Print Friendly and PDF

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDA İNGİLİZLERE ESİR DÜŞEN TÜRK ASKERLERİ 2

 

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

TÜRK ESİRLERİN BULUNDUĞU KAMPLARIN ŞARTLARI

İngiliz esir kampları, Rusya veya diğer devletlere ait kamplarla kıyaslandığında her bakımdan çok daha iyiydi. İngiliz kampları; esirlerin kamplara nakilleri, esirlere yapılan muamele, esirlerin iaşe ve sağlık şartları bakımından daha üstündü. Buna rağmen cepheden kamplara nakilleri sırasında veya kamplarda hastalık veya bakımsızlık yüzünden vefat eden esirlerin sayısı çok fazlaydı.

Cephede esir düşen askerler çöl sıcağında, yetersiz ulaşım şartları altında öncelikle Mısır esir kamplarına taşındı. Buradaki kapların yetersizliği ortaya çıkınca esirler Kıbrıs, Malta, Hindistan ve Burma gibi uzak bölgelerdeki kamplara nakledildi. Bu cephelerde savaşırken esir düşen askerler çöl sıcağında günlerce yolculuk ederek daha kamplara ulaşmadan yolda hayatlarını kaybetti. Mısır’ın aşırı sıcak ve nemi esirlerin üzerinde etkisi büyük olmuş, pek çok esir değişik hastalıklara yakalanmıştı. Mısır kamplarında görülen pellagra ve trahom gibi bulaşıcı hastalıklarından pek çok vefat etmişti. Hindistan ve Burma kamplarındaki esirler ise memleketlerinden binlerce km uzaklıkta ağır koşullarda çalıştırılmış ve esaretin en ağır şartlarını yaşamıştı.

3.1                        Esirlerin İaşe ve Giyim Durumu

Gerek Hindistan ve Burma gerekse Mısır ve diğer esir kamplarında esirlerin yiyecek ve içecek durumu farklılık göstermişti. Cephede açlık sınırında yaşayan esirlerin bazılarına göre esirler esir düştükten sonra ancak karınlarını doyurmuş ve giyecek elbise bulmuştu. İngilizlerin kendilerine iyi davrandığını söyleyen esirler de olmuştu. Ancak şartlar ne kadar iyi olursa olsun esaretin esirlerin üzerindeki etkisi hep olumsuz olacaktır. Subaylar, İngilizlerde maaş aldıkları için kendi iaşelerini kendileri karşılamışlar, diğer askerlere ise günlük tayın verilmişti. Bazı kamplarda esirlerin iaşe durumu iyi iken bazılarında esirlere sağlıksız yiyecek verildi. Hatta aynı kampta kamp komutanı değiştikten sonra esirlerin yiyecek ve içecek istihkakında değişikliler gözlemlendi.

3.1.1                        Mısır Esir Kamplarında Esirlerin İaşe ve Giyim Durumu

Yemen Kolordusu ve Aşir Fırkasına mensup olup 14 Ekim 1919’da İngilizler tarafından esir alınarak Mısır’a sevk edilmiş subay ve ailelerinin ihtiyaçlarının giderilmesi için Meclis-i Vükelâ tarafından bazı düzenlemeler yapılmıştı. Savaş sırasında Yemen ve Asir yollarının kapatılmasından dolayı maaş havalelerinin düzenli ulaştırılamaması sebebiyle esirlerin hiçbir ihtiyacı giderilemedi. Bu sebeple, Mısır’da ve değişik ülkelerde memleketlerine geri getirilmeyi bekleyen esirlerin son derece sıkıntıda oldukları anlaşıldığından ihtiyaçlarının giderilmesi için maaşlarına mukabil kolordu tahsisatına mahsuben akçe gönderilmesi kararlaştırıldı. Bu konuda, Harbiye ile Maliye Bakanlığı Meclis-i Vükela tarafından görevlendirildi. Bir taraftan değişik ülkelerde bulunan esirler geri getirilmeye çalışılmış, diğer taraftan bu işin sonuçlandırılmasına kadar esirlerin hayati ihtiyaçlarının giderilmemesine yönelik bütçe oluşturulmuştu. Bunun için de tam esir sayını öğrenmek ve ilk başta ihtiyaçların giderilebilmesi için ne miktar para gerektiğini tespit etmek için Harbiye Nezareti ve Maliye Nezaretinin görevlendirilmesi uygun görülmüştü.[60]

Seydi Beşir esir kampında subaylara yapılan ödemeler konusunda arşiv kaynakları ve esirlerin hatıratlarında birbirinden farklı bilgiler bulunmaktadır. Kızılhaç heyetinin raporlarına göre İngiltere Savaş Ofisi teğmenlere günde 5 frank, yüzbaşılara 5,75 frank, diğer subaylara da rütbelerine göre artan bir şekilde ödeme yapılmasına karar verilmişti. Ancak, emir erlerine ödeme yapılmamaktaydı. Bazı subaylar emir erlerine para veriyor, çoğu emir eri ise para almıyordu. Kızılhaç heyeti de ziyareti sırasında çok fakir durumdaki esirlerin küçük ihtiyaçları için kamp komutanına 20 pound bırakmıştı.[61]

Hicaz Fırka Kumandanı albay, esaret sonrası verdiği ifadesinde; esirlerin aldıkları iaşe miktarından bahsetmektedir. İngiltere Hükûmetinin iaşe masrafı olarak verdiği günlük 4,5 poundun aylık Mısır parası olarak karşılığı 650 kuruştu. Bu paranın 300 kuruşu iaşeye kesiliyordu. İngiltere Hükûmeti tarafından iaşe masrafı namıyla teğmenlere günlük 4, yüzbaşı ve daha büyük rütbeli subaylara rütbesine bakılmaksızın 4,5 pound veriliyordu. Rütbe ayırmaksızın verilen iaşe miktarından rahatsız olan esirler, İngiliz Mısır Kumandanlığına ve ayrıca da İstanbul Harbiye Nezaretine rütbe nispetinde ödeme yapılması için müracaatlar yapdı fakat bir sonuç alamadı. Verilen bu para ile subayların geçinmesi pek müşküldü. Subayların birçoklarının aileleri de Mısır’da esir olduklarından bu durum esirlerin geçinmesini imkânsız kılmıştı.844 [62]

Gazze Cephesi’nde İngilizlere esir düşen Üsteğmen Hüseyin oğlu Halid Efendi, subayların kampta nasıl fahiş fiyatlarla soyulduğunu anlatmaktadır. Teğmenlere ve subaylara ay otuz bir gün olur ise 595 kuruş, ay otuz olursa 585 kuruş maaş verilmekteydi. Bu paradan her subay için 300 kuruş iaşe için kesiliyordu. İaşe Müteahhidi Yahudi levazımı vasıtasıyla açlıktan ölmeyecek kadar yiyecek temin ediliyordu. Üstelik verilen iaşeler düzenli de değildi. Yemek olarak turşu verildiği ve esirlerin bu az gıda ile ağır hizmette her gün üç beş saat çalıştırdığı oluyordu. Kalan 285 kuruş esirlere verilmekteydi ki bu para ile bir ay geçinmek imkânsızdı. Yiyecek ve giyecek tedarikçisi Yahudi’den yiyecek ve giyecek her ne alınırsa üç dört misli fahiş fiyat ile alınabiliyordu. Bu durumun giderilmesi için Albay Musa Kazım, Rüştü ve Asım Beyler İngiliz Karargâh Kumandanına müracaat ettilerse de itibar edilmedi. Yahudi ise İngilizler böyle arzu ettiğini savunuyordu. Böylelikle verilen para fahiş fiyatlar ile geri alınıyordu.[63]

Cidde Hastanesinde doktor olarak görev yapan bir binbaşı, teğmenlere 4, yüzbaşından albaya kadar 4,5 pound günlük para verildiğini ifadesinde söylemişti. Bu meblağ ancak iaşeyi temine yetiyordu. Kahire’de ailesi olanlar zaruri olarak bunun yarısını ailelerine göndermek mecburiyetinde olduklarından kendileri ve aileleri sefil durumda yaşamak zorunda bırakılmışlardı. Temmuz 1918’de hükûmetler arasında varılan anlaşma gereği İngilizler ailesi olanlara 2’şer pound günlük ilave ücret verme kararı aldı.[64]

7. Fırka Asker Alma Şubesi Kalemi Bandırmalı Üsteğmen Mahmud Esad Efendi, 9 Ağustos 1917 tarihli ifadesinde kampta her şeyin çok pahalı olduğunu, kendilerine verilen 295 kuruş ücret ile yaşamanın mümkün olmadığını ifade etmişti.[65]

Esaretten dönen Askerlik Şubesi memuru Yüzbaşı Sadık Efendi, 8 Mart 1919’da verdiği ifadesinde esirlere verilen ücret hakkında bilgi vermiştir. Otuz birli aylarda albay, yarbay ve binbaşılar yemeklere 370, otuzlu aylarda 358 kuruş teneke markadan maaş vermişti. Üsteğmen ve teğmen ile subay vekillere iki yüz doksan beş kuruş verilmişti.[66]

Mehmed Ubeydullah Efendi’nin hatıratında belirttiğine göre yüzbaşıya kadar olan subayların günlüğü 4,5 şilin, yüzbaşıdan aşağı subayların günlüğü 3 şilin olarak düzenlenmişti. Kişi başına 2 şilin iaşe veriliyordu. Kampta bir iaşe heyeti bulunuyordu. Günlük kişi başına verilen 2 şilin ile günde bir sabah kahvaltısı, bir öğle yemeği ve bir akşam yemeği yenilebilmekteydi.[67]

Rum asıllı Sokrat İncesu, esirlerin istihkakının muntazam gelmekte olduğunu, yiyecek ve içecek kıtlığı yaşamadığını anılarında yazmıştı. Subaylara ayda 3 lira para veriliyor, bununla Arap gazeteleri alınıp okunabiliyordu.[68]

Necmi Seren esir subaylara mutfak masrafı kesildikten sonra maaşlarının Mısır parası olarak verildiğinden bahsetmektedir.[69] Ahmed Altınay ise esarette iken aldığı maaşları ay ay hatıratına kaydetmişti. Buna göre esirlerin maaşları sürekli değişmekteydi. Aldığı ilk maaş 1919’un ilk günlerinde 133 kuruştu. İlk aylık sonrası sıkıntısı bir süre için gitse de parasızlık esaret boyu peşini bırakmadı. 1919 yılında hatıratında 194, 294, 266, 193, 293, 280, 294, 282, 292 kuruş gibi değişik aylıklar aldığını yazmıştı. Aldığı İngiliz parasını Mısır parasına bazen 135, bazen 137’den bozdurmuştu. Cephelerdeki Osmanlı Devleti’nin kötü gidişi sonucu paranın değeri düşecek ve bir süre sonra parasını ancak 125 kuruşa bozdurabilecekti. Bir süre sonra bir mecidiye 13 kuruşa kadar geriledi. 11 kuruş Mısır parasına 50 kuruş banknot vermişti. Ahmed Altınay, 100 banknotu 21 Mısır parasına tahvil ile para sıkıntısını gidermeye çalışmıştı. Bu şartlar altında para sorunu hiçbir zaman çözülmedi ve her zaman parasızlık yüzünden sıkıntı çekti. Hatıratının pek çok yerinde bu durumdan şikâyet etmektedir.[70]

Madeni ve kâğıt paranın alışverişi kesin olarak yasaktı. İngiliz parasının sürümünü sağlamak ve kaçakçılığı önlemek için esirlerin kampa gelişinde, sonradan verilmek üzere paralarına el konulmuştu. Kampta para olarak marka kullanılmaktaydı. Subaylara da Türk ordusundaki aylığına göre marka verildi. Esaret sonrasında bu markalar Osmanlı parası ile değiştirildi.[71]

Bursalı Halil oğlu Mehmed Nuri Efendi’nin ifadesine göre iaşe işi doğrudan esirlere bırakılmıştı. Subaylara verilen 600 kuruştan 300 kuruşu iaşe bedeli olarak kesiliyordu. Geri kalan 300’ün de 15 kuruşu bir başka sebepten kesiliyordu. Geri kalan 285 kuruş maaş olarak esirlere bırakıldı. Subayların en ufak bir kabahatinde bu maaş kesilmekte ve o ay süresince subaylar beş parasız aç ve susuz kalmaktaydı. 300 kuruşla mümkün olan yiyecekler ile az çok karınlarını doyurabiliyorlardı.[72]

Balıkesirli hesap memur yardımcısı esaret sonrası 2 Ağustos 1919’da verdiği ifadesinde genel hesap memurları arasında on ay maaş alamadığını, bu müddet zarfında 9,5 kuruş hesabıyla maaş alabildiğini söylemektedir. İaşe için İngilizler tarafından günlük 10’ar kuruş verilmekteydi. Esir kamplarının iaşesi Müteahhit Lawrence vasıtasıyla temin ediliyordu. Hiçbir subay kamp haricine çıkamadıkları için bütün ihtiyaçlarını müttehit aracılığıyla temin etmek zorundaydı. Mısır gazetelerinde yayınlanan iaşe tarifesinden yüksek fiyatla kampta satış yapılıyordu. Bu husustaki müracaatların tamamı sonuçsuz kaldı.[73]

Esaretten Ağustos 1919’da dönen bir esirden alınan ifadeye göre esirler iaşesini kendi aralarından seçtikleri subaylar vasıtasıyla dönüşümlü olarak yapıyordu. Bir aylık iaşeye aylık 300 kuruş kesilmişti. Müteahhidin kamp içinde kurduğu dükkânda satılan elbise, malzeme ve yiyecekler İskenderiye’deki fiyatının iki buçuk misli ve belki daha çok fazlasıyla satılmaktaydı. Albaydan yüzbaşıya kadar esir subaylara günlük hesabıyla 366 ve 354 kuruş aylık veriliyordu. Esarette kaldığı sekiz ay süresince tel örgülerle kapatılmış alandan dışarıya çıkarılmadığı gibi tel örgüsü haricinde de bir kimse ile görüşmesine izin verilmemişti. Tel örgüde bulunduğu zamanda şikâyet edilecek bir hâle maruz kalmamıştı. Tüm askerlerin mümkün mertebe iaşeleri ve elbise hususları dikkate alınmıştı.856 [74]

Seydi Beşir kampında Osmanlı subayları 4 ila 4.5 şilin tutarında yetersiz bir ücret alıyorlardır ki bu da Lahey Sözleşmesi’nin 7. maddesinin ihlali anlamına geliyordu. Zira bu madde esir alan Hükûmete, savaş esiri subaylara aynı rütbedeki kendi subaylarının aldığı maaşın ödenmesi yükümlülüğü getiriyordu. Ayrıca zaten kısıtlı olan bu ücretlerden günde 2 şilin yemek için ücret kesiliyordu. Bu durum Osmanlı subaylarının parasal durumlarını hayli güvensiz hale koydu. Bu yemekler subaylara layık olmadıkları gibi ne sağlıklıydı ne de doyurucuydu. Esirlere salatalık, biber dolması ve sık sık da yağsız ve tuzsuz makarna verildi. Bu sebeple, Osmanlı Devleti esirlerin yiyeceğini sağlama zarureti getiren, Lahey Sözleşmesi’nin IV. maddesi ve ek düzenlemenin uygulanmadığı iddialarını yeniledi. Oysa Osmanlı Devleti esir alındıklarından bu yana İngiliz subaylarına ücretlerini düzenli ve eksiksiz bir biçimde ödüyordu. Karşılıklılık ilkesi uyarınca Osmanlı Devleti, İngiltere Hükûmetinin bu tavrı üzerine İngiliz subaylarına Osmanlı subaylarına layık görülen muameleyi yapmaya karar verdiğini İngiltere Hükûmetine bildirdi.[75]

Subaylara verilen maaş bakımından kamplar arasında fark bulunmamaktaydı. Kahire Kalesi’nde esaret günlerini geçirmiş Teğmen Ahmed Rıfat Efendi 3 Nisan 1919’da verdiği ifadesinde, subaylara ayda 600 kuruş Mısır parası maaş verildiğini söylemişti.[76] Abbasiye Hastanesinde tutuklu bulunan Yedek Subay Mülâzımısâni Tevfik Efendi’nin ifadesinde, esarette bulundukları müddet zarfında aylık 600 kuruş maaş verildiğini, 300 kuruşun yemek masrafı olarak kesildiğini öğrenmekteyiz. Üstelik hastanede yattıkları süre boyunca da yemek masraflarını kesilmeye devam etmişti.[77] 1915 yılında Mısır’daki Amerikan diplomatik temsilcileri tarafından

Maadi esir kampı hakkında hazırlanan raporlarda esirlerin aldıkları ücretlerden ve iaşelerden bahsetmektedir. Esir subaylara günlük 4-4,5 şilin maaş verilmekteydi.[78]

Mısır kamplarının yiyecek ihtiyaçları özel şirketler tarafından sağlanıyordu. Kızılhaç raporlarından elde edilen bilgilere göre tüm kamplarda olduğunu gibi Seydi Beşir esir kampında da esirlerin arasından arkadaşları tarafından seçilen bir subay, menü hazırlamaktan ve yiyecek işlerinin kontrolünden sorumluydu. Yemekler subaylar için ücretliydi. Günlük yemek ücreti, 10 kuruş (2,50 Fransız frangı) karşılığıydı. Çay, kahve, şeker, reçel bu fiyata dâhil edilmişti. Subaylar arzu ettikleri şeyleri kantinden veya şehirden getirtebiliyordu. Yalnız alkol yasaktı. Subaylara Avrupai ekmek, emir erlerine yerli ekmek verildi. Et kampın sağlık yönetimine bağlı veterinerler tarafından kontrol edilmekteydi. Kızılhaç yetkilileri yemeklerin tadına bakmışlar ve memnun kalmıştı. Heyet, yemek konusunda bir şikâyet almadıklarını söylediler. Osmanlı subayları için 150 kişilik iki yemekhane vardı. Masalar örtülü ve malzemeler ise tamdı. Emir erlerinin mutfağı da yeterli ve sağlıklıydı.[79]

Seydi Beşir kampında esirlerin yiyecek ihtiyaçlarına yönelik bilgiler ATASE Arşivinden elde edilen esir ifadelerinde de yer almaktadır. Esirlerden tayin edilen iaşe heyetleri vasıtasıyla müteahhit marifetiyle dışarıdan erzak vesaire getirmekte ve bu heyetler tarafından yemekler pişirilmektedir.[80] İngiltere askeri yetkilileri tarafından malul esirler arasında yurda iade edilen Gelibolu Seyyar Jandarma Taburundan Abdürrahim verdiği ifadesinde, çok kalitesiz erzakın çok fahiş fiyata kamp kumandanının tayin ettiği bir müteahhit ile dışarıdan getirdiğinden ve kamplar içinde pişirilerek iyi ya da kötü olduğuna bakılmaksınız esir askerlere dağıtıldığından söz edilmişti. Kampta müteahhitten başka erzak getirecek bir kişi bulunmuyordu. İskenderiye’de gayet ucuz sebze ve saire bulunmakta iken müteahhidin usulsüz işlemleri sebebiyle kamplara çok kötü kalitede ve pişirmeye elverişli olmayan erzak getiriliyordu. Eğer müteahhit değiştirilmek istenirse önceki müteahhidin adamlarından biri gelir ve önceki fiyatın üstünde bir fiyat verirdi. Bu fiyat esir subayın günlük almakta olduğu ücretten fazla bir ücret olurdu. Başka bir çaresi kalmayan zavallı esirler yeni müteahhidin eline düşerlerdi. İngiltere Hükûmeti tarafından üsteğmen ve daha yüksek rütbedeki subaylara günlük olarak verilen ücretten 2 şilin yemek için kesilip müteahhide verilmekte ve esirlere geriye 2 şilin kalmaktaydı ki bu da 285 bazen 290 kuruşa karşılık geliyordu. Yüzbaşılar 75 kuruş kadar bir fark alıyorlardı. Üzerinde 500 kuruştan fazla parası olan subaylar paralarını esir kumandanlığına teslim etmeye mecburdu. Esaretin son zamanlarında maaş olarak verilen nakit para yerine esir kumandanı tarafından basılan birtakım teneke üzerinde kumandan tarafından imzalanmış Seydi Beşir yazılı markalar verildi. Bu markaları müteahhit daha sonra İngilizlere vererek erzakının karşılığını nakde çevirirdi.[81]

Cidde Hastanesinde doktor olarak görev yaparken esir düşüp ilk kafilede yurda dönen bir binbaşı, verdiği ifadesinde yemeklerin kamplarda nasıl pişirildiğini anlatmıştı. Mutfaklarda erlerden seçilen aşçılar tarafından subaylar için tabldot usulüyle yemek pişirilirdi. Yüzlerce subaya tahsis esilen mutfağın uygunsuzluğu, kömür miktarının azlığı, verilişteki düzensizlik yemeklerin çiğ kalmasına veya kumlu olmasına neden oluyordu. Subayların karargâhında subaylara hizmet için 300­400 nefer bulunmaktaydı. Bunların iaşesi müteahhide verilen 110 para Mısır akçesiyle temin ediliyordu. Ayrıca esirlere subaylar da yardım ediyordu. Günlük verilen ekmekten başka pirinç, mercimek, sebze ve haftada üç defa on dokuz dirhem et verilmekteydi. İlk başta askerlere özel buğday ekmeği verilirken sonraları mısır, dara ve daha başka şeylerle karıştırılmış esmer, sert bir ekmek verilmeye başlandı. İhtimaldir ki bu ekmek birçok feci hastalıklarına sebep oldu.[82]

Üçüncü Gazze Muharebesi’nde 31 Ekim 1917’de bölüğü ile beraber İngilizlere esir düşen 48. Alay 16. Fırkadan İzmirli Yüzbaşı Halil oğlu Seyfeddin Efendi, Seydi Beşir mevkiinde bulunan esir karargâhına nakloluncaya kadar fena sayılmayacak düzeyde esirlere iyi bakıldığını söylemişti. Esarette geçirdiği günler için 2 Ağustos 1919 verdiği ifadesinde ayrıca esirlerin iaşesinin aylık 300 kuruş mukabilinde tüm esir karargâhlarının müteahhidi Lawrence vasıtasıyla getirildiğini beyan etmişti. Gelen erzaklar karargâhta bulunan esir askerler tarafından pişirilmekteydi. Esirler kamplarda bulunanlar dışında hiçbir fert ile temas edemediği gibi bütün ihtiyaçlar Lawrence marifetiyle temin edilmekte ve tüm bu işlerde müteahhidin keyfi uygulamaları söz konusuydu. Müteaddit defalarca şikâyet edilmesine rağmen hiçbir sonuç alınamamış ve aynı hal devam etmişti.[83]

Bir başka Türk esiri 20 Şubat 1917 tarihli ifadesinde, tüm esir karargâhlarının idare şeklinin aynı olduğundan bahsetmişti. Günlük her subay için 10 kuruş yemek parası müteahhide veriliyor ve bu paranın bir kuruşu önceden vermiş olduğu yemek takımlarının kirası için düşürülüyordu. Esirler geri kalan 9 kuruşla ne isterlerse getirtebiliyordu. Kamp içerisinde iaşe işleri için ayrı bir heyet vardı. Genelde iyi yemek verilmekteydi. Yemek parasından hariç yüzbaşı ve daha yukarı rütbedeki subaylara günlük 10 kuruştan başka aylık yaklaşık 260 kuruş civarında bir de para verilmişti. Teğmenler ise bu paradan 50 kuruş noksan almaktaydılar.[84]

16. Fırka Kumandanı albayın esaret sonrası 8 Mart 1921’de verdiği ifadesinden subay kamplarında, esirlerin aralarından seçilen dört beş kişilik bir iaşe heyeti vasıtasıyla kamp kapısına gelen müteahhitten istedikleri yiyecekleri alıp ve pişirebildikleri öğrenilmiştir. Yemekhanede yemekler toplu halde yeniliyordu. Yiyeceklerin miktarı her subaya için aylık 300 kuruş Mısır parası tutarındaydı. Genelde 300 kuruş iaşe parasına karşılık Mısır parası marka olarak verildi. Müteahhit günlük olarak aldığı iaşe senedi karşılığında ay sonunda İngiliz kasasından parasını almaktaydı. Askerlere ise genel olarak ve yaklaşık kendi ordusunda bir nefere verilen tayın kadar yiyecek veriliyordu. Askerler de yine kendi aralarından seçilen görevliler vasıtasıyla kazanda yemeklerini pişiriyordu. Kıdemli küçük subay ve subay adayları diye adlandırılan kişilere subay yemeği ile asker yemeği arasında bir miktarda yiyecek verildi.[85]

Esaret sonrası verdiği ifadesinde, Askerlik Şubesi memuru Yüzbaşı Sadık Efendi 8 Mart 1919 tarihli ifadesinde Seydi Beşir karargâhında esaret günlerini geçirirken akşam ve sabah ellişer dirhem francala ile ikişer kap yemek, haftada iki kere de tatlı verildiğini söylemişti.[86] Seydi Beşir esir kampının esaret şartlarını anlatan bir esir de Yedek Subay Mülâzımısâni Tevfik Efendi’ydi. İfadesinde bazı günlerde el ayası kadar ekmek, bir parça mercimek çorbası ve akşamları soğan verdikleri beyan etmişti.[87] Esaretin ilk aylarında yakıt eksikliği yüzünden yemekler pişirilememişti. Yemekleri pişirmek için çok zorluk çekildi. Bir müddet sonra bu sorun kısmen çözüldü.[88] Kirmasti Asker Alma Şubesinde 1. Bölük Kumandanı Yüzbaşı Ali Saib Efendi, esaret altında geçirdiği günlerde iaşe durumunun muntazam ve iyi olduğundan ifade etmişti.[89]

Esirlerin yazdıkları anılara bakıldığında, Seydi Beşir kampında verilen yiyeceklerin değişkenlik gösterdiği görülmektedir. Esirlere verilen ekmek bir ara kampta yarıya düşürüldü. Esirler kış ortasında salata yediklerinde şikayet etmişlerdi. Bir ara kötü verilen yiyecekler havaların ısınmasıyla daha iyi ve düzenli hale geldi. 6 Mayıs Hıdrellez dolayısıyla özel yemek çıkmış ve esirlere kuzu verilmişti.[90]

Esirlere gerek yolda olsun gerek kampa vardıklarında taze ekmek verilmişti. Yemekhanede üniformalı subayların yemekleri kapışması, anılarını yazan Ahmed Altınay’a Orta Çağ’ın vahşetini hatırlatmıştı. 20 gün içerisinde esirlerin yaşadığı kamp ancak düzene girmişti. Sivil kampın yakınlarında bulunan esirler için her şey oldukça ucuzdu. Yaş hurmanın okkası 4 kuruştu. Kamp hayatında yaşam oldukça iyi geçmekteydi ve esirlerin rahatları hiç fena değildi. Yemekte bazen balık da verilmekteydi. Masalarda esirler arasında yemek mücadelesi vardı. Özellikle ekmek kıtlığı olup üç kişiye iki ekmek veriliyordu. Bir ekmek beş kuruşa alınabiliyordu. Bazı suiistimale karşı iaşe heyetindeki görevlilerin değiştirildiği oluyordu.[91] Ekmek sıkıntısının hiç eksilmediği kampta Ahmed Altınay üç kuruşa ekmek alabildiğini anılarında yazmıştı. Maaş verilmeye başlanıncaya kadar bu sıkıntılar aralıksız devam etti.[92] Her ne kadar ekmek sıkıntısı zaman zaman görülse de yemekler genelde muntazamdı. Kahvaltıda yumurta yiyebiliyorlar ve kahve içebiliyorlardı.[93]

Emin Çöl’ün yazdığı hatıratta, kampta yedikleri yemeklerden memnun olduğu görülmektedir. Kampta yemekten sorumlu bir büro bulunmakta ve her gün pişirilecek yemek ve tatlı listeye göre dışarıdan Arap müteahhitler tarafından getirilmekteydi. Yemekler Türk yemekleri olup pişirmek için kampta bir aşevi bulunmaktaydı. Yemekler tabaklara konulduktan sonra zil çalmakta ve herkes kendi yerine oturmaktadır. Kampta subaylar parasını harcamak zorunda olduğundan yemeklerde tatlı, et ve süt bol bol veriliyordu.[94] Mehmed Ubeydullah Efendi de yemeklerin yeterli miktarda ve lezzetli olduğundan bahsettikten sonra haftada iki defa tatlı verildiğini ifade etmişti.[95]

Hüseyin Aydın da esirlerin kampta yiyecek sıkıntısı çekmediğini belirtmektedir. Esirler, ellerinde hiç para olmadığından ancak yediklerinden artırarak tıraş için para bulabiliyorlardı. Bu durum, esirlerin İstanbul’dan tasdikli künyeleri gelinceye kadar devam etti. Esirlere künyelerine göre günlük iaşe bedeli çıkarılmış, geriye kalan kısmı kamp dâhilinde harcanmak üzere esirlere fişler verilmişti.[96]

Maadi kampında da savaş esirlerine verilen yiyecekler yönetimce belirtilen ölçeklerdeydi. Her bölüme ayrı mutfaklar yapılmıştı. Mutfak esirlerin kendileri tarafından yönetiliyordu. Esirlere verilen et yahnisi heyet tarafından incelenmiş kusursuz ve lezzetli bulunmuştu. Esir Türklere “baladi” denilen yerli ekmek verilirdi. Kahire’deki bir ekmekçiden getirtilen bu ekmek, Türklerin alıştığı ekmeğe çok benziyordu. Esirlerin geneli yiyeceklerden memnun kalmıştı. İçlerinden sadece bir esir çok fazla pirinç verildiğinden şikâyet etmişti. Kampın küçük bir kantini olup burada şekerli bir fincan kahve çok ucuz bir ücrete (2,5 sent) satılmaktaydı. Özel bir şirket tarafından işletilen kantin, İngiliz yetkililerin denetimindeydi. Tütün, perşembe günleri dağıtılıyordu. Ayrıca Kızılhaç heyetinin yazdığı rapora göre kampta her şey kusursuzdu. Maadi kampı için yakıt 2 şilin, arıtılmış içme suyu 6 dinar olarak belirlenmişti. Kış mevsimi için yapılan bu düzenlemeler altı ayda bir hesaplanmaktaydı.[97]

Mısır’daki Amerikan diplomatik temsilcileri tarafından 1915 yılında Maadi kampı hakkında hazırlanan raporlar esirlerin iaşelerinden bahsetmişti. Esirlerin iaşe işlerine fevkalade dikkat edilmekte ve özen gösterilmekteydi. Tümüne ayrı ayrı tabak içinde yemekler verilmekte olduğu gibi her gün sigara, şekerleme, sabun, zaruri ihtiyaçlar ve değişik hediyeler takdim edilmekteydi. Esir subayların yiyeceklerine de erlerin olduğu gibi fevkalade dikkat ediliyordu. Kendilerine tahsis edilen mahir aşçılar vasıtasıyla yemekler en güzel bir şekilde pişiriliyordu. Esirlerin ikamet etmekte oldukları bahçe içinde açılan özel dükkânda her çeşit meyve, tatlılar ve vesaire eşyalar en uygun fiyata satılmaktaydı. Esirlere sabah kahvaltısında verilen ekmekler kampta yapılmakta olup sıcak sıcak ikram ediliyordu.[98]

Amerika Dışişleri Bakanı Robert Lansing Maadi kampında kalan Türk esirlerin yiyeceklerine dair bu raporu Osmanlı Devleti’ne de ulaştırdı. Raporda diplomatik temsilcinin Maadi kampında esirlerin kaldığı kışlaların şartlarını ve yiyeceklerin durumunu kapsayan bir teftiş yaptığı belirtilmekteydi. Yiyeceklerin pişirildiği mutfak temiz ve çok şıktı. Buna göre esirlere kahvaltıda Arap tarzı bir somun ekmek ve büyük bardakta çay; öğle yemeğinde ekmek, zeytin ve reçel veya beyaz peynir; akşam yemeğinde görünüşü ve tadı güzel pilav verilmekteydi. Ayrıca akşam yemeğinde bir porsiyon peynir ya da zeytin de veriliyordu. Esirler ayrıca haftada dört kez de et ve sebze yiyebiliyor ve Türk kahvesi içebiliyordu.[99]

İngiliz Milli Arşivinde bulunan belgelere göre de Maadi’deki Türk savaş esirlerine dağıtılan kumanyalar esirlerin beslenmesi bakımından yeterliydi. Pazar, Pazartesi, Çarşamba ve Cuma akşam yemekleri her birey aynı olup 35 dirhem et, 45 dirhem sebze, 20 dirhem pirinç, 4 dirhem tereyağı ve ^ dirhem biberdi. Geri kalan üç günde ise akşam yemeklerinde 40 dirhem pirinç, 6 dirhem tereyağı ve 45 dirhem sebze veriliyordu. Akşam yemeği için hafta boyunca, 30 dirhem beyaz peynir, 30 dirhem yerel reçel veya 30 dirhem zeytin seçeneklerinden biri alternatif olarak verilmişti. Yukarıda belirtilen kumanya çizelgesine ek olarak her birey için ayrıca hafta boyunca her gün 250 dirhem ekmek, 9 dirhem tuz, 5 dirhem soğan, 9 dirhem sabun, % ons çay, 1,5 ons şeker, 30 dirhem beyaz peynir verilmekteydi. Esirlerin iaşe listesi belgenin iki ayrı yerinde ayrı ayrı verilmişti. 30 dirhem reçel veya 30 dirhem zeytin ilk verilen yerde bulunmamakta ikinci verilen yerde bulunmaktadır.[100]

29 Ekim 1915 tarihi itibariyle esirlere sağlanan diğer malzemeler ise günlük 9 dirhem sabun ve haftada üç gün limonataydı. Ayrıca perşembe günleri haftalık olarak

9 dirhem tütün ile haftada üç gün sigara kâğıdı esirlere dağıtılıyordu. Esirlere gerekli olduğunda kâğıt ve zarf da veriliyordu.884

Maadi savaş esirleri kampında komite tarafından hazırlanan Türk Subayları için beslenme listesi ise aşağıdaki gibidir:

Tablo 3.1: Maadi Kampında Bulunan Subayların İaşesi

Gün

Kahvaltı

Akşam Yemeği

Çay

Pazar

Çay süt peynir ekmek tereyağı

Makarna sos domates Sığır- biftek salata üzüm kahve

Etli patlıcan çorbası Et-patates, Türk kahvesi kavun

Pazartesi

Çay süt peynir ekmek tereyağı

Etli yeşil fasulye Pilav&sos Salata üzüm kahve

Mercimek çorbası Sebze ve et dondurma Türk kompostosu (tatlı),

Salı

Çay süt peynir ekmek tereyağı

Taze sebze balık Üzüm ve kahve

Pirinç çorbası, yumurta et, Domates ve Dana bifteği, Kadayıf (Türk Tatlısı)

Çarşamba

Çay süt peynir ekmek tereyağı

Etli bamya, pirinç, Sos, salata, üzüm, kahve

Mercimek çorbası Etli sebze, kabaklı Türk tatlısı Kavun, kahve

Perşembe

Çay süt peynir ekmek tereyağı

Etli patlıcan, makarna Ve sos, salata, kahve

Pirinç çorbası domates Sığır biftek tatlı üzüm

Cuma

Çay süt peynir ekmek tereyağı

Mercimek çorbası Etli patlıcan, patates ve et Türk tatlısı, kahve

Domates, Sığır biftek, balık, salata, üzüm, kahve

Cumartesi

Çay süt peynir ekmek tereyağı

Etli yeşil fasulye, pirinç Sos, salata, kahve

Pirinç çorbası, Et ve yumurta, Türk lapası Türk tatlısı Karpuz, kahve

Kaynak: TNA, FO. 383/101.

Kahire Amerika Elçiliğinden bir yetkili de Haziran 1915’de Maadi kampını ziyaret ederek kampta esirlere verilen yemeğin mükemmel olduğuna ve kendilerine iyi muamelede bulunulduğuna dair gözlemlerini Osmanlı Nezaretine iletmişti.[101]

Heliopolis kampının yiyecek ihtiyacının karşılanma şeklinin de diğer kamplardan farkı yoktu. Levazım kanalı ile satın alınan yiyecekler her sabah özel olarak ayrılmış bir barakaya getirilmekte ve her bölüm buradan günlük istihkakını almaktaydı. Ekmek, Kahire’deki ekmekçilerden getirilirdi. Mutfaklar açık havada inşa edilmişti. Yemekler odunla pişirilirdi. Servis işlemi, bir aşçıbaşı nezaretinde, esirlerden oluşan bir manga tarafından sağlanmaktaydı. Yemek saatinde her bölüm kendi adamlarını büyük metal kazanlarla mutfağa gönderip koğuşun istihkakını aldırırdı. Her esirin metal tabağı, metal kaşığı ve metal su tası vardı. Yemek saatleri sabah 5.00, öğle 11.00 ve akşam 16.00 olarak düzenlenmişti. Bu kampta da yemekler önce tabaklara konuluyor ve zil çalınca herkes yerine oturuyordu.885 [102]

Heliopolis kampında tutulan Osmanlı esirlerine, heyetin kampı ziyareti sırasında verilen günlük yiyecekler ekmek, et, sebze, pirinç, tereyağı, biber, tuz, soğan, 7,5 gram çay, 42 gram şeker, peynir, reçel veya zeytindi. Ayrıca her esir, her hafta 42,5 gram sigara ve 2 kibritin yanı sıra günde 1 kilogram yakacak odun ve sabun alıyordu.[103]

Kampta ayrıca bir kantin vardı. Ancak esirlere düzenli olarak verilen yiyecekler yeterli olduğundan, kantin yiyecek bakımından çok zengin değildi. Daha çok çay, kahve ve taneli yiyecekler vardı. Şekerli çayın bir bardağı 5 paraya satılmıştır ki yaklaşık kuruşun 1/8’i ya da 3 sente karşılık gelmekteydi. Ayrıca kantinde kâğıt, kartpostal, iğne, iplik, düğme gibi küçük ama gerekli maddeler de satılmaktaydı. Esirlere her hafta 2 ons (57 gram) tütün veriliyordu. Esirlerin alkol alması kesin bir şekilde yasaklanmıştı.[104]

Kampta esirlere verilen yiyecekler hakkında Eyüb Sabri Bey’in hatıratında da bilgiler bulunmaktadır. Eyüb Sabri Bey, askerlere verilen yemeğin pek az ve sağlıksız olduğunu yazmıştı. İngilizler esirlere günde 250 gram ekmek vermişler, bununla askerleri akşama kadar sıcak kumun üzerinde angaryada çalıştırılmışlardı. Bazen ekmekle beraber yedişer adet kuru ve küflü hurma, iki kişiye bir baş soğan ve şayet bu bulunmazsa asker başına yarım şalgam verilmişti. Esirlerin akşam yemekleri ise pamuk yağıyla pişmiş küçük bir tabak pırasaydı. Nil Nehri’nden sulandığından dolayı pırasalar bir buçuk metre boyunda ve âdeta odun gibi kalın ve sertti. Pırasa ile kuru bakla kabukları soyulmaksızın bir kazanda pişirilmiş ve esirlere o şekilde dağıtılmıştı. Pırasa çabuk pişerken kuru bakla pırasa ile beraber pişmemekte ve çiğ olarak kalmaktaydı. Böylece angaryadan yorgun olarak gelen askerler mecburen pişmemiş olan baklayı yedikten sonra gece yarısı dehşetli bir sancıya tutularak hemen hastaneye gitmişti.[105]

1 Ağustos 1919’dan itibaren İngilizler Osmanlı esirlerine beygir ve katır eti vermeye başladı. Askerler birkaç defa iade ederek yememek istedilerse de bir avuç bakla ile doymayan askerler daha sonra yemek mecburiyetinde kaldı. Osmanlı askerleri Mısır gibi son derece sıcak bir yerde üstelik Ağustos ayında kokmuş beygir ve katır etlerini yediler. Bunun sonucunda da birçokları değişik hastalıklara yakalandı.[106]

Bu kampta günlerini geçiren İbrahim Arıkan, erzak olarak pirinç lapası ve asker başına ikişer tane küçük pide verildiğini söylemiştir. Ayrıca esirlere haftada bir defa olmak üzere günlük 5 adet sigara verilmişti. Kantara’dan gelen 500 kişiye ise cezalı oldukları gerekçesiyle 15 gün sigara verilmedi.[107]

Bu kampta kalan ve hatıratını yazan Emin Çöl, kampta verilen yenilemez yemekler için esirlerin isyan ettiğinden bahsetmektedir. Emin Çöl’e göre Heliopolis kampı düzen ve tertip bakımından ne kadar iyi ise erlerin istihkakları bakımından o kadar kötüydü. İki bölüme ayrılan kampta erat bölümünden birincisine yerleştirilen Çöl’e göre bu kamp Seydi Beşir kampı ile kıyaslanamaz bir durumdaydı. Kampta bulunan 16.000 erat çok kötü bir halde yaşıyordu. Verilen yemekler her ne kadar Kahire Müftüsü fetvasıyla verilse de yenilemez durumdaydı. At ya da katır eti verilmekteydi. Yağlar nebati olup asidi alınmıyordu. Esirlerin çoğu tavukkarası hastalığına yakalandı. Gece dışarı çıkamaz duruma geldiler. Gözleri hala gören askerler gözlerini kaybetmiş arkadaşlarını tuvalete götürüyorlardı. Yağı yemyeşil olan bu yemekleri kimse yemek istemiyordu. Esirler bu yemeği boykot etme kararı

almışlardı. Bunun yanı sıra kampta esirlere 5 Mısır kuruşu istihkak verilmişti. Yapılan itirazla bir şey değişmeyince yemeğe karşı grev kararı alındı. Yoklamaya çağrılmalarına rağmen açlık grevi için yoklamaya ve yemeğe çıkmadılar, getirilen yemekleri de yemediler. İngilizler görsün diye de suların yer altına aktığı bir yere verilen yemekleri döktüler. Sözünde durmayıp yemek yemek isteyen olursa bu kişilerin yüzlerine tükürme kararı alınmıştı.[108]

İsyanın dördüncü gün ise yoklamaya çıkmamışlar, bu durum İngiliz görevlileri çok kızdırmıştı. Kamp komutanı başçavuş da işin büyüyeceği gerekçesiyle isyanı kısa sürede sonlandırmak istiyordu. Esirler, yoklama subayına açlıktan yoklamaya çıkacak gücü bulamadıkları söylenmişler, bunun ardından esirler kamp içindeki doktorlara göndermişti. İlk esirlerin muayenesi sonrası yine Hint yağının verildiğini gören esirler pavyonlara koştu. Olayların büyümesi üzerine bir İngiliz subayı esirlerin kaldığı yere gelerek çıkmadıkları takdirde zorla çıkarılacaklarını söylemişti. Esirler yoklamaya çıkma, buna karşılık açlık grevine devam kararı almışlardı. Başlarında bir İngiliz binbaşı ve kolları sıvalı askerler kaba kuvvet kullanarak 12 kişiyi götürmek istedi.. Esirlerde ise kavgada kullanacakları hiçbir şey bulunmuyordu. İngilizler ve Türkler arasındaki kavgada yumruk, tekme, tokat, ısırma her ne varsa kullanıldı. Hatta topal bir esrin sopası ile bir İngiliz’in kafası yarıldı. Bir İngiliz askeri Mersin Çopurlu köyünden bir esiri tek yumrukla yere sermiş, ayrıca bir başka esirin de gözü şişmişti. Sonuçta esirler galip geldi ve tek bir arkadaşlarını bile vermediler.[109]

Aralarında Emin Çöl’ün de bulunduğu isyanda lider sayılabilecek 12 kişi, kampa gelen general tarafından ıssız bir odada sorgulandı. Tercüman Ermeni olduğundan esirlerin, çevirinin doğruluğundan şüpheleri vardı. Ermeni tercümanın yemin etmesinden sonra görüşme başlamış ve esirler günlük 5 Mısır kuruşunun yetersizliği için isyan ettiklerini söylemişti. General durumu anlayışla karşılamış, esirlere yardımcı olunacağını, buna rağmen kanalda esirlerin çalıştırılmaya devam edeceğini ifade etmişti. Bu 12 kişi erat kampından alınarak ayrı küçük bir kampa yerleştirildi. Her gün beşer kuruşa göre 70 kişinin yemek listesinin yapılması kararlaştırıldı. Bunun için de altı kişi görevlendirildi Ama asıl amaç elebaşı olan bu altı kişiyi hapse atmaktı. Bu hapishanelerin nöbetçi kulübeleri dört metre yüksekliğinde olup alt zemini bir metrekare betondu. Hapse atılan tutuklunun yanına tuvalet ihtiyacı için bir kova, bir sürahi ve bir bardak konulmaktaydı. Odalarının küçük bir penceresi vardı. Kapısı kilitlenen cezalının dışarı çıkması ve sigara içmesi yasaktı. Nöbetçiler Pakistanlı olduklarından pilav tabaklarına sigara konulmasına göz yummuştu. İsyanın elebaşı sayılan altı kişi on iki gün hapis yattı.893 [110]

20. Fırka karargâh askerlerinden Bursa’nın Reyhan Paşa mahallesinden Abdülkerim oğlu Vasıf esaret sonrası 2 Ağustos 1919 tarihinde kampın iaşe durumunu anlatmıştı. Vasıf ifadesinde Mısır-ı Cedid’te kaldıkları dokuz ay süresince esaretinde iaşe konusunda hiçbir sıkıntı görmediğini söylemişti.[111]

Tel El Kebir esir kampında bulunmuş İbrahim Arıkan kampta esirlere yiyecek olanlar pirinç lapası, bakla ve bazen de kuru hurma verildiğini söylemektedir. Her gün verilmekte olan et ise katır veya at etiydi. Bu durum kamp komutanın geldiği bir sırada protesto edilmiş ve katana (bir cins at) butları yerde sürükleyerek komutana gösterilmişti. Esirler İslam dinine göre at etini yemeyeceklerini vsöylediler. Komutan duruma çok şaşırmış ve bu isteği Mısır müftüsüne sordu. Müftünün savaş durumlarında at etinin yenilebileceğine dair fetvası esirleri daha kızdırmıştı. Esirler savaş halinde bulunmadıklarını, esaret altında olduklarını söylemişti. Bunun üzerine şikâyet dikkate alınmış ve at eti yerine koyun eti getirildi. Koyunları önceleri Hindular kesmiş, yalnız onların kesim şekli hayvana eziyet verdiği için bu görevi de Türk esirler üstlenmişti. Kampta ayrıca bir kantin vardı ve kış mevsiminde dahi salatalık ve domates bulunabiliyordu.[112]

Süveyş Cephesi’nde İngilizlere esir düşen ve Tel El-Kebir kampında üç yıl kalan Çanakkale Çınarlı Mehmed Kurtul, 10 kişiye büyük bir İngiliz bakırıyla yemek verildiğini söylemişti. Bir başka esir ise kampın içinde sıra sıra mantızlar olduğunu ve 10 kişinin yemeğinin bu mantızlarda ayrı ayrı pişirildiğini ifade etmişti.[113] Eceabat-Büyük Anafarta köyünden olup 3 sene Gazze Cephesi’nde çatışmalarda bulunmuş ve 18 ay Mısır Port-Sait’te esir kalmış Topçu Eri Arif Öncel, esaret günlerini anlatırken “İyi baktı bize kâfir. Hurma reçeli, hurma kurusu verirlerdi bize yiyecek olarak tel örgülerde İngilizler” diye anlatmıştı.[114]

Mısır’dan esaretten dönen ve iki gözü körolan Boyabad kazasının İspirli köyünden Ali oğlu Fehmi, İngilizlerin ölmeyecek kadar esirlere yemek verdiğini ifadesinden belirtmişti. 24 saatte bir defa verilen karavanada yarısı diri taş ve toprakla karışık buğday ile akşam ve sabah bulaşık suyundan hiç farkı olmayan şekersiz birer parça çay bulunmaktaydı.[115] İki gözünü kaybeden İskilip kazasının Karaviran köyünden Kel Pehlivan da sabah ve akşam şekersiz çay ve öğleden öğleye olmak üzere 24 saatte bir karavana mercimek ve buğday verildiğini söylemişti.[116]

Kirmasti’nin Dere mahallesinden Kasap Halil oğlu İbrahim’in 2 Ağustos 1919 tarihli ifadesinden oluşan esaret raporunda bu kampın beşinci, sekizinci ve dokuzuncu koğuşlarında kaldığı anlaşılmaktadır. Günlük kamplarda 120 dirhem ekmek verilmekteydi. Yemek ise bakla ve buğday haşlaması pamuk yağı ile birlikte pişirilip esirlere sunuluyordu. Bu yetersiz yemek 24 saatte bir ve karın doymamak şartıyla veriliyordu. Öğle yemeklerinde 8 dirhem ağırlığında peynir bulunmaktaydı. Esirlerin haftada 20 sigara alma hakkı bulunuyordu. Esirlerin gıdası çok fenaydı.[117]

Gönen Asker Alma Şubesinde esaret sonrası ifade veren Sadi oğlu Salih hayatlarını zorlukla devam ettirebildikleri ve iaşe hususunda ölmeyecek kadar yiyecek verildiğini söylemişti. Günlük tahminen 500 gram ekmek, katıklık yerine her birine kaynatılmamış bir miktar buğday ve er başına hâl-i hazırda kullanılan ufak kibrit kutusu kadar yiyecek verilmişti. Çoğunlukla kullanılmayacak odunlar veriliyordu. 24 saatte bir defa pişirilmek üzere iaşe verilmişti. Bazı günlerde ise katıklık yerine aynı miktarda mercimek ile pirinç verildiğine şahit olundu. On günde bir her bir erin on adet sigara alma hakkı vardı.[118]

Tel El-Kebir esir karargâhından dönen iki gözü görmeyen İskilip’in Çavuşoğlu köyünden 1891 doğumlu Onbaşı Mustafa oğlu Osman ifadesinde Seferberlik başlangıcında Edirne Jandarma Alayında görevli olduğunu ve Çanakkale ve Kafkas Cephelerinde görev yaptığını söylemişti. Sonra da kolordusu ile beraber Arabistan’a geçmiş ve Halep’te 1918’de esir oldu. Kantara’dan sonra Tel El-Kebir’e getirildi. Yemek içmek hususunda esirlerin çok çektiklerini söylemişti. Sabahları çay yerine sıcak su, öğlen tuzsuz buğday, akşamleyin şekersiz çay verilmekteydi.[119]

4. Ordu-yı Hümayunu 2. Kolordu emrinde 24. Telsiz Telgraf Müfrezesinde görevli Hüseyin Efendi oğlu Cevad’ın 23 Mart 1919 tarihli ifadesine göre tahminen 500 gram kadar ekmek, cüzi miktarda pirinç ve mercimek günlük yemek olarak esirlere yeterli görülmüştü.[120]

Beypazarı Şube Başkanı Binbaşı Bekir Sıdkı Bey tarafından 27 Temmuz 1919’da ifadesi alınan Beyazarı Gençali köyünden 1890 doğumlu Deli Ömer oğullarından Ömer oğlu Abdullah, kampın iaşe sistemi hakkında bilgi vermişti. 72. Alay Hücum Bölüğünde iken 34 Ekim 1918’de İngiliz ordusuna esir düştüğünü söyledikten sonra Ceniye, Kantara ve Tel El-Kebir’e sevk edildikleri anlatmıştı. Tüm esaretini bu kampta geçirmişti. Günlük 150 dirhem bir tayın ve biraz erzakla karavana yapmışlardı. Akşam ve sabahları çay verilmişti.

Mısır Kızılhaç Hastanesinde yemek işlerine bakmak üzere sivil bir aşçıbaşı görevlidir. Menüyü hastaların diyetine göre doktorlar belirlemiştir. Kızılhaç heyeti yemeklerin tamamını tatmış ve lezzetli bulmuştur. Yemeklerinin görünüşleri ise heyete göre kusursuzudur. Mutfak, çok iyi donanımlı cilalanmış mutfak eşyaları ile heyetin takdirini kazanmıştır. Herkesin bir bakır yemek kabı ve bir bardağı vardır. Hastalara günde iki kez şekerli çay verilmektedir. Subaylar kahve veya çay tercih edebilmekteydi.[121]

Hastanede subaylara sabah Avrupa usulü ekmek, taze süt, üç yumurta, çay ve kahve; öğleyin koyun eti, 2 tabak sebze yemeği veya pirinç, sütlaç, salata, kahve, meyve; akşam meyve hariç öğle yemeği mönüsü verilmişti. Diğer hastalara sabah Arap ekmeği, şekerli taze süt; öğleyin Arap ekmeği, sığır eti, pirinç, sebze, akşam, Arap ekmeği, pirinç çorbası, sütlaç veriliyordu. Süt diyetinde sabah 350 gram ekmek, şekerli süt; öğle yemeğinde Arap ekmeği, çorba, et suyu, sütlaç; akşam 350 gram ekmek, şekerli sür verilmişti. Ateşli hastalar ise sabah öğle akşam 400 gram şekersiz süt alabiliyordu.[122]

Pazar ve perşembe günleri, koyun eti ile yemekler değiştirilmişti. Aynı şekilde haftada iki gün de şekerli pirinç ve makarna, meyveler ile yer değiştirilmekteydi. Günlük olarak 450 gram Avrupa ekmeği ve normal diyette 780 gram Arap ekmeği verilmişti. Diğerlerinin oranları ise eşit şekilde dağıtılmıştı.[123]

7. Fırka Askere Alma Şubesi Kalemi Bandırmalı Üsteğmen Mahmud Esad Efendi’nin 9 Ağustos 1919 tarihli ifadesinde Mısır Kızılhaç Hastanesinin yiyecek durumu hakkında bilgilere ulaşıldı. Burada subayların dinlenme şartları ve iaşesi iyi durumdaydı. Erlerin iaşesi ise pek fenaydı. Kökü ve toprağıyla birlikte doğranmadan kazana atılmış ve adi zeytinyağıyla pişirilmiş ıspanak, bir kazana atılan yaklaşık yarım ila bir kilo soğandan yapılan soğan suyu yemeği ve yirmişer dirhem içine başka şeyler de karıştırılmış saf olmayan undan pişirilmiş üç pide erlerin günlük yemeğiydi. Bir süre sonra bu hastanede çekilen çileler sona erdi ve esirler Seydi Beşir civarındaki kamplara gönderildi.[124]

Tura kampında Türk esirlerin şikâyetleri genelde yiyecek üzerine olmuştu. İngiliz basınına göre bu tür şikayetler her zaman dikkate alınmıştı. Esirlerin ilk önce yedikleri ekmek ile ilgili şikâyetleri olmuştu. İngiliz yetkililer ise yedikleri ekmeğin İngiliz askerlerinin yedikleri ile aynı olduğunu ileri sürdü. Buna rağmen esirlerin şikâyetleri dikkate alınmış ve Türk tipi ekmek kendilerine verilmişti.[125]

Abbasiye Hastanesinde anlaşmalı olarak dışarıdan sağlanan yiyecek malzemesini, hastane yönetimince görevlendirilen dört Mısırlı aşçı pişiriyordu. Osmanlı askerleri için çıkarılan yemekler Alman ve Avusturyalı askerlerinkinden farklıydı. Örneğin Türkler un ekmeğini tercih ettiklerinden, onlara o tür ekmek çıkarılıyordu. Avrupalı esirler ise daha çok İngiliz ekmeği denilen ve tost gibi kızartılmış olanı tercih ediyordu. Bulgar yoğurdu ise dizanteri hastalarına iyi gelmekte ve bunu İngiliz doktorları doğrulamaktaydı. Her pavyondaki buzdolabı yiyeceklerin taze kalmasını sağlıyordu. Hastalar için diyet tam diyet ve süt diyeti diye ikiye ayrılmıştı.[126]

Tam diyet olarak hasta esirlere sabahları ekmek ve süt; öğleleri et yahnisi, sebze, pirinç ve ekmek; akşamları ekmek, çorba, pirinç ve süt verilmekteydi. Zaman zaman da tavuk, güvercin ve tavşan etleri, kırmızı et, limon, yumurta, peynir ve yoğurt verilmekteydi. Süt diyetinde ise sabah ekmek, süt; öğle çorba, ekmek, süt, pirinç; akşam ekmek, süt ve şeker verilmişti. Kızılhaç heyeti tarafından yapılan incelemede hepsi mükemmel kalitede bulunmuştur. Hasta esirlere verilen yiyecek miktarı ise şöyleydi:

Tablo 3.2: Abbasiye Hastanesi İaşe Listesi

İaşe

Normal Diyet/ gr.

Süt Diyeti/ gr.

Ateşli Hastalar için Diyet/ gr.

Baladi

Yerel Ekmeği

937

625

-

Sığır eti

115

100

-

Sebze

120

-

-

Pirinç

115

50

-

Süt

200

800

1200

Yağ

20

-

-

Şeker

20

25

-

Tuz

15

5

-

Baharat

3

1

-

Soğan

20

-

-

Domates

10

-

-

Kaynak: Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la Guerre 1914-1917, s. 49.

Kahire Kalesi kampında da yiyecek işi sözleşmeyle özel bir şirkete verilmişti. Yiyecekler her kategori için aynıydı. Yemeklerde sınırlama yoktu. Kadınlara istedikleri kadar yemek veriliyordu. Yemekler sağlıklı ve lezzetli olup herhangi bir şikâyet yoktu. Çocuklar için bol miktarda süt alınabiliyordu. Yemekler üç ayrı yemekhanede yenilirdi. Kahvaltı 7.30-8.30, öğle yemeği 12.30-13.30 ve akşam yemeği 17. 30-18.30’da veriliyordu.[127]

Kızılhaç heyetinin Maadi kampını ziyareti sırasında, Hicaz Taifteki Başhekim Doktor Süleyman Bey, eşinin ve çocuklarının kaldığı Kahire Citadel kampındaki şartların çok ağır olduğundan şikâyet etmişti. Şikâyetler daha çok yiyecek ve sağlık hizmetlerindendi. Bu şikâyetler üzerine Kızılhaç heyeti tekrar Kahire Kalesi kampına gitti ve Doktor Süleyman Bey’in eşi ve kamptaki diğer esir kadınlarla görüşerek şikâyetleri inceledi. Soruşturma sonunda şikâyetlerin yerinde olmadığı sonucuna varıldı. Madam S. haftada üç kere et yemeğinin verildiğini söyledi. Heyet ise et yemeğinin haftada altı kez verildiğini müşahede etti. Peynir ve zeytinin en kötü kalitede olduğu söylenmiş yapılan incelemede peynirin çok tuzlu zeytinin ise tek tip olduğu gözlemlenişti. Bayan S. kantinden kahve, bisküvi, meyve ve tatlılar almış sadece ekmeğe el sürmemişti. Ekmeği yeteri kadar kaliteli görmemişti. Ekmek Kahire’den haftada iki defa taze olarak en iyi fırından getiriliyordu. Esir kadınlar şehirden ya da kantinden istediklerini alabilecek durumdaydı. [128]

Cidde Hastanesinde doktor olarak görev yaparken esir düşen ve yurda dönen bir binbaşı verdiği ifadesinde Kahire’de iskân edildikleri Mehmed Ali Paşa Kışlasında tutulan subayların, memurların, ve bunların aileleri ile çocuklarının yaşadığı olumsuz şartlardan bahsedilmektedir. Bu kamp kısa süre de olsa kadın ve çocukların yaşayabilecekleri bir kamp değildi. Yaşamaları için üç parça yemek denilen bedevî ekmeği, biraz çay, bir miktar (birkaç adet) zeytin, bir parça peynir, akşamları et yok denilecek kadar bir sebze haşlaması veriliyordu. Bu kadar yemek kadınları yaşatmaya değil birçok öldürücü hastalığa yakalanmalarına sebep olmaktaydı. Bu hâle hiçbir medeni vicdanın razı olamayacağı beyan edilmiş ve bu şikâyetlerinin dikkate alınmasını istemişlerdi.[129]

Ras El-Tin esir kampının yiyecek işi de diğerleri gibi sözleşmeyle bir firmaya verilmişti. Menü her gün için kamp komutanı tarafından belirlenen bir heyet ve esir delegelerinden oluşan bir komite tarafından haftalık olarak belirlenmekteydi. Mutfak çok temizdi ve esirler mutfakta çalıştırılmıyordu. Kızılhaç heyetinin ziyaret ettiği 7 Ocak 1917 günü kahvaltıda yulaf lapası, süt, çikolata, tereyağı, ekmek; öğle yemeğinde fasulye çorbası, sığır eti, patates; akşam yemeğinde sebzeli musakka, pirinç çorbası, yumurta ve çay verilmişti. Perşembe ve pazar günleri değişik tatlı türleri ve ilave yemek veriliyordu. Domuz eti Osmanlı esirlere gönderilmemekte, onun yerine sebze veya yumurta verilmekteydi. Ayrıca ikinci bir mutfakta ücreti karşılığı alınabilen yemekler pişiriliyordu. Bu mutfak kamp komutanı tarafından esirlere bol yemek verilmesi için yetkilendirilmişti. Parası olan esirler buradan yiyebiliyordu. 5 Ocak 1917 tarihli ekstra menüde öğle için İtalyan hamur işi, dana rotsa, salata ve kornişon; akşam yemeği için patates çorbası, balık köftesi, lahanalı kızarmış biftek çıkmıştı. Sabah kahvaltısı 7.30’da, öğle yemeği 13.00’te, akşam yemeği ise 17.30’daydı.[130]

Kampta üç kantin vardı. Bunlarda her türlü tahıl ürünlerinin yanında jambon, sosis, konserve, pasta, çikolata, meyve, şarap, bira vs. de bulunuyordu. Fiyatlar İngiliz askerleri için de esirler için de aynı düzenlenmişti. Bir Bulgar’ın işlettiği dükkânda tütün ve sigara satılmaktaydı. Ayrıca bir Viyanalı, kampta sigara yapıyordu. Bir yılbaşı gecesi kamp komutanı tüm esirlere ücretsiz sigara dağıtmıştı. Kantinden çay, kahve ve diğer içecekler alınabilmekteydi. Kızılhaç heyeti kamp yönetiminin, esirlerin tüm ihtiyaçlarını karşılayacak bir şekilde kampı idare ettiğini düşünmüştü. Kampta esirlere hiçbir iş yaptırılmıyordu.[131]

Bilbeis kampında yiyecek kamp yönetiminin sağladığı malzemelerle esirler tarafından hazırlanıyordu. Verilen yemek miktarı diğer kamplar ile aynıydı. Belli başlı yiyecekler et, ekmek, tereyağı, peynir, mercimek, taze sebze, soğan, pirinçti. Esirler verilen yemekten memnun olduklarını Kızılhaç heyetine bildirmişlerdi. Bir çadırda oluşturulan küçük kantinde ucuz fiyatlarla çay, şeker ve diğer ihtiyaç maddeleri satılıyordu. Esirlere düzenli olarak tütün de verilmişti. Her esirin bir tabağı, bir bardağı ve bir kaşığı vardı.[132] Hüseyin Fehmi Genişol ise kampta esirlere

130 dirhem ekmek, kuru bakla, at eti, tuzlu peynir, az şekerli çay ve günlük beş adet sigara verildiğini yazmıştı.[133]

Hidayet Özkök tel örgüde bulunan seyyar mutfaklarda esirlerin kendi yemeklerini kendi pişirip kendilerinin yediklerinden söz etmektedir. Esirlere yemek yağı olarak civit yağı veriliyordu. İngilizler Şam’ı aldıktan sonra orada bulunan ne kadar mekkâre (yük atı) hayvanı varsa veteriner muayenesinden geçirdikten sonra dinamitlerle öldürülmüş ardından makineler ile yüzülerek Mısır’a getirilmişti. At etini esirler sevmemiş, cirit yağı ise asla yemeğe karıştırılmamıştı. Yemeğin üzerindeki yağı esirler kaşıkla toplayıp kampın kenarında yakmışlardı.[134]

Salihiye kampında esirlere erzak olarak yıllanmış pirinç unundan yapılmış acımış tuzlu ekmek ve çok adi pirinç verilmişti. Sadeyağ kesinlikle verilmedi. Yağ diye verilen ya pamuk yağı ya da makinelerde kullanılan yağdı. Mısır’da bulunan tüm esirler gıdasızlıktan ve akşama kadar güneş altında sıcak kumlar üzerinde bulunmaktan gözleri de zarar görmüştü.[135]

Salihiye karargâhına getirilen esirler için dört ay sürecek bir sıkıntılı dönem başlamıştı. İngiliz yönetimine karşı isyan eden Araplar sık sık tren yollarını bozduklarından esirlere erzak gelmesi mümkün olmuyordu. Esirler bu sıkıntılı dönemde 24 saatte bir bisküvi, tek bir dilim çiğ kabak, bir dilim çiğ pancar ile idare etmişlerdi. Dört ay süren bu dönemden sonra İsmailiye şehri içindeki Bilbeis kasabasına getirildiler.[136]

Mısır’da gerçekleşen Arap isyanları kampta kalan esirlerin yiyecek durumunu çok etkiledi. İsyanlar arttıkça İngilizlerin güvenlik anlayışı da artmıştı. Salihiye karargâhının etrafına yeteri kadar top ve her telin yakınlarına makineli ve otomatik tüfekler yerleştirilmişti. Mısır isyancıları esir kamplarına haber göndermişti. İsyancılar kampın kapısını açıncaya kadar esirler isyana destek vermeyecekti. İsyancıların amacı esirleri kendi yanına çekip ardından İngilizlerin cephaneliğini ele geçirmek ve esirlerle beraber Mısır’da İngilizlere karşı müdahale etmekti. İngilizler ise herhangi bir isyancı saldırısında esirlere hiçbir olaya karışmamalarını, müdahale etmemelerini ve sessizce siperde kalmalarını tembihlemişti. Bunun için de çadırların etrafına saldırıya karşı siperler kazılmıştı. İsyanlar sebebiyle kampa erzak getirilemedi. Bunun sonucu olarak da her esire bir gün içinde bir peksimet ve ikişer tane kurtlu hurma verilmişti. Sonuçta Mısırlı isyancılar isyanda başarılı olamadı ve İngilizler isyanı bastırdı.920 [137]

Arap isyanlarından dolayı kampta yiyecek içecek sıkıntısından bahseden bir diğer esir de İbrahim Arıkan’dı. Mısır ile İngiltere arasında Mısır’ın geleceği konusunda yaşanan ihtilaf sonucu Mısırlılar greve başlamıştı. Trenler işlemez, iaşeler tanışamaz oldu. Esirlere bu sürede ancak depodaki yiyecek olarak peksimet verildi. Her türlü Arap saldırısına karşı İngilizler tarafından tahkimat yaptırıldı. Esirler çadırların içlerini 80 cm kazmışlar ve saldırı olasılığında her türlü zayiata karşılık çadırlarından çıkmama emri verilmişti. Kamp komutanı kamp polislerini toplayarak şu ana kadar Türklerin İngilizlerin esiri olduğunu, bir Arap saldırısından sonra İngilizlerin Türklerin elinde esir olma ihtimalini hatırlattı. Türklere göstermiş olduğu muameleye karşılık kendilerinin yanında yer almalarını istemiş ve kamp dışında olan çadırını polislerin çadırının bulunduğu bölgeye taşıyarak aslında esirlere sığınmıştı. İngilizler isyana karşı her türlü tertibatı da almıştı. Kampın etrafında uygun yerlere makineli tüfek yerleştirildi Esirlerin sadakatini ölçmek isteyen komutan bir gece silahlı saldırı emri vermiş ve 20 dakika ateş devam ettirmişti. Esirler sükûnetlerini korumuş kamptan dışarı çıkmamıştı. Herhangi bir Arap saldırısı sırasında esirlerin Arap isyanını kullanarak İngilizlere saldırıp saldırılmayacağını komutan tecrübeyle öğrenmişti.[138]

Kızılhaç heyeti Seydi Beşir kampını ziyareti sonrası Osmanlı subaylarının uygun ve sıhhi bir şekilde giyindiklerini rapor etmişti. Arzu ettikleri tüm ihtiyaçlarını ve giyeceklerini sağlayabilmekteydiler. Bu subayların çoğu fes ve sivil elbise giyiyordu. Zaman zaman İskenderiye’den bir tüccar, sipariş almak için kampa uğruyor ve esirlerin ihtiyaçlarını gideriyordu. Bazı askerler iç çamaşırları yetersizliğinden şikâyet etmişti. Bu durum araştırıldığında askerlerin bir kısmının aldıkları çamaşırları subaylara sattıkları anlaşıldı.[139] Kızılhaç heyetinin aksine Osmanlı

Arşivinde çıkan belgelerde subayların giysileri yıprandığında herhangi bir ceket altına mavi bir kumaştan pantolon gibi Türk subaylarına hiçbir şekilde yakışmayan uyumsuz kıyafetler verildiği görüldü.[140] Genelkurmay ATASE Arşivinde bulunan belgeler de Kızılhaç heyetini yalanlamakta ve elbiselerin esirlere ücretsiz verildiğini doğrulamamaktadır. Esir ifadelerine göre ne rütbesiz askerlere ve ne de subaya elbise vesaire hiçbir şey verilmemişti.[141] Elbise ve diğer ihtiyaçları her esir kendi parasıyla temin etmek zorunda kalmıştı.[142]

Üçüncü Gazze Muharebesi’nde İngilizlere esir düşen Yüzbaşı Halil oğlu Seyfeddin Efendi, 2 Ağustos 1919 tarihinde verdiği ifadesinde kampın yiyecek işlerine bakan müteahhid Lawrence’ın esirlere verilen giyecekleri de kampa getirdiğini söylemektedir.[143]

Gelibolu Seyyar Jandarma Taburundan Abdürrahim verdiği ifadesinde kampta iken ihtiyaçlarını nasıl karşıladıklarını anlatmıştı. Her bir kampta ayrı bir kantin bulunmaktaydı. Esirler ufak tefek zaruri ihtiyaçlarını burada karşılıyordu. Kantine ihtiyaçla ilgili siparişler verilebiliyordu. Kantinler müteahhide listeleri vermezden önce listeler tercümanlık vazifesi gören Türkiye’den firar eden Ermeniler tarafından İngiliz kumandanlığınca tetkik ettirilmekteydi. Tercümelerin doğru bir şekilde yapılması bu kişilerin keyfine kalmış olup istediği tarzda tercüme ederlerdi. Patiska ve buna benzer mensucat getirmek için İngiliz kamp kumandanına dilekçe yazmak gerekliydi. Genelde bu dilekçelere olumlu cevap verilmez, verilse de esirlere gelecek mallar çok kötü durumda, hiçbir yerde satılmayan, esirlerden başkası almayacak cinsten olurdu. Bu tür malların ancak esir kamplarında satılacağını bilen müteahhit ticari adamları vasıtasıyla piyasadan bu tür malları toplattırmıştı. Bu kalitesi çok düşük malları da iki üç maaşa denk fiyatla esirlere satmakta ve giyecekler subaylara çok pahalıya mal olmaktaydı.[144]

Teğmen Ahmed Rıfat esarette yaşadıkları giyecek sıkıntısını 3 Nisan 1919 tarihinde verdiği ifadesinde belirtmişti. Giyecek konusunda Türk askerleri çok pejmürde bir halde bulunduğu gibi ayaklarından fotinlerini bile alınmıştı.929

Kampta bulunan kantin Mısır’a göre çok pahalı ve kalitesizdi. Kampa ilk gelen ve ilk defa pamuk minder üzerinde yorulmuş olan vücutları dinlenmeye başlamış esirlerden parası olanlar giyecek konusunda ihtiyaçlarını gidermeye çalıştı. Ahmed Altınay fanila ve iç çamaşırına 28 kuruş para öderken daha sonraları 25 kuruşa fanila ve 7 kurusa çorap alınabildiğinden söz etmişti. Daha sonra aldığı bu iç çamaşırı ve fanilayı da satmıştı. Ahmed Altınay aldığı ilk maaş 1919’un ilk günlerinde 133 kuruştu. İki mecidiye ile kalpak, 20 kuruşa ayakkabı almıştı. Daha sonraları 175’e keten elbise, 55’e yelek, 11’e de düğmesini alabilmişti. Temmuzun ortasında 25 kuruşa yeni bir ayakkabı daha aldı. Her ne kadar maaşı alsa da çok büyük parasızlık içindeydi. Günü gününe aldığı eşyaları yazan Altınay sonraları maaş ile 55 kuruşa kalpak, 510 kuruşa elbise, 20 kuruşa kravat alabildiğini yazmıştı. Her zaman yeni elbise alamıyordu. Kışın gelmesiyle üzerinde elbisesi olmayan çıplak esirler müthiş soğukta üşüyorlardı. Kampta bulunan parasız esirler acınacak bir haldeydi.930

Kızılhaç heyeti Heliopolis kampında da esirlerin tüm ihtiyaçlarının İngiliz otoriterleri tarafından mevsimlik olarak sağlandığını raporlarına yazmışlardı. Altı ayda bir hesaplanan düzenlemelere göre kış mevsimi için verilen elbiseler ve ücretleri aşağıdaki gibiydi:

Tablo 3.3: Heliopolis Kampında Esirlere Verilen Kıyafet, İaşe ve Ücretler

Kıyafet

Pound

Şilin

Dinar

Elbise ve iç çamaşırı

3

-

-

Belirli aralıklarla yenilenen kışlık elbiseler

-

6

6

Çarşaf, ayakkabı, havlu 2 defa

1

10

-

Yiyecekler

5

-

-

929 Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/76.

930 Ahmet Altınay, a.g.e., s. 64-65, 69-70, 80, 86, 88-90.

Tütün

-

12

6

Odun

-

7

6

Kaynak: Rapports: Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la Guerre 1914-1917, s. 43.

Kampta her esire, iki takım çamaşır verilmişti. Bunlar gömlek, iç çamaşırı ve çoraptı. Bunların üzerine giydikleri üniforma şeklindeki elbise, açık mavi kumaştan dikilmiş bir ceket ve bir pantolondan ibaretti. Sarı metal düğmeler, bu takıma bir askeri üniforma havası veriyordu. Bütün esirler kırmızı feslerini giyiyorlardı. Kendi madalya ve nişanlarını da takabiliyorlardı. Harp esiri oldukları, sadece 4 cm çapındaki beyaz bir metal plakaya işlenmiş, üzerinde POW (prisoner of war, harp esiri) yazılı esir numarasından belli oluyordu. Kumaş elbiseler yazın, daha hafif ketenden yapılma aynı kesim ve aynı renktekilerle değiştirilmekteydi. Bütün esirler şark pabucu giyiyorlardı. İskarpinler, bahçe işlerinde çalışan esirlerle astsubaylara verildi. İç çamaşırı, elbise ve ayakkabılar ihtiyaca göre belirli aralıklarla yenileniyordu.[145]

Heyet Bilbeis kampı için de aynı bilgileri vermişti. Kampta tüm esirlere giyecek verildiğini belirtmişti. Elbiseler temiz ve esirleri sıcak tutan cinstendi. Elbise tamiri özel bir çadırda bulunan terzi tarafından yapılıyordu. Buradaki esirler de fes ya da kırmızı takke giyiyorlardı.[146]

Tura esir kampı heyet tarafından ziyaret edilmediğinden konu hakkında bilgilere ancak diğer kaynaklardan ulaşılmaktadır. İngiliz basınında yer alan haberlere göre Tura esir kampında hükûmet tarafından sağlanan kıyafetler, lacivert bir eğitim üniforması, iç çamaşırı, mendil, fes, bot, terlik ve çoraptan oluşmaktaydı.[147]

Mısır Kızılhaç Hastanesinde ise hastalara, hastanenin deposundan iki gece elbisesi, bir kapüşonlu hastane ceketi ve terlik verilmişti.[148] Ras El-Tin kampına ise esirler kendi kıyafetleriyle gelmişti. Kampa geldiklerinde üzerlerinde bulunan elbiseler eskiyince kamp yönetimi esirlere iki gömlek, iki iç çamaşırı, mavi kumaştan bir ceket, bir pantolon, bir pardösü, çorap ve ayakkabı, bir başlık ve Türk esirleri için bir fes dağıttı. Sadece Müslüman olanlar Türk tipi takunya almıştı. Bütün esirlere kırmızı boyunluk ve iki mendil verildi. Ayrıca bir mağazada uygun sayılabilecek fiyatlarla çamaşır, elbise, saat, kartpostal vb. satılıyordu[149]

Salihiye esir kampında günlerini geçiren İbrahim Arıkan’a esareti boyunca 3 takım elbise ve çamaşır verilmişti.[150] Tel El-Kebir kampında kalan Kirmasti’nin Dere mahallesinden Kasap Halil oğlu İbrahim, 2 Ağustos 1919 tarihli ifadesinde, temizlik ve şıklık bakımından elbise ve çamaşırların gayet iyi durumda olduğundan bahsetmişti.[151]

İtilaf Devletlerine esir düşüp geri dönen subay ve askerlerin ifadelerinden oluşan raporlardan esaret sırasında esirlere verilen iaşelerin kalitesiz olduğu ve buna rağmen askerlerin sefalet içinde ağır işlerde çalıştırıldıkları anlaşılmaktadır.[152]

1.1.2                       Hindistan ve Burma Esir Kamplarında Esirlerin İaşe ve Giyim Durumu

Kızılhaç tarafından hazırlanan raporlara göre Hindistan kamplarında esirlerin beslenme işlemi tam bir serbestlik içinde ve pratik bir şekilde yürütüldü. Kamplarda verilen yiyecek miktarı İngiliz askerlerine verilen ile aynıydı. Hatta bazı yerlerde Türk esirlerine verilen miktar biraz daha fazlaydı. İngilizler yemek malzemelerini esirlere verirler ve esirler kendi geleneklerine göre kendi yemeklerini hazırlardı. Bu sistem yemek konusunda gelecek şikâyetleri de önlemekteydi. Yemek konusunda gelen şikâyetler genelde menülerin farklı olmamasından veya aynı yemeklerin verilmesindendi. Bölge şartlarında farklı tür malzemelerin bulunmasında zorluk yaşanmaktaydı. Kamp yetkilileri yerel şirketler tarafından sağlanan malzemelerin kalitesi konusunda çok titiz olup Türk esirler de bu konuda aynı fikirdeydiler.

Kızılhaç yetkilileri Türk esirlere verilen yemeklerin besleyici olduğu kanaatindeydi.[153]

İngiltere Hükümeti Aralık 1917’de Hollanda Büyükelçisine Türk subaylara hangi şartlarda esaret hayatı sağlanıyorsa Türkiye’deki İngiliz savaş esirlerine aynı seviyede şartların sağlanması için İngiliz ve Türk Hükümetleri arasında bazı düzenlemelerin yapılmasını talep eden bir mektup gönderdi. Bu mektup Hollanda Hükümeti tarafından sonuçsuz bırakılmış ve İngiltere Hükümeti konu hakkında bilgilendirilmedi. İngiltere Hükümeti sık sık ve her fırsatta Türk tarafının İngiliz esirlerine Türk esirlere bakıldığı gibi bakmadığını iddia etti. İngiltere, Osmanlı Hükûmetinden fazla bir şey istenmediğini, sadece bir kişinin günlük ihtiyacı kadar temel ihtiyaç maddelerinin temin edilmesini Osmanlı Hükümetine iletti. Buna karşılık bu isteklerinin bile karşılanmadığını ileri sürdü.[154]

Osmanlı Hükûmetinin ısrarlı başvuruları üzerine Hindistan’da savaş esiri olan Türk subayların, ihtiyaçlarını istihkak oranlarında satın almalarına izin verildi. İngiltere de yaptığı bu uygulamaya karşılık İngiliz subaylara da benzer imtiyazların tanınmasına istedi. Osmanlı Hükûmeti, İngiliz subaylara hükûmet oranlarında istihkak uygulamasını, kendi esirlerine uygulanmadığı için devam ettirmedi. Her iki durumda da subaylar istihkaklarını pazardan satın almak zorunda kaldılar. Bu durum ekmeğin ucuz olduğu Hindistan’da çok sorun teşkil etmedi. Ancak İngilizlere göre Türkiye’deki sonuç çok kötüydü. Farklı kamplarda ekmek fiyatı 2/6 ile 4/- arasında değişmekteydi. Eğer İngiltere Hükûmeti Türk subay esirlere ekmek istihkakı verirse Osmanlı Hükûmetinin de aynısını yapacağını düşünerek konuyu 18 Mart’ta Avam Kamarası’nda gündeme getirildi fakat Türk subaylara ekmek istihkakı verilmesi önerisi değerlendirmeye alınmadı. Komite, Osmanlı Hükûmetinden İngiliz subaylarına ekmek istihkakının tekrar sağlanmasını talep etti.[155]

İngiltere Hükûmetinin Türk esirleri kamplarda iyi şartlarda yaşattıkları ve beslendikleri iddiası, çocuklarını savaşa göndermiş İngiliz halkında rahatsızlık uyandırdı. Bir İngiliz esirin eşi, Kasım 1917’de yazdığı mektupta İngilizlerin, ellerindeki Türk esirleri iyi beslediğini ve sağlıklarının iyi durumda olduğunu yazmıştı. İngilizlerin bu cömertliğine, Hindistan’daki malul Türk esirlere ihtiyaçlarını karşılamaları amacıyla kişi başı günlük 2 rupi 8 anna verilmesini örnek gösterdi. Bu durum esirler için bir lükstü. Oysaki Hindistan’da bulunan bir İngiliz subayı bu miktarın daha altında kazanıyordu. Öte yandan Türklerin elindeki şanssız İngiliz vatandaşları açlıktan ölmek üzereydi ve yakın zamanda kurtarılmazlarsa biri bile canlı evine dönemeyecekti. İngiliz esirlerin içler acısı hali buradaki insanların çoğu tarafından da biliniyordu.942

Hindistan ve Burma’daki kamplara bakıldığında, esirlerin iaşe işleri kamptan kampa farklılık gösterse de kamplarda genel bir düzenin olduğu görülmekteydi. Kızılhaç heyeti hazırladığı raporda Sumerpur kampındaki yiyecek düzenlemelerinin, esirlerin kendi yemeklerini hazırlamaları prensibi üzerine kurulduğu yazıldır. Bu düzenleme hem esirleri memnun etmiş hem de kamp yetkililerini birçok şikâyet ve zorluktan kurtarmıştı. İnek ve öküzlerin kutsal hayvanlar sayıldığı Rajputana’da bulunan Sumerpur kampında sığır eti, kamp komutanı ve memurlarının masasında asla bulanmadı.943

Her sabah kısım çavuşları ve kışla hizmetinde bulunan personel, istihkakların alındığı yere giderlerdi. Bu bina yaklaşık 1,25 metre yüksekliğinde duvarlı kemerlerle çevrili, iyi inşa edilmiş yuvarlak bir yapıydı. İçeride tartıların bulunduğu bir koridor vardı. Erzaklar bitişik bir depodan getirilip çok temiz tutulan taş bir masa üzerine konulurdu. Belirgin bir ölçüye ve kısımdaki adam sayısına göre bölüştürülen istihkak hademelere verilir ve kısım mutfaklarına gönderilirdi. Esirlerin kendilerinin seçtiği bir aşçı tarafından yemekler hazırlanırdı. Aşağıdaki tablo bir esirin günlük istihkakını gösterilmektedir:

Tablo 3.4: Sumerpur Kampında Esirlerin İaşesi

Yiyecek Türü

Gram

Yiyecek Türü

Gram

Buğday ekmeği

453.6

Tuz

23.27

942 The Times, 27 November 1917, s. 3.

943 Rapports : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 9-10.

Pirinç

226.8

Şeker

31.03

Mercimek

85.0

Çay

7.75

Tereyağı (manda sütünden)

28.35

Odun

1360.0

Sebze

226.8

Et (Oğlak)

186.18

Patates (Sebze yerine)

113.4

Baharat (Zerdeçal)

4.0

Soğan

56.70

-

-

Kaynak: Rapports : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 10.

Tüm bu erzak, yerli yüklenici firmalar tarafından sağlanmakta ve İngiliz yetkililerce görünüş, kalite ve miktar açısından kontrol edilmekteydi. Hepsi en iyi kalitedeydi. Esirler arasında yapılan soruşturmada yiyeceklerle ilgili hiçbir şikâyet alınmadı. Kızılhaç heyeti yaptığı kontrollerde yiyeceklerin birinci kalitede olduğunu yazdılar. Mutfak gerekçeleri olarak her taburun 7 tencere, 4 bıçak, 4 torba, 2 kasap bıçağı, 2 elek, 3 yemek için çanta, 5 su kovası vardı. Her esirin kendine ait bardağı ve kendi tabağı mevcuttu. Yiyecek istihkakına ek olarak her esire ayda 1 pound (453,6 g.) sabun, haftada 40 sigara ve iki kutu kibrit verilmişti. Heyet, bazı maddelerin İngiliz askerlere verilenden fazla olduğunu raporuna yazdılar.[156]

Kantin için barakanın bir bölümü ayrılmıştı ve geniş bir alana sahipti. İşletmecisi bölgede yaşayan yerel bir vatandaştı. Satış veya alış için bütün istekler, kampta bulunan bir subay tarafından temin edilebilmekteydi. Bu kantin çok iyi bir şekilde işletiliyordu. Bunun dışında kampın içinde büyük miktarda yiyecek, içecek, giysi, ayakkabı, beyaz eşya ve son olarak tütün ve saat bulunmaktaydı. Kantin her gün sabah 7.00’den itibaren çalışmaya başlardı. Günlük satış fiyatı genelde 130 franktr. 125 farklı mal üzerinden aşağıda bazı yiyeceklerin fiyatları çıkarılmıştır:

Tablo 3.5: Sumerpur Kampı Kantin Tarifesi

Yiyecek Türü

Frank

Yiyecek Türü

Frank

Jambon

3.6

Pudra şekeri

0.36

Tereyağı

1.40

Sardinya

1

Peynir

2.40

Reçel

1-1.20

Çikolata

3.20

Yumurta

0.09

Kahve

1.60

-

186.18

Kaynak: Rapports : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 11-12.

Kampta özellikle esirler için yapılmış yaklaşık 15 tane kafe bulunuyordu. Türk yapımı çay ve kahve yapılan bu kafede bir fincan kahve 2.5 cent olarak satılıyordu. Bu küçük işletmeler esirler tarafından çok kullanılıyor ve beğeniliyordu.[157]

Bellary kampında esirlere, sadece pirinç ile az miktarda sığır eti verilmekteydi. Esirlik süresince hiç koyun eti verilmedi. Taze sebze az ve pahalı bulunduğundan, sebze olarak verilen şeyler de yarayışlı olmayan yonca, acı patlıcan, çok az miktardaki patatesten ibaretti.[158]

Her bir esire 100 dirhem pirinç, 40 dirhem nohuda benzeyen mas, 5 dirhem şeker, 1 dirhem kahve, yarım dirhem çay ve bir miktar tuz verildi. Esirler bir yolunu bulup tenekede, çaydanlıkta ya da matarada kendi çayını kaynatıp içebildiler.[159]

Özel anlaşmalı bir şirket subaylara yemek hizmeti getirmiş ve iki seçenek sunmuştu Birinci seçenekte ayda 30 rupiye (48 frank) erken kahvaltıda ekmek, tereyağı, süt, çay; öğle yemeğinde et yemeği, yumurta, sebze, ekmek; akşam yemeğinde et, sebze, baharatlı koyun eti, tatlı ve ekmek veriliyordu. İkinci seçenekte ayda 40 rupiye iki ilave yemek daha verilmekteydi. Subaylar isterlerse ekstra isteklerde bulunabilirlerdi. Bazıları yemeklerini hizmet erlerine yaptırmaktaydı. Tabldot usulü sorunsuz işlemişve istenilen tüm hizmetler yerine getirilmişti.[160]

İçecekler arasında viski ve soda çok popülerdi. Doktorların onayı ile subaylar ayda konyak, cin, viski olmak üzere üç içki alabilirdi. Bunların dışında yüksek alkollü sert likörler yasaktı.[161]

Esir teğmenler kendilerine maaş olarak verilen 8 kuruş değerinde 90 rupi ile lüzumlu eşya ve giyecekleri tedarik ederlerdi. Yemekleri tabldot olarak alan esirler kendi aralarında nöbetleşe yemek yapıyorlardı. Bir müddet sonra subaylara birer hizmet eri verildi.[162]

Şehirde meyve bol olmasına rağmen kampta pahalı satılmıştı. Muz, ananas, Hindistan cevizi ve daha başka meyveler kampa getiriliyordu. Çeşitli meyvelerden yapılan meyve suları içilebiliyordu. Bölgede Hintli yoğundu ve inanışları gereği inek ve öküz mukaddes sayıldığından sığır eti ucuzdu. Haftada bir subaya bir şişe viski verilmekteydi. Subaylar toplu olarak eğlenmelerine karşı çıkılmazdı.[163]

Kantin istenilen tüm ürünlerin bulunabildiği iyi donanımlı bir yerdi. Özel bir şirket tarafından işletilmekte ve fiyatlar görünür bir yerde asılıydı. Herhangi bir şikâyet direk komutana yapılabiliyordu. Kantinde en çok satılan ürünlerden çay (453,6 gram) 1,60-2,10 pound, kahve (453,6 gram) 1,60-2 pound, bisküvi 0,8 pound, çoklat 0,90-1,70 pound, tereyağı 0,75 pound, 50 tane puro 2-4 pound, 50 tane sigara 0,60-2,60 pound, tuvalet sabunu 0,30-1 pound, bir kalıp normal sabun 0,50 pounddu.[164]

Esir erlere İngilizlerce maaş verilmedi. Erlerin para yönünden sıkıntıları olduğu biliniyorken kantin alışverişinde aylık paso ücreti olarak esirlerden iki rupi alınıyordu. Bazı aylarda ise buna ek olarak bir rupi rüşvet de istenildiği oluyordu. İngiliz askerler için kamplarda rüşvet vazgeçilmez bir gelir kaynağıydı.[165]

Şekerin ve petrolün fiyatları pazarın kuruna göre değişmekteydi. Subaylar kantin hakkında hiç şikâyette bulunmadılar. Ayrıca, kahve ve sütlü çay gibi farklı ürünler sunan kafeler mevcuttu. Erzak pazarı her gün kuruluyordu. İsteyen esirler et, patates ve soğan gibi ürünleri alabiliyordu.[166]

Hindistan esir kampı son derece pahalı bir yerdi. Bir kıyye (okka) francala ekmek 5 kuruş, bir kıyye koyun eti 7 kuruş 20 para, bir kıyye sığır eti 1 kuruş, bir kıyye pirinç 1 kuruş, bir kıyye kahve 6 kuruş, bir kıyye şeker 6 kuruş, bir kıyye beyaz un 4 kuruş 20 para, bir teneke sönmüş kömür 1 kuruş, bir adet basma mintan 16 kuruş, birinci sınıf fotin 80 kuruş, sadeyağ 3 kuruş olarak satılmaktaydı. Açık tütün kampta yoktu. Sigaranın türüne göre bir paket 10 sigaradan oluşuyordu. Çift yüzeyli sigara 25 paraydı. Tek sigaralar ise kalitesine göre 1 kuruş, 1 kuruş 10 para, 1 kuruş 20 para olarak değişmekteydi. En iyi kokulu sigara 1 kuruş 30 paraydı. Bir adet muz 5 para, bir adet hindistancevizi 20 paraydı. En iyi kumaştan takım elbise 150 kuruş, en iyi kumaştan hasırlı fes 70 kuruştu. Hüseyin Fehmi Güneş’in verdiği fiyatlarda değişik para birimleri kullanılmıştı.[167]

Kalküta istasyon kampında konaklamaların kısa süreli olmasından dolayı sürekli kurulmuş kamplarda kullanılan esirlerin yemeklerini kendileri yaptıkları sistem bu kampta kurulmadı. Yemekler yerli aşçılar tarafından kalenin binalarının birinde hazırlanıyordu. Kızılhaç heyetine göre sunulan menü yönetmeliklere uygundu.[168]

Thatmyo kampında her sabah bölüm çavuşları ve görevli kişiler, istihkakların çıktıkları barakalara gidip belirlenen ölçülerde ve esir sayısına göre yiyecek malzemeleri almakla görevliydi. Aldıkları malzemeleri görevli İngiliz çavuşunun huzurunda tarttıktan sonra mutfağa teslim etmeleri gerekirdi. Ana yemekler saat 11.00-12.00 ve saat 17.00-18.00 arasında askeri kulübelerde yapılıyordu. Yemekhane bulunmuyordu. Esirlere tabaklar ve bardaklar veriliyor ama çatal bıçak verilmiyordu. Sığır eti kampa bir şirket tarafından getirilmekte ve Kızılhaç heyetine göre mükemmel kalitedeydi. Getirilen etler İngiliz denetçiler tarafından kontrol edilmeden asla yemek için kullanılmadı. Kızılhaç heyetine etin kalitesi konusunda şikâyet yapılmıştı. Bunun üzerine İngiliz yetkililer o tarihten sonra her sabah verilen istihkakın alınmasında Türk doktorunun hazır bulunacağını, etin ve diğer malzemelerin kalitesi konusunda şikâyetleri dikkate alacaklarını söylemişti. Şikâyetlerin bölüm başkanına iletilmesi ve vakit kaybetmeden gerekli araştırılmaların yapılmasına karar verildi. Türk esirler, daha sık koyun eti verilmesi, daha çok sebze yemeğinin çıkması ve Ramazan ayında fazla seçeneklerinin olması isteklerinde bulundular. Kamp komutanı bu isteklerin dikkate alınacağı ve mümkün olanların yerine getirileceği sözünü Kızılhaç heyetine verdi. Kamp yetkilileri koyun etinin kampın bulunduğu bölgede az olduğunu, İngiliz askerlerin de çok nadir koyun eti yediğini söylediler.[169]

Her esir haftada 40 sigara ve bir paket kibrit ile ayda bir 450 gram sabun alabiliyordu. Burma’nın çeşitli şehirlerinde şubesi olan Rangoon’un tanınan markalardan biri Thatmyo kampında ürünlerini satmaya başlamıştı. Her türlü yiyecek, konserve, tuhafiye, kırtasiye, giyim ve temizlik malzemesi kampta satılıyordu. Bir kâğıda basılmış güncel fiyatlar mekânda asılı ve komutan tarafından onaylıydı. Subaylar aynı zamanda satın almak istediklerini şehir pazarından temin edebiliyordu. Ayrıca esirlerin belli bir kısmı bambudan yapılmış ufak kulübelerde fincanı 2 buçuk santim olan kahve, çay, sigara satıyordu. Subayların kazancı teğmen ve yedek subaylar için günlük 3 Hindistan rupisi; kaptan ve daha üst rütbeler için 3,60 Hindistan rupisiydi. Esirlere günlük olarak verilen istihkak aşağıdaki gibiydi:

Tablo 3.6: Thatmyo Kampı Esirlerinin Günlük İstihkakı

Yiyecek

Fiyatı

Dana eti

1 pound (453,6 gr) 0,26 Fr.

Kümes hayvanı

1 pound (453,6 gr) 0,56 Fr.

Balık

1 pound (453,6 gr) 0,50 Fr.

Domates

1 pound (453,6 gr) 0,20 Fr.

Soğan

1 pound (453,6 gr) 0,10 Fr.

Patates

1 pound (453,6 gr) 0,20 Fr.

Pirinç

1 pound (453,6 gr) 0,10 Fr.


 

Un

1 pound (453,6 gr) 0,20 Fr.

Şeker

1 pound (453,6 gr) 0,40 Fr.

Lipom çay (kutuda)

1,65 Fr.

Süt

1 pound ağırlığında kutu 0,70

Kavun

Adet başı 0,06

Sabun

Adet başı 0,40

Sigara

Adet başı 1,65

Kaynak : Rapports : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 66-67.

Amerika Birleşik Devletleri Rangoon Konsolosluğu tarafından hazırlanan rapora göre de subaylar, porsiyonları konusunda kendi ayarlamalarını yapıyorlardı Askerlerin kişi başına günlük porsiyonları aşağıdaki gibiydi:

Tablo 3.7: Thatmyo Kampı Esirlerinin Günlük İstihkakı

Gıda Cinsi

Miktarı

Gıda Cinsi

Miktarı

Ekmek

1 1b

Tam tahıllı un

1/3 1b

Pirinç

6 ons

Soğan

2 ons

Taze sebzeler

4 ons

Çay

1/8 ons

Kahve

1/4 ons

Şeker

1 ons

Tuz

2/3 ons

Et

6 ons

Biber

5/8 ons

Tarçın

1/32 ons

Hardal

1/32 ons

Kimyon tohumu

1/32 ons

Sigara

3 1bs

-

-

Kaynak: Rapports: Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 232.

Yüzbaşı Baxter tarafından hazırlanan raporda ise esirlerin istihkakları şöyle yazılmıştı:[170]

“İlk gelişte, Türkler İngilizlerin, Araplar diğer Hindistan birliklerinin kumanya ölçeğini çizmiştir. İlk başta et içermemekteydi ama savaş esirlerinin arasında Türklerin isteğiyle haftada iki gün Araplara kumanya listesinden 'aHa' ve ‘ghee ’ (Hindistan'a özgü hayvansal yağ) çıkarılarak et verilmesine yönelik bir düzenleme yapıldı. Savaş esirleri Tanin gazetesi editörüyle Hindistan kumanya ölçeği üzerine bir röportaj yaptı ve burada düzenli bir şekilde günlük et alamadıklarından şikâyet ettiler. Herhangi bir kumanya başlığının yetersizliğinden ya da uygun olmamasından dolayı herhangi bir şikâyet alınmışsa, medikal bir fikirle desteklenmişse ve mesele acilse ya da daha yüksek bir yetkiliden onay alınması ya da resmi onay gerektirmiyorsa tarafımdan acilen dikkate alınmış ve düzeltilmiştir.”

Thatmyo kampında esirlere yardım işini üstlenecek bir komite bulunmamaktaydı. İstanbul’daki Kızılay, Rangoon’daki Ermeni, Yahudi ve Müslüman topluluklar değişik zamanlarda esirlere yardım gönderdiler. Bunların arasında Müslüman toplulukların yardımı en dikkat çekici olandı. Müslüman topluluklar 5.666 haki gömlek, esir elbiseleri için 4.572 metre kumaş, 1.500 sigara, 99 kutu sabun, 480 alüminyum bardak, soda içecek için 1200 rupi, 50 çift spor ayakkabısı ve 6 futbol topu gönderdiler. Kampta açılan kurs ve spor faaliyetleri için 345 rupi yardımda bulunuldu. 1.000 rupi kampta bulunan sivillere Suphi Bey’in yardımı ile dağıtıldı. Seyfullah Bey tarafından da 530 rupi dağıtılmıştı.958 [171] Rangoon Müslüman Topluluğunun Müslüman esirlere yaptığı yardım İngiliz Milli Arşiv belgelerinde de geçmektedir. Rangoon Müslüman Topluluğu esirlere sigara, gömlek, giyecek, sabun ve çok sayıda emaye kupa temin etmişti. Burada alıkonulan çok itibarlı sivillerin yararına olarak 324,43 dolar bağışta bulunuldu. Ayrıca Türk mezarlığının etrafına bir duvar örülmesi için para verdiler. Ayrıca iki tabut örtüsü de hediye edildi.[172]

Rangoon’daki Ermeni Topluluğunun, Ermeni, Yunan ve Suriyeli esirlere dağıtılmak üzere 360 havlu, 360 gömlek, 492 mendil, 2 kasa sabun, 32 kutu sigara, 300 İncil ve 335 rupi para gönderdiği hem Kızılhaç raporlarında hem de İngiliz Milli Arşivleri kayıtlarında yer almaktadır. Yahudi topluluğu Yahudi Hamursuz bayramı için Yahudi esirlere peynir ve yiyecek çeşitleri göndermişti. Topluluk Müslüman fakir esirlerin ihtiyaçlarını karşılamak için yardım yapacağını cemiyete bildirmişti. Fakat heyet orada iken herhangi bir dönüş olmadı.[173]

Shwebo kampındaki beslenme şartları Thatmyo’ya ile aynı özellikleri taşımaktaydı. Subaylar ve askerlerin erzakları yerli bir girişimciden temin ediliyordu. Her sabah saat 06.00’da kasaba gönderilen hayvanlar İngiliz bir astsubay tarafından denetleniyordu. Subaylar yemeklerini ayrı mutfaklarda kendi emir erleriyle hazırlıyorlardı. Gereken bütün malzemeleri uygun fiyatlardan girişimciden ve hatta şehirden temin edebilirlerdi. Bira ve diğer alkol değeri yüksek olan içkilerden bir miktar satın almaya hakları vardı. Esirlere verilen kasap eti İngiliz askerlerine verilen ile aynıydı. Bu etin kalitesi konusunda birkaç şikâyet gelmiş, bunun üzerine komutan daha katı bir denetim emri vermişti. Shwebo kampında yerli biri tarafından işletilen bir kafe, bir terzi ve bir kunduracı bulunuyordu.[174]

Meiktila kampında esirlere erzak olarak sayılarına göre sığır eti, pirinç ve sebze verilmekteydi. Burma’nın sığırları ve boğaları her ne kadar bakımlı ve semiz olmasına rağmen esirlere en zayıf hayvanların etleri verildi. Bu etler kolay kolay pişmeyen cinstendi. Esirler bu durumu şikâyet ettiler fakat sonuç alamadılar. Sebze olarak ise kabak, domates gibi sebzeler verilmişti. Koyun eti esirlere hiç verilmedi. Esirlere ekmek için un veriliyor ve esirler kendi ekmeklerini kendileri yapılıyordu. Ayrıca üç günde bir defa çorba kaşığı kadar toz şeker ve bir o kadar da kahve verilirdi. Her esirin günlük 5 sigara hakkı vardı. Bu düzen esirlerin orada kaldığı süre boyunca hiç değişmedi. Sadece cezalı olanlara sigara, şeker ve kahve verilmiyor ve istihkakları yarıya düşürülüyordu.[175]

Kızılhaç heyetince Hindistan kamplarında esirlere verilen elbiseler yeterli olup bu konuda gelen şikâyetler genelde ayakkabıların kalitesi hakkındaydı. Esirler genel anlamda verilen malzemelerden memnundu. Esirlerin çoğunun kollarında ya da elbiselerin üzerinde taşımak zorunlu oldukları isimlerinin yazılı olduğu künyeler çok eskimiş ve yıpranmış görünmektedir.[176]

Kızılhay heyeti Sumerpur kampında giyim konusunda esirlerden hiçbir şikâyet alınmadığını raporunda yazmıştı. Kampta doğu geleneklerine bir ayrıcalık sağlanmış ve esirlere elbise ve başlık konusunda tam bir serbestlik getirilmişti. Delegeler tarafından pazar sabahı geçit töreninde askeri ceket, sivil yelek, gömlek, önlük, uzun pamuklu cübbe, Türk usulü ceket, fes, başlık, kep, fötr şapka, nakışlı takkeler gibi esir erkeklerin kıyafetlerinde çok fazla çeşitlilik gözlendi. Her esirin küçük ince bir kimliğini gösteren künyesi vardı. Bunu elbisenin üzerine takmak zorunlu olmayıp çoğu esir cebinde taşımaktaydı. Esirler, ayaklarına doğuya özgü takunya giymeyi tercih ediyordu. Esirler saçlarını istedikleri gibi kesebiliyorlardı. Heyet tarafından esirlerin kıyafeti bol, temiz, rahat ve zevklerine uygun olduğu gözlenmişti. İngilizler tarafından esirlere ücretsiz olarak 1 çift ayakkabı, 2 pijama, 2 ceket, 2 gömlek, 2 mendil, 1 fese ilaveten kış için sıcak tutan 1 pijama, 1 yünlü gömlek, 1 kalın ceket verildi. Bütün bu eşyalar eskidiği zaman değiştirilebilmekteydi.[177]

Bellary kampında subaylar giysilerini terziye sipariş edip kendileri ödüyorlardı. Kampta siparişlerin ve tamirlerin yapıldığı, yerli bir terzi tarafından işletilen bir dükkân mevcuttu. Hepsi özenli ve hatta giysilerini dikkatle seçmiş gibi görünüyorlardı. Genelde giysiye ayrılan parayı bütçelerine göre fazla ağır buluyorlardı. Subayların hepsi fes takıyordu. Emir erleri ve nöbetçi askerler yönetmelik gereği özel giysiler giyiyorlardı. Giyimleri biraz değişkenlik göstermesine rağmen bu makul bir seviyedeydi. Savaş tutsağı statülerini yansıtacak hiçbir işaret takma zorunlulukları yoktu.[178]

Hasan Yetimi kampa dair yazdıklarında esir erlere, ince beyaz kumaştan elbise ile bir pamuk battaniye verildiğini söylemektedir. Esirlerin altlarında ve üstlerinde iki ot minder vardı. Yağmurlukları yoktu. Bundan dolayı pek çok esir, romatizma, solunum sistemi hastalıkları ve bağırsak bozuklukları gibi birçok hastalığa yakalanmış olarak evlerine döndüler.[179]

Muhiddin Erev, Hasan Yetimi’nin yazdıklarını doğrulamaktadır. Muhiddin, Yetimi esir erlere yerli bezden don ve gömlek verildiğini, esirlerin ise ihtiyaç fazlasını subaylara sattığını hatıratında not etmişti. Hintli çamaşırcının kireç kaymağı ile beyazlattığı bezlerden, ceket ve kısa pantolon yapılıyordu. Kampta boğucu sıcaklar sebebiyle fazla giyinmeye gerek yoktu. Subaylar maaşlardan yapılan tasarrufla önemli günler için ihtiyaten birer takım elbise yaptırmıştı.[180]

Thatmyo kampında esir askerlere kamp yönetimi tarafından ücretsiz olarak bir fes, iki pamuklu gömlek, iki beyaz takım, bir çift terlik, iki çift çorap, iki çift iç çamaşırı, iki havlu, bir banyo havlusu, iki pazen ceket ve iki mendil verildi. Kızılhaç heyeti tarafından yapılan incelemede esirlerin eşyaları temiz ve iyi durumda bulunmuştu. Ayrıca heyete diğer kamplarda olduğu gibi Thatmyo kampında da esirlerin kendilerine verilen eşyaları usulsüzce sattıklarını söylendi. Esirler verilen giyim eşyalarından memnuniyetlerini belirttiler. Ayakkabı çeşitliğine rağmen esirlerin giydiği ayakkabılar iyi durumdaydı. Doğu tipi takunya giyen esirler, ayakkabı giyen arkadaşlarını kıskanıyorlardı. Esirler ceplerinde ya da gömleklerinin altında sakladıkları esir olduklarını gösteren küçük metal plakalar taşımaktaydı. Plakalarda Osmanlıca ve İngilizce rakamlarla esir numaraları bulunuyordu. Subaylar, her yerde olduğu gibi, kendi bütçelerinden giyiniyorlardı. Subaylar elbiselerini kamp veya Thatmyo terzilerinden temin edebildikleri gibi Rangoon ya da Kalküta’ya sipariş vererek de satın alabiliyorlardı. Subaylardan bir kısmı, olması gerektiği gibi dikilmiş Türk askeri üniformaları tedarik edemediklerinden sivil giyiniyordu. Ayrıca sivil giyim bu iklim şartlarında daha rahattı. Belli bir farklılık yaratsa da subayların kişisel bakımı her zaman düzgün ve özveriliydi.[181]

Yüzbaşı Baxter’ın hazırladığı raporda esirlerin giyecek ihtiyaçlarının nasıl giderildiği anlatılmaktadır:[182]

“Savaş esirlerinin giyimleri bana tam rapor edildiği kadarıyla büyük bir zorluktu. Altı ay boyunca esirlerin yalnızca bir keten takım almış olması muhtemeldir ama diğer giyim başlıkları sağlandı. Esirler ne giyecek eksikliği ne de bu bağlamda sağlıklarını riske atacak herhangi bir zorlukla karşılaşdı.”

Osmanlı Hükûmeti sık sık gönderdiği notalarda Hindistan kamplarında esirlerin kıyafet ihtiyaçlarının tam olarak karşılanmadığından şikâyet etmişti. Amerika Büyükelçiliğinin, Hindistan Ofisinden İngiltere Hükümetine 5 Eylül 1916’da gönderdiği “Thatmyo Türk Savaş Esirleri Esaret Kampı” başlıklı raporda esirlerin uygun giyinme imkânlarının olmadığından dolayı sıkıntı yaşadıklarını gösteren bir durumun mevcut olmadığı iddia edildi.[183]

Shwebo kampında giyim ile ilgili tüm düzenlemeler Thatmyo kampı ile aynıdır. Elbiselerini kendi alan subaylar terzi ücretlerinin yüksek olduğundan şikâyet etmişlerdir. Erlerin yaptığı tek şikâyet ise yürüyüş için giydikleri ayakkabıların sağlam olmamasıdır. Konu ile askeri yetkililer ilgileneceklerini söylemiştir. Kızılhaç heyeti ise Hindistan şartlarında bir yıl giyilebilen bir ayakkabının normal olduklarını yazmışlardır. Ayrıca başka yerlerden ayakkabı tedariki çok zor bir durumdur.[184]

Kamplarda iaşe işleri her ne kadar sorunsuz görünse de Nisan 1918’de savaş esiri olan Türk subaylarının istihkakları konusu, Hindistan, Malta, Mısır’da tartışılan bir mesele haline geldi. Türk savaş esirlerinin yerel hükûmet oranlarında satın alma işleminin yapılmasına genel bir izin vermekte zorluk yaşanmaktaydı. Eğer bu izin Türklere verilirse aynı uygulamanın Almanlar için de yapılması gerekecekti. Varılan karar, yiyecek maliyetlerinin yüksek olduğu Malta ve Mısır gibi yerlerde, yiyeceklerin hükûmet oranlarında satın alınmasına izin verilmesi şeklinde oldu. Buna rağmen fiyatların çok düşük olduğu ve bir subayın daha rahat bir şekilde yaşayabileceği Hindistan’da aynı imtiyaz sağlanamadı.[185]

Osmanlı Hükûmeti’nin değişik zamanlarda subaylarına karşı uluslararası hukukta belirtilen miktarda ödeme yapılmadığına dair notalar vermesi üzerine İngiltere Hükûmeti esir subaylara yeterli ödemelerin yapıldığını iddia etti. Kızılhaç raporlarına göre Bellary kampında subaylar günlük 3 rupi ödenek almaktaydı. Yeterince beslenmek ve giyinmek için bu miktarın yetersiz olduğunu savundular. Esirlerin şikâyeti Kızılhaç tarafından abartılı bulunsa da Hindistan’daki fiyatların yüksek olduğu bir gerçekti. Erler heyete ihtiyaç sahibi gibi görünmüşlerdi. Bunun en önemli sebebi düzenli bir para yardımından istifade edememeleriydi. Erlere yemek, giysi, sigara, sabun verildiği, ayrıca emir erlerinin subaylardan bir miktar para aldığı da biliniyordu. Günlük istihkakları dışında kendilerini mutlu edecek başka ürünler satın almaları için ayrıca biraz para verilmesi gerekliydi. Kızılhaç heyeti kamp yetkilisine ihtiyaç sahiplerine dağıtması için Kızılhaç adına 400 rupi verdi.[186]

Shwebo kampında Kızılhaç heyeti kamptaki subayların isteklerini dikkatle dinlemiş ve neredeyse hepsi maaşlarının az olmasından yakınmışlardı. Ödemenin şartları genel bir sözleşme tarafından belirlendiği için özel vakalar için bir değerlendirilme yapılmadı. Kampın şartları Thatmyo kampından daha kötü değildi. Heyeti böyle düşünmeye iten sebep Thayetmo’daki Türk esirlerinin Shwebo’ya transfer edilmesini bir iyilik olarak görmesiydi.Heyet şikâyetlerin sebebini anlamadı.[187]

Meiktila kampında doktor ve sıhhiyecilere 10-15 rupi kadar maaş ödendi. Bir tuş rupi 8 kuruştu. Esirlere verilen günlük 5 sigara yetersizdi. 20 sigaradan oluşan bir paket sigara 30 paraydı. Esir erlere ise para verilmiyordu.[188]

İngiltere Hükûmetinin sadece subaylara değil üst düzey subaylara yaptığı ödeme de yeterli değildi. Thatmyo savaş esirleri kampında savaş esiri olarak alıkonulmakta olan Basra Eski Valisi Albay Suphi Bey’e yapılacak ödemeye ilişkin bilgiler Hindistan Hükûmeti ile İngiltere Hükûmeti arasında gerçekleştirilen yazışmalarda geniş bir yer tutmuştu. Hindistan Hükûmeti, Ordu Bakanlığının 1 Haziran 1915 tarihli emri doğrultusunda Albay Suphi Bey’in ödeneğini günlük 4 şilin 6 peniye indirmişti. 2 Mayıs 1915 tarihinden itibaren ise günlük 6 şilin 8 peni miktarında ödeme yapılmasına karar verildi. Günlük 4 şilin 6 peni ile yeni ödenecek miktarın arasındaki fark, Basra gelirlerinin aleyhinde bir durumdu. Bu sebeple

Hindistan Hâzinesi denetçisine, savaş esirleri kampı komutanı tarafından düzenlenecek olan fatura ile Thatmyo Sivil Hâzinesinden ödeme yapması için talimat verilecekti.[189] Bir başka belgede ise Albay Suphi Bey’e ilişkin özel durum bakımından, bu subaya statüsüne göre ayrıcalıklı bir muamele uygulandığı ve savaş esiri olarak aldığı günlük ödemeye ilaveten kendisine 400 rupi şeklinde özel bir ödeme yapıldığı belirtildi.[190]

Hindistan Ofisi İngiltere Hükûmetine 8 Kasım 1916’da Osmanlı Devleti’nin notalarına cevap olarak kısa bir rapor yazdı. Rapor Mezopotamya’daki savaş esirlerine Hindistan Hükûmeti tarafından uygulanan muameleye ilişkin Osmanlı Hükûmeti tarafından yapılan şikâyetlere cevap olarak yazılmıştı. Hindistan Hükûmetine göre Osmanlı Hükûmetinin iddia ettiği şikayetlerin bir doğruluk payı olsaydı, bu durum Thatmyo’daki kampı denetleyen Amerikan Konsolosluk memuruna iletilecekti. Oysaki raporda böyle bir şikâyetten bahsedilmedi. Bu sebeple tüm iddialar Hindistan Hükûmetine göre asılsız olarak değerlendirildi. Raporda Albay Suphi Bey’e ilişkin özel durum bakımından, bu subaya statüsüne göre ayrıcalıklı bir muamele uygulandığı ve savaş esiri olarak aldığı günlük ödemeye ilaveten kendisine 400 Rs şeklinde özel bir ödeme yapıldığı belirtildi. Hindistan Hükümetine göre kendisinin iç kanamadan öldüğü ve mümkün olan her türlü tıbbi yardımı ve bakımı aldığı kesindi. Bu nedenle deliller, onun ölümünün esaret şartlarından kaynaklandığı iddiasının aksineydi. İngiliz Hükümeti Türk esirlere her türlü imkanın sağlandığına dair raporu hatırlattıktan sonra kendi esirlerine dikkat çekmişti. Kûtu’l-Amâre garnizonundaki İngiliz savaş esirlerine uygulanan insancıl olmayan muameleye ve onların acınası durumlarına ilişkin alınan detaylı raporları hatırlatarak Anadolu’daki esaret kamplarının denetlenmesi konusunda Babıâli’ye güçlü bir şekilde baskı yapılmasını talep etti.[191]

Esirlere yapılan ödemeler Amerika Birleşik Devletleri Rangoon Konsolosunun hazırladığı raporda Kızılhaç heyetinin verdiği rakamları doğrulamaktadır. Yüzbaşı ve üstü rütbelerdeki subaylara günlük yapılan ödeme 1,48 dolardı. Yüzbaşı rütbesinin altındakilere ise günlük 0,97 dolardı. Albay Suphi Bey ise günlük 0,53 dolar şeklinde özel bir ödenek de alıyordu.[192]

Bir diğer kampta özel ödeme yapılacak kişi Hasan Basri Bey’di. 30 Haziran 1916’da Mumbai Hükûmetinden Hindistan Hükümetine Eski Mumbai Başkonsolosu Hasan Basri Bey’e ödenecek yevmiye tutarı hakkında tezkere gönderilmişti. Hindistan Hükûmeti Maliye Şubesinin Mumbai Muhasebe Şefine gönderdiği 22 Aralık 1914 tarihli muhtıra ile eski Türkiye Mumbai Başkonsolosu H. Basri Bey’e tutukluluğu süresince günlük 7/- oranında ödeme yapılmasına izin verilmişti. Daha sonrasında Muson mevsiminden dolayı Hükûmetin Pune’de bulunması nedeniyle Basri Bey’in geçici olarak Mumbai’ye götürmesi uygun görülmüştü. Buna rağmen eski Başkonsolos Basri Bey kendisine yapılan günlük 7/- Rs miktarındaki ödeme ile Mumbai’de geçinemeyeceğini beyan etti. Daha önce Mumbai’de Taj Mahal Hotel’de ikamet ederken idare tarafından kendisine günlük 7 Rs ödeme sağlanmış ve hükûmet tarafından izin verilen miktara özel fonlardan da ilave yapılmıştı. Basri Bey’in özel fonlarının tükendiği ve Taj Mahal Hotelden çıkarıldığı kendisine bildirildi. Bu şartlar altında Basri Bey’in bir an önce Pune’den gönderilmesi kararlaştırıldı. Vali, Hindistan Hükûmetinin iznine istinaden Basri Bey’e Mumbai’de kalacağı süre boyunca günlük 10/- Rs şeklinde ödeme yapılmasını emretmiş ve bu konuda Hindistan Hükûmetinin bu ödeneği onaylaması talep edilmişti.[193]

İngiltere Savunma Bakanlığınca 27 Ocak 1917’de Hindistan Hükûmetine Hindistan’da esir tutulan resmi olmayan belirli Türk subaylarına özel ödeme sağlanması konusunda bir yazı yazıldı. İngiltere Hükümetinde bu konuda görüş ayrılıkları vardı. Bazı yetkililere göre Türk sivil, subay ya da diğer durumlardakilere böyle izinlerin sağlanması tekrar gözden geçirmeliydi. Türk savaş esirlerine gereksiz hiçbir iyi muamelede bulunulmamalıydı. Buna karşın Türk subaylarına ek ödemenin yapılmasını savunanlar da vardı. Hindistan Bakanlığı 3 Şubat 1917’de Arap subaylara yapılan ödemenin Türk subaylara da yapılmasına dair görüş bildirdi. Arap subaylarına ödeme yapmanın politik avantajları, Türk subaylarına yapılacak ödemenin dezavantajları bulunuyordu. Buna rağmen Hindistan Hükümeti, rütbesine göre ödeme yapılmayan Türk subaylarının belirli sınıflarına ödeme yapılmasının gerekli olduğu görüşündeydi.[194]

İngilizler Thatmyo kampında subaylara gerekli ödemeyi yaptıklarını iddia etseler de subaylara yapılan ödemelerin savaşın ilk yıllarından beri sorun olduğu görülmektedir. Babıâli, Temmuz 1915’de İngiliz Hükümetine savaşın başında Mumbai’de ele esir düşmüş Karadeniz isimli geminin mürettebatı Mustafa oğlu Hikmet’in çok endişe verici durumda olduğunu ve kendisine hiçbir ödeme yapılmadığını ileri süren diplomatik bir nota göndermişti. İngiltere Hükûmeti, Mustafa oğlu Hikmet[195] isimli şahsın sağlık durumunun iyi olduğu ve bu şahsa subay olduğuna inanılmaması sebebiyle ödeme yapılmadığını bir nota ile bildirdi. İki tarafın birbirlerine verdikleri notalara bakılacak olursa subay esirlere verilen ödeneklerde ciddi sorunlar yaşanmaktaydı.[196]

Londra Savaş Merkezi, 20 Temmuz 1918’de Babıali’ye gönderdiği notada 1 Nisan 1918’den itibaren İngilizlerin elinde savaş esiri olarak bulunan tüm Osmanlı subaylarına günlük 4 şilin ödeme yapılması talimatı verildiğini açıklamıştı. Londra Hindistan Ofisi, 21 Kasım 1918’de Türk savaş esirlerine yapılan ödeme ile ilgili yeni bir açıklama daha yaptı. Hindistan Hükûmeti Kraliyet Maaş İzni’nin 928. paragrafa göre Türk, Alman ve Avusturya savaş esirlerine ve tutuklu sivillere İngilizlerin yalnızca yarısı kadar ödeme yapılması talimatını verilmişti. Çalışma karşılığında yapılan ödeme oranları tercümanlar, baş fırıncılar, mahkumlardan sorumlu görevliler hariç Türk savaş esirleri açısından yarı oranda belirlenmişti.[197]

İngiliz yönetimi subaylara günlük ödenek verirken generallere ayrı bir muamele yapmıştı. Şubat 1919’da Bağdat’ta ele geçirilen iki emekli Türk General Ağa Paşa ve Şükrü Paşa, Hindistan’a savaş esiri olarak sürgün edilmişti. Bellary’de esir tutulan bu iki generale özel olarak aylık 150 rupi ödenek sağlanmaktaydı. Ayrıca ailesi tarafından aylık öncesinde 236 rupi ve sonrasında 70 rupi gönderilmekteydi.[198]

Kampta özel durumdaki subay esirlerin sayısı fazla değildi. Hiçbir esirin büyük miktarlarda parası yoktu. Ayrıca ailelerinden de düzenli para alamıyorlardı. Bu sebeple özel para çekme işlemini sınırlandırmak gerekli görülmedi. Kraliyet Ordusu Sağlık Heyetindeki sağlık çalışanlarının ödemeleri de uzun süre ertelendi. İzin verildiğinde, büyük miktarda bakiyeler çekildi. Birkaç sağlık çalışanının 324,43 ila 648,86 dolar arasında değişen miktarlarda paraları vardı. Bu çalışanlara bu parayı olağan faiz oranlarıyla bankaya yatırma fırsatı sağlandı. Buna rağmen kendileri bu fırsatı değerlendirmedi.[199]

1.1.3                                           Kıbrıs Esir Kampında Esirlerin İaşe ve Giyim Durumu

İngilizler esirlerin yiyecek veya ihtiyaç duydukları yatak, yorgan, battaniye gibi bir takım zorunlu ihtiyaçlarını sağladığını ileri sürse de esirlerin ifadeleri bu iddiaları yalanlamaktadır. Kampta esirlere ve özellikle hastalara gereken özen gösterilmediği ve iyi bakılmadığı bir gerçekti. Esirlerin arpa unundan yapılmış ekmek, bol bol kabak lapası, tahta talaşı, öğütülmüş keçiboynuzu, kaynatılmış yağsız kabak ile beslendikleri, Ermeni ve Rum doktorlar tarafından insanlık dışı muameleye uğradıkları bilinmekteydi. Kampta yemekler neredeyse hiç değişmeksizin kampın kapanışına dek aynı devam etti. Maliyeti son derece ucuz ve bol bulunan kırmızı kabak ile günün şartlarına göre dahi yenmeyecek kılçıklı arpa ekmeği esirlerin değişmez menüsü olmuştu. Ekmeğin kalitesi ise pek çok kötü ve sıçan yeniğiydi. Adada o zaman ekmek harbin getirdiği şartlarda 1 şilindi. Fırınlar surlar dışında, liman yolundaydı. Fırınlardan esir kampına ekmek taşınırdı. Esirler yere dökülen hamurları süpürüp ekmek yaparlardı. Buna da gara ekmek denirdi.[200] Esirlerin başka neredeyse hiçbir şey yeme imkânları yoktu. Bu şartlar altında esirler bu kampta yıllar boyu sağlık açısından pek çok hastalığa maruz kaldı.[201] Türk savaş esirlerinin kampta çektiği sıkıntılar hiçbir zaman Kıbrıs Genel Valisi Sir John Eugene Clauson’e tam olarak naklettirilmedi.[202]

Kendilerine sürekli olarak kalitesiz ve kalori değeri olmayan yiyecekler

verilmesinden bıkan Türk Savaş esirleri ek gıdalar temin edebilmek ve diğer bazı ihtiyaçlarını giderebilmek için tahtadan sigaralıklar, sigara takımları, ağızlık, kaşık, boncuk işlemeler, para keseleri, zeytin çekirdeklerinden tespihler, mermer parçalarından küçük el işlemeleri külah, mermerden domino taşları ve tabla oymacılığı yapmaya başladılar. İlk başlarda camiye gitmelerine izin verilen esirlerin bu hakkının alınmasıyla esirler yeni bir yol bularak yaptıkları eşyaları satabildiler. Esir kampına yiyecek getiren karavana arabaları vasıtasıyla gizlice kamp dışına göndererek veya kaçırarak sattılar ve elde ettikleri parayla sigara, ekmek gibi ihtiyaç maddeleri ile diğer gereksinimlerini karşıladılar.990 [203]

Kıbrıslı Türklerin esirlere yardımı sadece kaçan esirleri saklamakla sınırlı kalmadı. Kıbrıslı Türkler yiyecek ve giyecek ihtiyaçlarının karşılanmasında da esirlere yardım ettiler. Kampta açlık ve sefalet uzun süre değişmeksizin hüküm sürmüş, esirler kamptaki zor koşullar ve gıdasızlık nedeniyle hayatlarını kaybetmişti. Bu durumu gören Mağusa Türkleri esir kampına gizlice yiyecek taşımaya başlamıştır. Balalan köyünün varlıklı kişilerinden biri olan Hüseyin Mehmed Guselli yiyecek taşıyanlar arasında ön safta yerini almıştı. Savaş esiri Türk esirlere yiyecek yardımı suçlamasıyla İngiliz yönetimi tarafından Kıbrıs’ta tutuklandı ve yargılama ve mahkeme kararı olmadan Türk esirlere yiyecek verme suçundan Mağusa zindanında 6 ay tutultu.[204] Esirlerin yediği ekmek ise yenilmeyecek kadar kötüydü. O günlerde esirlere verilen fırıncıda çalışan bir işçi esirlerin yediği ekmeği şu sözlerle anlatmıştı:[205]

“... Harb-i Umumi’de babam beni işçi yazdırdı. Burada ekmekçi yanındaydım. O zaman 1 şiline ekmek alırdık. Çünkü harpteydik ve çok pahalıydı. Ekmekler sıçan yeniğiydi. Günde 1.5 şilin alırdım. Dört fırına ekmek taşırdım. Fırınlar surlar dışında, liman yolundaydı. Ekmekleri sırtıma yüklenir ve ekmek ambarına götürürdüm. Araba da bunları esirlere götürürdü. Yere dökülen hamurları süpürüp ekmek yaparlardı. Buna da gara ekmek denirdi. Esirleri her gün hisara çıkarırlardı. Ben de annemle hisara çıkar ve onları izlerdik. Beyaz sakallı İbrahim Efendi imamdı. Her gün hisara yayan giderdi ve meblağı mezara götürürlerdi.”

Esirler adaya ilk getirildiklerinde çok sıkıntı çektiler. Ceplerinde para yoktu. Yiyecek ekmek bulamadıkları gibi kendileri ile ilgilenen de bulunmuyordu. Esirlerin bütün gün yaptıkları surların içinde dolanıp durmaktı. Mağusa halkının sevdiği ve saydığı, herkese elinden geldiğince yardımcı olmakla tanınmış Nafi Mustafa Bey, fırınının önünden geçen esirlere, özellikle Türk esirler için yaptığı ekmekleri dağıtmıştı. Mehmed Nafi Mustafa Bey İngilizler aleyhine casusluk da yapmıştı. Kıbrıs’ta olup bitenler ve İngiliz idaresinin Kıbrıs’ta yaptığı her şeyi takip etmiş ve adadaki bütün faaliyetlerini Şam’daki yetkililere aktarmıştı. Bu arada Türk savaş esirleriyle ilgili olarak da bilgiler götürmüştü.[206]

KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın hâkim olan babası Mehmed Raif Bey, Kıbrıs’ta esir olarak bulunan Türk askerlerine yardım edebilmek için camilerde yapılan yardım faaliyetlerine katılmıştı. Esirlere yaptığı iyiliğe karşılık adada bulunan jurnalciler tarafından İngiliz yönetimine ihbar edilmiş ve başı pek çok defa derde girmişti. Bu jurnalcilerin İngiliz İstihbarat subaylarına Türk esirlerine yapılan yardımları rapor etmeleri sonucunda pek çok Kıbrıslı Türk fişlenmiş ve baskı görmüştü.[207] Mesela 11 Şubat 1918’de Angastina köyünden Savas Georghalli esirlere mal satmaktan gıyabında ceza almıştı.[208]

1920 yılına gelindiğinde esir kamplarındaki şartlar nispeten hafifledi. Esaret sonrası Türk esirlerin bir kısmı Anadolu’ya geçerken bazıları Kıbrıs’ta kalmayı tercih etti. Kimisi evlenip çocuk sahibi oldu. Kıbrıs’ta kalan ve yaşamak isteyen esirler Kıbrıslı Türklerin özellikle Mağusalıların yardım ve destekleriyle hayatta kalmayı başardılar.[209]

Türk savaş esirleri kampta tek tip standart esir kıyafeti giymiş, ayrıca İngiliz Kamp Komutanlığınca esirlerin kıyafetlerine esir numaraları vurulmuştu. Esirlerin giydiği pantolon ve ceketten oluşan bu esir kıyafeti son derece perişan ve kötü bir haldeydi.998

1.1.4                        Selanik Esir Kamplarında Esirlerin İaşe ve Giyim Durumu

Kızılhaç raporlarına göre Dudular esir kampında her askerin alışverişe gitme izni vardı. Genelde alışveriş koğuş şefi, askerler tarafından her koğuş için ayrı yapılırdı. Koğuş şefi bir liste hazırlar ve o listeye göre her asker düzenli olarak Selanik’e inip alışverişi yapar ve geri gelirdi. Her askerin bir elbise istihkakı vardı ve ne zaman eskirse onu hemen yenisi ile değiştirebilmekteydi.999

Esirlerin her sabah, öğlen ve akşam çay ya da kahve içmelerine izin verilmekteydi. Alkol almak yasaktı. Kamp idaresi esirlere sigarayı tütün halinde vermekteydi. Kamp komutanına ait kendisinin ekip baktığı iki ayrı bahçe, kampın etrafını sarmıştı. Kampta ne zaman fazladan yemek çıkarsa diğer kamplara dağıtılırdı.1000

Karaissi kampında esirlere ana yemek öğlen veriliyordu. Sabah ve akşam esirler yalnızca kahve ve ekmek ile yetinmek zorunda kaldılar. Bu miktar bir insanın yaşamını devam ettirilebilmesi için yeterli değildi. Oysaki Kızılhaç heyeti yazdıkları raporda verilen yemeği yetersiz bulmamış ve hatta esirlere verilen yemeklerin İngiliz askerlerine verilenlerle aynı olduğunu belirtmişti. Esirler alkol içmemekte, tütün ise eşit bir şekilde dağıtılmaktaydı. Esirlerin giysileri ve özellikle ayakkabılar iyi durumda olup temizdi. Türk ve Bulgar esirler için verilen yemek listesi ile Alman ve Avusturya esirleri için verilen yemek listesi aşağıdaki gibiydi:

Tablo 3.8: Selanik Kampı Esirlerinin Günlük İstihkakı

Türk ve Bulgar esirler için çıkan yemek listesi

Alman ve Avusturya için yemek listesi

Yemek

Verilen Miktar

Yemek

Verilen Miktar

Ekmek

Yaklaşık 590 gram

Ekmek

454 gram

998 Ahmed Sami, a.g.e., s. 2-3; Halil Aytekin, a.g.e., s. 74; Ulvi Keser, Kıbrıs 1914-1923 Fransız Ermeni Kampları İngiliz Esir Kampları ve Atatürkçü Kıbrıs Türkü, s. 86-87

999 Rapport : Sur Leurs Visites aux Prisonniers de Guerre en Grece a Salonique en Macedoine et en Serbie : Documents publies A L'occasion de la Guerre 1914-1919, s. 38.

1000 a.g.e., s. 39.

Patates

340 gram

Patates

114 gram

Zeytin

Yaklaşık 28 gram

Yulaf ezmesi

57 gram

Mercimek veya Fasulye

57 gram

Taze Sebze

57 gram

Kurutulmuş meyve

57 gram

Kurutulmuş meyve

57 gram

Şeker

57 gram

Şeker

28 gram

Çay ya da kahve

28 gram

Çay

14 gram

Tuz

7 gram

Tuz

7 gram

Karabiber

0,3 gram

Karabiber 0,3 gram

0,3 gram

Peynir

57 gram

Pirinç

85 gram

Taze et

170 gram

Et

170 gram

Zeytinyağı

43 gram

Margarin

28 gram

Pilav

57 gram

Bezelye veya fasulye

57 gram

Limon suyu

0.01 litre

Reçel

28 gram

Kömür

340 gram

Peynir

57 gram

Ayrıca haftada 57 gram tütün, 15 günde 3 paket kibrit verilmektedir.

Ayrıca haftada 57 gram tütün, 15 günde 3 paket kibrit verilmektedir.

Kaynak: Rapport : Sur Leurs Visites aux Prisonniers de Guerre en Grece a Salonique en Macedoine et en Serbie : Documents publies A L'occasion de la Guerre 1914-1919, s. 41-43.

Kalamaria kampında bütün esirlere düzenli bir şekilde günde üç öğün yemek veriliyordu. Ayrıca her 15 günde bir 50 İngiliz sigarası ve kibrit dağıtılmaktaydı. Esirlere kampa ilk geldiklerinde temiz ve yeni giysiler verildi. Genelde esirler kendi giysilerini kendileri tamir edip ütülerini de kendileri yaparlardı.1001

1.1.5                        Malta Esir Kampında Esirlerin İaşe ve Giyim Durumu

Malta esir kamplarında esirlere günlük kumanyanın verilmesinin yanı sıra her türlü ihtiyaçlarını görecekleri bir kantin de bulunmaktaydı. İngiliz Arşivinde bulunan bir rapora göre Malta esir kamplarında esirlere verilen iaşe şöyleydi:

Tablo 3.9: Malta Kampında Esirler İçin Sağlanan Kumanyalar

Kumanya

Miktarı

Şeker

Günlük iki ons

Pirinç

Haftada üç gün günde iki ons

Çay

Günlük yarım ons

Tuz

Günlük yarım ons

Biber

Günlük 1/72 ons

Marmelat veya Peynir

Haftada iki gün bir buçuk ons

Tereyağı

Bir ons haftada iki gün

Süt

Günlük bir pound kutunun 20’de biri

Et

Dondurulmuş, günlük bir buçuk pound

Ekmek

Günlük bir buçuk pound

Taze sebze

Günlük iki ons

Yeşil mercimek

Haftada iki gün 1.2 ons

Fasulye

Haftada iki gün bir ons

Tüm yiyecek malzemeleri en iyi kalitededir.

Kaynak: TNA, FO. 383/458.

Raporun Osmanlı Arşivinde bulunan nüshasında ise esirlere sağlanan iaşe biraz farklılık göstermektedir:

Tablo 3.10: Malta Kampında Esirler için Sağlanan Kumanyalar

Kumanya

Miktarı

Yağ

Her gün 2 ons

Pirinç

Haftada üç kez 2 ons

Buğday

Her gün 2 ons

Tuz

Her gün 2 ons

Un

-

Marmelat ya da peynir

Haftada iki kez 1,5 ons

Yağ

Haftada iki kez 1 ons

 

1001 a.g.e., s. 57-58.

Süt

Haftada iki kez 0.20 litre

Tütsülenmiş et

Günde yarım ölçek

Su

Günde 1,5 litre

Taze Sebze

Günlük 12 ons

Kaynak: BOA, HR. SYS. 2201/51.

Esirler, kendilerine verilen bu kumanyadan başka kampta bulunan iki dükkândan da yiyecek satın alabiliyorlardı. Esirlerin günlük iki yarım litre bira alma hakkı bulunuyordu. Bu ayrıcalığı suiistimal etmemek koşuluyla esirlere şarap ve diğer alkollü içecekleri almaya da izin verildi. Bahsedilen dükkânların idaresi, hâsılatın %10’unu her ay vermekte ve bu oran kamptaki tüm esirlere bölünmekteydi. Bu nedenle her esir tütün vb. gerekli ihtiyaçlarını karşılayabilecek olan küçük bir aylık gelir de elde etmişti.[210]

Verdela kampında esirlerin ihtiyaçlarını göreceği bir kantin vardır. Burada bira serbest olup diğer alkollü içeceklere ise az miktarda izin verilmişti. Kampta yiyecekler önceleri çiğ olarak verilmiş ve esirlerce pişirilmişti. Ancak bazı esirlerin bu çiğ yiyecekleri satmaya başlamaları üzerine yiyecekler pişirilerek verilmeye başlandı.[211]

3.2                        Esirlerin Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler

Cephelerde esir düşen askerlerin kamplara getirilmesiyle kendileri için yeni bir hayat başlamıştı. Zamanla kamplarda kalıcı olacaklarını anlayan askerler kendilerine yeni uğraşlar buldu. Tüm gününü hiçbir iş yapmadan geçiren esirlerin yanı sıra yararlı işler yapanlar da oldu. Kimileri kamplarda marangozluk, berberlik gibi mesleklerini icra etmişler, kimileri değişik el işleri yaparak hatıra olarak saklamışlar veya satarak para kazanmışlardı. Ayrıca kamplarda sosyal ve kültürel faaliyetler hiç eksik olmadı.

3.2.1                       Mısır Esir Kamplarında Türk Esirlerin Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler

Genelkurmay ATASE Arşivinde yer alan esir ifadelerinden elde edilen bilgilere göre esir subaylar esaret altındayken boş durmamış ve değişik meşguliyetlerde bulunmuşlardı. Başlıca iştigalleri arasında dil öğrenme, futbol oynama, denizde yüzme, musiki, idman ve askerlerin eğitimi gösterilebilir.[212] 120. Alay Kumandanı yarbayın Mart 1917 tarihli ifadesinde kamplardaki sosyal faaliyetlerin nasıl işlediğine yönelik bilgiler yer almaktadır. Kamplarda futbol, jimnastik, tiyatro, sinema, dans gibi oyunlar icra edilmişti. Ara sıra olmak şartıyla fazla miktarda olmayan kumarlar da oynandı. Lisan derslerine devam edenler esirler de olmuştu. Yine de Hindistan esir kampları ile kıyaslandığında buradaki eğitim, kültür, sosyal, spor ve dini faaliyetlerin daha az olduğu görülmektedir. Bunun sebepleri olarak Hindistan kamplarına göre kamp şartlarının daha ağır olması, esirlerin yiyecek, içecek ve giyecek gibi temel ihtiyaçlarının dahi tam olarak karşılanamaması, iaşelerinin yetersizliği sebebiyle hastalıkların fazla görülmesi ve Mısır’ın Anadolu’ya yakın olması sebebiyle esirlerin kaçma ihtimaline karşı çok sıkı kontrol altında tutulmaları söylenebilir.[213]

3.2.2                      Fırka Kumandanı bir albay, 8 Mart 1917 tarihli ifadesinde, İngilizlerin kampta eğitim, kültür ve eğlence işlerinde kendilerine her türlü kolaylığı sağladığından bahsetmektedir. Büyük bir özenle muhafaza edilen ve bazen disiplinin aşırıya kaçmasıyla can sıkıcı bir dereceye varan baskıcı kamp düzeni istisna edilirse yönetimin müsaade ettiği ölçüde esirlerin dinlenebildiği yerler camiler olmuştu. Subayların şahsi meşguliyetlerine hiçbir zaman engel olunmamış ve hatta kolaylık sağlanmıştı. Seydi Beşir subay ve er ordugâhlarında her türlü eğitim faaliyetleri serbestçe yapılabilmiş, sinema ve tiyatro gibi eğlenceler de ekseriyetle kamp yönetiminin yardımıyla esirlerin hizmetine sunulmuştu.[214]

Esaretten dönen askerlik şubesi memuru Yüzbaşı Sadık Efendi esarette yaşadıkları anlatırken kampta camii ve gazinosunun bulunduğundan bahsetmektedir.[215] Cidde Hastanesinde doktorken esir düşen bir binbaşı 1917 ortalarında subayların istekleri sonucu her karargâhta bir gazino açılmasına karar verildiğini söylemişti[216]

Ahmed Altınay’ın anlattıklarına göre kampta sık sık konferanslar, sergiler düzenlenmekte ve fotoğraf çektirme imkânları bulunuyordu. İngilizler esirleri ara sıra gezmeğe deniz kıyısına göndermekteydi. Sosyal faaliyet olarak B kampında güreş müsabakası gerçekleştirilmişti.[217] Cemil Zeki Bey de hatıratınca her kampta olduğu gibi bu kampta da gazino ve tiyatronun olduğunu ve aktif olarak işlediğini not düşmüştü.[218]

Her ne kadar esirlerin kamplardaki hayatlarından pek bir şikâyetleri olmasa ve yemeleri içmeleri konusunda bir sıkıntı yaşamasalar da esaret günleri esirler için pek de kolay geçmedi. Yaklaşık 1,5 sene Kuveysna kampında esaret hayatı yaşadıktan sonra Seydi Beşir esir kampına nakledilen ve 6 ay da burada yaşamaya mahkûm edilen Hasan Fehmi Efendi’nin yaklaşık 2 yıllık esaret hayatı kendi üzerinde çok menfi tesirler yapmıştı. Osmanlı ordusuna mensup subayların şahsi, askeri terbiye ve karakterlerini göstermeleri açısından kamp kötü tecrübelerin yaşandığı bir yer olmuştu. Öyle iğrenç ve çirkin hadise ve vakalar ile karşılaşmıştır ki bunların subaylar tarafından yapılabileceğini asla düşünmemişti. Tüm subaylar soğukkanlılığını yitirmiş, yerini ümitsizlik ve yeis kaplamıştı. Anadolu’da Millî Mücadelenin başladığını duyan subayların büyük çoğunluğu kurtuluş mücadelesini yeni bir macera ve çapulculuk olarak görüyordu. Hasan Remzi, subaylar ve özelliklede erler arasında ahlaksızlık hat safhaya ulaştığını söylemişti. Erler subaylara karşı hasım olarak bakmaktaydı. Bu durumun devam etmemesi için geri kalan subaylar İngilizlere müracaat ederek kampta eğitim ve kültür seferberliği başlattılar. Her ne kadar durum ümitsiz de olsa ileride yine vatana hizmet edecek bu kişilerdi. Vatanlarının geleceği için erlere okuma yazma kursları açılmış ve tatlı sert okuma yazma öğretilmişti. Özellikle kurslarda propagandaya önem verildi. %95 oranında okuma kurslarında başarı kazanıldı.[219]

Yüzbaşı Rahmi Apak da albay, yarbay ve binbaşı rütbesindeki esir Türk subaylarının barakalarına çekildiğini ve hiçbir işe karışmadan barışı beklediklerini anılarında yazmaktadır. Daha alt rütbedeki esir subay ve erlerin kampta kültür işleri ile meşgul olduğu ise ayrı bir gerçekti. Kampta 400 kadar er vardı. Bunlar için bir okuma yazma ve yurt bilgisi kursu açmıştı. Öğretmen meslekli yedek subaylar okuma yazma seferberliği için kullanıldı.[220] Emin Çöl anılarında 10.000’den fazla esir içinde okuma yazma oranının yaklaşık %30 olduğunu söylemektedir. Okuma yazma bilenlerin bir kısmı ise medrese tahsili görmüştü.[221] Maadi kampında esirlerin birçoğunun esaret günlerini, arkadaşlarının yardımıyla okuma-yazma öğrenerek geçirdiği Kızılhaç raporlarına da yansımıştır.[222]

Esirlerin esarette sosyal faaliyetler için çok vakitleri olmuştu. Buna rağmen esirlerin çoğu günleri bomboş geçirmekte ve can sıkıntısı içinde gönderilecekleri günü beklemekteydi. İşsizlikten sürekli hayal kurmaktaydılar. Buna rağmen Fransızca öğrenmeye başlayan esirler de olmuştu. Bazı esirler boş boş durmaktan ise roman alıp okumaya başlamıştı. Bazen de esirler boş vakitlerini müzik dinlemekle geçiriyordu. Kemani Mustafa’nın nefretle çaldığı çalgıyı esirler bir araya gelerek dinlemişlerdi. Kurslara devam edenlere diplomaları tören ile verildi. Esirler çoğu zaman hatıra defterine şiir ve hesap işlerini yazmışlardı. Esirler arasında gençliğinin bu kamplarda geçeceğini düşünenlerin sayısı az değildi. Bu durum esirlerin ders çalışmasını da engellemektaydi. Ayrıca evlerine giden arkadaşlarından sonra kampta büyük bir rahatsızlık hissediliyordu.[223]

Yapacak hiçbir şeyi olmayan esir için kamp hayatı çok monotondu. Seydi Beşir Kuveysna esir kampına ilk başlarda gazete sokulmamıştı. Hatta kampta hizmet eden Araplar ile konuşmak dahi yasaktı. Kampta iş yokluğundan bunalan esirlerden bazıları futbol takımı kurdular, bazıları teneke ile tempo tutarak dans kursları açtılar, bazıları da güreş müsabakaları düzenlediler. Ayrıca kampta musiki, askerlik ve lisan dersleri gibi çeşitli aktiviteler başlatıldı. Askerlik, Almanca ve Fransızca gibi kurslarda en çok hizmeti geçenlerden birisi kamp komutanı Kurmay Yüzbaşı Ekrem Bey oldu. Bu tür aktiviteler her kampta ayrı ayrı düzenlendi.[224]

Emin Çöl hatıratında her kampta birkaç kahvehane olduğunu söylemektedir. Kültürel işler tamamen serbest olup subaylar müzik, dil, edebiyat, tercüme, resim, tarih, coğrafya, geometri, konferans ve temsil ile uğraşmaktaydılar. Ayrıca esirler tombala, iskambil, tavla, satranç, dama, domino ile eğlenmişlerdi. Kamplar arasında benzerlik olsa da tüm kampların şartları aynı değildi. Emin Çöl başka bir kampa nakli yapıldığında bambaşka bir ortam görmüştü. En son kaldığı kampta ud, keman gibi müzik aletleri ile Türkçe, İngilizce ve Almanca çalışma imkânı bulmuştu.[225]

Hüseyin Mümtaz’a göre de esirler için ilk başlarda hayat zor olsa da zamanla esaretin zor şartlarına alışılmıştı. Kamplarda voleybol ve futbol takımları kurulmuş ve kendi aralarında esirler maçlar yapmaya başlamıştı. Ara sıra denize girmelerine de izin verilmişti. Subayların nezaretinde açılan dil kursları kamplarda gerçekleştirilen diğer aktivitelerdi.[226]

Mısır kamplarına dair Kızılhaç heyeti tarafından hazırlanan raporda da kampta her türlü aktivitenin yapılabildiğini gösteren bilgiler mevcuttu. Heyet raporuna göre bu kampta kırk kadar müzik aleti vardı. Ayrıca subaylar için bir piyano kiralanmıştı. Esirler futbol ve tenis oynayabilmekteydiler. Ayrıca kâğıt oyunları, tavla, satranç da oynadıkları diğer oyunlar arasındaydı. Esirlerin en çok ilgi gösterdikleri eğlence bu tür oyunlardı. Subayların çoğu okumakla meşguldü.[227]

Seydi Beşir kampında gerçekleştirilen eğitim, kültür, sanat ve spor faaliyetlerine bakıldığında ilk akla gelen tiyatroydu. Kütüphanede faaliyet gösterecek bir tiyatro kurmaya karar veren Türk esirler kamp komutanını ve İngilizleri şaşkına çevirmişti. İlk önce çok şaşıran ve hayret gösteren İskoçyalı kamp komutanı daha sonra tiyatronun faaliyete geçtiğini görünce takdirlerini esirlere bildirdi. Her tiyatro gösterisi o kadar ilgi gördü ki İngiliz subaylar her gösteride oyunları en önde izlediler ve oyun bitiminde beğenilerini belirttiler. İngiliz askerler Türkleri sadece savaşçı bir millet olarak bildiklerini, Türklerin sosyal hayatta da çok yetenekli olduklarını övgü dolu sözlerle ifade etmişlerdi. Esirler burada kaldıkları sürece esaretin acı hatıralarını bir nebze olsa da hafifletmek için İstanbul’da Ramazan ayında direkler arasında gösterilen meşhur Manayan’ın dramlarını, Kel Hasan’ın komiklikleri, İsmail ve Hamdi’nin orta oyunları ve hatta Romeo Juliet piyesini başarı ile temsil ettiler.[228] Cem Sultan’ın temsili kampta gösterilmiş ve bu gösterime gözleri görmeyen Emin Çöl bir arkadaşı ile beraber gitmişti. Gösterime çoğu zaman olduğu gibi İngilizler de katılmıştı.[229] Geceleri gösterilmiş olan bir diğer oyun III. Selim Piyesi olup isteyen herkes bu oyunlara katılabiliyordu.[230] Emin Çöl kampta tiyatro için ayrı bir koğuş ayrıldığını, dekoru ve makyajı dahil olmak üzere her malzemenin mevcut olduğunu söylemektedir.[231] Bu kampın tiyatro bakımından bir özelliği de Heyet-i Temsiliye adında tiyatro kurmaları ve çok güzel piyesler sahneye koymalarıydı. Ayrıca bu kişiler diğer kamplardaki askerlere de okuma yazma öğretmişlerdi.[232]

Ubeydullah Efendi tiyatro faaliyetleri için kullanılan kulüp hakkında anılarında önemli detay vermişti. Karargâhın sonunda güneyde müstakil zemin üzerinde inşa edilmiş üç adet baraka vardı ve ortadaki bakara kulüp olarak adlandırılmıştı. Burası kahvehane olarak kullanılan bir yerdi. Kulüp olarak kullanılan yerin güneyinde kulüp idaresinin yardımıyla bir sahne ve perde yapıldı. Herkes kulübe aylık abone bedeli adıyla bir miktar para vermekteydi. Ayrıca kahve ve çay satmaktan başka dükkânların kiralarından da bir miktar alınmaktaydı. Buradan toplanan paralarla sahne ve perde için kereste, malzeme ve doğramacılık işleri yaptırıldı. Bu gelirlerin dışında bazı yardımlar da olmuştu. Perde, sahne, dekor, resimler dâhil yapılan tüm işler esirlerin elinden çıkıyordu. Bu arada oyuncu bir grup da oluşturuldu. 3 hafta gibi kısa sürede perde hazırlanmış ve haftada 3 defa gösteri yapılmıştı. Namık Kemal’e ait Gülnihal oynanan oyunlar arasındaydı. Kadın rolünü ise zenne alarak adlandırılan erkekler oynuyordu. Burada ara sıra konferanslar verilmiş ve manzumlar okunmuştu.[233] Koğuşlarda dini eğitim vesilesiyle gizli konferanslar düzenlenmiş ve bu konferanslarda esirlere bağımsızlık ruhu verilmeye çalışılmıştı.[234]

Seydi Besir kampında düzenlenen konferanslar esirlerin günlerini verimli geçirme açısından son derece önemliydi. Yüzlerce esir arasında gerek ehliyetli muvazzaf subaylar gerekse doktor ve tahsilli yüksek ihtiyat subayları mevcuttu. Askeri, sağlık kuralları, ve fenni mevzular üzerine faydalı konferanslar verebilecek çok sayıda kişi vardı. Bu işe yetkin kişiler sıhhi, kaçınılması gerekli sağlıkla ilgili zararlı alışkanlıklar, elektrik, telgraf ve telefon hakkında fenni bilgilerin yanı sıra çocukların eğitim metotları üzerine ilmi konferanslar vererek bilgilerini tüm esirlerin yararına sundular.[235]

Seydi Beşir kampında piyes oynama ve tiyatronun yanı sıra şiir, hikâye ve baştan geçen olayları yazmak da serbestti. Tarikatçılık hatta dini ayinler yapmak bile mümkündü.[236] Bazı esirler de kendi bildikleri pek de mükemmel olmayan temsillerini, monologlarını ve kaşmerliklerini yani soytarılık yeteneklerini gösterdiler.[237]

Bu kampta tiyatro kadar ilgi gören bir diğer etkinlik musikiydi. Sabah akşam aynı eşyayı, aynı kimseleri, aynı yer ve simaları gören esirlerin büyük bir bölümü katılaşmış ruhlarına biraz şifa olur ümidiyle musikiye başlamıştı. Ud, keman, kanun, mandolin aynı derecede rağbete görmüş çalgılardı. Esarette her konuda bilenlerin bilmeyenlere öğrettiği gibi müzik bilgisi olanlar da olmayana öğretmişti. Alafranga musiki için notalar İskenderiye’den getirtildi. Musikinin birkaç kişiden oluşan bir erkânının gayretleri sayesinde önce İstanbul’dan bazı fasıllar getirilmiş, bu fasıllardan birçok parçalar ortaya çıkmış, parçalar nihayet son şeklini almıştı. Müzik bilenler gelen notaları birer birer düzeltip esirlere sunmuştu. Gayet ciddi ve kıymetli bir musiki heyeti kurmayı başaran musiki erkânı esaret hayatında sosyal faaliyetlerin en faal bir unsuru olmuş ve tüm esirlerin saygısını kazanmıştı. Bir kemani, bir kanuni, birkaç udi, bir mandolinci ve çok sayıda hanendeden oluşan bu musiki heyeti hemen hemen aralıksız her gün bir araya gelerek konser vermek üzere çalışmıştı. Musikişinaslar yalnız hazır besteleri çalarak icra etmediler, özellikle esaret muhitinin tesiri altında çok güzel marşlar ve parçalar bestelediler. ‘Esaret’ ve ‘Şehitler’ marşları bu bestelere en güzel örneklerdi. Bayramlarda bütün karargâh bir araya gelerek konser yerinde şehitleri anmak için ‘Şehitler’ marşını çalındığı zaman tüm esirler kalben bu marşı dinleyerek onlara hürmetlerini sundu. Esaret Marşı’nı dinledikleri zaman da esirlerde hazin hisler oluşmuştu. Burada marşlar bir zevk unsuru değil ruhları teskin eden ulvi bir esintiydi. Musiki heyeti üyeleri baştanbaşa uyumlu elbiseleri ve süslü sehpalarıyla esirlerin ortasında bulunup hep birden ahenkli bir tarzda icraya başlarlar ve musikiyi dinlemeye gelen İngiliz karargâh kumandanlarına karşı bir milli gurur hissederlerdi. Burada kurulan ilk ana musiki heyetinden sonra başka heyetler de ortaya çıkmış ve Seydi Beşir karargâhında muhtelif gruplar tarafından gerek alaturka gerek alafranga çalanlar çoğalmıştı.1029 [238]

Kampın içinde büyük bir çadır gazinosu bulunmaktaydı. Gazinoyu Artin adında bir Ermeni esir işletiyordu. Öğleden sonra esirler gazinoda toplanmış ve İhsan Bey adında esir subayı piyanoda bir şeyler çalarken Artin Efendi de isteyenlere dans öğretmişti. Kaybedecek bir şeyi olmayan esirler kendilerini dansa vermiş gibi görünmekteydi. Öğretilen danslar arasında o günlerde moda olan polka, mazurka ve vals bulunuyordu. Ayrıca Artin Efendi esirlere toplu olarak kadril yaptırmıştı. Gerçekte kimyacı olan Artin Efendi esaret sonrası İstanbul Taksim Küçük Parmakkapı’da bir yer tutup komisyonculuk yapmaya başladı.[239]

Kampta Türk musikisi ve şarkıları esirlerin en hoşuna giden kurslardı. İbrahim Sorguç da bu musiki kurslarına devam etmiş esirler arasında olduğunu anılarında söylemektedir.[240] Evlerine dönme ümidi kalmayan esirler kendilerini bir meşgaleye vermişlerdi. Necmi Seren de kendisini müziğe veren esirlerden birisiydi. Necmi Seren hangi kampa gitti ise adı piyaniste çıkmıştı. Her geçen gün repertuarını genişletti. Bir süre sonra gelen istek üzerine kampa bir piyano getirtilmiş, sabahtan kampta piyano çalmış, öğleden sonra isteyenlere piyona öğretmişti.[241] Esirler bu kamplarda ayrıca ince saz takımı kurdular ve sesi güzel kimseler yeteneklerini gösterdiler.[242]

Subayların nezaretinde açılan dil kursları esir kamplarda gerçekleştirilen diğer aktivitelerdi. Seydi Beşir kampında Goben Breslau’un (Yavuz ve Midilli) esir alınan subayları da bulunuyordu. Esirler arasında bulunan Tevfik Bey Goben’in çarkçısından Almanca öğrenmeye başladı. Tevfik Bey buna karşılık olarak Türkçe öğretti.[243] Subaylar arasında en fazla Almancaya talep olmuş ve kurslarda başarı %10’u bulmuştu. Alman subaylar da Almanca öğrenmek isteyen Türk subaylara ders vermeye teşvik edildi.[244] Esirler arasında Almanca okuyan kişiler de bulunuyordu.[245]

Almancadan en fazla sonra ilgi gören dil kursu Fransızcaydı. Seydi Beşir dördüncü esir kampının “S” kısmında Fransızcaya devam eden esir sayısı takriben 30 kişi kadardı. Bu dil kursları uzun süre devam etti. İbrahim Sorguç ve Necmi Eren Fransızca kursuna devam eden esirler arasındaydı. İbrahim Sorguç esaretten Antalya’ya döndüğü vakit, tercümanlık yapacak kadar Fransızca öğrenmişti.[246] Necmi Seren, Fransızca dersini İngilizlerin sürgün ettiği bir Maltalıdan almıştı.[247] Çok iyi eğitim almış, iyi eğitimli bir kişi olmasına rağmen savaşa gitmek için sınavda boş kâğıt veren Mehmed Rauf[248] adında pek çok dil bilen bir asker, esir kamplarında bos durmamış, arkadaşlarına Fransızca ve din dersleri vermişti. Kısa sürede ciddi bir hastalık geçirdiği için Karaman’a gönderildi.[249] I. Dünya Savaşı sarasında yedek subay olarak askerlik görevine başlayan Rıza Eren[250] önce Filistin’e, oradan Kanal Cephesi’ne gönderilmiş ve bu cephede iken İngilizlere esir düşmüştü. Seydi Beşir esir kampında bulunduğu sıralar Kamerzade Hacı Rauf, Öğretmen Ahmed Altınay ve Keklik Ömer Hoca gibi Fransızca öğrenmişti.[251]

İkdam gazetesinde anılarını yazan bir esir kampta Fransızca öğrenmenin ne kadar önemli olduğunu anlatırken kampın şartlarının çok uygun olduğundan da bahsetmektedir. Yazara göre bir defa esaret kampına düşüldükten yani o karanlık, dar, uzun ve sonu belirsiz dehlizlere atıldıktan sonra vaktin kıymetini, beşerin kadrini, mütalaanın lezzetini hakkıyla takdir edenler kendilerine göre faydalı birer meşguliyet bulmadan uzak durmamıştı. Böyle hareketsiz bir hayatta ilk önce hatıra gelecek şey bir konu hakkında araştırma yapma ve yeni bir şeyler öğrenmekti. Esirler esarette buna canı gönülden sarılmış ve bu suretle vakitlerini imkânları ölçüsünde heba etmekten korumaya çalışmış ve gençlerin büyük bir bölümü Fransızca tahsiline ehemmiyet vermişti. Bu lisanı öğretmensiz ilerletmek gücünde olanlar İskenderiye’den gazete satıcısı vasıtasıyla sipariş edip getirtebildikleri kitaplarla sözlükler arasında; öğretmene ihtiyacı olanlar ise arkadaşlarından bu vazifeyi görebileceklerin rehberliği ve yardımı sayesinde günlerinin mühim bir kısmını lisan öğrenmeye ayırmıştı. Karargâhın her kısmında ders verebilecek öğretmenlerin idaresi altında muhtelif dershaneler açıldı. Fransızca öğrenmek kampta bir zaman o kadar yaygın gelmişti ki bir defa dershaneye gidip kaydolmak zorunlu olmuştu. Vaktin fazlalığı ve istekli öğretmenlerin mevcudiyeti, ciddi bir şekilde çalışan esirlere Fransızcayı iyi bir şekilde öğretme imkanı verdi. Esarette bir iki sene çalışmanın semeresi olarak İstanbul’da bazı müesseselerde mütercimlik yapan kişiler çıktı. Bu kendileri için güzel bir semere gayreti ve vaktini boş geçirenler için de hakiki üzüntü sebebi oldu. Fransızca rağbet gençlerle sınırlı olmamıştı. Yaşı dolgun subaylar ve üst rütbeli komutanlar da lisan öğrenmek veya geliştirmek için epeyce zamanlarını sarf ettiler. Özetle esaret birçok esirin Fransızca öğrenmelerine vesile olmuştu.[252]

Esirlerin haliyle İngilizlere karşı bir tepkisi vardı. Bu sebeple esirler arasında İngilizce öğrenmeye rağbet eden pek bulunmadı.[253] Rahmi Apak da esirler arasında İngiliz düşmanlığından dolayı İngilizce öğrenmek isteyen esirlerin pek olmadığını söylemişti.[254] Buna rağmen esirlerin ifadelerinde ve esirler tarafından yazılan hatıratlarda İngilizceye heves eden esirlerin de olduğunu görülmektedir. Seydi Beşir kampında kalan bir esir, ifadesinde İngilizce öğrenmeye 40 kadar kişiyle başladığını fakat heveslerinin çabuk geçtiğini söylemişti.[255]

Fransızcadan başka esirler arasında İngilizceyi öğrenenler olduğunu İkdam gazetesinde isimsiz anılarını yazan esir de söylemektedir. Çanakkale ve ilk Kanal Muharebesi’nde esir düşüp ilk başta Kahire’ye getirilen esir subaylar orada kaldıkları beş altı ay zaman zarfında dışarıya İngiliz nöbetçilerin nezareti altında çıkabilmişlerdi. Bundan istifade ederek esirler arasından birkaç kişi İngilizceyi az çok öğrenmiş ve bilahare bazıları bilgilerini geliştirmişlerdi. Esaret hatırası olarak İngilizceyi öğrenenlerden bazıları esaret sonrası tercümanlık ve mütercimlik yaptılar.[256]

Esirlerin kampın boş alanlarında gezebilecekleri geniş olanları mevcuttu.[257] Buna rağmen esirlerin çoğu vaktini boş geçiriyordu. Kampta izci ve futbolcular da vardı. Seydi Beşir kampında her gün ikindi vaktinde karargâhın kuzeyinde bulunan sahada futbol oynanıyordu. Haftada iki gün de diğer karargâhtaki esirler ile futbol oynanırdı.[258]

Futbol takımları, genç esirlerin kanını sağlam, pazusunu ve bacağını kuvvetli olarak muhafaza eden aktivitelerin başında geliyordu. Hemen her gün öğleden sonra karargâh dâhilindeki meydanda futbolcular talimler yaparak oyunda kendilerini kanıtlamak istiyorlardı. Kampta kazanılan futbol becerisi çok önemliydi. Seydi Beşir esir kampında yer sırf kumdan ibaret olup pek yorucuydu. Futbol ile beraber koşma idmanı da yapılırdı. Karargâhın muhtelif kısımları, kapıların açıldığı günler futbol ve idman müsabakalarına tahsis ediliyordu. Müsabaka meydanın etrafı seyircilerle dolu olurdu. Müsabakalar pek ciddi ve hararetli olduğundan üst rütbedeki kumandanlar da onları seyretmeye gelirdi. Futbol idmanları erler arasında da gerçekleştirildi. Bu kulüplerin sıhhat açısından da gençlere faydası oluyordu. Bayram günleri karargâhlarda öğleden sonra futbol idman kulüplerinin ve musiki heyetlerinin birleşmesiyle tertip edilen müsamereler muhteşem bir görüntü oluşturuyordu. Almanlar ile Türkler arasında da sık sık müsabakalar düzenlenirdi.[259]

Esirlerin arasında yağlı boya resim yapan çok önemli sanat erbabı da bulunuyordu. Seydi Beşir kampında iki üç esir vardı ki fırçalarından çıkan eserler pek mükemmeldi. Onların yaptıklarını görmek için odalarına hücum eden pek çok esir çıkmıştı. Futbol ve idman müsabakası birinciliği kazananlara mükâfat olarak verilen bu tablolar büyük bir sevinçle alınıp saklanırdı. Yağlı boya resim dışında sulu boya resimle uğraşan esirler de vardı.[260]

Esirlerin kamplarda yaptıkları bunlarla sınırlı değildi. Koğuşların orta yerinde çamurdan taban yapılmış ve üzeri de çeşitli boyalarla boyanmıştı. Kireç ve alçıdan Çanakkale Boğazı’nın kabartması yapılarak 18 Mart saldırısı canlandırılmıştı. Yapılan canlandırmada toplar ateş diyor, komutanlar dürbünle gözetliyor, düşmanın savaş gemileri yan yatıyordu. Bazıları da tepe taklak devrilmişti. Bu yapılanlar da İngilizlerin ilgisini çekti. Ayrıca bazı koğuşlarda havuz yapılmış su rengi içinde balıklar tasvir edilmişti. Tüm bu yapılanlar da eldeki kısıtlı araç gereçlerle gerçekleştirildi.[261]

Esaretin ortaya çıkardığı ihtiyaçlardan birisi de fotoğrafçılıktı. Seydi Beşir kampında başlangıçta yalnız bir yedek subay bu sanata vakıftı ve herkes resmini çektirmek için ona başvuruyordu. Daha sonra başka esirler de bu işe girdi. Esarette tek başına ve birlikte birçok esir fotoğraf çektirmiş, o ibret verici günlerin acı bir hatırası olarak büyük bir dikkatle saklamıştı. Bu fotoğraflar sayesinde esaretteki esirlerin hali, tel örgü muhiti, gazino, bayram toplantıları, futbol, musiki ve sair törenler günümüze kadar ulaştı.[262]

Seydi Beşir esir kampında sosyal faaliyetler arasında sinema izlemek mümkündü. Haziran 1918’de tüm karargâh için bir sinema makinesi temin edilmişti. Makinenin elektrik motoru veya başka parçaları ara sıra çalışmıyor denilerek esirlerin kullanılmasına izin verilmese de esirlerin boş zamanlarını değerlendirmelerinde de önemli bir eğlence aracı olmuştu.[263] Bu amaçla kampın B bloğunda bir çadır, tahtalar konularak sinema haline getirildi. Bu sinemada seri halinde haftalarca süren macera filmleri gösterildi. Esirlerin en çok sevdiği aktör Castro rolünde Warner Oland’dı. Macera filmlerin yanı sıra duygusal filmler de oynatılmıştı. Esirler filmlerde oynayan kadın ve erkek sanatçıların fotoğraflarını ceplerinde taşıyordu. Filmler İngilizce altyazı ile gösterilmekte olup iyi derece İngilizce bilen bir esir yüksek sesle Türkçeye çeviriyordu.[264]

Bazı esirler de kampta boş vakitlerini başka türlü değerlendirmiş ve çeşitli renkli boncuklardan yılan, kaplumbağa, yengeç gibi el işleri örüp İngilizlere satmışlardı. Medrese mezunu bazı mutaassıp esirler ise bunlara günah deyip vazgeçirmeye çalıştı.[265] Mısır Hava Birliklerinden Avustralyalı bir subayın, Türk esirlerin sanatla ilgili önemli bir hatırası basına yansımıştı. Kahire’deki Türk esirlerin arasında boncuk işlemede yeteneği olan bir adam, bir kobranın tam kopyasını çıkarmıştı. Avustralyalı subay bir tane de kendi akrabalarına göndermek için Türk esirine aynısını yaptırmıştı.[266]

Esir subaylar arasında değişik meslek ve sanat dallarından anlayanların açtığı kurslar arasında el sanatlarına yönelik olanlar da vardı. Yapacak bir şeyi olmayan esirler arzu ettiği kurslara devam ediyordu.[267] Sanat tahsili hususunda zaman harcanmış ise de kamp yönetimince bazı mahsurlar görüldüğünden önemli bir başarı sağlanamadı.[268]

Subaylar kendi aralarında kampta bir kütüphane kurmak istemişler ve bunu kamp komutanına söylemek için Ermeni tercüman ile komutanın yanına çıkmışlar ve durumu bildirmişlerdi. Kamp komutanı ilk önce Türkler ne anlar kütüphaneden diyerek reddetmiş, esirlerin ısrarını görünce kabul etmek zorunda kalmış ve kütüphane işlemeye başlamıştı. Artık subaylar, birbirleri ile sohbet edebilecekleri bir yere kavuşmuştu.[269]

Ubeydullah Efendi’nin hatıratında anlattığına göre Seydi Beşir karargâhları arasındaki tel örgüler arasında bir sokak vardı ve bu bölüme her gün Arapça, Farsça, İngilizce, Mısır ve İskenderiye gazeteleri gelirdi. İsteyen esirler istedikleri kitabı kampa getirtebiliyordu. Gazetelerin önemli haberleriyle ajans telgrafları her gün düzenli olarak Türkçeye çevrilir, kulüp duvarına asılır ve esirler bu şekilde haberleri öğrenirdi.[270]

Esarette yemekten, sigaradan, kahveden, paradan, her şeyden daha kıymetli olan şey gazetelerdi. Esirler karargâha ilk geldiklerinde yalnız İskenderiye’de çıkan bir Fransızca gazete ile Kahire’de yayınlanan birkaç Arapça gazetenin kampa girmesine müsaade edilmişti. Dil bilen esirler bu gazeteleri kapıya kadar getiren görevlilerden alarak okurlar ve en mühim haberleri arkadaşlarına söylerlerdi. Görevli karargâha yaklaşırken ‘gazete’ diye bağırmasını işiten okuyucuların nasıl bir acelecilikle koşarak görevlinin elinden gazeteleri kaptıklarını seyretmek bazı esirler için eğlenceliydi. Bütün bu okuyucular gazetelerini okumak üzerine sabredip odalarına gidemiyorlardı. Tek kolda gözleri yazılara sabitlenmiş bir halde karıncavari adımlarla pavyonlara doğru geliyorlardı. Haber almak üzere gelenler de onların sağ ve sol taraflarını çevirmiş bulunuyordu. Gazetelerin sabah ilk kampa gelişi esirlerin ruh hali üzerinde önemli bir etki gösteriyordu. Kamplarda günlerini geçirmiş bir esir esaret sonrası İkdam gazetesinde, gazetenin esirler için ne ifade ettiğini şöyle ifade etmişti:

“İlk defa gözümüzü açtığımızda bize o sevimli saf, çehre-i ihtişamını (Muhteşem çehresini) gösteren, sahavetimizdeki (çocukluğumuzdaki) kaygısız ve endişesiz günlerimizde bizi sine-i şefkatine basıp barındıran, bilahare yavaş yavaş muhtelif düşünce ve emellerimizin muhd-i feyzasını teşkil eden (nurlu muhitini oluşturan), en sonra da kendisi için ulu bir vazife olarak kan ve canımızı dest-i kadere (kaderin eline) terk ederken bize o yaralı fakat ulvi ruhuyla ..................................................  muazzez

yurdumuz hakkında münteşir (yayınlanan) sabah haberleri her şeyden tekaddüm eden (öncelikli) bir ihtiyac-ı müdhiş idi (müthiş bir ihtiyaçtı). [271]

İkdam gazetesinde isimsiz yazılan hatıratta anlatıldığına göre esaret günleri uzadıkça insan ruhunun kararsızlığı ve asabiyeti daha da artmıştı. Esirlerin yüzlerine tabiatıyla bir ağırbaşlılık ve vakar gelmişti. Tabidir ki vatan arzusu o nispette fazlalaşmış ve sonuçta gazete okuma merakı iki misline çıkmıştı. Her geçen gün sürekli ve düzenli haber almak ihtiyacı artmaktaydı. Yavaş yavaş karargâhın mevcudu arttıkça yapılan toplantılarda bir teşebbüs olmak üzere açılan gazinoya gazete haberlerinin tercüme edilip astırılması fikri ortaya sürüldü. Bu hususta lisan bilen esirler bu işi gönüllü kabul etmişti. Kararın verilmesi ile birlikte matbuatın tercüme edilen haberleri her sabah gazinoya getirilerek asılmış ve esirlerin okumaları için dikkatlerine sunulmuştu.[272]

Gittikçe tercüme heyeti güçlendirmiş, haberleri düzenli olarak ve hızlı bir biçimde esirlere sunmaya muvaffak olunmuştu. İlk başta yalnız yerel gazeteler kampa gelirken daha sonra ‘Tan ve Times’ gibi Avrupa’nın en mühim basın organları da düzenli bir şekilde getirildi. Artık bir Fransızca, bir İngilizce ve bir Arapça mütercimi, her sabah gazetelerin kampa gelmesinin ardından kâtip vazifesi gören birçok esirle birlikte masaları başına geçerek günlük haberleri büyük bir ehemmiyet ve ciddiyet dairesinde ve de son derece süratli bir surette Türkçeye çevirirlerdi.[273]

Haberlerin tercümeden bahsedilince akla gelen ilk konu tercümelerdeki sansür meselesidir. Yazar haberlerin tercümesinde bir engelleme olup olmadığına ve esirlere bu konuda tam bir özgürlük verilip verilmediğine anılarda ayrıca değinmişti.

Yazar bu konuda kesin konuşmuş ve sansürün olmadığını belirtmişti. Kampa girişine müsaade edilen gazetelerden esirler istediği haberi tercüme ve neşirde tamamıyla serbestti. Bu hususta küçük bir müdahale ve kayıt mevcut değildi. O zamanlar en çok Rus İnkılâbı haberleri gündemi oluşturuyordu. Bu münasebetle gerek Rusya’da vuku bulan büyük sosyal ve siyasi gelişmeler ve gerek bu gelişmelerin Fransa ve İngiltere’de meydana getirdiği Tan ve Times gazetelerinin kaydettiği tesirler iri harflerle ve dikkat çekici bir şekilde aynen haber olarak duvar gazetelerine yansımıştı. Kampta bu dönemde gazetecilikten kasıt tercümeye ile sınırla olup ayrıca hiçbir mütalaa ve fikir yazılmadı.[274]

Mısır’da yayınlanan El-Mukattam, Ve’l Ahbar ve El-Efkâr gazeteleri kamplara getirilip tercümanlar sayesinde Türkçeye çevrilerek Mısır’da ve Anadolu’da gerçekleşen Mustafa Kemal’in başlattığı Millî Mücadele ve Kuva-i Milliye hareketi hakkında müspet makaleler esirlere okunmuştu. Mısır basınında Anadolu Hareketi’nden olumlu bir şekilde bahsedilmişti. Ayrıca Mısır’da İngilizlere karşı gerçekleşen bağımsızlık mücadelesi de gazetelere yansımıştı. Bu tür yazılar Araplar veya Arapça bilenler tarafından Türkçeye çevrilerek esirlere dağıtılmıştı.[275]

Necmi Seren’in bulunduğu kampın bitişiğindeki kampta tercümeyle ilgili bir adet vardı. Fransızca gelen gazete Türkçeye çevrilip gazinolara asılırdı. Necmi Seren’in değimi ile ayak takımı ise bu haberleri okumak için kamp kamp dolaşıyordu. Haber bülteni hangi kampa daha önce asılırsa o kampın gazinosu daha kalabalık olurdu. Bu konuda kamplar arasında ciddi rekabet vardı. A kampında bu işi yapanlar eve gönderilince iş Necmi Seren’e kalmıştı. Yaptığı bu işten büyük bir mutluluk duymuştu .[276]

Esaret sonrası geri dönen bir esirin verdiği ifadeye göre ise 1918 ortasına kadar karargâha El-Maktum ile Labour Egyptienne’den başka ne gazete ve ne de fennî veya içtimai derginin gelmesine müsaade edilmişti.[277]

Kampta ara sıra Türkçe gazete de okunuyordu. Esaretin son zamanlarına doğru İkdam gazetesi de kampa gelmişti. Fransızca kursuna giden esirler Fransızca gazeteleri okuyabilecek seviyeye gelmişti. Esirler La Bourge gazetesinden Türkiye’de ve dünyada neler oluyor takip edebiliyordu. Anadolu Hareketi ve İstanbul Hükûmeti arasındaki mücadele esirler tarafından kampta tartışılmaktaydı.1069 [278] Damat Ferid Paşa’nın esirler için milletten 1,5 milyon lira alacağını söylemesi kampta bir diğer gündem konusu oldu. Kabine değişikliği sonrası Talat Paşa ve Damat Ferid Paşa’ya memleketi düşürdüğü haller yüzünden ağır hakaret edilmekteydi. Yeni Hükûmet Ali Rıza Paşa tarafından kurulmuştu. Anadolu Hareketine daha ılımlı bakan bir kabinenin kurulması az da olsa kampta sevince yol açtı. Bunlardan başka memleketin durumu hakkında gelen haberler özellikle İzmir’in işgali söylentisi ve ardından işgali esirleri çok üzdü.[279]

Seydi Beşir kampında tüm esirlerin karargâhlar içinde geçirdikleri hayat şartları hemen birbirinin aynıydı. Hiçbir meşguliyeti olmayan, sosyal, kültür ve spor faaliyetlerine katılmayan esirler için yapılacak tek iş arkadaşları ile memleket meseleleri konuşmaktadı. Sabahleyin kahvaltıdan sonra bir kısım askerler duşa, bir kısım askerler de deniz banyosuna gitmek için ayrılırdı. Öğleden sonra ise esirler için diğer karargâhlardan gelen subay arkadaşlarıyla hasbıhâlden ve futbol oyunu ile lisan öğrenmeden ibaretti.[280]

Erlerin hayatı kampta tüm zorluklarına rağmen zaman zaman eğlence içinde geçmişti. Türküler, şarkılar, maniler, destanlar okuyan erler olurdu. Ayrıca esirlerden kimisi başlarından geçeni, kimisi masal, öykü anlatırdı. Kimisi de hayat hikâyesinden, avdan, güreşten bahsederek günlerini geçirirdi.[281]

Kampta esirlerin kendi arasında tartıştıkları tek konu kendi ülkeleri olmamıştır. Mısır’da meydana gelen ihtilal esirlerin konuştuğu konulardan birisi olmuştu. Esirler arasında konuşulan bir diğer konu da Türkiye’deki siyasi gelişmeler ve döndükleri takdirde cepheye gönderilip gönderilmeyecekleriydi.[282]

Maadi kampında oyun ve eğlenceler bakımından esirlerin hoşlandığı en önemli eğlence, güreşti. Kâğıt ve dominoyu da zevkle oynamışlardı. Futbol oynamaları teklif edildiyse de bu oyuna ilgi duyulmadı. Aralarından bazıları, büyük bir ustalıkla mandolin, gitar, ud, tanbur gibi müzik aletleri yapmıştı. Oyunlar için olmak üzere tüm materyaller İngiliz yetkililerce ücretsiz olarak verildi. Kamp komutanlığınca gramofon da satın alındı. Sanatkâr esirler renkli boncuklardan para çantası, el çantası, kese, kolye, yılan gibi eşya yapmış, bunların bir kısmı Kahire’de satılmıştı. 1.200 esirin bulunduğu bir bölümde bu tür eşyanın satışından 15 günde 2.500 Fransız Frankı gelir elde edildi. Esirlerin kampta spor yapmaları da mümkündü. Barakaları çevreleyen boş alanlarda gezinti yapmaları da serbestti.[283]

Mısır’daki Amerikan diplomatik temsilcileri tarafından 1915’de Maadi kampını ziyaret sonrası hazırlanan rapora göre kampta kalan esirler kendi milletlerine özgü olarak sazlar ve sazendeler tedarik etmişler ve eğlenceler tertip ederek zamanı hoş geçirmemişlerdi. Sazlar Mısır’da bulunan dostları tarafından esirlere hediye edilmişti. Esirlere her gün okumaları için gazeteler veriliyordu. Esirler büyük koğuşta eğlenceler düzenlerler ve iskambil oynarlardı. Esirlerin bazıları taş oynamakla bazıları da sigara içmekle vakit geçirmekteydiler.[284]

İngilizler Bilbeis kampında doğrama ve mobilya, el işi, boncuktan örülmüş kadın çantası, akrepli yılanlı gibi el işleri ile uğraşan zanaatkâr esirleri 7. tel örgüde topladılar. Ayda bir vagon dolusu el işi Londra’ya yollandı. Ayrıca esir kampını düzenlemek için yine esirler arasından boyacı sıvacı ve ressam aranmıştı. Hidayet Özkök bu mesleğin ustasını olduğunu söylemiş ve yanına bu işlerden anlayan 8 kişi alarak İngiliz yetkililere müracaat etmişti. Esirlerin bulunduğu tel örgülerin zemini ince kumdu. Esir karargâhının etrafı meşale gibi karpit (asetilen gazı çıkarmakta kullanılan, karbonla kalsiyum birleşiği madde) lambaları ile aydınlatılıyordu. Kampın düzenlenmesinde yanmış karpitler kireç halinde harç yapımında kullanıldı. Hidayet Özkök’e yardım edenlerden birisi Eskişehirli telsiz muharebe memuru Saim Efendi’ydi. Bu kişi güzel oymacılık biliyordu. Esirlere kampı düzenlemek için kalem, fırça ve 18 farklı renkte ressam boyası verilmişti. Bu aletler ile heykeller, armalar ve halı desenleri, tren katarları, gibi düzenlemeler yapıldı. Bu kişilerin ayrıca kendilerine özel bir çadırı bulunuyordu. Ayrıca angarya yaptırılmıyordu. Bu esirlerin ekmek tayını de çift olarak çıkmıştı. 75 kuruş maaş verildi. Maaş nakit olarak verilir, aybaşında kantinde bedeli kadar istedikleri şeyleri alabilirlerdi. Esirlerin hünerleri bu kadar olmayıp görülmemiş beceriler sergilediler Mutfağa verilen odunlardan bağlama, keman, ud gibi müzik aletleri yaptılar ve eğlenceler düzenlediler. Bu çalgılar için de demircilere oyma kalemleri yaptırıldı. İngilizler bu yetenekli esirler karşısında hayran kalmış, dışarı çıkamayan esirlerin bu hünerlerini nasıl gösterdiklerini sorgulamışlardı.[285]

Kamplarda güreş müsabakaları düzenlenmişti. Pehlivanlar kampta güreşirler ve İngilizler bu müsabakaları izlerlerdi. İzmirli tiyatrocu Nevzat adındaki genç herkesin ilgisini çeken tiyatrolar düzenledi. Bu gösterileri de Türklerden çok İngilizler izlemeye gelirdi. Tiyatro için gereken malzemeler İngiliz tarafından temin edildi.[286]

Heliapolis kampında esirlere spor için barakalar arasında boş bırakılan alanlar vardı. Burası gezinti için yeterli görülmüştü. Gezinti için ayrılan saatler içerisinde gezintiye hiçbir kısıtlama getirilmedi. Kampta müzik ve şarkıya izin vardı. Esirler kampta ud ve keman gibi müzik aletleri imal ettiler.[287]

Heliapolis kampında bulunan askerler genelde yüksek okul mezunu kişilerdi. Kamp bir yüksek okul gibi şubelere ayrıldı ve askerler felsefe, hukuk, İngilizce, Fransızca, Almanca, Musiki gibi derslere çalıştılar. Kampta Alman subaylarının iştirak ettiği esirler arasından 45 kişilik bir temsil heyeti seçilmiş, haftada iki defa tarihi ve dram üzerine müsamere verilmişti. Müsamere günü kampta bulunan tüm esirler davet ediliyor ve müsamereyi seyretmek üzere kampa geliyorlardı. Ayrıca İngiliz subayları da bu müsamereleri izlemiş ve hayran kalmıştı. Örneğin 1919 yılı Kurban Bayramı birinci günü kampta düzenlenen müsamere esir karargâh komutanı İngiliz Kurmay Binbaşı iştirak etmişti. Yalnız kendi katıldığı programda Selahattin Eyyubi’nin Haçlılara karşı savaşının gösterimini istememişti Kendisinin katılmadığı başka bir programda temsiline ise onay verdi. Bayramın birinci günü programa tüm kamplardan yirmi kadar İngiliz subayı ile çavuş, onbaşı ve erler katıldı. Selahattin

Eyyubi’nin yerine bu defa Fatih’in İstanbul’u almasına dair müsamere gösterilmişti. Tüm subay ve programa katılanlar gösterilen oyundan memnun kaldı.[288]

Ras El-Tin kampında da esirler aralarında müzik grubu oluşturulmuş, tiyatro etkinlikleri düzenlemişti. Bu etkinlik için sahne hazırlanmıştı. Her akşam bir etkinlik düzenleniyordu. Kampta piyano ve org bulunmaktaydı. Ayrıca savaştan önce Kahire’de bulunan bir fotoğrafçı kampın fotoğraf işlerini yürütmüştü.[289]

Bu kampta eksersiz ve spor, barakalar ve çadırlar arasında kalan bölümlerde yapılabiliyordu. Esirler için eğlenecek, futbol oynayacak veya yürüyüş yapacak alan mevcuttu. Bir tenis alanı da vardı. Bunu Osmanlılardan çok Avusturyalı ve Almanlar kullanabiliyordu. Kampta skittles çok popüler bir oyundu. Eskrim dersi İngiliz subaylar tarafından öğretildi. Jimnastik dersleri de tüm diğer sporlar gibi isteğe bağlı olarak verildi. Kampta eşek yarışı, jimnastik müsabakaları gibi atletizm müsabakaları düzenlenmiş ve ödül verilmişti.[290]

Tel El-Kebir kampında da esirler boş geçen günlerini değerlendirmek için kampta cami, fıskiye, tiyatro, bando ve güreş organizasyonları yapmaya karar vermişlerdi. Kampta iki adet fıskiye yapıldı. İstanbullular tarafından tiyatro tertip edilmiş ve ayrıca esirlerin parasıyla Celal Bey tarafından Mısır’dan 18 parça bando takımı getirilmişti. Haftada bir gün tiyatro oynuyor ve Pazar günleri de tüm kamptan yani 35.000 esir arasından seçme pehlivanlar getirilerek güreşler yapılıyordu. Tiyatro ve güreş organizasyonlarına İngiliz yetkililer de katıldı. Ayrıca kampta futbol oynayan esirler de mevcuttu. Kamp komutanı esirler arasından 500 kişiyi seçerek bunlara elbise, potin ve dolak (tozluk yerine bacaklara ayak bileğinden dize kadar dolanan ensiz ve uzun kumaş parçası) verip idman ve talim yapmalarını istemişti. Birkaç gün sonra kamp komutanı bando, marş çalarken takım veya manga kolunda esirlere resmigeçit yaptırmış ve memnun kalmıştı. Bu tür sosyal faaliyetler her kampta aynı düzende gerçekleşmiyordu.[291]

Filistin Cephesi’nde esir düşen Ahmed Ercan Tel El-Kebir kampında esirler arasında akşamları eğlenceler düzenlendiğinden bahsetmişti. Bir kişi yemek tabağını darbuka gibi çalarken diğeri burnunu tutarak gırnata (klarnet) taklidi yapıyor, bir başkası da bulduğu bir fistanla orta yerde oynuyordu. Ayrıca tiyatrolar oynanmış ve kerpiçten heykeller de yapılmıştı. Bu tür faaliyetlerini çekemeyen ve karşı olan esirler de çıkıyordu. Yahak diye hitap edilen bir kişi de bazen geceleri kalkıp “Ya Hak diye Ya ibad-ı Müslimin” diye bağırıyordu. Bu kişi bir gece tiyatro oynanan yere girmiş ve her yeri dağıttığı gibi bütün heykelleri de kırmıştı. O günden sonra bir daha ne tiyatro oynanmış ve de heykel yapılmıştı.[292]

Kahire Kalesi kampında esirlerin eğitimi için bir okul açılmıştı. 12 yaşına kadar bütün erkek ve kız çocukları bu okula gitmek zorundaydı. Bir kadın öğretmen, onlara Türkçe ve Arapça öğretmişti. Ayrıca bu çocuklara her gün yarım saat İngilizce dersi verildi. Kültürel faaliyetler açısından kadınlar eğlence için bir istekte bulunmadı. Günlerini sohbet etmekle ve sigara içmekle geçirdiler. Kampa müzik dinlemek için de bir gramofon getirildi.[293]

Salihiye karargâhının etrafı kumlarla kaplı olduğundan çadırların sağ ve sol taraflarında kumdan yapılmış birçok değişik heykellerin yanı sıra çeşitli binalar, pek çok farklı hayvan resimleri ve heykelleri yapılmıştı. İsteyen esir yumuşak kumları su ile çamur haline getirebilir, isterse bir buçuk metre yüksekliğinde bu kum çamurundan istediği şekli meydana getirebilirdi. Ayrıca çadırların etrafı çiçek bahçeleri, hayvanat bahçesi, top, tüfek, asker ve komutanların resim ve heykelleriyle çevriliydi. Bununla beraber esirler tarafından alüminyum mataralardan başka birçok tütün tabakaları, arma vesaire yapılmıştı. Boncuklardan işleme birçok iş de yapıldı Türk esirlerinin bu yetenek ve becerilerine İngiliz askerleri hayret içinde izlediler. Kamp esir kampı değil bir çeşit güzel sanatlar okuluna dönüşmüştü.[294]

Tura esir kampında önemli bir şahsiyet olan ve Albay Ragıp Bey’in emriyle subay koğuşunun sorumlusu yapılan Binbaşı Mehmed Arif (Seyhun) kampta eğitim faaliyetleri kapsamında coğrafya dersleri verdi.[295]

3.2.3                       Hindistan ve Burma Esir Kamplarında Türk Esirlerin Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler

Türk subayların kamplardaki davranış ve tutumu İngiliz yönetimince her zaman takdirle karşılandı. Ailelerinden haber alamayan subayların pek çoğu tüm dert ve sıkıntılarını unutabilmek amacıyla günlerini faydalı işler yapmaya çalışarak boş geçirmemeye gayret ettiler. Subaylar politik olarak bölünmüş durumdaydı. Uzun süren esaret süresinde moralleri yüksek tutmak çok zordu. Uzun bir tutsaklığın getirdiği depresyon bozukluklarına karşı tepki vermekte zorlandılar. Subaylar açısında eksik olan şey beraber kaldıkları rütbesiz askerler ile pek ilgilenmemeleriydi. Subaylar genelde kamplarda inzivaya çekilmiş ve kendilerini erlerden tecrit etmişti. Bunda esirlerin esaret psikolojisiyle subayların emirlerini dinlememeleri de etkili oldu. Özellikle kampta açılan sosyal aktiveleri desteklemeleri, açılan kurslara ilgi göstermeleri, askerlerin katıldıkları oyunlara iştirak etmeleri, konferanslara, toplantılara ve derslere destek vermesi gerekirken burada geri kaldılar.[296]

Kızılay heyeti Sumerpur kampında kalan Türk esirlerin durumunu anlatırken aynı zamanda esirlerin sefil durumu da dikkat çekmişlerdi. Türkleri kötü kaliteli üniformalar giymiş, günlerini boş boş geçiren erkekler olarak tarif ettiler. Yemek zamanlarında, mutfak ve yemekhanelerin etrafına insanlar üşüşünce biraz hareketlilik gözlenmekteydi. Her kulübenin etrafında bulunan verandalarda oturan esirler, zar oyunları veya domino oynamakta ya da Türk kahvesi içip sohbet etmekteydiler. Tartışma konuları genellikle İngilizce gazetelerdeki haberler, politika veya kamp dedikodularıydı. Türkler, iyi organize olamamış gruplara bölünmüştü.[297]

Kamplarda yapılan aktivitelere İngiliz yetkililer tarafından bir engel konulmadı. Sumerpur kampında her türlü oyuna izin verildi. Doğulular tavla, domino ve kâğıt oyunlarını spora tercih ettiler. Esirlerin çoğunun okuma yazması yoktu. Sivillerden daha iyi eğitimli esirler, diğerleri için Kuran ve gazete okuyorlardı.[298]

Bellary kampında sosyal aktiviteler Türk esir sayısının fazla olması sebebiyle daha fazla ve etkili olmuştu. Bazı eğitimli subaylar kendilerine verilen günlük İngilizce gazeteleri ve resimli haftalık dergileri okuyorlardı. Kısa süre içinde Türkçeye çevrilen Mısır gazetelerinin de kampa geleceği söylenmişti. Bazı esirler Türkçe kitaplar istediler. Müzik ve şarkı söylemeye izin verilmişti. Domino, dama ve satranç en popüler oyunlardı. Kamp komutanı futbol için bir saha hazırlamış fakat pek ilgi olmamıştı.[299]

Bellary kampında iki subay pavyonu arasındaki meydanlıkta birkaç adet jimnastik aleti bulunmaktaydı. Burada sabah ve akşam serinliğinde 5-10 subay burada spor yaparlardı. 10-15 subay da çeşitli türde saz ve çalgı aletini ile orada eğlenirlerdi. İlk zamanlarda iskambil kâğıdı ve tavla gibi oyunların yanı sıra, kumar oynayanlar görüldü.[300]

Esaretin ilk günlerinde karargâh komutanlarının, subayların ve hastane doktorlarının bir kısmı, günlük ve haftalık çeşitli gazeteleri esirlere verirlerdi. Bu uygulama esaret süresince de kısmen devam etti. Esaretin son döneminde karargâh komutanı 15 günlük Madras Meil gazetesinin esir kamplarına girmesine onay verdi. Yerine geçen son karargâh komutanı 4-5 ay süreyle gazeteyi verdikten sonra erlere haber sızdırıldığını bahane ederek gazeteyi ya sansür ederek gönderdi ya da hiç göndermedi. Tercümanlar ise Türklere olan düşmanlığıyla Ermeni gazetelerinden aktardıkları haberleri aktarırlardı. İstanbul’un işgal durumunu, ülkenin zor günlerini gösteren haberleri gazetelerden alarak kamplara iletirlerdi. Daha sonraları gazetelerin kampa girmesiyle haberler doğru bir şekilde alınabildi.[301]

Kampta boş vakti çok olan esirler boş vakitlerini dedikodu ile geçirmek yerine daha faydalı işler ile uğraşarak geçirdiler. Esirlerin bir kısmı Fransızca çalışmayı münasip görmüştü. Esirler arasında en yaşlı ve olgun olanı İstanbul

Üniversitesinin eski müdürlerinden İstihkâm Yedek Subayı Fethi Bey’ydi. Kendisi Galatasaray Sultanisi mezunu ve Sanayi-i Nefise Mimarlık bölümü son sınıfındaydı. Fırat Cephesi’nde esir edilen Pertevniyal Lisesi eski müdürlerinden Sorbonne Felsefe Bölümünden Hüsnü Bey de buradaydı. Boş vakitlerini değerlendirmeye başlayan esirler Fransızca öğrenmeye karar vermiş ve bir sene içinde Jean Richepin’in Miarka, Tolstoy’un Füme’si gibi romanları anlar seviyeye gelmişti.[302]

Esirler kendi aralarında günlük hayatı eğlenceli hale getirmeye çalıştı. Kemani Ömer’in subaylardan talebeleri vardı. Ud öğrenmek isteyenlere Avni Bey ders veriyor ve şarkılar söyleniyordu. Ayrıca saz öğrenenler de eksik değildi. Ud, saz gibi enstrümanlar zanaatkârlar tarafından yapılıyor, keman gibi çalgılar da Kerim ve Memduh mağazalarından temin ediliyordu. Subaylar arasında Neşet Bey’in notasıyla mandolin çalanlar oluyor, Razi Bey de kendisinin bambu kamışından yaptığı nısfiyesini üflüyordu. Bazen kampın sahnesinde esirler konserler veriyor, Şair Faruk ve Şükrü Bey’in yazdığı eserler istekli bazı gençler tarafından temsil ediliyordu. Bitmek bilmeyen esaret günlerinin yükünü biraz olsun azaltmak için girişilen bu teşebbüsler esirlere çok yardım ediyordu.[303]

Muhiddin Bey, kampta Fransızca kursundan sonra Bakkal Kerim aracılığıyla Grown Rcuder’in birkaç cildini ve Grossel’in İngilizce-Fransızca sözlüğünü getirtmişti. Kursun başlangıcında İran’dan göç eden Kıbrıslı ve Bahai reislerinden Suphi Ezel’in torunlarından tercüman Celal Bey’den dersler almıştı.[304]

Eski esirlerden Binbaşı Celal Bey İngilizceye çok vakıftı ve Madras’ta çıkan ve kampa gönderilen Madras Times adlı gazeteden Osmanlı Devleti’ne ait haberleri çeviriyordu. Ajans başlığı altında el yazısı ile esirler memleketlerinde neler olduğunu öğrenebiliyordu. Bu iş için hiçbir ücret alınmadı.[305]

Esirlere verilen maaşlar, Hint parasının ve sterlinin değer kaybı veya yükselmesi sebebiyle değişkenlik göstermekteydi. Esirler bu durumda sigara içmeye ara veriyorlar ve sigaranın zararlarından bahsederek birbirlerine tavsiyelerde bulunuyorlardı. Maaşları arttığı zamanlarda ise “Esaret günlerinde sigara içemeyelim de ne yapalım.” diyerek sigaraya tekrar başlıyorlardı.[306]

Kamp üst düzey bir general tarafından teftiş edildiği sırada esirlerden Celal, Hüsnü ve Yusuf Adil Beyler kampın ihtiyaçlarına yönelik Fransızca bir liste hazırlamışlar ve teftiş sırasında generale sunmuşlardı. Kısa bir süre sonra her gün iki üç saat esirlerin Bellary’ye gitmesine ya da kamp etrafında gezinti yapmalarına izin verildi. Bellary’ye giden esirler değişik ihtiyaçlarını karşılamışlar ve gidip gelirken de yüksek tropikal ağaçlarda hünerlerini gösteren maymunları izleyerek eğlenmişlerdi.[307]

Kampta Muhiddin Bey’in gözlemlerine göre çok sayıda Kayserili ve Niğde Fertekli esir bulunuyordu. Sığır etini ucuz bulan Kayserililer özellikle çemen olmak üzere gerekli baharatları da bularak pastırma yapmayı başardılar. Fertekliler ise yeterli miktarda muz satın almışlar, bundan cibre hazırlamışlardı. İlkel vasıtalarla imbik meydana getirmişler ve muz rakısı içmişlerdi.[308] Zor şartlar altında ilkel şartlarda yapılmış içkiyi içmek zorunda kalan esirler, askeri kalede büyük bir eğlence yapan İngiliz askerlere, sırtlarında içki taşımak zorunda kalmışlardı.[309]

Askerler müzikli eğlence düzenleyecekleri zaman hangi pavyon önünde olacağını duvarlara astıkları ilanla bildiriyorlardı. Akşamdan başlayarak gece yarılarına kadar eğlenceler sürmekteydi. Burada aşırıya kaçmamak için komutanlar tarafından özellikle askerler ikaz ediliyordu. Bazen de mektep yararına kurslar düzenlenirdi. 15 Ocak 1920 günü mektep yararına bir toplantı düzenlenmiş, askerlerin karyolaları oturma düzenine sokulmuş ve birinci sınıf yer 3, ikinci sınıf yer 2, üçüncü sınıf yer 1 kuruşa satılmıştı. Çay ve kahveler 20 paraya verildi. Akşam ince saz takımı ile başlamış ardından oyunlar ile devam etmişti. Aydınlılar zeybek gösterileri ve kadın taklitleri yapmışlardı. Oyunlar arasında ince saz tekrar sahne almış, hanendeler şarkı ve gazeller okumuştu. Bu eğlenceyi İngiliz, Türk, Hintli subaylar ile İngiliz erleri izlemiş ve bazı oyunlara da iştirak etmişlerdi.[310]

Tel örgü içinde esnaftan, maaş alanlardan ve paralı askerlerden para toplanmakta, bu parayla mevlitler okutulmakta ve hocalara yardım yapılmaktaydı.

Bu tür hayır işlerini öncelikle çavuşlar organize ediyordu. 5 Mart günü Çanakkale Muharebesi’nin yıl dönümünde şehitler için mevlit okunmuş, bunun için önceden bir namazgâh yapılmıştı. Ayrıca gündüzden şerbetler hazırlanmış ve herkes kendi parasıyla lamba feneri almıştı. Toplamda 250 lamba feneri ile ortalık mevlidin sona erdiği sabah 04.00’e kadar aydınlık hale getirilmişti. Yatsı namazından sonra okunan mevlide Kazan, Bosna ve Hersek, Rumeli, Mısır, Anadolu, Arabistan, Kafkasya, İran, Afganistan, Türkistan, Hindistan, Tunus, Trablusgarp, Çin’den; Türk, Tatar, Arap, Kürt, Gürcü, Laz, Çerkez, Arnavut, Boşnak, Burma, Moğol Müslümanlar katılmış ve Çanakkale’de şehit düşen askerlere dua edilmişti. Tüm program İngilizler tarafından da izlenmişti.[311]

Subayların teli ile askerlerin teli arasında bir araba yolu mesafe vardı ve buradan geçmek yasaktı. Her 40-50 metrede bir Hintli asker nöbet bekliyor buna rağmen gecenin karanlığından faydalanarak iki kat tel örgüden subayların teline geçenler oluyordu. Kampa günde bir İngiliz gazetesi geliyor ve İngilizce bilenler tarafından tercüme ediliyordu. Çevrilen ajanslar alınıp tekrar aynı yoldan askerlerin teline dönülüyordu. Böylece askerler memleketlerinde ve dünyada olan olaylardan haberleri oluyordu. Mart 1915’de bu gazetelerden birisinde İngiliz muhabirinin Sultan Vahdettin ile mülakatı yer almıştı. Vahdettin’e sorulan sorulardan birisi İngiliz esirlerinin aç bırakıldığı ve elbise verilmediğiydi. Vahdettin bu durumu kabul ederek kendi askerlerinin cephede açlıktan kırıldığını ve İngiliz esirlere verilecek elbiselerin olmadığını itiraf etmişti.[312]

Kampta her asker becerisine göre bir iş yapıyordu. Esirler bakkal, kebapçı, turşucu, köfteci, kunduracı, alüminyumcu, tespihçi, aşçı, börekçi baklavacı, kahveci, boyacı çalgıcı, bıçakçı, dülger, terzi, şerbetçi ve dondurmacı gibi zanaatlar ile uğraşırlardı. Kampın okuma yazma bilenleri tarafından mektepler açılmıştı. Mekteplerin kırtasiye giderleri asker bağışları ve yardımlarının yanı sıra bakkal ve kahvehaneler açılarak karşılanmaya çalışıldı. Tüm askerlerin hem birliktelikleri hem de sevap kazanmaları için buralardan alışveriş yapmaları istendi. Esnaftan ve maaşı olandan aylık ticaretine göre vergiler alındı. Toplanan paralar ile mektepler için gerekli kırtasiyeler alınmış, öğretmenlere maaş bağlanmış ve angaryadan istisna edilmişti. Bu kurslara katılım ve ilgi oldukça fazlaydı. Ayrıca gelir ve gider defterini tutmak için muhasebeciler görevlendirildi. Artan parayla ihtiyarlara, genç fakirlere şeker gibi küçük şeyler alınıyor ve mevlitler okutuluyordu. Bu mekteplerin çok faydası görülmüş ve pek çok okuma yazma bilmeyen kişi okuma yazma öğrenmişti. İdare heyetinden bir kişinin az da olsa ihaneti anlaşıldığında hemen dine ihanet sayılarak görevine son verilir ve zarar tahsil edilirdi.[313]

Evlerine dönme ümidini yitiren veya evlerine dönecekleri günü beklerken günlerinin boş geçmesini istemeyen askerler için en iyi yöntem okumak ve bilim, sanat yönünden kendilerini geliştirmek oldu. Ancak yedek subay, subay ve hatta üst düzey subaylar beraberlerinde eşya ve kitap getirmediklerinden esaret boyunca kitap ve diğer malzemeler açısından sıkıntı çekildi. İngiliz Müslüman halkın verdikleri kitaplar genellikle İngilizce ağırlıklıydı. Oysaki subaylar arasında İngilizce bilen esir sayısı fazla değildi. Fransızca ve Almanca yazılmış eserleri ise bulmakta zorlanıyorlardı. Sumerpur kampındaki Kürt ve Arap subaylardan bir kısmı, eczacı yüzbaşılardan Musullu Beşir Efendi’nin Beyrut Kolejinden İngilizceyi bildiğini ve kendilerine ders vermeye istekli bulunduğunu söylemesi üzerine bazı subaylar İngilizce öğrenmeye başladılar. Subaylar 4-5 aylık eğitim süresi içinde kendi kendilerine bu dili öğrenmeye devam edebilecek düzeye geldiler. Bellary karargâhına yeni gelen subaylar da bu kişilerden İngilizceyi öğrenmeye çalıştı. Beşir Efendi sayesinde İngilizcelerini bir seviyeye getiren subaylar Hindistan halkına İngilizce kitaplar getirterek bu dili daha da ileri düzeye çıkarmaya çalıştılar. Bazı subaylar da Fransızca ve Almanca eserler getirterek dilleri ilerletmeyi seçtiler. İngiliz ve Hintli askerler, saat 05.00’den 07.00’ye kadar yoklama meydanında futbol, kriket, hokey gibi oyunlar oynamış ve bazı günler turnuvalar düzenlemişti. Bazen de Bellary ve civar kasabalardaki gençler de turnuvalara çağrılmıştı. Bu turnuvalar yönetimin izni ve İngiliz ve Hintli subaylarının hoş görüsüyle esir Türk subay ve subay adayları arasından bu oyunu bilenlerin de katılmasıyla gerçekleşiyordu. Genç subaylar da bu oyuna heves etmişler ve oyunu önceden bilen ve turnuvalara katılan 18. Kolordu Ağır Topçu Bataryasından Yüzbaşı Kâmil Efendi’nin girişimi ve subay ve üst rütbeli subayların onayı ile gönüllü esirler arasından sürekli üye kabul edilerek “İdman 1104

Yurdu” adlı bir dernek kuruldu. Subay ve üst rütbeli subaylar da derneğe fahrî üye kabul edildi. İdman Yurdunun sürekli üyesi 35, fahri üyesi ise 150’i aştı. Fahri üyelerin aylık birer rupi vermesi kararlaştırıldı. Yönetim kurulunca toplanılacak paraların bu derneğe verilerek gerekli alet ve malzemelerin satın alınması ve ara sıra verilecek konferans giderlerin de bu dernekten karşılanması kararı verildi. Aslında subayların durumu da çok iyi sayılmazdı. Küçük gruplar halinde gelen esir subayların para ve değerli eşyalarına İngilizlerce yolda alıkonulmuştu. Bu subaylar da diğer erler gibi zorunlu ihtiyaçlarını ve beslenme sorununu düşünerek günlerini geçiriyordu. Subay adayları tarafından bir yan kuruluş oluşturulmak istendi. Böylece iki derneğin ihtiyacı olan araç gereçler sipariş edilip getirilecek ve derneğin sürekli üyeleri oyunları ilerletmeyi başaracaktı. Bazen aralarında bazen de İngiliz ve Hintli askerlerle turnuvalar düzenlemişler ve herkesin takdirini kazanmışlardı. Karargâha her yeni gelen esir subaylara, karşılama töreni olarak cay törenleri de düzenlenirdi. Spor ve sağlığı koruma konusunda konferanslar verilerek esirler arasında muhabbetin ve samimiyetin artması sağlanırdı.1105 [314] Böylece kamplarda esirlerin birbiri ile uyum içinde zaman geçirmesi sağlanmış olurdu. İngiliz yönetimi de Türk esirlerin huzurlu ve sakin bir şekilde günlerini geçirmesinden memnun kalırlardı.[315]

Bellary kampında Türk subaylar şartlı olarak serbestti ve kampın içinde ve dışında 3 mil çapında sabahları 06.45-11.00, akşamları 16.00-19.00 arası yürüyüşe çıkabililirlerdi. Sağlık önlemleri olarak yerel insanların bulundukları kasabalara ve pazarlara gitmelerine izin verilmiyordu. Sabah ve akşam yoklama yapılmaktaydı. Özel izin olmadan er ve erbaşların kamp dışına çıkmaları yasaktı.[316] Örneğin Hafta sonları Nureddin Peker ve arkadaşlarına çarşı izni verilmişti. Esirler istedikleri meyveden çarşıya çıktıklarında yiyebiliyorlardı. Sabun ağacı denilen bir ağacın meyvesini temizlik için kullanıyorlardı. Bu meyve bitince içinden çıkan çekirdekten tespih yapılıyordu.[317]

Thatmyo kampında esirlerin boş zamanları değerlendirmek için açılan kurslar esirler tarafından çok fazla ilgi gördü. Esirler daha çok vakitlerini kart, domino ve dama oynayarak geçiriyordu. Kampta bir orkestra kurulmuş ve spor ve jimnastik faaliyetleri takdirle karşılanmıştı. Kampta uzun atlama, koşma ve güreş gibi Türk esirleri tarafından organize edilen sporlardan oluşan atletizm yarışmalar organize edilirdi. Delegeler kampa geldikleri gün, bu yarışmalardan birisi Türk esirleri tarafından düzenlenmişti. Etrafı ağaçlarla çevrili büyük bir dikdörtgen çimenlikte yapılan atletizm yarışmalarını, delegeler, kamp yetkilileri, Türk subaylar, kasabadan gelen davetliler ve hatta kadınlar beraber izlediler. Diğer üç tarafta Türk askerler toplanmıştı. Yarışlar, atlama, güreş ve diğer spor karşılaşmaları izleyicilerden büyük alkış aldı. Kızılhaç heyeti katılımcıların dinçliğini ve esnekliğini hayran verici buldu. Askerler mizaçlı, kuvvetli, yapılı, keskin bakışlı, atik ve onurlu kişilerdi. Beden kabiliyeti artmış ve alkışlardan cesaret almış esirler, boş durmanın yarattığı tembellikten ve yorgunluktan uzaktı. Kazananlara seyircilerin alkışları eşliğinde küçük para ödülleri ve değişik hediyeler dağıtıldı. Spor karşılaşmaları üç gün sürdü. Fakat delegeler, işlerinin yoğunluğundan kampta sadece bir gün kalabildiler.[318]

Subaylar vakitlerini istedikleri gibi geçirmekte özgürdüler. Subayların Irrawaddy Nehri’nin kenarında kulüp olarak kullandıkları her zaman dinlenebilecekleri ve eğlenebilecekleri yerleri vardı. İsteyen esirler müzikle, isteyenler resim ile meşgul oluyordu. Bu kulübün eksik tarafı Türk kitaplarının bulunmamasıydı. Okuyabilen esirler için İngilizce, Fransızca ve Almanca kitaplar yeterli miktarda mevcuttu.[319]

Angarya işlerin yapımı ve nehrin durumu izin verdiği müddetçe nehirde yüzme dışında esirlerin kamp dışına çıkmalarına izin verilmedi. Angarya işler ve yüzme için esirler seçilirken sıraya özenle dikkat edilirdi.[320]

Küçük bir subay esir grubunun, bir nöbetçi gözetiminde her akşam egzersiz için dışarı çıkmasına izin verilirdi. Subayların bazıları futbol ile meşgul olmuşlar ve iki esir de polo oynamıştı. Futbol maçı izlemek isteyen tüm subaylara izin verilmekteydi.[321]

Sağlık çalışanları şartlı tahliye konumundaydı. Kamptan ayrılırken ve kampa dönerken nöbetçi kitabına isimlerini yazıp imzalamaları şartıyla, gün içerisinde tam özgürlük içerisindeydiler. Albay Suphi Bey ve Teğmen Seyfullah Bey’in bir emir subayı eşliğinde, başlarında bir nöbetçi olmaksızın, akşamları dışarı çıkmalarına izin veriliyordu.[322]

İki kampın etrafındaki geniş alanda esirlere spor aktiviteleri yapmalarına izin verildi. 300 metrekare alan jimnastik ve oyunlar için ayrılmıştı. Türk askerlerinin ise tercihi yürümekten daha çok uyumak gibi görünüyordu. Bunun sebebi olarak da kamp dışında gruplar haricinde yürüyüşün eğlenceli olmadığını, kendilerine eşlik eden yerel askerlerin hızlı yürüdüklerini söylüyorlardı.[323]

Subaylar kamp içinde özgürdü. İstedikleri takdirde nehir kenarında kulüpleri ziyaret edebilirler ve izin aldıkları zaman etrafta gezinti yapabilirlerdi. Sağlık ve disiplin açısından şehre gitmelerine izin verilmedi.[324]

Subay ve nöbetçi mekânları esirlerin koğuşlarının karşısında yer alıyordu. Üst rütbeli subayların müstakil lojmanları mevcuttu. Esirler kısa sürede mescit kurmuşlar ve kendi aralarından bir aşçı seçerek yemeklerini yapmaya başlamışlardı. Kısa sürede İngilizler askerlere spor kıyafetleri de getirmişti. Gani Bey’e göre esirlere bu kadar yardım edilmesinin sebebi eğer doğru durdukları takdirde esirlerin rahat ettirileceği mesajı vermekti. Esirler arasında spor kıyafetlerinin alınıp alınmaması konusunda tartışma çıkmıştı. İngilizler esirlerle iyi geçinmek istiyordu. Bu gören esirler de firar şansı buluncaya kadar bir sorun çıkarılmaması konusunda kendi aralarında uzlaşmaya vardılar.[325]

Kampta ayrıca Turan Top Oyuncuları takımı kuruldu. Türk esirler İngiliz askerleri ile 3 defa futbol maçı yapmışlar, her üçünü de kaybetmişlerdi. Yenilseler de sağlıkları açısından maçlara devam ettiler. Zinde kalmak ve memlekete dönüşte tekrar vatan savunmasında görev almanın gereğine inanıyorlardı. Türk esirleri açısından futbolun kurallarını öğrenmek hiç de kolay olmadı. Futbolda amacın sadece topu tepmek değil paylaşıp yardımlaşarak kaleye göndermenin gerektiğini sonradan öğreneceklerdi.[326]

Uzun süren esaret hayatında hayatını kamplarda kaybeden esirler de oldu. Şehit olan bu askerler memleketlerinden binlerce kilometre uzaklıkta toprağa verildi. 1916 yılının Aralık ayında Gani Bey yazdığı bir şiirde şöyle demişti:

Hizmeti vatandan uzak

Zindandır, müreffeh de olsa hayat

Bizi hürriyete ancak

Sabır ulaştıracak...

Esirler İngiliz gazetelerini okuyorlar ve Türkler açısından hüzünlü sonun çok yaklaştığını anlıyorlardı. Geleceğin kendilerine ne göstereceği hususunda bir fikirleri yoktu.[327]

Murat Gani Bey kaleme aldığı “Esarete Defteri” adlı hatıratında 1915 ve 1916 yıllarında geçen esaret günlerini şöyle anlatmıştı:[328]

“Bugün İstanbul’dan hareketimin sene-i devriyesi. Hiç unutmuyorum Salı sabahı evdekilere veda etmiştim. O günü duyduğum heyecanı anlatamam. Yegâne hedefimiz vatanımıza hizmet etmek. Millet yolunda savaşmaya gönüllü olarak gidiyorduk. Aklımızda sadece vatanımız için harp etmek vardı. Pederimin vazifemizde muvaffak olmamız ve sağlam olarak avdet etmemiz için duasını almıştım.

Ama şimdi sene-i devriyenin bu meş’um gününde vatandan çok uzakta dünyanın öbür ucundayız. Sağlamız ama kalbimiz esir düşmekten dolayı yaralı. Ben ve esir arkadaşlarım yine bir gün savaşıp bu borcumuzu ödemeye yeminliyiz.

Bugün pazartesi. Öğleden sonra toplanma borusu çaldı. Etraftan gidecek olanları ayırdılar. 300 kişi toplandılar. Birliğimizden kimse yok. Yine zayıf olanları seçtiler.

Ne kadar seviniyorlar. Onlara gıpta etmemek elden gelmiyor. Ayın nihayetinde yine mübadele varmış. Ve kırk zabitan gidecekmiş. İnşallah bu defa bize sıra gelir.

Tarih 19 Temmuz Salı. Üçüncü acı bayramı idrak ediyoruz. Yarabbi sen bizi buradan kurtar. Zavallı evdekiler kim bilir ne kadar üzüntü duyuyorlar.

Vatandan senelerce uzakta dünyanın öbür köşesinde acı bir bayram.

Bereket versin biraz rahatladık. Yemeğimizi onlar pişiriyorlar. Burasının havası fena. Kuyu suyu içmemek gerekiyor. Çünkü dereden getirilen su yüzünden hastalık baş göstermiş. Arkadaşların birçoğu su yüzünden hasta oldular.

Arkadaşlarla jimnastik yaptık. Savaşla ilgili havadis yok. Yazı ve müzikle vakit geçiriyor, akşamları gazinoya gidiyoruz.

Bugün esirlere birer don ve gömlek verildi. Esir kampına mahsus matbu zarf ve kâğıt verdiler. Yakınlarımıza mektup yazıyoruz.

Nereden akıllarına gelmişse bize tam maaş verdiler. Fakat savaş nedeniyle her şey pahalı. Daha önce aldığımız maaş yetiyordu. Fakat arık idare edemiyoruz. Sorumlu İngiliz subayı şikâyetimizi haklı buldu ve kamp kumandanlığından maaşlara zam yapılmasını istedi.

Bugün İngiliz gazetelerini okuduk. Yunanistan’daki kral taraftarları ile karşıtları karışıklığa sebep oldular. İlk isyanın Selanik ve civarında olması dikkatimizi çekti.

Nasriye’ye gelişimizin seneyi devriyesi. Geldiğimizde kalbimiz nasıl çarpıyordu. Öylesine kurtuluş ümidi yaşıyor ve buna öylesine inanıyorduk ki kısa bir süre sonra serbest kalacağımıza inanıyorduk. Ama şimdi tam anlamıyla harp esiriyiz ve aciz durumdayız. *

Gazinoya gittik. Vapur bayraklarının yarıya indirilmiş olması dikkatimizi çekti. Fakat matemin ne olduğunuz anlayamadık. Evkat’ül Basra’nın verdiği malumata göre Yemen ordusunun İngiliz ordusunu esir ettiği yazıyor. İnşallah doğrudur.

Öğleden sonra Selmanipak’ta esir olan 100 yüzbaşı, 8 mülazım, 9 zabitan ve 1.200 nefer getirildi. Onları başka yere naklettiler. Esarete düşenlere rehberlik eden esir arkadaşlar bize yeni malumat getirdiler.

Mektuplarımızı dağıtmaya başladılar. Bana yine mektup yok. Esir arkadaşlardan birine gelen mektupta Umara’dakileri İngilizler Basra’ya sevk etmişler. Bana yine yok derken postada karışan mektubumu getirdiler. Sağlık haberlerini aldım. Sevindim.”

Shwebo kampında sosyal aktivite ve eğlence hiçbir kısıtlama olmadan serbestti. Esirler istedikleri oyunlar ve egzersizler yapabilmekteydiler. Birkaç asker odun ve kemikten küçük objeler yapmakla meşguldü.[329] Esirler çoğu zaman boş vakitlerini kitap okuyarak geçirmekteydi. Bazen kamplardaki kütüphaneler yetersiz kalıyor ya da esirlerin okumak istedikleri kitaplar bulunmuyordu. Bu durumda esirler kitapları ailelerden veya Kızılay gibi kuruluşlardan istiyorlardı. Bu esirlerden birisi de Mülazım Hüseyin Hüsnü’ydü. Shwebo Türk esir karargâhında 4328 numarayla kayıtlı 3. Alayın 10. Bölüğünden Mülâzım Hüseyin Hüsnü, Cenevre Başkonsolosluğu aracılığıyla gelen mektubunda pek çok kitap talebinde bulunmuştu. Adı geçen mektup esirin isteğinin yerine getirilmesi amacıyla 8 Temmuz 1917’de Cenevre Başkonsolosluğu görevine de bakan Selanik Başkonsolosu Kâmil tarafından Hariciye Nezareti aracılığıyla Kızılaya ulaştırılmıştı.[330]

Meiktila kampında da esirler günlerinin boş geçmesine izin vermemiş ve kendilerine faydalı uğraşlar bulmuştu. Tespih, tavla, ağızlık gibi aletler esirlerin yaptıkları değerli el işlerden bazılarıydı.[331]

Hindistan ve Burma kamplarındaki bazı uygulamalar esirlerin buradaki üretkenliğe kısmen engel olmuştuBunda en büyük etken Hindistan ve Burma kamplarındaki esirlerin angarya işlerinde çalışmaları ve yeterince boş vakit bulamamalarıydı. Ayrıca kamplarda kalan esirler uzun süre bu kamplarda kalmamışlar daha sık yer değiştirmişlerdi. Bazı esirler Hindistan içinde yer değiştirirken bazıları da çalıştırılmak için Basra amele taburlarına gönderildi. Vatanlarından binlerce km uzakta kalan esirlerin psikolojik çözüntüsü de kamplarda yeterli düzeyde spor faaliyetleri, temsil oyunları, gazete basımı gibi aktivitelerin olmamasında bir başka neden oldu.

3.2.4                       Kıbrıs Esir Kampında Türk Esirlerin Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler

Kamplarda Türk esirler tarafından yapılan sigaralık, tespih, kaşık gibi el işi ürünlerden bir kısmı KKTC’de farklı ailelerde bulunmaktadır. O dönem yapılan ve Kıbrıslı soydaşlara hediye edilen süslemeli bir mermer parçasının üst kısmında “Hattad Üstad”, ortasında “Bismillahirrahmanirrahim” ve “İnnehu min Süleymane ve innehu” ifadeleri bulunmaktaydı.[332] Boncukla örülmüş bir para kesesi, bayrak ve sancak işlemeli sigaralık, ikiye katlanabilen bir kaşık ve bir ahşap oyma komodin Türk esirlerinin esaretleri sırasında yaptıkları ve değişik kişilere hediye ettikleri küçük el işlerine örnek olarak verilebilir. Ahşap komodinin dört yüzü de kabartma ve oyma resimlerle süslüydü. Üstteki iki köşesinde ay yıldız, ortasında kanatları açık bir kartal ve kanatların altında birer gül motifi vardı. Sağ tarafında asmaya uzanmış bir köpek, sol tarafında ise tavus kuşu kabartması bulunuyordu. Komodinin ön tarafında üç sıra halinde altı tane çekmece vardı. Birinci sıradakinde çiçekler ve kuş; ikinci sıradakinde doğan cinsi bir kuş, bir kraliyet tacı, iki tarafı kanatlı bir daire içerisinde “raf” ifadesi, bitki motifleri; son sıradakinde duran iki asker, çarpışan iki asker ve oturan bir asker motifleri bulunuyordu. Komodinin arka yüzüne ise eski harflerle ve el yazısıyla birtakım yazılar ile kalp, çapraz olarak yer alan ok ve hançer gibi motifler şöyle kazınmıştı:[333]

“25.07.1919 Kıbrıs adasının Famakustakal’ası şimal-i garbi sevahilinde üsera ikametgâhında bulunan müstakil Balıkesir sancağının Bandırma Manyas’ından 1802 numrolu Onbaşı Hüseyin ve 1841numrolu Nefer Ramazan ve 10278 numrolu Nefer Sinan tarafından tezyin edilmiştir. Fi sene 1335 (1919) Temmuz 20. Ah felek, yandıyürek. Zalim esaret.”

Pembe Hasan isimli bir Kıbrıslı Türk vatandaşı, esirler ile iletişimi anlatırken esirlerin esaretleri sırasında yaptıkları el işçiliğine örnekler vermişti. Pembe Hasan esirlerin o günlerde kendi elleriyle yaptıkları eşyalardan hediye ettiklerini söylemişti. Yılanlar, tespihler, sigara tablaları esirlerin yaptıkları el işçiliğinden sadece birkaçıydı. Esirler yedikleri zeytinlerin çekirdeklerini dahi atmamış, tespih yapıp izinli olarak camiye geldiklerinde ada halkına dağıtmışlardı. Esirler esaretlerinin ilk günlerinde Mağusa’ya bizzat kendileri gider, Çarşı Meydanı ve Namık Kemal Meydanı’nda yaptıkları boncuklu yılan, tavla, mücevherat kutusu gibi eşyaları satar ve kendi ihtiyaçlarını karşılarlardı.[334]

Esirler arasında mezar taşı yapan 2-3 mezar ustası vardı. Bu mezar ustaları vefat eden arkadaşlarının mezarlarına, kitabesi olan mezar taşları yaptılar. Bu şekilde kitabesi olan 33 mezar taşı günümüze kadar ulaştı. Sonradan vefat eden esirlerin mezar taşları olmaması bu ustaların vefat ettiğini düşündürmektedir. Sonradan ölen mezarı belli olmayan esirlerin kemikleri, bir araya getirilerek ayrıca bir mezara konulmuştu.[335]

Esirler değişik el işleri yapmalarının yanı sıra boş vakitlerini başka türlü aktiviteler ile de geçirdiler. Esirlerin eğlenmek için ellerinde müzik aletleri mevcuttu.[336] Ayrıca 3 Kasım 1919 tarihli Doğruyol gazetesinde yayımlanan bir haberde Lefkoşa Türk Derneği Riyaseti Aliyesi tarafından müsamerelerin düzenlendiği yazılıydı. Müsamere sonucunda 24 İngiliz lirası, 1 şilin, 2 kuruş toplanmış ve Türk savaş esirlerine verilmek üzere Kıbrıs işlemeli ipek ve keten mendiller alınmıştı.[337]

Çanakkale Muharebesi’nde esir düşmüş ve Kıbrıs esir kampında bulunmuş çoğunluğu Ali Kemal tarafından kaleme alınmış Hatırat-ı Esaret adlı eser, esirlerin esaret günlerinde neler hissettiklerini anlatması açısından önemlidir. Esaretin verdiği ümitsizliği ve üzüntüyü anlatan Ali Kemal’e ait olduğu anlaşılan şiirde şöyle denilmektedir:[338]

Ey gençlik ey hayât-ı şebâb

Ey mes’ûd günlerim fakat heyhât

Bir zaman mesrûr handân, gezer oynardım

Fakat şimdi dâ’imâme’yûsdâ’imâ mükedder

Gülmek oynamak, bu benim hakkım

Fakat ne çâre hepsinden bıkdım usandım

Kıbrıs Adası Üserâ Karârgâhı

İkinci tel Beşinci Baraka Memûru

Hâtırât-ı Esâret’te Gazeli diye adlandırılan şiir yıllar süren harplerde cepheden cepheye koşan fakat bu arada esarete düşen Türk askerlerinin psikolojik durumlarını anlatması bakımından önemlidir:[339]

Yarâb kerem et zulm ile nâlânları kurtar

Vur parçala zincirleri kalbi yanık bîçâre esirleri kurtar

Ey necl-i necîb-i Arabiyye’l-Kureyşîamânyâ Senede’l-alemîn

Eydân

Zincîr-i esâretdefeyzân eyliyor millet

Firkat yetişir dîdesi giryânları kurtar

Her yerde hücûm etmektedir akın akın ehl-i İslâm

Hem asker-i İslâm’ı hem bîçâre esirleri kurtar

Hûr-i şühedâ ile muzaffer kıl yâ Rab

Kur’ân ile îmân eden ehl-i İslâm askerleri kurtar

Ninnî-yi Şühedâ isimli bir ninni Türk esirlerinden Üsküdarlı Osman Kemâleddin’e aitti. Türk askerleri kendileri esaret altında inlerken çocukları için yazdıkları ninnilerde bile vatan sevgilerini anlatıyorlardı. Birkaç dörtlüğü şöyledir:[340]

Uyu yavrum gözlerinde uyku var

Sen büyür isen düşmanlara korku var

Baban şehîd yüreğinde oku var

Bu ok vatan kaygusu durninnî

Uyu yavrum tepemizde Haç yanan

Câmiler var bu mu seni ağlatan

Dayanamaz çiğnenmeye bu vatan

Câmilere getir Hilâl ninnî

Hem yurdunu hem öcünü al ninnî ...

Ali Kemâl imzalı başlıksız bir şiir esaret altındaki Türk askerlerinin durumlarını yansıtmaktadır:[341]

Âh ey zâlim felek artık yetişir

Yetişir artık etdiğin zulm ü teaddî yetişir

Yaşamak mıdır bu sefâlet bu rezâlet yetişir

Hayatımdan bıkdım usandım yetişir

Yetişin imdâdayâ Azrâ’il yetişir

Ömrümün ezvâk u safâsı nerede anlamadım yetişir

Böyle yaşamakdan ise mevt bana daha evlâdır yetişir

Yetişir artık bu mezâlim bu sefâlet yetişir

Gidiyor işte biçâre mazlûm yetişir

Elvedâ olsun şu fânî dünyaya yetişir.

3.2.5                         Selanik Esir Kamplarında Türk Esirlerin Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler

Türk esirlerinin bulunduğu kamplar incelendiğinde en kısıtlı bilgi ve belgeler Selanik esir kamplarına dairdir. Bu esir kapı hakkında Kızılhaç raporu hariç neredeyse arşiv belgesi ve hatırat yok gibidir. Gerek Kızılhaç tarafından hazırlanan kamp raporlarında gerekse sınırlı sayıdaki arşiv ve hatıratlarda ise esirlerin gündelik yaşantısına ve kamptaki sosyal aktivitelere dair bir bilgi bulunmamaktadır. Kızılhaç tarafından hazırlanan Mısır ve Hindistan raporlarında esirlerin gündelik ve sosyal aktivitelerine dair geniş yer verilmiş iken bu kampta bu konu hakkında hiçbir bilginin verilmemesi manidardır. Muhtemelen esirlerin angarya, yol yapımı, maden ve inşaat gibi ağır işlerde çalıştırılması sosyal, kültürel ve spor aktivitelerinin az olmasında en büyük sebep oldu. Günün tamamını kamplarda çalışarak geçiren esirler için sosyal aktivite, kültür, spor ve eğlenceye vakit bulmak hem lüks hem de imkansızdı. Ayrıca esirlerin kamplar arasında çok fazla yer değiştirmesi ve esir sayıların diğer kamplar ile kıyaslandığında daha az olması bu tür faaliyetlerin yapılmamasında bir başka neden olarak gösterilebilir.

3.2.6                       Malta Esir Kampında Türk Esirlerin Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler

Arşiv belgeleri incelendiğinde, Malta kamplarında esirlerin kendilerine ait mesire ve spor için geniş bir alanı vardı. Esirlere grup olarak gezinme ve egzersiz için izin verilirdi. Yaz boyunca gruplar banyo için denize alınmaktaydı. Kampta esirler için ayrıca okuma, yazma ve kapalı alandaki oyunlar için iki dinlenme odası ve ayrıca cami bulunuyordu. Esirler İngilizce, Fransızca, İtalyanca ve Almanca kitapların bulunduğu kütüphaneyi kullanabilmekte ve eğer arzu ederlerse kitap satın alabilmekteydiler. Malta Türk Konsolosluğunun imamı burada tutuluyor ve din hizmetlerini yürütüyordu. Esirler kaldıkları yeri temiz ve düzenli tutmak dışında herhangi bir angarya yapmak zorunda değildi.1133 [342]

İlk başlarda fennî, edebî veya dil öğrenmek için talep edilen kitapların satın alınması çoğu kampta yasaklanmıştı. Hatta esirlerin Fransa’dan tıpla ilgili süreli yayınlar talebine dahi olumsuz cevap verilmişti. Ancak 1918 sonlarına doğru Kızılayın gönderdiği kitapların, Avrupa gazetelerinin ve fennî kitapların kampa girmesine müsaade edilmeye başlandı.[343]

Malta kamplarından birisi olan St. Claments kampı hakkında yukarıda anlatılanların dışında çok fazla bilgi yoktur. Bununla birlikte Eşref Kuşçubaşı bu kampta oldukça lüks bir evde kalmıştı. Bu ev aynı zamanda diğer kamplarda bulunanların buluşma yeri olarak da kullanıldı. Kampta bulunan tek gramofon da buradaydı.[344]

Konsolos Wilbur Keblinger tarafından yazılan Verdala askeri ve sivil esir kampı hakkında hazırlanan rapora, esirlerin egzersiz olanakları anlatılarak başlanmıştı. Sivil esirlerin esir kampındaki esirliğinden bir süre uzaklaşmasına ve kırsalda bir muhafız eşliğinde yürüyüş yapmalarına son zamanlarda izin verilmişti. Bu sağlanan imtiyazlara karşılık muhafızlara rüşvet vererek bir kaçma girişimi de oldu.[345]

Kışlada hem sinema hem de gazino vardı. Ücreti karşılığında esirler buralara gitmekte serbestti. Ücretler kamp idaresi tarafından belirlenmişti. Bu yerler istekli ve becerikli esirlerce çalıştırılıyordu.[346]

Verdela kampındaki esirler zamanlarını daha çok bir araya gelip sohbet ederek geçirdiler. Ancak daha sonraları tenis, futbol, eskrim, hokey gibi spor dallarıyla uğraşanlar bir araya gelip spor aktivitelerine katıldılar. Esirler arasında kuş, köpek gibi evcil hayvan besleyenler olmuştu. Resim yapan esirler de vardı. Bunun yanında bazı yetenekli esirler bir araya gelerek bir müzik topluluğu kurmuştu. Ayrıca dil kursları ve tiyatro çalışmalarıyla uğraşan esirler de çıktı.[347]

Esirler burada yeni bir hayat kurmuş, lokanta ve gazinolar açmışlardı. Müzik dersleri, dil kursları, tiyatro temsilleri yapıldı. Buradaki bütün esirlere iyi muamele edilmekteydi. Kamp yöneticileri kampın iç işlerine karışılmamışdı. Esirler akşamları yoklama için avluda ikişer sıra halinde de dizilmediler. Muayyen saatte bir İngiliz subayı odalara gelerek esirleri sayıyordu. Haftada bir defa, yirmişer otuzar kişilik postalar halinde denize götürülerek banyo yapmalarına izin verilmişti. Almanların Fransız cephelerinde yenilmeye başlamasıyla ülkelerinde isyanlar başlamıştı. Artık savaş sona ermekte ve herkes bir an önce eve dönmeyi hayal etmekteydi.[348]

Malta kamplarında on dört ay geçiren Yüzbaşı Apak, normal bir hayatta elde edemeyeceği bir fırsat yakalamıştı. Kendisiyle esaret günlerini aynı kampta geçiren Ziya Gökalp ile fikirleri uyuşmuş ve sık sık bir araya gelerek sohbet etmişlerdi. Apak, Ziya Gökalp’ı ancak uzun uğraşlardan sonra konuşturulabilmişti. Suskunluğundan esirler şikâyet ediyorlardı. Konuştuğunda ise herkes kendisini dinliyordu.[349]

3.3                        Esir Kamplarında Dini Hayat

İngiltere Hükûmetinin resmî açıklamalarına, Kızılhaç veya tarafsız devletlerin raporlarına bakıldığında kamp yetkililerin, esirlere her türlü dini özgürlüğü verdiği görülmektedir. Özellikle esirlerin nakillerinde ve kampa getirildiği ilk zamanlarda bazı sorunlar yaşansa da zamanla kamp yetkilileri esirlerin ibadet yapma isteklerini dikkate almış ve kampta gerekli ortamı hazırlamıştı. Örneğin cepheden kamplara nakilleri sırasında hayatını kaybeden esirler için çoğu zaman dini bir tören yapılmamıştı. Kamplarda ilk dönemde vefat eden askerler Hristiyan mezarlığının bir bölümüne gömülmüştü. Zamanla Müslülan esirler için ayrı mezarlıklar yapılmış ve bu mezarlıklar şehitliğe çevrilmişti. Bunlardan hariç kamplarda kurulan mescitlerde esirler her türlü ibadetlerini yapabilmiş, mübarek gecelerde ve bayramlarda değişik etkinlikler düzenleyebilmişlerdi.

3.3.1                        Mısır Esir Kamplarında Dini Hayat

İngilizler Mısır esir kamplarında esirlere dini hayat ve vecibeler konusunda her türlü özgürlüğün verildiğini iddia etmişlerdi. Kampları ziyaret eden Kızılhaç heyeti de İngilizlerin iddialarını doğrulamıştı. Heyete göre diğer kamplarda olduğunu gibi Seydi Beşir kampında da esirlerin dini vecibelerini yerine getirmeleri serbestti. Bu kampta elektrikle aydınlatılan bir bina mescide çevrildi. Ayrıca kampın bir de camisi vardı.[350]

Seydi Beşir kampında günlerini geçirmiş Gelibolu Seyyar Jandarma Taburundan Abdürrahim askerlerin dini ihtiyaçları hakkında İngilizlerin söylenilenin aksine pek de yardımcı olmadığını belirtmişti. Cuma ve bayram namazlarını eda etmek senelerce esir olan subaylara nasip olmamıştı. İngiliz kamp komutanı dini bir gereklilik olan ustura, tırnak çakısı ve makası kullanmayı bile yasaklamıştı. İbadet amacıyla esirlerin hizmetine verilen, birkaç tahtadan ibaret olan ve cami diye adlandırılan fakat cami şartlarını taşımayan zemini kumla doldurulan bir yerdi. Esirler ibadetlerini eda etmek zorunda bırakılmıştı. Esirler İngiliz usulü inşa edilen soğuk su duşlarında ve banyolarında yaz ve kış soğuk suyla temizliklerini yapabildiler. Kış zamanlarında soğuk suya tahammül edemeyen zayıf ve naif esirlerin hastalanacakları şüphesizdi. Dini ihtiyaçlar ancak kampta bu suretle yerine getirilebilmişti.[351]

Seydi Beşir kampının esaret şartlarını anlatan Yedek Subay Mülâzımıısâni Tevfik Efendi, Ramazan’da geceleri esirlere lamba ve yemek verildiğini fakat Bayram namazına müsaade edilmediği ifade etmişti.[352]

Bilbeis kampında bir Kıptî dışında, esirlerin hepsi Müslüman’dı. Aralarında pek çok imam vardı. Kızılhaç raporlarında yazıldığına göre dini ibadetler serbest ve düzenli olarak yapılmaktaydı. Ölen esirler dini inançlarına göre askeri törenle gömülmüştü. Kampta bulunan imamların dini ayinleri yönetme izni ve esirlerin her türlü dini görevleri yerine getirme hakkı bulunmaktaydı.[353]

Kızılhaç heyeti Maadi esir kampında da esirlerin serbestçe ibadetlerini yapabildiklerini rapor etmişlerdi. Müslümanlar için küçük bir cami inşa edilmiş ve içine namaz için hasırlar serilmişti. Bazı esirler düzenli olarak Kur’an okuyorlardı. Bazıları ise pek ilgili değildi. Kamptaki esirler arasında ırk, menşe ve hatta din farklılığına rağmen çok uyumlu bir hava vardı. Kavga yok denecek kadar azdı.[354]

Mısır’daki Amerikan diplomatik temsilcilerinin 1915’de Maadi kampını ziyareti sonrası hazırlanan raporda Müslüman esirlere mahsus olmak üzere cami yaptırıldığı ve isteyen esirlerin namaz kılabildiği yazılıydı.[355] Kahire Amerikan temsilcisi esirlerin bu kampta kendi imamları tarafından idare edilen özel mescitlerinde ibadetlerini yaptıklarını raporunda belirtmişti.[356]

Kızılhaç heyeti Heliapolis kampında dini özgürlüğün tam ve esirlerin dini vecibelerini yerine getirme konusunda tamamen serbest olduklarını iddia etmişti. Esirler günde üç kez, belli zamanlarda ibadet etmekte yani namaz kılabilmekteydiler. Sabah ve yatsı namazlarına ya heyet orada iken şahit olmadı ya da esirlere bu nazmalar için izin verilmedi. Ramazan ayında esirlerin ibadetleri günde 6-7’yi bulmaktaydı. Kampta ölen Osmanlı esirleri, dini vecibelerine göre Müslüman mezarlığına defnedildi. Cenaze törenlerine garnizondaki İngiliz askerleri ve esirlerden oluşan bir heyet katılırdı.[357]

Kahire Kalesi kampına dini vecibeler için bir imam çağrılmış fakat kamptaki kadınlar imamın tekrar gelmesini gerekli görmemişti. Aralarından yaşlı bir kadın, bayram günlerinde ve kutsal günlerde Kuran okumaktaydı.[358]

Ras El-Tin kampında esirler dini ibadetlerini günlük yapabilmekteydiler. Bu kampta Müslümanlar için cami yoktu. Esirler nakledildikleri Seydi Beşir kampında bir cami inşa ettiler. Yukarı Mısır’da Katolik okulu yöneticiliğini yapmış, Avusturyalı papazlar kampta Katoliklere ile ilgilenmişler ve dini vecibelerinde yardımcı olmuşlardı. Avusturyalı ve Almanlar için kampta İngilizce, Fransızca ve Almanca kitaplardan oluşan zengin bir kütüphane vardı[359]

Mısır Kızılhaç Hastanesinde ölenler, silah arkadaşlarının nezaretinde, askeri ve dini bir törenle Müslüman mezarlığına gömüldü.[360] Aynı tür bilgilere Amerikan Konsolosluğu tarafından hazırlanan raporlarda da rastlanmaktadır. Kahire’deki Amerika diplomatik görevlisi, Mısır’da bir Osmanlı savaş esiri olan Yüzbaşı Selim Efendi’nin ölümü hakkında bir rapor hazırlamıştı. Görevlinin raporuna göre olay "Egyptiaıı Mail”de 6 Temmuz’da haber olarak da yayınlandı. Haberde esirin cenazesi hakkında bilgiler de bulunmaktadır. Kızılay Hastanesinde yatan yaralı Türk askeri Yüzbaşı Selim Efendi vefat ettiği günün akşam askeri törenle toprağa verilmişti. Türk Bayrağı ile örtülen bedeni bir top arabasına yerleştirildi. Arabanın önünde bir Mısır askeri bandosu ve 1. Piyade Taburundan yüz asker tüfekleri ters tutuşta yürüdü. Cenaze, Kızılay Cemiyeti üyeleri ve hastane doktorları tarafından takip edildi. Cenaze namazı camide kılındı ve defin Zenhuan mezarlığında gerçekleştirildi.[361]

Tura esir kampında yetkililer, mescit olarak kullanılması için büyük holde bir alanı perde ile ayırmıştı.[362] İngilizler basına verdikleri demeçlerde bu kampta Türk esirlerin ibadetlerini yapabilmeleri için geniş bir alanı tahsis ettiklerini iddia ettiler.[363]

Tel El-Kebir kampında bulunmuş İbrahim Arıkan’ın anlattığına göre İngiliz komutanı Türklerin dinine ve ibadethanesine saygı göstermekte, camiye 10 metre kala şapkasını çıkarmakta ve camiyi geçene kadar elinde tutmaktaydı. Ayrıca Ramazan boyunca camide kandiller yanardı. Haftada bir gün camide vaaz verilmiş ve mevlit okutulmuştr.[364] Bu kampta dini özgürlüklere müsaade edildiğini ve kerpiçten bir cami ve minare yapıldığını Filistin Cephesi’nde esir düşen Ahmed Ercan aktarmıştı.[365]

Bir İngiliz subayı kamp içinde camiye bitişik barakayı tamir eden Arap Usta’nın hasırları caminin içine attığını görmüş ve bu hareketi ibadethaneye saygısızlık olarak değerlendirmişti. Esire yanlış yaptığını göstermek için esiri aşağıya indirmiş kamçı ile feci bir şekilde dövdükten sonra kamp dışına çıkartmıştı. İngiliz subayının bu davranışı şeklen bir ibadethaneye saygı olarak görülse de esirler bunun bir İngiliz siyaseti olduğunu düşündüler. İngilizler esaret sonrası için kendilerine zemin hazırlamakta, tüm inançlara saygılı olduklarını ve adil davrandıklarını göstermeye çalışmaktaydılar.[366]

Ahmed Altınay’ın hatıratına bakıldığında da esirlerin kamplarda ibadetlerini rahatlıkla yapabildikleri görülmektedir. Ramazan ayının gelişiyle isteyen esirler oruca başlardı. Esirler ara sıra kampta mevlit okuturdu. Yine kandil geceleri esirler tarafından idrak edilirdi. Ahmed Altınay Miraç Gecesini ailelerinden uzakta idrak ettiklerini, bu gece ve bayramların kendilerini hüzünlendirdiğini anılarında yazmıştı. Tel örgüleri içinde geçen her bayram esirler için bir kara bayramdı. Kamplarda namaza başlayan esirlerin sayısı da az değildi. Mübarek günlerde esirler, arkadaşlarının kabirlerini ziyaret için kabristana gidebiliyorlardı.[367]

Osmanlı Devleti Mısır kamplarında vatandaşlarının dini vecibelerini yerine getirebilmeleri için esirler arasında bulunan imamları kamplara dağıtmayı amaçlamıştı. Bu amaçla Mısır’da bulunduğu bilinen on sekiz imama (bazı belgelerde sekiz imam olarak geçmektedir) kamplardaki dini faaliyetlerde görev verilmesini istedi. Bu kişilerin seçimi ve tayin edilebilmesi için önce hangi karargâhlarda olduğunun ve imam görevlendirilmesi istenen kampların tespitine çalışıldı. Bu sebeple 1917’de İngiltere’den esir karargâhlarında bulunan esirlere dini vazifelerini yerine getirmede yardımcı olacak kişilerin tespiti istendi. İngiltere Hükûmeti karargâhlarda ikamet ettirilen Osmanlı esirlerine dini yardımda bulunmak üzere Mısır’da on sekiz imam olduğunu kabul etti. Mısır’da gözaltında bulunan imamların çeşitli kamplara gönderilmesi isteği ile ilgili olarak aşağıdaki cevabı Osmanlı İmparatorluğu Hükûmetine iletmişti:1160

“... İngiltere Dışişleri Bakanlığının cevabına göre Mısır'da 18 imam bulunmaktadır ve bunlar toplama kamplarındaki Müslüman esirlerin ibadetleri ile meşgul olmaktadırlar.

Mr. Balfour bu şartlarda Osmanlı Hükûmetinin talebinde ısrar edip etmeyeceğini ve gerektiği takdirde bu 18 imamdan hangilerinin seçmek isteyeceğini öğrenmekten mutlu olacaktır.”

Harbiye Nezareti Üsera Muamelat Şubesinden Hariciye Nezaretine 27 Temmuz 1918’de giden yazıda kamplarda bulunan esirlerin dini vazifelerinde imamların görevlendirilmesi konusunda Papa’nın desteğinden bahsetmektedir. Papa Türk esirlerin ibadetlerini yerine getirme konusunda esirlere yardımcı olmak istemişti. Bu amaçla Seydi Beşir karargâhında bulunan sekiz imamla diğer karargâhlarda bulunan iki imamın kamplardaki esirlere dini nasihatlerde bulunmak üzere esir karargâhlarına dağıtımına dair girişimde bulundu. İngiltere Dışişleri

Bakanlığı adı geçen esirlerin bu göreve tayin edilmesini kabul etmiş, hangi esir karargâhlarında görev yaptıklarının ve ayrı ayrı isimlerinin tespitine çalışmıştı.1161

Seydi Beşir ve Kûtu’l-Amâre’de esir olarak tutulan din görevlilerinin Mısır civarındaki bazı garnizonlarda bulunan Osmanlı askerlerine dini nasihatte bulunmak üzere gönderilmeleri ve haklarında din görevlisi ve mevkilerine göre muamele edilmesi talebi İngiltere Hükûmetine ayrıca bildirildi. İngiltere Hükûmeti bu imamların Müslüman savaş esirlerine dini konularda nasihat etmek üzere Mısır’da bulunan muhtelif karargâhlara gönderilmelerini Mısır’daki İngiliz Kuvvetleri Genel Kumandanına iletti.1162

Seydi Beşir kampında esir olan tutulan sekiz imam ile Kelkit ve Kûtu’l- Amâre’de esir düşen ve nerede oldukları bilinmeyen iki esir Osmanlı ordusu askerlerine dini vecibelerinde rehber olmak, vaaz ve nasihat etmek üzere görevlendirildi. Bu esirler bilfiil harbe iştirak etmemişti. Haklarında din görevlisine yakışır bir şekilde muamelede bulunulması için gerekli çalışmalar yapılmış ve isimleri tespit edilmişti. İsimleri ve nerede tutuldukları yazılı 10 imamın künyeleri aşağıdadır:1163

Tablo 3.11: Mısır Kamplarında Alıkonulan 10 Esir ve Bulundukları Kamplar

Ait Olduğu Askeri Birlik

İmamın Durumu

2. Alay 2. Taburdan

Evhari’den (EVHRY) 20-21 Temmuz 1916’da Kelkit civarında esir düşen Abdulhalim oğlu Bahri Hulusi Efendi. Nerede tutulduğu bilinmemektedir.

2. Alay 2. Taburdan

Zağferanbolulu 3 Haziran 1915’de Kûtu’l-Amâre esir düşen Mehmed oğlu Ahmed Efendi. Nerede tutulduğu bilinmemektedir.

22. Hicaz Fırkasından

Sivaslı Rahmi Ahmed oğlu İmam Abbas Efendi. Seydi Beşir esir kampında tutulmaktadır.

128. Alay 22. Hicaz Fırkasından

Bursalı Hasan oğlu Fehmi Efendi. Seydi Beşir esir kampında tutulmaktadır.

1160 BOA, HR. SYS., 2207/14.

1161 BOA, HR. SYS., 2207/14.

1162 BOA, HR. SYS., 2203/21.

1163 BOA, HR. SYS., 2201/50.

128. Alay 22. Hicaz Fırkasından

Harputlu Mustafa oğlu Mustafa Şevket Efendi. Seydi Beşir esir kampında tutulmaktadır.

128. Alay 22. Hicaz Fırkasından

Ispartalı Ali oğlu Ahmed Hulusi Efendi. Seydi Beşir esir kampında tutulmaktadır.

22. Fırka 128. Alay 1. Taburdan

Mehmedoğlu Ali Rıza Efendi. Seydi Beşir esir kampında tutulmaktadır.

22. Fırka Cebel Topçu

Denizlili Mehmed oğlu Hüseyin Hafız Efendi. Seydi Beşir esir kampında tutulmaktadır.

22. Fırka 129. Alay 3. Taburdan

İstanbullu Hüseyin oğlu Mehmed Selim Efendi. Seydi Beşir esir kampında tutulmaktadır.

19. Alay 2. Taburdan

Zileli Ali oğlu Yusuf Ziya Efendi. Mısır’ul-Kahire esir kampında tutulmaktadır.

 

3.3.2                          Hindistan ve Burma Esir Kamplarında Dini Hayat

Esirler kurallara uydukları takdirde her türlü dinî ibadetlerini yapabilecekler, bayram ve diğer özel günleri kutlayabileceklerdi. Din ve mezhebe göre yiyecekleri de seçebilmekteydiler. İngiltere Hükûmeti her fırsatta kamplarda esirlere dini özgürlük verildiğini, esirlerin tam bir serbestlik içinde ibadetlerini yaptıklarını iddia etmiştir. Bu iddia doğru ise de kamplarda Türk esirlere Hristiyanlık propagandası yapıldığı gerçeğini değiştirmemektedir. Genç Hıristiyan Erkekler Birliği İttifakı Genel Sekreterliği[368] Türkiye’deki esir kamplarında esirlerin yararına faaliyetler düşünmektedir. Karşılıklılık ilkesine göre her iki taraf elindeki esirlere din değiştirme hususunda baskı yapmayacaktır. Türk tarafı Hindistan ve Burma’daki Hıristiyan olmayan esirlere din değiştirme konusunda bir baskı yapılmamasını istemiştir. Eylül 1918’de Osmanlı Harbiye Nezareti, Dünya Genç Hıristiyan Erkekler Birliği İttifakı Genel Sekreterliğine İttifak’ın Türkiye’deki savaş esirlerinin yararına olarak çalışabileceklerine dair bir mektup göndermiştir. İngiltere Hükûmeti, İstanbul’daki Hollanda temsilciliği aracılığıyla karşılık ilkesi gereği İttifak tarafından İngilizlerin elindeki Türk savaş esirlerinin yararına olarak üstlenen çalışmaya bir itirazları olmadığını belirtmiştir. Londra’daki Hindistan Ofisi, 8 Ağustos 1918’de benzer bir imtiyazın Türk esirlerin alıkonuldukları İngiltere İmparatorluğu’ndaki kamplar için de sağlanması koşuluyla Osmanlı Hükûmetinin Dünya Genç Hıristiyan Erkekler Birliği İttifakı’nın Türkiye’deki savaş esirlerinin kamplarını ziyaret etmelerine izin vermeyi kabullenmesini olumlu bulmuştur. Hindistan Hükûmeti tarafından onaylandığı takdirde Hristiyan olmayan esirler arasında hiçbir şekilde Hristiyanlık dinine çevirme girişiminde bulunulmayacağını Londra Hindistan Ofisi tarafından kabul etmiştir.[369] Yukarıdaki karşılıklı antlaşmaya rağmen Türklerin bulunduğu esir kamplarında Hıristiyanlık propagandası yapılmıştır. Hıristiyanlığın esasları anlatan dini kitaplar ve İncil Türkçe, Arapça ve İbranice olarak Rangoon’daki görevliler tarafından Burma esir kamplarında alıkonulmakta olan Türk savaş esirlerine dağıtılmıştır.[370]

Sumerpur kampında esirler, dinlerini uygulamada serbesttirler. Kampta esirler için özel olarak bulunan ve bir imamın Kuran okuyabildiği bir cami vardı. Ara sıra Hristiyanların dini törenleri için kampa bir Fransız papaz gelmektedir. Kahire Ermeni Piskoposu Mgr. Thargom Kaushagian da 1916 yılbaşında kampı ziyaret etmişti. Kampta müzik ve şarkı söylemek serbestti. Kızılhaç heyetinin kampı ziyaretlerinden kısa süre önce evlerine gönderilen Ermeniler kampta iyi bir orkestra kurmuşlardı.[371]

Bellary kampında esirler arasında dini görevleri yerine getirecek bir imam yoktur. Esirler kendileri Kuran okumakta ve ibadetlerini yapmaktaydılar. Kamp komutanı esirlere dini vecibelerini yerine getirmek için bir yer tesis etmiş, esirler ise burayı kafe-restoran olarak kullanmayı tercih etmişlerdi.[372] 4 Mayıs 1919 günü Berat Kandili’ni esirlerin bir kısmı mevlit yaparak idrak etmişler ve ibadetle geçirmişlerdi. 19 Mayıs 1919’da ise esirler Ramazan ayının birinci günü olarak oruç tutmaya başlamışlardı. Esirler genelde oruç tutmakta buna rağmen gizli gizli yiyen esirler de bulunmaktaydı. Hüseyin Fehmi Güneş, arkadaşları Avcı Ahmed Ağa, Uzunköprülü Kozyörük köyünden Abdül Ağa, Emin ile beraber sahura kalkmışlardı.

Kampta bayram çalgılar çalınarak, şenlikler yapılarak, oyunlar oynanarak, şekerlemeler yenilerek, kahve, çay, yemek ziyafetleri verilerek buruk da olsa kutlanmıştır. Herkes kendi statüsüne göre birbirine gidip gelmiş birbirinin bayramını tebrik etmiştir. Kurban Bayramı’nı yine bu kampta 29 Ağustos 1919 günü buruk bir şekilde idrak edilmiştir. Kurban Bayramı’nda subaylar ve üst düzey subaylar tarafından kurbanlar kesilmiş ve yemekler verilmiştir. Esirlerin kamplarda geçirdiği ilk bayram 1919 yılı bayramı olmayacaktır. 4 Nisan 1920 günü Regaip Kandili idrak edilmiştir. Diğer kandillerde olduğu gibi bu kandilde de para toplanmış ve bu parayla lokma, helva ve değişik yemekler yapılmıştır. Yatsı namazından sonra hafızlar mevlit okumuşlar ardından büyük varilde hazırlanan şerbetler binlerce esire dağıtılmıştır. Mevlitten sonra dualar yapılmış ve hatim duaları okunmuştur. Bu kandilin diğerlerinden farkı esirlerin artık gideceklerini bilmeleri ve gün saymalarıdır.[373]

Thatmyo kampında, Kamp komutanı öncelikle bir binanın cami olarak kullanılmasını teklif etmiş Albay Suphi Bey itiraz ederek savaş sonrası bu binanın terk edileceği ve bu durumun uygun olmayacağı gerekçesiyle karşı çıkmıştır. Esir askerler üzerinde etkisi büyük olan Suphi Bey’in itirazından sonra vazgeçilmişti. İkinci olarak esirler Thatmyo’da bulunan bir camiye gidip dini vecibelerini yapmak istemişler, kamp yetkilileri bu izin vermekten çekinmiştir. Gerekçe olarak da şehirde farklı mezheplerin ve şiddete yönelen dini grupların varlıklarını göstererek ibadet esnasında kavgaların çıkabileceğini öne sürmüştür. Bu iddia Kızılhaç heyeti kamp yönetimini ve esir temsilcilerini bir araya getirmiş ve kamp içinde ibadetler için bir yer yapılması konusunda mutabakata varılmıştır. Bu mescit Nisan 1917’de yapım aşamasındadır.[374] Kampta cami olarak kullanmaları için bir bina tesis edilmiş ve imamlar burada hizmet vermişlerdir. Buna rağmen esirlerden ibadetlerini yapanların sayısı az olmuştu.[375] Bu sebeple Osmanlı Devleti imamların kamplarda daha aktif rol oynamasını istemiştir. İsveç Diplomatik temsilcisi Osmanlı Hükûmetinin isteğiyle 12 Temmuz 1917 tarihinde İngiltere Dışişleri Bakanlığına bazı imamların Türk

Müslüman savaş esirlerini ibadetlerinde desteklemek amacıyla izin verilmesiyle ilgili bir sözlü nota iletmiştir.[376]

Meiktila kampında tüm esirler sorunsuzca dini ibadetlerini yapabilmekteydiler. Esirler, kendi arasından seçilmiş imam ile cemaat olarak hep beraber namaz kılabilmişlerdi. Namazdan sonra esirler musafaha yapmakta, birbirlerine dua etmekte ve bu şekilde vakit geçirmekteydiler. Esirlerin esaret altında olmaktan başka bir şikâyetleri yoktur. Sabah namazı cemaatle kılınmakta hatta bu birliği Mecusi askerler hayranlıkla izlemekteydiler. Genelde erler namaz kılmakta ve hatta kılmayanlar bile bir süre sonra çevreden etkilenerek namaza başlamışlardır.[377] Son olarak Shwebo kampında ise esirlerin sayısı fazla olmaması nedeniyle ibadet yapılmıyordu.[378]

3.3.3                        Kıbrıs Esir Kampında Dini Hayat

Esir kampına yerleşen Türk askerleri yaptıkları ahşap bir mescit vasıtasıyla dini vecibelerini yerine getirmeye çalışmıştır. İbadete açılan bu cami zamanla Çanakkale Cephesi’nden gelen esirlerin sayısının artmasıyla ihtiyacı karşılayamaz olmuştur. Yetkililerce üçüncü bölümün yedinci barakası esirlerin ibadetlerini yapmaları için mescit haline getirilmiştir. Caminin imamı Şevket isminde bir esirdir. Esirler arasında bulunan güzel sesli müezzinler vasıtasıyla kampta beş vakit ezan okunmuştur. Zaman zaman hafızlar tarafından Kur’an-ı Kerim kıraat edilmiştir. Kampta Şevket Bey’e diğer esirlerden biraz faklı muamele yapılmaktadır ve birtakım ayrıcalıklara sahiptir. İngiliz Esir Kampı Komutanlığının müsaade ettiği zamanlarda kamptan dışarı çıkabilmekte olup Mağusa kalesi içerisinde yaşayan Türkler bir araya gelme imkânına sahiptir.[379]

Kampta din hizmetlerini yerine getiren esirlerden hariç adada yaşayan halk esirlerin tercüman, doktor, kantin işletmecisi gibi faaliyetlerin yanı sıra esirlerin dini görevlerini yerine getirmelerine yardımcı olmak üzere kamp yönetimine başvurmuştur. Türk esirlere yardım amacıyla 1 Kasım 1916 tarihinde İngiliz yetki­lilere müracaatını yapan Ay Simeo köyünden Ali Fevzi ayrıca kampta hocalık görevini yapabileceğini de belirtmiştir. 8 Kasım 1916 günü kendisine olumsuz cevap verilmiş ve kamptaki Türk esirlere dini vecibelerini yerine getirebilmeleri için sadece Mağusalı Mustafa Nuri Efendi’ye müsaade edilmiştir. Mağusalı Mustafa Nuri Efendi Türk savaş esirlerinin dini vecibelerini yerine getirebilmeleri için elinden geleni yapmıştır. Mustafa Nuri Efendi cenaze törenlerinde esirlere dini kitaplar getirmeyi düşünmüş ve 1916 yılında müracaatta bulunmuştur. Esir kampı komutanı Yarbay E. A. How Mağusa Kaza Komiserliğine verdiği cevapta esir kampındaki esirlere dağıtıl­mak üzere getirilecek hediye Kuran-ı Kerimlerin kendilerini de mutlu edeceğini, Mustafa Nuri Efendi’nin dilerse kitapları istediği herhangi bir gün sabah 09.00-12.00 arasında şahsen teslim edebileceğini belirmişlerdir.[380]

Pembe Hasan isimli bir Kıbrıslı Türk genellikle bayramlarda esirlerin ziyaretlerine izin verildiğinden bahsetmektedir. Ada halkının erkekleri kampa gider, esirlerin hikâyelerini dinler ve oyunlarını seyrederdi. Bayramlarda genellikle “Ağlamayın anneler, yine gideriz. Dinimiz uğruna şehit düşeriz.” diye başlayan bir türkü çağırırlar ve ada halkını hüzünlendirirlerdi.[381]

Pembe Hasan Karakol bölgesinde kampın kuruluşundan hemen sonra ölümlerin başladığını ve hemen hemen her gün bir iki tabutun bayraklarla örtülü olarak şimdiki mezarlığa götürüldüğünü söylemektedir. Hatta esirlerin adaya getirildikleri ilk günkü karışıklıklar sırasında devrilen araçta iki Türk asker hayatını kaybetmiştir. Çeşitli sebeplerle hayatını kaybeden Türk esirlerin İngiliz kamp komutanı tarafından düzenlenen askeri cenaze törenine 30-40 civarında Türk savaş esiri katılır, törene katılan bu savaş esirlerine hemen hemen aynı sayıda İngiliz askeri de refakat eder, saygı duruşu ve saygı atışını müteakip tören biterdi. Cenaze töreni yapılacak günlerde Mağusa Kalesi içinde ikamet eden çok sayıda Türk gözyaşları içinde kaleden dışarı çıkarak hazin hazin giden cenaze alayını seyrederdi. Özellikle Mağusalı Mustafa Nuri Efendi’nin girişimleriyle İngiliz kamp komutanı daha önceki uygulamalardan vazgeçerek esirlerin dini törenle ve Türk mezarlığına gömülmelerine müsaade etmiştir. Esir kamplarında hayatını kaybeden Türk askerlerinin cenaze merasimlerinde Mağusalı İmam Mustafa Nuri Efendi ve beraberindeki birkaç Türk hafız görev alır ve şehitlerin yıkanıp bir grup Türk esirin de katıldığı dini bir törenle defnedilirdi. Kıbrıs halkı da törenlere katılmaya çalışmıştır. Daha önce vefat edip başka yerlere defnedilen cenazeler için yapılacak bir şey ise kalmamıştır. Şehit olan esirlerine ağlayan ada halkına arkadaşları “Ağlamayın anneler / Yine gideriz, / Dinimiz uğruna / Şehit gideriz!..” diye ağıt yakmışlardır.[382]

3.3.4                        Selanik Esir Kamplarında Dini Hayat

Tüm İngiliz esir kamplarında esirlerin inançlarına saygı gösterilmiştir. Bu saygı İngiliz politikası olarak tüm kamplarda uygulanmıştır. Selanik esir kamplarında da İngiliz komutan namaz kılan esirlere çok büyük saygı duymuştur. Hatta namaz kılanlara ayrıca görev bile verilmemiştir. Ramazan ayı gelince at etini kesilmiş ve koyun eti vermeye başlanmıştır. Sahurda tüm esirler boru ile kaldırılmıştır. Oruç tutmayanlara sahurun yanı sıra öğlen ve akşam da yemek verilmiştir. Ramazan’a özel olarak yemekler her zamankinden daha çok çıkarılmıştır. Bayram da ise sadece oruç tutanların bayram yapmasına izin verileceği, tutmayanların cezalandırılarak iskele boyunca çalıştırılacağı söylense de bu uygulamadan sonradan vazgeçilmiştir. Bayram boyunca eğlenceler düzenlenmiş ve esirlere bol yemek verilmiştir.[383] Dudular esir kampında geçirdiği günleri hatıratında anlatan Mehmed Nuri Bey, bayramlarda tüm tel örgülerin kapılarının açıldığını ve esirlerin serbestçe bayramlaşmasına izin verildiğini yazmıştır. Sadece 2. tel örgüde kalan 8.000 esirin bayramlaşması görülmeye değerdir. Bayram boyunca esirler değişik şenlikler yapmışlar ve güreş turnuvaları düzenlemişlerdir.[384] İngilizlerin esir kamplarında Türk esirlerin dini inançlarına saygı gösterdiğini Selanik kamplarında görevli İngiliz asker Borgonon şu sözler ile açıklamaktadır:[385]

“Şimdi Türk çok komik bir adamdır. Yürüyüş sırasında, acele etmeyerek yol kenarında dua etmek istiyorsa, hiç kimsenin ona müdahale etmesine izin verilmemektedir. Kuşkusuz, 300 kişinin güzelliklerine eşlik ettiğim büyük bir işin, her birinin namazlarını farklı bir zamanda kılmak istemesini hayal edin. 300 esirin her birinin yaklaşık yarım dakika kadar ayakta durduğunu bir düşünün.”

Esirlerin kaldıkları kamplar son derece temizdi. Tüm esirler çok rahat görünmekte ve garip bir şekilde kapalı alanlardaki yerlerde çok sayıda halı bulunmaktadır. Bu sayede Türk esirler gelip ibadetlerini istedikleri gibi yapabilmekteydiler. Yakınlarda ise abdest almaları için birkaç kuyu bulunmaktaydı.[386]

3.3.5                        Malta Esir Kampında Dini Hayat

Malta esir kamplarında esirlerin dini ibadetlerini yapabilecekleri bir cami bulunmaktaydı. Yalnız burada bulunan esirlerin çoğu siyasi tutuklu veya sakıncalı görülerek buraya getirilmiş üst rütbeli askerdi. Bu kişiler çoğu zaman inzivaya çekilmişler ya da yönetim tarafından gözaltında tutulmuşlardı. Siyasi veya üst düzey rütbeli esirlerden de isteyenler kendi odalarında ibadetlerini yapabilmişlerdir.[387]

3.4 Kamplarda Esirlere Yapılan Kötü Muamele

Esirlerin cephede esir düştükten sonra daimî kalacakları kamplara ulaşıncaya kadar yaptıkları zorunlu yolculuk esir kamplarındaki yaşantıları ile kıyaslanamayacak kadar kötüdür. Kamplara yerleştirilinceye kadar geçirdikleri bu sevkiyatta uzun yol yürümüşler, trenlerde kalabalık gruplar halinde taşınmışlar, yollarda çoğu zaman aç kalmışlardır. Türk askerlerinin binlercesi sevk sırasında açlıktan telef olmuştur. Esirlere reva görülen muamele bununla da kalmamış kamplara intikalleri sırasında esirler İngiliz askerleri tarafından yağmalanmış, hakarete uğramış ve aşağılanmaya maruz kalmışlardır. Kamplara ulaşmayı başaran esirler kısmen daha rahat bir hayata kavuşmuştur. Özetle İngiltere Hükûmeti Türk askerlerinin sevklerine asla önem vermemiştir.[388]

3.4.1                         Mısır Esir Kamplarında Esirlere Yapılan Kötü Muamele

İngilizlerin Türk esirlerine uyguladığı kötü muamele savaş boyunca iki ülke arasında önemli bir gündem maddelerinden birisi olmuştur. Osmanlı Devleti kendi esirlerine uygulanan bu muameleye karşılık sık sık serzenişlerini aracı devletler ile dile getirmiştir. Özellikle esaret sonrası geri dönen esirlerin verdikleri ifadeler Osmanlı Devleti’nin ileri sürdüğü kötü muamele iddiaları destekler niteliktedir. Çanakkale’de esir edilen Osmanlı subay ve askerlerinin kötü muameleye tabi tutulmalarına karşılık alınması gereken tedbirleri Harbiye Nezareti, Amerikan Elçiliği aracılığıyla İngiltere’ye değişik tezkereler ile bildirmiştir. Tezkerelerde Çanakkale’de İngiliz ve Fransız askeri kuvvetleri tarafından esir edilip Mondros ve Sakız’a; Süveyş Kanalı’nda esir edilip Mısır’a gönderilen subay ve askerlerin medeniyet ve insanlık dışı muamele ile Lahey Konferansı kurallarına aykırı bazı haksız uygulamalara tabi tutulduklarından bahsetmektedir. Bu durum devam ettiği takdirde Türk esirlere uygulanan muamelelerin İngiliz esirlere de uygulanacağı ve bazı sert tedbirlerin alınacağı belirtilmişti. İngiliz subayından iki kişinin veya İngiliz tebaasından seçilecek iki kişinin Türk esirlere uygulandığı üzere kışlalardan birinde dar, insan boyundan yüksek ve yerinden ışık alan bir odada hapsedilmesi, ara sıra posta arabaları gibi her tarafı kapalı ve yalnız kapısı açık arabalar ile gezdirilmesi ve kendilerine er erzakı verilmesi kararlaştırılmıştır. Yine sonuç alınamadığı takdirde tüm İngiliz esirlere yukarıda bahsedilen şekilde davranılacağı belirtilmiştir.[389]

Osmanlı Devleti Türk esirlerine uygulanan kötü muamelenin kanıtı olarak sözüne güvenilir kişilerden bahsetmektedir. Şeref ve güvenirliğinden şüphe edilmeyecek bir kişi vasıtasıyla Osmanlı İmparatorluğu Hükûmetine gelen bilgilerde İngiltere Hükûmetinin, Mısır’da savaş esiri Osmanlı subay ve askerlerine, medeni bir devlete yarışmayacak şekilde utanç verici bir muamele yaptığı bilgisi yer almaktadır. Esir askerler birkaç zeytin ve bir parça ekmek gibi, oldukça yetersiz bir besin almaktadır ki bu Lahey Sözleşmesi’nin ek düzenlemesinin 7. maddesine aykırı bir durumdur. İlgili madde savaş esirlerinin bakım ve sorumluluğunu esir alan Hükûmete vermektedir. Ayrıca bu maddede esirlerin yemek, yatacak yer ve giysi bakımından söz konusu Hükûmetin birlikleri ile eş düzeyde muamele göreceğini özellikle belirtilmiştir. İngiliz askerinin bu derece sefil bir biçimde beslenmediği ortada olduğu gibi diğer ülkelerin askerleri ile karşılaştırıldığında en iyi iaşeyi İngiliz askerleri almaktadır. Osmanlı askerleri örneğin, taş taşımak gibi ağır işleri yapmaya zorlanmaktadır. Ağır işlerde çalışan esirler yorulduklarında da şiddete maruz kalmakta veyahut çalışırken can vermektedirler.[390]

Osmanlı Devleti Başkumandanlık Vekâletinden 22 Ağustos 1915 tarihinde Hariciye Nezaretine giden yazıda daha Mısır’da esir tutulan Türk askerlerinin çektiği sıkıntılardan bahsetmektedir. Söz konusu yazıda Mısır’dan gelen Hicaz sıhhiye idaresine mensup bir kişinin Mısır’da esir bulunan Osmanlı subayların hayatlarını anlatan detaylar gazetelere de aynen yayınlanmıştır. Başkumandan Vekili sıfatıyla gönderilen yazıda aldıkları emirden ve vatanperverlik vazifesinden başka bir şey ifa etmeyen fedakâr subayların maruz kaldığı halin insanlık dışı olduğu dile getirilmiştir. İngiltere gibi kadim bir geleneğe sahip olan bir Hükûmete yakıştırılamayacak olan bu halin acilen düzeltilmesi beklenmektedir. Aksi takdirde Osmanlı Devleti, elinde mevcut olan İngiliz subayının da aynı muameleye tabi tutulacağını ilan etmiştir.[391]

Osmanlı Devleti, savaş boyunca düşman devletlerin elinde bulunan esir subay ve askerlere uluslararası hukuk haricinde insanlık dışı kötü muamele yapıldığı ileri sürmüştür. Osmanlı Devleti gönderdiği notalarda kendi askerlerine gösterilen muamelenin yanı sıra serbest bırakılan esir İngiliz subaylarının Osmanlı subaylarına selam vermemek ve istasyona ulaştıklarında yaralı askerlere gülüp eğlenmek gibi küstah tavırlar takınmakta olduklarını belirterek bu tür davranışlardan rahatsızlık duyduğunu her fırsatta bildirmiştir. Osmanlı esir subaylarına reva görülen insanlık dışı muameleden vazgeçilmedikçe İngiliz esir subaylara Osmanlı Devleti’nin şanına yakışır şekilde bahşedilen tüm izin ve imtiyazların kaldırılacağı Ocak 1916’da Başkumandanlık Vekâleti tarafından İngiltere’ye bildirilmiştir.[392]

Uluslararası hukuka olduğu kadar insanlık prensiplerine ve İngiltere Hükûmetinin sürekli övündüğü medeniyet seviyesine aykırı olan tüm bu hareketler Osmanlı Devleti’ne muhataplarının hoşuna gitmeyecek tedbirler almaya itmiş ve Osmanlı Devleti içindeki İngiliz vatandaş, asker ve subaylarına karşı kimi tedbirler almak zorunda bırakmıştır. Bu tedbirler Londra Kabinesinin imzasını taşıyan ve uluslararası sözleşmelerden ileri gelen olumlu taahhütlerine uymayı kabul edinceye ve Osmanlı savaş esirlerine insani muamele yapıncaya dek yürüklükte olacağı ilan edilmiştir.[393]

Osmanlı Devleti’nin kendi esirlere uygulanan kötü muameleye dair bir şikâyeti de Aden’de tutuklanan sivil esirlere yöneliktir. İngilizler tarafından Aden’de tutuklanan Tahran sıhhiye memurlarına dair Amerika Elçiliği vasıtasıyla gelen 20 Ekim 1915 tarihli yazıda Tahran’ın işgali sırasında orada bulunan Osmanlı memurlarının aileleriyle beraber İngilizler tarafından esir edilerek Aden’e sevk edildikleri bilinmektedir. İngilizlerin uluslararası hukuk kurallarına aykırı olarak esirlere gösterdiği insanlık dışı muamele devam ettiği takdirde misilleme olarak Osmanlı Devleti’nde bulunan İngiliz tebaasından aynı şartları taşıyan bir kısmının esir sıfatıyla tutuklanıp bir garnizona sevki düşünülmüştür. Aden’de tutuklu bulundukları iddia olunan Tahran Osmanlı sıhhiye memurlarının hüviyet ve tutuklanma sebepleri hakkında İngiltere Hükûmeti tarafından tahkikat yapılacağı ve sonuçta gerçekten hukuka aykırı bir şekilde tutuklanmışlar ise serbest bırakılacakları Osmanlı Devleti’ne daha sonra bildirilmiştir.[394]

Osmanlı Devleti’nin sık sık esirlerine yönelik kötü muameleye dair şikâyetleri üzerine İngiltere Dışişleri Bakanı Edward Grey, Amerikan’ın Mısır temsilcisinden Mısır’daki Türk savaş esirlerine uygulanan muamele ile ilgili bir rapor hazırlamasını ve Babıâli’ye gönderilmesini istemiştir. Osmanlı Devleti’nin Mısır ve Limni’deki Osmanlı savaş esirlerinin maruz kaldığı kötü muamele ile ilgili olarak hazırlanan bu rapor İstanbul Amerikan Büyükelçiliği aracılığıyla Eylül 1915 tarihinde Osmanlı Hükûmetine sunulmuştur. Osmanlı Hükûmeti tarafından dile getirilen şikâyetler özellikle esirlere verilen yiyeceklerin yetersizliğine ve çalışma şartlarının ağırlığına ilişkindir.[395]

İngiltere Dışişleri Bakanlığı, Osmanlı Devleti’nin Mısır’daki Osmanlı savaş esirlerinin kötü muameleye maruz kaldıklarına dair iddialarını anlamadığını ileri sürmüş, İngiliz güçleri tarafından tutuklanmış Türk esirlerin kötü muameleye maruz kaldıkları iddiasının tamamıyla gerçekdışı olduğunu bildirmiştir. Bu nedenle Türkiye’deki İngiliz savaş esirlerine uygulanan kötü muamele hiçbir şekilde haklı gösterilemez. İngiltere Hükûmeti, Mısır’daki Türk esirlerin Amerikan konsolosluklar ve diplomatik görevliler tarafından teftiş edilmesine itiraz etmemektedir. Mısır’daki İngiliz güçlerinin Genel Komutanlığı, Kahire’deki Amerika Genel-Konsolosluğuna Mısır’da tutuklu bulunan Osmanlı asker ve subaylarını ziyaret etmeleri için her türlü kolaylığın sağlandığını daha önce de bildirmiştir. Bu sebeple Osmanlı Hükûmetinden Türkiye’de tutuklu bulunan İngiliz savaş esirlerini ziyaret etme ve denetlemeleri için her türlü kolaylığı sağlamasını talep etmektedir. Bu sayede İngiltere Hükûmeti bu esirlerin durumları hakkında kesin bir bilgi edinebilecektir.[396]

İstanbul Hükûmeti, 20 Eylül’de Türk savaş esirlerine Mısır’daki İngiliz yetkililerin uyguladıkları kötü muameleye ilişkin benzer iddialarda bulunan bir başka nota daha göndermiştir. Kahire’deki Birleşik Devletler diplomatik yetkilisi konu ile ilgili yapılan araştırmanın İstanbul Hükûmetinin beyanlarının geçersiz kıldığını iddia etmiştir. Amerika’nın Mısır Konsolosu Olney Arnold, Türk esirlerinin rahatı için yapılan düzenlemelerle ilgili memnuniyetini ifade etmiştir. Birleşik Devletler temsilcileri bu ülkede bulunan esirlere uygulanan muameleye dair Osmanlı Hükûmetinin tatmin olması amacıyla her türlü kolaylığın sağlanması için görevlendirilmiştir. İstanbul’daki Amerikan Büyükelçisi Henry Morgenthau, Osmanlı Devleti ile Haziran, Temmuz, Ekim ve Kasım tarihlerinde değişik notalarla tahkikat sonucu elde edilen bilgileri paylaşmıştır.[397] Amerika Büyükelçiliği, bu notalarda Kahire’deki Amerikan diplomatik görevlisinin Mısır’daki Osmanlı savaş esirlerinin bulunduğu bölgelerde, asker ve subaylarla birebir görüştüğü ziyaretlerini, belirgin bir biçimde iyi halde olan bu esirlere yönelik muamele hakkındaki izlenimlerini içeren bilgiler iletmiştir. Raporlarda Amerikan Elçiliği, esirlerin durumları hakkında iyimser görünen intibalar edindiğinden bahsetmektedir.[398] Ayrıca Amerikan Büyükelçiliği, İmparatorluk Hükûmetinin, İngiliz savaş esirlerine geçmişte bir süre uyguladığı ağır rejimi değiştireceğini beklemektedir. Ancak, tüm bu tahkikat sonuçları Babıâli’yi ikna etmeye yetmezse durumun açıklığa kavuşması için iki devlet arasında arabuluculuk yapmaktan çekinmeyeceğini de bildirmiştir.[399]

Amerikan Büyükelçisi Morgenthau, Osmanlı Devleti’nin 15 Eylül ve 10 Ekim tarihli notalarına cevap olarak 21 Eylül 1915’de Mısır’daki subay ve sivil esirlerin durumu hakkında Mısır Konsolosu Olney Arnold’un hazırladığı raporu içeren 3 adet mektubu Osmanlı Devleti’ne ulaştırmıştır. Mektuplar Mısır’daki Amerika Diplomatik Temsilcisi Olney Arnold’ın savaş esiri Türk subaylarına ve vatandaşlarına uygulanan muameleye ilişkindir. Söz konusu mektuplar Mısır Kuvvetleri Komutanı Korgeneral J. G. Maxwell tarafından Kahire Ordu Karargâhına da 5 Ekim 1915 tarihinde gönderilmiştir. Subaylar da dâhil olmak üzere Mısır’da tutuklu bulunan Türk savaş esirlerinin içinde yaşadıkları şartları anlatan mektuplara ayrı ayrı dosyalar halinde cevap verilmiştir. Mektuplara verilen cevapta esirlerin hem yaşadıklar odalar hem de yiyecekler bakımından en iyi muameleye tabi tutulduklarına ve özel olarak subaylar için düzenlenen haftalık motor sürüşlerine dikkat çekilmektedir. Birinci dosya “A” olarak isimlendirilmiş olup sıradan posta olarak alınan, savaş esirlerinin arkadaşlarına yazdıkları mektuplarını içermektedir. İkinci dosyadaki mektuplar, resmi görevli olan ve olmayan subaylar, vatandaşlar ve bir imam tarafından yazılmıştır. Bu mektuplar yönetime hitaben yazılmış ve “B” olarak adlandırılmıştır. Üçüncü dosya resmi görevli olmayan subaylara ve subay olmayan esirlere verilen iaşe miktarını ve Türk subayların yemek listeni içermekte olup “C” olarak nitelendirilmiştir.[400] Söz konusu dosyaların içinde esirler tarafından ailelerine yazılmış mektuplar da bulunmaktadır. Bu mektuplar arasından seçilen birisi imam, diğerleri subaylar tarafından yazılmış üç mektuba, subaylara ve askerlere verilen iaşe listesinin bir kopyası eklenmiştir. Amerikan Elçiliğinin iddiasına göre bu belgeler okunduğu takdirde, esirlerin herhangi bir şikâyette bulunmadıkları hatta kendilerine yapılan muameleden memnun oldukları görülecektir. Kampta esirlere verilen kumanyaların listeleri erlere ve subaylara her daim ilan edilmektedir. Sonuç olarak Arnold’un esirlere uygulanan uygulamalardan etkilendiği gönderdiği raporda görülmektedir.[401]

Amerika Büyükelçiliği, şartlar göz önünde bulundurulduğunda, Osmanlı Hükûmetinin bir süredir İngiliz savaş esirlerine uygulandığı iddia edilen katı yönetimde değişikliğe gitmesini istemektedir. Bununla birlikte, yukarıda bahsedilen İngiliz otoritelerinin Osmanlı esirlerine kötü muamele yapılmadığına yönelik ileri sürdüğü raporun Osmanlı Hükûmetini ikna etmediğinden Amerikan Elçiliği, kendilerinin tam anlamıyla tatmin olması ve durumun bütün netliğiyle açığa kavuşması için son bir kez daha Osmanlı Hükûmetine gerekli belgeleri sunmuştur.[402]

Mısır’dan Londra’daki Savaş Ofisine gönderilen yazıda da Amerikan Büyükelçisinin Türk savaş esirlerini ziyaret etmesi için her zaman teşvik edildiğinden söz etmektedir. Bu yazıda da iddia edildiği üzere özgürlüklerini istemeleri dışında esirlerin Mısır esir kamplarından herhangi bir şikâyetleri bulunmamaktadır.[403]

Mısır Kuvvetleri Genel Komuta subayına gönderilen bir başka yazıda Amerikalı yetkililerin İngiliz esirleri ziyaretlerinde Türklerin çok zorluk çıkardıklarından söz etmektedir. Türkler Mısır’daki Türklere uygulandığı iddia edilen kötü muameleden dolayı İngiliz esirlerine karşı misilleme yapmaktadır. İngiltere Dışişleri Bakanlığı, Mısır’daki Amerikalı konsolosluk yetkililerinin herhangi bir zamanda Türk esirleri ziyaret etmeleri için yetkilendirilmelerini önermektedir. İngiliz yetkililer, Amerikalı görevlilerden Türk tarafına İngiliz esirlerine uygun muamelede bulunulması için telkinde bulunulmasını ve Türkiye’deki esirlere yapılan ziyaret hakkında karşılıklılık ilkesinin uygulanmasını talep etmiştir.[404]

Edward Grey’den Birleşik Devletler Londra Büyükelçisi Page’e 11 Kasım 1915 tarihinde sıhhi personel oldukları iddia edilen sekiz Osmanlı vatandaşının

Kamaran Adası’ndaki tutukluluklarına misilleme olarak İstanbul’da tutuklanan sekiz İngiliz askerine dair bir yazı göndermiştir. Bahsi geçen kişilerden ikisi Kamaran’da doğal sebeplerden ötürü (biri kalpteki tümörden ve diğeri tüberkülozdan) vefat etmiştir. Osmanlı Hükûmeti elinde bulundurduğu İngiliz personelleri serbest bırakır bırakmaz, İngiltere Hükûmeti kalan üç kişiyi geri gönderilmeye hazırdır.1200 [405]

Bu tutuklamalar üzerine İngiltere Hükûmeti, Babıâli Hariciye Nezaretine 14 Ekim 1915 gönderdiği notada Osmanlı savaş esirlerine uyguladığı muameleye ilişkin bilgilendirmeler yapmıştır. Amerikan Başkonsolosu’nun Mısır’da tutulan Türk subay ve askerleri ziyareti için Mısır’daki İngiliz birliklerinin komutasındaki general tarafından tüm olanakların sağlandığını ifade edilmiştir. İngiltere Hükûmeti, hangi dayanaklarla Babıâli’nin, Mısır’daki savaş esirlerine kötü muamele yapıldığı ileri sürdüğünü anlamamaktadır. İngiltere Hükûmeti bu nedenle şunu ifade eder ki İngilizlerin elinde tutulan herhangi bir Türk esirin kötü muamele gördüğü tamamen asılsızdır ve bu nedenden dolayı Türklerin elinde tutulan herhangi bir İngiliz savaş esirinin, hiçbir mazeret olmaksızın kötü muamele görmesi insanlık dışıdır. İngiltere Hükûmetinin, ellerinde bulunan Türk savaş esirlerinin, Amerikan diplomatik ya da konsolosluk yetkilileri tarafından teftiş edilmesine hiçbir itirazı yoktur ve Osmanlı yetkililerinden Türklerin ellerinde tuttukları İngiliz savaş esirlerini teftiş etmesine müsaade edecek tüm olanakları sağlamalarını ümit etmektedir. Böylelikle İngiltere Hükûmeti her zaman, esirlerinin nasıl muamele gördüğüne ilişkin güvenilir bilgi sahibi olabilecektir. 27 Ekim tarihli notada İngiltere Hükûmeti, karşılıklı bir tedbir olarak İstanbul’daki Amerikan Büyükelçiliği yetkilileri tarafından İngiliz savaş esirlerinin tutulduğu Türk kamplarını teftiş edilmesine imkân sağlanmasını Osmanlı Hükûmetinden bir kez daha istemiştir.[406]

İngiliz ve Fransız Hükûmetleri, Babıâli’ye Kahire’deki Diplomatik temsilciden alınan, Mısır’daki Osmanlı subay ve askerlerinin tutulduğu yerlere yaptığı ziyaretini ve Arnold’un esirlere gösterilen iyi muamele karşısında ne kadar etkilendiğini anlatan ilki Haziran 1915 tarihli olmak üzere toplam dört bilgi notası sunmuştur. İngiltere, Babıâli’nin bu hususta, esirlerin ve kötü muamele gördükleri

düşünülen yerlerin isimlerini bildirme sorumluluğundan kaçındığına dikkat çekmektedir. Bu şartlar altında, İngiltere Hükûmeti, Osmanlı Hükûmetinin elinde bulunan İngiliz savaş esirlerine yapılan muamele, İngiltere’de bulunan Türk esirlere yapılan muamele ile eşitlenmesini istemektedir. Osmanlı Devleti tarafından Birleşik Devletler yetkililerinin İngiliz esirleri teftiş etmesi için olanak sağlaması üzerine bir güvence vermesini beklemektedir. Bu durum İngiltere egemenliği altındaki Türk esirlerin bulunduğu kamplar için sağlanmıştır.[407]

Osmanlı Devleti, İngilizlerin ellerinde bulunan Türk savaş esirlerine uygulanan kötü muameleye misilleme olarak 8 İngiliz askeri tutuklamış bunlardan İngiliz denizaltısında görevli Deniz Binbaşısı H.J. Stoker ve Yedek Subay Geoffrey Fitzgerald’ı hapishanede yalnız başlarına hapsetmiştir. İngilizlerin iddiasına göre iki savaş esiri üç haftadır korkunç bir zaman geçirmektedirler. Türk görevli komutan, İngiliz esirleri çağırarak Mısır’daki Türk esir subaylara uygulanan muameleden bahsederek Türk esirlerin küçük odalarda rahatsız bir şekilde kaldıklarını ve çeşitli aşağılamalara maruz bırakıldıklarını içeren delilleri göstermiştir. Türkler, Almanların telkinleriyle veya Enver Paşa’nın kışkırtmasıyla hareket etmektedirler. İngilizlerin Mısır’da alıkonulmakta olan Türk savaş esirlerinin hangi şartlar altında bulunduklarını belirten raporlara rağmen esirlerine kötü davranıldığı iddiasında ısrarcı olmaktadır. Edward Grey, Türklerin Osmanlı esirlerine uygulanan kötü muamele iddialarıyla yakından ilgilenmiş ve İngiltere Hükûmetinin ellerindeki Osmanlı savaş esirlerinin Birleşik Devletler diplomatik veya konsolosluk görevlileri tarafından teftiş edilmelerine bir itirazının olmadığını daha önceden de belirtmiştir. İngilizlerin elindeki Türk savaş esirlerine uygun bir muameleye tabi tutulduklarını gösteren tarafsız raporlar Babıâli’nin eline değişik zamanlarda ulaşmıştır. İngiltere, bu iki subaya uygulanan muamele ile ilgili Babıâli’nin mazeret ileri sürdüğünü iddia etmiştir. Bu tartışmalardan ayrı olarak İngiltere, hangi şart altında olursa olsun kişiler üzerinde misilleme yapmanın hukuksuz olduğunu düşünmektedir.[408]

Tutuklanan ve hapsedilen iki esir de olduğu gibi iki devlet arasında savaş süresinde arabuluculuk görevi alan Büyükelçilik, Osmanlı Hariciye Nezareti yetkililerinden bu iki subayın gördüğü özel muamelenin sebebini ve dayanılan temel nedenleri ifade eden doğrudan hiçbir resmi cevap alamamış ancak Stoker’in kendisi tarafından yazılan bir mektup alabilmiştir. Misilleme sonucu hapsedilen Stoker ve Fitzgerald’ın kendilerine yardım etmek üzere İstanbul Amerika Büyükelçisi’ne yazdıkları mektup kamuoyunda geniş yankı bulmuştur.1204 [409] Mektupta anlatıldığı üzerine Osmanlı Hükûmeti, Mısır ve başka bölgelerdeki Türk savaş esirlerine uygulanan muameleye karşı misilleme olarak Stoker ve Fitzgerald geniş bir binanın merkezindeki bir odada yalnız bir şekilde cezalandırılmış, 3 metrekareyi geçmeyen, ışıklandırma ve havalandırmadan neredeyse yoksun ve haşerat tarafından istila edilmiş odalarda barındırılmıştır. Penceresiz bir odanın içerisinde küçük bir masa ve yatak bulunmaktadır. Türk askerleri ile aynı yiyecek verilmiş ve daha fazlasını satın almalarına da izin verilmemiştir. Bu şartlar altında 5 Kasım’a kadar hapishanede kalmışlar ve İstanbul’daki bir haftalık nispi özgürlükten sonra iç bölgelerdeki esir kamplarına sevk edilmişlerdir. Oysaki H. J. Stoker’a göre İngilizlerin elinde bulunan savaş esirlerine uygulanan muamele, hoşgörü esasına dayanmaktadır. İngiltere Hükûmeti, esirlerine adil ve insancıl muamele göstermekten başka bir fikre sahip değildir.[410]

Her iki devlet arasındaki karşılıklı suçlamalar içeren notalar sonucunda Taşkışla barakalarında kurulan hastanedeki İngiliz yaralıları ziyaret etmek, Türk esirlere uygulandığı düşünülen kötü muamele sebep gösterilerek karşılıklılık ilkesi uyarınca yasaklanmıştır. Birleşik Devletlerin İstanbul Büyükelçisi, büyükelçilik sekreterinin serbest bir şekilde hastanedeki tüm yaralıları ziyaret etmesi adına resmi izin almak için adımlar atmış ve bir an önce bu iznin verilmesini istemiştir. İstanbul Büyükelçisi’ne göre de Türk esirlere uygulandığı iddia edilen kötü muameleye dair hiçbir gerekçe bulunmamaktadır. İngiltere Hükûmetinin İngiliz topraklarındaki Türk savaş esirlerinin Birleşik Devletler diplomatik veya konsolosluk yetkilileri tarafından teftiş edilmesine dair herhangi bir itiraz hiçbir zaman olmamıştır.[411]

Sonuç olarak İstanbul Amerika Birleşik Devletleri Büyükelçisi, iki İngiliz savaş esiri olan Stoker ve Fitzgerald’ın Mısır’da tutulan Osmanlı subay savaş esirlerinden hasta olanların tedavisine gerekli hassasiyet gösterilmediği gerekçesiyle misilleme olarak İstanbul’daki askeri hapishanede hücre hapsinde tutulmasına karşın Kahire’deki Amerikan diplomatik temsilcisinden gelen dört ayrı raporu Babıâli’ye iletmiştir. Bu raporların tamamı şunu göstermektedir ki hem subay hem asker olan Osmanlı savaş esirleri, kışla, yiyecek, giyecek, eğlence ve hava değişimi fırsatları bakımından mükemmel bir muamele görmektedir.1207 [412] Belirtilen sebeplerle Kahire’deki Amerikan Diplomatik temsilcisinin raporu göz önüne alındığında, büyükelçilik, iki haftadan fazla bir süredir esir tutulan bu iki İngiliz subayın ağır şartlardaki muamelesine son vermesini beklemekte ve Mısır, Malta ve Rangoon’daki Amerikan temsilcilerinin yaptığı ziyaretlere benzer şekilde, İngiliz esirleri ziyaret etmek için olanak sağlamak adına gerekli düzenlemeleri yapılmasını ümit edilmektedir.[413]

Ahmed Altınay’ın esir düştükten sonra kampa getirilişine kadar yazdıkları ve kamp hayatına dair anlattıkları esaret günlerinde çekilen sıkıntıları anlatması bakımından önemlidir. 6. Ordu emrinde Batı Şeria’da İngilizler ve Araplar ile yapılan savaşlarda subaylar dâhil tüm askerlerle birlikte esir düşmüştür. 1 Kasım 1918’de Port Said’den Kantara’ya oradan da kanal köprüsünü yürüyerek geçmişler ve trenle Mısır’ın ovalarını izleyerek Seydi Beşir esir kampına aktarılmışlardır. 31 Aralık’ta Uluvvu’ya gittiklerinde oradaki duruma çok şaşırmıştır. Herkes çıplaktır. Kimi avret yerini eli ile kapatmış, kimi hayvan gibi anadan doğma çırılçıplaktır. Herkesin gözü önünde Türkçe olarak "Soyııııııınız." komutu ile anadan doğma çırılçıplak soyunup "(Gırıınz." komutuyla katran kazanlarına girmek esir Tük Subaylarına ahlak dışı gelmiştir. Yoğurt kıvamındaki katranlı sıvının vücudu yakan cehennem ateşine dayanmak kolay bir şey değildir. İngilizlere zorluk çıkaranlar askerler tarafından kırbaçlanmış ya da sıcak kuma yatırılarak kolayca ikna edilmiştir. Burada çekilen eziyetten sonra kampın yeri değişmiş, duvarları dehlizden, tavanları tenekeden olan pavyonlara yerleştirilmişlerdir. Bir gün sonra da minderler, yastık yüzü, masa ve sandalye dağıtımı yapılmıştır. Artık esirler topal başçavuşun elinden kurtulmuş ve karargâhta bir intizam sağlanmıştır.[414]

Yüzbaşı Rahmi Apak’ın esir düşmesinin ardından İsmailiye’ye nakli de bir insanın tahammülünü aşan bir işkenceye dönüşmüştür. İki arkadaşı, sekiz asker, bir İngiliz çavuşu ve bir Yugoslav ile Kahire istasyonundan trenle birinci mevkie İsmailiye’ye gönderilen Yüzbaşı Apak, buradan bir hastane gemisi ile Milos Adası’na götürülmüştür. İnsanın tahammülünü zorlayan sıcak kamaralarda seyahat ettirilmeleri işkencenin kasıtlı yapıldığını düşündürmektedir. Buna rağmen günde 4 defa olmak üzere birinci sınıf yolculara mahsus yemek vermiştir. Korint Kanalı’na gelindiğinde vapur konvoydan ayrılarak kanalı geçmiştir. Apak, iki arkadaşı ve Yugoslav kamaralardan alınarak en altta bulunan üçüncü kattaki ambara indirilmiştir. Ambarın kapağı yarı kapatılarak kapağı başına bir de silahlı nöbetçi dikilmiştir. Gerekçe olarak Korint’ten itibaren Fransız bölgesine girildiği söylemiştir. Gerçekte ise sebep başkadır. Gemide daha kırk kadar Hicaz’da esir edilen telgraf, posta memuru, mahkeme kâtibi, tahsildar v.s. gibi küçük devlet memuru Türkler vardır. İngilizler bunları geminin ön ambarlarına kapatmış, kömür taşımak gibi işlerde çalışmaya zorlamıştır. Bunlar memur olduklarını beyan ederek iş yapmayı reddedince bu itaatsizliğin Apak ve arkadaşları tarafından telkin edildiği düşünülmüştür. Fakat Apak’ın bu kişilerin varlığından bile haberi yoktur. Gemide sadece esirleri koruyan 10 İngiliz asker vardır. Kırk elli kadar esirin muhafızları etkisiz hale getirip gemiyi ele geçirebilecekleri düşünülmektedir. Kanal geçildikten sonra bütün tayfalara ve muhafız erlerine cankurtaranlar dağıtılmış, Alman denizaltı saldırısı durumunda tüm esirlerin öldürüleceği söylenmiştir. Esirlerin yerleştirildiği alt kattaki ambar dayanılmayacak kadar sıcaktır. Yugoslav ise kurnazlıkla bir yolunu bulup bu durumdan kurtulmuştur. Yakasındaki bir toplu iğne ile sol elinin şahadet parmağını delip burayı sıkarak kanı emmiş, ağzının yarısına, dudaklarına ve cebindeki mendiline kan bulaştırmıştır. Yere uzanarak yarı ölü gibi davranmıştır. Zaten zayıf olduğundan hasta numarası gerçek görünmüştür. Yugoslav buradan alınarak üst güverteye kaptanın bulunduğu yere çıkarılmış ve şezlonga yatırılarak kendisine bisküvi ve çay verilmiştir. Diğer esirler aşağıda sıcakta eziyet çekmeye devam etmiş ve bu işkence Malta’ya kadar sürmüştür.[415]

Esirlerin kamplarda çektikleri sıkıntıların yanı sıra esir düştükten sonra kampa getirilişlerine kadar geçirdikleri zorlu süreci anlatan bir başka esir olan 1210 Kuşcubaşı Eşref Bey’in Mısır esir kampından Malta’ya sevki kendi açısından pek kolay olmamıştır. Eşref Bey Kasr El-Nil esir kampındaki 50. gününden sonra Ata Hüsnü Bey ile beraber Malta’ya gönderilmiştir. Eşref Bey’in Malta’ya naklini haber alan halk istasyona dolmuş ve Eşref Bey’i yolcu etmiştir. Gelenler arasında gençler dikkat çekmektedir. Süngülü muhafızlar arasından geçerek birinci mevki kompartımanına yerleşmiştir. İskenderiye’ye kadar hadisesiz yolculuk yapılmıştır. Gemi karadan ayrılıncaya kadar güverteye çıkılmaması tembih edilmiştir. Vapurun hareketinden bir müddet sonra ancak salona davet edilmişlerdir. Bir İngiliz albayın başkanlığında Mısır’dan Malta’ya giden İngiliz askeri heyeti Türk esirleri nezaketle karşılamıştır. Malta’ya yolculukları sırasında vapurun etrafında, iki İngiliz torpidosu nöbet tutmuş, gemiyi Alman denizaltılarının muhtemel taarruzuna karsı korumaya çalışmışlardır. 18 Nisan 1917 günü Malta limanına ulaşılmıştır. Öğle yemeği gemide yenmiş, İngiliz askeri heyeti esirleri uğurladıktan sonra Malta esir kamplarının irtibat subayı Binbaşı Solter esirleri teslim almıştır.1211 [416]

Birinci Kanal Seferi sonrası İngiliz Erkan-ı Harbiyesi esir düşen Türk askerlerinin pek çoğunu nakilleri sırasında çektikleri işkence yetmemiş İngilizler esir Türkleri sokaklarda teşhir ederek savaşta üstün olduğunu göstermeye çalışmıştır. Yayımladığı raporlarda resmi bir lisana yakışmayacak sözlerle Türk ordusunu küçük düşürmeye çalışmışlardır.[417]

Türk esirlerini küçük düşürmek için Kahire sokaklarında dolaştırılmalarına dair belgelere Osmanlı Arşivinde de rastlanmaktadır. Bern Elçisi Fuad Bey’in 9 Ağustos 1916 tarihinde Hariciye Nezaretine gönderdiği şifreli telgrafta İngilizlerin Ramani’de aldıkları Türk esirleri İngiliz askerinin muhafazası altında ve önlerinde mızıka olarak Mısır sokaklarında dolaştırdıkları belirtilmektedir. Söz konusu yazıda Osmanlı Devleti tarafından Kûtu’l-Amâre’da ele geçirilen İngiliz esirlerine gösterilen hüsn-i muameleye karşılık olarak İngilizlerin gösterdikleri bu hareket son derece çirkin olarak görüldüğü anlatılmıştır.[418]İngilizler Türkleri küçük düşürdüklerini saklama gereği bile duymamıştır. Türk esirlerin Kahire sokaklarında birbirine bağlı olarak yürütüldüklerine dair itiraflar İngiliz basınında yer almıştır.[419]Bir İngiliz askeri Türk esirlerinin Kahire sokaklarında perişan bir şekilde dolaştırıldığını şu cümlelerle ifade etmektedir:[420]

“Bir gün Kahire’deydim ve bazı Türk esirlerini gördüm. Oldukça aç görünüyorlardı. Kimsesiz ve kendilerini koyuvermiş olduklarını düşünüyorum. Kanal gezisinin haricinde yolculuk ilk haftadan sonra oldukça sıkıcıydı.”

Türk askerlerine karşı gösterilen bu kötü niyetli davranışlara karşı Türk esirlerin durumlarına ve tutumlarına hayran kalan İngiliz askerleri Türk esirlerinin genel durumlarını İngiliz basınına demeçler vererek veya ailelerine yazdıkları mektuplarda dile getirmişlerdir. Türk esirleri hakkında bilgiler içeren bu mektuplardan bazıları basında da yayınlanmıştır. İngiliz askerleri Nil Nehri’nin güney kıyısı üzerindeki Mokattan Tepelerinin üzerindeki hisarı ziyaret ettikleri sırada o bölgede bazıları subay olan Türk esirlerini görmüş ve onların tutumlarına ve edeplerine hayran kaldıklarını yazmışlardır. Türk esirler İngiliz askerleri üzerinde yeterince mutlu ve iyi muamele görüyor izlenimi bırakmıştır.[421] Türk esirlerinin genel durumu her zaman böyle olmamış çoğu zaman çok perişan bir halde esir olarak ele geçirilmiştir. Mısır bölgesindeki muharebelerde esir alınan Türk askerler perişan bir haldedir ve birçoğunun ayağında botu bile yoktur. Onların bu perişan ve üzgün görünüşü Mısır halkı üzerinde derin bir etki yaratmıştır.[422]

İngiliz basını o sıralar en etkili kitle iletişim aracı olan gazeteler vasıtasıyla Türk esirlere karşı kendilerinin ne kadar hoşgörülü davrandıklarını ve Türk esirlerini kendi askerlerinden ayırmadıklarını kamuoyuna göstermeye çalışmıştır. Kalgoorlie Miner gazetesinde çıkan habere göre Beyrut’taki Amerikan Kolejinde görev yapan Türkiye üzerinden seyahati sonrası New York’a dönen iki eğitimci, İngiliz askerlerin ve Avusturyalı esirlerin yanı sıra Türk esirlerin de aynı kumanyaları aldığını rapor etmiştir. Bazı bölgelerde esirlere iki kat et alma hakkı olduğu söylenmiştir. Bu kişilerin ziyaret ettikleri kampların tamamında esirlere karşı nezaket gösterilmektedir.[423] Türk esirlere verilen iaşelerin İngiliz askerleri ile aynı olduğu basına yansıyan ve İngiliz askerleri ile yapılan röportajlar da doğrulamaktadır. Yalnız kendileri ile aynı iaşeyi alan esirlerden İngiliz askerler pek de memnun kalmamıştır. Türk esirlere verilen yiyecek ve sigarayı içine sindiremeyen bir İngiliz askeri şu ifadeleri kullanacaktır:[424]

“Ben onları vururdum! Cephede yulaf lapası adamlarımıza yetmediği zaman, adamlarımız yemeden gitti ve o lapalar Türklere verildi. Adamlarımızın sigara desteği bile esirlere verildi. Bu bizi sinirden köpürtüyordu...”

Gerek İngiliz basınında gerek Avustralya basınında sık sık Türk esirlerinin sözde rahatından rahatsız olan haberler yayınlanmaktadır. E. Harvey Gibbon’in gazete editörüne yazdığı “Türklerin Rahatı” başlıklı yazısında Türk esirlerin kamplarda rahat bir hayat sürmesinden memnuniyetsizliğini dile getirmektedir. Harvey Gibbon mektubunda Kızılhaç Cemiyetinin Türklere karşı koruyucu rol oynamasının huzursuzluğunu şu sözlerle dile getirmektedir:[425]

“Bayım, bugünün gazetesinde, bir Kızılhaç çalışanından, geçiş bildirisinden daha fazlasını gerektiren bir mektup yayınlandı. Eğer Kızılhaç Cemiyeti bizim kendi askerlerimiz için halktan sağlanan fon harcamalarından kullanılarak Kahire’deki Türk esirler için konfor sağlama niyetinde ise o zaman Kızılhaç Cemiyetinin sonu çok yakındır. Ellerinde Ermeni şehitlerimizin kanı olan bu canavarlar, lüks kaşıkla besleniyorlar. Eğer askerlerimizin parasından bir peni bile Kahire ya da başka yerlerdeki Türk esirlerin konforuna harcanırsa, Kızılhaçın ilişkilerinin idaresinin büyük ölçüde sarsılacağı ve binlerce kişi onların fonuna bağış yapmaktan vazgeçeceği dikkate alınmalıdır. Bunu ve fonun ahlaksızca harcanmasını mutlak bir öfkeyle protesto ediyorum.”

Mısır’da bulunan Avustralya Hafif Atlı Birliklerinde bulunan bir asker ailesine gönderdiği mektupta Türklere karşı kinini “Hain Türkler” diyerek dile getirmiştir. Esir alınan Türkler uluslararası hukuka aykırı olarak toplu olarak kaçacakları gerekçesiyle öldürülmüş ve yetkililer tarafından bu tür olaylar kısa sürede soruşturma gereği bile duyulmadan kapatılmıştır. Türk esirlere esir alındıktan sonra nasıl bir muamelenin yapıldığı İngiliz basınına şu şekilde yansımıştır:[426]

“Çanakkale Cephesi’nden Mısır’a getirilen çok sayıda yaralı Avustralyalı piyade asker gördüm. Cepheye dönmek için mutlu ve sabırsızdılar. Hastanedeki doktor ve hemşireler yaralıların büyük bir metanet içinde olduğunu rapor etmiştir. Tüm Avustralyalı askerler pis Türklere tüm gün gülüyorlar ve alay ediyorlardı. İki sedye taşıyıcı yaralı bir Türk esiri karargâha taşıdıkları sırada Türk esir tabancasını çekerek onlardan birisini vurarak öldürdü. Diğeri vaktinde süngüsünü çekerek Türk’ü bıçakladı. Sihlerden bazıları 50 kişilik Türk esir gruplarına gardiyanlık etmeye gönderilmişti. Yaklaşık bir buçuk saat sonra Sihlerin çavuşu görevi için geldi ve rapor verdi. Subay: ‘Esirlere ne yaptın?’ diye sordu. ‘Efendim onların kaçmaya çalıştıklarını gördünüz.’ diye cevapladı. Ancak en çok sıkıntıyı onların keskin nişancıları yaşattı. Çalılıklarla ve kayalarla kaplı mağaralarda saklandılar. 14 günlük cephaneleri ve yiyecekleri vardı. Oradan ayrılmadılar ve kendi birlikleri dağıldıktan sonrasında bile subayları bir bir vurdular. Onlar yakalandıkları zaman yoldaşlarımız bu keskin nişancıları uzun bir süre boyunca yemek istemeyecekleri bir yere koydular.”

Sun gazetesi “Türkler Savaşı Lanetliyor” haberinde İskenderiye’deki Türk esirlerin yalınayak ve üstü başı perişan halde olduğunu yazmıştır.[427] Bir başka gazetede ise bir İngiliz askeri yazdığı mektupta esir düşmüş Türk askerleri tasvir ederken beklentisinden daha iyi bir durumda olduklarını şu sözlerle ifade etmiştir:[428] “Bugün ilk kez bir Türk esir gördüm. İyi ekipmanlı, iyi giysili görünüyordu. Onları her zaman çeşit çeşit giyimli bir güruh olarak hayal etmiştim. Almanlar onları biraz olsun akıllandırmış olmalı.”

Bir başka habere göre İngilizlere esir düşen Türk esirleri savaştan çıktıkları için çok memnundurlar. Kahire’de kendileri için kurulan kampta konaklayan 700 Türk esiri savaştaki kendi görevleri bittiği için mutlu görünmektedir. Ayrıca esir Türk askerleri Türk ordusunun durumu ve mühimmat hakkında da bilgi vermektedir. Yaralı bir Türk asker, bir hemşire tarafından yöneltilen soruya cevaben, Süveyş Kanalı saldırısında kullanılan silahların iki ya da üç yıl öncesinde bu çevredeki kumlara gömüldüğünü anlatmıştır.[429]

Osmanlı Devleti, Türk esirlere karşı İngilizlerin uyguladığı kötü muamelenin hiçbir zaman değişmediğini ve kötü muamelenin sistemli olduğu iddiasını savaş süresince sürdürmüştür. 1916 yılından 1919 yılına gelindiğinde Mısır’da kamplarda yaşayan esirler için durum hiç değişmemiştir. Harbiye Nezareti Sıhhiye Dairesi İkinci Şubesinden Erkân-ı Harbiye Başkanlığına giden 19 Ocak 1919 tarihli yazıda esirler hakkında yapılan tahkikatlar ve bu konuda yapılması gerekenler konu edilmiştir. Yazıda Rusya ve Mısır’dan dönen esirlerle görüşmeler yapıldığından bahsederek esirlerin bu esir kamplarında her türlü yardım ve refahtan mahrum bırakılarak açlık ve sefalet içinde ölüme terk edildiği belirtilmektedir. Adı geçen kamplarda bulunan esirlere ivedi olarak yardım edilmediği takdirde kendilerinden ilelebet haber alınamayacağı günümüz Türkçesi ile şöyle açıklanmıştır:[430]

“Gerek Rusya’dan ve gerek Mısır’dan esaretten dönen tüm esirlerin ittifak ederek vuku bulan beyanlarına ve burada vuku bulan gördüklerine nazaran Osmanlı esirlerinin her türlü yardım ve refahtan mahrum açlık ve sefalet içinde kesinlikle ölü bir esiri andıran esef hali içinde bulundukları ve bunlara derhal yardım edilmediği takdirde geri dönüşleri ebedi olarak imkânsız olacağı anlaşılmakta bulunduğundan binlerce vatan evladının açlık ve çıplaklık sebebiyle hayatlarını kaybetmelerine mahal kalmamak üzere Hilal ve Salib-i Ahmer Cemiyetleri (Kızılay ve Kızılhaç) vasıtasıyla Hükûmet tarafından gerekli yardımların ifası ve tarafsız bir heyetin acilen Osmanlı esirlerinin bulundukları garnizonlara giderek esirlerin sağlık durumlarını teftiş etmeleri muvafık görülmektedir. Bu hususta icap eden teşebbüslerin icrası arz ve rica olunur.”

Erkân-ı Harbiye-i Umumi Başkanlığına sunulan esaret sonrası dönen esirlerden alınan ifadelerden oluşan raporlarda esirlerin kampa getirilişi ve kamplardaki yaşantıları hiçbir tahrifata uğratmadan anlatılmıştır. Bu raporlardan birine göre esirler sevklerinde pek sıkı bir inzibat altına alınarak Mısır’a kadar trenle sevk edilmiştir. Esirler iskânları üç dört metre yüksekliğinde tel örgüler içinde hasırdan yapılmış barakalarda bulundurulmuş tamamına ikişer battaniye ve bazılarına da hasır tahsis edilmiştir. İaşe olarak az miktarda peksimet, iki nefere ufak bir kavurma kutusu ve ayrıca akşamları pek az miktarda arpa verilmiştir. Hastanelerde bulunan esirler de aynı miktarda iaşe almıştır. Elbise olarak ayakkabının yanı sıra çok kalitesiz cinsten çamaşır verilmiştir. Türk adetlerine ve dini ihtiyaçlara oldukça riayetkâr davranılmış ise de cenazelere pek de özen gösterilmemiştir. Ölülerin yalnız belden aşağı kısmına bir iki kova su dökülerek cenazeler arabalarla istif halinde taşınmış ve namazları kılınmamıştır. Esirlerin büyük bir kısmı kanalda pek insafsızca ve bir insanın tahammül edemeyeceği bir şekilde çalıştırılmıştır. Gıdanın eksik verilmesine rağmen fazla çalıştırıldıklarından dolayı pek çok esir hasta olmuş birçoğu ise hayatlarını kaybetmiştir. Hastanelerde tedavilerine ihtimam edilmeyerek bilhassa göz hastalıklarının önemsiz olduğu iddia edilmiş, esirlerin gözleri ameliyat ile çıkarılmıştır. Tedavi imkânı olanlar bile bu duruma maruz kalmıştır. Ermeni doktorlarının Türk esirlere karşı zalimane hareket ettikleri bilinmektedir. Esirler ahali ile temas ettirmemiş, temas edilen mahallerde ise hallerine Türk esirlerinin acıklı durumu halka teşhir edilmiştir. İngilizler tarafından esirlerin hayatlarına hiç önem verilmemiştir. Geri dönenlerin çoğunluğu malul olarak dönmüştür. Esirler bulundukları yerlerde yerel lisana aşina olmadıklarından bir şey anlayamamış, buna rağmen kendilerine pek de merhamet gösterilmediğini fark edebilmişlerdir.[431]

Mısır’dan İzmir’e gelen esir kafilesinin genel sağlık durumları ve esarette iken yaşadıklarını gösteren 11 Nisan 1919 tarihinli bir başka rapor, İzmir Üsera Komisyonu Başkanı Yarbay Süleyman Fehmi tarafından hazırlanmış ve 7. Kolordu Kumandanlığından Harbiye Nezareti Üsera Muamelat Şubesine sunulmuştur. Bu gelen kafilede 9 subay, 292 çok zayıf durumda nefer ile 263 nefer bulunmaktadır. Tüm kafilenin genel sağlık durumu öncekilerden hiçbir farkı yoktur. Kafilede zayıf durumda ve nekahet döneminde olanlar bir araya getirildiğinden zayıf durumda olanlardan genç olanları kafilenin genel sefalet durumunu gizlemektedir. Elbise ve ayakkabıları yeni denilebilecek bir halde idiyse de askerler arasında yapılan tahkikatta bu elbiselerin hareket edecekleri sırada İskenderiye’de kullanılmış olarak verildiği ve karargâhlarında pek sefil ve pejmürde bir kıyafetle bulunduruldukları 1226 anlaşılmıştır. Esirler İzmir’e ulaştıktan sonra vapurdan çıkarıldıkları vakit öğleden sonra saat üç olduğu halde öğle yemeği olarak İngiliz tarafından et konservesi, patates ve bisküvi verilmiştir. Askerler bu ikramın nümayiş olarak yapıldığını hem Türk tarafına ve hem de biraz öğrendikleri İngilizceleri ile İngilizlere söylemişlerdir.1227 [432]

Rapora göre esir kamplarında subaylar çıplak ve acınacak haldedir. Hal ve hareketlerinde genel bir sersemlik mevcuttur. Hayatları hakkında soru sorulduğu zaman kılık ve kıyafetlerinin nasıl bir sefalet geçirdiklerini tasvir etmek için yeterli olduğunu söylemişlerdir. Bazıları düzenli olarak maaşlarını alamadıklarını ifade etmiştir. Yalnız İzmir’den ayrılacakları günü idareye teşekkür ederek genel durumlarını millete ilan etmişlerdir. Esirler içinde en önemli bilgileri veren kişi Cenin Hastanesi Başhekimi Binbaşı Mehmed İzzet Efendi ile 1. Fırka, 62. Alay, 1. Tabur, 3. Bölükten İhtiyat Mülâzımısâni Halil Halim Efendi’dir. Askerler arasında iki yedek subay bulunup bunlar İngiliz ordusunca rütbelerine göre muamele görmeyerek erler arasında bulunmuşlar ve er muamelesi görmüşlerdir.[433]

Aynı şekilde 4. Kolordu Asker Alma Heyeti Sertabibi Kadri Bey’in esaretten döndükten sonra hazırladığı 19 Ekim 1918 tarihli rapor da esirlerin perişan haline dikkat çekmektedir. Kadri Bey, raporunda iaşenin, iskânın ve giyeceklerin pek fena olduğunu anlatmıştır. Gelen üç kafilede askerlerin elbiselerinin yeni olduğunu söyleyerek bunun alelacele verildiğini ve dünyaya esirlere iyi bakıldığını göstermek amacıyla yapıldığını söylemektedir. Raporda subay ve erlerin kasıklı olarak aç bırakıldıkları, esirlerin eli kolu bağlı biçimde kuma gömülü olarak saatlerce kızgın güneşte bekletildiği, Ermenilerin Türk esirlere düşmanca davrandığı zikredilmiştir. Alman esirler Türk esirlerinden ayrılarak Hollanda konsolosu tarafından kendilerine gerekli özen gösterilmiş, Türk esirler ise sefalete terk edilmiştir. Hatta hasta Türk subay ve doktorlarının hastanelerde İngilizler ve yabancılar tarafından takibi yapılırken kendi Hükûmetlerinden hiçbir yardım alamamış ve halleri bile sorulmamıştır. Esaretin Mısır esir karargâhında Osmanlı esirlerinin sıhhat ve hayatına kastedecek derecede ağır olduğunu, esirlerin kötü muamele ve kötü hayat şartları altında yaşadıklarını ve esaret şartlarının İngiliz medeniyetine yakışmayacak nispette gayr-ı insani bulunduğunu beyan ederek Kadri Bey raporuna şu şekilde devam etmiştir:[434]

“.... Zâbitân ve efrâdüserâ karargâhlarının kemâl-i garâibden, elbise ve gıda fikdânından (yokluk) gâyetsûzişle (büyük acıyla) şikâyetde pek avazdır. Ve bizim kanâ‘atkâr ordumuz efrâdının bu derece şikâyeti ise artık Mısır üserâ karargâhındaki mahrûmînin ne derece olması lâzım geldiğine mu‘bârdır. Aklı başında olanları çekdiklerini yana yakıla anlatıyor. (Efendim, farazâ orada bin esir varsa dokuz yüzü bizim gibidir) diyor. Bazıları da kabahat edenlerin ceza olarak eli kolu bağlı kuma gömülüp saatlerce güneş altında bırakıldığını (siz Ermenileri öldürürsünüz ha) gâib-i intikam-cûyânesine muhâtab olduklarını söylüyorlar. Alman üserânın Türklerden ayrı yere konup Flemenk konsolosunun bunları ve diğer ecnebi esîrlerin hal ve hatırını mütemâdiyen ta‘kîbetdiği halde ne bir konsolos ve ne diğer bir ferdin bir kere Türklerin hatırını bile sormamış bulunduğunu yana yakıla anlatanlar da var...”

120. Alay Kumandanı Yarbay imzalı Merkez Kumandanlığından Üsera İşleri Şubesi sunulan esir ifadelerinden oluşan 20 Şubat 1921 tarihli raporda Askerlere umumiyetle pek ağır hakaretler ile muamele edildiğinden söz edilmektedir. Esirlerin kendi başlarındaki Türk esir çavuşlarından İngilizlerden daha ziyade hakaret gördükleri kamplarda gözlemlenen olaylardandır. Esirlerin ise esir olmaları sebebiyle olaya rıza göstermelerinden başka ellerinden bir şey gelmemekte en hafif bir itiraz en ağır bir şekilde cezalandırılmaktadır. Türk esirler arasında da kötü davranışta bulunanlar çıkmıştır. Bu kişiler gerekli görüldüğünde İngilizler tarafından en ağır bir şekilde cezalandırılmıştır. Esarette esirlerin en ağır yaşadığı travma ise kendilerini sahipsiz hissetmeleridir. Kendi Hükûmetleri tarafından hiçbir suretle ne sorulmuşlar ne de herhangi bir yardım görmüşlerdir. Esirler gerek Kızılay ve gerekse başka vasıtalarla esirlerin hatırları sorulmuş, pek berbat olan üst başları, çamaşırları hiç olmazsa adi bir bezden elbise veya çamaşır yapılarak düzeltilmiş olsaydı kendilerine yapılan kötülüğün yarısının bile gerçekleşmeyeceğini düşünmektedirler. Biçare esirleri kimse aramamış ve kimse sormamıştır. Aynı kampta bulunan Bulgar esirlerini İspanya konsolosu vasıtasıyla Bulgaristan sormuş, elçileri kamp civarına kadar gelip tüm Bulgarları çağırıp Hükûmetleri tarafından sorulduğunu göstermiş, bunu gören Türk subayları üzüntüden kahrolmuştur. Hatta Osmanlı vatandaşı Rum askerleri bile Yunanistan tarafından sorulurken kendi Hükûmetleri tarafından bir defa sorulmamıştır. Rum askerleri ayrı bir kampa konulurken ayrıcalıklı bir konuma kavuşmuş ve Türk subaylarının sahipsiz oldukları tüm dünyaya gösterilmiştir. Esirleri arasında bu menfi durumun tesiri çok büyük olmuştur. Hele Ermeni tercümanlardan görülen aşağılamalar da eklenince kamp hayatı esirler açısından yaşanmaz bir yer halini almıştır.[435]

Dâhiliye Nezareti Arşivlerinde çıkan “Üserâ-yı Harbiyeye Karşı İfâ Olunan Muâmelâta Dâir Bir Kelime” başlıklı Halil Halid Bey imzalı bir yazı zamanın büyük devletlerinin esirlere nasıl bir davranış içinde olduklarını göstermesi bakımından önemlidir. Harbe girmiş her devlet elindeki yabancı esirlere karşı insani bir surette muamele göstermesi gerekirken düşman eline düşmüş kendi vatandaşlarına reva görülen muameleden şikâyet etikleri nadir görülen bir olaydır. Bu konuda en fazla ses çıkartan devlet ise İngiltere’dir. İngiltere’nin esas itibariyle bu konuda en çok saldırdığı devlet ise Almanya’dır. Türklerin elindeki esirlerinin halinden memnun olduğu bir gerçektir. Türkiye’de bulunan İngiliz esirlerinin hayat tarzları hakkında tahkikatta bulunmak üzere İngiltere’ye her türlü müsaade verilirken İngiltere, topraklarında bulunan Türk esirleri hakkında hiçbir malumat vermemektedir. Kûtu’l- Amâre’de ele geçirilen General Townshend, hürriyeti çok az sınırlandırılmış bir halde İstanbul civarındaki adalardan birinde zengin ailelerin sayfiyelerinde yaşamaktadır. Diğer tüm İngiliz subaylar da memleketin en sağlıklı ve en güzel yerlerinde ikamet etmektedir. İngiltere’nin aldığı Türk esirlerini dünyanın ücra köşelerine sefalete terk ettiği bilinen bir gerçektir. Osmanlı Hükûmeti kendi esirlerinin sağlık ve hayatlarını korumak için gereken tedbirleri en kısa sürede almak zorundadır. Eğer İngiltere Devleti’ne ihanet ettikleri töhmetiyle en sıcak ve en uzak memleketlere gönderilen biçareler sadece misilleme olarak kötü muamele görüyor ise Türkiye de elinde bulunan İngiliz esirlere aynı muamele gösterilmelidir.[436]

Esirlere işkence çektirmenin bir diğer yolu da sabahları yapılan yoklamadır. Esirlerin her sabah İngiliz askerleri tarafından sayılarak yoklaması alınmaktadır. Yoklama alanı, esirleri alacak genişlikte kireç çizgili iki taraftan bakınca eksiklerin fark edileceği bir alandır. Her esir bu kare çizgilerden birisinin üzerinde durmaktadır. Tüm yoklama bir iki dakikada bitmektedir. Yoklama saat 08.00’de yapılmakta ve düdük çalmadan tüm esirler orada bulunmak zorundadır.[437] 7. Fırka Askere Alma Şubesi Kalemi Bandırmalı Üsteğmen Mahmud Esad Efendi subayların günde iki defa harp nizamında yoklamaya çıkarıldığını ve subaylardan birisi yoklama esnasında hatada bulunursa saatlerce diğer bütün subayların ayakta durdurulduğu gibi tüm esirlerin de ayrıca hakarete maruz kaldığını ifadesinde anlatmıştır.[438]

Gelibolu Seyyar Jandarma Taburundan Abdürrahim verdiği ifadesinde kamptaki kuralların çok sıkı olduğundan söz etmektedir. Esirler diğer bir kamptaki arkadaşları ile haftada bir veya iki defa olarak üzere yalnız iki üç saat görüşebilmektedir. Görüşme sonrası kapılar kapanmakta ve bu kapıların açılması esirlere bahşedilen bir imtiyaz olarak gösterilmektedir. Kaldı ki esirler bu imtiyazdan her zaman istifade edememektedir. Bu izin tamamen kamp komutanının inisiyatifine kalmış bir meseledir. Bazen üç dört ay hiçbir kampın kapısı açılmamakta ve esirler diğerleri ile görüştürülmemektedir. Normal şartlar altında canilere tatbik edilen bu gibi muameleler harp esirlerine tatbik edilmektedir.[439]

58. Alay 3. Tabur Komutanlığından Üsteğmen Hüseyin oğlu Halid Efendi Gazze Cephesi’nde İngilizlere esir düşmüş ve esaret sonrası esarette görmüş olduğu muameleyi 19 Temmuz 1919’da 20. Kolordu Kumandanlığına anlatmış ve ifadesini de içeren rapor Erkan-ı Harbiye’ye gönderilmiştir. Raporda esaretten dönen esirlere iyi bakılmadığından dolayı gelen şikâyetlerden bahsedilmektedir. Subay ve askerlere hüsnü muamele gösterilmediği, iaşenin yetersiz olduğu ve tedavilerinin yeterli düzeyde yapılmadığı en fazla dile getirilen şikâyetlerdir. Halid Efendi 13 Kasım 1919 tarihinde Gazze’nin Makara köyü sırtlarında İngilizlere yaralı olarak esir düşmüş, uzun bir yolculukta çekilen eziyetten sonra Mısır-ı Cedid Osmanlı Esir Hastanesine sevk edilmiş burada tedavisi bittikten sonra İskenderiye Seydi Beşir esir kampına getirmiştir. Verdiği ifadesinde kampta kendilerine karşı gösterilen insanlık dışı tutumdan bahsetmiştir. Diğer kamplarda bulunan esir subaylar ile görüşmek veya mektuplaşmak katiyen yasaktır. Esirler yalnız her hafta için iki gün ikişer saat olmak üzere birbirleri ile görüşülebilmiştir. Bu müsaadeden sonra bir mektup yazıldığı ve gönderildiği takdirde derhal mektup yazan esir hemen cezalandırılmakta ve maaşını verilmemektedir. Subaylara ceza olmak üzere esirin bulunduğu kampın ışıkları 15-20 gün kesilmektedir. Kamp komutanları her fırsatı değerlendirmekte ve fırsat buldukça esirlere ceza kesmekten geri durmamaktadır. Her kampta ve karargâhta günde iki defa olmak üzere tüm subay ve askerler içtima ettirilerek yoklama yapılmaktadır. Kazara bir subay ve yahut bir er yoklamaya bir ve iki dakika geç kalırsa maaşı bir iki ay verilmemekte ve asker ise hapsedilerek cezalandırılmaktadır.[440]

Türk esirlerin kamplarda çektikleri cefanın ve esarette karşılaştıkları kötü muamelenin belki de en büyük sorumlusu Ermeni tercümanlardır. Buna sebep olarak Ermeni tercümanların kumandanlıktaki fesatlıkları ve tercümelerdeki kasıtlı olarak yapılan değişikler gösterilebilmektedir.[441] Gerek yolculukta gerekse kampta Ermeni tercümanlar çoğu zaman Türkler ile İngilizler arasındaki konuşmaları yanlış çevirmiş ve İngiliz yetkilileri Türklere karşı kışkırtmıştır. İngilizlerden daha çok Türklere hakaret etmişler Türk subay ve askerlerinin kampta isteklerinin yapılmaması için ellerinden geleni yapmışlardır. Göz sorunu olan Türk askerlerinin gözlerinin oyulmasında da önemli rol oynayacaklardır. Teğmen Ahmed Rıfat esarette yaşadıklarını ve kampın özelliklerini 3 Nisan 1919 tarihinde verdiği ifadesinde anlatırken bilhassa Ermeni tercümanların çok fena muamele yaptığını ve bunlar için sayısız defa müracaatlarda bulunulmuş olmalarına rağmen hiçbir faydanın hâsıl olmadığını söylemiştir.[442] Kampta bir yetkili ile bir Türk subayın bir işi olursa Ermeni tercüman tarafından subay aşağılandıktan sonra isteği işleme konulmakta, isteğinin yapılması ise yönetimin keyfi uygulamasına kalmaktadır. [443]Seydi Beşir kampındaki Ermeni tercümanları arasında özellikle azılı Türk düşmanı Nişan adındaki bir Ermeni, esirleri İngiliz kumandanına karşı kötülemek ve bizzat hakaret etmek için hiçbir fırsatı kaçırmamıştır. Esirler işlerini Ermemi tercümanlar vasıtasıyla yürütmektedirler. Her yeni gelen esir kayıt altına alınmaktadır. Bu kayıt muamelesini, İngiliz subaylarının yanında yapan Nişan, her subaya kaç Ermeni öldürdüğü tarzında sualler sorup alay etmiştir.1239 [444]

26. Fırka 59. Alay 2. Taburun 2. Bölük askerlerinden Karacabey’in Şahin köyünden Mehmed oğlu Hasan’dan alınan 23 Mart 1919 tarihli ifadede esirler arasından sağlam olarak seçilenlerin zorla ve çok ağır şartlarda çalıştırıldıkları yer almaktadır. Esirlerin hayatta kalması vücutlarının çok sağlam olmasından ileri gelmekteydi. Mehmed oğlu Hasan’ın da içlerinde olduğu esir grubu yol yapmak, gelen vapurların erzak vesaire eşyalarını çıkarmak ve sırtlarında kum taşımak suretiyle çalıştırılmıştır. Yaptırdıkları bu ağır işlere tahammül ve mukavemet edemeyen esirler hastalanarak Mısır’a götürülmüştür. Hastanede yattıkları müddetçe elli dirhem kadar ekmek, akşamdan akşama da cüzi miktar pirinç çorbası veya lapa ve bir miktar süt verilmiştir.[445]

Esirlerin kampın içinde sınırsız bir şekilde gezinti yapmalarında ise bir sınırlama olmamasına rağmen kamptan dışarı çıkmaları kesinlikle yasaktır. Kirmasti Asker Alma Şubesi 1. Bölük Kumandanı Yüzbaşı Ali Saib Efendi’nin raporunda hiçbir esirin kamp dışına çıkamadığı ve dışarı ile irtibatlarının olmadığı yazılmıştır.[446] Üçüncü Gazze Muharebesi’nde İngilizlere esir düşen Yüzbaşı Halil oğlu Seyfeddin Efendi de 2 Ağustos 1919 tarihinde verdiği ifadesinde barakalarda yaşayan esirlerin genelde esaretleri boyunca kamp dışına çıkmalarının söz konusu olmadığını söylemiştir.[447] Esaretten dönen askerlik şubesi memuru Yüzbaşı Sadık Efendi her esirin tel örgü dâhilinde serbest bulunduğunu onun haricinde karargâhlarda hapis hayatı yaşadığını, kamptan hiçbir yere çıkamadıklarını ve hatta subayların erlerin bulunduğu karargâhının hiç birisini göremediğini ifade etmiştir.[448] Balıkesirli hesap memur yardımcısının verdiği ifadeye göre kampların etrafı beş sıra tel ile kapalıdır. Esirin, esirden başka hiçbir kişi ile temas etmesi mümkün değildir.

Hiçbir esir kamptan dışarı çıkarılmamaktadır. Bir sene kadar hastalık çektiği halde ancak bir defa otomobil ile iki saat kadar yine muhafız kontrolü altında bahçeye çıkarıldığını söylemektedir. Esirler esaretleri süresince hayatlarını barakalarda ikamet ettirmek zorunda bırakılmıştır.[449]

Mısır’ın Tel El-Kebir esir garnizonunda iken iki gözünü de Mısır esir kamplarında kaybeden üç esirden alınan ifadelerine göre kampın etrafı tel örgü ile çevrimli olup esirler kamptan kesinlikle dışarı çıkarılmamıştır.[450] Buna rağmen kamp yönetimi, esir Türk subaylarına, kaçmayacaklarına dair söz vermeleri şartıyla, 26 kişilik gruplar halinde kamp dışında silahsız bir İngiliz muhafızı nezaretinde iki saat gezmeye müsaade edildiğini bildirmiştir. Ancak Türk subayları hem söz vermemiş hem de şartlı bir gezintinin imtiyaz olmadığını ifade etmişlerdir. Esirlerin sınırlı da olsa kamptan çıkmaları için izin almaları çok da kolay olmamış, uzun bir sıkıntılı mücadeleden sonra ancak bir esirin intihar etmesi sonucu gerçekleşmiştir.[451]

Esirlerin kamp dışına çıkmalarına kısıtlı ve şartlı da olsa izin verilmesine dair bilgilere Genelkurmay ATASE Arşivinde bulunan pek çok belgede rastlanmaktadır. Bu belgelerden birine göre 1917 ortasına kadar subaylara tel örgü haricine çıkılmasına hiçbir suretle müsaade edilmemiştir. 1917 yılı sonuna doğru her karargâhtan haftada üç gün yirmi beşer kişiyi geçmemek üzere karargâh civarında insanların bulunmadığı tarlalar arasında iki saat kadar bir çavuş ve bir subay refakatinde gezintiye müsaade edilmiştir. Gezintiye isimleri yazılanların dörtte üçü hemen her defasında Hristiyanlardan aynı şahıslardır. Bu suretle bir subay ancak iki buçuk üç ayda bir defa gezintiye çıkmaya fırsat bulabilmektedir. Yaz mevsimlerinde denize kadar gitmek suretiyle deniz banyosuna izin verilmiştir.[452]Esirlerin banyo için denize götürüldükleri Halid Efendi’nin verdiği ifadede de geçmektedir. Yaz mevsiminde haftada bir gün ve her kamptan 50 subay seçilerek şehir ve kasaba yüzü görmeksizin denize götürüp banyo ettirerek yine tel örgüsüne hapsedilmiştir. Askerler ise bu gezintiden mahrum bırakılmıştır.[453]

İngilizlerin kamp dışına esirlerin çıkarılmasında en büyük etken Türk subayları arasında ruhsal problem yaşayan kişilerin artması en büyük etken olmuştur. Esir arasında hasta olanların sayısının artmasıyla bazı üst rütbeli subayları bir iki ayda bir İskenderiye Hayvanat Bahçesine kumandan ve bir subay refakatiyle götürmüştür. Kimse ile iletişime geçmemek şartıyla bir çeyrek saat oturmaya ve bir gazoz içmeye müsaade edilmiştir.[454]

Esir kamplarında yaralı veya hasta esirlerin ölümleri adi vakalardan sayılmaktadır. Başkumandanlık Vekâletine 5 Ağustos 1917 tarihinde gelen bir yazı bir Osmanlı erinin İskenderiye’de vefatından bahsetmektedir. İngiltere Hükûmetinin 42. listesinde T:14753 sıra ve 7439 garnizon numarasında kayıtlı olan Hüseyin Talik’in 28 Ağustos 1916 tarihinde Kahire’de gerçekleşen tren kazası sonrası İskenderiye’de vefat ettiği yazılmıştır. Kaza sonucunda yapılan soruşturmada 17 Ocak 1917 tarihinde Savaş Esirleri İstihbarat Bölümü Londra İsveç Elçiliği Türk Bölümü vasıtasıyla Osmanlı esirlerine ait 47’nci listede adı geçen askerin bulunduğu trenden kaza sonucu düşerek vefat ettiği belirtilmiştir.[455]

Esir kamplarında kurallar çok katı olup kuralların ihlali halinde esirler en ağır şekilde cezalandırılmaktadır. Esirlere tırnak kesmek için bile izin verilmemiştir. Kampta ne bir tırnak makasına ve ne de bir küçük çakıya müsaade edilmemektedir.[456] 18 Şubat 1914 tarihinde Süveyş Kanalı Tosum mevkiinde esir olan 8. Fırka 27. Alay 79. Makineli Tüfenk Üsteğmeni Osman Ferid ifadesinde en ufak hatada esirlerin nasıl cezalandırıldığını anlatmıştır. Bir esirin vuku bulacak ufak bir kabahati üzerine derhal tüm esirlerin milleti ağır hakaret görmekte ve aşağılanmaktadır. Haftada iki defa açılan kapılar ceza olarak haftalarca açılmamakta, lambalar beş on gece yakılmamakta, esirler karanlıkta bırakılmakta, lütfedilir ise bir haftada sadece bir oda için yarım mum verilmektedir. Tuvaletlerde ve duşlarda su kesilmekte, yemek için kömür verilmemekte ve doğal olarak yemek pişirilememektedir. Biraz daha büyük kabahat yapıl ise o zaman esirlerin durumu daha kötü olmaktadır. Hatayı yapan esir taştan ufacık localara hapsedilmektedir. Kısacası bir kişi yüzünden tüm esirler cezaya çaptırılmaktadır.[457]

Teğmen Ahmed Rıfat esarette yaşadıklarını 3 Nisan 1917 tarihinde verdiği ifadesinde anlatırken kampta herhangi sorun çıktığı zaman subayların maaşlarının kesilip hapsedildiği söylemiştir. Hatta bir defasında subaylardan üçü taş koparmaya mecbur bırakılmıştır. Askerler bir olaya karıştıklarında ise başlarında üç adet görevli olduğu halde güneşte saatlerce dolaştırılmakta yere çakılı olan kazıklara gerilerek belinin altına büyük bir taş sokulmakta ve saatlerce bu vaziyette bırakılmaktadır. Bazen de ağaca bağlanmış büyük makaralar ile ayağının başparmakları yere temas edecek bir surette asıldıkları olmuştur. Esirlerin İngiliz subayının aşağılamalarına maruz kalmaları ise alışılmış bir durum haline gelmiştir. Mesela bir karyola ayağının kazaen kırılması durumunda Türk milletini aşağılamak için Türklerin memleketlerinde böyle karyolalarda yatmadıklarından bahsedilmiştir.[458] İngilizler bu ceza şekli sadece Türk esirlere değil kendi koyduğu kurallara uymayan tüm kişilere uygulamıştır. Ahmed Altınay hatıratında İngilizlerin Araplardan bir kişiyi güneş altında arkası üzerine yatırarak zulmettiğini yazmıştır. Bu İngilizlerin vicdansızlığını gösteren önemli bir olaydır.[459]

7. Fırka Askere Alma Şubesi Kalemi Bandırmalı Üsteğmen Mahmud Esad Efendi de ifadesinde esirlerin nasıl cezalandırıldığını anlatmıştır. Subaylar bir kabahat işlediği zaman taştan yapılmış hapishanelere atılmakta ve askerler ise güneşe karşı çarmıha gerilmekte veya su taşıma hizmetinde kullanılmaktadır. Subaylara bu şekilde davranan İngilizler erlere hiçbir önem göstermemekte ve erler pek sefil bir durumda yaşamaktadırlar.[460]

Babıâli, 1916 yılı başında İskenderiye Sarayı’nda tutuklu bulunan Türk deniz kaptanı Hakkı Bey ve onun yakın arkadaşı Muhammed’in kötü muamele gördüğü gerekçesiyle İngiltere Hükûmetine şikâyette ederek misilleme tehdidinde bulunmuştur. Hakkı Bey savaş başladığında tifo hastalığına yakalanmış bu nedenle ülkeden ayrılmasına izin verilmemiştir. Nekahet dönemini Montague Caddesi’nin üst tarafındaki Abbotsford Otelinde geçirmiştir. Daha sonra Hamstead'da bulunan pansiyonda ve Golden Cross Otelinde yaşamıştır. Casus olarak tehlikeli görülmesine ve yeterli düzeyde İngilizcesi olmasına rağmen İngilizlere tamamen sessiz zararsız enerjisi olmayan bir kişi gibi görünmüştür. Mısır polis kayıtlarında ona yönelik hiçbir bilgi ve belge olmamasına rağmen düşman ülkesi uyruklu hiçbir subayın serbest bırakılmamasına yönelik yasa gereği İngilizler tarafından Mısır’da gözlem altında tutulmuştur. Tutuklanması sonrası hastalanmış, solgun ve hasta görünmesi sebebiyle subayların bulunduğu bir kampa gönderilmesi kabul edilmiştir. Hakkı Bey İngilizlere verdiği ifadede Türk donanmasının bir subayı olmadığı iddiasında bulunmuştur. Hakkı Bey’in serbest bırakılması teklifine yönelik sivillerin geri gönderilmesi antlaşması da tekrar gündeme gelmiştir. İskenderiye Sarayı’ndan Wakafield Kampı’na nakli de teklif edilmiştir.1256 [461]

İtilaf Hükûmetleri askerleri tarafından Yunanistan’dan cebren çıkarılıp İstanbul’a dönen Süleyman Bey kırk kadar bir İngiliz bahriye askerleri tarafından kapısı kırılarak makamına zorla girilmiş ve pasaportuna, sancağına ve silahına el konularak 25 Kasım 1916 tarihinde Alman ve Avusturyalı konsoloslarla beraber bir harp gemisine götürülmüştür. Eşi ve çocukları da daha sonra bu gemiye getirilerek on gün burada yaşamaya mecbur bırakılmıştır. Önce Mondros’a nakledildiklerini ve orada Hidiviye kumpanyasının Osmaniye vapuruyla Malta’ya sevk olduklarını ve Malta’da esir karargâhlarından Polverista’ta 6 ay kalıp ailesiyle beraber çöldeki Seydi Beşir esir karargâhına göndermiştir. Burada gerek kendisi ve gerek ailesi pek çok sefalet çekmiş ve esirler hakkında insanlığa yakışmayacak surette muamele görmüştür. 10 Ekim 1917 tarihinde İskenderiye’den Port Said’e ve oradan Malta’ya ve üç gün gemi içerisinde kaldıktan sonra da Marsilya’ya ve buradan Liyon yolu İsviçre’ye nakledilmiş ve Cenevre, Zürih ve Yale yolu İstanbul’a dönmüştür. Süleyman Bey kendisi Seydi Beşir esir karargâhında kalırken ailesi Kahire’de Abbasiye adında mahalde kadınlar için yapılan esir karargâhına sevk edilmiştir. Seydi Beşir esir kampında Osmanlı esirleri 100-150 yahut en fazla 180 metre karelik bir alanda üç kat tel örgüsü içinde vahşi hayvanlar gibi kapalı tutulmakladır. Esirlerin hali pek fenadır. Esirlerin gezmelerine hiç müsaade edilmemiş ve esirler pek muzdarip bir halde yaşamaya mecbur bırakılmıştır.[462]

Kampı ziyaret eden Kızılhaç heyetinin yazdığını raporlara göre esirlerin esaretten kurtulmak istemelerinden başka ciddi başka bir şikâyetleri yoktur. Eşleri Kahire Kalesi’nde kalan subaylara Kahire’ye gitme ve eşleriyle birlikte kalma izni verilmesine rağmen oğlu, kardeşi veya bir akrabası olanlara izin verilmemesi şikâyet konusu olmuştur. Eşleri Kahire’de olanlara verilen iznin genişletilmesi şikâyete rağmen mümkün olmamıştır.[463] Harbiye Nezareti Üsera Muamelat Şubesinden Hariciye Nezaretine giden yazıdan Hicaz Fırkasından esir alınan subay ve memurlarının eşleri ve çocuklarının uluslararası hukuka göre esir olmamalarına rağmen esir muamelesi gördüğü anlaşılmaktadır. İngilizler tarafından esir edilerek Mısırü’l-Kahire esir karargâhına nakledilen Hicaz Fırkası subaylarıyla vilâyet memurlarının ailelerinin iki devlet arasında gerçekleşen antlaşma gereğince memleketlerine dönmeleri beklenmekte ise de bu esirlerin eşleri ile görüşmelerine İngilizlerce müsaade edilmemiştir. Hâlbuki İngiltere Hükûmetince bu aile ve çocuklar esir edilmek maksadıyla olmayıp sefaletlerine izin verilmemek üzere hayır amaçlı toplanılarak her türlü istirahatlarını temin için gözaltına alınmışlardır. Bu ailelerin çocuklarıyla beraber perişan bir hâlde oldukları ve kendilerine bakılmadığı kesin olarak bilinmektedir. Osmanlı Devleti bu kişilerin iadelerine kadar uluslararası hukuk gereği lâzım gelen serbestî ve müsaadeye sahip olmaları ve her suretle rahatlarının temini sağlanmak zorunda olduğunu İngiltere Hükûmetine resmi yollardan bildirmiştir.[464]

Esirlerin kamplarda yaşadığı sıkıntıları ve acıları yansıtan esaret günlerini kamplarda geçirmiş esirlerin yazdıkları hatıratlardır. Ali Galib Yoluç[465] esaretin vermiş olduğu üzüntünün dışında İngilizlerin esirlere kötü muamele yapmadığını hatta çok iyi denebilecek şartlar sağladığını yazmaktadır. İngilizler esirlere sinema, gazino gibi imkânlar sağlamıştır. Esirlere asla işkence etmemiş, yiyeceklerini ve içeceklerini eksiksiz vermiş ve yatacakları yerde konforu sağlamışlardır. Ali Galib Yoluç esaret hayatı hakkında şöyle demiştir:[466]

“Esaret hayatı pek acı ve elemli bir hayattır. İnsanın benliğini kemirir, ruhunu ezer, milli gururu yıkar... İngilizler gerçi bize işkence etmediler, yiyeceğimizi, içeceğimizi verdiler. Yatacağımız yeri pekiyi temin ettiler. Fakat bu ikram tarzları bizi tatmin edemezdi. Çünkü düşmanımızdı. Bize her hususta müsait davrandılar. Gazinomuz, sinemamız vardı. Hatta altı İngiliz lirası para verirlerdi. Bütün bu şeyler bize azap gibi gelirdi. İnsan vatanına toprağına dört el ile sarılmalı düşman boyunduruğu altına girmemelidir. Vatan kadar kıymetli hürriyet kadar sevimli dünya da hiçbir şey olmamalıdır. Bu kulağınıza küpe olsun...”

1897 doğumlu Ezine-Geyikli bucağından Ömer Üner[467] esir düştükten sonra İngiliz askerlerinin kaşar peyniri, tavuk eti ve pastırma yediğini kendilerinin ise kaynatılmış buğday ile yaşadıklarını anlatmıştır. Buna rağmen İngilizlerden hiçbir kötü muamele görmediğini sözlerine eklemiştir. Yalnız Gelibolulu bir Ermeni doktor tercümanlık görevi için İngilizlerin yanındadır. Sık sık alçak Türkler diye hakaret etmektedir. Bu Ermeni daha sonra Türkler tarafından fena bir şekilde dövülmüş ve bir daha Türklerin yanına yaklaşamamıştır.[468]

Biga Eskibalıklı köyünden 7 yıl Yemen Cephesi’nde savaşmış ve 1 yıl İngilizlerin elinde esir kalmış Hüseyin Ceylan İngilizlerin esaret sırasında kendisine herhangi bir kötü muamelesi olmadığını söylemiştir.[469]

Kudüs Cephesi’nde 7 ay çarpışmış, yaralanmış, Tel El-Kebir’de İngilizlere esir düşmüş ve İngilizlerin elinde 17 ay esir kalmış Çan-Kocayayla köyünden

Mehmed Ali İncedere İngilizlerin kendilerine çok iyi baktığını “İyi baktı kâfir. Allah’ı var kendi yok.” sözleri ile ifade etmiştir.1265 [470] Kamplarda kendisine çok iyi bakıldığını söyleyen bir diğer esir Süveyş Cephesi’nde İngilizlere esir düşen Çanakkale Çınarlı Mehmed Kurtul’dur.[471]

Doğu Cephesinde Ruslara karşı savaştıktan sonra İngilizlerin Şam’ı işgali üzerine bölgeye gönderilen ve alay ve taburuyla beraber İngilizlere esir düşen Çan İlyasağa köyünden Hüseyin Koç yerini tam söyleyemediği tel örgülerde 2 sene kalmış ve İngilizler esirleri geri göndermeye başlayınca kendisine ancak 6 ayda sıra gelmiştir. Tel örgüler içinde kurulan çadırlarda 10 kişi kalan Hüseyin Koç tel örgüye 3 adım yaklaşanın öldürüleceğinin kendilerine söylendiğini anlatmıştır.[472]

Mısır’da esaret hayatını geçiren Hasan Fehmi Efendi kendisinin esir aldığı 26 İngiliz askerinin Osmanlı birliklerinin geri çekilmesi sırasında öldürülmelerinden dolayı kampta mahkemeye çıkarılmıştır. Masumiyeti ispat edilmesine rağmen mahkûmiyetten kurtulamamıştır. Kendisine ceza olarak altı ay boyunca haberleşme yasağı getirilmiş ve kendisi kamp arkadaşlarını ziyaretten men edilmiştir. Terhiste de en son gönderilen kafilede yer almıştır.[473]

Yedek Subay Mehmed kampta her gün sabah ve akşam yoklama alınmakta olduğunu fakat Türk subaylar İngiliz subaylarına karşı hiçbir saygı ve hürmette bulunmadığını ve itaat etmediğini anılarında belirtmiştir. Bu durum karşısında şiddetlenen İskoçyalı subay esirlere ceza vermek için her gün yangın tatbikatı uygulaması başlatmış ve esir subaylara ellerine kova vererek tatbikat yaptırmak istemektedir. Buna karşılık Türk subaylar hiçbir emri dikkate almayıp emirleri yerine getirmemiştir. Hatta İskoçyalı komutan itaatsizlik durumunu karargâh komutanlığına bildirmiş komutanlık bir şey yapmadığı gibi komutanı yönetimdeki beceriksizliğinde görevden almış başka yere göndermiştir. Yeni gelen komutanlarda kendilerini göstermek için disiplin kurallarını uygulatmaya çalışmakta fakat hiçbiri başarılı olamamaktadır. Bu yüzden sık sık kampta subay değişmektedir. En sonuna kampa Çanakkale Muharebesi’nde bir kolunu kaybetmiş bir teğmen komutan olarak verilmiştir. Çanakkale’de kolunu kaybetmesine rağmen yine de Türklere karşı saygılı davranmıştır. Teğmenin iyi niyetine karşı Türk askerleri de iyi mukabelede bulunmuştur. Bazen yoklamalara gelmemiş gelse bile esirlerin yoklamalarının alınmasına gerek görmediği de olmuştur. Kamp komutanı teğmen görevi süresince esirlere tüm kolaylığı sağlamıştır. Hatta diğer esir kamplarından önce kendi kamplarından ilk kafileyi İstanbul’a göndermeyi başarmıştır.[474]

İsmini yazmayan bir esir tarafından İkdam Gazetesinde neşredilen “Esaretteki Acılık” adlı yazı dizisi kamptaki insanlık dışı muameleleri göz önüne sermiş ve toplumda geniş bir yankı uyandırmıştır. Esaret şartları esirlerin ruh halini fena bir şekilde bozmuştur. Her ne kadar rahat olsalar da esaret altında olmanın verdiği eksikliği her daim yaşamışlardır. O günleri unutamayan esir hissettiklerini şu şekilde anlatacaktır:[475]

“Esaretteki hayatımız, -şüphesiz ecel ve keder icabetinden olarak sar u nazar (yaşanıyordu) esaretten evvelki zamanlardan defalarca daha fazla taht-ı tehminde (teminat altında) idi. Bahusus (özellikle) cephede müteaddid (tekrar tekrar) gelen silah mermilerinin cehennemi hücumları karşısında bulunduğumuz zamanlardan bin kat ziyadesiyle (daha) emniyet altında idi. Kezalik mevzu-yı talimat ve evamire (emirlere) adem-i muhalefet müstesna hiçbir tazyik ve tesire maruz değildik. Memleketimizde o vakitler hükümferma (hüküm süren) bir takım (mekulattan) sıkıntılardan da uzaktık. Memleketimizde olsaydık cephede olmasa bile geri hizematında (hizmetlerinde) de elbette pek büyük bir faaliyet ve yorgunluk devresi geçirecektik. Hâlbuki esarette mutlak bir şekilde her türlü tekliften (yükümlülükten) muaf idik ve zamanımızı istediğimiz cihetle (şekilde) kullanmakta hür idik.

İşte esaretin maddi olan bütün bu zahiri fevaidine (faydalarına) rağmen hepimiz, tehlikelere muhatap bir halde hür ve serbest olarak memleketimizde bulunmayı yalnız tercih değil belki de en büyük ve en derin bir emel olarak muhafaza ediyorduk. Çünkü hürriyet kavramını pekiyi bilen ve takdir eden bizler bütün benliğimiz ve mevcudiyetimizle o cevherin üzerimizden nez’ edilmiş (çıkarılmış) olmasına bir türlü mütehammil olamıyorduk (tahammül edemiyorduk). Şeref-i insaniyeyi (İnsanlık şerefini) hissedenler hayatı yalnız yiyip içmek hoş vakit geçirmek istenilen işiyle meşgul olmak ve istenildiği zaman istirahatten ibaret telakki edilemez. Onlar her şeyin fevkinde (üstünde) tecelli eden bir şeyi nazar-ı itibara (dikkate alırlar) ki o da vazife hissidir. Bu vazife ise o zaman bizim için hal-i harpde (savaşmakta olan) vatandaşlarımızla yan yana bulunmaktır. İşte bu vazifeyi adem-i ifaya (yerine getirmemeye) idi ki bizi en elim teessürlere gark ediyordu. Vatanımızı müdafaa için çalışmakta iken artik bütçemizi bile idareden men edilmekliğimiz mübarek topraklarımızın müdafalarının adedini azalmış görmekliğimiz sinemiz üzerinde tahammülsüz bar-i sagil (bir ağırlık olarak) ruhumuzu tazyik ediyordu. Niçin vücudumuz sıhhatte, dimağımız sağlam ve kanımız cevelanda iken bizi şimdiye kadar cenah- şefkat (şefkatli kanatlarında) barındıran muhterem ecdadımızın mukaddes bir yadigârı olarak kalan topraklarımızı korumak için bir şey yapmayalım?

İşte, namus, vicdan ve hiss-i vazife (vazife duygusu) sahibi bir şahsın nakabil teselliye (tesellisi mümkün olmayan) dert ve elemleri.

... Vatanının bütün evladına muhtaç olduğu zamanda hatta alalade evkatta (normal zamanlarında) bile vazife-i milliyesini ifadan men olunan bir şahsın mütefekkirliğini ne kadar bedbaht addeder.

İşte bizim üzerimizdeki bedbahtlık ve acılığın manası bu idi. İstikbal-i fikir (düşüncenin geleceği) ve istiklal-i hareket (hareket edebilen) sahibi bir kimseye arzusu hilafında bir gün lalettayin muayyen bir yerde kalması emredilse ve bunda hiçbir mahzur olmasa bile ona ne kadar ağır gelir değil mi?”

İngilizlerin Türk esirlere karşı davranışlarında Kûtu’l-Amâre yenilgisinden sonra büyük değişiklik olmuştur. Kûtu’l-Amâre’de İngilizler askerlerinin Osmanlı Hükûmetinin eline düşmeden önce Çanakkale ve Kanal’dan aldıkları esirlere yaptıkları muamelenin daha acıklı olduğu esirler arasında konuşulmaktadır. Kûtu’l- Amâre öncesi ve sonrasını bilen esirler bu olaya bizzat şahit olmuşlardır.[476]

Heliapolis kampında esaret günlerini geçiren Eyüb Sabri Bey Anadolu’daki Milli Hareketi güçlendikçe ve Türklerin Anadolu’daki başarıları arttıkça kamptaki görevlilerin Türk esirlerine karşı davranışlarının değiştiğinden bahsetmektedir. Eyüb Sabri Bey’in bulunduğu kampın görevlisi 60 yaşlarında bir Yahudi’dir. Çok iyi 1271 Türkçe bilen bu Yahudi kampa ilk getirildiklerinde Türklerin halinin çok kötü olduğunu İzmir’in Yunanlılar tarafından alındığını İstanbul’un da alınacağından sık sık esirlere bahsedip moral bozarken daha sonraları Millî Mücadelenin başarıları ile beraber Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’da bağımsızlık mücadelesini başlattığını Anadolu halkının kendisiyle beraber olduğunu ve silahlanmaya başladığını İzmir’in Yunanlılardan geri alınacağını anlatmaya başlamıştır. Kampta görevli İngiliz çavuşlar daha önceleri Türk esirlerinin yüzüne bakmaz, konuşmaya bile tenezzül etmezlerken sabahları yanlarına gülerek gelmişler, kahve ve çay almaya başlamışlar ve esirlere müjdeli haberler vermişlerdir. Üstlerinden ve İngiliz gazetelerinden aldıkları habere göre Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’da yeni bir hareket başlattığını Türklerin bu hareketle medeni dünyada kendilerini tanıttıkları bu hareketin başarıya ulaşacağını ve eğer başarılı olursa diğer devletlerin aksine daha onurlu bir antlaşma yapılacağını esirlere söylemişlerdir. İngilizler özellikle kampta bulunan Ermeni esirlere hiç yüz vermemiştir. Bu Ermenilerin bir kısmı savaş sırasında Türklerden kaçıp İngilizlere sığınan Filistin ve Suriye tarafında İngilizlere casusluk yapan ve daha sonraları tekrar güvenilirliklerini kaybedip kampa düşen esirlerdir.[477]

Tel El-Kebir esir kampında bulunmuş İbrahim Arıkan kampta dönen rüşvet olaylarını ve İngiliz askerlerinin Türk esirleri nasıl dolandırdığını anlatmıştır. İngilizler parası olan esirlerden paralarını almak için bazı oyunlar oynamışlardır. Kamp komutanı izne ayrılmış ve yerine geçici olarak bir kamp komutanı görevlendirilmiştir. Yeni kamp komutanı tüm esirleri toplayarak 5 lirası olanların evlerini gidebileceklerini söylemiş ve 5 lirası olanlar kamptan ayrılmıştır. Üç beş gün sonra bu miktar 4 lira olmuş ve 4 lirası olanlar da kamptan ayrılıp gitmiştir. Birkaç gün sonra 3’e daha sonra 2’ye sonra da 1 liraya düşmüştür. Parası olanlar kamptan ayrılmış ve gitmişlerdir. Parası olmayan ise kampta kalmıştır. 10 gün sonra izni biten komutan geri dönmüş ve oynanan oyun da ortaya çıkmıştır. Komutan esirlerin evlerine gönderilmesinin ancak iki Hükûmet arasında yapılacak bir antlaşma ile olacağını para ile kimsenin evine gidemeyeceğini birtakım kimselerin evlerinize gönderilmeleri bahanesiyle paralarını topladığını bu tür kimselere inanmamaları 1272 istemiştir. Paraları alınıp kamptan giden esirler ise kenar bölgelerdeki kamplara götürülmüş ve esirler mübadelesine kadar orada kalmıştır. Aylar sonra kampta bulunan esirler evlerine dönerlerken trende para verip kamptan ayrılan esirlerle karşılaşmışlar ve beraber İstanbul’a dönmüşlerdir.1273 [478]

Kasr El-Nil esir kampında, Osmanlı Devleti’nin elindeki İngiliz esirlerine nasıl muamele yapıyorsa Türk esirlere de aynı muamelenin yapıldığı Eşref Bey’e söylenmiştir. Eşref Bey ise buna karşı çıkarak kamp komutanına Türklerin İngilizlere ikram edecek viskilerinin belki olmadığını fakat İngiliz esirlere köylü kadınlarının harp şartları içinde dahi güç buldukları ayranlarını seve seve ikram edebildiklerini söylemiştir. Türklerin her şeylerini kaybedebileceklerini fakat misafirperverliğini asla kaybetmeyeceklerini sözlerine eklemiştir.[479]

Salihiye esir kampında esirlerin su ihtiyacı her esir kampında bulunan ve kamplara tahsil edilen su depolarına beyaz şeker şeklinde şap atılmıştır. İngilizler bunu yaparak Türk esirleri kendilerince aşağılamış olmaktadırlar.[480]

Osmanlı Devleti Mısırlı subayların da esaretleri boyunca haklarını korumaya çalışmıştır. Dışişleri Bakanlığından Amerika Birleşik Devletleri’ne gönderilen sözlü notada İngiltere Hükûmeti, Osmanlı Hükûmetinin Mısırlı subayların lehine temsilcilik yapmaya hakkı olduğunu kabul etmeyeceğini bildirmiştir. Osmanlı Devleti ise Mısır’ın uzun süredir kendisinin ayrılmaz bir parçası olduğunu ve İngiltere de dahil olmak üzere pek çok ülke tarafından bunun kabul gördüğünü iddia etmiştir. Ayrıca Osmanlı Devleti’ne göre bu konu hakkında görüş açısı ne olursa olsun, imparatorluğun adı geçen bu bölge üzerindeki egemenlik hakları yokmuş gibi davranılamaz. Bu sebeple her türlü yolla, bu bölgenin haklarına ve vatandaşlarına yönelik her girişime karşı, Mısır’ın menfaatlerini gözetmek ve Mısır’ı korumak Osmanlı Devleti’ne düşmektedir. Uluslararası antlaşmalarla kesin olarak tesis edilmiş kurallara aykırı olarak Osmanlı Devleti’nin Mısırlı bir subaya uygulanan bir işlemin neticesinde onun temsilciliğini yapma hakkının kabul edilmemesi söz konusu değildir. Mısır ordusunda subay olan Binbaşı Emin Hilmi Efendi’nin maruz kaldığı muamele ile ilgili Osmanlı Hükûmetinin notasına İngiltere Hükûmeti 28 Ocak

1916’da Osmanlı Hükûmetinin Mısırlı subayların lehine temsilcilik yapmasını kabul etmediğini bildirmiştir.1276 [481]

Osmanlı Ordu-yı Humayun Başkumandanlığı Vekâletinden Hariciye Nezaretine giden 8 Nisan 1917 tarihli yazıda Seydi Beşir esir kampında esirlere kasıtlı olarak zulmedildiği söylenmektedir. Rahatsız bir ortamda yaşamaya mecbur bırakılan esir subaylara uzaklığı sebep gösterilerek alışveriş için 15 km mesafedeki İskenderiye’ye gitmelerine müsaade edilmemektedir. Geçici olarak kurulmuş barakalardan müteşekkil olan karargâhın şehir civarında bir mahalle nakledilmesine de karşı çıkılmaktadır. Subayların alışveriş ihtiyacını karşılamak için kamp yönetimi tarafından herhangi bir teşebbüste bulunulmamaktadır. Tüm esir askerlere adetlerine ters olarak potin yerine pabuç verilerek kasıtlı olarak esirleri incitmek amaçlamıştır. Esirlerin İskenderiye’ye gidip alışveriş yapma istekleri kamp ziyaretleri sırasında Kızılhaç yetkililerine de bildirilmiştir. Heyet ise yazdığı raporda kamp yönetiminin bu tür isteklere izin vermemesini doğal karşılamıştır.[482] Esir askerlere Savaş esiri (P. W) markası olan madeni levhalar takıldığı anlaşılmıştır. Tüm bu uygulamalara karşılık 40 gün içinde İngiltere Hükûmetinden olumlu bir cevap alınamazsa bilmukabele Türkiye’de bulunan İngiliz esirlere aynı muamelenin tatbik edileceğinin kendilerine bildirilmiştir.[483]

İngiltere ise Türklerin kendi esirlerine karşı kötü davranıldığına dair iddialara esir kamplarını ziyaret eden hem Kızılhaç heyetinin hazırladığı raporları ile hem de Mısır’da bulunan Amerikan temsilcilerinin hazırladığı raporlar ile cevap vermiştir. 25 Ocak 1916 tarihinde Amerika’nın Mısır Büyükelçisi Olney Arnold tarafından İstanbul Amerikan Büyükelçisi Henry Morgenthau aracılığıyla Osmanlı Devleti’ne gönderilen yazıda İngiltere Hükûmetinin elinde bulunan Türk savaş esirlerini teftiş etmek için geçmişte olduğu gibi Amerikan yetkililerine tüm özgürlüğün verildiği tekrarlanmıştır. Babıâli’nin bu unsuru iyi anlaması ve gereğini yapması istenmiştir. İngiltere’nin elinde tutulan Osmanlı savaş esirlerine yapılan muameleyle ilgili, Akdeniz Seferi Kuvvetlerinin Komuta Generali bu esirlere kötü muamele edildiği iddiasını Babıâli’nin dikkatini biraz çekmek adına reddetmiştir. Detaylı araştırmalar göstermektedir ki esirler iyi bir şekilde beslenmekte, barındırılmakta ve her esire ihtiyacı olduğu kadar bol ve özel bir giysi verilmektedir. Bu adamlara sert muamele edildiği ifadelerinin hiçbir dayanağı yoktur. Esirler gördükleri muamele için minnettar olduklarını ifade etmektedirler. İngiltere’nin Osmanlı Devleti’ne gönderdiği Mısır’daki Osmanlı savaş esirlerinin maruz kaldığı muamele ile ilgili Amerika Birleşik Devletleri Kahire Genel Konsolosu ve Diplomatik Görevli Olney Arnold’un 6 Ekim 1915 tarihli raporunda Arnold Türk esirlerle ilgili şu ifadeleri kullanmaktadır:[484]

“Geçtiğimiz 21 Eylül’deki mektubumun bir devamı olarak içinde bulunduğumuz ayın 4’ünde Pazartesi günü, General Maxwell’in daveti üzerine, Mısır’daki savaş esiri Türklerin gözetim altında bulundukları Kahire yakınlarındaki Maadi’deki kamplarını şahsen ziyaret ettim. Buradaki adamların gayet iyi bakıldığını, beslendiğini, şartlar göz önünde bulundurulduğunda hallerinden oldukça memnun olduklarını saptadım. Düzgün yataklara ve havadar koğuşlara sahipler, beslenmeleri ise yeterliydi.”

İngiliz kamplarındaki Türk esirler hangi cephede esir edilirse edilsin Alman esirlerden hep farklı tutulmuş, hiçbir zaman Alman esirlere yapılan muamele yapılmamıştır. Bu durum Karl Curzon’un İsveç Kızılhaçına yazdığı Mart 1919 tarihli yazısından öğrenilebilmektedir. Her ne kadar Alman esirlerinden daha ayrıcalıklı tutulduğu iddia edilse de aynı belgede esirlerin barınmaları ile ilgili bilgi verilmekte ve şartların hiç de istenildiği gibi olmadığı ifade edilmektedir. Bu belgenin İngiliz Milli Arşivinde olması var olan durumun doğru olduğunu kanıtlamaktadır. Geri dönen esirlerle beraber sayının azılmasına rağmen Kahire yakınlarındaki Maadi-Tura esir kampının şartlarında dikkate değer bir değişikliğin olmadığı görülmektedir. Aynı türden şikâyetler Seydi Beşir esir kampında bulunan subaylar tarafından da yapılmaktadır. Maadi-Tura esir kamplarının koşulları anlaşmalarla belirtilen şartları taşımamaktadır. Çok az sayıda esirin yatağı olmakla beraber geri kalanlar çıplak yerde yatmaktadır. Diğer esir kamplarından farklı olarak bu kamp hakkında esirler tarafından sürekli şikâyet yapılmaktadır. İngiliz yetkililer, esirlerin yıllarca tropikal şartlarda yaşama zorluklarına alışmış ya da Doğu Afrika’nın sert mücadelesine uyum sağlamış insanların kötü muameleden dolayı şikâyet etmelerine anlam verememekte bunun ancak insanca yaşama hakkını öğrenmeleri ile açıklanabileceğini belirtmektedirler. İngilizlerin insanca yaşamayı emri altındaki esirlere çok gördükleri bu belgeyle gün ışığına çıkmaktadır.[485]

İngiltere Hükûmetinin kendilerine düşman Almanlar ile Osmanlı vatandaşlarını ayırmaya çalışması ve bu iki halkı birbirine denk saymaması tutumuna İngiliz basını da destek vermiştir. İngilizler Türk esirleri her zaman Alman esirlerden ayrı tutmuş ve Türkleri gücendirmemeye çalışmıştır. İngiliz basınının iddiasına göre ara sıra Türk esirleri, İngilizlere Alman subaylarının kendilerine karşı zorbalıklarından şikâyet ettikleri olmuş ve ileri emri verildiği zaman makineli tüfekleriyle tehdit edildiklerini ifade etmiştir.[486] İngiltere Hükûmeti savaşın ilan edilmesiyle sınırları içinde bulunan sivil Alman ve Türkleri de birbirinden ayırarak aynı muameleyi göstermemiştir. Savaşın başlamasıyla İngiliz hâkimiyetinde bulunan bir kısım Türk vatandaşları bu ülkedeki toplama kamplarında konulmuştur. İngiliz basınına yansıyan haberlere göre İngiliz topraklarında yaşayan bir Alman, düşman olan bir yabancıdır. Böyle bir varsayım, Türkler için yapılmaması gerekmektedir. Osmanlı hâkimiyetindeki alanların nüfusu, diğer ülkelerce bilinmeyen bir ölçüde heterojendir. Osmanlı topraklarında çok sayıda Ermeni, Suriyeli, Yahudi bulunmaktadır ve bunlar İngilizlere düşmanlıktan çok uzak olmakla birlikte, Müttefiklerin amaçlarına sempati ile bakmaktadırlar. Hâlihazırda mevcut olan gereksiz sıkıntıların istenmemesinin yanı sıra düşmanlığa sebebiyet verebilecek olan siyasi bir hamlede bulunmak İngiliz siyaseti açısından doğru olmayacaktır. İngiltere’nin hâlihazırda çok sayıda düşmanı olup daha fazlasını eklemek istememektedir. Bu amaçla İngiltere hangi Osmanlı uyruğuna sınırlama getirilip hangilerine gerekmediğini bir araştırma ile öğrenmek istemiştir.[487]

Mısır esir kamplarında haksızlığa uğrayan bir grupta subay adaylarıdır. Bu kişiler er muamelesi görmüş, subayların hiçbir hakkından yararlanamamıştır. İbrahim Arıkan’ın anlattığına göre kampında Kampta Kuleli Mektebinden mezun olup orduya katılan 200 subay adayı bulunmaktadır. Bu subay adayları ayrı çadırda kalmakta ve erler gibi kendi hizmetini kendi görmektedir. Bu kişiler her ne kadar tel dâhilinde kendilerinin de tabur, bölük komutanı ya da polis olarak ayrılmalarını istemişlerse de çok genç oldukları ve kamp idaresinin kanunla değil ancak zor kullanılarak idare edileceği gerekçesiyle istekleri reddedilmiştir.[488]

Sonuç olarak kamptaki tüm esirler kötü muameleden ve kamp şartlarından dolayı ayrı ayrı bir hastalığa müptela olmuştur. Bunun da en büyük sebebi güneşin altında kızgın kumların üstünde yıllar süren esaret hayatını geçirmeleridir. Esirlere ayrıca bir kötülük yapılmasa dahi sadece yaşadıkları kamp şartı esirlerin hasta olmasına veya kör kalmasına sebep olarak yetecektir. Esaret sonrası yurda dönen binlerce subaya bakıldığında neden malul esir sayılarak yurda gönderildiği bu durumu en iyi şekilde açıklamaktadır.[489]

Savaş Esirleri Alt Kurulu 16 Mart 1917’de savaş esirlerinin istihdamı konusunu incelemiştir. Savaş Kabinesine Savaş Esirleri İstihdam Kurulu tarafından gönderilen 20 Ocak 1917 tarihli bir yazıda Hükûmetler tarafından talep edilen esir sayılarının mevcut olanlardan çok daha fazla olduğu belirtilmişti. Özellikle tarım ve mühendislik alanında uzman olan savaş esirleri mümkünse İngiltere’de çalışmaları için Fransa’dan serbest bırakılmaları gerekiyordu. Bu kişilerin yerleri ise Mısır’da bulunan Türk savaş esirleri ile doldurulacaktı. Kurul, yukarıdaki teklifin hayata geçirilmesi yöntemiyle ilgili olarak çok sayıda zorluk bulunduğu gerekçesiyle herhangi bir avantajın sağlanamayacağı kararını vermiştir.[490]

İngiltere Hükûmeti, Türk İletişim Genel Müfettişliğinin temsilcilere gönderdiği 13 Nisan 1917 tarihli mektubunda Türk savaş esirlerinin düşman ülkelerde acınası şartlarda yaşadıkları iddialarına cevap vermiştir. İngiltere Hükûmeti Osmanlı Hükûmetinin kendilerine karşı fantastik gerçek olmayan suçlamalar yaptığını düşünmektedir. İngilizlere göre Mısır’daki esir kamplarını ziyaret eden İsviçreli temsilcilerin raporu, bu yöndeki tüm iddialara karşı en kesin cevabı oluşturmaktaydı. İngiltere Hükûmeti, Hindistan ve Burma’daki kamplara dair raporun da aynı şekilde olacağından şüphe duymamaktadır.[491]

3.4.2 Hindistan Esir Kamplarında Esirlere Yapılan Kötü Muamele

Osmanlı Devleti savaş süresince aracı devletler vasıtasıyla İngilizlerin Türk savaş esirlerine kötü muamelede bulunarak Cenevre Sözleşmesi’nin savaş esirleri hükümlerini ihlal ettiğini iddia etmiştir. Esirlere karşı uygulanan kötü muamele İngiltere Hükûmeti tarafından sistematik bir şekilde yapılmayıp bazı İngiliz yetkililer tarafından gerçekleştirilse de İngilizlerin esirlere karşı savaş hukukunu çiğnediği gerçeğini değiştirmemektedir. Örneğin, sivil memurlar ve daha sonra bu kişilerin eşleri savaş esiri sayılarak esir kamplarına gönderilmişlerdir.[492]

Bombay Başkonsolosu Halil Halid Bey’in görev yaptığı döneme ait yazdığı ve 9 Eylül 1916 tarihinde İstanbul’a gönderdiği raporunda Hindistan’daki Türk esirlere karşı İngilizlerin gösterdiği muameleyi anlatılmıştır. Halil Halid Bey’e göre savaşa girmiş her devlet kendi elinde bulunan yabancı esirlere karşı pek insani bir surette muamele etmektedir. Buna rağmen düşman devletler eline düşmüş vatandaşlarına reva görülen muameleden şikâyet ettikleri nadir görülen bir olaydır. Savaşa katılanlar arasında bu konuda en fazla gürültü koparan devlet İngiltere’dir. İngiltere esas itibariyle bu konuda Almanya’ya hücum etmekledir. İngiltere’nin Türklerin elinde bulunan esirlerinin hâlinden memnun kaldığı daha önde ilan edilmiş bir gerçektir. Buna rağmen İngilizler kendi ellerindeki Türk harp esirlerinin ne hâlde bulunduklarına dair malumat vermeye yanaşmamaktadır. General Townshend hürriyeti çok az kısıtlanmış olduğu hâlde İstanbul civarındaki adalardan birinde zengin ailelerin sayfiyelerinde yaşamaktaydı. Diğer tüm İngiliz subaylar da memleketin en sıhhî ve en güzel yerlerinde ikamet etmişlerdir. Buna karşılık İngiliz gazetelerinde yazıldığına göre Basra askerî kumandanı Albay Suphi Bey Burma’nın metruk ve ücra bir köşesinde yaşamaya mecbur edilmiştir. Albay Suphi Bey esir düşen subayların en kıdemlisi durumundadır. Osmanlı Devleti uzun bir süre Irak Cephesi’nde esir düşen subayların ve askerlerin nereye götürüldüklerini öğrenemediği bir gerçektir. Osmanlı Devleti, İngiltere’nin diğer Türk esirlerini de

uzak memleketlerinin birer köşesine atmış olduğunu ya esirlerin ailelerine gönderdiği mektuplardan ya da burada olduğu gibi İngiliz basınından öğrenebilmiştir. Halil Halid Bey raporunda en kısa sürede Osmanlı Hükûmetinin esirlerin hayat ve sıhhatleri hakkında malumat talep etmesini ve Türkiye’deki İngiliz esirlerine de aynı şekilde mukabelede bulunmasını istemiştir. Raporda, İngilizler Almanya’daki esirlerine pek fena muamelelerde bulunulduğu iddia etmektedirler. Almanya da aynı şekilde İngilizlerin kendi esirlerine kötü muamelede bulunulduğunu ileri sürmektedir. Her ne kadar Almanya, İngiliz esirlerine çok fena bir muamelede bulunsa da Müslüman esirlere karşı özel bir muamelede gösterildiği ayrı bir gerçektir. Bu Müslüman esirlerin çoğu kendi istekleri dışında savaşa sevk edilmiş kişilerdir. Her şeyde önce Müslüman olmalarının da ayrıca bir etkisi vardır. Almanya’da Rus esirlerinin bulunduğu kamplar ise en feci olanlardır. Rus esirler Halil Halid Bey’e göre esirler arasındaki en kaba ve medeniyetten yoksun kişilerdir. Sayıları çok fazla olan esirlerin düzen içinde idare edilmesi Almanya için neredeyse imkânsızdır. Tüm bu zorluklara rağmen Almanya esirlerin günlük zorunlu ihtiyaçlarını karşılamakta ve esirlere her türlü sosyal aktivite imkânını sağlamaktadır.[493]

İngiltere Hükûmeti de Osmanlı Hükûmeti gibi her fırsatta aracı devletler vasıtasıyla kendi esirlerine kötü muamelede bulunduğunu ileri sürmektedir. 29 Mart 1916 tarihiyle Amerika Elçiliği aracılığıyla İngiltere Hariciye Nezaretinden gelen notada, İngiltere Hükûmeti kendi elindeki esirlere çok iyi bakıldığı buna rağmen Osmanlı Devleti’nin elindeki esirlerin çok kötü durumda olduğunu beyan etmiştir. Ayrıca İngiltere Dışişleri Bakanı, 2 Haziran 1916 tarihinde Birleşik Devletler Büyükelçisi vasıtasıyla gönderdiği notada Babıâli’nin Türk esirlerine kötü muamele yapıldığına dair iddia edilen kamplarla ilgili hiçbir delil olmaksızın yaptığı suçlamaları kanıtlamakta yetersiz kaldığını yazmıştır. Bu koşullar altında, İngiltere Hükûmeti, Babıâli tarafından üslupsuz bir şekilde yapılan muğlâk şikâyetleri kati bir şekilde reddetmiş ve tekrardan insani ve saygılı muamele gören kendi ellerinde bulunan Türk savaş esirlerinin durumu ile Osmanlı Hükûmetinin elinde bulunan İngiliz savaş esirlerinin durumunun eşitlenmesini talep etmiştir. Ayrıca İstanbul’daki 1288

Amerikan Maslahatgüzarından İngiltere egemenliğinde esir tutulan Türk savaş esirlerinin bulunduğu kamplara yapılan ziyarete karşılık Birleşik Devletler yetkililerinin İngiliz savaş esirlerinin bulunduğu kampları teftiş etmesi için kolaylık sağlanmasını istemiştir.1289 [494]

İngiltere, Türkiye’de esir bulunan İngiliz subaylarına daha iyi muamele gösterilmesi hususundaki müracaatlarının, İngiltere tarafından esir edilmiş Osmanlı subaylarına insaniyete uymayan bir surette muamele edilmesini gerekçe gösterilerek reddedilmesini şiddetle eleştirmiştir. Notada İngiliz askerlerinin Osmanlı esirleri ile alay ettiklerine dair iddialara cevap bile vermeye gerek görülmemiş ve Osmanlı Devleti’nin tüm esirlere kötü muamele yapıldığına dair iddiaları mesnetsiz ve gülünç bulunmuştur. İngilizlerin elinde bulunan Osmanlı esirleri hakkında icra olunan iyi muameleden Osmanlı Hükûmeti defalarca haberdar edilmiştir. İstenildiği takdirde bu sözlere delil olarak Kahire’deki Amerikan siyasi memurlarının bu konudaki raporları gösterilebilmektedir. İngiltere Dışişleri Bakanlığı Osmanlı esirlerine karşı hiçbir zaman kötü bir muamelede bulunulmadığını bu notada iddia etmiştir.[495]

Başkumandan Vekili Enver Paşa, 29 Ağustos 1916 tarihinde Padişah’a gönderdiği bir tezkerede İngilizlerin Türk esirlere çok kötü davrandıklarını, çok zor şartlarda kamplara nakledildiklerini anlattıktan sonra bu durumun düzeltilmediği takdirde Osmanlı Devleti’nin de aynı şekilde karşılık vermesi gerektiği hakkında padişahtan görüş sormuştur. Tezkerede İngilizlerin Türk esirlerine uyguladıkları muamelenin kabul edilemez olduğuna dair bilgilerin geri dönen ve İngilizler ile mübadele edilen esirlerden öğrenildiği bildirilmektedir. Subayların verdikleri ifadelere göre esirler Burma’ya giden vapurların ambarlarına doldurulmuş, gıdasız, havasız ve hastalar ilaçsız bırakılmıştır. Bu sebeple birçok ölümler gerçekleşmiş ve askerlerden bazıları vapur direğine bağlanarak dövülmüş ve bir subay vurulmuştur. Subaylar tel örgüyle kapalı ve pis yerlerde kalmaya mecbur edilmiştir. Subaylara Çanakkale’nin tahliyesine kadar maaş ödemede isteksiz davranmışlar ve tüm mülkiye memurlarına yalnız bir nefer tayini vermekle yetinmişlerdir. Enver Paşa, İngilizlerin esirlere reva gördükleri bu üzüntülü durumdan dolayı her türlü dikkati çekmek için şiddetle protesto etmekle beraber bu durumun devamı takdirinde aynıyla karşılık verileceğinin Amerika Elçiliği vasıtasıyla İngilizlere bildirileceğini açıklamıştır. Kısa sürede alınan bu karar İngiltere’ye iletilmiştir. Osmanlı Devleti tarafından İngiltere Hükûmetine gönderilen bu notada savaşan devletlere mensup esir subaylara daha önce verilen hakların eskiden olduğu gibi tekrar verilmesi İngiltere tarafından istense de Osmanlı esir subaylarına reva görülen insanlık dışı muameleden vazgeçilmedikçe esirlere daha önce verilen haklar kesinlikle iade olunmayacağı bildirilmiştir.[496]

Osmanlı Devleti, Irak Cephesi’nde İngilizlere ilk esirlerin verilmeye başlanmasından sonra ve özellikle cephenin düşmesinin ardından esir alınıp Hindistan ve Burma’ya gönderilen esirlerin durumları ile ilgili İngiltere’den değişik zamanlarda bilgiler istemiştir. Ayrıca her gönderilen notada esirlere karşı gerçekleşen kötü muamele iddiaları dile getirilmektedir. Hariciye Nezaretinin 17 Eylül 1916 tarihinde gönderdiği İngiliz makamları tarafından Burma’ya gönderilen Osmanlı esirlerinin durumu ile ilgili sözlü notasına referans olarak İstanbul’daki Amerikan Büyükelçiliği, İngiltere Dışişleri Bakanlığının cevabını Babıâli’ye iletmiştir. Bu bildiride İngiltere Dışişleri Bakanlığı, esir kamplarını teftiş etmek için tam yetki verilen Amerikan Konsolosluğu’nun raporuna dikkat çekmektedir. Birleşik Devletler diplomatik yetkililerine İngiltere İmparatorluğu’ndaki Türk esirlerinin bulunduğu kampları ziyaret etmesi için bütün kolaylığın sağlandığı ve onların da bu konu hakkında bilgilendirildiğini 15 Kasım 1916 tarihinde Türk tarafına bildirmiştir. İngiltere, Babıâli’nin bu ayrıcalıktan kendileri istifade ederken Türk savaş esirlerinin gördüğü muameleyle ilgili tarafsız kanıtlarla desteklenmeyen yersiz suçlamalar üreterek İngiliz esirlerin tutulduğu Türk kamplarını Birleşik Devletler yetkililerinin ziyaret etmesine izin vermeyi reddetmesini mantık sınırlarının dışarısında bulmaktadır. İngiltere, Osmanlı Hükûmetine Türkiye’deki İngiliz savaş esirlerine yapılan muamele ile ilgili ciddi kaygılarını haklı gösteren, farklı kaynaklardan, güvenilir raporlar almaya devam etmekte olduğunu ifade etmektedir. Bu nedenle İngiltere Hükûmeti, Osmanlı Hükûmetinin Amerika Büyükelçilik temsilcilerinin

Türkiye’deki İngiliz savaş esirlerinin tutulduğu kampları ziyaretine izin vermesi talebini yinelemektedir.[497]

İngiltere Hükûmeti kendileri hakkında bir diğer şikâyet konusu olan Hilmi Bey hakkında da Osmanlı Devleti’ni bilgilendirmiştir. İngiltere Hükûmeti, bu subayın rütbesini dikkate alarak kendisine özel muamelede bulunulduğunu ve esir olarak aldığı yevmiyenin yanı sıra 400 rupi kadar da bir meblağ verildiğini bildirmiştir. Hilmi Bey’in ölüm sebebi felçtir ve tedavisi için tüm tıbbı imkânlar sonuna kadar kullanılmıştır.[498]

Savaş esirlerine uygulanan muamele Osmanlı ve İngiliz halkı tarafından yakından takip edilmektedir. 29 Aralık 1917 tarihinde Bern’deki Türk Temsilciliğinde görevli bir sekreterden bir Türk bakanın Enver Paşa’ya gönderdiği mektup ele geçirilmiştir. Mektupta Türkiye’deki İngiliz esirlerine ilişkin, İngiliz halkının bir kısmının iyimser bir şekilde Türkiye’ye duydukları sempatinin, İngilizlerin elindeki Türk esirlerin tabi tutulduğu muameleye kıyasla, Türkiye’deki İngiliz savaş esirlerine uygulanan talihsiz muamele ile kaybedildiğinden bahsedilmektedir. Bakan mektubun devamında, savaşın sonuçları ne olursa olsun, Türkiye’nin İngiltere’deki dostlarının sempatisini yeniden kazanmanın Osmanlı Hükûmetinin politikası olması gerektiğini belirtmektedir. Bakana göre bir gün İngilizlerin dostluğu Türkiye için çok değerli olabilecektir. Bu nedenle Türk ve İngiliz temsilciler arasında varılan anlaşmanın şartlarının mümkün olduğunca süratli bir şekilde yerine getirilmesi için Enver Paşa’ya güçlü bir şekilde baskı yapılmalıdır.[499]

Sumerpur esir kampında Osmanlı Devleti İngiltere Hükûmetine gönderdiği notalarda sık sık Türklere karşı İngilizlerin sistematik olarak kötü muamelede bulunduğunu ileri sürmüştür. İngilizlerin Türk esirlerine tatbik ettikleri vahşete örnek 4. Ordu Kumandanlığından Başkumandanlık Vekâletine gelen 22 Eylül 1920 tarihli telgrafla öğrenilmiştir. Esirlere karşı gösterilen bu vahşetin tarafsız devletler nezdinde protesto edilmesi için Osmanlı Hükûmeti tarafından girişimlerde bulunulmuştur. Kurna’da esir düşüp Hindistan’a gönderilen esirler arasından seçilen ve dindaşları aleyhine harp için Hicaz Cephesi’ne gönderilerek Medine’de zorla Müslümanlara karşı savaştırılan iki nefer firar etmeyi başarmış ve tüm olayı detaylı bir şekilde anlatmıştır. Sumerpur şehrinde bulunan 4.000 kadar esir er ile takriben 50 subay arasından 500 er ile 20 subay ayrılarak Hicaz’a gitmek üzere Bombay’a sevk edilmiştir. Bu esirlere vapura binmeden önce Osmanlı Hükûmetinin Araplarla ve peygamber sülalesi Şerif ile harpte olduğu, Müslümanlığın selameti ve Almanlar elinde bulunan mübarek beldelerin zabtı için Alman olmuş Türklere karşı harp etmek üzere Hicaz’a gönderilecekleri tebliğ edilmiştir. Gerek subay ve gerekse erler bu emri reddetmişlerdir. İngilizlerin tüm ısrarına rağmen Osmanlı esirleri vapura binmeye direnmişlerdir. Muhafız asker tarafından üzerlerine ateş edilmiş ve sekiz kadarı şehit olmuş, birçokları yaralanmış ve geri kalanlar cebren vapura bindirilmiştir. Rabiğ’de birkaç gün kaldıktan sonra oradaki taburlara dağıtılıp savaşa gönderilmişlerdir. Türk ırkına mensup on beş er kumandanlarına müracaatla kendi Hükûmet ve dindaşlarına karşı harp edemeyeceklerini söyleyerek ya esir olarak geride istihdam edilmelerini ve yahut idam edilmelerini istemişlerdir. Arap çeteleri kumandanlarına müracaat eden 15 Türk neferi de hapis yatma pahasına kendi milletine karşı savaşmayacağını ilan etmiştir. Bu askerler bir mağarada hapsedilmiş ve hayatları hakkında bir daha malumat alınamamıştır. Diğer askerler harbe sevk edilmişlerdir. Mensubu olduğu halkı ve milletinin hukuk ve menfaatleri korumak amacıyla harp etmiş ve esir düşmüş askerleri uluslararası hukuk kaidelerine ve insanlığa aykırı olarak kendi Hükûmet ve milleti aleyhine zorla harbe sevk etmek en barbar devletlerinin geçmişinde bile uygulanmamıştır.[500]

Çok sık olmasa da kamplarda Türk subay ve askerlerine karşı darp olayları yaşanmıştır. 1917 yılının sonunda yüzbaşı rütbesindeki bir Osmanlı subayı bir İngiliz subayı tarafından darp edilmiştir. Bu olayın detaylı bir şekilde soruşturulması Osmanlı Hükûmetince istenmiştir. İngiltere’den gelen ilk cevapta bahsi geçen İngiliz askerinin aldığı cezanın hafifletildiği şeklindedir. Osmanlı Hükûmetinin yaptığı itirazlar sonucunda İngiliz subay şiddetli bir şekilde kınanmış, görevden el çektirilmiş ve bu durum Osmanlı Devleti’ne bildirilmiştir.[501]

Hindistan esir kamplarında esirlere uygulanan insanlık dışı uygulamalar zaman zaman İstanbul basınına yansımıştır. Gerçek ismini gizleyerek müstear ismi ile yazıp Sumerpur esir kampında esirlere karşı reva görülen muameleyi anlatan mektup İngiltere Hükûmeti tarafından dikkate alınmış ve gerekli incelemeler sonrası Osmanlı Devleti’ne sonuç bildirilmiştir. İngiltere Hükûmeti Sumerpur esir kampında Mülâzım Müstear Efendi adında birinin mevcut olmadığını bu kişinin takma isim ile bu mektubu yazdığını beyan etmiştir. Kampta esirlere gösterilen kötü muameleyi anlatan 13 Şubat 1915 tarihli mektup şu şekildedir:[502]

“Efendim,

Bizi unuttuğunuza zâhib oluyoruz. Çekçiğimiz âlâm ve ızdırâbı ancak Allah bilir. Zâbitân, efrâd, sivil derme çatma cümlemiz bir yerdeyiz. Bulunduğumuz mahal harâbezâr bir hâlde bulunan ve ahâlîsi tahliye edilen bir karyenin etrafı tel örgüsü ile çevrilmiş tecrîd edilmişiz. Yani tel örgüsü dâhilinde mevkûfuz. Haftada mülâzımlara yüz yirmi, yüzbaşı ve mâ-fevki olan ümerâya yüz altmış guruş, bilseniz ne hakaretle veriyorlar. Hele ismi okunup da yetişemeyenlerin haftalığı verilmeyerek terâkümde kalıyor. Sefâlet çekdiriliyor. Derdimizi kimseye anlatamıyoruz hele bu hafta bir yüzbaşımız bir İngiliz zâbiti tarafından değnek ile darb edildi. Dehşetli tahakküm altında verem (tüberküloz) olduk hele istirâhatimiz aslâ te’mîn olunmamışdır. Bî-taraflardan birisi vâsıtasıyla hâlimizi sorsanız ne kadar sevineceğiz. Hâlbuki bizimkiler İngiliz üserâsına son derece hüsn-i mu‘âmele ediyormuş. Binbaşılarımıza küfrediliyor. Vapurlarda ne hakâretler gördük. Bu ma‘rûzâtımızın gazetenizle i‘lânını ricâ eder ve ahvâlimizi istifsâr etmeye bilseniz ne kadar muntazırız efendim.”

Mektubun İngilizceden çevirisi ise şu şekildedir:[503]

“Bizi unuttuğunu düşünüyoruz, ne kadar acı çektiğimizi Allah bilir. Subaylar, askerler ve sivil personellerin hepsi aynı yerde, yerlileri oradan götürülmüş harabe bir köydeler. Teğmenler 120 kuruş alıyor ve yüzbaşı ve daha üst kıdemdekiler haftada 160 kuruş alıyor. Yoklamada adını duyamayanlara ödeme yapılmıyor. Onlara durumumuzu anlatamamaktayız. Bu hafta yüzbaşılarımızdan biri İngiliz bir subay tarafından sopayla dövüldü. Bize yapılan kötü muameleye ve esarete bazı durumlarda yokluğun neden olduğu acıya mecbur kalıyoruz. Konforumuz hiç sağlanmış değil. Bizim Hükûmetimizin İngiliz esirlere iyi davrandığını duyuyoruz. Üstlerimiz aşağılanıyor. Gemide bize nasıl davranıldığını görmeliydiniz. Bu mektubu gazetelerinizde yayınlamanızı rica ediyoruz ve Hükûmetimizin bize uygun muamele edilmediğinden haberi olmasını sağlayın.”

Londra Hindistan Bakanlığı, 3 Temmuz 1916 tarihinde Sumerpur’da Türk savaş esiri olduğu söylenen ve Teğmen Müstear tarafından yazıldığı iddia edilen bu mektubu Dışişleri Bakanı E. Grey’e göndermiştir. Osmanlı Hükûmeti bu olayların aslı olması durumunda misilleme tehdidinde bulunmuştur. Savunma Bakanlığı, Osmanlı Hükûmetinin misilleme yapmasına engel olmak için olayın detaylı bir şekilde araştırılmasını Hindistan Hükûmetinden istemiştir. Kısa sürede gerekli incelemeler yapılmış ve sonuç 28 Haziran 1916 tarihinde Savunma Bakanlığına bildirilmiştir. Adı geçen mektupta yapılan iddialara yönelik ortada bir dayanak olmadığına soruşturmayı yürütenler ikna olmuştur. Gönderilen cevapta daha önceden Sumerpur esir kampında bulunmuş Sykes’a başvurmaları da tavsiye edilmiştir. Mektubun sonunda bu tarihte tüm Türk esirlerinin Thatmyo’ya nakledildiği ve Sumerpur’da hiçbir Türk esirin kalmadığı eklenmiştir.[504]

Sumerpur’daki esir kampında bulunan esirlerin durumuna ilişkin Osmanlı yetkililerinin bulunduğu şikâyetlerle ilgili mektup Amerikan Büyükelçili aracılığıyla İngiltere Dışişleri Bakanlığı ulaştırılmıştır (2 Eylül 1916). Osmanlı Devleti’nin gönderdiği bu şikâyet mektubunu içeren notada İngiltere İmparatorluğu toplama kamplarında yaşam harcamalarının karşılanması için ne kadar para gerektiğini ve Sumerpur’daki Türk subaylarına yapılan muamele hakkında bilgi talebinde bulunmuştur. Bu sözlü notanın ilk paragrafında Sumerpur’daki Türk subaylarının yaşadığı koşulların yazılı olarak verilmesi istenmiştir. Birleşik Krallık ve diğer yerlerde bulunan İngiliz esir kamplarındaki Türk subaylarının bakımı için toplam ihtiyaçlar Türk bildirisinin ikinci paragrafında belirtilmiştir. İngiliz Dışişleri Bakanlığı Türkiye’deki İngiliz savaş esirlerinden alınan içeriğinde belirli şikâyetlerin bulunduğu esir mektuplarını ve Sumerpur’daki esirlerin durumu ile ilgili cevabı içeren notayı Amerikan Büyükelçiliği aracılığıyla Osmanlı Devleti’ne 21 Eylül 1916 1299 tarihinde göndermiştir. İngiliz Dışişleri Bakanlığı İngiliz savaş esirlerine misilleme tehdidiyle ilgili olarak Sumerpur’da acı çektiğini iddia eden Türk esirlerden birinin mektubuna karşılık Türkiye’de bulunan İngiliz savaş esiri subaylardan alınan 3 şikâyet mektubu göndermiştir. Sumerpur’da şikâyete yönelik detaylı bir araştırmanın yapıldığını ifade edilmiştir. Yapılan araştırmada subayların, askerlerin ve sivil personellerin tek bir kampa yerleştirildiği kabul edilmektedir. Ancak, subaylarının ve daha yüksek rütbelilerin yerleştirmesi ayrı ayrı yapılmıştır. Dışişleri Bakanlığı gönderdiği cevapta esirlere yönelik kötü muamelenin olmadığını şöyle anlatmıştır:[505]

“Belirtilen kamp harabe bir köy değildir buna rağmen yeni model bir yerleşim yeri ve kampı kurma amacıyla Hükûmet tarafından Lodhpore Durbar’a verilmiştir.

Subaylar tam olarak unvanlarına göre belirlenen miktarlarda ödeme almaktadır.

Yüzbaşı ve daha üst rütbeliler günde dört şilin ve altı peni, teğmenler dört şilin almaktadır. Birinci sınıf siviller günde dört şilin, ikinci sınıf siviller günde bir şilin ve kumanya almaktadır. Tüm subaylar, onların ödemeleri düzenli bir şekilde aldığına ve bundan memnun göründüğüne ancak rütbelilerin daha yüksek bir miktar için talepte bulunduğuna tanıklık etmektedir. Belirli durumlarda, kendilerini ödeme tablosundan isteyerek çıkaran dört subayın mevzusunda ödeme gecikmiştir.

12 Şubat 1916’da Yüzbaşı Muhammed Ali isimli savaş esiri subayın omzuna, Teğmen Davies tarafından bir sopayla hafifçe vurulduğu doğrudur. Kamp komutanının bildirisine göre: Teğmen Davies Yüzbaşı Muhammed Ali’den özür dilemiş ve kendini kaybettiği için çok pişman olduğunu ifade etmiştir. Muhammed Ali bu özrü kabul ederek, Teğmen Davies’in kendisinin arkadaşı olduğunu belirtmiş ve bu mesele hakkında bir harekette bulunulmamasını özellikle rica etmiştir. Olay sonrasında yüksek rütbeli askeri yetkililer tarafından, bu eylemi yapan kişinin neye dayanarak yaptığı üzerine soruşturma yapılmıştır. Subay esirler, İngiliz subaylardan gördükleri daimî nezaket ve kibarlıklara tanıklık etmişlerdir ve ilişkilerin çok candan olduğu görülmektedir. 1300

Kötü muamelenin hastalıklara neden olduğuna ilişkin iddialar tamamen yanlıştır. Kamptakilerin sağlığı fevkalade iyidir, şu an hasta oranı %1’den azdır. Birçok yaralı ve yaşlı esir dikkate alındığında bu daha çok göze çarpmaktadır.

Gemideyken subay esirlere salonda günde üç kez Avrupai yemek servis edilmekteydi ve onlara yapılan muamele birçoğu tarafından Sumerpur’da da gemideki yemek programına dönülmesi istendiğinden, onların minnetini kazanmıştı. Teğmen Mustear’ın bu konuya dikkat çekmesi bu nedenle gemideki muamele hakkında bir şikâyet değildir, deniz yolculuğunun zevklerinin sona ermesinden kaynaklanan pişmanlığın ifadesidir.

Bu soruşturmaların sonucu bu nedenle, Türk savaş esirlerinin konforu ve iyiliği için mümkün olan her şeyin yapıldığı görülmektedir.”

İngiltere tarafından gönderilen cevabın Osmanlıcaya çevirisi şöyledir:1301 [506]

“Evvelce hep beraber bir karargâha sevk olunmuşlar ise de bilahare bunlar tefrik olarak zabitan ile mülkiyeye mensub büyük rütbede bulunan esbab-ı istirahati bi’t-tabi’ neferatınızın ziyade bir hal çekmeğe efrağ olunmuştur.

Sumerpur harab bir köy olmayub karargâhatın ..................... üzere Lodhpore Durbar

tarafından Hükûmete terk olunmuş bir müessese-i cedidedir.

Zabitan kendülerine tayin olunan miktardaki maaşatını muntazam almakdadırlar. Yüzbaşı derhal yüksek rütbede bulunan zabitan yevmiye dört buçuk, mülazım rütbesinde olanlar dört, birinci derecede mülkiye memurunu yevmiye dört ve ikinci sınıf memureyn tayinatlarından maada yevmiye birer şilin ücret almakdadırlar.

Bütün zabitan maaş alan ücretlerini tamamen almakda olduklarını tasdik ve etraf eyledikleri gibi bu tarz tediyeden dahi pek memnun görünmekte yalnız binbaşılar daha fazla para i’ta olunması taleb eylemekdedirler

Yalnız bir kere bu tayınatın i’tasında biraz te’hirvak’i olmuş ise de buna da maaşın i’tası günü te’diyat masasının önünden . ubudiyyet eylemeleri sebebolmuşdur

Yüzbaşı MehmedAil Efendi’nin omuzuna bastonu ile zayıfça vurmuşdur. Tahşid kumandanı meseleden haberdar edilmiş ve vakı’adan pek ziyade müteessif olduğunu beyan edilmek suretiyle Mülazım David Yüzbaşı Mehmed Ali Efendi’ye terceme vermiş ve Mülazım David’in dostu olacağını beyan eyleyen Mehmed Ali Efendi bu mülazım hakkında ceza tertib olunmamasını karargâh kumandanına rica etmiştir. Bunun üzerine rical mühimme-i askeriye tarafından tahfifat icra kılınarak İngiliz mülazımı hakkında lazım gelen muameleye tevsilolunmuşdur.

Vaki’ olan sual üzerine Türk zabitanı İngiliz zabitanı tarafına haklarında nezaketle muamele edilmekte olduğunu söylemişdir ve her iki taraf arasında pek büyük bir hamiyyet cari olduğu görülmekdedir. Bu muamele ve adem takyid neticesi...

Üsera arasında hastalık zuhur eylediğine dair olan müddaiyat külliyen bi-asıl . karargâhta hastalık %1 derecesinde olub cümlesinin ahval-i sıhhiyesi pek yolundadır. Hele üseranın sinni ile aldıkları yaraların ağırlığı ile vuku bulan cüz’i vefiyyatmükdarı nazar-ı dikkate alınacak olur ise takyidat-ı samiyeye ne derecelerde efna olduğu meydana çıkar esna-yı seyahatlerinde üseraya rapor salonunda günde üç kere alafranga yemek veriliyor idi, burada ekel eyledikleri taamanın (yedikleri yemeğin) nefaşından pek ziyade hoşnud görünen üsera haklarında Sumerpur’da dahi aynı muamelenin de olunmasını rica zımnında kumandana müracaat eylemişlerdir.

Mülazım Müstear tarafından beyan edilen bazı mütalaat şikâyet olmayub rapordaki istirahatlerinden mahrum olduklarına dair gösterilen tesisden mesuldür teessüfatdan başka bir değildir.

Hülasa edilen tahfifatları . olunan beyanım Türk üserasının pek ziyade rahat iderekhüsn-ü muamele görmekde olduklarını göstermekdedir.”

İngiltere Hükûmeti notasında Osmanlı Devleti’nin bir savaş esirinin mektubuna atfen Türkiye’deki İngiliz esirlerine misilleme ile karşılık vereceğini hatırlatarak Türkiye’de bulunan 3 İngiliz esirden gelen ve içeriğinde şikâyetler bulunan mektupları delil göstererek kendilerinin de Türk esirlerine aynı şekilde karşılık vereceklerini beyan etmişlerdir.[507]

İngilizler esirleri evlerine gönderirlerken de milli benlikleri güçlü kişilere haksızlık etmiş ve onlara ayrıca baskı ve zulümde bulunmuştur. Bellary Kampından pek çok kişi gönderilmesine rağmen genelde Mustafa Kemal taraftarı olan 110 kadar esir kampta alıkonulmuş ve bu kişilere karşı kampta zulüm devam etmiştir. Her sabah dört saat yürüyüş yaptırmışlar geride kalanları ise coplarla dövmüşlerdir. Uzun itirazlardan sonra sabah yürüyüşü iki saate düşürülebilmiştir. Esirler arasında İngiliz General Townshend’i, personeli ile beraber esir alan Yüzbaşı Ragıp’a ise özel olarak eziyet edilmiş ve çay ve sigara verilmemişti. Arkadaşları yasağa rağmen ona yardım etmişti. Kampta Nureddin Peker’in samimi iki arkadaşı vardır. Birisi Aydınlı Ali diğeri ise Türkiye’de adam öldürdüğü için Mısır’a kaçan ve orada esir zannedilerek tutuklanıp kampa getirilen Muharrem’dir.[508]

Kamplarda, İngilizler Türk esirlere değişik zamanlarda değişik işkenceler uygulamışlardır. Nureddin Peker esirlere uygulanan işkencelerden birisini anılarında anlatmıştır. İngiliz komutan 110 Türk esiri arasından 10 Türk esiri seçerek birer metre ara ile diz çöktürmüşler ve bu esirlerin birer adım önüne de 10 İngiliz askeri dikmişlerdi. İngiliz çavuşunun emriyle belden aşağısı soyulmuş ve öne doğru eğilmeleri emredilmişti. Elinde kırbaçla gelen bir İngiliz subayı da arkalarında birikmiş pisliklerini temizlemelerini istemiştir. Hintlilere devamlı bu işi yaptıran İngilizler bu muameleyi Türk esirlerine ceza olarak uygulamak istemiş fakat büyük bir tepki ile karşılaşmıştır. İngilizlere bu uygulamanın esir haklarına aykırı olduğu söylenmiş ve büyük bir dirençle karşılaşan İngilizler bu uygulamadan vazgeçmiştir.[509]

Bu uygulamanın ardından esirler sabah yürüyüşüne çıkmamıştır. Bu direnişe çok kızan İngiliz askerleri kamplara girerek esirleri zorla dışarı çıkartmaya çalışmıştır. Kampa giren İngilizlerin ellerindeki sopaları ve kalın telleri Türk esirler ele geçirmiştir. İngiliz askerleri yürüyüşe çıkmak istemeyen esirleri dışarı çıkarmaya muvaffak olamamıştır. Bu isyana Hintli Müslüman 18. Alayından iki bölük de destek vermiştir. İsyan üzerine esirlere yiyecek verilmemiştir. Olay yerine gelen İngiliz subaya İslam dinine göre cuma günlerinin Müslümanların tatil günü olduğu, bu günlerde esirlerin tatil yapması gerektiği ve esirlere uluslararası esir sözleşmelerine göre muamele edilmesi gerektiği söylenmiştir. Buna hak veren yetkililer yürüyüşü yemekten sonra bir saate düşürmüşler ve kutsal günlerde dinlenmelerine müsaade etmişlerdir.1305 [510]

Önceki bilgilerden anlaşıldığı ve yukarıda açıklandığı üzere esir erler, kendi bölük ve tabur komutanları ve çavuşlarının komutası ile İngilizlerin şiddetli disiplin ve baskısı altında yasal ve kanun dışı her çeşit angarya hizmetini yapmaktaydılar. Bazen bir erin biraz gecikmesi ve yoklama sırasında en ufak kusurun ve hatasının görülmesi üzerine bütün bölüğün iki üç hafta fazlaca angaryaya çıkarılmak ve taş kırdırılmak gibi cezalara çarptırıldığı da olurdu. Ermenilerin, esirler arasında 5-10 rupi ücretle bazı polis ve posta erleri casusluk için kullandıkları da olmuş fakat diğer askerlerin bu duruma sert tepki vermesi üzerine kamp yönetimi ve Ermeniler bu konuda başarılı olamamıştı. İngiliz muhafızlardan bazıları özellikle kamp başçavuşu, intikam ve düşmanlık duygularıyla esirlere vurmak ve iteklemek gibi hareketlerde bulunmuşsa da Türk askerlerinin olgunluğuyla bu tür olaylar büyümeden engellenmişti. Hatta bu muhafızlardan bazıları Türk askerlerden dayak yediği bile oluyordu.[511]

Esir subay ve erlerin kamp kurallarına uyması çok katı kurallar ile belirlenmiş, karargâh düzenine aykırı tutum ve davranışlarda bulunması durumunda ise ağır cezalar öngörülmüştü. Kamp görevlilerinin veya nöbetçilerin tuttukları tutanaklar ile karargâh komutanı veya yardımcısı yetkisini kullanarak cezaya karar verebilirdi. Subaylar cezalarını çadırda ve erler ise hapishanede bir nöbetçinin gözlemi altında çekerlerdi. Hapishanede bulundukları sürede erlerin kamp idaresi tarafından verilen sigara istihkak varsa sigara içmeleri serbestti. Eğer sigara dışarıdan sağlamışsa sigara içme hakları bulunmuyordu. İdari cezaları için İngilizlerde bir sınır yoktu. Herhangi bir subayın ceza verme yetkisi vardı. Esirler çok basit hatalardan da ciddi cezalar alabilmekteydiler. Maaşların dağıtımda bir subay geç kalsa geçerli bir mazereti olsa dahi bazen maaşları 15 gün veya 1 ay sonra ödenirdi. Geçerli özrü olmayanların cezası ise daha ağır olurdu. Sabah yoklamalarında yönetim binası önüne gidip makama gelecek yönetici beklenirdi. Görevli geldiğinde resmi saygıyı gösterilir ve

ancak ceza tamamladıktan sonra maaşını alınabilirdi. Erlerden biri tel örgüden bir gedik açıp sürünerek bir başka telin bulunduğu yere geçerse geçtiği yerden aynı şekilde 60-70 defa geçirilir ve komutan da bu ceza sırasında hazır bulunurdu. Cezalar sadece esirlere verilmezdi. Hintli askerlere de dipsizlik yüzünden esirlere verilen cezalar uygulanırdı. Hintli askerlerinden birisi ceza aldığında yaklaşık 25-38 kg arasında kum doldurulan sırtındaki torba ile her saatte değiştirilen nöbetçi eşliğinde güneş altında yoklama meydanı içinde 4-5 saat durmadan yürütülürdü. Esir erlerden biri aynı şeyi yaparsa, örneğin yoklamaya bir defa geç kalırsa hem tutuklanır hem de 2 ay süreyle angarya hizmetinin en zorunu esire yaptırılırdı. Temizlikte veya başka basit bir konuda görülen en küçük bir ihmal veya kusur bu kusurları işleyenler bilinse dahi ceza sadece suçu veya kabahati işleyenlere verilmez tüm birlik cezalandırılırdı. Subaylardan birisi yoklamaya geciktiğinde ertesi gün yoklama tekrar yapılırdı. Esirler verilen cezayı Harp Divanı hükümlerinden daha ağır olduğunu düşünürlerse Harp Divanı hükmünü de seçebilirdi. Harp Divanı, karargâh komutanının veya yardımcısının başkanlığında 3-4 İngiliz subayından ve bir tercümandan oluşurdu. Bir olay ortaya çıkınca toplanırdı. Bir veya iki toplantıda hüküm verilirdi. Verilen hükümler 2-3 ayda bir komşu yerlerden gelen 2-3 üye tarafından tekrar incelenir ve eğer adli bir olay değilse onanırdı. Adli olaylarda ise suçlu tekrar sorgulanır ve şahitlerin dinlenmesinden sonra karar kesinlik kazanırdı. Adam öldürme durumunda belgeler Harp Divanınca Nizamiye Mahkemelerine gönderilirdi. Suçlunun cezası, Harp Divanınca verilen hükmün onay tarihinde başlardı. Hükümden önceki sürenin hesaplanması kuralı geçerli değildi. İngilizlerce teftiş ve denetime oldukça özen gösterildi. Hasan Yetimi 2,5 yıllık esaret süresinde 7-8 müfettişin kampa geldiğini ve incelemelerde bulunduğunu söylemiştir. Kampa aralıklarla gelen komutanlar ve müfettişler esirlere durumlarını sorarlardı Esirlerden gelen şikayetler dikkatle incelenirdi. Esirlerden gelen en yoğun şikayetler angarya işleri ve haberleşmede yaşanan gecikmeler olmuştur. Irak ve Suriye gibi işgal altında olan yerlerden eşya ve paralar eksik gelmekte ve teslimde zorluklar yaşanmaktaydı. Bu eşyalar için rüşvet verilmesi sebebiyle esirler sürekli sorunlar yaşamaktaydı. Esirler, yiyecek ve genel levazım maddelerinin subaylardan seçilecek birkaç kişi aracılığıyla dışarıdan satın alınması veya karargâh dükkânlarında indirim yapılması, idari cezalarda suçun bireysel olması gibi istekleri de şikâyet olarak dile getirmişlerdi. Ayrıca subaylar ve 473

üst rütbeli subaylar eskisi gibi kendilerine serbestlik tanınmasını istemişlerdi. Bangalor valisi kamp pisliğinin esirlere temizlettirilmemesi konusunda gerekenin yapacağını belirtmişti. Müfettişler ise haberleşme yaşanan sorunun asker sevkiyatından kaynaklandığını ve kısa sürede normale döneceğini söylemiştir. Subayların serbest gezebilme hakkının kısıtlanmasına sebep olarak Almanya Hükûmetinin kendi esirlerine yaptıkları uygulamalar gösterilmişti. Yiyecek ve genel levazım maddelerinin dışarıdan satın alınmasının Bellary’deki bulaşıcı hastalık dolayısıyla mümkün olamayacağı, cezalandırma konusunda ise karargâh kurulunun yetkisine karışılamayacağı ifade edilmişti.[512]

Kampın güvenliği İngilizler için en önemli konudur ve bunun için erlere sıkı bir baskı uygulanmıştır. İsyandan korkan bir er tele yaklaşsa dövülmekte, yoklamaya geç çıksa hapsedilmekte, hiç gelmeyen esire ise daha büyük ceza verilmekteydi. Ayrıca bir kişi izinsiz alım satın yaparken yakalansa tüm mallarına el konulduğu gibi haftalarca hapsedilmekteydi. Alışveriş tezkiresini almak ise pek mümkün değildi. Eğer daha önce ceza almış bir asker tekrar suç işlerse çok büyük ceza almaktaydı. Hastalanıp doktora giden çeşitli işkenceler ile cezalandırılıyordu.[513]

Thatmyo esir kampında1916 tarihli Rangoon’daki Amerika konsolosu tarafından Hindistan’ın Burma kasabasında Thatmyo esir karargâhındaki gözlemlerinden oluşan bir rapor hazırlanmıştır. Amerika Konsolosunun hazırladığı raporda esirler arasında Thatmyo esir kampında 142. Alayın 2. Taburu askerlerinden ve İzmir’in Tavas kasabasına bağlı Kızılca karyesi ahalisinden Abdullah oğlu Hacı Halil’in bir nöbetçi neferinin tüfeğinden çıkan kurşunla vefat ettiği bildirilmiştir. Kaza sonucu vefat eden adı geçen esire tazminat ödenmesi için Osmanlı Hükûmeti, İngiltere Hükûmetinden gerekenin yapılmasını istemiştir.1310

Aynı olay İngiliz Milli Arşivinde de bulunmakta ve olayın kampta 12 Şubat 1916 tarihinde meydana geldiği belirtilmektedir. Olay üzücü bir kaza diye rapor edilmiştir. Abdullah oğlu Hacı Halil ismindeki bir esir, nöbetçi Er A. Langford’un elindeki bir tüfeğin kaza ile ateş alması sonucu hayatını kaybetmiştir. Langford’un ekipmanlarından olan tüfek elinden düşmüş ve tetik kısmı yere değmiş ve bu şekilde tüfek ateş almıştır. Tam o sırada önünden geçen Hacı Halil olay yerinde o anda şehit olmuştur. Abdullah oğlu Hacı Halil Nikifa doğumlu olup Tavas, İzmir’de ikamet etmektedir. Esir olarak ele geçirildiğinde 2. Tabur 142. Alay’a mensuptur. Konu hakkında soruşturma başlatılmış ve Er Langford, sivil yetkililerden bir haber beklemek üzere kısa bir süre görevden uzaklaştırılmıştır. Sivil yetkililerden bir adım atılmayınca Langford serbest bırakılmıştır. Bu kaza sakarca bir olaydır ve bu olaydan sonra nöbetçilerin dolu tüfek taşımamaları yönünde bir emir yayınlanmıştır. Hacı Halil’in akrabalarına tazminat ödenmesi ile ilgili olarak konsolosluk, İngiltere Hükûmeti ile temasa geçmiş ve konu değerlendirilmeye alınmıştır.[514] [515]

Thatmyo’daki bir Türk savaş esiri olan Hacı Halil’in kaza sonucu gerçekleşen ölümüne yönelik kamp komutanı tarafından askeri bir rapor hazırlanmış ve bu rapor İngiltere Hükûmetine iletilmiştir. Bu raporla beraber Osmanlı Hükûmeti tarafından, Amerika Konsolosunun Thatmyo’daki esaret kampı konusundaki raporuna ilişkin yapılan bazı şikâyetler ve bilgi talepleri ile ilgili Dışişleri Bakanlığı ile yapılan yazışmanın bir örneği gönderilmiştir. Esaret kampına gelişlerinden sonra esirler arasında meydana gelen ölümcül konularla ilişkili raporda kaza ile vurulan esir Hacı Halil’in akrabaları adına konsolosluk tarafından edilen tazminat taleplerine İngiltere Hükûmetinin olumlu bakıp bakmadığına dair görüş sorulmuştur. İngiltere Savaş Bakanlığı Thatmyo’daki bir Türk savaş esiri olan Hacı Halil’in ölümüne ilişkin tazminat ödenmesi konusundaki 2 Kasım tarihinde görüşünü açıklamıştır. Hindistan’dan sorumlu Devlet Bakanı gönderdiği görüşünde önerilen tazminatın savaştan sonra öncelikle Osmanlı Hükûmeti ellerindeki İngiliz savaş esirlerinin Türk yetkililerin veya onların emrinde bulunanların ihmali sonucu öldüğü tüm durumlarda aynı miktardaki tazminatı ödemesi konusunda teminat verdikten sonra ödenebileceği düşündüğünü belirtmiştir.[516]

Kaza ile öldürülen Hacı Halil’e ödenecek tazminat hakkında Hindistan Hükûmetinin 15 Eylül 1916 tarihli ve Chelmsford imzalı bu raporu İngiliz Dışişleri

Bakanlığı tarafından Amerika Birleşik Devletleri Büyükelçiliği vasıtasıyla Osmanlı Hükûmetine de gönderilmiştir. Bu raporun özeti şöyledir:[517]

“Thatmyo’daki esaret kampında Abdullah oğlu Hacı Halil isimli bir savaş esirinin kaza ile gerçekleşen ölümüne ve eşine tazminatın ödenmesi konusuna ilişkin yazışmanın bir örneğini gönderiyoruz. Eşine bir miktar tazminatın ödenmesi gerektiğini ve 50 Pound’un (750 Rs) uygun bir miktar olduğunu düşünüyoruz, ancak başka bir yerde meydana gelmiş olabilecek benzer durumlara atıfla verilmesi gereken tazminatın mevcut şekli ve miktarı konusundaki kararınızla ilgili olarak bilgilendirilmekten memnuniyet duyacağız. Eğer para gönderilmesine karar verilirse muhtemelen bu, savaşın bitiminde gerçekleşecektir.”

Amerikan raporunda geçen bir başka olay ise iki Arap esirin kavgasıdır. 1916 yılı başlarında 3 Arap esir bir kavgaya tutuşmuş ve aralarından biri muhtemelen bir çakı ile ciddi biçimde bıçaklanmıştır. Yürütülen soruşturmada oldukça az bir bilgi ortaya çıkmıştır. Kurbanın iyileşme şansı mevcuttur.[518]

İngiltere Hükûmeti, Osmanlı Hükûmetinin dikkati, Türk savaş esirleri için oluşturulan esaret kampları Amerika Büyükelçiliği yetkililerinin teftiş ve raporlamalarına açık iken benzer imkânların Anadolu’da bulunan İngiliz ve Hintli savaş esirlerinin kampları için ulaşılabilir olmadığı gerçeğine çekmek istenmiştir. Aksine, sürekli tekrarlanan ve tarafsız bir konsolosluk temsilcisine verilmesi talep edilen bu kampları ziyaret etme ve esirlerin durumunu inceleme izni reddedilmiştir. Osmanlı Hükûmetine bu talebi kabul etmeleri için baskı yapılması gerektiği düşünülmektedir. Amerika Büyükelçiliğinden 7 Ağustos 1916 tarihinde alınan yazıda belirtilen, Kûtu’l-Amâre’de alınan çoğu esirin çok sert bir muameleye tabi tutulduğuna dair şüphelerin artmasına sebebiyet vermektedir. Bir şikâyetin temiz ellerdeki bir mahkemeye ulaşması için iyi tasarlanmış yasal bir zemin mevcuttur. Osmanlı Hükûmetinin İngiliz ve Hintli savaş esirlerine karşı tutumu ve Amerika Konsolosluğu yetkililerine onları ziyaret etme ve teftiş etme izni verilmemesi, Osmanlı Hükûmetine İngiltere Hükûmetine karşı bir şikâyette bulunma hakkı tanımamaktadır.[519]

Mezopotamya’da esir alınan Osmanlı savaş mahkûmlarına yapılan muamele ile ilgili, Osmanlı Devleti’nin 30 Temmuz’a ait sözlü notasının devamı olarak Hollanda Kraliyet Ortaelçiliği İngiliz Dışişleri Ofisinin bir memorandumunu ve aynı konu ile ilgili Thatmyo Osmanlı savaş esirleri kamp komutanının bir raporunu Osmanlı Devleti Hariciye Nezaretine iletmiştir. Irak’ta İngiliz kuvvetleri tarafından esir edilip Thatmyo esir karargâhında ikamet ettirilen Osmanlı savaş esirleri hakkında hazırlanan bu rapor Dışişleri tarafından Başkumandanlık Vekâletine iletilmiştir. Mezopotamya’da yakalanmalarından Thatmyo, savaş esirleri kampına götürülmelerine kadar söz konusu esirlere uygulandığı iddia edilen muamele hakkında Yüzbaşı Baxter’ın hazırladığı rapor, 20 Kasım 1916 tarihli “Hilal” gazetesinde yayınlanan makaledeki ifadelerin asılsız veya kötü niyetli olarak abartılmış olduğunu iddia etmektedir.[520]

20 Kasım tarihinde yayımlanmış olan “Hilal” gazetesinde İngiliz kuvvetler tarafından Mezopotamya’da yakalanan ve oradan Burma’ya sevk edilen Osmanlı savaş mahkûmlarının tecrübelerini konu edinen bir makalede yer almıştır. Makalede Türk esirlere uluslararası hukuka uymayan ve insanlık dışı muamele yapıldığı iddia edilmektedir. Bu olay sonrası İstanbul’daki Hollanda Temsilciliğine konu hakkında İngiltere Hükûmetine iletilmek üzere nota verilmiştir. Thatmyo esir kampının komutanı Türk esirlere yapıldığı iddia edilen muamele hakkında Uluslararası Kızılhaç Cemiyetinin delegelerinden konu hakkındaki görüşlerini edinmiş ve Boxer’ın hazırladığı raporu Osmanlı Devleti’ne Hollanda Elçiliği vasıtasıyla sunmuştur.[521]

Ordu Departmanından 28 Haziran 1916 tarihli gelen telgrafta Türk savaş esirlerine yapılan muamele konusunda Osmanlı Devleti tarafından dile getirilen iddialara yönelik ortada bir dayanak olmadığı ileri sürülmüştür. 24 Haziran’daki Thatmyo’daki kampta tutulan Türk savaş esirleriyle ilgili olarak iddia edilen şikâyetleri konu alan mektubun devamı olarak Ordu Konseyinin bilgisine yeni belgeler gönderilmiştir. Hindistan Bakanlığına gönderilen ve bu bakanlığın gönderdiği telgraflardan anlaşılacağı üzere yapılan iddialara yönelik hiçbir bulgu yoktur. Bakanlık, adresi “Sledmere House, Malton, Yorks” olan Albay Bay Mark

Sykes Bart’a başvurmayı önermektedir. Aynı zamanda Amerikan Başkonsolosu tarafından Thatmyo savaş esirleri kampı üzerine hazırlanan raporda Türk savaş esirlerine iyi niyetli muamelenin olduğu anlatılmıştır.1317 [522]

Mumbai Polis Komiseri’nin 23 Nisan 1915 tarihli raporunda Polis Komiseri P. Cox, Hindistan Hükûmetine Sheikh Salim-al-Khayyum’a uygulanan muamele ile alakalı Mumbai Hükûmetinin fikirlerini sunmuştur. Rapora göre Salim Khayyum Sheikh Türk rejiminde yüzbaşı rütbesine sahipti ve Fırat Nehri bölgesinde yerel nehir muhafız alayının komutanı olarak aylık 80/- pound şeklinde bir maaşı vardı. Çevresinde zeki bir hilekâr ve fesatçı olarak bilinmektedir. İngilizlerin Gurnah’ı işgalimizden beri diğerleriyle birlik içerisinde o bölgede etkisi altındaki kabile üyelerini İngilizleri sıkıntıya sokmak üzere harekete geçirmek için çabalamıştır. Bu kişi bir suçlu değildir ve Mumbai veya Pune’de polis gözetimi altında serbest olarak yaşamasına izin verilebilir. Aylık 250/- gibi bir ödeneğe ihtiyaç duyacaktır. Savaşın sonunda veya sağlam bir şekilde kurulmuş olan yönetimin izin verdiği zaman uygun bir teminat altında geri dönmesine izin verilecektir. Sheikh Salim-al-Khayyum Türklere karşı samimi olduğu gerekçesiyle suçlu olmamasına rağmen İngilizler için çok tehlikeliydi.[523]

Yüzbaşı Baxter Türk esirlere kötü muamele yapıldığına dair iddialara yukarıda bahsi geçen esir raporunda şöyle cevap vermektedir:[524]

“Asker Bunyaus ile ilgili savaş esirlerinin sık sık dövüldüğüne ilişkin tamamen yanlış olan iddiaları anlamıyorum. Çok nadiren, esirler tarafından herhangi bir kötü muameleye ya da onlara karşı kamp süpervizörleri koruma ve eskortlar tarafından kuvvet kullanımına dair şikâyet aldım. Her durumda kişisel olarak araştırdım ve her durumda gördüm ki güç kullanımı sadece ciddi provokasyon ya da nefsi müdafaa sonucu yapılmıştır. Görünür hiçbir yaralanma işareti meydana gelmemiştir. Bir diğer yandan aynı zamanda dikkatimi çeken Türk subayların da düzeni ve disiplini sağlamak ya da kendi emirlerine itaat ettirmek için güç kullandığı olmuştur. Anladığım kadarıyla kendi ordularında subaylar ve astsubaylar için aşağılama ve emre itaatsizlik nedeniyle astlarını dövmek geleneksel bir durumdur.”

Türk askerine karşı gösterilen insancıl olmayan kötü muamele Türk esirlerine göre Kûtu’l-Amâre düştükten sonra artmıştır. Yüzbaşı Baxter ise bu iddiayı şu şekilde yalanlayacaktır:[525]

“Kut’ül-Amare’nın Türkler tarafından ele geçirildiğinden dolayı savaş esirlerine kin ve öfke gösterildiği doğru değildir, aynı zamanda çok sayıda İngiliz esirin Kut’da ele geçirilmesinin sonucu olarak burada tutulan esirlere iyileştirmeler yapılması bunu desteklemektedir. Kut’un düşüşüyle aynı zamana denk gelen buradaki kısıtlamaların kaldırılması ya da ayrıcalıklar sağlanması tesadüfen olmuştur zira öncesinde Kut’un yakında düşeceğini öncesinde fark etmiştim. Savaş esirleri hiçbir zaman bir ceza olarak güneş altında tutulmamıştır. Bazı durumlarda onları, sayılarını kontrol etmek için dışarıda daha uzun süre tuttuğumuz olmuştur. Bu tür durumlarda çok sık değildir ama esirlerin sahip olduğu künyelerin gerçek sayısını doğrulamak için ya da medikal muayene için yapılması gerekmiştir.”

Esaret sonrası verdiği ifadelerden oluşan esaret raporunda Doktor Yüzbaşı Nefi Hulusi Efendi esaret günlerine dair önemli bilgiler vermektedir. 13 Şubat 1917 tarihinde Kûtu’l-Amâre’nin düşmesi ile esir olan Nefi Hulusi Efendi Hindistan’ın Burma bölgesinde esir bulunduğu iki sene müddet zarfında esir karargâhlarındaki subay ve askerler haklarında İngilizlerin Türk esirlerine reva gördükleri insanlık ve medeniyet dışı muameleye yönelik ifadeler vermiştir. Basra hastane vapurunda esir olarak Nisan başına kadar kalmış ve o tarihten sonra aynı bölgesindeki Thatmyo esir karargâhına sevk edilmiştir. Kampa yerleştirildiğinde kampta 400’e yakın subay ve subay adayı, 5000’e yakın asker bulunmaktadır. Gerek subay ve gerekse askerler genel olarak sıhhatleri nispeten iyi idiyse de moral durumları tamamen karışık bir haldedir. Tüm esirleri bir sinirlilik hali ve ümitsizlik kaplamış durumdadır. Kamp kumandanı Binbaşı Farmason Hilson’dur. Hilson, Nefi Hulusi Bey’in esaret yıllarında bir buçuk sene süren kumandanlığı esnasında askerlere gerek kamp dâhilinde ve gerekse haricinde hiçbir angarya yaptırmamıştır. Buna rağmen bir buçuk sene zarfında ancak hava almak ve egzersiz yapmak üzere sadece dört beş defa ruha kasvet verici çifte tel örgülerinin haricine ve civar yol ve caddelerde bir hızlı bir şekilde iki saatte gidip gelmek üzere ve hiçbir yerde istirahat verdirilmemek üzere gezdirilmişlerdir. 300 kişi ile beraber yapılan bu türlü yürüyüşlerde istirahat ve mola verilmediğinden fevkalâde yorulan askerler cadde ortasında yere yığılmışlardır. Çaresiz olarak bir daha bu türlü ezici ve yorucu sağlı sollu yüzlerce süngülü Hintli askerlerin muhafazaları ve birçok baskıları altında yürüyüşe çıkmaktan geri durmuşlardır.[526]

Türk subayların durumları acınacak haldedir. Subaylar ancak tel örgünün yakın çevresine gitmelerine izin vardır. Sıkıcı hayat şartları altında yaşayan Nefi Hulusi askerlere verilen erzak miktarından bahsetmektedir. Esirlere 800 gram ekmek, 200 gram et, 15 gram sadeyağ, hububat sebze, çay, şeker sigara ve saire yeterli miktarda veriliyordu. Nefi Hulusi Efendi’nin kampa getirişinden 1,5 sene sonra kamp komutanlığına getirilen Albay Holmes önceki kamp komutanını aratmıştır. Gerek subay ve gerekse askerlere tahammül edilemeyen sıkıcı ve ezici kamp kuralları koyarak hali hazırda esirlere karşı uygulanan merhamet dışı hayat şartları daha da katlanılamaz bir hal almıştır. Evvelce İngiliz muhafız bölüğünün oturdukları hasır pavyonlar boşalttırılarak subaylar oturtulmuştur. Burası çok güzel, geniş, havadar, önünde geniş bir meydan ve çimenliği olan üç büyük pavyondan oluşan bir yerdir. Daha sonra etrafı kuşatan tel örgüler de sökülerek üç pavyon haricinde bırakılmak üzere esirler daha içeriye doğru götürülerek diğer içerideki pavyonların kenarlarına konulmuştur. Böylece kampın içerisi üçte bir oranında küçültülmüş, açıkta kalan subaylar ise zaten hacmi küçük olan diğer subayların pavyonlarının dar ve ufak odalarına üçer, dörder, beşer olarak yerleştirilmiştir. Osmanlı kamp kumandanlığı tarafından yapılan şikâyetlerin hiçbiri etkili olmamıştır. Ancak subaylara gezmek üzere mıntıkalar biraz genişletilerek kampın dördüncü bölümüne paralel yoldan ve bunun ilerisine doğru üç millik miktarı düz ve dar bir yolda gezinmelerine çeşit şartlar ile müsaade edilebilmiştir. Bundan başka subaylara pek çok zorluklar çıkarılmıştır. İkinci kamp kumandanının gelişine kadar evvelce subaylar tabldot ve lokantaları için et, sebze, yağ, meyve vesaire yiyeceklerini tedarik etmek üzere arabalarla ve muhafızlarla sabah kasabanın çarşısına gitmelerine özel izin ile müsaade edilmekteydi. Daha sonra askerler çarşıya gitmekten men edilmiştir. Kampın içinde bulunan birkaç hünerli manifaturacı, bakkal tüccarlar, elbise istihkaklarının dağıtıldığı mekân ve diğer zaruri ihtiyaçlarını temin eden yerler kamp dışına atılmıştır. Bu hususta büyük revaç ve ticareti olan bir İngiliz şirketinin satışı yasaklanmıştır. Avrupa imalatından elbiselik kumaş, çamaşır, kundura ve buna benzer eşyanın Osmanlı subaylarına satışı men edilmiştir. Ancak yerli ve Japon mallarının alımına müsaade olunmuştur. Böylece gerek elbiseler gerekse yiyecek içecek kampın dışarısında tesis edilen üç baraka dükkânı ile sınırlandırılmıştır. Fiyatlar üç dört katı artmıştır. Buna karşılık subayların ödenekleri aynı kalmıştır. Misal olarak yumurtanın bir tanesi 20, 30 para iken 60 paraya ve 2 kuruşa, pilicin bir adedi 3 kuruş iken 7 ve 10 kuruşa yükselmiştir. Bu süre zarfında askerlere tahammül sınırlarını çok aşan angarya hizmeti şiddetle uygulanmaktaydı. Sabah erkenden birkaç gruba ayrılan askerlerden bir grubu kampa bir buçuk saat süren mesafede kızgın güneşin altında kendi yiyeceği ve içeceği olan pirinç, un, tuz çuvalları ile yağ tenekelerini sırtında ve omzunda yevmiye hesabı taşımak zorundaydılar. Diğer postalar ise İngiliz subay evleri ile kulüplerinin bahçelerini süpürmek, otlarını ayıklamak, evlerinin önünde ve civarındaki caddelerin otlarını, taşlarını, dikenlerini temizlemek zorundadırlar. Kumandan Hilson zamanında kampın temizlik ve bakım işlerini maaşlı Hindular ifa eylediği gibi efradın yiyeceği içeceği arabalarla depoya ve oradan yine arabalarla her gün kampa sevk edilerek askerlere taksim ediliyordu.[527]

Kızılhaç tarafından ziyaret sonrası hazırlanan raporlara göre Türk esirler iyi şartlarda yaşıyorlardı. İyi düzeyde Fransızca ve İngilizce bilen esirlerden bazıları içtenlikle kamptan memnun olduklarını söylemişler ve şikâyetleri olmadıklarını Kızılhaç heyetine iletmişlerdir. Kamp komutanı, esirlerin kendilerine karşı nezaketinin devam etmesini umduklarını belirmiştir.[528]

Ayrıca yukarıdaki tüm iddialara karşı kamp şartlarından memnun olan ve İngilizlerin kendilerini iyi şartlarda yaşattığını ileri süren esirler de çıkmıştır.

Hindistan’da savaş esiri olarak bulunan iki Türk doktor tarafından Bellary kampındaki Türk esirlere karşı gösterilen kibar ve dostça muameleye tanık olduklarına dair önemli bir mektup kendi talepleri üzerine İngiliz basınında yayınlanmıştır.[529] 64. Alay 1. Tabur tabip yüzbaşının esaret sonrası Hindistan’ın durumu ve Bellary esir kampı hakkında verdiği ifadede İngilizlerin Türk esirlerine karşı muamelesinin fena olmadığını yalnız kamp komutanlarının şahsi uygulamalarının kamptan kampa farklılık gösterdiğini şu sözleri ile anlatmıştır:[530]

“... Bellary kamplarında bir kısım zâbitânın haysiyetiyle ve şeref-i askeriyeden lüzûmu kadar muhafaza edemediklerinden idârî bazı tatbîkât ve tazyîkâta bâdî olmuşdur. Burada ve Hindistan’ın diğer kamplarında ümerâ ve yüzbaşılar yüzer, mülâzımlara doksan rupye ma‘âş vermekde ve i‘âşeye belağ enmâ- belağ kıfâyet etmekdedir. Diğer esbâb-ı istirâhatleri de oldukça te’mîn edilmiş olduğu halde Basra’daki zâbitân ve efrâdın hâlleri cidden şâyân-ı merhametdir. Bu karara Hındıstan karargâhlarıyla nisbeten kabûl etmeyecek derece farklıdır.”

Meiktila esir kampında esaret günlerini geçiren Kastamonulu 3. Alay Sahra Topçu Tabur 2. Bölük, 4. Ahır Çavuşu Ahmed oğlu Mehmed de esaret şartlarından memnuniyetini dile getirmiştir. 7 Haziran 1919 tarihli ifadesinde kampta kaldığı günleri “Bu müddet zarfında ne eziyet ve ne de hizmet gördürüldü, yedik içtik yattık.” diyerek açıklamıştı.[531]

3.4.3                        Kıbrıs Esir Kampında Esirlere Yapılan Kötü Muamele

Adada esir kamplarının kurulmasının ardından İngiltere Hükûmeti bir bildiri yayınlayarak esir kamplarındaki düzen ile ilgili değişik tedbirler almıştır. Bu tedbirlere göre dört yıllık esaret süresi boyunca kamp kurallarına karşı herhangi bir disiplin bozucu davranışla bulunmayan esir, kazandığı rozetlere ilaveten şapkasına takacağı kırmızı bir rozet ile mükâfatlandırılacaktır. Kırmızı rozet kazanan esir disiplin bozucu harekette bulunduğu takdirde rozeti geri alınacaktır. Kamp kurallarına karşı herhangi bir disiplin bozucu davranışlarda bulunan bir esir bu rozeti ne alabilecek ne de tekrar kazanabilecektir. 211 sayılı uygulamaya göre iki rozet almaya hak kazanan esirler her iki ayda bir ziyaretçi ve her iki ayda bir mektup yazma hakkına sahiptir. Kırmızı rozet alan esirler ise yerine her ay bir ziyaret ve bir mektup yazma hakkına sahiptir.[532]

Bir süre sonra kamp şartlarının bir insanın hayatını devam ettirebilmesi için uygun olmaması, esirlerin kamplarda zor şartlar halinde yaşaması ve ölümlerin artması sonucu ada halkının Türk esirlerine yardım etmesine sebep olmuştur. İngiliz yetkililer bu tür eylemleri isyan çalışmaları olarak nitelendirmiş ve yeni tedbirler almaya başlamışlardır. Kıbrıs Genel Valisi John E. Clauson tarafından adanın güvenliği için 26 Ağustos 1916 tarihinde Kıbrıs’ta ilan edilen sıkıyönetim gereğince her türlü silah alım satımı, bulundurulması ve taşınması yasaklanmıştır.[533] Yine John E. Clauson tarafından 16 Ekim 1916 tarihinde adada fotoğraf makinesi bulundurmak ve fotoğraf çekmek de yasaklanmıştır. Bu tarihten itibaren özellikle Türklerin çok bulundukları Karakol ve Mağusa bölgelerinde bölge komiserinin yazılı izni olmadan herhangi bir fotoğraf çekmek imkânsız hale gelmiştir.[534]

Kamplarda meydana gelen sorunlar, esirlerin firara teşebbüs etmesi, ada halkının isyan teşebbüsleri 1916 yılının sonunda ada yönetimini yeni kararlar almaya ve kendileri açısından düzeni bozanları ağır bir şekilde cezalandırmaya sevk etmiştir. Kıbrıs’ta askeri mahkemeler sıkıyönetimin 588 nolu kararıyla savaş esirlerinin yargılamasında yetkili kılınmıştır. İngiltere Hükûmeti adına Lloyd George tarafından 2 Aralık 1916 tarihinde Kıbrıs Yüksek Komiseri ve Genel Komutana gönderilen ve The Cyprus Gazette’de yayınlanan bir bildiride esirlerin yargılanmasında veya hüküm verilmesinde askeri mahkemelerin yetkili kılındığı bildirilmiştir.[535]

Kıbrıs esir kampının düzeni için değişik tedbirler alan yetkililer, iş kampta bir insanın yaşaması için gerekli şartların oluşturulmasına gelince aynı şartları sağlamadıkları görülmektedir. Kampın şartları çok kötüdür. Özellikle esirlerin getirildiği ilk zaman kampın yeni açılması sebebiyle esirler pek çok sıkıntılarla karşılaşmıştır. Tel örgülerle çevrili esir kampında üç bölüm halinde inşa edilen barakalarda kalan Türk esirler barakaların sıhhi olmaması yüzünden çeşitli hastalıklara maruz kalmıştır.[536]

Türk esirlerin cenaze merasimlerini idare eden, cuma ve bayram günleri gibi kutsal günlerde kampa girmesine izin verilen Mağusalı İmam Mustafa Nuri Efendi ölümlerin esirlerin maruz kaldığı kötü şartlardan ve işkenceden olduğunu ifade etmiştir. Mustafa Nuri Efendi’ye göre esirlerin yatakları yoktu. Toprak üzerinde yatarlardı. Barakaların bazılarında esirler kendilerine odun ve otlardan yatak yapmıştı. Açlık ve sefalet çok kötüydü. Kampta yeterli su yoktu. Esirlerin dış görünüşü de çok kötüydü. Bölgede yaşayan Türklerin yardım etmesine izin verilmezdi. Birçok er savaşta ölmediğine çok üzülmekteydi.[537]

Esirler ilk başta halkla iletişim halinde olabilmiş fakat sonra bu hakları ellerinden alınmıştır. Esirlerin bakımı iyi değildir. Arpa unundan yapılmış ekmek ile bol bol kabak yedikleri, hasta esirlere iyi bakılmadığı, son derece kaba davranıldığı ve Ermeni ve Rum doktorların kötü davranışlarına maruz kaldıkları bilinmektedir. Esirlerden bazıları kaçmayı başarmış bazıları ise vurularak şehit olmuştur. Bir kısmı ise kampta kötü muameleden dolayı hayatını kaybetmiştir. Sadece günümüze kadar gelen şehit esir sayısı 217’dir. Ayrıca kayıt edilmeyen ve vefat eden esirlerin sayısı bilinmemektedir.[538]

Kavanin Meclisi Mağusa üyesi Mahmut Celaleddin Efendi kampın içinde bulunduğu kötü şartları Kıbrıs’ın İngiliz Valisine ileterek tedbir alınmasını ve bu durumun özellikle Türk halkını rahatsız ettiğini bildirmişti. Ayrıca, çok sayıda Kıbrıs Türkü’nün İngiltere Hükûmetine müracaat etmeyi düşündüğünü ve hatta bazılarının bu konuda girişimde bulunduğunu da söylemiştir. Bunun üzerine kampa doktor ve imam kadroları sağlanıp bazı iyileştirici önlemler alınmıştır.[539]

Kıbrıs esir kampında kalan esirlerin listelerine bakıldığında ölümün gerçekleşmediği ay yok gibidir. Kampın kötü şartlarının Kıbrıs halkı üzerindeki olumsuz etkilerini azaltmak ve gerçekleşebilecek kötü olayları önlemek maksadıyla İngiliz Genel Valiliği 19 Nisan 1917 tarihinde The Cyprus Gazetesinde 178 numaralı karar yazısı çıkarmıştır. Bu yazıda Kıbrıs Genel Valisi John Eugene Clauson Türk savaş esirlerinin tutulduğu kampa yaptığı ziyaretle ilgili bilgi vermiş ve bu bildirinin Kıbrıs’ta hüküm sürdüğü yerlerde yayınlanmasını emretmiştir. John Clauson 11 Nisan 1917 tarihinde esir kampına yaptığı ziyaret sırasında şahit oldukları ile ilgili minnettarlığını Kıbrıs’ta komuta ettiği birliklere, Yarbay How’a ve esir kampında çalışan tüm görevlilere iletilmesini istemiştir. Clauson, esirler için yeterli düzeyde yapılan tüm düzenlemelere, barakaların temizliğine, teftiş sırasında kendisine sunulan kişisel eşyaların tam olmasına, dini vecibeler için tahsis edilen yerlerin uygunluğuna ve esirlere sunulan diğer pek çok tesisin düzenine hayran kalmıştır. Teftiş sırasında yakından gözlenen bir olay da çok az sayıda İngiliz subayı kamptaki esir Türk astsubaylar aracılığıyla kamptaki düzeni kurallara uygun bir şekilde yerine getirmiş ve sert bir müdahale olmaksızın kampı idare edebilmişlerdir. Kamp yetkililerinin bir amacı da esirlerin daha sonraki hayatlarında savaşa katılmalarını önlemek olmuştur. Zor şartlar altında gerçekleştirilen kampın güvenliği konusunda nöbetçilerin özverili çalışmaları takdir ile karşılanmıştır.1335 [540]

İngilizlerin tüm aldıklarını söyledikleri tüm tedbirlere ve propagandaya rağmen ölüm oranında azalma olmamıştır. Harp Esirleri Kamp Komutanı Kurmay Albay G.B Martherwell ölümlerin bilinçli olarak abartılmaya çalışıldığını iddia ederek bu konuda bir açıklama yapmıştır. Kamp komutanına göre bazı durumlarda harp esirleri gömüldüklerinde mezar başlarına işaret olarak ufak tahta parçaları konulmuşsa da daimî mezar taşları dikilmezden önce bu ufak tahta işaret parçaları kaldırılmıştır. Bazı hallerde ise mezar taşlarının üzerindeki tahtalar ile sicil uyuşmamaktadır. Mezar taşlarının birçoğu definden bir müddet sonra harp esirleri tarafından sicile hiçbir referans yapılmaksızın işlenmiştir. İsimlerinin bazılarında da farklar vardır. Bu bilgiler de harp esirleri tarafından sicile hiçbir referans yapılmaksızın mezar taşlarına yazılmıştır.[541] Bu gelişmelerin üzerine ölen esirlerle ilgili kayıt tutulması uygulamasına başlanmış ve bir kayıt defteri oluşturulmuştur. Kamp yönetimi tarafından yapılan bu tür açıklamalar ile kamptaki zor şartlar adadaki Kıbrıs Türklerini yanıltmaya yönelik olarak İngilizler tarafından çarpıtılmıştır. Ayrıca bahsi geçen hastane gerçekte aynı bölgedeki Ermeni Lejyonu

Kampına aittir. Amaç ne olursa olsun Valinin kampı ziyaretinin ardından kamptaki uygulamalarda kayda değer hiçbir iyileşme görülmemiştir.[542]

Kampta ölüm olayları çok fazladır. Esirlerin bir kısmı ecelleri ile bir kısmı da firar ederlerken vurularak şehit edilmiştir. Kampta kaçmaya çalışırken vurularak şehit düşen savaş esirlerinin sayısının artması İngilizleri bu durum üzerinde düşünmeye itmiştir. Mayıs 1917’de Kıbrıs Genel Valiliği tarafından herhangi bir nedenle ölümleri araştırmak için soruşturma yetkisi kaza komiserine verilmiştir. Adli soruşturma ve otopsiyle ilgili olarak görevlendirilen kaza komiseri şiddet neticesinde meydana gelen ölüm olaylarında kendisine cesetler henüz gömülmeden bilgi verilmesini istemiştir. Esaret şartlarından bunaldıkça kamptan kaçmaya çalışan Türk savaş esirleri İngiliz askerleri tarafından vurulmuş ve törenlerle toprağa verilmiştir. O günleri yaşayan Ali Osman Bey böyle bir günü anılarında şöyle anlatmıştır:[543]

“Esirler geri gidince bir müddet sonra Mehmed Emin isminde rütbeli birisi gelip beni bulmuştu. Ona benim ismimi vermişler. Esirlerden burada şehit olan iki yeğeninin mezarını görmek istiyordu. Kendisini alıp mezarlığa götürdüm. Sonra kardeşinin oğlunun vurularak öldürüldüğünü işittim ve ona da söyledim. Kaçarken vurmuşlar, şehit etmişler onu.”

Değişik sebeplerle esir kamplarında ölen esirler önce halen Gazi Magusa Namık Kemal Lisesinin bulunduğu bölgedeki mezarlıklara gömülmüş fakat çoğunun mezarları burada kaybolmuştur. Esirler daha sonra Karakol bölgesinde esir kampı yakınındaki özel mezarlığa defnedilmişlerdir. Bu şekilde Gazi Mağusa’nın değişik yerlerinde rastgele gömülenlerin bazıları Karakol bölgesindeki özel mezarlığa nakledilmiştir. Mağusa’da panayır bölgesinde yaşanan olaylar nedeniyle hayatını kaybedenler bu mezarlığa defnedilmeye başlanmıştır. Kamptan kaçmaya çalışırken İngilizler tarafından şehit edilen, kötü esaret şartları, hastalık veya başka sebeplerle hayatlarını kaybeden Türk askerleri için tören yapılmadan ve elbiseleriyle gömülmeleri adada yaşayan Türklerin tepkisini çekmiştir.[544]

Esir kampından kaçmaya çalışırken hayatını kaybeden 3 Türk esir için cenaze töreni yapıldığı gün Mağusa’da adanın en büyük panayırının kurulması ve kalabalık olması gerginliğe yol açmıştır. Panayıra gelenler arasında Kıbrıslı Rumlar da bulunmaktadır. Cenaze alayından tekbir seslerinin gelmesi ile gelen cenazelerin Türk olduğunu anlayan ada halkı cenazelere doğru koşmuş, burada kısa süreli bir arbede yaşanmış ve panayırın da kendiliğinden son bulmasına yol açmıştır. İngiliz komutanının emriyle cenazeler için askeri tören yapılmış ve Türk savaş esirleri sıraya geçirilerek tekrar esir kampına götürülmüştür. O gün panayırda yaşananları görenlerden Kıbrıslı Türk Ali Osman Bey yaşananları şöyle anlatmaktadır:[545]

“Bir gün panayır vardı. Panayır şimdiki yerinde değil, Mağusa Kapısı’ndan az ileride yapılıyordu. Panayırın çok hareketli bir anında uzaktan kaside sesleri işitildi. Tüylerim ayağa kalktı. Derhal arabayı terk edip cenaze törenine koştum. Rumlar bu kaside seslerinden donup kalmışlardı. Şanlı bayrağımıza sarılıp üç tabut arka arkaya geçip gidiyordu. Panayır o an sona ermişti. Bu olayı hiç unutamam evlat. Aralarından Erzurumlu Tosunoğlu Rıza Onbaşı arkadaşımdı. Ben ona sigara tabakası hediye etmiştim. Esirlerin aralarında Kıbrıslı da varmış fakat ben şahsen tanımış değilim.”

Ada halkından esirlere yardım edenler çok ağır şekilde cezalandırılmıştır. Bu kişilerden birisi olan Mustafa Nuri Efendi Türklerden toplanan yiyecek maddeleriyle yakacak eşyaları Türk savaş esirlerine ulaştırmıştır. Gerek Mustafa Nuri Efendi gerekse o dönemin Yasama Meclisi olan Kavanin Meclisinin Mağusalı üyesi Mahmut Celaleddin Efendi, bazı işbirlikçi jurnalcilerin kışkırtmaları sonucunda Türk Savaş esirlerine yardım ettikleri, esir kampında ölen savaş esirleri için dini görevlerini yerine getirmek üzere esir kampına girdiklerinde esirlere yiyecek temin ettikleri iddiasıyla divan­ı harbe verilmiştir. Daha sonra bu suçlardan beraat etmelerine rağmen mahkeme salonundan çıkar çıkmaz Girne’ye götürülüp Birinci Dünya Savaşı sonuna kadar Girne Kalesinde iki yıl sürgün yaşamışlardır.[546]

3.4.4                        Selanik Esir Kamplarında Esirlere Yapılan Kötü Muamele

Arşiv belgelerine bakıldığında bu kamplara ait belgelerin neredeyse hiç olmadığı yukarıda belirtilmişti. Buna rağmen az da olsa bulunan kayıtlarda İngilizlerin kamplarda ölen esirlerin soruşturulmasında yeterli özeni göstermediği görülmektedir. Esir olarak İngiltere’nin Selanik Garnizonunda 1454,                                                                                                                1455 esir

numaraları ile kayıtlı olup 157. Alay, 5. Bölükten Eskişehirli Onbaşı Ahmed oğlu Mehmed ile Antalyalı Ali oğlu İbrahim’in 20-24 Şubat 1917 tarihleri arasında İstavros ile Selanik arasında suda boğularak kaybolduğu İngilizlere tarafından Osmanlı Devleti’ne gönderilen 55. listenin üçüncü ekinde bildirilmiştir. Hariciye Nezareti aracılığıyla İngiltere Hükûmetine yazdığı nota ile bu kişilerin nerede, ne suretle ve hangi sebep ve şartlar altında suda boğulmuş olduklarının detayını istemiştir. İngilizlerden bu konuda olayın detayını anlatan hiçbir cevap alınamamıştır.[547]

1917’nin sonunda itibaren Yunanistan’da görevlendirilen Teğmen Borgonon, Birinci Dünya Savaşı’nın ikinci bölümünde Selanik esir kamplarında gördüklerini orijinali Londra’daki İmparatorluk Savaş Müzesi arşivlerinde bulunan günlüğüne kaydetmiştir. Borgonon esirlere iyi muamele gösterildiğini söylemiştir. Sigara ve kibrit yetersizlikten dolayı İngiliz askerlerine bile verilemezken Türk esirlere bu konuda ayrıcalık yapılmıştır. Her iki İngiliz askerine bir kutu kibrit ancak verilebilmekteydi. Ayrıca Türk esirler aldıkları ekmekleri yollarda gördükleri Yunan çobanlara satmaktaydılar. Türk esirlerine uygulanan muameleyi çok iyi bulan İngiliz asker Borgonon, yollarda çalışan Yunan erkek, kadın ve kız çocuklarının ne kötü şartlarda çalıştığını günlüğünde yazmıştır. Borgonon, kadınlar ve çocukların dahi bayılıncaya kadar çalıştıklarına şahit olduğunu günlüğünde yazmıştır. Borgonon’ın kamplarda gördükleri bununla sınırlı değildir. Yakaladıkları esirleri casus olarak nitelendirerek en ağır bir şekilde cezalandırmışlardır. 10 Mayıs 1918 tarihinde bir kasabada yakalanan bir Türk tutuklu casus olduğu gerekçesiyle ölüm cezasıyla çarptırılmış ve infazına Borgonon bizzat şahit olmuştur.[548]

Selanik esir kamplarında esirlere yapılan en büyük eziyet zorla güçlerinin üzerinde en ağır işlerde çalıştırılmaları olmuştur. Esirler bu zor şartlara katlanamayıp çareyi ölümü göze alıp kamplardan kaçmakta bulmuştur. Esirlerin en ağır işlerde çalıştırılmasına ilgili bölümde ayrıca değinilecektir.

3.4.5                        Malta Esir Kampında Esirlere Yapılan Kötü Muamele

Esirlere kötü muamele yapıldığı ve uluslararası hukuk kurallarına göre hareket edilmediği gerekçesiyle Osmanlı Devleti İngiltere Hükûmetine değişik zamanlarda muhtıralar vermiştir. Örneğin, Londra Savaş Merkezi Malta’daki Türk savaş esirlerinin esir tutuldukları yerin sınırları dışında idman yapmalarına izin verilmediği şeklindeki Osmanlı Hükûmetinin 19 Eylül ve 4 Ekim tarihli iddialarına cevap olarak konuyla ilgili yaptıkları araştırmayı 12 Ekim 1916 tarihinde Osmanlı Hükûmetine iletmiştir. İngiltere Hükûmeti öncelikle tüm iddiaları yalanlamıştır. İddia edildiği gibi Türk subayların esir tutuldukları yerin sınırlarının dışında idman yapmalarına izin verilmediği doğru değildir. Kendilerine yalnızca yürüme şeklinde idman yapmalarına izin verilmekle yetinilmemekte, aynı zamanda yürüyecek durumda olmayanların da araba ile gezinti yapmalarına müsaade edilmektedir. Mehmed Efendi oğlu Tahsin hiçbir zaman idman yapma talebinin reddedilmediğini açık bir şekilde belirtmektedir. Buna rağmen kendisi araba ile gezinti yapmayı tercih etmiş ve bu yönde bir başvuruda bulunmuştur. Yürümenin kendi sağlığı için daha faydalı olacağı konusunda kendisini bilgilendiren sağlık görevlisi subay, yine de eğer isterse                 sürüş izni için                         komutana başvurabileceğini            bildirmiştir.                             Bu                 nedenle

görülecektir ki eğer bu subay esir olarak tutulduğu bölgenin dışına çıkmamışsa, bunun         nedeni yalnızca                      kendisinin içeride kalmak                              istemesidir.                             Bu                 subayın

memnuniyetsizliğinin sebebinin, diğer Türk subayları tarafından sevilmeyen biri oluşundan kaynaklandığına inanılmaktadır ve bu durum da onun esaret sürecini usandırıcı hale getirmiş görünmektedir.[549]

İngiltere Hükûmeti diğer tüm kamplarda olduğu gibi bu kampta da pek çok Osmanlı subayını değişik sebeplerle er statüsünde göstererek kendilerine subay muamelesi yapmamıştır. Osmanlı Devleti bu konuda aracı devletler ile yazışmalar yaparak pek çok subayının özlük haklarını korumaya çalışmıştır. Bir kısım subayların da terfileri dikkate alınmayacak veya değişik sebepler ile maaşları düşük rütbelerden ödenecektir. Konu hakkında ilgili bölümde detay verilecek olup birkaç örnek ile konu burada geçilecektir. Osmanlı Devleti Hariciye Nezareti Muamelat-ı Zatiye Müdüriyeti Piyade Kaleminden Amerika Büyükelçiliğine 29 Şubat 1916 tarihinde gelen bir notada Yemen’den dönüşü sırasında İngiliz kuvvetleri tarafından tutuklanıp harp esiri sıfatıyla Malta’ya sevk edilen Mehmed Fahri Efendi’nin 7. Kolordu, 115. Alay, 1. Tabur, 3. Bölüğünde teğmen olduğu ve adı geçen subayın rütbesine uygun maaş alabilmesi için İngiltere Hükûmetinin bilgilendirmesi talep edilmiştir[550] Esirlerin rütbelerine göre muamele görmemesi esir mektuplarına da yansımıştır. Bahriye Yüzbaşısı İsmail Hakkı Efendi yüzbaşılığa yükseltildiğini ailesinden öğrenmiştir. Bu bilginin İngiliz makamlarına ulaştırılması uzun bir zaman alacaktır. Rütbesinin yükselmesiyle oluşan maaş farkının kendisine verilmesi konusunda yetkililerden yardım istemektedir.[551] Mülâzım Mehmed Lütfü Efendi de Malta esir kampı yetkilileri tarafından subay olarak tanınmamış ve İngiliz Mahalli İdaresine, Osmanlı Devleti tarafından bu durumun sebebi sorulmuştur. İngiliz yetkililer genelde eksik bilgi ve belgeleri gerekçe göstererek subaylara er muamelesi ya da düşük rütbeli subay muamelesi yapmıştır. Pek çok olayda subayların sınıfı, kıtası, rütbesi bilindiği halde Osmanlı Devleti’nden bu bilgiler tekrar tekrar istenmiştir.[552] Bunların haricinde subay olarak tanınmayan, terfisi yapılmayan ve maaşı düzenli ödenmeyen çok miktarda esir bulunmaktadır.[553] Arşiv kaynaklarında esir subaylara maaş ödeme miktarı ve esir askerlere yardım konusu da geniş yer tutmuştur. Örneğin 10 subaya, 10 lira olmak üzere toplam 100 lira Malta esir kampına havale olarak geçilmiştir.[554]

Osmanlı Hariciye Nezareti İstanbul Amerikan Elçiliği aracılığıyla da esirlere karşı gösterilen muamele hakkında bilgi almak için uğraşmıştır. 21 Ekim 1916’da St. Claments esir kampında tutuklu bulunan Binbaşı Tahsin Bey’e yapılan muameleyle ilgili İngiltere Hükûmetine diplomatik nota ulaştırılmıştır. İngiltere Hükûmeti de Osmanlı Devleti’nin bu ilgisinden dolayı memnuniyetini bildirmiştir.[555]

Tarafsız ülkelerin raporlarının aksine Rahmi Apak, İngilizler her akşam Osmanlı Devleti’nin en seçkin kişilerini avluda ikişer sıra halinde dizerek yoklamalarını aşağılayıcı bir şekilde yapıldığını ve savaş esirlerinin de bu manzarayı odalarından izlediklerini hatıratında anlatmıştır. Önce bir çavuş bu kişileri iki sıra yapmakta, aralık ve hizalarını düzenlemektedir. Bir iki defa saydıktan sonra gelen İngiliz teğmenine yoklama mevcudunu takdim etmektedir. Sonra İngiliz teğmeni bir iki defa daha saymakta ve kasıtlı olarak sayıyı yanlış bulmaktadır. Yanlış sayımda da suçu hizalarını koruyamayan bu kişilerde bulmakta ve her birini birbiri ardına yürüterek tekrar tekrar sayarak kendince aşağılamakta ve tüm esirler de bu duruma şahit olmaktadır.[556]

İttihatçı liderler, İngilizlerin bu kötü muamelelerine karşı ne yapacaklarına karar vermek için yemek salonunda toplanmıştır. Mısır kamplarından getirilen subaylar esirlere yapılan kötü muameleye karşı çıktıkları için buradadırlar. İngiliz kumandanlar Alman asker ve sivil esirlere yapılan nazik muameleyi Türk esirlere de yapmak zorundadır. Aksi halde Türk esirlerin kötü muameleye katlanmayacaklarını bildirmek gerekmektedir. Yapılan toplantıda bir grup kendilerinin kampta esir olduğunu ve İngilizlerin ne derse yapmaları gerektiğini ileri sürmüş, diğer bir grup gerekirse ölümü göze alıp karşı gelmeyi savunmuştur. Orta yolcu üçüncü grup ise bir heyet seçerek yoklama saatinde diğer esirler gibi odalarından çıkmadan sayılmak istediklerini kamp kumandanından rica etmek gerektiğini savunmuştur. Bu grubun fikri kabul edilmiş, kamp kumandanına istekler iletilmiş ve teklif kabul edilmiştir. İngilizlerin yoklamaya çıkaramadığı komutanlar da olmuştur. Medine müdafaasında esir olan Fahrettin Paşa da “İtaat etmiyorum, geliniz, süngülerini batırınız.” diyerek en başından beri yoklamaya çıkmayı reddetmiş ve zorla bile olsa yoklamaya çıkarılamamıştır.[557]

Harbiye Nezaretinden Hariciye Nezaretine 15 Haziran 1916 tarihinde giden bir yazıda İngiltere Hükûmeti tarafından esir edilip St. Claments Kalesi’nde tutulan

Sadi Necdet’in annesine gönderdiği dört satırlık bir mektuptan bahsedilmektedir. Esaret hayatına dair önemli bilgiler veren bu mektupta Sadi Necdet, sıkı bir sansür uygulanmasına rağmen kendisiyle beraber burada bulunan diğer Osmanlı esirlerinin fevkalâde baskı altında ve sefalet içinde olduklarını büyük bir üzüntü içinde bildirmiştir. Bu dört satırlık mektupta mümkün olabildiği kadar muzdarip bir ruhun ve büyük bir zulmün sızıntısı verilmeye çalışılmıştır. Osmanlı Hükûmeti Malta’da bulunan esirlerin ahvalinden sansür sebebiyle malumat alamamıştır. St. Claments Kalesi’nde tutulan esirlerin ıstıraplarının azaltılması ve hallerinin düzeltilmesi bu sebeple pek de mümkün olamamıştır.[558]

3.5 Esir Kamplarında Esirlerin Çalıştırılması

Esirlerin kamplarda zorunlu olarak çalıştırılmalarında kamptan kampa farklılık bulunmaktadır. Kıbrıs ve Mısır gibi kamplarda esirlere günlük angaryaları dışında iş yaptırılmamıştır. Kıbrıs ve Mısır kamplarında esirlerin sıkı kontrol altında tutulması ve çalıştırılmamasında bölgenin ülkeye yakınlığı ve esirlerin kaçma ihtimali en önemli sebep olmuştur. Ayrıca bölge halkının Müslüman ve Türk olması esirlerin firarında yardım yapılma ihtimalini de artırmaktaydı. Esirlerin en fazla çalıştırıldıkları yer Basra istasyon kampı, Selanik kampları ile ülkeye çok uzakta bulunan Hindistan ve Burma esir kampları olmuştur.

3.5.1                        Mısır Esir Kamplarında Esirlerin Çalıştırılması

Kızılhaç heyeti yazdıkları raporda İngiliz otoritelerinin esirlere zorunlu çalışma yüklemediğini ileri sürmüştür. Kendi sağlıkları için günlük yapmak zorunda oldukları işler hariç esirlerin zamanlarını istediği gibi geçirmeye hakları bulunmaktadır. Diğer yerlerdeki en büyük şikâyet esirlerin zorla çalıştırılması konusunda olurken Mısır’da bulunan esirlerin böyle bir şikâyeti olmamıştır.[559] Her ne kadar Kızılhaç yetkilileri esirlerin zorla çalıştırılmadığını iddia edip bu yönde bir şikâyet olmadığını ileri sürseler de basında çıkan haberler bu iddianın tersini söylemektedir. Kahire’de Türk esirlerinin yol yapımı gibi pek çok işte zoraki

çalıştırıldığı haberleri basına yansımıştır. Haziran 1915’de yakalanıp Kahire’ye getirilen yaklaşık 1.500-2.000 Türk esiri yol yapımı işine verilmiş ve bu esirlere topçu birliklerinin karaya çıkmasını sağlamak için bir set yaptırılmıştır.[560]

Mısır-ı Cedid kampında hiçbir esir, kamp dışındaki şantiyelerde zorla çalıştırılmamıştır. Buna rağmen kampta, günlük zorunlu angarya işlerin ve hafif bahçe işlerinin dışında atölyelerde çalıştıkları olmuştur. Onbaşı ve çavuşların herhangi bir iş yapmak zorunluluğu bulunmamaktadır.[561]

Maadi kampında da esirler çalışmak zorunda değildi. Ayakkabı yapımı ve benzeri çalışmalar için denemelere girişildiyse de sonuç başarısız olduğundan sonradan bu uygulamadan vazgeçilmiştir. Esirler arasında çok çiftçi bulunduğundan yerli halkın tarlalarında çalıştırmak düşünülmüş ancak kolaylıkla kaçabileceklerinden ve kaçmalarının önlenmesi için de çok sayıda muhafıza ihtiyaç olacağından bu düşünceden vazgeçilmiştir. Bununla birlikte deneme amaçlı bazı esirler kamp yakınındaki Nil Nehri kıyısında sebze yetiştirme işlerinde çalıştırılmıştır.[562]

Osmanlı Hükûmeti Kızılhaç raporlarının ileri sürdüğü iddiaları inandırıcı bulmamış esirlerinin zorla angaryada çalıştırıldığını iddia etmiştir. Bunun üzerine İngiltere Hükûmeti Amerikan konu hakkında bir rapor hazırlanması talimatını vermiştir. 1916 yılı içinde Akdeniz Sefer Kuvvetler Karargâhından ve Mısır’daki komuta generali tarafından Türkler tarafından esirlerin zorla çalıştırıldıklarına dair öne sürülen iddia üzerine hazırlanan rapora göre de esirlerin zorla ağır işlerde çalıştırıldığı iddiası da gerçek dışı bulunmuştur. Esirler tarafından yapılan iş miktarı çok azdır. Esirlerin yaptıkları angaryaların başında İngiliz askerlerinin yaptığı gibi genel mutfak, revir ve diğer kışla işleri vardır. Bu işlere verilmemiş esirler gündelik iki saat, haftada beş gün çalışmak zorundadır. Esirlerin yapmak zorunda olduğu iş, vakit geçirme yeri ve kendi kullanımları amacıyla bir açık hava camisi yapmak ve bu zemini kendi kamplarının genişletilmesine olanak sağlama amacıyla kamp içinde düzlemektir. Esirler cuma günleri çalışmamaktadırlar. Çalıştırılan tüm esirler için görevdeki sıhhiye subayından sağlıklı olduğuna dair onay almıştır.[563]

Kızılhaç raporlarına göre Bilbeis kampında günlük alışılmış angarya işlerin dışında esirlere iş yaptırılmamıştı. Kampın yanındaki bahçede yapılan küçük işler bu angaryaya dâhil değildir. Bazı esirler, ürettikleri bazı ürünleri kendi hesaplarına satabilmişlerdir.[564]

Kızılhaç raporunun aksine hatıratlar esirlerin kampta zorla çalıştırıldığını kanıtlamaktadır. Hüseyin Fehmi Genişol hatıratında kamptaki esirlerin angaryaya gönderildiğini iddia etmektedir. Bilbeis kampındaki tellerin her birinin başında tel kumandanı olarak bir Türk başçavuşu bulunmaktaydı. Diğer rütbeliler onun emrinde olmak üzere bölük çavuşu, polis ve itfaiyeci asker olarak çalışmaktadırlar. Esirler angarya işlerinin en ağırında çalışmaktadır. Arkadaşları Hüseyin Fehmi Güneş’i yine bölük çavuşu yapmak istemişler o ise arkadaşlarını angaryada çalıştıran kişi olmamak için görevi kabul etmemiştir. Bölük çavuşu Seyitgazili Mustafa Çavuş olmuştur. İngilizler kendilerine angarya olarak esirlere daha yüksekte oturmak için kaleler yaptırmışlardır. Askerlere verilen en kötü vazife ise pislikleri yakmak için çok uzaklara taşımaktı. Bunu yapmayan askerler dövülmektedir. Arabalara doldurulan ahır gübreleri altı esir koşularak yarım ya da bir saatlik mesafeye taşınmaktadır. İngiliz görevlilerin ellerinde uzun kayışlar bulunmakta işini iyi yapmayanlara bu kayışlarla vurmaktadır. Kampın zemini kumdan olup dışarı çıkan askerler ayağına kadar kuma bakmaktadır. Angaryada çalıştırılan askerler gündüzün herhangi bir vakti düdük ile yoklamaya çağrılmakta ve yoklama bahanesi ile saatlerce güneşin altında bekletilmektedir. Kısacası kampta esirlere yapılan tam bir zulüm ve işkencedir.[565]

Bir başka hatırata göre de Tel El-Kebir kampında esirlerden 200 kişi 10-15 günde bir tahkimat için çalışma kamplarına götürülmüş ve 1-2 saat çalıştırılmıştır. Çoğunluğu tahkimat gününde olmak üzere İngiliz askerler sık sık esirlere küfretmiş, bunu sindiremeyen esirler askerleri yakalayıp dövmüştür. Bu dayak esnasında hiçbir İngiliz olaya müdahale etmemiş, dayak faslından sonra yola devam edilmiştir. Kampa dönüşte olay rapor edilmiş ve olay hakkında anket de yapılmıştır. Kampta en büyük ceza 14 gün hapis ve sigara içmemektir. Erzaklar Nil Nehri’nden kayıklarla taşınmaktadır. Bu göreve gönderilen askerler tren raylarını Nil’e aktarmıştır. İngilizler ise sadece seyretmiştir. Kampta 35.000 kişiye ait olan kamp elbiselerinin bulunduğu depo bir gece yakılmış faili ise meçhul kalmıştır.[566]

Mısır esir kamplarında esirlerin zorla çalıştırıldığına yönelik şikâyetler Hindistan esir kampları ile kıyaslandığında çok az sayıda kalacaktır. Esirlerin Hindistan ve Burma kamplarına göre daha az çalıştırılmalarının nedeni Mısır kamplarının anavatana yakınlığı sebebiyle kaçma ihtimalleridir. Ayrıca esirler firar ettikleri takdirde Mısır halkının Türk esirlere yardım edeceğine kesin gözüyle bakılmaktadır. Buna rağmen esirlerden zorla çalıştırıldıkları ve bazen çalışmalarına karşılık ücret bile alamadıklarına yönelik şikâyetler yetkililere ulaşmıştır. Bu şikâyetlere bir örnek Seydi Beşir esir kampında kalan 16. Fırka Kumandanının ifadesi verilebilir. 16. Fırka Kumandanı albay, 8 Mart 1921 tarihli verdiği ifadesinde esir Türk askerlerinin askerlerin bazen yevmiye ile bazen yevmiyesiz olarak askerî yol ve ordugâhlar inşaatında zorla kullanıldığını beyan etmiştir.[567]

3.5.2                        Hindistan ve Burma Esir Kamplarında Esirlerin Çalıştırılması

Savaş boyunca karşılıklı yazışmalarda esirlerin çalıştırılması önemli tartışma konusu olmuştur. Londra Savaş Merkezinden 11 Ocak 1918 tarihinde yapılan açıklamada Türk savaş esirlerinin hangi şartlarda çalıştırıldığından ve demiryollarında çalıştırılan esirlere yapılacak ödemelerden bahsetmektedir. Tüm savaş esirleri gibi Türk savaş esirlerinin de istihdam edildikleri herhangi bir yerde ücretsiz barınma, yiyecek, giyinme ve sıhhi yardım imkânlarına sahip olmalarının yanı sıra saatlik olarak yapılan iş için gerekli olan beceri seviyesine göre maaş aldıkları ve istedikleri gibi harcamakta özgür oldukları belirtilmiştir. Londra’daki Hindistan Ofisi aynı tarihte bir başka açıklama yaparak İngiliz topraklarında Türk savaş esirlerin çalışmaları karşılığında yapılan ödeme miktarına ilişkin kendilerinde herhangi bir bilgi bulunmadığı, bunun Savaş Merkezinin vereceği bir karar olduğu bildirmiştir. Buna rağmen Hindistan Ofisi çalışma şartlarına dair bilgiler vermiştir. Hindistan’daki esirlerin çalışmaları karşılığında kendilerine, savaş esirlerine çalıştırıldıklarında onları çalıştıran devletin askerleri için belirtilen oranlarda ödeme yapılmasını sağlayan Askeri El Kitabı’nın 92. Kısım 14. Bölümü’ne uygun olarak (Lahey Sözleşmesi’nin Kara Savaşı mevzuatına ilişkin Ek 6. maddesi) ödeme yapılmaktadır. Ordunun çalışma ücretleri, Kraliyet İzni’nin 928. maddesinde yapılan işin doğasına göre günlük 4d-1s/4d arasında değişen şekildedir. 30 Ocak’ta yaptığı başka bir açıklamada Hindistan ve Burma’daki Türk savaş esirlerine çalışmaları karşılığında yapılan ödemenin, konaklama ve yiyecek hükmüne ilave olarak yapıldığı ve bu konuda herhangi bir kesinti yapılmadığı hususunda bilgilendirmede bulunmuştur.1363 [568]

Esirler için Sumerpur kampında iş çok kısıtlıydı. Bazı esirler 1916 yılı içinde yol inşaatında çalışmışlardır. Şimdiye kadar hiçbir esir kampın dışında çalıştırılmamıştır. Barakalar esirler tarafından yapılmış ve bunun için para almışlardır. Bazı yeni yapılacak projeler için yeni briketler 1917 yılı içinde üretim halindedir. Bazı esir takımları briket yapmaya devam etmektedir. Briket yapımı için kampın suyunu ve onun çamurunu kullanmışlardır. Briketler güneşin altında kuruduktan sonra bir fırına koyup pişirilmektedir. Briket fırınları odunla çalışmaktadır. Odunlar bölgenin insanları tarafından getirilmekte bu iş için yaklaşık 160 adam çalışmaktadır. Bu iş yaklaşık 6 saat sürmekte ve her gün tekrarlanmaktadır. Sabah 8.00-12.00 ve öğleden sonra 14.00 ve 16.00 arası saatlerde çalışılmaktadır. Esirler ekip olarak çalışmakta ve bu nedenle kişi başına düşen iş çok fazla değildir. Esirlere her 100 briket için 3,2 frank ödenmektedir. Bir esir günlük 50’den 80 cente kadar para kazanabilmektedir. İngiltere Hükümetinin iddiasına göre Delhi’de yapacak yeni başkentin inşaatı için Osmanlı esirlerinin kullanılması düşünülmüş ancak bu proje 1917 yılı için iptal edilmişti.[569]

Hindistan Bakanlığının İngiltere Savaş Esirleri Bölümüne yazdığı 1 Şubat ve 9 Şubat 1918 tarihli mektuplarında Hindistan’da esir tutulan Türk ve Arap savaş esirlerinin kömür ocağında çalıştırılması detaylı bir şekilde anlatılmıştır. Hindistan’da, kömür madenlerindeki işçi eksikliğinden dolayı ciddi bir kömür sıkıntısı vardır. Bu zorluğa çözüm bulmak için Hindistan Hükümeti, Hindistan’da bulunan Türk ve Arap savaş esirlerinden gönüllü olanları, kömür ocaklarında çalıştırmaya karar vermiştir. Sumerpur savaş esirleri kampı kumandanı Yarbay H.S. Garrat, Hindistan Madencilik Birliği ile gerekli esir sayısını, işçilik sözleşmelerini ve aynı zamanda işçilerin yiyecek ve konaklama düzenlemelerini konuşmak için temsilci olarak atanmıştır. Esirler başlangıçta kalifiyesiz olacaklardır. Ancak İngiliz subayların kömür madenlerindeki tecrübeleri ile esirler bilgilendirilecek ve kısa zamanda iş hakkında bilgi edineceklerdir.[570]

Hindistan Hükümeti, Askeri Departmanına gönderilen 9 Şubat 1918 tarihli gizli yazıda Türk savaş esirlerinin çalışma kamplarında nasıl görevlendirmesi gerektiği anlatılmaktadır. İngiltere Hükümet, 1.000 Türk savaş esirinin, Nunrami Purpaneh yolu yakınındaki Boura Nullah üzerindeki baraj inşaatında çalışmasını onaylamıştır. Esirlere gündelik iki anna[571] oranında, çalışmasından memnun kalınan işçilere %50’ye kadar fazladan olmak kaydıyla yevmiye verilecektir. İşi alan müteahhitler, esirlerin kalacağı kulübelerin yapımı ve işin tamamlanması gereken süre ilgili koşulları yerine getiremediğinden dolayı sonradan projeden vazgeçilmiştir.[572]

Savaş esirleri, kamp komutanı tarafından kampa yeni gelecek esirlerin kalacakları barakalarının kurulması işinde de çalıştırılmıştır. Nisan 1917 itibariyle kampa özellikle Bağdat’tan çok sayıda yeni esir beklenmekte ve bu esirlerin kalacakları barakalar savaş esirleri tarafından inşa edilmiştir.[573]

Kızılhaç heyetine göre Bellary kampında emir erleri ve askerlerin koğuş angaryaları dışında yapmak zorunda oldukları hiçbir işleri yoktu. Kampta mevcut esir sayısı artış gösterdiğinde bahçe düzenlemesi planlanmaktaydı.[574]

Kızılhaç raporlarının aksine İngiliz Arşivlerinde esirlerin kamp dışında çalıştırıldıklarına dair belgeler bulunmaktadır. 31 Ağustos 1918 tarihli Türk savaş esirlerinin, Bellary kampında istihdam edilmelerini konu alan Hindistan

Hükümetinin Hindistan Ofisine gönderdiği gizli mektupta Bellary’deki 1.000 Türk savaş esirinin kısa bir süreliğine Bellary kışlasındaki su temin kanalının yönünü çevirmede istihdam edilmeleri için Hükümetten izin aldığından bahsetmektedir.[575]

Aralık 1919’un sonunda Burma esir kamplarından bir kısım esir çalıştırılmak üzere Basra ve başka yerlere gönderilmiştir. Çalışamayacak durumdaki 300 asker Hindistan Bellary esir kampına getirilmiş ve bölük halinde tel örgüye konulmuştur. Bu kişilerin arasında Doğançaylı Hatip oğlu Mustafa ve Hendekli İsmail Efendiler vardır. Bu kişiler Bellary esir kampı ile Burma’daki Tayetmo ve Meiktila esir kamplarını kıyaslama imkânı bulmuşlardır. Thatmyo ve Meiktila esir kamplarında daha serbest olduklarını, çarşı iznine çıkabildiklerini söylerken angarya konusunda daha sıkıntılı olduklarını dağlarda odun kestiklerini ve demiryolu inşaatında çalıştırıldıklarını söylemişlerdir.[576]

Her gün sabah ve akşam yoklamasında erler arasından ayrılmış olan esirler fırça, süpürge gibi aletlerle, İngiliz sıhhiyecilerinin gözetiminde angarya işine giderlerdi. Bu angarya esirlerinin en önemli görevlerinden birisi kampın atık sularını temizlikti. Bu amaçla karargâhın mutfak ve çamaşırhanelerin pis sularıyla pavyonların atık sularını dışarı akıtılmak ve oradan bir genel suyoluyla uzaklaştırılmak amacıyla karargâh içinde suyolları yapılmıştı. Bu suyollarında birikmiş pis suları genel suyoluna akıtıp süpürmek, iki üç günde bir çeşit çamaşır suyuyla suyollarını arınık etmek, suyollarının kenarlarına uygun yerlere konan kovalarda birikmiş pislikleri demirden yapılmış arabalara boşaltarak özel alanda yakarak ortadan kaldırmak angarya için ayrılan esirlerden bir gruba yaptırılırdı. Angarya için ayrılan diğer esirler de meydan içinde görülen zararlı maddeleri toplayıp süpürmek, yabanî otları yolup yakmak, karargâhın tel örgüsünden üç mil uzaklığa kadar olan arazide bulunan dikenleri, yabani ve faydasız ağaçları sökmek, araziyi düzlemek, sel sularına yollarını açmak, ahırlarındaki binek ve yük hayvanları dışarıya çıkarmak ve temizlemekle görevliydiler. Ayrıca kampta esirler tarafından yapılması zorunlu işler arasında eczanelerin birikintileri için dışarıda çukurlar açıp kapamak, İngiliz askerlerinin kaldığı karakolların, komutan ile karargâh subay kurulunun ve Hükümet memurlarının konutu olan özel evlerin bahçelerini düzenlemek, temizlemek, araba ve kovalarla sularını taşımak; trenle gelen ve giden İngiliz ve Hintli askerleri ve Osmanlı esirlerinin ağırlıklarını taşımak, İngiliz kulübünün garsonluğunu yapmak, kampın iç ve dışındaki yüksek havuzları doldurmak ve akıtmak gibi onlarca angarya iş de bulunmaktaydı. Esirler angarya işleri için sabah ve akşam 2-3 saat çalıştırılmaktaydı. Tel örgü dışına giden esirler silahlı Hint askerlerinin denetiminde ve İngiliz askeri polisinin kılavuzluğuyla bulunuyordu. Bunlardan başka Bombay yöresinde tren yolunun toprak tesviyesi ve silah ve mühimmat fabrikasının temel kazısı için 4-5 ay süreyle esirler görevlendirilmişti. Karargâhın temizlik işlerinin ve çöp birikintilerinin özel fıçı arabalarla dışarıda bir yere angarya erlerine açtırılan çukurlara atılması önceleri Hindu işçiler tarafından ücret karşılığı yapılmaktaydı. Karargâh komutanının kararıyla esir askerlerden istekli olanlara bu ücretin verileceği duyurulmuş ve bu iş için çok sayıda gönüllü asker çıkmıştı. Bir süre sonra arabaların öküzleri alınmış ve arabalar erlere çektirilmişti. Buna rağmen erlerin ücretleri ödenememiş ve erler bir daha bu arabaları çekmeyeceklerini ve öteki angarya hizmetlerini yapmayacaklarını söylemişti. Bu konu hakkında bir müfettiş görevlendirilmiş ve eczanelerin temizliği, arabalara öküz satın alınmasıyla taşıma işinin yerli amelelere yaptırılması kararı alınmasına rağmen Osmanlı Hükümetinin İngiliz esirlerine bu işleri yaptırdığı gerekçesiyle Osmanlı esirlere de aynısın yapılmasına devam edilmiştir. Bu konuda direniş gösteren erler ikişer ve üçer ay süreyle hapsedilmişti. Olaylara öncülük ettiği iddiasıyla Ahmed Çavuş ismindeki tabur komutanı, 3 sene hapis cezasına çarptırılmış ve Madras cezaevine gönderilmişti. İngiliz komutanı, esirleri aşağılamak için yeniden bu hizmeti erlere yaptırmakta ısrarcı olmuştu. Esirlerin paraca zor durumda olduğunu bildiğinden öncekinden daha aşağı maaş vererek sadece 5-6 rupi karşılığında son zamanlara kadar bu aşağılayıcı hizmeti esirlere yaptırmaya devam edilmiştir. Ramazan ayında ve diğer mübarek günlerde angaryalardan sadece arazi düzeltmek gibi dış işler durdurulmakta, kamp içi ve dışı genel angaryalar eskisi gibi devam etmekteydi.1372 [577]

Kamplarda esirlere çalıştığının karşılığı az da olsa verilmekteydi. Ayrıca esirler yeteneklerine göre izin almak şartıyla ticaret yapabilmekteydi. Buna rağmen Hüseyin Fehmi Genişol, izinsiz ve korkarak ticaret yaptığından bahsetmektedir. Bir buçuk ay kampta çalışma karşılığında yaklaşık 8 rupi kazandığını söylemektedir. Bu para ile geçinemeyeceğini anlayınca 6 kuruş 10 para masraf yaparak un, yağ ve kömür almış ve kadayıf yapmıştır. Pek de iyi olmayan 1,5 kıyye kadayıfı 14 kuruşa satmıştır. Zamanla işi ilerletmiş daha fazla ve iyi kalitede kadayıflar yapmıştır. Ayrıca yanına yardımcı olarak Adapazarı Söğüt nahiyesinden Halil İbrahim oğlu Emin’i yardımcı olarak almıştır. Artık 11 kuruşa mal edip 24 kuruşa satmaktadır. Bu şekilde eskiden kendisinin yanına gelmeyen Adalı hemşerileri yanına gelmiş ve dost sayısı da artmıştır. Ortağı Emin ile beraber günde yirmişer kuruş para kazanmaya başlamışlardır. Subay ve diğer tellerde gündüzleri yemek vaktinde kadayıfları satabilmektedir.[578]

Diğer esir kampından bir tabur asker 3 Haziran 1919 günü Bellary esir kampına getirilmiştir. Yeni gelen esirler ile İngilizler düzeni sağlamak için baskıyı daha fazla arttırmaya başlamışlardır. 15 Haziran’dan itibaren subayların hizmetlerine verilen askerler de angaryaya gönderilmeye başlanmıştır. Bu kişiler subayların yemek yapmak gibi kişisel işlerinde yardım etmekte ve subaylar gibi haftada bir defa erzak almak için yoklamaya çıkmaktayken artık her gün yoklama çıkmak ve 07.00’ den 08.30’a kadar angaryaya gitmek zorunda kalmıştır.[579]

Herhangi bir asker ücretini ödemek koşulu ile kendi yerine angaryaya başka bir esir gönderebilmekteydi. Genelde bir amelenin günlüğü 4-5 kuruştur. İngiliz devlet ve belediyesinde çalışan en güçlü ve kuvvetli Hintli askerin maaş 80-100 kuruş arasında değişkenlik gösterirdi. Hıristiyan Hintlilerin ve fakirlerin eşleri hayvan ahırlarında maaş karşılığı çalıştırılmıştır. Çarşı ve sokak temizlikçilerinin maaşları ise 60-70 kuruştur.[580]

İngilizler sıhhiye erlerinden bazılarına 216, onbaşıya 392, çavuş ve başçavuşa 1.024, yüzbaşıya 2.850 Hint parası vermekteydi. Diğer taraftan başka bir yüzbaşıya 760 kuruş verilmekteydi. Ayrıca biriken paralarından toptan verilmesi kampta paranın çoğalmasına yol açmış özellikle ticaret yapanlar daha çok para kazanmıştır. Hüseyin Fehmi Güneş ticarette daha da çok kazandığından artık angaryaya da gitmemektedir. Yaptığı ticaret sayesinde arkadaş sayısı artmıştır. Hendek Bıçkı köyünden Hafız Osman Çavuş, aynı telde kalan ve Kadıköylü Ahmed Kandıra, Fettan Üsküp, Ali Rıza ile dostluklar kurmuştur.[581]

Kamplar bazen üst düzey subaylar ya da generaller tarafından teftiş edilmektedir. Ekim ayının ortasında gerçekleşen tefriş esnasında İngiliz general askerlere yiyecek konusunda isteklerini sormuş askerler ise angaryanın fazlalığından bahsederek başka bir şikâyetlerinin olmadığını söylemiştir. Bu şikâyet sonrası sorun çözüleceği yerde karargâhın baskısı daha da artmıştır. Angaryaya gönderilen esirler dinlendirilmedikleri gibi olmadık yerde çalıştırmıştır. Sırasıyla çavuşlar da askerler ile angaryaya beraber gitmek zorundadır. Eğer çalışmayan bir esir olursa çavuşun hemen yanında bulunan Hintli veya İngiliz görevli tarafından hakkında bir rapor hazırlanıyor ve tarih ve yer belirtilerek çalışmadığı için cezalandırılması isteniyordu. Askerler arasında şahsi kin beslemeler bu tür olayların artmasına sebep oluyordu. Aralık ayının başında yine bir general tarafından kamp teftiş edilmiş ve bu kez 26. bölükten Hüseyin Fehmi Güneş, 27. bölükten Selim ve 29. bölükten Afyonlu Mehmed Ali bir dilekçe yazarak askerlerin kamp dışında çalışmaya gitmek istemediklerini belirtmişledir. Fakat dilekçe generale ulaştırılamamıştır. Bu sıralarda subaylara verilen 95 rupi yani 760 kuruş 73 rupiye düşürülmüştür.[582]

Bellary esir kampında 1918 baharında bir isyan çıkmış sorumlu tutulan esirler Hindistan’ın güneyinde Tayetmo ve Meiktila Esir Kamplarına gönderilmişlerdir.[583]İngilizlerin bitmez tükenmez zulmüne karşılık isyan etmeyen esirler İngiliz tarafından haber alınarak sorumluları tutuklanmış ve hapse atılmıştır. Bu kişiler bir daha görülemediğinden isyanın gerçek boyutu da öğrenilememiştir. Kampta Müslüman olmasına rağmen İngilizlerden menfaat sağlamak için hafiyelik yapan esirler mevcuttur. Esirlerin en çok korktuğu kişi ise Yüzbaşı Bland idi. Herhangi bir esirin hatasını görürse en ağır bir şekilde cezalandırmaktaydı. Örneğin kampın önündeki ark uzak olduğu için elini başka yerde yıkayan bir askeri atı ile ezmiştir. Buna rağmen Türk askerlerinin bir kısmı da terbiyeden yoksun olduğu için cezayı gerektirecek davranışları alenen yapmaktan çekinmemektedir. Tüm bu angarya ve baskılar Ocak 1920 tarihine geldiğinde dayanılmaz bir durum almıştır. Bir kısım asker angarya sırasında çalı keserken İngiliz görevlilere aldırış etmemiş ve işi bırakıp kampa dönmüştür. Ardından askeri mahkemeye sevk edilerek 2,5 ay mahkûmiyet kararı almışlar ve şiddetli angaryaya mahkûm olmuşlardır. Bu isyan diğer erleri de galeyana getirmiş ve artık hiçbir baskıya razı olmama kararı almışlardır. Hemen ardından askerler üzerine bir dizi yeni tedbirler konulmuştur. Subaylara haftada iki gün, diğer esirlere her gün yataklarını, karyolalarını, su kaplarını ve bölük kazanlarını bir sıra pavyonların önünde bulundurma emri verilmiştir. Ayrıca saat 09.00’a kadar hiçbir yerde ateş yakılmama kuralı getirilmiştir. Bu kurallara uymayanlar ağır cezalara ve hapse mahkûm edilmiştir. Buna benzer bir başka olay Mart 1920’de gerçekleşmiştir. Kamptan bir saat uzaklıkta ağaç kesim yerinde emre itaatsizlikten pek çok asker hapse atılmıştır. Günde 8-10 asker bu gibi durumlardan hapse gitmiştir.[584]

Angarya işi taş toplamak, taş kırmak, cadde, şose, sokak, tarla gibi yerlerde diken kesmek gibi günlük işlerden oluşmaktadır. Bu işle görevlendirilen askerler saat 09.30’da göreve başlamak ve iş zamanında hızlı çalışmak ve öğleden sonra 16.00’da kampa girmek ve kimseyle görüşmemek zorundaydı. Esirler yeteri kadar izin alamadıkları gibi hızlı çalışmak zorundaydılar. Verilen görevleri itiraz etmeden yapmak zorunda olan esirler karşı gelirlerse hapsedilmekte ve İngiliz Karargâh Heyeti tarafından fesat başı ilan edilerek en ağır şekilde cezalandırılmaktaydı. Kampta senelerce hapis cezasına çaptırılan esirler olmuştur. Bu konuda tüm yetki bölük çavuşlarındadır. Çavuşlar görevlerini yeterli ciddiyetle yapmazlarsa görevlerinden olmakta ve maaşlarını kaybetmekteydi. Bu durumu bilen çavuşlar erlere fazla baskı yapmaktaydılar. Çavuşlar kampın kurallarını İngilizler adına eksiksiz uygulamak istemektedir. Bunun sonucu olarak da esirler tarafından yaralanan hatta öldürülen bölük çavuşları olmaktaydı. Sonuçta öldürme olayına karışan bir asker senelerce hapse mahkûm olabilmekteydi. Günlük işler karargâh kumandanlığı tarafından pazar hariç her gün yazdırılarak çeşitli yerlere asılmaktaydı. En küçük bir dikkatsizlikte cezalandırılmaktan kurtulmak mümkün olmadığından bu duruma düşmek istemeyen askerler düşman hakaretine maruz kalmamak için azami

dikkat göstermekteydi.[585]

Tüm bu baskı ve zorbalıklar 21 Mart 1920 günü isyana dönüşmüştür. Birinci ve ikinci Tatar bölükleri ile 16. Türk ve Navgon bölükleri odun kesme angaryasına gönderilmiştir. Esirler odunların çok kalın olduğunu, elde ve omuzda tanışmayacaklarını söylemişler ve verilen işi reddetmişlerdir. Bu durum üzerine 252 asker askeri mahkemeye verilmiş ve bir ay hapis cezasına çarptırılmıştır Eşyalarını almak için kampa girmişler ve bir daha çıkmamışlardır. Karargâh komutanı Biland’ın gönderdiği iki ayrı postanın emrine rağmen yine dışarı çıkmamışlar ve bunun üzerine Biland tel örgü kapılarını kapattırmıştır. 12 silahlı Hint, bir borazancı asker 1. ve 2. Bölük askerlerini dışarı çıkaramamıştır. Hintli muhafızlar, iki bölüğün etrafını kuşatmış ve arş komutu verilmesine rağmen askerler tek adım atmamış hatta diğer bölüğün askerleri Hintli muhafızların elindeki silahları ele geçirmişlerdir. Bu arada tehlike için borazan çalan kişinin ağzına taş atılmış, tehlikenin farkına varan komutan canını zor kurtarmış ve kapıları kapalı tel örgünün ardına kaçmıştır. Kaçamayan tercüman Sait Edip Bey ise esirler tarafından iyi bir dayak yemiştir. Silahlı ve süngülü Hintlilere ise dokunulmamıştır. Hendekli Abaza Ahmed Çavuş ve Mevlanakapılı Kemal telleri devirerek tüm esirlerin geçmesini sağlamıştır. Tüm esirler komutan Biland’ın öldürülmesini istemektedir. Biland arkasında Tatar taburunun başçavuşu, sağında Tercüman Sait, solunda 2. Tabur Çavuşu Kastamonulu İsmail Efendi kendisine sopa vurmak isteyenleri engellemişler ve komutanı linç edilmekten kurtarmışlardır. Yedek subaylar da kamp komutanının öldürülmesini istemelerine rağmen olayı sadece seyretmişlerdir 3. Tabur komutanı Tavazlı Ali Efendi Biland’ın öldürülmesi ve kamp dışına çıkılması halinde suçlu kabul edileceklerini söyleyerek İngiliz Krallığından daha güçlü olmadıklarını esirlere anlatmıştır. Kamp dışında çalıştırılmamak şartıyla askerler bölüklerine dönmüş ve 180 yedek subay da askerleri takip etmiştir. Biland ise hemen otomobiliyle kamptan çıkmak istemiş fakat Hintli görevliler kapıyı açmadığından odasına çekilmiştir. Hatta üst rütbeli subaylardan 169. Alay Kumandanı Yarbay Servet Bey, Menzil Müfettişi Yarbay Mahmut Bey, Binbaşı Cemal Bey, Ramadi Grup Komutanı Albay Ahmed Bey, Binbaşı Cemal Bey, Kuşçu lakaplı Binbaşı arabuluculuk yapmak istemiş ve isyanın sebebini sormuşlardır. Askerler ise sonunda ölüm de olsa vazgeçmeyeceklerini bildirmişler ve komutanların sözünü dinlememişlerdir. Bu isyan sırasında yedek subaylar kendilerine karşı yapılan haksızlığa karşı askerlere destek vermişler ve “Türk’üz Müslüman’ız ve aynı ordunun askerleriyiz.” diyerek askerlerin arasına karışmışlardır. Bu sırada Hüseyin Fehmi Güneş emrindeki 26. Bölük ve Adanalı Selim Çavuş emrindeki 27. Bölük süngülü İngiliz askerlerine hücum etmişlerdir. Her gün Türk esirlere küfür, hakaret eden ve azarlayan İngiliz askerleri şimdi süngülerini bırakarak ellerini kaldırıp teslim olmuşlardır. Biland ise Hint askerlerine hücum emrini vermiş fakat çoğu Müslüman olan Hintli binbaşı bu tür isyan olaylarına kendi askerlerini göndermeyeceğini beyan etmiştir. Binbaşı, kendi görevinin tel örgünün dışarısına esirleri çıkartmamak olduğunu söylemiştir. Bu durumda kamp komutanı esirlerin tüm isteklerini yapmaya mecbur kalmış ve bunu esirlere bildirmiştir. Yedek subay İzmirli İsmail Hakkı Efendi yedek subayların askerlerden ayrılmasını istemiş ve esirler Türkçe milli marşlar söyleyerek kamplarına gitmişlerdir. Hemen ardından tüm bölükler Hakkı Efendi’nin emriyle yine marşlar söyleyerek dağılmışlar ve bölüklerine dönmüşlerdir. Esirlerin istekleri kabul edilmiş ve askerler kamp dışına angaryaya gönderilmemiştir. Hapisteki askerler tahliye edilmiş ve o zamana kadar er muamelesi gören sadece angaryadan muaf olan yedek subaylar subay muamelesi görmeye başlamıştır. Erler artık tel içinde temizlik ile meşgul olacaklardır. 200 erden fazlası yoklamaya çıkmayacaktır. Bu görevi de bölükler nöbetleşe yapmaya başlayacaktır. Her gün sayım 15 dakikada bitirilecek ve 07.00’den önce kampa gönderilecektir. Akşam yoklamasına sadece angaryaya çıkacak askerler gelecektir. Bir gün sonra 22 Mart 1920 günü kamp komutanı hiçbir şey olmamış gibi esirleri kamp dışına göndermek istemiş fakat erlerin gitmemek konusunda kararlılığı görülünce vazgeçilmiştir. Askerler yoklama alanında esir düştüklerinden beri yapmadıkları talimleri yapmaya başlamışlardır. Kendi sözlerini dinlemeyen esirleri bu halde gören komutan durumu sadece üst makamlara bildirip daha fazla asker istemiştir. İki bölük kadar yedek asker getiren İngilizler sabah yine dışarıya asker gönderememişler ve bu olay bu şekilde kapanmıştır.[586]

Kamptaki isyan olaylarını araştırmak için bir general 23 Mart 1920 günü gelmiş önce subay ve üst rütbeli subayları dinlemiştir. Subaylar kendilerine hiçbir millete yapılmayan bir muamelenin bu kamplarda yapıldığını ve bunun uluslararası hukuka aykırı olduğunu söylemiştir. Yedek subaylar kendi hukuklarının korunmasını ve kendilerine subay muamelesi yapılmasını talep etmişlerdir. Erler ise temsilciler vasıtasıyla isteklerini bildirmişlerdir. Esirler kendilerine devletlerarası hukuk dışında davranıldığını, esir hukukuna göre davranılmadığını belirterek temizlik dışında hiçbir iş yapmayacaklarını ve zorla çalıştırılamayacaklarını bildirmişlerdir. Teftiş kurulu sadece isteyen erlerin ücret karşılığı çalışabilecekleri ve istemeyenlerin zorla çalıştırılamayacakları konusunda karar vermiştir. Subayların yoklama konusunda ve tel örgü dışında gezme istekleri de kabul edilmiştir. Yedek subayların yemekleri dışında subay ile aynı muamele görmesi kararlaştırılmıştır. Yalnız haftada iki defa erzak verilmesi için yoklamaya çıkmaları istenmiştir. Yemeklerinin pişirilmesi için hizmetçi verilmesi kabul edilmiştir. Sabah yoklamasında angaryadan artan erler kamplarına geri gönderilecektir. Akşamları yeterli miktarda bir iki bölük yoklamaya çıkacaktır.[587]

Bellary esir kampında meydana gelen isyanlar başka hatıratlara da yansımıştır. Tahsin İybar yaşadığı isyan olayı anlatan esirlerden birisidir. Erler kendi pavyonlarında serbestçe dolaşırlarken bir Hintli muhafız ile tartışma yaşamışlar ve Hintli muhafız korkutmak için süngüye davranış ardından galeyana gelen esirler kafasına tuğla ile vurarak elindeki silahı almayı başarmışlardır. Askerler iki pavyonun arasındaki dikenli telleri kırarak iki taburu birleştirmeyi başarmışlar; böylece sayıca kuvvetli bir hale gelmişlerdir. Kamp sorumlusu Yüzbaşı Benet bir taraftan esirleri sakinleştirmeye çalışırken bir taraftan da garnizon komutanı albaya haber vermiştir. Albay, dış tellerin dışına çıkmadıkları sürece ateş etmeme emrini vererek kısa sürede bu olayı sakin bir şekilde bastırabilmiştir. Türk esirler her ne kadar esir olsalar da esir kampında bile kendilerine silah yapmayı başarmışlardır. Demir karyolaların kutrani çubuklarını vidalarından sökmekte ve uçlarını günlerce taşa sürterek keskin bir silah haline getirmektedirler. İngilizler birkaç defa yoklama yaparak tüm silahları nehre atsalar da silah yapımının önüne bir türlü geçememişlerdir.[588]

Thatmyo kampında Normal koğuş angaryalarından başka hiçbir iş esirlere yaptırılmıyordu. Yemeklerini daha iyi hale getirebilmek için onlara ekilebilir bir bahçeden sebze üretme olanağı verilmiş ama iklimin ektikleri ürünlerin tarımına müsait olmaması ya da bakım ve su eksikliğinden sonuç beklendiği gibi olmamıştır. Elleri belli bir işe yatkın ve gönüllü olarak çalışmak isteyenler kendi mesleklerinden olan işlere veriliyordu. Esirler pazar günü çalıştırılmamaktaydı. Ödeme Hindistan Hükûmeti tarafından aşağıdaki gibi düzenlenmiştir:

Tablo 3.12: Thatmyo Kampında Çalıştırılan Esirlere Ödenen Ücretler

İşi

Saat Başı Ücreti

Günlük Azami Ücret

Marangozlar, 1. kategori

-.15

1.60

Bıçkıcılar, sepet üreticileri, zımparacılar, 2. kategori

-.10

1.20

İnşaatçılar

-.05

-.40

Duvarcılar

-.07,5

-.80

Taş kırıcılar

-.10

1.20

Bahçıvanları, terziler, kunduracılar, kalaycılar

-.05

-0.40

Kaynak: TNA, FO. 383/345.

Kızılhaç kayıtlarına göre esirler koğuş angaryasından başka işlerde çalıştırılmadığı iddia başka arşiv belgeleri ve hatıratlarla yalanlanmaktadır. Hindistan Ofisinden İngiltere Hükûmetine 24 Ağustos 1917 tarihli yazılan yazıda Güney Shan State tren yolundaki Türk savaş esirlerinin istihdamlarına ilişkin Hindistan Hükûmetinden alınan yazının bir örneği gönderilmiştir. Delhi’de bulunan Hindistan Hükûmeti Kara Kuvvetleri 5 Mart 1917 tarihinde Burma Hükûmeti Başbakanı gönderilen yazıda Türk esirlerinin istihdamları konusundaki fikirlerini şu şekilde açıklamaktadır:[589]

“Hindistan Hükûmetinin Thatmyo Savaş esirleri kampında alıkonulmakta olan Türk esirlerin istihdamları konusunu düşünmekte olduğunu söylemek üzere görevlendirilmiş bulunmaktayım.

Şu anda subaylar ve sağlık açısından uygun olamayanlar çıkarıldığında, kampta alıkonulmakta olan ve uygun şekilde çalıştırılabilecek yaklaşık 1.800 Türk savaş esiri mevcuttur. Bu sayı Mumbai’den hareket etmiş olan 750 Türk esirin daha gelmesiyle kısa süre sonra artacak ve muhtemelen yakın gelecekte bir artış daha olacaktır. Hindistan Hükûmetinin yukarıda bahsedilen konuda bir karara varmasını sağlamak için saygıdeğer vali yardımcısının izniyle, yol yapma gibi savaş esiri istihdamının avantajlı biçimde kullanılabileceği çalışma veya çalışmaları gösteren bir beyanın ve bu şekilde çalıştırılabilecek olan esirlerin sayısının, kendilerinin konu hakkındaki görüşleriyle birlikte sunulmasını talep etmek isterim.

Türk esirlerin faydalı şekilde kullanılabilecekleri çalışma şekillerini belirlemede, tıbbi destek gibi, onları besleme, barındırma ve korunmalarını sağlama adına yapılmak zorunda olan özel ayarlamaları değerlendirmenin gerekli olacağını eklemek isterim. Yerel askeri yetkililer buna karşın esirlerin korunmalarını sağlamak için gerekli ayarlamaları yapacaklardır.”[590]

Burma Hükûmeti Başbakanı Hindistan’dan sorumlu Devlet Bakanı’na 28 Nisan 1917 tarihli telgrafında esirlerin çalıştırılması konusuna şu şekilde cevap vermiştir:[591]

“Türk savaş esirlerinin istihdamlarına ilişkin 5 Mart tarihli mektubunuza atıfla, bu Hükûmet, Türk esirlerin Güney Shan State Demiryolu’nda Aungban ile Heho arasında toprak işlerinde çalıştırılmalarını kuvvetle tavsiye etmektedir. Bu projenin revize edilmiş tahmini 2,83 Rs, 701/-’dır. Yerel demiryolu idaresi teklifi uygun bulmakta ve çalışmanın 3.000’e kadar Türk esir için 3 aylığına istihdam sağlayacağını bildirmektedir. İklim iyi durumda ve geçici binalar için bambular ve kalaslar kraliyet tarafından ücretsiz olarak sağlanacağı için barınma harcamaları aşırı olmayacaktır. Esirlerin beslenmesi ve korunması için yapılan düzenlemeler özel bir zorluk olmaksızın gerçekleştirilmektedir. Uygun olan diğer projeler, demiryolunun, 2.000 kişiye iş imkânı sağlayacak şekilde, Yukarı Burma’nın kurak bölgelerinde Alon’dan Saingbyin’e kadar uzatılması veya 2.000 kişiyi istihdam ederek kurak bölgedeki demiryolunda bulunan çeşitli taş ocaklarıdır. Ancak ilk bahsedilen proje en çok istenendir. Tümgeneral bu telgrafı görmüş ve uygun bulmuştur.”

Hindistan Hükûmeti Ordu Departmanından Hindistan Hükûmeti Vekil Sekreteri Yarbay A.H.O. Spence imzasıyla 12 Kasım 1917 tarihinde Hindistan’daki 2. Komutana gönderilen yazıda Shan Devlet demiryollarını Aungban’dan Burma’daki Heho’ya kadar genişletilmesi için Hindistan Hükûmetinin 3.000 Türk savaş esirini çalıştırmak üzere onay alındığı bilgisi verilmiştir. Esirler, Ordu Konseyinin 383 numaralı 1916’daki mektubunda belirtilen kurallara göre Hindistan’a Ordu Konseyi tarafından uyarlanan 1 Eylül 1916 tarihli 9239 numaralı mektubunda belirttiği şekilde ücretlendirilecektir. Hindistan Hükûmeti, işçilik ücreti oranının bu durumda her adam için gündelik iki anna olacağına karar vermiştir. İlgili giderler Ordu Konseyinin 8529 numaralı 19 Ağustos 1916 tarihli mektubunda işaret edildiği şekilde düzenlenmiştir. İşin tamamlanmasında, Demiryolları Departmanı, esirler tarafından yapılan işin piyasa değerine eşdeğer bir meblağı İngiltere Hükûmetine verecektir.[592]

Amerika Birleşik Devletleri Rangoon Konsolosluğu tarafından hazırlanan rapor ayrıca kampta nasıl bir çalışma hayatı olduğunu anlatmaktadır. Savaş esirleri tarafından yapılan işler iki türlüdür. Birincisi ödeme yapılmayan vasıfsız işler olup esirler için yemek pişirmedir. Diğeri ödeme yapılan işlerdir. Çalıştığının karşılığı ödeme yapılan işler bahçeyi kazma, kamp çevresindeki çalıları temizleme ve sağlık çalışanları tarafından tavsiye edildiği şekilde, kamp çevresinin temizliğine dair herhangi bir iştir. Osmanlı ordusunun sağlık birimlerindeki erattan yaklaşık 45 kişi koğuş görevlisi olarak görevlendirilmişlerdi. İngiliz ordusunun sağlık birimlerinde karşılık gelen rütbelerdekilere yapılan ile aynı oranda ödeme yapılmıştı. Bu ödemenin alınmasın ciddi gecikmeler olmasına rağmen sorunun çözümü için uğraşılmaktaydı. Yedek subaydan aşağı rütbede olan subaylar ve erler, barakaların etrafını temizlemeleri karşılığında subaylar 1,14 ve erler 0,65 dolar alırlardı.[593]

Doktor Yüzbaşı Nefi Hulusi Bey’in esaretten döndükten sonra 13. Kolordu Kumandanlığı tarafından alınan ifadelerden oluşan rapor Kızılhaç heyetinin kampta normal angaryadan başka zorla çalışma yükümlülüğü olmadığı iddiasını yalanlamaktadır. Bu esaret raporu Üsera Muamelat Şubesi tarafından Harbiye Nezaretine 31 Temmuz 1919 tarihinde sunulmuştur. Hulusi Efendi verdiği ifadesine göre kampta zorla çalıştırılmak üzere görevlendirilen 1.100 küsur asker nehrin karşı sahilinde on iki saat kuzeyde tren hattı üzerine bulunan bir kasabaya getirilmiştir. Askerler kasabadan üçer mil uzaklıkta mesafede geniş bir pirinç ovasının ortasında tahminen beş yüz metre uzunluğunda etrafı kayış kamışlarla çevrilmiş kampların içine açıkta toprak üstüne yerleştirildi. Bu çeşit 6 adet kamp kurulmuştur. Aynı gün ve saate tevafuk etmek üzere kuzeyden Burma sınırına yakın bir kasabanın şimendifer işlerinde bir seneden beri istihdam edilen 1.700 küsur askerden ilk 800 kişilik kafile geri dönmüştür. Bu sırada katarın bütün vagonlarını gezen Nefi Hulusi Efendi askeri çok yüksek ve soğuk bir halde çalışmalarından dolayı bünyeleri gayet zayıf, solgun, yorgun ve bitap bir halde görmüştür. Biçare vaziyette esirlerin sıhhatleri de bozulmuştur. Esirler aralıksız günde sekiz dokuz saat büyük bir zorbalık ve baskı ile çalıştırılmışlar, çadırlarına döndüklerinde alt ve üstlerine verilen battaniyeler kendilerini rahatlatmaya yetmemiştir. Yatıp kalktıkları yerler pek fena ormanlık ve bataktır. Pis suları içen esirler sıtmaya, kanlı ishala ve göğüs nezlelerine yakalanmışlar ve bu yüzden 100’ü aşkın esir hastaneye yatırılmıştır. Nefi Hulusi Efendi’nin arkadaşlarından pek çoğu vefat etmiş ve birçokları değişik hastalıklara tutulmuşlar ve çok zayıf düşmüşlerdir. Thatmyo kampı başhekimi sağlık yüzbaşısı yeni gelen trendeki askerlerin durumlarını teftiş etmiş esirleri adeta canlı bir kadavra şeklinde bulduğunu itiraf etmiştir.1390

Gerek yeni gelenler ve gerekse daha önce Thatmyo kampından gelen askerlerin tamamı altı adet kampa taksim edilerek kasabadan itibaren üç mil mesafede bulunan kamplara taksim edilmişlerdir. Nefi Hulusi Efendi ilk üç kampta hizmette bulunmuştur. Askerler ancak vahşi hayvanların muhafaza edilebileceği bir yere hapsedilmişlerdir. Esirlerin tıkıldığı yer büyük masraf ve fedakârlıkla yapılan çaprazvari uçları sivriltilmiş dört sıra üzerine dizilmiş ve toprağa muhkem gömülmüş ve birbirine sıkıca bağlanmış on santimetre kutrunda kalın yedi yard uzunluğunda bambu denilen kamışlardan yapılmış sıkı bir parmaklık içerisinde adedi milyonları aşan yine kamış kümeleriyle hasır yığınlarıdır. Kampın yeni açılmış makineli dört 1389 beş artezyen kuyusu vardır. Askerler bu salaş kulübecik içinde günlerce yatarak gecelerin ayazından hayli müteessir olmaktadırlar. Efradın yatıp kalkmaları için hastaneden başka hiçbir bina inşa edilmemişti. Bir hafta zarfında askerlere pavyonlarının kendileri tarafından inşası emredilmiştir. Esir askerler hiç dinlenmeden geceyi gündüze katarak derme çatma kamıştan ve sazdan pavyonlar inşasına başlamıştır. Bir hafta sonra da şimendifer işlerinde çalışmaya mecbur bırakılmışlardır. Bir gün önce askerlere matara, kazma, kürek, külünk, el arabaları ve çamur sedyeleri verilmişti. Her gün sabah saat 05.00’te askerlere çorba pişirtilerek içirilmektedir. Çok acele yufka ekmekleri yaptırılıyordu. Saat 06.00’dan 07.00’ye kadar süren yoklamayı müteakip muhafaza altında yola çıkarılarak üç millik mesafe yürüdükten sonra diğer kampın yanına kadar varılarak kendi kamplarına doğru toprak işlerinde çalıştırılıyorlardı. Öğleden sonra saat 17.00’de çalışmaya paydos edilerek kamplarına dönüyorlardı. Askerler günde on saat çalıştırılıyordu. Bu suretle çalıştırılan askerler beş altı gün sonra genellikle yorgun ve bitap düşmeye başlayarak gerek gündüz ortasında gerek akşam dönüşlerinde güneş çarpmasına maruz kalıyorlardı. Sabahları viziteye çıkanların yekûnu yüzlere ulaşmaya başlamıştır. Kundura şikâyetinden, güneş çarpmasından ve sair rahatsızlıklardan yatırılan hastaların sayısı elliyi bulmuştu. Askerler on saat devam eden tahammül sınırını aşan amele işleri esnasında açlıktan şikâyet ediyorlardı. Zira bu müddet zarfından bir matara su ve iki üç yufka ekmekten başka yiyecek bir şeyleri yoktu. Ekmek istihkakları tamamen un olarak verilmekteydi. Daha önce çalışmaya gelen 5 ve 6 numaralı kamplarda oturan esirlerden merkez kampına iki günde altmışı geçkin hava değişimi ve istirahate muhtaç çok zayıf, nahif, tamamı ishal ve dizanteri hastalığına yakalanmış esir gelmişti. Bunu müteakip günlerde de diğer kamplardan çok sayıda hasta esir gelmiştir. Buradaki tüm kampların kumandanı Kolonen Sandomen’di. 3. Kamp kumandanı Teğmen Ovarid isminde genç bir subay yerine getirmekteydi. Bu subay amele işlerinde yorgunluk belirtisi gösteren, biraz istirahat etmek isteyen ve istirahate muhtaç olup da sabah vizitesine çıkmak istemeyen askerleri her an sopa ile darp ederek karşılık vermekteydi. Aynı darp işlerini askerlerin başlarında duran ve polis neferi diye tayin edilen Türk başçavuşlara da göstererek esirlerin şahsiyetlerine

1390 Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 100/34.

ve şereflerine karşı hakaretlerde bulunuyordu. 1 Şubat 1919 günü kamp kumandanlığına asaleten Yüzbaşı Reh tayin edilmişti. Bu zat geldiği günün akşamı bütün askerleri toplayarak bir saat dizüstü oturtmak suretiyle evvela bir ceza tertip etmiştir. O güne kadar pavyonlardan bir kısmı ikmal edilemediğinden oturdukları kulübeleri gece yarısına kadar karanlıkta yıktırarak bir taraftan diğer tarafa naklettirmek suretiyle sabaha kadar uyutmamıştır. Yoklama esnasında birçok asker mazeretlerine binaen vizite defterlerine bölük bölük isimlerini yazdırarak mazeretlerini bildirmiştir. İcap edenler hastaneye istirahat için gönderilmiştir. Bir müddet sonra yüzbaşı hastaneye de müdahale ederek hastanede istirahat için ayrılan yerde istirahatte olan askerlerin üzerine her vakit beraberinde taşıdığı demir bastonu ile hücum ederek esirlerin vücutlarına rastgele vurarak hepsini bulundukları istirahat haneden dağıtarak işe yollamıştır. Bir miktar asker kamp içerisinin ve dışarısının bakım ve temizliğinden bir miktar asker de iş başına giden arkadaşlarının ekmeklerini pişirmek için mutfaktaki ateşçilere yardım ve hizmet etmekten sorumludur. Kamp sorumlusu yüzbaşı bu iş için ayrılan askerlere müsaade etmeyerek cümlesini işe koşmak suretiyle askerlerin ne ekmek ve ne de yemek pişirmelerine müsaade etmiştir. Gün boyu çalışan esirler yorgun ve bitap halleriyle dönüşlerinde bizzat kendi yemek ve ekmeklerini yapıyordu. Sonraki günlerde Türk esirlerinin bir kısmı kamp haricinde İngiliz subay ve aileleri ile askerlere mahsus pavyonlar inşa etmek üzere ayrılmış geri kalanlar ise şimendifer işlerine gönderilmiştir. Yüzbaşı işbaşında bulunan askerlerin yanlarına gelerek teftiş maksadıyla gezerken acı çeken ve sebepsiz birçoklarını demir bastonuyla gelişi güzel ayırmaksızın darp etmiş ve yaralamıştır. Pavyon inşaatındaki askerleri de biraz istirahat etmek istemelerinden ve çabuk iş görmemelerinden polislerine varıncaya kadar cümlesini darp edip yaralamıştır. O günün akşamı darp edilen askerlerden hastaneye 27 kişi müracaatta bulundu. Bunlardan birinci neferin sol gözü darbenin şiddetinden görmez olmuş ve gözkapakları ödem tutarak tamamen kapanmıştır.

İki esirin son üst çene kemiği üzerine isabet eden darbeden dört dişini kırılmış, yanaklarında büyük yaralar meydana gelmiştir. Üçüncü esirin son kulağı üzerine ve arkasına isabet eden darbe kulağında kanamaya yol açmış ve işitme kaybına sebep olmuştur. Dördüncü esirin sol eliyle omzunun üzerine isabet eden darbe cilt altında büyük kanamalara ve yaralara sebebiyet vererek kolunu kullanamaz 511 hale getirmiştir. Beşinci erin her iki oturak yerleri üzerindeki darbeler büyük yara ile cilt altı yarılmalar ortaya çıkmış, iki misli hacminde ödemlere sebep olarak yürümesine ve oturup kalkmasına engel olmuş ve kampın civarından sedye ile hastaneye getirilmiştir. Altıncı esir askerin sağ yüzü üzerindeki darbe uzunlamasına bir kesik ile gözkapaklarının ve yanaklarının şişmesine sebep olmuş ağzından ve burnundan kan akarak göz yuvarlağı tamamıyla örtülmüştür. Yedinci esirin sol küreğiyle kaburgaları üzerine indirilen darbeler deri altına tesir ederek damarları çatlatmıştır. Sekizinci esir vücudunun muhtelif yerlerine aldığı darbeler ile yürüyemeyecek ve kalkamayacak duruma gelmişti. Dokuzuncu esir başına aldığı darbe ile derisinde 5-6 cm uzunluğunda yara açılmış, bilincini kaybetmiş ve yarasında ödem meydana gelmiştir. Aynı gün beş numaralı kamptan yine şiddete uğrayan ve yaralanan üç dört asker getirilmiştir. On beş kadar ishal olarak son derece zayıf düşmüş asker hastaneye sevk edilmiştir.

Bu kişilerin ifadelerine göre kamplarında askerlere karşı gösterilen şiddet ve yaralanma daha çok sayıdadır. Gözünü şiddetli darptan tamamıyla kaybetmiş bir asker kamp tabip yardımcısı bir Hintli tarafından merkez kampına tedavi için gönderilmek üzere arabaya bindirilerek yola çıkarılmışken kamp komutanı yüzbaşı tarafından görülüp geriye çevrilmiş ve kamp revirine yatırılmıştır. Gerek evvelkiler ve gerekse sonradan gelen tüm hasta ve yaralılar kamp revirinde tutulmaya başlanmıştır. Nefi Hulusi tüm yaralı esirler için gereken raporu istemiştir. İki saat sonra kamp komutanı revire gelerek birer birer hastaları muayene etmiş ve raporların gerekli olduğunu tasdik etmiştir. Tüm bu olaylara rağmen bir gün sonra aynı şiddet olayları tekrar yaşanmaya devam etmiştir. Bilhassa kamp içinde 1.000 küsur askere namaz kıldıran hafız ve herkesin saygısını kazanmış Konyalı bir er imam kisvesiyle angarya ve şimendifer amelesinde çalışmaya gönderilmiştir. İmam, öteden beri ve dört sene süren esareti süresince kamp kumandanlarının özel izniyle ancak kamptaki camilerde imamlık ve mübarek günlerde ve özel günlerde dini hizmet vermekle mükellef olduğunu ve angaryadan muaf bulunduğunu anlatmıştır. Kamp komutanı, bu niyetinden feragat edip çalışıncaya kadar sabahtan akşama kadar muhtelif zamanlarda nöbet tutturmuş, darp etmiş ve hapsetmiştir. Esirin direnmesi üzerine sırtüstü yatırılarak elleriyle ayakları toprak üzerinde gerilip kazıklara bağlatılarak güneş altında bir hayli zaman bırakılmak suretiyle cezalandırılmıştır. En son 512

yüzükoyun yatırılarak elleri ayakları bağlanmış olduğu halde darp edildiği tüm esirler tarafından görülmüştür. Akşamüstü bu imam sedye ile hastaneye getirilerek yatırılmış, sırtında 20’den fazla değnek izi görülmüş ve rapor düzenlenerek başhekime gönderilmişti. Ertesi sabah istirahate ayrılan askerler zorla tekrar angaryaya gönderilmeye çalışılmıştır. Esirlerden sorumlu Nefi Hulusi bu durum üzerine başhekime giderek ve tüm olayları tekrar anlatarak esirlerin zorla angaryaya gönderilmesi durumunda bir Türk subayı olarak vicdanının kendi milleti hakkında reva görülen bu zulme ve medeniyet dışı davranışa karşı tahammülü olamayacağını beyan ederek görevi bırakacağını söylemiştir. Aksi takdirde bir üst merci olan Thatmyo fırkası başhekimliğine münacata mecbur kalacağını anlatmıştır.

Nefi Hulusi Bey kamp başhekimi tarafından kendi askerlerini gereksiz bir milliyetperverlik ile korumaya çalışmakla ve lüzumsuz yere birçok defalar esirlere istirahatler vermekle suçlanmış ve bundan sonra Hintli yardımcısı ile iş göreceğini söylemiş ve hakarete etmiştir. Bir üst mercideki fırkaya giden raporlar orada ciddiye alınarak kamp teftişi için başhekim bir albay görevlendirilmiştir. Başhekim albay daha önceden şimendifer amele işlerinde güç yetiremeyecekleri ağır şartlarda çalıştırılan ve hastaneye sevk edilen malul askerleri birer birer muayene ederek bu duruma gelmelerinin sebebi sormuştur. Aynı zamanda darp ve yaralanma suretiyle hastaneye yatırılan askerleri de teftişten geçirerek durumlarını kendi doktorlarından sormuştur. Meselenin ehemmiyet ve nezaketinden dolayı kamp kumandanı bir gün önce akşamüstü değiştirilmiş hasta yatan ve şiddete maruz kalmış imam da kolordu merkezi olan Rangoon’a sevk edilmiştir. Bir gün sonra 7 Şubat 1919’da akşamüstü Nefi Hulusi Bey Hindistan karargâhından özel bir emir ile Türkiye’ye gönderilmiştir.[594]

Yüzbaşı Nefi Hulusi Bey’in kampa gelişinden iki sene sonra 1917 senesi Ocak başında tüm subay, yüzü aşkın çalışamayacak durumda ve hastanedeki hastalar, sağlık işlerine ve hastalara nezaret etmek üzere zayıf kişiler Meiktila esir karargâhına vapur ile sevk edilmişlerdir. Biri orta, ikisi küçük hacimde ve hacimleri çok sınırlı üç vapurun güverte, kazan ve ocaklarının etrafında ve alt üst katlarında çok miktarda olan bedbaht esirler balık istifi misali, bir Hükûmetin subay şan ve şerefine yakışmayan gayet fena hayat ve sağlık şartları altında yeni karargâhlarına sevk edilmiştir. Dört gün dört gece süren nehir yolculuğundan sonra vapur ve şimendifer iskelesi olan Mincan kasabasına ulaşılmıştır. İstasyonda hastaları teslim almaya görevlendirilmiş İngiliz sağlık subayı hastaların vapurdaki insanlık dışı halini görerek esirlere acımıştır. Yüzbaşı Nefi Hulusi Efendi Thatmyo kampına dönmüştür.[595]

Yaklaşık 6 dönüm toprak işlenmek için ayrılmıştı. Bir baş bahçıvan, 2 tecrübeli bahçıvan ve 8 bahçıvan, sırasıyla her biri aylık 4,87, 3,89 ve 2,60 dolar alacak şekilde istihdam edilmiştir. Tecrübeli olmayan bahçıvanların sayısı azaltılmıştır. Sebzeler subaylara düşük ücretler karşılığında satılmaktadır. 40 dönümlük bir alanın, nehirden su pompalayarak tüm kampa sebze temin edecek şekilde işlenmesi için bir plan yapılmaktadır, fakat şu an için bu plan askıdadır ve gerekli çalışmalar devam etmektedir.[596]

Marangoz Atölyesi: Aylık 6,49 pound karşılığında iki baş marangoz ve aylık 4,87 dolar karşılığında 6 tecrübeli yardımcı istihdam edilmiştir. Gereken şekilde çok sayıda tecrübesiz işçi günlük olarak 0,08 dolar karşılığında istihdam edilmektedir.[597]

Duvarcılar: Kampta aylık 4,87 dolar karşılığında bir baş duvarcı, günlük 0,12 dolar karşılığında 4 tecrübeli yardımcı istihdam edilmiştir.[598]

Terzi Dükkânı: Kampa dikiş makineleri satın alınmış ve 4 terzi istihdam edilmiştir. Müşteriler için yapmış oldukları çalışmaların karşılığı olan miktarın %’ü terzilere ödenmekte ve kalan %’lük kısım ise makinelerin, iğnelerin ödemelerinin yapılması için kullanılmaktaydı.[599]

Ayakkabı Tamircisi: Terziler ile beraber 4 ayakkabı ustası çalışmaktadır.[600]

Hasırcı Dükkânı: Dört hasırcı, terziler ile aynı şartlar altında istihdam edilmektedir.[601]

Bir maden                suyu fabrikası tamamen esirlerin        kendileri tarafından

çalıştırılmakta ve    çalışmaları için çeşitli sayılardaki insanları istihdam edebilmektedirler. Fabrikanın kazançlarından kendilerine ödeme yapılmaktadır. Bir esir bir dükkânda kahve satmaktadır. Birkaç esir sigara benzeri şeylerin satımı için küçük tezgâhlarda durmaktadırlar.[602]

Hintçe konuşan bir esir, kamp emirlerinin tercüme edilmesi ve çeşitli işler karşılığında aylık 4,87 dolar ödeme almaktadır. İki aşçı, üst sınıf sivillere yemek pişirme karşılığında, kişi başına aylık 1,62 dolar almaktadır.[603]

İngilizce konuşan bir Türk, polise yardım etmekte ve günlük 0,16 dolar almaktadır. İngiliz askerler yerine Türkleri, İngiliz askeri inzibat astsubayının emri altında polis olarak istihdam etme planı ortaya çıkmış ve bazı şahıslar iş ile ilgili olarak eğitilmişler, ama buna izin verilmemiştir.[604]

Kamu İşleri Bürosu dikenli tel örgü taşıyan direklerin yerine güçlendirilmiş beton sütunlar yapmak için 8 esiri istihdam etmektedir ve bu esirlere günlük 0,08 dolar ödeme yapılacaktır. Esirler, aynı ücret karşılığında, aynı zamanda asfalt yol yapımı amacıyla çakıl taşları toplamak için de istihdam edilmektedirler. 2 veya 3 esir yeni esirlere verilen numaraları damgalama işinde çalıştırılmaktadır ve onlar da günlük 0,08 dolar kazanmaktadırlar.[605]

Meiktila kampında bulunan 4.000 esirden sağlık durumları iyi olanlar yapılan muayene sonucu çalıştırmak için ayrılmıştır. Çalıştırılmak için ayrılan 1.500 esirin arasından çok zayiat verilmiştir. Ölümlerin sebebi aşırı sıcaklar ve yetersiz beslenmedir. 1.500 esir 100 kişilik bölüklere ayrılmıştır. Esirler genelde hemşerileri ile beraber aynı bölükte olmak istemişlerdir. Her bir bölük Çorumlular, Kayserililer, Kastamonulular, Konyalılar ve İzmirliler gibi bir şehir ismi ile anılır olmuştur. Esirler Birmanya’nın yeni yapılan demir yollarında molasız ve insafsızca sabahtan akşama kadar çalıştırılmıştır. Bu şartlar altında her gün esirlerden bazıları hasta olmaktadır. Bir süre sonra ölümler başlamıştır. Tüm esirler anlaşarak hep birlikte bu şartlar altında zorla çalışmama kararı almışlardır. Sabah yoklamadan sonra esirler oturmuşlar ve ayağa kalmamışlardır. Kamp yetkilileri tüm baskılara ve zorlamalara karşı esirleri çalışmaları için ikna edememişlerdir. Birinci bölükten, sopa ile vurulmalarına ve şiddet uygulanmasına rağmen kimse ikna olmamış ve durum komutanlara bildirilmiştir. Kamp komutanının nasihati, bu durumun emre itaatsizlik olduğunu söylemesi, ceza ve tehdidi fayda etmemiştir. İngiliz askerleri getirilerek birinci bölüğün etrafı silahlar ile sarılmıştır. Çorumlu Delibalta oğlu Ahmed bu sırada bir İngiliz askerinin silahını ele geçirmiş bu durum esirler arasında daha bir ateşlenmeye sebep olmuştur. Birinci bölüğü ikna edemeyen İngilizler en sondaki on beşinci bölüğe şiddet uygulamışlardır. Bu bölük ayağa kalkarak işe çıkmak zorunda kalmışlardır. Arkasından diğer bölükler de işe gitmişlerdir. Sadece birinci bölüğün etrafı askerler ile çevrili kalmıştır. Birinci bölük zorla çalıştırılamamış fakat başla bir yere götürülerek orada bir müddet arkadaşlarından ayrı tutulmuşlardır. Burada kendilerine sigara, şeker ve kahve verilmemiştir. Bir ay sonra çalışmaya ikna edilmişlerdir. Esirlerin çalıştırıldığı yer Bugayla denilen bir yerdir. Esirler ağır şartlarda ve sıcak havada çalıştırılmalarından, gıdalarının yetersizliğinden ve verilen suyun kötü olmasından dolayı pek çok hastalığa yakalanmıştır.1402 [606]

Shwebo esir kampı nekahet kampı olması sebebiyle bu kampta esirler için koğuş angaryaları dışında hiçbir zorunlu iş yoktu. Bu kampta kalan esirler geçici süre kalmakta, nekahet dönemini geçirdikten sonra kamplara gönderilmekteydi.[607]

Osmanlı ile İngiltere Hükûmeti arasında esirlerin zorunlu ve ağır işlerde çalıştırılması ciddi bir sorun haline gelmiştir. İki devlet arasındaki bu konu ile ilgili bir sorun da esirlere çalıştırılmaları karşılığı ödenen ücretti. Osmanlı Hükûmeti İngiltere Hükûmetinin esirleri çalıştırmaları karşılığı yeterli düzeyde ücret ödemediğini savunmuştur. Londra Savaş Merkezi, 20 Temmuz 1918’de Hollanda Temsilciliği aracılığıyla Osmanlı subaylarının ödemelerine ilişkin Babıali’ye verdiği cevapta 1 Nisan 1918 tarihinden itibaren İngilizlerin elinde savaş esiri olan tüm Osmanlı subaylarına günlük 4 şilin ödeme yapılması talimatı verildiğini açıklamıştı. Londra Hindistan Ofisi, 21 Kasım 1918’de Türk savaş esirlerine yapılan ödeme ile ilgili yeni bir açıklama daha yapmıştır. Hindistan Hükûmeti Kraliyet Maaş İzni’nin 928. paragrafa göre Türk, Alman ve Avusturya savaş esirlerine ve tutuklu sivillere İngilizlerin yalnızca yarısı kadar ödeme yapılması talimatını verilmişti. Çalışma karşılığında yapılan ödeme oranları tercümanlar, baş fırıncılar, mahkumlardan sorumlu görevliler hariç Türk savaş esirleri açısından yarı oranda belirlenmişti.[608]

Savaş Merkezi’nin 15 Ocak 1918 tarihli mektubunda bulunan talimatlara göre tercüman olarak görevlendirilecek olan savaş esirlerine günlük 5d şartıyla saatlik % oranında ödeme yapılması teklif edilmişti. Buna rağmen Hindistan’daki savaş esirleri kampında, 1.000 kişiden biri oranında bulunan sivil tercümanlar yalnızca tercümanlık yapmakla kalmayıp, aynı zamanda gelen ve giden tüm evraklar üzerinde denetçilik de yapmaktaydılar. Bu şahısları elde bulmak güçtü ve Mısır ve Kıbrıs’tan çok sayıda tercüman getirmek zorunda kalınmıştı. Bu zorluktan dolayı az sayıda savaş esiri bu sivil tercümanlara Kraliyet Maaş İzni’nin 926. maddesine göre ödeme yapılmıştı. Buna rağmen bu esirlerin yeni oranlar ile çalışmayı reddedecekleri anlaşılmış ve bu konuda zorlama söz konusu olamayacağı için bunların yerine aylık 200 Rs’den az olmayacak bir maaş verilerek başka sivil tercümanlar ile çalışmak alternatif bir çözüm olmuştu. Bu yüzden bazı savaş esirleri tercümanları ile İngiltere’deki kamplarda bulunan sivil tercümanlara Askeri İdare Kurulu talimatına göre ödenen miktarı geçmeyecek şekilde eski orana göre çalıştırma kararı alınmıştır.[609]

Türk savaş esiri olan fırıncılardan ekmeğin pişirilmesi sürecinde denetleme görevini yürütmesi için bir kişi istihdam etmek ekonomik anlamda gerekli görülmüştü. Bu nedenle bu baş fırıncılar ile ilgili 20’den fazla çalışanı denetleyen, resmi olmayan görevi gerçekleştiren her bir usta için bu iş koluna mümkün olduğunca yakın bir ücret olan, Kraliyet Maaş İzni’nin 926. maddesinde belirtilen oranların yarısı kadar ödeme yapılmasını uygun bulunmuştu.[610]

Çavuştan binbaşı dahil esirlerden sorumlu görevliler de ödemelerde istisna kılınmıştı. İlk olarak Hindistan’da Osmanlı savaş esirleri için kamp kurulduğunda, bu esirleri gruplara ayırma ve kendi aralarından idari işler ve disiplinin sağlanması için seçilen birinin emrine sokma ihtiyacı doğmuştu. Böylelikle hem dil sorunu aşılacak hem de bu yöntem sayesinde kalifiye konumda olan İngilizleri çalıştırmaya gerek kalmayacaktı. Resmi olmayan bu görevlilere aylık Rs.17-8-0 ve Rs.10-0-0 oranlarında ödeme yapılmasına karar verilmiştir. Bu şekilde ödeme yapılan sürecin uzaması ve devamında gelen tatmin edici sonucu dikkate aldığında, bu sisteme devam etmekten vazgeçilmesi veya maaşların azaltılması durumunda kamplarda huzursuzluğun baş göstereceği düşünülmüştü. Ayrıca bu ödemeler ile harcanan para İngiliz görevlilerin çalıştırılması halinde ödenecek olan miktardan çok daha az olma özelliğine sahipti. Bu nedenle en fazla bu oranlarda ödeme yapmaya devam etme kararı alınmış ve uygun bir zamanda bu ücretlerin komutanın inisiyatifine bağlı olarak düşürülmesini uygun bulunmuştu. Askeri İdare Kurulunun talimatına göre berber ve aşçı gibi ödeme yapılmasına gerek duyulmayan işlerde, savaş esirleri kamplarındaki bazı şahıslara da ödeme yapılması uygun bulunmuştu. Fakat daha sonra bu ödemeler, ödemelerle ilgili ordu talimatına göre kaldırılmıştı. İnzibat çavuşu ve askeri polis olarak görevlendirilen savaş esirlerinin ödemeleri, 15 Ocak 1918 tarihli Savaş Merkezi mektubunda belirtilen hususlar neticesinde kesilmişti.[611]

1.1.3                        Kıbrıs Esir Kampında Esirlerin Çalıştırılması

Kıbrıs kamplarında Türk savaş esirlerinin çalışmak için kamptan dışarı çıkmalarına müsaade edilmemiştir. Buna rağmen Kıbrıs’ta tutulan esirlerin bir kısmı Süveyş Kanalı’nda konuşlandırılan İngiliz askeri birliklerine gönderilen kereste ve lojistik malzemenin Mağusa limanından yükletilmesi işinde amele olarak çalıştırılmıştır. Böylece kampta zeytin çekirdeklerinden yaptıkları tespihleri ve tahtadan yaptıkları sigaralık birtakım küçük eşyaları limanda gemilere yük yüklemek için kamptan çıktıklarında Kıbrıslı yerli Türklere hediye etmişler ya da satmışlardır.[612] Bu hediyelerden birisi olan Çanakkale ve Anadolu işlemeli ay- yıldızlı iki sigaralık Gazi Mağusa’da Hüseyin Nafi Bey’de bulunmaktadır. Türk askerleri Anadolu ve vatan aşkını, memleket sevgisini yaptıkları kaşıklıklara ve sigaralıklara Anadolu’ya ait motifleri işleyerek göstermişlerdir. Hüseyin Nafi Bey’e hediye edilen sigaralığın bir yüzüne Çanakkale diğer yüzüne de Anadolu haritası yapan esirler ‘Ey vatan, güzel vatan.’ yazarak da vatanlarını ne kadar sevdiklerini tüm dünyaya ilan etmişlerdir.[613]

Kötü kamp şartlarının yanı sıra esirlerin zorunlu çalışmaya mecbur bırakılması esirler arasında ölümlere de sebep olmuştur. Kıbrıs’tan askeri amaçla taşınan kerestelerin ormandan kesilmesi, işlenmesi ve gemilere yükletilmesi, Mağusa surlarının tamir edilmesi ve maden ocaklarında çalıştırılması esirler için kampın şartlarını daha da ağırlaştırmıştı.[614] Esirler zorunlu olarak çalıştırılır ve Mağusa surlarının onarımına giderlerken gözleri bağlanırdı. Yazın sıcak hava, kışın da soğuk hava açısından son derece elverişsiz olan barakalar pek çok Türk esirinin ölümüne sebep olan diğer bir sebeptir.[615]

1.1.4                        Selanik Esir Kamplarında Esirlerin Çalıştırılması

Esirlerin esir kamplarda nasıl bir hayat yaşadığını ve bu hayatın zorluğunu öğrenmenin en kolay yolu esirlere yaptırılan zorunlu işlere ve bu işler için kendilerine yapılan ödemeye bakmaktır. Türk esirlerinin Selanik esir kamplarında özellikle maden ocakları olmak üzere yol yapımı, demiryolu döşeme gibi çok ağır işlerde çalıştırıldıkları İngiliz Selanik Kuvvetleri tarafından tutulan Savaş Günlükleri incelendiğinde görülmektedir. Ayrıca Esirlerin çalışma kamplarında çalıştırıldıkları, bu günlüklerin yanı sıra esirlerin esaret sonrası verdikleri ifade veya yazdıkları anılarda da geçmektedir. O.C. Dranista madencilik şirketi ile kamp yönetimi arasında kış ayları süresince çalıştırılacak Türk savaş esirlerinin işçilik saatleri ile ilgili görüşmeler yapılarak anlaşmaya varmıştır. Ekim 1918’de Türk esirlerin Dranista’daki linyit madeninde grup olarak çalıştırıldığı görülmektedir. Bunun yanı sıra Pernik maden ocaklarında çalıştırılmak üzere 30 Ekim 1918’de Türk savaş esirlerinin işe alınmasıyla ile ilgili olarak şirketteki Bulgar Askeri Kumandan ile Teğmen Dorrington tarafından bir görüşme yapılmıştır. 13 Kasım 1918 günü Bulgar Kumandandan yerleşkenin Sırplar tarafından yürütülen işlerin Türkler için hazır olduğunu bildiren bir bildiri alınmıştır. 8 Kasım 1918 günü 26 Türk savaş esirinin günlük olarak Randomir’e kömür madeninde çalışma için gönderilmesine karar verilmiştir. 23 Mart 1919 tarihinde Marsh Pier esir kampından 219 Türk savaş esiri Seres yolunda çalışmak üzere kamptan ayrılmıştır. Langevuk kampında bulunan Türkler Mart ve Nisan 1918 tarihleri süresince Selanik ve Stavros yolunda çalıştırılmıştır. Her gün 4 takım halinde 150-160 civarında Türk savaş esiri günlük yaklaşık 8 saat boyunca çalışmak zorunda kalmıştır. 6 Şubat 1919 günü Türk savaş esirlerinden 67’si R.S.O için; 13’ü R.T.O için çalışmak üzere sevk edilmiştir. 24 Aralık 1918 günü Türk savaş esirlerinin R.S.O için atık yığınında 8 saat çalıştığından günlüklerde bahsedilmektedir. Noel sebebiyle 25 Aralık 1918’de çalıştırılmayan Türk esirlerden 83’ü, 26 Aralık’ta R.S.O için atık yığınında çalışmaya zorlanmıştır. Bu zorunlu çalışma yükümlülüğü sürekli devam etmiştir. Günlükte 14 Ocak 1919 günü Türk savaş esirlerinin 68/’i R.S.O için; 13’ü R.T.O için gönderilmiş, 11’i ise kamp işlerine bırakıldığı yazmaktadır. 2 esir hasta olması sebebiyle çalıştırılmamıştır. 21 Ocak 1919 günü ise Türk savaş esirlerinden 67’si R.S.O için; 13’ü R.T.O için gönderilmiştir. Geride kalanlara kampta iş verilmiş hiçbir esir başıboş bırakılmamıştır. Ocak, Şubat ve Mart 1919 ayları boyunca yaklaşık aynı sayıdaki esirler pazar hariç her gün R.S.O. ve R.T.O için çalışmak üzere çalışma kamplarına gönderilmiştir. Geri kalanlara da her zamanki gibi kamp işleri yaptırılmıştır. Çalışmalar yağmur ve soğuk dinlememiş tüm esirler olumsuz hava şartlarına rağmen az da olsa yarı mesai ile çalıştırılmıştır. 10 Şubat 1919’da esirlerin olumsuz hava şartlarında 4 saat çalıştırıldığı günlüklere yansımıştır. 3 Aralık 1917’de Ajvasil kampından 450 Türk esiri sıkı güvenlik tedbirleri altında grup çalışmasına katılmak üzere sabah 07.30’da ayrılmış ve çalışma grubuna gitmiştir. Yaklaşık bu sayıda esirler ay boyunca değişik kamplara çalışmaya gönderilmiştir.

Esirlere çalışmaları karşılığı ödemeleri az da olsa yapılmıştır. 21 Kasım 1918 tarihinde Salamanlı esir kampında çalışan İngiliz personel ve Türk savaş esirlerine ödeme yapıldığı İngiliz Selanik Kuvvetlerinin hazırladığı Savaş Günlüğü’nde yazmaktadır.1412 [616] Esirlere yapılan ödeme ile ilgili bu kamplarda bulunmuş olan

Osman Ertaş, esir kamplarında 1,5 sene çalıştırıldığını ve ayda 25 kuruş kendilerine ödeme yapıldığını söylemektedir.[617]

Kampın çalışma şartları oldukça ağırdı. Noel, bayram veya pazar günlerinde esirler çalıştırılmamış olsa dahi bu günlerde ya kamp işleri yaptırılmış ya da bir gün sonra açık kapatılmaya çalışılmıştır. 25 Aralık 1918 günü Noel olması sebebiyle Türkler çalışma kamplarına gönderilmemiş, buna rağmen kamptaki gerekli tüm angarya işler esirlere yaptırılmıştır. Ayrıca pazar günleri de Türk savaş esirlerine çalışma zorunluluğu getirilmemiş yalnızca kamptaki günlük işler verilmiştir. Bu günlerde esirler kampta kalarak çamaşır yıkama ve banyo yapma gibi kamp işleri yapmak zorunda bırakılmıştır. Örneğin Salamanlı esir kampında 16 Şubat 1919 Pazar günü Türk savaş esirleri için banyo hazırlanmış ve İngiliz personel tarafından temizlik konusunda teftiş edilmiştir. Kampta esirler bir günlük izinlerinde dahi serbest bırakılmamıştır.[618]

Kampların çalışma şartları da çok kötüdür. Esirler sık sık hasta olmakta ve çalışamaz hale gelmektedir. Çalışamayacak derecede hasta olan esirler o günlerde çalışma kamplarına gönderilmemiş ve kendi kampında kalmışlardır. Ayrıca kamplarda bulaşıcı hastalıklarda görülmüştür. Aralık 1918’de ölen esirlerden birisinde tifüs hastalığı ortaya çıkmış ve tüm Türk esirler madenden çekilmiştir.[619]

Esirlerin hatıratlarına bakıldığında kamp yönetiminin çalışma şartları konusunda çok acımasız olduğu görülmektedir. Kamplara yerleştirilen esirlere ancak 15 gün için istirahat izni verilmiş, hemen bu sürenin ardından esirler çeşitli yerlerde çalıştırılmaya gönderilmiştir. Tüm esirler sabah 05.00’te içtimaca kaldırılıyor, 2 saatlik yoklama ve kahvaltı ardından 07.00’de iş başı yaptırılıyordu. Esirler iskelelerde, şoselerde ve fabrikalarda çalıştırılmaktaydı. Bir çalışma kampında iş biter ise esirler, yeni gruplar oluşturularak bir başka kampa sevk edilmekteydi. Selanik kamplarında her esir mutlaka bir işte çalıştırılmıştı. Kamplarda çalışmayan esirlere Dudular esir kampında olduğu gibi hayvan da baktırıldığı olmuştur.[620]

Selanik kamplarını ziyaret eden Kızılhaç heyeti de yazdıkları raporlarında esirlerin çalıştırılması konusuna yer vermiştir. Heyete göre Dudular kampında işçi sayısı az olduğu için esirlere zaman geçirmeleri için çeşitli işler verilmiştir. Bu kampta çalışma saatleri sabah 08.00-12.00, öğleden sonra ise 14.00-17.00 arasındadır. Kampta Macarlar cephaneleri taşımak için kullanılmıştır. Türkler ise paketleme için kullanılmış ve erzakların götürülme ve taşınma ile sorumlu tutulmuştur. Aldıkları maaş saatliğine on kuruştur. İngiliz subaylar Osmanlı esirlerinin bütün yaptıkları işlerden övgü ile bahsetmektedirler.[621]

Karaissi esir kampında da Dudular esir kampında olduğu gibi esirler çalıştıkları her saat için 10 kuruş maaş almışlardır. Sağlık personeli İngiliz askerleri de aynı maaşı almaktaydı. Oduncu, terzi, ayakkabıcı ve diğer iş yapan kişiler de aynı maaşı alıp çalışmaktaydı. Tarlalarda çalışan kişilere yalnızca bunun yarısı verilmekteydi. Her esirin çalışma saati günlük sekiz saat olup hafta bir gün izni vardı.[622] Ayakkabıcılar ve terziler kampta elbise ve ayakkabı tamiri yapmaktaydılar. 100 Bulgar esir hastane deposunda çalışmaktaydı. /3 esir de oduncu olduklarından her zaman yapacak iş bulabilmekteydiler.[623]

Kalamaria esir kampında iş saatleri her esir için aynıdır. Esirler sabah 08.00’den öğlen 12.00’ye kadar ve öğleden sonra saat 14.00’den 17.00’ye kadar çalışmak zorundadır. Pazar günleri ise esirler kampta dinlenebilmişler ve okumaları için kitap ve dergi alabilmişlerdir.[624]

1917’nin sonundan itibaren Yunanistan’da görevlendirilen ve eskort memuru olarak vazife yapan Borgonon, Langevuk’tan Stavros’a giden hafif demiryolu inşasında çok yararlı bir şekilde istihdam edilen 900 Türk savaş esiri bulunduğunu söylemektedir. Esirler, yüksek ücret oranları düşünüldüğünde çok iyi çalışmaktadır. Günde yaklaşık 4 drahmiye eşit bir ücret almaktadırlar. Çok iyi beslenmekte ve genel olarak çok iyi bakılmaktadır. Esirler kamplarda 4 ya da 5 kişilik bir silahlı eskort ile yaklaşık 50 kişilik gruplar halinde çalışmışlardır. Borgonon’ın görevi esirlerin yaptıkları işleri denetlemek ve muhafızların esirleri izleyip izlemediğini kontrol etmektir. Esirlerin çalıştıkları alan yaklaşık 10 mil karelik bir sahaya yayılmıştır.[625]

Çalışma kampına çalıştırmak için getirilen esirlerden bazıları demiryolu inşaatının askeri bir yapıya sahip olduğunu ileri sürerek işe gitmeyi reddetmiştir. Komutanlar, esirlerin çadırlarını yıkarak esirleri gece yarısı barınaksız bırakma ile cezalandırma yolunu denemişler fakat ertesi gün esirler hala çalışmamakta ısrar etmişlerdir. Bu yüzden ekmek istihkakları kesilmiştir. Bir gün sonra sularının kesileceği söylendiğinde esirler grevi bitirmiştir. Direnişin son bulmasında Türklerin suya düşkün olması önemli bir ekten olmuş ve bu yüzden hepsi sabah çalışmaya başlamışlar ve yönetime sıkıntı çıkarmamışlardır.[626]

1.1.5                        Malta Esir Kampında Esirlerin Çalıştırılması

Malta esir kamplarında genelde siyasi tutuklular ve Mısır esir kamplarında kalmaları sakıncalı görülen üst rütbeli subayların kalması sebebiyle esirlerin çalıştırılması söz konusu olmamıştır. Buradaki esirler genelde odalarında ve yakın çevrede serbestçe yaşamışlardır. Bu özgürlüğe karşı esirlerin üzerlerinde ciddi bir güvenlik kontrolü de uygulanmıştır.

3.6                        Esir Kamplarında Esirlerin Mallarına El Konulması

Kampara getirilen esirlerin kampa girişte üstleri ayrıntılı bir şekilde aranmış ve tüm değerli eşya, mal ve paralarına el konulmuştur. El konulan eşya ve paralar için esirlere makbuz verilmiştir. Esirler ihtiyaçları halinde bu paradan kullanabilmişlerdir. Çoğu zaman ise bu kural işlememiş, esirlerden alınan paralar esaret sonrasına kendilerine verilmemiştir. Bazen esirlerden makbuzlar değişik sebeple alınmış ve esirler herhangi bir hak iddia edememiştir. Bazı esirler esaret sonra evlerine döndüklerinde bu eşyalarının ve paralarının peşine düşmüş ve yetkili kurumlara başvuruda bulunmuştur. Özellikle bazı İngiliz askerleri cephede esirleri ilk ele geçirdiklerinde esirlerin ellerinden değerli eşyalarını hediye diyerek almışlar ve Türk esirleri bu duruma karşı koyamamıştır.

3.6.1                         Mısır Esir Kamplarında Esirlerin Mallarına El Konulması

İngilizler tarafından Mısır esir kamplarına getirdikleri esirlerin kampa ilk girişte üstleri aranmış ve ne kadar değerli şahsi eşyası varsa el koymuştur. Esaret sonrası geri verileceği söylenen eşyalarına karşılık kendilerine bir makbuz verilmiştir. Mısır’da neredeyse tüm kamplarda geçerli olan bu uygulamanın gerçek olduğunu Kızılhaç heyeti raporlarında da yalanlanmamaktadır. Hatta raporda Kahire Kalesi esir kampında esirlerin çoğunun, kampa getirildikleri zaman üzerlerinde yüklü miktarlarda paraları olduğu, diğer kamplardan farklı olarak sadece bu kampta esirlerin paralarına en konulmadığı ve esirlere bırakıldığı yazılmıştır.1423 [627] Kızılhaç raporları dahil olmak üzere Genelkurmay ATASE Arşivi, Osmanlı Arşivi ve hatıratlarda el konulan para ve değerli eşyalar ile ilgili çok sayıda belge bulunmaktadır. Örneğin Başhekim Kadri Bey’in Kızılhaç Arşivinde yer alan belgeler arasındaki raporunda İngilizlerin Cenevre Antlaşmasının 9. ve 12. maddelerine riayet etmedikleri ve doktorlara hakaret edildiği ve eşyalarına da el konulduğu anlatılmıştır.[628]

Genelkurmay ATASE Arşivinde yer alan askerlerin esaret sonrası verdikleri ifadelerinde en çok şikâyet ettikleri konulardan birisi kampa girişte para yüzük, tabaka ve buna benzer tüm kıymetli eşyalarına İngilizler tarafından geri verilmek üzerine el konulmuş fakat bir daha iade edilmemiştir. Konya Erkan-ı Harbiyesi Şubesi İkinci Ordu Müfettişliğinden 9 Ağustos 1919 tarihinde Harbiye Nezaretine gönderilen raporda Tel EL-Kebir esir kampında gözleri kör edilen üç ama esire ait on üç adet sim-i mecdiyeye sevk sırasında esaret sonrası iade olunacak bahanesiyle İngilizler tarafından el konulmuştur. Esaret sonrası elinde el konulan mallara ait makbuzu olmasına rağmen 13 mecidiye gümüş para sahibine iade edilmemiştir.[629] Tel El-Kebir esir kampında iken maluliyetlerine sebebiyle geri dönen üç asker ifadelerinde gözleri sebebiyle Kantara hastanesine götürülecekleri vakit İngilizlerin

tüm esirlerin paralarına el koyduklarını ve kendilerine bir senet verdiklerini söylemiştir. Esirlerin terhis edeceklerine yakın paraları iade edileceğini gerekçesiyle mühürlü senetleri geri alınmış, yerine mühürsüz senetler verilmiştir.[630] Bu askerlerden bir diğeri Balıkesirli hesap memur yardımcısının Hicaz’da “Kahire’ye” diye adlandırılan lambasını alınmış ve iade edilmemiştir.[631]

İki gözü kör edilen Boyabad kazasının İspirli köyünden Ali oğlu Fehmi parasını kaptırmamayı başarmış fakat para bulmak amacıyla esirlerin parasının nasıl detaylı bir şekilde arandığına dair bilgiler vermiştir. Diğer esirlerden farklı olarak parasını iyi saklayabildiği için muayene sırasından parası bulamamış ve alınamamıştır. Fakat arkadaşlarından parası olanların tüm parası alınmışlardır. Esirlere ait parayı bulmak için ağzına baktıkları gibi esirlerin makatları da parmakları sokularak aranmıştır.[632]

Mısır’da esarette iken paralarına el konulan bir diğer asker 20 Ağustos 1918 tarihinde İngiliz ordusuna esir düşmen Osmanlı 7. Fırka sertabibi Binbaşı Abdullah Tevfik’dir. Abdullah Tevfik 29 Eylül 1918’de Nil Nehri'nin batı yakasında ve Kahire’nin yaklaşık 20 km güneybatısında esirlere mahsus Gize Hastanesinde tedavi altına alınmış burada üzerindeki para ve değerli eşyalara el konulmuştur. 10 Kasım 1918’de Seydi Beşir esir karargâhından İstanbul’a sevk olunan Binbaşı Abdullah Tevfik Efendi hastanede el konulan parası ile ilgili bir dilekçe vermiştir. Verdiği dilekçede Gize hastanesinde bulunduğu sırada üzerindeki 28 Osmanlı altını ile 35 Osmanlı yüzlük banknotunun hastane kasasına teslim edilmek üzerine alındığını ve karşılığında makbuz verildiği yazmıştır. Gerek tedavisi sonrası hastaneden gerekse İstanbul’a döndüğünde yetkililerden parasını istemiş ise de kendisine verilmemiştir. Esirin durumu İngiliz İrtibat Zabiti Yarbayı Crawford’a bildirilmiş ise de kendisi İngilizce makbuzun aslını görmek istemiştir.[633]

Seydi Beşir esir kampının esaret şartlarını anlatan bir esir de Yedek Subay Mülâzımısâni Tevfik Efendi’dir. Tevfik Efendi’nin ifadesine göre esir oldukları zaman ellerinde bulunan Osmanlı altın paraları alınarak dönüşlerinde ellerine Mısır banknotu verilmiş ve bunun için de birçok defalar aşağılanmışlardır.[634]

Esirlerin Mısır esir kamplarında çektikleri sıkıntıların yanı sıra değerli eşyalarının ellerinden alınmasını göz önüne seren bir başka belge Kızılhaç Arşivindedir. Kamplarda Türk doktorlarının sandıkları kırılmış ve eşyalarına el konulmuştur. Hicaz Sıhhiye Hekimi Binbaşı Faik Fikret’in raporunda esir alınan Türk hekim subaylarına reva görülen davranış şu şekilde anlatılmaktadır:[635]

“Süveyş’te, açık bir kampta (Sıhhiye Ofisi) sandıklar kırıldı ve içindekiler yağma edildi. Kumaş parçaları, mercan teşbihler, gümüş kaplamalı kamçılar, halı gibi özel eşyalarımıza el konuldu. Selanik’teyken makbuz karşılığında, Mısır’a sürgün gönderilen aileme ulaştırılması için Marsh Pier Bölgesi komutanlığına 34,5 Mısır lirası teslim ettim. Bu meblağdan 16,5 lira aileme teslim edilmedi. Bana ise postada kaybolduğu söylendi. Marsh Pier Bölgesi Komutanlığına başvurmamam için bendeki makbuza el koydular.”

Cidde hastanesinde doktor olarak görev yaparken iken esir düşen ve ilk kafilede yurda dönen bir binbaşının verdiği ifadede Kahire’de iskân edildikleri Mehmed Ali Paşa Kışlasında tutulan subay ve memurların aile ve çocuklarından bahsetmektedir. Çöl ortasındaki subay karargâhının yatak takımları çok kötü olup sandalye ve masadan fazlasını vermekten imtina etmektedirler. Subaylara gösterilen muamelenin medenî bir Hükûmete layık olmayacak bir tarzda bulunduğu yazılı olarak heyete bildirilmiştir.[636]

İngiliz askeri yetkilileri tarafından malul esir kabul edilerek Türkiye’ye iade edilen Gelibolu Seyyar Jandarma Taburundan Abdürrahim, bu kampta kalırken gördüklerini esaret sonrası verdiği ifadesinde anlatmıştır. Mehmed Ali Paşa Kalesi eski tarzda yapılmış güneş görmez hava almaz her tarafı tellerle kapalı ancak elli kadar esiri alabilecek üç dört odadan ibaret bir yerdir. Odalarda 10 ile 15 kadar esir subay bulunmakta olup esirler hurma dallarından yapılmış sebze veya meyve sepetlerine benzeyen 30 santimetre yüksekliğinde birtakım karyolalarda yatmaktadır. General Townshend Kûtu’l-Amâre’de esir düşmesinin ardından derhal hurma dallarından yapılmış karyolalar alınarak İngiliz askerlerinin yatmakta oldukları portatif demir karyolalar Türk esirlere verilmiştir. Bir insanın yaşamaması gereken kale burçları içinde esirler bir sene yaşamaya mecbur bırakılmıştır. Burçların güneş görmeyen odaları her daim rutubet içindedir ve bu odalarda kalan esirler romatizma illetine yakalanmışlardır. İngiliz doktorlarına müracaat edilmesine rağmen hastalığa önem verilmeyerek romatizmanın askeri bir hastalık olduğunu ifade etmişlerdir. Dört sene boyunca çekmek zorunda kaldığı hemoroit (kronik konstipasyon), kalp ve mide iltihabı hastalıkları kronik bir hale gelmiş ve dayanılmaz olmuştur. Mehmed Ali Paşa Kalesi’nde esirlerin 24 saat zarfında aralıklarla bir saat hava almak üzere muhafızların kontrolü altında kale içinde 30 ile 40 metre tel örgüsüyle kapatılmış bir alanda gezmelerine izin verilmiştir. Dışarıda nöbetçiler olduğu gibi iç koridorda da nöbetçiler geceli gündüzlü nöbet tutmaktadır. Sıkıcı ve ezici olan bu hayattan bir sene sonra esirler kalenin arka tarafından pencereleri kapalı Sudan’a giden bir tren ile süngülü askerlerin arasında Seydi Beşir esir kampına gönderilmiştir.[637]

Teğmen Ahmed Rıfat Efendi de esarette yaşadıklarını 3 Nisan 1919 tarihinde verdiği ifadesinde anlatmıştır. Kahire’de bir sene boyunca aralıksız olarak Mehmed Ali Paşa Kalesi’nde teller ile kapalı yalnız avlusunu gören bir binada hapis hayatı yaşamıştır. Bu müddet zarfında İngilizler esirleri dört beş defa sıhhiye otomobilleriyle kimse ile görüştürmeden ve otomobilden indirilmeden şehrin dışında gezdirmişlerdir. Bu gezdirmeler de ancak üç beş defa o da yedi ayda bir kere olmuştur. Oturdukları bina son derece küçüktür ve esirler içeride sıkışmış bir şekilde yaşamak zorundadır. Oysaki Kahire sokaklarında Türklerin İngiliz esirlere son derece iyi muamele yaptığı konuşulmaktadır. Bu baskıdan kurtulmak için defalarca müracaatta bulunulmuş nihayet esirler İskenderiye civarında ve sahildeki etrafı dört metre genişliğinde tel örgüsüyle kapalı Seydi Beşir’e nakletmişlerdir.[638]

Mısır’daki Kahire Kalesi esir kampı sadece Kızılhaç yetkilileri tarafından değil Amerika konsolosu tarafından da değişik zamanlarda ziyaret edilmiştir. 1915’de Mısır Konsolosu Olney Arnold İstanbul Amerika Büyükelçisi Henry Morgenthau’a Osmanlı Hükûmetine ulaştırılmak üzere Mısır’da savaş esiri Türk subaylarına ve vatandaşlarına uygulanan muameleye ilişkin ziyaretlerini içeren raporlar göndermiştir. Citadel’deki Türk savaş esiri subaylardan sorumlu Yüzbaşı Louis Egerton’ın davetiyle söz konusu Türk subayların odaları 7 Temmuz’da teftiş edilmiş ve esaretleri süresince rahatlarının sağlanması için yapılan düzenlemelerden çok etkilendiğini yazmıştır. Citadel’deki İngiliz subaylara sağlanan yiyecek miktarı, Türk subaylara da verilmektedir. Her birinin yorgan, döşek ve olan kişisel yatakları mevcuttur. Esirlere özel bir cami sağlanmış ve kendi imamlarının hizmetinden faydalanmışlardır. Olney Arnold raporunda Maadi esir kampı sonrası Kahire Kalesi’ndeki koğuşlarında yaptığı incelemelerden bahsetmektedir. 48 esirden 6’sı şehirde otomobil ile motor gezintisine çıktıklarından kampta bulunamamıştır. Kalan subaylarla görüşülmüş ve mükemmel durumda olan odalarından, yemeklerinden ve İngiliz askeri yetkililerin davranış tarzlarından son derce memnun olduklarını tespit edilmiştir. Kendilerinin heyetten talep ettikleri tek şey ise şehir gezileri konusunda daha fazla özgürlük olmasıdır. Türk subayların bazıları Kahire’deki hayvanat bahçesine motor gezintisine çıkarılmıştır. Yunanca konuşabilen biri pek uygulanabilir olmasa da her gün oraya gitmek istediğini söylemiştir. Masa örtüleri, peçeteler ve gümüş kaplama bıçaklar, çatallar ve kaşıkların düzenli oldukları görülmüştür. Yemek odasının düzenine baktıktan sonra esirlerin İngiliz askerlerle birlikte futbol oyunları izlenmiştir. Türk subaylar ile nöbetçiler arasında en güzel duyguların hüküm sürdüğü görülmektedir. Hatta aralarındaki ilişkinin daha fazla geliştirilmesi neredeyse imkânsızdır. Kahire’de hava mevsimine göre olağan, geceleri ve sabahları oldukça serindir. Türk subayların giydikleri kıyafetler incelendiğinde bu kıyafetlerin esirleri yeterince sıcak tutmak için kalın ve rahat olduğu görülmüştür. Tütün ile ilgili bir araştırma yapılmış ve Kızılayın ve özel şahısların esirleri tütün malzemeleri konusunda eksik bırakmadıklarını tespit edilmiştir. Raporun sonunda da Türkiye’deki İngiliz esirlere de karşılıklılık ilkesi gereğince aynı muamelenin uygulanması istenmiştir.[639]

Şira konsolos vekili olup esir bulunduğu Mısır’dan dönen Süleyman Bey’in gerek esaret sırasında gerekse yurda geri dönüşü sırasında vuku bulan duydukları ve gördüklerine dair yazdığı 23 Kasım 1917 tarihiyle Hariciye Nezaretine sunulan raporunda bu kampta kalan ve sefalet içinde yaşamaya mahkûm edilen kadın ve 1435 çocuklardan bahsetmektedir. Süleyman Bey kendisi Seydi Beşir esir karargâhında kalırken ailesi Kahire’de bulunan kadınlar için yapılan esir karargâhına sevk edilmiştir. Esir karargâhında dört ay kaldıktan sonra Süleyman Bey ve ailesi İskenderiye civarında bir eve götürmüştür. Esirlerin eşleri ve çocuklarının oradaki tel örgülerin içinde sefalet içinde barındırılmaması Bern Konferansı’nda da gündeme gelmiştir. Kahire’deki kadın esirlerin halleri daha da fenadır ki bunlara ne para ve ne de erzak verilmektedir. Verilen yemekler gayet az ve çok kötüdür. Bu hâle bir çözüm bulmak için Osmanlı Hükûmetinden yardım beklenmektedir.1436 [640]

Kamplara girişte veya girildikten sonra esirlerin ellerindeki tüm eşyalara geri verilmek üzere el konulduğu fakat esaret sonrası türlü bahaneler ile bu eşyalar esirlere geri verilmediğine dair belgelere Osmanlı Arşivinde de rastlanmaktadır. Şam’da 1 Ekim 1918 tarihinde İngilizler tarafından esir edilerek Seydi Beşir esir karargâhında getirilen Üsteğmen Ahmed Necib Efendi eşyalarına el konulan esirlerden sadece birisidir. Garnizona girişinde elinden 120 adet Osmanlı altın lira ile 14 adet sim mecidiyesi alınmış ve geri dönüş sırasında kendisine iade edilmemiştir. Ahmed Necib’in el konulan paralarının iadesi başvurusu Osmanlı Hükûmetinin borcuna karşılık mahsup edildiği söylenerek reddedilmiştir. Esirin parasına el koyanların Kampın Genel Komutanı Albay Coates ile Seydi Beşir ikinci üsera zabitan kamp kumandanı Mr. Argel oldukları sonradan anlaşılmıştır. Oysaki Osmanlı Hükûmeti ellerinde bulunan İngiliz esirlerinin iadeleri sırasında tüm eşyalarını ve mevduatlarını eksiksiz iade ettiğini İngiltere Hükûmetine bildirmiştir.[641]

Kamplarda veya hastanelerde tedavi altında bulunurken eşya ve paralarına el konulan bir diğer esir Filistin Cephesi’nde İngilizler tarafından esir edilerek Seydi Beşir esir karargâhına gönderilen ve Bern İtilafnamesi gereği İstanbul’a iade edilen 22. Kolordu Baştabibi Yarbay Ali Osman Bey’dir. Harbiye Nezareti Üsera Muamelat Şubesinden Hariciye Nezaretine gönderilen yazıda hem kampa girişinde hem de hastaneye sevk edildiğinde Ali Osman Bey’in eşya ve paralarına el konulmuştur. Tedavisi için Kahire’de İngiliz Hastanesine sevk edilen Ali Osman Bey hastaneye girişinde üzerinde mevcut bir adet Osmanlı altını ve 80,5 adet yüzlük Osmanlı evrâk- ı nakdiyesi ile 2195 kuruşluk muhtelif evrâk-ı nakdiyesi hastanenin 217 numaralı makbuzu mukabilinde teslim alınmış ve hastaneden çıkışında Seydi Beşir’e gönderilmiştir. Buna rağmen esaret sonrası yurda dönüşünde kendisine iade edilmediği söylemiştir. Yapılan tahkikatta yukarıda miktarı belirtilen mevduat önce 23 Aralık 1918 tarihinde Mısır Sefer Kuvvetleri Erkân-ı Harbiyesi tarafından Londra Üsera istihbarat Şubesi Müdüriyetine gönderildiği bildirilmiştir. Osmanlı Devleti Hariciye Nezaretinin tüm çabalarına rağmen herhangi bir sonuç alınamamıştır.1438 [642]

İngilizler Mısır esir kamplarına getirdikleri esirlerin üstlerini detaylı bir şekilde aramış, tüm eşyalarına esaret sonunda verilmek üzere el koymuş ve aldıkları eşyalara karşılık esirlere bir belge takdim edilmiştir. Harbiye Nezareti Üsera Muamelat Şubesinden Hariciye Nezaretine gönderilen tezkere Nablus’da İngilizler tarafından esir edilen 72. Alay 2. Tabur askerlerinden olup Seydişehir kazasının Yenice köyünden Yusuf oğlu Süleyman’ın sevk olunduğu esir karargâhında yanında bulunan 30 adet mecidiye ile 3 adet yüzer kuruşluk varaka-i nakdiyesine koruma amacıyla el konulduğundan bahsetmektedir. Adı geçen esir malul esirler ile beraber serbest bırakılmış buna rağmen kendisinden alınan değerli eşyalar savaş sonrası İngiltere’den talep edilmesine rağmen iade edilmemiştir.[643]

Bağdatlı Kâzım Efendi esir kamplarında eşyalarına ve nakdine el konulan bir başka esirdir. Mısır esir kamplarında esaret günlerini geçirmiş jandarma yüzbaşılığından emekli Kâzım Efendi esaret sonrası kimsesiz kalarak hastalanmış ve hayatın son günlerini Darülacezede geçirmek zorunda kalmıştır. Mısır’da esareti sırasında elinden alınan altın sikkelerine karşılık kendisine bir makbuz verilmiştir. Sikkeleri elinden alınan ve iade edilmeyen Kazım Efendi ömrünün son günlerini sefalet içinde geçirmiştir.[644]

Eşyalarına el konulan bir diğer esir Karesi vilayetinin Gönen kazasının Reşadiye mahallesinden Hasanoğlu Ahmed’dir. 9 Ağustos 1925 tarihinde Hariciye Vekâletinden İngiltere Hükûmetine gönderilen yazıda Hasan oğlu Ahmed’nin el konulan paralarından ve kendisine verilen çekten bahsedilmektedir. Esire ait biri / lira 75, diğeri 8 lira 60 kuruş olup toplamda 77 lira 35 kuruş (evrak-ı nakdiye) değerinde çekin ödenmesi İngiltere Hükûmetinden talep olunmuştur. İngiliz Elçiliğinden gelen 17 Ağustos 1925 tarihli cevap yazısında 77 lira 35 kuruşluk çekin savaş esirlerinden Hasanoğlu Ahmed’e ait olduğu kabul edilmiş ise de esir hakkında yeterli bilgi olmadığı gerekçesiyle istek reddedilmiştir. Parayı iade etmek istemeyen İngiltere, esirin hangi tarihte, nerede ve ne suretle esir edildiğini, esaret altında iken vefat edip etmediğini, aslen nereli olduğunu ve asker künyesinin gönderilmesini Türk tarafından istemiştir. Ayrıca kişinin hayatta olup olmadığı sorulmuştur. 29 Ağustos 1925 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Hariciye Nezareti istenen bilgileri göndermiş ve esire ait para tekrar talep etmiştir. Osmanlı Hükûmetinin kişinin künyesine dair gönderdiği belgede adı geçen kişinin 41. Fırkada, 1885 doğumlu olup esir karargâhında 50918 numaraya sahip bir nefer olduğu yazmaktadır. Bu bilgilendirme üzerine İngiltere Hükûmeti talep edilen çeki Osmanlı Devleti’ne 15 Eylül 1925 tarihli yazı ile iletmiş ve adı geçen miktar esirin memleketi Karesi vilayetine ulaştırılmıştır.[645]

Esaret altında iken evrâk-ı nakdiye ve paralarına el konulan bir diğer kişi Kastamonu Seyyar Frengi Tabibi Mehmed Rüşdü Bey’dir. Filistin Cephesi’nde 7. Fırka Sıhhiye Bölüğü Baştabiplik Vekâletinde görevli Mehmed Rüşdü Bey’in Mısır Sina subay esir karargâhında alınmış olan para ve evrâk-ı nakdiyesinin iade edilmemesi üzerine söz konusu paranın talebini Hariciye Nezareti İsveç Elçiliği aracılığıyla İngiltere Hükûmetine bildirmiştir. Londra’nın İsveç Elçiliği, İngiltere otoritelerinden aldığı Türkiye ile barış antlaşması imzalanmadan bu iadenin yapılamayacağı bilgisini Osmanlı Hükûmetine 21 Mayıs 1919’da bildirmiştir.[646]

Harbiye Nezareti Üsera Muamelat Şubesinden Hariciye Nezaretine gönderilen tezkere 8. Ordu Nokta Ambarı askerlerinden olup Sina Cephesi’nde İngilizlere esir düşen ve Mısır’da esaret hayatını yaşamış ve esaret sonrası da Maçka

hastanesinde bir süre tedavi görmüş Çolakoğullarından Bekir oğlu Süleyman’dan bahsetmektedir. 113 gümüş mecidiyesinin ve 285    1/2 yüzlük Osmanlı evrak-ı

nakliyesinin 12675 numaralı makbuz mukabilinde alındığını söyleyen Ankara vilayetinin Kalecik kazası Evcek köyünden Bekir oğlu Süleyman İngiltere Hükûmetinden paralarının iadesi için Harbiye Nezaretine başvurmuştur.1443 [647]

Pek çok esir arkadaşlarından aldığı, çaldığı veya bir başka yol ile elde ettiği parayı kampa girişte kamp komutanına teslim ederken kendi parası olarak kaydettirmiştir. Bazen durum anlaşılmış ve gereği yapılarak para gerçek sahibine verilmiştir. İstanbul İngiliz Yüksek Komiserliğine 8 Temmuz 1921’de gelen yazıda Mehmed Nuri Efendi tarafından esir iken Mısır’da İngilizlere verilen 100 liranın aslında Kadet Agopyan adlı şahsa ait olduğu ve kendisine verildiği yazılıdır. Mehmed Nuri Efendi’nin hak iddia ettiği bir miktar parayla ilgili yapılan soruşturmalar sonucunda Osmanlı esirlerinden 3. Kolorduya mensup 3. Nakliye Katarı Tabur Kâtibi Mehmed Nuri Efendinin Mısır’da İngiliz memurlarına verdiği elindeki 100 poundluk paranın aslında gerçek sahibinin Cevded Hagopian (Kadet Agopyan) olduğu ortaya çıkmıştır. Kadet Agopyan olduğu belirtilmiştir.[648]

Nakliyat Umum Müdürlüğü 4. Şube Alay Kâtibi İbrahim Edhem Efendi’nin esarette geçirdiği günlere dair Türkiye Büyük Millet Meclisine verdiği dilekçesinde Kuveysna esir kampında getirilişini ve burada geçen hayatını anlatırken paralarına diğer esirlerden farklı olarak nasıl el konulduğunu anlatmaktadır. Birinci Dünya Savaşı’nın dördüncü senesinde 19 Eylül 1918’de Filistin’in Cenit kazasında İngiliz ordusuna düşen İbrahim Edhem esir düşen sırasında nakitlerini ve önemli eşyalarını bir arkadaşına teslim ederek kaçmasını söylemiştir. Buna rağmen arkadaşı da kısa süre sonra yakalanmış ve 17 gün sonra Kantara esir karargâhına getirilmiştir. Arkadaşı parasının akıbetini soran İbrahim Edhem’e bir İngiliz subayı tarafından parasının zorla gasp edildiğini söylemiştir. Arkadaşından ayrılmak istememiş ve onu takip ederek Kantara’dan Kuveysna esir kampına kadar beraber gitmiştir. Kampa girmeden önce kamp komutanı tarafından Türk subay ve askerler üzerlerinde nakit ve para olarak ne varsa görevlilere teslim edilmesi istenmiştir. Paraların teslimi durumunda kasalarda saklanacağı söylenmiş, aksi takdirde İngiltere Hükûmetinin en şiddetli kanunlarına göre cezalandırılacakları yönünde uyarılmışlardır. İbrahim Edhem’in baştan beri paralarını teslim ettiği çavuş arkadaşından neden ayrılmadığı burada ortaya çıkmıştır. Arkadaşı İbrahim Edehem’den uzaklaşmaya çalışmakta ve paraları yalnız teslim etmeyi arzulamaktadır. İbrahim Edhem ise bu işten kuşkulanmaktadır. Her daim İbrahim Edhem’den ayrılmak isteyen Çavuş Ali Rıza Efendi paraları teslim ederken başından beri şüphelenen İbrahim Bey teslim edeceği parayı sormuştur. Çavuş Ali Rıza Efendi İngiliz subayı tarafından gasp edildi dediği arkadaşının parasını kendi parası gibi kuruşu kuruşuna kendi namına kaydettirtmiştir. İbrahim Edhem Bey’in tüm itirazına rağmen bu para Çavuş Ali Rıza adına kaydedilmiş ve İbrahim Edhem herhangi bir hak iddia edememiştir. Uzun süren ısrarlı başvurusu üzerine kendisinden alınan paraları yönetime kabul ettirtmiş ve paralarını kendi üzerine geçirebilmiştir. 8 Ocak 1919’da Kuveysna’dan İstanbul’a dönmüş ve parasının kendisine verilmesi için Harbiye Nezaretine başvurmuş fakat paraları kendisine ödenmemiştir. İngiliz yetkililerine yapılan tüm müracaatlara ve hatta Kuveysna Garnizon Kumandanlığından paranın ödeneceği söylenmesine rağmen para ödenmemiştir. 1923 yılına kadar yaptığı tüm başvurular sonuçsuz kalmış ve son olarak Büyük Millet Meclisine başvurmaya mecbur kalmıştır. Dilekçesinde eğer İngiltere tarafından paraları gönderilmiş ise kendisine teslimini, eğer gönderilmemiş ise İstanbul’daki İngiliz temsilcisi vasıtasıyla parasının miktarını ve cinsini belirterek parasının İngiltere’den istenmesini talep etmiştir.1446

Kuveysna garnizon kazasında mahfuz bulunan ve Osmanlı Harbiye Nezareti eliyle sahiplerine teslimi gereken paranın cinsi ve miktarı şu şekildedir:

Tablo 3.13: Kuveysna Kampında Esirlerin El Konulan Eşyaları

Sahibinin Adı

Gümüş mecidiye adet

Osmanlı altını adet

Banknot Osmanlı lirası adet

Kıron adet

Kuruş

61 Alay Kumandanı Mialay

0

0

0

23250

75000

1446 BOA, HR. İM., 80/40.


 

Bahaddin bugün 11 Kolordu Kumandanlığı Ankara

 

 

 

 

 

61 Alay 1. Tabur Kumandanı Kâtibi Bektaşi Muradın bugün Uşak’ta

0

0

0

12750

41129

61. alay 1. Taburun Kumandanı bugün Salihli’de

0

0

370

-

37000

61. Alay 1. Taburundan Ali İzmir. / İhsan/ Ahmed Efendilerin Mülazım bugün Ankara’da

0

0

310

-

31000

61. Alay ve vekili Binbaşı Ali Lütfü bugün Çanakkale’de köy Ankara

60

50

0

-

6200

61. Alayın 1. Kumandanı Yüzbaşı Şerafeddin Ali bugün Edirne’de

100

0

0

-

2000

61. Alay 1. Tabur Kâtibi İbrahim Edhem bugün Ankara’da

0

43

510

36000

247629

Yekûn

160

93

1190

36000

-

6 Temmuz 1923

Nakden yüz altmış aded gümüş mecidiyedir

Nakden doksan üç aded Osmanlı altınıdır

Nakit bin yüz doksan

Nakit otuz altı bin kuruş

Nakit iki yüz kırk yedi bin altı yüz yirmi dokuz

Kaynak: BOA, HR. İM. 80/40.

27 Aralık 1923 Mersin’de Hanri Gatenyo Ticarethanesinde 58. Fırka 47. Alay 2. Tabur Süleyman Çavuş’un Türkiye Cumhuriyeti Dersaadet Hariciye Mümessilliği verdiği dilekçede bulunmaktadır. Medîne-i Münevvere civarında harp etmekte iken kıtası ile beraber esir olarak Kahire 4. esir karargâhının getirilen Süleyman Çavuş kendisine verilen emir ile üzerinde bulunan 180 İngiliz, 120 Osmanlı altını ile 10 gümüş mecidiyeyi makbuz karşılığında karargâh sandığına teslim etmiştir. Esaretten dönüşünde 21 Ocak 1923 tarihinde Kahire İspanya Konsoloshanesi aracılığıyla gerçekleşen müracaatına cevaben kendisine verilecek miktarın 975 kuruş Mısır ve 10 gümüş mecidiye olduğu ve bunun da Dersaadet İngiliz Fevkalade Komiserliği (İngiliz Yüksek Komiserliği) tarafından daha sonra verileceği söylenmiştir. Bunun üzerine elindeki belgenin 180 İngiliz, 120 Osmanlı altını, 10 gümüş mecidiyeden ibaret olduğunu beyan ederek Dersaadet İngiliz Yüksek Komiserliğinden belirtilen miktarı istemiştir. İngiliz Yüksek Komiserliği de önceki cevabını tekrar ederek alacağının 975 kuruş Mısır ve 10 mecidiyeden ibaret olduğu ileri sürmüştür. Makbuz ilmühaberinin fotoğrafına rağmen kendisine elinden alınan paranın verilmediğini Meclis Başkanlığına bir dilekçe ile bildirmiştir.[649]

Dâhiliye Nezaretinden Hariciye Nezaretine 27 Mayıs 1919 tarihli yazı Çavuş Mehmed Tevfik’in esarette el konulan parası hakkında bilgi içermektedir. 7. Fırka, 21. Alay, 2. Taburunun âmir bir çavuşu iken 19 Eylül 1918 tarihinde Filistin Cephesi’nde esir düşen Mustafa oğlu Mehmed Tevfik Mısr-ı Cedîd’e ulaştığında üstünde bulunan üç Osmanlı lirası, sekiz mecidiye ve dört yüz kuruş evrâk-ı nakdiyesinin İngiliz Özel Komisyonu tarafından alınarak kendisine bir adet makbuz verildiğini söylemiştir. Adı geçen kişi kendisinden alınan meblağın iadesi için gerekli başvurularda bulunmuş herhangi bir sonuç alınamamıştır.[650]

Esir kamplarında esirlerin el konulan para ve değerli eşyalarına dair bilgiler sadece arşiv belgelerinde değil hatıratlarda da yer almaktadır. Filistin ve Kudüs cephelerinde çarpışmış, 42. Fıkra, 158. Alayda iken Beyrut’ta İngilizlere esir düşen ve Mısır tel örgülerinde 2 yıl esir yaşayan Biga-Yeniçiftlik köyünden Mustafa Yılmaz’ın piyade tüfeği atışında almış olduğunu Enver Paşa madalyasına esir iken İngilizler tarafından el konulmuştur.[651]

Yedek Subay Mehmed esir düştükten sonra bir hafta Süveyş geçici esir kamplarında kalmış, Salihiye esir karargâhına gönderilmiş ve dördüncü misafir kampına yerleştirilmiştir. 1.000’den fazla esir ütü yapılan yere götürülmüş, üzerlerindeki tüm elbiseler çıkartılmış ve tüm eşyalarının ve ayakkabılarının oldukları yere bırakılması istenmiştir. Edirneli genç bir Ermeni ile 25-30 yaşlarında Afyonkarahisarlı Rum tercüman esirlere sadece cüzdan ve para ile heyetin karşısına çıkacaklarını ve teslim edeceklerini eğer sonradan esirler üzerinde herhangi bir para bulunursa hem el konulacağını hem de şiddetli bir şekilde cezalandırılacaklarını söylemiştir. Ellerindeki kırbaçlarla esirlerin çıplak vücutlarına vurarak madeni paraları alınmış ve kendi ceplerine atmışlardır. Türk esirlerin çıplak vücutları kırbaçlardan simsiyah olmuştur. Esirler ellerinde bulunan madeni paraları, altın ve gümüş saat ve pırlanta yüzükleri heyetin yanındaki kovalar doldurmuşlardır. Heyet bir İngiliz subay, çavuş ve birkaç kişiden ibarettir. İngiliz subayının elinde esirlere sürekli sallanan ucu püsküllü bir kırbaç vardır. Belli miktardan fazla para olan esirlere sadece 40 kuruş para bırakılmış gerisi kovaya atılmıştır. Esirlerden alınan paralara karşılık bir makbuz verilmiş fakat bu gerçeği yansıtmamıştır. 100 madeni para ve daha fazla olanlara makbuz verilmemiştir. 100 liradan aşağı parası olan esirlere 90-80 madeni paralarına karşılık sadece 10-15 liralık makbuz verilmiştir. Esirlerin %20-25’nin 100 madeni paradan aşağı parası bulunmaktadır. Esirlerin %70- 75’ine herhangi bir makbuz verilmemiştir. Tüm altın ve gümüş, madeni paralar 5-6 su kovasını ağzına kadar doldurmuştur.1449 [652]

Bilbeis esir kampında da hiçbir askerde para kalamamış tümüne el konulmuştur. Hüseyin Fehmi Genişol’un anlattığına göre kampa girişte makbuz karşılığı alınan paraların istenildiği takdirde iade edileceği buna karşılık sevk edilecek askerler arasından çıkarılacağı söylentisi söylenti çıkmış, bu söylentiden sonra el konulan paraları esirler istemekten çekinmiştir.[653]

İbrahim Arıkan da esirlerin üzerindeki paraların bulunması için nasıl bir muameleye tabi tutulduklarını anılarında anlatmıştır. Esirlerden burada saçları ve hatta ağzı dahi aranarak paraları alınmış, kantinde harcanmak üzere bilet şeklinde kuponlar verilmiştir. 50 liraya kadar olan paraya karşı bilet verilmiştir. Daha üstü paralar için yüzlerce ve binlerce lira bir askerde bulunamayacağı, bu paranın Türk ordusunun kasasından çalındığı ve Türk ordusunun parasının gerçekte İngilizlere ait olduğu gerekçesiyle kayıtsız olarak bu paralara el konulmuştur.[654]

3.6.2                        Hindistan ve Burma Esir Kamplarında Esirlerin Mallarına El Konulması

Irak Cephesi’nde esir düşen Osmanlı esirleri öncelikle Bağdat ve Basra gibi Irak bölgesindeki esir kamplarında tutulmuştur. Hindistan ve Burma esir kamplarına getirilmeden bu esir kamplarında detaylı bir aramadan geçirilmişler ve tüm eşya ve paralarına el konulmuştur. Bu sebeple Hindistan ve Burma kamplarına getirilen esirlerin üzerlerinde izin verilen veya esirlerin saklayabildikleri hariç olmak üzere hiçbir değerli eşya ve para bulunmamaktaydı.

3.6.3                                            Kıbrıs Esir Kampında Esirlerin Mallarına El Konulması

Kıbrıs esir kampında kalan çoğunluğu rütbesiz askerler öncelikle Çanakkale, Hicaz, Irak ve Kanal cephelerinde ele geçirilmiş ve daha sonra Mısır esir kampına getirilmişti. Ele geçirildikleri cephelerde ve Mısır kamplarında değerli mal ve eşyalarına el konulduğundan bu kampa girişlerinde üzerlerinin aranmasına gerek görülmemiştir.

3.6.4                                            Selanik Esir Kamplarında Esirlerin Mallarına El Konulması

Diğer tüm esir kamplarında olduğu gibi bu esir kampında da değişik bahaneler ile esirlerin ellerindeki paralar ve değerli eşyalar geri verileceği söylenerek zorla alınmıştır. İngilizler el koydukları para ve değerli eşyaları esaret sonrası pek geri vermeye yanaşmamış, değişik sebepler ile oyalamaya başvurmuştur. Örneğin Selanik’te esir olarak bulunmuş ve maluliyetleri dolayısıyla memleketine iade edilmiş esirlerden Çorumlu Mustafa Onbaşı ile Antepli Çavuş Zekeriya’nın İngilizler tarafından alınmış olan paraları, saatleri ve altın yüzüklerinin iade edilmesi Harbiye Nezareti tarafından İngiliz Yüksek Komiserliğinden 23 Mayıs 1919’da istenmiştir. İstanbul İngiliz Yüksek Komiserliği ise 30 Ağustos 1919 tarihinde bu talebe cevap vermiş ve adı geçen kişilerin Yüksek Komiserliğe müracaatları gerektiğini söylenmiştir. İngiliz Yüksek Komiserliği bu kişilerin bilgilerinin detaylı olmadığını, esaret ve hüviyet numaralarının yazılı bir şekilde Komiserlikten tekrar istenmesini belirterek para ve değerli eşyaların geri verilmesine yanaşmamıştır.[655]

Hicaz Sıhhiye Hekimi Binbaşı Faik Fikret, yazdığı raporunda Selanik kampında el konulan parasından bahsetmektedir. Selanik esir kampından Mısır esir kampına nakledilen Faik Fikret’in Süveyş’te, kampın sıhhiye ofisinde sandıkları kırılmış ve içindekiler yağma edilmiştir. Selanik’teyken makbuz karşılığında, Mısır’a sürgün gönderilen ailesine ulaştırılması için MarchePier Bölgesi Komutanlığında 34,5 Mısır lirasına el konulmuştur. Bu meblağdan 16,5 lira ailesine teslim edilmemiştir. Kendisine postada kaybolduğu söylenmiştir. Marche Pierre Bölge Komutanlığına başvurmaması için elindeki makbuzuna da el konulmuştur.[656]

3.6.5                                            Malta Esir Kampında Esirlerin Mallarına El Konulması

İngilizlerin esirleri ilk teslim aldığında ya da esir karargâhlarına getirdiğinde esirlerin üzerindeki değerli eşyalara ve evraklara el koyduğu bilinen bir gerçektir ve bu durum Malta esir kamplarında da değişmemiştir. Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Dairesinden İkinci Şubesine 28 Eylül 1919 tarihinde giden bir yazıda Ağır Topçu Yüzbaşısı Mehmed Rıza Bey’in Malta dönüşü esaret günlerine dair ifadesi bulunmaktadır. Mehmed Rıza tarihi konusunda pek kesin konuşamasa da Port Said’den Malta’ya Ocak 1919 tarihinde İngilizlerin denizaltısı takibinde görevli Alifi adındaki bir harp gemisiyle gelmiştir. Verdala esir karargâhında 6 gün kadar misafir edilmiştir. Karargâh kumandan yaveri aldığı emir üzerine eşyalarını ve üzerini arayarak üzerindeki özel yazıyı, evrakı, kitapları, not defteri ve Fahrettin Paşa’nın vermiş olduğu iki resmî kapalı zarfı almış, karşılığında da eline 14 Ocak 1919 tarihli bir vesika ve makbuz vermiştir. Takriben Nisan 1919’da Fahrettin Paşa’nın iki zarfı hariç evrak, kitaplar, özel yazışmalar ve not defteri siyah bir el çantası içinde Mütareke komisyonu vasıtasıyla iade edilmiştir. Mektup postası çantasına konulan Albay Galib Bey’in parasının bulunduğu zarfa Bi’r-i Derviş karargâhında Araplar tarafından el konulmuştur. Medine’den çıkarken de Fahrettin Paşa birçok özel mektuplarla beş bin lirayı aşkın havaleyi ve bazı resmi evrakı teslim etmiştir. Bunlardan hariç Fahrettin Paşa’nın yanında padişaha ait bazı mukaddes hediyeler de vardır. Arap ordusu Başkumandanı Veliaht Emir Ali bu çantanın ele geçirilmesine oradaki İngiliz subayların ısrar ve arzularına rağmen müsaade etmemiş veya müsaade ettiyse de tümünün Fahrettin Paşa’ya iade edeceğini garantisini almıştır. Sonucun ne olduğu Mehmed Rıza Bey tarafından bilinmemektedir. Albay Galib Bey’e ait para Malta’da ortaya çıkmaması halinde Emir Ali’nin karargâhında parasına el konulduğu düşüncesi ağır basmaktadır.[657]

3.7                        Kamplarında Görülen Firar Olayları

İngiliz esir kamplarının güvenliği çok yüksekti ve en küçük firar teşebbüsü en ağır şekilde cezalandırılmaktaydı. İngiliz yetkilileri kaçmaya teşebbüs eden askere vur emri vermiş ve pek çok esir firar teşebbüsü sırasında öldürülmüştü. Her ne kadar kamplarda güvenlik en üst düzeyde olsa da her kampta başarılı veya başarısız firar olayları görülmüştür. Firar olayı başarılı olsa da evlerine kadar ulaşabilmeleri mümkün olmayan Hindistan ve Burma esir kamplarındaki esirlerden dahi kaçmaya teşebbüs edenler olmuştur. En fazla firar olayları ise Irak esir kampları ile Selanik kamplarında görülmüştür. Esirler bu kamplarda kaçma ihtimalini en fazla çalışma kamplarında bulmuştur. Esirlerin kamptan çalışma alanına geliş ve gidişlerde güvenlik nispeten daha azdır ve esirler bu fırsatı iyi değerlendirmiştir.

3.7.1                        Mısır Esir Kamplarında Görülen Firar Olayları

Mısır esir kamplarından firar etmek neredeyse imkânsızdır. Buna rağmen firar teşebbüsünde bulunan askerler çıkmış bunların çok azı başarılı olmuş diğerleri ya kaçarken ya da kaçtıktan sonra yakalanıp tekrar hapsedilmiş ve en ağır cezaya çaptırılmıştır. En şanssız olanları ise firar sırasında öldürülenler olmuştur. İngilizler esirlerin kaçmalarına engel olabilecekken veya firarı engelleyebilecekken uluslararası hukuka aykırı olarak kolay yolu seçmiş ve kaçan esirleri olay yerinde öldürmüştür. Ayrıca Hindistan esir kamplarının aksine esirler Mısır esir kamplarında yaygın olarak çalıştırılmamış esirlere zorunlu çalışma yükümlülüğü getirilmemiştir. Bunda en büyük etken Mısır’ın Osmanlı topraklarına yakın olması ve firar sonrası kolayca memleketlerine kaçabilecek olmalarıdır. Esir Türk askerlerinin hatıratlarda anlattıklarına göre İngilizler için kampın güvenliği son derece önemlidir. Hidayet Özkök tel örgülerin etrafında hafif makineli tüfek ile Hintli muhafızlar beklediğinden bahsetmektedir. Tel örgüye yaklaşan her esir hemen orada vurulmaktadır. Bu şekilde çok sayıda esir telef olmuştur.[658] Hüseyin Fehmi Genişol ise esirleri tellerde koruyan askerlerin İrlandalı askerler olduğunu söylemektedir. Kendileri de bu durumdan şikâyetçi olup esir muamelesi görmekte olduklarını her zaman dile getirmişlerdir.[659]

Mısır’da bulunan esir kamplarından kaçmaya teşebbüs edenler en ağır şekilde cezalandırılmış ve teşebbüs edenler oracıkta öldürülmüştür. Bu cinayet gibi öldürme olayından birisi Heliapolis esir karargâhında gerçekleşen Sivaslı Ali oğlu Derviş cinayetidir. Heliapolis esir karargâhında firara teşebbüs ederken nöbetçiler tarafından öldürülen 155. Alay, 3. Tabur, 21. Bölük askerlerinden Sivaslı Ali oğlu Derviş hakkında Osmanlı Devleti İngiltere’den bilgi istemiştir. Firara teşebbüs edip şehit edilen Sivaslı Ali oğlu Derviş’e dair 4 Mayıs 1918 tarihli harbiye tezkiresinde esirlerin firarlarına meydan verilmemesi ve firar edenlerin yakalanması gerekli olup kendilerine silah kullanılamayacağı Lahey Sözleşmesi ve sonrasında çıkan sözleşmeler gereği olduğu açıklanmıştır. İngiltere Hükûmeti ise olayı kendi açısından açıklamaya çalışacak ve firara teşebbüs edip firar sırasında dur emrine itaat etmemesinden dolayı açılan ateş neticesinde öldüğünü bildirecektir. İngiltere Hükûmeti esir kampında gerçekleşen firar olayından dolayı esir hakkında soruşturma yaparak rapor halinde İsveç Temsilciliği aracılığıyla 5 Temmuz 1918 Osmanlı Devleti’ne iletmiştir. Rapora göre 11 Ağustos gece yarısında adı geçen esir, Mısır Heliopolis’teki kamptan kaçma girişiminde bulunmuştur. Kaçaklara muhafızlar tarafından tekrar tekrar durmalarını söylenmiştir. Son çare olarak muhafız yukarıda bahsedilen savaş esirine ölümcül yaralayacak şekilde bir el ateş etmiştir. Olay sonrası askeri bir soruşturma yürütülmüş ve muhafızın görevinin gereklerini yerine getirecek şekilde hareket ettiği sonucuna varılmıştır.[660]

Firar teşebbüsü esnasından 17 Ekim 1918 tarihinde şehit edilen Sivaslı Ali oğlu Derviş hakkında İngiltere Hariciye Nezaretinden olayın detaylarını anlatan bir yazı gönderilmiştir. Yazıda 155. Alay 3. Tabur 21. Bölük askerlerinden Sivaslı Ali oğlu Derviş’in firar sırasında dur emrine itaat etmediğinden dolayı tüfekle ateş edilerek öldüğünden bahsetmektedir. Esirlerin firarlarına meydan verilmemesi ve firar edenlerin yakalanması gerektiği halde kendilerine silah kullanılamayacağı Lahey Sözleşmesi ve daha sonraki ek sözleşmeler ile sabittir. Buna rağmen Lahey Konferanslarının Kara Haberleşmesi hükümlerine dair olan sözleşmeye bağlı nizamnamelerde bu konuda bir açıklık görülememiş ve sonraki sözleşmelerden maksat ne olduğu anlaşılamamıştır. 1874 tarihli Brüksel Konferansı projesinin 35. maddesinde firar eden bir esirin takibi sırasında vurulabileceği belirtilmiş ise de esas müzakerede bu madde çıkarılmıştır. Brüksel’de toplanan konferansta savaş kurallarına dair düzenlenen devletlerarası görüşmede esirlere insanca muamele olunacağı, kurallara uymadığından dolayı haklarında şiddetli tedbirlerin alınması gerektiği, esir bulundukları ordunun kural ve nizamlarına bağlı oldukları, firar teşebbüsünde bulunan bir esire karşı ihtar sonrası silah kullanılabileceği belirtilmiş olsa da 1899 tarihli Birinci Lahey Konferansının Kara Savaşlarına dair sözleşmenin ek nizamnamesinde firar ile ilgili madde çıkarılmıştır. Esirlerin esir bulundukları ordunun kural ve nizamına tâbi olacakları fıkrası esir bulundukları devletin kural ve nizamına tabi olacaklar şeklinde değiştirilmiştir. 1907 tarihli İkinci Lahey Konferansı şurasında savaş kurallarına dair olan Dördüncü Mukavelenameye ek nizamnamede önceki konferansta kararlaştırılan nizamnamenin 4 ve 8. maddeleri aynen korunmuştur. 1874 Beyannamesinin firar halinde esirlere karşı silah kullanılacağına dair olan maddesinin çıkarılması bir esirin tutuklu ve nezaret altında bulunduğu bir mahalden firarı hâlinde hakkında idam cezasının tatbik olunmayacağına hükmetmektedir. Kural ve nizamnameler muhafız askerlere firara teşebbüs eden ve kendisine yapılan uyarıyı dikkate almayan bir esir üzerine silah kullanılabileceğini söylese de neticesi ne kadar şiddetli olursa olsun 1907 Mukavelesince hükümsüz kalmıştır.[661]

Başarısızlıkla sonuçlanan bir diğer firar olayı Kasr El-Nil Hapishanesinde gerçekleşmiştir. Osmanlı Devleti Hariciye Nezareti 26 Mart 1917 tarihinde Kasr El- Nil hapishanesinden kaçma teşebbüsü bahane edilerek sebepsiz yere hapse atılan 5 Osmanlı esirinin akıbetleri hakkında Amerika Birleşik Devletleri aracılığıyla İngiltere Dışişlerinden bilgi istemiştir. Osmanlı Devleti İkinci Ordu Genel Komutanlığı, 9 Ocak 1914’da tutuklanan 5 esirden 4’ünün Burma’ya gönderildiği, 21 aylık bir fasıladan sonra buradan değiş-tokuş edilecekleri bahanesiyle Mısır’a yollandıkları bilgisini almıştır. Mısır’a varışlarında, İngiliz otoritelerine kul köle olmuş kimi hain Osmanlı ve Mısırlı subayların içine girmek istemedikleri için Kasr El-Nil’de bir hapishaneye konulmuşlardır. Aynı hapishanede yine aynı sebeplerden Afrika Tripolisinden, süvari Yüzbaşı Ahmed Fehim Efendi bulunmaktadır. Uluslararası hukuka aykırı bu hareketin açığa çıkması üzerine, Osmanlı Devleti karşılık ilkesi olarak isimleri daha sonra Amerika Büyükelçiliğine bildirilecek beş İngiliz subayını hapse atma kararı almıştır. Osmanlı Devleti Osmanlı subaylarının serbest bırakılacağına dair resmi güvenceler verilinceye kadar bu subayların da tutuklu kalacaklarını ilan etmiştir. Osmanlı Devleti bu tür olaylara bir son verilmesi için gerekli tedbirlerin acil alınmasını talep etmiştir. İngiltere ise Osmanlı Devleti’nin misilleme yapmamasını diplomatik kanallar ile istemiştir. İngiltere Hükûmeti, Osmanlı Hükûmetine misilleme için hiçbir gerekçenin olmadığını diplomatik kanallar ile iletmiştir.[662]

Osmanlı Devleti’nin hapishaneden esir kamplarına gönderilmesini istediği 5 mahkûm askerin kimliklerini belirlemede zorluk çekilmiş fakat isimlerine ulaşılabilmiştir. Bu askerlerden dördü Topçu 38. Alay, 1. Tabur, 1. Bölük, İkinci Teğmeni Topçu Teğmen Mehmed Kemal bin Cassim (26), Topçu 38. Alay 1. Tabur, 3. Bölük Komutanı Topçu Yüzbaşı Abdul Vahab Efendi bin Abdülrezak (33), Deniz kaptanı Yüzbaşı Said Hasan bin Cassim (27), Devesüvari I. Alay Redifi, Topçu Yedek Subay Mehmed Mahir bin Ali Rıza (35)’dir. İngiltere’nin gönderdiği rapora göre bu dört asker 27 Temmuz 1916’da Süveyş’ten Kahire’ye varmış ve 24 Ağustos 1916’da İskenderiye’deki savaş esirleri kampına gönderilmiştir. 28 yaşındaki Yüzbaşı Ahmed Fehmi, Maadi’ye geldiği gün 17 Temmuz 1916’da Kasr El-Nil’deki kulübelerden kaçma girişiminde bulunması nedeniyle, izleyen 5 Ekim’e kadar hastanede geçirdiği 5 gün haricinde, askeri hapis cezasına çarptırılmıştır. Sonraki tarihlerde Seydi Beşir’deki savaş esirleri kampına nakil edilmiştir. Kasr El-Nil’de bulunan diğer 4 askere savaş esirlerine uygulanan kısıtlamalardan fazlası sağlanmış ve onlar da Yüzbaşı Fehmi gibi İngiliz askerlerinin yatakhanelerini işgal etmişlerdir.

Kaçma girişiminden dolayı 17 Ağustos’tan 5 Ekim’e kadar askeri hapis cezasına çarptırılmışlar ve sonrasında Seydi Beşir kampına nakledilmişlerdir.[663]

Osmanlı Devleti’nin misilleme yaparak 5 İngiliz askerini hapishaneye atması içlerinden birinin ölümü ile sonuçlanmış ve İngiltere şiddetle bu olayı protesto etmiştir. İngiltere Hükûmeti bu olayı her türlü protestoya karşı uygulayan Osmanlı Devleti’nin elinde bulunduğu diğer esirlere de uyguladığını ve asla kendisine güven duyulmayacağını belirtmiştir.[664] Ayrıca bu ölümde kasıt aramış ve böylesi bir davranışın Osmanlı İmparatorluğu’nun başkentinde gerçekleştiğine dikkat çekerek imparatorluğun daha ücra köşelerindeki İngiliz esirlere yapılan muameleler hakkında derin endişe duyduğunu Osmanlı Hükûmetine bildirmiştir.[665] Osmanlı Devleti ise İngiliz askerinin ölümünde bir kasıt olmadığını ve asıl ölüm sebebini açıklayan bir bildiri yayınlamıştır. Tifodan vefat eden Yüzbaşı Brody’nin hapishane şartlarından öldüğü söylenmesi gerçek dışıdır. Adı geçen esir tifoya yakalandıktan sonra tedavisi Malatya Hastanesinde yapılmış fakat kurtarılamamıştır. Hastalık sonucu vefat eden askerin raporu da kendilerine gönderilmiştir. Gerek İstanbul’da ve gerek Anadolu’da bulunan savaş esirlerine karşı Osmanlı Devleti insani bir muamelede bulunmaktadır. Anadolu’da çalıştırılan ve bilhassa şimendifer inşaatında istihdam kılınan esirlerin bulunduğu yerlerde 40.000’den fazla Osmanlı askeri ve amelesi de aynı şartlar altında çalışmakta olduğundan Osmanlı asker ve amelesine ne şartlar altında bakılmakta ise İngiliz esirlerine de aynı suretle bakılmakta, iskân ve iaşe olunmakta ve çalıştıklarına mukabil de yevmiye almaktadırlar.[666]

Kasr El-Nil Hapishanesinde tutuklu bulunan 5 Osmanlı subayının savaş esir karargâhlarına gönderildiğine dair İngiltere’nin verdiği 22 Haziran 1917 tarihli bilgi üzerine bir jest olarak Osmanlı Devleti’nin elinde tutuklu bulunan İngiliz esirlerinin de Afyonkarahisar esir kampına gönderilmesine karar verilmiş ve İsveç diplomatik temsilcisi aracılığıyla İngiltere Hükûmetine bildirmiştir. İngiltere Hükûmeti ise Osmanlı Hükûmetinin bu misillemeler için hiçbir dayanakları olmadığını ve ölümle biten bu olaydan dolayı protesto ettiklerini bildirmiştir.[667]

Esirlerin yazdıkları hatıratlarda anlatıldığına göre her kampta az da olsa firar veya firara teşebbüsler görülmüştür. Seydi Beşir kampından kaçmayı başaran altı esir Yüzbaşı Mehmed Ali (Sultan Hamid’in mareşallerinden birisinin oğlu), Jandarma Yüzbaşısı İbrahim, Yüzbaşı Edirneli Çingene Halid, Mısırlı Yedek Subay Lütfi Barudi, Yemen’de esir düşmüş alaylı bir teğmen ve Apak’ın ismini hatırlamadığı bir yüzbaşıdır. Bunlar, her türlü hazırlıkları yapmışlar, tel kesme makası tedarik etmişler, kum renginde elbiseler giymişler, kamp etrafında, kaçacakları yerin ampullerini uzaktan sapanla kırmışlardır. İlk önce Yüzbaşı İbrahim, kumların içinde sürünerek dikenli tellere yaklaşmıştır. Hâlbuki dikenli tellere iki metre yaklaşanlara nöbetçiler ateş etmektedirler. Kampın etrafı otuzar adım aralıkla yüksek çardaklar üzerinde yerlermiş İngiliz nöbetçileriyle sarılmıştır. Buna rağmen İbrahim kumun içinden sürünerek üç sıra tel örgüsünü birbiri ardından keserek bir insan geçecek kadar delikler açmıştır. Elli adım uzaktaki bir hurma ağacının ardına saklanarak arkadaşlarını beklemiştir. Yüzbaşı Mehmed Ali ve Lütfi Barudi çıkmayı başarmıştır. Fakat Yüzbaşı Çingene Halid şişman olduğundan açılan deliklerden geçememiştir. Yakalanmaktan korkan üç arkadaş diğerlerini beklemeyerek kaçmışlardır. Lütfi Barudi İskenderiye’de bir arkadaşının evinde saklanmıştır. Diğer üç kişi kaçmayı başarmış şehri ve dillerini bilmediklerinden bir otele yerleşmişler ve kendilerini Mısır Hidiv sarayında aşçı olarak tanıtmışlardır. Oteldeki görevli durumdan şüphelenerek İngilizlere bildirmiş ve otelde yakalanmışlardır. Diğerleri ise saklandıkları evde on beş gün kaldıktan sonra bir gece yarısı tedarik ettikleri bir kayıkla denize açılmışlardır. Tam beş gün beş gece Akdeniz’de dolaştıktan sonra Nil Nehrinin deltalarından birisinin sazlı ağzında kayıkları batmış ve muhafızlar tarafından onlar da yakalanmıştır. Kaçakların hepsi Gabbari cezaevine getirilmiş ve üçer kişilik gruplar halince yan yana iki locaya yatırılmıştır. Tuvalet ihtiyaçları için locaya bir oturak bırakılmıştır. Sabah, öğle ve akşam İngiliz erlerine verilen yemekten verilmiş fakat yatmak için yatak ve yastık verilmemiştir. Tek bir battaniye ile taş üstüne geceyi geçirmişlerdir.[668]

Esirler esir de olsa bir subaya böyle bir muamele yapılamayacağını, milli adetleri gereği aynı odada birbirlerinin yanında tuvalet ihtiyaçlarını gideremeyeceklerini bildirerek durumu protesto etmişler ve durumları düzeltilmediği takdirde açlık grevine başvuracaklarını beyan etmişlerdir. Getirilen yemekleri reddetmişler ve iki gün yemek yememişlerdir. Üçüncü gün cezaevi kumandanı yanında bir hekim ile sağlık durumlarının kontrolü için gelmiş yemek yemedikleri takdirde öleceklerini söyleyerek gitmiştir. Esirler ise greve devam etmişlerdir. O akşam hasta olduklarını anlamışlar fakat getirilen yemekleri yine de reddetmişlerdir. Dördüncü sabah hekim, kumandan, birkaç İngiliz eri büyük bir tencere süt ve bir lastik puar ile locaya girerek en başta yatan Çingene Halid’in ellerini ve ayaklarını tutarak ağzını kapamışlar bir kiloya yakın sütü burnundan içirmişlerdir. Yüzbaşı Halid, o zamana kadar burnundan karnına yol o1duğunu bilmemektedir. Sıcak sütü içtiğine memnun olmasına rağmen parmağı boğazına sokarak sütü tekrar kusmuştur. Diğer arkadaşları da aynı şeyi yapınca cezaevi kumandanı vaziyetin vahametini anlamış ve esirleri localarından çıkararak büyük ve uzun bir odaya nakletmiş ve her birine birer karyola, yumuşak yatak, iki üç masa, sandalye, eksiksiz sofra ve zengin bir mutfak takımı tedarik ettirerek, bir İngiliz erini de aşçı olarak emirlerine vermiştir.

Cezaevinde sigara içmek yasak olmasına rağmen bu esirlere bol sigara tedarik edip tavla, domino, iskambil gibi oyun araçları sağlanmış böylece grev sona ermiştir. Askeri mahkemenin verdiği on dört günlük hapis cezasını tamamlayarak çıkmışlardır. Lütfi Barudî’nin cezası daha fazla olduğu için Apak geldiğinde hala hapistedir. Bu kişi İttihatçı Abdülaziz çavuşun Mısır’dan kandırıp getirdiği ve Türk Ordusunda astsubay olarak görev yapmış Türk muhibbi bir Mısırlıdır. Her sabah saat 10.00’da odanın kapısı yarım saat müddetle açık bırakılır bu esnada Lütfi Barudî kilere giderek kendi istihkakları olan yiyeceklerinin en az iki katını bir iki sigara karşılığında almaktadır. Cezaevi komutanı sorun çıkarmadığı için dört günlük cezasını affetmiş, altmışıncı günün sonunda cezaevinden çıkmış ve Seydi Beşir’e dönmüştür.[669]

Yirmi subay esir kampından kaçmak için gizli bir cemiyet kurmuşlar, Kuran’a el basarak gizlilik için yemin ettikten sonra bir odanın ortasından bir tünel kazmışlardır. Kum için bolca kum torbası tedarik edilmiştir. Geceleri çalışılmış şafakla birlikte tünelin ağzı tahta ile kapatılmış üzerine halı serilmiştir. Kazma işi iki istihkâm subayı nezareti altında yapılmıştır. Her gece kimlerin çalışacağı Apak tarafından cetvele yazılmış ve kendilerine bildirilmiştir. Tünelin ağzı üç buçuk metre derin kazılmış bir metre yükseklik ve bir metre genişlik olmak üzere tünel uzatılmıştır. Tünelin duvarı kum doldurulmuş torbalarla giydirilmiş ve tünel tavanına da aralıklı olarak basit tahtalar konulmuştur. Çıkarılan ve rengi başka olan kum, barakanın etraflarına geceden yayılmakta, sabah güneş ile kuruyarak genel manzaraya uygun hale getirilmektedir. Tünel, tel örgülerinin altından geçerek kamp dışına kadar otuz beş metre uzunluğunda olacakken yedi metre kazıldıktan sonra Ali denen Edirneli bir yüzbaşının ihbarıyla İngilizler odayı basarak tüneli bulmuşlardır. Böylece ikinci firar teşebbüsü de sonuçsuz kalmıştır.[670]

Mısır esir kamplarından kaçma teşebbüsünde bulunan ve yakalanan bir esir de Beykozlu Kel Ali’dir. Beykozlu Kel Ali'nin, İngilizlerin elinde Kahire esir kampında geçen hayatı ve yaşadığı esaret şartları müsveddeler halinde kaleme alınmış ve döneme ait olarak önemli bilgileri günümüze ulaştırılmıştır. Bugün Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Arşivinde bulunan hatırat, kampta firara teşebbüs edenin acı sonunu göstermesi bakımından önemlidir. Kel Ali’nin Mısır kamplarından firarı ve sonrasında başına gelenler günümüz Türkçesi ile şöyledir:[671]

“Büyük Dünya Muharebesinde ve Kanal seferleri sırasında Gazze’de siperler kazarak bir buçuk sene İngilizlerle göğüs göğse çarpışan askerlerimiz garpta Alman bozgunluğundan sonra kendi kuvvetlerinden on misli çok olan İngilizlerle adım adım mücadele ederek geriye çekilmeye başlamıştı. İngiliz piyade ve süvarisi karadan, tayyaresi havadan, gemileri denizden geceli gündüzlü hücum ederek saldırıyordu.

Bu büyük kanlı çarpışmalarda askerlerimiz esir düştü. İngilizler bu esirlerimizi çöllerde, tepe sahrasında susuz, gıdasız on iki gün yaya yürüterek kanal yakınında Kantare denilen bir köye getirdi. Burada kireçli kuyuda banyo ederek trenle Mısır’a sevk etti. Neferleri Kahire civarında Koline kampına subayları İskenderiye’ye yakın Seydi Beşir dedikleri bir nahiyenin önünde kurulan etrafı kat kat tel örgülü, tahta barakalara yerleştirdi. Bu kamplarda esir subaylar üç dört sene kadar kaldı. Bu kamplara yerleşen neferlerden bazılarını cezalandırmak için subay kamplarına getiriyorlar, ağır işler gördürüyorlardı. Bu kamplardaki esir subaylarımız vakitlerini futbol oynamakla lisan öğrenmekle geçirirlerdi. Bir gün futbol maçı seyrederlerken kampları birbirine birleştiren yol üzerinde bir manga İngiliz askerlerinin süngüleri arasında mavi elbiseli birisinin tekmelenerek taş hapishanelere doğru götürülmekte olduğunu gördük. Bu mavi elbiseli adamın da İngilizlere tekme ile mukabele ettiğini ve bağırarak onlara bir şeyler söylediği görüyor, işitiyorduk, bu mavi entarili külahları giydiğinden gözlerimiz önünde cereyan eden bu hadiseye o kadar kulak asmıyorduk. Ta ki bize doğru yüksek sesle ‘Ben fellah değilim, Türk’üm Türk’üm’ demesi üzerine hepimiz birden o tarafa koştuk, bizleri görünce mavi entarili kendisini ve kim olduğunu şöylece anlattı:

‘Ben Türküm, Beykozlu Ali’yim. Ben iki sene evvel kamp tellerini keserek İngiliz neferlerinin silahlarını ellerinden alarak kaçtım. Bir sene Kahire’de bir saatçi yanında bir sene de İskenderiye’de bir gözlükçü yanında çalıştım.

Şimdi tutuldum. Zindana götürülüyorum. İngilizler beni görene bulup getirene beş yüz İngiliz lirası vereceklerini Mısır gazetelerine ilân ettiler. İki sene uğraştılar fellahlarına para için yakalattılar neyse şimdi günahımızı çekmeye dişlerimizi söktürmeye gidiyoruz.’ ‘Allah size, bana acımış’ diyerek sürüklene sürüklene bir kişilik taş kuleye doğru götürüldü hapsedildi. Bu kule, bir metre murabbaında dört beş metre yüksekliğinde yukarısından birazcık hava, güneş alabilen bir yerdir. Burada insan yatamaz, yalnız oturabilir, işte Beykozlu Kel Ali çilesini doldurmak için bu karanlık kuleye tıkıldı. Kapısı sımsıkı örtüldü. İki süngülü İngiliz neferi de bu zavallı Türk’ün kule kapısı önünde nöbete bırakıldı. Cuma günleri birbirlerimizle görüşmek için beş altı saat kampların iç kapıları açılır, bizler de bir haftalık iç acılarımızı, memleket hasretlerini, mektup alabilmişler varsa birbirine vatan ve aile haberlerini ulaştırarak içlerimizi dolduran elemlerimizi birazcık olsun bu komşularımızla gidermeye, sükûnet bulmaya çalışırdık.

Bu birbirine ekli olan kampların aralık tel örgülerine bitişik olan bu kulelerin yakınlarından geçtikçe arkadaşlarımıza seslenir gibi Beykozlu Kel Ali’ye herkes hal ve hatır sorardı. Bazılarımız ceplerinde sakladıkları birer paket ‘Matossian’ adlı sigaraları, ekmekleri Ali’nin bulunduğu kulenin tepesine fırlatırlardı.

Bu sigaraların her vakit Ali’nin eline geçmesi mümkün olamazdı. Birçokları çatıda birikir rüzgâr olursa bir kısmını aşağıya bir kısmını da Ali’nin başına düşürürdü. Ali de sigaraları aldığını Cuma günleri geçtiğimizde bizlere müjdelerdi. Ali’ye daima sükûnet, metanet göstermesini söyler varsa başkaca dileklerini sorardık. Bıçak ve tıraş isteğinden başka ne söylerse mutlak yapardık.

Ali ekseriya buradan da kaçacağını söyler dururdu. Kulenin kapısı altı santimetrelik kalastan ve dört kuşakla epeyce perçinlenmiş kapıdan başka çıkacak kaçabilmek için bir ümit yeri yoktur. Bu kapının hemen yanında iki de süngülü İngiliz neferi gece ve gündüz nöbet bekliyorlardı. Ali günden güne sinirleniyor için için düşmanlığını artırıyor dişlerini sıkarak bu kapandan kendini bir an evvel kurtarmaya çalışıyordu.

Bir gün ben esir neferlere cami olarak ayrılan bir pavyonda ders verirken Ali’nin kule kapısı önünde aslanlar gibi İngiliz neferleriyle çarpışan ve onları, silahlarını yerlere düşürerek boğmaya çalışan Beykozlu Ali’nin müthiş hücumlarını gördüm. Dersi bıraktım neferlerimizle birlikte bu hazin fakat göğüslerimizi kabartan manzarayı aynen gördük.

Ali eline geçirdiği silahların dipçiğiyle İngiliz neferlerini birer vuruşta yerlere seriyor, aynı zamanda süngülerle tel örgülerini kesmek için bütün gayretiyle yükleniyordu. Birinci tel örgüyü geçti. İkinci, üçüncü, dördüncü örgüleri de aşmak üzere iken tam yarım bölük kadar İngiliz neferlerinin süngüleri ileriye uzatarak marş marşla geldiklerini gördüm. Ali gayet gür ve acı bir sesle ‘Sizleri de geberteceğim gelmeyiniz.’ diye haykırdı. Bu elim manzaranın kalplerimizi göğsümüzden fırlatacak kadar yüksek bir sevinci vardı. Gayr-ı ihtiyari hepimiz bir anda bir avaz Ali diye bağırdık. Ne çare ki otuz küsur süngü Ali’nin vücuduna çevrilmişti. Ali hayli uğraşmalardan sonra büyük bir hiddet ve infialle teslim oldu. Süngülerin önünde kamptan çıkarılan Ali doğruca kamp kumandanı Miralay (Albay Coates)’in yanına götürüldü.

Miralay Coates çok kibar ve çok centilmen bir İngiliz kumandanıdır. Coates, Ali’yi kanlar içinde kendi neferlerini de mücadeleden bitkin bir halde görünce ‘Bravo Türk’ diyerek Ali’yi okşadı, sevdi.

Yarın mahkemesi görülmek üzere Ali sıkı bir kordon altında başka bir kuleye sokuldu. Beceriksiz İngiliz neferleri de birer ceza ile bölüklerine gönderildi.

1925 senesi Ağustos ayındaydı. Bir sabah beyaz patiska örtülü üç masa dört sandalyeden ibaret bir yer hazırlandı. Miralay Coates ortada, kamp zabitlerinin yeri sağda, diğeri solda, Türkiye’den kaçmış Nişan isminde 70’lik bir Ermeni de tercüman olarak boş sandalyede oturuyordu. Ben de aylıktan biriken paralarımı almak için aynı yere çağrıldım. Miralay, ‘Sizin Kızılay senin mülazım olduğunu bize İsviçre yolu ile bugün bildirdi. Sana müjde: Sen çok çektin. Artık dokuz aylık maaşınız şurada hazırdır. Senetleri imza ediniz, alınız.’ dedi.

Sevinçten etrafıma baktım. Bir mahkeme salonunun kurulduğunu gördüm. Bir gün evvel aslanlara taş çıkartan Beykozlu Ali’nin hemen getirilip kendisine bir sandalye gösterildiğini hain (...) ihtarından anladım. 'Parayı nasıl olsa alacağım acaba şu kahraman Beykozlunun mahkemesi nasıl olacaktır.’ dedim.”

3.7.2                        Hindistan ve Burma Esir Kamplarında Görülen Firar Olayları

Kamplarda firar olayları görülmüş ve firara teşebbüs edenlere hiçbir tolerans gösterilmemiştir. Kaçmaya çalışan esirler en ağır şekilde cezalandırılmış ve hatta muhafızlar tarafından öldürülmüştür. Bellary kampından firar ederken öldürülen askerlerden birisi Er İsmail Ahmed’dir. Hindistan Ofisi, Londra Savaş Esirleri Ofisine 11 Ağustos 1919 tarihinde savaş esiri Ahmed İsmail’in Lewe’de gerçekleşen ölümünü bildiren bir rapor göndermiştir. Hindistan Hükûmetinin 19 Haziran 1919 tarihli Ordu Raporunun 15. paragrafında savaş esiri Ahmed İsmail’in ölümünün gerçekleştiği şartları araştırmak üzere kurulan tahkik heyetinin soruşturmasından bahsedilmektedir. Yarbay W.S. Alexander’ın emriyle hazırlanan rapor ve eklerinde cinayetten detaylı olarak bahsedilmektedir. Eklerde heyet tarafından dinlenen tanıkların ifadeleri bulunmaktadır. Tanıklardan Piyade Er Naanchariah ifadesinde olayı şöyle anlatmıştır:[672]

“12 Mayıs 1919 tarihinde Lewe savaş esirleri kampının güney köşesinde nöbet kulübesinde nöbet tutmaktaydım. Saat 10:55 sıralarında benim bulunduğum noktaya yaklaşık 20 metre uzaklıkta atılmış bir giysi fark ettim. Bir savaş esiri duvara tırmanıp dışarı atladığında hemen onu süngümle yakalamaya çalıştım ama ben kulübemden çıktığımda zaten kaçmıştı. Onu 100 metre gibi yakın bir mesafeden, sürekli olarak durmasını söyleyerek takip ettim. Aniden geri döndü, yerden büyük bir bambu aldı ve bana saldıracakken ateş ettim ve esiri vurdum.”

Esirin öldürülmesi konusunda ikinci tanık kamp personelinden Onbaşı W. Beer’dir. Onbaşı W. Beer verdiği ifadede öldürülen esir İsmail Ahmed’in cesedini nasıl ve nerede gördüğünü söylemiştir:[673]

“12 Mayıs 1919 günü sabahında kamp personeli evinde kahvaltı yapıyordum. Bir silah sesi duydum ve dışarı çıktım. Kampın güney köşesindeki kulübesine dönmekte olan bir nöbetçi ve kamp duvarının 150 metre kadar dışında yerde yatan bir savaş esiri gördüm. Kendisine yaklaştım, hareketsiz bir şekilde yüz üstü yatıyordu. Bana ölmüş gibi göründü ve başından yaralanmıştı. Konuyu kamp yetkililerine bildirdim.”

Tanıkları dinleyen heyet yazdıkları raporda savaş esiri Er Ahmed İsmail’in kaçmaya çalışırken bir nöbetçi tarafından vurularak öldürüldüğü doğrulamıştır. Heyete göre nöbetçi kendisine verilen talimatlara göre hareket etmiştir. Lewe savaş esirleri kampı başsağlık subayının, Lewe Savaş Esirleri Kampı Merkez Kısım Amirine 12 Mayıs 1919 tarihinde Türk esirinin ölüm raporunu göndermiştir. Er İsmail Ahmed’in ölüm raporu şöyledir:[674]

“Er İsmail Ahmed, 12 Mayıs 1919 tarihinde saat 10.30 sularında bir nöbetçi tarafından vurulmuştur. Ölüm anlık olarak gerçekleşmiştir.

Kurşun sağ göze girmiş ve kafatasının arkasından tam ortadan çıkmıştır.

J.W. WILLIAMSON, Yüzbaşı (İmzalı),

Baş Sağlık Zabiti, Lewe Savaş Esirleri Kampı.”

Kampta muhafızlar tarafından öldürülen tek esir Er İsmail Ahmed değildir. Mustafa adlı bir esir tel örgüye yaklaştığı için Hintli bir subay tarafından 28 Temmuz 1919 günü vurularak öldürülmüştür.[675] Bu cinayetlere benzer bir başka olay daha vardır. Osman oğlu Farajallah adlı bir esir kampta öldürülmüş ve hakkında bir rapor hazırlanmıştır.[676]

Kampta başarı ile sonuçlanan firar olayları da gerçekleşmektedir. Bunların bir kısmı vatanlarından çok uzakta ülkelerine dönemeden yakalanmış çok azı mutlu sona ulaşabilmiştir. Dört Kazanlı Tatar bir buçuk aylık bir çalışmanın sonunda bir gece karanlıktan faydalanarak tel örgüleri kesip çakmayı başarmışlardır. Esirler kuzeye doğru Haydarabad’a kaçtıkları anlaşılmıştır. Yaklaşık bir buçuk ay sonra 18 Eylül 1919 günü Haydarabad’da yakalanmışlar ve kampa geri getirilmişlerdir. Askeri mahkemede neden kaçtıkları sorusuna kendilerinin Müslüman askeri olduklarını, vazifelerinin kaçmak ve düşmana kurşun atmak olduklarını İngiliz askerlerinin vazifesinin ise esirleri kaçırmamak olduklarını söylemişlerdir. Bu ifade her ne kadar takdir ile karşılansana kanun gereği hapsedilmek üzere Bombay hapishanesine gönderilmişlerdir. 24 Aralık 1919 gecesi beş Tatar daha kaçmış nöbetçi Hintli askerler sorumlu tutularak hapsedilmiştir.[677]

Kamplarda en çok öldürme olayı firar olayları sırasında olmuştu. Meiktila kampında Türk savaş esiri Teğmen Ahmed oğlu Mehmed Ziya 5 Nisan 1919 tarihinde saat 22.00 sularında Meiktila savaş esirleri kampından kaçmaya çalışırken Hintli bir nöbetçi tarafından vurularak öldürülmüştür. Konu ile ilgili Hindistan Ofisi 9 Ağustos 1919 tarihinde Londra Whitehall Sarayında bulunan Savaş Ofisine bir tezkerede göndermiştir. Tezkerede Hindistan Hükûmetinin 3 Temmuz tarihli raporunun 11. paragrafından yapılan alıntı ile Burma Meiktila’da alıkonulan bir Türk esiri olan Teğmen Mehmed Ziya’nın ölümünü bildiren ekler gönderilmiştir. Hindistan Hükûmetinin 3 Temmuz 1919 tarihli Ordu Raporunun 11. paragrafından yapılan alıntıda Meiktila savaş esirleri kampında alıkonulan bir Türk esiri olan Teğmen Ahmed oğlu Mehmed Ziya’nın 5 Nisan 1919 tarihinde vurularak öldürüldüğü şartlara ilişkin bilgiler ve ekler bulunmaktadır. Cinayetin araştırılması için bir tahkik heyeti kurulmuştur. Tahkik heyeti sekizinci ve dokuzuncu tanıkları dinleyerek maktulün alkolün etkisinde olduğu şeklinde verdikleri ifadeler değerlendirilmiş, Meiktila savaş esirleri kampında yapılan kapsamlı bir aramanın maktulün çalıştığı mutfakta mayalanan bir tür muz dolu bir kavanozun gizlendiği küçük gizli bir bölme olduğunu ortaya çıkarmıştır. Maktulün kamp kurallarına göre yasak olan alkolü bu yolla elde ettiği düşünülmektedir. Adı geçen rapor 16 Nisan 1919 tarihinde Burma Bölgesi Komuta Genel Subayı tarafından Hindistan Merkez Şubesi Müdürüne gönderilmiştir. Adı geçen raporun yazısında Türk savaş esiri 1474

Teğmen Ahmed oğlu Mehmed Ziya’nın savaş esirleri kampında görevli olan bir nöbetçi tarafından vurularak öldürüldüğü şartları belirlemek üzere toplanan tahkik heyetinin kararının gönderildiğinden bahsetmektedir. Kamp komutanı yazıda heyetin vardığı sonuç ile aynı görüşte olduğunu belirterek Burma 85. Tüfekli Birliğine bağlı olan, sağduyu ve imtiyaz ile hareket eden Sepoy Balesar Misar’ın savaş esirine kaçma girişiminden vazgeçmesi için her türlü imkânı tanıdığını ve cinayetle bağlantılı suçlamalardan beraat etmesi gerektiğini düşündüğünü söylemiştir. Esirin öldürülme şartları belirlemek üzere Meiktila’da 7 Nisan 1919 tarihinde Binbaşı E.W. Thain’in talimatıyla toplanan Tahkik Heyetinin raporunda birinci tanık olarak Sepoy Balesar Misar dinlenmiştir. Sepoy Balesar Misar aşağıdaki şekilde ifade vermiştir:[678]

“5 Nisan 1919 tarihinde nöbetçiydim, saat 20.00’de nöbeti almıştım ve 22.00’de devredecektim. Saat 20.30 sıralarında bulunduğum noktanın önünde normalden daha fazla esirin yürüyüş yapmakta olduğunu fark ettim, telin yanına kadar geldiler ve kendilerini uyardım ama aldırış etmediler, daha sonra nöbetçileri taklit edercesine bulunduğum noktanın tam önünde durdular. Saat 21.30 sıralarında tele doğru yaklaşık 20 kişilik bir grup yaklaştı. Geri çıkmalarını emrettim ve barakalarının gölgesine geçtiler. Daha sonra bunların arasından 3 kişi geldi, bunlardan biri tele doğru geldi ve diğer ikisi oldukları yerde, telden 8-10 adım uzakta kaldılar. Esir tele yaklaşınca kendisini uyardım, tele yapıştığında da ‘Türkler bana saldırıyorlar, bunu komutana söyleyin.’ diye her bir taraftaki nöbetçileri uyardım. Bağırdığım halde nöbetçilerin bana cevap verdiklerini duymadım. Esir tele doğru yaklaşırken kendisini 4 kez uyardım. Tele iyice yaklaştığında bir kez daha uyardım, ayağa kalktı ve bana saldıracağını düşündüğüm için kendisini vurdum. Yere düştü. Ses çıkarmadı. Onu vurduğumda ondan 7 adım kadar uzaklıktaydım. Esir tele yaklaşırken diğer ikisinin de uzaklaştığını gördüm. Maktulü vurduktan hemen sonra alarmı çalıştırdım, tüfeğimi 3 kez ateşledim ve birkaç esir bulunduğum yerde toplandı. Sanırım saat 22.00 sıralarıydı. Alarmı çalıştırmam sonrasında İngiliz asker yaklaşık 11 kişi ile birlikte yanıma geldi. İngiliz asker Türklere dağılmalarını emretti, onlar da hemen dağıldı. L. Naik ve benim nöbetçi kışlamdan 3 kişi, İngiliz askerden 1475 sonra vardılar, daha sonra Subadar Suraton Singh, 30 kadar kişi ile geldi ve bunun hemen sonrasında da kamp komutanı geldi.”

Burma 85. Tüfekli Birliği’nden Sepoy Ranidene Singh ise ikinci tanık olarak doğruları söylemesi için usulüne göre uyarıldıktan sonra şöyle ifade vermiştir:1476 [679]

“5 Nisan 1919 tarihinde saat 22.00 sıralarında 12 numaralı noktadaki nöbetçinin ‘Türkler tarafından saldırıya uğradım, durumu komutana bildirin.’ diye bağırdığını duydum. 4 kez uyardığını duydum ve daha sonra 4 el silah sesi duydum.”

Burma 85. Tüfekli Birliği’nden Sepoy Bhagwan Singh da daha önceki tanıklar gibi doğruları söylemesi için usulüne göre uyarıldıktan sonra olayla ilgili şöyle ifade vermiştir:[680]

“5 Nisan 1919 günü saat 22.00 sıralarında 12 numaralı noktadaki nöbetçinin bir adamı 4 kez uyardığını duydum, daha sonra bir Türkün kaçmaya çalıştığı hususunda komutana bilgi vermem için beni uyardı. Bundan kısa süre sonra nöbetçinin 4 kez ateş ettiğini duydum.”

Burma 85. Tüfekli Birliği’nden Subadar Suraton Singh da öncekilere benzer şekilde şöyle ifade vermiştir:[681]

“5 Nisan 1919 gecesi alarm sesini duydum ve doğrudan 12 numaralı noktaya doğru hareket ettim, orada yaklaşık 25 kişi vardı ve tellerin arkasında bir Türk savaş esirinin ölü olarak yattığını gördüm. İngiliz asker oradaydı ve savaş esirini kaçmaya çalıştığı esnada vurduğunu bana bildirdi. Maktul, teller ile doğru bir açı oluşturacak şekilde uzanıyordu, tellerden bir adım uzaklıktaydı ve ayakları tellere yakındı. Alarm sesi duyulur duyulmaz muhafızların ve nöbetçilerin sayısı iki katına çıkmıştır.”

Bedford 3. Alayı’ndan Çavuş Ford beşinci tanık olarak şöyle ifade vermiştir:[682]

“5 Nisan 1919 gecesi saat 22.00 sıralarında arka arkaya 3 el silah sesi duyduğumda irkildim. Derhal 12 numaralı noktaya gittim. Orada ölü bir savaş esiri gördüm, vurulmuştu, çitlerin dış tarafında yatıyordu. Üzerinde atlet, şort, çorap ve ayakkabılar mevcuttu ve ayakları tellere yakın olacak şekilde, doğru bir açıyla yatıyordu. Durumu kamp başçavuşuna bildirmesi için Er Angell’i derhal gönderdim. Hintli muhafızların odasına yaklaşırken Kamp Komutanı Binbaşı Grey ile karşılaşmış ve konuyu kendisine anlatmıştır. Maktulün kıyafetlerinin yırtılmış olup olmadığına dikkat etmedim. Ben vardıktan 3 dakika sonra Hintli bir müfreze birlik geldi. Tellere yakın bir yerde hiç Türk yoktu ama birkaçı barakanın içinden bakmaktaydı. Baraka, tellerden 12 adım kadar uzaklıkta bulunuyor, onlara gözden kaybolmalarını emrettim.”

6.                       Tanık olan ve Türk Kamp Hastanesinden sorumlu subay Yüzbaşı G.K. Fulton da önceki tanıklar gibi aynı ifadeyi vermiş ve esirin ölümü hakkında ön otopsi raporunu açıklamıştır:[683]

“5 Nisan 1919 tarihinde saat 22.00 sıralarında alarm sesi duydum ve savaş esirleri kampına doğru hareket ettim. Ana kapıdaki nöbetçi, nöbetçilerden birinin alarmı çalıştırdığını bana söyledi. Kamp levazım subayı olan Teğmen Benson ile birlikte olay yerine gittim ve tellerin dışında yerde uzanan maktulü gördüm, ayakları tellere yakın taraftaydı ve elleri başının üzerinde gerilmiş durumdaydı. Cesedi inceledim ve ölmüş olduğunu ilan ettim ve hastane morguna gönderdim. Üzerinde bir atlet, şort, beyaz halkalı siyah çoraplar ve tenis ayakkabıları vardı. Giyiminde bozulma yoktu, sadece yaralanmanın verdiği etkiyle zarar görmüştü. O gece kıyafetleri çıkarıldı. Ertesi sabah ceset üzerinde kapsamlı bir muayene yaptım ve ölümün, kanama ile devam eden şoktan dolayı gerçekleştiğini düşünüyorum. 12 mermi girişi, bir çıkış vardı.”

Kamp levazım subayı yedinci tanık Teğmen A. Benson, Kamp alanını koruyan nöbetçilere verilen talimatların birer örneğini tahkikat heyetine sunmuştur. Sekizinci tanık Türk savaş esiri Teğmen Necip oğlu Ethem Necip ifadesinde maktul ile vurulmadan yaklaşık bir saat önce görüştüğünü ve biraz alkollü olduğunu söylemiştir. Başka bir Türk savaş esiri dokuzuncu tanık Teğmen Ahmed Hamdi oğlu Hüseyin Kâmil’dir. Hüseyin Kâmil verdiği ifadesinde 5 Nisan 1919 günü saat 16.00 ile 20.00 arasında maktul ile birlikte olduğunu, saat 20.00’de ayrıldıktan sonra bir daha görmediğini ve maktulün alkol aldığını ama sarhoş olduğunu sanmadığını söylemiştir.[684]

Heyet tanıkları dinlemeden önce olay yerini incelemiştir. Heyet, 7 Nisan 1919 tarihinde yazdığı raporunda Sepoy Balesar Misar’ın kendisine verilen kamp talimatlara göre hareket ettiği sonucuna ulaşmıştır. Heyete göre savaş esiri Teğmen Ahmed oğlu Mehmed Ziya usulüne göre uyarıldıktan sonra 5 Nisan 1919 tarihinde saat 22.00 sıralarında Meiktila savaş esirleri kampından kaçmaya teşebbüs ederken vurarak öldürülmüştür. Kamp yönetimi tarafından kamp etrafındaki nöbetçilere verilen talimatlar ise şu şekildedir:[685]

7.                         . Kendisine tahsis edilen tel örgülerin üzerinden savaş esirlerinin kaçmalarını önlemekten sorumludur.

8.                                            Silahını dolu bulunduracaktır, süngüsü her daim hazır olacaktır.

9.                       Eğer bir esir bir kez uyarıldıktan sonra uyarıyı dikkate almaksızın tel örgüyü aşmaya kalkışırsa derhal vurulacaktır.

10.                    Eğer bir nöbetçi ivedilikle bir yardıma ihtiyaç duyarsa, hızlı bir şekilde 3 el ateş edebilir.

11.                    Disiplin ihlali durumları dışında herhangi bir savaş esiri ile mülaki olunmayacaktır.

12.                    Bir esir ile kamp dışından yetkili olmayan biri arasında bir ilişki gerçekleşmesine müsaade etmeyecektir.

13.                    Hiçbir yetkili olmayan şahsın tel örgüye 50 metreden fazla yaklaşmasına izin vermeyecektir.

14.                    Eğer ışıklar söndükten sonra bir savaş esirinin şüpheli bir şekilde dikildiğini ya da aylakta dolaştığını görürse durumu İngiliz muhafız komutanına bildirmelidir.

15.                    Kamp içinde veya dışındaki yangın veya başka bir ciddi durumda derhal en yakın muhafız komutanına bilgi verecektir.

16.                       Gece bir lamba iyi yanmıyorsa veya tamamen sönmüşse muhafız komutanına bilgi verecektir.

17.                       Nöbetçiler, Seremoni Eğitim Kitabı’nda belirtildiği şekilde rütbelere göre eğilerek, dönerek vs. selamlama yapacaklardır.”

8 Mayıs 1919 tarihinde Hindistan Merkez Şubesi Müdürü tarafından Burma Bölgesi Komuta Genel Subayına raporda bulunan ikinci ek gönderilmiştir. Ekte maktulün alkol aldığının görüldüğüne dair tanıkların ifadeleri delil gösterilerek sunulmuştur. 28 Temmuz 1917 tarihinde kampa gönderilen kamp kurallarına göre sağlık zabiti tarafından imzalanan emir dışında hiçbir şekilde sarhoş edici içeceklerin kampa girmesine izin verilmediği belirtilmiştir. Bu bakımdan maktulün alkollü içeceği nasıl edindiğini belirlemek için araştırma yapılması talep edilmiştir. İkinci ekten sonra 28 Mayıs 1919 tarihinde üçüncü bir ek daha gönderilecektir. Burma Bölgesi Komuta Genel Subayından Hindistan Merkez Şubesi Müdürüne gönderilen cevabi yazıda savaş esirinin ölümünü etkileyen şartlarla ilgili araştırmalardan sonra yasa dışı likör ile ilgili olarak araştırma yapıldığını bildirilmiştir. Olaydan birkaç gün sonra mutfaklar incelenmiştir. Maktul tarafından kullanılan bir mutfakta küçük bir gizli bölme tespit edilmiştir. Bu alanda bir kavanoz içerisinde mayalanan muzlar görülmüştür ki muhtemelen maktulün alkolü elde etme yöntemi bu şekildedir.[686]

Burma esir kamplarından kaçarak köyüne kadar gidebileceğini düşünen esirler de çıkmış ve firara teşebbüs etmişlerdir. Irak Cephesi’nde esir düşen Hüseyin Çavuş, Burma esir kampından, Afyon Sandıklı ilçesindeki köyüne gelebileceğine inanarak kaçma teşebbüsünde bulunmuş fakat ilk adımda yakalanarak tekrar tel örgülerin arasındaki yerini almıştır.[687]

3.7.3 Kıbrıs Halkının Esirlere Yardımı; Adada İsyan Hareketleri ve Firar Olayları

1916 yılından itibaren Kıbrıs adasındaki Karakol esir kampına getirilen Türk savaş esirlerinden bazıları zaman içerisinde kötü şartlar ve firar sırasında İngiliz askerleri tarafından vurulma gibi sebeplerle hayatlarını kaybetmiştir. Bir kısmı da

kaçmayı başararak Anadolu’ya geçmiş veya Kıbrıs’ta kalarak adada yaşamaya devam etmiştir.[688]

Birinci Dünya Savaşı döneminde Çanakkale’de İngilizler tarafından esir alınarak adaya getirilen Türk savaş esirleri çeşitli dönemlerde bu esaret hayatından kaçmaya çalışmıştır. Kendilerine bu konuda en büyük destek ve yardımı ise Kıbrıslı Türkler yapmıştır. Kaçtıktan sonra asıl önemli iş İngilizlere yakalanmamak ve mümkün olan en kısa sürede Anadolu’ya ulaşarak tekrar memleket için savaşa girmektir. Mağusa Türk esir kampından kaçabilen Türk askerleri bir süre köylerde gizlenmişler, buradan tekneler ile Anadolu’ya kaçmışlardır. Bu esirlere Kıbrıs Türkleri zaman zaman yardım etmiş ve onları bir müddet Beşparmak Dağları’nda saklamıştır. Esirler Beşparmak Dağları’nda Alevkayası olarak bilinen bölgedeki mağara ve kovuklarda saklanarak İngilizlerin elinden kurtulmaya çalışmıştır. Kamp bölgesinden kaçmaya muvaffak olan bazı Türk esirler Topçuköy ve Aynakofo (Altınova) bölgelerine kadar gelebilmişler ancak tekrar yakalanarak kampa geri götürülmüşlerdir.[689]

Bir yolunu bularak kamplardan kaçmayı başaran 20-25 kadar esir ada halkı tarafından Beşparmak Dağları’nda bir mağarada saklanmıştır. Bu esirler bir süre sonra yakalanmış ve onlara yardım eden Türkler Girne Kalesi’ne hapsedilmiştir.[690] Esirler tarafından Beşparmak Dağları’nın saklanma amacıyla seçilmesinin sebebi saklanmak için ideal yer olması, doğal ortamının yakalanma riskini ortadan kaldırması, ormanlık arazi olması nedeniyle rahatça gizlenebilme, barınma, yiyecek ve su bulma imkânının fazla olması ve ayrıca Anadolu’ya geçişin en kısa yolunun burası olmasından ileri gelmektedir. Kaçış için Mağusa’nın Aynakofo ve Topçuköy köylerini kullanan esirler olmasına rağmen Anadolu’ya kaçışın en kolay olduğu yerler Girne’ye bağlı Livera ve Kormacit köyleridir. Kamptan kaçan esirlerin Anadolu’ya geçiş için tek çaresi bir sal yapmak veya bir sandal bulmaktır. Sandal veya sal yapabilmek için gerekli odun bölgedeki ormanlık araziden sağlanabilmektedir. Adada esirlere kaçmalarına yardım eden ailelerinin başında gelen Sadrazam ailesi bu kaçak Türk esirlerine yardımlarını esirgememiştir. Yaptıkları sandallarla esirlerin kaçmalarına yardımcı olmuşlardır. Bu yardım ve desteğin sonucu olarak bu köyün ismi değiştirilmiş ve Sadrazamköy adı verilmiştir.[691]

Kıbrıs adasının Anadolu’ya bakan en güney noktasında bulunan Kormacit köyü Türk esirlere kaçışlarında büyük kolaylıklar sağlamıştır. Kamptan ilk kaçma teşebbüsü 29 Kasım 1916 tarihinde gerçekleşmiş ve 2 Türk askeri İngilizler tarafından şehit edilmiştir. Vurularak ölen askerlerden hariç kaçmayı başaran askerler de olmuştur. 4.470 esir numaralı olup kaçarken üzerinde siyah keten ceket, kalın pantolon ve fes bulunan, siyah bıyıklı, esmer ve orta boylu bir Türk esiri gece yarısı kamptan kaçmayı başarmış ve bir daha kendisinden haber alınamamıştır. 29 Kasım 1916 gecesi 22.00 ile sabah 06.00 arasında kamptan kaçtığı tahmin edilen bir başka Türk esiri 4.417 numaralı İbrahim Ali Mehmed Sabri’dir.[692]

Kamplardan kaçarken kamp muhafızları tarafından öldürülen esirler de çok olmuştur. 30 Haziran 1917 tarihinde esir kampından kaçmaya çalışırken öldürülen 2 Türk esiri bu kişilere örnek verilir. Öldürülen askerler 3.105 esir numaralı Ali Hacı Ahmed ve 3109 esir yaka numaralı Hanefi Ahmed’dir. Bu 2 Türk askeri İngiliz Kraliyet Birliğinden Er John Garnett tarafından vurulmuştur. Nöbeti sırasında kaçmaya çalışırken 2 Türk askerini vurarak öldüren İngiliz Er John Garnett derhal tutuklanmış ve sıkıyönetim kuralları çerçevesinde askeri mahkemede sorgulanmıştır. Ancak bu yapılan sadece adli bir görevi yerine getirmekten başka bir şey değildir.[693]

İngiliz Yüksek Komiserliği Resmî Gazetede yayımladığı 588 sayılı kararla, kampta Osmanlı ordusunda savaşırken firar eden veya bu sırada esir düşen Ermeni ve Arapların da bulunduğunu belirterek esirlerin yargılanması konusunda bazı düzenlemeler getirmiştir. Lloyd George imzalı kararla komutanlık alanına giren sınırlar dâhilinde İngiliz Yüksek Komiserliğine herhangi bir suçla yargılanacak olan bütün savaş esirlerini yargılama yetkisi verilmiştir. Bildirilen kararla söz konusu askeri mahkemeler derhal tesis edilecek ve konuyla ilgili yasalar ve kurallar ne gerektiriyorsa suçlunun yargılanması, cezalandırılması ve cezasını bu şartlar ve yasalar çerçevesinde çekmesi sağlanacaktır. İngiliz Yüksek Komiserliği, ayrıca herhangi bir askeri mahkemenin kararlarının uygulanmasından ve bundan sonra bu askeri mahkemelerce verilecek cezaların yukarıda belirtilen yasalar ve kurallar çerçevesinde yerine getirilmesinde de sorumlu tutulmuştur. Askeri Mahkeme aldığı her türlü kararı Londra’daki Yüksek mahkemeye gönderecektir.1491 [694]

Türk savaş esirlerine yardım eden ancak İngilizler tarafından kimliği tespit edilen Kıbrıslı bir Türk ile ilgili Mağusa Kaza Yüksek Mahkemesinin Mağusa Kaza Komiserliği’ne gönderdiği 9 Mart 1918 tarihli yazısı söz konusu Kıbrıslı Türk’e verilen hapis cezasının onanmasıyla ilgilidir. Yazıda İngiltere Hükûmetinin 15 Aralık 1916 tarihli duyurusuna aykırı bir şekilde, kaçak Türk savaş esirleriyle ilişkisinden dolayı Maloundalı Hacı Mehmed Ali’ye Kaza Yüksek mahkemesi tarafından verilen 2 yıllık hapis cezasının Yüksek Komiserlik ve Genel Vali tarafından onaylandığı belirtilmiştir.[695] Hacı Mehmed Ali’ye verilen cezanın onanması sonrasında 5 Aralık 1918’de Mağusa Kaza Komiserliği tarafından Kıbrıs Genel Valiliği’nce gönderilen Kaza Komiseri ve Yüksek Mahkeme Başkanı imzalı bir başka Türkiye ile girişilen barış ortamından dolayı bu cezanın düşürülmesi istenmiştir.[696]

1917-1918 yıllarında Mağusa esir kampından tünel kazarak kaçmayı başaran ve Çanakkale’de esir düştükleri öğrenilen 6 Türk esiri önce Gonedra’ya kadar gelmiş ve geceyi geçirmek için bir ağıla saklanmıştır. Aradan birkaç saat geçince Türk olan ağıl sahibi ağılda saklananların kaçak esir olduklarını öğrenmiştir. Bu kişi esirleri, saklayacak güvenli bir yeri olmadığı için komşu köy olan Ayharida (Ergenekon) köyüne göndermiş ve Osman amcayı bulmalarını söylemiştir. Osman amca kendileri için en güvenilir yer olan Topaktaş mağarasında esirleri saklamıştır. Bu bölgede davar güden çobanlardan esirlerin sesinin duyulduğunu öğrenen Osman amca o gece esirleri daha güvenilir bir yer olan ve bugün esirler Mağarası olarak bilinen yere götürmüştür. Bu mağara dağın tepesinde olup yaklaşık 20 metrekare kadardır. Bu mağaraya ilk gelen bu 6 kişi burada yaklaşık bir yıl kadar kalmıştır. Bu esirlere iki veya üç günde bir Hüseyin Yusuf ile Mehmed Osman, köyden yiyecek götürmüştür. Esirler su ihtiyaçlarını da köyün hemen yanında, kaldıkları mağaranın bulunduğu dağın eteklerinden karşılamıştır. Bu dağdan suyun bulunduğu yere kadar inip çıkmak yaklaşık 2.5-3 saat almaktadır. Bu arada İngilizler köye kadar gelip esirleri arayıp sormuşlar fakat köy halkı olaylardan habersiz gibi davranıp hiçbir şey söylememiştir. Sonraları savaş bitince af çıkmış ve bu esirlerden bazıları gidip teslim olmuş, bazıları da bir kıyı köyü olan Akatu’ya giderek teknelerle anavatana dönmüştür. Bunlar gittikten sonra aynı mağaraya üç kişi daha gelmiştir. Bunlardan birinin ayağında kurşun yarası olup öbür iki arkadaşının omuzlarında taşınmıştır. Köye gelen son gelen ise tek bir kişidir. Bu kişi tek olduğu için fazla yalnız bırakılmamış ve köyün yakınında olan bir ağılda aynı kişiler tarafından saklanmıştır. Bu esirler içinde sadece tek olarak gelen bu adamın adı hatırlanmakta ve Mesut olduğu bilinmektedir. Bu adamın daha sonra sağ salim Türkiye’ye ulaştığı Hüseyin Yusuf’a yazdığı iki adet eski Türkçe mektuptan öğrenilmiştir. Fakat Mesut’un Türkiye’ye kaçışı hakkında hiçbir şey bilinmemektedir.[697]

Tüm Kıbrıs Türklerinin kaçan esirlere yardım etmedikleri bazen esirleri dolandırdıkları ve hatta ihbar ettikleri de olmuştur. Türk savaş esiri Topal Süleyman lakaplı Süleyman Osman, Nuri İbrahim ve Mustafa İsmail Mart 1918 tarihinde esir kampından kaçmayı başarmış ve gündüzleri dinlenmek, geceleri de kaçmak suretiyle adanın kuzeyine kadar gelmeye çalışmıştır. Kışın adada en çetin geçtiği ayda gündüzleri bulabildikleri sığınaklarda ve tarlalarda saklanan Türk esirler geceleri hiç durmadan kaçarak İngiliz askerlerinden ve Rum polislerinden uzaklaşmıştır. Amaçları bir sandalla Anadolu’ya geçmektir. Mağusa bölgesinden iyice uzaklaştıktan sonra bir Rum köyüne gelmişler fakat kendilerine yardım edecek birisini bu köyde bulunmamışlardır. Türk askerleri köyde yaşayan bir Rum köylüyle anlaşarak kendilerine bir sandal temin etmesini istemiştir. Rum köylü parasını aldığı sandalı esirlere getirmemiş ve onları dolandırmıştır. Dolandırılan Türk esirler gündüz saklanarak ve gece yürüyerek Mallıdağ ve Yamaçköy arasındaki bölgeye kadar gelebilmiştir. Açlıktan yorgun düşmüş esirler tesadüfen bir mağara bulmuştur. Burası artık esirler mağarası olarak bilinmektedir. Yanlışlıkla mağaraya giren bir davar esirlerin hayatını değiştirmiştir. Açlıktan ölmek üzere olan bu kişiler bir hayvan keserek açlıktan ölmekten son anda kurtulmuşlardır. Hayvan sahibinin mağaraya gelmesiyle her şey anlaşılmış ve köye dönerek babası Hacı Mehmed Ali’ye durumu bildirmiştir. Hacı Mehmed Ali ve yanında birkaç kişi daha mağaraya gelmiş ve esirlerin durumunu fark etmişlerdir. Aç kaldıklarını, Türk olduklarını ve esir kampından kaçtıklarını söylemelerine rağmen kendisine ait bir hayvanın bu şekilde izinsiz yenmesi yüzünden sinirlenen Hacı Mehmed Ali esirlerden hayvanının parasını istemiştir. Hacı Mehmed Ali de Rum köylüsü gibi esirlere küçük bir sandal temin edebileceğini söyleyerek paralarını almıştır. Bir süre sonra sandalları gelmeyen esirler Türk köylüsü tarafından da dolandırıldıkları anlayacaklardır. Durumu öğrenmek için köye gidip olayı soruşturmuşlardır. Köyde Kıbrıslı Mehmed Osman ile tanışmışlar ve kendisi esirlere pek çok yardımda bulunmuştur. Esirler köyde güvenebilecekleri insanlar bulunduğuna inanarak bu aileyi ziyaret etmiştir. Esirleri dolandıran kişinin ihbarıyla İngiliz askerleriyle Rum polisleri köye baskın düzenleyerek tüm yardım edenleri tutuklamışlar ve Geçitkale’ye götürmüşlerdir. Bunun üzerine ne yapacaklarını düşünen 3 Türk esiri kendileri yüzünden tutuklanan Kıbrıslı Türkleri kurtarmaya karar vermişler ve teslim olmuşlardır. Burada tutuklularla yüzleştirilen esirler Türk köylülerin hiç birisini tanımadıklarını ve onlarla herhangi bir alışverişleri bulunmadığını, köylülerin kendilerine yardım ve yataklık etmediklerini belirtmiştir. 3 Türk savaş esiri kaçtıkları Karakol esir kampına götürülürken köylüler serbest bırakılmıştır. Köyde tutuklanan tek kişi ise Hacı Mehmed Ali olup o da hapis cezası alarak Girne’deki hapishaneye gönderilmiştir.[698]

Türk savaş esirlerinin adada bulunduğu sırada İngilizler Yunanistan’ı kendi yanlarına çekebilmek için Yunanlılara adayı vaat etmiş, bu durum adadaki Türkleri endişelendirmiş ve adada Türklerin isyanına yol açmıştır. İsyanı planlayanların bir amacı da adadaki esirleri özgürlüklerine kavuşturmak ve isyanda kendilerini desteklemelerini sağlamaktı. Türk Kurtuluş Savaşının gelişimi, Kıbrıs Türkleri arasında büyük umutların ve heyecanların doğmasına neden olmuş ve ada halkının böyle bir karar almasında etkili olmuştu. Atatürk’ün Samsun’a çıktığı günlerde 60.000 Müslüman Türk adına İngiliz Sömürgeler Bakanlığına gönderilen bir dilekçede, enosis isteklerine karşı konulması ve adanın İngiliz yönetimi altında tutulması istenmiştir. Diğer yandan ise Kıbrıs Türklerinin umutsuz durumunun ve bu arada Anadolu’da işgale karşı yer yer başlayan halk direnişinin etkilerinin sonucu olarak Kıbrıs'ta İngiliz sömürge yönetimine karşı bir ayaklanma hazırlığı yapılmıştır. Sömürgeler Bakanlığınca bu olay Türkçü ve İslamcı bir hareket olarak nitelenmiştir. İngiliz yetkililere göre bu olay adanın Türkiye’ye geri verilmesini isteyen küçük bir partinin örgütlenmesi olup partinin önderleri arasında İttihat ve Terakki üyeleri, Sadrazam Kâmil Paşa’nın damadı Dr. Esat, Dr. Behiç ve Hasan Karabardak vardır. Bunun üzerine adada örgütlü bulunan Teşkilat-ı Mahsusa, isyan hareketini Ermeni kampını basarak ve iskelede bulunan gemileri tahrip ederek başlatacaktır. Kıbrıs’ta tüm jurnalci ve muhbirlere rağmen İngiliz yönetimi böyle bir isyan girişimini son ana kadar öğrenememiştir. İngilizlerin elde ettikleri istihbarat doğrultusunda ve aldıkları tedbirler sayesinde isyan girişimini öğrenir öğrenmez 6 Mayıs 1919 tarihinde Sömürgeler Bakanı’na Paskalya kutlamaları sırasında Kıbrıslı Türkler tarafından karışıklık çıkartılacağını, Türk esirlerin İngiliz askerlerini etkisiz hale getirip ayaklanmayı adanın dört bir tarafına yayacağı istihbaratını ulaştırmıştır. Savunma Bakanlığına ulaşan bu bilgi sonrası İngilizler gerekli tedbirleri en şiddetli bir şekilde hayata geçirmiştir. Mağusa’daki Türk esir kampındaki esirlere silahlar ulaştırılamamış ve Akdeniz’deki İngiliz Donanması’nın desteği ile isyan bastırılmıştır. Adanın yöneticilerinden Malcolm Stvenson’un aldığı önlemler sonucu isyan hareketi önderleri tutuklanıp hapsedilmiştir. İngiltere’nin Akdeniz Donanması’ndan 50 kişilik bir makineli tüfek birliği Lefkoşa’ya gönderilmiştir. Vali Stevenson’un uyguladığı tüm tedbirlere ve İngilizlerin bütün istihbarat ve jurnal faaliyetlerine karşılık Dr. Behiç Bey ve arkadaşları tarafından Karakol bölgesindeki Türk savaş esirleriyle gerçekleşen irtibat devam etmiş ve yaratılacak bir kargaşa ile esirlerin serbest kalması sağlanarak Anadolu’ya kaçmaları hedeflenmiştir. Birinci Dünya Savaşı sonrası İngiliz askeri yetkililer esir kampında güvenlik tedbirlerini biraz olsun hafifletmiştir. Tüm adaya yayılması planlanan ayaklanma, Türk esirlerin isyan için gece elbiseleriyle yataklarında hazır beklemesini belirten küçük mesajın bir kibrit kutusu içerisinde kampa sokulduğunun anlaşılmasıyla başarısızlığa

1496 Ulvi Keser, a.g.e., s. 472-471.

uğramıştır. Dr. Mehmed Esat Bey, Gazi Mağusalı İmam Mustafa Nuri Efendi, Dr. Hüseyin Behiç Bey, Hasan Karabardak ve Kavanin Meclisi Mağusa üyesi Mahmut Celaleddin Efendi gibi pek çok Kıbrıslı Türk tutuklanarak Girne Kalesi’ne hapsedilmiştir.[699]

3.7.4                        Selanik Esir Kamplarında Görülen Firar Olayları

İngiliz Selanik Kuvvetleri tarafından Selanik esir kamplarında meydana gelen tüm olayların kaydedildiği “İngiliz Selanik Kuvvetleri Savaş Günlüğü” adlı günlüğe bakıldığında firar olayların çok sık olduğu fark edilmektedir. Çalışma kampının zorluk şartlarına dayanamayan esirlerden çok sayıda kaçanlar olmuştur. Bu sebeple, kampta firar olayları günlük sıradan olay haline gelmiştir. Örneğin, Pazarkia çalışma kampında bulunan bir Türk, 23 Ocak 1918’de çalışma kampına giderken kaçmıştır. 7 Ekim günü 1918’de 4 Türk savaş esiri Dranista’daki linyit madenindeki grup çalışmasından kaçmıştır. 19 Ekim 1918 günü bu dört Türk savaş esiri Yunan polisi tarafından yakalanarak kampa teslim edilmiştir. Pernik maden ocağında çalışan esirlerden 16’sı 7 Kasım 1918 ile 13 Aralık 1918 tarihleri arasında kaçmış, bunlardan 4 tanesi kampa geri dönmüştür. İngiliz Selanik Kuvvetleri tarafından tutulan Savaş Günlüğü’ne yansıdığına göre Pazarkia çalışma kampında bulunan Türk savaş esirlerinden 6’sı 22 Ocak 1918 ile 4 Nisan 1918 tarihleri arasında kaçmayı başarmıştır. Esirler genelde ya çalışma kampına giderken ya da çalışma sırasında kaçmaya teşebbüs etmişlerdi. Firarların çoğu başarısızlıkla sonuçlanmakta ya da firar edenler kısa sürede yakalanarak kampa geri getirilmekteydi. 18 Haziran 1918-28 Ekim 1919 tarihleri arasında kaçan 67 Türk savaş esiri yakalanarak Selanik Karaissi savaş esirleri kampına geri getirilmişti.[700] Firar olaylarına adı karışan bir başka esir de Mehmed Nuri Efendi’dir. 7 Mart 1919 tarihinde Dudular kampına getirilen Mehmed Nuri Efendi, burada birkaç defa firara teşebbüs etmeye kalkışmış fakat başarılı olamamıştır.[701]

3.7.5                        Malta Esir Kampında Görülen Firar Olayları

Malta esir kamplarında her ne kadar siyasi tutuklu ve üst düzey subaylar kalsa da fırsatını buldukça bu kişilerden de firar edenler çıkmıştır. Londra Konferansı sonrası, iki Hükûmet arasında esirlerin mübadelesi görüşülürken adada bulunan 75 tutukludan aralarında Ali İhsan Paşa’nın da bulunduğu 16-17 esir, 6 Eylül 1921'de Malta Adası’ndan kaçmayı başarmıştır. Kaçaklar kaçakçı gemilerinin yardımıyla ve bir Maltalının kılavuzluğunda küçük bir İtalyan gemisiyle önce Roma’ya, oradan da Ankara Hükûmeti temsilcisi Cami (Baykurt) Bey’in yardımlarıyla Almanya’ya gitmişlerdir. Ali İhsan Paşa ise yolda kendilerinden ayrılarak Anadolu'ya geçmiştir.[702]

3.8 Esir Kamplarında Yaşanan İç Yönetim, Disiplin, İşbirlikçilik ve Uyum Sorunları

İngiliz kamplarında bulunan Osmanlı esirleri diğer milletlere mensup esirlerle kıyaslandığında çok daha az sorun çıkaran ve uyum içinde yaşayan askerler olmuştur. İngiliz yönetimi Türklerin kendi aralarında iyi bir şekilde yaşamalarını takdirle karşılamış ve bunu her fırsatta Türk esirlere bildirmekten geri durmamıştır. İngilizler Türk esirleri yakından tanıdıkça esirlere daha çok serbestlik vermiş ve Türk esirleri de bu fursatı iyi bir şekilde değerlendirmiştir. Bunun sonucu olarak da İngiliz yönetimi Türk esirlerin her türlü sosyal, kültürel ve dini faaliyetine ses çıkarmamış ve hatta çoğu zaman desteklemiştir. Türkler tarafından organize edilen tiyatro ve spor faaliyetlerine kamp yöneticileri bizzat katılmıştır. Tüm bunlara rağmen kamplarda esirler arasında esirleri rahatsız eden Türk esirlerini zor durumda bırakan sorunlar da sıkça yaşanmıştır.

3.8.1                       Mısır Esir Kamplarında Yaşanan İç Yönetim, Disiplin, İşbirlikçilik ve Uyum Sorunları

Esir subayın döndükten sonra verdiği ifadelerden anlaşılmaktadır ki tüm esir kamplarının genel durumu birbiriyle aynıdır. Buna rağmen bir hususu belirtmek gerekir ki kamp kıdemlilerinin idarelerine göre kamplar arasında küçük farkları vardır. Kavga ve gürültülerin bazı kamplarda az olması ki bunda kamp kıdemli subayının büyük rolü vardır. Kamplarda esirlerin genel sağlık durumları da iyidir. Yalnız erlerin bulunduğu kamplarda biraz durum farklıdır. Merkez Kumandanlığından Üsera İşleri Şubesi sunulan ve esir ifadelerinden oluşan raporda, ifadeyi veren esir bizzat gördüğünü iddia etmektedir ki; bazı çavuşlar İngilizlerle bir olup günlük verilen erzakı yine İngilizler vasıtasıyla satmışlar ve böylece kendi arkadaşlarını aç bırakmışlardır.1500 [703]

Esir subaylar, kamp içerisinde pekiyi durumda yaşamışlardır. Bazı ufak tefek vukuatlar çıkarsalar da bu kişiler birkaç kişiyi geçmeyecek düzeydedir. Bu tür olaylar çıkması pek parasız olduklarından, üstleri başları pek pejmürde bulunduğundan ve sıkıntıdan kaynaklanmaktadır.[704]

Her ne kadar İngiliz yetkilileri kamplarda Türk askerlerinin disiplininden memnun olsalar da esirler arasında sık sık gerçekleşen kavgalar ve sorunların olmadığı anlamına gelmemektedir. Ahmed Altınay sık sık arkadaşları ile küstüğünden ve esirler arasında ile arasında kırgınlıklardan bahsetmektedir. Esirler oda arkadaşları ile iyi anlaşabildikleri gibi sık sık sorun da yaşayabilmektedir. Esirlerin kaldıkları çadırda ara sıra basit meselelerden tartışmalar meydana gelmektedir.[705]

Kavgaların ve düzensizliğin hâkim olduğu Bilbeis esir kampında çok sayıda Türk esiri başıboş, bir emir altında olmadan rahat ve huzurlu yaşayamamakta ve sürekli birbirleri ile kavga etmektedir. Çok şiddetli geçen bu kavgalara müdahale etmek için İngilizler bile zaman zaman tel örgü içine girememektedirler. Dışarıdan makineli tüfek ile ateş ettikten ve birkaç kişi öldükten sonra ancak içeri girebilmektedirler. Bu kavgaları önlemek için her tel örgü kendi içerisinde kıdemli başçavuşlardan asker usulü alay, tabur ve bölük kumandanlıklarına ayrılmıştır. Çavuşlar ve manga onbaşılarına kadar bir teşkilat yapısı kurulmuş ve bu şekilde esirler kavgasız ve huzur içinde yaşamaya başlamışlardır.[706]

Esirler arasında kavga sadece Türk esirlerin kendi arasında değil bazen Türkler ile kamp yönetimi arasında gerçekleşmiştir. Yemen’den esir olarak gelen alaydan yetişme genç bir subay, birdenbire iki sıralı yoklama safından fırlayarak, yoklamayı yapmaya gelen İngiliz yüzbaşısının yanındaki Ermeni tercümana saldırmıştır. Tercümanın gırtlağını parmakları arasına alarak yere yatırmış kafasını kumların içine sokarak boğmaya çalışmıştır. İngiliz yüzbaşısı elindeki kalın sopa ile teğmene vurmuş, tekmelemiş ve üç dört İngiliz askeri de tekme ve yumruklarla subayı ayırmaya çalışmışlardır. Esirlerden hiçbirisi yardıma gitmemiştir. Bu hareket İngilizleri çok kızdırmıştır. Nihayet tercüman ölmeden kurtarılmıştır.[707]

Bir başka esaret sonrası ifade veren esir ise esirler arasında kavga ve ağız dalaşının hiç eksik olmadığını söylemektedir. Bu tür olayların tekrar yaşanmaması ve hatta tamamen ortadan kalması için bir divan-ı haysiyet teşkil edilerek bu tür olaylara karışanlar buraya gönderilmiştir. Buradan çıkan kararların yurda dönüşte Harbiye Nezaretine sunulacağı da askerlere tebliğ edilmiş ve dönüşte evraklar Üsera Müfettişliği Tahkikat Şubesi’ne teslim edilmiştir. Bu divanın kurulması kamplarda ortaya çıkan uyumsuzlukların tekrar etmemesinde çok faydası olmuş ve kampta sorunlar azalmıştır.[708]

7. Fırka Askere Alma Şubesi Kalemi Bandırmalı Üsteğmen Mahmud Esad Efendi, 9 Ağustos 1919 tarihinde verdiği ifadesine göre Kamp içinde Türk ve Arap subaylar arasında üstünlük tartışması hep yaşanan bir sorundur. Bu üstünlük kavgası kampta mevcut tercüman Ermeniler ve bilhassa İngilizler tarafından desteklenmekte ve büyütülmektedir.[709]

Esirlerin arasında gerçekleşen kavgalar genelde cepheden geldikleri ilk sıralar olmuştur. Kamp düzeni oturana kadar tüm kamplarda olmasa da bazı kamplarda düzensizlik hâkimdir. Örneğin, İbrahim Arıkan’ın bulunduğu kampta düzensizlikten meydana gelen tel komutanlığı meselesinde esirler arasında ihtilaf çıkmış, büyük bir kavgaya yol açmıştır ve yüzlerce esir birbirine girmiştir. İngilizler Muhafız Bölüğü 2 makineli tüfekle olaya müdahale etmekten çekinmiştir. Kavga yüzlerce yaralı ve iki ölü ile son bulmuştur. Kavgaya sebep olanlar ise İngiliz yetkililerce alınıp götürülmüştür. İngiliz yönetimi bu düzensizliği ortadan kaldırmak için bazı esirleri kampta polis olarak ayrılmıştır. İbrahim Arıkan, kampta polis olarak ayrılan esirlerden birisidir. Polislere birer kolluk verilerek ayrı bir barakaya yerleştirilmiştir. Polisleri diğer esirlerden ayıran tek şey günde iki defa sayılmamaktır. Polis teşkilatı kurulmadan önce kampta tam bir düzensizlik hâkim olup gerek yemek dağıtımında gerekse banyo ve suyun kullanımında esirler kurallara riayet etmemekte esirler arasında saygısızlık ve edepsizlik çok sık görülmektedir. Namuslu ve ahlaklı kişiler sık sık haksızlığa uğramaktadır. Bazı esirler bir yolunu bulmuş boşluktan kampa eye getirmişler bunlarla bıçak ve şiş yapmışlardır. 10 günde bir arama yapılmasına rağmen kampa kesici alet girişi engellenememiştir. Bu tür kesici aletler bulunduğu takdirde esirler İngiliz kanunlarına göre 14 gün hapsedilmekte ve sigara verilmemektedir. Polis teşkilatından sonra ise haksızlığa uğrayan herkesin şikâyeti dikkate alınmakta ve incelendikten sonra ağır bir şekilde suçlular cezalandırılmaktadır. Ceza olarak esirler öncelikle dövülmekte, ardından kazığa bağlanmakta, Mısır sıcağında ve sineklerinin saldırısı altında saatlerce bekletilmektedir. Cezası daha büyük olanlara ise kazığa bağlandıktan sonra yüzüne tükürülmektedir. Bu ağır cezalar kampta disiplinin sağlanmasında etkili olmuştur.[710] En ağır cezalara rağmen kampta kavgalar sıfıra inmemiştir.[711]

Esirler arasında meydana gelen kavgaların bir sebebi de çıkar ilişkisidir. 1. Telin kantinini İzmirli, 40 yaşlarında İstanbul’da komiserlik görevinde bulunmuş son olarak orduda tabur ağırlık komutanlığını yapmış Sakallı Celal işletmektedir. İngilizler verdikleri sermayeyi aldıktan sonra yapılan karın tamamı Celal Bey’in olmaktadır. Kantinin tüm karını sadece Celal Bey’in almasını kabullenemeyen 3. ve 4. Ordu komutanları Uzunköprülü Deli Faik ve Edirneli Bahriyeli Celal Sakallı Celal’e bu parayı tek başına kendisine yedirmeyeceklerini söylemiştir. Sakallı Celal ise çok zeki bir kişi olarak bu isteği kabul etmiş gibi görünüp üç beş gün sonra yine bildiğini okuyup yine parayı tek başına almıştır. Bu duruma çok sinirlenen Faik Celal’e karın tüm esirlere paylaştırılacağına söz vermişi fakat birkaç gündür karın az olduğunu söyleyerek yine vakit kazanmıştır. Hemen ardından İngiliz yetkililere koşup bu iki komutanın çok tehlikeli olduğunu, askerleri isyana teşvik ettiğini ve bu telden acilen gönderilmesini gerektiğini bildirmiştir. Esirler tarafından saygı duyulan bu kişilerin tesliminde bir engellenme olabileceğini düşünen Sakallı Celal teldeki 4 komutanın fotoğraflarının çekileceği bahanesiyle kamptan çıkarılmıştır. Kamp dışına alınan dört komutandan Faik ve Celal Bey ayrılarak 9. kampa gönderilmiştir. Bu iki komutan orada da doğru duramamış ve kampın komutanlığını ele geçirmek istemiştir. Üç beş gün içinde kampta kavga çıkarmış, esirlerin üzerinde baskı kurmaya çalışmış ve kampın yönetimini ele almak istemişlerdir. Kamp komutanı olaylar büyümeden İngilizlere bildirmiş ve kısa sürede isyan bastırılmıştır. Bu sırada İngilizler ile Osmanlı Hükûmeti arasında zayıf esirlerin mübadelesi konusunda anlaşma yapılmış ve bu anlaşma çerçevesinde bu 2 esir memlekete gönderilmiştir. Bu iki kişinin yerine Yekta ve İsmail adında iki esir gönderilmiştir.[712]

Esirleri en çok üzen olaylardan birisi de harcamaya kıyamadıkları paralarının veya değerli eşyalarının kamplardaki arkadaşları tarafından çalınmasıdır. Bu esirlerden birisi Ahmed Altınay’dır. Harcamaya kıyamadığı Osmanlı altınları ile üç dört tane ailesinin evden çıkacağı zaman harçlık olarak verdiği ebedi bir hatıra olan gazi dört altınını kaybetmiştir. Bu altınlardan bir tanesi daha sonra bulunmuştur.[713]

Savaş esnasında veya esir kamplarında kendisine menfaat sağlamak için düşmana hizmet eden sayıları fazla olmasa da asker ve subaylar çıkmıştır. Aynı zamanda bir paşanın da oğlu olan yedek subay Teğmen Tevfik, Filistin Cephesi’nde iken İngilizlere sığınmıştır. İngilizler, bunu en ileri siperlere yerleştirmiş, kuvvetli bir sığınak içinde Türk kıtalarının telefon muhaberelerini toprak hattı ile dinletmiştir. Türk telefon hatları tek kablolu olduğundan, muhabereleri toprak vasıtasıyla alınabilmektedir. Askeri terimleri bildiği için ayda otuz lira mukabilinde Tevfik İngilizlere yardım etmiştir. İki ay sonra işi bitince esir kampına iade edilmiştir. Fakat Tevfik boşboğazlık edip yaptığını Türk arkadaşlarına anlatmış, bu hainliği öğrenen Apak bunu memlekete duyurmak gerektiğini düşünmüş ve esirlerin Türkiye’ye gönderdikleri mektupla yapmayı planlamıştır. Tüm mektuplar sansüre uğradığından Kudüs'teki Cemal Paşa’nın ordu karargâhında Çobanoğlu Zeki adında bir arkadaşına “Kardeşim Zeki, ben esir olduğum zaman bavulumdaki kitaplarımın arasında iki bin lira param vardı. Hatırımda kaldığına göre bu para, bavuldaki kitaplarımdan muhabere talimnamesinin filânıncı sahifesi arasında duruyordu. Talimnamenin o sahifesini bul da paramı oradan al, anama, babama gönder.” diye mektup yazmıştır. Muhabere talimnamesinin o sahifesinde toprak hattı ile muhaberelerin çalınabileceğine dair bir madde vardır. Fakat mektup yerine ulaşmayacaktır. Komutan da bu mektuptan şüphelenecek, kendisini sıkı takibe alacak ve en küçük bahanelerle Apak ve iki arkadaşına tazyikte bulunmuşlardır. Akşam yoklama sonrası selam vermediği bahane edilerek askeri mahkemeye verilmiş ve altmış dört gün hapis cezası verilmiştir. Mahkemenin bu kararı saf nizamında dizilmiş bir bölük askerin karşısında kendisine okunmuş esirlerin arasından iki tümen kumandanı bu törende hazır bulunmuştur. Bütün bu büyük tören sadece altmış dört günlük hapis içindir. Cezasını İskenderiye civarında Gabbari denilen bir askeri cezaevinde çekmiştir. Cezaevi kumandanı yaşlı ve iyi kalpli bir yarbaydır. Cezası localık yani münferit hapis cezası olmasına rağmen firara teşebbüs etmiş veya firar sonrası yakalanıp hapsedilmiş altı Türk subayının yerleştirildiği bir odaya konulmuştur.1511 [714]

Kendi istekleri ile Çanakkale Muharebeleri esnasında düşmana teslim olan ve kampa getirilen ve arkadaşları tarafından hain olarak nitelendirilen iki kişi daha vardır. Kendi arzuları ile İngilizlere esir oldukları veya İngiliz tarafına kaçtıkları iddia edilen ve diğer esirlerle birlikte yaşayan iki subayın Türk arkadaşları aleyhinde kumandana casusluk ettikleri düşünülmektedir. Bir gece, yüzleri ve gözleri sarılı iki kişi uyurken odalarına girerek her ikisini de bıçakla öldüresiye yaralamışlardır.[715]

Bu olay üzerine İngiliz kumandanı kamp içinde terör estirmiştir. Suçluları bulmak için pek çok kişiye şiddetli baskılar uygulanmıştır. Özellikle Apak ile birlikte iki arkadaşı Jandarma Yüzbaşı Manastırlı Vasfi ve Deniz Yüzbaşısı İsmail Hakkı Efendi tutuklanarak kampın yanında küçük bir yere yerleştirilmiştir. Hatta ağızlarından laf almak için bir başka yüzbaşı daha konmuş fakat durumu anladıklarından yanında konuşmamışlardır. Bu işi yapanlardan birisi daha sonra gırtlak vereminden vefat edecek olan ve daha önce 6 kişilik grupla kaçan Yüzbaşı Mehmed Ali’dir.[716]

Cezası sonrası kampa dönen Apak, üç arkadaşı ile birlikte dörtte üçü Suriyeli ve Iraklı olan C kampına nakledilmiştir. Yanlarındaki odada Araplar kalmaktadır. Bir sonraki odada ise Türklere bağlı sporcu altı subay vardır. Daha ilk akşam hasır duvarla ayrılmış bitişik odadaki Bağdatlı bir yüzbaşı ile bir Ermeni doktor yarbay yüksek sesle Türklerin aleyhinde konuşmaya başlamıştır. Kendilerine Türk olduklarını bildikleri, yapılan davranışın kasıtlı olduğu ve alçak sesle konuşmaları istemiştir. Bu söz üzerine sağdaki ve soldaki odalardan evvelce hazırlanmış olan on beş kadar Arap subay odaya fırlayarak saldırmıştır. Aynı anda daha öteki odalardan da Türk esirleri korumak için bunlara saldırı başlamış ve yumruk, tokat, tekme, sandalye, bardak ve demirlerle Türk Arap savaşı gerçekleşmiştir. Bu olay Coates veya Ermeni Tercüman Nişan tarafından Apak ve iki arkadaşı hedef alınarak tertiplenmiştir. Apak buradan kurtularak Muhabere Yarbayı Ali Bey’e gitmiş ve İngilizleri müdahaleye davet etmesini rica etmiştir. Ali Bey'in müracaatını reddedemeyen İngiliz yüzbaşı sekiz on silahlı askerle gelinceye kadar çok kişi yaralanmıştır. Coates olaya müdahale ederek Türklerin hepsini Türklerin oturduğu A kampına nakletmiştir. Şahitlerin ifadesiyle olayda Türkler sorumlu tutulmamıştır.[717]

Apak’ı ve iki arkadaşı Vasfi ile İsmail Hakkı Bey kamp kumandanın odasına çağrılmıştır. Odada Apak’ın Tümen Kumandanı Musa Kazım Bey ve Hicaz garnizonunda esir edilmiş Albay Ahmed Bey bulunmaktadır. Esir kampları müfettişi Albay Wilson ayakta bekleyen Apak ve arkadaşlarına Ermeni tercüman aracılığıyla
üçünün ahlaksız ve o kadar da adi insanlar olduklarını Şeyh Senusi’nin ordusunda bile onlar gibi rezil subaylar olmadığı söylenmiştir. Ardından esir karargâhı komutanı tarafından kendilerine cezaları bildirilmiştir. Esir subaylar hakkında her türlü zorunlu tedbirler alınmış ve harbin sonuna kadar bunlara karşı milletlerarası kararlar ve adetler dışı muamele edilmesi esirler müfettişliğine bildirilmiştir. Hatta barıştan sonra kendi Hükûmetleri tarafından da ayrıca cezalandırılmaları için yapılacak barış antlaşmalarına özel hükümler koyduracağı kendilerine tebliğ edilmiştir.[718]

Apak böyle bir cezaya çaptırılmasının sebebini sormuş müfettiş yüksek sesle cevap vermiştir. Kendilerinin kampa gelinceye kadar koyunlar gibi itaatli harp esirlerinin arasına fitne ve fesat saçtıklarını, İngiltere devletinin nizam ve otoritesi ve kanunları aleyhine karşı gelerek isyan ettiklerini ve kamp kumandanının görevlerine karşı geldikleri söylemiştir. Apak sükûnetle kendisinin bu suçlamalardan şeref duyduğunu söyleyecektir. Fakat biraz fazla ateşli olan Jandarma Yüzbaşı Vasfi dünyanın en aşağılık subaylarının İngiliz olduğunu der demez Wilson Vasfi’nin gırtlağına sarılmış Vasfı aynıyla karşılık vermiştir. Kapıda hazır duran beş altı silahlı İngiliz askeri derhal içeri girerek dipçiklerle Vasfi’nin kafasına ve omuzlarına vurarak Apak ve arkadaşını dışarı atmışlardır.[719]

Üç silahsız esir karanlık basıncaya kadar yuvarlak baraka içinde kalmış ve bu baraka etrafı süngülü bir manga askerle sarılmıştır. Başlarındaki binbaşının elinde tabanca vardır. Bir kamyonla üçünü İskenderiye’deki Gabbari Askeri Cezaevi’ne götürülmüşler ve ayrı ayrı localara konmuşlardır. Hapiste İngiliz çavuşu tarafından üstü aramıştır. Pantolonu çıkarmasını istemiş, Apak ise bunun Türk geleneklerine aykırı olduğunu söylemiştir. Burada ikili arasında 10-15 dakika boyunca boğuşma yaşanmış, fakat Apak çocukluğundan beri güreşle uğraştığından çavuşu defalarca yere yıkmıştır. Başarısız olan çavuş küfürler ederek oradan uzaklaşmıştır.[720]

Metin Kutusu: 1516
1517
1518
Başarısız firar sonrası hapse giren Apak ile aynı hapishaneye İstanbullu zenci bir yüzbaşı getirilmiştir. Türklüğe hakaret etti diye bir Suriyeli bir subayın kafasına gramofon makinesini indirmiş ve kafasını yararak iki ay hapis cezası almıştır.

İngilizler bir zencinin Türk’e olan sadakatine hapis cezası ile karşılık vermiştir. Türklerin, bir zenciyi kendilerine bu derece bağlanmasına hayret etmiştir.[721]

Arapların kamplarda Türkler ile mücadelesi Genelkurmay ATASE belgelerine yansımıştır. Cidde hastanesinde doktor olarak görev yaparken esir düşen bir binbaşı ifadesinde öteden beri Arap Hükûmeti adına karargâhta subayları baştan çıkarmak üzere propaganda ile görevlendirilmiş Trablusgarplı Binbaşı Nuri Küveyri adındaki bir şahıs Tur’da esir olmuş ve İngilizler tarafından bu hizmetine devam etmek için Seydi Beşir kampına gönderilmiştir. Karargâh Kumandanı Yarbay Coates’in kampa gelişi sonrası kendi inisiyatifiyle baskıcı muamele daha da artmıştır. Karargâhta bir heyet kurarak Mısır’daki Arap Cemiyeti adına birçok subayı Emir’in hizmetine sokarak kandırmıştır. Kamp komutanı da bu heyetin icraatlarına mâni olma ihtimali olan şahsiyetleri Seydi Beşir’den göndermiştir. Albay Ali Fıtrî Bey, Yarbay Halil Bey, bir binbaşı, alay kumandanları ile iki doktor diğerleri yüzbaşı, çoğunluğu da tabur kumandanı olmak üzere 27 subayı karargâhta İngiltere Hükûmetinin takip ettiği siyasete mâni oldukları ve kampın sükûnunu ihlâl ettikleri gerekçesiyle Malta’ya sevk etmiştir.[722]

Şirakonsolos vekili olup esir bulunduğu Mısır’dan dönen Süleyman Bey’in gerek esaret sırasında gerek yurda geri dönüşü sırasında vuku bulan duydukları ve gördüklerine dair yazdığı 23 Kasım 1917 tarihiyle Hariciye Nezaretine sunulan raporda, Mısır esir kamplarında ve özellikle Seydi Beşir kampında esirlerin kendi devletleri aleyhinde davranışlarda bulunduğunu yazmıştır. Mısır esir karargâhlarında bulunan Cafer, Binbaşı Nureddin ve Yüzbaşı Nureddin beylerin bozuk yaratılışları icabı İngilizlerin kışkırtmasına kapılarak asi Mekke Şerifi’ne yardım etmek üzere Mekke’ye gittikleri raporda detaylı anlatılmıştır. Yukarıda adı geçen Cafer Bey bu iş için paşa rütbesi ile taltif edilmiştir. Ayrıca Süleyman Bey raporunda İngilizlerin Seydi Beşir esir karargâhlarında bulunan Osmanlı Arap doktorları ve subayları daima kayırdığını ve Osmanlı Devleti aleyhine sürekli kışkırttıklarını yazmaktadır.[723]

Türk esirlerinden İngiltere’ye iltica etmek isteyen esirler de olmuştur. Tel El- Kebir esir kampında bu tür dilekçeleri veren askerler İngiltere’nin kullanacağı düzeyde kişiler değilse reddedilmiştir. Ocak 1920’nin sonlarında bir Türk dilekçe ile iltica isteğinde bulunmuş ve komutan durumu bildiren dilekçeyi tüm askerlerin önünde okumuştur. Bu kişi Yafa Cephesi’nde görevli iken bir gece firar ederek İngiliz kuvvetlerine iltica etmiş ve Mısır’da esir kampına gönderilmiştir. Esirlerin Türkiye’ye gönderileceği söylentileri çıktığında Türkiye’ye gitmekten korkmuş ve İngiliz vatandaşlığına geçmek istediğini bildirmiştir. Komutan tüm askerlerin önünde kendi ülkesini satan, başka ülkeye savaş sırasında iltica eden bir kişinin İngiliz devletine de yaralı olmayacağını ve dönüş zamanına kadar da tüm tuvaletleri temizleme cezası verildiğini söylemiştir.[724]

Türk askerleri zaman zaman fırsatını bulduklarında kendilerine ayrıcalık istemekte ve bunun için araya birilerini sokmaktadır. Bir süre kaldığı Maadi esir kampından Kahire Kalesi esir kampına naklini isteyen Cafer el-Askarî’nin İngilizlere yakınlığını bilenler kendi lehlerine bu durumu kullanmak istemişlerdir. Cafer el- Askarî ise burada subaya yakışmayacak davranışlarda bulunan Osmanlı subaylarından şikâyet etmeye başlayacaktır. İngiliz yetkilileri ile yakınlığını fırsat bilerek kendisinden olmayacak isteklerde bulunduklarından rahatsız olmuştur. Örneğin 6 pound olan ödeneğin artırılmasını istemektedir ki bu para Askeri’ye göre bir subaya bir aylık yetecek miktardadır. Ayrıca subaylar kampta kalmayıp şehir içinde özel evlerde kalmak ve her türlü özgürlüğe sahip olmak istemektedirler. Oysaki halk İngilizlerden nefret etmekte ve siyasi durum buna izin vermemektedir.[725]

Cafer El-Askarî savaş sırasında saf değiştiren ve Osmanlı Devleti’ne sırtını çeviren bir diğer kişidir. Osmanlı ordusunda binbaşı rütbesiyle İngilizlere karşı mücadele ederken daha sonraları saf değiştirecek olan Iraklı Cafer El-Askarî isyancı Arap ordusunun komutanlığını üstlenmiştir. Oysaki Birinci Dünya Harbi başladığında İngilizleri Batı yönünden sıkıştırmaya yönelik çalışmalar için Osmanlı Devleti tarafından Libya’ya gönderilmiş ve oradaki genel komutan Nuri Paşa’nın kurmay başkanlığını yapmıştır. Libya’da çeşitli yararlılıklar gösteren Askerî mahallî güçlerin dinî-siyasî önderi Ahmed Şerif es-Senusî’nin de takdirini kazanmıştır. Cafer El- Askari’nin saf değiştirmesi ise esaret yıllarında olacaktır. Cafer El-Askarî Şubat 1916’daki Akakir savaşında yaralanıp Yüzbaşı Nihad, Ahmed Muhtar ve Senusi Efendi ile beraber İngilizlere esir düşmüştür. Yaraları İngiliz subayları tarafından sarılmıştır. Geri kalanlar ise ya şehit olmuş ya da kaçmayı başarabilmiştir. Bu esaret Askerî’nin hayatında yeni bir dönem başlatmıştır. Başta Kahire’de tutuklu bulunduğu Maadi esir kampından kaçmaya teşebbüs etse de kaçarken düşüp ayağından yaralanmış ve yakalanmıştır. Cemal Paşa’nın Araplara karşı tutumunu ve Arap ileri gelenlerini idam ettirdiğini öğrenince saf değiştirmeye karar vermiş biraz da Cemal Paşa’ya şahsi kini ile birlikte İngilizlerin desteğiyle Osmanlı Devleti’ne isyan eden Şerif Hüseyin’e bağlılığını bildirmiştir. Askerî, Osmanlılarla savaş sonuna kadar iş birliği yapmayacağı konusunda İngilizlere teminat vermiş ve onların yardımıyla Hicaz’a geçmiştir. Arap güçlerinin kuzey cephesindeki harekâtlarında önemli başarılara imza atan Askerî İngilizlere verdiği sözü savaşın sonuna kadar tutmakla yetinmemiş, İngiliz yanlısı tutumunu ölünceye kadar sürdürmüştür. 1915’te Almanlar tarafından Demir Haç nişanıyla taltif edilen Askerî’ye, saf değiştirdikten sonra General Allenby tarafından St. Michael ve St. George nişanları takılmıştır. Akakir savaşında esir düştüğü günün ertesi Sidi Berrani’ye götürülmüş, burada İngiliz kuvvetleri komutanı General Peyton’la görüşmüştür. Buradayken kaldığı süre boyunca Westminster dükü ara sıra gelip hatırını sormuştur. Mart ayı başında Kahire’ye ulaşmıştır. Tedavisi süresince hastanenin yanında bulunan Maadi esir kampına gönderilmiştir. Mısır harekât komutanı Maxwell ile görüşmüş kendisinin elbise ve diğer ihtiyacını karşılamıştır. Yine esareti sırasında Mısır sultanı Hüseyin Kemal ile sarayda görüşmelerine izin verilmiştir. Doktorlardan başka kimse ile pek görüşmeyen Askari’nin Nuri es-Said[726] ile görüşmesine İstihbarat dairesinden Albay Deedes tarafından izin verilmiştir. Nuri Es-Said ile beraber kamptan kaçıp Senusi kuvvetlerine tekrar katılmayı planlamaktadırlar. Diğer taraftan bazı Osmanlı subayları, Nuri Es-Said’i vatan hainliğiyle suçlayıp onunla görüştüğü için Askari’ye hakaret etmektedirler. Hatta bir ziyareti sırasında tutuklu subaylardan Beşir El- Halebî Nuri’nin üzerine atlamış ve onu öldürmek istemiştir. Orada Arap subayların yardımı ile bu teşebbüs engellenmiştir. Askari, kendi isteğiyle Cemal Paşa’nın bizzat komuta ettiği Süveyş Kanalı Cephesi’nde esir olan Osmanlı subaylarının bulunduğu Kale’ye nakledilmiştir. Kısa bir süre Kale’de kalan Askari tekrar Maadi’ye geri dönmek istemiştir. Burada İngilizlerle yakınlaşmış Kahire Garnizon komutanı General Watson Maadi köyünde özel bir eve taşınması uygun görülmüştür. Bu ev, savaş sırasında el konulmuş Alman Doktor Bitter’in geniş ve ferah yazlık bir evidir. Üzerinde gözetim baskısı azaltılmış bir subay nezaretinde haftada bir iki defa Kahire’ye gitmesine izin verilmiştir. Kaçmayacağına ve geri döneceğine yemin ettirilmiştir. Kaldığı evde iki İngiliz subayı yerleştirilmiş ve muhafız subayı da her gün bir iki defa gelip kendisini kontrol etmektedir. Yalnızlık çekmemek için talebi üzerine yanına üç arkadaşı gönderilmiştir. Tüm yapılanlar karşısında General Watson’a teşekkürlerini de bildirecektir. General Watson ile sohbet etmek onunla konuşmak Askari’ye özel bir keyif verdiği anılarından anlaşılmaktadır. Hatta başarısız olan kaçma teşebbüsünden sonra kendisini ağır bir şekilde uyarmaya geldiğinde ikili arasında samimiyet artmıştır. O diğer Hintli subaylar gibi değildir. Hintli subaylar çok daha gaddar ve esrilere kötü muamele yapmaktadır. Watson ise doğu insanın karakterini bilmekte ve ona göre davranmaktadır. Arap ordusunun düzensizliği ve modern yöntemlerle sürdürülecek eğitimli asker ve subayların bulunmaması hâlihazırda Osmanlının elinde bulunan toprakların alınmasını imkânsız kılmaktadır. Bu amaçla kendisinden Maadi, Mısır El-Cedid ve İskenderiye’deki Seydi Beşir hapishanelerinde tutuklu bulunan Arap subay ve askerlere Hicaz’daki Şerif Hüseyin’in ordusuna gönüllü yazılmak konusunda konuşma yapması istenmiştir.

Mısır El-Cedid hapishanesinde konuşması büyük bir başarı göstermiş pek çok kişi Şerif Hüseyin’in ordusuna katılmak için gönüllü olmuştur. Maadi kampında ise katılım daha az olmuştur. Çünkü kampta Türkler bulunmakta ve Arapları etkilemektedir. İskenderiye Seydi Beşir esir kampında sadece subaylar vardır. Ailelerini düşünen esirler gelecek korkusunda Askari’nin teklifine olumsuz cevap vermiştir. Savaş bitip Irak ordusu kurulduktan sonra bu kişiler Türkiye’den Irak’a gidip orduya katılmıştır. Arap ordusuna katıldığı andan itibaren savaş sonuna kadar İngiltere’nin düşmanlarının saflarına katılmayacağını taahhüt etmiş ve kendisine

Osmanlı sancağı altında savaşmak istemeyen ve çeşitli cephelerden ayrılıp İngiliz ordusuna geçen bazı Suriyeli subaylar da katılmıştır. Ayrıca, İsmaliye’de eğitim için bir tabur vardır. Bu tabur Hindistan’daki esir kamplarında bulunan gönüllülerle birlikte getirilen Iraklı subay ve askerlerden oluşmaktadır.[727]

3.8.2 Hindistan ve Burma Esir Kamplarında Yaşanan İç Yönetim, Disiplin, İşbirlikçilik ve Uyum Sorunları

Hindistan ve Burma kamplarında İngiliz yönetimi Türk esirlerin genel durumundan memnun kalmışlardır. Diğer milletlere ait esirlerle kıyaslandığında Türk esirler disipline daha çok riayet eden kurallara uyan esirlerdi. Bu durum Türkler açısından dezavantaj olsa da kampta esirlerin huzur içinde yaşamasını sağladığından İngilizlerce takdirle karşılanmıştır. Genelde subaylar içlerine kapanmış, daha düşük rütbedeki esirlerden bazların günlerini boş bazıları ise değişik sosyal faaliyetler yaparak geçirmiştir. İnsanın olduğu her yerde olduğunu olduğu gibi Hindistan kamplarında da esirleri ve İngiliz yönetimini rahatsız eden kavga, yaralama, cinayet, dolandırıcılık, hırsızlık gibi pek çok sorun yaşanmıştır.

Bellary kampında esirler arasından diğer esirleri kandıran veya dolandıran kişiler de çıkmaktadır. Bunlardan birisi Kumkapılı Ahmed Nedim adlı bir esirdir. Bu kişi, Bağdat’ta tercümanlık görevi yaparken esirlerin parasını, saatini ve başka eşyalarını almış ve geri iade etmemiştir. Bu kişi hastaneden 22 Şubat 1920 günü kampa getirilmiş ve kamptaki tüm esirler tarafından linç edilmek istenmiştir. İngiliz askerleri Ahmed Nedim’i zor kurtarmıştır. Ciddi yara alan Ahmed Nedim, tekrar hastaneye kaldırılmıştır. Esirler ise öldürülmediği takdirde isyan edeceklerini beyan etmişlerdir.[728]

Bellary esir kampının kurulmasından heyetin ziyaretine kadar 3 esir kavga yüzünden 7 günlük gezi yasağı cezası almıştır. Mart 1917’de askerî mahkemede 3 ayrı vaka görülmektedir. Bunlar çitlerin kırılmasıyla gerçekleşen 2 firar ve 1 nöbetçi askere saldırıdır. Zanlılar süreç odalarında nöbetçi asker gözetimi altında tutulmaktadır. Buna rağmen, her gün bir buçuk saat boyunca muhafızların gözetimi altında gezebiliyorlardı.[729] Her şeye rağmen kampta 6.000-7.000 esirin olduğu düşünülürse kampta gerçekleşen birkaç kavga olayı istisna olarak değerlendirilmelidir. Tüm baslı ve fiziki şiddete rağmen Türklerin kurallara uymada ve kampın huzurun bozulmamasındaki gayretleri Türk askerlerinin olgunluğundan ileri gelmektedir. Bu durum İngiliz yönetimin takdirin kazanılmasına da yol açmıştır.[730]

Bellary kampının yönetimi, asker esirlerin sivil esirleri ziyaretinden hoşlanmamaktadır. Buna rağmen Muhiddin Bey, Nafia Müdürü Sabri Bey ile görüşebilmiştir. Sabri Bey arkadaşları ile mükellef bir masa hazırlamış ve Muhiddin Bey’e bir ziyafet vererek geçmiş günleri yad etmişlerdir.[731]

Kampta İngilizler bazen Hintli Müslümanları esirlerin kafasını karıştırmak için kullanmıştır. Muhiddin Bey’e tercüman ile gelen bir Hintli Anadolu’yu mu yoksa İstanbul’u mu tercih ettiğini, Halife Abdülhamid’in tüm Müslümanların başı olduğu halde neden görevden alındığı gibi sorular sormuştur. Bu sorular erlerin bulunduğu kampa giderek de sormaktaydı.[732]

Mayıs 1919’da Türkiye’de Adana, Tarsus, Konya, Kastamonu, Sivas, Resululayn, Aydın, Manisa, Bursa, İzmit gibi yerlerde esir olarak kalmış ve çok güzel Türkçe öğrenmiş Hintliler, memleketleri olan Bellary şehrine geri dönmüşler ve kendilerine Türkiye’ye gösterilen saygı ve sevgiyi dile getirmişlerdir. Ayrıca Mısır ve diğer yerlerdeki pek çok esirin İstanbul’a geri gönderildiği söylenmiştir. Bu durum psikolojisi bozuk olan esirlerin ruh hallerini daha da kötü bir hale sokmuştur.[733]

Meiktila kampında esirler ailelerinden gelen kısıtlı paralarını ihtiyacı olan arkadaşları ile bölüşmüştür. Mustafa Tütüncü ailesinden gelen 10 İngiliz sterlin ihtiyacı olan hemşerilerine esaretten sonra ödenmesi şartıyla borç olarak vermiştir. Buna rağmen esaret bitmiş ve borcunu ödeyen çıkmamıştır.[734]

Kampa her gelen kafile sonrası esirlerin sayılarının artması ile kampta huzur biraz daha azalmıştır. Kampta Mustafa Tütüncü geldiğinde yaklaşık 800 kişi vardır. Yeni gelen 1.000 kişi ile bu sayı yaklaşık 2.000’e ulaşmıştır. Her gelen esir kafilesinden sonra bu sayı artmıştır. Ayrıca, Bellary esir kampından yaklaşık 1.000 kişilik grup getirilmiş ve kampın mevcudu 4.000’e yaklaşmıştır. Sayı arttıkça “hemşericilik” ortaya çıkmış ve sorunlar daha da artmıştır. Kamptakilerin tamamı Türk esiri olmasına rağmen birbirleri arasında kavgalar yaşanmış ve birbirlerini yabancı görmeye başlamışlardır. Hatta bu durum birbirlerini öldürmeye teşebbüse kadar gitmiştir. Esirlerde ahlaki sorunlar belirmiş ve birbirlerine kötülük yapmaya başlamıştır. İlk başlarda subayların esir erler ile ilişkileri sorunlu başlamıştır. Esirlerin kendilerine karşı edepsizce davranışları sonucu subaylar esirler ile ilişkilerini bitirmişler ve kendi kabuklarına çekilmişlerdir. Bunun sonucu olarak İngilizler tarafından subaylar ayrı pavyonlara nakledilmiştir. Esirlerin çok sorun yaptığı ve en kıskandığı konu; kendilerinin kamp dışına çıkmalarına izin verilmediği halde subayların dışarı çıkmalarına izin verilmesidir.[735]

Esirlerin uzun süredir kampta kalmaları sonucu çarpık ilişkiler ortaya çıkmıştır. Bir gece birkaç esir İngiliz nöbetçi ile anlaşmışlar ve İngiliz nöbetçi ile livatada bulunmuşlardır. Ardından nöbetçiyi tel örgüye bağlayıp kaçmışlardır. Gece düdükler ötmeye başlamış tüm kamplarda yoklama yapılmış tüm esirler meydana getirilerek tehdit edilmiş fakat yine de failler bulunmamıştır. Failler daha sonra Türk esirler tarafından bulunmuş fakat İngiliz yetkililere söylenmemiştir. Bu olay sonrası esirlere 15 gün boyunca şeker, sigara, çay ve kahve verilmemiştir. Olay sonrası İngiliz askerleri yerine Hintli askerler nöbetçi olarak konulmuştur. Hintli askerler esirlerin tel örgüye yaklaşmasına asla izin vermezler belirli mesafeyi aştıkları takdirde hemen ateş ederlerdi. İngiliz nöbetçilerden farklı olarak ne esirlerle ile konuşmakta ne de yüzlerine bakmaktadırlar.[736]

Esaret hayatında geçen her geçen gün esirler arasındaki sorunları daha da artırmıştır. Esirler adeta birbirine düşman haline gelmiştir. Esirler arasında gruplaşmalar başlamıştır. Her esir bıçak ya da şiş gibi kesici bir alet temin etmiştir. Ellerinde bu aletleri taşa, ya da kamışlara sürte sürte keskin hale getirmişlerdir. Bu aletlere kemikten ya da demirhindi ağacından sap yapmışlardır. Esaret uzadıkça huzur, rahat ve salim akıl ortadan kaybolmuştur. Esirler arasında hastalık, parasızlık artmış ve ayrıca fırsattan yararlanma ortaya çıkmıştır. Esirler her gün aynı rutin işleri yaşamaktadır. En küçük bir serbestlik yoktur. Kampta düzen çok katıdır ve hiç müsamaha gösterilmemektedir. En ufak bir şeyden büyük tartışmalar çıkmaya başlamıştır. Bu tartışmalar büyük kavgalara ve hatta kan dökmeye kadar gitmiştir. Kavga bir başladı mı 500 esir olaya karışır, bıçaklar geçilir ve her kes birbirine saldırırdı. Olaya ancak bir bölük süngülü İngiliz askeri gelerek son verebilirdi. Olayların sonunda birkaç ölü, 5-10 yaralı olurdu. Ağır yaralılar hastaneye tedavi için götürülürdü. Olayın sorumluları ise 3-5 günlük hapis cezasından sonra tekrar kampa gelirlerdi.1534 [737]

Esirler kampta yaralı aletlerin yanı sıra birbirlerine zarar verecek kesici, delici aletler de yapmışlardır. Bu da kampta ölümlere yol açan olaylara sebep olmuştur. Kampta meydana gelen her türlü asayiş olayları kamp yetkilileri tarafından titizlikle tutulmuştur. Hindistan Ofisi 19 Haziran 1919 tarihinde Londra Whitehall Sarayında bulunan Savaş Ofisine bir tezkerede göndermiştir. Hindistan Hükûmeti tezkerenin eklerinde 5 Mart 1919 tarihli Ordu Raporunun 16. paragrafın bir örneği ile burada bahsedilen cinayetten dolayı ölüm cezası alan 2 Osmanlı savaş esiri ile ilgili belgeleri göndermiştir. Ordu Raporunun 16. paragrafın eklerinde Meiktila Bölgesi Mahkemesinin kararının bir örneği, Yukarı Burma adli yargıcının, Meiktila savaş esirleri kampında alıkonulan ve sivil otoriteler tarafından aynı kampta savaş esiri olan Abdülkadir oğlu Ali’nin öldürülmesiyle yargılanan ve idam cezasına çarptırılan 2 Türk esir Onbaşı İsmail ve Onbaşı Salih hakkındaki kararının bir örneği bulunmaktadır. Meiktila Bölgesi, Hukuk Mahkemesinin 25 Eylül 1918 tarihli kararında cinayete dair tüm detaylar ve tanık ifadeleri yer almaktadır. Mahkemenin verdiği kararda cinayet şu şekilde anlatılmış ve temyiz için bir hafta süre verilmiştir:[738]

“19 Temmuz tarihi gün ortalarında Türk esirlerden biri olan Onbaşı Ali, birkaç tanığın beyanına göre sanık Onbaşı İsmail ve Onbaşı Salih tarafından bıçaklanmış ve öldürülmüştür. 1 anna gibi önemsiz bir miktar kumar borcu olan Ali’nin uyumakta olduğu barakaya onu öldürmeye niyetlenerek bıçaklı bir şekilde gelmişlerdir. İlk sanık Ali’yi ilk olarak karnından bıçaklamıştır ve bu ölümcül olan yaradır. İkinci sanık Salih de kaçmaya çalışan Ali’yi omzundan bıçaklamıştır. Sanıklar, arbede ile ilgili olarak görevlendirilen emir subayı ile görüşmelerinde suçlarını inkâr etseler de tanıklar aleyhlerinde ifade vermişlerdir. Onların aleyhinde olan delillerden şüphe edilecek bir durum yoktur. Her iki sanığı da belirtilen suçtan dolayı suçlu buluyorum ve onlar hakkında Hindistan Ceza Kanunu’nun 302. bölümüne göre idam cezasına hükmediyorum.”

17 Ekim 1918 tarihinde Yukarı Burma Adli Mahkemesi’nde davanın temyiz duruşması yapılmış, temyiz başvuruları reddedilmiş ve alt mahkememin verdiği karar onanmıştır:[739]

“Temyiz edenler, duruşmada inkâr etmelerine rağmen temyiz dilekçelerinde maktulü bıçakladıklarını kabul etmişlerdir. Deliller son derece güçlüydü. Kendileri şimdi meşru müdafaa amacıyla hareket ettiklerini belirtmektedirler. İfadelerinin doğru olduğunu gösteren hiçbir şey mevcut değildir. Temyiz eden İsmail’in dilekçesi bir şekilde samimiyetsiz görünmektedir. Kendisinin maktulü sadece korkutmak istediğini, onunsa öne doğru hareketlenerek bıçağın üzerine düştüğünü belirtmektedir. Davanın delilleri çürütülmemiştir ya da bu delillerle ilgili olarak herhangi bir şekilde şüpheye düşülmemiştir ve buradan anlaşılmaktadır ki basit bir kumar borcu yüzünden gerçekleşen kavganın sonucu olarak temyiz eden iki kişi, bıçaklı olarak uyumakta olan maktule yaklaşmışlar, onu uyandırmışlar, paralarını istemişler ve reddedildiklerinde de kendisini bıçaklamışlardır. Öne sürülebilecek tek olası mevzu, ikinci temyiz eden kişi olan Salih’in hukuktaki en ağır ceza ile cezalandırılmasının gerekip gerekmediğidir. Tıbbi tanık ve görgü tanıklarından anlaşılmaktadır ki ilk temyiz eden, maktulün midesinde ölümüne sebebiyet verecek yaranın açılmasına neden olan ilk darbeyi yapmıştır. İkinci temyiz eden, kaçmak için arkasını dönen maktulü arkadan iki kez bıçaklamıştır ve arkadaki iki yara ölümcül ve muhtemelen tehlikeli olmasa da görünüşe göre maktulün yere düşmesi bu darbelerden sonra gerçekleşmiştir ve tıbbi tanık, bu darbelerin direnç gücünü azalttığını söylemektedir. Sulh Mahkemesinde tıbbi tanık, omuzdaki yaranın tehlikeli olmadığını ama ondan kaynaklanan kanamanın ölümün gerçekleşmesine etki ettiğini söylemiştir. Maktulün herhangi bir direnç veya provokasyon gösterdiğini varsaymak için hiçbir gerekçe yoktur. Sanırım temyiz eden iki kişinin de doğru bir şekilde idam ile cezalandırılmaları hususunda bir şüphe bulunmamaktadır. Silahsız bir şahsa kasten bıçakla saldırmışlardır, ilk temyiz eden onu ölümcül bir yaraya sebebiyet verecek şekilde midesinden bıçaklamış ve ikinci temyiz eden de maktulü arkasından bıçaklayarak öldürücü darbeyi vurmuştur. Her iki temyiz edenin de vahşi ve kasti suçları sebebiyle haklı olarak idam ile cezalandırıldıkları görüşündeyim. Temyiz başvuruları reddedilmiştir.”

İnsanın olduğu her yerde sorun çıktığı gibi memleketlerinden binlerce km uzaklıkta ailelerinden ayrı yaşayan esirler arasında sıklıkla kavgalar görünmekteydi. Bu kavga olayları zaman zaman ölümlere kadar gidebilmekteydi. Thatmyo esir kampında az da olsa cinayet olayları görülmüştür. Savaş esiri, Başçavuş Mahmut oğlu Yusuf kampta bir grup savaş esiri tarafından öldürülmüştür. Başçavuş Yusuf’un öldürülmesiyle suçlanan 4 savaş esiri tutuklanmış ve Asliye Hukuk Mahkemesi’nde yargılanmışlardır. Türk savaş esiri Başçavuş Yusuf’un, Muhammed oğlu Ali tarafından öldürülmesi konusunda kamp komutanı tarafından yapılan soruşturma sonucu elde edilen belgelerin örnekleri İngiltere Hükûmetine iletilmiştir. 24/25 Ocak 1918 tarihinde Thatmyo Savaş Esirleri Kampı Komutanı tarafından hazırlanan ve İngiltere Hükûmetine iletilmek üzere Rangoon karargâh komutanı Tugay Binbaşısı gönderilen rapor şu şekildedir:[740]

“Başçavuş Yusuf, 24 Aralık 1917’yi 25 Aralık 1917’ye bağlayan gece bıçaklanmış ve ölmüştür. Cesedi inceleyen Türk sağlık zabitleri, olayın bir intihar olmadığı sonucuna varmışlardır. Ölümünden hemen önce kendisiyle ilgilenmiş olan Türk sağlık zabiti, tarafımdan edinilen delil özetinde, yaranın kişinin kendisi tarafından yapılmış olabileceğini, ancak bu teorinin ilerlemesinin mümkün olmadığını ve daha en baştan itibar edilmemesi gerektiğini belirtmektedir. Çünkü kuşkusuz ortada bir tartışma vardı ve ilk sanık, maktulün kendisine saldırdığını ve bıçakladığını belirtmektedir.

Suçun işlenmesinden hemen önce, gerçekte veya görünüşe göre 3. sanık olan Er Şükrü dükkân kapısından birkaç metre uzaklığa geldiğinde ve Er Hasan’ı ona bir havlu vermek için çağırdığında, 1. 2. ve 4. sanıklar (sırasıyla Er Ali, Er Hasan ve Çavuş Ali), Çavuş Sait ve Onbaşı Salih ile birlikte Çavuş Ali’nin dükkânında (olay yerinden yaklaşık 20 metre uzaklıkta) oturmaktaydılar. Hem Er Ali hem de Er Hasan dışarı çıktılar ve bir tartışma sesi duyuldu. Bundan dolayı Çavuş Ali dışarı çıktı, kısa süre sonra onu Çavuş Sait ve Onbaşı Salih takip etti. Çavuş Sait ve Onbaşı Salih, kendileri tartışmanın olduğu yere doğru giderken geri gelmekte olan Çavuş Ali ile karşılaştıklarını ve kendisinden Başçavuş Yusuf’un yaralanmış olduğunu öğrendiklerini belirtmektedirler. Er Ali olay yerinden uzaklaşır vaziyette, Er Hasan ve Er Şükrü ise olay yerinin hemen yanı başında görülmüşlerdir. 3. tanık, oturur vaziyette 4 veya 5 kişi gördüğünü, hepsinin birden ayağa kalktığını ve sonradan maktul olduğunu fark ettiği bir kişinin diğerine saldırdığını belirtmektedir. Saldırıya uğrayan kişi kısa bir mesafeye uzaklaşmış ve ilk olarak saldıran kişi yakalandığında, daha önce kaçmış olan adamın tekrar döndüğünü ve maktule vurduğunu ve tekrar kısa bir mesafe uzaklaştığını görmüştür. Adamlardan ikisinin maktule yere yığılmış olduğu barakada destek olduklarını görmüştür. Bu şahıslardan birinin Çavuş Ali olduğunu fark etmiş ve bir diğerinin de Çavuş Sait olduğunu düşünmektedir. Adamların hepsi ayağa kalkana kadar hiçbir tartışma sesi duymamıştır. ‘Yazık sana Başçavuş Yusuf’ kelimelerini duyduğunda ve daha sonra Başçavuş Yusuf’un bıçaklanan kişi olduğunu gördüğünde, Başçavuş Yusuf’un, geri gelip kendisine vuran kişiye ilk olarak saldıran kişi olduğunu anlamıştır.

Çavuş Sait’in ilk başta suçun azmettiricisi olduğundan şüphelenilmiştir, ama Çavuş Ali’nin dükkânında bulunuyor olması ve 3. tanığın, kendisinin maktulü barakaya doğru destekleyen adamlardan bir olduğunu düşünmesinden dolayı onun kavgaya karıştığını gösteren bir şey yoktur. 10. tanığın beyanı göstermektedir ki o daha olay yerine gelmeden önce cinayet işlenmiştir ve 4 sanığın hiçbirinin ifadesinde Çavuş Sait’e işaret eden bir beyan bulunmamaktadır. İlk başta kendisinden şüphelenilmiş olsa da sonradan serbest bırakılmış ve kendisinin ifadesi 15. tanık olarak alınmıştır.

Suçun önceden tasarlanıp tasarlanmadığına ilişkin bana bir bilgi verilmemiştir ve bu konuda yeterli seviyede delil bulunmamaktadır. Er Ali’nin 582

ölümcül darbeyi vurduğuna dair az miktarda şüphe mevcuttur ama yeterli bir provokasyon olup olmadığı ve diğer 3 sanığın suça hangi oranda iştirak ettiği, kanıtlanmaya ihtiyaç duymaktadır. Er Ali, bir bıçağının olmadığını (bıçağı olduğuna dair bir kanıt da yoktur), Başçavuş Yusuf kendisine saldırdığında meşru müdafaa olarak Başçavuş Yusuf’un elini ittiğini ve onun elinde bıçağın kendi vücuduna girdiğini iddia etmektedir. Bu 4 sanıkla ilgili olarak tek şiddet belirtisi Er Ali’ye aittir. Örneğin Er Ali tıbbi kanıtların kendi kendine yapılmış olabileceğini belirttiği derin olmayan bir yaraya sahiptir. Kavgadan hemen sonra Er Ali’nin kaçtığına şüphe yoktur ve kendi ifadesinden ayrı olarak deliller göstermektedir ki aslında Başçavuş Yusuf’un ölümüne neden olan kişi olduğunu kendi davranışları ve sözleriyle kabul etmiştir.

Başçavuş Yusuf saygın ve efendi bir askerdi. İlk olarak ortaya atılan ve sanığı tuhaf bir saldırıda bulunması için öfkelendirmiş olduğuna yönelik teoriyi destekleyen bir kanıt bulunmamaktadır. Başçavuş Yusuf’un daha önceden söz verdiği ama o anda vermeyi reddettiği bir miktar para, şu an için intikam sebebi olabilecek tek motiftir.

Bu para işlemiyle doğrudan veya dolaylı olarak ilgilenen şahıslar, Çavuş Sait’in (15. tanık) telafi etme sözünü verdiği parayı kumarla Er Hasan’a (2. sanık) kaybetmiş olan Er Yusuf’tur (5. tanık). Çavuş Ali (4. sanık) ve Er Yusuf görünüşe göre Başçavuş Yusuf’tan (maktul) 10/- Rs. alma sözüyle kendi aralarında borcu ödemişler ve esirler arasında birinin malını diğerinin mülkiyetine geçirme konusunda tanınmış olan Er Ali (1. sanık) görünüşe göre bu para işlemi ile alakadar olmuştur ve Başçavuş Yusuf’un parayı gönüllü olarak ödemesi gerektiğini, aksi takdirde kendisinin o parayı alacağını söylediği işitilmiştir. Bu beyan, Başçavuş Yusuf öldürülmeden yaklaşık 10 gün önce 5. sanık tarafından duyulmuştur.

Başçavuş Yusuf’un Er Ali’ye karşı kaba bir ağızla kullandığı iddia edilen Türkçe ‘puşt’ kelimesi, İngilizcedeki “bugger” (oğlancı) kelimesi ile aynı anlama gelmektedir ve edindiğim bilgiye göre bu ifadenin bir aşağılama anlamına gelip gelmediği, onun kullanılış şekline göre belirlenmektedir. Eğer bu kelime bir aşağılama olarak algılanırsa, aşağılanan kişinin geleneksel olarak sarf edilen kelimenin geri alınmasını istediği yönünde bilgilendirildim.

Burada alıkonulmakta olan Türk subay Yarbay Emin konuyla ilgili ön soruşturma yürütmüştür ve maktulün ait olduğu taburun komutanı olan Yüzbaşı Adil, tartışmanın para işleminden dolayı ortaya çıktığı, Er Ali’nin (1. sanık) ölümcül darbeyi gerçekleştirdiği ve diğer 3 sanığın ve Çavuş Sait’in suçu araştıran komisyona yardımcı oldukları görüşündedir. Daha önce de belirtildiği üzere Çavuş Sait aleyhinde onu azmettirici olarak suçlamak için yeterli bir delil bulunmamaktadır.

Birkaç gün önce Er Ali (1. sanık) bir tercüman aracılığıyla diğer 3 sanığı serbest bırakabileceğim, çünkü onların suçla hiçbir ilgilerinin olmadığı, meşru müdafaa hakkını kullanmak suretiyle Başçavuş Yusuf’un eline vurduğu ve elindeki bıçağın da dönerek kendi vücuduna girdiği konusunda beni bilgilendirmiştir.”

Bellary kampında da esirler arasında ölümlere kadar varan ciddi kavgalar yaşanmıştır. Hindistan Ofisi, 4 Temmuz 1919 tarihinde Londra Savaş Esirleri Ofisine gönderdiği bir tezkerede Bir Türk esirinin bir başka Türk esirini nasıl öldürdüğü yazmıştır. 21 Mayıs tarihinde hazırlanan bu cinayete dair raporun 9. paragrafında savaş esiri Onbaşı Muhammed Şerif’in bir diğer savaş esiri Talip Mustafa’yı öldürmesine dair detaylar bulunmaktadır. Londra’ya gönderilen tezkerede Asliye Hukuk Mahkemesinin olaya dair kararı da gönderilmiştir.[741]

Subaylar esir erlere karşı her ne kadar mesafeli davransalar da kendi aralarında zaman zaman yardım toplayarak subay adaylarına sahip çıkmışlardır. İngilizler yedek subaylarla subay adaylarına kendi ordularında böyle uygulama olmadığından er muamelesi yapmış ve sadece tayın ve elbise vermişti. Subay adayları yedek subaylara göre kısmen daha şanslıydı. Kamptaki esir subay adaylarından bazıları takım ve bölük komutanlığı görevinde iyi ve faydalı hizmetler yaptıkları subaylarca bilindiğinden, ileride subay olacakları düşünülerek parasız bırakılmamıştır. Basra karargâhında kendisini teğmen kaydettirenler şanslı olarak maaş alabilmişlerdir. Diğerleri ise esir subaylardan toplanan yardımlardan az bir miktar yardım almıştır. Thatmyo ve Sumerpur kamplarında başlayan bu uygulamaya göre bir yardım komisyonu oluşturularak subay adaylarına aydan aya yardım toplanıp dağıtılmıştır. Bu amaçla, subay ve üst rütbeli subaylar aldıkları ödenekten derecelerine göre ikişer, üçer, beşer rupiyi subay adaylarına yardım olarak verilmiştir. Bu toplanan paralarla mübarek günlerde erlere sigara, şeker ve malul esirlere bir miktar harçlık verilmiştir. Aynı uygulamanın Bellary kampında da uygulanması kararlaştırılmıştır. Bu uygulama önce birinci kafileyi oluşturan Kürt ve Arap subaylar tarafından önerilmiş ve subay ve üst rütbeli subaylarca da kabul görmüştür. Kurulan komisyonla aydan aya subayların maaşlarından kesinti yapılarak subay adaylarına ve erlere yardım parası verilmeye başlanmıştır. Subay adaylarına nakit ve erlere sigara dağıtımı, malullere sağlık hizmeti verilmiştir. Mübarek günlerde gün ve gecelerde mevlit okutturularak şehitler anılıyordu. Bu durum 7-8 ay süreyle düzenli bir şekilde sürdü. Thatmyo karargâhından buraya naklen gelen ve bu karargâhta pek büyük bir rol oynayan 101. Alay 2. Tabur Yaveri Yedek Subay Razi Efendi’nin çıkar sağlamak amacıyla bu işe karışması bu uygulamayı olumsuz yönde etkilemiştir. Bu kişi İstanbul’da Üsküdar taraflarında bakkallık ile uğraştığını söylemesiyle esirlerce durum anlaşılmıştır. Sık sık komisyonların değişmesi ve subaylardan pek çoğunun yardım parası vermesinden kaçınması yüzünden bu düzen bozulmuş ve sonunda da yok olup gitmiştir.[742]

Subayların bulunduğu bölümde en yüksek rütbeli olanlar Bağdatlı Albay Ahmed Bey, Yarbay Hüseyin Yetimi ve Gani Bey’dir. Kendileri pek ortada görünmemekte ve odalarında inziva halinde yaşamaktadır. Subaylar esirlerin üzüntü ve sevinçleriyle ilgilenmemekte ve bu durum subayların başıboş olmasına yol açmaktadır. Bu durum kampta düzensizliğe yol açmakta ve meydanı boş bulan serseri esirler iğrenç hareketlerde bulunmaktadır. Bu kişiler duvarlara müstehcen yazılılar ve resimler asarlar, şişelere pislik doldurarak herkes uyurken odalarına atarlardı.[743]

Eskiden beri var olan subaylar arasındaki ihtilaf bir süre sonra daha belirgin hala gelmişti. Erler arasındaki sürtüşmeler her daim görülmesine rağmen subayların arasındaki kavga ve haysiyete varan hakaretler kamp düzenini çok etkilemekteydi. Subay kampının kumandanı İtilaf Fırkası mensubu Cemal Bey ve taraftarları subaylar bu ihtilafın başını çekmektedir. Cemal Bey İngilizler ile aynı fikirdeydi. Bunun farkında olan en düşük er bile herhangi bir emir verdiğinde kendisine küfürler etmekteydi. İngiliz taraftarı olan Binbaşı Cemal Bey bu taraftarlığının karşılığını görmekte ve tabldotu bile ayrı çıkmaktadır.[744]

Bazı esirler, kamplarda kurulan derneklerde ve kulüplerde usulsüzlük yaparak çıkar sağlamaya çalışmıştır. Bu para çıkar ilişkileri çoğu zaman tartışmalara ve hatta cinayetlere kadar gitmekteydi. Esirler arasında bulunan 10. Alay 2. Tabur Yaveri Yedek Subay Razi Efendi, İdman Yurdunun yardım amacıyla yönetimine girerek bu derneğin kısa sürede işlevsiz kalmasını neden olmuştur. Öncelikle çalgı çalabilen subayların nota ihtiyacını gidermek amacıyla Kızılay aracılığıyla İstanbul’daki musiki cemiyetinden yeteri kadar notanın getirtilmesi gerekliliğini ortaya attı. Kulüp üyesi subay adayları arasında bulunan 9. Alay 1. Taburdan Yedek Subay Avni Efendi’nin, ud, keman, kanun çalmayı bildiğinden öğretmen olarak atanması ve saz ile uğraşacaklara bir musiki derneği kurulması teklif edildi. Böylece esirlere çok büyük yarar sağlanacağı, ara sıra müsamereler düzenleneceği ve araç gereçlerin artırılması ile de elde edilecek fazla gelirle malul ve muhtaç erlerle subay adaylarına yardım parası toplanabileceği anlatıldı. Derneğin başkanlığı konusunda değişik kişilere teklif götürülmüş ve bir tüzük düzenlenmiştir. İsteklilerin ayda beşer rupi öğrenim ücreti vererek sürekli üye sayılması, fahrî üyelik isteğe bağlı ise de bunun için fazla teşviklerde bulunulmaması amaçlanmıştı. 142. Alay Komutanı Binbaşı Ahmed Bey derneğin işler hale gelmesinde öncülük etmiştir. Musiki derneği, Razi Efendi’nin para hırsı, Ahmed Bey’in propagandasıyla kısa süre içerisinde kuruluşunu tamamladı. Tüzüğe göre istekliler birkaç müzik aletiyle meşgul olup nota konusunda bilgilerini ilerlettikten sonra 15 günde veya çok ilerlemeleri halinde haftada bir konser verilecek ve elde edilen gelir subay adayları ile malul ve muhtaç erlere dağıtılacaktı. İkinci haftadan itibaren kısa sürede üç müsamere düzenlenmişti. Sonuncusuna İngiliz karargâh kurulu da çağrıldı. Konser sonrası, konser, müzik aletlerini çalan subaylar ve yönetim hakkında suçlamalar başlamış ve dedikoduların arkası kesilmemişti. Öncelikle derneğin batı müziğine uygun parçalar çalmaları eleştirilmiştir. Ayrıca derneği yönetenlerin sadece subaylardan para almak için bu işi yaptıkları ileri sürülmekteydi. Dinleyiciler karşısında saz çalan kişiler ise çok utangaçtı ve bu utangaçlıklarını gidermek için Razi Efendi’nin çıkarları ve istekleri doğrultusunda viski içmişlerdi. Bu tür söylentilerin artması üzerine konserlere olan ilgi azaldı. Razi Efendi, müzik derneğinin devamlılık göstermeyeceğini anlaması üzerine üst rütbeli subaylara başvurmuş malul ve muhtaç erlerle subay adaylarına yardım parası toplamak için başka yollar aramıştır. Bu iş için kendilerinin her türlü zorluğua katlandıklarını hatırlatarak erlerle subay adaylarına yardım etmenin artık üst düzey subaylarının konuya ilgi göstermesine ve öncü olmasına bağlı olduğunu söylemiştir. Ancak bunların işe yarar bir etkisi olmadı. Derneği artık kendi çıkarları için kullanamayacağını anlayan Razi Efendi, yok etmek düşüncesiyle yurt üyeleri arasında gayrimeşru ilişkiler bulunduğunu yaymaya başladı. Kendisine karşı çıkacak kişileri korkutmak amacıyla kabadayı özentisi içindeki birkaç subayla birlikte hareket etmeyi de unutmadı. Bu amaçla, bir gece subay pavyonunun en işlek yerine imzasız bir sayfa yazı asıldı. Yazıda gizli komite kurulduğu, komite tarafından verilecek emirlerin herkes tarafından kayıtsız şartsız yerine getirilmesinin zorunlu olduğu, karşı gelecek kişilerin zorla yola getirileceği ve gerektiğinde kendilerinin ortadan kaldırılacağı yazılıydı.[745]

1917 sonlarında kamp hayatından bahseden Hasan Yetimi, esir subayların birkaç önemsiz sorun dışında huzur içinde günlerinin geçtiğinden bahsetmiştir. Aralarındaki anlaşmazlık dolayısıyla birkaç subayın birbirlerine, erlere ve subay adaylarına huzursuzluk vermekte, birkaç subay da gizlice basit kumarlar oynamakta ve içki içmekteydiler. Bir kısmı ise arkadaşlarına karşı saygılıca davranmakta ve dağınık ve perişan kıyafetlerle ortalıkta dolaşmaktaydı. Bu kişiler hakkında yapılan şikayetler ve esirler tarafından sürekli gelen başka şikayetler İngiliz yönetimi rahatsız etmeye başlamıştı. Bu amaçla komutanlık makamına yapılacak şikayetlerin yeni ilkelere bağlanmasına karar verilmiştir. Bu amaçla, esirler arasında iyi ilişkiler kurulması ve bu düzene titizlikle uyulmasını sağlamak için 142. Alay Komutan Vekili Binbaşı Ahmed Bey’in arzusuyla bir onur kurulu oluşturulması teklif edilmiştir. Bu kargaşalıkta karargâh içerisinde taraf tutma sebebiyle 44. Alaydan Teğmen Kemal Efendi yüzünden, 44. Alay ve 9. Alay yüzbaşılarından Kâzım ve Refik efendiler arasında atışma meydana gelmiştir. Binbaşılardan bir ikisinin bunların başka karargâha naklini İngiliz komutanlığından istemelerinden ve daha bilinmeyen bazı sebeplerden dolayı bu üç subay da içlerinde bulunduğu 6 pavyondan değişik rütbede 35 subay, Thatmyo kampına gönderilmişti.[746]

Fırat Menzil Müfettişi Yarbay Mahmud ve 50. Tümene bağlı 169. Alay Komutanı Yarbay Servet beylerin Haziran 1918’de gelişinden bir iki hafta sonra tümenin subay ve üst rütbeli subayları da Bellary esir kampına getirilmiştir. Tümen Komutanı Yarbay Nazmi Bey ile kurmay başkanı ve beraberindeki subayların Thatmyo kampına gönderildiği ve tümene bağlı birliklerin Irak'ta çalıştırılmak üzere bırakıldığı öğrenilmiştir. Üst rütbeli subaylar arasında 157. Alay Komutanı Binbaşı Şevki, 169. Alay 3. Tabur Komutanı Binbaşı Tahsin, 169. Alay binbaşılarından Nazım ve Lütfü, 157. Alay binbaşılarından Ömer Fevzi ve 50. Tümen İdare Reisi Binbaşı Galib Efendi bulunmaktaydı. Geri kalanlar kıdemli ve kıdemsiz yedek subaylar dahil subayların sayısı 100 civarındaydı. 25 kadar da subay adayı vardır. Tüm esirler sınıflara göre düzenlenmiş pavyonlara yerleştirilmişlerdi. Önce kampa gelenlere hoş geldin merasimi yapılmış, ardında bu subaylar da iade ziyaretlerinde bulunmuşlardı. Kampa sürekli huzursuzlar çıkaran ve adı pek çok olumsuz olaylara karışan Razi Efendi’ye her daim destek çıkan Yarbay Gani ve Binbaşı Ahmed beyler, kampa yeni gelen Yarbay Servet Bey, Binbaşı Tahsin ve Nazım Beyleri de kendi yanlarına çekmeyi başarmışlardır. Bu kişiler her bir esirin yanına giderek başta Ahmed Bey olmak üzere Binbaşı Cemal Bey’in Ermeni tercümanlar ve karargâh kurulu ile ilişkilerinden ve ahlâksızlığından söz eden dedikodulara inanılmamasını istemişlerdir.

Bu sırada, Razi Efendi bu tümen subaylarından bazılarını yanına çekmeye çalışmış ve İdman Yurdunun yönetimini istemiştir. Kamplarda konuşulan bu tür dedikodulardan rahatsız olan üst düzey subaylar ise derneğin yeniden yapılandırılması kararı almışlardı. Bu amaçla kulübün yeniden düzenlenmesi için seçim yapılacağı duyurulmuştu. 50. Tümenin doktorlarından yedek Yüzbaşı Hamid Efendi tarafından bir konuşma yapılarak yurdun eski yöneticileri arasındaki iletişimsizlik ve her türlü hoş karşılanmayacak uygunsuzluktan söz edilmesinden sonra toplantı başlamıştı. Hamid Efendi yurt başkanlığına seçilmesine rağmen olaylar son bulmamış aksine sorunlar daha içinden çıkılmaz bir hal almıştı. Hamid Efendi’nin başkan seçilmesi

ardından yaptığı konuşmada uygunsuzlukları görülen kişilerin dernek üyeliğinden kayıtlarının silineceği açıklaması tartışmaları daha da alevlenmişti. Yeni başkan ve kurulun fikirlerinin kabul görmemesi üzerine bu kişiler de istifa etmek zorunda kalmış ve ilk başa dönülmüştü. Seçim sonrası herkes dağıtıldıktan sonra muhalifler birbiri aleyhine oldukça ağır ifadeler içeren mektuplar yazıp birbirlerinin pavyonuna atmaya başlamıştı. Ayrıca kampın görülen yerlerine kâğıt asıp birbirini aleyhinde ithamlarda bulunmak gibi hoş olmayan durumlar ortaya çıkmıştı. Sert tartışmalar sonunda Topçu Yüzbaşı Kâmil Efendi dernek başkanlığı görevini kabul etmişti. Fakat yine tartışmalar bitmeyecektir. Bu sefer başkan ile üyelerden Fırat Grubunun İdare Reisi Yardımcısı Yüzbaşı Mustafa Efendi arasında Remadiye Grubu Harekât Şube Müdürlüğü muvazzaf teğmenlerinden Teğmen Kâmil Efendi, yüzünden bir başka tartışma geçmişti. Adı geçen teğmen ile 181. Alay 3. Tabur yedek subaylarından olup kendisini teğmen kaydettirilen Zeki Efendi arasında boş olmayan ilişkilerden söz edilmişti. Ayrıca Topçu Yüzbaşısı Kâmil Efendi’nin Teğmen Kâmil Efendi’ye ilgisi olduğu iddiaları ortaya atılmıştı. Yüzbaşı Mustafa Efendi, deniz teğmenliğinden piyadeye geçen Tatar Taburu Ağırlık Komutanı Mehmed Efendi ile bir odada bu olaylar yüzünden kavga etmiştir. Teğmen Kâmil Efendi’nin İstanbul’dan komşusu olan Mehmed Efendi’nin iddiasına göre onun koruması altında olan Mustafa Efendi’ye yaklaşması, Yüzbaşı Kâmil Efendi’nin öfkesine sebep olmuştu. Bunun sonucu olarak Yüzbaşı Mustafa ve Kâmil efendiler arasındaki kıskançlık başlamıştı. Her iki taraf dava için komutan Albay Ahmed Bey’le temsilci Cemal Efendi’ye birbirini şikâyet etmiş fakat bu kişilerin daha önceki olayları ve şüpheli durumları şikâyet konusu olmaya yeterli görülmemişti.

Bir gece Mustafa Efendi, Kâmil Efendi’yi görüşmek üzere çağırmış ve çağrının kabul görmesi üzerine her ikisi pavyonlarda kaldıkları odaların ortasındaki birbiri ile kavgaya başlamıştır. Yüzbaşı Kâmil Efendi hafif bir şekilde yaralanmış ve Teğmen Mehmed Efendi ise ölmüştür. Yüzbaşı Mustafa ve Kâmil efendiler, karargâh komutanlığınca tutuklanarak hapsedilmiştir. Bu arada esirler arasında, Topçu Yüzbaşı Kâmil Efendi’nin katil olduğu söylentisi ortaya atılmıştı. Bu kişilerin karargâh komutan yardımcısı yüzbaşının başkanlığındaki askeri mahkemede sorguları yapıldı.

1544 Cemalettin Taşkıran, a.g.e. s. 119-124.

Albay Ahmed ile temsilci Binbaşı Cemal Efendi, mahkemenin çağrısına uyarak şahitlik yapmıştır. Olay için seyyar askeri mahkeme görevlendirilmiş, mahkemenin gelmesi ardında duruşmaya tekrar bakılmış ve ayni tanıklar mahkemede de dinlenmiştir. Sonunda tutuklular sivil hapishaneye gönderilmişlerdir. Oradaki dava sonucu her ikisi de suçsuz bulunarak kampa geri dönmüştü. Bu cinayet olayı üzerine İdman Yurdu dağıldı. Kulüpten Razi Efendi, saz derneği ile derneğin kendisi içi iyi bir getiri olmadığına kanaat getirerek kampta daha önemli bir kişi haline gelmek ve kendine bağlı kişi sayısını artırmak için başka yollar deneyecektir. Öncelikle esir subaylar tarafından subay adayları ile hasta ve ihtiyaç sahibi erlere ayrılan yardım parası aylık 600-700 rupiye, Fransızca ve İngilizce kursları ile tiyatro ve temsil gelirlerinden elde edilen yardım parası birkaç ay 1.000 rupiye ulaşmıştı. Ancak tiyatro için gerekli malzemeler, temsil kurulu masrafları ve ücretler gibi giderler yüzünden bu para arttırılamıyordu. Razi Efendi bu paradan ve Remadiye grubuyla 50. Tümen subaylarının esir düştükleri sırada İngilizlerce el konulan her birinin 1.000, 10.000, hatta 100.000 kuruşu aşan kişisel paralarından faydalanmak istemiştir. Bu amaçla bilgili kişilerden faydalanarak konferanslar da düzenlemiştir. Rakım Efendi tarafından verilen ilk konferansta beklediğini bulamamıştı. Bu tür konferansların çıkar sağlamaya yönelik olduğu tüm esirler tarafından yavaş yavaş anlaşılmaya başlamış ve bunun sonucunda çok az yardım parası toplanmıştı. Toplanan yardım parasının miktarı 2.500 kuruşu aşamamış ve Razi Efendi’nin planı kendisi açısından başarısız olmuştu.

Razi Efendi, yine yılmamış ve çıkar sağlamak amacıyla yeni planlar yapmıştır. Bu amaçla sık sık Yarbay Gani ve Servet beylerle onların yakını binbaşıları ziyaret etmiştir. Servet Bey, Albay Ahmed Bey’in yerine kendisini ve temsilci Binbaşı Cemal Bey’in yerine de 50. Tümene bağlı binbaşılardan birini geçirerek karargâhın bütün işleyişini ele geçirmek istiyordu. Bu kadar cüretkâr olmasının sebebi ise Albay Ahmed Bey’in, kendisine karşı disiplin sağlamadaki başarısızlığıydı. Kampta yaşanan her türlü olumsuzlukların sulh ile halledilmesi ve arkadaşlarını rahatsız eden, onur ve haysiyetlerine dokunan fiilleri alışkanlık haline getiren az sayıdaki kişileri korkutmak ve gözdağı vermek amacıyla bir kurul kurulması kararlaştırılırdı. Karargâhta bulunan bir emekli general, muvazzaf bir albay ve dört de yarbay rütbesinde üstsubay ve subaylardan bir inceleme kurulu oluşturulmuştu. Kurul yaptığı toplantıda kampla ilgili 590

her türlü istek ve şikayetlerin kendilerine yapılmasını istemişti. Alınan kararlara karşı koyanların, kendi başına davranışı alışkanlık haline getirenlerin veya İngiliz karargâh komutanlığına başvurusu beğenilmeyenlerin isimleri kaydedilecekti. Memlekete dönüldüğünde Hükûmet yetkililerine bilgi sunulması birkaç toplantıda uygun bir dille önerilmişti. Ayrıca binbaşıların disiplin yönetmeliklerine göre verilecek ceza kapsamına alınması uygun bulunmamıştı. Yarbay Servet Bey ve Gani Bey kurulda çoğunluğu elde etmek amacıyla arkadaşlarından birkaç binbaşının kurula alınması için çaba göstermiştir. Albay Ahmed Bey, karargâhta tek söz sahibi olması ve kamptaki anlaşmazlıkları her fırsatta kendi amacı için kullanmayı bilen Mahmut Bey’in diğer esirleri dinlememesi oyların eşitliğine yol açmış ve kurul böylece işlevsiz hale gelmiştir. Bunun üzerine Hasan Yetimi ve arkadaşları kurulu kendi haline bırakarak bundan böyle hiçbir şeye karışmama ve kimsenin başvurusunu kabul etmeme kararı almışlardır.[747]

Hasan Yetimi, Bern İtilafnamesi’nin Temmuz 1918’de kampa ulaştığını söylemektedir. Türkçe suretinin beklenildiği söylentisi kampta yayılmıştır. Bu söylentinin yayılmasından bir ay sonra karargâh komutanı sözleşmenin 12. maddesine göre yardım komisyonunun oluşturulması için erler ve subay adaylarından birer üye seçileceğini bildirmiştir. Biri doktor diğeri imam olmak ve subaylarca büyük rütbede bir başkan ile yüzbaşı veya teğmen rütbesinde bir üye bulunmak üzere komisyona kurulması gerektiği Albay Ahmed Bey’e ulaştırılmak amacıyla temsilci Cemal Efendi’yi bildirilmiştir. Albay Ahmed Bey, karargâh komutanının istek ve tavsiyelerine göre Cemal Efendi’yi başkan ve 40. Alay 3. Tabur Komutanı Yüzbaşı Necmeddin, 40. Alay 3. Tabur Tabibi Yüzbaşı Emin, 40. Alay 2. Tabur imamı Halil efendileri üye olarak atamış ve bu isimleri bir pusula ile Binbaşı Cemal Efendi aracılığıyla komutanlığa sunmuştur. Esirler, bu sözleşmenin uygulanmasından büyük ümit beslemiş, fakat umduklarını bulamamışlardır. İngilizler daha işin başında sürekli komisyonu takibe başlamıştı. Esirler ise 12. maddenin aynen ilan edilmesini istemişlerdi. Bunun üzerine karargâh komutanı, yardım komisyonu kurulmasını kabule yanaşmamıştır. 12. maddenin Türkçe tercümesi günlük emirde yayımlamış,

Binbaşı Cemal Efendi’nin başkan seçilmesinin sorun olacağını 8 Ağustos 1918 ‘de açıklanmıştır.[748]

12. maddenin yayımlanmasıyla yardım komisyonunun seçimle oluşturulacağı ve Cemal Efendi’nin başkanlığa getirilmesiyle esirlerin haklarının İngiliz çıkarları doğrultusunda kullanılacağı herkes tarafından öğrenilmişti. Cemal Efendi hakkında ortalıkta söylentiler sonucunda Albay Ahmed Bey bu durumu düzeltmek için yeni bir girişimde bulunmuştu. Ancak 12. maddenin 2. bendinde oy pusulasında herkesin kimlik bilgilerin yazılması gerektiği belirtilmişti. Bunun üzerine özverili ve vatansever subaylardan 51. Tümen Emir Subayı Yardımcısı Topçu Yüzbaşısı Cemal ve 9. Alay 1. Taburdan Yüzbaşı Hüseyin Kaptan efendiler ile birkaç subay kamp içinde bildiriler dağıtarak, seçimin adil bir şekilde yapılmasını sağlamak, esirlerin haklarını korumak için çabalamışlardı. Seçim günü Ahmed Bey’in yaptığı sahtekarlık ortaya çıkmış ve İngiliz emellerine daha fazla hizmet edemeyeceğini anlamıştı. Servet Bey’i vekil olarak atayarak kendisini hastaneye sevk ettirmişti. Birkaç gün sonra aylığına 100 rupi ve Cemal Efendi’nin aylığına ise elli 50 rupi zam yapıldığını öğrenildi. O tarihten itibaren kendilerine düzenli aylık bağlanmıştır. Ancak Ahmed Bey bu hareketlerinin karşılığını gördü. İki ay hastanede acı içinde kıvranarak ameliyata cesaret edemeyerek kalıcı bir hastalığa yakalanmıştır.[749]

3. Yardım Komisyonu Başkanı Mahmut Bey’in istifası ardından karargâh komutanı yeniden bir başkan için seçim kararı almıştır. Albay Ahmed Bey’in seçim duyurusu üzerine seçim günü üst düzey subayların yerine seçim yapıldı. İki subay ve bir üst rütbeli subay seçime katılmamış, fakat bu seçim sonucunu etkilememiştir. 57. Alay Komutan Vekili Binbaşı Ömer Şevki Efendi, 210 oydan 162’sini olarak başkan seçilmişti. Bir gün sonra Şevki Efendi’nin önerisi ve üst rütbeli subayların uygun görmesiyle, yardım komisyonunun kararlarını uygulayacak ikinci komisyon kurulmasına karar verilmiş ve iki yüzbaşı ve iki teğmen bu iş için seçilmiştir. Önceki yardım komisyonlarında da ikinci bir komisyon kurulmuş fakat seçim yapılmayarak atama usulü görevlendirilmiştir. Komisyonun bu kez seçimle belirlenmesinde yeni başkanın kanaati ve teklifini etki olmuştu. Ayrıca bazı suçların gizlenmesi ve söylenmemesini amaçlanmıştır. Üst rütbeli subaylar, yeni yardım kuruluna her konuda yardım sözünde bulunmuş ve komisyon da üst rütbeli subayların bulunduğu kurulunun görüş ve onayını aldıktan sonra karar vermiştir.1547 [750]

Subay adayları Ramazan Bayramı’ndaki şaşalı dağıtımdan sonra akçe alamadıklarını bir yazı ile subaylara iletmiştir. Yardım komisyonuna geçici olarak Yarbay Servet ve Gani beylerle binbaşılardan temsilci Cemal ve Nazım Efendiler aday gösterilmişti. Seçim günü subaylar tarafında seçime katılmak için kurullara ve Albay Ahmed Bey’e başvurmuşlar fakat kabul edilmemelerinden ve Binbaşı Ömer Şevki Efendi’nin başkanlığa atanmasını uygun görmemelerinden dolayı ağırlıklarını hissettirmişlerdi. Yardım için oluşturulan yardım kurulu, ofis kasasında bulunan 4.000 rupiden subay adaylarına yedişer, malul ve muhtaçlara ikişer, bütün erlere yarımşar rupi dağıtılmasını ve okulların para ihtiyacının giderilmesini teklif etmiştir. Erlerin temsilcisi yarımşar rupinin azlığından şikâyet etmiş ve Ahmed Efendi bu fikri desteklemiştir. Subayların temsilcisinin yedi rupiden az olmamasında ısrar etmesi üzerine, kurul başkanı tartışmayı sonuca bağlayamamıştı. Bunun üzerine subaylar kurulunun görüşlerinin alınması kararı alınmıştı. Henüz üst rütbeli subaylar toplanmadan ve olayın incelenmesinden ve konuşulmasından önce subay adayları ve erler, defterin birçok sayfası subay pavyonlarına atmışlar ve Albay Ahmed Bey’e daha çok saldırarak kurul görüşmelerine karşı çıkmışlardı. Yeni başkan Şevki Efendi, subaylar kurulunun kararının sonucunu beklemeden, kendisinin ve bütün ikinci kurul üyelerinin ve erlerin temsilcisiyle birlikte Halil Efendi’nin istifasını duyurmuş ve kurul ile amaçlanan tüm gayeler böylece son bulmuştur. Şevki Efendi, kurul görüşmelerinde karşılaştığı güçlükleri Albay Ahmed Bey’e anlatmıştır. Konunun subaylar kurulunca ele alınarak yanlış kararlar alındığını ve kasadaki paraların İstanbul’a geri gönderilmesinden başka çarenin kalmadığını söylemiştir. Albay Ahmed Bey, aleyhindeki yayından dolayı subay adaylarına kırgın olduğunu ve kurulca bir çözüm yolu bulunabilir ihtimaliyle istifada acele etmemesini önermiştir. Buna rağmen Şevki Efendi, yayınların çokluğundan korkup istifasını duyurmak zorunda kalmıştı. Subaylar tarafındaki pavyonlara imzalı ve imzasız saldırı veya gözdağı içeren yazılar asılmış ve bırakılmıştır. Bunları yapan kişiler, aynı zamanda

Püsküllü Bela, Köpük ve buna benzer isimler altında gazeteler yayımlayarak kamplarda huzursuzluk çıkartmaya çalışıyorlardı.[751]

Esaret süresince esir erler para sıkıntısı çekmişler ve angarya hizmetine güçlükle dayanmıştır. Çok az esire ailelerinden para gelmekteydi. Bu sayı %5’i geçmemekte, bu askerler de sağlık ekibinde olan görevli askerlerdi. İngilizlerden ücret aldıklarından para yönünden bir sıkıntıları yoktu. Ailelerinden harçlıkları gelen erlerin ellerine, memleketlerinde gönderilen 100 kuruşa karşılık ancak 70 kuruş civarında bir miktar geçebiliyordu. Geri kalan kur değişimi sırasında yok olmuştur. Subay ve yeksek rütbeli subaylara ise cüzi miktarda bir ücret verilmekteydi. Bu şartlar altında esirler geçimlerini kampta iş yaparak sağlıyordu. Kimileri kahvecilik, yoğurtçuluk ve tütüncülük yapıyor ve ancak karınlarını doyuruyordu. Bu şanslı esirler ise toplam esirlerin %10’u geçmiyordu. Özetle, erlerin ancak %20’si para yönünden rahat bir yaşam sürüyordu. Geriye kalan esirlerin bir kısmı kendisine verilen yiyeceği veya elbise ve çamaşırlarını satmak zorunda kalıyordu. Bu elde ettikleri para ise ancak tütün ve şeker ihtiyacı gideriyor ve kısa bir süre sonra tekrar parasız kalıyorlardı. Üst rütbeli subay ve subaylar tarafından kutsal günlerde tütün ve şeker dağıtılmak suretiyle kısmen bir rahatlama sağlanıyordu. Yardım kurullarının oluşturulmasından sonra Yarbay Gani ve Mehmed beylerin başkanlığı dönemlerinde, yardım paralarının kendi çıkarlarına kullanması yüzünden ortaya çıkan dedikodular kampta büyük bir huzursuzluğa yol açmıştı. Esirler arasında bu subayların daha orduda iken haklarına gözlerini diktikleri ve esirlikte de gelen yardım parasını kendi çıkarlarına kullandıkları kampta konuşulmaya başlanmıştır.[752]

3.8.3                        Kıbrıs Esir Kampında Yaşanan İç Yönetim, Disiplin, İşbirlikçilik ve Uyum Sorunları

Esirlerin adaya getirilmesinden sonra burada yakınları bulunanlar başta olmak üzere, dindaşlarını ve soydaşlarını görebilmek için Kıbrıs Türklerinin kamp komutanlığına yaptıkları müracaatlar, ilk günlerde kısıtlı da olsa kabul edilmiştir. Bir süre sonra İngilizler bu ziyaretleri engellemeye çalışmıştır. Esirlerin kampa getirilip yerleştirilmelerini müteakip sivil halkla görüşmeleri konusunda İngiliz yetkililerin başlangıçta gösterdikleri hoşgörü ve verdikleri müsaade uzun süreli olmamış; sıkı kurallar, tedbirler ve tecrit sonucunda sivil halkın savaş esirleriyle görüşme talepleri çoğu zaman reddedilmiştir. Mağusa sur içindeki Lala Mustafa Paşa camisinde Cuma namazı kılmalarına müsaade edilen esirlere bir süre sonra İngilizler tarafından başka yaptırımlar ve kısıtlamalar getirilerek bu hakları da engellenmiştir. O dönemi yaşayan Mehmed Nafi Bey de İngilizlerin bu davranışlarına anlam veremeyerek kampa gelen esir sayısının 4.000’i bulduğunu, ilk geldiklerinde Mağusa halkının kumandanın izniyle esirlere ziyafet verdiğini ve sonrasında muhafızların gözcülüğünde şehri gezdiklerini söylemiştir.1550 [753]

Yine İngiliz Kamp Komutanı tarafından 11 Nisan 1917 tarihinde Mağusa Bölge Komiserliğine gönderilen bir başka yazıda, Kıbrıs Müftüsünün kampı ziyareti konu edilmiştir. Uzun süren yazışmalar süresinde net bir cevap verilmemiş konu hep sürüncemede bırakılmış ve sonuç olarak Kıbrıs müftüsünün kampı ziyareti Kıbrıs Kamp Komutanı Albay H. G. Dixon tarafından reddedilmiştir.[754]

Mağusa esir kampı komutanı İngiliz Yarbay tarafından Mağusa Emniyet Müdürüne gönderilen 10 Mart 1919 tarihli yazıda esirlerin kamptan çıkmalarına izin verilmemiş sadece savaş esirlerini ziyaret etmek amacıyla müracaat edenlerin sabah saat 09.00 ile 12.00 arasında kampa gelmeleri şartıyla yakınlarını görebilecekleri söylenmiştir.[755]

Kamp komutanı İngiliz yarbay tarafından Mağusa polis şefine yazılan Mart 1919 tarihli yazıda Türk savaş esirlerinin akrabaları ile görüşme izninden bahsedilmektedir. Yazıda İzmirli İbrahim Osman Bornova’nın Selanik’e gönderildiği ve bu kişinin akrabalarına verilen giriş kartının iptal edilmesi istenmektedir.[756]

Dr. Şevket Bey, kale içerisine bir engellemeye maruz kalmadan girebilir ve Mağusa'nın ileri gelenleri ile serbestçe konuşabilirdi. Fakat Lefkoşa’da oynanmakta olan Namık Kemal'in “Vatan yahut Silistre ” piyesini görmeye gittiğinde, Türk ve

Anadolulu Rum jurnalciler kendisini şikâyet etmişlerdir. Yüzbaşı Fuad Beyin idaresinde tekrar esir kampına getirilmiş, bir daha dışarı çıkmasına müsaade edilmemiştir.[757]

3.8.4                       Selanik Esir Kamplarında Yaşanan İç Yönetim, Disiplin, İşbirlikçilik ve Uyum Sorunları

Esirlerin kendi arasındaki iletişim, uyum, dostluk ve hatta yaşanan sorunlara dair Selanik esir kamplarında önemli bir bilgilere ulaşılamamaktadır. Bunda en büyük sebep kampta okuma yazma bilen rütbeli subayların ve yedek subayların az olmasıdır. Genelde bakıldığında, hatıratları ve günlükleri yazan kişilerin yedek subaylar veya subaylar olduğu görülmektedir. Erler arasında ise sadece burada değil kampların genelinde okuma yazma bilenlerin sayısı sınırlıdır. Bu kişiler de hatırat yazabilecek birikime sahip değillerdi. Diğer taraftan kampta esirlerin ağır işlerde çalıştırılmış olması böyle bir işi yapabilecek yetenekte kişi olsa dahi günlük tutmaya imkân vermemekteydi. Var olan birkaç günlükte ise kampın iç düzenine, disiplinine ve esirlerin uyum sorunlarına dair bilgiler mevcut değildir.

3.8.5                       Malta Esir Kampında Yaşanan İç Yönetim, Disiplin, İşbirlikçilik ve Uyum Sorunları

Tüm esir kamplarında olduğu gibi Malta esir kampında da zaman zaman esirlerin birbirlerini öldürdüğüne şahit olunmaktadır. Malta Askeri İdare Kurulu tarafından Londra Savaş Merkezi’ne gönderilen 28 Haziran 1917 tarihli yazıda bir Türk savaş esirinin cinayet suçlamasıyla idam edildiğinden bahsedilmektedir. 40 yaşında Halep’te doğmuş Hafız Rüştü oğlu Hacı Ali İsa, Necdet Sadi isimli bir esir arkadaşını kasten öldürme sebebiyle Malta’da 24 Nisan’da infaz edilmiştir. Yapılan soruşturma sonucunda Hacı Ali İsa’nın, 17 Ekim 1916’da Necdet Sadi’nin çadırına girdiği ve bir bıçakla saldırarak onu ciddi bir şekilde yaraladığı ortaya çıkmıştır. Necdet Sadi çadırdan kaçmayı başarmış ancak Hacı Ali İsa kendisini takip etmiş ve başından iki kez bıçaklamıştır. Necdet Sadi sonraki gün hastanede yaralarına yenik düşmüştür. Hacı Ali İsa İngiliz Malta Adası Ceza Mahkemesinde 18 Nisan 1917 1554 tarihinde 3 hâkim ve 1 jüri tarafından yargılanmış ve ceza kanununun 218. maddesine göre ölüm cezasına çarptırılmıştır.1555 [758]

Aynı olaya dair bilgilere arşiv belgelerinde de rastlanmış ve konunun detayı daha belirgin bir şekilde ortaya çıkmıştır. Hacı Ali İsa tarafından katledilen Doktor Necdet Sadi Bey’in annesi Ayşe Hanım’ın İngiliz Yüksek Komiserliği’ne vermiş olduğu dilekçeye 23 Kasım 1919 tarihinde cevap verilmiştir. Adres olarak Kadıköy Mısırlıoğlu’nda Rıdvan Bey’in 10 numaralı hanesi gösterilmektedir.[759] Bu olayın aydınlatılması açısından Osmanlı Devleti Yüzbaşı Hacı Ali Efendi'nin idam edilmesinin takipçisi olmuştur. Başkumandan Vekili Enver Paşa, Osmanlı Ordu-yı Hümayununa yazdığı bir yazıda Malta’da esir bulunan emekli Yüzbaşı Hacı Ali Efendi’nin İngilizler tarafından asılarak idam edilmesinin ne gibi bir sebebi olduğunun Bern Elçiliği tarafından araştırılmasını istemiştir. Bern Elçiliği de Londra’daki Stockholm Elçiliği’ne bir telgraf göndererek durumu öğrenmeye çalışmıştır.[760] Doktor Sadi Necdet Bey’in katili Halepli Hacı Ali İsa’nın idam edilmiş olduğuna dair İsveç Elçiliği’nden gelen İngiltere Dışişleri Bakanlığının 3 Temmuz 1917 tarihli notası Hariciye Nezareti tarafından 11 Ağustos 1917’de Dâhiliye Nezaretine ve Harbiye Nezaretine gönderilmiştir. Konu hakkında gelen rapor idam kararının detaylarını şu şekilde anlatmaktadır:[761]

40 yaşında Halebli Hacı Ali İsa, Necdet Sadi isminde bir arkadaşını katletmesi sebebiyle idam olunmuştur. Katil 17 Ekim 1916 günü maktulün çadırına giderek kendisini ciddi bir suretle yaralamıştır. Necdet Sadi kaçmak istemiş ise de katil arkasından yetişerek bir bıçak ile başının iki yerinden yaralamış ve yaralı ertesi günü aldığı yaralardan dolayı hastanede vefat etmiştir. Katil Malta Adası Cinayet Mahkemesinde üç hâkim ile birer jüri heyeti tarafından muhakeme olunmuş ve ilgili kanunun 218’inci maddesi gereğince kasten cinayet fiilini işlediği sabit olunduğundan idam edilmiştir. Harbiye Nezareti İstihbarat Kalemi Hariciye Nezareti vasıtasıyla İsveç Sefareti (Elçiliği) aracılığıyla Malta’da esir Doktor Sadi Necdet Bey’in katili Hacı Ali İsa’nın hüviyetinin tahkikine dair yazı göndermiştir. 23

Ağustos 1917’de gönderilen yazıda adı geçen esirin kimliğinin tam tespit edilemediği belirtilmektedir. Bu sebeple katilin kıtası, sınıfı ve rütbesi hakkında tam bilgi verilmesi istenmiştir.”

Şira konsolos vekili olup Mısır ve Malta’da geçirdiği esaret günlerini kaleme alan Süleyman Bey’in yazdıkları bu olayı doğrulamaktadır. Bir hatırattan çok raporu andıran Süleyman Bey’in yazdıkları Başkumandanlık Vekâletine de sunulmuştur. Süleyman Bey Malta’da esir bulunan Halepli Yüzbaşı Hacı Ali adında bir Osmanlı subayının yine Malta’da kendisi gibi esir bulunan bir Osmanlı polisini öldürmesi sebebiyle İngiliz Erkan-ı Harp Dairesince yargılandığını söylemektedir. Süleyman Bey raporun ekinde konu hakkında şöyle söylemektedir:[762]

Malta’da üserâ karargahlarının birinde esir bulunan Halebli Yüzbaşı Hacı Ali nâmında bir Osmânlı zâbitini İngilizler idâm ettiler. Hacı Ali mezkûr karargahda kendisi gibi esir bulunan bir Osmânlı polisini itlâf etmiş imiş Hacı Ali’nin muhâkemesi ora Erkân-ı Harbdâiresince görülüp idâmına hükmedilmişdir.”

Diğer taraftan cinayet ve ardından gelen idam olayının detaylı araştırılması sonucu daha başka bilgilere de ulaşılmıştır. Malta’da esir iken öldürülen Sadi Necdet’in tabip diplomasına sahip olmadığı hâlde düzenlediği sahte belgeler ile orduda doktor olarak istihdam olunduğu belirlenmiştir. Bu sebeple, on sene müddetle kürek cezası almıştır. Sadi Necdet, Selanik’te Topçu Kıtaatında askerlik görevi sırasında Balkan Harbi’nin başlaması üzerine kendisini Ustrumca Taburu doktorluğuna tayin ettirmiştir. Selanik’in işgali ardından İstanbul’a gelerek altı ay kadar doktorluk belgesi olmadığı halde Askerî Sıhhiye Dairesi’nde doktor olarak görev yapmıştır. Olayın öğrenilmesi sonucu Divan-ı Harbe verilmiş ve muhkemenin devam ettiği sırada serbest bırakılarak ticarete başlamıştır. Hakkında 10 yıl kürek cezası verileceği haberini alınca İstanbul’dan firarla Bulgaristan, Fransa ve Mısır gibi yabancı memleketlerde iş tuttuğu ailesine gönderdiği mektuplardan anlaşılmıştır. İttihad ve Terakki Cemiyeti mensuplarından olup akrabasından Tevfik Hacıbey’le ticaret amacıyla İngiltere’de bulunmuştur. Mısır Hidiv Kâtibi Hüsnü Bey’in de bulunduğu gizli bir toplantı sırasında arkadaşları ile tutuklanmış ve Malta’ya gönderilmiştir.[763]

Dahiliye Nezareti de bu kişinin sahte belgeler ile nasıl orduda görev aldığını araştırmış ve yapılan soruşturmada Osmanlı Ordusunda Sadi Necdet adında bir doktorun olmadığı belgelenmiştir. Eski Selanik Merkez Hastanesi cerrahlığı görevi yanı sıra Yıldız Hastanesi hizmetinde de bulunduğunu ortaya çıkaran Cerrah Necdet Sadi Bey Almanya Sıhhiye İdaresine bir mektup göndererek uygun bir miktar para yardımı talebinde bulunmuştur. Ailesine gönderdiği mektuplarda ise İngilizler tarafından kendisine kötü muamelede bulunduğundan şikâyet etmektedir.[764]

Sadi Necdet Bey Malta’dan İsviçre Doktor Cemiyeti Başkanlığına da bir mektup yazmıştır. Mektubunda iki seneden beri Malta Adası’nda esir olarak tutulduğunu söyleyerek ciddi sıkıntı içinde olduğunu, günden güne durumunun kötüye gittiğini, Amerika Elçiliği ile İngiltere Hükûmetinin hiçbir yardımda bulunmadığını anlatmıştır. Bu sebeple, savaş sonucu geri verilmek üzere bir miktar akçe para istemiştir. Sadi Necdet Bey’in talep ettiği yardımın başkonsoloslukça desteklenip desteklenmediği Osmanlı Devleti’ne sorulmuştur. Bu kişi hakkında İstanbul Polis Müdürlüğü yaptığı araştırmayı ilgili yerlere göndermiştir. Malta’da esir edilen Cerrah Necdet Sadi Bey, İstanbul’da Yerebatan Caddesinde üç numaralı evde ikamet eden Şûrâ-yı Devlet aza mülâzımlarından Mahmud Bey’in ve Kadıköy’de Mısırlıoğlu’nda on numaralı evde oturan Afif Monla kızı Ayşe Hanım’ın oğludur. Kafkasya Daru’l Harbi’nde mitralyöz bölüğünde subay namzedi Rıdvan Yavuz adında bir de kardeşi vardır.[765]

Bu cinayet olayını Cemal Kutay “Siyasi Mahkûmlar Adası: Malta” adlı kitabında farklı yorumlamıştır. Kutay’a göre olay tamamen Arap Türk milliyetçiliği kavgasıdır. Malta esir kampında genellikle huzur ve sükûnet vardı. Bu sükûnet kampa Mısır’dan Arap milliyetçilerin getirtilmesiyle bozulmuştur. Zaman zaman aşırı fanatik Arap milliyetçileriyle Türkler arasında kavga ve tartışmalar görülmüştür. Nitekim Hacı Ali adındaki fanatik bir Arap milliyetçisi İzmirli bir Türk subayı olan Yüzbaşı Necdet’i gece gizlice çadırına girerek öldürmüştür. Ancak bu tür birkaç münferit olay dışında Türklerle Araplar ve Almanlar arasında büyük bir problem yaşanmamıştır.[766]

Almanlar çıkardıkları isyan sonucu vatanlarına erken dönmeyi başarmış Türkler ise kampta normalden daha uzun kalmak zorunda bırakılmıştır. Almanlarda olduğu gibi Malta’daki Türk esirlerin de kendi kurtuluşları için harekete geçmesi gerektiği halde üst rütbeli subaylardan bir öncü çıkmamıştır. Rütbeliler çok ağır kişiler olup biraz da risk almak istemediklerinden kamptan kurtulmak için bir şeyler yapmayı akıllardan geçirmemiştir. Her kafadan ayrı bir ses çıkmaktadır. Apak rütbesinin küçük olmasına rağmen bu işe öncü olmayı kafasına koymuştur.[767]

Malta Adası, esir kamplarında esirlerin davalarının görüldüğü mahkemeler adaletten çok uzaktır. Rüşveti veren haklı çıkmaktadır. Rahmi Apak, Eşref Bey’in davasını buna örnek olarak göstermektedir. Eşref Bey, kampın Maltız (Maltalı) kantincisine Londra’dan getirilmek üzere fiyatı 10 İngiliz lirası olan sekiz numara bir ayakkabı sipariş etmiştir. Kantinci ayakkabıyı getirtmiş fakat Eşref Bey, ayaklarını sıkması sebebiyle almamıştır. Kantinci ayakkabıları başkasına satamayacağı gerekçesiyle parasının ödenmesi için mahkemeye başvurmuştur. Mahkemeye tercüman olarak katılan Apak, Türkçeden İngilizceye, başka bir Maltalı da İngilizceden Maltızcaya çeviri yapmıştır. Maltız İncil’e el basarak yemin etmiş, Apak ise Müslüman olduğunu söyleyerek ancak Kur’an’a el basacağını belirtmiştir. Kur’an yerine kütüphaneden lutilikten bahseden bir Türkçe kitap getirilmiş, Apak bu kitaba yemin etmiştir. Kitabı getiren mübaşir eğer bir İngiliz lirası verirse sonucun Eşref Bey lehine çıkacağını söylemiş, Eşref Bey de bir İngiliz lirası yerine bir altın lira ile haksız olduğu mahkemeden haklı olarak ayrılmıştır. Apak’a göre Maltız da bir Türk subayına güvenerek ayakkabının ücretini peşin almamasının cezasını çekmiştir.[768]

Apak’ın kaldığı kampın ilerisinde Mısır’da yakalanmış sivil Türkler bulunmaktadır. Bunların büyük çoğunluğu Türkiye’den Mısır’a kaçmış serseri tipli kişilerdir. O sıralarda Mısır ile Türkiye arasında suçlu değişimi bulunmamaktadır. Bu sebeple Türkiye’de suç işleyen serserilerin çoğunluğu Mısır’a kaçmaktadırlar.

İstanbul’un en pis külhanbeyleri, katilleri, asker kaçakları çoğunluktadır. Bu esirler, sivri demirler ve bıçak tedarik etmişlerdi. Ara sıra aralarında kavgalar olur, yaralama ve hatta öldürme vakaları gerçekleşirdi. Üç yıl içinde bu iki yüz kişi arasında otuz kırk yaralanma, iki öldürme hadisesi kaydedilmiş ve bir katil de İngilizler tarafından asılmıştır. Hastalanma sonucu on beş kadar insan şehit olmuştur. Hâlbuki dört yıl içinde dört bin Alman arasında tek bir öldürme hadisesi olmamış ancak iki kişi eceli ile vefat etmiştir. İki milletin ahlak ve sağlık durumlarının mukayesesi Türkler için feci durumdadır. İngiliz subayları bile o kampta dolaşmaktan korkmaktadır. Bu kişilerin diğer kampları ziyaretleri yasaklanmıştır. Yalnız, Kızılayın Malta’daki fakir esirler için yolladığı bir miktar parayı muhtaçlara dağıtmak üzere İngiliz kamp kumandanı emri ile Apak her ay bir kere bu kampa gitmiş ve paralarını dağıtmıştır. Bu para dağıtma işinden dolayı bu kampta hem düşman hem de çok yakın dost kazanmıştır. Yine para dağıttığı gün çok güvendiği ve en azılılarından iki dostuna kamptan kaçış planını anlatmıştır. Bu kişilerden Almanlar gibi bağırarak çağırarak değil herkeste var olan kesici ve delici demir silahlarla bir gece, iki yüz kişi birden tel örgülerden atlayıp İngiliz asker ve subaylarına saldıracaklarını, son kişi kalıncaya kadar mücadele edeceklerini kamp içinde yaymasını ve kampta bulunan İngiliz casusları vasıtasıyla kumandanın kulağına gitmesini istemiştir. Apak da bu olayı duyan bir kişi olarak kumandana dost gibi giderek bu duruma engel olmak istemiş; bu isyan olayını kumandana söylediğinde kumandan defalarca teşekkür edip esirlerin memleketlerine gitmeleri için elinden geleni yapacağını ifade etmiştir. Altı gün sonra Sicilya’dan direk İstanbul’a gidecek bir Beyaz Rus gemisinin 1.000 Türk lirası karşılığında üç yüz Türk esirini götürebilecekleri söylemiştir. Askerler arasında toplanan 500 Türk lirası ancak üç günde toplanabilmiş geri kalan 500 lira ise eski Milletvekili Sudi Bey’in yardımı ile tedarik edilmiştir. Üç gün sonra para geri verilmiş ve tüm esirlerin bir İngiliz gemisiyle, İngiliz devleti tarafından masrafı karşılanmak üzere evlerine gönderileceğini söylemiş ve hiçbir esir o gece sevinçten uyuyamamıştır. Esirleri taşıyan vapur dört gün içinde İstanbul’a varmış; yol boyunca ikinci kâtibe verilen on İngiliz lirası rüşvetle tüm yiyecek ihtiyaçları karşılanmıştır.[769]

Kampa İstanbul’da İngilizler tarafından tutuklanan İttihatçı liderlerden 60 kişilik bir grup getirilmiştir. Bu liderler içinde alafranga tuvalet kullanmayı bilmeyenler de vardır ve tuvaleti ilk geldikleri gün çok fena kullanmışlardır. Tuvaletleri kontrol eden kamp doktorunun teftişi önce bu durumu gören Apak, rezil olmayı önlemek için bir Bosnalı Müslüman’a para vererek tuvaletleri temizletmiş ve sonrası için bazı liderlerden on İngiliz lirası para toplayarak Bosnalıyı tuvaletlerin temizlenmesi için görevlendirmiştir.[770]

Verdela kampındaki hemen hemen her milletten esirler vardır. Adadaki Türk esirleri, tıpkı diğer esir kamplarında olduğu gibi, esaret süresince diğer milletlerden farklı olarak büyük feragat, asalet ve dayanıklılık göstermiştir. Teşkilatı Mahsusa Başkanı Eşref Kuşçubaşı bunu anılarında şöyle anlatmaktadır:

“... Bizim yiğit köylü çocuklarımız, esaret diyarlarında öyle bir ruh ve beden asaleti içindeydiler ki hayran olmamak mümkün değildi. Aç kaldıkları günler oldu, el açmadılar. Susuz kaldıkları günler oldu, kurumuş dudaklarını göstermediler. Yorgunluk ve bitkinlikten ayakta duramayacakları zamanlar oldu, yaslanacak yabancı omuz aramadılar. Zulüm gördüler, aman yeter demediler, eğilmediler. Zalimlerin bile başlarını öne eğecek kadar mert bu ruh büyüklüğü, onları zulme lâyık görenleri utandırdı... “1569

Esirlerin bu asil davranışları karşısında sadece Eşref Kuşçubaşı bu fikirde değildir. Kamp komutanı İngiliz Albay Sitiron da görüşünü Türk esirlerinin kendisinde bıraktığı izlenimi Eşref Kuşçubaşı’na şu sözlerle açıklamıştır:

“... Burada hemen hemen dünyanın bütün milletlerine mensup insanlar var... Hepsi de aynı şekil ve usuller içinde hayatlarını sürdürüyorlar. İnsanların ferdî ve toplu özelliklerini ancak böyle felâket günlerinde anlamak mümkündür. Malta’nın bir esirler kampı haline getirildiği ilk günden beri burada komutan mevkiindeyim. Hemen hemen bütün dünya milletlerine mensup olan insanlarla temas ettim. Elimi vicdanıma koyarak ve aklımı hakem yaparak diyorum ki siz Türkler, bu milletler arasında vakar, tahammül, disipline riayet, ferdî gurur, milli onur itibarıyla bambaşka insanlarsınız. Yine affınıza sığınarak diyeceğim ki bu duygulara ve hasletlere daha çok sahip olanlar da çoğu okumamış olan köylülerinizdir. Anlıyorum ki başka milletlerde genel olarak ilim ve irfandan; kültür ve sanattan edinilen bu meziyetler, sizde milli ve ırkî olan birer Allah vergisidir. Aman bunlara dikkat ediniz... “1570

1569       Cemal Kutay, a.g.e., s. 69-73.

1570        Cemal Kutay, a.g.e., s. 69.



[60] BOA, MV., 217/42.

[61] Rapports: Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la Guerre 1914-1917, s. 80.

[62] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13.

[63] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK. 90/40.

[64] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 313/1269.

[65] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/146.

[66] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/62.

[67] Ömer Hakan Özalp, a.g.e., s. 234; Cemil Zeki Yoldaş, a.g.e., s. 94-95.

[68] Sokrat İncesu a.g.e., s. 330-333, 335-336.

[69] Necmi Seren, a.g.m., s. 77.

[70] Ahmet Altınay, a.g.e., s. 64-67, 75-123.

[71] Emin Çöl, a.g.e., s. 112.

[72] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/140.

[73] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/138.

[74] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/139.

[75] BOA, HR. SYS., 2214/1.

[76] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/76.

[77] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 123/80.

[78] TNA, FO., 383/101.

[79] Rapports: Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la Guerre 1914-1917, s. 76-77.

[80] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13.

[81] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/1.

[82] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 313/1269.

[83] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/141.

[84] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13.

[85] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13.

[86] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/62.

[87] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 123/80.

[88] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/138.

[89] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/155.

[90] Ahmet Altınay, a.g.e., s. 74, 80.

[91] a.g.e., s. 64

[92] a.g.e., s. 69.

[93] a.g.e., s. 75-123.

[94] Emin Çöl, a.g.e., s. 112.

[95] Ömer Hakan Özalp, a.g.e., s. 234.

[96] Hüseyin Aydın, a.g.e., s. 44.

[97] Rapports: Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la Guerre 1914-1917, s. 43, 53.

[98] TNA, FO., 383/101.

[99] TNA, FO., 383/101.

[100] TNA, FO., 383/101.

[101] TNA, FO., 383/88.

[102] Rapports: Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la Guerre 1914-1917, s. 42; Emin Çöl, a.g.e., s. 118.

[103] Rapports: Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la Guerre 1914-1917, s. 42-43.

[104] Rapports: Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la Guerre 1914-1917, s. 43.

[105] Eyüb Sabri Akgöl, a.g.e., s. 68-69.

[106] a.g.e., s. 69.

[107] İbrahim Arıkan, a.g.e., s. 243-244.

[108] Emin Çöl, a.g.e., s. 115.

[109] a.g.e., s. 116-117

[110] Emin Çöl, a.g.e., s. 117-118.

[111] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/136.

[112] İbrahim Arıkan, a.g.e., s. 248-251.

[113] Doğumunun 100. Yılında Atatürk’ün Silah Arkadaşları: Yaşayan Çanakkaleli Muharipler, s. 95-97, 125-138.

[114] a.g.e., s. 104.

[115] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 90/44.

[116] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 90/44.

[117] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/134.

[118] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/143.

[119] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK. 90/39.

[120] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/128.

[121] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la Guerre 1914-1917, s. 59.

[122] a.g.e., s. 59-60.

[123] a.g.e., s. 60.

[124] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/146.

[125] El Paso Herald, 24 April 1915, Home Edition, Editorialand Magazine Section, s. 2.

[126] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la Guerre 1914-1917, s. 49.

[127] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la Guerre 1914-1917,s. 64.

[128] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la Guerre 1914-1917, s. 67-68; TNA, FO., 383/339.

[129] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 313/1269.

[130] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la Guerre 1914-1917, s. 70-71.

[131] a.g.e., s. 71, 74.

[132] a.g.e., s. 81.

[133] Hüseyin Fehmi Genişol, a.g.e., s. 154.

[134] Hidayet Özkök, a.g.e., s. 54-55.

[135] İhtiyat Zabiti Mehmet, a.g.e., s. 242-246.

[136] Hidayet Özkök, a.g.e., s. 54-55.

[137] İhtiyat Zabiti Mehmet, a.g.e., s. 248-249.

[138] İbrahim Arıkan, a.g.e., s. 254-255.

[139] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la Guerre 1914-1917, s. 77.

[140] BOA, HR. SYS., 2214/1.

[141] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/62.

[142] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/138.

[143] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/141.

[144] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/1.

[145] a.g.e., s. 43-44.

[146] a.g.e., s. 81-82.

[147] Evening Star, 12 April 1915, s. 19.

[148] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la Guerre 1914-1917, s. 60.

[149] a.g.e., s. 71-72.

[150] İbrahim Arıkan, a.g.e., s. 248-249.

[151] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/134.

[152] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/136.

[153] Rapports : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 85.

[154] TNA, FO., 383/452.

[155] TNA, FO., 383/452.

[156] a.g.e., s. 10-11.

[157] a.g.e., s. 12.

[158] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13’den aktaran Cemalettin Taşkıran, a.g.e., s. 93.

[159] Hüseyin Fehmi Genişol, a.g.e., s. 80-81, 117.

[160] Rapports : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 49.

[161] a.g.e., s. 49.

[162] Muhittin Erev, a.g.m., s. 64.

[163] a.g.m., s. 53.

[164] Rapports : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 49-50.

[165] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13’den aktaran Cemalettin Taşkıran, a.g.e., s. 134­135

[166] Rapports: Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 50.

[167] Hüseyin Fehmi Genişol, a.g.e., s. 87-90.

[168] Rapports: Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 54.

a.g.e., s. 65-66.

[170] TNA, FO., 383/339.

[171] Rapports : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 75-76.

[172] TNA, FO., 383/239.

[173] Rapports : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 75-76 ; TNA, 383/239.

[174] Rapports : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 79-80.

[175] Mustafa Tütüncü, a.g.e., s. 63-64.

[176] Rapports : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 85.

[177] a.g.e., s. 12.

[178] a.g.e., s. 50.

[179] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13’den aktaran Cemalettin Taşkıran, a.g.e., s. 135.

[180] Muhittin Erev, a.g.m., s. 53-54.

[181] Rapports : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 64-65.

[182] TNA, FO., 383/339.

[183] TNA, FO., 383/235.

[184] Rapports : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 78-79.

[185] TNA, FO., 383/452.

[186] Rapports : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 52.

[187] a.g.e., s. 80-81.

[188] Mustafa Tütüncü, a.g.e., s. 65, 71.

[189] TNA, FO., 383/229.

[190] BOA, HR. SYS., 2189/5; TNA, FO. 383/235.

[191] TNA, FO., 383/235.

[192] TNA, FO., 383/239.

[193] TNA, FO., 383/229.

[194] TNA, FO., 383/339.

[195] Hindistan Hükümeti 7 Kasım 1915 tarihinde Mustafa oğlu Hikmet’in “Karadeniz” isimli gemide ocakçı olduğunu, bu yüzden kendisine sivil bir esir olarak herhangi bir ödeme yapılmamasına rağmen herhangi bir şekilde cezalandırılmadığını, izole edilmediğini ve diğer esirlerden farklı bir muameleye tabi tutulmadığı ileri sürmüştür. Bkz. TNA, FO., 383/88.

[196] TNA, FO., 383/88.

[197] TNA, FO., 383/453.

[198] TNA, FO., 383/458.

[199] TNA, FO., 383/239.

[200] Ulvi Keser, “Kıbrıs’ta Çanakkale’nin Bilinmeyen Kahramanları; Karakol (Caraolos) Esir Kampı ve Türk Savaş Esirleri”, a.g.e., s. 465-466.

[201] Halil Aytekin, Kıbrıs’ta Monarga (Boğaztepe) Ermeni Lejyonu Kampı, s. 74; Hüseyin Metin, a.g.e., s. 240; Ulvi Keser, a.g.e., s. 468.

[202]Ahmed Sami, a.g.e., s. 2-3; Ulvi Keser, a.g.e., s. 86.

[203]Ahmed Sami, a.g.e., s. 2-3; Ulvi Keser, a.g.e., s. 87; Ahmet Sami Topcan, “Birinci Cihan Savaşı Esnasında Mağusa Esir Kamplarında Kalan Türk Askeri Esirleri Hakkında Kısa Bilgiler”, Güvenlik Kuvvetleri Dergisi, Lefkoşa, Mart 1990, Sayı 10, s. 21.

[204] Ulvi Keser, “Kıbrıs’ta Çanakkale’nin Bilinmeyen Kahramanları; Karakol (Caraolos) Esir Kampı ve Türk Savaş Esirleri”, a.g.e., s. 478-479.

[205] a.g.e., s. 465-466.

[206] Ulvi Keser, a.g.e., s. 479-480.

[207] Rauf R. Denktaş, Karkot Deresi, Lefkoşa, 1993, s. 8; Ulvi Keser, “Kıbrıs’ta Çanakkale’nin Bilinmeyen Kahramanları; Karakol (Caraolos) Esir Kampı ve Türk Savaş Esirleri”, a.g.e., s. 468-469.

[208] Ulvi Keser, a.g.e., s. 471.

[209] a.g.e., s. 479-480.

[210] TNA, FO., 383/458.

[211] Cemal Kutay, a.g.e., s. 17-18.

[212] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13.

[213] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13.

[214] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13.

[215] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/62, 62A, 62AB

[216] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 313/1269.

[217] Ahmet Altınay, a.g.e., s. 88-90, 103-105.

[218] Cemil Zeki Yoldaş, a.g.e., s. 12-14, 25-27.

[219] Hasan Remzi Fertan, a.g.e., s. 5, 86-89.

[220] Rahmi Apak, a.g.e., s. 167.

[221] Emin Çöl, a.g.e., s. 120.

[222] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la Guerre 1914-1917, s. 57.

[223] Ahmet Altınay, a.g.e., s. 64-67, 86-87, 111-116.

[224] Hüseyin Aydın, a.g.e., s. 44.

[225] Emin Çöl, a.g.e., s. 91-99, 121-122.

[226] Hüseyin Mümtaz, a.g.m., s. 32.

[227] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la Guerre 1914-1917, s. 80.

[228] Sokrat İncesu, a.g.e., s. 336-337.

[229] Emin Çöl, a.g.e., s. 112-113

[230] Ahmet Altınay, a.g.e., s. 103-105.

[231] Emin Çöl, a.g.e., s. 121-122.

[232] Necmi Seren, a.g.m., s. 78.

[233] Ömer Hakan Özalp, a.g.e., s. 233-234.

[234] Eyüb Sabri Akgöl, a.g.e., s. 74-79.

[235] “Esaret Hayatından Birkaç Sahife III”, İkdam Gazetesi, 18 Temmuz 1337 (1921), No 8744, s. 3.

[236] Emin Çöl, a.g.e., s. 121-122.

[237] Emin Çöl, a.g.e., s. 120-121.

[238] Ahmet Altınay, a.g.e., s. 41-43.

[239] Necmi Seren, a.g.m., s. 78.

[240] İbrahim Sorguç, Yd. P. Tğm. İbrahim Sorguç’un Anıları İstiklal Harbi Hatıratı: Kaybolan Filistin, s. 49.

[241] Necmi Seren, a.g.m., s. 78.

[242] Emin Çöl, a.g.e., s. 121-122.

[243] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13.

[244] Rahmi Apak, a.g.e., s. 167.

[245] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13.

[246] İbrahim Sorguç, a.g.e., s. 49.

[247] Necmi Seren, a.g.m., s. 78.

[248] Mehmed Rauf Kamer, 1890’de Karaman’da dünyaya gelmiş, İptidai Mektebini bitirdikten sonra tahsilini dini eğitim veren medreselerde tamamlamış, Arapça öğrenmiş ve burada hafız olmuştu. Sonra da rüştiye ve medrese tahsilini bir arada yürüterek rüştiyeyi birincilikle bitirdi. Ardından İstanbul ve Konya İdadisine eğitim görerek Fen ve Edebiyat bölümünden birincilikle mezun oldu. Konya’da İslâhiye Medresesinde okudu. Daha sonra kendi okuduğu medresede din ve dil dersleri vermeye başladı. Arapça, Farsça ve Fransızcayı ana dili gibi bilen Rauf Kamer Efendi, zamanında Karaman’ın en büyük hafızı, din bilgini ve aydını olarak temayüz etti. O tarihlerde bilim adamları cephe gerisinde vazife gördüklerinden savaşın başlamasıyla askerlik şubesine yazıcı olmak için imtihana çağrılmıştı. Yapılan imtihanda kâğıdı boş vererek cepheye gitmek istemiş ve teğmen olarak cepheye gönderilmişti. Mısır ve Filistin cephelerinde savaştı ve yaralandı. Uzun bir sure hastanelerde tedavi gördükten sonra Mısır Cephesi’nde esir düşerek yaklaşık bir buçuk yıl esaret hayati yaşadı. 5-6 yıl suren askerlik ve esaret hayatı bitirince Karaman’a döndü. Ticarete atılarak bulgur ve ekmekçilikle uğraştı ve 1935’de su gücüyle çalışan Karaman’ın ilk un fabrikanı kurdu. 1 Ocak 1972’de vefat etti. Bkz. Ahmet Altınay, a.g.e., s. 52.

[249] Ahmet Altınay, a.g.e., s. 49-52, 57-60.

[250] Rıza Eren 1897 yılında Karaman’da dünyaya geldi. Osmanlı’nın meşhur âlimlerinden Muhammed Hadimi hazretlerinin altıncı göbekten torunu ve Müftüzade Said Efendi’nin oğludur. Karaman Rüştiyesini bitirmiştir. Okulunu bitirdikten sonra muhtemelen bir idadide okumuştur, Okul sonrası ise ailesine ait Karaman Canhasan köyündeki çiftlikte kardeşleriyle birlikte tarımla uğraşmıştır. Bu arada, edebiyat ve müziğe büyük bir ilgi duymuş, özellikle divan edebiyatı ve Türk sanat musikisinde kendisini bir hayli yetiştirmiştir. Esaretten sonra Karaman’a dönerek, Karaman’da kurulmuş olan Karaman Çiftlik Bankası’nda memur olarak çalışmıştır. Esaret hayatında günlük tutmamakla birlikte iyi bir fotoğraf arşivi ile Karaman’a dönmüştür. Kamptaki eğitimin tesiriyle Seydi Beşir’deki Musiki Heveskeran Cemiyeti’nin bir benzerini Karaman’da ayni adla kurmuştur. Ayrıca Karaman’da Türk müziğine katkıda bulunmuştur. Rıza Bey, Türk Silahlı Kuvvetlerinde muhasebeci olarak görev yaptıktan sonra emekli olmuştur. 1963’de Karaman’da 66 yaşında vefat etmiştir: Ahmet Altınay, a.g.e., s. 53.

[251] Ahmet Altınay, a.g.e., s. 53.

[252] “Esaret Hayatından Birkaç Sahife II”, İkdam Gazetesi, 17 Temmuz 1337 (1921), No 8743, s. 3.

[253] Hüseyin Mümtaz, a.g.m., s. 32.

[254] Rahmi Apak, a.g.e., s. 167.

[255] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13.

[256] “Esaret Hayatından Birkaç Sahife II”, İkdam Gazetesi, 17 Temmuz 1337 (1921), No 8743, s. 3.

[257] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la Guerre 1914-1917, s. 81.

[258] Ömer Hakan Özalp, a.g.e., s. 234-235; Cemil Zeki Yoldaş, a.g.e., s. 95.

[259] Ahmet Altınay, a.g.e., s. 47-48.

[260] a.g.e., s. 46.

[261] Emin Çöl, a.g.e., s. 120.

[262] Ahmet Altınay, a.g.e., s. 46.

[263] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 313/1269; Ahmet Altınay, a.g.e., s. 117-122.

[264] Necmi Seren, a.g.m., s. 78.

[265] Emin Çöl, a.g.e., s. 120.

[266] Western Mail (Perth, WA: 1885- 1954), 25 January 1918, s. 28.

[267] İbrahim Sorguç, a.g.e., s. 49.

[268] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13.

[269] Sokrat İncesu, a.g.e., s. 336-337.

[270] Ömer Hakan Özalp, a.g.e., s. 234-235; Cemil Zeki Yoldaş, a.g.e., s. 95.

[271] “Esaret Hayatından Birkaç Sahife”, İkdam Gazetesi, 16-17 Temmuz 1337 (1921), No 8742, s. 3.

[272] “Esaret Hayatından Birkaç Sahife II”, İkdam Gazetesi, 17 Temmuz 1337 (1921), No 8743, s. 3.

[273] “Esaret Hayatından Birkaç Sahife II”, İkdam Gazetesi, 17 Temmuz 1337 (1921), No 8743, s. 3.

[274] “Esaret Hayatından Birkaç Sahife II”, İkdam Gazetesi, 17 Temmuz 1337 (1921), No 8743, s. 3.

[275] Eyüb Sabri Akgöl, a.g.e., s. 74-79.

[276] Necmi Seren, a.g.m., s. 78-79.

[277] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 313/1269.

[278] Ahmet Altınay, a.g.e., s. 91-93, 103-105.

[279] a.g.e., s. 69, 75, 80, 91-96, 117-122.

[280] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13.

[281] Emin Çöl, a.g.e., s. 120-121.

[282] Ahmet Altınay, a.g.e., s. 69, 75, 80, 91-96, 117-122.

[283] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la Guerre 1914-1917, s. 55, 57.

[284] TNA, FO., 383/101.

[285] Hidayet Özkök, a.g.e., s. 58-60.

[286] a.g.e., s. 60.

[287] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la Guerre 1914-1917, s. 42, 46.

[288] İhtiyat Zabiti Mehmet, a.g.e., s. 260-262.

[289] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la Guerre 1914-1917, s. 73.

[290] a.g.e., s. 73-74.

[291] İbrahim Arıkan, a.g.e., s. 247-248.

[292] Doğumunun 100. Yılında Atatürk’ün Silah Arkadaşları: Yaşayan Çanakkaleli Muharipler, s. 125-138.

[293] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la Guerre 1914-1917, s. 66.

[294] İhtiyat Zabiti Mehmet, a.g.e., s. 250-251.

[295] Mehmet Arif Seyhun, Katıldığım Dört Savaş ve Yaşam Öyküm, Haz. Müşerref Seyhun, Ankara, Kültür bakanlığı, 2000, s. 138.

[296] Rapports: Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 86.

[297] British Prison-Camps in India and Burma, s. 8-9.

[298] Rapports: Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 18.

[299] a.g.e., s. 51-52.

[300] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13’den aktaran Cemalettin Taşkıran, a.g.e., s. 119­124.

[301] a.g.e., s. 112-113.

[302] Muhittin Erev, a.g.m., s. 64.

[303] Muhittin Erev, s. 54.

[304] a.g.m., s. 55.

[305] a.g.m., s. 55.

[306] a.g.m., s. 56.

[307] a.g.m., s. 56.

[308] a.g.m., s. 56.

[309] Hüseyin Fehmi Genişol, a.g.e., s. 103.

[310] Hüseyin Fehmi Genişol, a.g.e., s. 94-95, 122-123.

[311] a.g.e., s. 91-92.

[312] a.g.e., s. 92-93.

[313] a.g.e., s. 92, 111-114.

[314] Bu konferanslardan biri Bağdat Sıhhiye Müfettişi Doktor Nizameddin tarafından esirler arasında sağlığın korunması konusunda verilmiştir. Konferansta kampın kuruluş yerinden, kampın temizliğinden, temiz havasından, pavyonlar ile diğer alanların düzeninden, hastanenin ve eczanenin düzenli işleyişinden övgüyle söz edildi. Doktor Nizameddin konferansı dinleyenler tarafından takdirle karşılandı. İngilizler bu kişiyi kendi çıkarları için kullanmak istemişler ve kendisine maaş da bağlamışlardı. İngilizlerce kendisine aylık 23 rupi derecesinde nakit ödenek ve yiyecek maddeleri verilmiş ve ikinci sınıf olarak sayılmıştı. Aslına bu kişinin Bağdat'ın tanınmış ve tecrübeli doktorlarından birisi olduğu ve viziteye çıkan hastalardan çok yüksek ücret aldığı bilinmekteydi. Muvazzaf ve yedek sınıflarında bulunan diğer Osmanlı askeri doktorlarından fazla ödenek alması esirler arasında kızgınlığına sebep olmuştur. İngilizler verilen fazla ödeneği gizleyebilmek için konferans konusunu makaleye çevirip Hindistan'da çeşitli dillerde çıkan gazetelerde yayımlamasını sağlamıştır. Makale Madras Meil gazetesinin 14 Haziran 1918 tarihli sayısında bütün esirlerce okunmuştur. Gazetede çıkan makale tüm esirleri büyük bir hayal kırıklığına uğratmıştır. Bu kişi daha fazla para alabilmek amacıyla İngiliz işgalini övmüştür. Esirler arasında kendisine duyulan saygı bir an da yok olmuş ve yerini kin ve nefrete bırakmıştır. Bkz. Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13’den aktaran Cemalettin Taşkıran, a.g.e., s. 388-359.

[315] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13’den aktaran Cemalettin Taşkıran, a.g.e., s. 119­124.

[316] Rapports: Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 47.

[317] Nurettin Peker, a.g.e., s. 216-218.

[318] Rapports : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 73-74.

[319] a.g.e., s. 74.

[320] TNA, FO., 383/239.

[321] TNA, FO., 383/239.

[322] TNA, FO., 383/239.

[323] Rapports : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 64.

[324] a.g.e., s. 64.

[325] Ergun Hiçyılmaz, a.g.e., s. 24.

[326] Ergun Hiçyılmaz, a.g.e., s. 23; Ergun Hiçyılmaz, a.g.m., s. 14.

[327] Ergun Hiçyılmaz, a.g.e., s. 24-25.

1120 a.g.e., s. 196-198.

[329] Rapports: Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 80.

[330] BOA, HR. SYS., 2251/19.

[331] Mustafa Tütüncü, a.g.e., s. 70.

[332] Mehmet Ertuğ, “Çanakkale Şehitlerinden Bir Yadigâr”, Güvenlik Kuvvetleri Dergisi, Lefkoşa, Mart 1988, Sayı 4, s. 14; Ulvi Keser, “Kıbrıs’ta Çanakkale’nin Bilinmeyen Kahramanları; Karakol (Caraolos) Esir Kampı ve Türk Savaş Esirleri”, a.g.e., s. 456.

[333] Ulvi Keser, Kıbrıs 1914-1923 Fransız Ermeni Kampları İngiliz Esir Kampları ve Atatürkçü Kıbrıs Türkü, s. 87-88; Metin Akar-Oğuz Karakartal, a.g.e., s. 11; Ulvi Keser, “Kıbrıs’ta Çanakkale’nin Bilinmeyen Kahramanları; Karakol (Caraolos) Esir Kampı ve Türk Savaş Esirleri”, a.g.e., s. 456; Mehmet Ertuğ, a.g.m., s. 14.

[334] Ulvi Keser, “Kıbrıs’ta Çanakkale’nin Bilinmeyen Kahramanları; Karakol (Caraolos) Esir Kampı ve Türk Savaş Esirleri”, a.g.e., s. 465-466.

[335] Hüseyin Metin, a.g.e., s. 240.

[336] a.g.e., s. 240.

[337] a.g.e., s. 240; Ulvi Keser, a.g.e., s. 480.

[338] Nuri Çevikel, a.g.m., s. 100.

[339] a.g.e., s. 103-104.

[340] a.g.e., s. 104.

[341] Nuri Çevikel, a.g.e., s. 105.

[342] TNA, FO., 383/458; BOA, HR. SYS., 2201/51.

[343] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 313/1269.

[344] Cemal Kutay, a.g.e., s. 56.

[345] BOA, HR. SYS., 2196/13.

[346] Cemal Kutay, a.g.e., s. 18.

[347] a.g.e., s. 68, 152-153.

[348] Rahmi Apak, a.g.e., s. 178.

[349] Rahmi Apak, a.g.e., s. 183-184.

[350] Rapports: Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la Guerre 1914-1917, s. 80.

[351] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/1.

[352] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 123/80.

[353] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la Guerre 1914-1917, s. 83, 87.

[354] a.g.e., s. 56.

[355] TNA, FO., 383/101.

[356] BOA, HR. SYS., 2250/23.

[357] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la Guerre 1914-1917, s. 46, 50-51.

[358] a.g.e., s. 66.

[359] a.g.e., s. 73.

[360] a.g.e., s. 62.

[361] BOA, HR. SYS., 2200/56.

[362] Evening Star, 12 April 1915, s. 19.

[363] El Paso Herald, 24 April 1915, Home Edition, Editorialand Magazine Section, s. 2.

[364] İbrahim Arıkan, a.g.e., s. 248-249.

[365] Doğumunun 100. Yılında Atatürk’ün Silah Arkadaşları: Yaşayan Çanakkaleli Muharipler, s. 125-138.

[366] İbrahim Arıkan, a.g.e., s. 259.

[367] Ahmet Altınay, a.g.e., s. 75-123.

[368] Genç Hıristiyan Erkekler Birliği İttifakı Genel Sekreterliği İngiltere kökenli mezhepsiz, ruhban sınıfına bağlı olmayan küresel bir Hristiyan hareketidir. Bkz. https://en.wikipedia.org/wiki/YMCA.

[369] TNA, FO., 383/461.

[370] The Camden Chronicle, 24 September 1915, s. 4.

[371] Rapports: Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 18.

[372] a.g.e., s. 51.

[373] Hüseyin Fehmi Genişol, a.g.e., s. 98-99, 109, 136.

[374] Rapports: Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 73.

[375] British Prison-Camps in India and Burma, s. 17.

[376] TNA, FO., 383/339.

[377] Mustafa Tütüncü, a.g.e., s. 62-63.

[378] Rapports : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 80.

[379]Ahmed Sami, a.g.e., s. 3, 2-3; Ulvi Keser, Kıbrıs 1914-1923 Fransız Ermeni Kampları İngiliz Esir Kampları ve Atatürkçü Kıbrıs Türkü, s. 82.

[380] Hüseyin Metin, a.g.e., s. 239-240; Ulvi Keser, a.g.e., s. 87.

[381] Ulvi Keser, “Kıbrıs’ta Çanakkale’nin Bilinmeyen Kahramanları; Karakol (Caraolos) Esir Kampı ve Türk Savaş Esirleri”, a.g.e., s. 453.

[382] Ahmed Sami, a.g.e., s. 2-3; Ulvi Keser, Kıbrıs 1914-1923 Fransız Ermeni Kampları İngiliz Esir Kampları ve Atatürkçü Kıbrıs Türkü, s. 81-82; Ali Nesim, a.g.m., s. 28; Halil Sadrazam, a.g.e., s. 204; Hüseyin Metin, a.g.e., s. 240-241; Aydın AYHAN, a.g.e., s. 82-83.

[383] Doğumunun 100. Yılında Atatürk’ün Silah Arkadaşları: Yaşayan Çanakkaleli Muharipler, s. 39-41.

[384] Mehmet Nuri, a.g.m., s. 72.

[385] “Diary of Lt Victor Edward Borgonon (1882-1966)”, http://www.borgognon.net/VEBdiary.html, 08 Ağustos 2018.

[386] Rapport: Sur Leurs Visites aux Prisonniers de Guerre en Grece a Salonique en Macedoine et en Serbie : Documents publies A L'occasion de la Guerre 1914-1919, s. 39-40.

[387] TNA, FO. 383/458; BOA, HR. SYS., 2201/51.

[388] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/139.

[389] BOA, HR. HMŞ. İŞO., 43/22; HR. HMŞ. İŞO., 43/11-12; DH. EUM., 17/46; HR. SYS., 2189/3.

[390] BOA, HR. SYS., 2214/1.

[391] BOA, HR. SYS., 2189/3; HR. SYS., 2198/3.

[392] BOA, HR. SYS., 2189/3; HR. SYS., 2198/3.

[393] BOA, HR. SYS., 2214/1; DH. EUM. 5. ŞB., Dosya No 17, Gömlek no 46.

[394] BOA, HR. HMŞ. İŞO., 43/22; HR. HMŞ.İŞO., 43/11; HR. HMŞ.İŞO., 43/12; DH. EUM., 17/46; HR. SYS., 2189/3.

[395] TNA, FO., 383/101.

[396] BOA, HR. SYS., 2189/3; HR. SYS., 2198/3.

[397] TNA, FO., 383/101.

[398] BOA, HR., SYS. 2189/3; HR. SYS., 2198/3.

[399] TNA, FO., 383/223.

[400] TNA, FO., 383/101.

[401] BOA, HR. SYS., 2189/3; HR. SYS., 2198/3; TNA, FO., 383/223.

[402] BOA, HR. SYS., 2189/3; HR. SYS., 2198/3.

[403] TNA, FO., 383/101.

[404] TNA, FO., 383/101.

[405] TNA, FO., 383/101.

[406] TNA, FO., 383/223.

[407] TNA, FO., 383/223.

[408] TNA, FO., 383/101; FO., 383/339.

[409] TNA, FO., 383/223.

[410] TNA, FO., 383/101.

[411] TNA, FO., 383/101.

[412] TNA, FO., 383/223.

[413] TNA, FO., 383/223.

[414] Ahmet Altınay, a.g.e., s. 6-8, 117-122.

[415] Rahmi Apak, a.g.e., s. 175-177.

[416] Cemal Kutay, Birinci Dünya Harbinde Teşkilat-ı Mahsusa ve Hayber’de Türk Cengi, s. 160­163.

[417] Cemal Paşa: Bahriye Nazırı ve 4. Ordu Kumandanı, Haz. Alpay Kabacalı, İstanbul, Türkiye İşbankası Yayınları, 2012, s. 188.

[418] BOA, HR. SYS. 2197/55.

[419] Barrier Miner (Broken Hill, NSW: 1888- 1954), 6 February 1915, s. 4.

[420] Barrier Miner (Broken Hill, NSW: 1888- 1954), 4 April 1915, s. 2.

[421] Northern Territory Times and Gazette (Darwin, NT: 1873- 1927), April 1916, s. 14.

[422] Advertiser (Adelaide SA: 1889- 1931), 5 February 1915, s. 7.

[423] Kalgoorlie Miner (WA: 1895- 1950), 29 August 1916, s. 5.

[424] Cumberland Argus and Fruitgrowers Advocate (Parramatta, NSW: 1888-                              1950),    11

December 1915, s. 3.

[425] Brisbane Courier (Qld.: 1864- 1933), 3 October 1916, s. 9.

[426] Kalgoorlie Western Argus (WA: 1896- 1916), 15 June 1915, s. 8.

[427] Sun (Sydney, NSW: 1910- 1954), 9 September 1915, s. 1.

[428] Queenslander (Brisbane, Qld.: 1866- 1939), 11 September 1915, s. 41.

[429] Register (Adelaide SA: 1901- 1929), 22 March 1915, s. 8.

[430] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 123/69, AA.

[431] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 123/78.

[432] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 123/105.

[433] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 123/105.

[434] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/87.

[435] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13.

[436] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 313/1269.

[437] Emin Çöl, a.g.e., s. 113-114.

[438] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/146.

[439] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/1.

[440] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 90/40.

[441] Genelkurmay ATASE Arşivi, Birinci Dünya Savaşı Koleksiyonu, 4609/13.

[442] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/76.

[443] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/146.

[444] Hüseyin Mümtaz, a.g.m., s. 28-32; Rahmi Apak, a.g.e., s. 163; Ömer Hakan Özalp, a.g.e., s. 226­238.

[445] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/129.

[446] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/155.

[447] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/141.

[448] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/62, 62A, 62AB

[449] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK. 96/138.

[450] Bu kampta esirlerin kör edildiğine yönelik iddialar ilgili bölümde verilecektir.

[451] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la Guerre 1914-1917, s. 79.

[452] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 313/1269.

[453] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 90/40.

[454] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 313/1269.

[455] BOA, HR. SYS., 2202/61.

[456] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 313/1269.

[457] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/85.

[458] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/76.

[459] Ahmet Altınay, a.g.e., s. 76-77.

[460] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/146.

[461] TNA, FO., 383/223.

[462] BOA, HR. SYS., 2201/10.

[463] Rapports: Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la Guerre 1914-1917, s. 79.

[464] BOA, HR. SYS., 2207/35.

[465] Ali Galib Yoluç, Edirne’nin Sultaniye kazası Pireli köyünde doğmuştur. Annesinin ölümünün ardından İstanbul’a giderek medrese eğitimi aldı. İstanbul’da muallimlik yaparken Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla yedek subay olarak askere alınmıştır. Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla önce Çanakkale’de ardından Filistin Cephesi’nde çarpışan Ali Galib Yoluç, Üçüncü Gazze Muharebesi’nde yaralanmış Kudüs’te Sukut Hastanesinde yatarken İngilizlere esir düşmüştür. Üst teğmen rütbesinde iken esir olarak Mısır’da Seydi Beşir Esir Kampı’na yerleştirilmiştir. 33 ay 27 gün esaretten sonra 6 Eylül 1920’de İngiliz tarafından terhis edilmiş ve 3 Ekim 1920’de İstanbul’a vasıl olmuştur. Yozgat’ta muallimlik yaparken 1 Mayıs 1921’de tekrar askere çağrılmıştır. Bkz. Ali Galip Yoluç, Ali Galip Yoluç’un Hatıraları: Çanakkale, Filistin, Kurtuluş Savaşı, Haz. Bünyamin Nami Tonka, Çanakkale, Çanakkale Basın Yayın, 2013, s. 7, 21-25.

[466] Ali Galip Yoluç, Ali Galip Yoluç’un Hatıraları: Çanakkale, Filistin, Kurtuluş Savaşı, Haz. Bünyamin Nami Tonka, Çanakkale, Çanakkale Basın Yayın, 2013, s. 21.

[467] Savaşın başlamasıyla Konya, Adana, Halep, Şam, Kudüs, Hayfa, Yafa oradan da Tel El-Şehir’e gitmiş ve cephede yaralanmıştır. Kendi taburundan hiç kimsenin kalmadığını, tamamının yok olduğunu ve İngiliz Birliğinin çok güçlü olduğunu söylemektedir. İngilizlerin yanında ayrıca çok güçlü, bakımı ve yiyeceği yeterli ve savaşmayı çok iyi bilen Hint askerleri vardır. Bkz. Doğumunun 100. Yılında Atatürk’ün Silah Arkadaşları: Yaşayan Çanakkaleli Muharipler, s. 121-123.

[468] a.g.e., s. 121-123.

[469] a.g.e., s. 53.

[470] a.g.e., s. 65.

[471] a.g.e., s. 95-97.

[472] a.g.e., s. 66-68.

[473] Lokman Erdemir, “Cephe Cephe Osmanlı Esirleri”, Derin Tarih, Özel Sayı 1, Ekim 2014, s. 140.

[474] İhtiyat Zabiti Mehmet, a.g.e., s. 259-260.

[475] “Esaret Hayatından Birkaç Sahife”, İkdam Gazetesi, 16 Temmuz 1337 (1921), No 8742, s. 3.

[476] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 313/1269.

[477] Eyüb Sabri Akgöl, a.g.e., s. 79-81

[478] İbrahim Arıkan, a.g.e., s. 255-256.

[479] Cemal Kutay, a.g.e., s. 156.

[480] İhtiyat Zabiti Mehmet, a.g.e., s. 244-245.

[481] BOA, HR. SYS., 2218/3.

[482] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la Guerre 1914-1917, s. 79.

[483] BOA, HR. SYS., 2201/10.

[484]BOA, HR. SYS., 2189/3; HR. SYS., 2198/3.

[485] TNA, FO., 383/505.

[486] Chronicle (Adelaide SA: 1895- 1954), 11 September 1915, s. 33.

[487] The Times, 30 April 1915

[488] İbrahim Arıkan, a.g.e., s. 246.

[489] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/140.

[490] TNA, FO., 383/338.

[491] TNA, FO., 383/333.

[492] Faik Hurşit Günday, Hayatım ve Hatıralarım, İstanbul, Çelikcilt Matbaası, 1960, s. 128-129.

[493] BOA, DH. EUM. 2. ŞB., 69/24; Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 313/1269.

[494] BOA, HR. SYS., 2238/4.

[495] BOA, HR. SYS., 2238/4.

[496] BOA, HR. SYS., 2238/4: HR. SYS., 2189/4: HR. SYS., 2189/5.

[497] BOA, HR. SYS., 2189/5.

[498] BOA, HR. SYS., 2189/5.

[499] TNA, FO., 383/452.

[500] BOA, HR. SYS., 2203/17.

[501] BOA, HR. SYS., 2205/19.

[502] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 313/1269; BOA, HR. SYS., 2238/4; HR. SYS., 2189/4.

[503] TNA, FO., 383/223.

[504] TNA, FO., 383/223.

[505] BOA, HR. SYS., 2189/5; TNA, FO., 383/223.

[506] BOA, HR. SYS., 2189/5.

[507] BOA, HR. SYS., 2189/5.

[508] Nurettin Peker, a.g.e., s. 218.

[509] Nurettin Peker, a.g.e., s. 218-219.

[510] a.g.e., s. 218-219.

[511] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13’den aktaran Cemalettin Taşkıran, a.g.e., s. 134.

[512] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13’den aktaran Cemalettin Taşkıran, a.g.e., s. 114­116.

[513] Hüseyin Fehmi Genişol, a.g.e., s. 94-95, 104.

[514] BOA, HR. SYS., 2197/24.

[515] BOA, HR. SYS., 2201/24; TNA, FO., 383/239.

[516] TNA, FO., 383/235.

[517] TNA, FO., 383/235.

[518] TNA, FO., 383/239.

[519] TNA, FO., 383/235.

[520] BOA, HR. SYS., 2203/58.

[521] BOA, HR. SYS., 2202/56.

[522] TNA, FO., 383/223

[523] TNA, FO., 383/88.

[524] TNA, FO., 383/339.

[525] TNA, FO., 383/339.

[526] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 100/34.

[527] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 100/34.

[528] F. Thormeyer, Emmanuel Schoch, F. Blanchod, Rapports : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie: Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, G1 A 19­01.14, Comite International de la Croix-Rouge, Geneve, 1917, s. 49-50.

[529] The Bismarck Tribune., August 22, 1918, s. 3.

[530] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/80.

[531] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 90/33.

[532] Ulvi Keser, a.g.e., s. 99. The Cyprus Gazette, 4 Haziran 1915, Sayı 1171, Karar No 13060.

[533] The Cyprus Gazette,             2 Aralık 1916; Ulvi Keser, “Kıbrıs’ta Çanakkale’nin Bilinmeyen

Kahramanları; Karakol (Caraolos) Esir Kampı ve Türk Savaş Esirleri”, a.g.e., s. 459.

[534] The Cyprus Gazette, 16 Ekim 1916; Ulvi Keser, a.g.e., s. 459.

[535] The Cyprus Gazette, 2 Aralık 1916, Karar No 588, Lefkoşa s. 389.

[536] Ulvi Keser, a.g.e., s. 465.

[537] a.g.e., s. 465-466; Nuri Çevikel, a.g.m., s. 95.

[538] Aydın Ayhan, a.g.e., s. 82-83.

[539] Halil Aytekin, a.g.e., s. 76.

[540] The Cyprus Gazette,19 April 1917, No 1277 (Karar No: 178); Nuri Çevikel, a.g.m., s. 96.

[541] Halil Aytekin, a.g.e., s. 77.

[542] Ahmed Sami, a.g.e., s. 2-3; Halil Aytekin, a.g.e., s. 81

[543] Ahmed Sami, a.g.e., s. 2-3; Halil Aytekin, a.g.e., s. 74; Ulvi Keser, a.g.e., s. 469-470; Kıbrıs Postası, 7 Kasım 1986.

[544] Ahmed Sami, a.g.e., s. 2-3; Ulvi Keser, Kıbrıs 1914-1923 Fransız Ermeni Kampları İngiliz Esir Kampları ve Atatürkçü Kıbrıs Türkü, s. 89; Ulvi Keser, “Kıbrıs’ta Çanakkale’nin Bilinmeyen Kahramanları; Karakol (Caraolos) Esir Kampı ve Türk Savaş Esirleri”, a.g.e., s. 462-464.

[545] Kıbrıs Postası, 7 Kasım 1986; Ulvi Keser, a.g.e., s. 466-467.

[546] Ahmed Sami, a.g.e., s. 3; Halil Sadrazam, a.g.e., s. 204; Hüseyin Metin, a.g.e., s. 240-241; Ali Nesim, “Bir Kalebend”, Yeni Kıbrıs, Lefkoşa, Nisan 1989, s. 28-29; Ulvi Keser, Kıbrıs 1914-1923 Fransız Ermeni Kampları İngiliz Esir Kampları ve Atatürkçü Kıbrıs Türkü, s. 90-91; Mehmet Ertuğ, a.g.m., s. 14

[547] BOA, HR. SYS., 2204/41.

[548] “Diary of Lt Victor Edward Borgonon (1882-1966)”, http://www.borgognon.net/VEBdiary.html, 8 Ağustos 2018.

[549] TNA, FO., 383/226.

[550] BOA, HR. SYS., 2196/6; HR. SYS., 2195/43; HR. SYS., 2207/56.

[551] BOA, HR. SYS., 2204/2.

[552] BOA, HR. SYS., 2205/64.

[553] BOA, HR. SYS., 2234/5; HR. SYS., 2207/56; HR. SYS., 2208/62.

[554] BOA, HR. SYS., 2194/5; HR. SYS., 2194/17.

[555] BOA, HR. SYS., 2199/5.

[556] Rahmi Apak, a.g.e., s. 182.

[557] Rahmi Apak, a.g.e., s. 183.

[558] BOA, HR. SYS., 2250/64.

[559] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la Guerre 1914-1917, s. 87.

[560] Queenslander (Brisbane, Qld.: 1866- 1939), 19 June 1915, s. 8.

[561] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la Guerre 1914-1917, s. 46.

[562] a.g.e., s. 56.

[563] TNA, FO., 383/223.

[564] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la Guerre 1914-1917, s. 83.

[565] Hüseyin Fehmi Genişol, a.g.e., s. 152-153.

[566] İbrahim Arıkan, a.g.e., s. 260.

[567] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13.

[568] TNA, FO., 383/452.

[569] Rapports : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 17-18.

[570] TNA, FO., 383/458.

[571] Rupi’nin on altıda birine eşit Hindistan’daki en küçük para birimi. Bkz. https://en.wikipedia.org/wiki/Indian_anna

[572] TNA, FO., 383/458.

[573] TNA, FO., 383/344.

[574] Rapports : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 50.

[575] TNA, FO., 383/461.

[576] Hüseyin Fehmi Genişol, a.g.e., s. 122.

[577] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13’den aktaran Cemalettin Taşkıran, a.g.e., s. 110­111.

[578] Hüseyin Fehmi Genişol, a.g.e., s. 89-90.

[579] a.g.e., s. 100.

[580] a.g.e., s. 93.

[581] Hüseyin Fehmi Genişol, a.g.e., s. 94.

[582] a.g.e., s. 119-121.

[583] a.g.e., s. 87.

[584] Hüseyin Fehmi Genişol, a.g.e., s. 114-115, 123, 125.

[585] Hüseyin Fehmi Genişol, a.g.e., s. 95-96, 108.

[586] Hüseyin Fehmi Genişol, a.g.e., s. 126-133.

[587] Hüseyin Fehmi Genişol, a.g.e., s. 134.

[588] Tahsin İybar, a.g.e., s. 112-113.

[589] TNA, FO., 383/345.

[590] TNA, FO., 383/345.

[591] TNA, FO., 383/345.

[592] TNA, FO., 383/458.

[593] TNA, FO., 383/239.

[594] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 100/34.

[595] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 100/34.

[596] TNA, FO., 383/239.

[597] TNA, FO., 383/239.

[598] TNA, FO., 383/239.

[599] TNA, FO., 383/239.

[600] TNA, FO., 383/239.

[601] TNA, FO., 383/239.

[602] TNA, FO., 383/239.

[603] TNA, FO., 383/239.

[604] TNA, FO., 383/239.

[605] TNA, FO., 383/239.

[606] Mustafa Tütüncü, a.g.e., s. 67-68.

[607] Rapports : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 80.

[608] TNA, FO., 383/453.

[609] TNA, FO., 383/453.

[610] TNA, FO., 383/453.

[611] TNA, FO., 383/453.

[612] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 2680/210; Ulvi Keser, a.g.e., s. 81; Mehmet Ertuğ, a.g.m., s. 14.

[613] Ahmed Sami, a.g.e., s. 2-3; Ulvi Keser, “Kıbrıs’ta Çanakkale’nin Bilinmeyen Kahramanları; Karakol (Caraolos) Esir Kampı ve Türk Savaş Esirleri”, a.g.e., s. 455-456.

[614] Halil Aytekin, a.g.e., s. 73.

[615] Ulvi Keser, a.g.e., s. 465-466; Nuri Çevikel, a.g.m., s. 95.

[616] “İngiliz Selanik Kuvvetleri Savaş Günlüğü, Cilt 1, Savaş Esirleri Kampı”, TNA, WO., 95/4945.

[617] Doğumunun 100. Yılında Atatürk’ün Silah Arkadaşları: Yaşayan Çanakkaleli Muharipler, s. 39-41.

[618] “İngiliz Selanik Kuvvetleri Savaş Günlüğü, Cilt 1, Savaş Esirleri Kampı”, TNA, WO., 95/4945.

[619] “İngiliz Selanik Kuvvetleri Savaş Günlüğü, Cilt 1, Savaş Esirleri Kampı”, TNA, WO., 95/4945.

[620] Mehmet Nuri, a.g.m., s. 68-72.

[621] Rapport : Sur Leurs Visites aux Prisonniers de Guerre en Grece a Salonique en Macedoine et en Serbie : Documents publies A L'occasion de la Guerre 1914-1919, s. 38-39.

[622] a.g.e., s. 43-44.

[623] a.g.e., s. 41.

[624] a.g.e., s. 58.

[625] “Diary of Lt Victor Edward Borgonon (1882-1966)”, http://www.borgognon.net/VEBdiary.html, 08 Ağustos 2018.

[626] “Diary of Lt Victor Edward Borgonon (1882-1966)”, http://www.borgognon.net/VEBdiary.html, 08 Ağustos 2018.

[627] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la Guerre 1914-1917, s. 66.

[628] “Kadri Bey’in Raporu”, Comite International De La Croix-Rouge, C 9 D 3, Geneve.

[629] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 100/25.

[630] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 90/44.

[631] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13.

[632] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 90/44.

[633] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 115/14.

[634] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 123/80.

[635] “Süveyş Geçici Kampı”, Comite International De La Croix-Rouge, C 9 D 28, Geneve.

[636] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 313/1269.

[637] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/1.

[638] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/76.

[639] BOA, HR. SYS., 2189/3; HR. SYS., 2198/3; TNA, FO., 383/101; FO., 383/223.

[640] İngiltere ve Mısır’daki esirlerin fena halleri konusunda Kızılay Cemiyeti 4 Ağustos 1918 tarihinde yazılar yazılmıştır. Yazıda bir kısım esirlere yardım için gönderilen paralardan bahsetmektedir. Londra’daki İsveç Büyükelçiliği sayesinde İngiltere’de yardıma muhtaç bir şekilde bekleyen sivil esirler ile Mısır’daki Osmanlı kadınlarına verilmek üzere 29 Mayıs’ta İsveç Büyükelçiliğine 500 lira gönderilmiştir. Yine bu miktarda bir meblağ gönderilmek üzere para hazır edilmiştir. Harbiye Nezaretinden gelen tezkirelerde Mısır Kahire esir karargâhına nakledilen Hicaz Fırkası subaylarıyla vilayet memurları ailelerinin çocuklarıyla beraber perişan halde oldukları ve kendilerine bakılmadığı haberi alınmıştır. Bu konuda İngiltere Hükümeti değişik zamanlarda şartların düzelmesi için teşebbüslerde bulunmuş fakat hiçbir sonuç alınamamıştır: BOA, HR. SYS., 2158/4.

[641] BOA, HR. SYS., 2209/46.

[642] BOA, HR. SYS., 2209/72.

[643] BOA, HR. SYS., 2210/30.

[644] BOA, DH. İUM., 19/1.

[645] BOA, HR. İM., 159/78; HR. İM., 159/6; HR. İM., 155/3; HR. İM., 155/15.

[646] BOA, HR. SYS., 2209/68.

[647] BOA, HR. SYS., 2209/72.

[648] BOA, HR. SYS., 2212/3; HR. SYS., 2212/48.

[649] BOA, HR. İM., 93/38.

[650] BOA, HR. SYS., 2209/55.

[651] Doğumunun 100. Yılında Atatürk’ün Silah Arkadaşları: Yaşayan Çanakkaleli Muharipler, s. 49.

[652] İhtiyat Zabiti Mehmet, a.g.e., s. 228-230.

[653] Hüseyin Fehmi Genişol, a.g.e., s. 154.

[654] İbrahim Arıkan, a.g.e., s. 243.

[655] BOA, HR. SYS., 2209/38; HR. SYS., 2210/39.

[656] “Süveyş Geçici Kampı”, Comite International De La Croix-Rouge, C 9 D 28, Geneve.

[657] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 1758/43.

[658] Hidayet Özkök, a.g.e., s. 61.

[659] Hüseyin Fehmi Genişol, a.g.e., s. 154-155.

[660] BOA, HR. HMŞ. İŞO., 43/11; TNA, FO., 383/458.

[661] BOA, HR. HMŞ. İŞO., 43/11. TNA, FO., 383/458.

[662] BOA, HR. SYS., 2201/51; HR. SYS., 2206/20.

[663] BOA, HR. SYS., 2201/51; HR. SYS., 2202/20.

[664] BOA, HR. SYS., 2203/69.

[665] BOA, HR. SYS., 2202/20; HR. SYS., 2203/2.

[666] BOA, HR. SYS., 2203/69.

[667] BOA, HR. SYS., 2206/20; HR. SYS., 2203/69.

[668] Rahmi Apak, a.g.e., s. 16-165.

[669] Rahmi Apak, a.g.e., s. 166.

[670] a.g.e., s. 167-168.

[671] “Beykozlu Kel Ali'nin, İngilizlerin Elinde Kahire'deki Esir Hayatını Anlatan Müsveddeler”, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Arşivi, 91/29.

[672] TNA, FO., 383/535.

[673] TNA, FO., 383/535.

[674] TNA, FO., 383/535.

[675] Hüseyin Fehmi Genişol, a.g.e., s. 106, 110, 122.

[676] TNA, FO., 383/535.

[677] Hüseyin Fehmi Genişol, a.g.e., s. 106, 110, 122.

[678] TNA, FO., 383/535.

[679] TNA, FO., 383/535.

[680] TNA, FO., 383/535.

[681] TNA, FO., 383/535.

[682] TNA, FO., 383/535.

[683] TNA, FO., 383/535.

[684] TNA, FO., 383/535.

[685] TNA, FO., 383/535.

[686] TNA, FO., 383/535.

[687] Şevket Süreyya Aydemir, a.g.e., s. 425-426.

[688] Doğruyol Gazetesi, 19 Ocak 1920; Doğumunun 100. Yılında Atatürk’ün Silah Arkadaşları: Yaşayan Çanakkaleli Muharipler, s. 141-142; Ulvi Keser, Kıbrıs 1914-1923 Fransız Ermeni Kampları İngiliz Esir Kampları ve Atatürkçü Kıbrıs Türkü, s. 193.

[689] Ahmed Sami, a.g.e., s. 3; Halil Aytekin, a.g.e., s. 63, 74; Ulvi Keser, a.g.e., s. 88-89.

[690] Ali Nesim, “Kıbrıs Türklerinde Atatürk ve İlke ve İnkılâpları”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Sayı 14, Cilt 5, Mart 1989, s. 26.

[691] Ulvi Keser, “Kıbrıs’ta Çanakkale’nin Bilinmeyen Kahramanları; Karakol (Caraolos) Esir Kampı ve Türk Savaş Esirleri”, a.g.e., s. 461.

[692] a.g.e., s. 462.

[693] a.g.e., s. 464-465; Hüseyin Metin, a.g.e., s. 240.

[694] Ulvi Keser, Kıbrıs 1914-1923 Fransız Ermeni Kampları İngiliz Esir Kampları ve Atatürkçü Kıbrıs Türkü, s. 83; The Cyprus Gazette, 2 Aralık 1916, Sayı 1257, Karar No 588.

[695] Ulvi Keser, a.g.e., s. 89-90.

[696] a.g.e., s. 89.

[697] Kıbrıs Postası, 6 Kasım 1986’den aktaran Ulvi Keser, “Kıbrıs’ta Çanakkale’nin Bilinmeyen

Kahramanları; Karakol (Caraolos) Esir Kampı ve Türk Savaş Esirleri”, a.g.e., s. 462-465.

[699] Osmanlı Devleti’nin İngiltere’nin karşısında savaşına girmesi Kıbrıs Türkleri için zor bir dönemin başlangıcı olmuştur. İngiltere Hükümeti 5 Kasım 1914’de Kıbrıs’ı ilhak etmesi sonrası aldığı bir karara göre Kıbrıs’ta doğan Osmanlı vatandaşları, İngiliz vatandaşı olmayı kabul edilecek, vatandaşlığı reddedenler ve adada doğmayanlar bir yıl içinde adayı terk edeceklerdir. Bu karar Kıbrıs Rumları için Enosis’e giden bir adım olarak değerlendirilmiştir. Osmanlı Hükümeti ise bu kararı tanımadığını bildirmiştir. Kıbrıs Türkleri arasında İngiliz aleyhtarlığı baş göstermiş ve Kıbrıs Türklerinde milliyetçilik bilincinin başlamasına yol açmıştır. Paris Barış Konferansı’nın Kıbrıs’ın Yunanistan’a katılması için bir fırsat olduğunu düşünen Rum liderler ile Başpiskopos Kirillos Londra’ya ve Paris’e bir heyet göndermek için hazırlıklar yapmıştır. Adanın her tarafında enosis kararı alan halk toplantıları düzenlenmiştir. İngiltere Hükümetine sunulmak üzere muhtıralar hazırlanmıştır. Yasama Meclisi Rum üyelerinden oluşan bir heyeti Sömürgeler BakanıLordMilner’in Londra’da kabul edip görüşmesi, Kıbrıs Türk toplumunu endişelendirmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasıyla adada varlıklarını sürdürmek için başvurulacak tek makam İngiltere Hükümeti kalmıştır. Ayrıca adada örgütlenmek ve bazı eylemlerde bulunmak yasaklanmıştır. Sabahattin İsmail, 150 Soruda Kıbrıs Sorunu, İstanbul, Kastaş Yayınları, 1998, Madde 18; George Hill, A History Of Cyprus, Volume I-V, Cambridge UniversityPress, 1949, s. 329, 475; Ulvi Keser, a.g.e., s. 474-475; Ahmet Gazioğlu. a.g.m., s. 1497-1498.

[700] “İngiliz Selanik Kuvvetleri Savaş Günlüğü, Cilt 1, Savaş Esirleri Kampı”, TNA, WO., 95/4945.

[701] Mehmet Nuri, a.g.m., s. 71-72.

[702] Türkiye Büyük Millet Meclisi Gizli Celse Zabıtları, Devre 1I, Cilt 2, İçtima 2, 29 Eylül 1337 (1921), s. 242-245.

[703] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13.

[704] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13.

[705] Ahmet Altınay, a.g.e., s. 78-80, 90, 75-123.

[706] Hidayet Özkök, a.g.e., s. 60-61.

[707] Rahmi Apak, a.g.e., s. 169.

[708] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13.

[709] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/146.

[710] İbrahim Arıkan, a.g.e., s. 246, 250.

[711] a.g.e., s. 249- 252.

[712] İbrahim Arıkan, a.g.e., s. 252-253.

[713] Ahmet Altınay, a.g.e., s. 66.

[714] Rahmi Apak, a.g.e., s. 163-164.

[715] Rahmi Apak, a.g.e., s. 168.

[716] a.g.e., s. 168.

[717] a.g.e., s. 168-169.

Rahmi Apak, a.g.e., s. 169-170.

a.g.e., 1988, s. 170.

a.g.e., 1988, s. 171.

[721] Rahmi Apak, a.g.e., 1988, s. 166.

[722] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 313/1269.

[723] BOA, HR. SYS., 2243/2.

[724] İbrahim Arıkan, a.g.e., s. 260-261.

[725] İsyancı Arap Ordusunda Bir Harbiyeli: Cafer El-Askarî, Haz. Necdet Fethi Safvet, Çev. Halit Özkan, İstanbul, Klasik, 2008, s. 85-100.

[726] Nuri es-Said, Basra Hastanesindeyken İngilizlere esir düşmüş ve Hindistan’a gönderilmiştir. Burada bir türlü iyileşemediğinden hem tedavi amacıyla hem de Arap davasına hizmet için daha uygun bir ortamın bulunduğu Mısır’da çalışmalarda bulunması için buraya gönderilmiştir: İsyancı Arap Ordusunda Bir Harbiyeli: Cafer El-Askarî, s. 91.

[727] İsyancı Arap Ordusunda Bir Harbiyeli: Cafer El-Askarî, s. 85-100.

[728] Hüseyin Fehmi Genişol, a.g.e., s. 124-125.

[729] Rapports: Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 50.

[730] a.g.e., s. 49-50.

[731] Muhittin Erev, a.g.m., s. 54.

[732] a.g.m., s. 56.

[733] Hüseyin Fehmi Genişol, a.g.e., s. 99.

[734] Mustafa Tütüncü, a.g.e., s. 65-66.

[735] Mustafa Tütüncü, a.g.e., s. 63, 65.

[736] Mustafa Tütüncü, a.g.e., s. 69-70.

[737] a.g.e., s. 70-71.

[738] TNA, FO., 383/535.

[739] TNA, FO., 383/535.

[740] TNA, FO., 383/461.

[741] TNA, FO., 383/535.

[742] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13’den aktaran Cemalettin Taşkıran, a.g.e., s. 118­119.

[743] Muhittin Erev, a.g.m., s. 56.

[744] Hüseyin Fehmi Genişol, a.g.e., s. 110-111.

[745] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13’den aktaran Cemalettin Taşkıran, a.g.e., s. 119-

124.

[747] Cemalettin Taşkıran, a.g.e., s. 125-129.

[748] a.g.e., s. 129-133.

[749] Cemalettin Taşkıran, a.g.e., s. 129-133.

[750] Cemalettin Taşkıran, a.g.e., s. 129-133.

[751] Cemalettin Taşkıran, a.g.e., s. 129-133.

[752] Cemalettin Taşkıran, a.g.e., s. 135-136.

[753] Hüseyin Metin, a.g.e., s. 240; Ulvi Keser, Kıbrıs 1914-1923 Fransız Ermeni Kampları İngiliz Esir Kampları ve Atatürkçü Kıbrıs Türkü, s. 84, 87; Altay Sayıl, “1914-1918 Birinci Dünya Savaşı Sırasında Mağusa’da Esir Türk Askerleri”, Kıbrıs Mektubu, Cilt 15, No 3, Kıbrıs, Mayıs- Haziran 2002, s. 31.

[754] Ulvi Keser, Kıbrıs 1914-1923 Fransız Ermeni Kampları İngiliz Esir Kampları ve Atatürkçü Kıbrıs Türkü, s. 85.

[755] a.g.e., s. 84.

[756] Ulvi Keser, a.g.e., s. 86.

[757] Ahmed Sami, a.g.e., s. 2-3.

[758] TNA, FO., 383/344.

[759] BOA, HR. SYS., 2191/4; DH. EUM. 5. ŞB., 42/3.

[760] BOA, HR. SYS., 2224/61.

[761] BOA, HR. SYS., 2205/55; HR. SYS.. 2191/1.

[762] BOA, DH. EUM. 5. ŞB., 42/3.

[763] BOA, DH. EUM. 5. ŞB, 42/3.

[764] BOA, DH. EUM. 5. ŞB, 42/3.

[765] BOA, DH. EUM. 5. ŞB, 42/3.

[766] Cemal Kutay, Siyasi Mahkûmlar Adası: Malta, s. 49-50, 220.

[767] Rahmi Apak, a.g.e., s. 185.

[768] Rahmi Apak, a.g.e., s. 184-185.

[769] Rahmi Apak, a.g.e., s. 185-188.

[770]a.g.e., s. 181-182.


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar