan lanetlenmiş şeytanla, kesin uyum sağlanır; insanlar

Sadece akıllı yaratıkları kabul etmez, ama umut vardır,

Cennetin lütfü ve Tanrının barış ilan etmesi için,

Yine de nefret, düşmanlık ve didişme içinde yaşarlar onlar

Kendi aralarında ve korkunç savaşlar yaparlar,

Dünyayı viraneye çevirir, birbirlerini mahvederler—

Sanki insanın yeterince Cehennemi düşmanı yokmuş gibi,

Gece gündüz mahvını bekleyen.

Cehennem konseyi böylece dağıldı ve büyük Cehennemi

Kalabalık dağılmaya başladı; ortalarında büyük Şef vardı

Ve Cennet muhalifi yalnız görünüyordu, yine de Cehennemin

Korkulan İmparatoruydu o, yine muhteşemdi, parlaktı,

Devleti taklit ediyordu ve etrafında ateşli Melekler vardı

Parlak süsleri ve aynı zamanda korkunç silahlarıyla.

O sırada birden ani bir haykırış duyuldu, borular çalıyor,

Toplantıda alınan büyük kararı herkese, her yere ilan

Ediyorlardı; dört hızlı Melek haberi dört bir yana vermek için

Uçtular ve Cehennem halkı onları alkış yağmuruna tuttu.

Orada zihinleri daha rahatladı ve içlerinde sahte ve kibirli

Bir umut doğdu, sıradaki Güçler dağıldılar ve her biri kendi

Yollarına gittiler, ama şaşkın ve üzgündüler, huzursuz

Düşüncelerini kafalarından atamıyor, huzuru nerede

Bulacaklarını bilemiyorlardı, büyük şef geri dönene

Kadar bekleyecekler, usandırıcı zaman geçireceklerdi.

Kimi düzlükte, kimi uçsuz bucaksız havada, kanatlanıp uçarak

Ya da hareketsiz, Olimpiyat oyunlarında ya da Piton

Ovalarındaki gibi; Kimi ateşli küheylanını koşturacak, kimi

Arabayla amaçsız gidecek ya da cephede birliklere katılacaktı,

Savaş başlayınca ve gökyüzü karışınca gururlu şehirlerin

Uyarıldığı gibi olabilirdi her şey, ordular saldırır,

Bulutlar içinde çatışmak için; şövalyeler mızraklarıyla saldırır,

Birlikler silahlarıyla birbirine yaklaşırlar,

Gök kubbenin her ucundan.

Diğerleri, müthiş Tayfun öfkesiyle gelir, daha çoğu düşer

Kayaları, tepeleri parçalarlar ve havada uçarlar,

Kasırganın içinde; Cehennem bu vahşi gürültüyü zor tutar:

Oechalia'dan Alcides'in zaferle taç giymesinde olduğu gibi,

Zehirli elbiseyi hissetti ve Thessalian çamlarının kökleri

Yanında acı çekerek parçaladı ve Lichas’ı Oeta'nın tepesinden

Euboic denizine attı onu. Daha uysal olan diğer bazıları

Sessiz bir vadiye çekildiler, harp eşliğinde melek müziği yaptılar

Kendi kahramanca amelleri ve talihsiz düşüşleri

Savaşın lanetiyle ve Kaderin Özgür Erdemi Güç ya da Şansı

Esir etsin diye şikayette bulundular. Şarkıları kısmen etkiliydi;

Fakat uyum (Ölümsüz ruhlar şarkı söylerken daha ne yapılırdı?)

Cehennemi askıda bıraktı ve dinleyen kalabalığı sevinerek aldı.

Daha tatlı konuşmada (Ruhu beslemek için

Şarkı Duyguyu büyüler) diğerleri bir tepede ayrı oturdular,

Daha yüksek düşüncelerle ve Tanrıyı, Önceden Bilmeyi, İsteği

Ve de Kaderi düşündüler—Sabit kader, hür irade, mutlak

Önceden Bilme—ve sonunu bulamadılar, düşünceler arasında

Kaybolup gittiler. O zaman iyi ve kötü konusunda çok tartıştılar.

Mutluluk ve son acı, tutku ve duygusuzluk, şan ve utanç—

Boş zeka, anlayış ve sahte felsefe!—Ama hoşa giden büyüyle

Bir süre için acı ya da keder cezp edilir ve boş umut çekilir

Ya da inatçı göğse çelik zırh takılabilir, bir başka yerde

Kalabalıklar yerleşebilecekleri yumuşak iklimli yerler ararlar,

Uçarken, sularını yanan göle akıtan dört cehennem nehrinin

KıYılannda dolaşır, uygun yer ararlar: Nefret edilen Styx,

ölümcül nefretin akıntısı; kara ve çok üzgün Acheron;

Yüksek sesle ağlayan, inleyen Cocytus, acıklı akarsuda

Duyuldu; ateşli dalgaları büyük öfkeyle seller gibi gelen

Ateşli Phlegethon. Ama bunlardan çok uzakta, sessiz

Sakin akan unutma nehri Lethe var, labirent gibi

Yatağında akar durur ve onun suyunu içen geçmişini unutur

Neşe, acılar, zevkler ve üzüntüler, her şey unutulur gider.

Bu akarsuyun ötesinde karanlık, vahşi ve donmuş bir kıta vardır,

Sürekli fırtınalar olur orada, kasırgalar uçurur, dolular yağar,

Buzları çözülmez, erimez ve tepeler oluşturur,

Her yer kar ve buzdur, Serbonian bataklığı kadar derin bir körfez,

Damiata" ve Casius Dağı arasında, ordular battı orada

Hava donmuştur ve soğuk ateş etkisi yapar.

Oradan kanatlı ve kuş ayaklı FuriesO sürüklendi,

Tüm lanetliler devrimde getirildi ve

Sırayla acı değişimi hissettiler, çok ateşli değişimleri hem de,

Öfkeli ateşlerin içinden kaçıp buzda açlıktan öldüler,

Onların yumuşak tinsel sıcaklıkları orada bitti, hareketsiz kaldılar,

Bir süre dondular ve sonra tekrar ateşe koştular.

Bu Lethean sesi üzerinde gidip geldiler, acıları arttı,

Oradan geçerken arzuladılar, mücadele ettiler o akarsuya

Ulaşmak için, tüm acılarını unutmak için bir damla su almak

İstediler. Ama kader oradaydı ve onları engelledi,

Gorgon dehşetiyle Medusa sığ yeri bekliyor

Ve sular oradan rahatça akıyor ve bir zamanlar

Tantalus'un dudağından kaçmıştı.

Böylece şaşkın giden maceracılar birden şaşkınlık

Ve dehşet içinde önce inleyenleri gördüler ve buldular.

Dinlenmek yoktu. Birçok karanlık ve korkunç vadiden geçtiler

Ve de çok acı veren bölgelerden, donmuş ve ateş gibi dağlardan,

Kayalardan, mağaralardan, göllerden, bataklıklardan

Ve ölümün gölgelerinden—bir ölüm evreniydi burası,

Tanrı burayı lanetlemiş, kötü yaratmıştı,

Çünkü sadece kötü olan iyiydi burada;

Tüm yaşamlar ölüyor, ölüler yaşıyor

Ve Doğa üretiyordu bu dünyada,

Anormal, ters, çok büyük ve ahlâksız şeyler vardı burada,

İğrenç, korkunç, söylenemez şeyler

Ve akla gelmez kötülükler vardı,

Hikayelerde, masallarda bile rastlanmamıştı bunlara

Gorgonlar, HydralarO ve korkunç ChimaeralarO vardı orada

O sırada kafasında korkunç düşünceler dolu ve

Tanrı ile İnsanın düşmanı olan Şeytan kanatlarını

Taktı ve Cehennemin kapılarına doğru

Yalnız uçuşuna başladı; bazen sağ kıyıyı, bazen solu izliyordu.

Bazen derin çukurun üzerinde, bazen de kubbeye doğru uçuyordu

Denizde, uzaklarda gemi gördüğü zaman ekinoks rüzgarlarıyla

Yükselip bulutlara gizleniyordu, Bengal ya da Temate ve Tidore

Adalarından baharat taşıyan gemilerdi bunlar, Etiyopya'dan

Ümit Burnu'na kadar muazzam okyanusta seyrederlerdi

Ve uçan Şeytanı görmezlerdi. Sonunda korkunç

Çatıya yaklaşınca Cehennem sınırlan göründü.

Üç kez üç katı kapılar; üç katı pirinçtendi,

Üç kat demir ve üç kat da sert kaya,

Kapıların çevresi ateştendi, geçilemezdi. Kapıların

İki yanında korkunç bir Şekil bekliyordu;

Belden yukarısı güzel bir kadındı ama aşağı kısmı

Zehirli yılardı, yakınlarında da Cehennem köpekleri

Durmadan havlıyordu. Cerbenıs ağzı doluydu,

Korkunç bağırıyor ama bazen sürünüp Yılan kadının rahmine

Giriyor ve orada da görünmeden havlıyorlardı.

CalabriaO ile TrinacrianO sahilini ayıran denizde

Yüzen sinirli ScyllaO onlardan daha az iğrençti.

Daha çirkin gece büyücüsü gizlice çağrılınca uçarak gelirdi.

Çocuk kanının kokusuna dayanamazdı, Lapland" cadılarıyla

Dans eder, ay tutulması hoşlanna gider, işlerine bakarlardı.

Diğer şekil—buna şekil dense bile gözle görülebilecek bir

Tarafı pek yoktu, kolları bacakları fark edilmiyordu,

Ona madde denebilirdi belki—gece kadar karanlıktı

On Öfke kadar ateşli, Cehennem kadar korkunçtu,

Dehşet salan bir mızrak salladı;

Başı gibi görünen yerde bir taç vardı.

Şeytan artık hazırdı, ve canavar kalkıp hızla ona geldi,

Adımları dehşet saçıyordu; o yürürken Cehennem sarsılıyordu.

Korkusuz Şeytan için hayran olunacak bir şeydi bu—

Korkulmayacak, zevk verecek bir görüntüydü,

Tanrı ve Onun Oğlu dışında, yaratılmış

Bu varlıktan korkmadı Şeytan, çekinmedi

Ve kibirli bir ifadeyle konuşmaya başladı:

rNerden geliyorsun ve kimsin sen iğrenç Şekil,

Sen böyle karşıma geçerek kapılara gitmemi mi engelleyeceksin?

Ben oradan geçeceğim, bundan emin ol, senin iznin

Olsa da olmasa da geçeceğim.

Geri çekil, ya da aptallık etmeyi dene ve ahmaklığını kanıtla,

Cehennem doğumlu", istersen Cennet Ruhlarıyla

Uğraşmayı bir dene.'

Öfkeli Goblin" hiç beklemeden cevap verdi ona ve şöyle dedi:

'O Hain Melek sen misin, Cennette o zamana kadar bozulmayan

Barışı bozan ve cennet oğullarının üçte birini peşine takan

Sen misin, büyüyle En Yüce Olana karşı gelen kişi misin? Sen ve

Peşine takıları ları Tanrı lanetledi, ebediyen acı çektirecek size.

Sen kendini Cennet Ruhlarından mı sayıyorsun, Cehennemliksin,

Şimdi de buraya gelmiş kafa tutuyorsun, buranın kralı benim

Ve istediğin kadar öfkelen, geri dön ve cezam çek sahte kaçak,

Hemen kanatlarını aç ve uç git buradan, yoksa akreplerden

Kamçıyla gelirim üstüne, eğer gitmezsen bir kargı darbesi

Sana daha önce duymadığın acıları çektirir haberin olsun.'

Dehşet veren Şekil böyle konuştu ve bunları söylerken

On kat da büyüdü, irileşti, daha şekilsiz ve korkunç oldu.

Diğer yanda ise Şeytan öfke, gazap içinde durdu, bekledi,

Hiç korkmadı, ateşi Arktik semada Ophiuchus boyunda

Ateş saçan bir kuyrukluyıldız gibiydi,

Korkunç saçlarından dehşet, korku, savaş kokusu yayılıyordu,

İkisinin de kafası ölümcül şeylerle doluydu, ilk vuran olmaktı

Akıllarında, kaşlarını çatıp birbirlerine öyle baktılar ki,

Cennetin top ateşi yüklü iki kara bulut Hazar Denizi

Üstünden gürleyerek geldiler ve birbirlerine karşı durdular,

Onların havada karşılaşma işareti gelene kadar.

Dev savaşçılar kaşlarım öyle çattılar ki, Cehennem daha da

Karardı ve ikisi de birbirine uygun düşman gibi durdular,

İkisi de daha önce bu kadar büyük düşman görmemişti.

Onlar saldırmadan önce Cehennem sarsıldı, ama Yılan lı

Büyücü Cehennem kapısından fırladı ve elindeki

Ölümcül anahtarı kaldırıp korkunç bir nara attı,

Ve sonra da koşarak onların arasında girdi.

'Ey Baba, senin elin ne yapmak ister böyle?' diye bağırdı.

'Tek oğluna karşı mısın sen? Ya sen Ey oğul, bu ne öfkedir böyle,

Kargını babanın başına karşı mı kulları acaksın yoksa?

Ve bunu kim için yapacaksın, yukarıda oturmuş size bakıp gülen

O Büyük Güç için mi? Onun gazabı sizin üzerinize, o buna

Adalet diyor ve o gazap bir gün ikinizi de yok edecektir!'

Büyücü kadın bunları söyledi ve onu dinleyen cehennem

Belası durdu ve Şeytan büyücüye konuştu, şöyle dedi:

'Öyle korkunç bağırdın ki kadın, öyle garip şeyler söyledin ve

Aramıza girdin ki, saldırıya hazır elim birden durdu, ama

Söyle bana, senin amacın nedir, önce nesin, kimsin sen

Onu anlat bana, ikimizi de koruyorsun ama neden?

Bu cehennemi vadide ilk kez karşılaştık ve sen bana Baba,

Bu cehennem yaratığına oğul, benim oğlum dedin.

Ben seni tanımam, şimdiye kadar sen ve onun kadar

Çirkin ve korkunç şeyler de hayatımda hiç görmedim.'

Cehennem kapısının büyücü bekçisi kadın ona şöyle dedi:

'Demek beni hemen unuttun sen ve Cennette gözüne

Güzel görünürken şimdi çirkin ve iğrenç oldum. Cennet

Kalabalığında ve yanına topladığın tüm Melekler arasında,

Cennet Kralına karşı açıkça komplo ve tuzak hazırlarken,

Aniden gelen korkunç acı şaşırttı seni, gözlerini kapadı,

Karanlıkta başın döndü ve başın alevler içinde kaldı,

Sol tarafta açık bulana kadar attın kendini ileriye,

Sana şekilde güzel ve parlak görünen, cennet güzeli

Bir silahlı tanrıça, ben fırladım kafanın içinden",

Cennette herkes şaşkındı; önce korkarak gerilediler

Ve bana Sin (suç, günah) dediler ve bir işaret olarak

Meşum, uğursuz kabul edildim ama sen bende kendi

İmajını gördün, senin takdirini kazandım, sen bana

Aşık oldun ve beni öyle sevdin ki rahmimde bir şey

Büyüdü. O sırada Cennette savaş çıktı ve Büyük Düşman

Kazandı (başka ne olabilirdi ki?) Kaybedenler Cennetten

Aşağı düştüler ve o zaman ben de düşerken elime bu

Anahtarı verdiler, bu kapıları hep kapalı tutacaktım.

Ben açmadan kimse geçemezdi buradan. Burada yalnız başıma

Oturup düşünmeye başladım, ama uzun süre düşünmedim,

Rahmimdeki şey senin eserindi, büyüdü, acılar çekmeye başladım.

Sonunda bu gördüğün korkunç şey, yani senin oğlun doğdu.

Onun doğum acılarını ben çektim, ve sonunda bu cehennem

Çirkinliğini, şeklini aldım; ama içimde büyüyen düşmanım

Ölümcül kargısını savurdu bana, mahvetmek için beni.

Ben hemen kaçtım oradan ve Ölüm diye bağırdım!

Bu korkunç adı duyan Cehennem sarsıldı ve tüm mağaralardan

Ölüm sesleri yankıları dı! Ben kaçtım o kovaladı (ama galiba

Öfkeden ziyade şehvetle koşuyordu) ve benden daha hızlı

Olduğu için sonunda beni, anasını yakaladı, herkes dehşete düştü,

Ve bana zorla sahip olan bu canavardan şu bağıran ahlâksızlar

Doğdu, gördüğün gibi hepsi çevremde bağırıp dururlar.

Saatte bir gebe kalır, saatte bir doğururum, sürekli acı içindeyim,

Onlar içime düşünce içimi kemiriyor, mahvediyorlar beni,

Bağırsaklarım, bedenimin içi onlara yemek oluyor, yiyorlar içimi.

Onları durduramıyorum, ara veremiyorum buna asla.

Gözlerimin önünde oturan o yaratık benim oğlum ve düşmanım,

Onları içime salıyor ve anası olan ben çok geçmeden yenecek, 

Biteceğim, ama o da benimle birlikte bitecek ve bu oldu'u

Kendisi de ölüp yok olacağının bilincinde; bunu Kader istiyor™

Fakat sen Ey Baba, uyarıyorum seni, onun ölümcül okundan kaçm.

Cennette yapılmış olsa da o parlak silahlarınla yenilmez

Olduğunu sanma sakın, çünkü yukarıda oturan Yüce Güç

Kurtarıyor onu, kimse karşı koyamaz ona.'

Büyücü kadının konuşması bitti ve kumaz ve bilgiç olan

Şeytan ne olduğunu anlayarak ona yumuşak dille konuştu:

'Sevgili kızım, mÂdem beni atan, efendin kabul ediyorsun

Ve şurada oğlum dediğin şeyin Cennette seninle oynaştığını

Söylüyorsun, söz etmek acı ama başımıza beklenmeyen

Şeyler geldi, değiştik, ben buraya düşman olarak gelmedim,

Amacım hem seni ve hem de onu bu karanlık acılar

Evinden kurtarmaktır, aynı zamanda bizimle beraber

Cennetten kovulan herkesi de kurtarmak isterim. Bu güç

Göreve yalnız başıma gidiyorum, kendimi herkes için

Ortaya koyuyorum, dipsiz derinliğe adım atıyorum,

Cennet civarında yaratıldığı söylenen bir mutluluk diyarını,

Neşe dolu yeni dünyayı arıyorum, oraya yeni bir ırk

Yerleştirmek, yetiştirmek istiyorum, oraya belki Cennetten

Başkalarını da getirebiliriz diyorum, bu yeri arayıp bulduktan

Sonra neler yapabileceğiz göreceğiz

Ve bunu öğrenince döneceğim,

O zaman seni ve Ölümü de oraya götüreceğim, orada barış

İçinde yaşarsınız, güzel kokulu havayı koklayarak dolaşırsınız.

Orada sınırsız yiyecek ve olanak var;

İstediğiniz her şeyi alacaksınız.'

Şeytan sustu, çünkü ikisi de mutlu görünüyordu ve ölüm,

Açlığının giderileceğini duyunca korkunç bir sırıtışla onlara baktı

Ve o mutlu saat için midesini hazırladı. Annesi de onun kadar

sevindi ve birden efendisine bakıp konuştu:

"Bu cehennem Çukurunun anahtarını Cennetin çok güçlü

Kralının emriyle elimde tutuyorum, bana bu büyük kapıları 

Kapalı tutmamı emretti; bütün güçlere karşı, ölüm kargısıyla

Hazır bekliyor, hiçbir varlık ona karşı gelemez, korkutamaz onu

Ama yukardan gelen bu emre karşı ne borcum var benim

O emri veren benden nefret ediyor ve beni buralara fırlatıp

Burada esir olarak kalmamı sağladı, Cennette doğan ben

Sonsuza kadar burada acı çekerek kalacağım,

Etrafımda terör ve korkunç gürültüler, feryatlar bitmeyecek,

İçimi kemiren kendi doğurduklarımla mı kalacağım böyle?

Sen benim babamsın, sahibimsin, varlığı sen verdin bana,

Senden başka kime itaat ederim ben? Kimin izinden giderim?

Beni yakında o mutluluk ve ışık diyarına götüreceksin,

Rahat yaşayan tanrılar arasında hüküm süreceğim,

Zevk veren sağ elin benimle beraber, sonsuza kadar

Senin hem kızın ve hem sevgilin olarak kalacağım.'

Kadın bunları söyledi ve sonra tüm üzüntülerin aleti

Olan anahtarı yan tarafından alarak ve peşinde hayvan

Sürüsüyle kapıya doğru yürüdü, bir zamanlar tüm Cehennem

Güçlerinin kaldıramadığı muazzam demir parmaklığı tek

Başına kaldırdı. Sonra anahtarıyla tüm kilitleri, koca demir

Ve kayadan kapıları açtı, şiddetle ve gürültüyle açıları 

Cehennem kapılarının korkunç gürültüsü Erebus'un

En alçak yerini bile sarstı, titretti. Kapılar açıldı ama

Kadın onları tekrar kapayamadı, kapılar açık kaldı,

Kapı öyle genişti ki rahat düzende kanatları geniş açık

Atları ve arabalanyla bir ordu rahatça geçerdi buradan;

Kapılar öyle açık kaldı ve gerisi bir fınna benziyordu

İçeriden muazzam dumanlar ve alevler yükseliyordu.

İçerisi korkunç bir boşluktu, karanlık, sonsuz bir

Okyanus vardı orada, derinliği, eni boyu, hiçbir şeyi belli

Değildi bu boşluğun, zaman ve mekan kaybolmuştu,

Doğanın ataları en eski Gece ve Kaos vardı burada,

Ebedi anarşi hüküm sürüyordu, sonsuz savaşların

Gürültüsü arasında korkunç bir karmaşa yaşanmaktaydı.

Sıcak, soğuk, ıslak ve kuru için dört ateşli şampiyon,

Üstünlük mücadelesi, embriyonlarım getirmek için savaştaydı,

Hafif ya da ağır silahlı, sert, yumuşak, hızlı ya da yavaş

Gruplan bayrak etrafında toplanmıştı, saYılan Barka ya da

Cyrene'in kızgın kumları gibi çoktu, sayılamazdı, savaş

Rüzgarlarıyla toplanmışlar, hafif kanatlarıyla hazırdılar

Onlara hakemlik yapacak olan Kaostu ve o da kavgayı

Kışkırtıyordu, yanında yüksek hakem, son söz sahibi

Şans her şeyi yönetendi. Bu vahşi derin uçurumda,

Doğanın rahmi, belki de onun mezarı olacaktı bilinmez,

Ne deniz, ne sahil, ne hava ne de ateş, bunların hepsi

Birbirine karışmıştı ve kavganın bunlar için çıktığı belliydi,

Yüce Yaratıcı kara malzemesini kulları ıp başka dünyalar

Yaratmadıkça bu böyle devam edecekti—Bu vahşi

Uçurumun, Cehennemin kenarında duran Şeytan bir

Süre oraya baktı, yolculuğunu düşündü, işi zordu.

Kalabalıkların gürültüsü kulakları sağır edecek kadar

Yüksekti, Bellona fırtınalarından daha büyüktü,

Herhangi bir büyük kenti yıkacak gibiydi adeta; ama

Cennet sınırlarının zorlanması, yıkılması halinde çıkacak

Gürültü kadar da değildi elbette ve bu isyan halindeki elemanlar

Sabit dünyanın milinden kopup gelmişlerdi buraya.

Şeytan sonunda yelken gibi koca kanatlarını açtı ve koptu yerden.

Yükseldi, çok yolu vardı önünde, hep yükselecekti, cüretliydi

Ama bir süre sonra muazzam bir boşluk çıktı önüne.

Hiç farkında olmadan kanatlarını boşuna çırptı ama yine de

Hızla düşmeye, derinlere inmeye başladı ama şansı vardı

Ve gürültülü bulutlara denk gelmedi, sonra gayretlendi ve

Birkaç mil yukarı doğru uçtu ama öfkeliydi,

Şeytani Syrtis'te duruyordu öfke,

Ne deniz ne de kuru topraklar söndürdü bunu;

Gece karanlığı çöktü, o yoluna devam etti,

Israrla gidiyordu, vazgeçemezdi, bazen yürüyor,

Bazen uçuyordu, kanatları onun için hem kürek, hem de yelkendi.

Bozkırların, vadilerin üzerinden bir Grifon gibi geçiyor

Sürekli yol alıyordu, koruduğu altı çalınan Arimaspian gibiydi

Şeytan, altında kayalıklar, bataklıklar, her türlü şey geçiyor, geride

Kalıyordu, bazen yüzüyor, batıyor, çıkıyor.

Sürünüyor ya da uçuyordu. Sonra evrensel bir gürültü duydu,

Vahşi, şaşın ı seslerdi bunlar, karışıktı,

Karanlık boşluktan geliyor kulağını tırmalıyordu gürültü

O gürültülü yerde kimlerin olduğunu merak ederek

O tarafa yöneldi Şeytan, ışığa en yakın karanlık

Sınırının nerde olduğunu soracaktı onlara,

Sonra ilerde Kaosun muazzam çadırını gördü,

Yanında her şeyin en yaşlısı olan eşi samur kürklü Gece,

Onların yanında Orcus ve Ades, korkunç Demogorgon,

Dedikodu, Şans ve Gürültü ile birlikte belki bin tane türlü ve

Çeşitli ağız vardı, hepsi birbirine girmişti ve ortalık karmakarışıktı.

Şeytan hiç çekinmeden karşılarına geçti ve cesurca konuştu:

'Ey bu cehennemin dibinde yaşayan Güçler, Kaos ve eski Gece,

Buraya casusluk yapmak, diyarınızın sırlarını öğrenmek için

Gelmedim, ama ışığa giden yolda bu karanlık çölde giderken

Sizin büyük diyarınıza rastladım, yalnızım, rehberim yok,

Yarı kaybolmuş gibiyim, sizin karanlık diyarınızın sınırlarıyla

Cennetin birleştiği yere giden yolu ararım; ya da bana Semavi

Kralın son zamanlarda bulduğu yeni bir yer gösterin.

Beni yönlendirin, bir yol gösterin bana,

Ben buralarda kaybolursam sizin bir yararınız olmaz bundan,

Sizin hiçbir şeyinizi zorla alacak durumda değilim,

Yapamam bunu, bir kez daha söylüyorum eski Gece,

Sancağını dik, tüm avantaj sizlerin olacaktır,

Ben intikam almak istiyorum!'

Şeytan böyle konuştu sustu ve yaşlı Anarşi sakin bir ifade

Ve ağır bir konuşmayla ona hitap etti: 'Seni tanıyorum yabancı,

Sen Cennet Kralına kafa tutan lider Meleksin ama

Kovuldun, korku içinde kaçan çok kalabalıklar gördüm

Ve duydum, hepsi perişandı, harap haldeydiler,

Karmaşa halindeydiler, Cennet kapısından milyonlarca kaçtı,

Zafer kazanmışları gördüm, peşlerinde, bizim sınırımıza

Dayandılar, onlar için bir şey yapamazdık,

Bunlar yaşlı Gecenin saltanatına da zarar verebilirdi:

önce Cehennem senin zindanın alt tarafta geniş

Bir alana yayılmış duruyor;

Son zamanlarda da Cennet ve Yeryüzü, başka bir dünya.

Altın bir zincire bağlanmış krallığımın üstünde asılı duruyor

Bu tarafta senin halkının kovulup düştüğü Cennet var

Eğer gitmek istediğin yer o taraf ise fazla yolun yok demektir-

Tehlikeye o kadar yakın bir yer. Git ve çabuk ol;

Tahribat, zarar, bozulma, çürüme benim kazancım.'

O sustu fakat Şeytan ona cevap vermek için kalmadı orada,

Ama duyduklarına memnun etti onu, artık kendine bir sahil

Bulacaktı yeni bir şevkle ve gücü yenilenmiş olarak,

Ateşten bir piramit gibiydi, birden yukarı doğru fırladı,

Her yandan bakan kalabalıkların şaşkın bakışları altında,

Vahşi boşluğa doğru uçtu, zor yolculuğuna tekrar başladı,

Argo Boğaziçi'nden kayalıklardan geçerken bile bu kadar^

Tehlikeli değildi yolu, ya da Ulysses soldan Charybdis'ten

Kaçınır, diğer kasırgayla sürüklenirken.

Böylece tüm zorluklara rağmen yoluna devam etti,

Ama bir ara İnsanın düşüşüne rastladı,

Garip değişiklik! Günah ve Ölüm şiddetliydi,

Yoluna devam etti (Cennetin arzusuydu bu), arkasında

Geniş ve zor bir yol bıraktı, karanlık cehennemin üzerinde.

Kaynayan körfezinde şaşırtıcı uzunlukta bir köprü vardı.

Cehennemden devam ediyordu bu zayıf dünyanın en uzak

Küresine ve sapık, ahlaksız Ruhlar oradan kolayca geçerdi

Fanileri baştan çıkarmak ya da cezalandırmak için, Tanrı ve

İyi Melekler oradan başkasını geçirmezlerdi.

Ama işte sonunda ışığın kutsal etkisi göründü, Cennetin

Duvarlarından süzülen ışık huzmeleri Gecenin karanlığını

Hafifçe aydınlatır gibi oldu. Burası Doğanın en uzak kenarı

Ve de Kaos'un geri çekildiği yer olarak bilinir,

En uzak köşelerde mücadele biter, kırık bir düşman var

Orada, tüm o büyük gürültüler, karmaşa ve rezalet azalır.

Şeytan burada fazla zorlanmayacak, loş ışıkta sakin

Dalgalar üzerinde gidiyor, fırtınada yıpranmış bir

Tekne gibi memnun bir halde limana yaklaşıyor, ama gemi ipleri 

Ve halat takımı parçalanmış, ya da boşluk var burada, hava gibi,

Onun açılmış kanatlarını tartıyor, boşluğa bakıyor o,

Çok uzaklarda olan semavi Cennete, çok geniş alan,

Hesaplanamayacak kadar büyük ve yuvarlak, daire şeklinde,

Opal surları ve süslenmiş mazgalları var, safirle süslenmiş,

Bir zamanlar onun oturduğu yer burası,

Ve altın zincire bağlı askıda bu Dünya Ay’a yakın bir

Yerde ve bir yıldız kadar büyük.

Orada, zarar verici intikam duygusuyla dolu olarak,

Lanetlenmiş ve yine lanetli bir saatte acele gider.

KİTAP III

ÖZET

Tahtında oturan Tanrı Şeytanın yeni yaratılmış bu dünyaya doğru uçtuğunu görür: onu sağında oturan Oğluna gösterir; Şeytanın insanları baştan çıkaracağı kehanetinde bulunur; insanı Şeytana karşı koyabilecek kadar akıllı yarattığı için onlara fazla müdahale etmeyecektir; ama yoldan çıkanlara da yumuşak davranacaktır, çünkü onlar Şeytan gibi kendi kötülükleriyle düşmemiş. Şeytan tarafından baştan çıkarılmışlardır. Tanrının Oğlu, İnsana yumuşak ve lütufkar davrandığı için Babasına minnettar olduğunu söyler; fakat Tanrı günah işleyen insanların yine de Kutsal Adalet karşısında ceza göreceğini belirtir; fakat İnsan putlara taparak Tanrı 'yı kızdırmıştır ve onun suçunu üstlenecek biri çıkmadığı takdirde tüm İnsan soyu ölecek, cezasını çekecektir. Tanrının oğlu İnsan soyunu kurtarmak için kendini fidye olarak ortaya koyar: Tanrı Baba onu kabul eder, yeniden vücut bulmasını mukadder kılar, Cennet ve Dünyadaki herkesin üstünde olduğunu, yüceliğini ifade eder, tüm Meleklerin ona tapmasını emreder; onlar bu emre itaat ederler, harp müziği eşliğinde Baba ile Oğlu kutlarlar. O sırada Şeytan Dünyanın en uzak noktasına çıkar ve orada Beyhudelik Limbosu denen yeri bulur; oraya kim ya da neler uçar; oradan Cennet kapısına gelir, merdivenle çıkış ve sema çevresinde akan sular tarif edilmiştir. Oradan Güneş küresine çıkacaktır; Şeytan orada o kürenin kral naibi Uriel'i bulur, ama daha önce kendisini değiştirir, ılımlı bir Melek kılığına girer, yeni Yaratılışı ve Tanrının oraya yerleştirdiği İnsanı görmek ister, yaşadığı yeri sorar ve öğrenir; önce Niphates' Dağına iner. 

Selam sana kutsal ışık, ilk Cennet çocuğunun soyu!

Ya da ezelden sonsuza kadar bir arada olan ışınlar

Seni suçlanamaz olarak tarif edebilir miyim? MÂdem ki Tanrı ışıktır

Ve hiçbir zaman ama yaklaşılmamış ışıkta

Ezelden beri ikamet etmiş, hem de senin içinde

Yaratılmamış parlak özün pırıl pırıl akışı var sende!

Yoksa daha çok saf semavi akıntıyı mı duyuyorsun

Onun çeşmesi ne söyleyecek? Güneş önünde,

Cennet önünde sen vardın, ve de Tanrı sesi,

Bir örtü gibi kuşattı karanlık ve derin sular dünyası,

Boş ve şekilsiz sonsuzluk kazandı sonunda.

Ben seni şimdi şu cesur kanatlarımla ziyaret ediyorum,

Orada çok tutuldum ama sonunda kaçtım Cehennem Gölünden

O karanlık, kasvetli yerden çıktım ve yine karanlıklar içinde

Uçarak buralara geldim, Orphean harpından gayri notalarla

Kaos ve daimi Geceye şarkılar söyledim, Cennetten aldığım esinle

Karanlık inişte ve de tekrar çıkışta, yükselişte

Ama güç ve nadirdi bu—seni ziyaret ederken güvendeyim

Ve hükümdarın canlı gözlerini hissediyorum, ama ziyaret sebebi

Bu değil, boş yere gelmiş olmak istemem, senin delici ışığını

Bulmak için ve akşam karanlığını. Ben sadece ilham arıyorum,

Tertemiz bir bahar, gölgelik bir koru ya da güneşli bir tepe,

Kutsal şarkıların aşkına, ama sen, şef, Sion ve aşağıdaki

Çiçekli ırmaklar, senin kutsanmış ayaklarım sulayan akıntıları

Geceleri ziyaret ederim, ve kaderde benimle eşit olan o ikisini de

Unutmam, benim onlarla eşitliğin ünlüdür, herkes bilir bunu,

Kör Thamyris ve kör Maonides sonra Tiresias ve Phineus,’

Eski peygamberler, sonra uyumlu numaralar, gönüllü hareket

Eden fikirlerle beslen, Uyanık kuşun ötüşü gibi.

Böylece yıl içinde mevsimler döner ama gün dönmez bana,

Ya da akşam veya sabahın tatlı yaklaşımları, bahar tomurcukları 

Ya da yaz gülleri, sürüler ya da kutsal insan yüzü,

Ama onların yerine bulut ve karanlık sarar beni,

İnsanların neşeli yollarından kopmuş bir halde ve

Güzel bilgiler kitabı için doğa işlerinin evrensel boşluğu,

Benim için silinmiş, bozulmuş ve bir girişte akıl tam kapanmış.

İşte böyle Semavi Işık, sen iyisi içe dönük yan ve zihni

Aydınlat; gözlerden tüm sis perdesi kalksın ki fani gözlere

Görünmeyen şeyleri görebileyim ve söyleyebileyim.

Şimdi Yüce Tanrı yukarıda oturduğu tertemiz yerinden

Her yerden yüksek olan tahtından gözlerini aşağıya

İndirip kendi işlerini ve onların işlerini aynı anda görürse;

Etrafında Cennetin tüm kutsal şeyleri yıldızlar gibi yoğun durur,

İfade ötesi mutlak saadet hissedilir orada; sağında

İhtişamının etrafa yaYılan mutluluk imajı oturur,

Tek oğlu; Dünyadal?' ilk gördüğü varlık.

Bizim ilk iki ebeveynimiz, mutluluk bahçesine yerleştirilen

İlk iki insanoğlu, ölümsüz neşe ve sevgi meyvelerini toplayarak,

Kesilmeyen, durmayan mutluluk, eşsiz sevgi yaşıyorlar,

Neşe dolu bir yalnızlıkta; sonra O, Cehennemi ve aradaki

Uçurumu gözetledi ve Gecenin bu yanında Cennet duvarına

Yaklaşan Şeytanı gördü ulvileşen alacakaranlıkta.

Eğilmeye hazırdı şimdi, yorulan kanatlar, istekli ayaklarla,

Sağlam görünen toprağıyla Dünyanın çıplak dışında.

Okyanusta ya da havada emin olmadan.

Tanrı ona yüksek yerinden baktı ve geçmişi, bugünü,

Geleceği düşünerek ileriyi gördü ve tek Oğluna konuştu:

'Benim tek Oğlum, düşmanımız nasıl öfke taşıyor,

Görüyor musun? hiçbir şey tutmaz onu, Cehennem demirleri

Bile, orada bağlayan tüm zincirler de, derin büyük uçurum da

Tutamaz onu, intikam almak için o kadar arzulu ki asi

Başını bile koyuyor ortaya. Ve şimdi her şeyi bir yana bırakıp

Cennet yakınlarına kadar kanat çırpıyor, uçuyor

Işıklı bölgede yeni yaratılmış Dünyaya doğru,

Orada yerleşmiş İnsanı gücüyle mahvetmeyi ya da hileyle

Yoldan çıkarmayı deneyecek—ve de yapacaktır bunu;

Çünkü İnsan onun parlak yalanlarını dinleyecek,

İnsan soyu ona kolay kanacak ve günah işleyecektir.

Kimin suçu olacak bu? Elbette onun, değil mi? O nankör

Bana yapacağını yaptı; ben onu güzel ve dürüst yarattım,

Orada kalabilir ama isterse düşebilirdi.

Ben göklerle ilgili güçleri ve Ruhları o şekilde yarattım,

Yerlerinde kalabilir ya da başarısız olurlardı;

Onlar özgürdü, isteyen kaldı, isteyen gitti.

Özgür olmasalar gerçek sadık olanlar inançlarını,

Sevgilerini nasıl gösterirlerdi, yapabileceklerini nasıl

Kanıtlarlardı? Benim lûtfuma nasıl lâyık olurlardı,

Ben onların itaatinden nasıl zevk alırdım ki?

Arzu ve Mantık (Mantık aynı zamanda Seçimdir)

Yararsız ve boş olunca özgürlük her şekilde

Boşa gider, işe yaramaz, onun için Bana değil,

İhtiyaca yaradı. Onun için onlar o şekilde yaratıldılar,

Kendilerini yapanı, yaptıklarını ya da kaderlerini suçlayamazlar,

Takdiri İlahinin hükmü kalmamış gibi,

Onların arzulan mutlak emirle düzenlendi

Ya da yüksek amaçlı önbilgiyle; onları isyana ben teşvik etmedim,

Bunu kendileri istediler: eğer ben önceden bilseydim,

Önceden bilmek bile onların hatalarını önlemezdi.

Onun için en küçük tahrik ya da kaderin gölgesi olmadan,

Ya da benim değişmez görüşlerime aldırmadan

Onlar günah işlerler, her şeyi kendileri yaparlar,

Kendi tasarladıklarını ve seçtiklerini yaparlar, ben onları

Bu şekilde özgür bıraktım, ve istediklerini yapacak şekilde

Özgür kalacaklardır, kendilerini büyüleyene kadar: aksi takdirde

Onların yaradılışlarım değiştirmem, büyük emri geri çekmem gerekir,

Onlar kendi düşüşlerini kendileri takdir ettiler.

İlk düşenler bunu isteyerek yaptılar, İnsan düşüyor,

Diğeri tarafından kandırılmış olarak: Onun için İnsan lütuf görecek,

Diğeri asla; ne merhamet, ne adalet var ona,

Cennette ve Dünyada, benim ihtişamım sürecek, üstün olacak,

Ama merhamet ilk ve son olarak en parlak olarak sürecek.'

Tanrı konuşurken tüm Cenneti güzel kokular doldurdu

Ve seçilmiş kutsanmış Melekler arasında yeni bir neşe havası

Yayıldı, Tanrı Oğlu kıyaslanamayacak kadar muhteşem

Göründü; onun içinde Babası Tanrı da parlıyordu,

Tam olarak ifade edildi; ve Onun yüzünde kutsal ifade

Belirdi, sonsuz bir aşk ve ölçüsüz bir lütuf, zarafet,

Ve o da bu şekilde Babasına konuştu:

'Ey Baba, sözlerin muhteşemdi ve dediğin gibi İnsan rahmet,

Merhamet görmeli, bunun için Cennet ve Dünya senden övgüyle

Söz edecek, ilahiler, kutsal şarkılar söyleyecekler, tahtında

Oturup kutsanacaksın. Çünkü İnsan sonunda kaybolursa, Senin

Çok sevilen son yaratığın, en genç çocuğun kendi aptallığından da olsa.

Tuzağa düşerek yoldan çıkarsa ne olur? Bu senden tamamen

Uzak olacak Baba, sen ki her olanın yargıcısın ve sadece doğru karar

Verirsin. Yoksa düşmanın amacına ulaşır ve seni sinirlendirir.

Kötülüğünü yapar ve senin iyiliklerin boşa gider.

O da intikamını almış olur ve tüm insan ırkını kandırıp arkasına

Alarak Cehenneme götürür. Yoksa sen kendi yarattığını mahvedecek.

Kendi şanın, şöhretinle yaptığını onun için yok mu edeceksin?

O zaman senin iyiliğin ve büyüklüğün de sorgulanacak

Ve de savunma yapılmayacak şekilde küfredilecektir.'

Onun bu konuşmasına büyük Yaratıcı şöyle cevap verdi:

'Ey Oğul, ruhum seninle neşe buluyor, sadece sen benim

Sözüm, aklım ve etkili büyük gücümsün, tüm söylediklerin

Benim düşündüklerim ve benim sonsuz hükümlerimi yansıtır.

İnsan tamamen kaybolmayacak, ama ona kanmayanlar

Kurtarılacak, bana inananlar lütuf görecekler.

Onun geçerli gücünü, kötü ve büyüleyici olsa da bir kez

Daha yenileyeceğim, aşın arzuları tatmin edip günah

İşleyebilirler: ama İnsan yine ölümcül düşmanına karşı direnebilir,

Ben onu desteklerim ve durumunun ne kadar nazik olduğunu anlar

Ve kurtuluşunun başkasına değil, sadece bana bağlı olduğunu bilir.

Bazılarını diğerlerinden farklı yarattım, lütfettim onlara.

Bu durumda isteğim şudur: Bir kısmı benim sesimi duyacak, .

Günahlarının farkına varacaklar ve Tanrıyı gücendirmemek için

Zamanında af isteyecekler, onlara lütfedecek, kara düşüncelerden

Kurtaracağım onları, taş kalpleri yumuşayacak, pişman olup

İbadete yönelecek ve imana gelip itaat edeceklerdir.

İbadet, dualar edecekler, pişmanlıklarını söyleyecek,

İmana gelecekler, ama onlar samimi olarak bunları yaparken,

Kulaklarım ve gözlerim açık olarak onları izleyeceğim,

Ve onların içine benim hakemim Vicdanı yerleştireceğim,

Onu dinleyecek olurlarsa gittikçe aydınlarıacaklar

Ve sonunda ebediyen güvende olacakladır.

Ama bunu yapmayanlar ve beni küçümseyenler

Asla güvende olmayacaklar, sert olana sert olunacak,

Kör olan daha da körleşecek, hep sendeleyecek, gittikçe

Daha çok düşecekler, daha derinlere inecekler,

İşte böyle olanlar benim merhametimden yoksun olacak.

Ama henüz her şey bitmedi. İnsanoğlu itaatsizlik ediyor,

Sadık değil ve Cennetin yüceliğine karşı günah işliyor.

Putlara tapıyor ve böylece her şeyi kaybediyor,

İhanetinin kefaretini ödeyebilmesi için bir şeyi kalmadı,

Onunla beraber zürriyeti de mahvolacak—

O ölecek ya da Adalet yapmalı bunu, sadece onun için

Başka biri çıkar da kendine feda ederse başka,

Katı tatminkarhk yani, ölüm için ölüm.

Söyleyin Cennet Güçleri, böyle bir aşkı nerde bulacağız?

Hanginiz ölümcül, fani olacak İnsanı kurtarmak için,

Onun ölümcül suçunu affettirmek, hatasını düzeltmek için?

Bu güzel Cennette kalmaktan vazgeçecek olan var mı?'

Tanrının bu sorusuna Cennet topluluğu cevap vermedi,

Hepsi sessiz kaldı; Cennet sessizdi, İnsan için aracı,

Kurtarıcı çıkmadı, onun yerine başmı uzatan hiç olmadı.

İnsanoğlunu kurtarma umudu kalmayınca, onun Ölüm ve

Cehenneme gideceği belli olunca içi kutsal sevgi dolu

Tanrının Oğlu ondan şefaat diledi yine:

'Baba senin sözün dinlendi, İnsanoğlu merhamet göre?ek;

Peki ama senin kanatlı habercilerin bu haberi tüm yarattıklarına,

Korumasız olanlara, dileyenlere götürmezse ne olacak o zaman?

Bunu duyanlar mutlu olacak! Günahkar ölenler, kaybolanlar

Ne olacak? Bunlar kendileri için kefaret ödeyemez, hepsi

Borçlu kalacak, bunu yapacak kimse yok. O zaman bana bak

Ben onun yaşamına kendimi koyuyorum ortaya,

Teklif ediyorum; bırak öfken bana düşsün;

Beni İnsan kabul et: Onun hatırına terk edeceğim ben

Senin bağrını ve senin yanındaki bu ihtişam

Özgürce reddedilip ayrılacak ve bırak Ölüm öfkesini benden alsın.

Onun kasvetli gücü altında uzun zaman yenik kalmayacağım.

Sen bana kendi içimde sonsuza kadar yaşama gücü verdin;

Senin yanında yaşıyorum ben; şu anda Ölüme boyun eğsembile,

Tüm varlığım ölebilir, ama o borç ödenmiş olur,

Sen beni o iğrenç mezarda bırakmazsın,

Ne onun avı olmak için, ne de lekesiz ruhum ebediyen orada

Kalıp çürüsün diye. Fakat ben yine zafer kazanmış olarak

Kalkacak ve kendisiyle övünen o şımarığa boyun eğdireceğim.

O zaman ölüm yarasmı o da alacak ve silahını bırakıp eğilecek;

Ben ise mağrur ve zafer kazanmış olarak Cehenneme rağmen

Cehennemi esir alacağım ve karanlık güçlere sınırı göstereceğim.

Sen de Cennetten aşağı bakacak ve olanları görüp gülümseyeceksin.

Senin verdiğin güçle tüm düşmanlarımı yeneceğim ben.

En sonra da Ölümü ve onun cesedi mezarı dolduracak;

O zaman kurtardığım kalabalıklarla beraber çoktan özledikleri

Cennete gireceğim Baba, senin yüzünü görmek için, orada

Artık öfke bulutu kalmayacak, barış ve uzlaşma, olacak: orada

Artık gazap değil, senin olduğun yerde neşe, mutluluk olacak.'

Konuşması bitti ama mütevazı ve yumuşak görünüşü

Bir şeyler anlatıyordu ve fani İnsanlara ölümsüz aşkın nefesini

Soluyordu ki onun üstünde sadece evlâda yakışır itaat

Parlıyordu; bir fedakarlık kurbanı olarak durduğu için ve Yüce

Babasının arzusunu bekledi. Tüm Cennet sakinleri bunun

Anlamını düşündüler, ama çok geçmeden Yüce Tanrı konuştu:

'Ey sen, Cennette ve Dünyada gazaba uğramış insanlar için

Tek barış yolu, ey sen, benim tek mutluluğum! En son yarattığım

İnsanoğlu da dahil tüm yarattıklarımın benim için ne kadar

Aziz olduğunu sen bilirsin, O insanoğlu için senin bağrımdan

Bir süre için kopup gitmene razı olacağım, yoksa soylan kaybolacak.

Onları sadece sen kurtarabilirsin ve bu yüzden sen de onlar

Gibi olacak ve Dünyadaki insanların arasına karışacaksın,

Zamanı gelince bakir anadan insan gibi doğacaksın,

Şaşılacak bir doğumla geleceksin dünyaya, Âdem'in yerine

Tüm İnsan soyunun başına geçecek ama bir Âdem oğlu olacaksın.

Sen de tüm insanlar gibi ölümcül olacak, öyle yaşayacaksın,

Onlar başka köklerden çoğalacak, senin evlâdın olmayacak,

Onun işlediği suçlar onun evlatlarını da suçlu yapacak; senin

Erdemin pişman olanların günahlarını yumuşatacak, affettirecek,

Dürüst olan ya da olmayan amelleri dikkate alınacak,

Onlar senden üremiş gibi yeni ve erdemli yaşayacaklar,

Böylece insanlar birbirine karşı dürüst olacak, yargıları acak

Ve ölecekler, ölenler dirilecek, dirilenler kardeşlerini de kaldıracak

Onun tarafından kurtarılmış olanlar elbette.

Böylece Cennet sevgisi Cehennem nefretinin önüne geçecek,

Cehennem nefretinin kolayca tahrip ettiğini onaracak,

Onları kurtaracak, sen de insanların arasına inip onlar gibi olunca

Kendinden bir şey kaybetmeyeceksin. Çünkü Tanrıyla eşitsin,

Onunla aynı şeyleri paylaşıyorsun, dünyayı kurtarmak için

Her şeyden vazgeçtin, ve onlar Tanrının oğlundan çok şey

Bekliyor, büyükten ve yüksekten öte şeyler; çünkü senin içinde

Aşk ihtişamdan daha fazla, bu yüzden senin utandırman

Senin insanlığını aynı zamanda bu tahta yüceltecek:

Sen burada vücut bulup oturacaksın, hüküm süreceksin,

Hem Tanrı ve hem İnsan olarak, Tanrının ve İnsanın

Oğlu olarak, evrensel Kral olacaksın. Sana tüm gücü veriyorum;

Sonsuza kadar hüküm sür; erdemlerini üstlen; Sen en Yücesin,

Prensler, Krallar, tüm Güçler senin altında olacak,

Cennette, Dünyada, Dünyanın altında ya da Cehennemde

Onların önünde eğilen herkes senin önünde diz çökecek.

Cennetten ihtişamla ayrılıp gökyüzünde göründüğünde,

Ve Baş Melekler senden gelip korkunç mahkemeni haber verince,

Geçmiş çağlarda ölenlerin hepsi gürültüyle uyanıp huzuruna gelecekler.

O zaman tüm Azizlerin toplanacak ve sen karar vereceksin,

Kötü insanlar ve Melekler hakkında; onlar suçlanacak ve

Senin kararın karşısında batacaklar; o zaman tam dolacak

Olan Cehennem ebediyen kapatılacak. O zaman Dünya yanacak 

Küllerinden Yeni Cennet ve Dünya doğacak ve orada sadece

Dürüstler yaşayacak, tüm sıkıntılardan sonra altın günler görecekler

Sevinç, neşe ve sevgi galip gelecek ve tabii Gerçekler.

Sen o zaman kraliyet asasını yan tarafa koyacaksın;

Çünkü artık kraliyet asasına ihtiyacın kalmayacak:

Tanrı her şeyde, her yerde olacak. Ama ona itaat eden

Ve bunları yapan tüm diğer tanrılar ölecek;

Oğluma ibadet edin, ona tapın ve Benim gibi saygılı olun ona.'

Yüce Tanrının konuşması biter bitmez sayılamayacak kadar

Kalabalık olan tüm Melekler kulakları sağır edecek bir şekilde

Ve de sevinç içinde bağırdılar, Cennet sevinç çığlıklarıyla

Çınladı ve bu ses ebedi bölgeleri doldurdu. Melekler tahta doğru

Eğildiler ve başlarındaki taçları çıkarıp saygıyla yere bırakırlar,

Çiçeklerle ve altınla süslü olan taçlar—bir zamanlar Eden'de,

Hayat Ağacındaydı bu Amarant, ama İnsanın saygısızlığından

Cennete götürüldü ve şimdi çiçekleri Hayat Pınarının üstünde büyüyor.

Cennetin ortasında akan Mutluluk Nehri de Elysian çiçeklerini sular:

Ruhlar bu hiç solmayan çiçeklerle şahane saç lülelerini süslerler,

Gevşek çelenkler gibi, ışıltılar içinde, yeşim taşlı kaldırımlarda

Gezerler ve semavi güller gülümser onlara.

Sonra tekrar taçlandılar ve altın harplarını aldılar

Ve her zaman hazır olan harplarıyla tatlı bir müzik başladı:

Onların arasına tatlı seslerden başka bir şey katılamazdı,

Bu tür melodiler, bu ahenk ve ses cümbüşü ancak Cennette duyulurdu.

Önce sen, Baba diyerek başladılar şarkıya, En Yüce ve Güçlü,

Hiç değişmez. Sabit, ölümsüz, Sonsuz, Ebedi ve Ezeli Kral; sen,

Tüm varlıkların yaratıcısı, Işık Kaynağı, kendisi görünmez,

Muhteşem patırtılar arasında oturursun, tahtına ulaşılmaz,

Ama istediğin zaman tüm ışınlarınla etrafı aydınlatırsın,

Cennet göz kamaştırır, o en parlak Melek sana yaklaşmaz,

Ama her iki kanadıyla onların gözlerini örter.

Daha sonra tüm yaratılmışların şarkısını söylediler.

Babanın Oğlu, Kutsal Benzerlik, ki onun aşikar yüzünde

Bulutsuz olarak Yüce Baba görülür, parlar,

Yaratıklar başka kime bakarlar; Onun ihtişamı, nuru senin

Yüzünde parlar; Onun bolluk timsali ruhu sana aktarılmıştır

Cennetlerin Cenneti olan O Yüce Tanrı ve Ondaki tüm güçler,

Her şeyi yaratan Odur ve kovup aşağıya atan da O oldu.

Arzu edilen hükmetmeler; o gün Babanın korkunç fırtınası

Cennetin daimi duvarlarını sarsan arabanın ateşli

Tekerlerini engellemedi ve durdurmadı ve sen

Savaşçı Meleklerin düzenini bozdun, dağıttın onları.

Takipten döndüğünde senin Güçlerin seni bağırıp

Alkışladılar, Babanın güçlü Oğluydun sen,

Onun düşmanlarından intikamını alacaktın.

Ama onların kötülüğü insanlar üzerinden ona yönelikti,

Merhamet ve lütuf Babası, sen lanetlemekten çok

Acımaya meyilliydin. Senin sevgili Oğlun da zayıf

İnsanları lanetlemek istemediğini, onlara acıdığını anlayınca

Senin gazabını azaltmak ve merhametini, adaletini

Sağlamak için her şeyi yaptı, Senin yanında oturmak

Mutluluğuna aldırmadan. İnsanoğlunun işlediği suç

Adına ölmeye razı oldu. Ey emsali olmayan büyük sevgi,

Kutsaldan başka hiçbir yerde bulunamayacak kadar büyük sevgi!

Selam sana Tanrının Oğlu, insanların kurtarıcısı; Senin adın

Benim şarkımın temeli olacak bundan sonra,

Ve benim Harpım senin adını övmeyi asla unutmayacak,

Babanın adına övgüler yağdırırken seninki de orada olacak!

Böylece Cennette yıldızlı gökyüzünün üzerinde

Onlar neşe içinde ve şarkılar söyleyerek vakit geçirdiler.

O sırada bu yuvarlak Dünyanın üzerinde bir yerde, içerdeki

İşıklı küreleri Kaos ve Karanlığın ayrıldığı noktada

Şeytan yürümeye başladı. Sınırsız gibi görünen Karanlık,

Muazzam, vahşi Yıldızsız Geceler gibi simsiyahtı bu yer,

Her taraftan fırtına gürültüleri geliyordu, Kaos vardı burada,

Gökyüzü acımasızdı Cennet duvarının bu yanı dışında,

Çok uzaklardan hafif bir parıltı belirdi ve sinirlendirici

Gürültü biraz azalır gibi oldu burada; Şeytan bu geniş

Alanda rahatça yürüyebiliyordu. O sırada Tatar

Sınırında, Imaus tepesinin karlı sırtlarında

Avın kıt olduğu bir yerden gelen

Bir akbaba uçtu, kuzu ya da keçi yavrusu arıyordu

Boğazlamak için, sürüler olurdu buralarda, Hindistan

Nehirleri Ganj ya Hydaspes yakınlarında,

Fakat Şeytanın yolu üzerinde, Çinlilerin hafif ve yelkenli

Arabalarla dolaştığı kıraç Sericana düzlükleri boştu ve

Şeytan burada yalnız başına yürüyordu—bu boş

Topraklarda başka canlı da görülmüyordu;

Henüz hiçbir şey yoktu burada ama havada uçuşan

Buhar gibi boş şeyler vardı, burada her şey geçici ve boştu.

Toprakta ödül arayanların hevesleri içlerinde kalıyor,

Acıdan başka bir şey bulamıyorlardı buralarda;

Doğa elinin tüm tamamlarımamış çalışmaları buradaydı,

Beyhude, eksik, canavarca ya da iğrenç karışık,

Dünyada erimiş, hızlı gelen ve boşuna,

Son erimeye, ya da ölüme kadar dolaşıp durmak burada,

Bazılarının rüyasını gördüğü gibi komşu Ayda değil:

Bu gümüş renkli düzlüklerde yaşayanlar daha ziyade,

Değiştirilmiş Azizler ya da ortada kalan Ruhlar,

Yani meleklerle insanoğlu türleri arasmda kalanlar:

Onlardan bozuk, ters huylu erkek ve kız çocukları doğdu,

Eski dünyalardan ilk olarak bu Devler geldi,

Pek çoğu boşa uğraşıyordu ama yine de şöhretliydi bunlar:

Sennaar düzlüklerinde Babil'e yakın inşaatlar

Yaptılar, sonra yeni Babiller, inşa edeceklerdi:

Başkaları tek başlarına geldiler; bir Tanrı sanıları 

Biri kendini severek Etna alevlerine attı,

Empedokles; ve o da Platon'nun Elysium'undan zevk

Almak için denize atladı. Cleombrotus; ve pek çok, uzun

Embriyolar ve salaklar, keşişler ve rahipler

Beyaz, siyah ve gri, tüm süsleri, saçmalıklarıyla.

Burada hacılar dolaşıp duruyor ve Cennette yaşayan

Ve Golgotha'da ölmüş olanları arıyorlar;

Ve Cennetten emin olanlar ölünce Dominik otları üstüne

Ya da Fransisken'e konunca kılık değiştireceklerini sanıyorlar.

Onlar yedi gezegenleri ve sabiti geçiyorlar,

Ve şu ağırlığıyla korku çağrıştıran, konuşturan kristal küreyi;

Ve şimdi Cennetin kapısında Aziz Peter anahtarıyla sanki

Onları bekliyor ve Cennete çıkan yolun başında

Ayaklarını kaldırıyorlar ama o da ne öyle!

Şiddetli bir yan rüzgar her iki yandan geliyor

Ve onları kaldırıp çok uzaklara, karmakarışık havaya

Fırlatıyor, cüppeler, elbiseler ve onları giymiş olanlar,

Sonra onlardan geriye kalanlar, her şeyleri,

Geride ne varsa her şey havalara uçuyor, savruluyor,

Dünyanın arka taraflarına doğru uçuşuyor, o zamandan

Sonra Aptallar Cenneti denen, vaftizsizlerin gönderildiği

Muazzam boşluğa doğru uçuyorlar. Şeytan da geçerken

Gördü o yeri ve uzun süre düşündü, sonunda hafif bir ışık

Gördü ve tekrar yoluna devam etti, yükseldi Cennet duvarına,

Daha yukarıda zengin görünen, kral sarayı kapısına benzer

Bir kapı gördü, üzeri elmaslar ve altınlarla kaplıydı,

Kapı Dünyada eşi benzeri görülmeyen bir şeydi, parlıyordu,

Yakup Peygamberin merdivenden inip çıkan Melekler

Gördüğü yere benzer merdiven vardı orada, çok sayıda

Gardiyan gördü, parlaktı bunlar, o Luz ovalarından Padan-Aram'a

Kaçarken, açık semalarda geceleri rüya gördü ve

Uyandığında Burası Cennetin Kapısı diye bağırdı,

Merdivenler sanki her zaman orada değildi, bazen

Cennete çekiliyorlardı, görünmezlerdi ve altlarında

Yeşim taşı ya da sıvı inciden oluşan parlak bir nehir akardı,

Oraya Dünyadan süzülerek gelenleri Melekler alıp götürür,

Ya da göl üzerinden küheylanların çektiği arabalarla uçururlardı

Merdivenler o zaman aşağı bırakılmıştı, ya Şeytana yukarı

Kolay çıkması konusunda meydan okumak, ya da mutluluk

Kapısına gelmesini tamamen engellemek için; onun altında

Dünyaya açıları bir geçit vardı, geniş bir geçitti bu, Sion Dağı

Geçidinden de geniş ve Tanrının sevdiği Vaat Edilmiş Topraklara

Gidiyordu, oralarda yaşayan mutlu kabileleri ziyaret için,

Onun emriyle Melekleri oradan hep gelip geçerlerdi,

Ve onun gözleri seçerek Paneas'tan, Ürdün Nehri kaynağından

Beersaba'yaO bakardı, Mısır ve Arabistan kıYılanna sınırı olan

Kutsal Topraklara. Alan çok muazzamdı, sınırları okyanus

Dalgalarına ulaşıyordu ve tamamen karanlıktaydı.

Şeytan Cennet Kapısına çıkan merdivenin altın alt

Basmağında durdu, şaşkın gözlerle aşağıdaki manzaraya

Baktı, aynı anda tüm o Dünyaya. Bir gezgin gibi o karanlık, yerlerdeı

Tehlikeli çöllerden geçip bütün gece giderek mutlu şafakta

Bir tepenin eteklerine geldi, gözleri farklı bir manzara görüyordu,

İlk kez gördüğü yabancı bir yerdi burası, bilinmeyen bir büyük

Şehirdi, parıltılı kulelerle süslüydü, doğan güneş ışıkları bunların

Üstünde parlıyordu, Cennetten sonra böyle bir yer gördü kötü Ruh,

Ama içinde kıskançlık vardı böyle güzel bir Dünya karşısında.

Her tarafa bakındı (Gecenin yayılmış karanlığı üzerindeydi,

İyi görüyordu şimdi) Libra'nın doğu noktasından Atlantik ötesi

Ardromeda üzerinde parlayan yıldıza kadar bakındı.

Ufkun ötesine; sonra bir kutuptan diğerine,

Her yeri gözden geçirdi ve sonra fazla beklemeden,

Doğruca Dünyanın ilk bölgesine doğru uçarak daldı,

Saf mermer gibi soğuk havada meyilli uçuyordu,

Sayısız yıldızların arasında, ama gecenin elinde başka

Sanki başka dünyalar vardı, ya da başka dünyalar gibi,

Mutlu adalar gibi görünüyorlardı, şu eski ünlü Hesperian Bahçeleri

Gibi, ve korular vardı, ve de korular, ormanlar ve çiçekli vadiler

Mutlu adalar gördü ama orada kimlerin yaşadığını sormak için durmadı.

Altın rengi Güneş hepsinin üstünde parlıyordu, Cennet gibiydi burası

Gözleri parladı, hoşlandı bundan. Oradan sakin bir halde

Yoluna devam etti, Ama aşağı ya da yukarı,

Nereye gittiğini söylemek güçtü, burçların

Arasında uçuyordu ve gözleri uzaklara bakıyordu.

Gözleri sürekli olarak her taraftaydı, günler, aylar ve yıllar

Önemsizdi onun için, istediği neşe veren yeri bulmalıydı o,

Çok parlak ve mutluluk getirecek bir yer bulmalıydı.

Sonunda aradığı yere benzer bir yer bularak indi oraya,

Burayı belki Güneşin parlak küresindeki

Astronom bile görmemişti henüz.

Bulduğu yer tanımlamanın ötesinde bir parıltıya sahipti, Dünyadakiyle

Kıyaslandığında, metal ya da taş; her yeri birbirine benzemiyordu,

Ama her noktası ateşteki demir gibi parlaktı ve bu metal altına ve gümüşe

De benzerdi, eğer taş ise yakut, topaz, ya da Aaron'un göğüs zırhındaki

On iki taşa benzerdi ve öyle bir taştı ki başka yerde görülmemişti,

Filozoflar bu taşın ne olduğunu boş yere araştırmış, bulamamışlardı,

Buharlaşan Hermes efsanesindeki gibi bir şeydi bu, isim bulmak zordu,

Denizdeki yaşlı Proetus'un şekil değiştirmiş hali de olabilirdi.

Bu bölgede her yerde iksir varsa şaşmamalıydı, nehirlerde

İçilebilir altın akıyordu, sihirli bir elin dokunmasıyla çok uzaklarda

Olan Güneş de buralarda bir şeyler yapıyordu, tüm bu parlak

Renkli, değerli şeyler nerelerden gelirdi böyle?

Şeytan buralarda çok yeni şeyler görüyordu ama yine de şaşırmadı,

Çünkü burada görüşe engel hiçbir şey, hiçbir gölge yoktu,

Her tarafı aydınlatıyordu güneş ışıkları, öğle vakti ışınlar daha da dik

Geliyordu, hiçbir yerde gölge olmasına izin vermiyordu Güneş,

Etrafa göz gezdirirken uzaklarda bir noktada duran muhteşem

Meleği gördü Şeytan, Yahya'nın Güneşte gördüğü Melekti bu.

Sırtı o yana dönüktü ama parıltısı hemen göze batıyordu,

Lüleleri ensesinden aşağı sarkıyordu, başında altın bir taç vardı,

Omuzlarından çıkan kanatlan hafif salları ıyordu, büyük görevi

Vardı sanki, ya da derin düşüncelere dalmış olabilirdi.

İçi temiz olmayan Kötü Ruh onu görünce sevindi, mutlu

İnsanoğlunun olduğu Cennetin yolunu ondan öğrenebilecekti,

Onun yolculuğu son bulacak ama bizim üzüntümüz başlayacaktı

Ama önce şeklini değiştirmesi gerekiyordu, yoksa işi tehlikeye

Girebilir ya da gecikebilirdi, hemen genç bir Melek haline dönüştü,

Yüzünde genç bir Meleğin semavi gülümsemesi vardı şimdi,

Her yerinden gençlik ve güzellik akıyordu, o kadar ustaca değişti.

Bukleleri yanakları na dökülmüştü, başında küçük bir taç vardı,

Rengarenk kanatlarının tüyleri altın tozuyla süslenmiş, parlıyordu,

Hareketleri güven vericiydi ve yürürken elinde gümüş asa vardı.

Şeytan ona yaklaşırken sessizdi, Parlayan bir Melekti, ama

Tanrıya en yakın yedi Melekten biri ve onun tahtına yakın

Olan Uriel onun yaklaştığım fark etti, Cennetin her yanını ve

Dünyayı da görürdü o, denizde karada yapardı görevini;

Şeytan ona yavaşça yaklaştı ve konuştu onunla:

"Uriel! (Tanrı Işığı), Tanrının yüksek, muhteşem parlak

Tahtına yakın duran yedi Ruhtan birisin sen, Cennetin en

Yüksek katında duran sen onun bütün evlatlarına erişirsin,

Onun yüce gücüyle buradan onurlanmak muhteşem bir şey

Ve de Onun bu yeni yarattığı Dünyayı ziyaret edebilmek—

Görmek ve bilmek için konuşulamayan arzu

Tüm bu muhteşem, hayret veren işleri ve özellikle de İnsanoğlunu,

Onun en büyük lütfü ve mutluluğu mukadder kıldı, takdir etti.

Ki bu da beni Melekler topluluğundan koparıp buralara yalnız

Başıma getirdi. Büyük, Yüce Melek söyle bana İnsanoğlu parlayan

Bu kürelerden hangisine yerleşti—yoksa hiçbirinde yok mu,

Ama tüm bu parlayan küreler içinde birini yaşamak için seçmiştir—

Ben de onu bulmalıyım ve gizlice ya da açık hayranlıkla ona

Bakmalıyım, Yüce Yaratıcının Dünyalar verdiği bu yaratığa,

Evrenin Yaratıcısının ona ve etrafında ona ihsan ettiği

Şeylere bakıp hamt etmeli, şükretmeliyiz; isyan eden düşmanlarını

Cehennemin en dibine gönderen ve o kaybı telafi etmek için

Yeni ve mbtlu İnsan ırkını yaratan o Yüce Güce minnettar olmalıyız.

Bütün yaptıkları akıllıca olan Ona daha iyi hizmet vermek için!'

Şeytan kılık değiştirmiş olarak hu şekilde rahatça konuştu,

Çünkü ne insanoğlu, ne de melekler riyakarlık nedir bilmiyorlardı

Görünmeden ortada dolaşan Şeytanı sadece Tanrı görüyordu

Cennette ve Dünyada sadece Onda olan yüce güçle;

Ve genellikle şüphe uyur ama akıl yine de uyanıktır,

Aklın kapısında, ve Onun kötülük düşünmediği yerde kötülük görünmez:

Güneşin vekili olduğu halde Uriel de ona kandı ve şöyle cevap verdi:

'Güzel Melek, Tanrının yaptıklarını bilir ve Ona minnettar görünen

Senin arzuların utanılacak bir şey değil, tam aksine övgüye layık şeyler,

Özellikle de yerini yurdunu bırakıp böyle yalnız geldiğin için,

Cennette olanlar gibi mutlulukları kendi gözlerinle görmek için—

Çünkü Tanrının işleri gerçekten harikulâdedir, onları bilmek,

Takdir etmek çok güzeldir, her zaman mutlulukla hatırlanır;

Fakat hangi yaratılmış akıl bunları kolay anlayabilir, ya da onları

Yapan ve getiren sonsuz aklı acaba? Ben Onu dinleyerek

Bu Dünyanın nasıl şekillendiğini, kümeleştiğini gördüm;

Sesinin gürlemesiyle her yer karıştı, sonra düzen geldi,

Sonsuzluk kuşatıldı, sınırlandı, Onun ikinci emriyle Karanlık kaçtı,

Işıklar parladı ve düzensizlikten düzen doğdu.

Ondan sonra büyük hızla Yeryüzü, Seller, Hava, Ateş oluştu

Ve Cennetin özü çeşitli şekillerle, ruhlarla yukarı doğru uçtu,

Yukarıda sayısız yıldız oluştu gördüğün gibi, ve nasıl hareketliler;

Gerisi bu Evreni çepeçevre çevirmiştir işte.

O küreden aşağı doğru bak, her iki yanında bundan dolayı

Işık var ve her yere yansıyor; işte Dünya orasıdır, insanoğlunun yaşadığı

Yerdir orası, o ışık gündür ve onun diğer yüzünde gece hakimdir;

Fakat orada da komşu Ay onu aydınlatır,

Yardımcı olur ve o da bir ay süresinde doğup büyür ve sonra

Tekrar yeniden doğar gökyüzünde, ödünç aldığı ışığıyla Dünyayı

Aydınlatır, karanlıktan kurtarır. Şimdi gösterdiğim noktada Cennet var,

Âdem'in evidir orası ve yüce gölgeler de onun kameriyesi.

Bu şekilde onu gözden kaybetmez ve oraya varabilirsin.'

Melek bunları söyledikten sonra döndü ve Şeytan onun

Karşısında eğildi, selamladı onu, Cennette küçük Meleklerin

Yaptığı gibi, ona saygısını, minnetini gösterdi,

Sonra oradan ayrıldı ve aşağıdaki Dünyanın kıyısına doğru uçtu gitti,

Başarılı olacağım umarak oraya doğru hızla uçmaya başladı,

Ve Niphates'in tepesine inene kadar durmadı.

KİTAP IV

ÖZET

Şimdi Cennet Bahçesi 'nin görüş sahasına giren ve Tanrı ile İnsana karşı tek başına mücadele vereceği yere yakın olan Şeytan kendinden kuşku duymaya başladı, korkuya, kıskançlığa, umutsuzluğa kapıldı; ama sonunda kötülük yapma konusunda kendini toparladı; yapmak istediği şey için Cennete doğru yola devam etti; sınırları aştı geçti; etrafına bakınmak için Cennet Bahçesinin en yüksek yeri olan Hayat Ağacı üstüne bir karabatak' gibi tünedi. Cennet Bahçesi Şeytanın Âdem ile Havva'yı ilk gördüğü yer oldu, onların mükemmel şekillerine ve mutlu tavırlarına şaşırdı, ama onları düşürmeye kararlıydı; durdu ve konuşmalarını dinledi; anladı ki onların Bilgi Ağacından meyve koparıp yemelerinin cezası ölümdür ve bu kuralı bozmaları için onları kışkırtmaya karar verdi; sonra onların durumlarını daha iyi öğrenmek amacıyla bir süre ayrıldı oradan. O sırada bir güneş ışını üzerine inen Uriel, Cennet Kapısından sorumlu olan Cebrail'i uyardı, Derinden (Cehennemin Dibinden) kaçan kötü bir Ruhun öğle vakti kendi küresinden geçtiğini bildirir, iyi Melek kılığındaki bu kötü Ruh Cennete doğru uçmuş ama dağdaki öfkeli tavırlarıyla tanınmıştır. Gabriel ona bu kötü Ruhu bulacağını söyler. Gece olurken Âdem ile Havva konuşur ve kulübelerine gidip akşam ibadeti yapmaya karar verirler. Cebrail Cenneti bekleyecek olan gece bekçilerinden ikisine Âdem'in kulübesini gözetlemelerini söyler, kötü Ruh Âdem ile Havva'ya uyurlarken kötülük yapabilir der. Bekçiler Şeytanı uyuyan Havva'nın yanında, uyurken onu yoldan çıkarmaya çalışırken bulur ve istemediği halde Cebrail'e getirirler: Cebrail'in sorularına küstahça cevap verir Şeytan; direnmeye, karşı koymaya hazırlanır, ama Cennetten gelen bir işaretle engellenir ve oradan kaçar. 

Cennetten yüksek sesle gelen Vahiyi, o uyarıyı duyduğu zaman,

Ejderha da ikinci saldırısına başladı, insandan intikam için öfkeyle aşağı

indi, Dünyada yaşayanlara acılar, felaket! işte ilk ebeveynimiz

Tam zamanında gizli düşman konusunda uyarıldı ve onun ölümcül

Tuzağından kaçtı; ama Şeytan iyice öfkelendi ve insanı yoldan

Çıkarmak için tekrar aşağı indi, ilk yenilgisinin ve Cehenneme kaçışının

Acısını masum zayıf insanoğlundan çıkaracaktı

Ama hızlı uçarken henüz sevinemiyor

Övünemiyordu, korkusuzdu, meşum girişimini başlattı,

İçinde büyük karmaşa vardı, şeytani makinesi

Şimdi tam hızla çalışıyordu, kafasının içi karmakarışıktı,

Cehennem tam içindeydi ve o içindeki cehennemi ortaya çıkarıyordu,

Hızla uçuyordu. Şimdi vicdan uykuda olan umutsuzluğu uyandırdı,

Ona ne olduğunu ve nasıl daha kötü olacağım

Acı bir şekilde hatırlattı; daha büyük kötülüklerin

Sonucunda daha çok, daha büyük acılar, dertler oluşacaktı.

Şimdi görüş alanına giren Eden’e yakın olan yerde

Güzel şeyler vardı, ama onun kederli bakışları, bazen Cennete,

Ve tam tepede parlayan muhteşem Güneşe bakıyordu;

Sonra çok düşündü ve iç çekerek konuştu:

'Ey bu yeni Dünyanın tek tanrısı gibi muhteşem parıltınla

Hükmettiğin yerden bakan sen, sen çıktığında tüm yıldızlar

Sakları ıyor, gözden kayboluyorlar, ben sana sesleniyorum,

Ama bu dostça bir sesle yapmıyorum ve ışınlarından ne

Kadar nefret ettiğimi söylüyorum sana Ey Güneş, onlar bana

Bir zamanlar ne büyük ihtişam içinde olduğumu ve kibrim, hırsım

Yüzünden nasıl düştüğümü hatırlatıyorlar, Cennetin eşsiz Kralı

İle Cennetteki savaşımı daf ah neden oldu bütün bunlar?

Beni böyle parlak ve büyük yaratan Tanrı bunu hak etmemişti,

O çok iyiydi, güçlüydü ve Ona bunu yapmamalıydım.

Ona karşılık olarak en kolay yoldan övgüler yağdırmak,

Teşekkür etmek gerekirdi, nasıl oldu bunlar! Ama onun

İyiliklerine karşılık olarak ben kötülük yaptım, isyan ettim Ona,

Bunu yaparak daha yükseleceğimi sandım ve Ona olan

Minnettarlığımı unuttum, ağır bir yük bu bana, hâlâ ödüyorum bunu,

Ama hâlâ borçluyum Ona, ondan aldıklarımı nasıl unuttum ben

Borçlu olanların borçlarını ödemeleri gerekiyor, onun ağırlığı üstümde

O Yüce Güç beni daha küçük bir Melek yapsaydı mutlu olurdum;

Sınırsız bir umut içimde hırs, ihtiras uyandırmazdı o zaman.

Ama neden? Bu kez başka bir büyük Güç bana göz diker ve kötü

Olduğumdan ondan yana giderdim; ama diğer büyük Güçler

Düşmüyorlar, sarsılmıyorlar, içeriden ya da dışardan gelen etkilerle.

Sende de direnecek bu güç ve hür irade var mı?

Vardı. Ama o zaman ne yaptın, kimi suçladın sen bu güçle?

Yoksa Cennetin özgür sevgisi herkese eşit mi dağıtıldı?

Fakat sevgi ya da nefret bana ebedi keder gibi geliyor,

O zaman onun sevgisi de lanetlenmiştir benim için.

Hayır, sen lanetli ol, çünkü onun arzusuna karşı pişmanlığını

Göstermedin. Zavallı ben! Böyle umutsuzluk ve gazap içinde

Nereye uçacağım? Uçacağım yön Cehennem olacak, ben kendim

Cehennemim; en derinlerdeyim ve daha da derinler beni,

Yutmak için bekliyor, önceki cehennem o zaman

Bana Cennet gibi gelecek. O zaman yumuşayacağım,

Pişman olacağım bir yer olmayacak mı?

İtaat edeceğim bir yer bulamayacağım; ve şu Kibir sözcüğü ve utanma

Korkusu beni engelliyor, aşağıdaki Ruhlar arasında; başka vaatler ve

övgülerle onları da yoldan çıkardım, aldattım, En Yüceyi alt

Edeceğimi söyledim onlara. Vah başıma gelenler! Boş yere

Böbürlendiğimi bilmiyor onlar, içimde ne acılar olduğunu bilmiyorlar;

Onlar beni hâlâ tacım ve asamla tahtta oturduğumu sanarak

Bana hayranlık duyarken ben gittikçe düşüyorum, acım artıyor

Sevinecek bir şeyim kalmadı! Ama de ki pişman olabilirim, lütfederlerse

Eski halime dönebilirim; Yücede olanlar ne zaman yüksek düşünür, ne

Zaman affederler beni; acıyla edilen yeminlerden kolay mı vazgeçilir?

Çünkü ölümcül nefretin açtığı yaraları tamir etmek, uzlaşmak kolay değil

Ki bu da beni daha büyük ve yeni günahlara götürecek; o halde akıllı

Davranıp her şeye biraz ara versem daha iyi olur herhalde.

Beni Cezalandıran da bunu biliyor ve ben nasıl yakarmaktan, barıştan

Kaçıyorsam o da affetmekten kaçınıyor beni.

Bu durumda umutlar yok oluyor ve biz sürgünde kalıyor.

Yarattığı insanoğlu ve yeni Dünyayı ona bırakıyoruz.

O halde elveda umut, ve onunla birlikte elveda korku.

Elveda pişmanlık! Benimiçin iyi olan her şey kayboldu;

Kötülük benim için İyi, Güzel oldu: en azından Cennet Kralı

İle bölünmüş imparatorluk var elimde ve belki yarıdan çoğu

Orada devam edecek; yakında İnsanoğlu ve bu yeni Dünya bilecek.'

Bunları söylerken yüzünde öfke, kıskançlık ve umutsuzluk

İfadeleri belirdi ve böylece gerçek kimliğini de açığa çıkardı,

Cennet fikriyle bakan iyi gözler bu kötülüğü hemen görürdü,

O da bunu fark etti ve yüzündeki karmaşık ifadeyi yumuşattı,

Ve azizlik maskesini takındı, intikam ve kötülük ifadesi

Kayboldu yüzünden hemen; ama Uriel’i kandıracak kadar çok

Çalışmamıştı ve Uriel'in gözleri onu Asuri dağına kadar izledi,

Orada onun eski haline döndüğünü gördü, Şeytan gözetlendiğini

Bilmiyordu ve hiç çekinmeden eski kötü Ruh haline geri döndü.

Yoluna devam etti, Eden'in sınırına yaklaştı,

Muhteşem Cennet oraya yakındı, her taraf yeşildi

Burada, sivri tepeler vardı, yamaçları büyük ve vahşi bitkilerle kaplıydı,

Giriş yasaktı, Çınar, çam, incir ve palmiye ağaçları her yanı kaplamıştı,

Muhteşem bir manzara vardı burada. Onların üzerinde yükseliyordu

Cennetin yeşil çimen kaplı duvarları, ve komşu imparatorluk orada

Başladı. Duvarın ötesinde altın renkli meyveleriyle başka ağaçlar vardı,

İnsana neşe veren parlak rengarenk meyveler de görülüyordu,

Güneş de mutlu ışınlarını onların üzerine gönderiyordu.

Sonra akşam üzeri Tanrı bulutlar gönderip Dünyaya yağmur

Verdi, ıslattı onu, manzara harikulâdeydi, ve o yaklaşırken

Hava daha da temiz oldu, kalplerdeki tüm üzüntüler, umutsuzluklar

Kayboluyor, onların yerini neşe ve mutluluk alıyordu.

Hafif meltemler güzel kokular getiriyor ve fısıldayarak esiyordu.

Ümit Burnu ötesinde, Mozambik yakınlarında esen ve Arap

Yarımadasından kokular getiren rüzgarlar gibiydi bunlar;

Okyanusların gülümseyen kokularını da taşıyorlardı,

Oraya ölüm getirmek için gelen Şeytan bu kokulan alınca

Balık kokusu almış Asmodeus gibi sevindi durdu.

Tobias'ın karısına aşık olmasına rağmen

İntikam duygusuyla yoluna devam etti.

Sivri tepelerin üzerinden geçerek uçuşunu sürdürdü

Şeytan, ama düşünceliydi, yavaş uçuyordu, ama altında

Kaim ve karışık, sık bir bitki örtüsü vardı ve dolambaçlı çalılar

Oralardan geçen insan ve hayvanların izlerini karıştırmıştı.

Sadece bir tek kapı vardı ve o da diğer yanda, doğudaydı,

Şeytan ondan hoşlanmadı, küçümsedi bu kapıyı, yüksekten

Uçup geçti oradan. Aşağıda aç bir kurt çobanların geceleri

Sürüleri ağıllara kapadığı bir yerde kendine av arıyordu,

Çalıların çitlerin üzerinde atladı ve kolayca ağıla daldı;

Kahır kapıları demir çubuklarla takviyeli olan zengin bir

Adamın evine giren bir hırsızı andırıyordu bu hayvan.

Şeytan da Tanrının ağılına giren bir hırsız gibiydi,

Pencereden tırmanıp girecek, ya da çatıya çıkıp

Aşağıya atlayacaktı. Kiliseye giren iffetsiz uşaklar gibi.

Bir süre daha uçtu ve sonra Hayat Ağacının bir dalına kondu.

Orada orta yerde, en yüksek olan ağaçtı bu, karabatak kuşu

Gibi kondu oraya, ama orada kimseye hayat vermeyecek, yaşayanların

Ya da bu hayat veren ağacın iyi olduğunu düşünenlere ölüm planı

Yapacaktı, bu ağaç onu iyi kulları anlara ölümsüzlük vaat ederdi.

Onu kimse iyi tanımaz, hakkında çok az şey bilirdi ama sadece

Tanrı değerini çok iyi biliyordu onun, o ise bunu en kötü

Şekilde kullanabilir, ondan en korkunç sonuçlan alabilirdi.

Altında şaşırtıcı yeni bazı şeyler görüyordu o sırada.

Doğanın tüm zenginliğini sergilediği, gözler önüne serdiği

Bu yerde, Dünya üzerinde bir Cennetti burası: çünkü burası

Bu bahçe Tanrının mutluluk dolu bir Cennetiydi, Eden'in doğusuna

Onun tarafından yerleştirilmişti; Eden Auran'danO

Doğuya doğru, büyük Seleucia'nın  Yunan kralları tarafından

İnşa edilmiş kraliyet şatolarına kadar uzanıyordu.

Eden oğulları uzun zaman önce Telassar'da '* yaşamışlardı.

Tanrı bu topraklara güzel bir bahçe verdi.

Verimli topraklarında çok güzel kokulu ve meyveli ağaçlar yetiştirdi,

Ve tüm bunların tam ortasında da Hayat Ağacı duruyordu,

Vakur, yüksek ve ölümsüzlük veren meyveleriyle, altın meyveleriyle,

Onun yakınında ölümümüz, Bilgi Ağacı vardı, iyilik bilgisi vardı onda

Ama kötülük düşünenler tarafından da kutsal sayılırdı.

Eden'in güneyince büyük bir nehir akıyordu, yatağını değiştirmemiş,

Yüksek bir tepenin içinden geçerdi, çünkü Tanrı bu dağı bahçenin

Bir parçası olarak koydu oraya, orada bir de tatlı su veren bir çeşme

Vardı ve küçük dereler bahçeyi sular, sonra nehirle birleşirlerdi,

Nehrin karanlık geçidinden çıkan kol dörde ayrılır ve çeşitli ülkelere

Su götürürlerdi, bunlar doğu incileriyle süslü ve altın kumlu

Yataklarında şırıldayarak akar, serin ve tatlı sularını her yere taşırdı.

Bu akar sular geçtikleri yerlerde tüm ağaçları ve Cennete yaraşır

Çiçek ve bitkileri sularlardı, doğa bu güzel bitki ve çiçekleri her

Yere dağıtmış, büyütmüştü, tepeler, ovalar, yaylalar ve vadiler

Yemyeşildi ve çiçeklerle, ağaçlarla donatılmıştı. Sabah güneşi

Açık tarlaları ısıtmaya başlar, sonra gölgelerin arasındaki kulübelerin

Üstüne gönderirdi ışınlarını. Burası böyle çok güzel ve mutlu bir yerdi:

Korularda kokulu ve yapışkan sakızlar çıkaran ağaçlar vardı;

Bazılarının altın kabuklu meyveleri dallarından dostane sallarırdı,

Bunların muhteşem lezzetli olduğunu söylerlerdi.

Bu bitki örtüsünün altında, ağaçlar arasında sürüler otlar, tepelerin

Yamaçlarında, çimenler üzerinde ve çiçekler arasında dolaşırlardı.

Sulak vadileri dikensiz gül bahçeleriyle süslenmişti bu cennet bahçenin.

Bir diğer ucunda içleri serin gölgelik küçük büyük mağaralar vardı

Ve bunların girişleri üzerindeki asmalardan kırmızı üzümler sarkar,

Yanlardan akan sular etrafa saçılır ya da yakındaki dereye

Veya ilerdeki küçük göle ulaşırdı. Yamaçlar menekşe doluydu.

Kuşlar hep bir ağızdan konser verir gibi öterler, çiçekleri

Koklarlar, titreşen yaprakları didiklerler ve o sırada evrensel Pan 

Dans ederek sürüleri ebedi Kaynağa götürürdü.

Kendisi de güzel bir çiçek olan Proserpin'in çiçek topladığı

Enna'daki güzel alana değil, dünyada onu arayan

Ceres'e acı veren kasvetli Dis'e giderdi o. Orontes

Ve Castalian pınarı yakınındaki Daphne'nin güzel korusu değildi bu.

Ne Triton nehriyle birleşen Nyseian adaşıydı ne de Libyalı JOvew»

Amalthea'yı gizlediği yerdi orası,

Abassin krallarının Amara Dağı da değildi ama Asuri

Bahçesinden bir günlük mesafedeydi ve Şeytan orada çok güzel

Ve çok çeşitli yaşayan varlıklar görerek çok sevindi.

İçlerinden iki tanesi asil görünüşlüydü, uzun boylu ve dik duruyorlardı,

Tanrı gibi dimdiktiler, çıplaklıkları doğal bir onur kisvesiyle örtülüydü,

Tüm diğerlerinin efendisi gibi görünüyorlardı, asildiler, çünkü yüzlerinde

Yaratanlarının kutsal, muhteşem parıltısı vardı, gerçeklik, akıl, ciddi ve

Saf kutsallık ifadesiydi bu—ifade ciddiydi ama

bir özgürlük ifadesi de vardı orada ve de otoriterlik;

Ama ikisi eşit değil gibiydiler, cinsiyetleri

Farklıydı; erkek olanın yüzünde ciddiyet ve kadında ise yumuşaklık

Ve tatlı bir çekicilik, bir zarafet vardı. Erkek sadece tanrı içindi

Ve kadın onun içinde Tanrı içindi. Erkeğin geniş

Alnında ulviyet parlıyordu. Kesin kurallara bağlıydı

Ve sümbül benzeri bukleleri omuzlarına sarkıyordu.

Kadın inceydi, belden aşağı tül gibi adeta

Şeffaf gibiydi, süslenmemiş, altın sarısı saç lüleleri dağınıktı

Ve birkaç teli burnunun üstüne düşmüştü,

İtaatkar bir hali vardı ve erkeğinin her sözünü yerine getirdiği belliydi,

Gururlu ve aynı zamanda mütevazı idi, tatlıydı, çekingendi.

Gizemli yerleri o zaman kapalı değildi; bu yüzden suçluluk ya da

Utanma duygusu da yoktu—Doğa işlerinin dürüstçe olmayan Utanma

Duygusu, Şerefsizliğe gidecek Onur ya da Günah korkusu da yoktu,

İnsanoğlunu gösterişlerle nasıl kirlettin, aslında temizlik gibi görünen

Ama sadece gösterişler insanın mutlu yaşamım ondan aldı, basitlik ve

Lekesiz masumiyet diye bir şey hiç kalmadı.

Onlar çıplaktı ama Tanrıdan ya da Meleklerden utanmadılar, çünkü

Akıllarında kötülük yoktu; böylece aşkın kucaklaşmasından beri

Görülmüş en güzel çift el ele yürüyüp gittiler—

Hz. Âdem insanoğlunun yaratılışından beri yaşamış en iyi adam,

Onun oğulları; kızlarının en güzeli Hz. Havva.

Serin bir pınar yanında durup gölgelik bir yerde fısıldaştılar,

Yere oturdular, daha fazla çalışmadılar, çabalamadılar,

Güzel ve zevkli bahçe çalışmaları yeterliydi serin Zephyr

Beklemek için, aç ve susuzdular, akşam yemeği için

Şeftali kopardılar ve çiçekli ve çimenlik hafif bayıra oturdular.

Şeftali yediler ama susuzlukları devam ediyordu, eğilip dereden

Su avuçladılar ve içtiler, ne nazik davranışlara, ne anlamlı

Gülümsemelere ve ne de cilvelere gerek vardı, güzel çiftin

Kutsal bir birlikteliği vardı, yalnızdılar. Etraflarında yeryüzünün tüm

Vahşi yaratıkları, hayvanları ormanlarda, çayırlarda kırlarda

Bayırlarda, Dağlarda yaşıyorlardı; aslan sıçradı ve keçi yavrusunu

Pençesine aldı; ayılar, kaplanlar, her çeşit hayvan önlerinden koşup

Geçiyor, gidiyordu, dev gibi fil onları eğlendirmek için elinden geleni

Yaptı, Yılan süzülerek yanlarından geçti ve ilerde çöreklendi. Başka

Hayvanlar otlara yayıldılar; kimi geviş getiriyor,

Kimi düşünüyor gibiydi, bazdan uyumak için inlerine,

Yuvalarına koştular, çünkü güneş alçalıyor,

Şimdi Okyanus Adalarım ısıtıyordu,

Gökyüzünde kararan boşlukta yıldızlar

Parlamaya başladı; Şeytan etrafına bakındı ve bu kez kederli bir

Ses tonuyla ve kendini adeta zorlayarak konuşmaya başladı:

'Ey Cehennem! kederli gözlerim ne görüyor böyle?

Bizim mutluluk evimize çok gelişmiş başka yaratıklar dolmuş—Dünya

Doğuşlu belki de, Ruh değil bunlar, ama Cennet Ruhlarından aşağı,

Parlak yaratıklar—ben onlara şaşkın bakıyor ve düşünüyorum,

Ve onlardaki bu kutsala benzer canlı parıltıyı sevebilirim, ve onlara

Bu şekli veren el büyük bir zarafet de vermiş bu varlıklara.

Ah! nazik çift, değişme zamanınızın yaklaştığını, tüm bu güzellikler

Kaybolup gidince ve kederli günler başlayınca ne olacağım

Düşünmezsiniz hiç, şimdi ne kadar mutluysanız o zaman da o kadar

Kederli, acılı olacaksınız: mutlusunuz ama bu mutluluk ne yazık

Ki pek uzun sürmeyecek ve sizin bu Cennetiniz böyle bir büyük

Acıyı engelleyecek kadar muhafazalı değil, bilin bunu.

Burası böyle bir düşmandan koruyamaz sizi, şimdi girildiği gibi

Amacı olan bir düşman size râhatça ulaşabilecektir. Ben sizinle

Birlik, beraberlik isterim, bundan böyle siz benimle beraber

Yaşayın, ya da ben sizin yanınızda olayım. Benim evim sizin

Cennetiniz kadar hoş olmayabilir, ama Yaratıcınız böyle istedi,

O bana bunu verdi ve ben de isteyerek verebilirim. Cehennem

Sizi kabul etmek için kapılarını ardına kadar açacak ve tüm

Krallarını karşılamaya gönderecektir; burası gibi dar değil

Orası, çocuklarınızı da rahatça kabul edebilir; güzel yer için

Beni böyle yapan ona teşekkür edin.

Ve sizin zararsız masumiyetinizle yumuşarsam eğer,

Bunun nedeni vardır, bu yeni dünyayı fethederek onurum

Ve imparatorluğum büyüyecek, bunu yapmak zorundayım,

Ama başka bir şey yapamam ve yine de bundan nefret ediyorum.'

Şeytan böyle konuştu ve elbette zalimin yalvarış gibi konuşması

Onun şeytani emellerini kolayca gizledi. Sonra da durduğu yüksek

Ağacın tepesinden aşağıya, dört ayaklı yaratıkların arasına indi

Ve kendisi de onlardan biri oldu. Diğerleri onun amacım bilmeden

Yaklaştılar ve o da onları yakından inceleyebildi, hareketlerini

Gözledi ve anlamaya çalıştı. Onların yakınında bir aslan da

Öfkeli gözlerle izliyordu onları, sonra daha ilerde bir kaplan

Yakınlarda dolaşan iki geyik yavrusuna baktı, pusuya yattı,

Onlar yaklaşınca da birden üzerlerine fırladı ve birer pençe

Darbesiyle ikisini de yakaladı. İlk erkek Âdem, ilk kadın Havva'ya

Bir şeyler söylerken Şeytan kulak kesildi ve onları dinledi:

Tüm bu güzel şeylerin tek tanığı ve tek eşim, sen

Bunların hepsinden daha azizsin, bizi yaratan Güç bize

Bu bol Dünyayı da yarattı ve Onun iyiliğini sonsuza

Kadar özgürce yaşayacağız, O bizi topraktan yarattı ve

Buraya yerleştirdi, tüm bu mutluluğun içine, Onun arzusu

Dışına çıkmamalıyız; O bizden sadece bu yeri. Cennetteki

Bu güzel meyveli ağaçlan iyi muhafaza etmemizi istiyor,

Sadece Hayat Ağacı yanına dikilmiş olan Bilgi Ağacına

Dokunmamak, onun meyvesini yememeliyiz;

Hayatın çok yakınında Ölüm de büyüyor, Ölüm her neyse—

Kuşkusuz korkunç bir şey olmalı; çünkü Ağacın meyvesini

Yersek Ölümden söz etti Tanrı; bir sürü

Kural arasında mutlak itaatimizi gerektiren bir tek şey

Odur ve Toprakta, Havada ve Denizde yaşayan tüm varlıkların

Hakimiyeti de bize bırakıldı. Onun için bize bahşedilen sınırsız tüm

Güzellikleri ve tatlan düşünelim ve yasakları an bir tek şeyi

Asla aklımıza getirmeyelim, bize verdiği bolluklar için Ona

Minnettar olalım, şükran duyalım, Ona itaat edelim, güzel

Görevimizi yapalım, ağaçları, bitkileri budayıp bakalım onlara,

Çiçeklere su verelim, yorucu olsa da çok güzel işler bunlar.'

Havva ona şöyle cevap verdi: 'Ben senin etinden kemiğinden

Ve senin için yaratıldım, sensiz ben bir hiç olurum, sen benim

Rehberim ve başımsın, söylediklerin hep doğru ve sen haklısın.

Ona gerçekten minnettarız, her gün teşekkür etmeliyiz—ben

Şimdiye kadar çok iyi vakit geçirdim, seninle çok mutlu oldum,

Sen de kendine başka yerde bulamayacağın çok iyi bir

Eş buldun. Ben uykudan uyandığım, kendimi gölgelik bir

Yerde, çiçekler üzerinde bulduğum, nerede ve ne olduğumu

Düşündüğüm o günü hep hatırlıyorum ve buraya getirildiğim.

Geldiğim yere yakın bir yerden, bir mağaradan su şırıltısı

Geliyor ve sular ovaya akıyor ve Cennet düzlüğünde kalıyor.

Ben hiç düşünmeden gidip gölün yeşil kenarına oturdum ve o

Bana bir başka gökyüzü gibi göründü. Başımı eğip bakarken

Suların parıltısında, tam içinde bana bakan bir şekil gördüm.

Ben de ona baktım, tekrar baktım ve o da sempati ve

Sevgiyle baktı bana, gözlerim ona takıldı kaldı ama biraz

Sonra bir ses uyardı beni: 'Orada gördüğün sen kendinsin

Güzel yaratık,' dedi. 'O seninle beraber gelir, seninle gider; ama

Beni takip et, seni gölgelerin olmadığı bir yere götüreyim,

Senin gelişin ve yumuşak kucaklaman var, onun imajı sensin,

Sen ondan zevk alacak, ayrılmayacaksın, ondan çok sayıda

Çocuğun olacak ve sana insan ırkının Anası diyecekler.'

Bu sesin görünmeyen sahibini izlemekten başka ne yapabilirdim?

Sonra seni gördüm, güzeldin ve uzun boyluydun, ama sudaki o

İmajdan biraz daha az dostçaydm. Geri döndüm ve sen arkamdan

Gelerek bana seslendin, "Geri dön güzel Havva, kimden kaçıyorsun sen?

Sen onun parçasısm, onun etinden kemiğinden yaratıldın, ben senin

İçin kalbime yakın bir yeri, bedenimin bir yanını verdim, seni yanımda

Tutabilmek için, benden ayrı bir birey, aziz bir teselli nedeni ol diye:

Ruhumun bir parçası olan seni aradım ve diğer yarımı talep ettim."

Sen bunu söyledikten sonra nazik elin elimi tuttu; ben sana teslim oldum

Ve görüyorsun o zamandan beri güzellikler ve akıl bizimle beraber.'

Havva Anamız işte böyle konuştu ve sevgi dolu gözlerle eşine

Bakarak ilk atamızın üzerine doğru eğildi, kabarık çıplak göğsünün

Yarısı onun göğsüne değdi, aşağıya dökülen sarı saçlarının altında.

O da onun güzelliği ve teslimiyeti karşısında büyük bir aşkla

Gülümsedi, Jüpiter Mayıs çiçeklerini sulayan bulutlan doldururken

Juno'ya güler gibi, ve kadınının dudaklarım doyasıya öptü.

Kenarda Şeytan kıskançlıkla arkasını döndü, ama yine de

Göz ucuyla baktı onlara ve kendi kendine şikâyette bulundu:

'Nefret ettirici, işkence eden bir görüntü bu! Burada bu ikisi

Birbirlerinin kollarında büyük mutluluğu tadarken ben Cehenneme

Atıldım, orada ne zevk var ne de aşk, sadece acı bir arzu,

Sanki diğer işkenceler yetmezmiş gibi, acılarımız,

Üzüntülerimiz bitmedi, arzular hâlâ devam ediyor!

Ama onların ağızlarından duyduklarımı unutmamalıyım.

Öyle görünüyor ki her şey onların değil, her şeye dokunamıyorlar,

Bilgi ağacı denen öldürücü, yok edici

Ağaç da var orada, onun meyvesini yemeleri yasak. İlim, irfan mı yasak?

Yoksa cinsel ilişki mi? Kuşkulu, mantıksız bu. Tanrı onlardan neden

Kıskansın bunu? Bunu bilmek günah olabilir mi?

ölüm olabilir mi? Onlar cahil mi kalacaklar yani? Onların mutluluğu

Bu mu olacak? İtaat etmeleri ve imanlarını kanıtlamaları mı sadece?

O güzel temelin üstünde onların harabeleri olacak demek!

Ben onları daha çok şey bilmeleri ve kıskançlık ifade

Eden emirleri dinlememeleri için kışkırtacağım, bunlar onları

Alçakta tutmak için verilmiş emirler, çünkü bilgi onları yüceltir,

Tanrılar düzeyine çıkarır. Böyle olmayı arzu ederek meyveyi

Tadar ve ölürler; sonra ne olabilir ki? Fakat önce bu bahçeyi

Dolaşarak her köşesini güzelce aramalıyım, bir pınar başında

Ya da kıyıda köşede kalmış bir gölgelikte bir Cennet Ruhuna

Tesadüf edebilir ve ondan başka şeyler de öğrenebilirim.

Ben dönene kadar yaşamanıza, yaşamdan zevk almanıza

Bakın Ey mutlu çift, zevkler kısa sürer ve uzun süreli acılar gelir!'

Şeytan bunları söyledikten sonra kibirli bir ifadeyle ama

Büyük dikkatle döndü ve ormanlarda, ovalarda, tepelerde ve

Vadilerde dolaşmaya başladı. O sırada Cennetin Yeryüzü ve Okyanusla

Birleştiği yerde Güneş yavaşça batıyor ve ışınlarını Cennetin

Doğu kapısına gönderiyordu. Orası bulutlara kadar yığılmış bir

Su mermeri yığınıydı, hemen göze çarpıyordu, Dünyadan

Ulaşılabilirdi, bir yanı yüksek, gerisi sivri kayalardı ve bunlara

Tırmanmak mümkün değildi. Melek muhafızların şefi Cebrail

Bu kayalık sütunlar arasında oturmuş geceyi bekliyordu;

Onun çevresinde Cennetin silahsız gençleri kahramanlık

Oyunları oynuyorlardı; fakat elmas ve altınla süslü semavi

Kalkanları, miğferleri ve mızrakları yakınlarındaydı.

Bir süre sonra Uriel sonbahar semalarında görülen bir

Kayan yıldız hızıyla güneş ışınlarını çapraz geçerek oraya

Doğru süzüldü, denizcilere sert rüzgarların hangi yönden

Geleceğini haber veren buhar bulutlan gibiydi. Orada

Durdu ve acele içinde konuşmaya başladı:

'Cebrail sana verilen emre göre bu mutlu yere kötü

Hiçbir varlık yaklaşmamak ve içeri girmemeli. Bugün öğle vakti

Benim küreme bir Ruh geldi ve sanıyorum Yüce Tanrının

Yaptıkları ve özellikle de Onun son yaratığı ve imajı olan

İnsanoğlu hakkında bilgi almak istiyordu, çok gayretliydi.

Ona yolu gösterdim ve tavırlarına, yüksek hızına dikkat ettim,

Ama Eden'in kuzeyinde ilk konduğu dağa bakınca görünüşünün

Cennete uygun olmadığını fark ettim, tavırlarında

Güven vermeyen bir şeyler vardı. Gözlerimle onu

İzledim ama bir süre sonra gölgelerde kaybettim

Korkarım ki kovulanlardan biri Cehennemin

Dibinden çıkıp gelmiş, yeni sorunlar çıkarabilir;

Onu bulup engellemelisin.'

Kanatlı Savaşçı ona şöyle cevap verdi:

Uriel, Güneşin parlak çevresinde oturduğun için çok geniş bir alanı

Ve de çok uzakları görebilmen çok güzel bir şey. Bu kapıdan

Sadece Cennette iyi tanınanlar rahatça geçebilir hiçbir yaratık

Görülmedi buralarda. Eğer başka tür bir Ruh bu dünya

Sınırlanın bilerek geçtiyse cismani varlığı olan

Ruhu dışanda tutmak zordur. Ama eğer sorumluluğumuz

Olan bölgede senin dediğin gibi gizlice girmek

İsteyen olursa yann akşama kadar benim mutlaka haberim olacaktır.'

O böyle söyledikten sonra Uriel bu görevi

Ona bıraktı ve onu almak için yükselen ışına binerek

Azore'ların altına inen Güneşe doğru süzüldü,

Dünyanın o yanı şimdi pırıl pırıldı, bulutlar batıya doğru çekilmişlerdi.

Güneş alçaldı, Akşam geldi, Alacakaranlık kuşağı sardı bölgeyi;

Bu durumda sessizlik de başladı, kuşlar dahil tüm hayvanlar yuvalarına,

İnlerine çekildiler ve sadece uykusuz bülbüller kaldı ortada;

Bülbül bütün gece hiç durmadan aşk şarkıları söyledi:

Sessizlik memnundu; gök kubbe şimdi yaşayan safirlerle kızardı;

Sayısız yıldızlar semada parlamaya başladı ve sonradan çıkan

Ay bulutların arasından süzülerek onların ışıklarım kıstı,

Ve karanlığın üstüne gümüş renkli örtüsünü örttü.

O zaman Âdem Havva'ya dedi ki; 'Güzel eşim, gece vakti geldi,

Artık her varlık dinlenmeye çekiliyor, biz de onlar gibi dinlenelim;

MÂdem ki Tanrı iş ve dinlenmeyi de gece ve gündüz gibi ayırdı

Ve uyku zamanı verdi bizim de gözlerimiz kapanmaya başlıyor.

Diğer tüm yaratıklar bütün gün boş dolaşıyor ama onlar bile

Gece dinleniyor; İnsanoğlu asaletine uygun olarak kafası ve

Bedeni ile çalışıyor ve her şeyi ile Cenneti amaçlıyor; ama

Diğer hayvanların böyle bir amacı yok ve Tanrı da

Onların yaptıklarını pek fazla dikkate almıyor zaten.

Yann sabah günün ilk ışıkları doğudan yükselip üzerimize

Düşerken kalkmamız gerekir ve yeşillikler, çiçekler arasında

Çalışmalı, öğle vakti ağaçların dalları altında dolaşmahyız,

Bazı bitkilere bakmak ve sulamak gerekir, eğer rahat

Yürümek istersek etrafa bakmak, ağaçların damlayan

Sakızlarını, yaprakları ve düşen dalları toplamalıyız,

ti. Ama gece vakti Doğanın istediği gibi dinlenebiliriz.'

Onun bu sözlerine Havva güzel bir gülümsemeyle şöyle dedi:

'Sen benim efendim, yaratılışımın nedenisin, sen ı^e dersen

tartışmasız itaat ederim sana; Tanrının takdiridir bu; Tanrı

Senin yasan, sen de benim: kadının bu kadar bilmesi onun

Mutluluğuna yeter, o şükretmelidir. Seninle konuşurken

Zamanı unutuyorum ben, mevsimleri ve değişimleri de; hepsi

Benzer şeyler, Sabahın esintisi çok güzel, çok tatlı,

U Kuşların ötüşleri, Güneşin doğuşu harika, ışınlarını bitkiler,

Ağaçlar, meyveler ve çiçeklerin üstüne göndermesi muhteşem

Bir şey, üzerlerinde parlayan çiy damlaları çok güzel;

Hafif yağmurlar sonrası toprak kokusu mutluluk veriyor, çok

Tatlı Akşam esintileri yumuşak; sonra sessiz Gece geliyor,

"Öten tek kuşu ve parlayan Ay ile, sonra yıldızlar, Cennetin mücevherleri;

Sabahın esintileri, uyanan kuşların ötüşleri, bu harika topraklar

 Üstüne yükselen Güneş, çiyle parlayan otlar, meyveler, çiçekler,

Akşamın serinliği, rüzgarı, Gecenin sessizliği, uykusuz kuşların ötüşleri,

Mehtapta yürümek ve parlayan yıldızlar, her şey harika, çok güzel.

Ama bütün gece nerede parlıyor bunlar? Herkes uyurken

Kim için bu muhteşem görüntüler, manzaralar?

Onun bu sorusuna İnsanoğlunun Atası şöyle cevap verdi:

Tanrının ve İnsanın kızı, yaratılmış Havva, bunların Dünya

Etrafından bir devri var, yarın akşam batan güneş diğer

Tarafta, henüz yaratılmamış ulusların üzerine doğar, sonra

Orada da akşam olur Gece gelir, orada da buradaki gibi hayat

Söner, uykuya dalar ve sönmekte olan ateşler ortalığı hafif

Aydınlatır ve ısıtır, sonra her yer karanlık olur, yıldızlar

Gece vakti Güneşten aldıkları ışığı Dünyaya yansıtırlar.

Ama tüm bu şeyler gecenin derinliğinde boş yere parlamaz.

İnsan sayısı çok az ama Cennet seyirci, Tanrı övülmek,

Şükür duymak ister. Biz uyanıkken ya da uyurken Dünyada

Milyonlarca ruhani yaratık görünmeden dolaşır dururlar;

Onların hepsi Onun yaptıklarını görür ve durmadan överler Onu

Şükrederler Ona, gece ve gündüz. Gece vakti tepelerden, çalılardan

Semavi sesleri ne kadar duyduk, yalnız ya da diğerine cevap veren

Sesleri, onların büyük Yaratıcıya söyledikleri şarkıları; çoğu zaman

Nöbet tutarken gruplar halinde, ya da gece yürüyüşlerinde.

Cennete layık müzik aletlerinin sesleriyle, birbirlerine destek verip

Geceyi böler ve düşüncelerimizi Cennete çevirirler.'

Böyle konuşarak ve el ele yürüyerek bahçe köşklerine gittiler.

Burası Yüce Yaratıcının İnsanoğlunun kulları ımına verdiği bir yerdi;

Çatısı defne ve mersin ağaçlanılın dallarından ve güzel kokulu

Yaprakları ile örülmüştü; iki yanda kenger otları ve kokulu diğer

Bitkiler, çalılar yeşil bir duvar oluşturmuştu; her yer güzel kokulu

Çiçekler, güller, yaseminlerle doluydu, aralarda menekşe, safran.

Sümbül gibi bitki ve çiçekler adeta bir mozaik oluşturuyordu;

Etrafta kuşlar, böcekler, küçük kurtlar vardı ama İnsanoğlundan

Korkuyor ve oraya girmiyorlardı. Daha gölgeli kulübelerde daha

Kutsal ve tecrit edilmiş Pan. Sylvanus'O, orman tanrıları ve su pcnleri

Oluyordu ama onlar da görünmezlerdi. Havva ilk evlilik gecesini

Bu çiçekler ve kokulu otlarla çevrili ve cennet korolarının şarkı

söylediği bu köşkte geçirdi, güler yüzlü hoş Melek onu erkeğine

çıplak güzelliğiyle getirdiğinde. Tanrıların her şeyi verdikleri

Pandora'dan’ bile daha güzeldi; ve Hey! o üzücü olayda

Jüpiter'in ateşini çalan Japhet’en” intikam almak için Hermes'in

Getirdiği ve insanları büyüleyen güzelden de güzeldi.

Böylece gölgeli köşklerine geldiler, ikisi de döndüler ve

Açık gökyüzüne bakarak Tanrının yarattığı semaya. Dünyaya

Ve de Cennete baktılar, Ay’ın muhteşem küresine ve yıldızlı Kutba da:

'Ey Yüce Tanrı, sen Geceyi de, çalışmamızı istediğim

Gündüzü de yarattın, biz müşterek sevgimiz ve çalışmamızla

işimizi bitirdik, mutluluğumuzu sen istedin verdin bize;

Sonra bu büyük köşkü verdin ama burası çok büyük

Ve buraya başkaları da gelebilir. Ve sen bizden Dünyayı

Dolduracak bir ırk üretmemizi istedin, bizimle birlikte

Gündüz uyanık iken ve şimdi olduğu gibi, armağanın olan

Gece uyurken seni yüceltecek, övecek bu ırk.'

Bunlar aynı anda, ağız birliğiyle söylendi, başka ayin ya da tören

Yapılmadı, ama Tanrının en çok sevdiği hayranlıklarını gösterdiler,

Köşklerinin içindeki yerlerine girdiler ve üzerlerindeki bizim giydiğimiz

Zahmetli kıyafetleri sıyırdılar, yan yana uzandılar, sanırım Âdem

Güzel eşine sırtını dönmedi ve Havva da evlilik aşkının gizemli

Gereksinmelerini geriye çevirmedi, reddetmedi:

Hoşgörüsüz ikiyüzlüler saflık, yer ve masumiyet hakkında,

Tanrının temiz olarak belirttiği ve bazılarına emrettiği şeyi

Kötüleseler, lekeleseler de bu konu herkes için serbesttir.

Yaratanı ve insanı düşman görenden başka kim yapabilir bunu?

Yaşasın evlilerin aşkı, gizemli yasa, insan üremesinin gerçek kaynağı,

Cennete ulaşmanın ortak yollarından biri de budur işte!

Tanrı erkeklere zinayı, yasak aşkı men etmiştir,

Bağlılık olmadan birleşme sadece hayvanlara mahsustur;

Tanrı bunu insan sevgisinin mantıklı, doğru ve temiz olmasını

Emreder, ilişkiler saygın olmalıdır ve babalar, oğullar, kardeşler

Hayırsever, merhametli olmalıdırlar. Ben burada günahtan,

Utançtan ya da sizin en kutsal yere uygun olmadığınızdan

Söz etmek istemem, insan tertemiz, iffetli olmalıdır, tıpkı

Geçmişte azizlerin ve atalarımızın olduğu gibi.

Burada Aşkın altın renkli ışınları kulları ılır, onun sürekli ışığı

Yanar ve Aşk pembe kanatlarını çırpar, Aşk burada hüküm

Sürer ve neşe, mutluluk getirir; fahişelerin, sevimsizlerin,

Kötülerin sahte gülücüklerinde yoktur sevgi, gerçek aşk;

Kalabalık danslarda, balolarda doğan aşklar çoğu zaman

Geçicidir, serenatlarla başlayan aşklar çabuk sönebilir.

Böylece onlar bülbül sesleri dinleyerek birbirlerinin kollarında

Uyudular ve üzerlerinde çatı gülleri sulandı, sabah her şeyi

Onardı. O mutlu çift rahat uyudu, Mutlu uyuyun ey Güzel Çift!

Bundan daha mutlu olamaz ve bundan fazlasını bilemezsiniz.

Bu uçsuz bucaksız gök kubbenin altında Gecenin karanlığı

Tepelerin üstüne çökerken ve Melekler savaş birliği gibi gece

Nöbetine hazırlanırken Cebrail yardımcısına şöyle konuştu:

’Uzziel birliğinin yarısını alarak güneye git ve çok sıkı

Güvenlik önlemleri al; nöbetçilerin diğer yansı da kuzeye gitsin ve batıyı

Olduğu gibi sarmış olalım.' Nöbetçiler birliği ikiye ayrıldı ve kalkan

Mızraklarını alarak hızla görevi yerlerine gittiler. Cebrail onlardan"

İki güçlü ve zeki Ruhu yanma çağırdı ve onlara emrini verdi:

'Ithuriel ve Zephon, siz ikiniz kanatlanıp uçarak bu Bahçenin

Her köşesini iyice arayın, bakılmamış köşe bucak kalmasın, özellikle de

Şu iki güzel yaratığın kaldığı yere iyice bakın, onlar şimdi belki de

Tehlikeden habersiz bir halde rahatça uyuyorlardır.

Bu akşam güneş batarken gelen bir habere göre Cehennemden kaçan

Kötü bir Ruh hiç kuşkusuz kötü bir niyetle buralara kadar gelebilmiş;

Onu gördüğünüz yerde hemen yakalayın ve buraya, bana getirin.'

Cebrail bunu söyledikten sonra onları Ayı bile şaşırtacak

Hızla göreve gönderdi ve arananı bulmaları için

Doğruca köşke yönlendirdi. Oraya vardıklarında onu bir kara kurbağa

gibi Havva'nın başucunda, kulağının dibinde buldular,

Şeytani ustalığım kulları arak onun organlarına ulaşmaya çalışıyordu

Şeytan, bu yoldan onun rüyalarına girecek,

Onu etkilemeye çalışacaktı ya da ilham zehrini saçabilirse, hayvani

Ruhları temiz nehirlerden yükselten nefesler gibi, safkandan rahatsız

Edici, mutsuzluk belirtisi hayvani ruhları kışkırtacaktı.

Boş umutlar, boş amaçlar, haddinden fazla ve düzensiz arzulardı

Bunlar ama o kendini beğeniyor, kendine güveniyordu. Ithuriel ona

Mızrak ucuyla hafifçe dokundu, çünkü hata yaparsa bunun karşılığında

Gelecek olan semavi öfke karşısında durması güç olurdu. Şeytan birden

Şaşırdı, bulmuşlardı onu. O zaman barut tozuna atılmış bir kıvılcımın

Meydana getirdiği ani parlama ve patlama gibi, birden sanki ateş aldı

Ve eski haline, kendi şekline, Şeytan kılığına hemen geri döndü.

Dehşet verici, korkunç Kralı aniden karşılarında gören iki iyi Melek

Şaşırdılar ve gerilediler, ama hemen sonra korkmadan yaklaştılar ona:

'Cehenneme gönderilen asi Ruhlardan hangisisin sen,

Hapishanenden kaçarak mı geldin buraya? Ve kılık

Değiştirmiş bekleyen bir düşman gibi olmanın nedeni nedir?'

Şeytan onları küçümseyen bir ifadeyle, demek beni tanımıyorsunuz,

Öyle mi?' diyerek alay etti onlarla. 'Ben sizinle hiç dost olmadım, sizin

Çıkmaya cüret edemeyeceğiniz yerlerde oturdum hep!

Beni tanımadığınız için ben de sizi tanımıyorum,

Siz zaten türünüzün en altındasınız. Neden

Bana kim olduğumu soruyor ve boş yere çenenizi yoruyorsunuz?'

O zaman Zephon da onu küçümseyerek cevap verdi Şeytana:

'Şunu bil ki asi Ruh, halinin, şeklinin Cennette dik

Ve tertemiz durduğun zaman olduğu gibi aynı, yine parlak olduğunu

Sanma sakın. Artık iyi, güzel olmadığın için eski ihtişamın kalmamış,

Terk etmiş seni; şimdi günahın ve kıyametteki yerin gibi karanlık ve

berbat görünüyorsun, tanınmıyorsun. Ama, buraları ve buradaki varlıkları

koruyan ve bizi buraya gönderen Melek’e seninle ilgili bilgi verebiliriz.'

Melek böyle konuştu ve Şeytanın sert, ters konuşması karşısında

Böylece daha da büyümüş oldu. Şeytan sert olsa da mahcup oldu,

İyi olmanın berbat bir şey olduğunu düşündü, karşısındaki erdemli

Meleklerden utanamazdı elbette, ama yine de kaybetmiş gibi

Görünüyordu, parıltısı azalmış, güç yitirmiş gibiydi,

Fakat onlardan yılmadığını, çekinmediğini göstermeliydi.

'Eğer mücadele etmem gerekiyorsa gönderilenlerle değil,

Sizi gönderenle, ya da hepinizle birlikte etmeyi

Yeğlerim; böylece daha büyük bir zafer kazanmış, ya da daha az

Kaybetmiş olurum,' dedi. Zephon aynı cesaretle konuştu ona:

'Senin korkun yoksa sadece birimiz bu işi halleder,

Seni yargılamaktan kurtuluruz.'

Şeytan çok öfkelendi ama cevap vermedi ona ve gururlu bir

Geyik gibi olduğu yerde dik durdu. Kaçması mı yoksa orada kalıp

onlarla mücadele etmesi mi gerektiğini bilemiyordu,

Çok korkmuyordu ama yine de bir çekingenlik gelmişti üzerine.

Şimdi batı noktası yakınında diğer muhafızlar da birleşmiş

Ve oraya doğru yaklaşmaya başlamışlardı, bir sonraki emri bekliyorlardı,

Ön tarafta duran şefleri Cebrail yüksek sesle seslendi onlara:

'Ey arkadaşlar, hızlı yürüyen adım sesleri duydum bu yana geliyorlar,

Ve şimdi gölgeler arasında Ithuriel ve Zephon'u görür gibiyim ve

yanlarında kral duruşu olan üçüncü biri var, ama ihtişamı gitmiş,

Benzi sararmış gibi görünüyor ve davranışlarına bakılırsa

Cehennem Prensine benziyor; kavga etmeden buradan gitmeyecek,

Bize meydan okuyacak gibi görünüyor, onun için

Hepiniz dikkatli ve sıkı durmalısınız.'

Onun konuşması biter bitmez iki Melek ona yaklaştılar

Ve getirdiklerinin kim olduğunu, onu nerde ve hangi kılıkta

Ne yaparken bulduklarını anlattılar.

O zaman Cebrail kaşlarını çatarak ona baktı ve şöyle konuştu-

Neden sana yasakları mış olan sınırları ihlal ederek buralara geliyor

Senin bu yaptığını doğru bulmayan ve seni sorgulayanları da

Rahatsız ediyorsun Şeytan? Söylediklerine göre Tanrının

Buraya mutlu olsunlar diye yerleştirdiği insanları da

Uykularında rahatsız etmek üzereymişsin, öyle mi?'

Şeytan onu dinledikten sonra kaşlarını çattı ve küstahça şöyle dedi:

'Cebrail, Cennette zeki, güçlü birisin ve ben de seni

Öyle kabul ediyorum, ama bu soru beni şüpheye sürükledi.

Orada yaşayanlar acıdan hoşlanıyor mu? Yolunu bulduğu halde

Lanetlenmiş Cehennemden kaçmayacak Ruh olur mu?

Sen bile orada olsan kaçar ve kendine daha az acı çekeceğin bir yer

Arardın, işkenceden kurtulup rahat yaşamak, acının yerine tatlıyı

Almak isterdin, ben de orada bu yeri arıyordum işte. Sadece iyiyi güzeli

Bilen sen gibi biri için buna gerek yok. Bizi oraya kapayana itiraz edecek

De değilsin. Eğer bizim o karanlık yerde kalmamızı çok istiyorsa demir

Kapılarını daha iyi kapasın. Sorduklarının çoğu buna aitti, gerisi doğnı:

Beni söyledikleri yerde buldular, ama orada kötülük yaptığım

Ya da şiddete başvurduğum anlamına gelmez bu, değil mi?'

Şeytan ona yine küçümser gibi baktı. Savaşçı Melek hafifçe

Gülümsedi ve mağrur bir ifadeyle cevap verdi ona:

'Ey Cennetten kovulan ve kendini zeki sanan Şeytan, şimdi

Hapsinden kaçıyorsun, onlara akıl verip vermeme konusunda

Kuşkuların var, onlar Cehennemdeki yerlerinden kaçmayı da

Sorgulayacaklardır. Sen acı çekmekten kaçtığını söylüyorsun,

Ama aslında sana verilen cezadan kaçıyorsun. Peki ama

Öfkelenmen için küstahlaşman gerekmiyor, kaçarak öfkeni

Gösterdin, ve bu da sana hiçbir öfkenin sonsuz gazap

Getirmeyeceğini gösterdi. Peki ama neden yalnızsın sen?

Neden Cehennemdekilerin hepsi seninle beraber gelmediler?

Onların acıları seninki kadar çok değil mi yoksa? Yoksa sen acılara

Onlar kadar dayanamıyor musun? Cesur lider acıdan ilk kaçan

Oluyor, kaçış nedenini orada kalan dostlarına da anlatmış

Olsaydın eminim oradan tek başına kaçmak zorunda kalmayacaktın.'

Şeytan bu sözlere çok kızdı ve yüzündeki öfke ifadesiyle konuştu:

iKaçış nedenim acıya dayanmamak, ondan kaçmak değil Küstah Melek;

Çok iyi biliyorsun ki savaşta sana en şiddetli karşı koyan bendim, gök

Gürültüsü bile senin yardımına gelirken ben hiçbir zaman

Senin kargından da korkmadım, ama senin sözlerin daha önce

Olduğu gibi yine yakışıksız ve yine tecrübesizliğini gösterir,

Zor deneylerin ve geçmişteki kötü başarıların yeterli olmamış,

. Sadık bir lider—kendini denenmemiş tehlikelere atmaktan çekindin sen.

Onun için o korkunç derinlikten yalnız başıma uçarak bu yeni yaratılmış

Dünyayı görmek istedim ben. Cehennemde sessiz kalmak çok zor,

Burada daha iyi bir yaşam alanı bulma umudu vardı ve üzgün halkımı

Buraya, Dünyaya ya da gök kubbenin ortasına yerleştirme olanağı

Arıyordum; ama sen ve senin kuvvetlerin beni engelliyorsunuz,

Halbuki sizin göreviniz savaşmak değil, yukarıda, Cennetteki tahtında

Oturan Tanrıya yaltakları mak, ona şarkılar söyleyerek eğlendirmek.

 Savaşçı Melek hiç beklemeden verdi ona cevabım:

 Biç düşünmeden doğruyu söyleyeyim, hiçbir lider önce acıdan

 Kaçtığım, ama sonra da casusluk yapmak için bunu yaptığım söylemez,

Bunu ancak bir yalancı yapar Şeytan; ve imana sadık olarak ekler misin?

Ey kirlenmiş sadakatin kutsal adı! Ama kime sadık? Senin isyankar

Ekibine mi? İfritler, şeytanlar ordusu; kafalara göre bedenler;

Senin disiplin ve imanının getirdiği bu muydu, Yüce Gücün

Emirlerinden kaçmak, ona verdiğin sözlerden dönmek miydi?

Şimdi özgürlüğün hamisi görünen sen kurnaz riyakar, Cennetin

Güçlü Efendisine çok kez yaltakları an, onun karşısında sinen

Sen değil miydin? Onu tahtından indirip yerine geçmeyi

Planlayan, bunu için uğraşan sen değil miydin yani?

Ama bak ne hallere düştün, kovuldun işte: Defol!

Şimdi tekrar kaçtığın yere uç. Eğer ki şu saatten itibaren

Seni bu bölgenin sınırlan içinde görürsem bu kez zincirleyip

Kendim sürükleyeceğim seni Cehennemin En Dibine, o çukura,

Ve Cehennemin kolay kapıları ndan tekrar kaçmaman için

Seni iyice kapayıp bir daha çıkamayacak hale getireceğim.

Şeytan bu şekilde tehdit edildi ama bunlar onu sindirmiyor,

Tam aksine daha çok öfkelendiriyordu, o da şöyle cevap verdi:

'Ben senin zincirli esirin olabilirim ey gururlu küçük Melek,

Ama o zaman sen benim üstün gelen kolum yüzünden çok daha

Ağır bir yük taşıyor olabilirsin, Cennet Kralı senin kanatlarına

Bindiği ve sen arkadaşlarında yıldız döşeli yolda boynuna

Boyunduruk geçirip onun zafer arabasını çektiğin halde.'

Onun böyle konuştuğunu duyan melek askerlerin yüzleri

Birden kızardı ve Ceres tarlalarında rüzgarda salları an, hasada

Hazır başaklar gibi öne doğru eğilerek ve de mızraklarını

Kaldırıp onun çevresini sarmaya başladılar. Mızrakları rüzgarda

Salları an başaklar gibi sağa sola gidip gelirken onlar da

Demetleri dağılmasın diye dikkat kesilen çiftçilere benziyorlardı.

Diğer yanda korkuya kapıları Şeytan, tüm gücünü toplayarak

İyice kabardı, Tenerife ya da Atlas gibi hareketsiz

Beklemeye başladı; boyu gökyüzüne erişiyordu,

Dehşet göğsünde oturuyordu, ellerinde mızrak ve kalkan var gibi

Görünüyordu. Sadece Cennet değil, böyle korkunç bir savaşta

Herkes ve her şey mahvolabilir, enkaz haline gelebilirdi, Tanrı hemen

Bu dehşet savaşına engel olmazsa ki O şimdi Cennette altın terazi

Kefelerini asmış, Astraea ve Akrep burçları arasında, her şeyin ilk

yaratıldığı yerdeydi, Dünya etrafında dengeleri ölçüyor, tüm

Olayları, savaşları ve krallıkları düşünüyor, her ayrılığın, savaşın

Sonucunu gözden geçiriyordu; bunların kefelerine ayrılık ve

Savaş ağırlıkları koyunca savaş ağırlığı hemen yukarı çıktı

Ve bunu gözetleyen Cebrail Şeytana şöyle dedi:

'Şeytan ben senin gücünü biliyorum ve sen de benimkini,

İkimiz eşit sayılırız, sen silahlarını ancak Cennetin izin vereceği

Kadar kullanabilirsin, benim güçlerim de seni ezebilecek kadar

Artıp iki katına çıkmasına rağmen yine yeterli sayılmaz. O halde

Silahlarımızı denemeyi bir yana bırakalım. Kanıt için yukarı bak,

Ve orada, semavi işarette kaderini oku, tartıldığm yere bak,

Direnirsen ne kadar zayıf, ne kadar hafif olduğun görülüyor.'

Şeytan yukarı baktı ve kader terazisinde durumunu açıkça

Gördü, bir şeyler mırıldanarak kaçtı oradan, ve onunla

Beraber Gecenin gölgeleri de kaçtı, tamamen yok oldu

 KİTAP

ÖZET

Sabaha doğru Havva sıkıntılı rüyasını Âdem'e anlattı; O da rüyadan taşlarımadı ama Havva'yı teselli etti, kalkıp günlük işlerine başladılar, ince köşkün kapısında sabah ilahisini söylediler. Tanrı İnsanı mazur görülemez kılmak için Raphael'i onlara gönderdi ve öğüt verdirdi, itaat etmelerini bildirdi, özgürlük durumu, yakınlarındaki düşman, onun kim ve neden düşman olduğu ve Âdem'in bilmesi gereken tüm konularda bilgi gönderdi ona. Raphael Cennetten aşağıya inerken, tarifi yapıldığı için köşkünün önünde oturan Âdem onu tanıdı; gidip karşıladı, alıp köşküne getirdi, Cennetin meyvelerinden ikram etti ona ve Havva da yanlarına geldi; yemek yerken masada konuştular. Raphael Tanrının mesajını iletti, Âdem'e durumunu ve düşmanını anlattı. Ve Âdem'in sorusu üzerine onun kim ve neden düşman olduğunu Cennetteki ilk isyanından başlayarak ayrıntılarıyla nakletti; Şeytanın halkını, ordusunu alarak Kuzeye gittiğini, onları da isyana sevk ettiğini, ona karşı gelen ve ondan ayrıları AbdiefO adlı melek dışında herkesi ikna ettiğini belirtti. 

Sabah oldu, doğu tarafı kızıllaşırken güneş doğu incileriyle

Süslüyordu her yeri, Âdem uykusu çok hafif olduğu için yine erkenden

Uyandı. Ilımlı buharlar birbirine karışıp yayılıyor, sadece yaprakların

Ve buharlaşan derelerin hışırtısı duyuluyordu. Aurora'nın fanı esen

Yaprakları kokulu sisi yayıyor, her dalda kuşların sabah şarkıları

Duyuluyordu. Âdem Havva'nın hâlâ uyuduğunu görünce şaşkın gözlerle

Baktı ona, Havva'nın saç lüleleri birbirine karışmış, yanakları kızarmıştı,

Sanki rahat uyuyamamış gibi görünüyordu. Âdem yan döndü ve dirseği

Üzerinde doğrularak sevgi dolu gözlerle güzel eşine baktı, uyurken de

Uyanık iken de güzeldi eşi, sonra Zephyrus'un Flora'ya fısıldadığı

Gibi ona fısıldarken yumuşak eline dokundu onun: 'Uyan sevgili eşim,

Cennetin bana verdiği en son ve en güzel armağan, hayatımın zevki,

Uyan, sabah parlıyor ve tertemiz ova bizi bekliyor; günün başını

Kaybederiz, baharın bitkileri nasıl canlandırdığım, limon korusunun

Nasıl büyüdüğünü, mürlerin damlalarını, huzur verici kokulu kamışları

Görelim, Doğanın renklerini nasıl dağıttığım, anların çiçekleri nasıl

Emdiklerini ve onların çevresinde uçuştuklarım izleyelim.'

Havva bu fısıltılara gözlerini açtı, şaşkın bir ifadeyle Âdem'e baktı ve

Sonra ona sanlarak konuştu: 'Ey düşüncelerimi bile dinlendiren varlık,

Benim Mükemmelim, Tamamlayanım sabahın olması ve senin yüzünü

Görmek beni mutlu etti, çünkü bu gece (hiç böyle gecem olmamıştı),

Senin yanında alıştığım rüyalar dışında çok sıkıcı, huzur kaçıncı

Bir rüya gördüm bu gece; uyurken biri kulağıma nazik bir sesle

Yürüyelim dedi, senin sesin sandım önce; bana dedi ki: "Neden

Uyuyorsun Havva? Dışarıda sessiz, serin bir hava var, sadece

Kuşların ötüşleri duyuluyor, tatlı aşk şarkıları söylüyorlar;

Dolunay muhteşem ışığıyla etrafı aydınlatıyor, gölgeleri

Yok ediyor; Cennet tüm gözleriyle uyanık duruyor; sadece sana,

Doğanın arzusuna, her şeyi aksettiren senin güzelliğine bakıyor."

Senin fısıldadığını sanarak uyandım ama seni yanımda göremedim;

Seni bulmak için kalkıp yürüdüm ve birden Bilgi Ağacının önüne geldim.

Bana gündüz olduğundan daha güzel göründü ve

Dikkat edince yanında Cennetteki kanatlı Meleklere

Benzeyen bir gölge gördüm, nemli bukleleriyle orada durmuş,

Ağaçtaki cennet taamı meyvelere bakıyordu. Sonra, "Ey güzel ağaç,"

Diye konuştu, "Dalların meyve dolu ama kimseye bunlardan tatma

İzni vermiyorsun, Tanrı ve İnsan da tatmayacak mı bunlardan?

Senin meyvelerini yemek yasak mı, artık kimse beni bunların

Tadına bakmaktan alıkoyamaz, o zaman sen neden varsın burada?"

Bunu söyledikten sonra uzandı ve bir meyve koparıp tadına baktı.

Ben bu küstahça, cüretli sözlerden ve davranıştan korktum, ürperdim.

Ama o çok neşeliydi: "Ey kutsal meyve," diye devam etti, "Sen çok

Lezzetlisin ama yemeden belli olmuyor tadın, meyvelerin sadece

Tanrılar için sanki ve herkese yasakları mış, ama insanı bile

Tanrı yapar bu meyvelerin! O halde insanın da yemesi için

Neden daha çok meyve vermiyorsun, yaratıcının gücü azalmaz,

Ama daha çok onurlanır, değil mi? Bak mutlu yaratık, melekler gibi

Güzel Havva sen de paylaş ye onu meyvelerinden: sen zaten

Mutlusun ama bunu yaparsan daha da mutlu olursun. Bu meyveden

Yesen sen de tanrıların arasına karışır, tanrıça olursun, Dünyada

Kalmak zorunda olmaz, bizim gibi göklere de çıkarsın. Bazen Cennete

Çıkar, tanrıların nasıl yaşadığım görür, sen de öyle yaşarsın."

Bunları söyledikten sonra bana yaklaştı ve kopardığı bir meyveyi

Ağzıma uzattı; meyvenin kokusu o kadar güzeldi ki iştahım kabardı

Onun tadına bakmak istedim ve yaptım bunu. Soma onunla birlikte

Bulutlara doğru uçtuk, Dünya altımızda göz alabildiğine uzanıyordu.

Ben hayranlıkla etrafımı seyrederken bana rehberlik eden o varlık

Birden yok oldu yanımdan, ben de tekrar uykuya daldım,

Ama uyandım ve bunun bir rüya olduğunu anlayınca çok

Sevindim!' Havva rüyasını bu şekilde anlattıktan soma Âdem

Ciddi bir ifadeyle ona şöyle karşılık verdi:

Benim en güzel imajım, varlığımın yansı sevgilim, senin

Rüyanda gördüklerin beni de etkiledi ve üzdü; bu garip ve kötü

Rüya hiç hoşuma gitmedi, ondan kötülük doğabilir korkarım;

Ama nerden gelir bu kötülük? Sen çok temiz yaratıldın, senin içinde

Kötülük olamaz. Ama bil ki ruhun içinde mantığa hizmet eden bir çok

özellik ve yetenekler vardır. Hayal, meyilli olmak, zevk duygulan

Böyledir, diğer duygular yanında bunlar hayal gücünü oluşturur,

Mantığımız kabul ya da ret ettiğimiz şeyleri belirler ve bize bilgi ya da

Fikir verir; sonra kendi özel hücresine geri çekilir ve işi Doğaya bırakır.

Mantığın olmadığı yerde genellikle merak onu taklit etmeye çalışır,

Çoğu zaman vahşi şeyler çıkar ortaya, rüyalarda bu tür garip

Ve korkunç olaylar daima vardır, kötü sözler ve ameller görülür.

Senin bu rüyanda dün akşamki konuşmamızdan da bir şeyler

Var gibi geldi bana, ama garip şeyler de eklenmiş bunlara.

Ama üzme kendini; Tanrı ya da İnsanın aklına kötü şeyler

Gelir ve gider, kabul görmez ve geride iz de bırakmaz;

Umarım sen de rüyanda gördüğün bu korkunç şeyleri

Uyandıktan sonra unutur ve yapmayı asla düşünmezsin.

Ama sakın moralin bozulmasın, güzel Sabah

Dünyaya gülümsediğinde her şey daha güzel olacaktır;

Biz ormanlar, pınarlar ve geceden sonra açılıp kokularını

Etrafa yayan çiçeklerle uğraşalım, onları düşünüp neşelenelim. 

Âdem güzel eşine cesaret verdi, neşelendirdi onu,

Ve Havva neşelendi, ama iki gözünden de birer damla

Yaş aktı ve o da onları saçıyla sildi; gözlerinde biriken

İki damla daha yaş vardı ve damlamak üzereyken

Âdem eğilip bu gözleri öptü, bu güzel yüzdeki minnettarlık ve dinsel

Korku, huşu ifadesi çok etkilemişti onu, eşini incitmekten korkuyordu.

Artık her şey yoluna girmişti ve kırlara doğru yürüdüler. Fakat

Evlerinden açık havaya çıkar çıkmaz ve yeni doğan Güneşi gördükten

Sonra onun ışınlarıyla çiy kaplı Dünyayı aydınlatmasına baktılar,

Cennet ve Eden'in doğusundaki mutlu düzlükleri seyrettiler,

Saygıyla eğildiler ve her sabah değişik şekillerde yaptıkları

İbadetlerine, dualarına başladılar. Çünkü Yaratanlarına meditasyon

Yapmadan dua etmek, vecde gelmek istemiyor, değişik ibadet şekilleri

Uyguluyorlardı; dudaklarından ona övgüler yağıyor, lavta ya da

Harp gibi aletlere gereksinme duymadan ifade ediyorlardı,

Duygularını, daha tatlı olması için; ve o sabah da şöyle başladılar:

'Bunlar senin muhteşem eserlerin, yarattıkların, Ey iyilerin Yaratanı,

Yüce Tanrı; senin bu evrensel beden; Sen harikulade, benzersiz bir

Güçsün! Konuşulamayan sen bu göklerin üstündesin, bize görünmez,

Duman içindeymiş gibi görünürsün en küçük işlerinde, ama onlar Senin

Çok iyi ve de çok güçlü olduğunu söylerler. Konuşun İşığın oğulları ,

Melekler, çünkü siz görüyorsunuz Onu, gecesiz gündüzlerde Cennette

Onun tahtı etrafında şarkılar söyleyerek neşe saçıyorsunuz.

Siz tüm yaratıklar dünyada birleşin ve önce, sonra, her zaman ve

Sonsuza kadar Onu yüceltin. Yıldızların En Parlakları, Gecenin

Sonunda hâlâ orada duranlar, içinizde şafak vaktine kadar kalanlar da

Dahil olmak üzere, parlak ışıklarınızla sabaha kadar orada olanlar, gün

Doğarken kendi kürenizde ona dualar edin, övgüler yağdırın günün o tatlı

Saatlerinde. Ey sen Güneş, göz ve ruhun bu büyük Dünyasının Güneşi,

Sen de teyit et Onu, senden daha büyük olduğunu söyle ve kabul et;

Sonsuz yörüngende Onu yücelt, sabah doğup yükselirken, öğle vakti

Dorukta ve akşam da batarken. Şimdi doğu Güneşiyle bir araya

Gelen Ay, şimdi sabitelerle birlikte uçuyor, yörüngelerinde duran;

Ve sizler, şarkılar eşliğinde mistik danslar yapan beş gezegen,

Karanlıktan Işık çağıranların övgülerini, dualarını yankıları dırın.

Hava ve siz elemanlar, unsurlar, Doğanın ilk önce doğan öğeleri,

Siz ebedi daire içinde çeşitli şekillerde karışık olarak koşuyor,

Her şeyi besliyorsunuz, durmadan değişmeyi bir ara bırakın

Ve hepimizin büyük, yüce Yaratıcısına dualar, şükürler edin.

Siz, tepelerden, sisli, dumanlı ve gri göllerden yükselen puslar,

Dumanlar, güneş sizi altın ışıklarıyla aydınlatana kadar etrafa

Yayılanlar, Dünyanın büyük Yaratıcısı onuruna kalkın, renksiz

Gökyüzünü bulutlarla donatmak ya da susayan toprağı yağmurla

Islatmak için olsa da kalkın, yükselir ya da inerken Ona dua edin.

Ey rüzgarlar, dört yandan esin, yumuşak ya da sert esin,

Siz çamlar ve diğer ağaçlar ibadet etmek için rüzgarda salları ın.

Kaynaklar, pınarlar melodiler eşliğinde akarken Ona dualar edin.

Seslerinizi birleştirin ey yaşayan Ruhlar; ötüşleri Cennet kapışma

Kadar yükselen ey Kuşlar, ötüşlerinizle ve kanatlarınızda tapının Ona.

Sularda yüzenler, yeryüzünde yürüyenler, ya da yerlerde sürünenler,

Tanık olun tepelerde vadilerde, kaynaklarda ya da gölgelerde

Benim sesimle edilen duaları ve ona olan ibadetimi dinleyin.

Şükürler olsun sana Yaratan, her zaman cömert olan Tanrım,

Sen her zaman iyiyi verirsin bize ve eğer gece bize kötülük

Getirirse dağıt onu, aydınlığın karanlığı dağıttığı gibi.'

Onlar bu şekilde masumane dualarını ettiler ve böyle düşündükleri

İçin çok geçmeden barış ve alışılmış sükûnet kapladı her yeri. Onlar

Çiy kaplı çiçekler arasında sabah işlerini hızla yapmaya başladılar,

Meyve ağaçlarının dalları uzamış, kalınlaşmıştı, ellerinin bakımına

İhtiyaçları vardı, onlar sarmaşıktan karaağaçlara doğru uzattılar,

Ağaç dallarını sarmaşıklarla sardılar ve çıplak yaprakları süslediler.

Cennetin Kralı onların böyle çalıştıklarını görerek acıdı onlara

Ve Sosyal işler Ruhu otan Raphael'i yanına çağırdı ve yedi kez

Tekrarlanan evliliğini kurtarmak için Tobias ile gitmesini söyledi ona.

'Raphael, karanlık Cehennem çukurundan kaçan Şeytanın

Dünyada neler karıştırdığını duydun muhakkak,' dedi. 'Şimdi Cennete

Çıktı ve bu gece insan çiftini rahatsız etti; tüm insan ırkım mahvetmek

İçin planlar yapar durur. O halde bugün oraya giderek Âdemle bir dost

Olarak konuş, onu öğle sıcağında yorgun ve dinlenirken bir gölgede

Bulabilirsin ve onu mutluluğu konusunda uyararak öğüt ver—mutlu

Olmak tamamen onun elinde olan bir şey. Söyle ona dikkat etsin,

Doğru yoldan sapmasın sakın, düşmanının kim olduğunu iyice anlasın.

Şeytan kendisi gibi onların da Cennetten kovulmalarına çalışıyor,

Mutluluklarını kıskanıyor onların. Bunu şiddet kulları arak mı yapmak

İstiyor? Hayır, bunu yaparsa engelleneceğini biliyor Şeytan; onları

Yalanlarla kandıracak istediğini yaptırmak için, yalanlarla yapacak bunu.

Bu konuda onu da uyar ve bunu yapacak olursa uyarılmadan

Ceza alacağım, bundan asta kaçamayacağını söyle ona.'

Ebedi ve Yüce Güç işte böyle konuştu ve adaleti yerine getirdi.

Kanatlı Melek emri aldıktan sonra hiç vakit kaybetmedi,

Kanatlarıyla durduğu yerden hemen havalandı ve

Cennetin ortasından uçuşa başladı. Her iki yanda bulunan

Melekler büyük hızla uçan Gabriel'e yol açtılar. Haberci

Melek Cennetin kapışma vardı, kapı altın menteşeleri üzerinde dönerek

ardına kadar açıldı, tam da Kutsal Gücün istediği şekilde.

Ondan sonra Meleğin önüne hiçbir bulut ya da başka engel çıkmadı,

En küçük bir yıldız bile engellemedi onu, diğer parlak kürelere uygun

Olmayan hiçbir şey yoktu görünürde, Dünya ve Tanrı Bahçesi sedir

Ağaçlarıyla taçlanmıştı tüm tepelerin üstünde. Gece vakti Galile'nin

Ay üzerindeki hayali tepeleri ve düzlükleri, ya da Kiklad Adatan,

Delos veya Samos'u izlemesi gibi, bulutlu bölge aradı ama yoktu.

Dalarak hızını iyice artırdı ve göklerde dünyalar arasında durmadan

Uçtu, kutup rüzgarlarından da yararlanıp, bir süre uçtuktan sonra

Onu ölümsüz Anka kuşu sanan kartalların arasından sıyrıldı ve

Sonra kutsal emanetleri Güneşin Parlak tapınağında kutsamak için

Hiç durmadan Mısır'a, Thebes'e doğru uçmaya devam etti.

Cennetin sağındaki kayalıklara doğru alçaldı, oraya indi

Ve kendi eski şekline girdi, kanatlı bir Melekti şimdi.

Kutsal özelliği olarak altı tane kanadı vardı onun; geniş

Omuzlarından çıkıp göğsüne doğru gelen kanatlarında

Muhteşem süsleri vardı; ortadaki kanat çifti yıldızlı bir bölge

Gibi belini sanyor, Cennete boyanmış renkleri ve altın rengi

Tüyleriyle kalçalarını da örtüyordu; üçüncü çift kanat ise

Topuklarmdan başlayan tüylü zincir zırhlıydı ve açık

Gökyüzü mavisiydi. Orada Maia’ınn oğlugibi durdu,

Tüylerini silkeledi ve etrafa Cennet kokusu yaydı. Orada ona bakan

Meleklerin hepsi tamyordu onu ve saygılarını göstermek için

Kalkıp selamladılar, çünkü onun önemli mesajlar getirdiğini

Anlamışlardı. Haberci Melek onların parlak çadırları arasından

Geçip ilerledi ve mür korusundan geçerek çiçek kokulan, Çin tarçını,

Hint sümbülü ve güzel kokuların yayıldığı bir düzlüğe geldi, Doğa

burada tüm güzelliklerini sergiliyor, tüm zevklerin yaşanmasına

İzin veriyordu, büyük mutluluk vardı burada.

O güzel kokulu ormandan geçip yoluna devam ederken,

Güneş tam tepede, ışmlarıyla Dünyayı ısıtıyordu ve hava sıcak olduğu

İçin Âdem serin evinin kapısında oturmuştu ve onu gördü.

Havva ise evin içinde akşam yemeği için güzel

Meyveler hazırlıyordu ve Âdem ona seslendi:

'Biraz acele et Havva ve ağaçların arasından Doğuya doğru bak ve

Buraya doğru gelen muhteşem Şekle bir bak; galiba öğle vakti yeni bir

Sabah doğuyor. Belki de Cennetten bize yeni bir emir getiriyor ve

Lütfedip bugün bizim misafirimiz olacak. Ama hemen depona git ve

Neyin varsa al getir sofraya, yiyeceğimiz bol olsun, cennet misafirini

İyi ağırlayalım, ona her şeyden bolca verebiliriz, Doğa bize fazlasıyla

Veriyor her şeyi ve bolluk içindeyiz, hiçbir şeyi kısıtlamak gerekmez.'

i Havva ona şöyle cevap verdi: 'Âdem, Dünya Tanrının arzusuyla

Kutsanmış ve şekillendirilmiş bir yer, biz o saplarda asılı duranları

Bütün mevsimler kulları acağız; bu yüzden fazla olanları iyi muhafaza

Etmeli ve yeni yetişenleri yemeliyiz, tutumlu olmamız gerekiyor.

Ama şimdi aceleyle her daldan her çeşit meyve toplayacak ve hemen

Getireceğim, misafir Meleğimize iyi ikramda bulunmalıyız, Tanrı

Cennette olduğu gibi burada da bize çok cömert davranıyor.'

Havva bunları söyledikten sonra aceleyle döndü ve misafirine

Yapacakları ikramı düşünerek gitti, elinde seçim yapmak için

Çok olanak vardı ve en lezzetli meyvelerden bir sürü toplayarak

Sofralarına getirdi. Her şeye sahip olan Dünya ana onlara

Doğu ya da Batı Hindistan'dan Pontus ya da Punic sahilinden

Ya da Alcinous'un hüküm sürdüğü diyardan her türlü gıdayı,

Meyveyi cömertçe veriyordu. Sert ya da yumuşak kabuklu,

Püsküllü ya da düz kabuklu her türlü sebze meyve bolca toplandı

Ve sofraya yine bolca kondu, içecek olarak üzüm ve diğer meyve sulan

Ezilerek hazırlandı, yerler atıları gül yaprakları yla süslendi, güzel

Kokular yayıldı her yana, her taraf tertemizdi ve güzeldi.

İlkel ve en büyük atamız o sırada tanrı benzeri misafirini karşılamak

Üzere kalktı ve ona doğru yürüdü, o da ırkının en mükemmel örneğiydi;

Her şeyi kendi içindeydi ve prensleri bekleyen sıkıcı ciddiyetten

Daha ciddi görünüyordu, zengin maiyetlerle at üzerinde gelen prensleri

Seyreden ve şaşkın bakan insanların ifadesi yoktu yüzünde. Ama

Âdem o iyice yaklaşınca huşu içinde olmamasına karşın yine de hafifçe

Eğilerek selamladı kendinden üstün olan bu varlığı ve şöyle konuştu: 'Ey

Cennet Yerlisi, Cennetten daha muhteşem bir yer olamaz, siz bu

Mutlu yerlerden gelerek bize şeref verdiniz, lütfettiniz, biz sadece

İki kişiyiz ama yerimiz çok büyük, şuradaki gölgeli köşkte yaşarız,

Güneş tepeden çekilene ve akşam serinliği gelene kadar da

Şu bahçesinde oturur, rahat eder, vakit geçiririz.'

Erdemli Melek onun bu sözlerine yumuşak bir ifadeyle şöyle dedi:

'Âdem ben buraya senin nasıl yaratılmış olduğunu, nasıl yaşadığım

Görmek için gelmedim, Cennet Ruhlarının temsilcisi olarak ziyaret

İçin davet de edilmedim. O halde sen beni gölgeli köşküne götür,

Bu öğle sıcağından akşama kadar vaktim var benim.' O zaman

Orman içindeki eve geldiler, Pomona'nın çardağı gibi çiçekler

İçindeydi burası, her taraf mis gibi kokuyordu. Havva orada

Süssüz ve sade bekliyordu ve orman perisinden ya da Ida

Dağındaki güzel tanrıçadan daha güzeldi ve Cennetten gelen

Misafire ikram için bekliyordu; erdemliydi, peçeye, maskeye

İhtiyacı yoktu; yüzünde kararlı bir ifade vardı, düşünceliymiş

Gibi görünmüyordu. Melek ona, 'Selam!' diyerek iltifat etti.

Uzun zaman sonra ikinci Havva olan kutsal Meryem'e de bu şekilde

Aynı tarzda selam verilmiş, saygı gösterilmiş, o da kutsanmıştı:

'Selam sana Ey insanoğlunun Anası, senin verimli rahminden

Doğacak ve onlardan üreyecek olan çocukların sayısı Tanrının

Senin masana koyduğu tüm bu meyvelerden daha çok olacak!'

Onların masası üzeri çimenle kaplı bir toprak yığınıydı ve etrafında

Oturmak için yine ot kaplı, yosunlu küçük tümsekler vardı ve burada

İlkbaharla Sonbahar adeta el ele tutuşmuş gibi yan yana dururlardı.

Bir süre yemeklerinin soğuyacağından hiç korkmadan sohbet ettiler;

Ve büyük Atamız şöyle başladı sözlerine: 'Cennetten gelen

Yabancı, bizi besleyen Yüce Gücün gönderdiği bu güzel ve bol

yiyeceklerden yiyin, bunlar Dünyanın nimetleridir;

Ruhani varlıklar için belki biraz tatsız olabilirler; ama bildiğim

Bir şey var ki, herkese nimetini aynı ve tek Semavi Baba veriyor.'

Melek ona şöyle cevap verdi: 'Bu yüzden Onun İnsana verdiğinin

Bir parçası ruhanidir, en saf Ruhlar bulduklarına nankörlük etmezler,

Ve bunlar gibi saf ve zeka geliştirici gıdaların içinde daha düşük her tür

Duygular, yani işitme, görme, koku alma, dokunma, tatma, hazmetme,

özümseme ve cismanilikten tinselliğe dönüş hassaları vardır.

Çünkü bilin ki, yaratılmış olan her şeyin desteğe ve beslenmeye

İhtiyacı vardır. Büyük olan daha saf olanı besler: Toprak Denizi;

Toprak ve Deniz Havayı besler; Hava ise ruh gibi ince kıvılcımları ve

En düşük seviye olarak da Ay’ı besler, o yüzden Ay

Yüzündeki şu yuvarlak benekler, temizlenmemiş buharlar henüz

Maddeye dönüşmemiştir. Bu yüzden Ay’ın nemli, rutubet dolu

Yüzeyinden daha yüksek yörüngelere doğru hiçbir besleyici güç

Yükselemez. Işığını herkesle paylaşan Güneş bunun karşılığında tüm

Beslenmesini rutubetli soluklardan ve Okyanusla beraber eşit

Yudumlardan alır; Buna rağmen Cennette hayat ağacında ölümsüzlük

Veren meyveler yetişir ve sarmaşıklar nektar verir, ama biz yine de her

Sabah ağaç dallarından bal gibi tatlı çiy toplar, yerlerde inci gibi taneler

Buluruz, ama Tanrı yine de buraya Cennetle kıyaslanabilecek

Bollukta ve güzellikte şeyler vermiş, cömert davranmıştır.'

Böylece oturdular ve sıcak havada önlerindekileri iştahla yemeye

Başladılar. Havva sofrada çıplak olarak hizmet veriyor ve kupalarını

Güzel içeceklerle dolduruyordu: Ey masumiyeti hak eden Cennet! Orada

Tanrının Oğulları o manzara karşısında aşık olmaz mıydı acaba? O

Kalplerde şehvete yer yoktu, sadece saf aşk vardı, kıskançlık bilinmezdi.

Böylece yeterince et ve meyve yedikten sonra Âdem'in aklına bir şey

Geldi ve bu fırsattan yararlanmayı düşündü, kendi dünyasınm dışında

Neler olduğunu merak ediyordu, Cennete olanlar ne yapıyorlar bilmek

İstiyordu, oradan gelen bu Melek muhteşemdi, ışıldayan görünüşü,

ihtişamı ve büyük gücü ile İnsanı çok gerilerde bırakıyordu ve vakit

Geçirmeden bu konuyu misafirine açmaktan çekinmedi Âdem:

'Tanrının yanında yaşayan Melek, İnsana yaptığın bu iyiliği

Çok iyi anlıyorum, onun alçak damlı evine tenezzül ederek girdin,

Dünyanın meyvelerinden tattın, Meleklere ait olmayan yiyeceklerden

Yedin ve sanki Cennette bir ziyafetteymiş gibi oradaki yiyeceklerle

Bunları hiç kıyaslamadın bile, bizimle birlikte bir insan gibi yedin içtin!'

Onun bu sözlerine kanatlı Melek şöyle cevap verdi:

Ey Âdem, Kadiri Mutlak her şeyi başlatandır, doğru yoldan

Çıkmamışsa her şey ona geri döner, O her şeyi mükemmel

yaratmıştır, ilk maddeye çeşitli şekiller, çeşitli madde dereceleri

Verildi ve bir hayatı olan, yaşayan şeylere, fakat daha çok rafine,

Daha çok ruhani ve saf, temiz, yakınına bir çok aktif küre

Tahsis edildi, ta ki beden ruh işi yapana kadar, her iki türe

Uygun sınırlar içinde. Böylece kökten daha hafif yeşil bitki çıkar,

Ondan da yapraklar ve çiçekler büyür: Sonra insanı besleyecek meyveler

Büyür, olgunlaşır, ruhlar arzu eder, hayvana, zihne hayat ve hisler

Verilir, merak ve anlayış, oradan Ruh Mantığı alır,

Ve mantık onun varlığıdır, tutarsız, ya da sezgiyle anlaşılan :

Mükaleme Genellikle şenindir, daha sonraki ise çoğunlukla bizim,

Ama derece olaraK laiKiıuıı, ıuı umun <j jıaide anrının senin için

Güzel olarak gördüğüne şaşırma sakın, eğer ben ret etmez fakat uygun

Maddeyi sen olarak çevirirsem. İnsanla Meleklerin bir araya geleceği bir

Zaman gelebilir, uygunsuz gıda olmayabilir ve belki de sizin bedenlerini

Bu bedensel yiyecekler nedeniyle ruhlara dönüşebilir, bizim gibi ruhani

Varlıklar olarak kanatlanır ve uçabilirsiniz, ya da burada ya da

Cennette yaşayabilirsiniz, eğer itaatkar olur ve soyundan geldiğiniz

Gücün sevgisini her zaman gösterirseniz. Bu arada size daha fazlasını

Veremeyecek olan bu mutlu durumdan yararlanın, zevkini çıkarın.'

İnsanoğlunun atası bunun üzerine ona şunları söyledi:

’Ey lütufkar, cömert ve iyi Ruh, bilgilerimizi yönlendireceğimiz konuyla

İlgili olarak bize yol gösterdin, merkezden çevreye nasıl gideceğimizi,

Doğanın terazisini nasıl kulları acağımızı anlattın, yaratılmış şeylerde

Düşünerek ve basamakları çıkarak Tanrıya ulaşabiliriz. Fakat söyle bana,

Eğer itaatkar olursanız ne demek oluyor? Ona itaat etmeyebilir, onun

Sevgisini terk edebilir miyiz yani? Bizi topraktan yaratan ve buraya

Yerleştiren, insanın arzu ettiği tüm mutluluğu verene yapar mıyız bunu?

Melek ona şu cevabı verdi: 'Cennetin ve Dünyamn oğlu, dinle;

Sen mutlusun ve bunu Tanrıya borçlusun, bu şekilde devam edip

Etmemen sana bağlı, yani itaatkar olup olmamana; işte durum bu.

Sana yapıları uyan işte budur, bunu sakın unutma.

Tanrı seni mükemmel yarattı, sen değişmezsin, seni iyi olarak yarattı,

Ama bunu devam ettirmeyi sana bıraktı, sen istediğini yapmakta

Serbestsin, istersen kendini içinden çıkılamaz durumlara da sokarsın.

Tanrı bizim gönüllü çalışmamızı ister, bunu yapmak zorunda değil kimse.

Böyle düşünenler kabul görmez; özgür olmayan kalpler isteyerek hizmet

Verip vermeme konusunda karar verebilir mi? Kaderine razı olup

Başka bir şey yapma gücünü yitirmek güzel bir şey olabilir mi?

Ben ve Tanrının tahtı yakınında olan tüm diğer Melekler de

Aynen senin gibi itaat ettikleri sürece mutlu olurlar; bizi başka

Teminatımız, kefilimiz yok; biz tamamen özgür olarak hizmet veriyoruz.

Çünkü biz sevmek ya da sevmemek konusunda söz konuşuyuz,

Özgürce seviyoruz; bu durumda ayakta kalır ya da düşeriz:

Ve bazdan isyan ettiği için Cennetten ta Cehennemin en dibine

Düştüler. Evet, o büyük mutluluk düzeyinden o korkunç yere düştüler!'

İnsanoğlunun en büyük atası o zaman şöyle dedi: 'Sözlerin çok dikkat

Çekici ve kulağa hoş geliyor İlahi öğretmen, çevre tepelerden geceleri

Gelen Melek şarkılarından daha büyük zevk verdi bana.

İstem ve amelin de özgürce yaratıldığını bilmiyordum.

Ama artık Yaratıcımızı sevmekten ve ona itaat etmekten asla

Vazgeçmeyecek, unutmayacağız bunu, sadece onun emirlerini

Dinleyeceğiz, bundan eminim; fakat söylediklerin Cennette olmuş

Ve içimde bir kuşku var, eğer istersen bu ilişkiler hakkında

Daha çok şey Duymak isterim, bunlar kutsal olarak sessizliğe

Gömülecek şeyler. Önümüzde uzun bir gün var, Güneş henüz yarı

Yolunu almadı ve büyük Cennet bölgesinde ikinci yarıya başlamadı bile.'

Âdem böylece ondan talepte bulundu ve Raphael kısa bir

Süre düşündükten sonra anlatmaya başladı:

'Bana önemli bir konudan söz ettin Ey İnsanoğlunun atası,

Bu güç ve oldukça dertli bir mesele, çünkü savaşan Ruhların

Görünmez davranış ve kahramanlıklarını insan duygularının anlayacağı

Şekilde nasıl anlatabilirim? Bir zamanlar muhteşem olan şeyleri

Pişmanlık duymadan nasıl mahvedebilirim? Belki açıklaması pek de

Yasal olmayan diğer dünyanın sırlarım nasıl ifşa edebilirim? Ama senin

İyiliğin için bunu yapmak gerekiyor ve insan duygularım aşan bazı

Şeyleri de sana anlatmaya, göstermeye çalışacak, ruhani konuları

Bedensel formlara sokmaya gayret edeceğim, böylece onları daha iyi

İfade edebilirim—ama Dünya sadece Cennetin gölgesi ve oradakiler de

Dünyada sanıldığından fazla olsaydı? O zaman nasıl bir şey olurdu?

'Ama bu Dünya böyle olmadı ve şimdi gök semaların bulunduğu

Yerde vahşi Kaos hüküm sürüyordu Dünyanın şimdi bulunduğu

Yerde merkezi üzerinde asılı, dengeli durduğu bu yerde yani,

(Çünkü Zaman Ebediyette olmasına rağmen, harekete uygulanırken

Her şeyi geçmiş, şimdiki zaman ve gelecek olarak ölçüyor),

İmparatorluk emri gereğince, Cennetin büyük yılının getirdiği gibi,

Semavi kalabalıklar Yüce Tanrının tahtı önünde toplandılar,

Hiyerarşilerine göre dizilerek, Cennetin bütün köşelerinden gelerek orada

Durdular. Binlerce ve binlerce bayrak sancak alem havalara kalktı,

Salları dı, herkesin derecesine göre dizildi, yerini aldı, parıltılı kumaşlar

Üzerinde kutsal işaretler işaretlenmiş, işlenmişti. Bu şekilde muazzam

Kalabalıklar gelip orada durdular, iç içe daireler oluştu, Ebedi, Sonsuz

Babanın yanında alevler içindeki bir dağ gibi Oğul oturuyor,

Parıltısı Onu görünmez yapıyordu, böylece Yüce Tanrı konuştu:

"'Dinleyin Ey Melekler, Işık Soyundan Gelenler,

Taht sahipleri, Prensler, Erdemliler, Güçlüler, dinleyin emrimi, bu emir

her zaman için gereçlidir. Bugün sizlere tek Oğlumu tanıtıyorum

Ve o bu kutsal tepede mesh etti ve onu şimdi sağ tarafımda

Görüyorsunuz. Onu sîzlerin başı olarak atıyorum ve ben bile Cennette

Onun önünde eğilecek ve onu Efendi ilan edeceğim: vekilim olarak o

Yerinde sabit kalacak, birleşmiş bir tek ruh olarak,

Sonsuza kadar mutlu olacak; ona itaat etmeyen bana karşı gelmiş olacak,

Tanrının Kutsal gözünden uzaklaşacak ve kefareti bile

Kabul edilmeden en derin ve karanlık çukura düşecektir."

'Yüce Tanrı işte böyle konuştu ve onun bu sözlerinden herkes

Mutlu oldu; aslında herkes öyle göründü ama öyle olmayan vardı.*

O gün ve başka kutsal günlerde kutsal tepenin çevresinde şarkılar

Söyleyip danslar ettiler—mistik danslardı bunlar ve diğer yanda

Yıldızlı kürede gezegenler ve sabiteler gökyüzünde parlıyor,

Yakın görünüyorlardı; hepsi birbirine karışmış gibiydi, şaşırtıcı bir

Manzaraydı bu, karışık görünüyordu ama aralarında kutsal

Bir uyum vardı hepsinin, o kadar ahenkli bir ses cümbüşü var ki,

Tanrı bile bunları zevkle dinliyordu. Sonra akşam yaklaştı,

(Bizim de sabah ve akşamlarımız vardır, başka hoş değişiklik

İstemeyiz), herkes dansı bırakıp yemek yeme arzusu duydu;

Daireler halinde dizildiler, masalar kuruldu ve üzerleri yiyecek

Ve de Tanrıların içkisi yakut rengi nektarla doldu: inci, elmas ve altın

Rengi meyveler ve leziz şaraplar geldi, Cennet ürünüydü bunlar.

Çiçekler üzerine oturdular ve taze çiçeklerden yapılmış taçlarıyla

Yediler, içtiler, ölümsüzlük mutluluğuyla eğlendiler, cömert Kral

Onlara her şeyi çok bol veriyor ve onlarla beraber O da mutlu oluyordu.

Sonra hem ışık vc hem de gölgenin fışkırdığı Tanımın yüksek dağında

Bulutlar belirdi, Cennetin parlak yüzüne alacakaranlık çöktü

(Çünkü orada Gece karanlık olmazdı), Tanrının uykusuz gözleri dışında

Tüm diğer gözler pembe gül renkli çiylerin etkisiyle kapanmaya başladı.

Tanrının gözleri Dünyayı da içine alan muazzam boşluğa bakıyor,

Gözetiyordu Melekler topluluğunu da, onların kalabalığı hayat ağaçlan

Arasından akan akarsulara kadar uzanıyordu—uyudukları çadır ve

Mekanlar sayılamayacak kadar çoktu, serin rüzgarlarla havalanıyordu,

Sadece bazıları ndan arada sırada bütün gece boyunca Yüce Güçle

İlgili güzel melodiler duyuldu hep. Fakat Şeytan uyumuyordu—onu

Şimdi çağırabilirsin; onun eski adı artık duyulmuyor Cennette; Başmelek

Olmasa bile çok güçlüydü, sevilir sayılırdı, ama o gün Babası oğlunu

Mesih ilan edince Şeytan onu kıskandı ve dışlandığını düşündü. Gece

yansının karanlığı onun kötü düşüncelerini, kıskançlığını gizledi ve

dostça olanlar uyurken Şeytan kendi adamlarını toplayarak saygısızca,

kimseye haber vermeden oradan ayrılmaya karar verdi ve

Yardımcısını uyandırarak şöyle dedi ona:

"Uyuyor musun dostum? Gözlerini nasıl kapayabiliyorsun? Cennette

Yüce Tanrının dün akşam neler söylediğini hatırlıyor musun acaba? Ben

Senin düşüncelerini değil, sen benim düşüncelerimi dinleyeceksin; şimdi

İkimiz de uyandık ve bir beyin gibi düşüneceğiz, böyle ayrılığı

Düşünürken biz, sen nasıl uyuyabiliyorsun? Bizim yeni yasalara

Uymamız gerek, akıllara hükmedenden yeni yasalar çıkar, kuşkulu olsa

Bile yeni düşünceler tartışılabilir. Bu yerde fazla konuşmak güvenli değil.

Şimdi bizim emrimizde olan herkesi bir araya topla, söyle onlara ki,

Gece bittikten ve bulutlar kaybolduktan sonra benim emrimde

Olanlar bayraklarım sallasınlar, uçarak yerimize giderek Kuzeyin

Yerlerini ele geçirelim, orada kendi Kralımızı, Mesihimizi ve onun

Komutanlarını seçelim, hızla kendimizi toparlayıp galip gelelim

Ve de kendi yasalarımızı çıkararak düzenimizi kuralım."

Sahte Baş Melek bu şekilde konuşarak karşısmdakine kötü

Niyetini gösterdi ve onu da peşine takmak istedi; ona bağlı olan

Yardımcısı ona inandı ve Şeytan kendilerine bağlı güçlerin başlarım teker

Teker çağırdı, kendisine öğretilmiş gibi söyledi onlara, Gece Cennetin

Üzerinden tam olarak kalkmadan büyük hiyerarşi standardı harekete

Geçecek, amaçlan açıkları acak, muğlak sözlerle güçbirliği yapmaları

İstenecekti. Hepsi onu dinlediler, çünkü Cennette adı bilinen ve saygın

Bir varlıktı o: Diğer yıldızlara rehberlik eden sabah yıldızı gibi parlıyordu

Yüzü ve yalanlarıyla Cennet kalabalığının üçte birini taktı peşine.

O sırada Ebedi Göz, anlaşılması güç düşünceleri oturduğu yüksek

Tepeden görüyor ve anlıyor ve geceleyin önünde altın lambalar

Yanıyordu, onların ışığı olmasa da isyan hazırlığını gördü O Yüce Güç.

İsyancıların başında kim olduğunu da biliyordu, ona karşı çıkanlar

Çok kalabalıktı ve O gülümsedi ve tek Oğluna şöyle dedi:

'"Oğlum, sen benim bütün gücümün varisisin, bütün haşmetinle

Benim yanımda olacaksın, bizim gücümüz her şeye yeter ve bundan

Emin olmah, gücümüzü, imparatorluğumuzu nasıl silahlarla

Savunacağımızı bilmeliyiz; karşımızda kendisini bizimle eşit gören

Bir düşman var, muazzam Kuzeyi işgal etmiş durumda, ama

Bir savaşta bizim gücümüzü bilmiyor ve denemekten çekiniyor.

Biz şimdi herkese öğüt verelim ve geriye kalan güçleri bir araya

Toplayalım, savunmamıza hazırlanalım, bu yüksek yerimizi,

Tepemizi habersizce bir saldırı karşısında kaybetmemek için."

'Onun bu sözlerine Oğlu sakin bir ifadeyle ve kutsal ışıklarını

Yakarak cevap verdi: "Yüce ve Güçlü Babam, senin düşmanın

Acınacak, alay edilecek halde, ben zaferi önemsiyorum, onların

Nefreti açıkça görülüyor ama bana verilen güçlerle onların

Gururunu çiğnerken ne yapacaklar ve belki de asileri yenip

Yenemeyeceğimi, onlara baş eğdiremeyeceğimi düşünecekler."

'Tanrının Oğlu böyle konuşuyordu ama Şeytan gece görünen

Yıldızlar, sabah yıldızlan ve güneşin yapraklar ve çiçekler

Üzerinde parlattığı çiy damlaları kadar kalabalık ordusuyla uçuyordu.

Bölgeleri, muazzam Melekler diyarını, krallıkları nı geride bıraktılar

Ki senin tüm hakimiyetin onların yanında, bu bahçenin tüm topraklar

Ve denizlerin yanında kaldığı kadar küçük kalırdı; onlar sonunda

Kuzey'in limitleri içine vardılar ve Şeytan, bir dağın üstüne çıkmış

Bir dağ gibi, parlak ve yüksek bir tepedeki tahtına oturdu, etrafında

Elmas ve altın madenlerinden kesilmiş taşlarla yapılmış piramitler,

Kuleler vardı ve Şeytan daha önce kendini Tanrı ile bir tutarak

Bu yere Cemaatin Toplantı Dağı adını vermişti; Bütün hünerini, iftira

Sanatını da kulları arak ve Krallarının onlarla konuşarak danışacağını

Söyleyerek bütün kuvvetlerini oraya toplamayı başardı ve konuştu:

'"Krallar, Prensler, Erdemliler ve Güçlüler, bu muhteşem unvanlar

Boş yere verilmedi sizlere ve şimdi biri daha tüm güçleri kendinde

Toplayarak bizleri gölgesinde bırakmak istiyor; gece yansı gelerek

Burada toplanmamızın nedeni de budur işte, onurumuzu en

İyi şekilde nasıl koruruz bunu konuşacağız, kimin önünde diz

Çökecek, kimin emirlerini dinleyeceğiz, bunların kararını vermeliyiz.

Aklımıza güzel şeyler gelirse bu boyunduruktan neden kurtulmayalım?

Siz boyunlarınızı uzatmaya ve diz çökmeye hazır mısınız? Eğer sizi

İyi anlıyorsam buna razı değilsiniz, sizler Cennetin Yerlileri ve

Oğullarısınız, bu sizin hakkınız, hepiniz eşit olmasanız bile özgürsünüz,

Özgürlükte eşitsiniz; emirler ve dereceler özgürlükle bağdaşmaz ama

Bu da vardır. O halde mantığı olan kim söyleyebilir Monarşinin

Özgürlükçü olduğunu? Ya da kendisi yasalara uymayanın bize

Yasa getireceğine? Böyle biri bizim Efendimiz olamaz, böyle bir gücün

Bizi yönetmesine, bize hükmetmesine izin veremeyiz!"

'Şeytanın bu kontrolsüz ve cüretli konuşması dinleyicileri etkiledi,

Ama o sırada yüksek rütbeli Meleklerden biri olan, Yüce Tanrıyı seven

Ve Onun emirlerine uyan Abdiel birden ayağa kalktı ve Şeytana

Karşı durarak öfkeli bir sesle cevap verdi ona.

"'Ey kafir, düşünmeden ve yalan konuşuyorsun! Cennette hiçbir

Kulak böyle şeyler duymayı beklemezdi, özellikle de senden, nankör,

Sen ki emsallerin arasında en yüksek mevkideydin, şimdi böyle

Yalan konuşarak Tanrının doğru emirlerini mi kınıyorsun, Onun Oğluna

Söylediklerinin, Cennette her ruhun önünde diz çökeceği O Yüce Gücün

Aleyhine mi konuşuyorsun? Onun Krallığını mı inkar ediyorsun sen?

Söylediklerin tamamen yanlış, haksız, özgürleri yasalarla bağlamak,

Eşitlerin eşitleri yönetmesi diye bir şey yok, başarısız güç kimsenin

Önüne geçemez. Sen Tanrıya yasa mı vereceksin? Seni sen yapan,

Cennet Güçlerini istediği gibi meydana getiren ve onları sınırlayan

O Yüce Güçle mi özgürlük konusunu tartışacaksın sen? Ama biz

Tecrübelerimize, aklımıza dayanarak Onun ne kadar basiretli, iyi

Niyetli, bizim iyiliğimizi, mutluluğumuzu isteyen bir Yüce Güç

Olduğunu iyi biliyoruz. Ama sen tüm bunları görmezden gelerek

Ona iftira ediyor, yalanlar söylüyorsun, büyüklüğüne rağmen

Yapıyorsun bunu, O Yüce Güç her şeyi, seni bile yarattı, tüm

Cennet Ruhlarını da, onları şanla, şerefle taçlandırdı ve

Onların adlarına Tahtalar, Diyarlar, Prenslikler, Erdemler, Güçler

Yarattı, kendi hükümdarlığını daha çok yüceltti, parlattı,

Onun yasaları bizim yasalarımız oldu, ona gösterilen saygı

Bize gösterilmiş gibi oluyor, bize dönüyor. O halde bu saygısızca,

İmansızca öfkeyi bir yana bırak, O Yüce Baba ve Oğluna olan öfkeni

Bastırmaya çalış, zamanında aranırsa af da bulunabilir."

'Şevkli, ateşli Melek böyle konuştu ama onun bu coşkulu

Konuşmasını destekleyen çıkmadı, onu tek başına bıraktılar,

Ve isyan eden Şeytan buna sevindi ve daha da kibirli bir tavırla

Şöyle cevap verdi ona: "Demek bizi O yarattı diyorsun, öyle mi?

Ve şimdi de bu görev Babadan Oğula geçiyor ha? Yeni ve garip

Bir görüş açısı bu! Bu doktrinin nerden çıktığını öğrenmemiz gerekir;

Bu yaratılışı kim gördü? Sen Yaratanın seni yarattığını hatırlıyor musun?

Şimdikinden başka türlü olduğumuz bir zamanı hatırlamıyoruz biz,

Bizden önce kim olduğunu, nasıl yetiştiklerini de bilmiyoruz.

Bizim gücümüz kendimize aittir; en büyük işleri bize kendi sağ elimiz

Öğretecek, kim bizim eşitimiz, bunu deneyip kanıtlayarak: o zaman

Sen de göreceksin yalvaracak mıyız, yoksa kuşatarak mı

Ele geçireceğiz o Yüce Tahtı. Bu raporu, bu haberi o Yüce

Kralına hemen götür ve kötülükler yolunu kesmeden

Önce hemen ve hiç düşünmeden kalkıp uç ona doğru."

'O bunları söyledikten ve su sesi gibi derinden gelen mırıltılar

Arkasından kalabalıktan gelen alkışlar kesildikten sonra, ateşli

Melek yalnız başına ve düşmanla çevrili olmasına karşın

Cesurca konuştu ve cevabım verdi Şeytana:

'"Ey Tanrıdan soğuyan, kaçan, Ey lanetli Ruh, tüm iyiliklerin

Terk ettiği Ruh! Görüyorum ki senin düşüşün kararlaştırılmış,

Ve bu talihsiz yandaşların da bu haince plana katılmışlar, senin

Suçun ve cezan onlara da bulaşıyor; artık Tanrı Mesih'inin

Boyunduruğundan nasıl kurtulacağını düşünme hiç, bu hoşgörülü

Yasalar sana lütufkar davranmaz artık; senin aleyhine başka

Emirler de çıkacaktır; reddettiğin altın asa şimdi başkaldırım

Kıracak bir demir çubuk oluyor. Bana hemen uçmamı söyledin

Sen, ama ben senin tehdidinden korktuğum için gitmiyorum

Buradan, bu kötülük dolu çadırlar gazabın etkisiyle aniden

Yanmaya başlarlar diye korktuğum için gidiyorum. Bu alevler

Ayırım yapmaz, çünkü Tamının gazabı çok geçmeden başına

Gelecek, alevler yakında saracaktır buraları. O zaman seni

Yaratanın seni aynı zamanda yok edebileceğini de kendin göreceksin."

'Böyle konuştu o imansız kalabalığın içinde tek sadık olan

Melek Abdiel; sayısız sahte meleğin arasında hareketsiz, korkusuz,

Dimdik durarak, sadakatini, aşkını, şevkini korudu, gerçekleri

Söylemekten asla çekinmedi ya da fikrini değiştirmedi, tek başma

Olmasına rağmen. Kendisine yöneltilen düşmanca bakışlar arasında

Hiç çekinmeden dosdoğru yürüdü, onların kendisine saldıracağı

İhtimalini düşünmedi; onları küçümseyerek sırtını onlara,

Yıkılması mukadder o gururlu kulelere dönerek uzaklaştı oradan.'

KİTAP VI

ÖZET

Raphael Şeytan ve melekleriyle savaşa gönderilen Michael ve Gabriel'in hikayesini anlatır. İlk savaşta Şeytan ve Ordusu gece vakti geriye çekilir. Şeytan savaş toplantısı yaparak bazı şeytani planlar hazırlar ve ikinci gün Michael ve askerlerini bozguna uğratır, ama onlar sonunda dağları çekerek Şeytan güçlerini ve planlarını saf dışı bırakırlar. Fakat savaş bitmemiştir ve Tanrı üçüncü gün zafer kazanması için Oğlu Mesih'i gönderir. Babasından güç alan Mesih savaş alanına gelerek askerlerini iki yana dizer, arabasıyla ve fırtınayla beraber düşmanın ortasına dalar, savunmalarını kırarak kovalar onları, Cennetin duvarına doğru sürer, duvar açılır ve düşman kuvvetleri dehşet ve kargaşa içinde Cehennemin dibinde onlar için hazırlanmış cezalandırma çukuruna yuvarlanırlar. Mesih zafer kazanmış olarak Babasının yanına döner.

 'Korkusuz Melek bütün gece, peşinde kimse olmadan

Cennetin geniş ovalarında yol aldı, Sabaha kadar gitti,

Erken saatlerde gül pembesi eliyle Işığın kapısını açtı.

Tanrı Dağında, Onun tahtı yakmında bir mağara vardı, orada

Işık ve Karanlık birbirini izleyerek değişirler ve gece ile

Gündüz gibi bir değişim yaratırlar; Işık yanar ve diğer kapıdan da

Uysal Karanlık girer, Cenneti örtme saatine kadar, ama

Oradaki karanlık buradaki alaca karanlık gibidir. Şimdi Sabah,

Cennetin üst katlarındaymış gibi gitti ve Semavi ortamı altın rengine

Boyadı; ama ondan önce Gece kayboldu, doğu ışınlarıyla vuruldu

Ve tüm ovalar parlak savaşa hazır birliklerle kaplandı, savaş arabaları,

Parlak silahlar ve ateşli küheylanlar her yerdeydi. Melek tüm bunları

Görünce savaşın sürdüğünü anladı, dost birliklere katıldı, onlar onu

Sevinçle karşıladılar, kayıplardan birinin yerine yenisi gelmişti işte. Onu

Alkışlarla kutsal tepeye ve Yüce Tahtın önüne götürdüler; orada altın

Renkli bir bulutun içinden yumuşak bir ses duyuldu ve şöyle dedi:

"'Tanrının hizmetkarı, kutlarım seni! Tek başına isyankar

Kalabalığa karşı cesurca karşı koydun, onların silahlarına sözlerinle

Karşılık verdin, gerçeğin kanıtlanması için evrensel iftiralara

Karşı durdun ki şiddete maruz kalmaktan daha kötü bu;

Bundan fazlasını da yapamazdın—

Dünyalar seni yoldan çıkmış gibi gördüler ama sen

Tanrının önünde kendini kanıtladın. Şimdi önünde bir görev daha var,

Bu dostlarınla beraber düşmanın üzerine git ve ilk gidişinde

Olduğun gibi kızgın değil, daha muzaffer olarak dön geriye,

Kendi yasalarını zorla kabul ettirmek isteyenlere baş eğdir,

Ez onları, yasal gücün onların başmda bulunan Kral Mesih olduğunu

Göster onlara. Semavi orduların prensi Michael hadi git, ve sen,

Yiğit Gabriel, beraberce benim yılmaz, yenilmez oğullarıma savaşta

Komutanlık edin; saYılan o tanrısız asiler kadar olan, savaşmak

İçin dizilmiş bekleyen binlerce, milyonlarca azizin önüne geçin,

Savaşa götürün onları. Onlarla birlikte silahlarınızı kulları ın,

Korkmadan saldırın düşmana, Cennetin kenarına sürün onları,

Tanrıdan uzaklaştırın ve ceza çekecekleri yere sürün onları,

Tartarus körfezine itin, o da korkunç kaos içinde

Açılacak ve içine düşecek olanları hemen kabul edecektir."

'İşte Yüce Tanrının Sesi böyle konuştu ve bulutlar bütün

Tepeyi karartmaya başladı, isteksiz alevler arasından çelenkler

Gibi dumanlar yükseldi, uyanan öfkenin, gazabın işaretiydi bu,

Yükseklerden duyulan korkunç boru sesleri de bir başka işaretti.

Bu kumanda üzerine Cennetin Askeri Güçleri karşı konulmaz

Bir güç olarak bir araya gelmeye başladılar, boruların seslerine

Uyarak uyum halinde ilerlemeye başladılar, tanrı gibi liderlerinin

Kumandasmda kahramanca gidiyorlardı Tanrı ve Onun Mesih'i için.

Birbirlerinden ayrılmaz bir düzende ilerlediler, ne tepeler, ne ormanlar,

Ne de akarsular ayırabilirdi onların muhteşem sıralarını, çünkü onların

Yürüyüşü yerden çok yükseklerdeydi ve pasif hava onların çevik, hızlı

Yürüyüşlerini maskeliyordu; tüm kuş türleri de muntazam sıralar

Halinde uçarak Eden üzerinde onları karşılamak üzere geldiler,

Böylece Cennette çok uzun yollar aldılar, dünyanın on katı

Büyüklüğünde mesafeler kat ettiler. Sonunda kuzey ufkunda,

Çok uzaklarda düşman birlikleri sıralar halinde göründüler,

Dimdik tuttukları mızrakları, çeşitli miğferleri, kalkanları

Parlıyordu, Şeytanın kuvvetleri büyük bir öfke içinde onları

Bekliyorlardı: çünkü aynı gün onlar da sürpriz bir saldırıya geçip

Tanrı Dağını ele geçirmek ve Onun gücüne son vermek istemişlerdi.

Ama günün ortasında tüm umutlan boşa çıktı.

Aslında festivallerde, eğlencelerde Ebedi Baba,

Yüce Tanrı için ilahiler söyleyerek zevk ve eğlence için

Yarışmalar yapan, birbirleriyle cenk eden tüm bu Meleklerin

Böyle ciddi ve gerçek bir savaşta karşı karşıya gelmeleri bize garip

Gelebilir. Ama çok geçmeden savaş naraları atılmaya başladı ve

Bu sesler ve gürültüler saldırının başladığım gösterdi, yumuşak

Düşünenlerin umutlan kalmadı. Yüce Tanrı yükseklerde, güneş-panltıh

Arabasında Alev gibi Melekler ve altın kalkanlarla çevrili olarak izlerken

Bir süre sonra muhteşem tahtından havalandı, çünkü şimdi iki taraf

Arasında çok az mesafe kalmıştı, aradaki o korkunç boşluk çok

Geçmeden kapanacaktı. Bulutlar içinde öncü kuvvetler bir araya

Gelmeden hemen önce Şeytan geniş ve kibirli adımlarla ilerledi, altın

' Silahlarıyla ve sert bir ifadeyle durdu. En büyükler arasında duran

Abdiel büyük görevini düşündü, Şeytanın bu duruşuna dayanamadı

Ve hiç Çekinmeden, korkusuzca bağırdı:

'"Ey Tanrım! böyle bir görüntünün yüksek olduğu yerdö'sadakat

Olamaz; doğruluğun, faziletin hatalı olduğu yerde güç de hatalı olmaz m

Ya da görünüşte zapt edilemez görünse de zayıf olduğu anlaşılmaz mı?

Yüce Tanrının desteğine güvenerek onun gücünü denemek isterim,

Mantığım denedim ve değersiz ve sahte olduğunu gördüm, mantığının

Geçerli olduğunu söyleyenin savaşı kazanacağı garanti değildir.

Karşı koymak kaba ve yanlış olsa da mantıkla güç bir araya

Geldiğinde çok dikkatli olmak gerekir, mantık yine mantıkla yenilir."

İşte o da böyle düşünerek silahlı arkadaşlarından ayrıldı, yarı yolda

Güçlü düşmanının karşısına dikildi ve ona meydan okudu:

'"Yaptığınla gurur duyuyor musun? Sen Yüce Tanrının tahtım

Korumasız sanıyor, herkesin senin dilinden ve gücünden korkup onu

Yalnız bırakacağını, ona rahatça ulaşabileceğini düşünüyordun. Aptalsın

Sen! Yüce Tanrıya karşı isyan etmenin ne kadar büyük

Aptallık olduğunu. Onun en küçük güçlerden seni yenebilecek

Kuvvetler çıkarabileceğini, güçlü eliyle her yere ulaşacağını,

Bir tek darbeyle seni bitirip kuvvetlerini karanlığa gömebileceğini

Düşünemedin; Ama görüyorsun işte, herkes senden yana değil,

Tanrıya Sadık olanlar da çok kalabalık, ama ben sana muhalefet

Etmek için Aranıza girdiğimde bunu anlayamadm,

Şimdi bazen birkaçının binlerceden daha doğru düşündüğünü

Görebiliyorsun herhalde, ama artık çok geç senin için."

'Büyük Düşman onu küçümsedi ve bu sözlerine şöyle karşılık verdi

"Yazık sana, intikamım önce seni bulacak fitneci Melek, sana gerekçi

Dersini vereceğim, mÂdem ki o acı dilinle bana karşı geldin, öfkeye

Kapıları şu sağ elim seni cezalandıracak, cesaretin varsa karşı koy bana,

Bazı tanrılar bir araya gelerek toplantı yaptılar, Yüce Tanrı gücünün

Bir tek tanrıya verilemeyeceğini söylediler. Ama sen şimdi karşıma

Geçmiş beni yenerek diğerlerine hepsinin mahvolacağını göstermek

İstiyorsun. Sana bunu belirtmek için hemen saldırmadım; önce

Özgürlük ve Cennetin tüm ruhlara açık olduğunu sanıyordum ben,

Ama şimdi anlıyorum ki bunlar daha ziyade rahat ve şarkılarla

Yetişmiş Yardımcı, Hizmet veren ruhlara mahsus şeyler: sen de

Cennetin saz şairlerinden birisin, özgür olduğunu iddia eden

Kölelerdensin, bugün yaptıklarınız bunu kanıtlıyor."

'Abdiel onun bu sözlerine sert bir ifadeyle hemen cevap verdi:

"İsyankar Ruh, hâlâ hata yapıyorsun, hataların devam ediyor, gerçek

Yolundan hep uzaktasın; Tanrının emirlerine, ya da Doğanın isteklerine

İtaat etmeyi kölelik olarak görüyorsun: Tanrı ve Doğa aynı şeyleri

İstiyorlar, en değerli ve diğerlerinden üstün olan onları yönetir, yol

Gösterir. Kölelik akıllı olmayana, hak etmeyene yapıları hizmettir, yada

Değerli olana baş kaldırana; şimdi özgür olmayan ve kendine hayran olan

Sana hizmet verenler gibi. Sen de artık krallığına Cehennemde

Hükmedersin; bırak ben Cennette Yüce Tanrıya hizmet vereyim, en

Değerli olana itaat edeyim. Cehennemde sizi zincirler bekliyor; sen ve

Sana inananlar da Cehennemde kafirler olarak kalacaksınız."

'Abdiel böyle konuştuktan sonra kılıcını aniden havaya kaldırdı

Ve korkunç bir hızla kibirli Şeytanın tepesine indirdi, onun kalkanı

Böyle bir darbeyi asla önleyemezdi. Şeytan geriye doğru on dev adım

Atarak geriledi, sendeledi, onuncuda dizüstü çöktü, büyük mızrağı

Dik olarak kaldı, yeraltında rüzgarlar ve sular zorluyormuş gibi,

Bir dağ yana doğru itildi, üzerindeki çam ağaçlarıyla yarıya kadar battı.

İçlerinde en güçlü olan Şeytanın sendelediğini gören krallar şaşkındı

Ve öfkeliydiler; diğerleri çok sevindi, neşe içinde bağırdılar, zafer

Görünmüştü ve onlar savaşmak istiyorlardı: Mikail Baş Melek

Borusunu çaldırdı. Boru sesleri Cennette yankıları dı, sadık ordular

Tanrıya Şükür naraları attılar; karşıt güçler de boş durmadılar ve

Korkunç şoktan çabuk çıktılar. Cennette şimdiye kadar duyulmamış

Bir gürültü, kıyamet koptu, silahlar ve kalkanlar birbirine vurdu,

Savaş arabalarının tekerlekleri çılgınca döndy; savaşın gürültüsü

Korkunçtu; uçları alevli kargılar havalarda uçuşuyor, tarafları yakıyordu.

Böylece iki taraf da korkunç bir öfke ve büyük bir güçle birbirine

Saldırdılar. Bütün Cennet iki tarafın naralarıyla çınlıyor, yankıları ıyordu.

Her iki tarafta milyonlarca savaşçı ruh birbirine girmişti; iki tarafta büyü

Güçtü, çok kalabalıktılar, her melek kendi başına hareket ediyor, istedi

Gibi savaşıyor, ileri, geri ya da dönüş kumandalarını kendi kendine

Veriyor, hiçbiri geri çekilmeyi, kaçmayı aklına bile getirmiyordu.

İçlerinde korkan yoktu, hepsi kendine ve silahına güveniyor.

Savaştan zaferle çıkacağına inanıyordu. Savaş çok geniş bir alana

Yayıldı; bazen sağlam toprak zeminde kanatlarını çırparak, bazen

Oldukları yerde durarak savaşıyorlardı; ortalık toz dumandı,

Karmakarışıktı. Savaş uzun süre eşit koşullarda sürdü, sonra Şeytan

Savaşan Meleklerin korkunç gücünü gördü ve çok geçmeden Mikail'ın

Havada salları an kılıcıyla önüne çıkanı devirdiğini fark etti. Ona karşı

Koymak için geniş kalkanına doğru ilerledi. Büyük Baş Melek onun

Yaklaştığını gördü, önünde başka düşman kalmamıştı ve Cennetteki

Bu savaşa bir son vermeyi umul ediyordu. Büyük düşman boyun eğmişti,

Onları zincirleyebileceklerdi, kaşlarını çatarak şöyle dedi:

'"Kötülüklerin Kaynağı, isyanına kadar Cennette görülmeyen

Kötülükler şimdi her yerde var, her yer nefret dolu—ama sen ve senin

Yandaşların her yere kötülük, nefret götürüyor—Cennetin kutsal barışını

Nasıl mahvettin böyle, keder ve kötülük getirdin, senin isyanına kadar

Görülmemiş biçimde! Bir zamanlar dimdik ve sadık olan binlere

Kötülüğünü nasıl aşıladın! Fakat kötülüklerin burada kalacağını sakın

Düşünme; Cennet seni artık hiçbir yerinde istemiyor; mutluluk mekânı

Olan Cennet şiddet ve savaş istemiyor ve kötülük de seninle gidecek,

Seninle birlik olanlar Kötünün yerine, Cehenneme düşecekler;

Tanrı sizden daha büyük intikam almak da isteyebilir,

Sizlere daha büyük acılar tattırabilir belki de."

‘ıneleklerin Prensi böyle konuştu ve düşmanı ona şunu söyledi:

"Sakın yaptıklarınla korkutamadığın beni bu tür boş tehditlerle

Korkutacağım sanmayasın. Bunların en küçük bir kısmını kaçırabildin

Mi—onlar düşseler bile yine yenilmemiş olarak doğrulurlar

Beni tehditlerle korkutamazsın, benimle anlaşman çok daha iyi olacaktır.

Sakın yanlış düşünme, beni bu Şekilde alt edemezsin sen,

Zafer mücadelesini biz kazanırız—biz kazanmak istiyoruz,

Ya da bu Cenneti Cehenneme çevirmeyi; hüküm sürçmesek bile

Burada özgürce yaşamak isteriz. Bu arada Yüce Tanrı

Senin yardımına gelebilir, ben kaçmıyorum ve seni hep yakında aradım."

Konuşmayı bitirdiler ve konuşmadan savaşa girdiler; Melek diline

Sahip olmalarına karşın kim anlatabilir bu tür bir savaşı ya da İnsanın

Hayal gücünü kim bu tür tanrısal güce yükseltebilir? Onların hepsi de

Tanrılar gibi duruyor, hareket ediyor, büyük Cennetin imparatorunu

Seçme gücünü kazanmak için savaş veriyorlardı.

Havada salları an kılıçlar korkunç, dehşet verici daireler çiziyordu; iki

Büyük kalkan çarpıştı, Umut dehşet içinde bekliyordu; eller havada

Çarpıştı, geri çekildi, Melekler savaşıyordu, bir kısmı rüzgarlı alandan

Ayrılmış, dışan çıkmıştı. Savaş takım yıldızlara da sıçradı, iki gezegen

Gök kubbenin ortasında savaşacaktı, titreyen küreler sarsıldı.

İkisi birden güçlü silahlarla saldırıya geçtiler, ikisi de eşit güçteydi,

Savaşm önlenmesi güçtü. Fakat Tanrının silahlarından olan MikaıTm

Kılıcı daha keskindi ve başka silahlar ona karşı koyamazdı; onun kılıcı

Şeytanın kılıcıyla çatıştı, sonra aşağıya kaydı, çok ani ve ters bir

Hareketle onun sağ tarafını olduğu gibi kesti. Şeytan ilk kez acı duydu,

İleri geri salları dı, sendeledi; kılıç onun bedeninden geçip gitti ama

Ruh maddesi hemen kapandı, yenilendi ve yaradan semavi Ruhların

Kanı olan nektar benzeri bir sıvı aktı, Şeytanın zırhı da lekelendi.

Sağdan soldan bir sürü Melek onun yardımına koştular, bir kısmı

Onu kalkanlarıyla koruyarak arabasına götürdüler, Şeytan orada,

Savaşın dışında kaldı, ama acı çekiyordu, kendini eşsiz sandığı için

Utandı, Tanrı gücünde olmadığını artık anlamıştı.

Ama yarası çok geçmeden kapandı, çünkü Ruhlarm yapısı hassas ve

Zayıf insan yapısına benzemiyordu, organları, kalp, ya da başı, ciğer

Ya da böbrekleri asla ölmezdi onların; sıvı yapılarında ölümcül yara asla

Olamazdı; kalp, baş, göz, kulak, tüm zekalarını ve duygularını onlar

Kendilerine göre ayarlar, renk, şekil ya da boyutlarını yoğun

Ya da seyrek ve hafif olarak kendileri planlarlardı.

'O arada Cebrail gücünün savaştığı Hafıza gibi bölümleri etkilediği

Belliydi, onun meydan okuduğu Molek'in öfkeli kralın

Donanımı sivri sancaklarla delindi, savaş arabası üzerinde çekilerek

Tehdit edildi, Cennetin kutsalı da ona gereken kötü sözleri söyledi

Ama çok geçmeden o tanrı da beline kadar yarıldı ve garip, o zamana

Kadar bilmediği bir acı duydu. Uriel ve Raphael çok büyük ve bir elmas

Kaya ile silahlı Adramelech ve Asmadai adlı iki güçlü kralı yendiler,

Ama onlar da zincir zırhlarından geçen silahlarla yaralandılar.

Abdiel inançsız düşmanlarını hiç acımadan saf dışı bıraktı.

Burada binlerce isim sayılabilir ve bunlar Dünyada ebedi kılınabilir

Ama bu seçkim Melekler Cennetteki durumlarından hoşnuttu ve

İnsanın övgüsüne muhtaç değillerdi: ama diğer türler savaş sırasında

Şaşırtıcı şeyler yaptılar, fazla hırslı olmayanlar da Cennetten kovuldular

Ve karanlıkta, unutularak yaşamaya mahkum oldular. Güzel şeylere

Layık olmaktan çok ayıplandılar, asla övgüyle söz edilmedi onlardan,

Alçaklık, rezillikle anıldılar, bu yüzden ebedi sessizlik oldu akıbetleri!

'Evet, en güçlüleri boyun eğince savaşın seyri değişti, asiler

Dağılmaya başladılar; yerlerde parçalanmış zırhlar doluydu, savaş

Arabaları üst üste yığılmıştı, savaşçılar onların etrafında yüzüstü

Yatıyorlardı, küheylanlar köpükler içindeydi; Şeytanın ordusu dağılmış,

Korku içindeydi, kendilerini savunamıyorlardı artık, sonra ilk

Şaşkınlıkları geçince birden toparlandılar ve acılarını unutarak

Kaçmaya başladılar alçaklar. Şeref ve haysiyetleri bütün olan

.Azizler ise hiç bozulmadan ilerlemeyi sürdürdüler, yaralanmadan ve

Silahlarını asla bırakmadan; onların masumiyetleri düşmanları üzerinde

Büyük avantaj ve güç sağladı onlara, ne günah işlediler, ne de

İtaatsizlik yaptılar; savaşta hiç yorulmadılar, yaralansalar bile iğrenç

Görünmediler, acı çekmediler, şiddeti bulundukları yerden kovdular.

'Sonunda Gece geldi ve Cennet üzerine karanlık inmeye başladı,

Ateşkes sağlandığı ve korkunç savaşın gürültüsü bittiği için minnettardı

Gece. Onun bulutlu örtüsü altında hem galipler ve hem de yenilenler

Geri çekiliyordu; savaş alanında Michael ve Melekleri kamp kurdular,

Nöbetçiler yerlerine gittiler; diğer yanda Şeytan ve adamları karanlıkta

Kayboldular, ama onlara dinlenmek yoktu, krallar, komutanlar o gece

Toplantıya çağınldılar ve Şeytan onlara bir konuşma yaptı:

'"Ey kendilerini tehlikeye atan, şimdiye kadar yenilgi

Yüzü görmemiş Aziz arkadaşlarım, sîzler sadece özgür değil, çok

Değerlisiniz, biz gururlu, şan şeref sahibi ve ünlüyüz;

Kuşkulu bir savaşta bir gün dayandık (Bir Gün dayanabildiysek

Neden ebediyen dayanmayalım?) Cennet Tanrısı Oturduğu tahttan

Tüm güçlerini gönderdi üzerimize ve bize boyun eğdireceğini düşündü,

Ama tamamen öyle olmadı, yanıldılar onlar, gelecekte biz galip

Gelebiliriz, ama Yüce Tanrı şimdi galip geldiklerini

Düşünüyor elbette; gerçek şu ki bizim silahlarımız

Yetersizdi ve bu yüzden galip gelemedik, şimdiye dek

Çekmediğimiz kadar acı çektik, ama bilin ki küçümsendik; şimdi

Biliyoruz ki semavi ya da ruh yapımız asla ölümcül yara almayacaktır,

Bizler yok olmayız ama yaralanabiliriz, fakat yaramız doğal gücümüz ve

Enerjimiz sayesinde hemen kapanır. O halde yara alırız diye

Asla korkmamalıyız, ama gelecek sefer savaşımız için

Daha güçlü silahlar sağlamamız gerekiyor, gelecek savaşta

Biz galip gelmeli, düşmanı bozguna uğratmalıyız, ya da

En kötüsü onlarla berabere kalabiliriz. Eğer gizli bazı nedenlerle

Galip gelirlerse aklımızı başımıza toplamalı ve bu konuda zayıf

Yanlarımızı bulmak için çalışmalı, çareler aramalıyız."

'Şeytan konuşmasını bitirip oturdu ve konuşmak üzere

Prensliklerin başı Nisroch kalktı ayağa: savaşta yaralanmıştı,

Kollarında kesikler vardı, ayakta zor durarak konuşmaya başladı:

"'Tanrılar olarak bize haklarımızı kazandırmak isteyen

Efendimiz; ama biz savaşta onlarla eşit güçte değildik, çok güçlü

Silahlarımış kuvvetler bulduk karşımızda, onlar yaralanmadı, acı

Çekmediler—bunun zararını görmeyecekler onlar.

Eşit olmadığımız güçlerle savaştık ve yenildik, acı çekiyoruz,

Onlara boyun eğdik ve bu da bizim suçumuz mu gerçekte?

Belki hayatımızdan zevk duygusunu çıkarabiliriz,

Halimizden şikayet etmeyiz, ama mutlu yaşayabiliriz ki en sakin

Yaşamaktır bu; fakat acı çekmek büyük derttir,

Kötülüklerin en kötüsüdür, tüm sabrı yok eder. Bu yüzden

Yaralı olmayan düşmanımızı alt etmemizi ya da kendimizi çok iyi

Savunacak olanakları sağlayacak olan, her şeyi hak etmiş olacaktır."

'O zaman Şeytan kararlı bir ifadeyle tekrar kalktı ve şöyle konuştu:

"Bizi başarılı kılacak olan şey icat edilmemiş değildir diyebilirim sizlere.

Üzerinde durduğumuz şu semavi kalıbın parlak yüzeyini, bitkiler,

Meyveler, çiçekler, değerli taşlar ve altınla dolu Cenneti kim görüyor;

Bunların yer altından fışkırdığını görüp de aldırmayan var mı? Karanlık

Ve ham olarak duran maddeleri, Cennetin ışınları dokunana kadar köpük

Ve tinsel maddeler olarak duran maddeleri, ışıkta ortaya çıkan o

Güzellikleri görenler kim? Cehennem alevlerine hamile olan

Derin Çukurun karanlığında duruyor, bunlar o deliklerde çıkarılmayı

Bekliyor ve bunlar düşmanlarımız arasında yeni düşmanlıklar

Yaratacak, işimizi kolaylaştıracaktır, onlar bizim yeni silahlar

 

Bulduğumuzu sanacaklar, ne yapacaklarını bilemeyecekler. Çalışmamız

Fazla uzun sürmeyecek, şafaktan önce arzumuza kavuşacağız. Şimdi

Canlarıın, korkularınızı atın üzerinizden; güçlenin ve birbirinize moral

Verin, kötü şeyler getirmeyin aklınıza, asla umutsuzluğa kapılmayın."

'Şeytan sözünü bitirince herkes birden neşelendi ve kaybolan

Umutlar yeniden yeşermeye başladı, Şeytanın yalanları hepsini kandırdı,

Ona inandılar, çoğunun kayıp sandığı şeyin birden bulunması güzeldi.

İmkansız ama sizin ırkınız için kötülüklerin artışında işe yarayacaktı

Bu yalanlar, şeytani bir akılla söylenecek sözler, günahlarda, savaşlarda

Ve ortak işlenen suçlarda insanoğlunun işine yarayacaktı. Şeytanın

Ordusu tüm bu konuşmalardan sonra hemen harekete geçti,

Hiç kimse itiraz etmedi; bütün eller bir şeyler yapmaya hazırdı;

Hemen kutsal ortamı karıştırıp alt üst ettiler ve Doğanın orijinali

Altında ilk yaratılış halini gördüler; sülfurlü ve nitratlı köpük buldular,

Bunları birbirine karıştırdılar, siyah zerreler haline getirdiler ve

Sonra depolara taşıdılar. Sonra bir kısmı saklı olan maden ve taş

Damarlarını kazdılar ve onların altında zararlı, hemen yanan

Maddeler buldular; böylece gün doğmadan önce, Gecenin

Karanlığında karşı tarafın hiç haberi olmadan hazırlandılar.

'Cennette sabah olduğunda muzaffer Melekler zafer duygulan

İle uyandılar ve neşeli şarkılar söylediler. Çok geçmeden silahlarını

Alarak toplandılar; bir kısmı şafak vakti tepelerden çevreyi gözetledi,

Uzaklardaki düşmanın ne yaptığma baktı, düşman kaçmış mıydı, yoksa

Uzaklarda bir yerlerde gizlenerek yeni bir savaşa mı hazırlanıyordu,

Bunu bilemiyorlardı. Ama çok geçmeden onların pek uzaklarda

Olmadığım, dağınık düzende ve yavaş yavaş kendilerine doğru

İlerlediğini fark ettiler. Kanatları en hızlı olan Zophiel adlı Melek

Hemen uçarak arkadaşlarının yanına döndü ve daha yere inmeden,

Havada bağırarak haber verdi herkese, savaş çağrısı yaptı:

'"Silah başına Savaşçılar! Düşman yaklaşıyor, hemen silahlarıın ve

Cenge hazır olun, kaçtığını sandığımız düşman bugün saldıracak bize;

Ama korkmayın onlardan—sadece kalabalıklar ve kararlı görünüyorlar.

Hepiniz zırhlarınızı kuşanın, miğferlerinizi giyin ve kalkanlarınızı,

Silahlarınızı alarak hazır durun, çünkü öyle sanıyorum ki bugün

Üzerimize hafif bir yağmur değil, ateşli oklardan oluşan fırtına gelecek"

‘ınelek böylece zaten hazırlanmakta olan arkadaşlarını uyardı

Ve tüm Melekler silah ve zırhlarını kuşanarak savaşa hazır halde

İlerlemeye başladılar; bir süre sonra uzaklarda düşman birliklerinin

Geniş bir alana yayılmış olarak ilerlediğini gördüler. İki taraf görüş

Mesafesine girdiği anda bir süre durdular ve sonra Şeytan

Birden birliklerinin önüne çıkarak bağırdı ve emrini verdi:

'"öncü kollar sağdan ve soldan açılarak iki yandan ileri! Bizden

Nefret edenler banş ve huzuru nasıl aradığımızı görsünler, onlarla

Göğüs göğse karşılaşmaya hazır olun, bizim gücümüzü görüp geri

Dönerek kaçabilirler belki, ama ben pek sanmıyorum bunu.

Ama Ey Cennet, bizim ne kadar kararlı olduğumuzu sen gör ve tanık

Ol buna. Ama sen bize hak ver ve dinle bizi, herkes dinlesin bizi."

'Onun bu, karşısındakiler! küçümseyen karmaşık sözleri biter bitmez

Sağ ve sol taraftaki öncü birlikler birden açılıp geri çekildiler ve garip,

Tekerlekler üzerine oturtulmuş üçlü sütunlar çıktı ortaya

(Bunlar sütuna benziyordu ama dalları kesilmiş, gövdelerinin içleri

Oyulmuş meşe ya da çam ağaçlan olabilirdi), bu içi boş sütunların

Ağızlarında pirinç, demir, taş gülleler duruyordu.

Bunların arkasmda, ellerinde uçlan alevli kamışlarla bekleyen birer

Melek görünüyordu, bizler bir süre şaşkın baktık onlara.

Ama çok beklemedik, Melekler ellerindeki uçlan alevli çubukları ileri

Uzattılar ve bu sütunların üzerindeki küçük deliklere tuttular.

Ani bir alevle birlikte tüm Cennet bu aletlerden çıkan korkunç gürültüyle

Sarsıldı, hepimiz titredik ve bu içi boş aletlerin içlerinden fırlayan

Gülleler ortalığı birbirine kattı, her yer toz duman içinde kaldı, bizim

Tarafımızdaki Melekler darmadağınık bir halde kaçışmaya başladılar.

Ortalık iyice kanştı, ne olduğunu kimse anlamamıştı. Ordumuzun

Melekleri ne yapacaklardı, ne yapmaları gerekiyordu?

Saldırıya geçseler tekrar geriye püskürtülecek ve iyice küçük düşecekler,

Düşman gülecekti onlara, arkada aynı şekilde

Onlardan ikinci bir sıra da yine aletlerini patlatmak için bekliyorlardı.

Şeytan onların kötü durumlarım hemen gördü ve alaycı bir ses

Tonuyla kendi ordusunun askerlerine seslendi:

"'Ey arkadaşlar, neden bu gururlu, zafer kazanmış ordunun

Üzerine gitmiyorsunuz? Daha önce bizim üzerimize tüm

Güçleriyle geliyorlardı, ama biz onları göğüslerimizi açarak

(Yalan daha ne kadar olabilirdi?) Karşılamak isteyince hemen

Fikirlerini değiştirdiler, merak içinde, ne olduğunu anlamadan

Darmadağınık halde kaçmaya başladılar; Adeta dans eder gibi

Görünüyorlar ama dansları da biraz garip geliyor bana;

Belki de kendilerine ikram edilen barışın zevkiyle

Yapıyorlar bunu. Ama ben sanıyorum ki bizim teklifimizi

Duyunca Hemen taleplerimizi kabul edecekler ve

Çok geçmeden olumlu bir sonuç alabileceğiz."

'Onun bu sözlerine Belial, sanki oyun oynuyorlarmış gibi

Neşeyle cevap verdi: "Ey Lider, biz size ağırlıklı şartlarımızı bildirdik,

Gücümüzü gösterdik ve sizleri bozguna uğrattık. Bizi iyi

Dinleyenler ne dediğimizi çok iyi anlamışlardır; ama bunu

Anlamayanlar, düşmanlarımız şimdi dürüstçe hareket etmiyorlar."

'Böylece Şeytanın güçleri karşısında yenilgiye uğradıklarını

Düşünenler çoktu, aralarında; onlar yeni icatlarıyla

Ebedi Güç haline gelebilirlerdi, Tanrının Melekleri

Gülünç duruma düşmüştü, karşı taraf alay ediyordu onlarla.

Ama Tanrının ordusu kendini çabuk toparladı, çok öfkelendiler

Ve onlara karşı uygun silahlar bulmaya karar verdiler.

Ellerindeki silahları bir kenara attılar, ve tepelere doğru uçtular,

(Dünya Cennetten farklıydı ve orada dağlar. Tepeler, vadiler vardı)

Tanrı Meleklerine öyle bir güç verdi ki onlar dağlan,

Tepeleri üzerlerindeki kayalar, akarsular ve ormanlarla birlikte

Köklerinden koparıp aldılar. Bunu gören Şeytanın güçleri

Şaşkına döndüler, dehşet içinde kaldılar. Dağların dipleri tersine

Çevrilmişti, Tanrı Melekleri üç sıra halinde dizili

Savaş makinelerinin üzerine geliyorlardı ve kendilerine olan

Güvenleri dağların ağırlığı altında kalıp ezildi;

Tanrı Melekleri saldırıya geçtiler, başlarının üzerinden

Fırlattıkları kayalar düşmanı tüm silahlarıyla birlikte ezdi.

Şeytanın askerleri ezilen zırhlarının içinde inlemeye başladılar ve

Onlardan kurtulmaya çalıştılar, ama eskiden en saf ışık olan

Ruhlar şimdi gittikçe büyüyen günahların altında kalmış,

Kirlenmişlerdi. Sonunda onlar da karşı tarafı taklit ederek

Etraftaki tepeleri söküp aldılar, silah gibi kullanmaya başladılar,

Tepeler birbirlerine doğru fırlatılarak çarpıştılar:

Cehennemi gürültü koptu! Bu gürültü karşısında savaş naraları

Çok zayıf kaldı; ortalık karmakarışıktı, göz gözü görmüyordu.

Cennet adeta harabeye döndü; Cennetteki güvenli yerinde,

Tahtında oturup olanları gören Tanrı bunların olacağını önceden

Görmüştü ama sonuçta Oğlunun galip geleceğini biliyordu,

Tüm gücünü ona devredecek ve bunu herkese bildirecekti.

Bu yüzden tahtını vereceği Oğluna şöyle konuştu:

'"Zaferimin parıltısı, ışıltısı olan Oğlum, senin yüzüne bakan

Benim görünmez yüzümü görecektir, benim emirlerim senin elinle

Yerine getirilecek, İkinci Yüce Güçsün sen, Mikail ve Güçleri bu

İsyancıları bastırmaya gittiğinden bu yana, Cennet günlerine göre iki gün

Geçti; bu tür eşit ve silahlı güçlerin karşılaşmasında doğal olacağı gibi.

Onların savaşları da acı verdi, çünkü ben onları kendi hallerine

Bıraktım ve sen iki tarafın gücünün eşit olduğunu biliyorsun,

Ama günahlarının cezasını henüz çekmediler, onların felaketini

Erteledim; ama bu savaş sonsuza kadar sürse bile hiçbir çözüm

Getirmeyecek. Savaş yapacağını yaptı, iki taraf da

Yorgun ve öfke içinde düzensiz devam ediyorlar, dağları,

Tepeleri silah olarak kullanıyorlar, Cenneti harabeye çevirdiler.

O halde iki gün geçti ve üçüncü gün senin olacak ve bu savaşı sadece sen

Bitirebileceğin için şimdiye kadar bekledim. Ben sana bunu yapabilmen

İçin gereken gücü ve erdemi verdim, Cennet ve Cehennemde herkes

Senin gücünün her şeyden üstün olduğunu, başka güçlerle

Kıyaslanamayacağını bilir ve bu kötü duruma, karmaşaya

Sen son verecek ve benim Oğlum olduğunu herkese göstereceksin.

Hadi şimdi Babanın gücüyle donanmış olarak git oraya;

Benim arabama bin; Cennetin temelini sarsan

O hızlı tekerlekleri yönlendir; benim savaşımı bitir;

Benim yay ve oklarımı, gök gürültümü, büyük silahlarımı kuşan.

Kılıcı güçlü beline tak: O Karanlığın Çocuklarını kovala.

Cennetin sınırları dışına, en Derine at onları, bırak isterlerse

Tanrıyı ve Mesih'i orada küçümsesinler, nefret etsinler."

'Tanrı bunları söyledi ve tüm ışıltısı Oğlunun üstünde parladı ve ona

Söyleyeceği her şeyi söylemiş oldu; ve Tanrının Oğlu şöyle cevap verdi:

'"Ey Güçlüler En Güçlüsü Tanrı, Babam, Cennet

Tahtlarının sahibi, En Yüce, En iyi Tanrı, sen her zaman Oğlunun

Muzaffer olmasını istersin; ben de senin dediklerini yapmak isterim

Benim şanım, şerefim ve her şeyim sensin, her şey sana bağlı.

Sen istediklerinin benim elimle yapılmasını istiyorsun ki

Bu da beni çok mutlu ediyor. Sanırım asanı ve gücünü bana

Veriyorsun ve sonunda sanırım yaptıklarımdan memnun olacak,

Neşe duyacaksın ve ben sonsuza kadar Senin içinde olacağım,

Sen de tüm sevdiklerinle bende. Senin nefret ettiğinden ben de ederim

Ve senin yumuşadığına yumuşar, Senin gibi korkutabilir,

Her şeye Senin imajını götürebilirim; ve hemen Senin gücüne sahip

Olarak o asileri Cennetten kovacak, Cehennemin o en derin

Çukuruna göndereceğim sana baş kaldıranları, çünkü sana

İtaat etmek mutluluktur. O zaman Senin onlarla karışmamış

Olan Meleklerin toplanıp sana ilahiler söyleyecekler."

'Oğul bunları söyledikten sonra Tanrının sağında oturduğu yerden

Kalkarak asasına dayandı ve eğilerek Onu selamladı ve üçüncü kutsal

Sabah parlamaya başladı Cennette. Bir fırtına sesi duyuldu,

Ve Baba Tanrının arabası alevler içinde ve dört Melek eşliğinde geldi,

Dört Meleğin harikulade yüzleri, zümrüt gibi gözleri vardı ve aralarında

Alevler geziniyordu; başlarının üstünde kristal

Gök kubbe bulunuyordu, onun üstünde de saf amber ve gökkuşağının

Renkleriyle süslü bir taç. O ışıklar saçan Urim'in semavi zırhıyla

Donanmış olarak yükseldi; sağ elinde kartal kanatlarıyla

Zafer duruyordu; Sağ yanında sadağı ve içinde üçlü

Yıldırım olan sadağı vardı; üzerinden dumanlar, korkunç,

Yakıcı alevler ve parıltılar yayılıyordu. Yanında on binlerce

Azille birlikte ilerledi Tanrının Oğlu, bu orduda yirmi bin

Tanrı Arabası vardı. O bir Meleğin kanatları üzerine bindi ve gökyüzüne

Yükseldi; Mesih'in büyük sancağı gökyüzünde göründüğünde Melekler

Çok sevindiler ve Michael iki taraftaki ordularım bir araya topladı, bir

Komuta altında birleştirdi. Kutsal Güç onun önünde hazırlandı; onun

Emrini alan sökülmüş tepeler Dünyadaki yerlerine döndüler; onun sesini

Duyarak itaat ettiler ona; Cennet eski halini aldı ve tepeler vadiler

Yeniden çiçeklenip yeşillendiler ve gülümsediler; talihsiz

Düşmanları da bunu gördüler ama yine de inatla

Yerlerinde kaldılar ve umutla sürdürdüler savaşlarım.

Cennet Ruhları böyle bir tersliğe, kötülüğe izin verirler miydi?

Fakat mağrurlar nasıl yola getirilir, yumuşatılabilirdi acaba?

Talepler karşısında onlar da sertleştiler ve zafer kazanacaklarım sandılar,

Onun karşısında dik durdular, savaşa hazır olduklarım gösterdiler,

Tanrı ve Mesih'e karşı başarılı olacaklarını düşünüyorlardı, ya da belki

Sonunda birer harabe olacaklar, mahvolup gideceklerdi; son savaş

Yaklaştı, ya kibirli davranıp savaşacak, ya da geri çekileceklerdi; o

Zaman Tanrının Oğlu her iki tarafa birden hitap ederek şöyle konuştu:

'"Parlak sıralarınızda kımıldamadan durun ey Azizler, silahlı

Melekler; Bu savaş bugün bitecektir; savaşarak sadakatinizi

Gösterdiniz ve haklı nedenleri olan korkusuz

Tanrı sizlerin cesaretini takdir etti, iki taraf da yenilemez olduğunu

Kanıtladı; fakat lanetli taraf cezasını hak etti; intikam

Almak Tanrının ya da Onun atayacağı kişinin hakkı. Bugün yapılacak

Olanlar takdir edilmedi; sadece durup Tanrının benim elimle bu

İmansızlara vereceği cezayı izleyebilirsiniz, onlar aslında

Benden nefret ediyorlar ama aynı zamanda kıskanıyorlar da; onların tüm

Kinleri bana, çünkü Cennetin Yüce Sahibi

Ve Gücü olan Ulu Tanrı evlat olarak sadece beni seçti.

Bu nedenle onların sonunu getirecek güç de ben olacağım,

Bu görevi bana O verdi, isterlerse kendilerini kanıtlamak için benimle

Savaşabileceklerdir, ben onlarla tek başıma da savaş verebilirim,

Çünkü hepsinin güç toplamı Tanrının ve benim gücüme

Ulaşamaz; ben onlara başka türlü mücadele de tavsiye etmiyorum."

'Oğul böyle konuştu ve yüzünde bakılamayacak kadar korkunç

Bir ifade belirdi, tüm gazabmı düşmanlarına yöneltti.

Dört Melek hiç durmadan yıldızlarla süslü kanatlarım açtılar

Ve Onun savaş arabası aniden harekete geçti, ortalığı bir anda

Büyük bir gürültü, sellerin sesi ve kalabalıkların

Bağırışları kapladı. Tanrı Oğlu düşmanın üzerine saldırırken sanki

Gece karanlığı çöktü üzerlerine. Savaş arabasının tekerlekleri altında

Tanrının tahtı dışında her yer sarsıldı. O hemen onların

Arasına daldı, sağ eliyle on bin gök gürültüsünü topladı ve

Birer bela olarak onların ruhlarına saldı. Şeytanın

Ordusu birden şaşkına döndü, tüm cesaretlerini, savunmalarını yitirdiler,

Silahları darmadağın olarak yerlere yayıldı; O tahtların, kalkanların,

Miğferlerin ve miğferli başların üzerinden geçti, çiğnedi onları ve

Büyük Melekler onun önünde diz çöktüler, yerlere kapandılar,

Onun öfkesinden kurtulmak için dağların tepelerin birer kalkan gibi

Üzerlerine gelmesini arzu ettiler. Dört kat yüzleriyle Dört Melek

Ve iri gözleriyle yaşayan birer varlık gibi dönen tekerleklerden de

Düşmanın üzerine oklar yağıyordu; onların içinde bir ruh yönetiyordu

Onları ve her bir göz şimşekler çakıyor, lanetlilerin üzerine yıldırımlar

Yağdırıyor, tüm güçlerini alıyor, bitkin bırakıyordu onları, ruhsuz,

Yorgun kalıyorlar ve çok geçmeden yerlere seriliyorlardı.

Fakat Tanrının Oğlu henüz gücünün yansım kullanmamıştı,

Çünkü onları tamamen mahvetmek istemiyor,

Sadece Cennetten kovmaya çalışıyordu.

Yerlere düşenleri kaldırdı ve bir keçi sürüsünü güden

Çoban gibi onları önüne katarak Cennetin sınırına,

Kristal duvarına götürdü, duvar açılıp onlar Derin'e düştüler

Ve duvar onların üzerine yeniden kapandı. Geride kalanlar bunu

Görünce korkularından ne yapacaklarını şaşırdılar ve Cennetin

Kenarından kendilerini baş aşağı Cehennemin derinliğine attılar;

Dipsiz çukurda onlardan sonra gazap ateşi yanmaya başladı.

'Cehennem korkunç gürültüleri duydu; Cennetin

Mahvolduğunu gördü ve çok korkarak kaçabilirdi; ama Kader onun

karanlık temellerini çok derin kazmış, onu çok sıkı bağlamıştı oraya.

Onlar dokuz gün süreyle çukura düştüler; şaşkın karmakarışık

Kaos gürledi, kükredi ve onların düşüşüyle bu

Anarşide onlardan çok daha fazla şaşırdı. Sonunda

Cehennem onların hepsini içine aldı ve üzerlerine

Kapandı—söndürülemez ateşle sürekli yanan Cehennem

Onların acılarla dolu ebedi yuvası oldu. Onların yükünden kurtulan

Cennet eski neşesine kavuştu ve duvarındaki yarık ve

Çatlaklar kapandı. Düşmanları Cennetten kovan Mesih zafer

Sonrası savaş arabasına binerek geri döndü. Onun büyük

Zaferini sessizce izlemiş olan Azizler onu büyük

Bir mutlulukla, sevinç içinde karşıladılar, her yeri

Hurma dallarıyla süslediler, onu zafer şarkılarıyla karşıladılar.

Tanrının oğlu, varisi ve herkesin büyüğüydü o, tahtı hak eden

Tek varlıktı. O da şenliklere katıldı ve sonra Cennetteki

Tahtında kendisini bekleyen Yüce Babasının yanına çıktı,

Mutluluk içinde yine Onun sağma oturdu.

'Böylece sizin arzunuz üzerine, Cennette olanları Dünya

Üzerindeki koşullara uydurmaya çalışarak naklettim size,

Bu anlattıklarım daha sonra belki de insan ırkından

Gizlenebilecekti: yani tarafların anlaşmazlığı, Cennete

Melekler arasında yapıları savaş, isyan edenlerin Cennetten kovularak

Şeytanla birlikte Cehenneme düşüşleri; Şeytanın şimdi

Sizin durumunuzu kıskanması gibi konuları öğrenmeyecektiniz

Belki de; Şeytan sizin de isyan etmenizi, mutlu olmamanızı ve onunla

Beraber ceza görmenizi istiyor, bunu başarabilirse

Yüce Tanrıdan intikam aldığım düşünecek. Ama sakın onun tatlı

Sözlerine kanmayın; zayıf olanları ona karşı uyarın,

Tanrıya karşı gelmenin nelere mal olduğunu söyleyin herkese;

Onlar da iyi, dürüst olmalıydılar ama hata ettiler;

Bunu unutmayın ve günah işlemekten kaçının.'

KİTAP VII

ÖZET

Raphael Âdem'in isteği üzerine bu dünyanın nerede ve nasıl yaratıldığını anlattı ona. Tanrı Şeytan ve Meleklerini Cennetten kovduktan sonra bir başka dünya ve orada yaşayacak başka yaratıklar yaratacağını söyledi; bu yaratılışın altı günde tamamlarıması için de Oğlu ile ona yardımcı olacak Meleklere görev verdi, onları gönderdi; Melekler bu performansı ve onun Cennete tekrar yükselişini ilahilerle kutladılar. 

Cennetten aşağı in Urania, eğer adın gerçek olarak buysa,

Onun kutsal adı Olimpos tepesinde yankıları dı ve ben

Pegasus kanadının üzerinde uçarak yükseldim.

Bunun anlamı çağırıları o isim değildi; ne sen, ne dokuz Müz,

Ne de Olimpos'ta yaşayanlar için değil ama cennet-doğumlular için,

Tepeler görünmeden ya da pınarlar fışkırmadan sen ebedi akılla

Konuştun, kız kardeşine akıl verdin ve onunla beraber Yüce Tanrının

Huzurunda oynadın semavi şarkının eşliğinde. Senin Cennetler

Cennetine dünyalı bir misafir götürdüğünü tahmin ettim, bir

Semavi hava karıştırarak. Güvenlik içinde beni eski halime götür.

Bu dizginsiz uçan küheylandan Aleian ovasında düşmeyeyim diye,

Hatayla oralarda kimsesiz ve umutsuz tek başıma kalmayayım.

Henüz yansı tanınmamış duruyor, fakat görünür şekilde

O günlük kürede; Dünya üzerinde durmuş, kutup üzerinde

Kendinden geçmiş değil, ölümlü sesle daha güvenli şarkı

Söylerim, kısık ses ya da sessizce, kötü günler olsa da kötü dille;

Karanlıkta ve etrafta tehlikeler varken ve de yalnızlık; ama yine de

Yalnız olmam sen uykularında beni ziyaret ederken, ya da Doğuda

Sabah olurken. Ama sen yine de şarkımı yönet Urania ve az da olsa

Dinleyici bul bana. Fakat Bacchus ve cümbüşçülerinin

Uyumsuzluğundan uzak dur, Rodop'ta Trakyalı şaire saldıran o ayak

Takımından, orada kayaların ağaçların kulakları var, vahşi gürültüler sesi

Ve harp müziğini bastırıyor, Müz bile oğlunu koruyamıyor. Onun için

Bir şey dilerken dikkat et, çünkü sen cennetliksin, o ise boş bir rüya.

Söyle Tanrıça, nazik Baş Melek Raphael Âdem'e o korkunç örneği

Vererek, Cennette günah işleyenlerin başına neler geldiğini, Âdem'in

Ya da ırkının başına da aynı şeylerin gelebileceğini, onun için yasak

Meyveye dokunmaması gerektiğini söyledikten sonra neler oldu.

Biliyorsun. Âdem karısı Havva ile birlikte o hikâyeyi dikkatle dinledi,

Hayran oldu böyle önemli ve garip şeyler duyunca şaşırdı, Cennette

Nefret gibi duygulara yer olmaz diyordu o. Ve de Tanrının yakınlarında

Böyle savaşların olacağım inanmıyordu; ama kötülük çok geçmeden

Geldi ve Tanrının yarattıklarını sardı, kutsallıkla ilgisi yoktu bunun.

Âdem sonradan içinde doğan şüpheleri yok etti; günah işlemeden

Yaşamım sürdürürken kendisini ilgilendirecek şeyler aradı—Cennet

Ve Dünyadaki bu bariz olaylar nasıl başlamıştı merak ediyordu;

Bunlar ne zaman ve nerede yaratılmıştı; neden yaratılmıştı; Eden'de

Neler olmuştu, aklında iken bunları öğrenmek istiyordu ve

Kendini tatmin etmek için Cennetten gelen misafirine sordu bunu:

'Bize söylediklerin büyük şeyler Kutsal Varlık, kulaklarımıza

İnanmak bile zor, bu Dünya dışında çok farklı şeyler bunlar, semavi

Diyardan gelip bizi zamanında uyardın, bunlar insan bilgisi dışında şeyler

Ve kaybımız büyük olabilirdi, bunun için sana sonsuz teşekkürlerimizi

Sunarız, Tanımın emirlerini hiç kuşkusuz yerine getireceğiz.

Lütfettin ve bize bilmemiz mümkün olmayan şeyleri anlattın, uyardın

Bizi, ama şimdi bize belki de bilmemiz gerekmeyen bir şeyi anlatırsan

Çok seviniriz—bizden çok uzaklarda, çok yukarda olduğunu bildiğimiz

Bu Cennet nasıl başladı, tüm bu sayısız hareketli ateşleriyle, tüm uzayı

Dolduran varlığıyla, Dünyayı da saran bu hava kitlesiyle; Yaratıcı

Sonsuzluk içinde hangi nedenle harekete geçti, yarattı bunları tüm

Bu Kaos içinde; bu ebedi imparatorluğun sırlarını anlatmayı

Sana yasak etmedilerse bize anlat, Yaratanın yaptıklarım

Ne kadar İyi bilirsek onun Yüceliğini o kadar iyi anlayabiliriz.

Ve büyük gün ışığı dik gelerek Onun ırkını aydınlatmak ister;

Senin sesindeki, güçlü sesindeki şüpheli ifadeyi Cennette

O da duyar, ırkına söylemekte gecikme olduğunda ve belirsiz

Derinliklerden Doğanın doğumu geciktiğinde, ya da eğer

Akşam Yıldızı ve Ay dinleyicilerine acele gelirse, Gece onlara

Sessizlik getirecek ve seni de Uyku dinleyecektir, ya da senin

Şarkın son bulana kadar Onun yokluğunu hissederiz ve

Sabah aydınlığından önce gitmen için seni serbest bırakırız.'

Âdem muhteşem misafirine bunları söylediği zaman

Tanrısal Melek ona yumuşak bir ifadeyle cevap verdi:

'Sen öğrenmek için arzunu büyük bir dikkatle aktardın bana;

Fakat Yüce Tanrının yaptıklarını anlatmak için ne bir Meleğin

Dili ya da sözleri yeterlidir, ne de senin anlayışın bunları anlamaya.

Fakat anladığın kadarı bile Yaratıcının ihtişamını sana anlatmaya

Yeter ve bu kadarı bile sana mutluluğu gösterecektir, bu da yeter,

Senin arzuna cevap vermem için gereken emri yukardan duydum,

Sana kısıtlı bazı bilgiler verilebilir; ama bunun ötesinde sormaktan

Kaçın ve açıklanmayanları kendiliğinden açıklamaya çalışma, çünkü

Kadirimutlak, Yüce Tanrı bunları hemen hiçbir Dünya ya da Cennet

Sakinlerine vermemiştir. Araştırmak ve bilmek için geriye yeterince

Şey kalır; ama Bilgi gıdadır ve aklın alabileceği her şeyi yeterince

Öğrenmek gerekir, aşırılıktan kaçının, her şeyin fazlası sıkıntı yaratır.

'Bil ki Lucifer (Yıldızların arasındaki en parlak olan gibi, bir

Zamanlar Tüm Melekler içinde en parlak olan Şeytana böyle deyin artık)

Cehennemin En Derin çukuruna ordusuyla beraber düştükten ve Tanrının

Oğlu Melekleriyle birlikte muzaffer olarak geri döndükten sonra Yüce

Tanrı tahtının önünde onları topladı ve Oğluna şöyle hitap etti:

'"En sonunda kıskanç düşmanımız kendisi gibi isyan eden tüm

Ordusuyla birlikte bizim gücümüze karşı koyamadı, göz diktiği Tanrı

Tahtım ele geçiremedi ve kendisiyle birlikte isyan edenlerin hepsini çekip

Cehenneme götürdü. Ama Cennette onların yerlerini geride kalanlar

Doldurdu, burada şimdi de yeterli nüfus var, krallıklar devam edecektir.

Fakat o yaptığı kötülükle Cennet nüfusunu azalttığını söyleyerek

Gururlanmasın diye bu durumu onarmaya karar verdim ve bu nedenle

Yakında yeni bir dünya yaratacağım; bir erkekten yeni bir ırk üreyecek

Ve onlar orada yaşayacaklar, onlar ancak uzun süre orada yaşayarak

İtaatkar olduklarını, erdemlerini kanıtladıktan sonra Cennete

Gelebilecekler, böylece iyi olanlar hem Dünyada ve hem de Cennette

Yaşayacaklar, bu yerler sonsuza kadar birlik ve mutluluk dolu bir tek

Krallık olarak devam edecektir. Bu arada sizler rahat olun ey Cennet

Güçleri ve Sen ey Oğlum, bu sözüm sana, senin elinle yapacağım bunu:

Konuş ve bitir bu işi: Ben üstünlüğümü ve gücümü de seninle beraber

Gönderiyorum; Derin'in sınırlarını sonsuza kadar uzat

Orada sonsuz boşluk olsun istiyorum, Benim gücüm

Sınırsız olmasına karşın artık geri çekileceğim, artık

İyilik yapmayacağım, ihtiyaç ve Şans bana

Yaklaşmasın artık ve benim yapacağım Kader olsun."

'Yüce Tanrı bunları söyledi ve Tanrı Oğlu onun sözlerini uyguladı.

Tanrının emirleri anında yerine getirildi, fakat tüm bunlar insanın

Kulağına gitmedi, onlar sadece istendiği gibi davrandılar. Yüce Tanrının

Emri duyulunca Cennetin her yerinde büyük sevinç, mutluluk yaşandı.

Yüce, Ulu Yaratana zafer şarkıları söylendi, insanın geleceği için iyi

Dilekler sunuldu, Tanrıya baş kaldıran asilerin gidişleri kutlandı;

Kötülükten iyiliğin doğuşu kutlandı, Tanrıya övgüler yağdırdılar,

Giden asilerin yerine daha iyilerin geleceğini söylediler.

'Hiyerarşiler şarkılar söylediler. Şimdi büyük seferine tam donanmış

Olarak çıkacak olan Tanrının Oğlu, Yüce Yaratanın gücüne, akıl, dirayet

Ve sevgisine sahip olarak gidecek ve Babası onun içinde parlayacaktı.

Oğlun savaş arabası çevresinde sayısız Melekler, Krallar,

Prensler, Erdemliler, kanatlı Ruhlar ve Tanrının

Kanatlı savaş arabaları diziliydi, tüm bu güçler pirinçten

Yapılmış iki dağ arasında duruyordu, saYılan pek çoktu,

Sayılamayacak kadar çoktu, hepsi Efendilerini bekliyorlardı.

Cennetin kapıları ahenkli bir biçimde açılırken altın

Menteşelerin sesleri duyuldu, yeni dünyalar yaratacak

Yüce Güç oradan geçerek ilerledi. Cennetin kenarında durdular

Ve sonsuz derinlikte olan çukura baktılar,

Bir deniz gibi korkunç, karanlık, vahşi görünüyordu

Çukur, dip tarafta korkunç fırtınalar ve Cennete saldırmak ister gibi

Kabaran dalgalar vardı ve ortada her taraf kaynıyordu.

'Her Şeye Gücü Yeten, "Sessiz olun ey dertli dalgalar, sakin olun!"

Diye kükredi, "kavgalar, savaşlar bitti!" Yüce güç sonra

Meleğin kanatlarında yükseldi, muzaffer Baba olarak uzaklara,

Kaos'un içine, henüz doğmamış Dünyaya uçtu, Kaos duydu onun sesini;

maiyeti de parıldayan bir grup olarak onun gücünün yaratacaklarını,

Yaratılışı görmek için onun arkasından gittiler.

Sonra şevkle dönen tekerlekler durdu, Yüce Tanrı ebedi yerinde

Hazırlanan Altın kompaslarını aldı, tüm Evreni ve

Bütün yaratılmışları bir sınır içinde topladı.

Bir ayağımı merkeze koydu ve diğeriyle gözle görülmeyen

Derin ve geniş bir daire çizerek şöyle dedi:

"Sen buralara kadar genişleyeceksin, senin

Sınırların bu kadar, sen bu daire içinde kalacaksın Ey Dünya."

Böylece Tanrı Cenneti ve de Dünyayı yarattı. Cehennemin üzerinde

Derin karanlık vardı, fakat Tanrının Ruhu geniş kanatlarını sakın suların

Üstüne açtı, sıvı kitleden canlı fazilet ve canlı bir sıcaklık sızdı ama

Yukardan siyah, şarap tortusu gibi, soğuk, cehennemi yaşama karşı bir

Şeyler aktı; bunlar dökülerek etrafa dağıldılar, havayla

Dünya arasına girdiler ve sonra merkezde dengelendiler.

Tanrı, "Işık gelsin," buyurdu ve birden derinlerden

Her şeyin özü olan Semavi, ruhani ışık fışkırdı ve kaynağı olan

Doğudan itibaren yayılmaya başladı, ama Güneş henüz yoktu ortada;

Bulutlardan oluşan bir meskende bir süre kaldı o.

Tanrı ışığın güzel olduğunu gördü ve bu ışık küreyi ikiye

Böldü, Tanrı aydınlık olan yere Gündüz, karanlığa Gece dedi.

Böylece ilk gün eşit olarak başladı; göklerdeki varlıklar

Doğudan fışkıran ışığın karanlığı yavaşça dağıldığını görünce bunu

Kutladılar, şarkılar söylendi, Cennet ve Dünyanın doğum günüydü bu.

Melekler evrenin boşluğunu neşeyle doldurdular,

Altın harplarını çalmaya başladılar, Tanrıya ve

Yaptıklarına ilahilerle övgüler yağdırdılar; ona

Yaratıcı diyerek şarkılar söylediler, mutlu oldular.

Hem ilk akşam ve hem de ilk sabah olduğunda böyle oldu bu.

Tanrı tekrar, "Sular birbirinden ayrılsın ve suların üstünde gök kubbe

Olsun," buyurdu ve sonra şeffaf havadan gök kubbeyi yarattı; sular ve

Sema birbirinden ayrıldılar, böylece Dünya sakin sularla çevrili olarak

Yaratıldı, okyanuslar meydana geldi, yeni yaratılanların düzeni

Bozulmasın diye Kaos'un gürültüsü kayboldu ve

Tanrı Cennete Sema, Asuman dedi.

Böylece sabah korosu ikinci gün de şarkılar söyledi.

'Dünya şekillendi ama sularda henüz olgunlaşmamış bir cenin gibiydi;

Dünyanın tüm yüzeyinde büyük, ana okyanus akıyor ve doğurgan,

Üretken bir biçimde küreyi yumuşatıyordu, büyük anayı mayaladı,

Hamile bıraktı, üretici nemle doyurdu; o zaman Tanrı şöyle dedi:

"Gök Kubbenin altındaki sular, bir yere toplanın ve

Kuru kara parçası da meydana çıksın."

Onun bu emri üzerine dağlar yükseldi ve dorukları bulutlara karıştı.

Böylece dağlar tepeler yükselirken çukurlar derinleşti,

Sularla kaplandı; her şeyle birden küre oluşumu başladı;

Bazı yerler kristal duvarlar gibi yükseldi,

Akarsular oluştu. Boru çalmasıyla toplanan ordular gibi,

Uygun yerlerde dalgalar birbirlerini izledi; meyilli yerlerde

Sular hızlı, düzlüklerde yavaş aktılar; kayalar, tepeler

Onları tutamadı; sular yeraltında ya da üstünde

Kendilerine hep akacak bir yol buldular ve bazı yerlerde

Derin kanallar oluştu; Tanrı karaların kuru kalmasını

Emredene kadar. Akarsular yataklarında akıyor ve çevrelerini

Suluyorlardı. Tanrı kuru yerlere kara, sulu yerlere

Deniz adını verdi; bunun güzel olduğunu gördü ve

"Karalarda yeşil otlar büyüsün, otlar tohum, ağaçlar meyve versin,"

Buyurdu. Bu emir verilir verilmez Dünya üzerinde daha önce kupkuru,

Çorak olan karalar yeşilliklerle kaplandı; her yerde çimenler yetişti,

Rengarenk çiçekler, güzel kokular; kapladı her yanı, sarmaşıklar

Etrafı sardı, sazlar, kamışlar, mısırlar bitti sulak topraklarda;

Sonra gül çıktı topraktan ve büyük ağaçlar dallarını etrafa yaydılar,

Önce tomurcuk ve sonra meyvelerini verdiler, dağlar tepeler ormanlarla

Kaplandı, vadiler, pmar başları yemyeşil oldu, nehirler akmaya başladı;

Dünya şimdi Tanrıların yaşadığı Cennete benzedi; ama Tanrı Dünya

Yüzüne yağmur göndermemişti henüz ve toprağı işleyecek insan yoktu

Daha, ama topraktan yükselen nem etrafı ıslatıyordu ve Tanrının

Yarattığı toprakta bitkiler bu nem sayesinde yeşerip büyüdüler.

Tanrı gördüğü manzaradan hoşlandı ve böylece üçüncü gün başladı.

'Yüce Tanrı şöyle dedi, "Gök Kubbedeki ışıklar gündüz ve geceyi

Birbirinden ayırsınlar, bu şekilde günler, mevsimler ve yıllar oluşsun;

Gökyüzündeki kaynaklardan da Dünyaya ışık gelsin," ve emri yerine

Getirildi. Tanrı sonra iki büyük ışık kaynağı yarattı, büyük olan gündüz

Daha çok, Gece az ışık verecekti; sonra yıldızlan yarattı ve onları

Gökyüzüne yerleştirdi, onlar da dünyayı aydınlatacak, geceyle gündüzü

Birbirinden ayıracaklardı. Tanrı yarattıkları nı baktı ve beğendi onları,

Güneş sonsuza kadar yanacak, her yeri ısıtacaktı; sonra Ay ve yıldızlar da

Yararlı olacaktı Dünyaya, Gök Kubbe yıldızlarla kaplandı. Güneşin

Çevresine hareket halinde gezegenler yerleştirdi Tanrı, sabah yıldızı

Güneşten ışık alıp parlayacaktı. Ama onların ışıkları yeryüzünden yine

Sönük görünecekti. Doğuda ilk önce o muhteşem parıltı göründü, tüm

Ufuk parlak ışınlarla donandı, sonra Gökyüzü aydınlandı

Ve Peliades Tanrının önünde dans etti. Ay daha az parlaktı

Ama aynasını batının ters yönüne çevirmiş, bütün yüzüyle ondan

Alıyordu ışığım, çünkü diğer cephesinde ihtiyacı olan ışık yoktu

Ve gece gelene kadar o mesafeyi tuttu; sonra doğuya döndü ve parladı,

Gökyüzünün büyük ekseninde ve etrafında binlerce daha küçük ışık

Vardı, yıldızlardı bunlar; sonra dördüncü günün sabahı ve akşamı oldu.

'Sonra Tanrı, "Sularda sürüngenler, balıklar üresin, onlar da yaşasın,"

Buyurdu. "Sonra gökyüzünde kuşlar üresin, kanatlanıp uçsunlar." Tanrı

Daha sonra balinaları ve yaşayan her yaratığı yarattı, karada ve denizde

Ve havada. Onları sevdi ve kutsayarak, "Yüzenler çoğalın, denizleri,

Gölleri ve akarsuları doldurun, kümes hayvanları da üresinler, artsınlar

Karada." Bu emirden sonra bütün sularda yüzgeçleri, pulları parlayan

Balıklar ürediler, arttılar, sürüler halinde yüzmeye başladılar, diğer

Hayvanların saYılan da artmaya başladı, bir yandan yosunlar çoğalıp

Denizleri yeşil yaparken, kabuklular da üredi, sedef kabukları içinde,

Kayaların altında; gıda aradılar; denizlerde foklar ve yunuslar oynuyor,

Koca vücutlarıyla neşeleniyorlardı. Yaşayan yaratıkların en büyüğü

Balinalar dağ gibi vücutlarıyla denizlerde yüzüyor.

Uyuyorlardı, deniz suyunu içlerine çekip sonra fışkırtıyorlardı.

Kıyılarda, ılık mağaralara giriyor, yavrularını doğuruyorlardı ve bu yavru

Balinalar da çok geçmeden hareketleniyor, kıYılan küçümseyip engin

Denizlere açılıyorlardı. Başka yerlerde kartallar ve leylekler uçuşuyor,

Kayaların ve sedir ağaçlarının üstüne yuvalarını yapıyorlardı. Bazıları

Havada rasgele uçuşuyor, bazıları kendilerine av arıyorlardı, bazen

Sürüler halinde toplanıyor, denizlerin üzerinden başka diyarlara

Uçuyorlardı; dikkatli turnalar rüzgarlarla birlikte yıllık seyahatlerine

Çıkıyor, uçuyorlardı. Küçük kuşlar ormanlarda öterek daldan dala

Konuyor, rengarenk kanatları çırpıyorlar, bülbüller bütün gece

Şakıyorlardı; diğer kuşlar gümüş gibi parlak göl ve nehirlerde

Göğüslerini yıkar: beyaz kanatlan ve uzun eğik boynuyla mağrur

Kuğular göllerde yüzerler, ama bazen uzun kanatlarıyla havalanır,

Sular yerleri bırakıp gökyüzüne çıkarlar. Bazıları yerde dimdik

Yürür—ibikli başları mağrur, sessiz saatlerde öterler, yıldız gibi

Parlak gözleri ve renkleriyle Tanrının hoşuna giderler. Böylece

Sularda balıklar, havalarda kuşlar çoğalırken beşinci günün

önce sabahı, sonra da akşamı oldu ve gün sonu erdi.

Yaratılışın son günü olan altınca gün, akşam harpları ve

Sabahla başladı; o zaman Tanrı şöyle konuştu: "Yaşayan bütün

Hayvanlar, büyük küçük başlar, sürüngenler, hepsi Dünyada

Toplansınlar." Dünya bu emre uyarak kucağım tüm canlılara açtı,

Büyük küçük tüm yaşayanlar orada toplandılar. Toprakta yaşayanlar

İnlerinden, ormanlardan, çalılıklardan çıktılar—ağaçlar arasında çift

Olarak ilerlediler: yeşil ovalarda sürüler halinde, bazıları da tek

Başlarına dolaşırlardı, bunlardan büyük sürüler doğdu. Yeşil

Çayırlarda buzağılar doğdu; sonra aslanlar çıktı ortaya, kaplanlar

Göründü, toprak altından köstebekler çıktı meydana, yeryüzündeki

Su aygın gibi büyük hayvanlar etrafta dolaşmaya başladılar,

Hipopotamlar ve timsahlar da göründüler. Sürüngenler ve

Böcekler canlandılar, yaşamaya başladılar. Bazıları oynak

Uzuvlarını kanat gibi oynattılar, bazılarının yüzünde aynı yaz gururu

İfadesi görülüyordu, altın sarısı, mor ya da yeşil renkte; bazıları

Yerlerde Yılan kavi izler bırakıyordu; hayvanların hepsi doğanın

Küçük yaratıkları değildi elbette; bazı Yılan türleri çok iri ve uzundu,

Hatta bazılarında küçük kanatlar vardı. Daha sonra nesilleri tükenecek

İri hayvanlar doldurdu yeryüzünü. Sonra eşini besleyen ve balmumu

Hücreleri balla dolduran dişi arının vızıltıları duyuldu. Bütün canlıların

SaYılanm ve türlerini burada saymak mümkün değil; ama kurnaz ve

Sinsi yılan bilinir, bazen çok büyük olur, parıldayan gözleri vardır,

Ama sana zarar vermez ve senin sesine itaat edecektir.

'İşte Büyük Yaratıcının ilk hareketini verdiği

Gökyüzü böylece parıldadı ve Dünya süslü ve gösterişli

Kisvesiyle oluşumunu tamamladı ve o güzel tebessümünü

Gösterdi; havada, sularda ve toprakta hareket başladı,

Her çeşit hayvan yürüyüp koşmaya, yüzmeye ve uçmaya başladı;

Ama altıncı Gün henüz bitmemişti Yüce Yaratıcının hâlâ

Yapılacak işleri vardı diğerleri gibi vahşi ve başı yere

Yakın olmayan ama mantığı, aklı bulunan bir başka

Yaratık doğrularak doğacaktı Dünyaya; dik duracak, berrak, sakin

Yüzüyle diğer canlıları yönetecek, kendini bilecek,

Tanrı emirlerine uyacak ve minnettar olacaktı Ona; kalbi, sesi ve

Gözleriyle kendini Tanrıya verecek, onu tüm yarattıklarının

Başına koyan Yüce Yaratıcıya tapacaktı. Bu nedenle

Her yere yetişen Yüce Tanrı (O nerede yoktu ki?) Oğluna şöyle dedi:

'insanı kendi imajımıza göre yaratalım, bize benzesin,

Suretimiz olsun, Karada, havada ve denizlerde bütün

Hayvanları, kuşları, balıkları ve de yerlerde sürünen tüm sürüngen

Yaratıkları yönetsin." Sonra Taun seni yarattı Âdem, Ey insanoğlu,

Seni topraktan yarattı Tanrı ve burnundan hayat soluğunu verdi sana;

Kendi imajını verdi ve sen de yaşayan bir ruh oldun. Seni erkek olarak

Yarattı Tanrı ve ırkının üremesi için sana dişi bir eş de verdi;

Ve sonra şöyle dedi: "Üreyin, çoğalın ve Dünyayı doldurun, ona

Hükmedin, karada, denizde ve havada hayvanları kontrol altında tutun,

Dünyada hareket Eden her canlı sizin emrinizde olsun." Bu yaratılış olayı

Her nerede olduysa (Çünkü bunun nerede olduğu bilinmiyor) seni bu çok

Güzel koruya getirdi, Tanrı ağaçlarıyla dolu bu bahçeye getirdi ve onların

Tüm meyvelerini gıda olarak sana bahşetti. Burada topraktan yetişen her

Türlü gıda var; Fakat üzerinde iyilik ve kötülük meyveleri olan ağaca

Yaklaşamaz, onun meyvelerinden yiyemezsin; onlardan yediğin anda

Ölürsün. Bunu yapmanın cezası ölümdür; çok dikkatli ol ve iştahına

Dikkat et, yoksa günah işler ve bunun cezası olan Ölüme razı olursun.

işte,Yüce Tanrı böylece işini tamamladı ve yarattıklarını gözden

Geçirdi, ve bak! her şey çok güzel. Böylece altıncı günün de sabah ve

Akşamı tamamlandı; Ama Yüce Yaratanın işleri ancak Göklerin

Üstündeki Cennette bulunan tahtına çıkarak oradan yarattıklarına bakınca

Tamam olacaktı, baktığı yerden her şey, her yaratık güzel görünüyordu,

İstediği gibi olmuştu her şey. Yüce Tanrı yukarı doğru uçarken

Arkasından bir alkış tufanı koptu, on bin harp Meleklerin müziğini

Çalmaya başladı Ona; bu sesler ve müzik dünyada ve gökyüzünde

Yankıları dı, her yana yayıldı (hatırlarsın, sen de duydun bu sesleri),

Göklerde tüm yıldızlar, takımyıldızlar, gezegenler bu mutluluk

Şarkılarım, Müziğini dinlediler. "Açın ebedi kapılarınızı," diye şarkılar

Söylediler; "Ey Gökyüzü, Cennet, yaşayan kapılarınızı açın; altı günde

Muhteşem çalışmasını tamamlayan, Dünyayı yaratan

Yüce Tanrıya açın kapılarınızı; Tanrı bundan sonra

Lütfedip dürüst insanların meskenlerini sık sık ziyaret

Edecek ve kanatlı meleklerini gönderecek onlara."

Böylece Cennet bu şarkılar arasında kapılarım açtı ve Tanrı tozlan altın

Olan yoldan ebedi evine doğru ilerledi, bu yolun kaldınmları yıldızlardı,

Geceleri gökyüzünde görünen Samanyolu idi. Şimdi Dünyada, Eden'de

Yedinci akşam oluyordu, çünkü güneş battı ve doğudan

Alacakaranlık geldi. Tanrının yüksekte ebediyen duran tahtına

Tanrının Oğlu Geldi ve Onun yanına oturdu; O da görünmez

Olmuştu, ama orada kaldı ve takdir edildi,

O da yapıları lara yardımcı olmuştu ve şimdi, yedinci günde dinleniyordu;

Ama harp müziği susmadı, devam etti, tüm diğer müzik aletleri de

Çalmaya devam ettiler, korolar şarkılarım sürdürdü; altın

Buhurdanlıklardan yükselen tütsüler, buhurlar Dağı gözlerden gizlediler.

Melekler Yaratılış ve altı gün şarkılarını sürdürdüler:

"Sen büyüksün Yehova, Senin gücün sonsuzdur;

Seni kim ölçebilir, hangi dil anlatabilir; şimdi dönüşünde dev-

Meleklerden çok daha büyüksün, güçlüsün, o gün Senin şimşeklerin daha

Müthişti; ama yaratmak yaratılanı mahvetmekten çok daha büyük bir iş.

Sana kim zarar verebilir Yüce Tanrı, imparatorluğunu kim sınırlayabilir?

Sana inanmak istemeyen Ruhları kolayca yendin,

Kovdun Cennetinden onlar seni yok etmeyi düşünürken,

Sana tapanların bir kısmı senden ayrılıp gittiler.

Seni amaçlarına göre kullanmak isteyenler Senin gücüne

Tanık oldular; Sen onların kötülüklerini kulları arak bundan iyilikler

Çıkardın. Yeni bir Dünya yarattın, Cennetin kapışma yakın bir başka

Cennet getirdin, cam gibi şeffaf bir gökyüzü, parlayan bir deniz yarattın;

Sayısız yıldızlı bir gökyüzü ve belki de yaşam kaynağı olacak dünyalar;

Ama Sen onların mevsimlerini, sürelerini iyi biliyorsun; dünyayı

Denizlerle çevrili çok güzel, harika bir yaşama yeri olarak yarattın.

Kendi imajında yarattığın insanoğlu orada mutlu yaşayacak, Tanrıya

Tapacak ve bunun karşılığında karada, denizde ve havada her şeye hakim

Olacak; Tanrı’ya tapanlar üreyecek, çoğalacaklar, mutluluklarını takdir

Ederek doğru yoldan ayrılmazlarsa üç kat mutlu olacaklar."

İşte böyle devam ettiler şarkılarına Melekler ve gök kubbe onların

Sesleriyle çınladı, yankıları dı: böylece Sebt Günü kutlandı. Sanırım

Şimdi senin bu Dünya ve yaşamların nasıl başladığına dair sorun

Cevaplanmış oldu; ve senden üreyecek nesiller de bunu senden

Öğrenecek; eğer bunu yapmaktan, anlatmaktan vazgeçmezsen tabii.'

KİTAP VIII

ÖZET

Âdem'in semavi olaylarla ilgili sorularına verilen yanıtlar şüphelidir ve bu konuların daha ciddi şekilde araştırılmasını, bilgi edinilmesini teşvik eder. Âdem onun anlattıklarına razı olur ama yine de Raphael'i tutmak ister ve kendi yaratılışından sonra olanları ona anlatır: Cennete yerleştirilişini, yalnızlık ve uygun toplumla ilgili olarak Tanrı ile konuşmasını; Havva ile ilk karşılaşmasını ve evliliğini nakleder ona. Melek onu dinler ve öğütlerini, uyarılarını bir kez daha tekrarladıktan sonra ayrılır onun yanından. 

Melek sözünü bitirdi ama söyledikleri Âdem'in

Kulaklarına o kadar hoş geldi ki onun hâlâ konuştuğunu

Düşündü, dikkatle dinledi onu; sonra toparlandı ve şöyle dedi:

'Sana bunları anlattığın için nasıl teşekkür edeceğimi

Bilemiyorum kutsal Tarihçi, benim merak ettiklerimi yeterince

Açık olarak anlattın, tatmin ettin beni, bunları başka türlü ~

Öğrenmem mümkün değildi sanıyorum, şimdi bunları

Öğrenince sevindim ama aynı zamanda da şaşırdım,

Yüce Yaratıcıya sevgim saygım daha da arttı.

Fakat kafamda hâlâ kuşkulu bir şey var ve bunu da ancak sen

Çözebilirsin. Cennet ve Dünyadan oluşan bu evrene baktığımda,

Onların büyüklüklerini tahayyül ediyorum—gök kubbedeki tüm bu

yıldızlar gibi Dünya da sadece bir nokta, küçük bir yer

Bu anlaması güç boşlukta bu karanlık dünyayı aydınlatıyorlar,

Gündüz ve gece oluyor, çoğu zaman Doğanın nasıl bu kadar

Yetenekli ve zengin olabildiğini düşünüyorum, Tanrı

Bu kadar bolluğu nasıl yarattı bizim kullanmamız için,

Gökyüzündeki bu hareketler her gün tekrarlanıyor,

Dünya da kendi çapında katılıyor bu harekete ve

Işıkla ısı alıyor hem de akıl almayacak bir hızla.'

Atamız böyle konuştu ve bunları söylerken yüzünde

Büyük bir merak ifadesi olduğu görüldü; onların gerisinde

Ama görecek şekilde oturan Havva yerinden kalktı ve meyveleriyle

Çiçeklerine bakmaya gitti; onlar onun geldiğini görünce açıldılar,

Canlandılar ve onun elinin değmesinden sonra büyüdüler.

Ama onların konuşmalarından pek hoşnut kalmamış gibiydi;

Bunları Âdem'den duymak istiyordu, sadece o dinlemeliydi onu;

Merak ettiklerini kocasından öğrenmeyi yeğlerdi, ona istediğini

Sorabilirdi; Âdem'in konu dışı sözleri de karıştırarak kendisine

Her şeyi evlilik bağlarına uygun şekilde aktaracağım

Biliyordu Havva; sadece Âdem'in dudaklarından çıkan

Sözler değildi onu, mutlu eden. Ortak sevgi ve onurla birleşen çiftlerin

bir arada olması çok güzel bir şeydi. Havva tanrıça

Tavırlarıyla ilerledi ve yalnız başına yürüdü,

Gözlerinde büyük arzu kıvılcımları parlıyordu. Ve Raphael Âdem'in

Şüphelerini gidermek ve ona iyilik etmek için kolayca şöyle cevap verdi:

'Senin merak ettiğin konulan öğrenmek istediğini biliyor

Ve bunun için ayıplamıyorum seni; Cennet senin önünde Tanrı Kitabı

Gibi açılmıştır, Onun muhteşem işlerini okuyabilir, mevsimleri, saatleri 

Ya da günleri, aylan ve yılları öğrenebilirsin. Eğer doğru hesap edersen 

Cennetin ya da Dünyanın hareket edip etmediği önemli değildir;

Gerisini Yüce Yaratan İnsan ya da Melek herkesten gizlemiştir,

Gizeminin takdir edenlerce de araştırılmasını istemez.

Eğer onlar tahminlere yönelirse Onun Cennet konusu onların

Tartışmalarına kalır ve Tanrı onların tahminlerine sadece gülüp

Geçecektir, Cennetin modelini çıkarmak ya da yıldızları saymak

İsterlerse; onlar bu muazzam çerçeveyi, yapıyı

Nasıl kullanabilir, nasıl inşa edildiğini, yıkıldığını, kurulduğunu

Anlayamazlar; gök kubbenin nasıl kuşatıldığını, tüm bu merkezi ve

Eksantrik hareketleri, dönüşleri, devirleri, küçük daireleri ve küreleri

Anlayamazlar. Sanırım senin mantığına göre üremek de anlaşılması güç

Konu ve parlak ve büyük vücutlar daha az parlak olana hizmet etmemeli,

Gök kubbe ve Dünya hareketsiz kalmalı ve her şeyden sadece o

Yararlanmalı; her şeyden önce farz et ki büyük ya da parlak olandan

Mükemmel sonuç çıkmıyor; Dünya gök kubbeyle kıyaslandığında çok

Küçük, parlamıyor ama parlayan güneşten daha katı ve sağlam, daha çok '

Meyve veriyor. Ama o parlak ışıklar Dünyaya değil, onun üzerinde

Yaşayan sana yarıyor. Ama bırak da gök kubbenin, Cennetin genişliği,

Boşluğu konuşsun onu yaratan Yaratıcının muhteşem gücü hakkında;

İnsanoğlu kendinin olmayan bir yerde yaşadığını

Ve bu yerin onun dolduramayacağı kadar büyük olduğunu bilebilir;

O sadece küçük bir bölümde yaşıyor ve gerisi Tanrının

Bildiklerine tahsis edildi. O sayısız varlıkların hızı ve çevikliği

Yüce Tanrı tarafından verildi onlara, onların bedeni

Varlıklarına nerdeyse ruhani hız ilave edildi.

Sen benim de hızlı olduğumu düşünüyorsun, çünkü

Tanrının olduğu yer olan Cennetten sabah saatinde çıktım

Ve Eden'e öğle vakti vardım ki bu mesafe rakamla ifade edilemez.

Ama Cennette hareketler böyledir, senin hayalin için fazla hızlı olabilir;

Çünkü sen Dünyada yaşıyorsun. Tanrı kendi davranışlarını insan

Duygulan dışında tutmak için Cenneti Dünyadan görülemeyecek kadar

Uzağa yerleştirdi, hata ederek günah işlemesin diye. Güneş Dünya ve

Diğer yıldızlar için merkez olur da onlar onun çevresinde dans ederlerse

Ne olur? Onların yörüngeleri bazen yüksek, bazen alçak olur, bazen i

İlerler, bazen gerilerler, ya da hareketsiz kalabilirler;

Sabit görünmesine rağmen yedinci gezegen olan Dünya

Gözle görülemeyecek şekilde üç farklı hareket yapıyorsa ne olur?

Birçok küre meyilli hareketler, sapmalar yapar ve Güneşe değişik

Yüzlerini verirler ve gök kubbedeki tüm hareketler çıplak gözle

Görülmez; Dünyanın bir yüzüne Gün doğarken diğer yüzüne Gece

Karanlığının çökmesini kolay anlayamazsın. Güneşin ışığı şeffaf

Havadan geçerek gece vakti Dünyayı aydınlatan Ayı da gündüz vakti bir

Yıldız gibi aydınlatır orada da su, topraklar ve yaşayanlar olsaydı, Dünya

Gibi olacaktı Ay da. Gördüğün bulutlar yağmur getirir ve yağmur,

Yumuşak toprakta bitkilerin, meyvelerin yetişmesini sağlar, çoğu canlı

Yer bunları; belki bizimki gibi başka Güneşler ve Aylar da vardır, onlar

Erkek ve dişi ışınlar gönderirler ve iki büyük seks Dünyayı canlandırır,

Başka kürelerde de belki hayat vardır ve oralarda da yaşam devam ediyor

Olabilir. Doğada bu kadar büyük, geniş olan ve üzerinde yaşam

Bulunmayan, boş çöllerden ibaret yerler vardır, sadece parlarlar ama

Başkalarını aydınlatmazlar; onların ışıkları canlıları n yaşadığı bu

Dünyaya kadar ulaşmaz ve Dünya da ışıklarım onlara geri göndermez.

Fakat ne olursa olsun—ister gökyüzünde egemen olan Güneş Dünya

Üzerine doğsun, ister Dünya Onun üzerine; ister Güneş alevli yoluna

Doğudan başlasın, ister batıda sessizce batarak yaşayanlara uyku

Getirsin—sen düşüncelerini gizli konularla bulandırma;

Bunları yukarıdaki Tanrıya bırak; sadece ona hizmet et ve kork ondan.

Nereye yerleşmiş olursa olsun Tanrı diğer yaratıkları da seviyor, sen de

Yönetimi Ona bırak; sana verdiklerine şükür et, bu Cennet ve güzel eşin

Havva için; Cennet senin için çok fazla yüksek, orada neler olduğunu

Sen bilemezsin. Biraz mütevazı ve akıllı ol; sadece kendini ve seninle

İlgili olan konulan düşün; diğer dünyalan, orada nasıl yaratıkların, ne

Şekilde yaşadıklarım düşünme sakın; bu Dünya ve Cennet konusunda

Yeterince bilgi verildi, bu kadarla yetin ve mutlu olmaya çalış.'

Bunları duyunca kuşkularından kurtulan Âdem ona cevap verdi:

Beni ne kadar güzel aydınlattın ey Cennetin Habercisi, saf Melek ve

Anlaşılması zor şeylerden kurtardın, en kolay yoldan yaşamasını öğrettin,

Hayatımın kötü düşüncelerle zorlaşmasına engel oldun, Tanrı da bu tür

Düşüncelerden uzak durmamızı ister zaten, bunlarla uğraşmak, bunları

Düşünmek aslında gerçekten sonuçsuz kalacaktır! bunu yapmak

Avare dolaşmak gibi bir şey, uyarılmak ya da tecrübelerle öğrenmek

Yeterli bizim için, bizimle ilgili olmayanları öğrenmemiz gereksiz,

Günlük yaşamla ilgili konulan öğrenmek yeterlidir; akıllı olmak gerekir,

Daha fazlası pis kokulu dumandır, ya da boşluktur, aptallıktır ve bizi

Hiç ilgimiz olmayan konularla, hazır olmadığımız ama merak ettiğimiz

Boş konularla uğraşmaya iter, boş çabalara yol açar.

Onun için bunları bırakalım da bizim için yararlı olacak

Konularda konuşalım; mantıklı sorarak bir şeyler öğrenebiliriz.

Daha önce başıma gelenleri anlatmaya başlamıştım;

Şimdi her şeyi anlatacağım burada; gün henüz bitmedi;

O zamana kadar anlatacaklarım da biter—cevabını ummasaydım

Anlatmazdım. Burada seninle otururken kendimi

Cennette hissettim, anlattıkların kulağıma hurma ağacının

Meyvesinden daha tatlı geldi, açlıktan susuzluktan daha hoştu;

Bunlar doyurucu, sözlerinde kutsiyet var, insanı rahatlatıyor.'

Cennetten gelen Melek Raphael buna şöyle cevap verdi:

‘Lütuf saçılmış dudaklarına ey İnsanoğlunun Atası,

Açık ve güzel konuşuyorsun; Tanrı sana da büyük lütufta bulunmuş,

Onun imajım sende görmek mümkün; konuşmak da sessizlik de

Yerine göre güzeldir, her sözün, her davranışın bir anlamı vardır.

Biz Cennette de Dünyada yaşayan senin hakkında iyi düşünür

Ve İnsanoğlunun Tanrı ile olan ilişkilerini tartışırız; çünkü görüyoruz ki

Tanrı seni onurlandırdı ve İnsana da sevgisini verdi.

Onun için anlat bana çünkü ben o gün yoldaydım

Cehennemin kapılarına kuvvetlerimle gittim (öyle emir almıştık),

Tanrı işiyle meşgulken düşman ya da casuslarının onu öfkelendirmesini

İstemedik, Yaratılış işi baltalanabilirdi. Aslında

Onun izni olmadan kimse bir şey yapamazdı ve biz de Onun emrine

İtaat ettik. Kasvetli kapıları çabuk bulduk ve kapadık, barikat yaptık;

Fakat oraya varmadan önce içerden şarkı, müzik ve dans sesleri değil de

Acı ve öfke dolu haykırışlar duyduk. Sebt akşamından önce

Memnun bir halde ışıklı kıyılara geri döndük; görevimizi yapmıştık.

Ama şimdi görüyorum ki sen benim sözlerimden mutluluk

Duyduğun gibi, ben de söylediklerini sevdim.'

Onun bu sözlerine İnsanoğlunun Atası şöyle cevap verdi:

İnsan yaşamının nasıl başladığım bir İnsanın söylemesi zor;

Çünkü kim kendi başlarıgıcım bilebilir ki? Seninle daha uzun konuşma

Arzusu beni buna teşvik etti. Uykuya daldığım çiçekli otların üzerinde

Uyandığım zaman terlediğimi gördüm ve bu terler

Güneş ışığında kurudu ve ter kokusu üzerimde kaldı.

Şaşkın bir halde bir süre gözlerimi kaldırıp Cennete,

Boş semaya doğru baktım, sonra içgüdüyle birden kalktım

Dimdik ayakta durdum. Etrafa bakınca tepeler, vadiler, ormanlar

Güneşli ovalar gördüm, akarsuların şırıltısını duydum;

Her yerde hayvanlar kımıldıyor, kuşlar uçuyor, dallarda ötüyorlardı:

Her şey gülümsüyordu; kalbim sevinçle mutlulukla atıyordu,

Çevreyi inceledim, bazen yürüdüm, bazen koştum;

Ama kimdim ben, nerden geldim, bilmiyordum.

Konuşmak istedim, dilim itaat etti bana

Gördüklerimi adlandırmaya başladım.

"Sen Güneşsin, ışık kaynağı," dedim, "Sen aydınlarımış Dünyasın,

Yeni ve mutlu, tepelerin, vadilerin, nehirlerin, ormanların ve ovalarınla,

Ve sizler hareket eden güzel yaratıklar, biliyorsanız söyleyin,

Nasıl geldim ben buraya? Kendim gelmedim, Büyük bir Yaratıcı,

İyi ve büyük bir güç yapmış olmalı bunu. Söyleyin, bana

Bu hayatı veren gücü nasıl görürüm, tanırım, hayranlığım gösteririm

Çok mutlu olduğumu söyleyebilirim?" Böyle konuşarak ilk nefes

Aldığım yerden uzaklaştım, bu mutlu ışığı ilk kez gördüm,

Sorduklarıma cevap alamayınca çiçekli otların üzerine oturdum.

Orada uykum geldi, üzerime yorgunluk çöktü

Yine eski halime döneceğimi, yok olacağımı sandım

Birden rüya görmeye başlayınca yaşadığımı anladım;

Kutsal bir şekil girdi rüyama ve bana şöyle dedi:

"Büyük evin seni bekliyor Âdem; sayısız insanın ilk ataşısın sen,

Ben seni mutluluk bahçene götürmek için geldim, evin hazır."

Bu varlık beni elimden tuttu ve kaldırarak havalarda uçurdu,

Yüksek zirvesi düz olan bir dağdaki ormana götürdü, burada

Çok güzel ağaçlar, kameriyeler, yollar vardı,

Dünyada daha önce böyle güzel yer görmemiştim.

Her ağacın dallarında iştah açan meyveler vardı; koparıp yemek istedim;

O zaman birden uyandım, rüyamda gördüklerimin

Gerçek olduğunu anladım. Ama orada tekrar şaşırdım,

Rüyamda benim rehberim olduğunu söyleyen Kutsal Varlık ağaçların

Arasından çıkarak yanıma geldi. Büyük bir huşu ve neşe içinde onun

Ayaklarına kapandım. O geriye çekildi ve yumuşak bir sesle,

"Beni kim sanıyorsun, etrafında gördüklerinin Yaratıcısı mı?" diye

Konuştu, "Bu cenneti sana veriyorum, onu sen kabul et ve

İçindeki meyveleri ye; bu bahçedeki tüm meyveleri rahatça

Yiyebilirsin—burada yokluktan asla korkma; ama senin itaat edip

Etmediğini, inancını taahhüt etmek için buraya diktiğim

İyi ve kötü Bilgi ağacına dikkat et, bahçede Hayat Ağacının

Yanmdaki ağaç o, seni uyardığımı unutma, o ağacın meyvesini sakın

Yeme, daima kaçın bundan, o ağacın meyvesini yediğin gün

Benim emrime karşı gelmiş olur ve ölürsün, bu günden itibaren

Bir fanisin sen ve o zaman bu mutlu halini kaybedecek,

Büyük acıların dünyasına göçeceksin." Onun bu sözü içime

Korku saldı, ama böyle bir şey olamazdı; ama çok geçmeden

Onun net görünüşü ortaya çıktı ve amacını yineledi:

"Sana sadece bu kısıtlı güzel yeri değil, seninle beraber tüm

Irkına bütün Dünyayı veriyorum; Dünyanın her yerinde,

Denizlerde ya da havada yaşayan hayvanlar, balıklar

Kuşlar şenindir. Gördüğün her hayvan ve kuş türü üreyip çoğalacak;

Onları sana getireceğim ve adlarım sen koyacaksın,

Sana itaat edecekler, sadık olacaklar. Sularda yaşayan

Balıklar için de geçerli bu. Ama onları sudan

Çıkaramam, çünkü havada yaşayamazlar." Onun bu sözlerinden sonra

Tüm hayvanlar çifter çifter gelip boyun eğdiler;

Kuşlar onun kanadına konarak aynı şeyi yaptılar. Onlar önümden

Geçerken ben hepsine isim verdim ve ne olduklarım anladım;

Bu bilgiye sahip olunca Tanrı benim endişemi anladı.

Ama tüm bunlar olurken ben ne istediğimi hâlâ anlamamıştım

O zaman bir şeyler tahmin ederek Semavi Varlığa şöyle konuştum:

'"Ben seni hangi adla—çünkü sen bunların hepsinin üstündesin,

İnsanoğlunun Yaratıcısısın, insanlardan da üstünsün, ben sana ne ad

Vereyim—çağırayım, ey bu Evrenin Yaratıcısı, Sen bana

Her şeyi bu kadar bol verdin, ne ad vereyim sana?

Ama tüm bunları benimle paylaşacak kimse yok.

Yalnızlıkla mutluluk olur mu? Kim yalnız başına mutlu bir hayat

Yaşayabilir?" O zaman benim endişemi gören o parlak

Vizyon daha da parlak bir gülümsemeyle şöyle dedi:

"'Sen buna yalnızlık mı diyorsun? Dünya bir sürü canlı varlıkla,

Temiz havayla dolu değil mi, onlara istediğin gibi kumanda

Edemiyor, oynayamıyor musun? Onların davranışlarını,

Dillerini bilmiyor musun? Onlar senin altında, onlara

İstediğini yaptırabilirsin, senin krallığın zaten çok büyük."

Evrenin Hakimi böyle konuştu ve emretti. Ben ne

Söyleyeceğimi bilemedim ve Ona şöyle cevap verdim:

'"Sözlerim sana karşı gelmek anlamına gelmesin sakın

Yüce Yaratan; sen lütfedip beni burada senin temsilcin yaptın,

Tüm bu yaratıkların üstünde bir varlık

Olarak yarattın, değil mi? Tüm bu değişik canlıların

En üstüne koydun beni. Eşit olmayanlar arasında nasıl bir toplum

Kurulur, nasıl uyum sağlanır bilmem? Almak ve vermek konusunda

Eşit olmak gerekir, ama eşitlik olmazsa bir taraf güçlü,

Diğeri zayıf kalır ve bundan da sıkıcı bir durum çıkar ortaya.

İnsan tüm güzellikleri biriyle paylaşmalı ama hayvanla

Arkadaşlıkta olmaz bu. Erkek aslan ancak dişi aslanla mutlu olabilir;

Sen de onları çiftler olarak yarattın; kuşlar diğer hayvanlarla,

Ya da balıklarla arkadaş, eş olamaz, sığır da maymunla;

O halde insanın herhangi bir hayvanla eşleşmesi mümkün değildir."

Yüce Yaratan o zaman oldukça memnun oldu

Şöyle cevap verdi bana: "Görüyorum ki kendin için güzel

Mutlu bir beraberlik istiyorsun, sana arkadaş olarak gönderdiğim

Yaratıklarla bunun olmayacağı belli. O zaman senin

İçin ne yapmamı istiyorsun, ne düşünüyorsun bu konuda?

Ben ebediyen yalnızım, benim tek başıma mutlu olabileceğime

İnanmıyor musun sen? Çünkü ben bana benzeyen,

Benimle eşit olabilecek başka bir varlık tanımıyorum,

Bilmiyorum. O halde ben yarattığım ve senin de altında olan

Tüm bu varlıklardan başka kiminle konuşabilirim?"

'O sustu ve ben sıkılarak cevap verdim Ona:

"Ey Yüce Güç, insan zekası senin ebedi yollarını anlamak için

Yetersizdir; Sen mükemmelsin ve sende hiçbir kusur bulunmaz;

Ama İnsan böyle değil, kendi benzeriyle konuşma

Arzusu var ve bunu yaparsa hata, günah işlemekten kaçınabilir.

Sen zaten sonsuzsun ve üremene gerek yok, Sen Teksin,

Yüce Tanrısın, ama İnsanoğlu neslini devam ettirmek için üremek

Zorunda, bu nedenle bir eşe ve sevgiye ihtiyacı var.

Sen tek başına kendine yeterlisin, başkasıyla konuşmaya

İhtiyacın yok, Sen böyle mutlusun ve yarattığını istediğin gibi yükseltir,

Birleştirebilirsin, çoğaltabilirsin; ben konuşarak o yaratıkları ayakları 

Üstünde dik tutamam ve onlar zaten kendi hallerinden memnunlar."

Böylece cesur ve rahat konuşabildim ve kabul gördüm ki

Yüce Yaratıcı, Kutsal Varlık bana hemen Kutsal Sesiyle cevap verdi:

'"Şimdiye kadar seni denedim ve memnun oldum Âdem,

Şimdi biliyorum ki sen isim verdiğin hayvanlardan değil,

Kendi türünden birini istiyorsun eş olarak. Bunu açık bir şekilde

İfade ettin bana. Benim imajım hayvanlara verilmedi,

Bu yüzden onlar sana eş olamaz, onlardan hoşlanmaman çok doğal;

Ben seninle konuşmadan önce de İnsanın yalnız kalmasının iyi

Olmayacağını biliyordum ve diğer yaratıklardan birini de sana

Zaten layık görmedim, sadece senin bu konuda ne

Düşündüğünü bilmek istedim, denedim seni.

Ama sana vereceğim eşten hoşlanacağına eminim, sana benzeyecek,

Senin diğer yarın olacak o ve kalbinin arzu ettiğine kavuşacaksın."

'Yüce Tanrı sustu ya da ben başka bir şey duymadım; Onun semavi

Gücü altında yapıları bu konuşma sona ermişti ve ben o konuşmanın

Etkisiyle şaşkındım, üzerime büyük bir yorgunluk çöktü, bir yere

Oturdum, uzandım ve birden uykum geldi, sanki Doğa bana yardımcı

Oluyordu ve ben gözlerimi kapadım. Benim gözlerimi O kapadı ama

Hayal ya da düş gücümü, iç görüşümü açık bıraktı; böylece trans halinde

Soyut ortamda bir şeyler görüyorum sandım; yattığım yerde uyurken

O Parıltılı Şeklin önünde ayakta durduğumu gördüm, O üzerime eğildi,

Sol tarafımı açarak oradan bir kaburga kemiğimi çıkardı; kemik sıcaktı

Kanlıydı; yaram büyüktü ama birden o boşluk doldu, yara kapandı

İzi kalmadı. Yüce Yaratan kemiğimi elleriyle şekillendirdi,

Kemik onun elinde insan benzeri bir yaratık oldu, sonra güzel

Farklı cinsiyette ve dünyadaki tüm diğer yaratıkları gölgede bırakan

Güzellikte bir İnsan haline geldi ve o anda kalbime o zamana kadar

Duymadığım bir sıcaklık, bir sevgi dolduğunu hissettim

Aşk perisi beni hemen etkiledi, esir aldı. Sonra bu imaj kayboldu

Bir süre karanlıkta kaldım; onu bulmak için uyandım,

Ya da onun kaybından büyük acı duyacak, tüm zevklerden

Vazgeçecektim; ama onu biraz ilerde, rüyamda gördüğüm gibi gördüm,

Dünyanın ve Cennetin tüm güzelliklerini üzerinde toplamıştı.

Görünmeyen Yaratıcısının yanında, onun sesine uyarak yaklaştı,

Kutsal evliliğin tüm gereksinmelerini de öğrenmişti.

Gözlerinde Cennet parıltısı, adımlarında zarafet vardı, her davranışı

Asalet, sevgi doluydu. Çok mutluydum ve kendimi tutamayıp bağırdım:

'"Bu her şeyi değiştirdi, düzeltti, Sen sözünü tuttun Yüce Yaratan,

Her şeyi veren Tanrım, ama bu hediyen hepsinin üstünde.

Ben şimdi tek bedenimi görür gibiyim; onun adı Kadın ve Erkekten

Çıkarıldı; o ve erkek baba ve ana olacaklar, erkek ona

Bağlı kalacak ve ikisi bir vücut, bir kalp ve bir ruh olacaklar."

'Kadın benim söylediğimi duydu, kutsal, masum ve bakire tavrıyla

Yaklaştı bana, ne yaptığının bilincindeydi, ona kur yapacaktım, hiçbir

Canlıya görünmeden bir araya gelecektik, içimizde arzu vardı—Doğa

İstiyordu bunu ve o bana yaklaştı, beni görünce döndü. Onun

Arkasından gittim; Onurun ne olduğunu biliyordu ve bana itaat etti.

Evlilik bağıyla onu kollarıma aldım, kuşattım, Sabah gibi kızardı; tüm

Cennet o saatte parlayan tüm yıldızlar en seçkin etkilerini gönderdiler;

Dünya bize mutluluk işaretini verdi; Kuşlar neşeyle ötüyordu; serin

Rüzgârlar bunu ormanlara fısıldadılar, onların kanatlarından güzel

Kokular yayıldı her yana, gece kuşu birleşme şarkısı söyledi ve

Tepeden Akşam yıldızına evlilik ışığım yakmasını söyledi.

Böylece sana durumumu anlattım, ne kadar büyük mutluluk

Duyduğumu söyledim ve itiraf edeyim ki her şeyden zevk ala oldum,

Fikrim değişti, içimde şiddet duygusu kalmadı—her güzelliği tatmak,

Görmek, koklamak, meyveleri yemek, yürümek, kuşların melodilerini

Dinlemek istiyorum; böyle bir duygu yeniydi, içimde garip bir karmaşa

Oldu, tüm zevklerin üstünde bir şeydi bu, güzellik karşısında şaşırdım.

Ya da Doğa başarısız oldu bende ve bir yerde desteksiz bıraktı beni.

Doğal bazı alanlarda onun benden zayıf olduğunu biliyorum, ama

Bazı konularda da benden üstün olduğu açık; dış görünüş olarak

Her ikimizi de yaratan Yüce Güce daha az benziyor o ve diğer

Yaratıklar üzerindeki etkimizi daha az hissettiriyor. Ama onun

Güzelliğine yaklaştığımda etkisinde kalıyor, yaptıklarının ya da

Söylediklerinin en akıllıca, en güzel ve en iyi şeyler olduğunu kabul

Ediyorum. Onun yanında bildiklerimi adeta unutuyorum; onunla

Konuşurken sanki zekamı kaybediyor, adeta aptallaşıyorum; onun

Güzelliği yanında akıllı ve asil olduğu da belli, sanki koruyucu

Melek gibi yüzünde insana huşu veren bir ifade var."

Melek yüzünde ciddi bir ifadeyle cevap verdi ona:

"Bunun için Doğayı suçlama, o kendine düşeni yaptı; sen de aklını

Kulları ırken çekingen olma; sen onu bırakmazsan ona en çok muhtaç

Olacağın zamanda o da seni bırakmaz, senin göreceğin gibi kötü

Şeyler düşünerek. Sen neye hayransın, seni ne heyecanlandırıyor

Böyle? Dıştan bakınca ondan çok hoşlandığın, ona hayran olduğun

Ve onu sevdiğin belli oluyor—ona büyük değer verdiğin her halinden

Belli; insanın haysiyeti her şeyden üstündür. Sen onu daha iyi tanıdıkça

O da seni daha çok kabul edecek, gerçekleri anladığını gösterecek,

Sen ondan daha az zeki olduğunu gösterirsen ona, ilerde seni daha

Çok sevecektir o. Ama insanların üremesine yol açan dokunma duygusu

Tüm diğer zevklerin önüne geçerse, bu zevkin hayvanlara da

Verildiğini hatırla; ama İnsanoğlu gerektiğinde bu duyguyu bastırabilir.

Sevmek güzeldir ama hırs ve tutku iyi değildir, gerçek aşkta bunlar

Yoktur. Aşk düşünceleri saflaştırır, inceltir ve kalbi büyütür, mantık

Sağduyu hakim olur, böylece cennet sevgisi çıkar ortaya.

Sadece dünyevi zevk olmaz sevişmek, sana hayvanlar arasında

Eş seçmemenin nedeni de temelde budur işte.'

Âdem bu sözleri duyunca utandı, mahcup bir ifadeyle cevap verdi:

'Onunla birliktelik ve dölleme olayı bana büyük zevk verdi, ayrıca onun

Günlük davranışları, konuşmaları, aşk ve tatlı bir tavırla uysallık etmesi

Harika şeyler, çok hoşuma gidiyor, fikirlerimiz birbirine çok uyuyor.

Ruhlarımız birleşiyor—evli bir çiftin uyumu kulağa geldiğinden daha

güzel. Ama konu bu değil, ben sana içimdeki duygulan açıyorum.

Bazen farklı duygular hissediyorum; ama yine de özgürlük duygusu var

İçimde, en iyiyi uygun buluyor ve onayladığımı izliyorum.

Sevdiğim için ayıplama beni, çünkü aşk bizi Cennete götürür diyorsun,

Bizim için rehber ve yoldur; o zaman bana karşı sabırlı ol,

Sorduğum şey caizse. Cennet Ruhlarında aşk yoksa sevgilerini

Nasıl ifade eder onlar, sadece bakışlar ve görünüşlerle mi, sevgi

Gösterileriyle mi, sanal mı onların sevgileri, yoksa dokunma var mı?'

Bunları duyan Meleğin yüzünde Aşkın gerçek rengi olan Semavi

Pembe kırmızı bir gülümseme parladı ve şöyle dedi Melek: 'Bizim mutlu

Olduğumuzu ve Aşk olmadan mutluluk olmayacağını bilmen yeterli.

Senin bedenin çok temiz ve biz de zirvede hiçbir uzuv engeli olmadan

Zevkimizi alıyoruz; Ruhların kucaklaşması havanın havayla

Buluşmasından, karışmasından daha kolay, saflığın,

Temizliğin saflıkla buluşması bu, saf arzunun yaşanması,

Etin etle ya da ruhun ruhla karışmasında kısıtlayıcı engel olmaz.

Ama artık gitmeliyim, Güneş Dünyanın yeşilliklerini ve adaları terk

Ediyor, batmaya başladı. Güçlü ol, mutlu yaşa ve sev!

Ama her şeyden önce Onu sev ve itaat et Ona;

Özgür iradenle yapmayacağın şeyleri tutkunun sana

Yaptırmasına izin verme; senin ve senden üreyeceklerin içine

Mutluluk da acı da konuyor; dikkat et! Senin sebatlı olman beni

Sevindirecek, kutsayacağım seni. Sıkı dur, düşmek ya da ayakta kalmak

Senin kararlarına bağlı. İçten iyi olursan hiçbir dış yardım gerekmez

Tüm kötülük eğilimleri senden kaçar, uzaklaşır.'

Melek bunları söyleyerek kalktı ve Âdem saygıyla izledi onu:

'Selametle git Cennet Misafiri, hayran olduğum Yüce Tanrıdan gelen

Ruhani Haberci. Bana karşı çok iyi oldun, tenezzül gösterdin

Her zaman minnettarlıkla anılacaksın. Yine de İnsanoğluna

Her zaman iyilik et ve sıkça dön aramıza.'

Böylece birbirlerinden ayrıldılar ve Cennetten gelen Melek

Gökyüzüne doğru yükselirken Âdem de konağına doğru gitti.

KİTAP IX

ÖZET

Şeytan çeşitli kurnazlıklar, hileler düşünerek Dünyanın çevresini dolaşır ve gece vakti duman gibi Cennete süzülür; uyuyan Yılan ın içine girer. Âdem ve Havva sabah olunca işlerine bakarlar, Havva değişik yerlerde çalışmalarını tavsiye eder; Âdem buna razı olmaz ve düşmanlarının Havva'yı yalnız bularak zarar verebileceğini söyler. Ama Havva kendi gücünü kanıtlamak ister ve ayrı çalışmalarında ısrar eder; Âdem sonunda kabul eder onun isteğini. Yılan Havva'yı yalnız bulur ve gizlice yanına yaklaşarak önce seyreder, sonra tüm diğer yaratıklardan üstün olduğunu söyleyerek över Havva'yı. Havya onun konuşmasını duyunca onun insan gibi konuşmayı nasıl ve ne zaman öğrendiğini sorar; Yılan ona bahçedeki bir ağacın meyvesinden yiyerek hem konuşma öğrendiğini, hem de mantık sahibi olduğunu söyler. Havya ondan kendisini o ağaca götürmesini ister ve oraya gidince bunun yasak olan Bilgi Ağacı olduğunu görür; Yılan bütün inandırıcılığını kulları ır ve sonunda Havva'yı ikna ederek yasak meyveden yemesini sağlar. Havva meyvenin tadından hoşlanır ve bunu Âdem'e söyleyip söylememe konusunda tereddüt eder; sonunda ona bir meyve götürür ve bu meyveden neden yediğini anlatır. Âdem önce şaşırır ama onu kaybettiğini düşünür ve çok sevdiğinden, onunla beraber yok olmak için yasağa rağmen o da yer meyveden. İkisi de aynı etkinin altında kalırlar; çıplaklıklarını örtmek isterler; sonra ihtilafa düşerek birbirlerini suçlarlar. 

Tanrı ve Meleğin İnsanoğluyla dostça konuşması yok artık,

Hoşgörü de kalmadı, kırsal kesim yiyecekleri de, affedilebilir bir suç

Değil bu. Şimdi bu notlan trajediye dönüştürmeliyim, güven yok,

insanoğlu sadakatini unuttu, suç işledi, itaatsizlik ve isyan etti; Cennet

Artık uzakta ve mutsuz, öfke ve tekdir var, karar verildi, bu olay

Dünyaya acı getirdi, günah, keder ve onun gölgesi Ölüm getirdi.

Üzücü görev ama yine de Truva surlarından kaçan düşmanına

Öfkelenen sert Achilles'in gazabmdan daha kahramanca bir tartışma bu;

Ya da Lavinia'nın kabulleneceği, Tumus'un öfkesi veya Neptune'ün

Hiddeti ya da Yunanlıları ve Cytherea’nın oğlunu

Uzun zaman şaşırtan Juno'dur: eğer gece ziyaretini dilemeden

Yapan semavi efendimden cevap alabilirsem ve uyuklamazsam,

Ya da efendim önceden düşünülmemiş şiirimi kolaylaştırıp ilham

Verirse bana; önce seçimi uzun zaman alan ve geç başladığım bu

Kahramanlık şarkısının konusu hoşuma gittiğinden; doğası savaşa

Neden olmadığından, bundan böyle tek kahramanlık tartışması

Sanılacağından, eski savaşlardaki yağmacı masal şövalyeleri

Taklit edilecek, ya da yarışlar ve oyunlar tarif edilecek,

Eşyalar eğilecek, kalkanlar parlatılacak. Küheylanlar, üstlerindeki

Süslü örtüler, çeşitli süslü koşumlar, muhteşem şövalyeler,

Turnuvalar ve sonra saraylarda verilen ziyafetlerle insanlara

Ya da şiirlere kahramanca adlar verildi. Ben o kadar da usta ve

Çalışkan olmadığımdan tartışmalara girmem, o isimden söz etmek

Yeter bana, ama yaşlarıırsam, hava soğuksa ya da yıllar kanadımı

Islatır ve moralimi bozarsa her şey değişir; her şey benim olacaksa

Olur ama geceleri kulağıma gelenler de etki yapabilir.

Güneş battı ve onun arkasından görevi Dünyaya alacakaranlık

Getirmek olan Hesperus yıldızı da görevini yaptı gündüz ve gece

Arasında, şimdi bir uçtan diğerine Gece yarıküresi ufku peçeledi.

Cebrail’in tehditleriyle Eden'den kaçan Şeytan kötülüğünü artırdı,

İnsanoğlunu mahvetmeye soyundu, bunun kendisine daha çok zarar

Verebileceğini bildiği halde vazgeçmedi kötülük yapmaktan.

Gece vakti kaçtı ve Dünyayı dolaştıktan sonra gece yarısı geri döndü,

Gün ışığına dikkat ediyordu, çünkü Güneşin vekili Uriel onun girişini

Nöbetçi Meleklere haber verdi. Böylece Dünyanın çevresini birkaç kez

Dolaştı, iki kutup arasında dört kez gidip geldi ve sonra Melekleri

Kuşkulandırmadan geri döndü. Cennetin eteklerinde, Dicle'nin

Yeraltına girdiği yerde Hayat Ağacının yanında bir pınar vardı; Şeytan

Nehirle birlikte yeraltına girdi ve sonra kaynakla, sise karışarak dışarı

Çıktı ve gizlenecek bir yer aradı. Eden'den Pontus ve Pool Maeotis

Üzerinden Denizi ve karayı aradı, Ob nehrinin ötesine kadar;

Aramasını Antartik'e kadar sürdürdü; sonra batıya Orontes'ten

Darien'e oradan da Ganj ve Indus'un aktığı topraklara gitti.

Böylece dünyanın her yerini aradı, orada yaşayan canlıları

Kendi işine en çok yarayacak olanları inceledi ve Yılan ın en zeki

Kurnaz sürüngen olduğunu anladı. Düşündükten sonra kendisi için en

Uygun aracın Yılan olduğuna karar verdi, onun içine girdi

Kötü amacına ulaşmak için oraya gizlendi. Yılan çok

Zeki bir sürüngen olduğu için onu orada hiç kimse bulamazdı,

Ama içindeki sıkıntıyı yine de şikayet olarak dışarı akıttı:

'Ey Dünya, Cennete ne kadar benziyor burası, eğer daha önce

Verilmeseydi tanrılara yaraşır bir yerleşme yeri olabilirdi, eskilerden

Çok daha güzel bir yer! Tanrı güzel yerlerden sonra daha kötü bir yer

Yaratmazdı herhalde, değil mi? Dünya Cenneti, çevresinde dönen başka

Cennetler de var parlıyorlar ama işgüzar lambalarını yakmışlar, ışık

Üstüne ışık, kutsal etkili değerli ışınlarım sanki sadece senin üzerine

Doğrultmuş gibiler: Tanrının Cennette merkez olması ve her şeye

Ulaşması gibi sen de tüm kürelerin ışınlarım üzerine çekiyorsun;

Erdemleri kendi üzerlerinde değil, sende görülüyor, otların, bitkilerin.

Hayvanların doğup büyümesine yardımcı oluyorlar, ayrıca İnsana

Duygular ve mantık da verildi, senin çevrende dolaşırken çok hoşlandım;

Her şey hoşuma gitti, tepeler, vadiler, nehirler, ormanlar ve ovalar,

Karalar, denizler ve ağaçlarla taçlanmış sahiller, kayalıklar, inler ve

Mağaralar; ama ben bunların hiçbirinde kendime uygun yer bulamadım,

Etrafta güzel şeyler gördükçe daha çok acı çekiyorum, bana aykırı gelen

Şeylerden nefret ediyorum; iyi ve güzel bana ters geliyor ve Cennette

Daha kötü durumda olacağım. Ama ben ne burada,

Ne de Cennette yaşamak istiyorum, Tanrının emrine girmedikçe,

Kendim de aradığım yüzünden daha az acı çekeceğimi umuyorum,

Ama diğerleri de benim gibi yaparlarsa sonuç benim için daha kötü

Olabilir. Çünkü ben sadece başkalarına zarar vererek acımasız

Düşüncelerimi rahatlatıyorum; onlara acı vermeli, mahvetmeliyim,

Her şey İnsanoğlu için yapıldı, amaç onun mutluluğu ya da kaderi

O halde onun mahvolması için üzülmesi gerek; Tanrının kim bilir

Ne zamandan beri planladığı ve altı günde yarattığını bir günde

Mahvetmek Cehennem Güçleri arasında bana güç ve şöhret

Kazandıracak; ama ben güçlüyüm, onun meleklerinin sayısını bir gece

İçinde yarıya indirdim. O ise intikam almak, beni kahretmek ve

Meleklerinin sayısını tekrar artırmak için şimdi topraktan bir yaratık

Yaratıp aslında bizim olan Cennet nimetlerini ona vermek istiyor.

İstediğini yaptı O, İnsanı, sonra onun için bu muhteşem dünyayı yarattı

Ve onu Dünya efendisi ilan etti, büyük hakaret bu bana! İnsana hizmet

Verecek Melekler ve hayvanlar da verdi ona, onlar uyanık ve tetiktedir ve

Korkuyorum, bundan kaçınmak için gecenin sisinden yararlanıp

Süzülerek her çalının altında Yılan ı aramalıyım, o beni kıvrımları

Arasında saklayabilir, ve ben karanlığı getirmek istiyorum. Rezil bir

Düşüş bu! Eskiden Tanrı ile birlikte olan, en yüksek yerde oturan ben

Şimdi bir vahşi hayvanın kıvrımları arasına gizlenmek isterim,

Hayvanların arasına giriyorum, onlarda vücut buluyorum;

Ama böyle bir düşüşün hırs ve intikam duygusu

Var burada, neler yaptırmaz ki bu? Bu kadar alçalmak iğrenç bir şey.

İntikam önce tatlı geliyor ama sonra geri tepebiliyor ve acı oluyor;

Ama umurumda değil, ne kadar yüksekten düşersem düşeyim

Kıskançlığım artıyor, Tanrının çamurdan yarattığı bu yeni yaratık, bu

İnsandan nefret ediyorum; bunun için kinim devam ediyor.'

Şeytan bunları söyleyerek tüm çalılıkların arasını, ağaç altlarını

Aradı, kara bir sis tabakası gibi sürünerek dolaştı, gece yansı Yılan ı

Bulmalıydı. Bir süre sonra onu bir yerde kıvnlmış uyurken buldu,

Yılan henüz bir mağaraya girmemiş, saklanmamıştı, otların üzerine

Çöreklenmiş hiçbir şeyden korkmadan uyuyordu. Şeytan onun ağzından

Girip içine yerleşti, Yılan ın aklı şimdi daha iyi çalışır durumdaydı ama

Uyanmadı, sabahı bekliyordu. Sabahın kutsal ışıkları Eden'in nemli

Bitkileri üzerine inerken, Dünyada yaşayanlar sessiz dualarım Yaratana

Gönderirken insan çifti de geldi ve ses isteyen yaratıklar korosuna

Katıldı; etrafta güzel kokular duyuluyordu ve onlar o gün yaşamlarında

Neler yapacaklarım düşündüler—bu kadar geniş bir bahçede yapılacak

Çok iş vardı ve iki kişinin elleri bunların hepsine zor yetişecekti.

Havva etrafa bakındı ve kocasına şöyle konuştu:

'Âdem bu bahçedeki bitkilere, otlara, çiçeklere, ağaçlara iyi bakmak

İçin çok çalışmalıyız, çok büyük ve zevk veren bir iş bu; ama bize yardın

Edecek başka eller gelene kadar yorulacak, sıkıntı çekeceğiz; gündüz

Budadığımız, düzelttiğimiz, sırıkla bağlayıp baktığımız bitkiler

Bir iki gecede büyüyüp yine bakıma ihtiyaç duyuyor. Onun için

Aklıma geleni yaparak işimizi bölersek daha iyi olacak

Sen istersen bakıma en çok ihtiyaç duyulan yerlere git,

Asmaları, sarmaşıkları düzenle, bağla, ben de öğleye kadar

Şu ilerdeki gülleri menekşeleri düzene sokayım.

Çünkü birbirimize yakın durup çalışırken durup birbirimize gülümsüyor,

Arada sırada konuşuyoruz ve böylece işimiz aksıyor, uzuyor, bitmiyor.'

Âdem onun bu sözlerine yine yumuşak bir ifadeyle cevap verdi:

'Sevgili, biricik Havva, yaşayan tüm yaratıkların en güzeli, Tanrının

Bize verdiği görev hakkındaki düşüncen ve konuşman çok doğru,

Tanrıya şükretmeli ve çalışmalıyız; kadının ev işi yapması da, çalışan

Kocasına yardım etmesi de çok güzel. Ama Tanrı çalışırken birbirimizle

Konuşmamızı, gülümsememizi, durup su içmemizi ya da bir şeyler

Yememizi yasak etmedi bize; çünkü gülümsemenin de bir nedeni vardır

Ve hayvanlara verilmedi bu yetenek, aşk insan yaşamının en alt ucu

Değildir. Tanrı bize sıkılmamız için değil, zevk duymamış için mantık

Verdi, çalışma emretti. Bize yardım edecek genç eller gelene kadar bu

Yollarda el ele çok yürüyecek ve çalışacağız. Ama konuşmalar sana fazla

Geldiyse kısa süre için ayrılabiliriz, çünkü bazen yalnızlık en iyi dost

Olabilir, kısa ayrılıklar sonunda birleşmek daha tatlı olur. Ama benim

Aklıma başka şeyler de geliyor, başına bir kötülük gelir diye

Korkuyorum, bize nasıl bir uyan yapıldığını unutma

Mutluluğumuzu kıskanan ve umutsuz halde olan

Bir düşmanımız var, bize saldırmak için fırsat

Bekliyor, bunun için bizi gözetliyor, bir arada olduğumuz için

Bizi tuzağa düşüremiyor, yakın olursak birbirimize yardım edebiliriz;

O bizi Tanrıdan uzaklaştırmak, mutluluğumuzu bozmak istiyor,

Kıskanıyor bizi. Seni yaratan ve hâlâ koruyan

Tanrıya olan sadakatini kırmak istiyor Şeytan.

Tehlike ve onursuzluğun olacağı yerde kadın

Kocasının yakınında olmalı, kocası onu korur,

Kötülüğe birlikte karşı koyar.'

Onun bu sözlerine kocasını seven ve ona karşı hep nazik olan

Ham yumuşak ve sevecen bir ifadeyle şöyle cevap verdi:

'Cennetin ve Dünyanın Ürünü, Evladı, tüm Dünyanın efendisi,

Bizi mahvetmek isteyen bir düşmanımız olduğunu hem senden öğrendim

Hem de giden Melekten duydum, siz konuşurken arkada duruyordum,

Akşam çiçeklerinin kapanışını izlemiştim. Ama benim düşmana uyarak

Tanrıya ve sana olan sadakatime ihanet edebileceğimden

Kuşkulanman olmaz, bunu duymak istemezdim. Onun saldırısından

Korkma, biz ölümsüzüz ve acıya dayanıklıyız, bunlardan korkmayız

Defederiz onları. Sen onun hilekârlığından korkuyorsun; benim sağlam

Sevgim Sadakatimin onun hilesi ile kaybolacağı düşüncesi korkutuyor

Seni, beni baştan çıkaracağından korkuyorsun—

Bu düşünceleri çıkar kafandan, olmaz böyle şey, seni seviyorum ben.'

Âdem bunları duyunca rahatladı ve ona şöyle cevap verdi:

Tanrının ve İnsanoğlunun kızı, ölümsüz Havva, sen günahlardan ve

Utançlardan arınmış bir varlıksın, seni gözümün önünden ayırmak

İstemiyorum, düşmanımızın saldırısından korumak için, onun saldırısı

Boşa çıksa bile bizi lekelemeye çalışır, kanıtı olmasa bile iftira atar.

Sen onun girişimlerini boşa çıkarabilir, ona kızarsın ama bunun

Yararı olmaz; onun için senin yalnız kalmanı istemediğim için

Yanlış anlama beni, beraber olursak düşman ne kadar cesur olursa

Olsun bize yaklaşamaz, ya da önce bana saldırsa bile etkisiz kahr.

Onun kötülüğü, kurnazlığı seni de etkilemez biliyorum; melekleri

Kandıracak kadar kurnaz olabilir, başkalarından destek almayabilir.

Ben senin yüzünden erdemlerini görebiliyorum—senin zekân, dikkatin,

Gerektiğinde dış gücünden daha fazladır, utangaçlığım da yenersin,

Gücün, enerjin artar, büyür ve bir araya gelirler. Ben yarımdayken

Neden aynı şeyleri hissetmeyeceksin, neden başka şey deneyeceksin,

Ben senin erdemlerinin en yakın tanığı değil miyim sanki?'

Âdem koruması altında olan sevgili karısına böyle konuştu;

Ama Havva sadakatinden kuşku duyulduğunu düşündüğü için

Dayanamadı ve yine tatlı bir ifadeyle cevap verdi ona:

'Eğer durumumuz buysa, kurnaz ya da vahşi düşman bizi dar bir

Alana kıstırmış olacak, onunla tek başımıza başa çıkamayacaksak

Böyle korku içinde nasıl mutlu olabiliriz? Fakat kötülük günahın

Önünden gelmez; düşmanımız sadece bizim beraberliğimize saldıracak;

Bu da bizim onurumuzu etkilemez, onun kötülüğünü gösterir—o halde 

Bizden korkacak, kaçınacak, bu da onun hatalı olduğunu gösterir ve

Bizim onurumuzu yüceltir, o zaman Tanrı buna tanık olacak 

Bize destek verecektir, değil mi? Dış destek olmadan yalnız başına

Denenmeyen sadakatin, aşkın, erdemin ne yararı var?

O halde zeki Yaratıcının bizi tek başımıza ya da birlikte güvende

Olamayacağımız halde bırakmadığına inanalım, mutlu olalım.

Korkarsak mutluluğumuz zayıf olur. Eden de kötülüklere

Açık hale gelir, yaşanacak yer olmaktan çıkar.'

Âdem onu dinledi ve heyecanlı bir ifadeyle yanıt verdi:

Her şey Tanrının takdir ettiği şekilde oluyor Ey Eşim; Onun yaratıcı

Elinden çıkan hiçbir şey kötü olmaz, hep mükemmeldir, yarattığı İnsanın 

Dışa karşı güvenliğini de düşünmüş, mutlu etmiştir onu. Tehlike olsa da

Ona gücü yeter; kimse zarar veremez bize O istemezse. Fakat Tanrı

İrÂdemizi serbest bıraktı; biz mantığımızı kulları ıp neye itaat edeceğimizi

Bileceğiz, ama Mantık her zaman dikkatli ve uyanık olmak zorunda.

Şeytan bazı şeyleri güzel gösterip bizi kandırabilir ve İradeyi

Yanıltarak Tanrının yasak ettiğini yaptırabilir ona. Ben güvenmediğim

İçin değil, çok sevdiğim için seni yalnız bırakmak istemem; ve inan bana.

Sıkı duralım, ama yoldan sapmak mümkündür, çünkü Mantık düşman

Tarafından yanıltılabilir ve farkında bile olmadan ona inanabilir.

Onun için günaha teşvik konusunda dikkatli ol.

Sakın yolunu şaşırma ve özellikle benden ayrılma; hiç beklemediğimiz

Anda bizi deneyecektir o. Sadakatini kanıtlamak için önce itaat ettiğini

Kanıtla, sen bunu yapmazsan kim söyleyebilir itaat ettiğini?

Eğer uyanyı bildiğimizi kabul ediyor ve düşman denese de

Güvende oluruz diyorsan git, çünkü istemeyerek kalmak da hoş değil.

Doğal masumiyetinle git; herkesi çağır; çünkü Tanrı senin için gerekeni

Yaptı, onun için sen de bu durumda kendine düşeni yapmalısın.'

İnsanoğlunun Büyük Atası böyle konuştu ve Havva şöyle dedi:

'O halde senin izninle ve uyarılmış olarak giderim,

Son uyarıcı sözlerin etkiledi beni, çalışmamız sırasında hiç

Beklemediğimiz bir anda düşman bizi bulabilir,

Gururlu bir düşmanın ilk olarak en zayıf olana gelmesini beklemiyorum;

Bu kadar alçalırsa kovulmayı hak ettiğini kendi de kabul etmiş olur.'

Havva bunu söylerken elini kocasının elinden yavaşça çekti

Oread ya da Dryad veya Delia gibi süzülerek ormana

Yürüdü; Delia'nın yürüyüşünden bir tanrıça olduğu belliydi

Havva'da onda olan ok ve yay yoktu ama bahçe aleti vardı ve yine de

Güçlüydü, kusursuzdu. Bu haliyle Pales'e ya da Vertumnus'tan 

Veya hayatının en güzel çağında Ceres'ten kaçan

Pomona'ya veya Jove'dan kaçan bakire Proserpina'ya benziyordu.

Âdem onu zevkli bakışlarla izledi ve orada kalmasını istedi. Ona

Çabuk dönmesini söyledi; Havva öğle vakti eve döneceğini belirtti,

Ona yemek hazırlayacak ve öğleden sonra dinlenmesini sağlayacaktı.

Ama yanılıyordu talihsiz Havva bu dönüş konusunda! Kötü talih ve olay!

Bundan sonra Cennette asla güzel yemekler ve istirahat olmayacak sana;

Güzel çiçekler ve otlar arasında cehennemi bir tuzak bekliyordu

Havva'yı, onu masumiyetini, sadakatini, mutluluğunu kaybetmiş olarak

Gönderecekti geriye. Şeytan Yılan görüntüsü altında şafağın ilk

Işıklarında oralara gelmiş, avı olan insanoğlunu ve onların içinde olan

İnsan ırkını arıyordu. Onları önce tarlalarda, evlerinde, pmar başında,

Dere kenarında gölgeliklerde aradı, Havva'yı yalnız başına bulmak

İstiyordu, ama bu ihtimal pek güçlü değildi

Fakat hiç ummadığı halde onu yalnız görünce çok sevindi, güllerin

Arasında duruyordu Havva ve arada sırada eğilerek çiçeklerle uğraşıyor,

Altın gibi parlayan başı çiçeklerin arasında kalıyordu. Şeytan ona biraz

Daha yaklaştı, çınar, çam ve hurma ağaçlarının altına gizleniyordu; bazen

Sakları ıp, bazen cesurca ortaya çıkıp Havva'nın yaptığı işlere

Baktı—yeniden canlarıan Adonis'in ya da Laertes'in oğlunu misafir

Eden Alcinous'un bahçelerinden daha güzeldi

Burası, mistik olmayan ama dirayetli kralın güzel

Mısırlı karısıyla mutlu olduğu yer kadar hoştu.

Ama gördüğü kadın bu yerden çok daha güzeldi. Lağım kokularının

Havayı kirlettiği, evlerle dolu kapalı şehirleri severdi o ama

Burada küçük temiz köylerin ve çiftliklerin bulunduğu bu yerde

Tarlaların, bitkilerin kokulan, kırsalın sesi ve manzarasıyla yaşamak da

Güzeldi; peri gibi güzel bu kadını görme fırsatından yararlanmalıydı,

Bu kadın her yanıyla etrafa güzellik ve zarafet saçıyordu:

Yılan Havva'yı böyle güzel bir yerde bu kadar çabuk

Yalnız başına gördüğü için sevinçliydi; bu kadın Melekler kadar güzeldi,

Ama daha yumuşak ve kadınsıydı, onun zarif, masum görünüşü, güzel

Hareketleri onu daha çok kışkırttı ve içindeki kötülüğü daha da

Güçlendirdi. Şeytan kötü düşüncesini o an içinden attı.

Çok iyi göründü, düşman görüntüsünden sıyrıldı, kurnazlığı,

Nefreti, kıskançlığı ve intikam duygusunu bir yana bıraktı. Ama içindeki

Cehennem ateşi sönmedi ve Cennette olmasına rağmen karşısındaki

Güzelliklerin onun için olmadığını anlayarak daha çok

Acı çekmeye başladı; içindeki nefret duygusu yeniden canlandı

Kötülük yapma arzusu tekrar ortaya çıktı, tahrik oldu:

'Düşünceler, beni nereye getirdiniz? Hangi tatlı zorlama

Benim buraya neden geldiğimi unutturdu bana?

Sevgi değil nefret var içimde, Cennet umudum yoktu,

Buradaki zevkleri tatmayı değil, yok etmeyi umuyordum;

Benim için başka zevk kalmadı. O halde elime geçen fırsatı

Kaçırmayayım; kadın yalnız ve tecavüze açık;

Topraktan yaratıldığı halde zekasından, gücünden ve cesaretinden

Çekindiğim kocası burada değil, uzakta; müthiş bir yaratık o.

Yaralanmaz; ama ben Cehennemde çok zayıf düştüm,

Cennetteki gibi güçlü değilim artık. Kadın zarif, güçsüz ve tanrılara

Layık bir yaratık, korkunç değil, ama ona aşık olmak korkunç olur,

Nefretimi azaltır, ama ona aşık gibi görünürsem içimdeki nefret daha da

Büyür ve böylece onu daha kolay ele geçirir ve mahvedebilirim.'

Yılan ın içine gizlenmiş olan İnsanın düşmanı kendi kendine

Böyle konuştuktan sonra Havva'ya doğru yavaşça süzülerek ilerledi;

Çok dikkatliydi, arkasından kıvrılarak gelen kuyruğunun onu

Korkutmasını istemiyordu; başı yukardaydı, gözleri yakut gibi

Parlıyordu; yeşillikler üzerinde ilerleyen kıvrımlarının üstünde yeşil ve

Altın sarısı boynu parlıyordu. Görünüşü güzeldi, göz alıyordu; Yılan türü

Hiç bu kadar güzel görünmemişti daha önce Hermione

Cadmus'un Illyria'da ya da Epidaurus'ta; Ammonion Jove'un ya da

Capitoline'in Olympias ile değişiminden beri görülmemişti.

Şeytan (Yılan ) onu korkutmamak için sessizce süzülerek yaklaştı, bir

Esintili bir havada kaptanın gemisini iskeleye ustaca

Yanaştırdığı gibi, kıvrımlarının onu korkutmaması için bir çelenk gibi

Tanınmaya çalıştı; bitkilerle meşgul olan Havva, Yılan ın otlar üzerinde

Aşırdığı hışırtıyı duydu ama bu tür seslere

Ne çok alışık olduğundan aldırmadı, işine devam etti.

Yılan cesaretlendi ve geçip onun karşısında durdu,

Hayran gözlerle baktı ona. Sonra dik duran başını

Parlak boynunu eğdi ve ona yaltakları arak önündeki otlan yaladı.

Onun bu yumuşak hareketi Havva'nın dikkatini çekti

Yılan onun korkmadığını görünce kurnazca konuştu:

'Özür dilerim muhterem hanımefendi, seni buralarda

Yalnız başına görünce şaşırdım, sana böyle yaklaştığım için korkma

Sakın, yüzündeki korku ifadesini sil. Yaratanla benzerliğin var,

Sen her şeye bakıp çalışıyorsun, her şey sana parlıyor,

Semavi bir güzelliğin var, evrensel hayranlık çekiyor.

Ama burada, bu vahşi ortamda, hayvanlar arasında dikkatli olmak

Gerekir, Tanrılar arasmda Tanrıça gibisin, senin güzelliğin kolay

Görülüyor, bir adamdan başka kim görüyor sayısız Meleklerin

Hayran olduğu ve günlük işlerinde yardım ettiği senin gibi bir varhğı?'

Şeytan muhatabını yanıltacak giriş konuşmasını böyle yaptı.

Havva onun sesini garipsedi ve şaşırdı ama söyledikleri de

Hoşuna gitti; sonra ona şöyle cevap verdi:

'Bunun anlamı nedir? Bir hayvanın İnsan gibi konuşması

Anlamlı ifadeler kullanması ne anlama geliyor? Ben Tanrının

Bütün hayvanları konuşma yeteneğinden yoksun olarak yarattığını

Sanıyordum; onların konuşmasını kabul etmiyorum ve konuşmadıklarını

Biliyorum, çok gördüm bunu. Sen Yılan , biliyorum tüm hayvanların

İçinde en kurnaz olansın ama sana da insan sesi verilmedi;

O halde söyle bana nasıl oluyor da konuşabiliyorsun

Her gün gördüğüm diğer hayvanlardan daha dostça görünüyorsun

Bilmek isterim; bunu merakla bekliyorum, söyle bana.'

Kurnaz, hilekâr Baştan Çıkarıcı ona şöyle cevap verdi:

'Bu güzel Dünyanın muhteşem imparatoriçesi Havva, sorduklarının

Yanıtını vermek hiç de zor değil benim için ve sen de söylediklerime

İnanmalısın. Eskiden ben de çayırlarda gezen, ot yiyen diğer hayvanlar

Gibiydim, iyi şeyler düşünemezdim, sadece yemek ya da cinsellik

Düşünürdüm, daha yüce duygularım yoktu, ama bir gün çayırlarda

Dolaşırken uzakta bir ağaç gördüm, üzerinde rengarenk

Meyveleri vardı, kırmızı ve altın rengiydi bunlar;

Ona yaklaştım ve baktım, o şuada dallardan çok güzel kokular geldi,

İştahım kabardı, tatlı rezene ya da koyun ya da keçi memesinden fışkıran

Sütten daha güzel kokuyordu. Birden acıktım ve susadım, o elmalardan

Yemeliydim. Çok düşünmeden ağaca tumandım, çünkü dallar oldukça

Yüksek ama Âdem ya da sen onlara ulaşabilirsiniz; ağacın çevresinde o

Meyvelerden yemek isteyen her çeşit hayvan vardı ama ulaşamıyorlardı

Onlara. Ağacın üstünde daha çok elma var ve ben şimdiye kadar böyle

Tatlı meyve yememiştim. Sonunda kamım doydu ama sonra içimde bir

Değişim hissettim, aklım gelişti, konuşma yeteneği kazandım,

Ama şeklim değişmedi. Neler olduğunu düşündüm ve zihnim açıldı,

Cennette dünyada ve Ortada olan her şeyi çok daha güzel görmeye

Başladım. Senin kutsal benzerliğindeki güzellikleri ben de gördüm

Bu duygular beni cesaretlendirdi, belki doğru değil ama gelip tüm

Yaratıkların kraliçesi ve evrensel ana ilan edilen

Seni görmeyi, saygımı göstermeyi arzuladım.'

Hilekâr ruhlu Yılan böyle konuştu ve şaşkın, saf Havva da şöyle dedi:

'Bu meyveyi çok methettin ve sana inanıyorum Yılan .

Fakat söyle bana, nerede bu ağaç? Uzakta mı? Cennette Tanrının çok

Ağacı var ama çoğunu bilmiyoruz, çok meyve var ve hepsine

Dokunamıyoruz ve insanların sayısı artıp bunların

Meyvelerinden yararlanana kadar öyle kalacaklar.'

Düzenbaz Yılan bunu duyunca çok sevindi ve şöyle konuştu:

'İmparatoriçe, yol kolay ve ağaç uzakta değil, bir düzlükte

Bir sıra Mersin ağacıyla bir pınarın yakınında;

İstersen seni hemen götürürüm oraya.'

Havva, 'O halde hemen götür beni,' dedi

Yılan hemen toparlanıp önce kıvrıldı ve sonra açılarak

Onun önüne düştü. Yılan çok sevinçliydi, umutluydu,

Gece yanan bir ateş gibi parlıyor ve etrafım da ısıtıyordu

Gece karanlığında şaşkın Havva'yı göllerden geçirip bataklıklara

Sürükledi, Havva kayboldu, yardımlardan uzaktı,

Yılan ise parlıyordu ve Havva'yı tüm kederlerimizin kaynağı olan

Yasak Ağaca götürdü; Havva ağacı görünce rehberine şöyle konuştu:

'Yılan , biz buraya kadar boşuna geldik, gelmemeliydik,

Bu meyveler sana güzel şeyler vermiş olabilir,

Gerçekten şaşırtıcı eğer öyleyse. Ama biz bu ağaca dokunamaz,

Onun meyvesini yiyemeyiz; Tanrının emri bu, onun dışına çıkmayız;

Gerisi bize kalmış, aklıselim, mantık bizim yasamız.'

Kurnaz Yılan o zaman şöyle dedi ona:

'Öyle mi? Yani Tanrı, bu bahçedeki tüm ağaçların

Meyveleri size yasak, hiçbirinden yemeyeceksiniz mi dedi?

Bunu mu söyledi size?'

Havva kötülük düşünmeden şöyle dedi:

'Bahçedeki bütün ağaçların meyvelerini yiyebiliriz, ama bahçenin

ortasındaki bu ağaç için Tanrı şöyle dedi bize,

"Bundan yemeyeceksiniz, dokunmayacaksınız bile, yoksa ölürsünüz.'"

Havva bunu söyledikten sonra şimdi daha cesur olan

Yılan ona coşku ve sevgi gösterisiyle ve sakince yaklaştı,

Yanlış hareket ya da tereddüt etmek istemiyordu, ama çok önemli bir

Konudan söz edecekmiş gibi davrandı. Atina ya da özgür

Roma'da ünlü bir konuşmacı gibi kendini toparladı,

Konuşmasından önce karşısındakini hareketleriyle etkilemeye çalıştı,

Haklı olduğunu her davranışı ve konuşmasıyla

Göstermek isteyerek konuştu: 'Ey kutsal, zeki ve akıl veren Ağaç,

Bilimin Anası, şimdi senin etkini içimde çok iyi hissediyorum,

Her şeyi daha iyi anlıyor, en yüce şeyleri izleyebiliyorum.

Ey bu Evrenin Kraliçesi, sakın bu ölüm tehditlerine inanma,

Ölmeyeceksin. Bu meyve seni neden öldürsün?

O sana yaşam konusunda bilgi verecek; Bana bak, ben ona dokundum

Yedim ondan ve şimdi eskisinden çok daha iyi yaşıyorum,

Hemcinslerimin üstündeyim. Hayvana açık olan şey İnsana

Kapalı mı kalacak? Yoksa Tanrı bu kadar küçük bir ihlal için kızacak ve

Ceza mı verecek sana? Ölüm korkusu da ne demek? İyiyi kötüyü ayırma

Bilgisine, daha mutlu yaşama götürecek olan böyle bir şeydçn

Kaçınılır mı? Bundan kolayca kaçınılacaksa gerçek iyinin

Ne olduğunu nasıl öğreneceksin? Onun için Tanrı senin canını yakmaz, '

Korkma, itaat etmek zorunda değilsin; Bunu neden yasakladı sanıyorsun?

Sadece huşu vermek için, değil mi? O seni diğer tapanların

Yanında cahil, bilgisiz kılmak istiyor, bu meyveyi yediğin anda gören,

Ama net göremeyen gözlerinin iyice açılacağım, senin de diğer Tanrılar

Kadar güçlü olacağını biliyor, sen de onlar gibi iyiyi kötüyü bileceksin.

Ben nasıl insan gibi olduysam sen de Tanrılar gibi olacaksın; ben

Hayvanken insan gibi oldum, sen de insanken Tanrı gibi olacaksın.

Belki insan olarak ölecek, ama Tanrı olarak yeniden geleceksin

Ölüm tehdit olabilir ama böyle ölüm istenir, ne getireceği bilinir onun.

Tanrılar nedir ki, İnsan neden onların yiyeceklerinden yiyemesin?

Tanrılar önce gelir ve bizim inançlarımızdan yararlanırlar.

Her şey onlardan çıkar. Ben bunu sorguluyorum, çünkü görüyorum ki

Bu Dünyayı Güneş ısıtıyor, her şeyi üretiyor,

Onlar ise hiçbir şey vermiyorlar. Eğer onlar her şeyse,

İyi ve kötü Bilgisini kim koydu bu ağacın içine, onların izni olmadan

Kim bu meyveden yer de akılları ır? İnsanın bunları bilmesi gerekirken

Suç kimde O zaman? Senin bilgin onu nasıl incitir, ya da eğer her şey

Onunsa bu ağaç o istemezse ya da kıskanırsa nasıl paylaşılır?

Semavi kalplerde kıskançlık olur mu? Tüm bu ve başka nedenler

Yüzünden senin bu güzel meyveye ihtiyacın olduğu ortaya çıkıyor.

O halde ey Tanrıça, uzan bu dala ve özgürce tadına bak bu meyvenin.'

Yılan ın konuşması bitti ve onun bu aldatıcı sözleri Havva'yı

İnandırdı; daldaki meyveye baktı ve onun tatmayı arzuladı.

Yılan ın sözleri de kulağındaydı, onun söylediklerini mantığıyla tartıyor

Doğru buluyordu. O arada öğle olmuş ve karnı acıkmıştı Havva'nın,

Meyvenin kokusu daha güzel geliyordu ona şimdi, daldaki elmaya baktı

Sonra kendi kendine şöyle mırıldandı: 'Yararın hiç kuşkusuz çok büyük.

Meyvelerin en güzeli, ama insana yasakları dın, tadını bilmem ama

Sana hayranlıkla bakabilirim, seni yiyen bir hayvana konuşma

Yeteneği vermişsin ve seni övüyor, senin iyi ve kötü bilgisi veren

Bilgi Ağacı olduğunu, yasağın saçma olduğunu söylüyor; ama

Tanrının yasağı arzuyu kamçılıyor, seni daha çok istenir hale getiriyor;

Denenmeden iyi ya da kötü bilinmez. Tanrı bunu yasaklıyor ama bunu

İyiyi bize yasaklamak, akıllı olmamızı engellemek için mi yapıyor?

Bu tür yasak bağlayıcı olmaz. Fakat burada ölüm korkusu varsa

İç özgürlüğümüzün ne yararı olur? Bu meyveden yersek sonunda

Öleceğiz. Yılan nasıl ölür? O bu meyveden yedi ama yaşıyor, her şeyi

Biliyor, konuşuyor, mantık yürütüyor, iyiyi kötüyü ayırıyor, şimdiye

Kadar böyle değildi. Ölüm sadece bizim için mi geçerli peki?

Yoksa bu yararlı meyve sadece hayvanlara mı ayrıldı?

Ama onu ilk tadan hayvan kıskanç değil,

Onun verdiği yetenekleri anlatıyor, insana dostça davranıyor,

Aldatma ya da kötülük belirtileri yok onda.

O halde neden korkuyorum ben? İyiyi kötüyü, Tanrıyı ya da Ölümü,

Yasayı ya da cezayı bilmeden, anlamadan neden korkuyoruz biz?

Burada her şeyin çaresi olan bir meyve var, göze hoş görünüyor,

İnsanı davet ediyor, adeta akıllı ol diyor. O halde bundan

Yiyerek hem bedenimi hem de aklımı beslememe

Engel olan şey nedir, kim engelliyor beni?'

Havva bunları söyledikten sonra dala uzandı, meyveyi

Daldan kopardı ve yedi; toprak yarayı hissetti ve Doğa derin bir iç çekti,

Her şeyin bittiğini işaret etti. Suçlu Yılan hemen çalılıkların arasına kaçtı,

Süzülerek kayboldu, Havva yasak meyvenin tadını aldı,

Başka yere bakmadı, şimdiye kadar böyle tatlı meyve yememişti;

Bilgi sahibi olup olmayacağını bilmiyor,

Ama Tanrıyı da akimdan çıkaramıyordu. Büyük bir iştahla

Sonuna kadar yedi meyveyi ve ölüm yemediğini biliyordu.

Sonunda doydu ve sanki şarap içmiş gibi neşelendi

Yine kendi kendine konuşmaya başladı:

'Ey Cennetteki ağaçların en muhteşemi, erdemlisi, kıymetlisi,

Senin meyven bana akıl, dirayet verecek daha önce olmadığı kadar,

Her sabah sana dua edecek, bakacağım, dallarındaki ağırlığı alacağım,

Onlar herkese verilmiş, ben de senin meyven sayesinde her şeyi bilen

Tanrılar gibi bilgi sahibi olacağım, ama diğerleri veremedikleri için

Kıskanacaklar—hediye onların olsaydı burada böyle büyümezdi.

Tecrübeyi sana borçluyum en iyi rehber; seni izlemediğim için cahil

Kaldım; sen akıl yolunu açtın ve gizli yaptın bu işi;

Belki ben de bir gizemim; Cennet çok yukarda ve Dünyadaki

Her yerden görünmeyecek kadar uzakta; ve belki başka nedenler

Yüzünden etrafında casusları olan büyük Yasaklayıcı bizleri çok sıkı

Gözetlemiyor. Ama Âdem'e nasıl görüneceğim acaba?

Bendeki değişikliği ona hemen söyleyip mutluluğumu

Onunla paylaşayım mı, yoksa bunu ondan gizleyeyim mi?

Ya da onun aşkını daha alevlendirip onunla eşit olmaya mı çalışayım,

Belki de ondan üstün olduğumu gösteririm—çünkü,

Alçakta olan kim özgür olmuş ki? Bu iyi olabilir, ama ya Tanrı gördüyse

Ölüm gelirse? O zaman ben olmayacağım ve Âdem de

Başka bir Havva ile evlenir—ölümü düşünmeli.

O halde karar verdim, Âdem mutluluğu da acıyı da

Benimle paylaşmalı. Onu öyle seviyorum ki onunla ölüme

Rahatça gidebilirim, ama onsuz yaşayamam.'

Havva bunları söyledikten sonra ağaçtan biraz

Gerileyip döndü ama önce onun önünde eğilerek içindeki Gücü,

Tanrıların içkisi nektardan gelen o bilgi gücünü selamladı.

Âdem ise o sırada en güzel çiçeklerden toplamış

Havva'nın buklelerine takmak için küçük bir taç yapmıştı,

Sabırsızlıkla onun dönüşünü bekliyordu. Havva'nın dönüşü

Geciktiği için endişeliydi ve gelince çok sevinecekti;

Ama içinde garip bir kuşku, korku vardı sanki. Dayanamadı,

Sabah ayrıldıklarında onun gittiği yolda ilerledi; Bilgi Ağacımn

Yanından geçecekti Âdem de; ağaca yaklaşırken gördü Havva'yı,

Elinde meyveli bir dal vardı ve gülümserken

Meyvenin kokusu havaya yayılıyordu. Havva ona doğru koştu,

Yüzünde bir özür ifadesi vardı ve onun endişesini görünce hemen sordu:

'Benim gecikmemden endişelendin mi Âdem? Ben de seni özledim

Hep düşündüm, aşk açışım daha önce tatmamıştım ama bir daha

Olmayacak bu, senden uzak kalmam artık. Ama bunun

Garip bir nedeni var ve duyunca hoşuna gidecek; bu ağacın meyvesi

Bize söylendiği gibi tehlikeli değil, bilinmeyen bir kötülüğe yol açmıyor,

Aksine kutsal etkisi var, meyveyi yiyeni Tanrı yapıyor;

Bunu tadan da var. Akıllı Yılan bizim gibi uyarılmamış

Meyve ona yasaklanmamış, meyveyi yemiş ve bize söylendiği gibi

ölmemiş, üstelik insan sesi ve duygularına sahip olmuş.

Hayran kalınacak kadar akıllı, konuşarak beni ikna etti

Ben de tadına baktım meyvenin, dedikleri doğru

Ötelerim İyice açıldı, kalbim büyüyor, Tanrı oluyorum;

Sana da gelirdim, sensiz istemem bunu.

Mutluluğu paylaşmalıyız, bunu seninle paylaşmazsam eğer

Hiç mutlu olamam, sonum iğrenç olur. Onun için

Sen de tadacaksın bundan, mutlulukta beraber olacağız,

Eğer sen bu meyveden yemezsen ayrı düşeriz, ben

Tanrı olmaktan vazgeçmek için geç kalmış olurum.'

Böylece Havva büyük bir neşe içinde olanları ona anlattı

Yüzünde belirgin bir tedirginlik ifadesi vardı. Âdem ise onun

Anlattıklarını dinledikten sonra yasağı ihlal ettiğini anlamış,

Şaşkındı, yüzünden endişe içinde olduğu belliydi

Damarlarında sanki buz gibi korku akıyordu. Havva için hazırladığı

Çiçekleri yere düşürdü, güller etrafa dağıldı. Bir süre sessiz

Durduktan sonra kendini toparladı ve kendiyle konuşur gibi konuştu:

Ey Yaratılanların en güzeli, Tanrının yarattıklarının

Sonuncu en iyisi, gözün görebileceği, aklın düşünebileceği en güzel şey,

Kutsal, tatlı kadın! Nasıl böyle birden kaybettin kendini,

Soldun ve ölüme yaklaştın? Yasağı nasıl ihlal ettin,

Yasak kutsal meyveyi nasıl kopardın? 

Seni lanetli bir düşman kandırdı,

Ama kim bilmiyorum ve seninle beraber ben de mahvoldum;

Hiç kuşkusuz seninle birlikte ben de öleceğim.

Sensiz nasıl yaşarım? Senin tatlı konuşmandan

Aşkından nasıl vazgeçerim de bu vahşi ormanlarda

Kimsesiz yaşarım? Bir kaburgamı daha versem ve Tanrı

Bir Havva daha yaratsa bile senin kaybını asla unutamam.

Hayır, hayır! Doğanın bağı çekiyor beni, sen benim

Erimsin, kemiğimsin, mutluluk ya da acılarda ayrılamayız biz.'

Âdem bunları söyledikten sonra bir süre düşündü, olanların

Onanlamayacağını anladı, sakince Havva'ya dönerek şöyle konuştu:

'Çok korkusuzca bir davranışta bulundun Havva,

Tehlikeliydi bu yaptığın, kutsal meyve göze hoş görünüyordu

Ama onu yemek değil, dokunmak bile yasaktı.

Olan oldu, bunu geri çeviremeyiz; Tanrı ya da

Kader bile yapamaz bunu; belki ölmeyeceksin;

Belki de bu yaptığın korktuğumuz kadar kötü olmayabilir,

Bu kötülüğü önce Yılan yapı, diyorsun, önce o yedi

Yasak meyveyi, ama o da ölmedi, yasıyor hem de

İnsan yeteneklerine sahip olmuş; buna göre biz de

O meyveden yiyerek daha çok yükselebiliriz, ama Tanrı,

Yarı Tanrı ya da Melek olamayız. Akıllı Yaratıcı Tanrı da

Uyarmasına karşın en mükemmel yaratıkları olan

Bizi mahvetmez sanıyorum. Bizi mahvederse kendi eserini

Mahvetmiş olacaktır. Onu için hayal kırıklığı yaşayacak, bize kızacaktır,

Onun gücü tekrar yaratmaya yeter ama bizi ortadan kaldırmayacaktır,

Çünkü o zaman düşmanı, "Tanrının en sevdikleri tehlikede,

Onu kim sürekli memnun edebilir? Önce beni mahvetti, şimdi de

İnsanoğlunu; bundan sonra kimi yok edecek?" diyebilir.

Düşmana bu fırsatı vermez Tanrı. Ama ben seninle

Birlikte mahvolmaya hazırım; eğer sen ölürsen

Ben de yaşayamam, hemen arkandan ben de ölürüm,

Bunu hissediyorum. Ben senin içindeyim, sen benimsin,

Ayrılamayız, birliğiz, sen gidersen ben de giderim.'

Âdem böyle konuştuktan sonra Havva ona şöyle cevap verdi:

'Ey mükemmel sevgili, şanlı şerefli varlık! Sana gıpta ediyorum ama

Senin kadar mükemmel olamam ben, sadece senin bir yanından

Yaratıldığım için övünüyorum ve bir olduğumuzu söylediğin için

Seviniyorum, ikimiz tek bir kalp, tek ruhuz;

Böyle kararlı olman da bunu kanıtlıyor; eğer ölüm

Bizi ayırırsa sen de bu meyveden yiyecek ve aşkımızı kanıtlayacaksın.

Bunu yaptığım için öleceğimi düşünseydim, en kötüye katlanır,

Seni ikna etmeye çalışmazdım—yalnız başıma ölür ve seni acınla

Baş başa bırakırdım, sen sadık ve bulunmaz bir sevgilisin.

Ama ben böyle düşünmedim; ölüm yok, gözler daha iyi açılıyor,

Yeni umutlar, yeni mutluluklar doğuyor. Bu öyle kutsal bir tat ki

Daha önce bana tatlı gelenler şimdi sert ve acı geliyor. Ben nasıl

Denediysem sen de tat bundan Âdem, ölüm korkusu yok olup gidecektir

Havva bunları söyledikten sonra Âdem'e sarıldı

Sevinç gözyaşları döktü, Âdem onun için ölümü bile göze alarak

Onun dediğini yapıyordu. Havva elindeki daldan kopardığı bir meyveyi

Ona verdi. Âdem önce tereddüt etti yasak meyveyi yeme konusunda.

Ama sonunda karısının çekiciliğine dayanamadı.

Toprak yine titredi, sarsıldı ve Doğa tekrar inledi; gökyüzü alçaldı,

Gök gürledi, kederli yağmur damlaları ölümcül günahı tamamladı;

Âdem düşünmeden yedi meyveyi, Havva'nın yasayı ihlal korkusu

Yinelenmedi ve Âdem'i yumuşattı; şimdi ikisi de şarap içmiş gibi

Mutluydular, neşeliydiler; ama yasak meyve önce başka belirtiler çıkardı

Ortaya, cinsel arzulan arttı; Âdem ona şehvetli gözlerle baktı

Havva da karşılık verdi ona birbirlerine yaklaştılar:

'Havva sen çok güzel, tatlı ve akıllı bir kadınsın,

Her şey zevk veriyor bana, bugün çok güzel bir şey getirdin.

Bu meyveyi yememekle çok şey kaybettik, şimdiye kadar,

Gerçek tadın ne olduğunu bilmedik. Eğer bize yasakları anlar

Böyle tatlı ise bunun gibi on yasak ağaç daha olmasını isterdim.

Şimdi gel, bu kadar tatlı bir şey yedikten sonra biraz oynayalım;

Çünkü güzelliğin evlendiğimiz günden beri beni hiç

Bu kadar çok etkilemedi, arzularımı kamçılamadı,

Bu da bu erdemli ağacın meyvesinden olmalı.'

î Âdem bunları söyledikten sonra aşkla parlayan gözlerini ona dikti,

j. Onun da gözleri aşk ateşiyle yanıyordu; Âdem onun elini tuttu ve yeşil

Otların üzerine, sık dalların altındaki gölgeye doğru götürdü, çeşitli

Çiçekler onların yatağıydı—Dünyanın en yumuşak, en serin yatağıydı.

Oraya uzandılar ve günahlarını unutmak, teselli bulmak için

Kucaklaştılar. Bir süre sonra yoruldular ve uykuları geldi.

Aldatıcı meyvenin verdiği gevşeme ve mutlulukla uyudular ve çok

Geçmeden gördükleri rüyalardan sonra rahatsız bir halde uyandılar ve

Birbirlerine baktılar, gözleri açılmıştı ama zihinleri karanlıktı;

Kötülüğü bilme konusunda onları örtü gibi koruyan masumiyet

Gitmişti; doğuştan dürüstlük, onur gitmiş, yerini suçluluk duygusuna

Bırakmıştı; Âdem örtünmek istedi ama elbisesi dar geldi.

Samson da fahişe Dalilah'ın kucağından işte böyle,

Tüm gücünü yitirmiş olarak kalkmıştı; onlar tüm erdemlerini yitirdiler.

Uzun süre hiç konuşmadan dehşet içinde oturdular; Havva kadar

Utanmış, gururu kırılmış olan Adam sonunda şöyle konuştu:

'Ey Havva, İnsan sesiyle konuşan o hileci yaratığı dinlemekle büyük

Hata ettin—yükselme düşüncesi yanlıştı, bak düştük işte;

Evet gözlerimiz açıldı ama iyi ve kötüyü, iyinin kaybettiğini, kötünün

Kazandığım gördük; Bilgi meyvesi bizi böyle çıplak, şerefsiz bıraktı,

Masumiyetimizi, sadakatimizi, saflığımızı aldı, kirletti bizi, yüzümüzde

Cinsel arzu ifadesi var, bunda kötülük ve utanç gizli. Daha önce sevinç

Mutluluk içinde baktığım Tanrının ya da Meleklerin yüzlerine nasıl

Bakacağım ben? O cennetlikler şimdi bu dünyalının

Gözlerini kamaştıracaklar, bakamayacağım onlara.

Belki de artık burada, güneş ya da yıldızların ışığının girmediği bu

Yüksek ağaçların gölgesinde bir vahşi gibi yaşayabilirim; örtün beni

Ey çam ağaçları, çınarlar, dallarınızla onlardan saklayın beni.

Ama şimdi en azından en utanç dolu, çirkin yerlerimizi gözlerden

Saklayalım; birkaç yaprağı birleştirip belden aşağı örtülmesi gerekli

Yerlerimizi örter ve utanç denen şeyden kurtulmuş oluruz.'

Böylece ikisi beraber ormanın en sık yerine gittiler ve orada bir incir

Ağacı buldular—meyvesiyle ünlü türden değildi bu ağaç, Hintlilerin

Bildiği, Malabar ya da Deccan'da yetişen ağacın dalları öylesine uzamıştı

Ki, ince dallar toprağa girip kök salmış, ana ağacın çevresinde yeni

Ağaçlar yeşermiş ve adeta bir kameriye oluşmuştu;

Hintli çobanlar onun gölgesinde dinlenecek, sürüleri orada otlayacaktı;

Bu ağacın geniş yapraklarını toplayıp birleştirerek diktiler

Edep yerlerini örttüler; ilk mutlu günleri geride

Kalmıştı artık; Kolomb'un Amerika'yı keşfinde adalarda

Ormanlı sahillerde bulduğu, tüylerle örtünmüş yerliler gibiydiler.

Böylece edep yerlerini kapadılar ama zihinleri rahat değildi,

Oturup ağladılar. Gözlerinden yaşlar akarken içlerinde fırtınalar

Kopuyordu—öfke, nefret, güvensizlik, kuşku bu tür duygular

İçindeydiler, iç barışları yok olmuş, huzurları kaçmıştı;

Anlayış ve arzu yerini cinsel arzuya bıraktı, Mantık çalışmaz oldu.

Âdem huysuz bir Adam gibi rahatsızdı, huzursuz bir ifadeyle konuştu:

'Sana söylediklerimi dinleyip yanımda kalsaydm, o berbat sabahta

Benden ayrılmasaydın olmazdı bunlar, ne oldu sana anlayamadım;

Bunu yapsaydın hâlâ mutlu olacak, böyle çıplak, utanç içinde,

Sefil halde yaşamayacaktık. Bundan sonra onların sadakatini

Kanıtlamak için boşuna neden arama; onlar böyle

Kanıt ararsa anla ki boşuna uğraşacaklar.'

Havva onun bu sözlerinden büyük utanç duydu ve şöyle cevap verdi:

'Dudaklarından dökülen sözler çok ciddi Âdem, benim hatamı gösteriyor,

Ya da dediğin gibi şaşkınlığımı, ama sen de orada olsaydın

Yılan ın konuşmasını dinleseydin onun sesinde ve sözlerinde bir

Kötülük sezemezdin; Onunla bizim aramızda bir düşmanlık yoktu.

Bana zarar verebileceğini düşünmedim. Senin yanından

Hiç mi ayrılmayacaktım? Ben senin kaburgandan yaratıldım,

Neden kesin konuşarak beni engellemedin, tehlikeyi önlemedin?

Ama sen fazla direnmedin ve bana gitmem için hemen izin verdin.

Eğer kesin konuşsaydın ne ben yasağı ihlal ederdim, ne de sen.'

Âdem onun bu sözlerine ilk kez sinirlendi ve şöyle cevap verdi:

Bu aşk mı, sen kaybolduğunda sana karşı gösterdiğim sevginin karşılığı

Bu mu nankör Havva, sen öldükten sonra ben yine ölümsüz olarak mutlu

Yaşayabilirdim ama seninle birlikte ölmeyi seçtim, bu mu karşılığı?

Yasağı ihlal ettiğin için suç bende mi yani. Ben daha ne yapabilirdim?

Seni uyardım, sinsi düşmanı ve bekleyen tehlikeyi anlattım sana;

Bundan ötesi zor kullanmak olurdu ki o da hür iradeye karşı burada

Olmaz, yapamam bunu. Ben sana güvenmeyi yeğledim, tehlike

Olmayabilirdi, ya da sen güç durumda kendini kurtaracak kadar

Güçlüydün; ama hiçbir tehlikenin sana ulaşmayacağını

Düşünerek hata ettim belki ben de—ama bunu yaptığıma pişman oldum,

Şimdi ben suçluyum ve sen beni suçlayıp azarlıyorsun;

Böylece kadına güvenenin, onu kendi haline bırakanın başına

Neler geleceğini öğrendim; onu engellemek güç ve kendi haline

Bırakınca kötü bir şey olduğunda da bundan kadın

Sorumlu olmayacak ve buna izin veren erkek suçlanacak.'

Böylece ikisi de saatler boyunca birbirlerini suçlayarak

Tartıştılar, ama ikisi de kendinde kusur bulmuyordu

Birbirlerine itiraz edip durdular.

KİTAP

ÖZET

İnsanoğlunun günahı öğrenilince koruyucu Melekler Cennete çıkarak nöbetlerinde uyumadıklarını kanıtladılar ve kanıtları kabul edildi, Tanrı onların Şeytanın girişine engel olamayacağını kabul etti. Tanrı Oğlunu günahkarlara gönderir, o suçluları cezalandırır ama sonra acıyarak giydirir ve tekrar Cennete çıkar. Günah ve Ölüm o zamana kadar Cehennem kapılarında beklerler, Şeytanın yeni Dünyadaki başarısına ve İnsanın günah işlemesine sevinirler, artık Cehennemde kapalı kalmayacaklar, efendileri Şeytanın peşinden İnsanın yaşadığı yere gideceklerdir; Cehennemden Dünyaya gidiş gelişler için Şeytanın yaptığı yoldan yararlanarak Kaos üzerinden bir köprü ve yol yaparlar, sonra başarısıyla övünen Şeytanla karşılaşırlar. Şeytan Cehenneme gelir ve herkesi toplayıp İnsana karşı başarısını anlatır; ama alkış yerine bir hışırtı duyulur ve onunla beraber dinleyenlerin hepsi Yılan a dönüşürler, Cennette işlediği suçun cezasıdır bu; sonra bir oyunla önlerinde Yasak Ağaç belirir, onlar uzanıp meyvelerden kopararak yerler ama sadece toz ve acı kül yutarlar. Günah ve Ölüm süreci: Tanrı Oğlunun onlara olan son galibiyetini ve her şeyin yenilendiğini anlatır ve Meleklerine Cennetlerde ve Maddelerde birçok değişiklik yapmalarını emreder. Âdem durumunu daha iyi anlar, hayıflanır, Havva'nın üzüntü paylaşımını reddeder; Havva ısrar eder ve sonunda yumuşatır onu; sonra lânetin çocuklarına da bulaşmaması için Âdem'e çirkin şeyler teklif eder; Âdem bunu kabul etmez, ama umutlanır, onlara son olarak verilen sözü hatırlatır ona, buna göre çocukları Yılan dan intikam alacaktır; Âdem ona öğüt verir ve pişmanlık duyup Tanrıdan günahlarının affını istemeleri gerektiğini söyler. 

Bu arada Şeytanın Cennette yaptığı kötülük,

Yılan ın içine girerek Havva'yı kandırması, Havva'nın

Yasak meyveyi yemesi için kocasım ikna edişi Cennette öğrenilir,

Çünkü her şeyi bilen Gören Tanrının gözünden hiçbir şeyi

Kaçırmak mümkün değildir; O her şeyi bilerek ve görerek

İnsanın aklını çelen Şeytanı engellemez,

İnsana akıl vermiş, iyiyi kötüyü ayırt etmeyi ona bırakmıştır.

Onlar o yasak meyvenin yenmemesi gerektiğini biliyorlardı

Bunu unutmamalıydılar; kim zorlarsa zorlasın, bu uyarıya uymamakla

Cezayı hak etmişlerdi, Cennetten Dünya Cennetine inen koruyucu

Melekler İnsana acırlar, çünkü kurnaz ve hileci Şeytan onlara da

Görünmeden girmiştir Dünya Cennetine. Çok geçmeden Dünyadan

Cennet kapısına kötü haber gelir; Semavi Melekler de kederlenir ve

Onların mutluluğunu bilerek acırlar onlara. Semavi varlıklar

Her şeyin nasıl berbat olduğunu öğrenmek için oraya giderler;

Sonra Yüce Tanrının tahtına doğru hızla uçarlar,

Yakarırlar Ona ve kabul edilirler; Yüce Tanrı görünmeden içinde

Durduğu bulut içinden gök gürlemesi gibi konuşur:

Ey Melekler topluluğu ve büyük Güçler , başarısız oldunuz

Geri döndünüz dünyadan ama bunun için üzülmeyin, çünkü ne yapsanız

Duna engel olamazdınız, size neler olacağı çok geç söylendi

Bu Ayartıcı Cehennemden gizlice çıkıp gitti oraya. O zaman

Size onun kötülük yapacağım ve başarılı olacağım söyledim

İnsan Yaratıcısının uyarısına rağmen onun yalanlarına inanacaktı,

Benim uyanlarım onların düşüşüne engel olmayacak,

Hür iradeyi etkilemeyecekti. Ama Âdem de kansına uydu

Şimdi bu günahın cezası aslında ölümdür; ama onlar ölüm

Henüz ortada görünmediği için onu önemsemiyorlar,

Ama gün sona ermeden cezadan kaçamayacaklarını

Anlayacaklar. Adalet yerini bulacak, cömertlik yok. Ama onları

yargılamak için sadece seni gönderebilirim Oğlum;

Cennette. Dünyada ve Cehennemde yargı gücümü sadece

Sana verdim Ben. Adaletle merhametin bir arada

Olmasını isterim, onun için insanın dostu ve Şefaatçisi olan seni

Gönderiyorum onlara, düşen İnsanları yargıla ve kararını ver.'

Yüce Tanrı bunları söyledi, sağ elini parlak ortamda uzatarak Oğluna

işaret verdi. Oğlu emrini tam olarak anladı ve semavi sesiyle konuştu:

'Ebedi ve Yüce Babam, emrin başımın üstünedir, benim görevim

Cennette ve Dünyada senin emirlerini yerine getirmektir. Sen bu sevgili

Oğlunun içindesin, rahat ol, emrin yerine getirilecektir. Dünyaya gidecek

Ve senin emirlerini dinlemeyen günahkarları yargılayacağım,

Ama bilirsin, yargıladıklarınla ağır ceza vermek üzer beni

Senin verdiğin yetkiye dayanarak onların cezalarını da hafifletmek

İsterim; ama senin dediğin gibi merhametli davranırken

Adaletin yerine gelmesine de dikkat ederim; yargılamada sadece

Yargıları acaklar bulunsun isterim, başkaları olmasın,

O ikisi olsun yeter; üçüncüO zaten orada olmadan

Cezalanacaktır, tüm yasalara karşı gelmiş ve kaçmıştır;

Yılan ın suçunun kanıtlanmasına hiç gerek yok.'

Tanrının Oğlu bunları söyledikten sonra tahtından kalktı.

Diğer Krallar, Prensler, Vekiller ve Güçlüler Cennetin kapısına kadar

Refakat ettiler ona; oradan Eden ve kıyılar manzarası görünüyordu.

Tanrıların sürati ölçülmez ve o da çok hızlı indi Dünyaya.

Güneş öğleden sonra batıya doğru alçalıyordu,

Dünyayı serinleten rüzgarlar esmeye başladı

Tanrının yumuşak yargıç oğlu İnsanoğluna ceza vermek

Üzere geldi; Cennet Bahçesinde Tanrının sesini duydular ama

Kulaklarına yumuşak rüzgârlarla gelen bu sese pek aldırmadılar,

Âdem ve karısı ağaçların arasına saklandılar ama Tanrı Oğlu

Onlara yaklaştı ve yüksek sesle Âdem'e seslendi:

'Nerdesin Âdem, uzaklardan gelen beni karşılamayacak mısın?

Seni bulamıyorum, yalnızım ve üzülüyorum, görevim seni bulmak.

Çık meydana, beni kolayca görürsün, neden kaçıyorsun benden,

Seni tutan nedir? Hadi çık ortaya, gel ve gör beni.'

Âdem ortaya çıktı ve yamnda Havva ile birlikte ona geldiler,

İkisi de isteksizdi, yüzlerinde utanç ifadesi vardı, tedirgindiler;

Tanrıya ya da birbirlerine karşı sevgi duymadıkları belliydi,

Yüzlerinde suçluluk ifadesi vardı, utanç içindeydiler, sinirli ve

Umutsuzdular, öfke, inat, nefret ve hile, her türlü ifade vardı

Yüzlerinde. Âdem bir süre düşündü ve cevap verdi ona:

'Senin sesini bahçede duydum ve korktum o sesten,

Çıplak olduğum için de saklandım.' Merhametli Yargıç

Hiç sertleşmeden konuştu onunla ve şöyle dedi:

'Sen benim sesimi daha önce duyduğun zaman korkmaz, sevinirdin;

Şimdi neden korkunç oldu sesim senin için? Çıplak olmanı kim söyledi?

Sana yasakları an ağacın meyvesinden yedin mi?'

Âdem onun bu sözlerine üzgün bir ifadeyle cevap verdi:

Ey Cennet! Bugün Yargıcımın önünde zor durumdayım,

Ya tüm suçlamayı kabul edecek, ya da hayat eşimi suçlayacağım ki

Obana sadık kaldı ve onu suçlamam doğru olmaz. Fakat bir felaket

Yaşadık, baskı altındayım, günahı ve cezayı kabul etmek durumundayım;

Ama barış içinde kalmayı seçsem sen gizlediğimi hemen anlayacaksın.

Bana yardım, armağan olarak verdiğiniz bu kadın çok güzel, çok

Kutsal bir varlık, onun elinden kötülük beklemedim hiç, bunu da

Kötülük düşünmeden yaptı zaten—bana o meyveden verdi ve yedim.'

Tanrının Oğlu onu dinledi ve sonra şu cevabı verdi:

O senin Tanrın mıydı ki Tanrıdan önce onun sözünü dinledin?

Yoksa o senin rehberin, üstün ya da eşitin olarak mı yaratıldı da

Erkekliğini ya da Tanrının sana onun üstünde verdiği yeri ona

Teslim ettin? O gerçekten de hayran olunacak kadar güzel,

Senin aşkına layık bir kadın, senin kölen de değil elbette,

Yeteneklerini çok iyi kulları ıyordu, kurallara uyuyordu, senin

Bir parçandı o, senin gibi o da doğru olacaktı.'

Bunu söyledikten sonra döndü ve Havva'ya bakarak devam etti:

'Söyle kadın, senin bu yaptığın nedir?'

Üzgün ve utanç içinde olan Havva her şeyi itiraf edecekti

Ama bu cesur ve konuşkan yargıcın önünde birden şaşırdı

Ve sonra düşünerek cevap verdi ona:

'Beni Yılan kandırdı ve ben de o meyveden yedim.'

Tanrının kulu bunu duyunca hiç düşünmeden Yılan ı suçladı,

Ama doğrudan suçu ona yükleyemedi, o suça teşvik etmişti kurbanını,

Yılan zaten lanetliydi, lekelenmişti ve Tanımın Oğlu İnsanoğlunu

Yeterince tanıyordu, suçlamasını değiştirmedi, ama tüm bunlar

İçin en başta Şeytan suçlanmalıydı ve Yargıç elinden geleni

Yaptı ve sonunda laneti Yılanın üstüne düştü, şöyle konuştu:

'Bunu yaptığın için yeryüzünde yaşayan tüm hayvanlar içinde

En lanetli sen olacaksın; kamının üstünde sürünerek yürüyecek

Ve hayatın boyunca yerden toz yiyeceksin. Sen ve kadın arasında

Düşmanlık hissi koyacağım, hem de senin ve onun tohumları arasına;

Onun tohumu senin başını ezecek, senin tohumun onun topuğunu.'

Onun kahini böyle konuştu ve sonra, ikinci Havva olan

Hz. Meryem'in Oğlu Hz. İsa Şeytanın Cennetten

Şimşek gibi düştüğünü görünce mezarından kalkarak bunu doğruladı,

Yönetimleri ve Hükümranlıkları yıktı, açık gösteride galip geldi

Parlak olarak yükseldi, Şeytanın ülkesini zapt etti.

Ve onu ayaklarımızın altına serecek, onun kafası ezilecek.

Ve Yargıç şimdi de kadına dönerek şöyle konuştu:

'Hamile kaldığında senin üzüntünü artıracağım; çocuklarım

Doğururken acı çekecek, kocanın sözünü dinleyeceksin ve

O her zaman için senin üstünde olacak, kuralları koyacak.'

Sonra Âdem'e döndü ve son hükmü olarak şunu söyledi:

'Karının sözünü dinlediğin ve Bu ağacın meyvesini yemeyeceksin

Dediğim halde bu meyveyi yediğin için bu toprak lanetlendi;

Bunun için hayatm boyunca bir şey yerken üzüleceksin; üzüntülerin

Hep olacak, tarlaların otlarım yiyeceksin; toprağa dönene kadar

Ekmek yemek için ter dökeceksin; çünkü sen topraktan geldin,

Bunun için sonunda yine toprağa döneceksin.'

Tanrının Oğlu Yargıç hükmünü böyle verdi ve ölümün henüz uzak

Olduğunu belirtti ona, soma karşısında onların çıplak durduğunu

Görünce acıdı onlara ve köle gibi görünmemeleri için onları hayvan

Postları ve Yılan ın attığı deriyle giydirdi, ama düşmanlarım giydirmeyi

Düşünmedi ve onların içlerindeki kiri de temizlemek istedi, içlerine

Dürüstlük duygusu aşıladı; soma Cennete çıkarak yerine döndü ve

Araya tatlı ricalar katarak her şeyi bilen Yüce Tanrıya olanları anlattı. 

Dünyada bu günahlar işlenmeden ve yargıları madan önce

günah ve Ölüm Cehennemin kapıları karşısında oturdular, Şeytan

Çıktıktan sonra kapılar açık kalmıştı ve alevler Kaos'a kadar

Çıkıyordu; Günah Ölüme baktı ve şöyle konuştu:

'Ey Evlat, efendimiz Şeytan diğer dünyalarda büyük işler

Yaparken, bizler için daha mutlu yerler ararken biz neden burada

Oturmuş birbirimizi seyrederiz ki? Onun başarılı olacağına kuşku

Yok; eğer dönüşünden önce bir aksilik olur da onu kovalayanlardan

İntikam almak isterse bundan güzel yer bulamaz. Ben içimde

Yeni bir gücün yükseldiğini hissediyorum, kanatlarım büyüyor ve

Bana bu Derin'in ötesinde büyük diyarlar verildi;

Beni çeken sempati ya da doğuştan güçler bile olsa bunları gizlice

Bir araya getirebilir, daha da güçlenirim. Sen benim ayrılmaz

Gölgemsin, her yerde benimle beraber olman gerekir,

Çünkü Ölümü hiç kimse Günahtan ayıramaz.

Fakat geri dönüşünde bu geçilmez uçurumda sorun çıkmasın diye

Onu beklerken bir maceraya atılalım, ikimizin gücünü birleştirirsek

Cehennemden Şeytanın bulunduğu Dünyaya doğru bir yol bulabiliriz;

Böylece tüm Cehennem halkına da iyilik yapmış oluruz, onlar da

Gerektiğinde bu yolu kulları arak kolayca oraya gidebilirler;

İçgüdümün bana gösterdiği bu yolu kaybetmem mümkün değil.'

Zayıf olan Gölge biraz düşündü ve ona cevap verdi:

Kaderinin ve içgüdünün gösterdiği yere git, ben de gecikmem ve

Senin gittiğin yolu kolay bulurum; kan ve ölüm kokusunu hemen

Alırım, kurban çok nasıl olsa, bu kokular senin olduğun her yerde var.

Senin yaptığın işleri yapmak istemem ama sana yardım ederim.'

Bunu söylerken Dünya üzerindeki Ölüm kokusunu da kokladı.

Çok uzaklarda ertesi gün kanlı bir savaşta ölecekmiş gibi

Bekleyen askerlerin olduğu bir savaş alanına doğru uçan yırtıcı

Kuşlar gibi kan kokusu aldı vahşi Şekil ve burun deliklerini

Kasvetli havaya açtı, avının kokusunu o kadar uzaktan alıyordu.

Sonra ikisi Cehennem kapılarından uçsuz bucaksız, nemli ve

Karanlık Kaos anarşisine doğru tüm güçleriyle uçtular, suların üstünde

Süzülerek dolaştılar, dalgalan izlediler, Cehennemin ağzına doğru

Kumsalları gözlediler; Arktik Okyanusta iki karşıt yönlerden gelen

Kutup rüzgarları buz dağlan getirdiler ve bunlar Petsora'nın ötesinde,

Zengin Cathaian sahillerinde kaldılar. Toprak taşlaşmış gibiydi,

Ölüydü, soğuk ve kuruydu, bir zamanlar yüzen ama

Sonra sabitleşmiş Delos'a  benziyordu. Geriye kalan

Her şey hareketsizdi, taşlaşmıştı, bazı yerler balçık kaplıydı.

Köpüklü Derin'den kemerli ve çok uzun bir köprü çıkıyor, korumasız

Dünyanın hareketsiz duvarına kadar uzuyor, onunla birleşiyordu.

Ölüm Yoluydu bu—oradan başlayan geniş, kolay ve zararsız bir

Pasaj Cehenneme kadar iniyordu. Eğer küçük şeylerle büyükleri

Kıyaslarsak, XerksesO anısına Yunanistan özgürlüğü ile

Boyunduruk kıyaslanabilir, o Memnonian sarayından

Denize indi, Hellespont üzerinden Avrupa ve

Asya'yı birbirine bağladı ve saldırgan dalgalarla boğuştu.

Şimdi de mükemmel bir köprü inşa ettiler—uçurumun kenarında asılı

Kayalığın yamacında, Şeytanın gittiği yolu izler biçimde, onun Kaos'tan

Çıkıp bu Dünyaya indiği yerde. Onu pimlerle ve zincirlerle sağlam

Olarak bağladılar; şimdi dar alan kapalı bir yerde Cennet ve Dünya

İle birleşti ve Cehennem solda  kaldı; görünürdeki bu üç yere giden

Üç yol vardı. Ve şimdi onlar Dünya'ya giden yolu uzaktan görüp

Seçtiler, önce Cennete yöneliyordu bu yol, sonra bir Melek gibi parlayan

Şeytanı gördüler, Centaure takımyıldızı ile Akrep arasında zirveye

Yönelmişti ve Güneş doğuyordu; Şeytan kılık değiştirmiş olarak

Geldi ama çocukları onu hemen tanıdılar; o Havva'yı kandırdıktan

Sonra ormana gizlenmiş, şekil değiştirip Havva'nın kocasını

Yanıltmasını izlemişti—onların işlediği günahı gördü ve eski haline

Döndü ama Tanrının Oğlunun onlarıyargılamak için geldiğini görünce

Kaçtı oradan, suçunun ortaya çıkacağını ve cezalandırılacağını iyi

Biliyordu; gece olunca geri geldi ve günahkar çiftin üzgün hallerini

İzledi ve sonra gelecekte kendi halini düşündü. Sonra neşe içinde

Cehenneme döndü, Kaosün kenarında, yeni köprünün yakınında

Yavrularım görünce şaşırdı ve sevinci arttı. Onları bir süre

Hayranlıkla seyretti ve sonra çekici kızı Günah şöyle dedi:

Ey Baba, harika işler yaptın, bunlar senin ganimetlerin,

gize de anı olarak kalacaklar; sen bu işlerin gerçek mimarısın.

Benim kalbim hep seninle beraber, senin sevincini hissediyorum

pünyada çok iyi işler yaptın, halin de bunun kanıtı, ama aramızda

Uzun mesafe olsa da oğlunla beraber sana gelmek istedim;

Kader bizi burada birleştirdi, Cennet artık sınırları içinde tutamaz

Aşılması imkansız bu karanlık uçurum da senin aydınlık yolunu

İzlemekten alıkoyamaz bizi. Şimdiye kadar Cehennemde kapah

Kalan bizleri kurtardın sen, buraya gelebilecek kadar güç verdin bize,

Bu harika köprüyle karanlık uçurumu da aştık. Tüm bu Dünya senin;

Cesaretin sana ellerinin yapmadıklarını kazandırdı; savaşta kaybettiğini

Aklınla kazandın, Cennette bize yapıları ın intikamını aldın. Orada olmadı

Ama burada hüküm süreceksin; bırak O orada galip olsun, savaşın ona

Verdiğiyle kendini zafer kazanmış olarak düşünsün, lanetlediği bu yeni

Dünyadan çekilsin; bundan sonra sen hükmedeceksin semavi sınırlan

Belli bu yere ya da Onun tahtı için daha da tehlikeli olacaksın.'

Karanlıklar Prensi bunları duyunca sevindi ve şöyle cevap verdi:

Güzel kızım ve sen hem oğlum, hem de torunum,

Siz Şeytan ırkının En güzel örneklerisiniz

(Cennet'in Yüce Kralına muhalif olarak gurur duyuyorum bundan),

Cennetin kapışma bu kadar yakın bir yerde

Cehennem İmparatorluğunu kurduk ve başarılı olduk,

Benim çalışmam zafer getirdi ve Cehennemle bu Dünyayı

Bir tek krallık yaptı—burası tek kıta artık.

Bunun için Karanlıkta sizin yolunuzdan müttefikim

Güçlere iner ve onlara yaptıklarımı anlatıp onlarla

Birlikte neşelenirken siz ikiniz de hepsi sizin olan

Yıldızlar arasından Cennete gidin; orada kalın ve mutlu olun;

Sonra da Dünya Egemenliğine geçin ve tüm yaratıkların

Efendisi olan İnsanı tanıyın; onu önce esir alın

Sonra öldürün. Ben size vekillerimi gönderecek

Dünyada tek yetkili olacağım. Bu yeni krallıkta kontrolü

Sağlamam sizin ortak gücünüze, 

Günah ve Ölümü kullarıma gücüme Bağlı. 

Sizin ortak gücünüz kullanılırsa Cehennem

İşlerinde zarar olmaz; şimdi gidin ve güçlü olun.'

Şeytan bunları söyledi ve onları bıraktı; onlar da zehir saçarak

Hızla takımyıldızlar arasından uçtular, yıldızlar gezegenler soldular

Acı çektiler. Şeytan diğer yöne, Cehennem kapısına doğru gitti;

Her iki yanda Kaosun gürültüsü vardı, onun gazabı, öfkesi

Her yanda görülüyordu. Açık kapıdan geçerken kimse yoktu orada,

Çünkü nöbetçiler gitmiş, üst Dünyaya uçmuşlardı; Orada kalanlar

Şeytanın şehrinde arka taraflara, surların gerisine gitmişlerdi.

Orada etrafı gözetliyor, Büyükler de İmparatordan gelecek haberi a

Bekliyordu; Bunun için o giderken emir verdi ve onlar da bunu dinlediler!

Tatarların karlı ovalarda, Astracan'da düşman Ruslardan,

Ya da İran hükümdarı Sophi'nin Türk bayrağının ayından kaçıp

Aladule'denO Tauris ve Casbeen'e  sığınmasına benziyordu bu;

Cennetten kovulanlar Cehennemi de nerdeyse boşaltmış,

Şehrin çevresini gözetliyor, Şeytanın yabancı dünyalardan

Dönüşünü bekliyorlardı; Şeytan onların arasından

Alt tabakadan bir Melek asker gibi tanınmadan sıyrıldı, Plutonian

Holünün kapısından görünmeden geçerek parıltılı tahtına ulaştı.

Bir süre orada oturup etrafım gözetledi, ama kendisi görünmüyordu.

Sonunda o parlak başım bulutların arasından çıkarır gibi çıkarıp

Etrafa gösterdi ama bu parıltısı da sahteydi. Herkes bu ani parıltı

Karşısında şaşırdı ve büyük Şefin döndüğünü gördüler;

Büyük bir alkış tufanı koptu, büyük asiller

Karanlık Divandan kalkıp onun yanma koştular, kutladılar onu

Şeytan eliyle onları susturarak konuştu:

'Değerli, Muhteşem Krallar, Prensler, Değerli Komutanlar—sizlere

Buraya çok başarılı olarak döndüğümü söylemek isterim; sizleri bu

Cehennem çukurundan çıkaracağım, zaferlere götüreceğim,

Zalimin zindanı olan bu lanetli, korkunç çukurdan kurtaracağım;

Şimdi eski Cennetimizden biraz daha aşağıda büyük bir Dünyamız var,

Kendimi tehlikeye atarak buldum orayı. Neler yaptığımı, ne kadar acı

Çektiğimi anlatmam uzun sürer, Derin çukurdan çıkınca korkunç şeyler

Yaşadım, ama şimdi Günah ve Ölümün yardımıyla geniş bir yol

Yapıldı, zafere giden yol bu sizin için; ama ben bu görülmemiş yolda çok 

vuruldum. uçurumdan kurtulmam zor oldu, Gece ve Kaosun vahşi

gaklarına atıldım, onlar sırlarını kıskanarak yolculuğumu engellemek

istediler, gürültü çıkarıp tutmak istediler beni; ben de bu yüzden

Zorlandım ve Cennette sözü edilen yeni yaratılmış mükemmel

pünyayı buldum; orada İnsanoğlu Dünya Cennetine yerleşmiş ve çok

Mutluydu. Onu kolayca kandırdım, Yaratanına ihanet etmesini sağladım

Ve şaşacaksınız, bunu bir elmayla yaptım; buna gülebilirsiniz,

Tanrı buna çok kızdı ve İnsanoğlunu ve Dünyasını Günah ve

ölüme terk etti, yani bize bıraktı, bizim için tehlike yok, orada

Yaşayabilir ve insanı ve onun daha önce kontrol ettiklerini kontrol

Edebiliriz. Tanrı beni de yargıladı, aslında beni değil de

insanı kandırmak için içine girdiğim Yılan ı yargıladı.

Aslında düşmanlık benimle İnsanoğlu arasında;

Ben İnsan soyunun topuğunu ısıracağım, onlar da benim,

Yani Yılan ın başını ezecekler. İşte böylece yaptıklarımı öğrendiniz,

Artık hepimiz mutlu olabiliriz ey Tanrılar.'

Şeytan bunları söyledikten sonra kendisini metheden bağırışlar,

Büyük bir alkış tufanı bekledi, ama tam aksine

Kulaklarına sadece her yandan Yılan ıslığına benzer sesler geldi,

Hiç kimse duyduklarına sevinmemişti; Şeytan bunun ne demek olduğunu

Anlamadı ve düşündü; kızdı, suratı asıldı, kolları böğrüne yapıştı,

Ayakları birbirine dolandı ve yere düştü, yerde uzanmış dev bir Yılan 

Vardı, çaresizdi; onu şimdi kendisinden daha büyük bir güç kontrol

Ediyordu, laneti gereği günah işlediği şekle girdi; konuşmak istedi

Ama ağzından, çatallı dilinden sadece Yılan ıslığı çıktı;

Orada olanların hepsi de onun gibi Yılan a döndüler; orada Yılan 

Islığından, hışırtısından başka ses duyulmuyordu, korkunç bir sesti bu;

Akrepler, kara ve su Yılanları, tüm sürüngenler toplandı oraya,

Ama hepsinin ortasında en büyük Piton duruyor ve tüm diğerlerinden

Daha güçlü gibi görünüyordu; Cennetten kovulanların hepsi şimdi

Yerlerde sürünüyorlardı, durdular, zafer kazanarak döndüğünü söyleyen

Şeflerine baktılar; etrafta çirkin Yılanlardan başka bir şey yoktu;

Hepsi dehşet içindeydi, ama sonra değişmeye

Başladılar; kargıları kalkanları düştü ve Yılan ıslıkları yeniden duyuldu;

Aslında onların alkışları Yılan ıslığına dönüşmüş, zafer naraları

Ağızlarından utanç ıslığı olarak çıkmıştı. Yakında bir koru, orada onların

Cezalarını artıracak Cennet meyveleriyle dolu, Havva'nın kanarak yediği

Meyve dolu dalları olan ağaçlar vardı. Hepsinin aç gözleri bu ağaçlara

Dikildi, yasak ağacın çoğaldığını düşündüler,

Onlara daha çok acı ve utanç verecekti bunlar,

Ama hepsi çok aç ve susuzdu, kendilerini tutamadılar ve Megaeragj

Ağaçlara sanlarak tırmandılar; Sodom'un

Yandığı yer yakınındaki ziftli deniz  kenarında

Büyüyenler gibi göze hoş görünen meyveleri kopardılar; bunların

Görünüşü güzeldi ama tatları yanıltıcıydı; onlar

Meyve yiyeceklerini sanırken acı kül yediler ve garip sesler çıkardılar;

Onları yemeye zorlandılar ve ağızları kül ve kurum doldu;

Günaha girince sevindikleri insanın haline düştüler.

Böylece aç kaldılar, durmadan ıslık çaldılar ve eski

Hallerine dönmelerine izin çıkana kadar öyle kaldılar

Bazılarının söylediğine göre Tanrı onlara yılda bir kez birkaç gün için

Aynı cezayı verdi, utanç içinde kaldılar ve İnsanoğlu da buna sevindi.

Ama bir efsaneye göre onlar dinsizler arasına karıştılar ve Ophion 

Dedikleri Yılan Eurynome ile birlikte önce Olympus'u yönetti,

Orası sonra Satürn'e verildi ve Dictaean  Jove doğdu.

O sırada cehennem çifti Cennete ulaştılar—orada daha

Önce güç olan Günah şimdi bedene büründü ve eski bir

Yerleşimci gibi yerleşti; hemen arkasından Ölüm izledi onu,

Soluk atma binmemişti ve Günah şöyle konuştu:

'Şeytan ürünü, her şeye hakim olan Ölüm, çok

Çalışarak geldik buraya, ne düşünüyorsun imparatorluğumuz hakkında,

Cehennem kapısında nöbet tuttuğumuz yerden

Çok daha iyi değil mi burası, isimsiz ve aç olsan da?'

Günahtan doğmuş olan Canavar ona şöyle cevap verdi:

'Ebedi açlık olacaksa Cehennem ya da Cennet fark etmez,

Orada daha çok av bulabilirim; burada çok canlı var ama yine de

Benim çok aç midemi dolduracak, bu eti kemiğine

Yapışmış bedenimi doyuracak kadar çok şey yok gibi.'

Zina yapmış olan Ana ona şöyle cevap verdi:

'Sen önce şu otlarla, çiçekler ve meyvelerle doyur kamını;

Sonra her hayvandan, balıklardan ve kuşlardan yiyebilirsin

Bunlar seni doyurmayabilir; Zaman içinde yediklerin seni tatmin

Etmeyebilir, ancak ben bu yaratıkların arasında yaşayan insanoğlunun

Düşüncelerini, görünüşünü, sözlerini, davranışlarını öğrenecek, senin için

En çok zevk duyacağın av olarak hazırlayacağım onu.'

Bunları konuştuktan sonra ayrı yollara gittiler,

Tüm yaratıklardan mahvedeceklerini aramaya başladılar,

Bazılarına dokunmuyor, daha sonraya bırakıyorlardı; ama

Tanrı onları yüksek tahtından gördü ve emrini verdi:

'Bu iki Cehennem köpeğinin Dünyaya zarar vermek istedikleri belli,

Onlara dikkat edin, ben onları iyi ve güzel olarak yarattım

Şimdiye kadar öyle tuttum, ama İnsanın aptalca davranışı bana

İstemediğim şeyleri yaptırdı, yine de onların böyle güzel bir yere

Girmelerine ve suç işlemelerine izin verdim ve düşmanlarım sevindirdim,

Sanki her şeyi onlara bırakmışım gibi gülüyorlar şimdi;

Onların kural dışı davranışlarını istemiyorum ve onları buraya

Çağırmadığımı da bilmelisiniz, benim Cehennem köpeklerim

İnsanın günah işleyerek kirlettiği yerleri yalayacak ve temizleyecekler;

Tıka basa yiyecekler, geride hiçbir pislik kalmayacak, sonra da sen

Oğlum, güçlü kollarınla Günahı, Ölümü ve Esneyen Mezarı

Kaosun içine fırlatıp atacak, Cehennemin ağzını

Sonsuza kadar kapatacaksın; o zaman Cennet ve Dünya tamamen

Temizlenmiş olacak ve bundan sonra da asla kirlenmeyecekler;

O zamana kadar da lanet hep onların önünde olacak.'

Yüce Tanrı bunları dedikten sonra Melekler ilahiler söylediler.

Denizlerin sesi gibi şunlar dile getirildi: 'Sadece Senin yolların doğrudur,

Senin emirlerin geçerlidir ve de yaptıkların; Seni hafif almak,

Dinlememek kimin haddine düşmüş? Senden sonra Oğlun

Düzeltecek İnsan neslini, Dünya ve Yeni Cennet

Onun sayesinde yükselecek.' Yüce Tanrı bu ilahiyi dinledikten sonra

Büyük Meleklerini çağırdı ve onlara son durumla ilgili emirlerini verdi;

Güneş aldığı emre göre hareket edecek, parlayarak

Dünyaya yeterli soğuk ve sıcak hava verecekti, kuzeyden kış mevsimi,

Güneyden yaz sıcağı getirecekti. Ay'a ve Dünya'ya yakın diğer yıldızlara

Gezegenlere de görevleri bildirildi; bazı gök cisimlerinin yağmur ve

Fırtınalarda etkisi olacak, bazıları Güneşle birlikte doğup batacaklardı.

Rüzgarlara yönleri, denizi, havayı ve sahilleri ne zaman karıştıracakları

Bildirildi; fırtına ne zaman geleceğini ve gideceğini biliyordu.

Bazılarına göre Yüce Tanrı Meleklerine Dünya kutuplarını

Güneş eksenine göre iki kez on derece döndürmelerini emretti;

Böylece onlar da Yerküreyi biraz iterek eğdiler; bazılarına göre

Güneş de aldığı emre göre hareket ederek

Takımyıldızların ve burçların yerlerini ayarladı, böylece

Mevsimlerin meydana gelmesi sağlanmış oldu; öyle olmasaydı Dünyada

Sürekli bahar olacak, kutup daireleri dışında günler ve geceler eşit

Olacaktı. Güneş verilen emre göre belirledi yörüngesini,

Aksi takdirde üzerinde canlıların yaşadığı ve günahsız olan

Dünya dondurucu soğuk ve yakıcı sıcaktan nasıl kaçınabilirdi?

Cennetlerde meydana gelen bu değişimler yavaştı ama denizde ve

Karalarda da aynı değişimleri sağladı—yıldız rüzgârları, buhar, sis gibi

Doğa olayları hep böyle meydana geldi. Norumbega'nın kuzeyinden ve

Samoed'den buz gibi rüzgârlar, kar, dolu ve fırtınalar geldi, Boreas,

Caecias ve Argestes ve gürültülü Thrascias ormanları, denizleri

karıştırdılar; fırtınalar güneş Notus'dan, kara bulutlar Serraliona'dan

Geldiler; ilk Doğa saldırıları böyle başladı; ama ilk uyuşmazlık

Günahın kızında görüldü, Ölüm sert antipati ile gösterdi kendini;

Hayvanlar, kuşlar ve balıklar arasında savaş başladı;

Otlak kavgaları çıktı, hayvanlar birbirlerine saldırdılar,

İnsandan korkmadılar ama yine de kaçtılar ondan.

Bu kötülükler devam ederken Âdem her şeyi görüyordu;

Üzgündü ama yapabileceği bir şey yoktu, kendini iyi hissetmiyordu,

Tüm bu korkunç olaylar arasında teselli bulmak için şikayete başladı:

'Ey mutlu ama sefil yaratıklar! Bu yeni muhteşem Dünyanın sonu

Böyle mi gelecek, bu ihtişamı görmekte geç mi kaldım ben?

Kutsanmış iken lanetlenen kim, Ona bakmak bana

Mutluluk verirdi ama şimdi beni Tanrının gözünden saklayın;

Ama O burada bu acıyı dindirebilir,

Ben bunu hak ettim ve cezama razıyım; ama bu da işe yaramaz:

Yediğim, içtiğim ya da üreteceğim her şey lânetlenmiş. Bir zamanlar

Bana 'Üreyip çoğalmaksın,' denmişti, şimdi ise ölüm sözü duyuyorum!

Kafamdaki lânetten başka neyi artırabilirim? Gelecek kuşaklarda

Lanetin benden kaynaklandığını duyanlar beni aynı şekilde

Lanetlemeyecek mi? "Atamız Âdem'e yazıklar olsun! Bunun için ona

Teşekkür etmeliyiz," diyecekler, onların teşekkürü nefret olacak.

Böylece tüm yaptıklarım sert biçimde bana geri dönecek—benim

Üzerime yığılacak; Ey Cennetin kaçan mutluluğu; kederler bana

Sevinç, neşe getirsin! Yüce Tanrım, ben senden beni çamurdan

Yaratmanı istedim mi? Beni karanlıktan kurtarıp bu güzel bahçeye

Getir dedim mi? Arzum benliğime uymadığına, senin emirlerini yerine

Getirmediğime göre, beni tekrar toprak yapman, tüm verdiklerini

Benden geri alman doğru olacaktı. Bunlar yeterli ceza olacaktı da

Neden bana sonsuz acılar, üzüntü verdin? Adaletini anlamak zor,

Ama doğruyu söylemek gerekirse böyle tartışmak, itiraz etmek

İçin artık çok geç; bu koşulları o zaman kabul etmemeliydim.

Onları kabul edip iyi yanlarından zevk aldıktan sonra itiraz

Etmek olur mu? Peki ya Tanrının oğlu emrine karşı gelseydi

Ve, "Beni neden yarattın? Ben istemedim bunu," deseydi,

O zaman ne olacaktı? Ama onu seçimin olarak değil,

Doğal bir ihtiyaç olduğu için yarattın Sen.

Tanrı seni kendi seçimi olarak yarattı, Ona hizmet edesin diye;

Senin ödülün Onun lütfü olacaktı; o halde cezanı da istediği gibi

O verecektir; Onun hükmü doğru, ben topraktan yaratıldım,

O halde yine toprağa döneceğim. Ben hazırım!

Emrini yerine getirmek için neden Bekleyelim? Neden

Daha çok yaşayayım? Neden ölümle eğleneyim de

Acımı artırayım? Cezam olan ölüme severek giderim, hissiz toprak

Olmaya hazırım! Anamın kucağına yatmış gibi mutlu olacağım!

Orada güven içinde uyurum; Onun korkunç sesini artık duymam,

Ben ve neslim de artık korkmaz bu zalim beklentiden.

Ama içimde bir kuşku var—ölçmeyeceksem eğer;

Tanrının bana verdiği İnsan Ruhu, yaşam nefesi toprak olacak

Bedenimle yok olmayacaksa mezarda ya da gideceğim

Yerde yaşayan bir ölü mü olacağım?

Eğer bu doğruysa korkunç bir şey! Peki ama neden?

Günahı işleyen hayat nefesi; ölecek olan hayat ve günah mı?

Beden ikisine de yeterince sahip olamadı. O halde her şeyimle öleceğim;

Ama insan daha fazlasını bilmediği için bu kuşkuyu bırakalım.

Herkesin Tanrısı sonsuz ama gazabı da mı sonsuz olacak?

Olsun, İnsan için ölümlü hükmü verilmiş. Tanrı İnsanı öldürmeden

Öfkesini nasıl çıkarabilir? Ölümsüz ölüm yapabilir mi? Bu garip bir

Çelişki olur; bunu Tanrı bile tartışamaz, bu bir güç değil,

Bir zayıflık tartışması olur. Katılığı hiç bitmeyecek mi

Tanrının, öfkesini çıkarmak için İnsanı hep cezalandıracak mı?

Cezasını toprağın ve Doğa yasasının ötesine

Taşıyacak her nedenle. Ama ölüm tek darbe değil sanıyorum,

Duyuları almakla kalmıyor, bu günden itibaren sonsuz keder olacak,

İçimde ve dışımda duymaya başladım bunu, sonsuza kadar gidecek bu,

Savunmasız başıma korkunç şeyler geliyor; Ölüm ve ben sonsuzduk,

Birdik, ben yalnız değildim; şimdi gelecek

Nesiller de lânetlendi. Size iyi miras bırakmıyorum evlatlar;

Keşke tüm cezayı ben çekseydim de size bir şey kalmasaydı!

Bu durumda beni nasıl kutsayacaksınız ki!

Tüm İnsanoğulları bir kişi yüzünden neden

Lanetleniyor eğer suçsuzsa? Benden geriye sadece

Kötülük kalıyor, zihin ve irade iyiden yoksun,

Herkes benim gibi mi olacak? Tanrının karşısında nasıl beraat edecekler

Peki? Her şeyden sonra ben günahımın affını diledim;

Kaçınmalarım ve mantığım boşa çıktı, mahkûm edildim;

İlk ve son olsun, bütün kötülüklerin kaynağı ben olayım.

Suç benim olsun. Gazabını ben çekeyim Tanrının. Düşkün arzusu!

Dünyadan ağır olan yükü çekebilir misin—o kötü kadınla

Bolünse de dünya bundan ağır olur mu? Böylece arzun ve korkun

Tüm sığınma umudunu mahvediyor, her şey senin geçmiş gelecek

Tüm örneklerden daha kötü olduğunu gösteriyor,

Sadece Şeytana benziyorsun, Suç ve ceza.

Ey vicdan, beni nasıl sürdün bu korku ve dehşet uçurumuna;

Daldığım ve bir türlü çıkış yolu bulamadığım bu korkunç yere?'

Âdem böylece sakin gecede kendi kendine yakındı durdu.

Ona sadece karanlık gece eşlik etti nemli ve korkunç kasvetiyle;

Kötü vicdanı için iki kat korku ve dehşet oldu bu. Soğuk toprağa uzandı

Kaldı, yaratılışına, geciktiği için Ölüme lanet etti.

'Ölüm neden gelmiyor ki?' diye söylendi.

Neden gelip bir darbede almıyor beni? Gerçek de tutmayacak mı

Sözünü, kutsal adalet bulmayacak mı yerini? Ama Ölüm istendiği zaman

Gelmez; kutsal Adalet dualara ya da feryatlara bakıp

Onun hızını artırmaz. Ey ormanlar, pınarlar, tepeler, vadiler,

Sandım ki sizin gölgeleriniz başka şarkılar söyleyecekti.'

Âdem böyle kendi kendine yakınırken bir süre sonra

Yakınlarda oturmuş üzgün duran Havva'yı

Gördü, sert bir ifadeyle bakarak şöyle dedi ona:

'Çekil gözümün önünden seni Yılan ; sana ancak işbirliği yaptığın o

Yaratığın adı yaraşır, sen de onun kadar sahte ve nefrete layıksın; şeklin

Ve rengin de ona benziyor, içinde hile olduğu belli, bu sahte görünüşünle

Tuzağa düşürmemen için tüm yaratıkları uyaracağım. Seninle mutluluğun

Daimi olacağını sanmıştım, ama sen benim uyarıma kulak vermedin ve

Güvenilmez olduğunu gösterdin—Şeytanın yanında olmayı yeğledin;

Onun yılanla seni kandırmasına izin verdin ve ben de sana kandım, seni

Akıllı, tüm saldırılara karşı korunmalı sanıyordum, ama erdemlerinin

Sahte olduğunu geç anladım, benden alınıp doğanın eğdiği bir

Kaburgaydın sen— şimdi kötüye doğru eğildiğin anlaşılıyor;

Ama sen işe yaramaz bir fazlalıktın. Akıllı Yaratan Cenneti

Erkek Ruhlarla doldururken Dünyaya neden bir yenilik

Getirdi ve bu işe yaramaz dişiyi yarattı, neden Dünyayı da

Sadece erkek Meleklerle doldurmadı bilmiyorum;

İnsanın üremesi için başka bir yol da bulabilirdi; bu kötülük bitmedi,

Başkaları da gelecek—kadınlarla birleşme yüzünden Dünyaya

Başka kötülükler gelecektir; çünkü O uygun eşi ya hiç

Bulmayacak ve felâket getirecek, ya da kadının daha büyük kötülükler

Yapmasını izleyecek, veya kadın severse mutlu olmasını geciktirecek ve

Aile içi geçimsizlere neden olacak, evlilikte mutluluğu zorlaştıracaktır.'

Âdem sustu ve ona arkasını döndü, ama Havva gözlerinden

Yaşlar akarak ve saç lüleleri karmakarışık bir halde gelip

Onun ayaklarına kapandı ve yalvardı:

'Beni böyle terk etme Âdem, kalbimde sana olan

Sevgi ve saygıya Gökler tanıktır, ben çok kötü yanıldım, aldatıldım;

Ayaklarına kapanırım, acı bana, merhamet et, yardım et,

Bu felaketimde öğüt ve güç ver bana. Beni terk edersen

Nasıl ve nerde yaşarım ben? Hâlâ yaşarken hiç olmazsa

Bir saat için barışalım, yaralarımızı saralım ve düşmana

Karşı birleşelim, o zalim Şeytana karşı çıkalım. Bu olanlar için

Benden nefret etme, ben zaten yeterince üzgünüm;

İkimiz de günah işledik ama sen sadece Tanrıya karşı,

Bense hem sana hem Tanrıya karşı geldim, ama

Tanrıya yakarılarım duyulacak ve adalet yerine gelecek,

Senin cezan bana verilecek, her şeyin sebebi benim,

Tanrının öfkesi, gazabı sadece benim üstüme olsun, diliyorum bunu.'

Havva sustu ama gözyaşları dinmedi ve onun bu hali

Âdem'i çok etkiledi, birden acıdı ona; kalbinin yumuşadığını hissetti,

Hayatının sonundaydı ve Havva, tek sevdiği ve zevki olan kadın şimdi

Ayaklarına kapanmış acı içinde yalvarıyordu ona

Bu güzel yaratık onunla barışmak istiyordu, önce hoşlanmadığı

Öğüdünü, yardımını istiyordu onun; birden öfkesi kayboldu

Onu tutup yerden kaldırdı ve yumuşak bir ifadeyle konuştu Âdem:

'Daha önce gafil davrandın, arzuluydun, ne yaptığını bilmedin ve

Bütün hataların cezasını çekmek istiyorsun; heyhat! Sen önce kendi

Cezanı çek, Tanrının gazabına kolay katlanamazsın ki

Bu cezanın küçük parçası olacak, benim mutsuzluğum da çok büyük;

Eğer dualarm etkisi olursa ben oraya senden önce ulaşabilir,

Sesimi daha iyi duyurabilirim, belki beni dinlerler ve senin

Cinsiyetinin zayıflığı kabul edilir, affedilebilirsin bana sığındığın için.

Ama şimdi kalk, artık tartışmayalım, birbirimizi suçlamayalım,

Başkaları bizi yeterince suçladılar, şimdi birbirimizi sevelim, destek

Olalım ve acılarımızı paylaşarak hafifletmeye çalışalım;

Görebildiğim kadarıyla Ölüm biraz gecikecek, ürememiz

Ve de acı çekmemiz için Ölüm mümkün olduğunca geç gelecek bize.'

Havva onun sözlerinden umutlandı, kendini topladı, şöyle konuştu:

'Âdem, yaşadığımız kötü tecrübeden sonra benim sözlerime fazla önem

Vermeyeceksin, biliyorum sözlerim hatalıydı, ne yazık ki kötü şeyler

Yaşadık; ama söylediklerin beni umutlandırdı, sevgini tekrar kazanmak

Büyük şey benim için; yaşasam da ölsem de, içimde hissettiklerimi

Senden gizlemeyeceğim, birden çok rahatladım, daha önce üzgündüm

Ama hoşgörülüydüm, kötülükte olduğu gibi ve seçim konusunda zorluk

Çekmedim. Üzücü düşüşümüz bizi şaşırtsa da sonunda öleceğiz

Ve başkalarına da acı vereceğimiz için üzgünüm, bu lanetli

Dünyaya üzgün bir nesil getireceğiz ki onlar da lanetli

Bir hayattan sonra o iğrenç canavara yem olacaklar,

Ama onların doğup doğmaması yine de senin elinde.

Çocuksuz olarak geldin, çocuksuz kal; böylece Ölüm

Kandırılmış olacak ve aç karnını sadece bizimle doyurmak zorunda

Kalacaktır; ama sen bunu güç bulursan akşamların sevgi sohbetlerinden,

Birbirimize bakmaktan vazgeçelim, arzularımıza gem vuralım ki

Bu da en azından acı verecektir, ama hem kendimiz

Hem de tohumlarımız korkudan kurtulacaktır;

Bunun için Ölümü arayalım, ama bulamazsak onun görevini kendi

Ellerimizle yerine getirelim. Sonunda gelecek ölüm için korkumuzu

Neden sürdürelim, en kısa yoldan ölmek bizim elimizde.'

Havva sustu ya da büyük umutsuzluk ona engel oldu; ve ölüm

Hakkında konuşmak yüzünü birden soldurdu. Ama Âdem onun bu

Konuşmasından pek etkilenmedi ve biraz umutlanarak şöyle konuştu:

'Havva sanıyorum hayatı ve zevki hor görüşün,

Aklındaki bazı şeylerle çelişki halinde görünüyor, kendini

Mahvetme düşüncesi içindeki mükemmel fikri yalanlıyor

Küçümseme duygusunu ifade etmiyor, ama çok sevdiğin zevk

Ve hayat kaybı konusunda acı çektiğini, pişman olduğunu gösteriyor.

Ya da açma son vermek, böylece cezadan kurtulmak için ölümü

İstiyorsan, Tanrı bu yüzden intikamından vazgeçmeyecek kadar akıllıdır;

Ayrıca korkarım ki ölüm bile cezamızı çekmekten kurtaramaz bizi;

Böyle bir şey Yüce Tanrıyı daha da kızdırır ve ölümü bizim içimizde

Yaşatır O; bu durumda başka bir çare arayalım

Ve ben bir şey hatırladım, senin neslin Yılan ın başım

Ezecek sözü geldi aklıma—Sanıyorum Yılan içine girerek bizi kandıran

Düşmanımız Şeytan için acınacak bir durum olur bu;

Onun başını ezmek gerçek bir intikam olur, bu şekilde bizim

Gibi o da ölür yok olur, ya da senin dediğin gibi

Çocuksuz günler gelir; o zaman düşmanımız cezasından kurtulur

Ve bizim cezamız katlanır. O halde artık kendimize

Zarar vermekten söz etme, bu umudumuzu yok eder,

Gururumuzu kırar, kinimizi artırır, Tanrıya karşı sabırsız olmamızı

Sağlar, Ona olan sevgi ve saygımızı kaybettirir

Sadece Onun boyunduruğunu hissederiz boynumuzda.

Bizi nasıl ılımlı bir öfkeyle duyduğunu ve yargıladığını düşün.

Bizi hemen o gün öldüreceğini düşündük, ama sana sadece

Doğum sancısı vereceğini söyledi, ama sonra da rahminin meyvesiyle

Mutlu olacaksın. Benim lânetim ise ekmeğimi çalışarak

Kazanmam olacak—ne zararı var bunun?

Tembellik daha kötü oldu; çalışmam bana destek olacak;

Ayrıca soğuk ve sıcaktan fazla etkilenmeyelim diye bizi yargılarken

Acıyarak bir yandan da giydirdi. Ona dua edersek kulakları

Daha ne kadar açılır, bize daha ne kadar acır bilmem,

Dağda görülen sert mevsimlere, yağmura, kara, doluya karşı

Nasıl korunacağımızı öğretebilir bize, ağaçları sarsan

Bu sert rüzgârlara karşı önlem almayı öğrenebiliriz,

Kendimizi korumak için daha iyi örtünebiliriz gece

Soğukları başlamadan, şimşekler çakmadan, fırtınalar kopmadan,

Yıldırımlar düşüp ağaçları yakmadan, yıkmadan önce,

Ama onların uzaktan gelen ateşi de ısıtır bizi.

Güneş ışığı gibi onlardan da yararlanabiliriz; yaptığımız

Kötülükleri de düzeltiriz; Tanrı bize dua, niyaz etmesini de öğretecektir,

Böylece hayatımızı korkmadan, rahat yaşayabiliriz,

Ölüp tekrar toprak olana kadar bize destek olacaktır Tanrı.

O halde bizi yargıladığı konularda kendimizi düzeltmekten,

Günahlarımıza kabul ve dualar ederek, ağlayarak, gözerimizi

Cennete çevirerek pişmanlığımızı bildirmekten,

Af dilemekten başka bir şey yapamayız; Onun önünde

Diz çökerek af dileriz. Eminim Tanrı yumuşayacak.

Bize olan öfkesi geçecektir, sakinleşecektir,

Bizlere acımaktan, lütufkar davranmaktan,

Merhamet etmekten kaçınır mı O?'

Pişman olan büyük Atamız böyle konuştu ve Havva da

Pişmanlığını gösterdi; Tanrının onları yargıladığı yere giderek

Onardılar orasını, önünde diz çökerek yakardılar,

Dualar ettiler, ikisi de başlarını eğerek hatalarını kabul ettiler,

Af dilediler ve ağladılar, içlerini çekerek üzüntülerini,

Pişmanlıkları nı gösterdiler.

KİTAP XI

ÖZET

Tanrının Oğlu tövbe eden ilk ebeveynimizin dualarını Babasına iletir ve onlara destek verir. Tanrı onları kabul eder ama artık Cennette yaşamayacaklarını söyler; onları oradan çıkarmaları için bazı Meleklerle Mikail'i oraya gönderir, Âdem'e gelecekte ne yapacağı da bildirilecektir; Michael aşağı iner. Âdem kötü belirtileri Havva’ya gösterir, Mikail’in yaklaştığını görmüştür; onu karşılamaya çıkar; Melek ona oradan gitmelerini bildirir. Havva ağlar, sızlar. Âdem yakarır ama sonunda razı olur; Melek onu yüksek bir tepeye götürür; Tufana kadar neler olacağını gösterir ona. 

Böylece onlar aşağıları mış ve kötü durumda tövbekâr

Olarak dua ettiler, çünkü yukarıdaki merhamet makamından gelen

Koruyucu onların kalbini yumuşatmış, ıslah etmiş,

Hidayete erdirmişti, şimdi dualar Ruhunun verdiği ilhamla sessizce

İçlerini çekiyorlardı; Melek daha sonra konuşmadan kanatlandı

Cennete doğru hızla uçup gitti; ama onların yeni mekanları

Onların dua ve yakanlarına uygun değildi; bir efsaneye göre

Deucalion ve iffetli Pyrrha boğulan insan ırkını yeniden

Canlandırmak için Themis'in türbesi önünde durdular

Onların duaları kıskanç rüzgârlara aldırmadan Cennete yükseldi,

Kapılardan geçti, tütsülendi ve Yüce Tanrının tahtı önünde

Görünür hale geldi. Tanrının Oğlu memnun

Kalarak onları Babasına tanıttı ve tavassut ederek şöyle konuştu:

Bak işte Baba, Dünyada İnsana gösterdiğin lütfun

İlk meyveleri bunlar—bu duaları ve niyazları tütsülenmiş olarak

Bu altın buhurdanlıkta senin önüne getirdim; bunlar onun içine

Yerleştirdiğin pişmanlığın, tövbenin meyveleri, bunlar onun kendi

Elleriyle yetiştirdiği tüm Cennet meyvelerinden daha lezzetli.

Onun için onların yakarışlarına kulak ver; sessiz de olsa

Niyazlarım dinle; onlar henüz dua etme konusunda

Yeterince usta değiller, onun için izin ver de onların

Hamisi olarak aktarayım sana dualarım, yakarışlarım;

Ben onlara kefilim, Bunların kötü olması halinde de cezama razı olurum.

Beni kabul et, benim için İnsanoğlunun barış kokusunu çek içine; ona

Karşı yumuşamasan bile bırak hükmüne göre normal zamanda ölene

Kadar yaşasın, onun ölene kadar rahat ve mutlu yaşamasını isterim, ben

Nasıl seninle birliksem bırak onlar da benimle birlik olsunlar.'

Onun bu sözlerine Yüce Tanrı sakin, bulutsuz olarak şöyle dedi:

'İnsanoğlu için yaptığın talepleri kabul ediyorum Oğlum;

Senin isteklerin benim emirlerimdi; ama Doğaya verdiğim

Yasaya göre Cennette daha fazla kalamaz İnsan; hiçbir kötülük bilmeyen

Şu ölümsüz elemanlar lekelenmiş olan onları istemiyorlar,

Ortamı kirletir, her şeyi bozar diyorlar. Ben onu yarattığım

Zaman önce Mutluluk ve Ölümsüzlük olarak iki büyük armağan

Verdim ona; bunları kaybetti ve mutluluk keder getirdi ona,

Ben Ölümü gönderene kadar; Ölüm onun son çaresi, devası olacak

Ve mihnet, musibetli yaşamdan sonra sadakat gösterip iyilerle birlikte

Yeni bir yaşama başlayabilir, Dünyada ve Cennette mutlu olabilir.

Ama Cennetteki tüm Büyük Melekleri toplantıya çağıralım;

Verdiğim hükümleri, İnsanoğluna ne yaptığımı onlardan

Gizlemem, suçlu Meleklere ne yaptığımı da gördüler ve beni onayladılar.'

Yüce Tanrı sözlerine son verdi ve Oğlu da onları dinleyen Yardımcı

Meleğe işaret etti; Melek belki Tanrının inişinden beri çalan ve belki

Hüküm gününde de çalacak olan borusunu çaldı: bütün

Bölgelerde ikamet eden Melekler arasında bir kaynaşma oldu;

Gölgeliklerden, pınar başlarından, akarsuların kenarlarından,

Toplanıp neşe içinde yaşadıkları her yerden kalkan Melekler,

Işığın Oğulları hızla toplantı yerine geldiler, yerlerine

Oturdular ve Yüce Tanrı söze başladı:

'Ey Evlatlarım, bizlerden biri olan İnsan yasak meyveden yediği için

İyi ile kötünün ne olduğunu öğrendi; bırakın bununla övünsün; ama

Sadece iyiyi bilse, kötüyü öğrenmese daha iyi olacaktı.

Şimdi tövbe edip pişmanlığını gösteriyor; kalbinde boşluk var,

Kararsız halde. O cesur eliyle Hayat Ağacının meyvesini koparıp

Yiyerek ebediyen yaşamasını, ya da bunun hayalini

Kurmasını önlemek için emrediyorum size, onu Cennet Bahçesinden

Başka yere gönderin, geldiği toprağı işlesin, çiftçilik yapsın orada.

‘ınikail, bu sana emrimdir, bunu sen yapacaksın; kendine

Melekler arasından yardımcılar ya da ateşli savaşçılar al,

Şeytan ya da İnsan tarafından sorun çıkmaması için;

Hemen git ve o günahkâr çifti acımadan çıkar Tanrı Cennetinden,

Kutsal yerden çıkar, onlara günahlarını hatırlat

Ve bundan sonra onların ve soylarının sürgünde yaşayacaklarmı bildir;

Ama çok korkmasınlar diye fazla sert davranma onlara.

Söylediklerini dinler ve yaparlarsa onları fazla üzme;

Âdem’e gelecekte neler olacağını sana söylediğim gibi anlat;

Zürriyet hakkındaki anlaşmamızı Kadına hatırlat, yenile.

Üzülecekler ama onları barış içinde gönder; Eden'in girişinden sonra

Kolay çıkıları Bahçenin Doğu kısmına gitsinler,

Melekler onları gözetlesin ve alevden kılıçlarım sallayarak

Korkutsunlar, Hayat Ağacına yaklaştırmasınlar; insan

Tekrar hata işlemesin ve yasak meyveye

Uzanmasın diye Cennet Bahçesi ve tüm ağaçlarım

Onlara ve de iğrenç Ruhlara yasakları sın.'

Yüce Tanrı konuşmasını bitirdi ve Baş Melek yol için hazırlandı;

Yanına yardımcı olarak bir grup Melek aldı. Hepsinin çifte Janus gibi

Dört yüzü vardı; Gözlerinin sayısı Argus  gözlerinden fazlaydı ve

Açıktı, hepsinde Arcadian borusu, Hermes'in pastoral kamışı ya da uyku

Getiren çubuğu vardı. O sırada Leucothea Dünyayı

Yeniden selamlamak için uyandı ve Dünyayı taze çiyle donattı; Âdem ile

Havva dualarını, yakarışlarını bitirdiler, yukarılardan yeni bir güç ve

Umut geldiğini gördüler, ama içlerinde yine de korku vardı ve

Âdem bu yeni umutla ve sevinç içinde Havva'ya şöyle konuştu:

'Havva, bizim için tüm iyilikler Cennetten iniyor, ama

Cennete çıkma konusu tamamen Yüce Tanrının emrine

Ya da onun arzusuna bağlı olacaktır; buna inanmak zor geliyor bana;

Ama yine de dualarımız ya da kısacık bir nefesimiz

Yüce Tanrıya ulaşacaktır. Çünkü dualarla Tanrıyı yumuşattım,

Önünde diz çökerek tüm kalbimle yakardım,

Sanırım tövbemi kabul etti,

Onun beni duyduğuna inanıyorum; içime tekrar huzur geldi,

Sanıyorum senden doğacak nesiller Düşmanımızın başım ezecektir;

Umutsuzluğa düşmeyelim, sanırım ölüm hemen gelmeyecek ve

Yaşayacağız; bu yüzden sana haklı olarak

Tüm İnsanlığın Anası diyebiliriz Havva, çünkü İnsanoğlunun

Nesli seninle başlayacak ve her şey İnsanoğlu için yaşayacak.'

Onun bu sözlerine Havva üzgün ve yumuşak bir ifadeyle şöyle dedi:

Benim gibi bir günahkâr böyle bir adı hak etmiyor, çünkü ben senin

Başına dert açtım; sen bana ne kadar kızsan, gücensen haklısın; ama

Yargıç Yüce Tanrıdır, affı sonsuzdur Onun, ölümü getiren beni yaşamın

Kaynağı yaparak lütfetti; sen de bana bu adı vererek yine âlicenap

Davrandın. Ama uykusuz geceden sonra şimdi çalışmamız,

Ter dökmemiz gerekiyor; baksana Sabah bizim halimize aldırmadan

Gülümsemeye başladı bile; çalışalım, artık hiç ayrılmam senin yanından,

Akşama kadar çalışalım; burada yaşadığımız sürece

Bu güzel yürüyüşlerde ne yorucu olabilir? Alçalmış olmamıza

Rağmen yine de burada mutlu olarak yaşayabiliriz.'

Havva böyle konuştu, arzularım yumuşak bir dille belirtti; ama

Kader bunu taahhüt etmedi; Doğa önce kuşları, hayvanları ve havayı

Etkiledi—sabahın kısa süren parıltısından sonra hava birden karardı;

Yakınlarda Jove kuşu hızla daldı, önünde parlak renkli tüyleriyle

İki kuşj kaçtılar; tepeden aşağıda, ilk avcı olan ormanlar kralı hayvan

Avını kovalıyordu; doğu kapısına doğru koşarak uzaklaştılar. Âdem

Onları gözleriyle takip etti, kımıldamadı ve Havva'ya şöyle konuştu:

'Ey Havva, Tanrı bize bu işaretlerle yakında

Başka bir şansımız olacağını gösteriyor ya da cezadan

Kaçınmamız için uyarıyor bizi, çünkü ölümden bir süre için kaçtık;

Ne kadar yaşayacağız, geldiğimiz yere dönüp ne zaman tekrar

Toprak olacağız bilemiyorum. Yoksa hem havada ve hem

Yerde geçen bu kaçış olaylarını aynı anda neden gösterdi Tanrı bize?

Daha öğle vakti olmadan doğuda neden hava karardı,

Sabah ışığı batıdan gelen bulutlarla neden kayboldu

Ve bulutlar böyle aşağı indiler acaba?'

Yanılmıyordu Âdem, çünkü o sırada Cennetten

Yeşim taşı renginde aydınlanmış bir Cennet grubu bir tepeye indi;

Âdem'in gözleri kuşku ve Dünyevi korkuyla bulanmamış olsaydı

Muhteşem bir görüntüydü bu. Meleklerin Mahanaim'da Yakup'la

Buluştuğu, onun o parıltıda gördüğü çayırların manzarası gibiydi bu,

Ya da bir adamı şaşırtmak için savaş açan Suriye kralına karşı

Dothan'da ateşle donatıları dağın manzarasına benziyordu.

Baş Melek Cennet Bahçesini ele geçirmek için yanındaki

Melekleri orada bıraktı, yalnız başına Âdem'i bulmaya gitti ama oraya

Vardığında Âdem'i fark etmedi ve Havva'yı görerek ona şöyle konuştu:

'Ey Havva, sana haberlerim var ve uymanız gereken yeni yasalardan

Haberdar edeceğim seni, gördüm ki ilerdeki tepeyi örten bulut, cennet

Halkından biri, en kötü olmayanlardan biri gönderildi buraya—büyük bir

Güç gönderdi o bu Meleği buraya, sanırım çok korkunç değil ama

Yumuşak da sayılmaz, heybetli, vakur ve güçlüdür

Raphael gibi, onu kızdırmak iyi olmaz,

Ben ona saygı duyarım ve sen de şimdi beni dinlemelisin.'

Baş Melek bunları söyledikten sonra yakında durdu,

Sonra ona yaklaştı, Semavi değil de insanla karşılaşacak insan gibiydi

Kıyafeti; şeffaf bedeninde mor renkli parlak askeri yelek vardı,

Meliboean'dan ya da ateşkeste kralların ve kahramanların

Giydiği Sur derisinden daha canlıydı;

İris atkısını suya daldırıp ıslatmıştı; Meleğin tokası açılmış

Miğferinden artık gençliği gitmiş, olgunlaşmış yüzü görünüyordu;

Elinde kargısı, belinde de Şeytanın korkulu rüyası olan kılıcı vardı.

Âdem onu eğilerek selamladı ama o eğilmedi

Ona doğru gelerek şöyle konuştu:

'Ey Âdem, Yüce Tanrının emrine göre hemen konuya gireceğim;

Duaların duyuldu ve günah işlediğinde verilen

Ölüm cezası geciktirildi, günahlarının affı için sana süre tanındı;

Ama bir kötü hareketin pek çok iyi davranışını yok eder;

Yüce Tanrı yumuşadı ve Ölümün korkunç pençesinden kurtardı seni;

Ama artık bu Cennette kalmana izin vermiyor

Seni buradan götürmek için ben geldim, yaratıldığın

Toprağı işleyip çalışabileceğin bir yere götüreceğim seni.'

Baş Melek sustu; Âdem onu dinledikten sonra üzgün

Bir ifadeyle baktı, ona, her yanı buz gibi oldu,

Duygulan uyuşmuş gibiydi; Havva Meleğe görünmemiş ama

Söylediklerini duymuştu ve gideceği yeri öğrenince inleyerek konuştu:

'Beklenmeyen bir darbe bu, Ölümden de beter! Seni böyle mi terk

Edeceğim Cennet? Benim topraklarım, mutlu yürüyüşler yaptığım,

Her zaman çalıştığım, Tanrılara lâyık yerler; ikimizin de ölene kadar,

Üzgün de olsak yaşamayı umduğumuz bu topraklar.

Başka mevsimlerde yetişmeyecek ey çiçekler,

Sizi son görüşüm bu, tomurcuktan büyüdüğünü gördüğüm,

İsim verdiğim çiçekler, sizleri artık Güneşe ve pınarların

Sularına mı bırakacağım? Sen ey düğün evim, görünüşüne, kokusuna

Hayran olduğum yuvam, senden nasıl ayrılacağım da alçak yerlere,

Vahşi ve karanlık yerlere gideceğim? Ölümsüz meyvelere alışık

Bu havayı değil, nasıl koklayacağız başka havayı?'

Onu dinleyen Baş Melek yumuşak bir ifadeyle sözünü kesti:

'Bu kadar üzülüp inleme Havva, kalbini bırakma burada ve kaybettiğin bu

Yerleri sabırla terk et, bunlar senin değil, bu kadar düşkün olma bunlara.

Yalnız başına gitmeyeceksin, kocan da seninle geliyor; ona bağlısın, onu

İzlemelisin, onun yaşayacağı yeri kendi toprağın kabul edeceksin.'

Âdem onun bu sözlerin duyunca birden kendini toparladı ve soğuk

Ve nemli havada hafifçe titredikten sonra Baş Melek Mikail'e şöyle dedi:

'Ey Meleklerin Başı, Tanrının en büyük Meleği,

Bu şeklinle prenslerin Prensi olarak görünüyorsun—vereceğin mesajı bizi

Yaralayarak değil de nazik bir dille, incitmeden verdin,

Bizi üzmedin, kırmadın, umutsuz bırakmadın,

Verdiğin habere dayanabiliriz; tatlı yuvamız olan bu güzel yerden

Ayrılırız, ama gözlerimiz burada kalacak, başka yerler bize yabancı

Gelecek; eğer yakarışlarımla her şeye muktedir olan Yüce Tanrının

İsteğinde değişiklik yapabilirsem ne mutlu, dualarım, niyazlarımla

Onun dikkatini çekmeye devam edeceğim, ama biliyorum ki

Onun enirine karşı dua etmek bile rüzgara karşı

Üflemeye benzer, verilen nefes geri tepecektir; onun için

Onun emrine itaat ediyorum. Ama buradan ayrılınca Onun gözünden

Uzak kalacağım için üzülüyorum, Onun kutsal yüzünden mahrum

Kalacağız; burada, onun lütfune eriştiğimiz bu yerde

Dualarımızla Ona daha yakın olacaktık, oğullarıma da

"Bu dağda göründü bize Tanrı; şu ağacın altında görünür oldu;

Onun sesini şu çamların arasında duydum; Onunla şu pınarda konuştum,"

Diye anlatabilecektim. Bu çimenler üzerinde minnettar mihraplar inşa

Edecek, çağların anısına, ya da anıt yapmak için ırmaktan

Tüm parıltılı taşları, hoş kokulu ağaç zamklarını, meyveleri ve çiçekleri

Toplayacaktım. Gideceğimiz uzak yerlerde parlak görüntüsünü ya da

Ayak izlerini nerede arayıp bulabileceğim? Biliyorum Onu kızdırdım

Ama O beni affetti, ömrümü uzattı ve ürememe izin verdi.

Ben Onun ihtişamına hayranım, duacıyım.'

Onu dinleyen iyi kalpli Mikail şöyle cevap verdi ona:

'Âdem biliyorsun ki sadece bu dağ değil, tüm Cennet ve Dünya Onundur;

Onun her şeye ulaşan varlığı karaları, denizleri, havayı ve kendi gücüyle

Yarattığı her türlü canlıyı doldurur. Sahip olman ve yönetmen için sana

Verdiği bu Dünya küçümsenecek, değersiz bir armağan değil; sanma ki

Onun gücü sadece Eden ve Cennetle sınırlıdır; burası belki senin yaşam

Merkezin, nesillerinin üreyip yayılacağı yer, sonraki kuşakların

Dünyanın her köşesinden gelerek sana, atalarına

Saygı gösterecekleri yer olacaktı. Ama sen bu üstünlüğü ne yazık ki

Kaybettin ve artık oğullarınla birlikte yaşayacağın daha alçak bir yere

Getirildin; ama sakın unutma, Tanrı vadileri, dağları ve ovalarıyla

Aynı zamanda buradadır, her zaman olacaktır ve Onun Varlığım

Her zaman bazı belirtilerle hissedeceksin, O seni yine her zaman

İzleyecek, bir baba gibi sevecektir, Onun yüzü sevgi ifadesi,

Ayak izleri kutsaldır. Buna inanmalısın ve buradan ayrılmadan önce

Bil ki ben gelecekte sana ve senden üreyecek olan nesillere neler

Olacağım bildirmek için gönderildim; iyiyle kötüyü bir arada,

İnsanoğlunun iyilik ve günahlarını aynı zamanda duyacaksın,

Böylece gerçek sabrı öğreneceksin, neşeyi, korkuyu,

Üzüntüyü hep bir arada görecek, bunlara dayanmayı öğreneceksin;

Bu durumda hayatını güven içinde yaşayacak ve ölüm zamanın

Geldiğinde de onu yine doğal olarak sabırla karşılayacaksın.

Bu tepeye çık; bir zamanlar ona hayat verilirken senin uyuduğun gibi,

Bırak Havva (onun gözlerini ıslattım) da şimdilik uyusun burada.'

Âdem onun bu sözlerine minnettar olarak şöyle cevap verdi:

'Bana gösterdiğin yolda seni izleyecek ve oraya çıkacağım

Ey güvenli rehber, Tanrı beni yaptığım için cezalandırsa da

Onun eline teslim olacağım, acılara dayanacağım,

Çalışarak dinlenmeyi hak edecek ona ulaşmak için uğraşacağım.'

Böylece ikisi de Tanrının vizyonuna girdiler; burası Cennetin

En yüksek tepesiydi ve Dünya yarıküresi olduğu gibi

Çok net olarak görülüyordu. Yoldan Çıkarıcı bu kadar yüksek olmayan,

Böyle geniş bir bölgeyi göstermeyen bir başka tepede başka

Bir nedenle ikinci Âdem'e Dünyanın tüm krallıklarını ve ihtişamım

Göstermek istedi. Onun gözleri en büyük imparatorluğun

Merkezi olan şehri görebilirdi, Cathaian Çan'ın merkezi

Cambalu'nun surlarını, Timur'un tahtı Semerkand'ı,

Sinaen krallarının Pekin'ini, Büyük Moğol'un Agra ve Lahor'unu ,

Altın Chersonese'yi de görürdü. Ecbatan'da 

Oturan İranlıyı, İsfahan'ı, Rus Çarının yaşadığı Moskova'yı,

Ya da Bizans'taki Sultanı da kolayca görebilirdi;

En uzak limanı Ercoco olan Negus,

Pek fazla denizci olmayan Mombasa, Quilola ve Sofala 

Kongo krallığı, daha güneyde Niger ve Atlas dağlarına kadar olan

Her yer, Almansor krallığı da görüş alanı içindeydi ve diğer yerler

Olarak Fez ve Sus, Fas, Cezayir ve Tremisen toprakları 

Sayılabilirdi; Dünyanın diğer yerleri, Mexico,

Montezume'nin merkezi, Atabalipa, Guyana da görünürdü oradan;

Mikail Âdem'in yasak meyveyi yedikten sonra

Bozulan gözlerindeki ince perdeyi almak için

Hayat pınarından üç damla akıttı oraya, zan kaldırdı

Onun görüşünü netleştirdi; damlaların etkisi çok büyüktü,

Zihnini de açtı onun ve Âdem gözlerini kapamak

Zorunda kaldı, yere çöktü ve vecde geldi; ama nazik Melek

Onu elinden tutarak ayağa kaldırdı ve şöyle dedi:

'Âdem, şimdi gözlerini aç ve önce işlediğin günahın senden

Neler alıp götürdüğünü gör, Yılan kandırmasaydı ve o ağaca

Dokunmasaydın böyle olacaktı görüşün, ama o günahın

Çok daha büyük zararları olacaktır sana.'

Âdem gözlerini açarak ilerdeki tarlaya baktı,

Ekinler yeni biçilmiş ve demetler bağlanmıştı, diğer yanda

Koyun sürüsü otluyordu; ortada sınır taşına benzer

Çimen kaplı bir yer vardı; ilerden terli bir çiftçi elinde yeşil ve sarı başak

Demetleriyle geldi; daha sonra sürüden en güzel kuzuları seçen bir çoban

Çıktı ortaya; onları kurban etti, iç organlarım ve yağlarım tütsüyle yanan

Odunların üzerine bıraktı, soma yapılması gerekenleri yaptı.

Bir süre soma ateşten güzel kokular yayıldı; ama diğeri

Samimi değildi, onlar konuşurken o kendi kendine öfkelendi,

Diğerine taşla vurdu; diğeri yere düştü, inledi

Kan içinde kaldı, öldü. Âdem dehşetle Meleğe bağırıp şöyle dedi:

'Ey Hocam, bize kurban kesen şu zavallı adamın başına felâket geldi;

Tanrıya saygının, dindarlığın, sadakatin karşılığı böyle mi veriliyor?'

Kendisi de etkilenmiş olan Mikail ona şöyle cevap verdi:

'Bu ikisi kardeştir Âdem ve senin soyundan geliyorlar;

İyi olmayan, iyi olan kardeşini öldürdü, çünkü Tanrı

Onun kurbanını kabul etti; ama bunun intikamı alınacak

Sen Tanrıya inanan adamın öldüğünü görmene rağmen

O ödülsüz kalmayacak.' İnsanoğlunun Atası şöyle dedi:

'Heyhat, ikisi de bir nedenle bir şeyler yaptılar!

Ama ben şimdi Ölümü görmedim mi? Ben de toprağa böyle mi

Döneceğim? Korkunç, berbat bir görüntü bu,

Bunu düşünmek ve hissetmek iğrenç, korkunç bir şey!'

Mikail ona şöyle cevap verdi: 'Senin gördüğün Ölümün

İnsan için bir şekli; ama Ölümün çok şekli vardır

Hepsi de acı vericidir, ama Ölüme gidiş sonrasından daha kötüdür.

Bazıları senin gördüğün gibi şiddet sonucu ölecek,

Bazıları ateşten, selden, açlıktan; aşın yemek içmek de

Dünyaya hastalıklar getirecek, kötü şeyler görecek

Havva'nın günahının insanoğluna neler getireceğini anlayacaksın.'

Âdem'in gözlerinin önünde acı veren, gürültülü, karanlık bir yer belirdi;

Burası korkunç hastalıklardan insanların yattığı

Bir hastaneye benziyordu, herkes acı çekiyor, inliyordu;

Bunların içinde nezle ve gripten bağırsak hastalıkları,

Ülser, epilepsi, akıl hastalığı, astım ve eklem

Romatizması dahil her türlü hastalıktan yatanlar vardı;

Üzüntü hastaları dolaşıyor, tedaviye uğraşıyordu;

Ölüm hastaların başında Ölüm kargışım sallayarak duruyor,

Bazılarını almak için bekliyordu. Bu öyle bir manzaraydı ki

Ağlamadan bakmak mümkün değildi; Âdem'in gözleri yaşardı

Ama o bir kadın değildi; duyguluydu ama kendini

Tuttu ve güçlü görünmeye çalışarak şöyle konuştu:

'Ey zavallı İnsanoğlu, ne hallere düştün sen, başına neler geldi böyle!

Bu duruma düşeceğine doğma daha iyi. Bize verilen hayat neden böyle

Acı içinde alınıyor? neden böyle zorlanıyoruz? Bu hallere düşeceğimizi

Bilsek Dünyaya gelmek, doğmak bile istemeyiz. Bir zamanlar

Çok güzel olan Tanrının insandaki imajı daha sonra bozuldu

Ama yine de bu kadar acı verici mi olmalı?

İnsanoğlu Tanrı imajının birazını olsun taşımasın mı,

Bu kadar kötü mü olsun?'

Mikail, 'İnsanoğlu iştahını kontrol edemeyince Tanrı imajı onu

Terk etti,' diye cevap verdi. 'Özellikle Havva'nın günahından sonra

İmajını geri aldı Yaratan. Bunun için cezaları böyle ağır oluyor,

Ama Tanrının imajı değil onların kendi imajları mahvoluyor,

Doğanın sağlıklı kurallarına uymadıklarında böyle hasta oluyorlar,

Çünkü Tanrının kendilerindeki imajına saygısızlık ettiler.'

Âdem, 'Bunu kabul ediyorum,' dedi. 'Ama ölmek, geldiğimiz toprağa

Geri dönmek için bu acılı yollardan daha acısız bir yol bulunamaz mı?'

Mikail, 'Bulunabilir elbette,' diye cevap verdi.

'Eğer Çok fazla olmadan kuralına uyar, oburluk etmez ve

Sadece yeterince, gıdanı alacak kadar yer ve içersen ömrünü uzatır

Hasta da olmazsın; o zaman uzun zaman yaşar

Sonra da zamanı geldiğinde olgun meyve gibi annenin kucağına düşersin,

Yani dalından zorla koparılmaz, olgun meyve gibi

Kendiliğinden düşersin toprağa; buna yaşlılık denir, bu durumda

Gençliğini güçlü ve güzel olarak geçirir, yaşlarıınca

Zayıf olursun; duyguların zayıflar, eski zevklerinden vazgeçersin,

Gençliğindeki gibi umut dolu, neşeli olmaz, kan akışın yavaşlar,

Melankolik olursun; ruhun sıkılır ve hayatın

Son kokulu merheminden kullanmayı düşünürsün.'

İnsanoğlunun Büyük Atası Meleği dinledi, sonra şöyle cevap verdi:

'Bundan sonra ölüme koşmayacağım ama hayatı

Uzatmak da istemem ve kolay ölmek isterim, o gün gelene kadar

Elimden geleni yapacak, sabırla bekleyeceğim.

Mikail buna şöyle cevap verdi:

'Hayatı ne çok sev, ne de nefret et ama iyi yaşa;

Ne kadar yaşayacağına Tanrı karar verir; şimdi başka

Bir manzara görmeye hazırlan.'

Âdem'in önünde renkli çadırların olduğu geniş bir alan belirdi;

Bazı yerlerde hayvan sürüleri otluyordu, bir yerlerden

Harp ya da org müziği duyuluyor, bazen ses perdeleri değişiyor,

Kulağa hoş gelen melodiler yayılıyordu etrafa;

Âdem içinde tatlı duygular hissetti. İlerde biri demir dövüyordu,

Önünde erimiş, kıpkırmızı demir ve pirinç parçaları vardı

(Bunlar ya erimiş ve donmuş olarak bir mağara ağzında bulunmuş,

Ya da toprak altından çıkarılmıştı) ve erimiş madenleri

Kalıplara dökerek önce kendine aletler, sonra da

Tüfekler ve oymalar yapıyordu. İki yandaki tepelerden

Aşağıdaki düzlüğe inenler vardı; bunlar erkekti ve Tanrıya

İnanan kişiler oldukları, özgür ve barış içinde yaşadıkları belliydi,

Gizli bir işleri yoktu; Bu adamlar düzlükte çok yürümediler,

Çadırlardan güzel giyinmiş, süslenmiş bir sürü güzel kadın çıktı;

Tatlı aşk şarkıları söyleyip harp çalıyorlardı, sonra dansa

Başladılar; ciddi görünen erkekler bir süre baktılar onlara,

Sonra aralarında aşk duyguları doğdu ve her erkek hoşlandığı kadını

Seçti; sevgiyle yaklaşan erkekler ve kadınlar arasında

Aşk bağı doğdu, akşam olup yıldızlar çıktığında

Aşk habercisi göründü ve eşler aşk meşalesini yakarak evlendiler;

Tüm çadırlardan neşeli sesler ve müzik duyuluyordu.

Tüm bu mutluluk görüntüleri, aşk ve gençlik manzarası,

Şarkılar, çiçek taçları ve tatlı aşk melodileri Âdem'in

Çok hoşuna gitti, o da mutluluk hissetti içinde ve şöyle konuştu:

'Gözlerimi çok iyi açan Ey Melek, harika bir manzara bu ve daha

Önce gördüğüm iki kötü görüntüden sonra bana umut verdi,

Diğer görüntülerde ölüm acı ve nefret vardı, bunda ise

Doğada ne çok güzellik olduğunu gördüm.'

Mikail, 'En iyi olanı verdiği zevke göre düşünme,' dedi.

'Doğanın her şeyi gereği gibi yaptığını kutsal hizmet verdiğini

Düşünüyorsun ama aslında öyle değil, bu yaratıklar, güzel ve temiz

Görünüyorlar. Ama gördüğün bu çadırlar kötülük dolu, kardeşini

Öldürenin soyu yaşayacak onların içinde; çalışkan ve sanatçı

Görünürlerdi, ama Yaratana aldırmazlardı, onun Ruhu onlara ders verdi;

Ama onlar yine de Tanrının kendilerine verdiği armağana aldırmadılar.

Onlardan güzel çocuklar doğacak, çünkü gördüğün o neşeli, mutlu

Kadınlar Tanrıça gibi görünüyorlar ama aslında kadınlık

Şerefinden ve zarafetinden yoksunlar, sadece erkeklerin

Arzularım yerine getirmek, şarkı söylemek ve dans etmek için

Yetiştirildiler—Dindar yaşamları için o erkeklere Tanrının

Oğulları dendi, ama onlar şimdi o kadınlara kanarak eğlenecek,

İffetlerini zevk uğruna feda edecek, o güzel dinsizlerin

Gülüşlerine teslim olacaklar; böylece Dünya bir süre

Sonra ağlayacak, gözyaşlarına boğulacak.'

Âdem'in neşesi kısa sürdü ve şöyle cevap verdi Baş Meleğe:

'İyi yaşayanların, iyi olanların böyle her şeyi bırakıp

Yoldan çıkmaları ne kötü! Ama görüyorum ki

İnsanoğlunun acısına yine kadınlar neden oluyor.'

Baş Melek, 'Erkeklerin kadın düşkünlüğünden,

Gevşekliğinden oluyor bu,' dedi. 'Aslında onların daha akıllı olmaları

Gerekir, böyle olsa daha büyük armağanlara layık olurlardı.

Ama şimdi bir başka sahneye hazırlan sen.'

Âdem gözlerinin önünde beliren geniş alana, kasabalara,

Aralarındaki kırsal kesime, büyük surları, kapıları olan

Şehirlere, yüzlerinde savaş ifadesi olan silahlı ordulara, dev gibi zırhlı

Askerlere baktı. Kimi kargışım kaldırmış sallıyor, kimi atını

dizginliyordu, Atlılar ve piyadeler savaş düzenindeydi.

Uzakta bir yerde insanlar sürülerini yeşil kırlarda otlatıyorlardı, askerler

Sürüye saldırdılar, çobanlar kaçtılar ve bağırarak yardım istediler,

Ortalık karıştı; başka atlılar geldi, hayvanların sakin otladıkları kırlarda

Şimdi kanlı cesetler görülüyordu, bir kısmı bir şehre saldırdılar,

Surların önünde kamp kurdular; surların üstündeki askerler onlara

Mızrak, taş ve alevli oklar yağdırdılar; her iki yanda ağır kayıplar vardı.

Bir yanda asalı haberciler şehrin içinde konsey topladılar;

Kır saçlı, ciddi yüzlü adamlar toplanarak tartıştılar, bağırıştılar,

Birden orta yaşlı, etkili görünen biri çıkıp bağırarak konuştu, adaletten,

Dinden, gerçeklerden, barıştan ve Tanrı adaletinden söz etti; genç, yaşlı

Bir sürü adam onu yakaladılar ama oraya inen bir bulut kaçırdı onu.

Karmaşa ve kılıç kavgaları devam etti ovada, kaçacak yer kalmadı.

Âdem ağlıyordu ve inleyerek rehberine döndü:

'Tanrım, nedir bunlar? İnsanlara insanlık dışı ölüm getiren

Ölüm habercisi mi, kardeşini öldürenin günahını on kat artıranlar mı?

İnsanlar nasıl olur da birbirlerini böyle vahşice öldürebilirler?

Peki ama doğrulan söyleyen ve Tanrının kurtardığı şu adam da kimdi?'

Mikail onun bu sorusuna şöyle cevap verdi: 'O saldırganlar gördüğün

Kötü evliliklerden doğanlardı, iyilerle kötülerin birleşmesinden doğanlar;

Onlar yalnız başlarına kötülük yapamayacaktan için iyilerle karıştılar,

Şaşılacak kadar kötü nesiller doğurdular. Bu devler işte o bir zamanlar

Hayranlık duyulan adamların çocuktan; değerli, erdemli erkeklerin

Ürünleri, uluslara boyun eğdiren, savaş kazanan, insanları öldürüp

Ganimetler toplayan adamlar, zafer kazanan askerler olarak bilinecekler,

İnsanların üstünde tanrılar, Tanrıların çocukları olacaklar

Onlara insanlığı tahrip edenler, belalar demek daha doğru olacaktır.

Dünyada böyle ün yapacak onlar ve bu ünleri onların

Erdemlerini de sessizce gözlerden gizleyecek. Ama senin yedinci

Kuşağından olan, sapık dünyada doğruları, Tanrının Meleklerle gelerek

Onları yargılayacağını söyleyen ve bu yüzden düşman edinen

Kişi—Tanrının bulutuyla sarılarak, kanatlı küheylânlarla kurtarılan adam

Gördüğün gibi Tanrı huzuruna çıktı, kurtarıldı ve mutlu oldu,

Artık ölümsüz o, bu da sana iyileri bekleyen ödülleri ve kötüleri

Bekleyen cezalan gösteriyor; şimdi gözlerini aç ve iyi bak.'

Âdem baktı ve pek çok şeyin değiştiğini gördü. Savaşın kulakları 

Sağır eden gürültüsü dinmişti; ortalık neşeli seslerle, oyunlarla, müzikle

Ve dansla doluydu, fahişelik, zina ve kavgalar yok olmuştu.

Sonra saygıdeğer biri ortaya çıktı ve onlara yaptıklarından

Hoşlanmadığını, yanlış yolda olduklarını söyledi; neler

Yaptıklarını bildiğini anlatarak tövbe etmelerini, onları hapiste cezalarını

Bekleyen suçlulara benzettiğini bildirdi; sonra tartışmayı bıraktı ve

Çadırlarını oradan uzağa götürdü; sonra ormandan

Büyük ağaçlar kesti ve muazzam bir tekne inşa etmeye başladı;

Teknede büyük bir kapı ve insanlarla hayvanlar için

Büyük bölümler vardı; sonra garip bir şey yaptı!

Her cins hayvan, kuş, ya da en küçük böcekler de dahil, tüm canlıların

Yedinci kuşaklarından birer çift aldı, tekneye koydu; sonra kendisi ve üç

Oğlu karılarını alıp gemiye bindiler ve Tanrı teknenin kapısını sıkıca

Kapadı. Sonra güney rüzgârı sertleşti, gökyüzünün tüm kara bulutlan

Aşağı indi; dağlar tepeler kapandı, fırtına başladı, korkunç

Bir yağmur başladı ve tüm karalan sular bastı; büyük tekne içindekilerle

Birlikte dalgalarla boğuşarak yüzdü; Dünyada kalan her şey

Sellerin altında kalarak mahvoldu, denizler her yeri kapladı,

Kıyılar yok oldu; lüks saraylara deniz canavarları doldu;

SaYılan çok az kalan insanlar bir tekneye sığındılar böylece.

Soyunun böyle yok olduğunu görünce nasıl üzüldün Âdem,

Gözyaşların dinmedi, sen de gözyaşlarında boğuldun ve torunların gibi

Battın, ama bir Melek çekip kurtardı seni, çocukları ölen bir baba olarak

Üzüldün. Görüntü birden kayboldu ve Melekten önce Âdem konuştu:

'Ey korkunç görüntüler! Keşke gelecekten hiç haberim olmasaydı ve

Sadece kendi yaptığım kötülüğü bilseydim, bunlar dayanılacak gibi değil,

Hepsi birbirinden kötü manzaralar; çağların yükü üzerime bindi ve

Olacakları önceden bilmek işkence oldu bana, bunların olacağını bilmek

Çok kötü, bundan sonra hiç kimseye gelecekte onun ya da çocuklarının

Başına gelecekler söylenmesin—başına geleceği bilse bile

Hiç kimse bunları engelleyemez, başa gelen çekilir.

Zaten insanları uyarmanın da yararı yok; ben savaşın biteceğini

İnsanların ondan sonra barış içinde, mutlu yaşayabileceğini

Düşünüyor, umutlanıyordum; ama yanılmışım, savaş mahvediyor

Ama barış da kirletiyor, bozuyor insanları. Neden böyle bu?

Açıkla bana Semavi Rehber, İnsan ırkı burada son mu bulacak?'

Mikail ona şöyle cevap verdi: 'Son olarak gördüğün adamlar,

Yiğitlik gösterip zengin, rahat yaşam sürenler cesur, büyük işler yapmış

Ama erdemsiz kişilerdir; çok kan dökmüşler, ulusları esir almışlar,

Böylece yüksek rütbelere, üne ulaşmış, sonra lükse ve sefahate dalarak

Kibirleri yüzünden barışta kötü şeyler yapmışlardır. Savaşta esir

Düşenler de özgürlüklerini, Tanrı korkularını ve erdemlerini yitirecekler,

Sonra onlar da istilacılar karşısında çaresiz kalacaklar;

Bu nedenle güven içinde ve sefih yaşamın yollarını arayacaklar,

Efendileri de onları başıboş bırakacak, çünkü dünyada yeterinden fazla

Kötülük olacak, ölçülü yaşamı deneyenler azalacaktır. Her şey bozulacak,

Ölçüler kaçacak, gerçekler ve Tanrı inancı unutulacak.

Sadece karanlık çağda bir tek ışık oğlu gelerek çekici olanlara,

Alışkanlıklara, suçlu Dünyaya karşı iyi bir örnek olacak;

Şiddetten, hiç kimseden korkmadan insanlara kötülükleri anlatarak

Öğütler verecek, doğruluğun, barışın, güvenliğin yolunu

Gösterecek, tövbe etmelerini, senin de gördüğün gibi,

Tanrının sadece bir adamı kurtardığını, o adamın büyük bir tekne inşa

Ederek hayvanları ve dürüst olan kendilerini kurtardığını anlatacak.

O tufan vizyonunu gördün sen, en yüksek tepeler bile sular

Altında kaldı; sonra bu Cennet Dağı yerinden sökülerek

Körfeze sürüklendi, tuzlu ve çıplak bir ada oldu;

Balıklarla ve martılarla çevrildi, bu da sana İnsanın yaşamadığı yere

Tanrının kutsiyet vermeyeceğini gösterdi; şimdi ne olacak iyi bak.'

Âdem bakınca kocaman tekneyi yumuşayan dalgalar üzerinde

Yüzerken gördü; bulutlar sen kuzey rüzgârıyla sürüklenip gitmiş,

Tufanın suları sakinleşmişti; sular güneşte parlıyor, dalgalar gittikçe

Küçülüyordu; gökyüzünden boşanan sular kesildi, hava açıldı.

Tekne şimdi sularda yüzmüyordu, bir dağın tepesine oturmuştu.

Etrafta kayalar göründü, sular denize doğru hızla çekilmeye başladı;

Tekneden önce bir kuzgun, arkasından bir güvercin uçtu ve konabileceği

Bir yer aradı; tekneye ikinci Dönüşünde gagasında bir zeytin dalı vardı,

Barış simgesiydi bu. Teknenin çevresindeki kara iyice meydana çıktı

Gemideki yaşlı adam yanındakilerle birlikte indi tekneden;

Ellerini ve gözlerini havaya kaldırıp Tanrıya şükretti,

Gökyüzünde bir bulut ve aynı yerde renkli bir yay gördü,

Bu yeni bir ahit, Tanrının barış simgesiydi. Âdem bunu görünce

İçindeki üzüntüyü birden attı ve büyük bir coşkuyla konuştu:

'Ey sen, geleceği bana bugün gibi gösteren Semavi Hocam, bu son

Görüntüyü görünce İnsanoğlunun tüm diğer yaratıklarla birlikte

Yaşayacağını, neslinin devam edeceğini anladım;

Dünya dolusu kötü insanların mahvolup gittiğini gördüğümde çok

Üzüldüm ama şimdi azaldı üzüntüm, çünkü Tanrının yeni bir nesil

Üretmesine izin verdiği adamı gördüm, Tanrının öfkesi geçmiş,

Affetmiş İnsanı. Ama söyle bana, gökyüzünde sanki Tanrı’nın

Yumuşadığım göstermek ister gibi duran şu renkli yay nedir? Yoksa

Şu bulut tekrar yağmur olarak Dünyaya yağmasın diye onun kenarına.

Eteğine bağlanmış koruyucu bir kuşak mıdır o?'

Baş Melek ona şöyle cevap verdi: 'Bunu çabuk ve doğru anladın.

Tanrı öfkesinin geçtiğini, günahları affettiğini böyle gösteriyor; ama

Tanrı affında gecikti, çünkü aşağıya bakınca tüm Dünyada şiddet, pislik

Olduğunu gördü, kirlileri ayırıp yok etti, ama bir adamın iyi şeyler

Yaptığını görünce İnsanoğlunu tamamen yok etmekten vazgeçti,

Yumuşadı, Dünyayı bir daha asla tufanla mahvetmemeye

Karar verdi, deniz artık sınırlarını aşmayacak, yağmurlar insanları ve

Hayvanları bir daha boğmayacak; ama Dünyanın üstüne bir

Bulut getirdiği zaman onun yanında Tanrının ahdini hatırlatan renkli bir

Gökkuşağı olacak. Gece ve gündüz, tohum ve hasat zamanları,

Sıcak ve soğuk günler belirli bir programa göre seyredecek;

Ateş her şeyi yeniden temizleyene, Dünyada ve Gökte

Sadece iyiler canlı kalana kadar bu böyle devam edecek.'

YAZAR HAKKINDA

YAZAR HAKKINDA

John Milton (1608-1674) İngiliz edebiyatının en büyük şairlerinden biridir. Yunanca, İtalyanca, Latince öğrenip teoloji üzerine çalışan Milton, birçok İngilizce şiir yazmıştır ama Milton’u edebiyat tarihinde unutulmaz kılan dini bir mit olan Âdem ile Havva’nın cennetten kovuluşunu ele aldığı, epik tarzda yazdığı Kayıp Cennet (Paradise Lost) kitabıdır. Milton monarşinin karşısında Cromvvell’i desteklemişti. Bu yüzden monarşik iktidar yeniden kurulduğunda hapse atılmıştı. Hapisteyken kör olan Milton bu eserini orada yazmıştı ve dinsel bir mite dokunduğu ve bu mit içinde Şeytan’ın Tanrı’ya isyanında şeytanı demokratik karakterde çizmesi birçok tepki almasına neden oldu. Milton daha sonra Âdem ile Havva’nın tekrar cenneti elde edişini anlatan Cennet Yeniden 'i (Paradise Regained) yazmıştır. Milton şiirlerinde sürdürdüğü epik tempo, serbest vezin ve konu itibariyle bir nevi çağının kör Homeros’udur. 

'Ey Yaratılanların en güzeli, Tanrı'nın Yarattıklarının : Sonuncu en iyisi, gözün görebileceği, aklın düşünebileceği en güzel şey,    Kutsal, tatlı kadın! Nasıl böyle birden kaybettin kendini. Soldun ve ölüme yaklaştın? Yasağı nasıl ihlal ettin, ’ Yasak kutsal meyveyi nasıl kopardın? Seni lanetli bir düşman kandırdı, Ama kim bilmiyorum ve seninle beraber ben de mahvoldum; Hiç kuşkusuz seninle birlikte ben de öleceğim. Sensiz nasıl yaşarım? Senin tatlı konuşmandan Aşkından nasıl vazgeçerim de bu vahşi ormanlarda Kimsesiz yaşarım? Bir kaburgamı daha versem ve Tanrı Bir Havva daha yaratsa bile senin kaybını asla unutamam. Hayır, hayır! Doğanın bağı çekiyor beni, sen benim Etimsin, kemiğimsin, mutluluk ya da acılarda ayrılamayız biz.’ (Havva yasak meyveyi yedikten sonra Âdem’in Havva'ya bağlılığının anlatıldığı bölümden) 

17. yüzyılda İngiliz Edebiyatının kör Homeros'u olan John Milton Âdem ile Havva'nın cennetten kovuluşun» içeren dinsel bir mite edebi bir elbise giydirerek edebiyat tarihine çok değerli bir hazine bırakmıştır. Bu hâzinede ilk günahın (yasak meyvenin yenmesi) çarpıcı yorumu, canlı bir dil ve edebi göndermelerle akıllara, gönüllere doyurucu bir okuma lezzeti hediye etmektedir. 



Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar