BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDA İNGİLİZLERE ESİR DÜŞEN TÜRK ASKERLERİ 2
TÜRK ESİRLERİN
BULUNDUĞU KAMPLARIN ŞARTLARI
İngiliz esir kampları, Rusya veya
diğer devletlere ait kamplarla kıyaslandığında her bakımdan çok daha iyiydi.
İngiliz kampları; esirlerin kamplara nakilleri, esirlere yapılan muamele,
esirlerin iaşe ve sağlık şartları bakımından daha üstündü. Buna rağmen cepheden
kamplara nakilleri sırasında veya kamplarda hastalık veya bakımsızlık yüzünden
vefat eden esirlerin sayısı çok fazlaydı.
3.1
Esirlerin
İaşe ve Giyim Durumu
Gerek
Hindistan ve Burma gerekse Mısır ve diğer esir kamplarında esirlerin yiyecek ve
içecek durumu farklılık göstermişti. Cephede açlık sınırında yaşayan esirlerin
bazılarına göre esirler esir düştükten sonra ancak karınlarını doyurmuş ve
giyecek elbise bulmuştu. İngilizlerin kendilerine iyi davrandığını söyleyen
esirler de olmuştu. Ancak şartlar ne kadar iyi olursa olsun esaretin esirlerin
üzerindeki etkisi hep olumsuz olacaktır. Subaylar, İngilizlerde maaş aldıkları
için kendi iaşelerini kendileri karşılamışlar, diğer askerlere ise günlük tayın
verilmişti. Bazı kamplarda esirlerin iaşe durumu iyi iken bazılarında esirlere
sağlıksız yiyecek verildi. Hatta aynı kampta kamp komutanı değiştikten sonra
esirlerin yiyecek ve içecek istihkakında değişikliler gözlemlendi.
3.1.1
Mısır
Esir Kamplarında Esirlerin İaşe ve Giyim Durumu
Yemen Kolordusu ve Aşir Fırkasına
mensup olup 14 Ekim 1919’da İngilizler tarafından esir alınarak Mısır’a sevk
edilmiş subay ve ailelerinin ihtiyaçlarının giderilmesi için Meclis-i Vükelâ
tarafından bazı düzenlemeler yapılmıştı. Savaş sırasında Yemen ve Asir
yollarının kapatılmasından dolayı maaş havalelerinin düzenli ulaştırılamaması
sebebiyle esirlerin hiçbir ihtiyacı giderilemedi. Bu sebeple, Mısır’da ve
değişik ülkelerde memleketlerine geri getirilmeyi bekleyen esirlerin son derece
sıkıntıda oldukları anlaşıldığından ihtiyaçlarının giderilmesi için maaşlarına
mukabil kolordu tahsisatına mahsuben akçe gönderilmesi kararlaştırıldı. Bu
konuda, Harbiye ile Maliye Bakanlığı Meclis-i Vükela tarafından
görevlendirildi. Bir taraftan değişik ülkelerde bulunan esirler geri
getirilmeye çalışılmış, diğer taraftan bu işin sonuçlandırılmasına kadar
esirlerin hayati ihtiyaçlarının giderilmemesine yönelik bütçe oluşturulmuştu.
Bunun için de tam esir sayını öğrenmek ve ilk başta ihtiyaçların
giderilebilmesi için ne miktar para gerektiğini tespit etmek için Harbiye
Nezareti ve Maliye Nezaretinin görevlendirilmesi uygun görülmüştü.[60]
Seydi Beşir esir kampında
subaylara yapılan ödemeler konusunda arşiv kaynakları ve esirlerin
hatıratlarında birbirinden farklı bilgiler bulunmaktadır. Kızılhaç heyetinin
raporlarına göre İngiltere Savaş Ofisi teğmenlere günde 5 frank, yüzbaşılara
5,75 frank, diğer subaylara da rütbelerine göre artan bir şekilde ödeme
yapılmasına karar verilmişti. Ancak, emir erlerine ödeme yapılmamaktaydı. Bazı
subaylar emir erlerine para veriyor, çoğu emir eri ise para almıyordu. Kızılhaç
heyeti de ziyareti sırasında çok fakir durumdaki esirlerin küçük ihtiyaçları
için kamp komutanına 20 pound bırakmıştı.[61]
Hicaz Fırka Kumandanı albay,
esaret sonrası verdiği ifadesinde; esirlerin aldıkları iaşe miktarından
bahsetmektedir. İngiltere Hükûmetinin iaşe masrafı olarak verdiği günlük 4,5
poundun aylık Mısır parası olarak karşılığı 650 kuruştu. Bu paranın 300 kuruşu
iaşeye kesiliyordu. İngiltere Hükûmeti tarafından iaşe masrafı namıyla
teğmenlere günlük 4, yüzbaşı ve daha büyük rütbeli subaylara rütbesine
bakılmaksızın 4,5 pound veriliyordu. Rütbe ayırmaksızın verilen iaşe
miktarından rahatsız olan esirler, İngiliz Mısır Kumandanlığına ve ayrıca da
İstanbul Harbiye Nezaretine rütbe nispetinde ödeme yapılması için müracaatlar
yapdı fakat bir sonuç alamadı. Verilen bu para ile subayların geçinmesi pek
müşküldü. Subayların birçoklarının aileleri de Mısır’da esir olduklarından bu
durum esirlerin geçinmesini imkânsız kılmıştı.844 [62]
Gazze Cephesi’nde İngilizlere
esir düşen Üsteğmen Hüseyin oğlu Halid Efendi, subayların kampta nasıl fahiş
fiyatlarla soyulduğunu anlatmaktadır. Teğmenlere ve subaylara ay otuz bir gün
olur ise 595 kuruş, ay otuz olursa 585 kuruş maaş verilmekteydi. Bu paradan her
subay için 300 kuruş iaşe için kesiliyordu. İaşe Müteahhidi Yahudi levazımı
vasıtasıyla açlıktan ölmeyecek kadar yiyecek temin ediliyordu. Üstelik verilen
iaşeler düzenli de değildi. Yemek olarak turşu verildiği ve esirlerin bu az
gıda ile ağır hizmette her gün üç beş saat çalıştırdığı oluyordu. Kalan 285
kuruş esirlere verilmekteydi ki bu para ile bir ay geçinmek imkânsızdı. Yiyecek
ve giyecek tedarikçisi Yahudi’den yiyecek ve giyecek her ne alınırsa üç dört
misli fahiş fiyat ile alınabiliyordu. Bu durumun giderilmesi için Albay Musa Kazım,
Rüştü ve Asım Beyler İngiliz Karargâh Kumandanına müracaat ettilerse de itibar
edilmedi. Yahudi ise İngilizler böyle arzu ettiğini savunuyordu. Böylelikle
verilen para fahiş fiyatlar ile geri alınıyordu.[63]
Cidde Hastanesinde doktor olarak
görev yapan bir binbaşı, teğmenlere 4, yüzbaşından albaya kadar 4,5 pound
günlük para verildiğini ifadesinde söylemişti. Bu meblağ ancak iaşeyi temine
yetiyordu. Kahire’de ailesi olanlar zaruri olarak bunun yarısını ailelerine
göndermek mecburiyetinde olduklarından kendileri ve aileleri sefil durumda
yaşamak zorunda bırakılmışlardı. Temmuz 1918’de hükûmetler arasında varılan
anlaşma gereği İngilizler ailesi olanlara 2’şer pound günlük ilave ücret verme
kararı aldı.[64]
7. Fırka Asker Alma Şubesi Kalemi
Bandırmalı Üsteğmen Mahmud Esad Efendi, 9 Ağustos 1917 tarihli ifadesinde
kampta her şeyin çok pahalı olduğunu, kendilerine verilen 295 kuruş ücret ile
yaşamanın mümkün olmadığını ifade etmişti.[65]
Esaretten dönen Askerlik Şubesi
memuru Yüzbaşı Sadık Efendi, 8 Mart 1919’da verdiği ifadesinde esirlere verilen
ücret hakkında bilgi vermiştir. Otuz birli aylarda albay, yarbay ve binbaşılar
yemeklere 370, otuzlu aylarda 358 kuruş teneke markadan maaş vermişti. Üsteğmen
ve teğmen ile subay vekillere iki yüz doksan beş kuruş verilmişti.[66]
Mehmed Ubeydullah Efendi’nin
hatıratında belirttiğine göre yüzbaşıya kadar olan subayların günlüğü 4,5
şilin, yüzbaşıdan aşağı subayların günlüğü 3 şilin olarak düzenlenmişti. Kişi
başına 2 şilin iaşe veriliyordu. Kampta bir iaşe heyeti bulunuyordu. Günlük
kişi başına verilen 2 şilin ile günde bir sabah kahvaltısı, bir öğle yemeği ve
bir akşam yemeği yenilebilmekteydi.[67]
Rum asıllı Sokrat İncesu,
esirlerin istihkakının muntazam gelmekte olduğunu, yiyecek ve içecek kıtlığı
yaşamadığını anılarında yazmıştı. Subaylara ayda 3 lira para veriliyor, bununla
Arap gazeteleri alınıp okunabiliyordu.[68]
Necmi Seren esir subaylara mutfak
masrafı kesildikten sonra maaşlarının Mısır parası olarak verildiğinden
bahsetmektedir.[69]
Ahmed Altınay ise esarette iken aldığı maaşları ay ay hatıratına kaydetmişti.
Buna göre esirlerin maaşları sürekli değişmekteydi. Aldığı ilk maaş 1919’un ilk
günlerinde 133 kuruştu. İlk aylık sonrası sıkıntısı bir süre için gitse de
parasızlık esaret boyu peşini bırakmadı. 1919 yılında hatıratında 194, 294,
266, 193, 293, 280, 294, 282, 292 kuruş gibi değişik aylıklar aldığını
yazmıştı. Aldığı İngiliz parasını Mısır parasına bazen 135, bazen 137’den
bozdurmuştu. Cephelerdeki Osmanlı Devleti’nin kötü gidişi sonucu paranın değeri
düşecek ve bir süre sonra parasını ancak 125 kuruşa bozdurabilecekti. Bir süre
sonra bir mecidiye 13 kuruşa kadar geriledi. 11 kuruş Mısır parasına 50 kuruş
banknot vermişti. Ahmed Altınay, 100 banknotu 21 Mısır parasına tahvil ile para
sıkıntısını gidermeye çalışmıştı. Bu şartlar altında para sorunu hiçbir zaman
çözülmedi ve her zaman parasızlık yüzünden sıkıntı çekti. Hatıratının pek çok
yerinde bu durumdan şikâyet etmektedir.[70]
Madeni ve kâğıt paranın
alışverişi kesin olarak yasaktı. İngiliz parasının sürümünü sağlamak ve
kaçakçılığı önlemek için esirlerin kampa gelişinde, sonradan verilmek üzere
paralarına el konulmuştu. Kampta para olarak marka kullanılmaktaydı. Subaylara
da Türk ordusundaki aylığına göre marka verildi. Esaret sonrasında bu markalar
Osmanlı parası ile değiştirildi.[71]
Bursalı Halil oğlu Mehmed Nuri
Efendi’nin ifadesine göre iaşe işi doğrudan esirlere bırakılmıştı. Subaylara
verilen 600 kuruştan 300 kuruşu iaşe bedeli olarak kesiliyordu. Geri kalan
300’ün de 15 kuruşu bir başka sebepten kesiliyordu. Geri kalan 285 kuruş maaş
olarak esirlere bırakıldı. Subayların en ufak bir kabahatinde bu maaş
kesilmekte ve o ay süresince subaylar beş parasız aç ve susuz kalmaktaydı. 300
kuruşla mümkün olan yiyecekler ile az çok karınlarını doyurabiliyorlardı.[72]
Balıkesirli hesap memur
yardımcısı esaret sonrası 2 Ağustos 1919’da verdiği ifadesinde genel hesap
memurları arasında on ay maaş alamadığını, bu müddet zarfında 9,5 kuruş
hesabıyla maaş alabildiğini söylemektedir. İaşe için İngilizler tarafından
günlük 10’ar kuruş verilmekteydi. Esir kamplarının iaşesi Müteahhit Lawrence
vasıtasıyla temin ediliyordu. Hiçbir subay kamp haricine çıkamadıkları için
bütün ihtiyaçlarını müttehit aracılığıyla temin etmek zorundaydı. Mısır
gazetelerinde yayınlanan iaşe tarifesinden yüksek fiyatla kampta satış
yapılıyordu. Bu husustaki müracaatların tamamı sonuçsuz kaldı.[73]
Esaretten Ağustos 1919’da dönen
bir esirden alınan ifadeye göre esirler iaşesini kendi aralarından seçtikleri
subaylar vasıtasıyla dönüşümlü olarak yapıyordu. Bir aylık iaşeye aylık 300
kuruş kesilmişti. Müteahhidin kamp içinde kurduğu dükkânda satılan elbise,
malzeme ve yiyecekler İskenderiye’deki fiyatının iki buçuk misli ve belki daha
çok fazlasıyla satılmaktaydı. Albaydan yüzbaşıya kadar esir subaylara günlük
hesabıyla 366 ve 354 kuruş aylık veriliyordu. Esarette kaldığı sekiz ay
süresince tel örgülerle kapatılmış alandan dışarıya çıkarılmadığı gibi tel
örgüsü haricinde de bir kimse ile görüşmesine izin verilmemişti. Tel örgüde
bulunduğu zamanda şikâyet edilecek bir hâle maruz kalmamıştı. Tüm askerlerin
mümkün mertebe iaşeleri ve elbise hususları dikkate alınmıştı.856 [74]
Seydi Beşir kampında Osmanlı
subayları 4 ila 4.5 şilin tutarında yetersiz bir ücret alıyorlardır ki bu da
Lahey Sözleşmesi’nin 7. maddesinin ihlali anlamına geliyordu. Zira bu madde
esir alan Hükûmete, savaş esiri subaylara aynı rütbedeki kendi subaylarının
aldığı maaşın ödenmesi yükümlülüğü getiriyordu. Ayrıca zaten kısıtlı olan bu
ücretlerden günde 2 şilin yemek için ücret kesiliyordu. Bu durum Osmanlı subaylarının
parasal durumlarını hayli güvensiz hale koydu. Bu yemekler subaylara layık
olmadıkları gibi ne sağlıklıydı ne de doyurucuydu. Esirlere salatalık, biber
dolması ve sık sık da yağsız ve tuzsuz makarna verildi. Bu sebeple, Osmanlı
Devleti esirlerin yiyeceğini sağlama zarureti getiren, Lahey Sözleşmesi’nin IV.
maddesi ve ek düzenlemenin uygulanmadığı iddialarını yeniledi. Oysa Osmanlı
Devleti esir alındıklarından bu yana İngiliz subaylarına ücretlerini düzenli ve
eksiksiz bir biçimde ödüyordu. Karşılıklılık ilkesi uyarınca Osmanlı Devleti,
İngiltere Hükûmetinin bu tavrı üzerine İngiliz subaylarına Osmanlı subaylarına
layık görülen muameleyi yapmaya karar verdiğini İngiltere Hükûmetine bildirdi.[75]
Subaylara
verilen maaş bakımından kamplar arasında fark bulunmamaktaydı. Kahire
Kalesi’nde esaret günlerini geçirmiş Teğmen Ahmed Rıfat Efendi 3 Nisan 1919’da
verdiği ifadesinde, subaylara ayda 600 kuruş Mısır parası maaş verildiğini
söylemişti.[76]
Abbasiye Hastanesinde tutuklu bulunan Yedek Subay Mülâzımısâni Tevfik
Efendi’nin ifadesinde, esarette bulundukları müddet zarfında aylık 600 kuruş
maaş verildiğini, 300 kuruşun yemek masrafı olarak kesildiğini öğrenmekteyiz.
Üstelik hastanede yattıkları süre boyunca da yemek masraflarını kesilmeye devam
etmişti.[77] 1915 yılında Mısır’daki Amerikan diplomatik
temsilcileri tarafından
Maadi esir kampı hakkında
hazırlanan raporlarda esirlerin aldıkları ücretlerden ve iaşelerden
bahsetmektedir. Esir subaylara günlük 4-4,5 şilin maaş verilmekteydi.[78]
Mısır kamplarının yiyecek
ihtiyaçları özel şirketler tarafından sağlanıyordu. Kızılhaç raporlarından elde
edilen bilgilere göre tüm kamplarda olduğunu gibi Seydi Beşir esir kampında da
esirlerin arasından arkadaşları tarafından seçilen bir subay, menü
hazırlamaktan ve yiyecek işlerinin kontrolünden sorumluydu. Yemekler subaylar
için ücretliydi. Günlük yemek ücreti, 10 kuruş (2,50 Fransız frangı)
karşılığıydı. Çay, kahve, şeker, reçel bu fiyata dâhil edilmişti. Subaylar arzu
ettikleri şeyleri kantinden veya şehirden getirtebiliyordu. Yalnız alkol
yasaktı. Subaylara Avrupai ekmek, emir erlerine yerli ekmek verildi. Et kampın
sağlık yönetimine bağlı veterinerler tarafından kontrol edilmekteydi. Kızılhaç
yetkilileri yemeklerin tadına bakmışlar ve memnun kalmıştı. Heyet, yemek
konusunda bir şikâyet almadıklarını söylediler. Osmanlı subayları için 150
kişilik iki yemekhane vardı. Masalar örtülü ve malzemeler ise tamdı. Emir
erlerinin mutfağı da yeterli ve sağlıklıydı.[79]
Seydi Beşir kampında esirlerin
yiyecek ihtiyaçlarına yönelik bilgiler ATASE Arşivinden elde edilen esir
ifadelerinde de yer almaktadır. Esirlerden tayin edilen iaşe heyetleri
vasıtasıyla müteahhit marifetiyle dışarıdan erzak vesaire getirmekte ve bu
heyetler tarafından yemekler pişirilmektedir.[80]
İngiltere askeri yetkilileri tarafından malul esirler arasında yurda iade
edilen Gelibolu Seyyar Jandarma Taburundan Abdürrahim verdiği ifadesinde, çok
kalitesiz erzakın çok fahiş fiyata kamp kumandanının tayin ettiği bir müteahhit
ile dışarıdan getirdiğinden ve kamplar içinde pişirilerek iyi ya da kötü
olduğuna bakılmaksınız esir askerlere dağıtıldığından söz edilmişti. Kampta
müteahhitten başka erzak getirecek bir kişi bulunmuyordu. İskenderiye’de gayet
ucuz sebze ve saire bulunmakta iken müteahhidin usulsüz işlemleri sebebiyle
kamplara çok kötü kalitede ve pişirmeye elverişli olmayan erzak getiriliyordu.
Eğer müteahhit değiştirilmek istenirse önceki müteahhidin adamlarından biri
gelir ve önceki fiyatın üstünde bir fiyat verirdi. Bu fiyat esir subayın günlük
almakta olduğu ücretten fazla bir ücret olurdu. Başka bir çaresi kalmayan
zavallı esirler yeni müteahhidin eline düşerlerdi. İngiltere Hükûmeti
tarafından üsteğmen ve daha yüksek rütbedeki subaylara günlük olarak verilen
ücretten 2 şilin yemek için kesilip müteahhide verilmekte ve esirlere geriye 2
şilin kalmaktaydı ki bu da 285 bazen 290 kuruşa karşılık geliyordu. Yüzbaşılar
75 kuruş kadar bir fark alıyorlardı. Üzerinde 500 kuruştan fazla parası olan
subaylar paralarını esir kumandanlığına teslim etmeye mecburdu. Esaretin son
zamanlarında maaş olarak verilen nakit para yerine esir kumandanı tarafından
basılan birtakım teneke üzerinde kumandan tarafından imzalanmış Seydi Beşir
yazılı markalar verildi. Bu markaları müteahhit daha sonra İngilizlere vererek
erzakının karşılığını nakde çevirirdi.[81]
Cidde Hastanesinde doktor olarak
görev yaparken esir düşüp ilk kafilede yurda dönen bir binbaşı, verdiği
ifadesinde yemeklerin kamplarda nasıl pişirildiğini anlatmıştı. Mutfaklarda
erlerden seçilen aşçılar tarafından subaylar için tabldot usulüyle yemek
pişirilirdi. Yüzlerce subaya tahsis esilen mutfağın uygunsuzluğu, kömür
miktarının azlığı, verilişteki düzensizlik yemeklerin çiğ kalmasına veya kumlu
olmasına neden oluyordu. Subayların karargâhında subaylara hizmet için 300400
nefer bulunmaktaydı. Bunların iaşesi müteahhide verilen 110 para Mısır
akçesiyle temin ediliyordu. Ayrıca esirlere subaylar da yardım ediyordu. Günlük
verilen ekmekten başka pirinç, mercimek, sebze ve haftada üç defa on dokuz
dirhem et verilmekteydi. İlk başta askerlere özel buğday ekmeği verilirken
sonraları mısır, dara ve daha başka şeylerle karıştırılmış esmer, sert bir
ekmek verilmeye başlandı. İhtimaldir ki bu ekmek birçok feci hastalıklarına
sebep oldu.[82]
Üçüncü Gazze Muharebesi’nde 31
Ekim 1917’de bölüğü ile beraber İngilizlere esir düşen 48. Alay 16. Fırkadan
İzmirli Yüzbaşı Halil oğlu Seyfeddin Efendi, Seydi Beşir mevkiinde bulunan esir
karargâhına nakloluncaya kadar fena sayılmayacak düzeyde esirlere iyi
bakıldığını söylemişti. Esarette geçirdiği günler için 2 Ağustos 1919 verdiği
ifadesinde ayrıca esirlerin iaşesinin aylık 300 kuruş mukabilinde tüm esir
karargâhlarının müteahhidi Lawrence vasıtasıyla getirildiğini beyan etmişti.
Gelen erzaklar karargâhta bulunan esir askerler tarafından pişirilmekteydi.
Esirler kamplarda bulunanlar dışında hiçbir fert ile temas edemediği gibi bütün
ihtiyaçlar Lawrence marifetiyle temin edilmekte ve tüm bu işlerde müteahhidin
keyfi uygulamaları söz konusuydu. Müteaddit defalarca şikâyet edilmesine rağmen
hiçbir sonuç alınamamış ve aynı hal devam etmişti.[83]
Bir başka Türk esiri 20 Şubat
1917 tarihli ifadesinde, tüm esir karargâhlarının idare şeklinin aynı
olduğundan bahsetmişti. Günlük her subay için 10 kuruş yemek parası müteahhide
veriliyor ve bu paranın bir kuruşu önceden vermiş olduğu yemek takımlarının
kirası için düşürülüyordu. Esirler geri kalan 9 kuruşla ne isterlerse
getirtebiliyordu. Kamp içerisinde iaşe işleri için ayrı bir heyet vardı.
Genelde iyi yemek verilmekteydi. Yemek parasından hariç yüzbaşı ve daha yukarı
rütbedeki subaylara günlük 10 kuruştan başka aylık yaklaşık 260 kuruş civarında
bir de para verilmişti. Teğmenler ise bu paradan 50 kuruş noksan almaktaydılar.[84]
16. Fırka Kumandanı albayın
esaret sonrası 8 Mart 1921’de verdiği ifadesinden subay kamplarında, esirlerin
aralarından seçilen dört beş kişilik bir iaşe heyeti vasıtasıyla kamp kapısına
gelen müteahhitten istedikleri yiyecekleri alıp ve pişirebildikleri
öğrenilmiştir. Yemekhanede yemekler toplu halde yeniliyordu. Yiyeceklerin
miktarı her subaya için aylık 300 kuruş Mısır parası tutarındaydı. Genelde 300
kuruş iaşe parasına karşılık Mısır parası marka olarak verildi. Müteahhit
günlük olarak aldığı iaşe senedi karşılığında ay sonunda İngiliz kasasından
parasını almaktaydı. Askerlere ise genel olarak ve yaklaşık kendi ordusunda bir
nefere verilen tayın kadar yiyecek veriliyordu. Askerler de yine kendi
aralarından seçilen görevliler vasıtasıyla kazanda yemeklerini pişiriyordu.
Kıdemli küçük subay ve subay adayları diye adlandırılan kişilere subay yemeği
ile asker yemeği arasında bir miktarda yiyecek verildi.[85]
Esaret sonrası verdiği
ifadesinde, Askerlik Şubesi memuru Yüzbaşı Sadık Efendi 8 Mart 1919 tarihli
ifadesinde Seydi Beşir karargâhında esaret günlerini geçirirken akşam ve sabah
ellişer dirhem francala ile ikişer kap yemek, haftada iki kere de tatlı
verildiğini söylemişti.[86]
Seydi Beşir esir kampının esaret şartlarını anlatan bir esir de Yedek Subay
Mülâzımısâni Tevfik Efendi’ydi. İfadesinde bazı günlerde el ayası kadar ekmek,
bir parça mercimek çorbası ve akşamları soğan verdikleri beyan etmişti.[87]
Esaretin ilk aylarında yakıt eksikliği yüzünden yemekler pişirilememişti.
Yemekleri pişirmek için çok zorluk çekildi. Bir müddet sonra bu sorun kısmen
çözüldü.[88]
Kirmasti Asker Alma Şubesinde 1. Bölük Kumandanı Yüzbaşı Ali Saib Efendi,
esaret altında geçirdiği günlerde iaşe durumunun muntazam ve iyi olduğundan
ifade etmişti.[89]
Esirlerin yazdıkları anılara
bakıldığında, Seydi Beşir kampında verilen yiyeceklerin değişkenlik gösterdiği
görülmektedir. Esirlere verilen ekmek bir ara kampta yarıya düşürüldü. Esirler
kış ortasında salata yediklerinde şikayet etmişlerdi. Bir ara kötü verilen
yiyecekler havaların ısınmasıyla daha iyi ve düzenli hale geldi. 6 Mayıs
Hıdrellez dolayısıyla özel yemek çıkmış ve esirlere kuzu verilmişti.[90]
Esirlere gerek yolda olsun gerek
kampa vardıklarında taze ekmek verilmişti. Yemekhanede üniformalı subayların
yemekleri kapışması, anılarını yazan Ahmed Altınay’a Orta Çağ’ın vahşetini
hatırlatmıştı. 20 gün içerisinde esirlerin yaşadığı kamp ancak düzene girmişti.
Sivil kampın yakınlarında bulunan esirler için her şey oldukça ucuzdu. Yaş
hurmanın okkası 4 kuruştu. Kamp hayatında yaşam oldukça iyi geçmekteydi ve
esirlerin rahatları hiç fena değildi. Yemekte bazen balık da verilmekteydi.
Masalarda esirler arasında yemek mücadelesi vardı. Özellikle ekmek kıtlığı olup
üç kişiye iki ekmek veriliyordu. Bir ekmek beş kuruşa alınabiliyordu. Bazı
suiistimale karşı iaşe heyetindeki görevlilerin değiştirildiği oluyordu.[91]
Ekmek sıkıntısının hiç eksilmediği kampta Ahmed Altınay üç kuruşa ekmek
alabildiğini anılarında yazmıştı. Maaş verilmeye başlanıncaya kadar bu
sıkıntılar aralıksız devam etti.[92]
Her ne kadar ekmek sıkıntısı zaman zaman görülse de yemekler genelde
muntazamdı. Kahvaltıda yumurta yiyebiliyorlar ve kahve içebiliyorlardı.[93]
Emin Çöl’ün yazdığı hatıratta,
kampta yedikleri yemeklerden memnun olduğu görülmektedir. Kampta yemekten
sorumlu bir büro bulunmakta ve her gün pişirilecek yemek ve tatlı listeye göre
dışarıdan Arap müteahhitler tarafından getirilmekteydi. Yemekler Türk yemekleri
olup pişirmek için kampta bir aşevi bulunmaktaydı. Yemekler tabaklara
konulduktan sonra zil çalmakta ve herkes kendi yerine oturmaktadır. Kampta subaylar
parasını harcamak zorunda olduğundan yemeklerde tatlı, et ve süt bol bol
veriliyordu.[94]
Mehmed Ubeydullah Efendi de yemeklerin yeterli miktarda ve lezzetli olduğundan
bahsettikten sonra haftada iki defa tatlı verildiğini ifade etmişti.[95]
Hüseyin Aydın da esirlerin kampta
yiyecek sıkıntısı çekmediğini belirtmektedir. Esirler, ellerinde hiç para
olmadığından ancak yediklerinden artırarak tıraş için para bulabiliyorlardı. Bu
durum, esirlerin İstanbul’dan tasdikli künyeleri gelinceye kadar devam etti. Esirlere
künyelerine göre günlük iaşe bedeli çıkarılmış, geriye kalan kısmı kamp
dâhilinde harcanmak üzere esirlere fişler verilmişti.[96]
Maadi kampında da savaş
esirlerine verilen yiyecekler yönetimce belirtilen ölçeklerdeydi. Her bölüme
ayrı mutfaklar yapılmıştı. Mutfak esirlerin kendileri tarafından yönetiliyordu.
Esirlere verilen et yahnisi heyet tarafından incelenmiş kusursuz ve lezzetli
bulunmuştu. Esir Türklere “baladi” denilen yerli ekmek verilirdi.
Kahire’deki bir ekmekçiden getirtilen bu ekmek, Türklerin alıştığı ekmeğe çok
benziyordu. Esirlerin geneli yiyeceklerden memnun kalmıştı. İçlerinden sadece
bir esir çok fazla pirinç verildiğinden şikâyet etmişti. Kampın küçük bir
kantini olup burada şekerli bir fincan kahve çok ucuz bir ücrete (2,5 sent)
satılmaktaydı. Özel bir şirket tarafından işletilen kantin, İngiliz
yetkililerin denetimindeydi. Tütün, perşembe günleri dağıtılıyordu. Ayrıca
Kızılhaç heyetinin yazdığı rapora göre kampta her şey kusursuzdu. Maadi kampı
için yakıt 2 şilin, arıtılmış içme suyu 6 dinar olarak belirlenmişti. Kış
mevsimi için yapılan bu düzenlemeler altı ayda bir hesaplanmaktaydı.[97]
Mısır’daki Amerikan diplomatik
temsilcileri tarafından 1915 yılında Maadi kampı hakkında hazırlanan raporlar
esirlerin iaşelerinden bahsetmişti. Esirlerin iaşe işlerine fevkalade dikkat
edilmekte ve özen gösterilmekteydi. Tümüne ayrı ayrı tabak içinde yemekler
verilmekte olduğu gibi her gün sigara, şekerleme, sabun, zaruri ihtiyaçlar ve
değişik hediyeler takdim edilmekteydi. Esir subayların yiyeceklerine de erlerin
olduğu gibi fevkalade dikkat ediliyordu. Kendilerine tahsis edilen mahir
aşçılar vasıtasıyla yemekler en güzel bir şekilde pişiriliyordu. Esirlerin
ikamet etmekte oldukları bahçe içinde açılan özel dükkânda her çeşit meyve,
tatlılar ve vesaire eşyalar en uygun fiyata satılmaktaydı. Esirlere sabah
kahvaltısında verilen ekmekler kampta yapılmakta olup sıcak sıcak ikram ediliyordu.[98]
Amerika Dışişleri Bakanı Robert
Lansing Maadi kampında kalan Türk esirlerin yiyeceklerine dair bu raporu
Osmanlı Devleti’ne de ulaştırdı. Raporda diplomatik temsilcinin Maadi kampında
esirlerin kaldığı kışlaların şartlarını ve yiyeceklerin durumunu kapsayan bir
teftiş yaptığı belirtilmekteydi. Yiyeceklerin pişirildiği mutfak temiz ve çok
şıktı. Buna göre esirlere kahvaltıda Arap tarzı bir somun ekmek ve büyük
bardakta çay; öğle yemeğinde ekmek, zeytin ve reçel veya beyaz peynir; akşam
yemeğinde görünüşü ve tadı güzel pilav verilmekteydi. Ayrıca akşam yemeğinde
bir porsiyon peynir ya da zeytin de veriliyordu. Esirler ayrıca haftada dört
kez de et ve sebze yiyebiliyor ve Türk kahvesi içebiliyordu.[99]
İngiliz Milli Arşivinde bulunan
belgelere göre de Maadi’deki Türk savaş esirlerine dağıtılan kumanyalar
esirlerin beslenmesi bakımından yeterliydi. Pazar, Pazartesi, Çarşamba ve Cuma
akşam yemekleri her birey aynı olup 35 dirhem et, 45 dirhem sebze, 20 dirhem
pirinç, 4 dirhem tereyağı ve ^ dirhem biberdi. Geri kalan üç günde ise akşam
yemeklerinde 40 dirhem pirinç, 6 dirhem tereyağı ve 45 dirhem sebze
veriliyordu. Akşam yemeği için hafta boyunca, 30 dirhem beyaz peynir, 30 dirhem
yerel reçel veya 30 dirhem zeytin seçeneklerinden biri alternatif olarak verilmişti.
Yukarıda belirtilen kumanya çizelgesine ek olarak her birey için ayrıca hafta
boyunca her gün 250 dirhem ekmek, 9 dirhem tuz, 5 dirhem soğan, 9 dirhem sabun,
% ons çay, 1,5 ons şeker, 30 dirhem beyaz peynir verilmekteydi. Esirlerin iaşe
listesi belgenin iki ayrı yerinde ayrı ayrı verilmişti. 30 dirhem reçel veya 30
dirhem zeytin ilk verilen yerde bulunmamakta ikinci verilen yerde
bulunmaktadır.[100]
29 Ekim 1915 tarihi itibariyle
esirlere sağlanan diğer malzemeler ise günlük 9 dirhem sabun ve haftada üç gün
limonataydı. Ayrıca perşembe günleri haftalık olarak
9 dirhem
tütün ile haftada üç gün sigara kâğıdı esirlere dağıtılıyordu. Esirlere gerekli
olduğunda kâğıt ve zarf da veriliyordu.884
Tablo 3.1: Maadi Kampında Bulunan Subayların İaşesi
Gün |
Kahvaltı |
Akşam
Yemeği |
Çay |
Pazar |
Çay süt peynir ekmek tereyağı |
Makarna
sos domates Sığır- biftek salata üzüm kahve |
Etli patlıcan çorbası Et-patates, Türk
kahvesi kavun |
Pazartesi |
Çay süt peynir ekmek tereyağı |
Etli
yeşil fasulye Pilav&sos Salata üzüm kahve |
Mercimek çorbası Sebze ve et dondurma
Türk kompostosu (tatlı), |
Salı |
Çay süt peynir ekmek tereyağı |
Taze sebze balık Üzüm ve kahve |
Pirinç çorbası, yumurta et, Domates ve
Dana bifteği, Kadayıf (Türk Tatlısı) |
Çarşamba |
Çay süt peynir ekmek tereyağı |
Etli bamya, pirinç, Sos, salata, üzüm,
kahve |
Mercimek çorbası Etli sebze, kabaklı
Türk tatlısı Kavun, kahve |
Perşembe |
Çay
süt peynir ekmek tereyağı |
Etli
patlıcan, makarna Ve sos, salata, kahve |
Pirinç
çorbası domates Sığır biftek tatlı üzüm |
Cuma |
Çay
süt peynir ekmek tereyağı |
Mercimek çorbası Etli patlıcan,
patates ve et Türk tatlısı, kahve |
Domates, Sığır biftek, balık, salata,
üzüm, kahve |
Cumartesi |
Çay süt peynir ekmek tereyağı |
Etli yeşil fasulye, pirinç Sos,
salata, kahve |
Pirinç çorbası, Et ve yumurta, Türk
lapası Türk tatlısı Karpuz, kahve |
Kaynak:
TNA,
FO. 383/101.
Kahire
Amerika Elçiliğinden bir yetkili de Haziran 1915’de Maadi kampını ziyaret
ederek kampta esirlere verilen yemeğin mükemmel olduğuna ve kendilerine iyi
muamelede bulunulduğuna dair gözlemlerini Osmanlı Nezaretine iletmişti.[101]
Heliopolis kampının yiyecek
ihtiyacının karşılanma şeklinin de diğer kamplardan farkı yoktu. Levazım kanalı
ile satın alınan yiyecekler her sabah özel olarak ayrılmış bir barakaya
getirilmekte ve her bölüm buradan günlük istihkakını almaktaydı. Ekmek,
Kahire’deki ekmekçilerden getirilirdi. Mutfaklar açık havada inşa edilmişti.
Yemekler odunla pişirilirdi. Servis işlemi, bir aşçıbaşı nezaretinde,
esirlerden oluşan bir manga tarafından sağlanmaktaydı. Yemek saatinde her bölüm
kendi adamlarını büyük metal kazanlarla mutfağa gönderip koğuşun istihkakını
aldırırdı. Her esirin metal tabağı, metal kaşığı ve metal su tası vardı. Yemek
saatleri sabah 5.00, öğle 11.00 ve akşam 16.00 olarak düzenlenmişti. Bu kampta
da yemekler önce tabaklara konuluyor ve zil çalınca herkes yerine oturuyordu.885
[102]
Heliopolis kampında tutulan
Osmanlı esirlerine, heyetin kampı ziyareti sırasında verilen günlük yiyecekler
ekmek, et, sebze, pirinç, tereyağı, biber, tuz, soğan, 7,5 gram çay, 42 gram
şeker, peynir, reçel veya zeytindi. Ayrıca her esir, her hafta 42,5 gram sigara
ve 2 kibritin yanı sıra günde 1 kilogram yakacak odun ve sabun alıyordu.[103]
Kampta ayrıca bir kantin vardı.
Ancak esirlere düzenli olarak verilen yiyecekler yeterli olduğundan, kantin
yiyecek bakımından çok zengin değildi. Daha çok çay, kahve ve taneli yiyecekler
vardı. Şekerli çayın bir bardağı 5 paraya satılmıştır ki yaklaşık kuruşun 1/8’i
ya da 3 sente karşılık gelmekteydi. Ayrıca kantinde kâğıt, kartpostal, iğne,
iplik, düğme gibi küçük ama gerekli maddeler de satılmaktaydı. Esirlere her
hafta 2 ons (57 gram) tütün veriliyordu. Esirlerin alkol alması kesin bir
şekilde yasaklanmıştı.[104]
Kampta esirlere verilen
yiyecekler hakkında Eyüb Sabri Bey’in hatıratında da bilgiler bulunmaktadır.
Eyüb Sabri Bey, askerlere verilen yemeğin pek az ve sağlıksız olduğunu
yazmıştı. İngilizler esirlere günde 250 gram ekmek vermişler, bununla askerleri
akşama kadar sıcak kumun üzerinde angaryada çalıştırılmışlardı. Bazen ekmekle
beraber yedişer adet kuru ve küflü hurma, iki kişiye bir baş soğan ve şayet bu
bulunmazsa asker başına yarım şalgam verilmişti. Esirlerin akşam yemekleri ise
pamuk yağıyla pişmiş küçük bir tabak pırasaydı. Nil Nehri’nden sulandığından
dolayı pırasalar bir buçuk metre boyunda ve âdeta odun gibi kalın ve sertti.
Pırasa ile kuru bakla kabukları soyulmaksızın bir kazanda pişirilmiş ve
esirlere o şekilde dağıtılmıştı. Pırasa çabuk pişerken kuru bakla pırasa ile
beraber pişmemekte ve çiğ olarak kalmaktaydı. Böylece angaryadan yorgun olarak
gelen askerler mecburen pişmemiş olan baklayı yedikten sonra gece yarısı
dehşetli bir sancıya tutularak hemen hastaneye gitmişti.[105]
1 Ağustos 1919’dan itibaren
İngilizler Osmanlı esirlerine beygir ve katır eti vermeye başladı. Askerler
birkaç defa iade ederek yememek istedilerse de bir avuç bakla ile doymayan
askerler daha sonra yemek mecburiyetinde kaldı. Osmanlı askerleri Mısır gibi
son derece sıcak bir yerde üstelik Ağustos ayında kokmuş beygir ve katır
etlerini yediler. Bunun sonucunda da birçokları değişik hastalıklara yakalandı.[106]
Bu kampta günlerini geçiren
İbrahim Arıkan, erzak olarak pirinç lapası ve asker başına ikişer tane küçük
pide verildiğini söylemiştir. Ayrıca esirlere haftada bir defa olmak üzere
günlük 5 adet sigara verilmişti. Kantara’dan gelen 500 kişiye ise cezalı
oldukları gerekçesiyle 15 gün sigara verilmedi.[107]
Bu kampta kalan ve hatıratını
yazan Emin Çöl, kampta verilen yenilemez yemekler için esirlerin isyan
ettiğinden bahsetmektedir. Emin Çöl’e göre Heliopolis kampı düzen ve tertip
bakımından ne kadar iyi ise erlerin istihkakları bakımından o kadar kötüydü.
İki bölüme ayrılan kampta erat bölümünden birincisine yerleştirilen Çöl’e göre
bu kamp Seydi Beşir kampı ile kıyaslanamaz bir durumdaydı. Kampta bulunan
16.000 erat çok kötü bir halde yaşıyordu. Verilen yemekler her ne kadar Kahire
Müftüsü fetvasıyla verilse de yenilemez durumdaydı. At ya da katır eti
verilmekteydi. Yağlar nebati olup asidi alınmıyordu. Esirlerin çoğu tavukkarası
hastalığına yakalandı. Gece dışarı çıkamaz duruma geldiler. Gözleri hala gören
askerler gözlerini kaybetmiş arkadaşlarını tuvalete götürüyorlardı. Yağı
yemyeşil olan bu yemekleri kimse yemek istemiyordu. Esirler bu yemeği boykot
etme kararı
almışlardı. Bunun yanı sıra
kampta esirlere 5 Mısır kuruşu istihkak verilmişti. Yapılan itirazla bir şey
değişmeyince yemeğe karşı grev kararı alındı. Yoklamaya çağrılmalarına rağmen
açlık grevi için yoklamaya ve yemeğe çıkmadılar, getirilen yemekleri de
yemediler. İngilizler görsün diye de suların yer altına aktığı bir yere verilen
yemekleri döktüler. Sözünde durmayıp yemek yemek isteyen olursa bu kişilerin
yüzlerine tükürme kararı alınmıştı.[108]
İsyanın dördüncü gün ise
yoklamaya çıkmamışlar, bu durum İngiliz görevlileri çok kızdırmıştı. Kamp
komutanı başçavuş da işin büyüyeceği gerekçesiyle isyanı kısa sürede
sonlandırmak istiyordu. Esirler, yoklama subayına açlıktan yoklamaya çıkacak
gücü bulamadıkları söylenmişler, bunun ardından esirler kamp içindeki
doktorlara göndermişti. İlk esirlerin muayenesi sonrası yine Hint yağının
verildiğini gören esirler pavyonlara koştu. Olayların büyümesi üzerine bir
İngiliz subayı esirlerin kaldığı yere gelerek çıkmadıkları takdirde zorla
çıkarılacaklarını söylemişti. Esirler yoklamaya çıkma, buna karşılık açlık
grevine devam kararı almışlardı. Başlarında bir İngiliz binbaşı ve kolları
sıvalı askerler kaba kuvvet kullanarak 12 kişiyi götürmek istedi.. Esirlerde
ise kavgada kullanacakları hiçbir şey bulunmuyordu. İngilizler ve Türkler
arasındaki kavgada yumruk, tekme, tokat, ısırma her ne varsa kullanıldı. Hatta
topal bir esrin sopası ile bir İngiliz’in kafası yarıldı. Bir İngiliz askeri
Mersin Çopurlu köyünden bir esiri tek yumrukla yere sermiş, ayrıca bir başka
esirin de gözü şişmişti. Sonuçta esirler galip geldi ve tek bir arkadaşlarını
bile vermediler.[109]
Aralarında Emin Çöl’ün de
bulunduğu isyanda lider sayılabilecek 12 kişi, kampa gelen general tarafından
ıssız bir odada sorgulandı. Tercüman Ermeni olduğundan esirlerin, çevirinin
doğruluğundan şüpheleri vardı. Ermeni tercümanın yemin etmesinden sonra görüşme
başlamış ve esirler günlük 5 Mısır kuruşunun yetersizliği için isyan
ettiklerini söylemişti. General durumu anlayışla karşılamış, esirlere yardımcı
olunacağını, buna rağmen kanalda esirlerin çalıştırılmaya devam edeceğini ifade
etmişti. Bu 12 kişi erat kampından alınarak ayrı küçük bir kampa yerleştirildi.
Her gün beşer kuruşa göre 70 kişinin yemek listesinin yapılması kararlaştırıldı.
Bunun için de altı kişi görevlendirildi Ama asıl amaç elebaşı olan bu altı
kişiyi hapse atmaktı. Bu hapishanelerin nöbetçi kulübeleri dört metre
yüksekliğinde olup alt zemini bir metrekare betondu. Hapse atılan tutuklunun
yanına tuvalet ihtiyacı için bir kova, bir sürahi ve bir bardak konulmaktaydı.
Odalarının küçük bir penceresi vardı. Kapısı kilitlenen cezalının dışarı
çıkması ve sigara içmesi yasaktı. Nöbetçiler Pakistanlı olduklarından pilav
tabaklarına sigara konulmasına göz yummuştu. İsyanın elebaşı sayılan altı kişi
on iki gün hapis yattı.893 [110]
20. Fırka karargâh askerlerinden
Bursa’nın Reyhan Paşa mahallesinden Abdülkerim oğlu Vasıf esaret sonrası 2
Ağustos 1919 tarihinde kampın iaşe durumunu anlatmıştı. Vasıf ifadesinde
Mısır-ı Cedid’te kaldıkları dokuz ay süresince esaretinde iaşe konusunda hiçbir
sıkıntı görmediğini söylemişti.[111]
Tel El Kebir esir kampında
bulunmuş İbrahim Arıkan kampta esirlere yiyecek olanlar pirinç lapası, bakla ve
bazen de kuru hurma verildiğini söylemektedir. Her gün verilmekte olan et ise
katır veya at etiydi. Bu durum kamp komutanın geldiği bir sırada protesto
edilmiş ve katana (bir cins at) butları yerde sürükleyerek komutana
gösterilmişti. Esirler İslam dinine göre at etini yemeyeceklerini vsöylediler.
Komutan duruma çok şaşırmış ve bu isteği Mısır müftüsüne sordu. Müftünün savaş
durumlarında at etinin yenilebileceğine dair fetvası esirleri daha kızdırmıştı.
Esirler savaş halinde bulunmadıklarını, esaret altında olduklarını söylemişti.
Bunun üzerine şikâyet dikkate alınmış ve at eti yerine koyun eti getirildi.
Koyunları önceleri Hindular kesmiş, yalnız onların kesim şekli hayvana eziyet
verdiği için bu görevi de Türk esirler üstlenmişti. Kampta ayrıca bir kantin
vardı ve kış mevsiminde dahi salatalık ve domates bulunabiliyordu.[112]
Süveyş Cephesi’nde İngilizlere
esir düşen ve Tel El-Kebir kampında üç yıl kalan Çanakkale Çınarlı Mehmed
Kurtul, 10 kişiye büyük bir İngiliz bakırıyla yemek verildiğini söylemişti. Bir
başka esir ise kampın içinde sıra sıra mantızlar olduğunu ve 10 kişinin
yemeğinin bu mantızlarda ayrı ayrı pişirildiğini ifade etmişti.[113]
Eceabat-Büyük Anafarta köyünden olup 3 sene Gazze Cephesi’nde
çatışmalarda bulunmuş ve 18 ay Mısır Port-Sait’te esir kalmış Topçu Eri Arif
Öncel, esaret günlerini anlatırken “İyi baktı bize kâfir. Hurma reçeli,
hurma kurusu verirlerdi bize yiyecek olarak tel örgülerde İngilizler” diye
anlatmıştı.[114]
Mısır’dan esaretten dönen ve iki
gözü körolan Boyabad kazasının İspirli köyünden Ali oğlu Fehmi, İngilizlerin
ölmeyecek kadar esirlere yemek verdiğini ifadesinden belirtmişti. 24 saatte bir
defa verilen karavanada yarısı diri taş ve toprakla karışık buğday ile akşam ve
sabah bulaşık suyundan hiç farkı olmayan şekersiz birer parça çay
bulunmaktaydı.[115]
İki gözünü kaybeden İskilip kazasının Karaviran köyünden Kel Pehlivan da sabah
ve akşam şekersiz çay ve öğleden öğleye olmak üzere 24 saatte bir karavana
mercimek ve buğday verildiğini söylemişti.[116]
Kirmasti’nin Dere mahallesinden
Kasap Halil oğlu İbrahim’in 2 Ağustos 1919 tarihli ifadesinden oluşan esaret
raporunda bu kampın beşinci, sekizinci ve dokuzuncu koğuşlarında kaldığı
anlaşılmaktadır. Günlük kamplarda 120 dirhem ekmek verilmekteydi. Yemek ise
bakla ve buğday haşlaması pamuk yağı ile birlikte pişirilip esirlere sunuluyordu.
Bu yetersiz yemek 24 saatte bir ve karın doymamak şartıyla veriliyordu. Öğle
yemeklerinde 8 dirhem ağırlığında peynir bulunmaktaydı. Esirlerin haftada 20
sigara alma hakkı bulunuyordu. Esirlerin gıdası çok fenaydı.[117]
Gönen Asker Alma Şubesinde esaret
sonrası ifade veren Sadi oğlu Salih hayatlarını zorlukla devam ettirebildikleri
ve iaşe hususunda ölmeyecek kadar yiyecek verildiğini söylemişti. Günlük
tahminen 500 gram ekmek, katıklık yerine her birine kaynatılmamış bir miktar
buğday ve er başına hâl-i hazırda kullanılan ufak kibrit kutusu kadar yiyecek
verilmişti. Çoğunlukla kullanılmayacak odunlar veriliyordu. 24 saatte bir defa
pişirilmek üzere iaşe verilmişti. Bazı günlerde ise katıklık yerine aynı
miktarda mercimek ile pirinç verildiğine şahit olundu. On günde bir her bir
erin on adet sigara alma hakkı vardı.[118]
Tel El-Kebir esir karargâhından
dönen iki gözü görmeyen İskilip’in Çavuşoğlu köyünden 1891 doğumlu Onbaşı
Mustafa oğlu Osman ifadesinde Seferberlik başlangıcında Edirne Jandarma
Alayında görevli olduğunu ve Çanakkale ve Kafkas Cephelerinde görev yaptığını
söylemişti. Sonra da kolordusu ile beraber Arabistan’a geçmiş ve Halep’te
1918’de esir oldu. Kantara’dan sonra Tel El-Kebir’e getirildi. Yemek içmek
hususunda esirlerin çok çektiklerini söylemişti. Sabahları çay yerine sıcak su,
öğlen tuzsuz buğday, akşamleyin şekersiz çay verilmekteydi.[119]
4. Ordu-yı Hümayunu 2. Kolordu
emrinde 24. Telsiz Telgraf Müfrezesinde görevli Hüseyin Efendi oğlu Cevad’ın 23
Mart 1919 tarihli ifadesine göre tahminen 500 gram kadar ekmek, cüzi miktarda
pirinç ve mercimek günlük yemek olarak esirlere yeterli görülmüştü.[120]
Beypazarı Şube Başkanı Binbaşı
Bekir Sıdkı Bey tarafından 27 Temmuz 1919’da ifadesi alınan Beyazarı Gençali
köyünden 1890 doğumlu Deli Ömer oğullarından Ömer oğlu Abdullah, kampın iaşe
sistemi hakkında bilgi vermişti. 72. Alay Hücum Bölüğünde iken 34 Ekim 1918’de
İngiliz ordusuna esir düştüğünü söyledikten sonra Ceniye, Kantara ve Tel
El-Kebir’e sevk edildikleri anlatmıştı. Tüm esaretini bu kampta geçirmişti.
Günlük 150 dirhem bir tayın ve biraz erzakla karavana yapmışlardı. Akşam ve
sabahları çay verilmişti.
Mısır Kızılhaç Hastanesinde yemek
işlerine bakmak üzere sivil bir aşçıbaşı görevlidir. Menüyü hastaların diyetine
göre doktorlar belirlemiştir. Kızılhaç heyeti yemeklerin tamamını tatmış ve
lezzetli bulmuştur. Yemeklerinin görünüşleri ise heyete göre kusursuzudur.
Mutfak, çok iyi donanımlı cilalanmış mutfak eşyaları ile heyetin takdirini
kazanmıştır. Herkesin bir bakır yemek kabı ve bir bardağı vardır. Hastalara
günde iki kez şekerli çay verilmektedir. Subaylar kahve veya çay tercih
edebilmekteydi.[121]
Hastanede subaylara sabah Avrupa
usulü ekmek, taze süt, üç yumurta, çay ve kahve; öğleyin koyun eti, 2 tabak
sebze yemeği veya pirinç, sütlaç, salata, kahve, meyve; akşam meyve hariç öğle
yemeği mönüsü verilmişti. Diğer hastalara sabah Arap ekmeği, şekerli taze süt;
öğleyin Arap ekmeği, sığır eti, pirinç, sebze, akşam, Arap ekmeği, pirinç
çorbası, sütlaç veriliyordu. Süt diyetinde sabah 350 gram ekmek, şekerli süt;
öğle yemeğinde Arap ekmeği, çorba, et suyu, sütlaç; akşam 350 gram ekmek,
şekerli sür verilmişti. Ateşli hastalar ise sabah öğle akşam 400 gram şekersiz
süt alabiliyordu.[122]
Pazar ve perşembe günleri, koyun
eti ile yemekler değiştirilmişti. Aynı şekilde haftada iki gün de şekerli
pirinç ve makarna, meyveler ile yer değiştirilmekteydi. Günlük olarak 450 gram
Avrupa ekmeği ve normal diyette 780 gram Arap ekmeği verilmişti. Diğerlerinin
oranları ise eşit şekilde dağıtılmıştı.[123]
7. Fırka Askere Alma Şubesi
Kalemi Bandırmalı Üsteğmen Mahmud Esad Efendi’nin 9 Ağustos 1919 tarihli
ifadesinde Mısır Kızılhaç Hastanesinin yiyecek durumu hakkında bilgilere
ulaşıldı. Burada subayların dinlenme şartları ve iaşesi iyi durumdaydı. Erlerin
iaşesi ise pek fenaydı. Kökü ve toprağıyla birlikte doğranmadan kazana atılmış
ve adi zeytinyağıyla pişirilmiş ıspanak, bir kazana atılan yaklaşık yarım ila
bir kilo soğandan yapılan soğan suyu yemeği ve yirmişer dirhem içine başka
şeyler de karıştırılmış saf olmayan undan pişirilmiş üç pide erlerin günlük
yemeğiydi. Bir süre sonra bu hastanede çekilen çileler sona erdi ve esirler
Seydi Beşir civarındaki kamplara gönderildi.[124]
Tura kampında Türk esirlerin
şikâyetleri genelde yiyecek üzerine olmuştu. İngiliz basınına göre bu tür
şikayetler her zaman dikkate alınmıştı. Esirlerin ilk önce yedikleri ekmek ile
ilgili şikâyetleri olmuştu. İngiliz yetkililer ise yedikleri ekmeğin İngiliz
askerlerinin yedikleri ile aynı olduğunu ileri sürdü. Buna rağmen esirlerin
şikâyetleri dikkate alınmış ve Türk tipi ekmek kendilerine verilmişti.[125]
Abbasiye Hastanesinde anlaşmalı
olarak dışarıdan sağlanan yiyecek malzemesini, hastane yönetimince
görevlendirilen dört Mısırlı aşçı pişiriyordu. Osmanlı askerleri için çıkarılan
yemekler Alman ve Avusturyalı askerlerinkinden farklıydı. Örneğin Türkler un
ekmeğini tercih ettiklerinden, onlara o tür ekmek çıkarılıyordu. Avrupalı
esirler ise daha çok İngiliz ekmeği denilen ve tost gibi kızartılmış olanı
tercih ediyordu. Bulgar yoğurdu ise dizanteri hastalarına iyi gelmekte ve bunu
İngiliz doktorları doğrulamaktaydı. Her pavyondaki buzdolabı yiyeceklerin taze
kalmasını sağlıyordu. Hastalar için diyet tam diyet ve süt diyeti diye ikiye
ayrılmıştı.[126]
Tablo
3.2: Abbasiye Hastanesi İaşe Listesi
İaşe |
Normal Diyet/ gr. |
Süt Diyeti/ gr. |
Ateşli Hastalar için Diyet/ gr. |
Baladi Yerel Ekmeği |
937 |
625 |
- |
Sığır eti |
115 |
100 |
- |
Sebze |
120 |
- |
- |
Pirinç |
115 |
50 |
- |
Süt |
200 |
800 |
1200 |
Yağ |
20 |
- |
- |
Şeker |
20 |
25 |
- |
Tuz |
15 |
5 |
- |
Baharat |
3 |
1 |
- |
Soğan |
20 |
- |
- |
Domates |
10 |
- |
- |
Kaynak:
Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers Turcs en France, en
Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la Guerre 1914-1917, s. 49.
Kahire Kalesi kampında da yiyecek
işi sözleşmeyle özel bir şirkete verilmişti. Yiyecekler her kategori için
aynıydı. Yemeklerde sınırlama yoktu. Kadınlara istedikleri kadar yemek
veriliyordu. Yemekler sağlıklı ve lezzetli olup herhangi bir şikâyet yoktu.
Çocuklar için bol miktarda süt alınabiliyordu. Yemekler üç ayrı yemekhanede
yenilirdi. Kahvaltı 7.30-8.30, öğle yemeği 12.30-13.30 ve akşam yemeği 17.
30-18.30’da veriliyordu.[127]
Kızılhaç heyetinin Maadi kampını
ziyareti sırasında, Hicaz Taifteki Başhekim Doktor Süleyman Bey, eşinin ve
çocuklarının kaldığı Kahire Citadel kampındaki şartların çok ağır olduğundan
şikâyet etmişti. Şikâyetler daha çok yiyecek ve sağlık hizmetlerindendi. Bu
şikâyetler üzerine Kızılhaç heyeti tekrar Kahire Kalesi kampına gitti ve Doktor
Süleyman Bey’in eşi ve kamptaki diğer esir kadınlarla görüşerek şikâyetleri
inceledi. Soruşturma sonunda şikâyetlerin yerinde olmadığı sonucuna varıldı.
Madam S. haftada üç kere et yemeğinin verildiğini söyledi. Heyet ise et
yemeğinin haftada altı kez verildiğini müşahede etti. Peynir ve zeytinin en
kötü kalitede olduğu söylenmiş yapılan incelemede peynirin çok tuzlu zeytinin
ise tek tip olduğu gözlemlenişti. Bayan S. kantinden kahve, bisküvi, meyve ve
tatlılar almış sadece ekmeğe el sürmemişti. Ekmeği yeteri kadar kaliteli
görmemişti. Ekmek Kahire’den haftada iki defa taze olarak en iyi fırından
getiriliyordu. Esir kadınlar şehirden ya da kantinden istediklerini alabilecek
durumdaydı. [128]
Cidde Hastanesinde doktor olarak
görev yaparken esir düşen ve yurda dönen bir binbaşı verdiği ifadesinde
Kahire’de iskân edildikleri Mehmed Ali Paşa Kışlasında tutulan subayların,
memurların, ve bunların aileleri ile çocuklarının yaşadığı olumsuz şartlardan
bahsedilmektedir. Bu kamp kısa süre de olsa kadın ve çocukların
yaşayabilecekleri bir kamp değildi. Yaşamaları için üç parça yemek denilen
bedevî ekmeği, biraz çay, bir miktar (birkaç adet) zeytin, bir parça peynir,
akşamları et yok denilecek kadar bir sebze haşlaması veriliyordu. Bu kadar
yemek kadınları yaşatmaya değil birçok öldürücü hastalığa yakalanmalarına sebep
olmaktaydı. Bu hâle hiçbir medeni vicdanın razı olamayacağı beyan edilmiş ve bu
şikâyetlerinin dikkate alınmasını istemişlerdi.[129]
Ras El-Tin esir kampının yiyecek
işi de diğerleri gibi sözleşmeyle bir firmaya verilmişti. Menü her gün için
kamp komutanı tarafından belirlenen bir heyet ve esir delegelerinden oluşan bir
komite tarafından haftalık olarak belirlenmekteydi. Mutfak çok temizdi ve
esirler mutfakta çalıştırılmıyordu. Kızılhaç heyetinin ziyaret ettiği 7 Ocak
1917 günü kahvaltıda yulaf lapası, süt, çikolata, tereyağı, ekmek; öğle yemeğinde
fasulye çorbası, sığır eti, patates; akşam yemeğinde sebzeli musakka, pirinç
çorbası, yumurta ve çay verilmişti. Perşembe ve pazar günleri değişik tatlı
türleri ve ilave yemek veriliyordu. Domuz eti Osmanlı esirlere gönderilmemekte,
onun yerine sebze veya yumurta verilmekteydi. Ayrıca ikinci bir mutfakta ücreti
karşılığı alınabilen yemekler pişiriliyordu. Bu mutfak kamp komutanı tarafından
esirlere bol yemek verilmesi için yetkilendirilmişti. Parası olan esirler
buradan yiyebiliyordu. 5 Ocak 1917 tarihli ekstra menüde öğle için İtalyan
hamur işi, dana rotsa, salata ve kornişon; akşam yemeği için patates çorbası,
balık köftesi, lahanalı kızarmış biftek çıkmıştı. Sabah kahvaltısı 7.30’da,
öğle yemeği 13.00’te, akşam yemeği ise 17.30’daydı.[130]
Kampta üç kantin vardı. Bunlarda
her türlü tahıl ürünlerinin yanında jambon, sosis, konserve, pasta, çikolata,
meyve, şarap, bira vs. de bulunuyordu. Fiyatlar İngiliz askerleri için de
esirler için de aynı düzenlenmişti. Bir Bulgar’ın işlettiği dükkânda tütün ve
sigara satılmaktaydı. Ayrıca bir Viyanalı, kampta sigara yapıyordu. Bir yılbaşı
gecesi kamp komutanı tüm esirlere ücretsiz sigara dağıtmıştı. Kantinden çay,
kahve ve diğer içecekler alınabilmekteydi. Kızılhaç heyeti kamp yönetiminin,
esirlerin tüm ihtiyaçlarını karşılayacak bir şekilde kampı idare ettiğini
düşünmüştü. Kampta esirlere hiçbir iş yaptırılmıyordu.[131]
Bilbeis kampında yiyecek kamp
yönetiminin sağladığı malzemelerle esirler tarafından hazırlanıyordu. Verilen
yemek miktarı diğer kamplar ile aynıydı. Belli başlı yiyecekler et, ekmek,
tereyağı, peynir, mercimek, taze sebze, soğan, pirinçti. Esirler verilen
yemekten memnun olduklarını Kızılhaç heyetine bildirmişlerdi. Bir çadırda
oluşturulan küçük kantinde ucuz fiyatlarla çay, şeker ve diğer ihtiyaç maddeleri
satılıyordu. Esirlere düzenli olarak tütün de verilmişti. Her esirin bir
tabağı, bir bardağı ve bir kaşığı vardı.[132]
Hüseyin Fehmi Genişol ise kampta esirlere
130 dirhem ekmek, kuru bakla, at
eti, tuzlu peynir, az şekerli çay ve günlük beş adet sigara verildiğini
yazmıştı.[133]
Hidayet Özkök tel örgüde bulunan
seyyar mutfaklarda esirlerin kendi yemeklerini kendi pişirip kendilerinin
yediklerinden söz etmektedir. Esirlere yemek yağı olarak civit yağı
veriliyordu. İngilizler Şam’ı aldıktan sonra orada bulunan ne kadar mekkâre
(yük atı) hayvanı varsa veteriner muayenesinden geçirdikten sonra dinamitlerle
öldürülmüş ardından makineler ile yüzülerek Mısır’a getirilmişti. At etini
esirler sevmemiş, cirit yağı ise asla yemeğe karıştırılmamıştı. Yemeğin üzerindeki
yağı esirler kaşıkla toplayıp kampın kenarında yakmışlardı.[134]
Salihiye kampında esirlere erzak
olarak yıllanmış pirinç unundan yapılmış acımış tuzlu ekmek ve çok adi pirinç
verilmişti. Sadeyağ kesinlikle verilmedi. Yağ diye verilen ya pamuk yağı ya da
makinelerde kullanılan yağdı. Mısır’da bulunan tüm esirler gıdasızlıktan ve
akşama kadar güneş altında sıcak kumlar üzerinde bulunmaktan gözleri de zarar
görmüştü.[135]
Salihiye karargâhına getirilen
esirler için dört ay sürecek bir sıkıntılı dönem başlamıştı. İngiliz yönetimine
karşı isyan eden Araplar sık sık tren yollarını bozduklarından esirlere erzak
gelmesi mümkün olmuyordu. Esirler bu sıkıntılı dönemde 24 saatte bir bisküvi,
tek bir dilim çiğ kabak, bir dilim çiğ pancar ile idare etmişlerdi. Dört ay süren
bu dönemden sonra İsmailiye şehri içindeki Bilbeis kasabasına getirildiler.[136]
Mısır’da gerçekleşen Arap
isyanları kampta kalan esirlerin yiyecek durumunu çok etkiledi. İsyanlar
arttıkça İngilizlerin güvenlik anlayışı da artmıştı. Salihiye karargâhının
etrafına yeteri kadar top ve her telin yakınlarına makineli ve otomatik
tüfekler yerleştirilmişti. Mısır isyancıları esir kamplarına haber göndermişti.
İsyancılar kampın kapısını açıncaya kadar esirler isyana destek vermeyecekti.
İsyancıların amacı esirleri kendi yanına çekip ardından İngilizlerin
cephaneliğini ele geçirmek ve esirlerle beraber Mısır’da İngilizlere karşı
müdahale etmekti. İngilizler ise herhangi bir isyancı saldırısında esirlere
hiçbir olaya karışmamalarını, müdahale etmemelerini ve sessizce siperde
kalmalarını tembihlemişti. Bunun için de çadırların etrafına saldırıya karşı
siperler kazılmıştı. İsyanlar sebebiyle kampa erzak getirilemedi. Bunun sonucu
olarak da her esire bir gün içinde bir peksimet ve ikişer tane kurtlu hurma
verilmişti. Sonuçta Mısırlı isyancılar isyanda başarılı olamadı ve İngilizler
isyanı bastırdı.920 [137]
Arap isyanlarından dolayı kampta
yiyecek içecek sıkıntısından bahseden bir diğer esir de İbrahim Arıkan’dı.
Mısır ile İngiltere arasında Mısır’ın geleceği konusunda yaşanan ihtilaf sonucu
Mısırlılar greve başlamıştı. Trenler işlemez, iaşeler tanışamaz oldu. Esirlere
bu sürede ancak depodaki yiyecek olarak peksimet verildi. Her türlü Arap
saldırısına karşı İngilizler tarafından tahkimat yaptırıldı. Esirler çadırların
içlerini 80 cm kazmışlar ve saldırı olasılığında her türlü zayiata karşılık
çadırlarından çıkmama emri verilmişti. Kamp komutanı kamp polislerini
toplayarak şu ana kadar Türklerin İngilizlerin esiri olduğunu, bir Arap
saldırısından sonra İngilizlerin Türklerin elinde esir olma ihtimalini
hatırlattı. Türklere göstermiş olduğu muameleye karşılık kendilerinin yanında
yer almalarını istemiş ve kamp dışında olan çadırını polislerin çadırının
bulunduğu bölgeye taşıyarak aslında esirlere sığınmıştı. İngilizler isyana
karşı her türlü tertibatı da almıştı. Kampın etrafında uygun yerlere makineli
tüfek yerleştirildi Esirlerin sadakatini ölçmek isteyen komutan bir gece
silahlı saldırı emri vermiş ve 20 dakika ateş devam ettirmişti. Esirler
sükûnetlerini korumuş kamptan dışarı çıkmamıştı. Herhangi bir Arap saldırısı
sırasında esirlerin Arap isyanını kullanarak İngilizlere saldırıp
saldırılmayacağını komutan tecrübeyle öğrenmişti.[138]
Kızılhaç heyeti Seydi Beşir
kampını ziyareti sonrası Osmanlı subaylarının uygun ve sıhhi bir şekilde
giyindiklerini rapor etmişti. Arzu ettikleri tüm ihtiyaçlarını ve giyeceklerini
sağlayabilmekteydiler. Bu subayların çoğu fes ve sivil elbise giyiyordu. Zaman
zaman İskenderiye’den bir tüccar, sipariş almak için kampa uğruyor ve esirlerin
ihtiyaçlarını gideriyordu. Bazı askerler iç çamaşırları yetersizliğinden
şikâyet etmişti. Bu durum araştırıldığında askerlerin bir kısmının aldıkları
çamaşırları subaylara sattıkları anlaşıldı.[139]
Kızılhaç heyetinin aksine Osmanlı
Arşivinde çıkan belgelerde
subayların giysileri yıprandığında herhangi bir ceket altına mavi bir kumaştan
pantolon gibi Türk subaylarına hiçbir şekilde yakışmayan uyumsuz kıyafetler
verildiği görüldü.[140]
Genelkurmay ATASE Arşivinde bulunan belgeler de Kızılhaç heyetini yalanlamakta
ve elbiselerin esirlere ücretsiz verildiğini doğrulamamaktadır. Esir
ifadelerine göre ne rütbesiz askerlere ve ne de subaya elbise vesaire hiçbir
şey verilmemişti.[141]
Elbise ve diğer ihtiyaçları her esir kendi parasıyla temin etmek zorunda
kalmıştı.[142]
Üçüncü Gazze Muharebesi’nde
İngilizlere esir düşen Yüzbaşı Halil oğlu Seyfeddin Efendi, 2 Ağustos 1919
tarihinde verdiği ifadesinde kampın yiyecek işlerine bakan müteahhid
Lawrence’ın esirlere verilen giyecekleri de kampa getirdiğini söylemektedir.[143]
Gelibolu Seyyar Jandarma
Taburundan Abdürrahim verdiği ifadesinde kampta iken ihtiyaçlarını nasıl karşıladıklarını
anlatmıştı. Her bir kampta ayrı bir kantin bulunmaktaydı. Esirler ufak tefek
zaruri ihtiyaçlarını burada karşılıyordu. Kantine ihtiyaçla ilgili siparişler
verilebiliyordu. Kantinler müteahhide listeleri vermezden önce listeler
tercümanlık vazifesi gören Türkiye’den firar eden Ermeniler tarafından İngiliz
kumandanlığınca tetkik ettirilmekteydi. Tercümelerin doğru bir şekilde
yapılması bu kişilerin keyfine kalmış olup istediği tarzda tercüme ederlerdi.
Patiska ve buna benzer mensucat getirmek için İngiliz kamp kumandanına dilekçe
yazmak gerekliydi. Genelde bu dilekçelere olumlu cevap verilmez, verilse de
esirlere gelecek mallar çok kötü durumda, hiçbir yerde satılmayan, esirlerden
başkası almayacak cinsten olurdu. Bu tür malların ancak esir kamplarında
satılacağını bilen müteahhit ticari adamları vasıtasıyla piyasadan bu tür
malları toplattırmıştı. Bu kalitesi çok düşük malları da iki üç maaşa denk
fiyatla esirlere satmakta ve giyecekler subaylara çok pahalıya mal olmaktaydı.[144]
Teğmen Ahmed Rıfat esarette
yaşadıkları giyecek sıkıntısını 3 Nisan 1919 tarihinde verdiği ifadesinde
belirtmişti. Giyecek konusunda Türk askerleri çok pejmürde bir halde bulunduğu
gibi ayaklarından fotinlerini bile alınmıştı.929
Kampta bulunan kantin Mısır’a
göre çok pahalı ve kalitesizdi. Kampa ilk gelen ve ilk defa pamuk minder
üzerinde yorulmuş olan vücutları dinlenmeye başlamış esirlerden parası olanlar
giyecek konusunda ihtiyaçlarını gidermeye çalıştı. Ahmed Altınay fanila ve iç
çamaşırına 28 kuruş para öderken daha sonraları 25 kuruşa fanila ve 7 kurusa
çorap alınabildiğinden söz etmişti. Daha sonra aldığı bu iç çamaşırı ve
fanilayı da satmıştı. Ahmed Altınay aldığı ilk maaş 1919’un ilk günlerinde 133
kuruştu. İki mecidiye ile kalpak, 20 kuruşa ayakkabı almıştı. Daha sonraları
175’e keten elbise, 55’e yelek, 11’e de düğmesini alabilmişti. Temmuzun
ortasında 25 kuruşa yeni bir ayakkabı daha aldı. Her ne kadar maaşı alsa da çok
büyük parasızlık içindeydi. Günü gününe aldığı eşyaları yazan Altınay sonraları
maaş ile 55 kuruşa kalpak, 510 kuruşa elbise, 20 kuruşa kravat alabildiğini
yazmıştı. Her zaman yeni elbise alamıyordu. Kışın gelmesiyle üzerinde elbisesi
olmayan çıplak esirler müthiş soğukta üşüyorlardı. Kampta bulunan parasız
esirler acınacak bir haldeydi.930
Tablo 3.3: Heliopolis
Kampında Esirlere Verilen Kıyafet, İaşe ve Ücretler
Kıyafet |
Pound |
Şilin |
Dinar |
Elbise ve iç çamaşırı |
3 |
- |
- |
Belirli aralıklarla yenilenen kışlık elbiseler |
- |
6 |
6 |
Çarşaf, ayakkabı, havlu 2 defa |
1 |
10 |
- |
Yiyecekler |
5 |
- |
- |
929 Genelkurmay ATASE
Arşivi, İHK., 82/76.
930 Ahmet Altınay, a.g.e.,
s. 64-65, 69-70, 80, 86, 88-90.
Tütün |
- |
12 |
6 |
Odun |
- |
7 |
6 |
Kaynak: Rapports: Sur
Leur Inspection des Camps de Prisonniers Turcs en France, en Corse et en Egypte
: Documents Publies A L'occasion de la Guerre 1914-1917, s. 43.
Kampta her esire, iki takım
çamaşır verilmişti. Bunlar gömlek, iç çamaşırı ve çoraptı. Bunların üzerine
giydikleri üniforma şeklindeki elbise, açık mavi kumaştan dikilmiş bir ceket ve
bir pantolondan ibaretti. Sarı metal düğmeler, bu takıma bir askeri üniforma
havası veriyordu. Bütün esirler kırmızı feslerini giyiyorlardı. Kendi madalya
ve nişanlarını da takabiliyorlardı. Harp esiri oldukları, sadece 4 cm çapındaki
beyaz bir metal plakaya işlenmiş, üzerinde POW (prisoner of war, harp esiri)
yazılı esir numarasından belli oluyordu. Kumaş elbiseler yazın, daha hafif
ketenden yapılma aynı kesim ve aynı renktekilerle değiştirilmekteydi. Bütün
esirler şark pabucu giyiyorlardı. İskarpinler, bahçe işlerinde çalışan esirlerle
astsubaylara verildi. İç çamaşırı, elbise ve ayakkabılar ihtiyaca göre belirli
aralıklarla yenileniyordu.[145]
Heyet Bilbeis kampı için de aynı
bilgileri vermişti. Kampta tüm esirlere giyecek verildiğini belirtmişti.
Elbiseler temiz ve esirleri sıcak tutan cinstendi. Elbise tamiri özel bir
çadırda bulunan terzi tarafından yapılıyordu. Buradaki esirler de fes ya da
kırmızı takke giyiyorlardı.[146]
Tura esir kampı heyet tarafından
ziyaret edilmediğinden konu hakkında bilgilere ancak diğer kaynaklardan ulaşılmaktadır.
İngiliz basınında yer alan haberlere göre Tura esir kampında hükûmet tarafından
sağlanan kıyafetler, lacivert bir eğitim üniforması, iç çamaşırı, mendil, fes,
bot, terlik ve çoraptan oluşmaktaydı.[147]
Mısır Kızılhaç Hastanesinde ise
hastalara, hastanenin deposundan iki gece elbisesi, bir kapüşonlu hastane
ceketi ve terlik verilmişti.[148]
Ras El-Tin kampına ise esirler kendi kıyafetleriyle gelmişti. Kampa
geldiklerinde üzerlerinde bulunan elbiseler eskiyince kamp yönetimi esirlere
iki gömlek, iki iç çamaşırı, mavi kumaştan bir ceket, bir pantolon, bir
pardösü, çorap ve ayakkabı, bir başlık ve Türk esirleri için bir fes dağıttı.
Sadece Müslüman olanlar Türk tipi takunya almıştı. Bütün esirlere kırmızı
boyunluk ve iki mendil verildi. Ayrıca bir mağazada uygun sayılabilecek
fiyatlarla çamaşır, elbise, saat, kartpostal vb. satılıyordu[149]
Salihiye esir kampında günlerini
geçiren İbrahim Arıkan’a esareti boyunca 3 takım elbise ve çamaşır verilmişti.[150]
Tel El-Kebir kampında kalan Kirmasti’nin Dere mahallesinden Kasap Halil oğlu
İbrahim, 2 Ağustos 1919 tarihli ifadesinde, temizlik ve şıklık bakımından
elbise ve çamaşırların gayet iyi durumda olduğundan bahsetmişti.[151]
İtilaf
Devletlerine esir düşüp geri dönen subay ve askerlerin ifadelerinden oluşan raporlardan
esaret sırasında esirlere verilen iaşelerin kalitesiz olduğu ve buna rağmen
askerlerin sefalet içinde ağır işlerde çalıştırıldıkları anlaşılmaktadır.[152]
1.1.2
Hindistan
ve Burma Esir Kamplarında Esirlerin İaşe ve Giyim Durumu
Kızılhaç
tarafından hazırlanan raporlara göre Hindistan kamplarında esirlerin beslenme
işlemi tam bir serbestlik içinde ve pratik bir şekilde yürütüldü. Kamplarda
verilen yiyecek miktarı İngiliz askerlerine verilen ile aynıydı. Hatta bazı
yerlerde Türk esirlerine verilen miktar biraz daha fazlaydı. İngilizler yemek
malzemelerini esirlere verirler ve esirler kendi geleneklerine göre kendi
yemeklerini hazırlardı. Bu sistem yemek konusunda gelecek şikâyetleri de
önlemekteydi. Yemek konusunda gelen şikâyetler genelde menülerin farklı olmamasından
veya aynı yemeklerin verilmesindendi. Bölge şartlarında farklı tür malzemelerin
bulunmasında zorluk yaşanmaktaydı. Kamp yetkilileri yerel şirketler tarafından
sağlanan malzemelerin kalitesi konusunda çok titiz olup Türk esirler de bu
konuda aynı fikirdeydiler.
Kızılhaç yetkilileri Türk
esirlere verilen yemeklerin besleyici olduğu kanaatindeydi.[153]
İngiltere Hükümeti Aralık 1917’de
Hollanda Büyükelçisine Türk subaylara hangi şartlarda esaret hayatı
sağlanıyorsa Türkiye’deki İngiliz savaş esirlerine aynı seviyede şartların
sağlanması için İngiliz ve Türk Hükümetleri arasında bazı düzenlemelerin
yapılmasını talep eden bir mektup gönderdi. Bu mektup Hollanda Hükümeti
tarafından sonuçsuz bırakılmış ve İngiltere Hükümeti konu hakkında
bilgilendirilmedi. İngiltere Hükümeti sık sık ve her fırsatta Türk tarafının
İngiliz esirlerine Türk esirlere bakıldığı gibi bakmadığını iddia etti.
İngiltere, Osmanlı Hükûmetinden fazla bir şey istenmediğini, sadece bir kişinin
günlük ihtiyacı kadar temel ihtiyaç maddelerinin temin edilmesini Osmanlı
Hükümetine iletti. Buna karşılık bu isteklerinin bile karşılanmadığını ileri
sürdü.[154]
Osmanlı Hükûmetinin ısrarlı
başvuruları üzerine Hindistan’da savaş esiri olan Türk subayların,
ihtiyaçlarını istihkak oranlarında satın almalarına izin verildi. İngiltere de
yaptığı bu uygulamaya karşılık İngiliz subaylara da benzer imtiyazların
tanınmasına istedi. Osmanlı Hükûmeti, İngiliz subaylara hükûmet oranlarında
istihkak uygulamasını, kendi esirlerine uygulanmadığı için devam ettirmedi. Her
iki durumda da subaylar istihkaklarını pazardan satın almak zorunda kaldılar.
Bu durum ekmeğin ucuz olduğu Hindistan’da çok sorun teşkil etmedi. Ancak
İngilizlere göre Türkiye’deki sonuç çok kötüydü. Farklı kamplarda ekmek fiyatı
2/6 ile 4/- arasında değişmekteydi. Eğer İngiltere Hükûmeti Türk subay esirlere
ekmek istihkakı verirse Osmanlı Hükûmetinin de aynısını yapacağını düşünerek
konuyu 18 Mart’ta Avam Kamarası’nda gündeme getirildi fakat Türk subaylara
ekmek istihkakı verilmesi önerisi değerlendirmeye alınmadı. Komite, Osmanlı
Hükûmetinden İngiliz subaylarına ekmek istihkakının tekrar sağlanmasını talep
etti.[155]
İngiltere Hükûmetinin Türk
esirleri kamplarda iyi şartlarda yaşattıkları ve beslendikleri iddiası,
çocuklarını savaşa göndermiş İngiliz halkında rahatsızlık uyandırdı. Bir
İngiliz esirin eşi, Kasım 1917’de yazdığı mektupta İngilizlerin, ellerindeki
Türk esirleri iyi beslediğini ve sağlıklarının iyi durumda olduğunu yazmıştı.
İngilizlerin bu cömertliğine, Hindistan’daki malul Türk esirlere ihtiyaçlarını
karşılamaları amacıyla kişi başı günlük 2 rupi 8 anna verilmesini örnek
gösterdi. Bu durum esirler için bir lükstü. Oysaki Hindistan’da bulunan bir
İngiliz subayı bu miktarın daha altında kazanıyordu. Öte yandan Türklerin
elindeki şanssız İngiliz vatandaşları açlıktan ölmek üzereydi ve yakın zamanda
kurtarılmazlarsa biri bile canlı evine dönemeyecekti. İngiliz esirlerin içler
acısı hali buradaki insanların çoğu tarafından da biliniyordu.942
Hindistan ve Burma’daki kamplara
bakıldığında, esirlerin iaşe işleri kamptan kampa farklılık gösterse de
kamplarda genel bir düzenin olduğu görülmekteydi. Kızılhaç heyeti hazırladığı
raporda Sumerpur kampındaki yiyecek düzenlemelerinin, esirlerin kendi
yemeklerini hazırlamaları prensibi üzerine kurulduğu yazıldır. Bu düzenleme hem
esirleri memnun etmiş hem de kamp yetkililerini birçok şikâyet ve zorluktan
kurtarmıştı. İnek ve öküzlerin kutsal hayvanlar sayıldığı Rajputana’da bulunan
Sumerpur kampında sığır eti, kamp komutanı ve memurlarının masasında asla bulanmadı.943
Tablo
3.4: Sumerpur Kampında Esirlerin İaşesi
Yiyecek Türü |
Gram |
Yiyecek Türü |
Gram |
Buğday ekmeği |
453.6 |
Tuz |
23.27 |
942 The Times, 27
November 1917, s. 3.
943 Rapports : Sur
Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes
Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A
L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 9-10.
Pirinç |
226.8 |
Şeker |
31.03 |
Mercimek |
85.0 |
Çay |
7.75 |
Tereyağı (manda sütünden) |
28.35 |
Odun |
1360.0 |
Sebze |
226.8 |
Et (Oğlak) |
186.18 |
Patates (Sebze yerine) |
113.4 |
Baharat (Zerdeçal) |
4.0 |
Soğan |
56.70 |
- |
- |
Kaynak: Rapports :
Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes
Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A
L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 10.
Tüm bu erzak, yerli yüklenici
firmalar tarafından sağlanmakta ve İngiliz yetkililerce görünüş, kalite ve miktar
açısından kontrol edilmekteydi. Hepsi en iyi kalitedeydi. Esirler arasında
yapılan soruşturmada yiyeceklerle ilgili hiçbir şikâyet alınmadı. Kızılhaç
heyeti yaptığı kontrollerde yiyeceklerin birinci kalitede olduğunu yazdılar.
Mutfak gerekçeleri olarak her taburun 7 tencere, 4 bıçak, 4 torba, 2 kasap
bıçağı, 2 elek, 3 yemek için çanta, 5 su kovası vardı. Her esirin kendine ait
bardağı ve kendi tabağı mevcuttu. Yiyecek istihkakına ek olarak her esire ayda
1 pound (453,6 g.) sabun, haftada 40 sigara ve iki kutu kibrit verilmişti.
Heyet, bazı maddelerin İngiliz askerlere verilenden fazla olduğunu raporuna
yazdılar.[156]
Tablo
3.5: Sumerpur Kampı Kantin Tarifesi
Yiyecek Türü |
Frank |
Yiyecek Türü |
Frank |
Jambon |
3.6 |
Pudra şekeri |
0.36 |
Tereyağı |
1.40 |
Sardinya |
1 |
Peynir |
2.40 |
Reçel |
1-1.20 |
Çikolata |
3.20 |
Yumurta |
0.09 |
Kahve |
1.60 |
- |
186.18 |
Kaynak: Rapports :
Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes
Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A
L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 11-12.
Kampta özellikle esirler için
yapılmış yaklaşık 15 tane kafe bulunuyordu. Türk yapımı çay ve kahve yapılan bu
kafede bir fincan kahve 2.5 cent olarak satılıyordu. Bu küçük işletmeler
esirler tarafından çok kullanılıyor ve beğeniliyordu.[157]
Bellary kampında esirlere, sadece
pirinç ile az miktarda sığır eti verilmekteydi. Esirlik süresince hiç koyun eti
verilmedi. Taze sebze az ve pahalı bulunduğundan, sebze olarak verilen şeyler
de yarayışlı olmayan yonca, acı patlıcan, çok az miktardaki patatesten
ibaretti.[158]
Her bir esire 100 dirhem pirinç,
40 dirhem nohuda benzeyen mas, 5 dirhem şeker, 1 dirhem kahve, yarım dirhem çay
ve bir miktar tuz verildi. Esirler bir yolunu bulup tenekede, çaydanlıkta ya da
matarada kendi çayını kaynatıp içebildiler.[159]
Özel anlaşmalı bir şirket
subaylara yemek hizmeti getirmiş ve iki seçenek sunmuştu Birinci seçenekte ayda
30 rupiye (48 frank) erken kahvaltıda ekmek, tereyağı, süt, çay; öğle yemeğinde
et yemeği, yumurta, sebze, ekmek; akşam yemeğinde et, sebze, baharatlı koyun
eti, tatlı ve ekmek veriliyordu. İkinci seçenekte ayda 40 rupiye iki ilave
yemek daha verilmekteydi. Subaylar isterlerse ekstra isteklerde bulunabilirlerdi.
Bazıları yemeklerini hizmet erlerine yaptırmaktaydı. Tabldot usulü sorunsuz
işlemişve istenilen tüm hizmetler yerine getirilmişti.[160]
İçecekler arasında viski ve soda
çok popülerdi. Doktorların onayı ile subaylar ayda konyak, cin, viski olmak üzere
üç içki alabilirdi. Bunların dışında yüksek alkollü sert likörler yasaktı.[161]
Esir teğmenler kendilerine maaş
olarak verilen 8 kuruş değerinde 90 rupi ile lüzumlu eşya ve giyecekleri
tedarik ederlerdi. Yemekleri tabldot olarak alan esirler kendi aralarında
nöbetleşe yemek yapıyorlardı. Bir müddet sonra subaylara birer hizmet eri
verildi.[162]
Şehirde meyve bol olmasına rağmen
kampta pahalı satılmıştı. Muz, ananas, Hindistan cevizi ve daha başka meyveler
kampa getiriliyordu. Çeşitli meyvelerden yapılan meyve suları içilebiliyordu.
Bölgede Hintli yoğundu ve inanışları gereği inek ve öküz mukaddes sayıldığından
sığır eti ucuzdu. Haftada bir subaya bir şişe viski verilmekteydi. Subaylar
toplu olarak eğlenmelerine karşı çıkılmazdı.[163]
Kantin istenilen tüm ürünlerin
bulunabildiği iyi donanımlı bir yerdi. Özel bir şirket tarafından işletilmekte
ve fiyatlar görünür bir yerde asılıydı. Herhangi bir şikâyet direk komutana
yapılabiliyordu. Kantinde en çok satılan ürünlerden çay (453,6 gram) 1,60-2,10
pound, kahve (453,6 gram) 1,60-2 pound, bisküvi 0,8 pound, çoklat 0,90-1,70
pound, tereyağı 0,75 pound, 50 tane puro 2-4 pound, 50 tane sigara 0,60-2,60
pound, tuvalet sabunu 0,30-1 pound, bir kalıp normal sabun 0,50 pounddu.[164]
Esir erlere İngilizlerce maaş
verilmedi. Erlerin para yönünden sıkıntıları olduğu biliniyorken kantin
alışverişinde aylık paso ücreti olarak esirlerden iki rupi alınıyordu. Bazı
aylarda ise buna ek olarak bir rupi rüşvet de istenildiği oluyordu. İngiliz
askerler için kamplarda rüşvet vazgeçilmez bir gelir kaynağıydı.[165]
Şekerin ve petrolün fiyatları
pazarın kuruna göre değişmekteydi. Subaylar kantin hakkında hiç şikâyette
bulunmadılar. Ayrıca, kahve ve sütlü çay gibi farklı ürünler sunan kafeler
mevcuttu. Erzak pazarı her gün kuruluyordu. İsteyen esirler et, patates ve
soğan gibi ürünleri alabiliyordu.[166]
Hindistan esir kampı son derece
pahalı bir yerdi. Bir kıyye (okka) francala ekmek 5 kuruş, bir kıyye koyun eti
7 kuruş 20 para, bir kıyye sığır eti 1 kuruş, bir kıyye pirinç 1 kuruş, bir
kıyye kahve 6 kuruş, bir kıyye şeker 6 kuruş, bir kıyye beyaz un 4 kuruş 20
para, bir teneke sönmüş kömür 1 kuruş, bir adet basma mintan 16 kuruş, birinci
sınıf fotin 80 kuruş, sadeyağ 3 kuruş olarak satılmaktaydı. Açık tütün kampta
yoktu. Sigaranın türüne göre bir paket 10 sigaradan oluşuyordu. Çift yüzeyli
sigara 25 paraydı. Tek sigaralar ise kalitesine göre 1 kuruş, 1 kuruş 10 para,
1 kuruş 20 para olarak değişmekteydi. En iyi kokulu sigara 1 kuruş 30 paraydı.
Bir adet muz 5 para, bir adet hindistancevizi 20 paraydı. En iyi kumaştan takım
elbise 150 kuruş, en iyi kumaştan hasırlı fes 70 kuruştu. Hüseyin Fehmi
Güneş’in verdiği fiyatlarda değişik para birimleri kullanılmıştı.[167]
Kalküta istasyon kampında
konaklamaların kısa süreli olmasından dolayı sürekli kurulmuş kamplarda
kullanılan esirlerin yemeklerini kendileri yaptıkları sistem bu kampta
kurulmadı. Yemekler yerli aşçılar tarafından kalenin binalarının birinde
hazırlanıyordu. Kızılhaç heyetine göre sunulan menü yönetmeliklere uygundu.[168]
Thatmyo kampında her sabah bölüm
çavuşları ve görevli kişiler, istihkakların çıktıkları barakalara gidip
belirlenen ölçülerde ve esir sayısına göre yiyecek malzemeleri almakla
görevliydi. Aldıkları malzemeleri görevli İngiliz çavuşunun huzurunda
tarttıktan sonra mutfağa teslim etmeleri gerekirdi. Ana yemekler saat
11.00-12.00 ve saat 17.00-18.00 arasında askeri kulübelerde yapılıyordu.
Yemekhane bulunmuyordu. Esirlere tabaklar ve bardaklar veriliyor ama çatal
bıçak verilmiyordu. Sığır eti kampa bir şirket tarafından getirilmekte ve
Kızılhaç heyetine göre mükemmel kalitedeydi. Getirilen etler İngiliz denetçiler
tarafından kontrol edilmeden asla yemek için kullanılmadı. Kızılhaç heyetine
etin kalitesi konusunda şikâyet yapılmıştı. Bunun üzerine İngiliz yetkililer o
tarihten sonra her sabah verilen istihkakın alınmasında Türk doktorunun hazır
bulunacağını, etin ve diğer malzemelerin kalitesi konusunda şikâyetleri dikkate
alacaklarını söylemişti. Şikâyetlerin bölüm başkanına iletilmesi ve vakit
kaybetmeden gerekli araştırılmaların yapılmasına karar verildi. Türk esirler,
daha sık koyun eti verilmesi, daha çok sebze yemeğinin çıkması ve Ramazan
ayında fazla seçeneklerinin olması isteklerinde bulundular. Kamp komutanı bu
isteklerin dikkate alınacağı ve mümkün olanların yerine getirileceği sözünü
Kızılhaç heyetine verdi. Kamp yetkilileri koyun etinin kampın bulunduğu bölgede
az olduğunu, İngiliz askerlerin de çok nadir koyun eti yediğini söylediler.[169]
Tablo
3.6: Thatmyo Kampı Esirlerinin Günlük İstihkakı
Yiyecek |
Fiyatı |
Dana eti |
1 pound (453,6 gr) 0,26 Fr. |
Kümes hayvanı |
1 pound (453,6 gr) 0,56 Fr. |
Balık |
1 pound (453,6 gr) 0,50 Fr. |
Domates |
1 pound (453,6 gr) 0,20 Fr. |
Soğan |
1 pound (453,6 gr) 0,10 Fr. |
Patates |
1 pound (453,6 gr) 0,20 Fr. |
Pirinç |
1 pound (453,6 gr) 0,10 Fr. |
Un |
1 pound (453,6 gr) 0,20 Fr. |
Şeker |
1 pound (453,6 gr) 0,40 Fr. |
Lipom çay (kutuda) |
1,65 Fr. |
Süt |
1 pound ağırlığında kutu 0,70 |
Kavun |
Adet başı 0,06 |
Sabun |
Adet başı 0,40 |
Sigara |
Adet başı 1,65 |
Kaynak : Rapports :
Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes
Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A
L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 66-67.
Tablo
3.7: Thatmyo Kampı Esirlerinin Günlük İstihkakı
Gıda Cinsi |
Miktarı |
Gıda Cinsi |
Miktarı |
Ekmek |
1 1b |
Tam tahıllı un |
1/3 1b |
Pirinç |
6 ons |
Soğan |
2 ons |
Taze sebzeler |
4 ons |
Çay |
1/8 ons |
Kahve |
1/4 ons |
Şeker |
1 ons |
Tuz |
2/3 ons |
Et |
6 ons |
Biber |
5/8 ons |
Tarçın |
1/32 ons |
Hardal |
1/32 ons |
Kimyon tohumu |
1/32 ons |
Sigara |
3 1bs |
- |
- |
Kaynak: Rapports: Sur
Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes
Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A
L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 232.
Yüzbaşı Baxter tarafından
hazırlanan raporda ise esirlerin istihkakları şöyle yazılmıştı:[170]
“İlk gelişte, Türkler
İngilizlerin, Araplar diğer Hindistan birliklerinin kumanya ölçeğini çizmiştir.
İlk başta et içermemekteydi ama savaş esirlerinin arasında Türklerin isteğiyle
haftada iki gün Araplara kumanya listesinden 'aHa' ve ‘ghee ’ (Hindistan'a özgü
hayvansal yağ) çıkarılarak et verilmesine yönelik bir düzenleme yapıldı. Savaş
esirleri Tanin gazetesi editörüyle Hindistan kumanya ölçeği üzerine bir
röportaj yaptı ve burada düzenli bir şekilde günlük et alamadıklarından şikâyet
ettiler. Herhangi bir kumanya başlığının yetersizliğinden ya da uygun
olmamasından dolayı herhangi bir şikâyet alınmışsa, medikal bir fikirle
desteklenmişse ve mesele acilse ya da daha yüksek bir yetkiliden onay alınması
ya da resmi onay gerektirmiyorsa tarafımdan acilen dikkate alınmış ve
düzeltilmiştir.”
Thatmyo kampında esirlere yardım
işini üstlenecek bir komite bulunmamaktaydı. İstanbul’daki Kızılay,
Rangoon’daki Ermeni, Yahudi ve Müslüman topluluklar değişik zamanlarda esirlere
yardım gönderdiler. Bunların arasında Müslüman toplulukların yardımı en dikkat
çekici olandı. Müslüman topluluklar 5.666 haki gömlek, esir elbiseleri için
4.572 metre kumaş, 1.500 sigara, 99 kutu sabun, 480 alüminyum bardak, soda
içecek için 1200 rupi, 50 çift spor ayakkabısı ve 6 futbol topu gönderdiler.
Kampta açılan kurs ve spor faaliyetleri için 345 rupi yardımda bulunuldu. 1.000
rupi kampta bulunan sivillere Suphi Bey’in yardımı ile dağıtıldı. Seyfullah Bey
tarafından da 530 rupi dağıtılmıştı.958 [171]
Rangoon Müslüman Topluluğunun Müslüman esirlere yaptığı yardım İngiliz Milli
Arşiv belgelerinde de geçmektedir. Rangoon Müslüman Topluluğu esirlere sigara,
gömlek, giyecek, sabun ve çok sayıda emaye kupa temin etmişti. Burada
alıkonulan çok itibarlı sivillerin yararına olarak 324,43 dolar bağışta
bulunuldu. Ayrıca Türk mezarlığının etrafına bir duvar örülmesi için para
verdiler. Ayrıca iki tabut örtüsü de hediye edildi.[172]
Rangoon’daki Ermeni Topluluğunun,
Ermeni, Yunan ve Suriyeli esirlere dağıtılmak üzere 360 havlu, 360 gömlek, 492
mendil, 2 kasa sabun, 32 kutu sigara, 300 İncil ve 335 rupi para gönderdiği hem
Kızılhaç raporlarında hem de İngiliz Milli Arşivleri kayıtlarında yer
almaktadır. Yahudi topluluğu Yahudi Hamursuz bayramı için Yahudi esirlere peynir
ve yiyecek çeşitleri göndermişti. Topluluk Müslüman fakir esirlerin
ihtiyaçlarını karşılamak için yardım yapacağını cemiyete bildirmişti. Fakat
heyet orada iken herhangi bir dönüş olmadı.[173]
Shwebo kampındaki beslenme
şartları Thatmyo’ya ile aynı özellikleri taşımaktaydı. Subaylar ve askerlerin
erzakları yerli bir girişimciden temin ediliyordu. Her sabah saat 06.00’da
kasaba gönderilen hayvanlar İngiliz bir astsubay tarafından denetleniyordu.
Subaylar yemeklerini ayrı mutfaklarda kendi emir erleriyle hazırlıyorlardı.
Gereken bütün malzemeleri uygun fiyatlardan girişimciden ve hatta şehirden
temin edebilirlerdi. Bira ve diğer alkol değeri yüksek olan içkilerden bir
miktar satın almaya hakları vardı. Esirlere verilen kasap eti İngiliz
askerlerine verilen ile aynıydı. Bu etin kalitesi konusunda birkaç şikâyet
gelmiş, bunun üzerine komutan daha katı bir denetim emri vermişti. Shwebo
kampında yerli biri tarafından işletilen bir kafe, bir terzi ve bir kunduracı
bulunuyordu.[174]
Meiktila kampında esirlere erzak
olarak sayılarına göre sığır eti, pirinç ve sebze verilmekteydi. Burma’nın
sığırları ve boğaları her ne kadar bakımlı ve semiz olmasına rağmen esirlere en
zayıf hayvanların etleri verildi. Bu etler kolay kolay pişmeyen cinstendi.
Esirler bu durumu şikâyet ettiler fakat sonuç alamadılar. Sebze olarak ise
kabak, domates gibi sebzeler verilmişti. Koyun eti esirlere hiç verilmedi.
Esirlere ekmek için un veriliyor ve esirler kendi ekmeklerini kendileri
yapılıyordu. Ayrıca üç günde bir defa çorba kaşığı kadar toz şeker ve bir o
kadar da kahve verilirdi. Her esirin günlük 5 sigara hakkı vardı. Bu düzen
esirlerin orada kaldığı süre boyunca hiç değişmedi. Sadece cezalı olanlara
sigara, şeker ve kahve verilmiyor ve istihkakları yarıya düşürülüyordu.[175]
Kızılhaç heyetince Hindistan
kamplarında esirlere verilen elbiseler yeterli olup bu konuda gelen şikâyetler
genelde ayakkabıların kalitesi hakkındaydı. Esirler genel anlamda verilen
malzemelerden memnundu. Esirlerin çoğunun kollarında ya da elbiselerin üzerinde
taşımak zorunlu oldukları isimlerinin yazılı olduğu künyeler çok eskimiş ve
yıpranmış görünmektedir.[176]
Kızılhay heyeti Sumerpur kampında
giyim konusunda esirlerden hiçbir şikâyet alınmadığını raporunda yazmıştı.
Kampta doğu geleneklerine bir ayrıcalık sağlanmış ve esirlere elbise ve başlık
konusunda tam bir serbestlik getirilmişti. Delegeler tarafından pazar sabahı
geçit töreninde askeri ceket, sivil yelek, gömlek, önlük, uzun pamuklu cübbe,
Türk usulü ceket, fes, başlık, kep, fötr şapka, nakışlı takkeler gibi esir erkeklerin
kıyafetlerinde çok fazla çeşitlilik gözlendi. Her esirin küçük ince bir
kimliğini gösteren künyesi vardı. Bunu elbisenin üzerine takmak zorunlu olmayıp
çoğu esir cebinde taşımaktaydı. Esirler, ayaklarına doğuya özgü takunya giymeyi
tercih ediyordu. Esirler saçlarını istedikleri gibi kesebiliyorlardı. Heyet
tarafından esirlerin kıyafeti bol, temiz, rahat ve zevklerine uygun olduğu
gözlenmişti. İngilizler tarafından esirlere ücretsiz olarak 1 çift ayakkabı, 2
pijama, 2 ceket, 2 gömlek, 2 mendil, 1 fese ilaveten kış için sıcak tutan 1
pijama, 1 yünlü gömlek, 1 kalın ceket verildi. Bütün bu eşyalar eskidiği zaman
değiştirilebilmekteydi.[177]
Bellary kampında subaylar
giysilerini terziye sipariş edip kendileri ödüyorlardı. Kampta siparişlerin ve
tamirlerin yapıldığı, yerli bir terzi tarafından işletilen bir dükkân mevcuttu.
Hepsi özenli ve hatta giysilerini dikkatle seçmiş gibi görünüyorlardı. Genelde
giysiye ayrılan parayı bütçelerine göre fazla ağır buluyorlardı. Subayların
hepsi fes takıyordu. Emir erleri ve nöbetçi askerler yönetmelik gereği özel
giysiler giyiyorlardı. Giyimleri biraz değişkenlik göstermesine rağmen bu makul
bir seviyedeydi. Savaş tutsağı statülerini yansıtacak hiçbir işaret takma
zorunlulukları yoktu.[178]
Hasan Yetimi kampa dair
yazdıklarında esir erlere, ince beyaz kumaştan elbise ile bir pamuk battaniye
verildiğini söylemektedir. Esirlerin altlarında ve üstlerinde iki ot minder
vardı. Yağmurlukları yoktu. Bundan dolayı pek çok esir, romatizma, solunum
sistemi hastalıkları ve bağırsak bozuklukları gibi birçok hastalığa yakalanmış
olarak evlerine döndüler.[179]
Muhiddin Erev, Hasan Yetimi’nin
yazdıklarını doğrulamaktadır. Muhiddin, Yetimi esir erlere yerli bezden don ve
gömlek verildiğini, esirlerin ise ihtiyaç fazlasını subaylara sattığını hatıratında
not etmişti. Hintli çamaşırcının kireç kaymağı ile beyazlattığı bezlerden,
ceket ve kısa pantolon yapılıyordu. Kampta boğucu sıcaklar sebebiyle fazla
giyinmeye gerek yoktu. Subaylar maaşlardan yapılan tasarrufla önemli günler
için ihtiyaten birer takım elbise yaptırmıştı.[180]
Thatmyo kampında esir askerlere
kamp yönetimi tarafından ücretsiz olarak bir fes, iki pamuklu gömlek, iki beyaz
takım, bir çift terlik, iki çift çorap, iki çift iç çamaşırı, iki havlu, bir
banyo havlusu, iki pazen ceket ve iki mendil verildi. Kızılhaç heyeti
tarafından yapılan incelemede esirlerin eşyaları temiz ve iyi durumda
bulunmuştu. Ayrıca heyete diğer kamplarda olduğu gibi Thatmyo kampında da
esirlerin kendilerine verilen eşyaları usulsüzce sattıklarını söylendi. Esirler
verilen giyim eşyalarından memnuniyetlerini belirttiler. Ayakkabı çeşitliğine
rağmen esirlerin giydiği ayakkabılar iyi durumdaydı. Doğu tipi takunya giyen
esirler, ayakkabı giyen arkadaşlarını kıskanıyorlardı. Esirler ceplerinde ya da
gömleklerinin altında sakladıkları esir olduklarını gösteren küçük metal
plakalar taşımaktaydı. Plakalarda Osmanlıca ve İngilizce rakamlarla esir
numaraları bulunuyordu. Subaylar, her yerde olduğu gibi, kendi bütçelerinden
giyiniyorlardı. Subaylar elbiselerini kamp veya Thatmyo terzilerinden temin
edebildikleri gibi Rangoon ya da Kalküta’ya sipariş vererek de satın
alabiliyorlardı. Subaylardan bir kısmı, olması gerektiği gibi dikilmiş Türk
askeri üniformaları tedarik edemediklerinden sivil giyiniyordu. Ayrıca sivil
giyim bu iklim şartlarında daha rahattı. Belli bir farklılık yaratsa da
subayların kişisel bakımı her zaman düzgün ve özveriliydi.[181]
Yüzbaşı Baxter’ın hazırladığı
raporda esirlerin giyecek ihtiyaçlarının nasıl giderildiği anlatılmaktadır:[182]
“Savaş esirlerinin giyimleri bana
tam rapor edildiği kadarıyla büyük bir zorluktu. Altı ay boyunca esirlerin
yalnızca bir keten takım almış olması muhtemeldir ama diğer giyim başlıkları
sağlandı. Esirler ne giyecek eksikliği ne de bu bağlamda sağlıklarını riske
atacak herhangi bir zorlukla karşılaşdı.”
Osmanlı Hükûmeti sık sık
gönderdiği notalarda Hindistan kamplarında esirlerin kıyafet ihtiyaçlarının tam
olarak karşılanmadığından şikâyet etmişti. Amerika Büyükelçiliğinin, Hindistan
Ofisinden İngiltere Hükümetine 5 Eylül 1916’da gönderdiği “Thatmyo Türk
Savaş Esirleri Esaret Kampı” başlıklı raporda esirlerin uygun giyinme
imkânlarının olmadığından dolayı sıkıntı yaşadıklarını gösteren bir durumun
mevcut olmadığı iddia edildi.[183]
Shwebo kampında giyim ile ilgili
tüm düzenlemeler Thatmyo kampı ile aynıdır. Elbiselerini kendi alan subaylar
terzi ücretlerinin yüksek olduğundan şikâyet etmişlerdir. Erlerin yaptığı tek
şikâyet ise yürüyüş için giydikleri ayakkabıların sağlam olmamasıdır. Konu ile
askeri yetkililer ilgileneceklerini söylemiştir. Kızılhaç heyeti ise Hindistan
şartlarında bir yıl giyilebilen bir ayakkabının normal olduklarını
yazmışlardır. Ayrıca başka yerlerden ayakkabı tedariki çok zor bir durumdur.[184]
Kamplarda iaşe işleri her ne
kadar sorunsuz görünse de Nisan 1918’de savaş esiri olan Türk subaylarının
istihkakları konusu, Hindistan, Malta, Mısır’da tartışılan bir mesele haline
geldi. Türk savaş esirlerinin yerel hükûmet oranlarında satın alma işleminin
yapılmasına genel bir izin vermekte zorluk yaşanmaktaydı. Eğer bu izin Türklere
verilirse aynı uygulamanın Almanlar için de yapılması gerekecekti. Varılan
karar, yiyecek maliyetlerinin yüksek olduğu Malta ve Mısır gibi yerlerde,
yiyeceklerin hükûmet oranlarında satın alınmasına izin verilmesi şeklinde oldu.
Buna rağmen fiyatların çok düşük olduğu ve bir subayın daha rahat bir şekilde
yaşayabileceği Hindistan’da aynı imtiyaz sağlanamadı.[185]
Osmanlı Hükûmeti’nin değişik
zamanlarda subaylarına karşı uluslararası hukukta belirtilen miktarda ödeme
yapılmadığına dair notalar vermesi üzerine İngiltere Hükûmeti esir subaylara
yeterli ödemelerin yapıldığını iddia etti. Kızılhaç raporlarına göre Bellary
kampında subaylar günlük 3 rupi ödenek almaktaydı. Yeterince beslenmek ve
giyinmek için bu miktarın yetersiz olduğunu savundular. Esirlerin şikâyeti
Kızılhaç tarafından abartılı bulunsa da Hindistan’daki fiyatların yüksek olduğu
bir gerçekti. Erler heyete ihtiyaç sahibi gibi görünmüşlerdi. Bunun en önemli
sebebi düzenli bir para yardımından istifade edememeleriydi. Erlere yemek,
giysi, sigara, sabun verildiği, ayrıca emir erlerinin subaylardan bir miktar
para aldığı da biliniyordu. Günlük istihkakları dışında kendilerini mutlu
edecek başka ürünler satın almaları için ayrıca biraz para verilmesi
gerekliydi. Kızılhaç heyeti kamp yetkilisine ihtiyaç sahiplerine dağıtması için
Kızılhaç adına 400 rupi verdi.[186]
Shwebo kampında Kızılhaç heyeti
kamptaki subayların isteklerini dikkatle dinlemiş ve neredeyse hepsi
maaşlarının az olmasından yakınmışlardı. Ödemenin şartları genel bir sözleşme
tarafından belirlendiği için özel vakalar için bir değerlendirilme yapılmadı.
Kampın şartları Thatmyo kampından daha kötü değildi. Heyeti böyle düşünmeye
iten sebep Thayetmo’daki Türk esirlerinin Shwebo’ya transfer edilmesini bir
iyilik olarak görmesiydi.Heyet şikâyetlerin sebebini anlamadı.[187]
Meiktila kampında doktor ve
sıhhiyecilere 10-15 rupi kadar maaş ödendi. Bir tuş rupi 8 kuruştu. Esirlere
verilen günlük 5 sigara yetersizdi. 20 sigaradan oluşan bir paket sigara 30
paraydı. Esir erlere ise para verilmiyordu.[188]
İngiltere Hükûmetinin sadece
subaylara değil üst düzey subaylara yaptığı ödeme de yeterli değildi. Thatmyo
savaş esirleri kampında savaş esiri olarak alıkonulmakta olan Basra Eski Valisi
Albay Suphi Bey’e yapılacak ödemeye ilişkin bilgiler Hindistan Hükûmeti ile
İngiltere Hükûmeti arasında gerçekleştirilen yazışmalarda geniş bir yer
tutmuştu. Hindistan Hükûmeti, Ordu Bakanlığının 1 Haziran 1915 tarihli emri
doğrultusunda Albay Suphi Bey’in ödeneğini günlük 4 şilin 6 peniye indirmişti.
2 Mayıs 1915 tarihinden itibaren ise günlük 6 şilin 8 peni miktarında ödeme
yapılmasına karar verildi. Günlük 4 şilin 6 peni ile yeni ödenecek miktarın
arasındaki fark, Basra gelirlerinin aleyhinde bir durumdu. Bu sebeple
Hindistan Hâzinesi denetçisine,
savaş esirleri kampı komutanı tarafından düzenlenecek olan fatura ile Thatmyo
Sivil Hâzinesinden ödeme yapması için talimat verilecekti.[189]
Bir başka belgede ise Albay Suphi Bey’e ilişkin özel durum bakımından, bu
subaya statüsüne göre ayrıcalıklı bir muamele uygulandığı ve savaş esiri olarak
aldığı günlük ödemeye ilaveten kendisine 400 rupi şeklinde özel bir ödeme
yapıldığı belirtildi.[190]
Hindistan Ofisi İngiltere
Hükûmetine 8 Kasım 1916’da Osmanlı Devleti’nin notalarına cevap olarak kısa bir
rapor yazdı. Rapor Mezopotamya’daki savaş esirlerine Hindistan Hükûmeti
tarafından uygulanan muameleye ilişkin Osmanlı Hükûmeti tarafından yapılan
şikâyetlere cevap olarak yazılmıştı. Hindistan Hükûmetine göre Osmanlı
Hükûmetinin iddia ettiği şikayetlerin bir doğruluk payı olsaydı, bu durum
Thatmyo’daki kampı denetleyen Amerikan Konsolosluk memuruna iletilecekti.
Oysaki raporda böyle bir şikâyetten bahsedilmedi. Bu sebeple tüm iddialar
Hindistan Hükûmetine göre asılsız olarak değerlendirildi. Raporda Albay Suphi
Bey’e ilişkin özel durum bakımından, bu subaya statüsüne göre ayrıcalıklı bir
muamele uygulandığı ve savaş esiri olarak aldığı günlük ödemeye ilaveten
kendisine 400 Rs şeklinde özel bir ödeme yapıldığı belirtildi. Hindistan
Hükümetine göre kendisinin iç kanamadan öldüğü ve mümkün olan her türlü tıbbi
yardımı ve bakımı aldığı kesindi. Bu nedenle deliller, onun ölümünün esaret
şartlarından kaynaklandığı iddiasının aksineydi. İngiliz Hükümeti Türk esirlere
her türlü imkanın sağlandığına dair raporu hatırlattıktan sonra kendi esirlerine
dikkat çekmişti. Kûtu’l-Amâre garnizonundaki İngiliz savaş esirlerine uygulanan
insancıl olmayan muameleye ve onların acınası durumlarına ilişkin alınan
detaylı raporları hatırlatarak Anadolu’daki esaret kamplarının denetlenmesi
konusunda Babıâli’ye güçlü bir şekilde baskı yapılmasını talep etti.[191]
Esirlere yapılan ödemeler Amerika
Birleşik Devletleri Rangoon Konsolosunun hazırladığı raporda Kızılhaç heyetinin
verdiği rakamları doğrulamaktadır. Yüzbaşı ve üstü rütbelerdeki subaylara
günlük yapılan ödeme 1,48 dolardı. Yüzbaşı rütbesinin altındakilere ise günlük
0,97 dolardı. Albay Suphi Bey ise günlük 0,53 dolar şeklinde özel bir ödenek de
alıyordu.[192]
Bir diğer kampta özel ödeme
yapılacak kişi Hasan Basri Bey’di. 30 Haziran 1916’da Mumbai Hükûmetinden Hindistan
Hükümetine Eski Mumbai Başkonsolosu Hasan Basri Bey’e ödenecek yevmiye tutarı
hakkında tezkere gönderilmişti. Hindistan Hükûmeti Maliye Şubesinin Mumbai
Muhasebe Şefine gönderdiği 22 Aralık 1914 tarihli muhtıra ile eski Türkiye
Mumbai Başkonsolosu H. Basri Bey’e tutukluluğu süresince günlük 7/- oranında
ödeme yapılmasına izin verilmişti. Daha sonrasında Muson mevsiminden dolayı
Hükûmetin Pune’de bulunması nedeniyle Basri Bey’in geçici olarak Mumbai’ye
götürmesi uygun görülmüştü. Buna rağmen eski Başkonsolos Basri Bey kendisine
yapılan günlük 7/- Rs miktarındaki ödeme ile Mumbai’de geçinemeyeceğini beyan
etti. Daha önce Mumbai’de Taj Mahal Hotel’de ikamet ederken idare tarafından
kendisine günlük 7 Rs ödeme sağlanmış ve hükûmet tarafından izin verilen
miktara özel fonlardan da ilave yapılmıştı. Basri Bey’in özel fonlarının
tükendiği ve Taj Mahal Hotelden çıkarıldığı kendisine bildirildi. Bu şartlar
altında Basri Bey’in bir an önce Pune’den gönderilmesi kararlaştırıldı. Vali,
Hindistan Hükûmetinin iznine istinaden Basri Bey’e Mumbai’de kalacağı süre
boyunca günlük 10/- Rs şeklinde ödeme yapılmasını emretmiş ve bu konuda
Hindistan Hükûmetinin bu ödeneği onaylaması talep edilmişti.[193]
İngiltere Savunma Bakanlığınca 27
Ocak 1917’de Hindistan Hükûmetine Hindistan’da esir tutulan resmi olmayan
belirli Türk subaylarına özel ödeme sağlanması konusunda bir yazı yazıldı.
İngiltere Hükümetinde bu konuda görüş ayrılıkları vardı. Bazı yetkililere göre
Türk sivil, subay ya da diğer durumlardakilere böyle izinlerin sağlanması
tekrar gözden geçirmeliydi. Türk savaş esirlerine gereksiz hiçbir iyi muamelede
bulunulmamalıydı. Buna karşın Türk subaylarına ek ödemenin yapılmasını
savunanlar da vardı. Hindistan Bakanlığı 3 Şubat 1917’de Arap subaylara yapılan
ödemenin Türk subaylara da yapılmasına dair görüş bildirdi. Arap subaylarına
ödeme yapmanın politik avantajları, Türk subaylarına yapılacak ödemenin
dezavantajları bulunuyordu. Buna rağmen Hindistan Hükümeti, rütbesine göre
ödeme yapılmayan Türk subaylarının belirli sınıflarına ödeme yapılmasının
gerekli olduğu görüşündeydi.[194]
İngilizler Thatmyo kampında
subaylara gerekli ödemeyi yaptıklarını iddia etseler de subaylara yapılan
ödemelerin savaşın ilk yıllarından beri sorun olduğu görülmektedir. Babıâli,
Temmuz 1915’de İngiliz Hükümetine savaşın başında Mumbai’de ele esir düşmüş
Karadeniz isimli geminin mürettebatı Mustafa oğlu Hikmet’in çok endişe verici
durumda olduğunu ve kendisine hiçbir ödeme yapılmadığını ileri süren diplomatik
bir nota göndermişti. İngiltere Hükûmeti, Mustafa oğlu Hikmet[195]
isimli şahsın sağlık durumunun iyi olduğu ve bu şahsa subay olduğuna
inanılmaması sebebiyle ödeme yapılmadığını bir nota ile bildirdi. İki tarafın
birbirlerine verdikleri notalara bakılacak olursa subay esirlere verilen
ödeneklerde ciddi sorunlar yaşanmaktaydı.[196]
Londra Savaş Merkezi, 20 Temmuz
1918’de Babıali’ye gönderdiği notada 1 Nisan 1918’den itibaren İngilizlerin
elinde savaş esiri olarak bulunan tüm Osmanlı subaylarına günlük 4 şilin ödeme
yapılması talimatı verildiğini açıklamıştı. Londra Hindistan Ofisi, 21 Kasım
1918’de Türk savaş esirlerine yapılan ödeme ile ilgili yeni bir açıklama daha
yaptı. Hindistan Hükûmeti Kraliyet Maaş İzni’nin 928. paragrafa göre Türk,
Alman ve Avusturya savaş esirlerine ve tutuklu sivillere İngilizlerin yalnızca
yarısı kadar ödeme yapılması talimatını verilmişti. Çalışma karşılığında
yapılan ödeme oranları tercümanlar, baş fırıncılar, mahkumlardan sorumlu
görevliler hariç Türk savaş esirleri açısından yarı oranda belirlenmişti.[197]
İngiliz yönetimi subaylara günlük
ödenek verirken generallere ayrı bir muamele yapmıştı. Şubat 1919’da Bağdat’ta
ele geçirilen iki emekli Türk General Ağa Paşa ve Şükrü Paşa, Hindistan’a savaş
esiri olarak sürgün edilmişti. Bellary’de esir tutulan bu iki generale özel
olarak aylık 150 rupi ödenek sağlanmaktaydı. Ayrıca ailesi tarafından aylık
öncesinde 236 rupi ve sonrasında 70 rupi gönderilmekteydi.[198]
Kampta
özel durumdaki subay esirlerin sayısı fazla değildi. Hiçbir esirin büyük
miktarlarda parası yoktu. Ayrıca ailelerinden de düzenli para alamıyorlardı. Bu
sebeple özel para çekme işlemini sınırlandırmak gerekli görülmedi. Kraliyet
Ordusu Sağlık Heyetindeki sağlık çalışanlarının ödemeleri de uzun süre
ertelendi. İzin verildiğinde, büyük miktarda bakiyeler çekildi. Birkaç sağlık
çalışanının 324,43 ila 648,86 dolar arasında değişen miktarlarda paraları
vardı. Bu çalışanlara bu parayı olağan faiz oranlarıyla bankaya yatırma fırsatı
sağlandı. Buna rağmen kendileri bu fırsatı değerlendirmedi.[199]
1.1.3
Kıbrıs
Esir Kampında Esirlerin İaşe ve Giyim Durumu
İngilizler esirlerin yiyecek veya
ihtiyaç duydukları yatak, yorgan, battaniye gibi bir takım zorunlu
ihtiyaçlarını sağladığını ileri sürse de esirlerin ifadeleri bu iddiaları
yalanlamaktadır. Kampta esirlere ve özellikle hastalara gereken özen
gösterilmediği ve iyi bakılmadığı bir gerçekti. Esirlerin arpa unundan yapılmış
ekmek, bol bol kabak lapası, tahta talaşı, öğütülmüş keçiboynuzu, kaynatılmış
yağsız kabak ile beslendikleri, Ermeni ve Rum doktorlar tarafından insanlık
dışı muameleye uğradıkları bilinmekteydi. Kampta yemekler neredeyse hiç
değişmeksizin kampın kapanışına dek aynı devam etti. Maliyeti son derece ucuz
ve bol bulunan kırmızı kabak ile günün şartlarına göre dahi yenmeyecek kılçıklı
arpa ekmeği esirlerin değişmez menüsü olmuştu. Ekmeğin kalitesi ise pek çok
kötü ve sıçan yeniğiydi. Adada o zaman ekmek harbin getirdiği şartlarda 1
şilindi. Fırınlar surlar dışında, liman yolundaydı. Fırınlardan esir kampına
ekmek taşınırdı. Esirler yere dökülen hamurları süpürüp ekmek yaparlardı. Buna
da gara ekmek denirdi.[200]
Esirlerin başka neredeyse hiçbir şey yeme imkânları yoktu. Bu şartlar altında
esirler bu kampta yıllar boyu sağlık açısından pek çok hastalığa maruz kaldı.[201]
Türk savaş esirlerinin kampta çektiği sıkıntılar hiçbir zaman Kıbrıs Genel
Valisi Sir John Eugene Clauson’e tam olarak naklettirilmedi.[202]
Kendilerine
sürekli olarak kalitesiz ve kalori değeri olmayan yiyecekler
verilmesinden bıkan Türk Savaş
esirleri ek gıdalar temin edebilmek ve diğer bazı ihtiyaçlarını giderebilmek
için tahtadan sigaralıklar, sigara takımları, ağızlık, kaşık, boncuk işlemeler,
para keseleri, zeytin çekirdeklerinden tespihler, mermer parçalarından küçük el
işlemeleri külah, mermerden domino taşları ve tabla oymacılığı yapmaya
başladılar. İlk başlarda camiye gitmelerine izin verilen esirlerin bu hakkının
alınmasıyla esirler yeni bir yol bularak yaptıkları eşyaları satabildiler. Esir
kampına yiyecek getiren karavana arabaları vasıtasıyla gizlice kamp dışına
göndererek veya kaçırarak sattılar ve elde ettikleri parayla sigara, ekmek gibi
ihtiyaç maddeleri ile diğer gereksinimlerini karşıladılar.990 [203]
Kıbrıslı Türklerin esirlere
yardımı sadece kaçan esirleri saklamakla sınırlı kalmadı. Kıbrıslı Türkler
yiyecek ve giyecek ihtiyaçlarının karşılanmasında da esirlere yardım ettiler.
Kampta açlık ve sefalet uzun süre değişmeksizin hüküm sürmüş, esirler kamptaki
zor koşullar ve gıdasızlık nedeniyle hayatlarını kaybetmişti. Bu durumu gören
Mağusa Türkleri esir kampına gizlice yiyecek taşımaya başlamıştır. Balalan
köyünün varlıklı kişilerinden biri olan Hüseyin Mehmed Guselli yiyecek
taşıyanlar arasında ön safta yerini almıştı. Savaş esiri Türk esirlere yiyecek
yardımı suçlamasıyla İngiliz yönetimi tarafından Kıbrıs’ta tutuklandı ve yargılama
ve mahkeme kararı olmadan Türk esirlere yiyecek verme suçundan Mağusa
zindanında 6 ay tutultu.[204]
Esirlerin yediği ekmek ise yenilmeyecek kadar kötüydü. O günlerde esirlere
verilen fırıncıda çalışan bir işçi esirlerin yediği ekmeği şu sözlerle
anlatmıştı:[205]
“... Harb-i Umumi’de babam beni
işçi yazdırdı. Burada ekmekçi yanındaydım. O zaman 1 şiline ekmek alırdık.
Çünkü harpteydik ve çok pahalıydı. Ekmekler sıçan yeniğiydi. Günde 1.5 şilin
alırdım. Dört fırına ekmek taşırdım. Fırınlar surlar dışında, liman yolundaydı.
Ekmekleri sırtıma yüklenir ve ekmek ambarına götürürdüm. Araba da bunları
esirlere götürürdü. Yere dökülen hamurları süpürüp ekmek yaparlardı. Buna da
gara ekmek denirdi. Esirleri her gün hisara çıkarırlardı. Ben de annemle hisara
çıkar ve onları izlerdik. Beyaz sakallı İbrahim Efendi imamdı. Her gün hisara
yayan giderdi ve meblağı mezara götürürlerdi.”
Esirler adaya ilk
getirildiklerinde çok sıkıntı çektiler. Ceplerinde para yoktu. Yiyecek ekmek
bulamadıkları gibi kendileri ile ilgilenen de bulunmuyordu. Esirlerin bütün gün
yaptıkları surların içinde dolanıp durmaktı. Mağusa halkının sevdiği ve
saydığı, herkese elinden geldiğince yardımcı olmakla tanınmış Nafi Mustafa Bey,
fırınının önünden geçen esirlere, özellikle Türk esirler için yaptığı ekmekleri
dağıtmıştı. Mehmed Nafi Mustafa Bey İngilizler aleyhine casusluk da yapmıştı.
Kıbrıs’ta olup bitenler ve İngiliz idaresinin Kıbrıs’ta yaptığı her şeyi takip
etmiş ve adadaki bütün faaliyetlerini Şam’daki yetkililere aktarmıştı. Bu arada
Türk savaş esirleriyle ilgili olarak da bilgiler götürmüştü.[206]
KKTC Cumhurbaşkanı Rauf
Denktaş’ın hâkim olan babası Mehmed Raif Bey, Kıbrıs’ta esir olarak bulunan
Türk askerlerine yardım edebilmek için camilerde yapılan yardım faaliyetlerine
katılmıştı. Esirlere yaptığı iyiliğe karşılık adada bulunan jurnalciler
tarafından İngiliz yönetimine ihbar edilmiş ve başı pek çok defa derde
girmişti. Bu jurnalcilerin İngiliz İstihbarat subaylarına Türk esirlerine
yapılan yardımları rapor etmeleri sonucunda pek çok Kıbrıslı Türk fişlenmiş ve
baskı görmüştü.[207]
Mesela 11 Şubat 1918’de Angastina köyünden Savas Georghalli esirlere mal
satmaktan gıyabında ceza almıştı.[208]
1920 yılına gelindiğinde esir
kamplarındaki şartlar nispeten hafifledi. Esaret sonrası Türk esirlerin bir kısmı
Anadolu’ya geçerken bazıları Kıbrıs’ta kalmayı tercih etti. Kimisi evlenip
çocuk sahibi oldu. Kıbrıs’ta kalan ve yaşamak isteyen esirler Kıbrıslı
Türklerin özellikle Mağusalıların yardım ve destekleriyle hayatta kalmayı
başardılar.[209]
Türk savaş
esirleri kampta tek tip standart esir kıyafeti giymiş, ayrıca İngiliz Kamp
Komutanlığınca esirlerin kıyafetlerine esir numaraları vurulmuştu. Esirlerin giydiği pantolon ve ceketten oluşan bu esir kıyafeti son
derece perişan ve kötü bir haldeydi.998
1.1.4
Selanik
Esir Kamplarında Esirlerin İaşe ve Giyim Durumu
Kızılhaç raporlarına göre Dudular
esir kampında her askerin alışverişe gitme izni vardı. Genelde alışveriş koğuş
şefi, askerler tarafından her koğuş için ayrı yapılırdı. Koğuş şefi bir liste
hazırlar ve o listeye göre her asker düzenli olarak Selanik’e inip alışverişi
yapar ve geri gelirdi. Her askerin bir elbise istihkakı vardı ve ne zaman
eskirse onu hemen yenisi ile değiştirebilmekteydi.999
Esirlerin her sabah, öğlen ve
akşam çay ya da kahve içmelerine izin verilmekteydi. Alkol almak yasaktı. Kamp
idaresi esirlere sigarayı tütün halinde vermekteydi. Kamp komutanına ait
kendisinin ekip baktığı iki ayrı bahçe, kampın etrafını sarmıştı. Kampta ne
zaman fazladan yemek çıkarsa diğer kamplara dağıtılırdı.1000
Tablo
3.8: Selanik Kampı Esirlerinin Günlük İstihkakı
Türk
ve Bulgar esirler için çıkan yemek listesi |
Alman
ve Avusturya için yemek listesi |
||
Yemek |
Verilen
Miktar |
Yemek |
Verilen
Miktar |
Ekmek |
Yaklaşık
590 gram |
Ekmek |
454
gram |
998 Ahmed Sami, a.g.e.,
s. 2-3; Halil Aytekin, a.g.e., s. 74; Ulvi Keser, Kıbrıs
1914-1923 Fransız Ermeni Kampları İngiliz Esir Kampları ve Atatürkçü Kıbrıs
Türkü, s. 86-87
999 Rapport : Sur
Leurs Visites aux Prisonniers de Guerre en Grece a Salonique en Macedoine et en
Serbie : Documents publies A L'occasion de la Guerre 1914-1919, s. 38.
1000 a.g.e., s.
39.
Patates |
340
gram |
Patates |
114
gram |
Zeytin |
Yaklaşık
28 gram |
Yulaf
ezmesi |
57
gram |
Mercimek
veya Fasulye |
57
gram |
Taze
Sebze |
57
gram |
Kurutulmuş
meyve |
57
gram |
Kurutulmuş
meyve |
57
gram |
Şeker |
57
gram |
Şeker |
28
gram |
Çay
ya da kahve |
28
gram |
Çay |
14
gram |
Tuz |
7
gram |
Tuz |
7
gram |
Karabiber |
0,3
gram |
Karabiber
0,3 gram |
0,3 gram |
Peynir |
57
gram |
Pirinç |
85
gram |
Taze
et |
170
gram |
Et |
170
gram |
Zeytinyağı |
43
gram |
Margarin |
28
gram |
Pilav |
57
gram |
Bezelye
veya fasulye |
57
gram |
Limon
suyu |
0.01
litre |
Reçel |
28
gram |
Kömür |
340
gram |
Peynir |
57
gram |
Ayrıca
haftada 57 gram tütün, 15 günde 3 paket kibrit verilmektedir. |
Ayrıca
haftada 57 gram tütün, 15 günde 3 paket kibrit verilmektedir. |
Kaynak: Rapport : Sur
Leurs Visites aux Prisonniers de Guerre en Grece a Salonique en Macedoine et en
Serbie : Documents publies A L'occasion de la Guerre 1914-1919, s. 41-43.
1.1.5
Malta
Esir Kampında Esirlerin İaşe ve Giyim Durumu
Malta esir
kamplarında esirlere günlük kumanyanın verilmesinin yanı sıra her türlü
ihtiyaçlarını görecekleri bir kantin de bulunmaktaydı. İngiliz Arşivinde
bulunan bir rapora göre Malta esir kamplarında esirlere verilen iaşe şöyleydi:
Tablo
3.9: Malta Kampında Esirler İçin Sağlanan Kumanyalar
Kumanya |
Miktarı |
Şeker |
Günlük iki ons |
Pirinç |
Haftada üç gün günde iki ons |
Çay |
Günlük yarım ons |
Tuz |
Günlük yarım ons |
Biber |
Günlük 1/72 ons |
Marmelat veya Peynir |
Haftada iki gün bir buçuk ons |
Tereyağı |
Bir ons haftada iki gün |
Süt |
Günlük bir pound kutunun 20’de biri |
Et |
Dondurulmuş, günlük bir buçuk pound |
Ekmek |
Günlük bir buçuk pound |
Taze sebze |
Günlük iki ons |
Yeşil mercimek |
Haftada iki gün 1.2 ons |
Fasulye |
Haftada iki gün bir ons |
Tüm yiyecek malzemeleri en iyi kalitededir. |
Kaynak: TNA, FO. 383/458.
Tablo
3.10: Malta Kampında Esirler için Sağlanan Kumanyalar
Kumanya |
Miktarı |
Yağ |
Her gün 2 ons |
Pirinç |
Haftada üç kez 2
ons |
Buğday |
Her gün 2 ons |
Tuz |
Her gün 2 ons |
Un |
- |
Marmelat ya da
peynir |
Haftada iki kez 1,5
ons |
Yağ |
Haftada iki kez 1
ons |
1001 a.g.e.,
s. 57-58.
Süt |
Haftada iki kez
0.20 litre |
Tütsülenmiş et |
Günde yarım ölçek |
Su |
Günde 1,5 litre |
Taze Sebze |
Günlük 12 ons |
Kaynak:
BOA,
HR. SYS. 2201/51.
Esirler, kendilerine verilen bu
kumanyadan başka kampta bulunan iki dükkândan da yiyecek satın alabiliyorlardı.
Esirlerin günlük iki yarım litre bira alma hakkı bulunuyordu. Bu ayrıcalığı
suiistimal etmemek koşuluyla esirlere şarap ve diğer alkollü içecekleri almaya
da izin verildi. Bahsedilen dükkânların idaresi, hâsılatın %10’unu her ay
vermekte ve bu oran kamptaki tüm esirlere bölünmekteydi. Bu nedenle her esir
tütün vb. gerekli ihtiyaçlarını karşılayabilecek olan küçük bir aylık gelir de
elde etmişti.[210]
Verdela
kampında esirlerin ihtiyaçlarını göreceği bir kantin vardır. Burada bira
serbest olup diğer alkollü içeceklere ise az miktarda izin verilmişti. Kampta
yiyecekler önceleri çiğ olarak verilmiş ve esirlerce pişirilmişti. Ancak bazı
esirlerin bu çiğ yiyecekleri satmaya başlamaları üzerine yiyecekler pişirilerek
verilmeye başlandı.[211]
3.2
Esirlerin
Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler
Cephelerde
esir düşen askerlerin kamplara getirilmesiyle kendileri için yeni bir hayat başlamıştı.
Zamanla kamplarda kalıcı olacaklarını anlayan askerler kendilerine yeni
uğraşlar buldu. Tüm gününü hiçbir iş yapmadan geçiren esirlerin yanı sıra
yararlı işler yapanlar da oldu. Kimileri kamplarda marangozluk, berberlik gibi
mesleklerini icra etmişler, kimileri değişik el işleri yaparak hatıra olarak
saklamışlar veya satarak para kazanmışlardı. Ayrıca kamplarda sosyal ve
kültürel faaliyetler hiç eksik olmadı.
3.2.1
Mısır
Esir Kamplarında Türk Esirlerin Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler
Genelkurmay ATASE Arşivinde yer
alan esir ifadelerinden elde edilen bilgilere göre esir subaylar esaret
altındayken boş durmamış ve değişik meşguliyetlerde bulunmuşlardı. Başlıca
iştigalleri arasında dil öğrenme, futbol oynama, denizde yüzme, musiki, idman
ve askerlerin eğitimi gösterilebilir.[212]
120. Alay Kumandanı yarbayın Mart 1917 tarihli ifadesinde kamplardaki sosyal
faaliyetlerin nasıl işlediğine yönelik bilgiler yer almaktadır. Kamplarda
futbol, jimnastik, tiyatro, sinema, dans gibi oyunlar icra edilmişti. Ara sıra
olmak şartıyla fazla miktarda olmayan kumarlar da oynandı. Lisan derslerine
devam edenler esirler de olmuştu. Yine de Hindistan esir kampları ile
kıyaslandığında buradaki eğitim, kültür, sosyal, spor ve dini faaliyetlerin
daha az olduğu görülmektedir. Bunun sebepleri olarak Hindistan kamplarına göre
kamp şartlarının daha ağır olması, esirlerin yiyecek, içecek ve giyecek gibi
temel ihtiyaçlarının dahi tam olarak karşılanamaması, iaşelerinin yetersizliği
sebebiyle hastalıkların fazla görülmesi ve Mısır’ın Anadolu’ya yakın olması
sebebiyle esirlerin kaçma ihtimaline karşı çok sıkı kontrol altında tutulmaları
söylenebilir.[213]
3.2.2
Fırka Kumandanı bir albay, 8 Mart 1917 tarihli
ifadesinde, İngilizlerin kampta eğitim, kültür ve eğlence işlerinde kendilerine
her türlü kolaylığı sağladığından bahsetmektedir. Büyük bir özenle muhafaza
edilen ve bazen disiplinin aşırıya kaçmasıyla can sıkıcı bir dereceye varan
baskıcı kamp düzeni istisna edilirse yönetimin müsaade ettiği ölçüde esirlerin
dinlenebildiği yerler camiler olmuştu. Subayların şahsi meşguliyetlerine hiçbir
zaman engel olunmamış ve hatta kolaylık sağlanmıştı. Seydi Beşir subay ve er
ordugâhlarında her türlü eğitim faaliyetleri serbestçe yapılabilmiş, sinema ve
tiyatro gibi eğlenceler de ekseriyetle kamp yönetiminin yardımıyla esirlerin
hizmetine sunulmuştu.[214]
Esaretten dönen askerlik şubesi
memuru Yüzbaşı Sadık Efendi esarette yaşadıkları anlatırken kampta camii ve
gazinosunun bulunduğundan bahsetmektedir.[215]
Cidde Hastanesinde doktorken esir düşen bir binbaşı 1917 ortalarında subayların
istekleri sonucu her karargâhta bir gazino açılmasına karar verildiğini
söylemişti[216]
Ahmed Altınay’ın anlattıklarına
göre kampta sık sık konferanslar, sergiler düzenlenmekte ve fotoğraf çektirme
imkânları bulunuyordu. İngilizler esirleri ara sıra gezmeğe deniz kıyısına
göndermekteydi. Sosyal faaliyet olarak B kampında güreş müsabakası
gerçekleştirilmişti.[217]
Cemil Zeki Bey de hatıratınca her kampta olduğu gibi bu kampta da gazino ve
tiyatronun olduğunu ve aktif olarak işlediğini not düşmüştü.[218]
Her ne kadar esirlerin
kamplardaki hayatlarından pek bir şikâyetleri olmasa ve yemeleri içmeleri
konusunda bir sıkıntı yaşamasalar da esaret günleri esirler için pek de kolay
geçmedi. Yaklaşık 1,5 sene Kuveysna kampında esaret hayatı yaşadıktan sonra
Seydi Beşir esir kampına nakledilen ve 6 ay da burada yaşamaya mahkûm edilen
Hasan Fehmi Efendi’nin yaklaşık 2 yıllık esaret hayatı kendi üzerinde çok menfi
tesirler yapmıştı. Osmanlı ordusuna mensup subayların şahsi, askeri terbiye ve
karakterlerini göstermeleri açısından kamp kötü tecrübelerin yaşandığı bir yer
olmuştu. Öyle iğrenç ve çirkin hadise ve vakalar ile karşılaşmıştır ki bunların
subaylar tarafından yapılabileceğini asla düşünmemişti. Tüm subaylar
soğukkanlılığını yitirmiş, yerini ümitsizlik ve yeis kaplamıştı. Anadolu’da
Millî Mücadelenin başladığını duyan subayların büyük çoğunluğu kurtuluş
mücadelesini yeni bir macera ve çapulculuk olarak görüyordu. Hasan Remzi,
subaylar ve özelliklede erler arasında ahlaksızlık hat safhaya ulaştığını
söylemişti. Erler subaylara karşı hasım olarak bakmaktaydı. Bu durumun devam
etmemesi için geri kalan subaylar İngilizlere müracaat ederek kampta eğitim ve
kültür seferberliği başlattılar. Her ne kadar durum ümitsiz de olsa ileride
yine vatana hizmet edecek bu kişilerdi. Vatanlarının geleceği için erlere okuma
yazma kursları açılmış ve tatlı sert okuma yazma öğretilmişti. Özellikle
kurslarda propagandaya önem verildi. %95 oranında okuma kurslarında başarı
kazanıldı.[219]
Yüzbaşı Rahmi Apak da albay, yarbay
ve binbaşı rütbesindeki esir Türk subaylarının barakalarına çekildiğini ve
hiçbir işe karışmadan barışı beklediklerini anılarında yazmaktadır. Daha alt
rütbedeki esir subay ve erlerin kampta kültür işleri ile meşgul olduğu ise ayrı
bir gerçekti. Kampta 400 kadar er vardı. Bunlar için bir okuma yazma ve yurt
bilgisi kursu açmıştı. Öğretmen meslekli yedek subaylar okuma yazma
seferberliği için kullanıldı.[220]
Emin Çöl anılarında 10.000’den fazla esir içinde okuma yazma oranının yaklaşık
%30 olduğunu söylemektedir. Okuma yazma bilenlerin bir kısmı ise medrese
tahsili görmüştü.[221]
Maadi kampında esirlerin birçoğunun esaret günlerini, arkadaşlarının yardımıyla
okuma-yazma öğrenerek geçirdiği Kızılhaç raporlarına da yansımıştır.[222]
Esirlerin esarette sosyal faaliyetler
için çok vakitleri olmuştu. Buna rağmen esirlerin çoğu günleri bomboş
geçirmekte ve can sıkıntısı içinde gönderilecekleri günü beklemekteydi.
İşsizlikten sürekli hayal kurmaktaydılar. Buna rağmen Fransızca öğrenmeye
başlayan esirler de olmuştu. Bazı esirler boş boş durmaktan ise roman alıp
okumaya başlamıştı. Bazen de esirler boş vakitlerini müzik dinlemekle
geçiriyordu. Kemani Mustafa’nın nefretle çaldığı çalgıyı esirler bir araya
gelerek dinlemişlerdi. Kurslara devam edenlere diplomaları tören ile verildi.
Esirler çoğu zaman hatıra defterine şiir ve hesap işlerini yazmışlardı. Esirler
arasında gençliğinin bu kamplarda geçeceğini düşünenlerin sayısı az değildi. Bu
durum esirlerin ders çalışmasını da engellemektaydi. Ayrıca evlerine giden
arkadaşlarından sonra kampta büyük bir rahatsızlık hissediliyordu.[223]
Yapacak hiçbir şeyi olmayan esir
için kamp hayatı çok monotondu. Seydi Beşir Kuveysna esir kampına ilk başlarda
gazete sokulmamıştı. Hatta kampta hizmet eden Araplar ile konuşmak dahi
yasaktı. Kampta iş yokluğundan bunalan esirlerden bazıları futbol takımı
kurdular, bazıları teneke ile tempo tutarak dans kursları açtılar, bazıları da
güreş müsabakaları düzenlediler. Ayrıca kampta musiki, askerlik ve lisan
dersleri gibi çeşitli aktiviteler başlatıldı. Askerlik, Almanca ve Fransızca
gibi kurslarda en çok hizmeti geçenlerden birisi kamp komutanı Kurmay Yüzbaşı
Ekrem Bey oldu. Bu tür aktiviteler her kampta ayrı ayrı düzenlendi.[224]
Emin Çöl hatıratında her kampta
birkaç kahvehane olduğunu söylemektedir. Kültürel işler tamamen serbest olup
subaylar müzik, dil, edebiyat, tercüme, resim, tarih, coğrafya, geometri,
konferans ve temsil ile uğraşmaktaydılar. Ayrıca esirler tombala, iskambil,
tavla, satranç, dama, domino ile eğlenmişlerdi. Kamplar arasında benzerlik olsa
da tüm kampların şartları aynı değildi. Emin Çöl başka bir kampa nakli
yapıldığında bambaşka bir ortam görmüştü. En son kaldığı kampta ud, keman gibi
müzik aletleri ile Türkçe, İngilizce ve Almanca çalışma imkânı bulmuştu.[225]
Hüseyin Mümtaz’a göre de esirler
için ilk başlarda hayat zor olsa da zamanla esaretin zor şartlarına
alışılmıştı. Kamplarda voleybol ve futbol takımları kurulmuş ve kendi
aralarında esirler maçlar yapmaya başlamıştı. Ara sıra denize girmelerine de
izin verilmişti. Subayların nezaretinde açılan dil kursları kamplarda
gerçekleştirilen diğer aktivitelerdi.[226]
Mısır kamplarına dair Kızılhaç
heyeti tarafından hazırlanan raporda da kampta her türlü aktivitenin
yapılabildiğini gösteren bilgiler mevcuttu. Heyet raporuna göre bu kampta kırk
kadar müzik aleti vardı. Ayrıca subaylar için bir piyano kiralanmıştı. Esirler
futbol ve tenis oynayabilmekteydiler. Ayrıca kâğıt oyunları, tavla, satranç da
oynadıkları diğer oyunlar arasındaydı. Esirlerin en çok ilgi gösterdikleri eğlence
bu tür oyunlardı. Subayların çoğu okumakla meşguldü.[227]
Seydi Beşir kampında
gerçekleştirilen eğitim, kültür, sanat ve spor faaliyetlerine bakıldığında ilk
akla gelen tiyatroydu. Kütüphanede faaliyet gösterecek bir tiyatro kurmaya
karar veren Türk esirler kamp komutanını ve İngilizleri şaşkına çevirmişti. İlk
önce çok şaşıran ve hayret gösteren İskoçyalı kamp komutanı daha sonra
tiyatronun faaliyete geçtiğini görünce takdirlerini esirlere bildirdi. Her
tiyatro gösterisi o kadar ilgi gördü ki İngiliz subaylar her gösteride oyunları
en önde izlediler ve oyun bitiminde beğenilerini belirttiler. İngiliz askerler
Türkleri sadece savaşçı bir millet olarak bildiklerini, Türklerin sosyal
hayatta da çok yetenekli olduklarını övgü dolu sözlerle ifade etmişlerdi. Esirler
burada kaldıkları sürece esaretin acı hatıralarını bir nebze olsa da
hafifletmek için İstanbul’da Ramazan ayında direkler arasında gösterilen meşhur
Manayan’ın dramlarını, Kel Hasan’ın komiklikleri, İsmail ve Hamdi’nin orta
oyunları ve hatta Romeo Juliet piyesini başarı ile temsil ettiler.[228]
Cem Sultan’ın temsili kampta gösterilmiş ve bu gösterime gözleri görmeyen
Emin Çöl bir arkadaşı ile beraber gitmişti. Gösterime çoğu zaman olduğu gibi
İngilizler de katılmıştı.[229]
Geceleri gösterilmiş olan bir diğer oyun III. Selim Piyesi olup isteyen herkes
bu oyunlara katılabiliyordu.[230]
Emin Çöl kampta tiyatro için ayrı bir koğuş ayrıldığını, dekoru ve makyajı
dahil olmak üzere her malzemenin mevcut olduğunu söylemektedir.[231]
Bu kampın tiyatro bakımından bir özelliği de Heyet-i Temsiliye adında tiyatro
kurmaları ve çok güzel piyesler sahneye koymalarıydı. Ayrıca bu kişiler diğer
kamplardaki askerlere de okuma yazma öğretmişlerdi.[232]
Ubeydullah Efendi tiyatro
faaliyetleri için kullanılan kulüp hakkında anılarında önemli detay vermişti.
Karargâhın sonunda güneyde müstakil zemin üzerinde inşa edilmiş üç adet baraka
vardı ve ortadaki bakara kulüp olarak adlandırılmıştı. Burası kahvehane olarak
kullanılan bir yerdi. Kulüp olarak kullanılan yerin güneyinde kulüp idaresinin yardımıyla
bir sahne ve perde yapıldı. Herkes kulübe aylık abone bedeli adıyla bir miktar
para vermekteydi. Ayrıca kahve ve çay satmaktan başka dükkânların kiralarından
da bir miktar alınmaktaydı. Buradan toplanan paralarla sahne ve perde için
kereste, malzeme ve doğramacılık işleri yaptırıldı. Bu gelirlerin dışında bazı
yardımlar da olmuştu. Perde, sahne, dekor, resimler dâhil yapılan tüm işler
esirlerin elinden çıkıyordu. Bu arada oyuncu bir grup da oluşturuldu. 3 hafta
gibi kısa sürede perde hazırlanmış ve haftada 3 defa gösteri yapılmıştı. Namık
Kemal’e ait Gülnihal oynanan oyunlar arasındaydı. Kadın rolünü ise zenne alarak
adlandırılan erkekler oynuyordu. Burada ara sıra konferanslar verilmiş ve
manzumlar okunmuştu.[233]
Koğuşlarda dini eğitim vesilesiyle gizli konferanslar düzenlenmiş ve bu
konferanslarda esirlere bağımsızlık ruhu verilmeye çalışılmıştı.[234]
Seydi Besir kampında düzenlenen
konferanslar esirlerin günlerini verimli geçirme açısından son derece
önemliydi. Yüzlerce esir arasında gerek ehliyetli muvazzaf subaylar gerekse
doktor ve tahsilli yüksek ihtiyat subayları mevcuttu. Askeri, sağlık kuralları,
ve fenni mevzular üzerine faydalı konferanslar verebilecek çok sayıda kişi
vardı. Bu işe yetkin kişiler sıhhi, kaçınılması gerekli sağlıkla ilgili zararlı
alışkanlıklar, elektrik, telgraf ve telefon hakkında fenni bilgilerin yanı sıra
çocukların eğitim metotları üzerine ilmi konferanslar vererek bilgilerini tüm
esirlerin yararına sundular.[235]
Seydi Beşir kampında piyes oynama
ve tiyatronun yanı sıra şiir, hikâye ve baştan geçen olayları yazmak da
serbestti. Tarikatçılık hatta dini ayinler yapmak bile mümkündü.[236]
Bazı esirler de kendi bildikleri pek de mükemmel olmayan temsillerini,
monologlarını ve kaşmerliklerini yani soytarılık yeteneklerini gösterdiler.[237]
Bu kampta tiyatro kadar ilgi
gören bir diğer etkinlik musikiydi. Sabah akşam aynı eşyayı, aynı kimseleri,
aynı yer ve simaları gören esirlerin büyük bir bölümü katılaşmış ruhlarına
biraz şifa olur ümidiyle musikiye başlamıştı. Ud, keman, kanun, mandolin aynı
derecede rağbete görmüş çalgılardı. Esarette her konuda bilenlerin bilmeyenlere
öğrettiği gibi müzik bilgisi olanlar da olmayana öğretmişti. Alafranga musiki
için notalar İskenderiye’den getirtildi. Musikinin birkaç kişiden oluşan bir
erkânının gayretleri sayesinde önce İstanbul’dan bazı fasıllar getirilmiş, bu
fasıllardan birçok parçalar ortaya çıkmış, parçalar nihayet son şeklini
almıştı. Müzik bilenler gelen notaları birer birer düzeltip esirlere sunmuştu.
Gayet ciddi ve kıymetli bir musiki heyeti kurmayı başaran musiki erkânı esaret
hayatında sosyal faaliyetlerin en faal bir unsuru olmuş ve tüm esirlerin
saygısını kazanmıştı. Bir kemani, bir kanuni, birkaç udi, bir mandolinci ve çok
sayıda hanendeden oluşan bu musiki heyeti hemen hemen aralıksız her gün bir
araya gelerek konser vermek üzere çalışmıştı. Musikişinaslar yalnız hazır
besteleri çalarak icra etmediler, özellikle esaret muhitinin tesiri altında çok
güzel marşlar ve parçalar bestelediler. ‘Esaret’ ve ‘Şehitler’ marşları bu
bestelere en güzel örneklerdi. Bayramlarda bütün karargâh bir araya gelerek
konser yerinde şehitleri anmak için ‘Şehitler’ marşını çalındığı zaman tüm
esirler kalben bu marşı dinleyerek onlara hürmetlerini sundu. Esaret Marşı’nı
dinledikleri zaman da esirlerde hazin hisler oluşmuştu. Burada marşlar bir zevk
unsuru değil ruhları teskin eden ulvi bir esintiydi. Musiki heyeti üyeleri
baştanbaşa uyumlu elbiseleri ve süslü sehpalarıyla esirlerin ortasında bulunup
hep birden ahenkli bir tarzda icraya başlarlar ve musikiyi dinlemeye gelen
İngiliz karargâh kumandanlarına karşı bir milli gurur hissederlerdi. Burada
kurulan ilk ana musiki heyetinden sonra başka heyetler de ortaya çıkmış ve
Seydi Beşir karargâhında muhtelif gruplar tarafından gerek alaturka gerek
alafranga çalanlar çoğalmıştı.1029 [238]
Kampın içinde büyük bir çadır
gazinosu bulunmaktaydı. Gazinoyu Artin adında bir Ermeni esir işletiyordu.
Öğleden sonra esirler gazinoda toplanmış ve İhsan Bey adında esir subayı
piyanoda bir şeyler çalarken Artin Efendi de isteyenlere dans öğretmişti.
Kaybedecek bir şeyi olmayan esirler kendilerini dansa vermiş gibi
görünmekteydi. Öğretilen danslar arasında o günlerde moda olan polka, mazurka
ve vals bulunuyordu. Ayrıca Artin Efendi esirlere toplu olarak kadril
yaptırmıştı. Gerçekte kimyacı olan Artin Efendi esaret sonrası İstanbul Taksim
Küçük Parmakkapı’da bir yer tutup komisyonculuk yapmaya başladı.[239]
Kampta Türk musikisi ve şarkıları
esirlerin en hoşuna giden kurslardı. İbrahim Sorguç da bu musiki kurslarına
devam etmiş esirler arasında olduğunu anılarında söylemektedir.[240]
Evlerine dönme ümidi kalmayan esirler kendilerini bir meşgaleye vermişlerdi.
Necmi Seren de kendisini müziğe veren esirlerden birisiydi. Necmi Seren hangi
kampa gitti ise adı piyaniste çıkmıştı. Her geçen gün repertuarını genişletti.
Bir süre sonra gelen istek üzerine kampa bir piyano getirtilmiş, sabahtan
kampta piyano çalmış, öğleden sonra isteyenlere piyona öğretmişti.[241]
Esirler bu kamplarda ayrıca ince saz takımı kurdular ve sesi güzel kimseler
yeteneklerini gösterdiler.[242]
Subayların nezaretinde açılan dil
kursları esir kamplarda gerçekleştirilen diğer aktivitelerdi. Seydi Beşir
kampında Goben Breslau’un (Yavuz ve Midilli) esir alınan subayları da
bulunuyordu. Esirler arasında bulunan Tevfik Bey Goben’in çarkçısından Almanca
öğrenmeye başladı. Tevfik Bey buna karşılık olarak Türkçe öğretti.[243]
Subaylar arasında en fazla Almancaya talep olmuş ve kurslarda başarı %10’u
bulmuştu. Alman subaylar da Almanca öğrenmek isteyen Türk subaylara ders
vermeye teşvik edildi.[244]
Esirler arasında Almanca okuyan kişiler de bulunuyordu.[245]
Almancadan en fazla sonra ilgi
gören dil kursu Fransızcaydı. Seydi Beşir dördüncü esir kampının “S”
kısmında Fransızcaya devam eden esir sayısı takriben 30 kişi kadardı. Bu dil
kursları uzun süre devam etti. İbrahim Sorguç ve Necmi Eren Fransızca kursuna
devam eden esirler arasındaydı. İbrahim Sorguç esaretten Antalya’ya döndüğü
vakit, tercümanlık yapacak kadar Fransızca öğrenmişti.[246]
Necmi Seren, Fransızca dersini İngilizlerin sürgün ettiği bir Maltalıdan
almıştı.[247]
Çok iyi eğitim almış, iyi eğitimli bir kişi olmasına rağmen savaşa gitmek
için sınavda boş kâğıt veren Mehmed Rauf[248]
adında pek çok dil bilen bir asker, esir kamplarında bos durmamış,
arkadaşlarına Fransızca ve din dersleri vermişti. Kısa sürede ciddi bir
hastalık geçirdiği için Karaman’a gönderildi.[249]
I. Dünya Savaşı sarasında yedek subay olarak askerlik görevine başlayan Rıza
Eren[250]
önce Filistin’e, oradan Kanal Cephesi’ne gönderilmiş ve bu cephede iken
İngilizlere esir düşmüştü. Seydi Beşir esir kampında bulunduğu sıralar Kamerzade
Hacı Rauf, Öğretmen Ahmed Altınay ve Keklik Ömer Hoca gibi Fransızca
öğrenmişti.[251]
İkdam gazetesinde anılarını yazan
bir esir kampta Fransızca öğrenmenin ne kadar önemli olduğunu anlatırken kampın
şartlarının çok uygun olduğundan da bahsetmektedir. Yazara göre bir defa esaret
kampına düşüldükten yani o karanlık, dar, uzun ve sonu belirsiz dehlizlere
atıldıktan sonra vaktin kıymetini, beşerin kadrini, mütalaanın lezzetini
hakkıyla takdir edenler kendilerine göre faydalı birer meşguliyet bulmadan uzak
durmamıştı. Böyle hareketsiz bir hayatta ilk önce hatıra gelecek şey bir konu
hakkında araştırma yapma ve yeni bir şeyler öğrenmekti. Esirler esarette buna
canı gönülden sarılmış ve bu suretle vakitlerini imkânları ölçüsünde heba
etmekten korumaya çalışmış ve gençlerin büyük bir bölümü Fransızca tahsiline
ehemmiyet vermişti. Bu lisanı öğretmensiz ilerletmek gücünde olanlar
İskenderiye’den gazete satıcısı vasıtasıyla sipariş edip getirtebildikleri
kitaplarla sözlükler arasında; öğretmene ihtiyacı olanlar ise arkadaşlarından
bu vazifeyi görebileceklerin rehberliği ve yardımı sayesinde günlerinin mühim
bir kısmını lisan öğrenmeye ayırmıştı. Karargâhın her kısmında ders verebilecek
öğretmenlerin idaresi altında muhtelif dershaneler açıldı. Fransızca öğrenmek
kampta bir zaman o kadar yaygın gelmişti ki bir defa dershaneye gidip kaydolmak
zorunlu olmuştu. Vaktin fazlalığı ve istekli öğretmenlerin mevcudiyeti, ciddi
bir şekilde çalışan esirlere Fransızcayı iyi bir şekilde öğretme imkanı verdi.
Esarette bir iki sene çalışmanın semeresi olarak İstanbul’da bazı müesseselerde
mütercimlik yapan kişiler çıktı. Bu kendileri için güzel bir semere gayreti ve
vaktini boş geçirenler için de hakiki üzüntü sebebi oldu. Fransızca rağbet
gençlerle sınırlı olmamıştı. Yaşı dolgun subaylar ve üst rütbeli komutanlar da
lisan öğrenmek veya geliştirmek için epeyce zamanlarını sarf ettiler. Özetle
esaret birçok esirin Fransızca öğrenmelerine vesile olmuştu.[252]
Esirlerin haliyle İngilizlere
karşı bir tepkisi vardı. Bu sebeple esirler arasında İngilizce öğrenmeye rağbet
eden pek bulunmadı.[253]
Rahmi Apak da esirler arasında İngiliz düşmanlığından dolayı İngilizce öğrenmek
isteyen esirlerin pek olmadığını söylemişti.[254]
Buna rağmen esirlerin ifadelerinde ve esirler tarafından yazılan hatıratlarda
İngilizceye heves eden esirlerin de olduğunu görülmektedir. Seydi Beşir
kampında kalan bir esir, ifadesinde İngilizce öğrenmeye 40 kadar kişiyle
başladığını fakat heveslerinin çabuk geçtiğini söylemişti.[255]
Fransızcadan başka esirler
arasında İngilizceyi öğrenenler olduğunu İkdam gazetesinde isimsiz anılarını
yazan esir de söylemektedir. Çanakkale ve ilk Kanal Muharebesi’nde esir düşüp
ilk başta Kahire’ye getirilen esir subaylar orada kaldıkları beş altı ay zaman
zarfında dışarıya İngiliz nöbetçilerin nezareti altında çıkabilmişlerdi. Bundan
istifade ederek esirler arasından birkaç kişi İngilizceyi az çok öğrenmiş ve
bilahare bazıları bilgilerini geliştirmişlerdi. Esaret hatırası olarak
İngilizceyi öğrenenlerden bazıları esaret sonrası tercümanlık ve mütercimlik
yaptılar.[256]
Esirlerin kampın boş alanlarında
gezebilecekleri geniş olanları mevcuttu.[257]
Buna rağmen esirlerin çoğu vaktini boş geçiriyordu. Kampta izci ve
futbolcular da vardı. Seydi Beşir kampında her gün ikindi vaktinde karargâhın
kuzeyinde bulunan sahada futbol oynanıyordu. Haftada iki gün de diğer
karargâhtaki esirler ile futbol oynanırdı.[258]
Futbol takımları, genç esirlerin
kanını sağlam, pazusunu ve bacağını kuvvetli olarak muhafaza eden aktivitelerin
başında geliyordu. Hemen her gün öğleden sonra karargâh dâhilindeki meydanda
futbolcular talimler yaparak oyunda kendilerini kanıtlamak istiyorlardı. Kampta
kazanılan futbol becerisi çok önemliydi. Seydi Beşir esir kampında yer sırf
kumdan ibaret olup pek yorucuydu. Futbol ile beraber koşma idmanı da yapılırdı.
Karargâhın muhtelif kısımları, kapıların açıldığı günler futbol ve idman müsabakalarına
tahsis ediliyordu. Müsabaka meydanın etrafı seyircilerle dolu olurdu.
Müsabakalar pek ciddi ve hararetli olduğundan üst rütbedeki kumandanlar da
onları seyretmeye gelirdi. Futbol idmanları erler arasında da gerçekleştirildi.
Bu kulüplerin sıhhat açısından da gençlere faydası oluyordu. Bayram günleri
karargâhlarda öğleden sonra futbol idman kulüplerinin ve musiki heyetlerinin
birleşmesiyle tertip edilen müsamereler muhteşem bir görüntü oluşturuyordu.
Almanlar ile Türkler arasında da sık sık müsabakalar düzenlenirdi.[259]
Esirlerin arasında yağlı boya
resim yapan çok önemli sanat erbabı da bulunuyordu. Seydi Beşir kampında iki üç
esir vardı ki fırçalarından çıkan eserler pek mükemmeldi. Onların yaptıklarını
görmek için odalarına hücum eden pek çok esir çıkmıştı. Futbol ve idman
müsabakası birinciliği kazananlara mükâfat olarak verilen bu tablolar büyük bir
sevinçle alınıp saklanırdı. Yağlı boya resim dışında sulu boya resimle uğraşan
esirler de vardı.[260]
Esirlerin kamplarda yaptıkları
bunlarla sınırlı değildi. Koğuşların orta yerinde çamurdan taban yapılmış ve
üzeri de çeşitli boyalarla boyanmıştı. Kireç ve alçıdan Çanakkale Boğazı’nın
kabartması yapılarak 18 Mart saldırısı canlandırılmıştı. Yapılan canlandırmada
toplar ateş diyor, komutanlar dürbünle gözetliyor, düşmanın savaş gemileri yan
yatıyordu. Bazıları da tepe taklak devrilmişti. Bu yapılanlar da İngilizlerin
ilgisini çekti. Ayrıca bazı koğuşlarda havuz yapılmış su rengi içinde balıklar
tasvir edilmişti. Tüm bu yapılanlar da eldeki kısıtlı araç gereçlerle
gerçekleştirildi.[261]
Esaretin ortaya çıkardığı
ihtiyaçlardan birisi de fotoğrafçılıktı. Seydi Beşir kampında başlangıçta
yalnız bir yedek subay bu sanata vakıftı ve herkes resmini çektirmek için ona
başvuruyordu. Daha sonra başka esirler de bu işe girdi. Esarette tek başına ve
birlikte birçok esir fotoğraf çektirmiş, o ibret verici günlerin acı bir
hatırası olarak büyük bir dikkatle saklamıştı. Bu fotoğraflar sayesinde
esaretteki esirlerin hali, tel örgü muhiti, gazino, bayram toplantıları, futbol,
musiki ve sair törenler günümüze kadar ulaştı.[262]
Seydi Beşir esir kampında sosyal
faaliyetler arasında sinema izlemek mümkündü. Haziran 1918’de tüm karargâh için
bir sinema makinesi temin edilmişti. Makinenin elektrik motoru veya başka
parçaları ara sıra çalışmıyor denilerek esirlerin kullanılmasına izin verilmese
de esirlerin boş zamanlarını değerlendirmelerinde de önemli bir eğlence aracı
olmuştu.[263]
Bu amaçla kampın B bloğunda bir çadır, tahtalar konularak sinema haline
getirildi. Bu sinemada seri halinde haftalarca süren macera filmleri
gösterildi. Esirlerin en çok sevdiği aktör Castro rolünde Warner Oland’dı.
Macera filmlerin yanı sıra duygusal filmler de oynatılmıştı. Esirler filmlerde
oynayan kadın ve erkek sanatçıların fotoğraflarını ceplerinde taşıyordu.
Filmler İngilizce altyazı ile gösterilmekte olup iyi derece İngilizce bilen bir
esir yüksek sesle Türkçeye çeviriyordu.[264]
Bazı esirler de kampta boş
vakitlerini başka türlü değerlendirmiş ve çeşitli renkli boncuklardan yılan,
kaplumbağa, yengeç gibi el işleri örüp İngilizlere satmışlardı. Medrese mezunu
bazı mutaassıp esirler ise bunlara günah deyip vazgeçirmeye çalıştı.[265]
Mısır Hava Birliklerinden Avustralyalı bir subayın, Türk esirlerin sanatla
ilgili önemli bir hatırası basına yansımıştı. Kahire’deki Türk esirlerin
arasında boncuk işlemede yeteneği olan bir adam, bir kobranın tam kopyasını
çıkarmıştı. Avustralyalı subay bir tane de kendi akrabalarına göndermek için
Türk esirine aynısını yaptırmıştı.[266]
Esir subaylar arasında değişik
meslek ve sanat dallarından anlayanların açtığı kurslar arasında el sanatlarına
yönelik olanlar da vardı. Yapacak bir şeyi olmayan esirler arzu ettiği kurslara
devam ediyordu.[267]
Sanat tahsili hususunda zaman harcanmış ise de kamp yönetimince bazı mahsurlar
görüldüğünden önemli bir başarı sağlanamadı.[268]
Subaylar kendi aralarında kampta
bir kütüphane kurmak istemişler ve bunu kamp komutanına söylemek için Ermeni
tercüman ile komutanın yanına çıkmışlar ve durumu bildirmişlerdi. Kamp komutanı
ilk önce Türkler ne anlar kütüphaneden diyerek reddetmiş, esirlerin ısrarını
görünce kabul etmek zorunda kalmış ve kütüphane işlemeye başlamıştı. Artık
subaylar, birbirleri ile sohbet edebilecekleri bir yere kavuşmuştu.[269]
Ubeydullah Efendi’nin hatıratında
anlattığına göre Seydi Beşir karargâhları arasındaki tel örgüler arasında bir
sokak vardı ve bu bölüme her gün Arapça, Farsça, İngilizce, Mısır ve
İskenderiye gazeteleri gelirdi. İsteyen esirler istedikleri kitabı kampa
getirtebiliyordu. Gazetelerin önemli haberleriyle ajans telgrafları her gün
düzenli olarak Türkçeye çevrilir, kulüp duvarına asılır ve esirler bu şekilde
haberleri öğrenirdi.[270]
Esarette yemekten, sigaradan,
kahveden, paradan, her şeyden daha kıymetli olan şey gazetelerdi. Esirler
karargâha ilk geldiklerinde yalnız İskenderiye’de çıkan bir Fransızca gazete
ile Kahire’de yayınlanan birkaç Arapça gazetenin kampa girmesine müsaade
edilmişti. Dil bilen esirler bu gazeteleri kapıya kadar getiren görevlilerden
alarak okurlar ve en mühim haberleri arkadaşlarına söylerlerdi. Görevli
karargâha yaklaşırken ‘gazete’ diye bağırmasını işiten okuyucuların nasıl bir
acelecilikle koşarak görevlinin elinden gazeteleri kaptıklarını seyretmek bazı
esirler için eğlenceliydi. Bütün bu okuyucular gazetelerini okumak üzerine
sabredip odalarına gidemiyorlardı. Tek kolda gözleri yazılara sabitlenmiş bir
halde karıncavari adımlarla pavyonlara doğru geliyorlardı. Haber almak üzere
gelenler de onların sağ ve sol taraflarını çevirmiş bulunuyordu. Gazetelerin
sabah ilk kampa gelişi esirlerin ruh hali üzerinde önemli bir etki
gösteriyordu. Kamplarda günlerini geçirmiş bir esir esaret sonrası İkdam
gazetesinde, gazetenin esirler için ne ifade ettiğini şöyle ifade etmişti:
“İlk
defa gözümüzü açtığımızda bize o sevimli saf, çehre-i ihtişamını (Muhteşem çehresini)
gösteren, sahavetimizdeki (çocukluğumuzdaki) kaygısız ve endişesiz günlerimizde
bizi sine-i şefkatine basıp barındıran, bilahare yavaş yavaş muhtelif düşünce
ve emellerimizin muhd-i feyzasını teşkil eden (nurlu muhitini oluşturan), en
sonra da kendisi için ulu bir vazife olarak kan ve canımızı dest-i kadere
(kaderin eline) terk ederken bize o yaralı fakat ulvi ruhuyla .................................................. muazzez
yurdumuz hakkında münteşir
(yayınlanan) sabah haberleri her şeyden tekaddüm eden (öncelikli) bir ihtiyac-ı
müdhiş idi (müthiş bir ihtiyaçtı).
[271]
İkdam gazetesinde isimsiz yazılan
hatıratta anlatıldığına göre esaret günleri uzadıkça insan ruhunun kararsızlığı
ve asabiyeti daha da artmıştı. Esirlerin yüzlerine tabiatıyla bir ağırbaşlılık
ve vakar gelmişti. Tabidir ki vatan arzusu o nispette fazlalaşmış ve sonuçta
gazete okuma merakı iki misline çıkmıştı. Her geçen gün sürekli ve düzenli
haber almak ihtiyacı artmaktaydı. Yavaş yavaş karargâhın mevcudu arttıkça
yapılan toplantılarda bir teşebbüs olmak üzere açılan gazinoya gazete haberlerinin
tercüme edilip astırılması fikri ortaya sürüldü. Bu hususta lisan bilen esirler
bu işi gönüllü kabul etmişti. Kararın verilmesi ile birlikte matbuatın tercüme
edilen haberleri her sabah gazinoya getirilerek asılmış ve esirlerin okumaları
için dikkatlerine sunulmuştu.[272]
Gittikçe tercüme heyeti
güçlendirmiş, haberleri düzenli olarak ve hızlı bir biçimde esirlere sunmaya
muvaffak olunmuştu. İlk başta yalnız yerel gazeteler kampa gelirken daha sonra
‘Tan ve Times’ gibi Avrupa’nın en mühim basın organları da düzenli bir şekilde
getirildi. Artık bir Fransızca, bir İngilizce ve bir Arapça mütercimi, her
sabah gazetelerin kampa gelmesinin ardından kâtip vazifesi gören birçok esirle
birlikte masaları başına geçerek günlük haberleri büyük bir ehemmiyet ve
ciddiyet dairesinde ve de son derece süratli bir surette Türkçeye çevirirlerdi.[273]
Haberlerin tercümeden
bahsedilince akla gelen ilk konu tercümelerdeki sansür meselesidir. Yazar
haberlerin tercümesinde bir engelleme olup olmadığına ve esirlere bu konuda tam
bir özgürlük verilip verilmediğine anılarda ayrıca değinmişti.
Yazar bu konuda kesin konuşmuş ve
sansürün olmadığını belirtmişti. Kampa girişine müsaade edilen gazetelerden
esirler istediği haberi tercüme ve neşirde tamamıyla serbestti. Bu hususta
küçük bir müdahale ve kayıt mevcut değildi. O zamanlar en çok Rus İnkılâbı
haberleri gündemi oluşturuyordu. Bu münasebetle gerek Rusya’da vuku bulan büyük
sosyal ve siyasi gelişmeler ve gerek bu gelişmelerin Fransa ve İngiltere’de
meydana getirdiği Tan ve Times gazetelerinin kaydettiği tesirler iri harflerle
ve dikkat çekici bir şekilde aynen haber olarak duvar gazetelerine yansımıştı.
Kampta bu dönemde gazetecilikten kasıt tercümeye ile sınırla olup ayrıca hiçbir
mütalaa ve fikir yazılmadı.[274]
Mısır’da yayınlanan El-Mukattam,
Ve’l Ahbar ve El-Efkâr gazeteleri kamplara getirilip tercümanlar sayesinde
Türkçeye çevrilerek Mısır’da ve Anadolu’da gerçekleşen Mustafa Kemal’in
başlattığı Millî Mücadele ve Kuva-i Milliye hareketi hakkında müspet makaleler
esirlere okunmuştu. Mısır basınında Anadolu Hareketi’nden olumlu bir şekilde
bahsedilmişti. Ayrıca Mısır’da İngilizlere karşı gerçekleşen bağımsızlık
mücadelesi de gazetelere yansımıştı. Bu tür yazılar Araplar veya Arapça
bilenler tarafından Türkçeye çevrilerek esirlere dağıtılmıştı.[275]
Necmi Seren’in bulunduğu kampın
bitişiğindeki kampta tercümeyle ilgili bir adet vardı. Fransızca gelen gazete
Türkçeye çevrilip gazinolara asılırdı. Necmi Seren’in değimi ile ayak takımı
ise bu haberleri okumak için kamp kamp dolaşıyordu. Haber bülteni hangi kampa
daha önce asılırsa o kampın gazinosu daha kalabalık olurdu. Bu konuda kamplar
arasında ciddi rekabet vardı. A kampında bu işi yapanlar eve gönderilince iş
Necmi Seren’e kalmıştı. Yaptığı bu işten büyük bir mutluluk duymuştu .[276]
Esaret sonrası geri dönen bir
esirin verdiği ifadeye göre ise 1918 ortasına kadar karargâha El-Maktum ile
Labour Egyptienne’den başka ne gazete ve ne de fennî veya içtimai derginin
gelmesine müsaade edilmişti.[277]
Kampta ara sıra Türkçe gazete de
okunuyordu. Esaretin son zamanlarına doğru İkdam gazetesi de kampa gelmişti.
Fransızca kursuna giden esirler Fransızca gazeteleri okuyabilecek seviyeye
gelmişti. Esirler La Bourge gazetesinden Türkiye’de ve dünyada neler oluyor
takip edebiliyordu. Anadolu Hareketi ve İstanbul Hükûmeti arasındaki mücadele
esirler tarafından kampta tartışılmaktaydı.1069 [278]
Damat Ferid Paşa’nın esirler için milletten 1,5 milyon lira alacağını söylemesi
kampta bir diğer gündem konusu oldu. Kabine değişikliği sonrası Talat Paşa ve
Damat Ferid Paşa’ya memleketi düşürdüğü haller yüzünden ağır hakaret
edilmekteydi. Yeni Hükûmet Ali Rıza Paşa tarafından kurulmuştu. Anadolu
Hareketine daha ılımlı bakan bir kabinenin kurulması az da olsa kampta sevince
yol açtı. Bunlardan başka memleketin durumu hakkında gelen haberler özellikle
İzmir’in işgali söylentisi ve ardından işgali esirleri çok üzdü.[279]
Seydi Beşir kampında tüm
esirlerin karargâhlar içinde geçirdikleri hayat şartları hemen birbirinin
aynıydı. Hiçbir meşguliyeti olmayan, sosyal, kültür ve spor faaliyetlerine
katılmayan esirler için yapılacak tek iş arkadaşları ile memleket meseleleri
konuşmaktadı. Sabahleyin kahvaltıdan sonra bir kısım askerler duşa, bir kısım
askerler de deniz banyosuna gitmek için ayrılırdı. Öğleden sonra ise esirler
için diğer karargâhlardan gelen subay arkadaşlarıyla hasbıhâlden ve futbol
oyunu ile lisan öğrenmeden ibaretti.[280]
Erlerin hayatı kampta tüm
zorluklarına rağmen zaman zaman eğlence içinde geçmişti. Türküler, şarkılar,
maniler, destanlar okuyan erler olurdu. Ayrıca esirlerden kimisi başlarından
geçeni, kimisi masal, öykü anlatırdı. Kimisi de hayat hikâyesinden, avdan,
güreşten bahsederek günlerini geçirirdi.[281]
Kampta esirlerin kendi arasında
tartıştıkları tek konu kendi ülkeleri olmamıştır. Mısır’da meydana gelen
ihtilal esirlerin konuştuğu konulardan birisi olmuştu. Esirler arasında
konuşulan bir diğer konu da Türkiye’deki siyasi gelişmeler ve döndükleri
takdirde cepheye gönderilip gönderilmeyecekleriydi.[282]
Maadi kampında oyun ve eğlenceler
bakımından esirlerin hoşlandığı en önemli eğlence, güreşti. Kâğıt ve dominoyu
da zevkle oynamışlardı. Futbol oynamaları teklif edildiyse de bu oyuna ilgi
duyulmadı. Aralarından bazıları, büyük bir ustalıkla mandolin, gitar, ud,
tanbur gibi müzik aletleri yapmıştı. Oyunlar için olmak üzere tüm materyaller
İngiliz yetkililerce ücretsiz olarak verildi. Kamp komutanlığınca gramofon da
satın alındı. Sanatkâr esirler renkli boncuklardan para çantası, el çantası,
kese, kolye, yılan gibi eşya yapmış, bunların bir kısmı Kahire’de satılmıştı.
1.200 esirin bulunduğu bir bölümde bu tür eşyanın satışından 15 günde 2.500
Fransız Frankı gelir elde edildi. Esirlerin kampta spor yapmaları da mümkündü.
Barakaları çevreleyen boş alanlarda gezinti yapmaları da serbestti.[283]
Mısır’daki Amerikan diplomatik
temsilcileri tarafından 1915’de Maadi kampını ziyaret sonrası hazırlanan rapora
göre kampta kalan esirler kendi milletlerine özgü olarak sazlar ve sazendeler
tedarik etmişler ve eğlenceler tertip ederek zamanı hoş geçirmemişlerdi. Sazlar
Mısır’da bulunan dostları tarafından esirlere hediye edilmişti. Esirlere her
gün okumaları için gazeteler veriliyordu. Esirler büyük koğuşta eğlenceler
düzenlerler ve iskambil oynarlardı. Esirlerin bazıları taş oynamakla bazıları
da sigara içmekle vakit geçirmekteydiler.[284]
İngilizler Bilbeis kampında
doğrama ve mobilya, el işi, boncuktan örülmüş kadın çantası, akrepli yılanlı
gibi el işleri ile uğraşan zanaatkâr esirleri 7. tel örgüde topladılar. Ayda
bir vagon dolusu el işi Londra’ya yollandı. Ayrıca esir kampını düzenlemek için
yine esirler arasından boyacı sıvacı ve ressam aranmıştı. Hidayet Özkök bu
mesleğin ustasını olduğunu söylemiş ve yanına bu işlerden anlayan 8 kişi alarak
İngiliz yetkililere müracaat etmişti. Esirlerin bulunduğu tel örgülerin zemini
ince kumdu. Esir karargâhının etrafı meşale gibi karpit (asetilen gazı
çıkarmakta kullanılan, karbonla kalsiyum birleşiği madde) lambaları ile
aydınlatılıyordu. Kampın düzenlenmesinde yanmış karpitler kireç halinde harç
yapımında kullanıldı. Hidayet Özkök’e yardım edenlerden birisi Eskişehirli
telsiz muharebe memuru Saim Efendi’ydi. Bu kişi güzel oymacılık biliyordu.
Esirlere kampı düzenlemek için kalem, fırça ve 18 farklı renkte ressam boyası
verilmişti. Bu aletler ile heykeller, armalar ve halı desenleri, tren
katarları, gibi düzenlemeler yapıldı. Bu kişilerin ayrıca kendilerine özel bir
çadırı bulunuyordu. Ayrıca angarya yaptırılmıyordu. Bu esirlerin ekmek tayını
de çift olarak çıkmıştı. 75 kuruş maaş verildi. Maaş nakit olarak verilir,
aybaşında kantinde bedeli kadar istedikleri şeyleri alabilirlerdi. Esirlerin
hünerleri bu kadar olmayıp görülmemiş beceriler sergilediler Mutfağa verilen
odunlardan bağlama, keman, ud gibi müzik aletleri yaptılar ve eğlenceler
düzenlediler. Bu çalgılar için de demircilere oyma kalemleri yaptırıldı.
İngilizler bu yetenekli esirler karşısında hayran kalmış, dışarı çıkamayan
esirlerin bu hünerlerini nasıl gösterdiklerini sorgulamışlardı.[285]
Kamplarda güreş müsabakaları
düzenlenmişti. Pehlivanlar kampta güreşirler ve İngilizler bu müsabakaları
izlerlerdi. İzmirli tiyatrocu Nevzat adındaki genç herkesin ilgisini çeken
tiyatrolar düzenledi. Bu gösterileri de Türklerden çok İngilizler izlemeye
gelirdi. Tiyatro için gereken malzemeler İngiliz tarafından temin edildi.[286]
Heliapolis kampında esirlere spor
için barakalar arasında boş bırakılan alanlar vardı. Burası gezinti için
yeterli görülmüştü. Gezinti için ayrılan saatler içerisinde gezintiye hiçbir
kısıtlama getirilmedi. Kampta müzik ve şarkıya izin vardı. Esirler kampta ud ve
keman gibi müzik aletleri imal ettiler.[287]
Heliapolis kampında bulunan
askerler genelde yüksek okul mezunu kişilerdi. Kamp bir yüksek okul gibi
şubelere ayrıldı ve askerler felsefe, hukuk, İngilizce, Fransızca, Almanca,
Musiki gibi derslere çalıştılar. Kampta Alman subaylarının iştirak ettiği
esirler arasından 45 kişilik bir temsil heyeti seçilmiş, haftada iki defa
tarihi ve dram üzerine müsamere verilmişti. Müsamere günü kampta bulunan tüm
esirler davet ediliyor ve müsamereyi seyretmek üzere kampa geliyorlardı. Ayrıca
İngiliz subayları da bu müsamereleri izlemiş ve hayran kalmıştı. Örneğin 1919
yılı Kurban Bayramı birinci günü kampta düzenlenen müsamere esir karargâh
komutanı İngiliz Kurmay Binbaşı iştirak etmişti. Yalnız kendi katıldığı programda
Selahattin Eyyubi’nin Haçlılara karşı savaşının gösterimini istememişti
Kendisinin katılmadığı başka bir programda temsiline ise onay verdi. Bayramın
birinci günü programa tüm kamplardan yirmi kadar İngiliz subayı ile çavuş,
onbaşı ve erler katıldı. Selahattin
Eyyubi’nin yerine bu defa
Fatih’in İstanbul’u almasına dair müsamere gösterilmişti. Tüm subay ve programa
katılanlar gösterilen oyundan memnun kaldı.[288]
Ras El-Tin kampında da esirler
aralarında müzik grubu oluşturulmuş, tiyatro etkinlikleri düzenlemişti. Bu
etkinlik için sahne hazırlanmıştı. Her akşam bir etkinlik düzenleniyordu.
Kampta piyano ve org bulunmaktaydı. Ayrıca savaştan önce Kahire’de bulunan bir
fotoğrafçı kampın fotoğraf işlerini yürütmüştü.[289]
Bu kampta eksersiz ve spor,
barakalar ve çadırlar arasında kalan bölümlerde yapılabiliyordu. Esirler için
eğlenecek, futbol oynayacak veya yürüyüş yapacak alan mevcuttu. Bir tenis alanı
da vardı. Bunu Osmanlılardan çok Avusturyalı ve Almanlar kullanabiliyordu.
Kampta skittles çok popüler bir oyundu. Eskrim dersi İngiliz subaylar
tarafından öğretildi. Jimnastik dersleri de tüm diğer sporlar gibi isteğe bağlı
olarak verildi. Kampta eşek yarışı, jimnastik müsabakaları gibi atletizm
müsabakaları düzenlenmiş ve ödül verilmişti.[290]
Tel El-Kebir kampında da esirler
boş geçen günlerini değerlendirmek için kampta cami, fıskiye, tiyatro, bando ve
güreş organizasyonları yapmaya karar vermişlerdi. Kampta iki adet fıskiye
yapıldı. İstanbullular tarafından tiyatro tertip edilmiş ve ayrıca esirlerin
parasıyla Celal Bey tarafından Mısır’dan 18 parça bando takımı getirilmişti.
Haftada bir gün tiyatro oynuyor ve Pazar günleri de tüm kamptan yani 35.000
esir arasından seçme pehlivanlar getirilerek güreşler yapılıyordu. Tiyatro ve
güreş organizasyonlarına İngiliz yetkililer de katıldı. Ayrıca kampta futbol
oynayan esirler de mevcuttu. Kamp komutanı esirler arasından 500 kişiyi seçerek
bunlara elbise, potin ve dolak (tozluk yerine bacaklara ayak bileğinden dize
kadar dolanan ensiz ve uzun kumaş parçası) verip idman ve talim yapmalarını
istemişti. Birkaç gün sonra kamp komutanı bando, marş çalarken takım veya manga
kolunda esirlere resmigeçit yaptırmış ve memnun kalmıştı. Bu tür sosyal
faaliyetler her kampta aynı düzende gerçekleşmiyordu.[291]
Filistin Cephesi’nde esir düşen
Ahmed Ercan Tel El-Kebir kampında esirler arasında akşamları eğlenceler
düzenlendiğinden bahsetmişti. Bir kişi yemek tabağını darbuka gibi çalarken
diğeri burnunu tutarak gırnata (klarnet) taklidi yapıyor, bir başkası da
bulduğu bir fistanla orta yerde oynuyordu. Ayrıca tiyatrolar oynanmış ve
kerpiçten heykeller de yapılmıştı. Bu tür faaliyetlerini çekemeyen ve karşı
olan esirler de çıkıyordu. Yahak diye hitap edilen bir kişi de bazen geceleri
kalkıp “Ya Hak diye Ya ibad-ı Müslimin” diye bağırıyordu. Bu kişi bir
gece tiyatro oynanan yere girmiş ve her yeri dağıttığı gibi bütün heykelleri de
kırmıştı. O günden sonra bir daha ne tiyatro oynanmış ve de heykel yapılmıştı.[292]
Kahire Kalesi kampında esirlerin
eğitimi için bir okul açılmıştı. 12 yaşına kadar bütün erkek ve kız çocukları
bu okula gitmek zorundaydı. Bir kadın öğretmen, onlara Türkçe ve Arapça
öğretmişti. Ayrıca bu çocuklara her gün yarım saat İngilizce dersi verildi.
Kültürel faaliyetler açısından kadınlar eğlence için bir istekte bulunmadı.
Günlerini sohbet etmekle ve sigara içmekle geçirdiler. Kampa müzik dinlemek
için de bir gramofon getirildi.[293]
Salihiye karargâhının etrafı
kumlarla kaplı olduğundan çadırların sağ ve sol taraflarında kumdan yapılmış
birçok değişik heykellerin yanı sıra çeşitli binalar, pek çok farklı hayvan
resimleri ve heykelleri yapılmıştı. İsteyen esir yumuşak kumları su ile çamur
haline getirebilir, isterse bir buçuk metre yüksekliğinde bu kum çamurundan
istediği şekli meydana getirebilirdi. Ayrıca çadırların etrafı çiçek bahçeleri,
hayvanat bahçesi, top, tüfek, asker ve komutanların resim ve heykelleriyle
çevriliydi. Bununla beraber esirler tarafından alüminyum mataralardan başka
birçok tütün tabakaları, arma vesaire yapılmıştı. Boncuklardan işleme birçok iş
de yapıldı Türk esirlerinin bu yetenek ve becerilerine İngiliz askerleri hayret
içinde izlediler. Kamp esir kampı değil bir çeşit güzel sanatlar okuluna
dönüşmüştü.[294]
Tura esir kampında önemli bir
şahsiyet olan ve Albay Ragıp Bey’in emriyle subay koğuşunun sorumlusu yapılan
Binbaşı Mehmed Arif (Seyhun) kampta eğitim faaliyetleri kapsamında coğrafya
dersleri verdi.[295]
3.2.3
Hindistan
ve Burma Esir Kamplarında Türk Esirlerin Gündelik Hayatları ve Kültürel
Faaliyetler
Türk subayların kamplardaki
davranış ve tutumu İngiliz yönetimince her zaman takdirle karşılandı.
Ailelerinden haber alamayan subayların pek çoğu tüm dert ve sıkıntılarını
unutabilmek amacıyla günlerini faydalı işler yapmaya çalışarak boş geçirmemeye
gayret ettiler. Subaylar politik olarak bölünmüş durumdaydı. Uzun süren esaret
süresinde moralleri yüksek tutmak çok zordu. Uzun bir tutsaklığın getirdiği
depresyon bozukluklarına karşı tepki vermekte zorlandılar. Subaylar açısında
eksik olan şey beraber kaldıkları rütbesiz askerler ile pek ilgilenmemeleriydi.
Subaylar genelde kamplarda inzivaya çekilmiş ve kendilerini erlerden tecrit
etmişti. Bunda esirlerin esaret psikolojisiyle subayların emirlerini
dinlememeleri de etkili oldu. Özellikle kampta açılan sosyal aktiveleri
desteklemeleri, açılan kurslara ilgi göstermeleri, askerlerin katıldıkları
oyunlara iştirak etmeleri, konferanslara, toplantılara ve derslere destek
vermesi gerekirken burada geri kaldılar.[296]
Kızılay heyeti Sumerpur kampında
kalan Türk esirlerin durumunu anlatırken aynı zamanda esirlerin sefil durumu da
dikkat çekmişlerdi. Türkleri kötü kaliteli üniformalar giymiş, günlerini boş
boş geçiren erkekler olarak tarif ettiler. Yemek zamanlarında, mutfak ve
yemekhanelerin etrafına insanlar üşüşünce biraz hareketlilik gözlenmekteydi. Her
kulübenin etrafında bulunan verandalarda oturan esirler, zar oyunları veya
domino oynamakta ya da Türk kahvesi içip sohbet etmekteydiler. Tartışma
konuları genellikle İngilizce gazetelerdeki haberler, politika veya kamp
dedikodularıydı. Türkler, iyi organize olamamış gruplara bölünmüştü.[297]
Kamplarda yapılan aktivitelere
İngiliz yetkililer tarafından bir engel konulmadı. Sumerpur kampında her türlü
oyuna izin verildi. Doğulular tavla, domino ve kâğıt oyunlarını spora tercih
ettiler. Esirlerin çoğunun okuma yazması yoktu. Sivillerden daha iyi eğitimli
esirler, diğerleri için Kuran ve gazete okuyorlardı.[298]
Bellary kampında sosyal
aktiviteler Türk esir sayısının fazla olması sebebiyle daha fazla ve etkili
olmuştu. Bazı eğitimli subaylar kendilerine verilen günlük İngilizce gazeteleri
ve resimli haftalık dergileri okuyorlardı. Kısa süre içinde Türkçeye çevrilen
Mısır gazetelerinin de kampa geleceği söylenmişti. Bazı esirler Türkçe kitaplar
istediler. Müzik ve şarkı söylemeye izin verilmişti. Domino, dama ve satranç en
popüler oyunlardı. Kamp komutanı futbol için bir saha hazırlamış fakat pek ilgi
olmamıştı.[299]
Bellary kampında iki subay
pavyonu arasındaki meydanlıkta birkaç adet jimnastik aleti bulunmaktaydı.
Burada sabah ve akşam serinliğinde 5-10 subay burada spor yaparlardı. 10-15
subay da çeşitli türde saz ve çalgı aletini ile orada eğlenirlerdi. İlk
zamanlarda iskambil kâğıdı ve tavla gibi oyunların yanı sıra, kumar oynayanlar
görüldü.[300]
Esaretin ilk günlerinde karargâh
komutanlarının, subayların ve hastane doktorlarının bir kısmı, günlük ve
haftalık çeşitli gazeteleri esirlere verirlerdi. Bu uygulama esaret süresince
de kısmen devam etti. Esaretin son döneminde karargâh komutanı 15 günlük Madras
Meil gazetesinin esir kamplarına girmesine onay verdi. Yerine geçen son
karargâh komutanı 4-5 ay süreyle gazeteyi verdikten sonra erlere haber
sızdırıldığını bahane ederek gazeteyi ya sansür ederek gönderdi ya da hiç
göndermedi. Tercümanlar ise Türklere olan düşmanlığıyla Ermeni gazetelerinden
aktardıkları haberleri aktarırlardı. İstanbul’un işgal durumunu, ülkenin zor
günlerini gösteren haberleri gazetelerden alarak kamplara iletirlerdi. Daha
sonraları gazetelerin kampa girmesiyle haberler doğru bir şekilde alınabildi.[301]
Kampta boş vakti çok olan esirler
boş vakitlerini dedikodu ile geçirmek yerine daha faydalı işler ile uğraşarak
geçirdiler. Esirlerin bir kısmı Fransızca çalışmayı münasip görmüştü. Esirler
arasında en yaşlı ve olgun olanı İstanbul
Üniversitesinin eski
müdürlerinden İstihkâm Yedek Subayı Fethi Bey’ydi. Kendisi Galatasaray
Sultanisi mezunu ve Sanayi-i Nefise Mimarlık bölümü son sınıfındaydı. Fırat
Cephesi’nde esir edilen Pertevniyal Lisesi eski müdürlerinden Sorbonne Felsefe
Bölümünden Hüsnü Bey de buradaydı. Boş vakitlerini değerlendirmeye başlayan
esirler Fransızca öğrenmeye karar vermiş ve bir sene içinde Jean Richepin’in
Miarka, Tolstoy’un Füme’si gibi romanları anlar seviyeye gelmişti.[302]
Esirler kendi aralarında günlük
hayatı eğlenceli hale getirmeye çalıştı. Kemani Ömer’in subaylardan talebeleri
vardı. Ud öğrenmek isteyenlere Avni Bey ders veriyor ve şarkılar söyleniyordu.
Ayrıca saz öğrenenler de eksik değildi. Ud, saz gibi enstrümanlar zanaatkârlar
tarafından yapılıyor, keman gibi çalgılar da Kerim ve Memduh mağazalarından
temin ediliyordu. Subaylar arasında Neşet Bey’in notasıyla mandolin çalanlar
oluyor, Razi Bey de kendisinin bambu kamışından yaptığı nısfiyesini üflüyordu.
Bazen kampın sahnesinde esirler konserler veriyor, Şair Faruk ve Şükrü Bey’in
yazdığı eserler istekli bazı gençler tarafından temsil ediliyordu. Bitmek
bilmeyen esaret günlerinin yükünü biraz olsun azaltmak için girişilen bu
teşebbüsler esirlere çok yardım ediyordu.[303]
Muhiddin Bey, kampta Fransızca
kursundan sonra Bakkal Kerim aracılığıyla Grown Rcuder’in birkaç cildini ve
Grossel’in İngilizce-Fransızca sözlüğünü getirtmişti. Kursun başlangıcında
İran’dan göç eden Kıbrıslı ve Bahai reislerinden Suphi Ezel’in torunlarından
tercüman Celal Bey’den dersler almıştı.[304]
Eski esirlerden Binbaşı Celal Bey
İngilizceye çok vakıftı ve Madras’ta çıkan ve kampa gönderilen Madras Times
adlı gazeteden Osmanlı Devleti’ne ait haberleri çeviriyordu. Ajans başlığı
altında el yazısı ile esirler memleketlerinde neler olduğunu öğrenebiliyordu.
Bu iş için hiçbir ücret alınmadı.[305]
Esirlere verilen maaşlar, Hint
parasının ve sterlinin değer kaybı veya yükselmesi sebebiyle değişkenlik
göstermekteydi. Esirler bu durumda sigara içmeye ara veriyorlar ve sigaranın
zararlarından bahsederek birbirlerine tavsiyelerde bulunuyorlardı. Maaşları
arttığı zamanlarda ise “Esaret günlerinde sigara içemeyelim de ne yapalım.”
diyerek sigaraya tekrar başlıyorlardı.[306]
Kamp üst düzey bir general
tarafından teftiş edildiği sırada esirlerden Celal, Hüsnü ve Yusuf Adil Beyler
kampın ihtiyaçlarına yönelik Fransızca bir liste hazırlamışlar ve teftiş
sırasında generale sunmuşlardı. Kısa bir süre sonra her gün iki üç saat
esirlerin Bellary’ye gitmesine ya da kamp etrafında gezinti yapmalarına izin
verildi. Bellary’ye giden esirler değişik ihtiyaçlarını karşılamışlar ve gidip
gelirken de yüksek tropikal ağaçlarda hünerlerini gösteren maymunları izleyerek
eğlenmişlerdi.[307]
Kampta Muhiddin Bey’in
gözlemlerine göre çok sayıda Kayserili ve Niğde Fertekli esir bulunuyordu.
Sığır etini ucuz bulan Kayserililer özellikle çemen olmak üzere gerekli baharatları
da bularak pastırma yapmayı başardılar. Fertekliler ise yeterli miktarda muz
satın almışlar, bundan cibre hazırlamışlardı. İlkel vasıtalarla imbik meydana
getirmişler ve muz rakısı içmişlerdi.[308]
Zor şartlar altında ilkel şartlarda yapılmış içkiyi içmek zorunda kalan
esirler, askeri kalede büyük bir eğlence yapan İngiliz askerlere, sırtlarında
içki taşımak zorunda kalmışlardı.[309]
Askerler müzikli eğlence
düzenleyecekleri zaman hangi pavyon önünde olacağını duvarlara astıkları ilanla
bildiriyorlardı. Akşamdan başlayarak gece yarılarına kadar eğlenceler
sürmekteydi. Burada aşırıya kaçmamak için komutanlar tarafından özellikle
askerler ikaz ediliyordu. Bazen de mektep yararına kurslar düzenlenirdi. 15
Ocak 1920 günü mektep yararına bir toplantı düzenlenmiş, askerlerin karyolaları
oturma düzenine sokulmuş ve birinci sınıf yer 3, ikinci sınıf yer 2, üçüncü
sınıf yer 1 kuruşa satılmıştı. Çay ve kahveler 20 paraya verildi. Akşam ince
saz takımı ile başlamış ardından oyunlar ile devam etmişti. Aydınlılar zeybek
gösterileri ve kadın taklitleri yapmışlardı. Oyunlar arasında ince saz tekrar
sahne almış, hanendeler şarkı ve gazeller okumuştu. Bu eğlenceyi İngiliz, Türk,
Hintli subaylar ile İngiliz erleri izlemiş ve bazı oyunlara da iştirak etmişlerdi.[310]
Tel örgü içinde esnaftan, maaş
alanlardan ve paralı askerlerden para toplanmakta, bu parayla mevlitler
okutulmakta ve hocalara yardım yapılmaktaydı.
Bu tür hayır işlerini öncelikle
çavuşlar organize ediyordu. 5 Mart günü Çanakkale Muharebesi’nin yıl dönümünde
şehitler için mevlit okunmuş, bunun için önceden bir namazgâh yapılmıştı.
Ayrıca gündüzden şerbetler hazırlanmış ve herkes kendi parasıyla lamba feneri
almıştı. Toplamda 250 lamba feneri ile ortalık mevlidin sona erdiği sabah
04.00’e kadar aydınlık hale getirilmişti. Yatsı namazından sonra okunan mevlide
Kazan, Bosna ve Hersek, Rumeli, Mısır, Anadolu, Arabistan, Kafkasya, İran,
Afganistan, Türkistan, Hindistan, Tunus, Trablusgarp, Çin’den; Türk, Tatar,
Arap, Kürt, Gürcü, Laz, Çerkez, Arnavut, Boşnak, Burma, Moğol Müslümanlar
katılmış ve Çanakkale’de şehit düşen askerlere dua edilmişti. Tüm program
İngilizler tarafından da izlenmişti.[311]
Subayların teli ile askerlerin
teli arasında bir araba yolu mesafe vardı ve buradan geçmek yasaktı. Her 40-50
metrede bir Hintli asker nöbet bekliyor buna rağmen gecenin karanlığından
faydalanarak iki kat tel örgüden subayların teline geçenler oluyordu. Kampa
günde bir İngiliz gazetesi geliyor ve İngilizce bilenler tarafından tercüme
ediliyordu. Çevrilen ajanslar alınıp tekrar aynı yoldan askerlerin teline
dönülüyordu. Böylece askerler memleketlerinde ve dünyada olan olaylardan
haberleri oluyordu. Mart 1915’de bu gazetelerden birisinde İngiliz muhabirinin
Sultan Vahdettin ile mülakatı yer almıştı. Vahdettin’e sorulan sorulardan
birisi İngiliz esirlerinin aç bırakıldığı ve elbise verilmediğiydi. Vahdettin
bu durumu kabul ederek kendi askerlerinin cephede açlıktan kırıldığını ve
İngiliz esirlere verilecek elbiselerin olmadığını itiraf etmişti.[312]
Kampta
her asker becerisine göre bir iş yapıyordu. Esirler bakkal, kebapçı, turşucu,
köfteci, kunduracı, alüminyumcu, tespihçi, aşçı, börekçi baklavacı, kahveci,
boyacı çalgıcı, bıçakçı, dülger, terzi, şerbetçi ve dondurmacı gibi zanaatlar
ile uğraşırlardı. Kampın okuma yazma bilenleri tarafından mektepler açılmıştı.
Mekteplerin kırtasiye giderleri asker bağışları ve yardımlarının yanı sıra
bakkal ve kahvehaneler açılarak karşılanmaya çalışıldı. Tüm askerlerin hem
birliktelikleri hem de sevap kazanmaları için buralardan alışveriş yapmaları
istendi. Esnaftan ve maaşı olandan aylık ticaretine göre vergiler alındı.
Toplanan paralar ile mektepler için gerekli kırtasiyeler alınmış, öğretmenlere
maaş bağlanmış ve angaryadan istisna edilmişti. Bu kurslara katılım ve ilgi
oldukça fazlaydı. Ayrıca gelir ve gider defterini tutmak için muhasebeciler
görevlendirildi. Artan parayla ihtiyarlara, genç fakirlere şeker gibi küçük
şeyler alınıyor ve mevlitler okutuluyordu. Bu mekteplerin çok faydası görülmüş
ve pek çok okuma yazma bilmeyen kişi okuma yazma öğrenmişti. İdare heyetinden
bir kişinin az da olsa ihaneti anlaşıldığında hemen dine ihanet sayılarak
görevine son verilir ve zarar tahsil edilirdi.[313]
Evlerine dönme ümidini yitiren
veya evlerine dönecekleri günü beklerken günlerinin boş geçmesini istemeyen
askerler için en iyi yöntem okumak ve bilim, sanat yönünden kendilerini
geliştirmek oldu. Ancak yedek subay, subay ve hatta üst düzey subaylar beraberlerinde eşya ve kitap
getirmediklerinden esaret boyunca kitap ve diğer malzemeler açısından sıkıntı
çekildi. İngiliz Müslüman halkın verdikleri kitaplar genellikle İngilizce
ağırlıklıydı. Oysaki subaylar arasında İngilizce bilen esir sayısı fazla
değildi. Fransızca ve Almanca yazılmış eserleri ise bulmakta zorlanıyorlardı.
Sumerpur kampındaki Kürt ve Arap subaylardan bir kısmı, eczacı yüzbaşılardan
Musullu Beşir Efendi’nin Beyrut Kolejinden İngilizceyi bildiğini ve kendilerine
ders vermeye istekli bulunduğunu söylemesi üzerine bazı subaylar İngilizce
öğrenmeye başladılar. Subaylar 4-5 aylık eğitim süresi içinde kendi kendilerine
bu dili öğrenmeye devam edebilecek düzeye geldiler. Bellary karargâhına yeni
gelen subaylar da bu kişilerden İngilizceyi öğrenmeye çalıştı. Beşir Efendi
sayesinde İngilizcelerini bir seviyeye getiren subaylar Hindistan halkına
İngilizce kitaplar getirterek bu dili daha da ileri düzeye çıkarmaya
çalıştılar. Bazı subaylar da Fransızca ve Almanca eserler getirterek dilleri
ilerletmeyi seçtiler. İngiliz ve Hintli askerler, saat 05.00’den 07.00’ye kadar
yoklama meydanında futbol, kriket, hokey gibi oyunlar oynamış ve bazı günler
turnuvalar düzenlemişti. Bazen de Bellary ve civar kasabalardaki gençler de
turnuvalara çağrılmıştı. Bu turnuvalar yönetimin izni ve İngiliz ve Hintli
subaylarının hoş görüsüyle esir Türk subay ve subay adayları arasından bu oyunu
bilenlerin de katılmasıyla gerçekleşiyordu. Genç subaylar da bu oyuna heves
etmişler ve oyunu önceden bilen ve turnuvalara katılan 18. Kolordu Ağır Topçu
Bataryasından Yüzbaşı Kâmil Efendi’nin girişimi ve subay ve üst rütbeli
subayların onayı ile gönüllü esirler arasından sürekli üye kabul edilerek “İdman
1104
Yurdu” adlı bir dernek kuruldu. Subay
ve üst rütbeli subaylar da derneğe fahrî üye kabul edildi. İdman Yurdunun
sürekli üyesi 35, fahri üyesi ise 150’i aştı. Fahri üyelerin aylık birer rupi
vermesi kararlaştırıldı. Yönetim kurulunca toplanılacak paraların bu derneğe
verilerek gerekli alet ve malzemelerin satın alınması ve ara sıra verilecek
konferans giderlerin de bu dernekten karşılanması kararı verildi. Aslında
subayların durumu da çok iyi sayılmazdı. Küçük gruplar halinde gelen esir
subayların para ve değerli eşyalarına İngilizlerce yolda alıkonulmuştu. Bu
subaylar da diğer erler gibi zorunlu ihtiyaçlarını ve beslenme sorununu
düşünerek günlerini geçiriyordu. Subay adayları tarafından bir yan kuruluş
oluşturulmak istendi. Böylece iki derneğin ihtiyacı olan araç gereçler sipariş
edilip getirilecek ve derneğin sürekli üyeleri oyunları ilerletmeyi
başaracaktı. Bazen aralarında bazen de İngiliz ve Hintli askerlerle turnuvalar
düzenlemişler ve herkesin takdirini kazanmışlardı. Karargâha her yeni gelen
esir subaylara, karşılama töreni olarak cay törenleri de düzenlenirdi. Spor ve
sağlığı koruma konusunda konferanslar verilerek esirler arasında muhabbetin ve
samimiyetin artması sağlanırdı.1105 [314]
Böylece kamplarda esirlerin birbiri ile uyum içinde zaman geçirmesi sağlanmış
olurdu. İngiliz yönetimi de Türk esirlerin huzurlu ve sakin bir şekilde
günlerini geçirmesinden memnun kalırlardı.[315]
Bellary kampında Türk subaylar
şartlı olarak serbestti ve kampın içinde ve dışında 3 mil çapında sabahları
06.45-11.00, akşamları 16.00-19.00 arası yürüyüşe çıkabililirlerdi. Sağlık
önlemleri olarak yerel insanların bulundukları kasabalara ve pazarlara
gitmelerine izin verilmiyordu. Sabah ve akşam yoklama yapılmaktaydı. Özel izin
olmadan er ve erbaşların kamp dışına çıkmaları yasaktı.[316]
Örneğin Hafta sonları Nureddin Peker ve arkadaşlarına çarşı izni verilmişti.
Esirler istedikleri meyveden çarşıya çıktıklarında yiyebiliyorlardı. Sabun
ağacı denilen bir ağacın meyvesini temizlik için kullanıyorlardı. Bu meyve
bitince içinden çıkan çekirdekten tespih yapılıyordu.[317]
Thatmyo kampında esirlerin boş
zamanları değerlendirmek için açılan kurslar esirler tarafından çok fazla ilgi
gördü. Esirler daha çok vakitlerini kart, domino ve dama oynayarak geçiriyordu.
Kampta bir orkestra kurulmuş ve spor ve jimnastik faaliyetleri takdirle
karşılanmıştı. Kampta uzun atlama, koşma ve güreş gibi Türk esirleri tarafından
organize edilen sporlardan oluşan atletizm yarışmalar organize edilirdi.
Delegeler kampa geldikleri gün, bu yarışmalardan birisi Türk esirleri tarafından
düzenlenmişti. Etrafı ağaçlarla çevrili büyük bir dikdörtgen çimenlikte yapılan
atletizm yarışmalarını, delegeler, kamp yetkilileri, Türk subaylar, kasabadan
gelen davetliler ve hatta kadınlar beraber izlediler. Diğer üç tarafta Türk
askerler toplanmıştı. Yarışlar, atlama, güreş ve diğer spor karşılaşmaları
izleyicilerden büyük alkış aldı. Kızılhaç heyeti katılımcıların dinçliğini ve
esnekliğini hayran verici buldu. Askerler mizaçlı, kuvvetli, yapılı, keskin
bakışlı, atik ve onurlu kişilerdi. Beden kabiliyeti artmış ve alkışlardan
cesaret almış esirler, boş durmanın yarattığı tembellikten ve yorgunluktan
uzaktı. Kazananlara seyircilerin alkışları eşliğinde küçük para ödülleri ve
değişik hediyeler dağıtıldı. Spor karşılaşmaları üç gün sürdü. Fakat delegeler,
işlerinin yoğunluğundan kampta sadece bir gün kalabildiler.[318]
Subaylar vakitlerini istedikleri
gibi geçirmekte özgürdüler. Subayların Irrawaddy Nehri’nin kenarında kulüp
olarak kullandıkları her zaman dinlenebilecekleri ve eğlenebilecekleri yerleri
vardı. İsteyen esirler müzikle, isteyenler resim ile meşgul oluyordu. Bu
kulübün eksik tarafı Türk kitaplarının bulunmamasıydı. Okuyabilen esirler için
İngilizce, Fransızca ve Almanca kitaplar yeterli miktarda mevcuttu.[319]
Angarya işlerin yapımı ve nehrin
durumu izin verdiği müddetçe nehirde yüzme dışında esirlerin kamp dışına
çıkmalarına izin verilmedi. Angarya işler ve yüzme için esirler seçilirken
sıraya özenle dikkat edilirdi.[320]
Küçük bir subay esir grubunun,
bir nöbetçi gözetiminde her akşam egzersiz için dışarı çıkmasına izin
verilirdi. Subayların bazıları futbol ile meşgul olmuşlar ve iki esir de polo
oynamıştı. Futbol maçı izlemek isteyen tüm subaylara izin verilmekteydi.[321]
Sağlık çalışanları şartlı tahliye
konumundaydı. Kamptan ayrılırken ve kampa dönerken nöbetçi kitabına isimlerini
yazıp imzalamaları şartıyla, gün içerisinde tam özgürlük içerisindeydiler.
Albay Suphi Bey ve Teğmen Seyfullah Bey’in bir emir subayı eşliğinde,
başlarında bir nöbetçi olmaksızın, akşamları dışarı çıkmalarına izin
veriliyordu.[322]
İki kampın etrafındaki geniş
alanda esirlere spor aktiviteleri yapmalarına izin verildi. 300 metrekare alan
jimnastik ve oyunlar için ayrılmıştı. Türk askerlerinin ise tercihi yürümekten
daha çok uyumak gibi görünüyordu. Bunun sebebi olarak da kamp dışında gruplar
haricinde yürüyüşün eğlenceli olmadığını, kendilerine eşlik eden yerel
askerlerin hızlı yürüdüklerini söylüyorlardı.[323]
Subaylar kamp içinde özgürdü.
İstedikleri takdirde nehir kenarında kulüpleri ziyaret edebilirler ve izin aldıkları
zaman etrafta gezinti yapabilirlerdi. Sağlık ve disiplin açısından şehre
gitmelerine izin verilmedi.[324]
Subay ve nöbetçi mekânları
esirlerin koğuşlarının karşısında yer alıyordu. Üst rütbeli subayların müstakil
lojmanları mevcuttu. Esirler kısa sürede mescit kurmuşlar ve kendi aralarından
bir aşçı seçerek yemeklerini yapmaya başlamışlardı. Kısa sürede İngilizler
askerlere spor kıyafetleri de getirmişti. Gani Bey’e göre esirlere bu kadar
yardım edilmesinin sebebi eğer doğru durdukları takdirde esirlerin rahat
ettirileceği mesajı vermekti. Esirler arasında spor kıyafetlerinin alınıp
alınmaması konusunda tartışma çıkmıştı. İngilizler esirlerle iyi geçinmek
istiyordu. Bu gören esirler de firar şansı buluncaya kadar bir sorun
çıkarılmaması konusunda kendi aralarında uzlaşmaya vardılar.[325]
Kampta ayrıca Turan Top
Oyuncuları takımı kuruldu. Türk esirler İngiliz askerleri ile 3 defa futbol
maçı yapmışlar, her üçünü de kaybetmişlerdi. Yenilseler de sağlıkları açısından
maçlara devam ettiler. Zinde kalmak ve memlekete dönüşte tekrar vatan
savunmasında görev almanın gereğine inanıyorlardı. Türk esirleri açısından
futbolun kurallarını öğrenmek hiç de kolay olmadı. Futbolda amacın sadece topu
tepmek değil paylaşıp yardımlaşarak kaleye göndermenin gerektiğini sonradan öğreneceklerdi.[326]
Uzun süren esaret hayatında
hayatını kamplarda kaybeden esirler de oldu. Şehit olan bu askerler
memleketlerinden binlerce kilometre uzaklıkta toprağa verildi. 1916 yılının
Aralık ayında Gani Bey yazdığı bir şiirde şöyle demişti:
Hizmeti vatandan uzak
Zindandır, müreffeh de olsa hayat
Bizi hürriyete ancak
Sabır ulaştıracak...
Esirler İngiliz gazetelerini
okuyorlar ve Türkler açısından hüzünlü sonun çok yaklaştığını anlıyorlardı.
Geleceğin kendilerine ne göstereceği hususunda bir fikirleri yoktu.[327]
Murat Gani Bey kaleme aldığı “Esarete
Defteri” adlı hatıratında 1915 ve 1916 yıllarında geçen esaret günlerini
şöyle anlatmıştı:[328]
“Bugün İstanbul’dan hareketimin
sene-i devriyesi. Hiç unutmuyorum Salı sabahı evdekilere veda etmiştim. O günü
duyduğum heyecanı anlatamam. Yegâne hedefimiz vatanımıza hizmet etmek. Millet
yolunda savaşmaya gönüllü olarak gidiyorduk. Aklımızda sadece vatanımız için
harp etmek vardı. Pederimin vazifemizde muvaffak olmamız ve sağlam olarak avdet
etmemiz için duasını almıştım.
Ama şimdi sene-i devriyenin bu
meş’um gününde vatandan çok uzakta dünyanın öbür ucundayız. Sağlamız ama
kalbimiz esir düşmekten dolayı yaralı. Ben ve esir arkadaşlarım yine bir gün
savaşıp bu borcumuzu ödemeye yeminliyiz.
Bugün pazartesi. Öğleden sonra
toplanma borusu çaldı. Etraftan gidecek olanları ayırdılar. 300 kişi
toplandılar. Birliğimizden kimse yok. Yine zayıf olanları seçtiler.
Ne kadar seviniyorlar. Onlara
gıpta etmemek elden gelmiyor. Ayın nihayetinde yine mübadele varmış. Ve kırk
zabitan gidecekmiş. İnşallah bu defa bize sıra gelir.
Tarih 19 Temmuz Salı. Üçüncü acı
bayramı idrak ediyoruz. Yarabbi sen bizi buradan kurtar. Zavallı evdekiler kim
bilir ne kadar üzüntü duyuyorlar.
Vatandan senelerce uzakta
dünyanın öbür köşesinde acı bir bayram.
Bereket versin biraz rahatladık.
Yemeğimizi onlar pişiriyorlar. Burasının havası fena. Kuyu suyu içmemek
gerekiyor. Çünkü dereden getirilen su yüzünden hastalık baş göstermiş.
Arkadaşların birçoğu su yüzünden hasta oldular.
Arkadaşlarla jimnastik yaptık.
Savaşla ilgili havadis yok. Yazı ve müzikle vakit geçiriyor, akşamları gazinoya
gidiyoruz.
Bugün esirlere birer don ve
gömlek verildi. Esir kampına mahsus matbu zarf ve kâğıt verdiler. Yakınlarımıza
mektup yazıyoruz.
Nereden akıllarına gelmişse bize
tam maaş verdiler. Fakat savaş nedeniyle her şey pahalı. Daha önce aldığımız
maaş yetiyordu. Fakat arık idare edemiyoruz. Sorumlu İngiliz subayı
şikâyetimizi haklı buldu ve kamp kumandanlığından maaşlara zam yapılmasını
istedi.
Bugün İngiliz gazetelerini
okuduk. Yunanistan’daki kral taraftarları ile karşıtları karışıklığa sebep
oldular. İlk isyanın Selanik ve civarında olması dikkatimizi çekti.
Nasriye’ye gelişimizin seneyi
devriyesi. Geldiğimizde kalbimiz nasıl çarpıyordu. Öylesine kurtuluş ümidi yaşıyor
ve buna öylesine inanıyorduk ki kısa bir süre sonra serbest kalacağımıza
inanıyorduk. Ama şimdi tam anlamıyla harp esiriyiz ve aciz durumdayız. *
Gazinoya gittik. Vapur
bayraklarının yarıya indirilmiş olması dikkatimizi çekti. Fakat matemin ne
olduğunuz anlayamadık. Evkat’ül Basra’nın verdiği malumata göre Yemen ordusunun
İngiliz ordusunu esir ettiği yazıyor. İnşallah doğrudur.
Öğleden sonra Selmanipak’ta esir
olan 100 yüzbaşı, 8 mülazım, 9 zabitan ve 1.200 nefer getirildi. Onları başka
yere naklettiler. Esarete düşenlere rehberlik eden esir arkadaşlar bize yeni
malumat getirdiler.
Mektuplarımızı dağıtmaya
başladılar. Bana yine mektup yok. Esir arkadaşlardan birine gelen mektupta
Umara’dakileri İngilizler Basra’ya sevk etmişler. Bana yine yok derken postada
karışan mektubumu getirdiler. Sağlık haberlerini aldım. Sevindim.”
Shwebo kampında sosyal aktivite
ve eğlence hiçbir kısıtlama olmadan serbestti. Esirler istedikleri oyunlar ve
egzersizler yapabilmekteydiler. Birkaç asker odun ve kemikten küçük objeler
yapmakla meşguldü.[329]
Esirler çoğu zaman boş vakitlerini kitap okuyarak geçirmekteydi. Bazen
kamplardaki kütüphaneler yetersiz kalıyor ya da esirlerin okumak istedikleri
kitaplar bulunmuyordu. Bu durumda esirler kitapları ailelerden veya Kızılay
gibi kuruluşlardan istiyorlardı. Bu esirlerden birisi de Mülazım Hüseyin
Hüsnü’ydü. Shwebo Türk esir karargâhında 4328 numarayla kayıtlı 3. Alayın 10.
Bölüğünden Mülâzım Hüseyin Hüsnü, Cenevre Başkonsolosluğu aracılığıyla gelen
mektubunda pek çok kitap talebinde bulunmuştu. Adı geçen mektup esirin
isteğinin yerine getirilmesi amacıyla 8 Temmuz 1917’de Cenevre Başkonsolosluğu
görevine de bakan Selanik Başkonsolosu Kâmil tarafından Hariciye Nezareti
aracılığıyla Kızılaya ulaştırılmıştı.[330]
Meiktila kampında da esirler
günlerinin boş geçmesine izin vermemiş ve kendilerine faydalı uğraşlar
bulmuştu. Tespih, tavla, ağızlık gibi aletler esirlerin yaptıkları değerli el
işlerden bazılarıydı.[331]
Hindistan
ve Burma kamplarındaki bazı uygulamalar esirlerin buradaki üretkenliğe kısmen
engel olmuştuBunda en büyük etken Hindistan ve Burma kamplarındaki
esirlerin angarya işlerinde çalışmaları ve yeterince boş vakit bulamamalarıydı.
Ayrıca kamplarda kalan esirler uzun süre bu kamplarda kalmamışlar daha sık yer
değiştirmişlerdi. Bazı esirler Hindistan içinde yer değiştirirken bazıları da
çalıştırılmak için Basra amele taburlarına gönderildi. Vatanlarından binlerce
km uzakta kalan esirlerin psikolojik çözüntüsü de kamplarda yeterli düzeyde
spor faaliyetleri, temsil oyunları, gazete basımı gibi aktivitelerin olmamasında
bir başka neden oldu.
3.2.4
Kıbrıs
Esir Kampında Türk Esirlerin Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler
Kamplarda
Türk esirler tarafından yapılan sigaralık, tespih, kaşık gibi el işi ürünlerden
bir kısmı KKTC’de farklı ailelerde bulunmaktadır. O dönem yapılan ve Kıbrıslı
soydaşlara hediye edilen süslemeli bir mermer parçasının üst kısmında “Hattad
Üstad”, ortasında “Bismillahirrahmanirrahim” ve “İnnehu min
Süleymane ve innehu” ifadeleri bulunmaktaydı.[332]
Boncukla örülmüş bir para kesesi, bayrak ve sancak işlemeli sigaralık, ikiye
katlanabilen bir kaşık ve bir ahşap oyma komodin Türk esirlerinin esaretleri
sırasında yaptıkları ve değişik kişilere hediye ettikleri küçük el işlerine
örnek olarak verilebilir. Ahşap komodinin dört yüzü de kabartma ve oyma
resimlerle süslüydü. Üstteki iki köşesinde ay yıldız, ortasında kanatları açık
bir kartal ve kanatların altında birer gül motifi vardı. Sağ tarafında asmaya
uzanmış bir köpek, sol tarafında ise tavus kuşu kabartması bulunuyordu.
Komodinin ön tarafında üç sıra halinde altı tane çekmece vardı. Birinci
sıradakinde çiçekler ve kuş; ikinci sıradakinde doğan cinsi bir kuş, bir
kraliyet tacı, iki tarafı kanatlı bir daire içerisinde “raf” ifadesi,
bitki motifleri; son sıradakinde duran iki asker, çarpışan iki asker ve oturan
bir asker motifleri bulunuyordu. Komodinin arka yüzüne ise eski harflerle ve el
yazısıyla birtakım yazılar ile kalp, çapraz olarak yer alan ok ve hançer gibi
motifler şöyle kazınmıştı:[333]
“25.07.1919 Kıbrıs adasının
Famakustakal’ası şimal-i garbi sevahilinde üsera ikametgâhında bulunan müstakil
Balıkesir sancağının Bandırma Manyas’ından 1802 numrolu Onbaşı Hüseyin ve
1841numrolu Nefer Ramazan ve 10278 numrolu Nefer Sinan tarafından tezyin
edilmiştir. Fi sene 1335 (1919) Temmuz 20. Ah felek, yandıyürek. Zalim esaret.”
Pembe Hasan isimli bir Kıbrıslı
Türk vatandaşı, esirler ile iletişimi anlatırken esirlerin esaretleri sırasında
yaptıkları el işçiliğine örnekler vermişti. Pembe Hasan esirlerin o günlerde
kendi elleriyle yaptıkları eşyalardan hediye ettiklerini söylemişti. Yılanlar,
tespihler, sigara tablaları esirlerin yaptıkları el işçiliğinden sadece
birkaçıydı. Esirler yedikleri zeytinlerin çekirdeklerini dahi atmamış, tespih
yapıp izinli olarak camiye geldiklerinde ada halkına dağıtmışlardı. Esirler
esaretlerinin ilk günlerinde Mağusa’ya bizzat kendileri gider, Çarşı Meydanı ve
Namık Kemal Meydanı’nda yaptıkları boncuklu yılan, tavla, mücevherat kutusu
gibi eşyaları satar ve kendi ihtiyaçlarını karşılarlardı.[334]
Esirler arasında mezar taşı yapan
2-3 mezar ustası vardı. Bu mezar ustaları vefat eden arkadaşlarının
mezarlarına, kitabesi olan mezar taşları yaptılar. Bu şekilde kitabesi olan 33
mezar taşı günümüze kadar ulaştı. Sonradan vefat eden esirlerin mezar taşları
olmaması bu ustaların vefat ettiğini düşündürmektedir. Sonradan ölen mezarı
belli olmayan esirlerin kemikleri, bir araya getirilerek ayrıca bir mezara
konulmuştu.[335]
Esirler değişik el işleri
yapmalarının yanı sıra boş vakitlerini başka türlü aktiviteler ile de
geçirdiler. Esirlerin eğlenmek için ellerinde müzik aletleri mevcuttu.[336]
Ayrıca 3 Kasım 1919 tarihli Doğruyol gazetesinde yayımlanan bir haberde Lefkoşa
Türk Derneği Riyaseti Aliyesi tarafından müsamerelerin düzenlendiği yazılıydı.
Müsamere sonucunda 24 İngiliz lirası, 1 şilin, 2 kuruş toplanmış ve Türk savaş
esirlerine verilmek üzere Kıbrıs işlemeli ipek ve keten mendiller alınmıştı.[337]
Çanakkale Muharebesi’nde esir
düşmüş ve Kıbrıs esir kampında bulunmuş çoğunluğu Ali Kemal tarafından kaleme
alınmış Hatırat-ı Esaret adlı eser, esirlerin esaret günlerinde neler
hissettiklerini anlatması açısından önemlidir. Esaretin verdiği ümitsizliği ve
üzüntüyü anlatan Ali Kemal’e ait olduğu anlaşılan şiirde şöyle denilmektedir:[338]
Ey
gençlik ey hayât-ı şebâb
Ey
mes’ûd günlerim fakat heyhât
Bir
zaman mesrûr handân, gezer oynardım
Fakat
şimdi dâ’imâme’yûsdâ’imâ mükedder
Gülmek
oynamak, bu benim hakkım
Fakat ne
çâre hepsinden bıkdım usandım
Kıbrıs
Adası Üserâ Karârgâhı
İkinci
tel Beşinci Baraka Memûru
Hâtırât-ı Esâret’te Gazeli diye
adlandırılan şiir yıllar süren harplerde cepheden cepheye koşan fakat bu arada
esarete düşen Türk askerlerinin psikolojik durumlarını anlatması bakımından
önemlidir:[339]
Yarâb kerem et zulm ile nâlânları
kurtar
Vur parçala zincirleri kalbi
yanık bîçâre esirleri kurtar
Ey necl-i necîb-i
Arabiyye’l-Kureyşîamânyâ Senede’l-alemîn
Eydân
Zincîr-i esâretdefeyzân eyliyor
millet
Firkat yetişir dîdesi giryânları
kurtar
Her yerde hücûm etmektedir akın
akın ehl-i İslâm
Hem asker-i İslâm’ı hem bîçâre
esirleri kurtar
Hûr-i şühedâ ile muzaffer kıl yâ
Rab
Kur’ân ile
îmân eden ehl-i İslâm askerleri kurtar
Ninnî-yi Şühedâ isimli bir ninni
Türk esirlerinden Üsküdarlı Osman Kemâleddin’e aitti. Türk askerleri kendileri
esaret altında inlerken çocukları için yazdıkları ninnilerde bile vatan
sevgilerini anlatıyorlardı. Birkaç dörtlüğü şöyledir:[340]
Uyu
yavrum gözlerinde uyku var
Sen
büyür isen düşmanlara korku var
Baban
şehîd yüreğinde oku var
Bu
ok vatan kaygusu durninnî
Uyu
yavrum tepemizde Haç yanan
Câmiler
var bu mu seni ağlatan
Dayanamaz
çiğnenmeye bu vatan
Câmilere
getir Hilâl ninnî
Hem
yurdunu hem öcünü al ninnî ...
Ali Kemâl imzalı başlıksız bir
şiir esaret altındaki Türk askerlerinin durumlarını yansıtmaktadır:[341]
Âh ey
zâlim felek artık yetişir
Yetişir
artık etdiğin zulm ü teaddî yetişir
Yaşamak
mıdır bu sefâlet bu rezâlet yetişir
Hayatımdan
bıkdım usandım yetişir
Yetişin
imdâdayâ Azrâ’il yetişir
Ömrümün
ezvâk u safâsı nerede anlamadım yetişir
Böyle
yaşamakdan ise mevt bana daha evlâdır yetişir
Yetişir
artık bu mezâlim bu sefâlet yetişir
Gidiyor
işte biçâre mazlûm yetişir
Elvedâ
olsun şu fânî dünyaya yetişir.
3.2.5
Selanik
Esir Kamplarında Türk Esirlerin Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler
Türk
esirlerinin bulunduğu kamplar incelendiğinde en kısıtlı bilgi ve belgeler
Selanik esir kamplarına dairdir. Bu esir kapı hakkında Kızılhaç raporu hariç neredeyse arşiv belgesi ve hatırat yok gibidir. Gerek Kızılhaç
tarafından hazırlanan kamp raporlarında gerekse sınırlı sayıdaki arşiv ve hatıratlarda
ise esirlerin gündelik yaşantısına ve kamptaki sosyal aktivitelere dair bir
bilgi bulunmamaktadır. Kızılhaç tarafından hazırlanan Mısır ve Hindistan
raporlarında esirlerin gündelik ve sosyal aktivitelerine dair geniş yer
verilmiş iken bu kampta bu konu hakkında hiçbir bilginin verilmemesi
manidardır. Muhtemelen esirlerin angarya, yol yapımı, maden ve inşaat gibi ağır
işlerde çalıştırılması sosyal, kültürel ve spor aktivitelerinin az olmasında en
büyük sebep oldu. Günün tamamını kamplarda çalışarak geçiren esirler için
sosyal aktivite, kültür, spor ve eğlenceye vakit bulmak hem lüks hem de
imkansızdı. Ayrıca esirlerin kamplar arasında çok fazla yer değiştirmesi ve
esir sayıların diğer kamplar ile kıyaslandığında daha az olması bu tür
faaliyetlerin yapılmamasında bir başka neden olarak gösterilebilir.
3.2.6
Malta
Esir Kampında Türk Esirlerin Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler
Arşiv belgeleri incelendiğinde,
Malta kamplarında esirlerin kendilerine ait mesire ve spor için geniş bir alanı
vardı. Esirlere grup olarak gezinme ve egzersiz için izin verilirdi. Yaz
boyunca gruplar banyo için denize alınmaktaydı. Kampta esirler için ayrıca
okuma, yazma ve kapalı alandaki oyunlar için iki dinlenme odası ve ayrıca cami
bulunuyordu. Esirler İngilizce, Fransızca, İtalyanca ve Almanca kitapların
bulunduğu kütüphaneyi kullanabilmekte ve eğer arzu ederlerse kitap satın
alabilmekteydiler. Malta Türk Konsolosluğunun imamı burada tutuluyor ve din
hizmetlerini yürütüyordu. Esirler kaldıkları yeri temiz ve düzenli tutmak
dışında herhangi bir angarya yapmak zorunda değildi.1133 [342]
İlk
başlarda fennî, edebî veya dil öğrenmek için talep edilen kitapların satın
alınması çoğu kampta yasaklanmıştı. Hatta esirlerin Fransa’dan tıpla ilgili
süreli yayınlar talebine dahi olumsuz cevap verilmişti. Ancak 1918 sonlarına
doğru Kızılayın gönderdiği kitapların, Avrupa gazetelerinin ve fennî kitapların
kampa girmesine müsaade edilmeye başlandı.[343]
Malta kamplarından birisi olan
St. Claments kampı hakkında yukarıda anlatılanların dışında çok fazla bilgi
yoktur. Bununla birlikte Eşref Kuşçubaşı bu kampta oldukça lüks bir evde
kalmıştı. Bu ev aynı zamanda diğer kamplarda bulunanların buluşma yeri olarak
da kullanıldı. Kampta bulunan tek gramofon da buradaydı.[344]
Konsolos Wilbur Keblinger
tarafından yazılan Verdala askeri ve sivil esir kampı hakkında hazırlanan
rapora, esirlerin egzersiz olanakları anlatılarak başlanmıştı. Sivil esirlerin
esir kampındaki esirliğinden bir süre uzaklaşmasına ve kırsalda bir muhafız
eşliğinde yürüyüş yapmalarına son zamanlarda izin verilmişti. Bu sağlanan
imtiyazlara karşılık muhafızlara rüşvet vererek bir kaçma girişimi de oldu.[345]
Kışlada hem sinema hem de gazino
vardı. Ücreti karşılığında esirler buralara gitmekte serbestti. Ücretler kamp
idaresi tarafından belirlenmişti. Bu yerler istekli ve becerikli esirlerce
çalıştırılıyordu.[346]
Verdela kampındaki esirler
zamanlarını daha çok bir araya gelip sohbet ederek geçirdiler. Ancak daha
sonraları tenis, futbol, eskrim, hokey gibi spor dallarıyla uğraşanlar bir
araya gelip spor aktivitelerine katıldılar. Esirler arasında kuş, köpek gibi
evcil hayvan besleyenler olmuştu. Resim yapan esirler de vardı. Bunun yanında
bazı yetenekli esirler bir araya gelerek bir müzik topluluğu kurmuştu. Ayrıca
dil kursları ve tiyatro çalışmalarıyla uğraşan esirler de çıktı.[347]
Esirler burada yeni bir hayat
kurmuş, lokanta ve gazinolar açmışlardı. Müzik dersleri, dil kursları, tiyatro
temsilleri yapıldı. Buradaki bütün esirlere iyi muamele edilmekteydi. Kamp
yöneticileri kampın iç işlerine karışılmamışdı. Esirler akşamları yoklama için
avluda ikişer sıra halinde de dizilmediler. Muayyen saatte bir İngiliz subayı
odalara gelerek esirleri sayıyordu. Haftada bir defa, yirmişer otuzar kişilik
postalar halinde denize götürülerek banyo yapmalarına izin verilmişti.
Almanların Fransız cephelerinde yenilmeye başlamasıyla ülkelerinde isyanlar
başlamıştı. Artık savaş sona ermekte ve herkes bir an önce eve dönmeyi hayal
etmekteydi.[348]
Malta
kamplarında on dört ay geçiren Yüzbaşı Apak, normal bir hayatta elde
edemeyeceği bir fırsat yakalamıştı. Kendisiyle esaret günlerini aynı kampta
geçiren Ziya Gökalp ile fikirleri uyuşmuş ve sık sık bir araya gelerek sohbet
etmişlerdi. Apak, Ziya Gökalp’ı ancak uzun uğraşlardan sonra
konuşturulabilmişti. Suskunluğundan esirler şikâyet ediyorlardı. Konuştuğunda
ise herkes kendisini dinliyordu.[349]
3.3
Esir
Kamplarında Dini Hayat
3.3.1
Mısır
Esir Kamplarında Dini Hayat
İngilizler Mısır esir kamplarında
esirlere dini hayat ve vecibeler konusunda her türlü özgürlüğün verildiğini
iddia etmişlerdi. Kampları ziyaret eden Kızılhaç heyeti de İngilizlerin
iddialarını doğrulamıştı. Heyete göre diğer kamplarda olduğunu gibi Seydi Beşir
kampında da esirlerin dini vecibelerini yerine getirmeleri serbestti. Bu kampta
elektrikle aydınlatılan bir bina mescide çevrildi. Ayrıca kampın bir de camisi
vardı.[350]
Seydi Beşir kampında günlerini
geçirmiş Gelibolu Seyyar Jandarma Taburundan Abdürrahim askerlerin dini ihtiyaçları
hakkında İngilizlerin söylenilenin aksine pek de yardımcı olmadığını
belirtmişti. Cuma ve bayram namazlarını eda etmek senelerce esir olan subaylara
nasip olmamıştı. İngiliz kamp komutanı dini bir gereklilik olan ustura, tırnak
çakısı ve makası kullanmayı bile yasaklamıştı. İbadet amacıyla esirlerin
hizmetine verilen, birkaç tahtadan ibaret olan ve cami diye adlandırılan fakat
cami şartlarını taşımayan zemini kumla doldurulan bir yerdi. Esirler
ibadetlerini eda etmek zorunda bırakılmıştı. Esirler İngiliz usulü inşa edilen
soğuk su duşlarında ve banyolarında yaz ve kış soğuk suyla temizliklerini
yapabildiler. Kış zamanlarında soğuk suya tahammül edemeyen zayıf ve naif
esirlerin hastalanacakları şüphesizdi. Dini ihtiyaçlar ancak kampta bu suretle yerine
getirilebilmişti.[351]
Seydi Beşir kampının esaret
şartlarını anlatan Yedek Subay Mülâzımıısâni Tevfik Efendi, Ramazan’da geceleri
esirlere lamba ve yemek verildiğini fakat Bayram namazına müsaade edilmediği
ifade etmişti.[352]
Bilbeis kampında bir Kıptî dışında,
esirlerin hepsi Müslüman’dı. Aralarında pek çok imam vardı. Kızılhaç
raporlarında yazıldığına göre dini ibadetler serbest ve düzenli olarak
yapılmaktaydı. Ölen esirler dini inançlarına göre askeri törenle gömülmüştü.
Kampta bulunan imamların dini ayinleri yönetme izni ve esirlerin her türlü dini
görevleri yerine getirme hakkı bulunmaktaydı.[353]
Kızılhaç heyeti Maadi esir
kampında da esirlerin serbestçe ibadetlerini yapabildiklerini rapor etmişlerdi.
Müslümanlar için küçük bir cami inşa edilmiş ve içine namaz için hasırlar
serilmişti. Bazı esirler düzenli olarak Kur’an okuyorlardı. Bazıları ise pek
ilgili değildi. Kamptaki esirler arasında ırk, menşe ve hatta din farklılığına
rağmen çok uyumlu bir hava vardı. Kavga yok denecek kadar azdı.[354]
Mısır’daki Amerikan diplomatik
temsilcilerinin 1915’de Maadi kampını ziyareti sonrası hazırlanan raporda
Müslüman esirlere mahsus olmak üzere cami yaptırıldığı ve isteyen esirlerin
namaz kılabildiği yazılıydı.[355]
Kahire Amerikan temsilcisi esirlerin bu kampta kendi imamları tarafından idare
edilen özel mescitlerinde ibadetlerini yaptıklarını raporunda belirtmişti.[356]
Kızılhaç heyeti Heliapolis
kampında dini özgürlüğün tam ve esirlerin dini vecibelerini yerine getirme
konusunda tamamen serbest olduklarını iddia etmişti. Esirler günde üç kez,
belli zamanlarda ibadet etmekte yani namaz kılabilmekteydiler. Sabah ve yatsı
namazlarına ya heyet orada iken şahit olmadı ya da esirlere bu nazmalar için
izin verilmedi. Ramazan ayında esirlerin ibadetleri günde 6-7’yi bulmaktaydı.
Kampta ölen Osmanlı esirleri, dini vecibelerine göre Müslüman mezarlığına
defnedildi. Cenaze törenlerine garnizondaki İngiliz askerleri ve esirlerden
oluşan bir heyet katılırdı.[357]
Kahire Kalesi kampına dini
vecibeler için bir imam çağrılmış fakat kamptaki kadınlar imamın tekrar
gelmesini gerekli görmemişti. Aralarından yaşlı bir kadın, bayram günlerinde ve
kutsal günlerde Kuran okumaktaydı.[358]
Ras El-Tin kampında esirler dini
ibadetlerini günlük yapabilmekteydiler. Bu kampta Müslümanlar için cami yoktu.
Esirler nakledildikleri Seydi Beşir kampında bir cami inşa ettiler. Yukarı
Mısır’da Katolik okulu yöneticiliğini yapmış, Avusturyalı papazlar kampta
Katoliklere ile ilgilenmişler ve dini vecibelerinde yardımcı olmuşlardı.
Avusturyalı ve Almanlar için kampta İngilizce, Fransızca ve Almanca kitaplardan
oluşan zengin bir kütüphane vardı[359]
Mısır Kızılhaç Hastanesinde
ölenler, silah arkadaşlarının nezaretinde, askeri ve dini bir törenle Müslüman
mezarlığına gömüldü.[360]
Aynı tür bilgilere Amerikan Konsolosluğu tarafından hazırlanan raporlarda da
rastlanmaktadır. Kahire’deki Amerika diplomatik görevlisi, Mısır’da bir Osmanlı
savaş esiri olan Yüzbaşı Selim Efendi’nin ölümü hakkında bir rapor
hazırlamıştı. Görevlinin raporuna göre olay "Egyptiaıı Mail”de 6
Temmuz’da haber olarak da yayınlandı. Haberde esirin cenazesi hakkında bilgiler
de bulunmaktadır. Kızılay Hastanesinde yatan yaralı Türk askeri Yüzbaşı Selim
Efendi vefat ettiği günün akşam askeri törenle toprağa verilmişti. Türk Bayrağı
ile örtülen bedeni bir top arabasına yerleştirildi. Arabanın önünde bir Mısır
askeri bandosu ve 1. Piyade Taburundan yüz asker tüfekleri ters tutuşta yürüdü.
Cenaze, Kızılay Cemiyeti üyeleri ve hastane doktorları tarafından takip edildi.
Cenaze namazı camide kılındı ve defin Zenhuan mezarlığında gerçekleştirildi.[361]
Tura esir kampında yetkililer,
mescit olarak kullanılması için büyük holde bir alanı perde ile ayırmıştı.[362]
İngilizler basına verdikleri demeçlerde bu kampta Türk esirlerin ibadetlerini
yapabilmeleri için geniş bir alanı tahsis ettiklerini iddia ettiler.[363]
Tel El-Kebir kampında bulunmuş
İbrahim Arıkan’ın anlattığına göre İngiliz komutanı Türklerin dinine ve
ibadethanesine saygı göstermekte, camiye 10 metre kala şapkasını çıkarmakta ve
camiyi geçene kadar elinde tutmaktaydı. Ayrıca Ramazan boyunca camide kandiller
yanardı. Haftada bir gün camide vaaz verilmiş ve mevlit okutulmuştr.[364]
Bu kampta dini özgürlüklere müsaade edildiğini ve kerpiçten bir cami ve minare
yapıldığını Filistin Cephesi’nde esir düşen Ahmed Ercan aktarmıştı.[365]
Bir İngiliz subayı kamp içinde
camiye bitişik barakayı tamir eden Arap Usta’nın hasırları caminin içine
attığını görmüş ve bu hareketi ibadethaneye saygısızlık olarak
değerlendirmişti. Esire yanlış yaptığını göstermek için esiri aşağıya indirmiş
kamçı ile feci bir şekilde dövdükten sonra kamp dışına çıkartmıştı. İngiliz
subayının bu davranışı şeklen bir ibadethaneye saygı olarak görülse de esirler
bunun bir İngiliz siyaseti olduğunu düşündüler. İngilizler esaret sonrası için
kendilerine zemin hazırlamakta, tüm inançlara saygılı olduklarını ve adil
davrandıklarını göstermeye çalışmaktaydılar.[366]
Ahmed Altınay’ın hatıratına
bakıldığında da esirlerin kamplarda ibadetlerini rahatlıkla yapabildikleri
görülmektedir. Ramazan ayının gelişiyle isteyen esirler oruca başlardı. Esirler
ara sıra kampta mevlit okuturdu. Yine kandil geceleri esirler tarafından idrak
edilirdi. Ahmed Altınay Miraç Gecesini ailelerinden uzakta idrak ettiklerini,
bu gece ve bayramların kendilerini hüzünlendirdiğini anılarında yazmıştı. Tel
örgüleri içinde geçen her bayram esirler için bir kara bayramdı. Kamplarda
namaza başlayan esirlerin sayısı da az değildi. Mübarek günlerde esirler,
arkadaşlarının kabirlerini ziyaret için kabristana gidebiliyorlardı.[367]
Osmanlı Devleti Mısır kamplarında
vatandaşlarının dini vecibelerini yerine getirebilmeleri için esirler arasında
bulunan imamları kamplara dağıtmayı amaçlamıştı. Bu amaçla Mısır’da bulunduğu
bilinen on sekiz imama (bazı belgelerde sekiz imam olarak geçmektedir)
kamplardaki dini faaliyetlerde görev verilmesini istedi. Bu kişilerin seçimi ve
tayin edilebilmesi için önce hangi karargâhlarda olduğunun ve imam
görevlendirilmesi istenen kampların tespitine çalışıldı. Bu sebeple 1917’de
İngiltere’den esir karargâhlarında bulunan esirlere dini vazifelerini yerine
getirmede yardımcı olacak kişilerin tespiti istendi. İngiltere Hükûmeti
karargâhlarda ikamet ettirilen Osmanlı esirlerine dini yardımda bulunmak üzere
Mısır’da on sekiz imam olduğunu kabul etti. Mısır’da gözaltında bulunan
imamların çeşitli kamplara gönderilmesi isteği ile ilgili olarak aşağıdaki
cevabı Osmanlı İmparatorluğu Hükûmetine iletmişti:1160
“... İngiltere Dışişleri
Bakanlığının cevabına göre Mısır'da 18 imam bulunmaktadır ve bunlar toplama
kamplarındaki Müslüman esirlerin ibadetleri ile meşgul olmaktadırlar.
Mr. Balfour bu şartlarda Osmanlı
Hükûmetinin talebinde ısrar edip etmeyeceğini ve gerektiği takdirde bu 18
imamdan hangilerinin seçmek isteyeceğini öğrenmekten mutlu olacaktır.”
Harbiye Nezareti Üsera Muamelat Şubesinden
Hariciye Nezaretine 27 Temmuz 1918’de giden yazıda kamplarda bulunan esirlerin
dini vazifelerinde imamların görevlendirilmesi konusunda Papa’nın desteğinden
bahsetmektedir. Papa Türk esirlerin ibadetlerini yerine getirme konusunda
esirlere yardımcı olmak istemişti. Bu amaçla Seydi Beşir karargâhında bulunan
sekiz imamla diğer karargâhlarda bulunan iki imamın kamplardaki esirlere dini
nasihatlerde bulunmak üzere esir karargâhlarına dağıtımına dair girişimde
bulundu. İngiltere Dışişleri
Bakanlığı adı geçen esirlerin bu
göreve tayin edilmesini kabul etmiş, hangi esir karargâhlarında görev
yaptıklarının ve ayrı ayrı isimlerinin tespitine çalışmıştı.1161
Seydi Beşir ve Kûtu’l-Amâre’de
esir olarak tutulan din görevlilerinin Mısır civarındaki bazı garnizonlarda
bulunan Osmanlı askerlerine dini nasihatte bulunmak üzere gönderilmeleri ve
haklarında din görevlisi ve mevkilerine göre muamele edilmesi talebi İngiltere
Hükûmetine ayrıca bildirildi. İngiltere Hükûmeti bu imamların Müslüman savaş
esirlerine dini konularda nasihat etmek üzere Mısır’da bulunan muhtelif
karargâhlara gönderilmelerini Mısır’daki İngiliz Kuvvetleri Genel Kumandanına
iletti.1162
Seydi
Beşir kampında esir olan tutulan sekiz imam ile Kelkit ve Kûtu’l- Amâre’de esir
düşen ve nerede oldukları bilinmeyen iki esir Osmanlı ordusu askerlerine dini
vecibelerinde rehber olmak, vaaz ve nasihat etmek üzere görevlendirildi. Bu
esirler bilfiil harbe iştirak etmemişti. Haklarında din görevlisine yakışır bir
şekilde muamelede bulunulması için gerekli çalışmalar yapılmış ve isimleri
tespit edilmişti. İsimleri ve nerede tutuldukları yazılı 10 imamın künyeleri
aşağıdadır:1163
Tablo
3.11: Mısır Kamplarında Alıkonulan 10 Esir ve Bulundukları Kamplar
Ait Olduğu Askeri Birlik |
İmamın Durumu |
2. Alay 2. Taburdan |
Evhari’den (EVHRY)
20-21 Temmuz 1916’da Kelkit civarında esir düşen Abdulhalim oğlu Bahri Hulusi
Efendi. Nerede tutulduğu bilinmemektedir. |
2. Alay 2. Taburdan |
Zağferanbolulu 3
Haziran 1915’de Kûtu’l-Amâre esir düşen Mehmed oğlu Ahmed Efendi. Nerede
tutulduğu bilinmemektedir. |
22. Hicaz Fırkasından |
Sivaslı Rahmi Ahmed oğlu İmam Abbas
Efendi. Seydi Beşir esir kampında tutulmaktadır. |
128. Alay 22. Hicaz Fırkasından |
Bursalı Hasan oğlu Fehmi Efendi. Seydi
Beşir esir kampında tutulmaktadır. |
1160 BOA, HR. SYS.,
2207/14.
1161 BOA, HR. SYS.,
2207/14.
1162 BOA, HR. SYS.,
2203/21.
1163 BOA, HR. SYS.,
2201/50.
128. Alay 22. Hicaz Fırkasından |
Harputlu Mustafa oğlu Mustafa Şevket Efendi. Seydi Beşir esir
kampında tutulmaktadır. |
128. Alay 22. Hicaz Fırkasından |
Ispartalı Ali oğlu Ahmed Hulusi Efendi. Seydi Beşir esir
kampında tutulmaktadır. |
22. Fırka 128. Alay 1. Taburdan |
Mehmedoğlu Ali Rıza
Efendi. Seydi Beşir esir kampında tutulmaktadır. |
22. Fırka Cebel Topçu |
Denizlili Mehmed oğlu Hüseyin Hafız Efendi. Seydi Beşir esir
kampında tutulmaktadır. |
22. Fırka 129. Alay 3. Taburdan |
İstanbullu Hüseyin oğlu Mehmed Selim
Efendi. Seydi Beşir esir kampında tutulmaktadır. |
19. Alay 2. Taburdan |
Zileli Ali oğlu Yusuf Ziya Efendi. Mısır’ul-Kahire
esir kampında tutulmaktadır. |
3.3.2
Hindistan
ve Burma Esir Kamplarında Dini Hayat
Esirler kurallara uydukları
takdirde her türlü dinî ibadetlerini yapabilecekler, bayram ve diğer özel
günleri kutlayabileceklerdi. Din ve mezhebe göre yiyecekleri de
seçebilmekteydiler. İngiltere Hükûmeti her fırsatta kamplarda esirlere dini
özgürlük verildiğini, esirlerin tam bir serbestlik içinde ibadetlerini
yaptıklarını iddia etmiştir. Bu iddia doğru ise de kamplarda Türk esirlere
Hristiyanlık propagandası yapıldığı gerçeğini değiştirmemektedir. Genç
Hıristiyan Erkekler Birliği İttifakı Genel Sekreterliği[368]
Türkiye’deki esir kamplarında esirlerin yararına faaliyetler düşünmektedir.
Karşılıklılık ilkesine göre her iki taraf elindeki esirlere din değiştirme
hususunda baskı yapmayacaktır. Türk tarafı Hindistan ve Burma’daki Hıristiyan
olmayan esirlere din değiştirme konusunda bir baskı yapılmamasını istemiştir.
Eylül 1918’de Osmanlı Harbiye Nezareti, Dünya Genç Hıristiyan Erkekler Birliği
İttifakı Genel Sekreterliğine İttifak’ın Türkiye’deki savaş esirlerinin
yararına olarak çalışabileceklerine dair bir mektup göndermiştir. İngiltere
Hükûmeti, İstanbul’daki Hollanda temsilciliği aracılığıyla karşılık ilkesi
gereği İttifak tarafından İngilizlerin elindeki Türk savaş esirlerinin yararına
olarak üstlenen çalışmaya bir itirazları olmadığını belirtmiştir. Londra’daki
Hindistan Ofisi, 8 Ağustos 1918’de benzer bir imtiyazın Türk esirlerin
alıkonuldukları İngiltere İmparatorluğu’ndaki kamplar için de sağlanması koşuluyla
Osmanlı Hükûmetinin Dünya Genç Hıristiyan Erkekler Birliği İttifakı’nın
Türkiye’deki savaş esirlerinin kamplarını ziyaret etmelerine izin vermeyi
kabullenmesini olumlu bulmuştur. Hindistan Hükûmeti tarafından onaylandığı
takdirde Hristiyan olmayan esirler arasında hiçbir şekilde Hristiyanlık dinine
çevirme girişiminde bulunulmayacağını Londra Hindistan Ofisi tarafından kabul
etmiştir.[369]
Yukarıdaki karşılıklı antlaşmaya rağmen Türklerin bulunduğu esir kamplarında
Hıristiyanlık propagandası yapılmıştır. Hıristiyanlığın esasları anlatan dini
kitaplar ve İncil Türkçe, Arapça ve İbranice olarak Rangoon’daki görevliler
tarafından Burma esir kamplarında alıkonulmakta olan Türk savaş esirlerine
dağıtılmıştır.[370]
Sumerpur kampında esirler,
dinlerini uygulamada serbesttirler. Kampta esirler için özel olarak bulunan ve
bir imamın Kuran okuyabildiği bir cami vardı. Ara sıra Hristiyanların dini
törenleri için kampa bir Fransız papaz gelmektedir. Kahire Ermeni Piskoposu
Mgr. Thargom Kaushagian da 1916 yılbaşında kampı ziyaret etmişti. Kampta müzik
ve şarkı söylemek serbestti. Kızılhaç heyetinin kampı ziyaretlerinden kısa süre
önce evlerine gönderilen Ermeniler kampta iyi bir orkestra kurmuşlardı.[371]
Bellary kampında esirler arasında
dini görevleri yerine getirecek bir imam yoktur. Esirler kendileri Kuran
okumakta ve ibadetlerini yapmaktaydılar. Kamp komutanı esirlere dini
vecibelerini yerine getirmek için bir yer tesis etmiş, esirler ise burayı
kafe-restoran olarak kullanmayı tercih etmişlerdi.[372]
4 Mayıs 1919 günü Berat Kandili’ni esirlerin bir kısmı mevlit yaparak idrak
etmişler ve ibadetle geçirmişlerdi. 19 Mayıs 1919’da ise esirler Ramazan ayının
birinci günü olarak oruç tutmaya başlamışlardı. Esirler genelde oruç tutmakta
buna rağmen gizli gizli yiyen esirler de bulunmaktaydı. Hüseyin Fehmi Güneş,
arkadaşları Avcı Ahmed Ağa, Uzunköprülü Kozyörük köyünden Abdül Ağa, Emin ile
beraber sahura kalkmışlardı.
Kampta bayram çalgılar çalınarak,
şenlikler yapılarak, oyunlar oynanarak, şekerlemeler yenilerek, kahve, çay,
yemek ziyafetleri verilerek buruk da olsa kutlanmıştır. Herkes kendi statüsüne
göre birbirine gidip gelmiş birbirinin bayramını tebrik etmiştir. Kurban
Bayramı’nı yine bu kampta 29 Ağustos 1919 günü buruk bir şekilde idrak
edilmiştir. Kurban Bayramı’nda subaylar ve üst düzey subaylar tarafından
kurbanlar kesilmiş ve yemekler verilmiştir. Esirlerin kamplarda geçirdiği ilk
bayram 1919 yılı bayramı olmayacaktır. 4 Nisan 1920 günü Regaip Kandili idrak
edilmiştir. Diğer kandillerde olduğu gibi bu kandilde de para toplanmış ve bu
parayla lokma, helva ve değişik yemekler yapılmıştır. Yatsı namazından sonra
hafızlar mevlit okumuşlar ardından büyük varilde hazırlanan şerbetler binlerce
esire dağıtılmıştır. Mevlitten sonra dualar yapılmış ve hatim duaları
okunmuştur. Bu kandilin diğerlerinden farkı esirlerin artık gideceklerini
bilmeleri ve gün saymalarıdır.[373]
Thatmyo kampında, Kamp komutanı
öncelikle bir binanın cami olarak kullanılmasını teklif etmiş Albay Suphi Bey
itiraz ederek savaş sonrası bu binanın terk edileceği ve bu durumun uygun
olmayacağı gerekçesiyle karşı çıkmıştır. Esir askerler üzerinde etkisi büyük
olan Suphi Bey’in itirazından sonra vazgeçilmişti. İkinci olarak esirler
Thatmyo’da bulunan bir camiye gidip dini vecibelerini yapmak istemişler, kamp
yetkilileri bu izin vermekten çekinmiştir. Gerekçe olarak da şehirde farklı
mezheplerin ve şiddete yönelen dini grupların varlıklarını göstererek ibadet
esnasında kavgaların çıkabileceğini öne sürmüştür. Bu iddia Kızılhaç heyeti
kamp yönetimini ve esir temsilcilerini bir araya getirmiş ve kamp içinde
ibadetler için bir yer yapılması konusunda mutabakata varılmıştır. Bu mescit
Nisan 1917’de yapım aşamasındadır.[374]
Kampta cami olarak kullanmaları için bir bina tesis edilmiş ve imamlar burada
hizmet vermişlerdir. Buna rağmen esirlerden ibadetlerini yapanların sayısı az
olmuştu.[375]
Bu sebeple Osmanlı Devleti imamların kamplarda daha aktif rol oynamasını
istemiştir. İsveç Diplomatik temsilcisi Osmanlı Hükûmetinin isteğiyle 12 Temmuz
1917 tarihinde İngiltere Dışişleri Bakanlığına bazı imamların Türk
Müslüman savaş esirlerini
ibadetlerinde desteklemek amacıyla izin verilmesiyle ilgili bir sözlü nota
iletmiştir.[376]
Meiktila
kampında tüm esirler sorunsuzca dini ibadetlerini yapabilmekteydiler. Esirler,
kendi arasından seçilmiş imam ile cemaat olarak hep beraber namaz
kılabilmişlerdi. Namazdan sonra esirler musafaha yapmakta, birbirlerine dua
etmekte ve bu şekilde vakit geçirmekteydiler. Esirlerin esaret altında olmaktan
başka bir şikâyetleri yoktur. Sabah namazı cemaatle kılınmakta hatta bu birliği
Mecusi askerler hayranlıkla izlemekteydiler. Genelde erler namaz kılmakta ve
hatta kılmayanlar bile bir süre sonra çevreden etkilenerek namaza
başlamışlardır.[377]
Son olarak Shwebo kampında ise
esirlerin sayısı fazla olmaması nedeniyle ibadet yapılmıyordu.[378]
3.3.3
Kıbrıs
Esir Kampında Dini Hayat
Esir kampına yerleşen Türk
askerleri yaptıkları ahşap bir mescit vasıtasıyla dini vecibelerini yerine
getirmeye çalışmıştır. İbadete açılan bu cami zamanla Çanakkale Cephesi’nden
gelen esirlerin sayısının artmasıyla ihtiyacı karşılayamaz olmuştur.
Yetkililerce üçüncü bölümün yedinci barakası esirlerin ibadetlerini yapmaları
için mescit haline getirilmiştir. Caminin imamı Şevket isminde bir esirdir.
Esirler arasında bulunan güzel sesli müezzinler vasıtasıyla kampta beş vakit
ezan okunmuştur. Zaman zaman hafızlar tarafından Kur’an-ı Kerim kıraat
edilmiştir. Kampta Şevket Bey’e diğer esirlerden biraz faklı muamele
yapılmaktadır ve birtakım ayrıcalıklara sahiptir. İngiliz Esir Kampı
Komutanlığının müsaade ettiği zamanlarda kamptan dışarı çıkabilmekte olup
Mağusa kalesi içerisinde yaşayan Türkler bir araya gelme imkânına sahiptir.[379]
Kampta din hizmetlerini yerine
getiren esirlerden hariç adada yaşayan halk esirlerin tercüman, doktor, kantin
işletmecisi gibi faaliyetlerin yanı sıra esirlerin dini görevlerini yerine
getirmelerine yardımcı olmak üzere kamp yönetimine başvurmuştur. Türk esirlere
yardım amacıyla 1 Kasım 1916 tarihinde İngiliz yetkililere müracaatını yapan
Ay Simeo köyünden Ali Fevzi ayrıca kampta hocalık görevini yapabileceğini de
belirtmiştir. 8 Kasım 1916 günü kendisine olumsuz cevap verilmiş ve kamptaki
Türk esirlere dini vecibelerini yerine getirebilmeleri için sadece Mağusalı
Mustafa Nuri Efendi’ye müsaade edilmiştir. Mağusalı Mustafa Nuri Efendi Türk
savaş esirlerinin dini vecibelerini yerine getirebilmeleri için elinden geleni
yapmıştır. Mustafa Nuri Efendi cenaze törenlerinde esirlere dini kitaplar
getirmeyi düşünmüş ve 1916 yılında müracaatta bulunmuştur. Esir kampı komutanı
Yarbay E. A. How Mağusa Kaza Komiserliğine verdiği cevapta esir kampındaki
esirlere dağıtılmak üzere getirilecek hediye Kuran-ı Kerimlerin kendilerini de
mutlu edeceğini, Mustafa Nuri Efendi’nin dilerse kitapları istediği herhangi
bir gün sabah 09.00-12.00 arasında şahsen teslim edebileceğini belirmişlerdir.[380]
Pembe Hasan isimli bir Kıbrıslı
Türk genellikle bayramlarda esirlerin ziyaretlerine izin verildiğinden
bahsetmektedir. Ada halkının erkekleri kampa gider, esirlerin hikâyelerini
dinler ve oyunlarını seyrederdi. Bayramlarda genellikle “Ağlamayın anneler,
yine gideriz. Dinimiz uğruna şehit düşeriz.” diye başlayan bir türkü
çağırırlar ve ada halkını hüzünlendirirlerdi.[381]
Pembe
Hasan Karakol bölgesinde kampın kuruluşundan hemen sonra ölümlerin başladığını
ve hemen hemen her gün bir iki tabutun bayraklarla örtülü olarak şimdiki
mezarlığa götürüldüğünü söylemektedir. Hatta esirlerin adaya getirildikleri ilk
günkü karışıklıklar sırasında devrilen araçta iki Türk asker hayatını
kaybetmiştir. Çeşitli sebeplerle hayatını kaybeden Türk esirlerin İngiliz kamp
komutanı tarafından düzenlenen askeri cenaze törenine 30-40 civarında Türk
savaş esiri katılır, törene katılan bu savaş esirlerine hemen hemen aynı sayıda
İngiliz askeri de refakat eder, saygı duruşu ve saygı atışını müteakip tören
biterdi. Cenaze töreni yapılacak günlerde Mağusa Kalesi içinde ikamet eden çok
sayıda Türk gözyaşları içinde kaleden dışarı çıkarak hazin hazin giden cenaze
alayını seyrederdi. Özellikle Mağusalı Mustafa Nuri Efendi’nin girişimleriyle
İngiliz kamp komutanı daha önceki uygulamalardan vazgeçerek esirlerin dini
törenle ve Türk mezarlığına gömülmelerine müsaade etmiştir. Esir kamplarında hayatını kaybeden Türk askerlerinin cenaze
merasimlerinde Mağusalı İmam Mustafa Nuri Efendi ve beraberindeki birkaç Türk
hafız görev alır ve şehitlerin yıkanıp bir grup Türk esirin de katıldığı dini
bir törenle defnedilirdi. Kıbrıs halkı da törenlere katılmaya çalışmıştır. Daha
önce vefat edip başka yerlere defnedilen cenazeler için yapılacak bir şey ise
kalmamıştır. Şehit olan esirlerine ağlayan ada halkına arkadaşları “Ağlamayın
anneler / Yine gideriz, / Dinimiz uğruna / Şehit gideriz!..” diye ağıt
yakmışlardır.[382]
3.3.4
Selanik
Esir Kamplarında Dini Hayat
Tüm
İngiliz esir kamplarında esirlerin inançlarına saygı gösterilmiştir. Bu saygı
İngiliz politikası olarak tüm kamplarda uygulanmıştır. Selanik esir kamplarında
da İngiliz komutan namaz kılan esirlere çok büyük saygı duymuştur. Hatta namaz
kılanlara ayrıca görev bile verilmemiştir. Ramazan ayı gelince at etini
kesilmiş ve koyun eti vermeye başlanmıştır. Sahurda tüm esirler boru ile
kaldırılmıştır. Oruç tutmayanlara sahurun yanı sıra öğlen ve akşam da yemek
verilmiştir. Ramazan’a özel olarak yemekler her zamankinden daha çok
çıkarılmıştır. Bayram da ise sadece oruç tutanların bayram yapmasına izin
verileceği, tutmayanların cezalandırılarak iskele boyunca çalıştırılacağı
söylense de bu uygulamadan sonradan vazgeçilmiştir. Bayram boyunca eğlenceler
düzenlenmiş ve esirlere bol yemek verilmiştir.[383]
Dudular esir kampında geçirdiği günleri hatıratında anlatan Mehmed Nuri Bey,
bayramlarda tüm tel örgülerin kapılarının açıldığını ve esirlerin serbestçe
bayramlaşmasına izin verildiğini yazmıştır. Sadece 2. tel örgüde kalan 8.000
esirin bayramlaşması görülmeye değerdir. Bayram boyunca esirler değişik
şenlikler yapmışlar ve güreş turnuvaları düzenlemişlerdir.[384]
İngilizlerin esir kamplarında Türk esirlerin dini inançlarına saygı
gösterdiğini Selanik kamplarında görevli İngiliz asker Borgonon şu sözler ile
açıklamaktadır:[385]
“Şimdi Türk çok komik bir
adamdır. Yürüyüş sırasında, acele etmeyerek yol kenarında dua etmek istiyorsa,
hiç kimsenin ona müdahale etmesine izin verilmemektedir. Kuşkusuz, 300 kişinin
güzelliklerine eşlik ettiğim büyük bir işin, her birinin namazlarını farklı bir
zamanda kılmak istemesini hayal edin. 300 esirin her birinin yaklaşık yarım
dakika kadar ayakta durduğunu bir düşünün.”
Esirlerin
kaldıkları kamplar son derece temizdi. Tüm esirler çok rahat görünmekte ve
garip bir şekilde kapalı alanlardaki yerlerde çok sayıda halı bulunmaktadır. Bu
sayede Türk esirler gelip ibadetlerini istedikleri gibi yapabilmekteydiler.
Yakınlarda ise abdest almaları için birkaç kuyu bulunmaktaydı.[386]
3.3.5
Malta
Esir Kampında Dini Hayat
Malta
esir kamplarında esirlerin dini ibadetlerini yapabilecekleri bir cami
bulunmaktaydı. Yalnız burada bulunan esirlerin çoğu siyasi tutuklu veya
sakıncalı görülerek buraya getirilmiş üst rütbeli askerdi. Bu kişiler çoğu
zaman inzivaya çekilmişler ya da yönetim tarafından gözaltında tutulmuşlardı.
Siyasi veya üst düzey rütbeli esirlerden de isteyenler kendi odalarında
ibadetlerini yapabilmişlerdir.[387]
3.4 Kamplarda Esirlere Yapılan Kötü Muamele
Esirlerin
cephede esir düştükten sonra daimî kalacakları kamplara ulaşıncaya kadar
yaptıkları zorunlu yolculuk esir kamplarındaki yaşantıları ile kıyaslanamayacak
kadar kötüdür. Kamplara yerleştirilinceye kadar geçirdikleri bu sevkiyatta uzun
yol yürümüşler, trenlerde kalabalık gruplar halinde taşınmışlar, yollarda çoğu
zaman aç kalmışlardır. Türk askerlerinin binlercesi sevk sırasında açlıktan
telef olmuştur. Esirlere reva görülen muamele bununla da kalmamış kamplara
intikalleri sırasında esirler İngiliz askerleri tarafından yağmalanmış,
hakarete uğramış ve aşağılanmaya maruz kalmışlardır. Kamplara ulaşmayı başaran esirler kısmen daha rahat bir hayata kavuşmuştur. Özetle
İngiltere Hükûmeti Türk askerlerinin sevklerine asla önem vermemiştir.[388]
3.4.1
Mısır
Esir Kamplarında Esirlere Yapılan Kötü Muamele
İngilizlerin Türk esirlerine
uyguladığı kötü muamele savaş boyunca iki ülke arasında önemli bir gündem
maddelerinden birisi olmuştur. Osmanlı Devleti kendi esirlerine uygulanan bu
muameleye karşılık sık sık serzenişlerini aracı devletler ile dile getirmiştir.
Özellikle esaret sonrası geri dönen esirlerin verdikleri ifadeler Osmanlı
Devleti’nin ileri sürdüğü kötü muamele iddiaları destekler niteliktedir.
Çanakkale’de esir edilen Osmanlı subay ve askerlerinin kötü muameleye tabi
tutulmalarına karşılık alınması gereken tedbirleri Harbiye Nezareti, Amerikan
Elçiliği aracılığıyla İngiltere’ye değişik tezkereler ile bildirmiştir.
Tezkerelerde Çanakkale’de İngiliz ve Fransız askeri kuvvetleri tarafından esir
edilip Mondros ve Sakız’a; Süveyş Kanalı’nda esir edilip Mısır’a gönderilen
subay ve askerlerin medeniyet ve insanlık dışı muamele ile Lahey Konferansı
kurallarına aykırı bazı haksız uygulamalara tabi tutulduklarından
bahsetmektedir. Bu durum devam ettiği takdirde Türk esirlere uygulanan
muamelelerin İngiliz esirlere de uygulanacağı ve bazı sert tedbirlerin
alınacağı belirtilmişti. İngiliz subayından iki kişinin veya İngiliz
tebaasından seçilecek iki kişinin Türk esirlere uygulandığı üzere kışlalardan
birinde dar, insan boyundan yüksek ve yerinden ışık alan bir odada
hapsedilmesi, ara sıra posta arabaları gibi her tarafı kapalı ve yalnız kapısı
açık arabalar ile gezdirilmesi ve kendilerine er erzakı verilmesi
kararlaştırılmıştır. Yine sonuç alınamadığı takdirde tüm İngiliz esirlere
yukarıda bahsedilen şekilde davranılacağı belirtilmiştir.[389]
Osmanlı Devleti Türk esirlerine
uygulanan kötü muamelenin kanıtı olarak sözüne güvenilir kişilerden
bahsetmektedir. Şeref ve güvenirliğinden şüphe edilmeyecek bir kişi vasıtasıyla
Osmanlı İmparatorluğu Hükûmetine gelen bilgilerde İngiltere Hükûmetinin,
Mısır’da savaş esiri Osmanlı subay ve askerlerine, medeni bir devlete
yarışmayacak şekilde utanç verici bir muamele yaptığı bilgisi yer almaktadır.
Esir askerler birkaç zeytin ve bir parça ekmek gibi, oldukça yetersiz bir besin
almaktadır ki bu Lahey Sözleşmesi’nin ek düzenlemesinin 7. maddesine aykırı bir
durumdur. İlgili madde savaş esirlerinin bakım ve sorumluluğunu esir alan
Hükûmete vermektedir. Ayrıca bu maddede esirlerin yemek, yatacak yer ve giysi
bakımından söz konusu Hükûmetin birlikleri ile eş düzeyde muamele göreceğini
özellikle belirtilmiştir. İngiliz askerinin bu derece sefil bir biçimde
beslenmediği ortada olduğu gibi diğer ülkelerin askerleri ile
karşılaştırıldığında en iyi iaşeyi İngiliz askerleri almaktadır. Osmanlı
askerleri örneğin, taş taşımak gibi ağır işleri yapmaya zorlanmaktadır. Ağır
işlerde çalışan esirler yorulduklarında da şiddete maruz kalmakta veyahut
çalışırken can vermektedirler.[390]
Osmanlı Devleti Başkumandanlık Vekâletinden 22 Ağustos 1915 tarihinde
Hariciye Nezaretine giden yazıda daha Mısır’da esir tutulan Türk askerlerinin
çektiği sıkıntılardan bahsetmektedir. Söz konusu yazıda Mısır’dan gelen Hicaz
sıhhiye idaresine mensup bir kişinin Mısır’da esir bulunan Osmanlı subayların
hayatlarını anlatan detaylar gazetelere de aynen yayınlanmıştır. Başkumandan
Vekili sıfatıyla gönderilen yazıda aldıkları emirden ve vatanperverlik
vazifesinden başka bir şey ifa etmeyen fedakâr subayların maruz kaldığı halin
insanlık dışı olduğu dile getirilmiştir. İngiltere gibi kadim bir geleneğe
sahip olan bir Hükûmete yakıştırılamayacak olan bu halin acilen düzeltilmesi
beklenmektedir. Aksi takdirde Osmanlı Devleti, elinde mevcut olan İngiliz
subayının da aynı muameleye tabi tutulacağını ilan etmiştir.[391]
Osmanlı Devleti, savaş boyunca
düşman devletlerin elinde bulunan esir subay ve askerlere uluslararası hukuk
haricinde insanlık dışı kötü muamele yapıldığı ileri sürmüştür. Osmanlı Devleti
gönderdiği notalarda kendi askerlerine gösterilen muamelenin yanı sıra serbest
bırakılan esir İngiliz subaylarının Osmanlı subaylarına selam vermemek ve
istasyona ulaştıklarında yaralı askerlere gülüp eğlenmek gibi küstah tavırlar
takınmakta olduklarını belirterek bu tür davranışlardan rahatsızlık duyduğunu
her fırsatta bildirmiştir. Osmanlı esir subaylarına reva görülen insanlık dışı
muameleden vazgeçilmedikçe İngiliz esir subaylara Osmanlı Devleti’nin şanına
yakışır şekilde bahşedilen tüm izin ve imtiyazların kaldırılacağı Ocak 1916’da
Başkumandanlık Vekâleti tarafından İngiltere’ye bildirilmiştir.[392]
Uluslararası hukuka olduğu kadar
insanlık prensiplerine ve İngiltere Hükûmetinin sürekli övündüğü medeniyet
seviyesine aykırı olan tüm bu hareketler Osmanlı Devleti’ne muhataplarının hoşuna
gitmeyecek tedbirler almaya itmiş ve Osmanlı Devleti içindeki İngiliz vatandaş,
asker ve subaylarına karşı kimi tedbirler almak zorunda bırakmıştır. Bu
tedbirler Londra Kabinesinin imzasını taşıyan ve uluslararası sözleşmelerden
ileri gelen olumlu taahhütlerine uymayı kabul edinceye ve Osmanlı savaş
esirlerine insani muamele yapıncaya dek yürüklükte olacağı ilan edilmiştir.[393]
Osmanlı Devleti’nin kendi
esirlere uygulanan kötü muameleye dair bir şikâyeti de Aden’de tutuklanan sivil
esirlere yöneliktir. İngilizler tarafından Aden’de tutuklanan Tahran sıhhiye
memurlarına dair Amerika Elçiliği vasıtasıyla gelen 20 Ekim 1915 tarihli yazıda
Tahran’ın işgali sırasında orada bulunan Osmanlı memurlarının aileleriyle
beraber İngilizler tarafından esir edilerek Aden’e sevk edildikleri
bilinmektedir. İngilizlerin uluslararası hukuk kurallarına aykırı olarak
esirlere gösterdiği insanlık dışı muamele devam ettiği takdirde misilleme
olarak Osmanlı Devleti’nde bulunan İngiliz tebaasından aynı şartları taşıyan
bir kısmının esir sıfatıyla tutuklanıp bir garnizona sevki düşünülmüştür.
Aden’de tutuklu bulundukları iddia olunan Tahran Osmanlı sıhhiye memurlarının
hüviyet ve tutuklanma sebepleri hakkında İngiltere Hükûmeti tarafından tahkikat
yapılacağı ve sonuçta gerçekten hukuka aykırı bir şekilde tutuklanmışlar ise
serbest bırakılacakları Osmanlı Devleti’ne daha sonra bildirilmiştir.[394]
Osmanlı Devleti’nin sık sık
esirlerine yönelik kötü muameleye dair şikâyetleri üzerine İngiltere Dışişleri
Bakanı Edward Grey, Amerikan’ın Mısır temsilcisinden Mısır’daki Türk savaş
esirlerine uygulanan muamele ile ilgili bir rapor hazırlamasını ve Babıâli’ye
gönderilmesini istemiştir. Osmanlı Devleti’nin Mısır ve Limni’deki Osmanlı
savaş esirlerinin maruz kaldığı kötü muamele ile ilgili olarak hazırlanan bu
rapor İstanbul Amerikan Büyükelçiliği aracılığıyla Eylül 1915 tarihinde Osmanlı
Hükûmetine sunulmuştur. Osmanlı Hükûmeti tarafından dile getirilen şikâyetler
özellikle esirlere verilen yiyeceklerin yetersizliğine ve çalışma şartlarının
ağırlığına ilişkindir.[395]
İngiltere Dışişleri Bakanlığı,
Osmanlı Devleti’nin Mısır’daki Osmanlı savaş esirlerinin kötü muameleye maruz
kaldıklarına dair iddialarını anlamadığını ileri sürmüş, İngiliz güçleri
tarafından tutuklanmış Türk esirlerin kötü muameleye maruz kaldıkları
iddiasının tamamıyla gerçekdışı olduğunu bildirmiştir. Bu nedenle Türkiye’deki
İngiliz savaş esirlerine uygulanan kötü muamele hiçbir şekilde haklı
gösterilemez. İngiltere Hükûmeti, Mısır’daki Türk esirlerin Amerikan
konsolosluklar ve diplomatik görevliler tarafından teftiş edilmesine itiraz
etmemektedir. Mısır’daki İngiliz güçlerinin Genel Komutanlığı, Kahire’deki
Amerika Genel-Konsolosluğuna Mısır’da tutuklu bulunan Osmanlı asker ve
subaylarını ziyaret etmeleri için her türlü kolaylığın sağlandığını daha önce
de bildirmiştir. Bu sebeple Osmanlı Hükûmetinden Türkiye’de tutuklu bulunan
İngiliz savaş esirlerini ziyaret etme ve denetlemeleri için her türlü kolaylığı
sağlamasını talep etmektedir. Bu sayede İngiltere Hükûmeti bu esirlerin
durumları hakkında kesin bir bilgi edinebilecektir.[396]
İstanbul Hükûmeti, 20 Eylül’de
Türk savaş esirlerine Mısır’daki İngiliz yetkililerin uyguladıkları kötü
muameleye ilişkin benzer iddialarda bulunan bir başka nota daha göndermiştir.
Kahire’deki Birleşik Devletler diplomatik yetkilisi konu ile ilgili yapılan
araştırmanın İstanbul Hükûmetinin beyanlarının geçersiz kıldığını iddia
etmiştir. Amerika’nın Mısır Konsolosu Olney Arnold, Türk esirlerinin rahatı
için yapılan düzenlemelerle ilgili memnuniyetini ifade etmiştir. Birleşik
Devletler temsilcileri bu ülkede bulunan esirlere uygulanan muameleye dair
Osmanlı Hükûmetinin tatmin olması amacıyla her türlü kolaylığın sağlanması için
görevlendirilmiştir. İstanbul’daki Amerikan Büyükelçisi Henry Morgenthau,
Osmanlı Devleti ile Haziran, Temmuz, Ekim ve Kasım tarihlerinde değişik
notalarla tahkikat sonucu elde edilen bilgileri paylaşmıştır.[397]
Amerika Büyükelçiliği, bu notalarda Kahire’deki Amerikan diplomatik
görevlisinin Mısır’daki Osmanlı savaş esirlerinin bulunduğu bölgelerde, asker
ve subaylarla birebir görüştüğü ziyaretlerini, belirgin bir biçimde iyi halde
olan bu esirlere yönelik muamele hakkındaki izlenimlerini içeren bilgiler
iletmiştir. Raporlarda Amerikan Elçiliği, esirlerin durumları hakkında iyimser
görünen intibalar edindiğinden bahsetmektedir.[398]
Ayrıca Amerikan Büyükelçiliği, İmparatorluk Hükûmetinin, İngiliz savaş
esirlerine geçmişte bir süre uyguladığı ağır rejimi değiştireceğini
beklemektedir. Ancak, tüm bu tahkikat sonuçları Babıâli’yi ikna etmeye yetmezse
durumun açıklığa kavuşması için iki devlet arasında arabuluculuk yapmaktan
çekinmeyeceğini de bildirmiştir.[399]
Amerikan Büyükelçisi Morgenthau,
Osmanlı Devleti’nin 15 Eylül ve 10 Ekim tarihli notalarına cevap olarak 21
Eylül 1915’de Mısır’daki subay ve sivil esirlerin durumu hakkında Mısır
Konsolosu Olney Arnold’un hazırladığı raporu içeren 3 adet mektubu Osmanlı Devleti’ne
ulaştırmıştır. Mektuplar Mısır’daki Amerika Diplomatik Temsilcisi Olney
Arnold’ın savaş esiri Türk subaylarına ve vatandaşlarına uygulanan muameleye
ilişkindir. Söz konusu mektuplar Mısır Kuvvetleri Komutanı Korgeneral J. G.
Maxwell tarafından Kahire Ordu Karargâhına da 5 Ekim 1915 tarihinde
gönderilmiştir. Subaylar da dâhil olmak üzere Mısır’da tutuklu bulunan Türk
savaş esirlerinin içinde yaşadıkları şartları anlatan mektuplara ayrı ayrı
dosyalar halinde cevap verilmiştir. Mektuplara verilen cevapta esirlerin hem
yaşadıklar odalar hem de yiyecekler bakımından en iyi muameleye tabi
tutulduklarına ve özel olarak subaylar için düzenlenen haftalık motor
sürüşlerine dikkat çekilmektedir. Birinci dosya “A” olarak
isimlendirilmiş olup sıradan posta olarak alınan, savaş esirlerinin
arkadaşlarına yazdıkları mektuplarını içermektedir. İkinci dosyadaki mektuplar,
resmi görevli olan ve olmayan subaylar, vatandaşlar ve bir imam tarafından
yazılmıştır. Bu mektuplar yönetime hitaben yazılmış ve “B” olarak
adlandırılmıştır. Üçüncü dosya resmi görevli olmayan subaylara ve subay olmayan
esirlere verilen iaşe miktarını ve Türk subayların yemek listeni içermekte olup
“C” olarak nitelendirilmiştir.[400]
Söz konusu dosyaların içinde esirler tarafından ailelerine yazılmış mektuplar
da bulunmaktadır. Bu mektuplar arasından seçilen birisi imam, diğerleri
subaylar tarafından yazılmış üç mektuba, subaylara ve askerlere verilen iaşe
listesinin bir kopyası eklenmiştir. Amerikan Elçiliğinin iddiasına göre bu
belgeler okunduğu takdirde, esirlerin herhangi bir şikâyette bulunmadıkları
hatta kendilerine yapılan muameleden memnun oldukları görülecektir. Kampta
esirlere verilen kumanyaların listeleri erlere ve subaylara her daim ilan
edilmektedir. Sonuç olarak Arnold’un esirlere uygulanan uygulamalardan
etkilendiği gönderdiği raporda görülmektedir.[401]
Amerika Büyükelçiliği, şartlar
göz önünde bulundurulduğunda, Osmanlı Hükûmetinin bir süredir İngiliz savaş
esirlerine uygulandığı iddia edilen katı yönetimde değişikliğe gitmesini
istemektedir. Bununla birlikte, yukarıda bahsedilen İngiliz otoritelerinin
Osmanlı esirlerine kötü muamele yapılmadığına yönelik ileri sürdüğü raporun
Osmanlı Hükûmetini ikna etmediğinden Amerikan Elçiliği, kendilerinin tam
anlamıyla tatmin olması ve durumun bütün netliğiyle açığa kavuşması için son
bir kez daha Osmanlı Hükûmetine gerekli belgeleri sunmuştur.[402]
Mısır’dan Londra’daki Savaş
Ofisine gönderilen yazıda da Amerikan Büyükelçisinin Türk savaş esirlerini
ziyaret etmesi için her zaman teşvik edildiğinden söz etmektedir. Bu yazıda da
iddia edildiği üzere özgürlüklerini istemeleri dışında esirlerin Mısır esir
kamplarından herhangi bir şikâyetleri bulunmamaktadır.[403]
Mısır Kuvvetleri Genel Komuta
subayına gönderilen bir başka yazıda Amerikalı yetkililerin İngiliz esirleri
ziyaretlerinde Türklerin çok zorluk çıkardıklarından söz etmektedir. Türkler
Mısır’daki Türklere uygulandığı iddia edilen kötü muameleden dolayı İngiliz
esirlerine karşı misilleme yapmaktadır. İngiltere Dışişleri Bakanlığı,
Mısır’daki Amerikalı konsolosluk yetkililerinin herhangi bir zamanda Türk
esirleri ziyaret etmeleri için yetkilendirilmelerini önermektedir. İngiliz
yetkililer, Amerikalı görevlilerden Türk tarafına İngiliz esirlerine uygun
muamelede bulunulması için telkinde bulunulmasını ve Türkiye’deki esirlere
yapılan ziyaret hakkında karşılıklılık ilkesinin uygulanmasını talep etmiştir.[404]
Edward Grey’den Birleşik
Devletler Londra Büyükelçisi Page’e 11 Kasım 1915 tarihinde sıhhi personel
oldukları iddia edilen sekiz Osmanlı vatandaşının
Kamaran Adası’ndaki
tutukluluklarına misilleme olarak İstanbul’da tutuklanan sekiz İngiliz askerine
dair bir yazı göndermiştir. Bahsi geçen kişilerden ikisi Kamaran’da doğal
sebeplerden ötürü (biri kalpteki tümörden ve diğeri tüberkülozdan) vefat
etmiştir. Osmanlı Hükûmeti elinde bulundurduğu İngiliz personelleri serbest
bırakır bırakmaz, İngiltere Hükûmeti kalan üç kişiyi geri gönderilmeye
hazırdır.1200 [405]
Bu tutuklamalar üzerine İngiltere
Hükûmeti, Babıâli Hariciye Nezaretine 14 Ekim 1915 gönderdiği notada Osmanlı
savaş esirlerine uyguladığı muameleye ilişkin bilgilendirmeler yapmıştır.
Amerikan Başkonsolosu’nun Mısır’da tutulan Türk subay ve askerleri ziyareti
için Mısır’daki İngiliz birliklerinin komutasındaki general tarafından tüm
olanakların sağlandığını ifade edilmiştir. İngiltere Hükûmeti, hangi
dayanaklarla Babıâli’nin, Mısır’daki savaş esirlerine kötü muamele yapıldığı
ileri sürdüğünü anlamamaktadır. İngiltere Hükûmeti bu nedenle şunu ifade eder
ki İngilizlerin elinde tutulan herhangi bir Türk esirin kötü muamele gördüğü
tamamen asılsızdır ve bu nedenden dolayı Türklerin elinde tutulan herhangi bir
İngiliz savaş esirinin, hiçbir mazeret olmaksızın kötü muamele görmesi insanlık
dışıdır. İngiltere Hükûmetinin, ellerinde bulunan Türk savaş esirlerinin, Amerikan
diplomatik ya da konsolosluk yetkilileri tarafından teftiş edilmesine hiçbir
itirazı yoktur ve Osmanlı yetkililerinden Türklerin ellerinde tuttukları
İngiliz savaş esirlerini teftiş etmesine müsaade edecek tüm olanakları
sağlamalarını ümit etmektedir. Böylelikle İngiltere Hükûmeti her zaman,
esirlerinin nasıl muamele gördüğüne ilişkin güvenilir bilgi sahibi
olabilecektir. 27 Ekim tarihli notada İngiltere Hükûmeti, karşılıklı bir tedbir
olarak İstanbul’daki Amerikan Büyükelçiliği yetkilileri tarafından İngiliz
savaş esirlerinin tutulduğu Türk kamplarını teftiş edilmesine imkân
sağlanmasını Osmanlı Hükûmetinden bir kez daha istemiştir.[406]
İngiliz ve Fransız Hükûmetleri,
Babıâli’ye Kahire’deki Diplomatik temsilciden alınan, Mısır’daki Osmanlı subay
ve askerlerinin tutulduğu yerlere yaptığı ziyaretini ve Arnold’un esirlere
gösterilen iyi muamele karşısında ne kadar etkilendiğini anlatan ilki Haziran
1915 tarihli olmak üzere toplam dört bilgi notası sunmuştur. İngiltere,
Babıâli’nin bu hususta, esirlerin ve kötü muamele gördükleri
düşünülen yerlerin isimlerini
bildirme sorumluluğundan kaçındığına dikkat çekmektedir. Bu şartlar altında,
İngiltere Hükûmeti, Osmanlı Hükûmetinin elinde bulunan İngiliz savaş esirlerine
yapılan muamele, İngiltere’de bulunan Türk esirlere yapılan muamele ile
eşitlenmesini istemektedir. Osmanlı Devleti tarafından Birleşik Devletler
yetkililerinin İngiliz esirleri teftiş etmesi için olanak sağlaması üzerine bir
güvence vermesini beklemektedir. Bu durum İngiltere egemenliği altındaki Türk
esirlerin bulunduğu kamplar için sağlanmıştır.[407]
Osmanlı Devleti, İngilizlerin
ellerinde bulunan Türk savaş esirlerine uygulanan kötü muameleye misilleme
olarak 8 İngiliz askeri tutuklamış bunlardan İngiliz denizaltısında görevli
Deniz Binbaşısı H.J. Stoker ve Yedek Subay Geoffrey Fitzgerald’ı hapishanede
yalnız başlarına hapsetmiştir. İngilizlerin iddiasına göre iki savaş esiri üç
haftadır korkunç bir zaman geçirmektedirler. Türk görevli komutan, İngiliz
esirleri çağırarak Mısır’daki Türk esir subaylara uygulanan muameleden
bahsederek Türk esirlerin küçük odalarda rahatsız bir şekilde kaldıklarını ve
çeşitli aşağılamalara maruz bırakıldıklarını içeren delilleri göstermiştir.
Türkler, Almanların telkinleriyle veya Enver Paşa’nın kışkırtmasıyla hareket etmektedirler.
İngilizlerin Mısır’da alıkonulmakta olan Türk savaş esirlerinin hangi şartlar
altında bulunduklarını belirten raporlara rağmen esirlerine kötü davranıldığı
iddiasında ısrarcı olmaktadır. Edward Grey, Türklerin Osmanlı esirlerine
uygulanan kötü muamele iddialarıyla yakından ilgilenmiş ve İngiltere
Hükûmetinin ellerindeki Osmanlı savaş esirlerinin Birleşik Devletler diplomatik
veya konsolosluk görevlileri tarafından teftiş edilmelerine bir itirazının
olmadığını daha önceden de belirtmiştir. İngilizlerin elindeki Türk savaş
esirlerine uygun bir muameleye tabi tutulduklarını gösteren tarafsız raporlar
Babıâli’nin eline değişik zamanlarda ulaşmıştır. İngiltere, bu iki subaya
uygulanan muamele ile ilgili Babıâli’nin mazeret ileri sürdüğünü iddia etmiştir.
Bu tartışmalardan ayrı olarak İngiltere, hangi şart altında olursa olsun
kişiler üzerinde misilleme yapmanın hukuksuz olduğunu düşünmektedir.[408]
Tutuklanan ve hapsedilen iki esir
de olduğu gibi iki devlet arasında savaş süresinde arabuluculuk görevi alan
Büyükelçilik, Osmanlı Hariciye Nezareti yetkililerinden bu iki subayın gördüğü
özel muamelenin sebebini ve dayanılan temel nedenleri ifade eden doğrudan
hiçbir resmi cevap alamamış ancak Stoker’in kendisi tarafından yazılan bir
mektup alabilmiştir. Misilleme sonucu hapsedilen Stoker ve Fitzgerald’ın
kendilerine yardım etmek üzere İstanbul Amerika Büyükelçisi’ne yazdıkları
mektup kamuoyunda geniş yankı bulmuştur.1204 [409]
Mektupta anlatıldığı üzerine Osmanlı Hükûmeti, Mısır ve başka bölgelerdeki Türk
savaş esirlerine uygulanan muameleye karşı misilleme olarak Stoker ve
Fitzgerald geniş bir binanın merkezindeki bir odada yalnız bir şekilde
cezalandırılmış, 3 metrekareyi geçmeyen, ışıklandırma ve havalandırmadan
neredeyse yoksun ve haşerat tarafından istila edilmiş odalarda
barındırılmıştır. Penceresiz bir odanın içerisinde küçük bir masa ve yatak
bulunmaktadır. Türk askerleri ile aynı yiyecek verilmiş ve daha fazlasını satın
almalarına da izin verilmemiştir. Bu şartlar altında 5 Kasım’a kadar
hapishanede kalmışlar ve İstanbul’daki bir haftalık nispi özgürlükten sonra iç
bölgelerdeki esir kamplarına sevk edilmişlerdir. Oysaki H. J. Stoker’a göre
İngilizlerin elinde bulunan savaş esirlerine uygulanan muamele, hoşgörü esasına
dayanmaktadır. İngiltere Hükûmeti, esirlerine adil ve insancıl muamele
göstermekten başka bir fikre sahip değildir.[410]
Her iki devlet arasındaki
karşılıklı suçlamalar içeren notalar sonucunda Taşkışla barakalarında kurulan
hastanedeki İngiliz yaralıları ziyaret etmek, Türk esirlere uygulandığı
düşünülen kötü muamele sebep gösterilerek karşılıklılık ilkesi uyarınca
yasaklanmıştır. Birleşik Devletlerin İstanbul Büyükelçisi, büyükelçilik
sekreterinin serbest bir şekilde hastanedeki tüm yaralıları ziyaret etmesi
adına resmi izin almak için adımlar atmış ve bir an önce bu iznin verilmesini
istemiştir. İstanbul Büyükelçisi’ne göre de Türk esirlere uygulandığı iddia
edilen kötü muameleye dair hiçbir gerekçe bulunmamaktadır. İngiltere
Hükûmetinin İngiliz topraklarındaki Türk savaş esirlerinin Birleşik Devletler
diplomatik veya konsolosluk yetkilileri tarafından teftiş edilmesine dair
herhangi bir itiraz hiçbir zaman olmamıştır.[411]
Sonuç olarak İstanbul Amerika
Birleşik Devletleri Büyükelçisi, iki İngiliz savaş esiri olan Stoker ve
Fitzgerald’ın Mısır’da tutulan Osmanlı subay savaş esirlerinden hasta olanların
tedavisine gerekli hassasiyet gösterilmediği gerekçesiyle misilleme olarak
İstanbul’daki askeri hapishanede hücre hapsinde tutulmasına karşın Kahire’deki
Amerikan diplomatik temsilcisinden gelen dört ayrı raporu Babıâli’ye
iletmiştir. Bu raporların tamamı şunu göstermektedir ki hem subay hem asker
olan Osmanlı savaş esirleri, kışla, yiyecek, giyecek, eğlence ve hava değişimi
fırsatları bakımından mükemmel bir muamele görmektedir.1207 [412]
Belirtilen sebeplerle Kahire’deki Amerikan Diplomatik temsilcisinin raporu göz
önüne alındığında, büyükelçilik, iki haftadan fazla bir süredir esir tutulan bu
iki İngiliz subayın ağır şartlardaki muamelesine son vermesini beklemekte ve
Mısır, Malta ve Rangoon’daki Amerikan temsilcilerinin yaptığı ziyaretlere
benzer şekilde, İngiliz esirleri ziyaret etmek için olanak sağlamak adına
gerekli düzenlemeleri yapılmasını ümit edilmektedir.[413]
Ahmed Altınay’ın esir düştükten
sonra kampa getirilişine kadar yazdıkları ve kamp hayatına dair anlattıkları
esaret günlerinde çekilen sıkıntıları anlatması bakımından önemlidir. 6. Ordu
emrinde Batı Şeria’da İngilizler ve Araplar ile yapılan savaşlarda subaylar
dâhil tüm askerlerle birlikte esir düşmüştür. 1 Kasım 1918’de Port Said’den Kantara’ya
oradan da kanal köprüsünü yürüyerek geçmişler ve trenle Mısır’ın ovalarını
izleyerek Seydi Beşir esir kampına aktarılmışlardır. 31 Aralık’ta Uluvvu’ya
gittiklerinde oradaki duruma çok şaşırmıştır. Herkes çıplaktır. Kimi avret
yerini eli ile kapatmış, kimi hayvan gibi anadan doğma çırılçıplaktır. Herkesin
gözü önünde Türkçe olarak "Soyııııııınız." komutu ile anadan
doğma çırılçıplak soyunup "(Gırıınz." komutuyla katran
kazanlarına girmek esir Tük Subaylarına ahlak dışı gelmiştir. Yoğurt
kıvamındaki katranlı sıvının vücudu yakan cehennem ateşine dayanmak kolay bir
şey değildir. İngilizlere zorluk çıkaranlar askerler tarafından kırbaçlanmış ya
da sıcak kuma yatırılarak kolayca ikna edilmiştir. Burada çekilen eziyetten
sonra kampın yeri değişmiş, duvarları dehlizden, tavanları tenekeden olan
pavyonlara yerleştirilmişlerdir. Bir gün sonra da minderler, yastık yüzü, masa
ve sandalye dağıtımı yapılmıştır. Artık esirler topal başçavuşun elinden
kurtulmuş ve karargâhta bir intizam sağlanmıştır.[414]
Yüzbaşı Rahmi Apak’ın esir
düşmesinin ardından İsmailiye’ye nakli de bir insanın tahammülünü aşan bir
işkenceye dönüşmüştür. İki arkadaşı, sekiz asker, bir İngiliz çavuşu ve bir
Yugoslav ile Kahire istasyonundan trenle birinci mevkie İsmailiye’ye gönderilen
Yüzbaşı Apak, buradan bir hastane gemisi ile Milos Adası’na götürülmüştür.
İnsanın tahammülünü zorlayan sıcak kamaralarda seyahat ettirilmeleri işkencenin
kasıtlı yapıldığını düşündürmektedir. Buna rağmen günde 4 defa olmak üzere
birinci sınıf yolculara mahsus yemek vermiştir. Korint Kanalı’na gelindiğinde
vapur konvoydan ayrılarak kanalı geçmiştir. Apak, iki arkadaşı ve Yugoslav
kamaralardan alınarak en altta bulunan üçüncü kattaki ambara indirilmiştir.
Ambarın kapağı yarı kapatılarak kapağı başına bir de silahlı nöbetçi
dikilmiştir. Gerekçe olarak Korint’ten itibaren Fransız bölgesine girildiği
söylemiştir. Gerçekte ise sebep başkadır. Gemide daha kırk kadar Hicaz’da esir
edilen telgraf, posta memuru, mahkeme kâtibi, tahsildar v.s. gibi küçük devlet
memuru Türkler vardır. İngilizler bunları geminin ön ambarlarına kapatmış,
kömür taşımak gibi işlerde çalışmaya zorlamıştır. Bunlar memur olduklarını
beyan ederek iş yapmayı reddedince bu itaatsizliğin Apak ve arkadaşları
tarafından telkin edildiği düşünülmüştür. Fakat Apak’ın bu kişilerin
varlığından bile haberi yoktur. Gemide sadece esirleri koruyan 10 İngiliz asker
vardır. Kırk elli kadar esirin muhafızları etkisiz hale getirip gemiyi ele
geçirebilecekleri düşünülmektedir. Kanal geçildikten sonra bütün tayfalara ve
muhafız erlerine cankurtaranlar dağıtılmış, Alman denizaltı saldırısı durumunda
tüm esirlerin öldürüleceği söylenmiştir. Esirlerin yerleştirildiği alt kattaki
ambar dayanılmayacak kadar sıcaktır. Yugoslav ise kurnazlıkla bir yolunu bulup
bu durumdan kurtulmuştur. Yakasındaki bir toplu iğne ile sol elinin şahadet
parmağını delip burayı sıkarak kanı emmiş, ağzının yarısına, dudaklarına ve
cebindeki mendiline kan bulaştırmıştır. Yere uzanarak yarı ölü gibi
davranmıştır. Zaten zayıf olduğundan hasta numarası gerçek görünmüştür.
Yugoslav buradan alınarak üst güverteye kaptanın bulunduğu yere çıkarılmış ve
şezlonga yatırılarak kendisine bisküvi ve çay verilmiştir. Diğer esirler
aşağıda sıcakta eziyet çekmeye devam etmiş ve bu işkence Malta’ya kadar
sürmüştür.[415]
Esirlerin kamplarda çektikleri
sıkıntıların yanı sıra esir düştükten sonra kampa getirilişlerine kadar
geçirdikleri zorlu süreci anlatan bir başka esir olan 1210 Kuşcubaşı
Eşref Bey’in Mısır esir kampından Malta’ya sevki kendi açısından pek kolay
olmamıştır. Eşref Bey Kasr El-Nil esir kampındaki 50. gününden sonra Ata Hüsnü
Bey ile beraber Malta’ya gönderilmiştir. Eşref Bey’in Malta’ya naklini haber
alan halk istasyona dolmuş ve Eşref Bey’i yolcu etmiştir. Gelenler arasında
gençler dikkat çekmektedir. Süngülü muhafızlar arasından geçerek birinci mevki
kompartımanına yerleşmiştir. İskenderiye’ye kadar hadisesiz yolculuk
yapılmıştır. Gemi karadan ayrılıncaya kadar güverteye çıkılmaması tembih
edilmiştir. Vapurun hareketinden bir müddet sonra ancak salona davet edilmişlerdir.
Bir İngiliz albayın başkanlığında Mısır’dan Malta’ya giden İngiliz askeri
heyeti Türk esirleri nezaketle karşılamıştır. Malta’ya yolculukları sırasında
vapurun etrafında, iki İngiliz torpidosu nöbet tutmuş, gemiyi Alman
denizaltılarının muhtemel taarruzuna karsı korumaya çalışmışlardır. 18 Nisan
1917 günü Malta limanına ulaşılmıştır. Öğle yemeği gemide yenmiş, İngiliz
askeri heyeti esirleri uğurladıktan sonra Malta esir kamplarının irtibat subayı
Binbaşı Solter esirleri teslim almıştır.1211 [416]
Birinci Kanal Seferi sonrası
İngiliz Erkan-ı Harbiyesi esir düşen Türk askerlerinin pek çoğunu nakilleri
sırasında çektikleri işkence yetmemiş İngilizler esir Türkleri sokaklarda
teşhir ederek savaşta üstün olduğunu göstermeye çalışmıştır. Yayımladığı raporlarda
resmi bir lisana yakışmayacak sözlerle Türk ordusunu küçük düşürmeye
çalışmışlardır.[417]
Türk esirlerini küçük düşürmek
için Kahire sokaklarında dolaştırılmalarına dair belgelere Osmanlı Arşivinde de
rastlanmaktadır. Bern Elçisi Fuad Bey’in 9 Ağustos 1916 tarihinde Hariciye
Nezaretine gönderdiği şifreli telgrafta İngilizlerin Ramani’de aldıkları Türk
esirleri İngiliz askerinin muhafazası altında ve önlerinde mızıka olarak Mısır
sokaklarında dolaştırdıkları belirtilmektedir. Söz konusu yazıda Osmanlı Devleti
tarafından Kûtu’l-Amâre’da ele geçirilen İngiliz esirlerine gösterilen hüsn-i
muameleye karşılık olarak İngilizlerin gösterdikleri bu hareket son derece
çirkin olarak görüldüğü anlatılmıştır.[418]İngilizler
Türkleri küçük düşürdüklerini saklama gereği bile duymamıştır. Türk esirlerin
Kahire sokaklarında birbirine bağlı olarak yürütüldüklerine dair itiraflar
İngiliz basınında yer almıştır.[419]Bir
İngiliz askeri Türk esirlerinin Kahire sokaklarında perişan bir şekilde
dolaştırıldığını şu cümlelerle ifade etmektedir:[420]
“Bir gün Kahire’deydim ve bazı
Türk esirlerini gördüm. Oldukça aç görünüyorlardı. Kimsesiz ve kendilerini
koyuvermiş olduklarını düşünüyorum. Kanal gezisinin haricinde yolculuk ilk
haftadan sonra oldukça sıkıcıydı.”
Türk askerlerine karşı gösterilen
bu kötü niyetli davranışlara karşı Türk esirlerin durumlarına ve tutumlarına
hayran kalan İngiliz askerleri Türk esirlerinin genel durumlarını İngiliz
basınına demeçler vererek veya ailelerine yazdıkları mektuplarda dile
getirmişlerdir. Türk esirleri hakkında bilgiler içeren bu mektuplardan bazıları
basında da yayınlanmıştır. İngiliz askerleri Nil Nehri’nin güney kıyısı
üzerindeki Mokattan Tepelerinin üzerindeki hisarı ziyaret ettikleri sırada o
bölgede bazıları subay olan Türk esirlerini görmüş ve onların tutumlarına ve
edeplerine hayran kaldıklarını yazmışlardır. Türk esirler İngiliz askerleri
üzerinde yeterince mutlu ve iyi muamele görüyor izlenimi bırakmıştır.[421]
Türk esirlerinin genel durumu her zaman böyle olmamış çoğu zaman çok perişan
bir halde esir olarak ele geçirilmiştir. Mısır bölgesindeki muharebelerde esir
alınan Türk askerler perişan bir haldedir ve birçoğunun ayağında botu bile
yoktur. Onların bu perişan ve üzgün görünüşü Mısır halkı üzerinde derin bir
etki yaratmıştır.[422]
İngiliz basını o sıralar en
etkili kitle iletişim aracı olan gazeteler vasıtasıyla Türk esirlere karşı
kendilerinin ne kadar hoşgörülü davrandıklarını ve Türk esirlerini kendi
askerlerinden ayırmadıklarını kamuoyuna göstermeye çalışmıştır. Kalgoorlie
Miner gazetesinde çıkan habere göre Beyrut’taki Amerikan Kolejinde görev yapan
Türkiye üzerinden seyahati sonrası New York’a dönen iki eğitimci, İngiliz
askerlerin ve Avusturyalı esirlerin yanı sıra Türk esirlerin de aynı
kumanyaları aldığını rapor etmiştir. Bazı bölgelerde esirlere iki kat et alma
hakkı olduğu söylenmiştir. Bu kişilerin ziyaret ettikleri kampların tamamında
esirlere karşı nezaket gösterilmektedir.[423]
Türk esirlere verilen iaşelerin İngiliz askerleri ile aynı olduğu basına
yansıyan ve İngiliz askerleri ile yapılan röportajlar da doğrulamaktadır.
Yalnız kendileri ile aynı iaşeyi alan esirlerden İngiliz askerler pek de memnun
kalmamıştır. Türk esirlere verilen yiyecek ve sigarayı içine sindiremeyen bir
İngiliz askeri şu ifadeleri kullanacaktır:[424]
“Ben onları vururdum! Cephede
yulaf lapası adamlarımıza yetmediği zaman, adamlarımız yemeden gitti ve o
lapalar Türklere verildi. Adamlarımızın sigara desteği bile esirlere verildi.
Bu bizi sinirden köpürtüyordu...”
Gerek İngiliz basınında gerek
Avustralya basınında sık sık Türk esirlerinin sözde rahatından rahatsız olan
haberler yayınlanmaktadır. E. Harvey Gibbon’in gazete editörüne yazdığı “Türklerin
Rahatı” başlıklı yazısında Türk esirlerin kamplarda rahat bir hayat
sürmesinden memnuniyetsizliğini dile getirmektedir. Harvey Gibbon mektubunda
Kızılhaç Cemiyetinin Türklere karşı koruyucu rol oynamasının huzursuzluğunu şu
sözlerle dile getirmektedir:[425]
“Bayım, bugünün gazetesinde, bir
Kızılhaç çalışanından, geçiş bildirisinden daha fazlasını gerektiren bir mektup
yayınlandı. Eğer Kızılhaç Cemiyeti bizim kendi askerlerimiz için halktan
sağlanan fon harcamalarından kullanılarak Kahire’deki Türk esirler için konfor
sağlama niyetinde ise o zaman Kızılhaç Cemiyetinin sonu çok yakındır. Ellerinde
Ermeni şehitlerimizin kanı olan bu canavarlar, lüks kaşıkla besleniyorlar. Eğer
askerlerimizin parasından bir peni bile Kahire ya da başka yerlerdeki Türk
esirlerin konforuna harcanırsa, Kızılhaçın ilişkilerinin idaresinin büyük
ölçüde sarsılacağı ve binlerce kişi onların fonuna bağış yapmaktan vazgeçeceği
dikkate alınmalıdır. Bunu ve fonun ahlaksızca harcanmasını mutlak bir öfkeyle
protesto ediyorum.”
Mısır’da bulunan Avustralya Hafif
Atlı Birliklerinde bulunan bir asker ailesine gönderdiği mektupta Türklere
karşı kinini “Hain Türkler” diyerek dile getirmiştir. Esir alınan
Türkler uluslararası hukuka aykırı olarak toplu olarak kaçacakları gerekçesiyle
öldürülmüş ve yetkililer tarafından bu tür olaylar kısa sürede soruşturma
gereği bile duyulmadan kapatılmıştır. Türk esirlere esir alındıktan sonra nasıl
bir muamelenin yapıldığı İngiliz basınına şu şekilde yansımıştır:[426]
“Çanakkale Cephesi’nden Mısır’a
getirilen çok sayıda yaralı Avustralyalı piyade asker gördüm. Cepheye dönmek
için mutlu ve sabırsızdılar. Hastanedeki doktor ve hemşireler yaralıların büyük
bir metanet içinde olduğunu rapor etmiştir. Tüm Avustralyalı askerler pis
Türklere tüm gün gülüyorlar ve alay ediyorlardı. İki sedye taşıyıcı yaralı bir
Türk esiri karargâha taşıdıkları sırada Türk esir tabancasını çekerek onlardan
birisini vurarak öldürdü. Diğeri vaktinde süngüsünü çekerek Türk’ü bıçakladı.
Sihlerden bazıları 50 kişilik Türk esir gruplarına gardiyanlık etmeye
gönderilmişti. Yaklaşık bir buçuk saat sonra Sihlerin çavuşu görevi için geldi
ve rapor verdi. Subay: ‘Esirlere ne yaptın?’ diye sordu. ‘Efendim onların
kaçmaya çalıştıklarını gördünüz.’ diye cevapladı. Ancak en çok sıkıntıyı
onların keskin nişancıları yaşattı. Çalılıklarla ve kayalarla kaplı mağaralarda
saklandılar. 14 günlük cephaneleri ve yiyecekleri vardı. Oradan ayrılmadılar ve
kendi birlikleri dağıldıktan sonrasında bile subayları bir bir vurdular. Onlar
yakalandıkları zaman yoldaşlarımız bu keskin nişancıları uzun bir süre boyunca
yemek istemeyecekleri bir yere koydular.”
Sun gazetesi “Türkler Savaşı
Lanetliyor” haberinde İskenderiye’deki Türk esirlerin yalınayak ve üstü
başı perişan halde olduğunu yazmıştır.[427]
Bir başka gazetede ise bir İngiliz askeri yazdığı mektupta esir düşmüş Türk
askerleri tasvir ederken beklentisinden daha iyi bir durumda olduklarını şu sözlerle
ifade etmiştir:[428]
“Bugün ilk kez bir Türk esir gördüm. İyi ekipmanlı, iyi giysili
görünüyordu. Onları her zaman çeşit çeşit giyimli bir güruh olarak hayal
etmiştim. Almanlar onları biraz olsun akıllandırmış olmalı.”
Bir başka habere göre İngilizlere
esir düşen Türk esirleri savaştan çıktıkları için çok memnundurlar. Kahire’de
kendileri için kurulan kampta konaklayan 700 Türk esiri savaştaki kendi
görevleri bittiği için mutlu görünmektedir. Ayrıca esir Türk askerleri Türk
ordusunun durumu ve mühimmat hakkında da bilgi vermektedir. Yaralı bir Türk
asker, bir hemşire tarafından yöneltilen soruya cevaben, Süveyş Kanalı
saldırısında kullanılan silahların iki ya da üç yıl öncesinde bu çevredeki
kumlara gömüldüğünü anlatmıştır.[429]
Osmanlı Devleti, Türk esirlere
karşı İngilizlerin uyguladığı kötü muamelenin hiçbir zaman değişmediğini ve
kötü muamelenin sistemli olduğu iddiasını savaş süresince sürdürmüştür. 1916
yılından 1919 yılına gelindiğinde Mısır’da kamplarda yaşayan esirler için durum
hiç değişmemiştir. Harbiye Nezareti Sıhhiye Dairesi İkinci Şubesinden Erkân-ı
Harbiye Başkanlığına giden 19 Ocak 1919 tarihli yazıda esirler hakkında yapılan
tahkikatlar ve bu konuda yapılması gerekenler konu edilmiştir. Yazıda Rusya ve
Mısır’dan dönen esirlerle görüşmeler yapıldığından bahsederek esirlerin bu esir
kamplarında her türlü yardım ve refahtan mahrum bırakılarak açlık ve sefalet
içinde ölüme terk edildiği belirtilmektedir. Adı geçen kamplarda bulunan
esirlere ivedi olarak yardım edilmediği takdirde kendilerinden ilelebet haber
alınamayacağı günümüz Türkçesi ile şöyle açıklanmıştır:[430]
“Gerek Rusya’dan ve gerek
Mısır’dan esaretten dönen tüm esirlerin ittifak ederek vuku bulan beyanlarına
ve burada vuku bulan gördüklerine nazaran Osmanlı esirlerinin her türlü yardım
ve refahtan mahrum açlık ve sefalet içinde kesinlikle ölü bir esiri andıran
esef hali içinde bulundukları ve bunlara derhal yardım edilmediği takdirde geri
dönüşleri ebedi olarak imkânsız olacağı anlaşılmakta bulunduğundan binlerce
vatan evladının açlık ve çıplaklık sebebiyle hayatlarını kaybetmelerine mahal
kalmamak üzere Hilal ve Salib-i Ahmer Cemiyetleri (Kızılay ve Kızılhaç)
vasıtasıyla Hükûmet tarafından gerekli yardımların ifası ve tarafsız bir
heyetin acilen Osmanlı esirlerinin bulundukları garnizonlara giderek esirlerin
sağlık durumlarını teftiş etmeleri muvafık görülmektedir. Bu hususta icap eden
teşebbüslerin icrası arz ve rica olunur.”
Erkân-ı Harbiye-i Umumi
Başkanlığına sunulan esaret sonrası dönen esirlerden alınan ifadelerden oluşan
raporlarda esirlerin kampa getirilişi ve kamplardaki yaşantıları hiçbir
tahrifata uğratmadan anlatılmıştır. Bu raporlardan birine göre esirler
sevklerinde pek sıkı bir inzibat altına alınarak Mısır’a kadar trenle sevk
edilmiştir. Esirler iskânları üç dört metre yüksekliğinde tel örgüler içinde
hasırdan yapılmış barakalarda bulundurulmuş tamamına ikişer battaniye ve
bazılarına da hasır tahsis edilmiştir. İaşe olarak az miktarda peksimet, iki
nefere ufak bir kavurma kutusu ve ayrıca akşamları pek az miktarda arpa
verilmiştir. Hastanelerde bulunan esirler de aynı miktarda iaşe almıştır.
Elbise olarak ayakkabının yanı sıra çok kalitesiz cinsten çamaşır verilmiştir.
Türk adetlerine ve dini ihtiyaçlara oldukça riayetkâr davranılmış ise de cenazelere
pek de özen gösterilmemiştir. Ölülerin yalnız belden aşağı kısmına bir iki kova
su dökülerek cenazeler arabalarla istif halinde taşınmış ve namazları
kılınmamıştır. Esirlerin büyük bir kısmı kanalda pek insafsızca ve bir insanın
tahammül edemeyeceği bir şekilde çalıştırılmıştır. Gıdanın eksik verilmesine
rağmen fazla çalıştırıldıklarından dolayı pek çok esir hasta olmuş birçoğu ise
hayatlarını kaybetmiştir. Hastanelerde tedavilerine ihtimam edilmeyerek
bilhassa göz hastalıklarının önemsiz olduğu iddia edilmiş, esirlerin gözleri
ameliyat ile çıkarılmıştır. Tedavi imkânı olanlar bile bu duruma maruz
kalmıştır. Ermeni doktorlarının Türk esirlere karşı zalimane hareket ettikleri
bilinmektedir. Esirler ahali ile temas ettirmemiş, temas edilen mahallerde ise
hallerine Türk esirlerinin acıklı durumu halka teşhir edilmiştir. İngilizler
tarafından esirlerin hayatlarına hiç önem verilmemiştir. Geri dönenlerin
çoğunluğu malul olarak dönmüştür. Esirler bulundukları yerlerde yerel lisana
aşina olmadıklarından bir şey anlayamamış, buna rağmen kendilerine pek de
merhamet gösterilmediğini fark edebilmişlerdir.[431]
Mısır’dan İzmir’e gelen esir
kafilesinin genel sağlık durumları ve esarette iken yaşadıklarını gösteren 11
Nisan 1919 tarihinli bir başka rapor, İzmir Üsera Komisyonu Başkanı Yarbay
Süleyman Fehmi tarafından hazırlanmış ve 7. Kolordu Kumandanlığından Harbiye
Nezareti Üsera Muamelat Şubesine sunulmuştur. Bu gelen kafilede 9 subay, 292
çok zayıf durumda nefer ile 263 nefer bulunmaktadır. Tüm kafilenin genel sağlık
durumu öncekilerden hiçbir farkı yoktur. Kafilede zayıf durumda ve nekahet
döneminde olanlar bir araya getirildiğinden zayıf durumda olanlardan genç
olanları kafilenin genel sefalet durumunu gizlemektedir. Elbise ve ayakkabıları
yeni denilebilecek bir halde idiyse de askerler arasında yapılan tahkikatta bu
elbiselerin hareket edecekleri sırada İskenderiye’de kullanılmış olarak
verildiği ve karargâhlarında pek sefil ve pejmürde bir kıyafetle
bulunduruldukları 1226 anlaşılmıştır. Esirler İzmir’e ulaştıktan sonra
vapurdan çıkarıldıkları vakit öğleden sonra saat üç olduğu halde öğle yemeği
olarak İngiliz tarafından et konservesi, patates ve bisküvi verilmiştir.
Askerler bu ikramın nümayiş olarak yapıldığını hem Türk tarafına ve hem de
biraz öğrendikleri İngilizceleri ile İngilizlere söylemişlerdir.1227 [432]
Rapora göre esir kamplarında
subaylar çıplak ve acınacak haldedir. Hal ve hareketlerinde genel bir sersemlik
mevcuttur. Hayatları hakkında soru sorulduğu zaman kılık ve kıyafetlerinin
nasıl bir sefalet geçirdiklerini tasvir etmek için yeterli olduğunu
söylemişlerdir. Bazıları düzenli olarak maaşlarını alamadıklarını ifade
etmiştir. Yalnız İzmir’den ayrılacakları günü idareye teşekkür ederek genel
durumlarını millete ilan etmişlerdir. Esirler içinde en önemli bilgileri veren
kişi Cenin Hastanesi Başhekimi Binbaşı Mehmed İzzet Efendi ile 1. Fırka, 62.
Alay, 1. Tabur, 3. Bölükten İhtiyat Mülâzımısâni Halil Halim Efendi’dir.
Askerler arasında iki yedek subay bulunup bunlar İngiliz ordusunca rütbelerine
göre muamele görmeyerek erler arasında bulunmuşlar ve er muamelesi
görmüşlerdir.[433]
Aynı şekilde 4. Kolordu Asker
Alma Heyeti Sertabibi Kadri Bey’in esaretten döndükten sonra hazırladığı 19
Ekim 1918 tarihli rapor da esirlerin perişan haline dikkat çekmektedir. Kadri
Bey, raporunda iaşenin, iskânın ve giyeceklerin pek fena olduğunu anlatmıştır.
Gelen üç kafilede askerlerin elbiselerinin yeni olduğunu söyleyerek bunun
alelacele verildiğini ve dünyaya esirlere iyi bakıldığını göstermek amacıyla
yapıldığını söylemektedir. Raporda subay ve erlerin kasıklı olarak aç
bırakıldıkları, esirlerin eli kolu bağlı biçimde kuma gömülü olarak saatlerce
kızgın güneşte bekletildiği, Ermenilerin Türk esirlere düşmanca davrandığı
zikredilmiştir. Alman esirler Türk esirlerinden ayrılarak Hollanda konsolosu
tarafından kendilerine gerekli özen gösterilmiş, Türk esirler ise sefalete terk
edilmiştir. Hatta hasta Türk subay ve doktorlarının hastanelerde İngilizler ve
yabancılar tarafından takibi yapılırken kendi Hükûmetlerinden hiçbir yardım
alamamış ve halleri bile sorulmamıştır. Esaretin Mısır esir karargâhında
Osmanlı esirlerinin sıhhat ve hayatına kastedecek derecede ağır olduğunu,
esirlerin kötü muamele ve kötü hayat şartları altında yaşadıklarını ve esaret
şartlarının İngiliz medeniyetine yakışmayacak nispette gayr-ı insani
bulunduğunu beyan ederek Kadri Bey raporuna şu şekilde devam etmiştir:[434]
“.... Zâbitân ve efrâdüserâ
karargâhlarının kemâl-i garâibden, elbise ve gıda fikdânından (yokluk)
gâyetsûzişle (büyük acıyla) şikâyetde pek avazdır. Ve bizim kanâ‘atkâr ordumuz
efrâdının bu derece şikâyeti ise artık Mısır üserâ karargâhındaki mahrûmînin ne
derece olması lâzım geldiğine mu‘bârdır. Aklı başında olanları çekdiklerini
yana yakıla anlatıyor. (Efendim, farazâ orada bin esir varsa dokuz yüzü bizim
gibidir) diyor. Bazıları da kabahat edenlerin ceza olarak eli kolu bağlı kuma
gömülüp saatlerce güneş altında bırakıldığını (siz Ermenileri öldürürsünüz ha)
gâib-i intikam-cûyânesine muhâtab olduklarını söylüyorlar. Alman üserânın
Türklerden ayrı yere konup Flemenk konsolosunun bunları ve diğer ecnebi
esîrlerin hal ve hatırını mütemâdiyen ta‘kîbetdiği halde ne bir konsolos ve ne
diğer bir ferdin bir kere Türklerin hatırını bile sormamış bulunduğunu yana
yakıla anlatanlar da var...”
120. Alay Kumandanı Yarbay imzalı
Merkez Kumandanlığından Üsera İşleri Şubesi sunulan esir ifadelerinden oluşan
20 Şubat 1921 tarihli raporda Askerlere umumiyetle pek ağır hakaretler ile
muamele edildiğinden söz edilmektedir. Esirlerin kendi başlarındaki Türk esir çavuşlarından
İngilizlerden daha ziyade hakaret gördükleri kamplarda gözlemlenen
olaylardandır. Esirlerin ise esir olmaları sebebiyle olaya rıza
göstermelerinden başka ellerinden bir şey gelmemekte en hafif bir itiraz en
ağır bir şekilde cezalandırılmaktadır. Türk esirler arasında da kötü davranışta
bulunanlar çıkmıştır. Bu kişiler gerekli görüldüğünde İngilizler tarafından en
ağır bir şekilde cezalandırılmıştır. Esarette esirlerin en ağır yaşadığı travma
ise kendilerini sahipsiz hissetmeleridir. Kendi Hükûmetleri tarafından hiçbir
suretle ne sorulmuşlar ne de herhangi bir yardım görmüşlerdir. Esirler gerek
Kızılay ve gerekse başka vasıtalarla esirlerin hatırları sorulmuş, pek berbat
olan üst başları, çamaşırları hiç olmazsa adi bir bezden elbise veya çamaşır yapılarak
düzeltilmiş olsaydı kendilerine yapılan kötülüğün yarısının bile
gerçekleşmeyeceğini düşünmektedirler. Biçare esirleri kimse aramamış ve kimse
sormamıştır. Aynı kampta bulunan Bulgar esirlerini İspanya konsolosu
vasıtasıyla Bulgaristan sormuş, elçileri kamp civarına kadar gelip tüm
Bulgarları çağırıp Hükûmetleri tarafından sorulduğunu göstermiş, bunu gören
Türk subayları üzüntüden kahrolmuştur. Hatta Osmanlı vatandaşı Rum askerleri
bile Yunanistan tarafından sorulurken kendi Hükûmetleri tarafından bir defa
sorulmamıştır. Rum askerleri ayrı bir kampa konulurken ayrıcalıklı bir konuma
kavuşmuş ve Türk subaylarının sahipsiz oldukları tüm dünyaya gösterilmiştir.
Esirleri arasında bu menfi durumun tesiri çok büyük olmuştur. Hele Ermeni
tercümanlardan görülen aşağılamalar da eklenince kamp hayatı esirler açısından
yaşanmaz bir yer halini almıştır.[435]
Dâhiliye Nezareti Arşivlerinde
çıkan “Üserâ-yı Harbiyeye Karşı İfâ Olunan Muâmelâta Dâir Bir Kelime”
başlıklı Halil Halid Bey imzalı bir yazı zamanın büyük devletlerinin esirlere
nasıl bir davranış içinde olduklarını göstermesi bakımından önemlidir. Harbe
girmiş her devlet elindeki yabancı esirlere karşı insani bir surette muamele
göstermesi gerekirken düşman eline düşmüş kendi vatandaşlarına reva görülen
muameleden şikâyet etikleri nadir görülen bir olaydır. Bu konuda en fazla ses
çıkartan devlet ise İngiltere’dir. İngiltere’nin esas itibariyle bu konuda en
çok saldırdığı devlet ise Almanya’dır. Türklerin elindeki esirlerinin halinden
memnun olduğu bir gerçektir. Türkiye’de bulunan İngiliz esirlerinin hayat
tarzları hakkında tahkikatta bulunmak üzere İngiltere’ye her türlü müsaade
verilirken İngiltere, topraklarında bulunan Türk esirleri hakkında hiçbir
malumat vermemektedir. Kûtu’l- Amâre’de ele geçirilen General Townshend,
hürriyeti çok az sınırlandırılmış bir halde İstanbul civarındaki adalardan
birinde zengin ailelerin sayfiyelerinde yaşamaktadır. Diğer tüm İngiliz
subaylar da memleketin en sağlıklı ve en güzel yerlerinde ikamet etmektedir.
İngiltere’nin aldığı Türk esirlerini dünyanın ücra köşelerine sefalete terk
ettiği bilinen bir gerçektir. Osmanlı Hükûmeti kendi esirlerinin sağlık ve
hayatlarını korumak için gereken tedbirleri en kısa sürede almak zorundadır.
Eğer İngiltere Devleti’ne ihanet ettikleri töhmetiyle en sıcak ve en uzak
memleketlere gönderilen biçareler sadece misilleme olarak kötü muamele görüyor
ise Türkiye de elinde bulunan İngiliz esirlere aynı muamele gösterilmelidir.[436]
Esirlere işkence çektirmenin bir
diğer yolu da sabahları yapılan yoklamadır. Esirlerin her sabah İngiliz
askerleri tarafından sayılarak yoklaması alınmaktadır. Yoklama alanı, esirleri
alacak genişlikte kireç çizgili iki taraftan bakınca eksiklerin fark edileceği
bir alandır. Her esir bu kare çizgilerden birisinin üzerinde durmaktadır. Tüm
yoklama bir iki dakikada bitmektedir. Yoklama saat 08.00’de yapılmakta ve düdük
çalmadan tüm esirler orada bulunmak zorundadır.[437]
7. Fırka Askere Alma Şubesi Kalemi Bandırmalı Üsteğmen Mahmud Esad Efendi
subayların günde iki defa harp nizamında yoklamaya çıkarıldığını ve subaylardan
birisi yoklama esnasında hatada bulunursa saatlerce diğer bütün subayların
ayakta durdurulduğu gibi tüm esirlerin de ayrıca hakarete maruz kaldığını
ifadesinde anlatmıştır.[438]
Gelibolu Seyyar Jandarma
Taburundan Abdürrahim verdiği ifadesinde kamptaki kuralların çok sıkı
olduğundan söz etmektedir. Esirler diğer bir kamptaki arkadaşları ile haftada
bir veya iki defa olarak üzere yalnız iki üç saat görüşebilmektedir. Görüşme
sonrası kapılar kapanmakta ve bu kapıların açılması esirlere bahşedilen bir
imtiyaz olarak gösterilmektedir. Kaldı ki esirler bu imtiyazdan her zaman
istifade edememektedir. Bu izin tamamen kamp komutanının inisiyatifine kalmış
bir meseledir. Bazen üç dört ay hiçbir kampın kapısı açılmamakta ve esirler
diğerleri ile görüştürülmemektedir. Normal şartlar altında canilere tatbik
edilen bu gibi muameleler harp esirlerine tatbik edilmektedir.[439]
58. Alay 3. Tabur Komutanlığından
Üsteğmen Hüseyin oğlu Halid Efendi Gazze Cephesi’nde İngilizlere esir düşmüş ve
esaret sonrası esarette görmüş olduğu muameleyi 19 Temmuz 1919’da 20. Kolordu
Kumandanlığına anlatmış ve ifadesini de içeren rapor Erkan-ı Harbiye’ye
gönderilmiştir. Raporda esaretten dönen esirlere iyi bakılmadığından dolayı
gelen şikâyetlerden bahsedilmektedir. Subay ve askerlere hüsnü muamele
gösterilmediği, iaşenin yetersiz olduğu ve tedavilerinin yeterli düzeyde
yapılmadığı en fazla dile getirilen şikâyetlerdir. Halid Efendi 13 Kasım 1919
tarihinde Gazze’nin Makara köyü sırtlarında İngilizlere yaralı olarak esir
düşmüş, uzun bir yolculukta çekilen eziyetten sonra Mısır-ı Cedid Osmanlı Esir
Hastanesine sevk edilmiş burada tedavisi bittikten sonra İskenderiye Seydi
Beşir esir kampına getirmiştir. Verdiği ifadesinde kampta kendilerine karşı
gösterilen insanlık dışı tutumdan bahsetmiştir. Diğer kamplarda bulunan esir
subaylar ile görüşmek veya mektuplaşmak katiyen yasaktır. Esirler yalnız her hafta
için iki gün ikişer saat olmak üzere birbirleri ile görüşülebilmiştir. Bu
müsaadeden sonra bir mektup yazıldığı ve gönderildiği takdirde derhal mektup
yazan esir hemen cezalandırılmakta ve maaşını verilmemektedir. Subaylara ceza
olmak üzere esirin bulunduğu kampın ışıkları 15-20 gün kesilmektedir. Kamp
komutanları her fırsatı değerlendirmekte ve fırsat buldukça esirlere ceza
kesmekten geri durmamaktadır. Her kampta ve karargâhta günde iki defa olmak
üzere tüm subay ve askerler içtima ettirilerek yoklama yapılmaktadır. Kazara
bir subay ve yahut bir er yoklamaya bir ve iki dakika geç kalırsa maaşı bir iki
ay verilmemekte ve asker ise hapsedilerek cezalandırılmaktadır.[440]
Türk
esirlerin kamplarda çektikleri cefanın ve esarette karşılaştıkları kötü
muamelenin belki de en büyük sorumlusu Ermeni tercümanlardır. Buna sebep olarak
Ermeni tercümanların kumandanlıktaki fesatlıkları ve tercümelerdeki kasıtlı
olarak yapılan değişikler gösterilebilmektedir.[441]
Gerek yolculukta gerekse kampta Ermeni tercümanlar çoğu zaman Türkler ile
İngilizler arasındaki konuşmaları yanlış çevirmiş ve İngiliz yetkilileri
Türklere karşı kışkırtmıştır. İngilizlerden daha çok Türklere hakaret etmişler
Türk subay ve askerlerinin kampta isteklerinin yapılmaması için ellerinden
geleni yapmışlardır. Göz sorunu olan Türk askerlerinin gözlerinin oyulmasında
da önemli rol oynayacaklardır. Teğmen Ahmed Rıfat esarette yaşadıklarını ve
kampın özelliklerini 3 Nisan 1919 tarihinde verdiği ifadesinde anlatırken
bilhassa Ermeni tercümanların çok fena muamele yaptığını ve bunlar için sayısız
defa müracaatlarda bulunulmuş olmalarına rağmen hiçbir faydanın hâsıl
olmadığını söylemiştir.[442]
Kampta bir yetkili ile bir Türk subayın bir işi olursa Ermeni tercüman
tarafından subay aşağılandıktan sonra isteği işleme konulmakta, isteğinin
yapılması ise yönetimin keyfi uygulamasına kalmaktadır. [443]Seydi
Beşir kampındaki Ermeni tercümanları arasında özellikle azılı Türk düşmanı
Nişan adındaki bir Ermeni, esirleri İngiliz kumandanına karşı kötülemek ve
bizzat hakaret etmek için hiçbir fırsatı kaçırmamıştır. Esirler işlerini Ermemi
tercümanlar vasıtasıyla yürütmektedirler. Her yeni gelen esir kayıt altına
alınmaktadır. Bu kayıt muamelesini, İngiliz subaylarının yanında yapan Nişan,
her subaya kaç Ermeni öldürdüğü tarzında sualler sorup alay etmiştir.1239 [444]
26. Fırka 59. Alay 2. Taburun 2.
Bölük askerlerinden Karacabey’in Şahin köyünden Mehmed oğlu Hasan’dan alınan 23
Mart 1919 tarihli ifadede esirler arasından sağlam olarak seçilenlerin zorla ve
çok ağır şartlarda çalıştırıldıkları yer almaktadır. Esirlerin hayatta kalması
vücutlarının çok sağlam olmasından ileri gelmekteydi. Mehmed oğlu Hasan’ın da
içlerinde olduğu esir grubu yol yapmak, gelen vapurların erzak vesaire
eşyalarını çıkarmak ve sırtlarında kum taşımak suretiyle çalıştırılmıştır.
Yaptırdıkları bu ağır işlere tahammül ve mukavemet edemeyen esirler
hastalanarak Mısır’a götürülmüştür. Hastanede yattıkları müddetçe elli dirhem
kadar ekmek, akşamdan akşama da cüzi miktar pirinç çorbası veya lapa ve bir
miktar süt verilmiştir.[445]
Esirlerin kampın içinde sınırsız
bir şekilde gezinti yapmalarında ise bir sınırlama olmamasına rağmen kamptan
dışarı çıkmaları kesinlikle yasaktır. Kirmasti Asker Alma Şubesi 1. Bölük
Kumandanı Yüzbaşı Ali Saib Efendi’nin raporunda hiçbir esirin kamp dışına
çıkamadığı ve dışarı ile irtibatlarının olmadığı yazılmıştır.[446]
Üçüncü Gazze Muharebesi’nde İngilizlere esir düşen Yüzbaşı Halil oğlu Seyfeddin
Efendi de 2 Ağustos 1919 tarihinde verdiği ifadesinde barakalarda yaşayan
esirlerin genelde esaretleri boyunca kamp dışına çıkmalarının söz konusu
olmadığını söylemiştir.[447]
Esaretten dönen askerlik şubesi memuru Yüzbaşı Sadık Efendi her esirin tel örgü
dâhilinde serbest bulunduğunu onun haricinde karargâhlarda hapis hayatı
yaşadığını, kamptan hiçbir yere çıkamadıklarını ve hatta subayların erlerin
bulunduğu karargâhının hiç birisini göremediğini ifade etmiştir.[448]
Balıkesirli hesap memur yardımcısının verdiği ifadeye göre kampların
etrafı beş sıra tel ile kapalıdır. Esirin, esirden başka hiçbir kişi ile temas
etmesi mümkün değildir.
Hiçbir esir kamptan dışarı
çıkarılmamaktadır. Bir sene kadar hastalık çektiği halde ancak bir defa
otomobil ile iki saat kadar yine muhafız kontrolü altında bahçeye çıkarıldığını
söylemektedir. Esirler esaretleri süresince hayatlarını barakalarda ikamet
ettirmek zorunda bırakılmıştır.[449]
Mısır’ın Tel El-Kebir esir
garnizonunda iken iki gözünü de Mısır esir kamplarında kaybeden üç esirden
alınan ifadelerine göre kampın etrafı tel örgü ile çevrimli olup esirler
kamptan kesinlikle dışarı çıkarılmamıştır.[450]
Buna rağmen kamp yönetimi, esir Türk subaylarına, kaçmayacaklarına dair söz
vermeleri şartıyla, 26 kişilik gruplar halinde kamp dışında silahsız bir
İngiliz muhafızı nezaretinde iki saat gezmeye müsaade edildiğini bildirmiştir.
Ancak Türk subayları hem söz vermemiş hem de şartlı bir gezintinin imtiyaz
olmadığını ifade etmişlerdir. Esirlerin sınırlı da olsa kamptan çıkmaları için
izin almaları çok da kolay olmamış, uzun bir sıkıntılı mücadeleden sonra ancak
bir esirin intihar etmesi sonucu gerçekleşmiştir.[451]
Esirlerin kamp dışına çıkmalarına
kısıtlı ve şartlı da olsa izin verilmesine dair bilgilere Genelkurmay ATASE
Arşivinde bulunan pek çok belgede rastlanmaktadır. Bu belgelerden birine göre
1917 ortasına kadar subaylara tel örgü haricine çıkılmasına hiçbir suretle
müsaade edilmemiştir. 1917 yılı sonuna doğru her karargâhtan haftada üç gün
yirmi beşer kişiyi geçmemek üzere karargâh civarında insanların bulunmadığı
tarlalar arasında iki saat kadar bir çavuş ve bir subay refakatinde gezintiye
müsaade edilmiştir. Gezintiye isimleri yazılanların dörtte üçü hemen her
defasında Hristiyanlardan aynı şahıslardır. Bu suretle bir subay ancak iki
buçuk üç ayda bir defa gezintiye çıkmaya fırsat bulabilmektedir. Yaz
mevsimlerinde denize kadar gitmek suretiyle deniz banyosuna izin verilmiştir.[452]Esirlerin
banyo için denize götürüldükleri Halid Efendi’nin verdiği ifadede de
geçmektedir. Yaz mevsiminde haftada bir gün ve her kamptan 50 subay seçilerek
şehir ve kasaba yüzü görmeksizin denize götürüp banyo ettirerek yine tel
örgüsüne hapsedilmiştir. Askerler ise bu gezintiden mahrum bırakılmıştır.[453]
İngilizlerin kamp dışına
esirlerin çıkarılmasında en büyük etken Türk subayları arasında ruhsal problem
yaşayan kişilerin artması en büyük etken olmuştur. Esir arasında hasta
olanların sayısının artmasıyla bazı üst rütbeli subayları bir iki ayda bir
İskenderiye Hayvanat Bahçesine kumandan ve bir subay refakatiyle götürmüştür.
Kimse ile iletişime geçmemek şartıyla bir çeyrek saat oturmaya ve bir gazoz içmeye
müsaade edilmiştir.[454]
Esir kamplarında yaralı veya
hasta esirlerin ölümleri adi vakalardan sayılmaktadır. Başkumandanlık
Vekâletine 5 Ağustos 1917 tarihinde gelen bir yazı bir Osmanlı erinin
İskenderiye’de vefatından bahsetmektedir. İngiltere Hükûmetinin 42. listesinde
T:14753 sıra ve 7439 garnizon numarasında kayıtlı olan Hüseyin Talik’in 28
Ağustos 1916 tarihinde Kahire’de gerçekleşen tren kazası sonrası İskenderiye’de
vefat ettiği yazılmıştır. Kaza sonucunda yapılan soruşturmada 17 Ocak 1917
tarihinde Savaş Esirleri İstihbarat Bölümü Londra İsveç Elçiliği Türk Bölümü
vasıtasıyla Osmanlı esirlerine ait 47’nci listede adı geçen askerin bulunduğu
trenden kaza sonucu düşerek vefat ettiği belirtilmiştir.[455]
Esir kamplarında kurallar çok
katı olup kuralların ihlali halinde esirler en ağır şekilde
cezalandırılmaktadır. Esirlere tırnak kesmek için bile izin verilmemiştir.
Kampta ne bir tırnak makasına ve ne de bir küçük çakıya müsaade edilmemektedir.[456]
18 Şubat 1914 tarihinde Süveyş Kanalı Tosum mevkiinde esir olan 8. Fırka 27.
Alay 79. Makineli Tüfenk Üsteğmeni Osman Ferid ifadesinde en ufak hatada
esirlerin nasıl cezalandırıldığını anlatmıştır. Bir esirin vuku bulacak ufak
bir kabahati üzerine derhal tüm esirlerin milleti ağır hakaret görmekte ve
aşağılanmaktadır. Haftada iki defa açılan kapılar ceza olarak haftalarca
açılmamakta, lambalar beş on gece yakılmamakta, esirler karanlıkta
bırakılmakta, lütfedilir ise bir haftada sadece bir oda için yarım mum
verilmektedir. Tuvaletlerde ve duşlarda su kesilmekte, yemek için kömür
verilmemekte ve doğal olarak yemek pişirilememektedir. Biraz daha büyük kabahat
yapıl ise o zaman esirlerin durumu daha kötü olmaktadır. Hatayı yapan esir
taştan ufacık localara hapsedilmektedir. Kısacası bir kişi yüzünden tüm esirler
cezaya çaptırılmaktadır.[457]
Teğmen Ahmed Rıfat esarette
yaşadıklarını 3 Nisan 1917 tarihinde verdiği ifadesinde anlatırken kampta
herhangi sorun çıktığı zaman subayların maaşlarının kesilip hapsedildiği söylemiştir.
Hatta bir defasında subaylardan üçü taş koparmaya mecbur bırakılmıştır.
Askerler bir olaya karıştıklarında ise başlarında üç adet görevli olduğu halde
güneşte saatlerce dolaştırılmakta yere çakılı olan kazıklara gerilerek belinin
altına büyük bir taş sokulmakta ve saatlerce bu vaziyette bırakılmaktadır.
Bazen de ağaca bağlanmış büyük makaralar ile ayağının başparmakları yere temas
edecek bir surette asıldıkları olmuştur. Esirlerin İngiliz subayının
aşağılamalarına maruz kalmaları ise alışılmış bir durum haline gelmiştir.
Mesela bir karyola ayağının kazaen kırılması durumunda Türk milletini
aşağılamak için Türklerin memleketlerinde böyle karyolalarda yatmadıklarından
bahsedilmiştir.[458]
İngilizler bu ceza şekli sadece Türk esirlere değil kendi koyduğu kurallara
uymayan tüm kişilere uygulamıştır. Ahmed Altınay hatıratında İngilizlerin
Araplardan bir kişiyi güneş altında arkası üzerine yatırarak zulmettiğini
yazmıştır. Bu İngilizlerin vicdansızlığını gösteren önemli bir olaydır.[459]
7. Fırka Askere Alma Şubesi
Kalemi Bandırmalı Üsteğmen Mahmud Esad Efendi de ifadesinde esirlerin nasıl
cezalandırıldığını anlatmıştır. Subaylar bir kabahat işlediği zaman taştan
yapılmış hapishanelere atılmakta ve askerler ise güneşe karşı çarmıha
gerilmekte veya su taşıma hizmetinde kullanılmaktadır. Subaylara bu şekilde
davranan İngilizler erlere hiçbir önem göstermemekte ve erler pek sefil bir
durumda yaşamaktadırlar.[460]
Babıâli, 1916 yılı başında
İskenderiye Sarayı’nda tutuklu bulunan Türk deniz kaptanı Hakkı Bey ve onun
yakın arkadaşı Muhammed’in kötü muamele gördüğü gerekçesiyle İngiltere
Hükûmetine şikâyette ederek misilleme tehdidinde bulunmuştur. Hakkı Bey savaş
başladığında tifo hastalığına yakalanmış bu nedenle ülkeden ayrılmasına izin
verilmemiştir. Nekahet dönemini Montague Caddesi’nin üst tarafındaki Abbotsford
Otelinde geçirmiştir. Daha sonra Hamstead'da bulunan pansiyonda ve Golden Cross
Otelinde yaşamıştır. Casus olarak tehlikeli görülmesine ve yeterli düzeyde
İngilizcesi olmasına rağmen İngilizlere tamamen sessiz zararsız enerjisi
olmayan bir kişi gibi görünmüştür. Mısır polis kayıtlarında ona yönelik hiçbir
bilgi ve belge olmamasına rağmen düşman ülkesi uyruklu hiçbir subayın serbest
bırakılmamasına yönelik yasa gereği İngilizler tarafından Mısır’da gözlem
altında tutulmuştur. Tutuklanması sonrası hastalanmış, solgun ve hasta
görünmesi sebebiyle subayların bulunduğu bir kampa gönderilmesi kabul
edilmiştir. Hakkı Bey İngilizlere verdiği ifadede Türk donanmasının bir subayı
olmadığı iddiasında bulunmuştur. Hakkı Bey’in serbest bırakılması teklifine
yönelik sivillerin geri gönderilmesi antlaşması da tekrar gündeme gelmiştir.
İskenderiye Sarayı’ndan Wakafield Kampı’na nakli de teklif edilmiştir.1256
[461]
İtilaf Hükûmetleri askerleri
tarafından Yunanistan’dan cebren çıkarılıp İstanbul’a dönen Süleyman Bey kırk
kadar bir İngiliz bahriye askerleri tarafından kapısı kırılarak makamına zorla
girilmiş ve pasaportuna, sancağına ve silahına el konularak 25 Kasım 1916
tarihinde Alman ve Avusturyalı konsoloslarla beraber bir harp gemisine
götürülmüştür. Eşi ve çocukları da daha sonra bu gemiye getirilerek on gün
burada yaşamaya mecbur bırakılmıştır. Önce Mondros’a nakledildiklerini ve orada
Hidiviye kumpanyasının Osmaniye vapuruyla Malta’ya sevk olduklarını ve Malta’da
esir karargâhlarından Polverista’ta 6 ay kalıp ailesiyle beraber çöldeki Seydi
Beşir esir karargâhına göndermiştir. Burada gerek kendisi ve gerek ailesi pek
çok sefalet çekmiş ve esirler hakkında insanlığa yakışmayacak surette muamele
görmüştür. 10 Ekim 1917 tarihinde İskenderiye’den Port Said’e ve oradan
Malta’ya ve üç gün gemi içerisinde kaldıktan sonra da Marsilya’ya ve buradan
Liyon yolu İsviçre’ye nakledilmiş ve Cenevre, Zürih ve Yale yolu İstanbul’a
dönmüştür. Süleyman Bey kendisi Seydi Beşir esir karargâhında kalırken ailesi
Kahire’de Abbasiye adında mahalde kadınlar için yapılan esir karargâhına sevk
edilmiştir. Seydi Beşir esir kampında Osmanlı esirleri 100-150 yahut en fazla
180 metre karelik bir alanda üç kat tel örgüsü içinde vahşi hayvanlar gibi
kapalı tutulmakladır. Esirlerin hali pek fenadır. Esirlerin gezmelerine hiç
müsaade edilmemiş ve esirler pek muzdarip bir halde yaşamaya mecbur
bırakılmıştır.[462]
Kampı ziyaret eden Kızılhaç
heyetinin yazdığını raporlara göre esirlerin esaretten kurtulmak istemelerinden
başka ciddi başka bir şikâyetleri yoktur. Eşleri Kahire Kalesi’nde kalan
subaylara Kahire’ye gitme ve eşleriyle birlikte kalma izni verilmesine rağmen
oğlu, kardeşi veya bir akrabası olanlara izin verilmemesi şikâyet konusu
olmuştur. Eşleri Kahire’de olanlara verilen iznin genişletilmesi şikâyete
rağmen mümkün olmamıştır.[463]
Harbiye Nezareti Üsera Muamelat Şubesinden Hariciye Nezaretine giden yazıdan Hicaz
Fırkasından esir alınan subay ve memurlarının eşleri ve çocuklarının
uluslararası hukuka göre esir olmamalarına rağmen esir muamelesi gördüğü
anlaşılmaktadır. İngilizler tarafından esir edilerek Mısırü’l-Kahire esir
karargâhına nakledilen Hicaz Fırkası subaylarıyla vilâyet memurlarının
ailelerinin iki devlet arasında gerçekleşen antlaşma gereğince memleketlerine
dönmeleri beklenmekte ise de bu esirlerin eşleri ile görüşmelerine İngilizlerce
müsaade edilmemiştir. Hâlbuki İngiltere Hükûmetince bu aile ve çocuklar esir
edilmek maksadıyla olmayıp sefaletlerine izin verilmemek üzere hayır amaçlı
toplanılarak her türlü istirahatlarını temin için gözaltına alınmışlardır. Bu
ailelerin çocuklarıyla beraber perişan bir hâlde oldukları ve kendilerine
bakılmadığı kesin olarak bilinmektedir. Osmanlı Devleti bu kişilerin iadelerine
kadar uluslararası hukuk gereği lâzım gelen serbestî ve müsaadeye sahip
olmaları ve her suretle rahatlarının temini sağlanmak zorunda olduğunu
İngiltere Hükûmetine resmi yollardan bildirmiştir.[464]
Esirlerin kamplarda yaşadığı
sıkıntıları ve acıları yansıtan esaret günlerini kamplarda geçirmiş esirlerin
yazdıkları hatıratlardır. Ali Galib Yoluç[465]
esaretin vermiş olduğu üzüntünün dışında İngilizlerin esirlere kötü muamele
yapmadığını hatta çok iyi denebilecek şartlar sağladığını yazmaktadır.
İngilizler esirlere sinema, gazino gibi imkânlar sağlamıştır. Esirlere asla
işkence etmemiş, yiyeceklerini ve içeceklerini eksiksiz vermiş ve yatacakları
yerde konforu sağlamışlardır. Ali Galib Yoluç esaret hayatı hakkında şöyle
demiştir:[466]
“Esaret hayatı pek acı ve elemli
bir hayattır. İnsanın benliğini kemirir, ruhunu ezer, milli gururu yıkar...
İngilizler gerçi bize işkence etmediler, yiyeceğimizi, içeceğimizi verdiler.
Yatacağımız yeri pekiyi temin ettiler. Fakat bu ikram tarzları bizi tatmin
edemezdi. Çünkü düşmanımızdı. Bize her hususta müsait davrandılar. Gazinomuz,
sinemamız vardı. Hatta altı İngiliz lirası para verirlerdi. Bütün bu şeyler
bize azap gibi gelirdi. İnsan vatanına toprağına dört el ile sarılmalı düşman
boyunduruğu altına girmemelidir. Vatan kadar kıymetli hürriyet kadar sevimli
dünya da hiçbir şey olmamalıdır. Bu kulağınıza küpe olsun...”
1897 doğumlu Ezine-Geyikli
bucağından Ömer Üner[467]
esir düştükten sonra İngiliz askerlerinin kaşar peyniri, tavuk eti ve pastırma
yediğini kendilerinin ise kaynatılmış buğday ile yaşadıklarını anlatmıştır.
Buna rağmen İngilizlerden hiçbir kötü muamele görmediğini sözlerine eklemiştir.
Yalnız Gelibolulu bir Ermeni doktor tercümanlık görevi için İngilizlerin yanındadır.
Sık sık alçak Türkler diye hakaret etmektedir. Bu Ermeni daha sonra Türkler
tarafından fena bir şekilde dövülmüş ve bir daha Türklerin yanına
yaklaşamamıştır.[468]
Biga Eskibalıklı köyünden 7 yıl
Yemen Cephesi’nde savaşmış ve 1 yıl İngilizlerin elinde esir kalmış Hüseyin
Ceylan İngilizlerin esaret sırasında kendisine herhangi bir kötü muamelesi
olmadığını söylemiştir.[469]
Kudüs Cephesi’nde 7 ay çarpışmış,
yaralanmış, Tel El-Kebir’de İngilizlere esir düşmüş ve İngilizlerin elinde 17
ay esir kalmış Çan-Kocayayla köyünden
Mehmed Ali İncedere İngilizlerin
kendilerine çok iyi baktığını “İyi baktı kâfir. Allah’ı var kendi yok.”
sözleri ile ifade etmiştir.1265 [470]
Kamplarda kendisine çok iyi bakıldığını söyleyen bir diğer esir Süveyş
Cephesi’nde İngilizlere esir düşen Çanakkale Çınarlı Mehmed Kurtul’dur.[471]
Doğu Cephesinde Ruslara karşı
savaştıktan sonra İngilizlerin Şam’ı işgali üzerine bölgeye gönderilen ve alay
ve taburuyla beraber İngilizlere esir düşen Çan İlyasağa köyünden Hüseyin Koç
yerini tam söyleyemediği tel örgülerde 2 sene kalmış ve İngilizler esirleri
geri göndermeye başlayınca kendisine ancak 6 ayda sıra gelmiştir. Tel örgüler
içinde kurulan çadırlarda 10 kişi kalan Hüseyin Koç tel örgüye 3 adım
yaklaşanın öldürüleceğinin kendilerine söylendiğini anlatmıştır.[472]
Mısır’da esaret hayatını geçiren
Hasan Fehmi Efendi kendisinin esir aldığı 26 İngiliz askerinin Osmanlı
birliklerinin geri çekilmesi sırasında öldürülmelerinden dolayı kampta
mahkemeye çıkarılmıştır. Masumiyeti ispat edilmesine rağmen mahkûmiyetten
kurtulamamıştır. Kendisine ceza olarak altı ay boyunca haberleşme yasağı
getirilmiş ve kendisi kamp arkadaşlarını ziyaretten men edilmiştir. Terhiste de
en son gönderilen kafilede yer almıştır.[473]
Yedek Subay Mehmed kampta her gün
sabah ve akşam yoklama alınmakta olduğunu fakat Türk subaylar İngiliz
subaylarına karşı hiçbir saygı ve hürmette bulunmadığını ve itaat etmediğini
anılarında belirtmiştir. Bu durum karşısında şiddetlenen İskoçyalı subay
esirlere ceza vermek için her gün yangın tatbikatı uygulaması başlatmış ve esir
subaylara ellerine kova vererek tatbikat yaptırmak istemektedir. Buna karşılık
Türk subaylar hiçbir emri dikkate almayıp emirleri yerine getirmemiştir. Hatta
İskoçyalı komutan itaatsizlik durumunu karargâh komutanlığına bildirmiş
komutanlık bir şey yapmadığı gibi komutanı yönetimdeki beceriksizliğinde
görevden almış başka yere göndermiştir. Yeni gelen komutanlarda kendilerini
göstermek için disiplin kurallarını uygulatmaya çalışmakta fakat hiçbiri
başarılı olamamaktadır. Bu yüzden sık sık kampta subay değişmektedir. En sonuna
kampa Çanakkale Muharebesi’nde bir kolunu kaybetmiş bir teğmen komutan olarak
verilmiştir. Çanakkale’de kolunu kaybetmesine rağmen yine de Türklere karşı
saygılı davranmıştır. Teğmenin iyi niyetine karşı Türk askerleri de iyi
mukabelede bulunmuştur. Bazen yoklamalara gelmemiş gelse bile esirlerin
yoklamalarının alınmasına gerek görmediği de olmuştur. Kamp komutanı teğmen
görevi süresince esirlere tüm kolaylığı sağlamıştır. Hatta diğer esir
kamplarından önce kendi kamplarından ilk kafileyi İstanbul’a göndermeyi
başarmıştır.[474]
İsmini yazmayan bir esir
tarafından İkdam Gazetesinde neşredilen “Esaretteki Acılık” adlı yazı
dizisi kamptaki insanlık dışı muameleleri göz önüne sermiş ve toplumda geniş
bir yankı uyandırmıştır. Esaret şartları esirlerin ruh halini fena bir şekilde
bozmuştur. Her ne kadar rahat olsalar da esaret altında olmanın verdiği
eksikliği her daim yaşamışlardır. O günleri unutamayan esir hissettiklerini şu
şekilde anlatacaktır:[475]
“Esaretteki hayatımız, -şüphesiz
ecel ve keder icabetinden olarak sar u nazar (yaşanıyordu) esaretten evvelki
zamanlardan defalarca daha fazla taht-ı tehminde (teminat altında) idi. Bahusus
(özellikle) cephede müteaddid (tekrar tekrar) gelen silah mermilerinin
cehennemi hücumları karşısında bulunduğumuz zamanlardan bin kat ziyadesiyle
(daha) emniyet altında idi. Kezalik mevzu-yı talimat ve evamire (emirlere)
adem-i muhalefet müstesna hiçbir tazyik ve tesire maruz değildik.
Memleketimizde o vakitler hükümferma (hüküm süren) bir takım (mekulattan)
sıkıntılardan da uzaktık. Memleketimizde olsaydık cephede olmasa bile geri
hizematında (hizmetlerinde) de elbette pek büyük bir faaliyet ve yorgunluk
devresi geçirecektik. Hâlbuki esarette mutlak bir şekilde her türlü tekliften
(yükümlülükten) muaf idik ve zamanımızı istediğimiz cihetle (şekilde)
kullanmakta hür idik.
İşte esaretin maddi olan bütün bu
zahiri fevaidine (faydalarına) rağmen hepimiz, tehlikelere muhatap bir halde
hür ve serbest olarak memleketimizde bulunmayı yalnız tercih değil belki de en
büyük ve en derin bir emel olarak muhafaza ediyorduk. Çünkü hürriyet kavramını
pekiyi bilen ve takdir eden bizler bütün benliğimiz ve mevcudiyetimizle o
cevherin üzerimizden nez’ edilmiş (çıkarılmış) olmasına bir türlü mütehammil
olamıyorduk (tahammül edemiyorduk). Şeref-i insaniyeyi (İnsanlık şerefini)
hissedenler hayatı yalnız yiyip içmek hoş vakit geçirmek istenilen işiyle
meşgul olmak ve istenildiği zaman istirahatten ibaret telakki edilemez. Onlar
her şeyin fevkinde (üstünde) tecelli eden bir şeyi nazar-ı itibara (dikkate
alırlar) ki o da vazife hissidir. Bu vazife ise o zaman bizim için hal-i harpde
(savaşmakta olan) vatandaşlarımızla yan yana bulunmaktır. İşte bu vazifeyi
adem-i ifaya (yerine getirmemeye) idi ki bizi en elim teessürlere gark
ediyordu. Vatanımızı müdafaa için çalışmakta iken artik bütçemizi bile idareden
men edilmekliğimiz mübarek topraklarımızın müdafalarının adedini azalmış
görmekliğimiz sinemiz üzerinde tahammülsüz bar-i sagil (bir ağırlık olarak)
ruhumuzu tazyik ediyordu. Niçin vücudumuz sıhhatte, dimağımız sağlam ve kanımız
cevelanda iken bizi şimdiye kadar cenah- şefkat (şefkatli kanatlarında)
barındıran muhterem ecdadımızın mukaddes bir yadigârı olarak kalan
topraklarımızı korumak için bir şey yapmayalım?
İşte, namus, vicdan ve hiss-i
vazife (vazife duygusu) sahibi bir şahsın nakabil teselliye (tesellisi mümkün
olmayan) dert ve elemleri.
... Vatanının bütün evladına
muhtaç olduğu zamanda hatta alalade evkatta (normal zamanlarında) bile vazife-i
milliyesini ifadan men olunan bir şahsın mütefekkirliğini ne kadar bedbaht
addeder.
İşte bizim üzerimizdeki
bedbahtlık ve acılığın manası bu idi. İstikbal-i fikir (düşüncenin geleceği) ve
istiklal-i hareket (hareket edebilen) sahibi bir kimseye arzusu hilafında bir
gün lalettayin muayyen bir yerde kalması emredilse ve bunda hiçbir mahzur
olmasa bile ona ne kadar ağır gelir değil mi?”
İngilizlerin Türk esirlere karşı
davranışlarında Kûtu’l-Amâre yenilgisinden sonra büyük değişiklik olmuştur.
Kûtu’l-Amâre’de İngilizler askerlerinin Osmanlı Hükûmetinin eline düşmeden önce
Çanakkale ve Kanal’dan aldıkları esirlere yaptıkları muamelenin daha acıklı
olduğu esirler arasında konuşulmaktadır. Kûtu’l- Amâre öncesi ve sonrasını
bilen esirler bu olaya bizzat şahit olmuşlardır.[476]
Heliapolis kampında esaret
günlerini geçiren Eyüb Sabri Bey Anadolu’daki Milli Hareketi güçlendikçe ve
Türklerin Anadolu’daki başarıları arttıkça kamptaki görevlilerin Türk
esirlerine karşı davranışlarının değiştiğinden bahsetmektedir. Eyüb Sabri
Bey’in bulunduğu kampın görevlisi 60 yaşlarında bir Yahudi’dir. Çok iyi 1271
Türkçe bilen bu Yahudi kampa ilk getirildiklerinde Türklerin halinin çok kötü
olduğunu İzmir’in Yunanlılar tarafından alındığını İstanbul’un da alınacağından
sık sık esirlere bahsedip moral bozarken daha sonraları Millî Mücadelenin
başarıları ile beraber Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’da bağımsızlık
mücadelesini başlattığını Anadolu halkının kendisiyle beraber olduğunu ve
silahlanmaya başladığını İzmir’in Yunanlılardan geri alınacağını anlatmaya
başlamıştır. Kampta görevli İngiliz çavuşlar daha önceleri Türk esirlerinin
yüzüne bakmaz, konuşmaya bile tenezzül etmezlerken sabahları yanlarına gülerek
gelmişler, kahve ve çay almaya başlamışlar ve esirlere müjdeli haberler
vermişlerdir. Üstlerinden ve İngiliz gazetelerinden aldıkları habere göre
Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’da yeni bir hareket başlattığını Türklerin bu
hareketle medeni dünyada kendilerini tanıttıkları bu hareketin başarıya
ulaşacağını ve eğer başarılı olursa diğer devletlerin aksine daha onurlu bir
antlaşma yapılacağını esirlere söylemişlerdir. İngilizler özellikle kampta
bulunan Ermeni esirlere hiç yüz vermemiştir. Bu Ermenilerin bir kısmı savaş
sırasında Türklerden kaçıp İngilizlere sığınan Filistin ve Suriye tarafında
İngilizlere casusluk yapan ve daha sonraları tekrar güvenilirliklerini kaybedip
kampa düşen esirlerdir.[477]
Tel El-Kebir esir kampında
bulunmuş İbrahim Arıkan kampta dönen rüşvet olaylarını ve İngiliz askerlerinin
Türk esirleri nasıl dolandırdığını anlatmıştır. İngilizler parası olan
esirlerden paralarını almak için bazı oyunlar oynamışlardır. Kamp komutanı izne
ayrılmış ve yerine geçici olarak bir kamp komutanı görevlendirilmiştir. Yeni
kamp komutanı tüm esirleri toplayarak 5 lirası olanların evlerini
gidebileceklerini söylemiş ve 5 lirası olanlar kamptan ayrılmıştır. Üç beş gün
sonra bu miktar 4 lira olmuş ve 4 lirası olanlar da kamptan ayrılıp gitmiştir.
Birkaç gün sonra 3’e daha sonra 2’ye sonra da 1 liraya düşmüştür. Parası
olanlar kamptan ayrılmış ve gitmişlerdir. Parası olmayan ise kampta kalmıştır.
10 gün sonra izni biten komutan geri dönmüş ve oynanan oyun da ortaya
çıkmıştır. Komutan esirlerin evlerine gönderilmesinin ancak iki Hükûmet
arasında yapılacak bir antlaşma ile olacağını para ile kimsenin evine
gidemeyeceğini birtakım kimselerin evlerinize gönderilmeleri bahanesiyle
paralarını topladığını bu tür kimselere inanmamaları 1272
istemiştir. Paraları alınıp kamptan giden esirler ise kenar bölgelerdeki
kamplara götürülmüş ve esirler mübadelesine kadar orada kalmıştır. Aylar sonra
kampta bulunan esirler evlerine dönerlerken trende para verip kamptan ayrılan
esirlerle karşılaşmışlar ve beraber İstanbul’a dönmüşlerdir.1273 [478]
Kasr El-Nil esir kampında,
Osmanlı Devleti’nin elindeki İngiliz esirlerine nasıl muamele yapıyorsa Türk
esirlere de aynı muamelenin yapıldığı Eşref Bey’e söylenmiştir. Eşref Bey ise
buna karşı çıkarak kamp komutanına Türklerin İngilizlere ikram edecek
viskilerinin belki olmadığını fakat İngiliz esirlere köylü kadınlarının harp
şartları içinde dahi güç buldukları ayranlarını seve seve ikram edebildiklerini
söylemiştir. Türklerin her şeylerini kaybedebileceklerini fakat
misafirperverliğini asla kaybetmeyeceklerini sözlerine eklemiştir.[479]
Salihiye esir kampında esirlerin
su ihtiyacı her esir kampında bulunan ve kamplara tahsil edilen su depolarına
beyaz şeker şeklinde şap atılmıştır. İngilizler bunu yaparak Türk esirleri
kendilerince aşağılamış olmaktadırlar.[480]
Osmanlı Devleti Mısırlı
subayların da esaretleri boyunca haklarını korumaya çalışmıştır. Dışişleri
Bakanlığından Amerika Birleşik Devletleri’ne gönderilen sözlü notada İngiltere
Hükûmeti, Osmanlı Hükûmetinin Mısırlı subayların lehine temsilcilik yapmaya
hakkı olduğunu kabul etmeyeceğini bildirmiştir. Osmanlı Devleti ise Mısır’ın
uzun süredir kendisinin ayrılmaz bir parçası olduğunu ve İngiltere de dahil
olmak üzere pek çok ülke tarafından bunun kabul gördüğünü iddia etmiştir.
Ayrıca Osmanlı Devleti’ne göre bu konu hakkında görüş açısı ne olursa olsun,
imparatorluğun adı geçen bu bölge üzerindeki egemenlik hakları yokmuş gibi
davranılamaz. Bu sebeple her türlü yolla, bu bölgenin haklarına ve
vatandaşlarına yönelik her girişime karşı, Mısır’ın menfaatlerini gözetmek ve
Mısır’ı korumak Osmanlı Devleti’ne düşmektedir. Uluslararası antlaşmalarla
kesin olarak tesis edilmiş kurallara aykırı olarak Osmanlı Devleti’nin Mısırlı
bir subaya uygulanan bir işlemin neticesinde onun temsilciliğini yapma hakkının
kabul edilmemesi söz konusu değildir. Mısır ordusunda subay olan Binbaşı Emin
Hilmi Efendi’nin maruz kaldığı muamele ile ilgili Osmanlı Hükûmetinin notasına
İngiltere Hükûmeti 28 Ocak
1916’da Osmanlı Hükûmetinin
Mısırlı subayların lehine temsilcilik yapmasını kabul etmediğini bildirmiştir.1276
[481]
Osmanlı Ordu-yı Humayun
Başkumandanlığı Vekâletinden Hariciye Nezaretine giden 8 Nisan 1917 tarihli
yazıda Seydi Beşir esir kampında esirlere kasıtlı olarak zulmedildiği
söylenmektedir. Rahatsız bir ortamda yaşamaya mecbur bırakılan esir subaylara
uzaklığı sebep gösterilerek alışveriş için 15 km mesafedeki İskenderiye’ye
gitmelerine müsaade edilmemektedir. Geçici olarak kurulmuş barakalardan
müteşekkil olan karargâhın şehir civarında bir mahalle nakledilmesine de karşı
çıkılmaktadır. Subayların alışveriş ihtiyacını karşılamak için kamp yönetimi
tarafından herhangi bir teşebbüste bulunulmamaktadır. Tüm esir askerlere
adetlerine ters olarak potin yerine pabuç verilerek kasıtlı olarak esirleri
incitmek amaçlamıştır. Esirlerin İskenderiye’ye gidip alışveriş yapma istekleri
kamp ziyaretleri sırasında Kızılhaç yetkililerine de bildirilmiştir. Heyet ise
yazdığı raporda kamp yönetiminin bu tür isteklere izin vermemesini doğal
karşılamıştır.[482]
Esir askerlere Savaş esiri (P. W) markası olan madeni levhalar takıldığı
anlaşılmıştır. Tüm bu uygulamalara karşılık 40 gün içinde İngiltere
Hükûmetinden olumlu bir cevap alınamazsa bilmukabele Türkiye’de bulunan İngiliz
esirlere aynı muamelenin tatbik edileceğinin kendilerine bildirilmiştir.[483]
İngiltere ise Türklerin kendi
esirlerine karşı kötü davranıldığına dair iddialara esir kamplarını ziyaret
eden hem Kızılhaç heyetinin hazırladığı raporları ile hem de Mısır’da bulunan
Amerikan temsilcilerinin hazırladığı raporlar ile cevap vermiştir. 25 Ocak 1916
tarihinde Amerika’nın Mısır Büyükelçisi Olney Arnold tarafından İstanbul
Amerikan Büyükelçisi Henry Morgenthau aracılığıyla Osmanlı Devleti’ne
gönderilen yazıda İngiltere Hükûmetinin elinde bulunan Türk savaş esirlerini
teftiş etmek için geçmişte olduğu gibi Amerikan yetkililerine tüm özgürlüğün
verildiği tekrarlanmıştır. Babıâli’nin bu unsuru iyi anlaması ve gereğini
yapması istenmiştir. İngiltere’nin elinde tutulan Osmanlı savaş esirlerine
yapılan muameleyle ilgili, Akdeniz Seferi Kuvvetlerinin Komuta Generali bu
esirlere kötü muamele edildiği iddiasını Babıâli’nin dikkatini biraz çekmek
adına reddetmiştir. Detaylı araştırmalar göstermektedir ki esirler iyi bir
şekilde beslenmekte, barındırılmakta ve her esire ihtiyacı olduğu kadar bol ve
özel bir giysi verilmektedir. Bu adamlara sert muamele edildiği ifadelerinin
hiçbir dayanağı yoktur. Esirler gördükleri muamele için minnettar olduklarını
ifade etmektedirler. İngiltere’nin Osmanlı Devleti’ne gönderdiği Mısır’daki
Osmanlı savaş esirlerinin maruz kaldığı muamele ile ilgili Amerika Birleşik
Devletleri Kahire Genel Konsolosu ve Diplomatik Görevli Olney Arnold’un 6 Ekim
1915 tarihli raporunda Arnold Türk esirlerle ilgili şu ifadeleri
kullanmaktadır:[484]
“Geçtiğimiz 21 Eylül’deki
mektubumun bir devamı olarak içinde bulunduğumuz ayın 4’ünde Pazartesi günü,
General Maxwell’in daveti üzerine, Mısır’daki savaş esiri Türklerin gözetim
altında bulundukları Kahire yakınlarındaki Maadi’deki kamplarını şahsen ziyaret
ettim. Buradaki adamların gayet iyi bakıldığını, beslendiğini, şartlar göz
önünde bulundurulduğunda hallerinden oldukça memnun olduklarını saptadım.
Düzgün yataklara ve havadar koğuşlara sahipler, beslenmeleri ise yeterliydi.”
İngiliz kamplarındaki Türk
esirler hangi cephede esir edilirse edilsin Alman esirlerden hep farklı
tutulmuş, hiçbir zaman Alman esirlere yapılan muamele yapılmamıştır. Bu durum
Karl Curzon’un İsveç Kızılhaçına yazdığı Mart 1919 tarihli yazısından
öğrenilebilmektedir. Her ne kadar Alman esirlerinden daha ayrıcalıklı tutulduğu
iddia edilse de aynı belgede esirlerin barınmaları ile ilgili bilgi verilmekte
ve şartların hiç de istenildiği gibi olmadığı ifade edilmektedir. Bu belgenin
İngiliz Milli Arşivinde olması var olan durumun doğru olduğunu kanıtlamaktadır.
Geri dönen esirlerle beraber sayının azılmasına rağmen Kahire yakınlarındaki
Maadi-Tura esir kampının şartlarında dikkate değer bir değişikliğin olmadığı
görülmektedir. Aynı türden şikâyetler Seydi Beşir esir kampında bulunan
subaylar tarafından da yapılmaktadır. Maadi-Tura esir kamplarının koşulları
anlaşmalarla belirtilen şartları taşımamaktadır. Çok az sayıda esirin yatağı
olmakla beraber geri kalanlar çıplak yerde yatmaktadır. Diğer esir kamplarından
farklı olarak bu kamp hakkında esirler tarafından sürekli şikâyet
yapılmaktadır. İngiliz yetkililer, esirlerin yıllarca tropikal şartlarda yaşama
zorluklarına alışmış ya da Doğu Afrika’nın sert mücadelesine uyum sağlamış
insanların kötü muameleden dolayı şikâyet etmelerine anlam verememekte bunun
ancak insanca yaşama hakkını öğrenmeleri ile açıklanabileceğini
belirtmektedirler. İngilizlerin insanca yaşamayı emri altındaki esirlere çok
gördükleri bu belgeyle gün ışığına çıkmaktadır.[485]
İngiltere Hükûmetinin kendilerine
düşman Almanlar ile Osmanlı vatandaşlarını ayırmaya çalışması ve bu iki halkı
birbirine denk saymaması tutumuna İngiliz basını da destek vermiştir.
İngilizler Türk esirleri her zaman Alman esirlerden ayrı tutmuş ve Türkleri
gücendirmemeye çalışmıştır. İngiliz basınının iddiasına göre ara sıra Türk
esirleri, İngilizlere Alman subaylarının kendilerine karşı zorbalıklarından
şikâyet ettikleri olmuş ve ileri emri verildiği zaman makineli tüfekleriyle
tehdit edildiklerini ifade etmiştir.[486]
İngiltere Hükûmeti savaşın ilan edilmesiyle sınırları içinde bulunan sivil
Alman ve Türkleri de birbirinden ayırarak aynı muameleyi göstermemiştir.
Savaşın başlamasıyla İngiliz hâkimiyetinde bulunan bir kısım Türk vatandaşları
bu ülkedeki toplama kamplarında konulmuştur. İngiliz basınına yansıyan haberlere
göre İngiliz topraklarında yaşayan bir Alman, düşman olan bir yabancıdır. Böyle
bir varsayım, Türkler için yapılmaması gerekmektedir. Osmanlı hâkimiyetindeki
alanların nüfusu, diğer ülkelerce bilinmeyen bir ölçüde heterojendir. Osmanlı
topraklarında çok sayıda Ermeni, Suriyeli, Yahudi bulunmaktadır ve bunlar
İngilizlere düşmanlıktan çok uzak olmakla birlikte, Müttefiklerin amaçlarına
sempati ile bakmaktadırlar. Hâlihazırda mevcut olan gereksiz sıkıntıların
istenmemesinin yanı sıra düşmanlığa sebebiyet verebilecek olan siyasi bir
hamlede bulunmak İngiliz siyaseti açısından doğru olmayacaktır. İngiltere’nin
hâlihazırda çok sayıda düşmanı olup daha fazlasını eklemek istememektedir. Bu
amaçla İngiltere hangi Osmanlı uyruğuna sınırlama getirilip hangilerine gerekmediğini
bir araştırma ile öğrenmek istemiştir.[487]
Mısır esir kamplarında haksızlığa
uğrayan bir grupta subay adaylarıdır. Bu kişiler er muamelesi görmüş,
subayların hiçbir hakkından yararlanamamıştır. İbrahim Arıkan’ın anlattığına
göre kampında Kampta Kuleli Mektebinden mezun olup orduya katılan 200 subay
adayı bulunmaktadır. Bu subay adayları ayrı çadırda kalmakta ve erler gibi
kendi hizmetini kendi görmektedir. Bu kişiler her ne kadar tel dâhilinde
kendilerinin de tabur, bölük komutanı ya da polis olarak ayrılmalarını
istemişlerse de çok genç oldukları ve kamp idaresinin kanunla değil ancak zor
kullanılarak idare edileceği gerekçesiyle istekleri reddedilmiştir.[488]
Sonuç olarak kamptaki tüm esirler
kötü muameleden ve kamp şartlarından dolayı ayrı ayrı bir hastalığa müptela
olmuştur. Bunun da en büyük sebebi güneşin altında kızgın kumların üstünde
yıllar süren esaret hayatını geçirmeleridir. Esirlere ayrıca bir kötülük
yapılmasa dahi sadece yaşadıkları kamp şartı esirlerin hasta olmasına veya kör
kalmasına sebep olarak yetecektir. Esaret sonrası yurda dönen binlerce subaya
bakıldığında neden malul esir sayılarak yurda gönderildiği bu durumu en iyi
şekilde açıklamaktadır.[489]
Savaş Esirleri Alt Kurulu 16 Mart
1917’de savaş esirlerinin istihdamı konusunu incelemiştir. Savaş Kabinesine
Savaş Esirleri İstihdam Kurulu tarafından gönderilen 20 Ocak 1917 tarihli bir
yazıda Hükûmetler tarafından talep edilen esir sayılarının mevcut olanlardan
çok daha fazla olduğu belirtilmişti. Özellikle tarım ve mühendislik alanında
uzman olan savaş esirleri mümkünse İngiltere’de çalışmaları için Fransa’dan
serbest bırakılmaları gerekiyordu. Bu kişilerin yerleri ise Mısır’da bulunan
Türk savaş esirleri ile doldurulacaktı. Kurul, yukarıdaki teklifin hayata
geçirilmesi yöntemiyle ilgili olarak çok sayıda zorluk bulunduğu gerekçesiyle
herhangi bir avantajın sağlanamayacağı kararını vermiştir.[490]
İngiltere
Hükûmeti, Türk İletişim Genel Müfettişliğinin temsilcilere gönderdiği 13 Nisan
1917 tarihli mektubunda Türk savaş esirlerinin düşman ülkelerde acınası
şartlarda yaşadıkları iddialarına cevap vermiştir. İngiltere Hükûmeti Osmanlı
Hükûmetinin kendilerine karşı fantastik gerçek olmayan suçlamalar yaptığını
düşünmektedir. İngilizlere göre Mısır’daki esir kamplarını ziyaret eden İsviçreli
temsilcilerin raporu, bu yöndeki tüm iddialara karşı en kesin cevabı oluşturmaktaydı. İngiltere Hükûmeti, Hindistan ve Burma’daki
kamplara dair raporun da aynı şekilde olacağından şüphe duymamaktadır.[491]
3.4.2 Hindistan Esir Kamplarında Esirlere Yapılan Kötü Muamele
Osmanlı Devleti savaş süresince
aracı devletler vasıtasıyla İngilizlerin Türk savaş esirlerine kötü muamelede
bulunarak Cenevre Sözleşmesi’nin savaş esirleri hükümlerini ihlal ettiğini
iddia etmiştir. Esirlere karşı uygulanan kötü muamele İngiltere Hükûmeti
tarafından sistematik bir şekilde yapılmayıp bazı İngiliz yetkililer tarafından
gerçekleştirilse de İngilizlerin esirlere karşı savaş hukukunu çiğnediği
gerçeğini değiştirmemektedir. Örneğin, sivil memurlar ve daha sonra bu
kişilerin eşleri savaş esiri sayılarak esir kamplarına gönderilmişlerdir.[492]
Bombay
Başkonsolosu Halil Halid Bey’in görev yaptığı döneme ait yazdığı ve 9 Eylül
1916 tarihinde İstanbul’a gönderdiği raporunda Hindistan’daki Türk esirlere
karşı İngilizlerin gösterdiği muameleyi anlatılmıştır. Halil Halid Bey’e göre
savaşa girmiş her devlet kendi elinde bulunan yabancı esirlere karşı pek insani
bir surette muamele etmektedir. Buna rağmen düşman devletler eline düşmüş
vatandaşlarına reva görülen muameleden şikâyet ettikleri nadir görülen bir
olaydır. Savaşa katılanlar arasında bu konuda en fazla gürültü koparan devlet
İngiltere’dir. İngiltere esas itibariyle bu konuda Almanya’ya hücum etmekledir.
İngiltere’nin Türklerin elinde bulunan esirlerinin hâlinden memnun kaldığı daha
önde ilan edilmiş bir gerçektir. Buna rağmen İngilizler kendi ellerindeki Türk
harp esirlerinin ne hâlde bulunduklarına dair malumat vermeye yanaşmamaktadır.
General Townshend hürriyeti çok az kısıtlanmış olduğu hâlde İstanbul
civarındaki adalardan birinde zengin ailelerin sayfiyelerinde yaşamaktaydı.
Diğer tüm İngiliz subaylar da memleketin en sıhhî ve en güzel yerlerinde ikamet
etmişlerdir. Buna karşılık İngiliz gazetelerinde yazıldığına göre Basra askerî
kumandanı Albay Suphi Bey Burma’nın metruk ve ücra bir köşesinde yaşamaya
mecbur edilmiştir. Albay Suphi Bey esir düşen subayların en kıdemlisi
durumundadır. Osmanlı Devleti uzun bir süre Irak Cephesi’nde esir düşen
subayların ve askerlerin nereye götürüldüklerini öğrenemediği bir gerçektir.
Osmanlı Devleti, İngiltere’nin diğer Türk esirlerini de
uzak memleketlerinin birer
köşesine atmış olduğunu ya esirlerin ailelerine gönderdiği mektuplardan ya da
burada olduğu gibi İngiliz basınından öğrenebilmiştir. Halil Halid Bey
raporunda en kısa sürede Osmanlı Hükûmetinin esirlerin hayat ve sıhhatleri
hakkında malumat talep etmesini ve Türkiye’deki İngiliz esirlerine de aynı
şekilde mukabelede bulunmasını istemiştir. Raporda, İngilizler Almanya’daki
esirlerine pek fena muamelelerde bulunulduğu iddia etmektedirler. Almanya da
aynı şekilde İngilizlerin kendi esirlerine kötü muamelede bulunulduğunu ileri
sürmektedir. Her ne kadar Almanya, İngiliz esirlerine çok fena bir muamelede
bulunsa da Müslüman esirlere karşı özel bir muamelede gösterildiği ayrı bir
gerçektir. Bu Müslüman esirlerin çoğu kendi istekleri dışında savaşa sevk
edilmiş kişilerdir. Her şeyde önce Müslüman olmalarının da ayrıca bir etkisi
vardır. Almanya’da Rus esirlerinin bulunduğu kamplar ise en feci olanlardır.
Rus esirler Halil Halid Bey’e göre esirler arasındaki en kaba ve medeniyetten
yoksun kişilerdir. Sayıları çok fazla olan esirlerin düzen içinde idare
edilmesi Almanya için neredeyse imkânsızdır. Tüm bu zorluklara rağmen Almanya
esirlerin günlük zorunlu ihtiyaçlarını karşılamakta ve esirlere her türlü
sosyal aktivite imkânını sağlamaktadır.[493]
İngiltere Hükûmeti de Osmanlı
Hükûmeti gibi her fırsatta aracı devletler vasıtasıyla kendi esirlerine kötü
muamelede bulunduğunu ileri sürmektedir. 29 Mart 1916 tarihiyle Amerika
Elçiliği aracılığıyla İngiltere Hariciye Nezaretinden gelen notada, İngiltere
Hükûmeti kendi elindeki esirlere çok iyi bakıldığı buna rağmen Osmanlı
Devleti’nin elindeki esirlerin çok kötü durumda olduğunu beyan etmiştir. Ayrıca
İngiltere Dışişleri Bakanı, 2 Haziran 1916 tarihinde Birleşik Devletler
Büyükelçisi vasıtasıyla gönderdiği notada Babıâli’nin Türk esirlerine kötü
muamele yapıldığına dair iddia edilen kamplarla ilgili hiçbir delil olmaksızın
yaptığı suçlamaları kanıtlamakta yetersiz kaldığını yazmıştır. Bu koşullar
altında, İngiltere Hükûmeti, Babıâli tarafından üslupsuz bir şekilde yapılan
muğlâk şikâyetleri kati bir şekilde reddetmiş ve tekrardan insani ve saygılı
muamele gören kendi ellerinde bulunan Türk savaş esirlerinin durumu ile Osmanlı
Hükûmetinin elinde bulunan İngiliz savaş esirlerinin durumunun eşitlenmesini
talep etmiştir. Ayrıca İstanbul’daki 1288
Amerikan Maslahatgüzarından
İngiltere egemenliğinde esir tutulan Türk savaş esirlerinin bulunduğu kamplara
yapılan ziyarete karşılık Birleşik Devletler yetkililerinin İngiliz savaş
esirlerinin bulunduğu kampları teftiş etmesi için kolaylık sağlanmasını
istemiştir.1289 [494]
İngiltere, Türkiye’de esir
bulunan İngiliz subaylarına daha iyi muamele gösterilmesi hususundaki
müracaatlarının, İngiltere tarafından esir edilmiş Osmanlı subaylarına
insaniyete uymayan bir surette muamele edilmesini gerekçe gösterilerek
reddedilmesini şiddetle eleştirmiştir. Notada İngiliz askerlerinin Osmanlı
esirleri ile alay ettiklerine dair iddialara cevap bile vermeye gerek
görülmemiş ve Osmanlı Devleti’nin tüm esirlere kötü muamele yapıldığına dair
iddiaları mesnetsiz ve gülünç bulunmuştur. İngilizlerin elinde bulunan Osmanlı
esirleri hakkında icra olunan iyi muameleden Osmanlı Hükûmeti defalarca
haberdar edilmiştir. İstenildiği takdirde bu sözlere delil olarak Kahire’deki
Amerikan siyasi memurlarının bu konudaki raporları gösterilebilmektedir.
İngiltere Dışişleri Bakanlığı Osmanlı esirlerine karşı hiçbir zaman kötü bir
muamelede bulunulmadığını bu notada iddia etmiştir.[495]
Başkumandan Vekili Enver Paşa, 29
Ağustos 1916 tarihinde Padişah’a gönderdiği bir tezkerede İngilizlerin Türk
esirlere çok kötü davrandıklarını, çok zor şartlarda kamplara nakledildiklerini
anlattıktan sonra bu durumun düzeltilmediği takdirde Osmanlı Devleti’nin de
aynı şekilde karşılık vermesi gerektiği hakkında padişahtan görüş sormuştur.
Tezkerede İngilizlerin Türk esirlerine uyguladıkları muamelenin kabul edilemez
olduğuna dair bilgilerin geri dönen ve İngilizler ile mübadele edilen
esirlerden öğrenildiği bildirilmektedir. Subayların verdikleri ifadelere göre
esirler Burma’ya giden vapurların ambarlarına doldurulmuş, gıdasız, havasız ve
hastalar ilaçsız bırakılmıştır. Bu sebeple birçok ölümler gerçekleşmiş ve
askerlerden bazıları vapur direğine bağlanarak dövülmüş ve bir subay vurulmuştur.
Subaylar tel örgüyle kapalı ve pis yerlerde kalmaya mecbur edilmiştir.
Subaylara Çanakkale’nin tahliyesine kadar maaş ödemede isteksiz davranmışlar ve
tüm mülkiye memurlarına yalnız bir nefer tayini vermekle yetinmişlerdir. Enver
Paşa, İngilizlerin esirlere reva gördükleri bu üzüntülü durumdan dolayı her
türlü dikkati çekmek için şiddetle protesto etmekle beraber bu durumun devamı
takdirinde aynıyla karşılık verileceğinin Amerika Elçiliği vasıtasıyla
İngilizlere bildirileceğini açıklamıştır. Kısa sürede alınan bu karar
İngiltere’ye iletilmiştir. Osmanlı Devleti tarafından İngiltere Hükûmetine
gönderilen bu notada savaşan devletlere mensup esir subaylara daha önce verilen
hakların eskiden olduğu gibi tekrar verilmesi İngiltere tarafından istense de Osmanlı
esir subaylarına reva görülen insanlık dışı muameleden vazgeçilmedikçe esirlere
daha önce verilen haklar kesinlikle iade olunmayacağı bildirilmiştir.[496]
Osmanlı Devleti, Irak Cephesi’nde
İngilizlere ilk esirlerin verilmeye başlanmasından sonra ve özellikle cephenin
düşmesinin ardından esir alınıp Hindistan ve Burma’ya gönderilen esirlerin
durumları ile ilgili İngiltere’den değişik zamanlarda bilgiler istemiştir.
Ayrıca her gönderilen notada esirlere karşı gerçekleşen kötü muamele iddiaları
dile getirilmektedir. Hariciye Nezaretinin 17 Eylül 1916 tarihinde gönderdiği
İngiliz makamları tarafından Burma’ya gönderilen Osmanlı esirlerinin durumu ile
ilgili sözlü notasına referans olarak İstanbul’daki Amerikan Büyükelçiliği,
İngiltere Dışişleri Bakanlığının cevabını Babıâli’ye iletmiştir. Bu bildiride
İngiltere Dışişleri Bakanlığı, esir kamplarını teftiş etmek için tam yetki
verilen Amerikan Konsolosluğu’nun raporuna dikkat çekmektedir. Birleşik
Devletler diplomatik yetkililerine İngiltere İmparatorluğu’ndaki Türk
esirlerinin bulunduğu kampları ziyaret etmesi için bütün kolaylığın sağlandığı
ve onların da bu konu hakkında bilgilendirildiğini 15 Kasım 1916 tarihinde Türk
tarafına bildirmiştir. İngiltere, Babıâli’nin bu ayrıcalıktan kendileri
istifade ederken Türk savaş esirlerinin gördüğü muameleyle ilgili tarafsız
kanıtlarla desteklenmeyen yersiz suçlamalar üreterek İngiliz esirlerin
tutulduğu Türk kamplarını Birleşik Devletler yetkililerinin ziyaret etmesine
izin vermeyi reddetmesini mantık sınırlarının dışarısında bulmaktadır.
İngiltere, Osmanlı Hükûmetine Türkiye’deki İngiliz savaş esirlerine yapılan
muamele ile ilgili ciddi kaygılarını haklı gösteren, farklı kaynaklardan,
güvenilir raporlar almaya devam etmekte olduğunu ifade etmektedir. Bu nedenle
İngiltere Hükûmeti, Osmanlı Hükûmetinin Amerika Büyükelçilik temsilcilerinin
Türkiye’deki İngiliz savaş
esirlerinin tutulduğu kampları ziyaretine izin vermesi talebini yinelemektedir.[497]
İngiltere Hükûmeti kendileri
hakkında bir diğer şikâyet konusu olan Hilmi Bey hakkında da Osmanlı Devleti’ni
bilgilendirmiştir. İngiltere Hükûmeti, bu subayın rütbesini dikkate alarak
kendisine özel muamelede bulunulduğunu ve esir olarak aldığı yevmiyenin yanı
sıra 400 rupi kadar da bir meblağ verildiğini bildirmiştir. Hilmi Bey’in ölüm
sebebi felçtir ve tedavisi için tüm tıbbı imkânlar sonuna kadar kullanılmıştır.[498]
Savaş esirlerine uygulanan
muamele Osmanlı ve İngiliz halkı tarafından yakından takip edilmektedir. 29
Aralık 1917 tarihinde Bern’deki Türk Temsilciliğinde görevli bir sekreterden
bir Türk bakanın Enver Paşa’ya gönderdiği mektup ele geçirilmiştir. Mektupta
Türkiye’deki İngiliz esirlerine ilişkin, İngiliz halkının bir kısmının iyimser
bir şekilde Türkiye’ye duydukları sempatinin, İngilizlerin elindeki Türk
esirlerin tabi tutulduğu muameleye kıyasla, Türkiye’deki İngiliz savaş
esirlerine uygulanan talihsiz muamele ile kaybedildiğinden bahsedilmektedir.
Bakan mektubun devamında, savaşın sonuçları ne olursa olsun, Türkiye’nin
İngiltere’deki dostlarının sempatisini yeniden kazanmanın Osmanlı Hükûmetinin
politikası olması gerektiğini belirtmektedir. Bakana göre bir gün İngilizlerin
dostluğu Türkiye için çok değerli olabilecektir. Bu nedenle Türk ve İngiliz
temsilciler arasında varılan anlaşmanın şartlarının mümkün olduğunca süratli
bir şekilde yerine getirilmesi için Enver Paşa’ya güçlü bir şekilde baskı
yapılmalıdır.[499]
Sumerpur esir kampında Osmanlı
Devleti İngiltere Hükûmetine gönderdiği notalarda sık sık Türklere karşı
İngilizlerin sistematik olarak kötü muamelede bulunduğunu ileri sürmüştür.
İngilizlerin Türk esirlerine tatbik ettikleri vahşete örnek 4. Ordu
Kumandanlığından Başkumandanlık Vekâletine gelen 22 Eylül 1920 tarihli
telgrafla öğrenilmiştir. Esirlere karşı gösterilen bu vahşetin tarafsız
devletler nezdinde protesto edilmesi için Osmanlı Hükûmeti tarafından
girişimlerde bulunulmuştur. Kurna’da esir düşüp Hindistan’a gönderilen esirler
arasından seçilen ve dindaşları aleyhine harp için Hicaz Cephesi’ne
gönderilerek Medine’de zorla Müslümanlara karşı savaştırılan iki nefer firar
etmeyi başarmış ve tüm olayı detaylı bir şekilde anlatmıştır. Sumerpur şehrinde
bulunan 4.000 kadar esir er ile takriben 50 subay arasından 500 er ile 20 subay
ayrılarak Hicaz’a gitmek üzere Bombay’a sevk edilmiştir. Bu esirlere vapura
binmeden önce Osmanlı Hükûmetinin Araplarla ve peygamber sülalesi Şerif ile
harpte olduğu, Müslümanlığın selameti ve Almanlar elinde bulunan mübarek
beldelerin zabtı için Alman olmuş Türklere karşı harp etmek üzere Hicaz’a
gönderilecekleri tebliğ edilmiştir. Gerek subay ve gerekse erler bu emri
reddetmişlerdir. İngilizlerin tüm ısrarına rağmen Osmanlı esirleri vapura
binmeye direnmişlerdir. Muhafız asker tarafından üzerlerine ateş edilmiş ve
sekiz kadarı şehit olmuş, birçokları yaralanmış ve geri kalanlar cebren vapura
bindirilmiştir. Rabiğ’de birkaç gün kaldıktan sonra oradaki taburlara dağıtılıp
savaşa gönderilmişlerdir. Türk ırkına mensup on beş er kumandanlarına
müracaatla kendi Hükûmet ve dindaşlarına karşı harp edemeyeceklerini söyleyerek
ya esir olarak geride istihdam edilmelerini ve yahut idam edilmelerini
istemişlerdir. Arap çeteleri kumandanlarına müracaat eden 15 Türk neferi de
hapis yatma pahasına kendi milletine karşı savaşmayacağını ilan etmiştir. Bu
askerler bir mağarada hapsedilmiş ve hayatları hakkında bir daha malumat
alınamamıştır. Diğer askerler harbe sevk edilmişlerdir. Mensubu olduğu halkı ve
milletinin hukuk ve menfaatleri korumak amacıyla harp etmiş ve esir düşmüş
askerleri uluslararası hukuk kaidelerine ve insanlığa aykırı olarak kendi
Hükûmet ve milleti aleyhine zorla harbe sevk etmek en barbar devletlerinin
geçmişinde bile uygulanmamıştır.[500]
Çok sık olmasa da kamplarda Türk
subay ve askerlerine karşı darp olayları yaşanmıştır. 1917 yılının sonunda
yüzbaşı rütbesindeki bir Osmanlı subayı bir İngiliz subayı tarafından darp
edilmiştir. Bu olayın detaylı bir şekilde soruşturulması Osmanlı Hükûmetince
istenmiştir. İngiltere’den gelen ilk cevapta bahsi geçen İngiliz askerinin
aldığı cezanın hafifletildiği şeklindedir. Osmanlı Hükûmetinin yaptığı itirazlar
sonucunda İngiliz subay şiddetli bir şekilde kınanmış, görevden el çektirilmiş
ve bu durum Osmanlı Devleti’ne bildirilmiştir.[501]
Hindistan esir kamplarında
esirlere uygulanan insanlık dışı uygulamalar zaman zaman İstanbul basınına
yansımıştır. Gerçek ismini gizleyerek müstear ismi ile yazıp Sumerpur esir
kampında esirlere karşı reva görülen muameleyi anlatan mektup İngiltere
Hükûmeti tarafından dikkate alınmış ve gerekli incelemeler sonrası Osmanlı
Devleti’ne sonuç bildirilmiştir. İngiltere Hükûmeti Sumerpur esir kampında
Mülâzım Müstear Efendi adında birinin mevcut olmadığını bu kişinin takma isim
ile bu mektubu yazdığını beyan etmiştir. Kampta esirlere gösterilen kötü
muameleyi anlatan 13 Şubat 1915 tarihli mektup şu şekildedir:[502]
“Efendim,
Bizi unuttuğunuza zâhib oluyoruz.
Çekçiğimiz âlâm ve ızdırâbı ancak Allah bilir. Zâbitân, efrâd, sivil derme
çatma cümlemiz bir yerdeyiz. Bulunduğumuz mahal harâbezâr bir hâlde bulunan ve
ahâlîsi tahliye edilen bir karyenin etrafı tel örgüsü ile çevrilmiş tecrîd
edilmişiz. Yani tel örgüsü dâhilinde mevkûfuz. Haftada mülâzımlara yüz yirmi,
yüzbaşı ve mâ-fevki olan ümerâya yüz altmış guruş, bilseniz ne hakaretle
veriyorlar. Hele ismi okunup da yetişemeyenlerin haftalığı verilmeyerek
terâkümde kalıyor. Sefâlet çekdiriliyor. Derdimizi kimseye anlatamıyoruz hele
bu hafta bir yüzbaşımız bir İngiliz zâbiti tarafından değnek ile darb edildi.
Dehşetli tahakküm altında verem (tüberküloz) olduk hele istirâhatimiz aslâ
te’mîn olunmamışdır. Bî-taraflardan birisi vâsıtasıyla hâlimizi sorsanız ne
kadar sevineceğiz. Hâlbuki bizimkiler İngiliz üserâsına son derece hüsn-i
mu‘âmele ediyormuş. Binbaşılarımıza küfrediliyor. Vapurlarda ne hakâretler
gördük. Bu ma‘rûzâtımızın gazetenizle i‘lânını ricâ eder ve ahvâlimizi istifsâr
etmeye bilseniz ne kadar muntazırız efendim.”
Mektubun İngilizceden çevirisi
ise şu şekildedir:[503]
“Bizi unuttuğunu düşünüyoruz, ne
kadar acı çektiğimizi Allah bilir. Subaylar, askerler ve sivil personellerin
hepsi aynı yerde, yerlileri oradan götürülmüş harabe bir köydeler. Teğmenler
120 kuruş alıyor ve yüzbaşı ve daha üst kıdemdekiler haftada 160 kuruş alıyor.
Yoklamada adını duyamayanlara ödeme yapılmıyor. Onlara durumumuzu
anlatamamaktayız. Bu hafta yüzbaşılarımızdan biri İngiliz bir subay tarafından
sopayla dövüldü. Bize yapılan kötü muameleye ve esarete bazı durumlarda
yokluğun neden olduğu acıya mecbur kalıyoruz. Konforumuz hiç sağlanmış değil.
Bizim Hükûmetimizin İngiliz esirlere iyi davrandığını duyuyoruz. Üstlerimiz
aşağılanıyor. Gemide bize nasıl davranıldığını görmeliydiniz. Bu mektubu
gazetelerinizde yayınlamanızı rica ediyoruz ve Hükûmetimizin bize uygun muamele
edilmediğinden haberi olmasını sağlayın.”
Londra Hindistan Bakanlığı, 3
Temmuz 1916 tarihinde Sumerpur’da Türk savaş esiri olduğu söylenen ve Teğmen
Müstear tarafından yazıldığı iddia edilen bu mektubu Dışişleri Bakanı E. Grey’e
göndermiştir. Osmanlı Hükûmeti bu olayların aslı olması durumunda misilleme
tehdidinde bulunmuştur. Savunma Bakanlığı, Osmanlı Hükûmetinin misilleme
yapmasına engel olmak için olayın detaylı bir şekilde araştırılmasını Hindistan
Hükûmetinden istemiştir. Kısa sürede gerekli incelemeler yapılmış ve sonuç 28
Haziran 1916 tarihinde Savunma Bakanlığına bildirilmiştir. Adı geçen mektupta
yapılan iddialara yönelik ortada bir dayanak olmadığına soruşturmayı yürütenler
ikna olmuştur. Gönderilen cevapta daha önceden Sumerpur esir kampında bulunmuş
Sykes’a başvurmaları da tavsiye edilmiştir. Mektubun sonunda bu tarihte tüm
Türk esirlerinin Thatmyo’ya nakledildiği ve Sumerpur’da hiçbir Türk esirin
kalmadığı eklenmiştir.[504]
Sumerpur’daki esir kampında
bulunan esirlerin durumuna ilişkin Osmanlı yetkililerinin bulunduğu
şikâyetlerle ilgili mektup Amerikan Büyükelçili aracılığıyla İngiltere
Dışişleri Bakanlığı ulaştırılmıştır (2 Eylül 1916). Osmanlı Devleti’nin
gönderdiği bu şikâyet mektubunu içeren notada İngiltere İmparatorluğu toplama
kamplarında yaşam harcamalarının karşılanması için ne kadar para gerektiğini ve
Sumerpur’daki Türk subaylarına yapılan muamele hakkında bilgi talebinde bulunmuştur.
Bu sözlü notanın ilk paragrafında Sumerpur’daki Türk subaylarının yaşadığı
koşulların yazılı olarak verilmesi istenmiştir. Birleşik Krallık ve diğer
yerlerde bulunan İngiliz esir kamplarındaki Türk subaylarının bakımı için
toplam ihtiyaçlar Türk bildirisinin ikinci paragrafında belirtilmiştir. İngiliz
Dışişleri Bakanlığı Türkiye’deki İngiliz savaş esirlerinden alınan içeriğinde
belirli şikâyetlerin bulunduğu esir mektuplarını ve Sumerpur’daki esirlerin
durumu ile ilgili cevabı içeren notayı Amerikan Büyükelçiliği aracılığıyla
Osmanlı Devleti’ne 21 Eylül 1916 1299 tarihinde göndermiştir.
İngiliz Dışişleri Bakanlığı İngiliz savaş esirlerine misilleme tehdidiyle
ilgili olarak Sumerpur’da acı çektiğini iddia eden Türk esirlerden birinin
mektubuna karşılık Türkiye’de bulunan İngiliz savaş esiri subaylardan alınan 3
şikâyet mektubu göndermiştir. Sumerpur’da şikâyete yönelik detaylı bir
araştırmanın yapıldığını ifade edilmiştir. Yapılan araştırmada subayların,
askerlerin ve sivil personellerin tek bir kampa yerleştirildiği kabul
edilmektedir. Ancak, subaylarının ve daha yüksek rütbelilerin yerleştirmesi
ayrı ayrı yapılmıştır. Dışişleri Bakanlığı gönderdiği cevapta esirlere yönelik
kötü muamelenin olmadığını şöyle anlatmıştır:[505]
“Belirtilen kamp harabe bir köy
değildir buna rağmen yeni model bir yerleşim yeri ve kampı kurma amacıyla
Hükûmet tarafından Lodhpore Durbar’a verilmiştir.
Subaylar tam olarak unvanlarına
göre belirlenen miktarlarda ödeme almaktadır.
Yüzbaşı ve daha üst rütbeliler
günde dört şilin ve altı peni, teğmenler dört şilin almaktadır. Birinci sınıf
siviller günde dört şilin, ikinci sınıf siviller günde bir şilin ve kumanya
almaktadır. Tüm subaylar, onların ödemeleri düzenli bir şekilde aldığına ve
bundan memnun göründüğüne ancak rütbelilerin daha yüksek bir miktar için
talepte bulunduğuna tanıklık etmektedir. Belirli durumlarda, kendilerini ödeme
tablosundan isteyerek çıkaran dört subayın mevzusunda ödeme gecikmiştir.
12 Şubat 1916’da Yüzbaşı Muhammed
Ali isimli savaş esiri subayın omzuna, Teğmen Davies tarafından bir sopayla
hafifçe vurulduğu doğrudur. Kamp komutanının bildirisine göre: Teğmen Davies
Yüzbaşı Muhammed Ali’den özür dilemiş ve kendini kaybettiği için çok pişman
olduğunu ifade etmiştir. Muhammed Ali bu özrü kabul ederek, Teğmen Davies’in
kendisinin arkadaşı olduğunu belirtmiş ve bu mesele hakkında bir harekette
bulunulmamasını özellikle rica etmiştir. Olay sonrasında yüksek rütbeli askeri
yetkililer tarafından, bu eylemi yapan kişinin neye dayanarak yaptığı üzerine
soruşturma yapılmıştır. Subay esirler, İngiliz subaylardan gördükleri daimî
nezaket ve kibarlıklara tanıklık etmişlerdir ve ilişkilerin çok candan olduğu
görülmektedir. 1300
Kötü muamelenin hastalıklara
neden olduğuna ilişkin iddialar tamamen yanlıştır. Kamptakilerin sağlığı
fevkalade iyidir, şu an hasta oranı %1’den azdır. Birçok yaralı ve yaşlı esir
dikkate alındığında bu daha çok göze çarpmaktadır.
Gemideyken subay esirlere salonda
günde üç kez Avrupai yemek servis edilmekteydi ve onlara yapılan muamele
birçoğu tarafından Sumerpur’da da gemideki yemek programına dönülmesi
istendiğinden, onların minnetini kazanmıştı. Teğmen Mustear’ın bu konuya dikkat
çekmesi bu nedenle gemideki muamele hakkında bir şikâyet değildir, deniz
yolculuğunun zevklerinin sona ermesinden kaynaklanan pişmanlığın ifadesidir.
Bu
soruşturmaların sonucu bu nedenle, Türk savaş esirlerinin konforu ve iyiliği
için mümkün olan her şeyin yapıldığı görülmektedir.”
İngiltere tarafından gönderilen
cevabın Osmanlıcaya çevirisi şöyledir:1301 [506]
“Evvelce hep beraber bir
karargâha sevk olunmuşlar ise de bilahare bunlar tefrik olarak zabitan ile
mülkiyeye mensub büyük rütbede bulunan esbab-ı istirahati bi’t-tabi’
neferatınızın ziyade bir hal çekmeğe efrağ olunmuştur.
Sumerpur
harab bir köy olmayub karargâhatın ..................... üzere
Lodhpore Durbar
tarafından Hükûmete terk olunmuş
bir müessese-i cedidedir.
Zabitan kendülerine tayin olunan
miktardaki maaşatını muntazam almakdadırlar. Yüzbaşı derhal yüksek rütbede
bulunan zabitan yevmiye dört buçuk, mülazım rütbesinde olanlar dört, birinci
derecede mülkiye memurunu yevmiye dört ve ikinci sınıf memureyn tayinatlarından
maada yevmiye birer şilin ücret almakdadırlar.
Bütün zabitan maaş alan
ücretlerini tamamen almakda olduklarını tasdik ve etraf eyledikleri gibi bu
tarz tediyeden dahi pek memnun görünmekte yalnız binbaşılar daha fazla para
i’ta olunması taleb eylemekdedirler
Yalnız bir kere bu tayınatın
i’tasında biraz te’hirvak’i olmuş ise de buna da maaşın i’tası günü te’diyat
masasının önünden . ubudiyyet eylemeleri sebebolmuşdur
Yüzbaşı MehmedAil Efendi’nin
omuzuna bastonu ile zayıfça vurmuşdur. Tahşid kumandanı meseleden haberdar
edilmiş ve vakı’adan pek ziyade müteessif olduğunu beyan edilmek suretiyle
Mülazım David Yüzbaşı Mehmed Ali Efendi’ye terceme vermiş ve Mülazım David’in
dostu olacağını beyan eyleyen Mehmed Ali Efendi bu mülazım hakkında ceza tertib
olunmamasını karargâh kumandanına rica etmiştir. Bunun üzerine rical mühimme-i
askeriye tarafından tahfifat icra kılınarak İngiliz mülazımı hakkında lazım
gelen muameleye tevsilolunmuşdur.
Vaki’ olan sual üzerine Türk
zabitanı İngiliz zabitanı tarafına haklarında nezaketle muamele edilmekte
olduğunu söylemişdir ve her iki taraf arasında pek büyük bir hamiyyet cari
olduğu görülmekdedir. Bu muamele ve adem takyid neticesi...
Üsera arasında hastalık zuhur
eylediğine dair olan müddaiyat külliyen bi-asıl . karargâhta hastalık %1
derecesinde olub cümlesinin ahval-i sıhhiyesi pek yolundadır. Hele üseranın
sinni ile aldıkları yaraların ağırlığı ile vuku bulan cüz’i vefiyyatmükdarı nazar-ı
dikkate alınacak olur ise takyidat-ı samiyeye ne derecelerde efna olduğu
meydana çıkar esna-yı seyahatlerinde üseraya rapor salonunda günde üç kere
alafranga yemek veriliyor idi, burada ekel eyledikleri taamanın (yedikleri
yemeğin) nefaşından pek ziyade hoşnud görünen üsera haklarında Sumerpur’da dahi
aynı muamelenin de olunmasını rica zımnında kumandana müracaat eylemişlerdir.
Mülazım Müstear tarafından beyan
edilen bazı mütalaat şikâyet olmayub rapordaki istirahatlerinden mahrum
olduklarına dair gösterilen tesisden mesuldür teessüfatdan başka bir değildir.
Hülasa edilen tahfifatları .
olunan beyanım Türk üserasının pek ziyade rahat iderekhüsn-ü muamele görmekde
olduklarını göstermekdedir.”
İngiltere Hükûmeti notasında
Osmanlı Devleti’nin bir savaş esirinin mektubuna atfen Türkiye’deki İngiliz
esirlerine misilleme ile karşılık vereceğini hatırlatarak Türkiye’de bulunan 3
İngiliz esirden gelen ve içeriğinde şikâyetler bulunan mektupları delil
göstererek kendilerinin de Türk esirlerine aynı şekilde karşılık vereceklerini
beyan etmişlerdir.[507]
İngilizler esirleri evlerine
gönderirlerken de milli benlikleri güçlü kişilere haksızlık etmiş ve onlara
ayrıca baskı ve zulümde bulunmuştur. Bellary Kampından pek çok kişi
gönderilmesine rağmen genelde Mustafa Kemal taraftarı olan 110 kadar esir
kampta alıkonulmuş ve bu kişilere karşı kampta zulüm devam etmiştir. Her sabah
dört saat yürüyüş yaptırmışlar geride kalanları ise coplarla dövmüşlerdir. Uzun
itirazlardan sonra sabah yürüyüşü iki saate düşürülebilmiştir. Esirler arasında
İngiliz General Townshend’i, personeli ile beraber esir alan Yüzbaşı Ragıp’a
ise özel olarak eziyet edilmiş ve çay ve sigara verilmemişti. Arkadaşları
yasağa rağmen ona yardım etmişti. Kampta Nureddin Peker’in samimi iki arkadaşı
vardır. Birisi Aydınlı Ali diğeri ise Türkiye’de adam öldürdüğü için Mısır’a
kaçan ve orada esir zannedilerek tutuklanıp kampa getirilen Muharrem’dir.[508]
Kamplarda, İngilizler Türk
esirlere değişik zamanlarda değişik işkenceler uygulamışlardır. Nureddin Peker
esirlere uygulanan işkencelerden birisini anılarında anlatmıştır. İngiliz
komutan 110 Türk esiri arasından 10 Türk esiri seçerek birer metre ara ile diz
çöktürmüşler ve bu esirlerin birer adım önüne de 10 İngiliz askeri dikmişlerdi.
İngiliz çavuşunun emriyle belden aşağısı soyulmuş ve öne doğru eğilmeleri
emredilmişti. Elinde kırbaçla gelen bir İngiliz subayı da arkalarında birikmiş
pisliklerini temizlemelerini istemiştir. Hintlilere devamlı bu işi yaptıran
İngilizler bu muameleyi Türk esirlerine ceza olarak uygulamak istemiş fakat
büyük bir tepki ile karşılaşmıştır. İngilizlere bu uygulamanın esir haklarına
aykırı olduğu söylenmiş ve büyük bir dirençle karşılaşan İngilizler bu
uygulamadan vazgeçmiştir.[509]
Bu uygulamanın ardından esirler
sabah yürüyüşüne çıkmamıştır. Bu direnişe çok kızan İngiliz askerleri kamplara
girerek esirleri zorla dışarı çıkartmaya çalışmıştır. Kampa giren İngilizlerin
ellerindeki sopaları ve kalın telleri Türk esirler ele geçirmiştir. İngiliz
askerleri yürüyüşe çıkmak istemeyen esirleri dışarı çıkarmaya muvaffak
olamamıştır. Bu isyana Hintli Müslüman 18. Alayından iki bölük de destek
vermiştir. İsyan üzerine esirlere yiyecek verilmemiştir. Olay yerine gelen
İngiliz subaya İslam dinine göre cuma günlerinin Müslümanların tatil günü
olduğu, bu günlerde esirlerin tatil yapması gerektiği ve esirlere uluslararası
esir sözleşmelerine göre muamele edilmesi gerektiği söylenmiştir. Buna hak
veren yetkililer yürüyüşü yemekten sonra bir saate düşürmüşler ve kutsal
günlerde dinlenmelerine müsaade etmişlerdir.1305 [510]
Önceki bilgilerden anlaşıldığı ve
yukarıda açıklandığı üzere esir erler, kendi bölük ve tabur komutanları ve
çavuşlarının komutası ile İngilizlerin şiddetli disiplin ve baskısı altında
yasal ve kanun dışı her çeşit angarya hizmetini yapmaktaydılar. Bazen bir erin
biraz gecikmesi ve yoklama sırasında en ufak kusurun ve hatasının görülmesi
üzerine bütün bölüğün iki üç hafta fazlaca angaryaya çıkarılmak ve taş
kırdırılmak gibi cezalara çarptırıldığı da olurdu. Ermenilerin, esirler
arasında 5-10 rupi ücretle bazı polis ve posta erleri casusluk için
kullandıkları da olmuş fakat diğer askerlerin bu duruma sert tepki vermesi
üzerine kamp yönetimi ve Ermeniler bu konuda başarılı olamamıştı. İngiliz
muhafızlardan bazıları özellikle kamp başçavuşu, intikam ve düşmanlık
duygularıyla esirlere vurmak ve iteklemek gibi hareketlerde bulunmuşsa da Türk
askerlerinin olgunluğuyla bu tür olaylar büyümeden engellenmişti. Hatta bu
muhafızlardan bazıları Türk askerlerden dayak yediği bile oluyordu.[511]
Esir subay ve erlerin kamp
kurallarına uyması çok katı kurallar ile belirlenmiş, karargâh düzenine aykırı
tutum ve davranışlarda bulunması durumunda ise ağır cezalar öngörülmüştü. Kamp
görevlilerinin veya nöbetçilerin tuttukları tutanaklar ile karargâh komutanı
veya yardımcısı yetkisini kullanarak cezaya karar verebilirdi. Subaylar
cezalarını çadırda ve erler ise hapishanede bir nöbetçinin gözlemi altında çekerlerdi.
Hapishanede bulundukları sürede erlerin kamp idaresi tarafından verilen sigara
istihkak varsa sigara içmeleri serbestti. Eğer sigara dışarıdan sağlamışsa
sigara içme hakları bulunmuyordu. İdari cezaları için İngilizlerde bir sınır
yoktu. Herhangi bir subayın ceza verme yetkisi vardı. Esirler çok basit
hatalardan da ciddi cezalar alabilmekteydiler. Maaşların dağıtımda bir subay
geç kalsa geçerli bir mazereti olsa dahi bazen maaşları 15 gün veya 1 ay sonra
ödenirdi. Geçerli özrü olmayanların cezası ise daha ağır olurdu. Sabah
yoklamalarında yönetim binası önüne gidip makama gelecek yönetici beklenirdi.
Görevli geldiğinde resmi saygıyı gösterilir ve
ancak ceza tamamladıktan sonra
maaşını alınabilirdi. Erlerden biri tel örgüden bir gedik açıp sürünerek bir
başka telin bulunduğu yere geçerse geçtiği yerden aynı şekilde 60-70 defa
geçirilir ve komutan da bu ceza sırasında hazır bulunurdu. Cezalar sadece
esirlere verilmezdi. Hintli askerlere de dipsizlik yüzünden esirlere verilen
cezalar uygulanırdı. Hintli askerlerinden birisi ceza aldığında yaklaşık 25-38
kg arasında kum doldurulan sırtındaki torba ile her saatte değiştirilen nöbetçi
eşliğinde güneş altında yoklama meydanı içinde 4-5 saat durmadan yürütülürdü.
Esir erlerden biri aynı şeyi yaparsa, örneğin yoklamaya bir defa geç kalırsa
hem tutuklanır hem de 2 ay süreyle angarya hizmetinin en zorunu esire
yaptırılırdı. Temizlikte veya başka basit bir konuda görülen en küçük bir ihmal
veya kusur bu kusurları işleyenler bilinse dahi ceza sadece suçu veya kabahati
işleyenlere verilmez tüm birlik cezalandırılırdı. Subaylardan birisi yoklamaya
geciktiğinde ertesi gün yoklama tekrar yapılırdı. Esirler verilen cezayı Harp
Divanı hükümlerinden daha ağır olduğunu düşünürlerse Harp Divanı hükmünü de
seçebilirdi. Harp Divanı, karargâh komutanının veya yardımcısının başkanlığında
3-4 İngiliz subayından ve bir tercümandan oluşurdu. Bir olay ortaya çıkınca
toplanırdı. Bir veya iki toplantıda hüküm verilirdi. Verilen hükümler 2-3 ayda
bir komşu yerlerden gelen 2-3 üye tarafından tekrar incelenir ve eğer adli bir
olay değilse onanırdı. Adli olaylarda ise suçlu tekrar sorgulanır ve şahitlerin
dinlenmesinden sonra karar kesinlik kazanırdı. Adam öldürme durumunda belgeler
Harp Divanınca Nizamiye Mahkemelerine gönderilirdi. Suçlunun cezası, Harp
Divanınca verilen hükmün onay tarihinde başlardı. Hükümden önceki sürenin
hesaplanması kuralı geçerli değildi. İngilizlerce teftiş ve denetime oldukça
özen gösterildi. Hasan Yetimi 2,5 yıllık esaret süresinde 7-8 müfettişin kampa
geldiğini ve incelemelerde bulunduğunu söylemiştir. Kampa aralıklarla gelen
komutanlar ve müfettişler esirlere durumlarını sorarlardı Esirlerden gelen
şikayetler dikkatle incelenirdi. Esirlerden gelen en yoğun şikayetler angarya
işleri ve haberleşmede yaşanan gecikmeler olmuştur. Irak ve Suriye gibi işgal
altında olan yerlerden eşya ve paralar eksik gelmekte ve teslimde zorluklar
yaşanmaktaydı. Bu eşyalar için rüşvet verilmesi sebebiyle esirler sürekli
sorunlar yaşamaktaydı. Esirler, yiyecek ve genel levazım maddelerinin
subaylardan seçilecek birkaç kişi aracılığıyla dışarıdan satın alınması veya
karargâh dükkânlarında indirim yapılması, idari cezalarda suçun bireysel olması
gibi istekleri de şikâyet olarak dile getirmişlerdi. Ayrıca subaylar ve 473
üst rütbeli subaylar eskisi gibi
kendilerine serbestlik tanınmasını istemişlerdi. Bangalor valisi kamp
pisliğinin esirlere temizlettirilmemesi konusunda gerekenin yapacağını
belirtmişti. Müfettişler ise haberleşme yaşanan sorunun asker sevkiyatından
kaynaklandığını ve kısa sürede normale döneceğini söylemiştir. Subayların
serbest gezebilme hakkının kısıtlanmasına sebep olarak Almanya Hükûmetinin
kendi esirlerine yaptıkları uygulamalar gösterilmişti. Yiyecek ve genel levazım
maddelerinin dışarıdan satın alınmasının Bellary’deki bulaşıcı hastalık
dolayısıyla mümkün olamayacağı, cezalandırma konusunda ise karargâh kurulunun
yetkisine karışılamayacağı ifade edilmişti.[512]
Kampın güvenliği İngilizler için
en önemli konudur ve bunun için erlere sıkı bir baskı uygulanmıştır. İsyandan
korkan bir er tele yaklaşsa dövülmekte, yoklamaya geç çıksa hapsedilmekte, hiç
gelmeyen esire ise daha büyük ceza verilmekteydi. Ayrıca bir kişi izinsiz alım
satın yaparken yakalansa tüm mallarına el konulduğu gibi haftalarca
hapsedilmekteydi. Alışveriş tezkiresini almak ise pek mümkün değildi. Eğer daha
önce ceza almış bir asker tekrar suç işlerse çok büyük ceza almaktaydı.
Hastalanıp doktora giden çeşitli işkenceler ile cezalandırılıyordu.[513]
Thatmyo esir kampında1916 tarihli
Rangoon’daki Amerika konsolosu tarafından Hindistan’ın Burma kasabasında
Thatmyo esir karargâhındaki gözlemlerinden oluşan bir rapor hazırlanmıştır.
Amerika Konsolosunun hazırladığı raporda esirler arasında Thatmyo esir kampında
142. Alayın 2. Taburu askerlerinden ve İzmir’in Tavas kasabasına bağlı Kızılca
karyesi ahalisinden Abdullah oğlu Hacı Halil’in bir nöbetçi neferinin
tüfeğinden çıkan kurşunla vefat ettiği bildirilmiştir. Kaza sonucu vefat eden
adı geçen esire tazminat ödenmesi için Osmanlı Hükûmeti, İngiltere Hükûmetinden
gerekenin yapılmasını istemiştir.1310
Aynı olay İngiliz Milli Arşivinde
de bulunmakta ve olayın kampta 12 Şubat 1916 tarihinde meydana geldiği
belirtilmektedir. Olay üzücü bir kaza diye rapor edilmiştir. Abdullah oğlu Hacı
Halil ismindeki bir esir, nöbetçi Er A. Langford’un elindeki bir tüfeğin kaza
ile ateş alması sonucu hayatını kaybetmiştir. Langford’un ekipmanlarından olan
tüfek elinden düşmüş ve tetik kısmı yere değmiş ve bu şekilde tüfek ateş
almıştır. Tam o sırada önünden geçen Hacı Halil olay yerinde o anda şehit
olmuştur. Abdullah oğlu Hacı Halil Nikifa doğumlu olup Tavas, İzmir’de ikamet
etmektedir. Esir olarak ele geçirildiğinde 2. Tabur 142. Alay’a mensuptur. Konu
hakkında soruşturma başlatılmış ve Er Langford, sivil yetkililerden bir haber
beklemek üzere kısa bir süre görevden uzaklaştırılmıştır. Sivil yetkililerden
bir adım atılmayınca Langford serbest bırakılmıştır. Bu kaza sakarca bir
olaydır ve bu olaydan sonra nöbetçilerin dolu tüfek taşımamaları yönünde bir
emir yayınlanmıştır. Hacı Halil’in akrabalarına tazminat ödenmesi ile ilgili
olarak konsolosluk, İngiltere Hükûmeti ile temasa geçmiş ve konu
değerlendirilmeye alınmıştır.[514]
[515]
Thatmyo’daki bir Türk savaş esiri
olan Hacı Halil’in kaza sonucu gerçekleşen ölümüne yönelik kamp komutanı
tarafından askeri bir rapor hazırlanmış ve bu rapor İngiltere Hükûmetine
iletilmiştir. Bu raporla beraber Osmanlı Hükûmeti tarafından, Amerika
Konsolosunun Thatmyo’daki esaret kampı konusundaki raporuna ilişkin yapılan
bazı şikâyetler ve bilgi talepleri ile ilgili Dışişleri Bakanlığı ile yapılan
yazışmanın bir örneği gönderilmiştir. Esaret kampına gelişlerinden sonra
esirler arasında meydana gelen ölümcül konularla ilişkili raporda kaza ile
vurulan esir Hacı Halil’in akrabaları adına konsolosluk tarafından edilen
tazminat taleplerine İngiltere Hükûmetinin olumlu bakıp bakmadığına dair görüş
sorulmuştur. İngiltere Savaş Bakanlığı Thatmyo’daki bir Türk savaş esiri olan
Hacı Halil’in ölümüne ilişkin tazminat ödenmesi konusundaki 2 Kasım tarihinde
görüşünü açıklamıştır. Hindistan’dan sorumlu Devlet Bakanı gönderdiği görüşünde
önerilen tazminatın savaştan sonra öncelikle Osmanlı Hükûmeti ellerindeki
İngiliz savaş esirlerinin Türk yetkililerin veya onların emrinde bulunanların
ihmali sonucu öldüğü tüm durumlarda aynı miktardaki tazminatı ödemesi konusunda
teminat verdikten sonra ödenebileceği düşündüğünü belirtmiştir.[516]
Kaza ile öldürülen Hacı Halil’e
ödenecek tazminat hakkında Hindistan Hükûmetinin 15 Eylül 1916 tarihli ve Chelmsford
imzalı bu raporu İngiliz Dışişleri
Bakanlığı tarafından Amerika
Birleşik Devletleri Büyükelçiliği vasıtasıyla Osmanlı Hükûmetine de
gönderilmiştir. Bu raporun özeti şöyledir:[517]
“Thatmyo’daki esaret kampında
Abdullah oğlu Hacı Halil isimli bir savaş esirinin kaza ile gerçekleşen ölümüne
ve eşine tazminatın ödenmesi konusuna ilişkin yazışmanın bir örneğini
gönderiyoruz. Eşine bir miktar tazminatın ödenmesi gerektiğini ve 50 Pound’un
(750 Rs) uygun bir miktar olduğunu düşünüyoruz, ancak başka bir yerde meydana
gelmiş olabilecek benzer durumlara atıfla verilmesi gereken tazminatın mevcut
şekli ve miktarı konusundaki kararınızla ilgili olarak bilgilendirilmekten
memnuniyet duyacağız. Eğer para gönderilmesine karar verilirse muhtemelen bu,
savaşın bitiminde gerçekleşecektir.”
Amerikan raporunda geçen bir
başka olay ise iki Arap esirin kavgasıdır. 1916 yılı başlarında 3 Arap esir bir
kavgaya tutuşmuş ve aralarından biri muhtemelen bir çakı ile ciddi biçimde
bıçaklanmıştır. Yürütülen soruşturmada oldukça az bir bilgi ortaya çıkmıştır.
Kurbanın iyileşme şansı mevcuttur.[518]
İngiltere Hükûmeti, Osmanlı
Hükûmetinin dikkati, Türk savaş esirleri için oluşturulan esaret kampları
Amerika Büyükelçiliği yetkililerinin teftiş ve raporlamalarına açık iken benzer
imkânların Anadolu’da bulunan İngiliz ve Hintli savaş esirlerinin kampları için
ulaşılabilir olmadığı gerçeğine çekmek istenmiştir. Aksine, sürekli tekrarlanan
ve tarafsız bir konsolosluk temsilcisine verilmesi talep edilen bu kampları
ziyaret etme ve esirlerin durumunu inceleme izni reddedilmiştir. Osmanlı
Hükûmetine bu talebi kabul etmeleri için baskı yapılması gerektiği
düşünülmektedir. Amerika Büyükelçiliğinden 7 Ağustos 1916 tarihinde alınan
yazıda belirtilen, Kûtu’l-Amâre’de alınan çoğu esirin çok sert bir muameleye
tabi tutulduğuna dair şüphelerin artmasına sebebiyet vermektedir. Bir şikâyetin
temiz ellerdeki bir mahkemeye ulaşması için iyi tasarlanmış yasal bir zemin
mevcuttur. Osmanlı Hükûmetinin İngiliz ve Hintli savaş esirlerine karşı tutumu
ve Amerika Konsolosluğu yetkililerine onları ziyaret etme ve teftiş etme izni
verilmemesi, Osmanlı Hükûmetine İngiltere Hükûmetine karşı bir şikâyette
bulunma hakkı tanımamaktadır.[519]
Mezopotamya’da esir alınan
Osmanlı savaş mahkûmlarına yapılan muamele ile ilgili, Osmanlı Devleti’nin 30
Temmuz’a ait sözlü notasının devamı olarak Hollanda Kraliyet Ortaelçiliği
İngiliz Dışişleri Ofisinin bir memorandumunu ve aynı konu ile ilgili Thatmyo
Osmanlı savaş esirleri kamp komutanının bir raporunu Osmanlı Devleti Hariciye Nezaretine
iletmiştir. Irak’ta İngiliz kuvvetleri tarafından esir edilip Thatmyo esir
karargâhında ikamet ettirilen Osmanlı savaş esirleri hakkında hazırlanan bu
rapor Dışişleri tarafından Başkumandanlık Vekâletine iletilmiştir.
Mezopotamya’da yakalanmalarından Thatmyo, savaş esirleri kampına
götürülmelerine kadar söz konusu esirlere uygulandığı iddia edilen muamele
hakkında Yüzbaşı Baxter’ın hazırladığı rapor, 20 Kasım 1916 tarihli “Hilal” gazetesinde
yayınlanan makaledeki ifadelerin asılsız veya kötü niyetli olarak abartılmış
olduğunu iddia etmektedir.[520]
20 Kasım tarihinde yayımlanmış
olan “Hilal” gazetesinde İngiliz kuvvetler tarafından Mezopotamya’da
yakalanan ve oradan Burma’ya sevk edilen Osmanlı savaş mahkûmlarının
tecrübelerini konu edinen bir makalede yer almıştır. Makalede Türk esirlere
uluslararası hukuka uymayan ve insanlık dışı muamele yapıldığı iddia
edilmektedir. Bu olay sonrası İstanbul’daki Hollanda Temsilciliğine konu
hakkında İngiltere Hükûmetine iletilmek üzere nota verilmiştir. Thatmyo esir
kampının komutanı Türk esirlere yapıldığı iddia edilen muamele hakkında
Uluslararası Kızılhaç Cemiyetinin delegelerinden konu hakkındaki görüşlerini
edinmiş ve Boxer’ın hazırladığı raporu Osmanlı Devleti’ne Hollanda Elçiliği
vasıtasıyla sunmuştur.[521]
Ordu Departmanından 28 Haziran
1916 tarihli gelen telgrafta Türk savaş esirlerine yapılan muamele konusunda
Osmanlı Devleti tarafından dile getirilen iddialara yönelik ortada bir dayanak
olmadığı ileri sürülmüştür. 24 Haziran’daki Thatmyo’daki kampta tutulan Türk
savaş esirleriyle ilgili olarak iddia edilen şikâyetleri konu alan mektubun
devamı olarak Ordu Konseyinin bilgisine yeni belgeler gönderilmiştir. Hindistan
Bakanlığına gönderilen ve bu bakanlığın gönderdiği telgraflardan anlaşılacağı
üzere yapılan iddialara yönelik hiçbir bulgu yoktur. Bakanlık, adresi “Sledmere
House, Malton, Yorks” olan Albay Bay Mark
Sykes Bart’a başvurmayı
önermektedir. Aynı zamanda Amerikan Başkonsolosu tarafından Thatmyo savaş
esirleri kampı üzerine hazırlanan raporda Türk savaş esirlerine iyi niyetli
muamelenin olduğu anlatılmıştır.1317 [522]
Mumbai Polis Komiseri’nin 23 Nisan
1915 tarihli raporunda Polis Komiseri P. Cox, Hindistan Hükûmetine Sheikh
Salim-al-Khayyum’a uygulanan muamele ile alakalı Mumbai Hükûmetinin fikirlerini
sunmuştur. Rapora göre Salim Khayyum Sheikh Türk rejiminde yüzbaşı rütbesine
sahipti ve Fırat Nehri bölgesinde yerel nehir muhafız alayının komutanı olarak
aylık 80/- pound şeklinde bir maaşı vardı. Çevresinde zeki bir hilekâr ve
fesatçı olarak bilinmektedir. İngilizlerin Gurnah’ı işgalimizden beri
diğerleriyle birlik içerisinde o bölgede etkisi altındaki kabile üyelerini
İngilizleri sıkıntıya sokmak üzere harekete geçirmek için çabalamıştır. Bu kişi
bir suçlu değildir ve Mumbai veya Pune’de polis gözetimi altında serbest olarak
yaşamasına izin verilebilir. Aylık 250/- gibi bir ödeneğe ihtiyaç duyacaktır.
Savaşın sonunda veya sağlam bir şekilde kurulmuş olan yönetimin izin verdiği
zaman uygun bir teminat altında geri dönmesine izin verilecektir. Sheikh
Salim-al-Khayyum Türklere karşı samimi olduğu gerekçesiyle suçlu olmamasına
rağmen İngilizler için çok tehlikeliydi.[523]
Yüzbaşı Baxter Türk esirlere kötü
muamele yapıldığına dair iddialara yukarıda bahsi geçen esir raporunda şöyle
cevap vermektedir:[524]
“Asker Bunyaus ile ilgili savaş
esirlerinin sık sık dövüldüğüne ilişkin tamamen yanlış olan iddiaları anlamıyorum.
Çok nadiren, esirler tarafından herhangi bir kötü muameleye ya da onlara karşı
kamp süpervizörleri koruma ve eskortlar tarafından kuvvet kullanımına dair
şikâyet aldım. Her durumda kişisel olarak araştırdım ve her durumda gördüm ki
güç kullanımı sadece ciddi provokasyon ya da nefsi müdafaa sonucu yapılmıştır.
Görünür hiçbir yaralanma işareti meydana gelmemiştir. Bir diğer yandan aynı
zamanda dikkatimi çeken Türk subayların da düzeni ve disiplini sağlamak ya da
kendi emirlerine itaat ettirmek için güç kullandığı olmuştur. Anladığım
kadarıyla kendi ordularında subaylar ve astsubaylar için aşağılama ve emre
itaatsizlik nedeniyle astlarını dövmek geleneksel bir durumdur.”
Türk askerine karşı gösterilen
insancıl olmayan kötü muamele Türk esirlerine göre Kûtu’l-Amâre düştükten sonra
artmıştır. Yüzbaşı Baxter ise bu iddiayı şu şekilde yalanlayacaktır:[525]
“Kut’ül-Amare’nın Türkler
tarafından ele geçirildiğinden dolayı savaş esirlerine kin ve öfke gösterildiği
doğru değildir, aynı zamanda çok sayıda İngiliz esirin Kut’da ele
geçirilmesinin sonucu olarak burada tutulan esirlere iyileştirmeler yapılması
bunu desteklemektedir. Kut’un düşüşüyle aynı zamana denk gelen buradaki
kısıtlamaların kaldırılması ya da ayrıcalıklar sağlanması tesadüfen olmuştur
zira öncesinde Kut’un yakında düşeceğini öncesinde fark etmiştim. Savaş
esirleri hiçbir zaman bir ceza olarak güneş altında tutulmamıştır. Bazı
durumlarda onları, sayılarını kontrol etmek için dışarıda daha uzun süre
tuttuğumuz olmuştur. Bu tür durumlarda çok sık değildir ama esirlerin sahip
olduğu künyelerin gerçek sayısını doğrulamak için ya da medikal muayene için
yapılması gerekmiştir.”
Esaret sonrası verdiği
ifadelerden oluşan esaret raporunda Doktor Yüzbaşı Nefi Hulusi Efendi esaret
günlerine dair önemli bilgiler vermektedir. 13 Şubat 1917 tarihinde
Kûtu’l-Amâre’nin düşmesi ile esir olan Nefi Hulusi Efendi Hindistan’ın Burma
bölgesinde esir bulunduğu iki sene müddet zarfında esir karargâhlarındaki subay
ve askerler haklarında İngilizlerin Türk esirlerine reva gördükleri insanlık ve
medeniyet dışı muameleye yönelik ifadeler vermiştir. Basra hastane vapurunda
esir olarak Nisan başına kadar kalmış ve o tarihten sonra aynı bölgesindeki
Thatmyo esir karargâhına sevk edilmiştir. Kampa yerleştirildiğinde kampta 400’e
yakın subay ve subay adayı, 5000’e yakın asker bulunmaktadır. Gerek subay ve
gerekse askerler genel olarak sıhhatleri nispeten iyi idiyse de moral durumları
tamamen karışık bir haldedir. Tüm esirleri bir sinirlilik hali ve ümitsizlik
kaplamış durumdadır. Kamp kumandanı Binbaşı Farmason Hilson’dur. Hilson, Nefi
Hulusi Bey’in esaret yıllarında bir buçuk sene süren kumandanlığı esnasında
askerlere gerek kamp dâhilinde ve gerekse haricinde hiçbir angarya
yaptırmamıştır. Buna rağmen bir buçuk sene zarfında ancak hava almak ve
egzersiz yapmak üzere sadece dört beş defa ruha kasvet verici çifte tel
örgülerinin haricine ve civar yol ve caddelerde bir hızlı bir şekilde iki
saatte gidip gelmek üzere ve hiçbir yerde istirahat verdirilmemek üzere
gezdirilmişlerdir. 300 kişi ile beraber yapılan bu türlü yürüyüşlerde istirahat
ve mola verilmediğinden fevkalâde yorulan askerler cadde ortasında yere
yığılmışlardır. Çaresiz olarak bir daha bu türlü ezici ve yorucu sağlı sollu
yüzlerce süngülü Hintli askerlerin muhafazaları ve birçok baskıları altında
yürüyüşe çıkmaktan geri durmuşlardır.[526]
Türk subayların durumları
acınacak haldedir. Subaylar ancak tel örgünün yakın çevresine gitmelerine izin
vardır. Sıkıcı hayat şartları altında yaşayan Nefi Hulusi askerlere verilen
erzak miktarından bahsetmektedir. Esirlere 800 gram ekmek, 200 gram et, 15 gram
sadeyağ, hububat sebze, çay, şeker sigara ve saire yeterli miktarda
veriliyordu. Nefi Hulusi Efendi’nin kampa getirişinden 1,5 sene sonra kamp
komutanlığına getirilen Albay Holmes önceki kamp komutanını aratmıştır. Gerek
subay ve gerekse askerlere tahammül edilemeyen sıkıcı ve ezici kamp kuralları
koyarak hali hazırda esirlere karşı uygulanan merhamet dışı hayat şartları daha
da katlanılamaz bir hal almıştır. Evvelce İngiliz muhafız bölüğünün oturdukları
hasır pavyonlar boşalttırılarak subaylar oturtulmuştur. Burası çok güzel,
geniş, havadar, önünde geniş bir meydan ve çimenliği olan üç büyük pavyondan
oluşan bir yerdir. Daha sonra etrafı kuşatan tel örgüler de sökülerek üç pavyon
haricinde bırakılmak üzere esirler daha içeriye doğru götürülerek diğer
içerideki pavyonların kenarlarına konulmuştur. Böylece kampın içerisi üçte bir
oranında küçültülmüş, açıkta kalan subaylar ise zaten hacmi küçük olan diğer
subayların pavyonlarının dar ve ufak odalarına üçer, dörder, beşer olarak
yerleştirilmiştir. Osmanlı kamp kumandanlığı tarafından yapılan şikâyetlerin
hiçbiri etkili olmamıştır. Ancak subaylara gezmek üzere mıntıkalar biraz
genişletilerek kampın dördüncü bölümüne paralel yoldan ve bunun ilerisine doğru
üç millik miktarı düz ve dar bir yolda gezinmelerine çeşit şartlar ile müsaade
edilebilmiştir. Bundan başka subaylara pek çok zorluklar çıkarılmıştır. İkinci
kamp kumandanının gelişine kadar evvelce subaylar tabldot ve lokantaları için
et, sebze, yağ, meyve vesaire yiyeceklerini tedarik etmek üzere arabalarla ve
muhafızlarla sabah kasabanın çarşısına gitmelerine özel izin ile müsaade
edilmekteydi. Daha sonra askerler çarşıya gitmekten men edilmiştir. Kampın
içinde bulunan birkaç hünerli manifaturacı, bakkal tüccarlar, elbise istihkaklarının dağıtıldığı
mekân ve diğer zaruri ihtiyaçlarını temin eden yerler kamp dışına atılmıştır.
Bu hususta büyük revaç ve ticareti olan bir İngiliz şirketinin satışı yasaklanmıştır.
Avrupa imalatından elbiselik kumaş, çamaşır, kundura ve buna benzer eşyanın
Osmanlı subaylarına satışı men edilmiştir. Ancak yerli ve Japon mallarının
alımına müsaade olunmuştur. Böylece gerek elbiseler gerekse yiyecek içecek
kampın dışarısında tesis edilen üç baraka dükkânı ile sınırlandırılmıştır.
Fiyatlar üç dört katı artmıştır. Buna karşılık subayların ödenekleri aynı
kalmıştır. Misal olarak yumurtanın bir tanesi 20, 30 para iken 60 paraya ve 2
kuruşa, pilicin bir adedi 3 kuruş iken 7 ve 10 kuruşa yükselmiştir. Bu süre
zarfında askerlere tahammül sınırlarını çok aşan angarya hizmeti şiddetle
uygulanmaktaydı. Sabah erkenden birkaç gruba ayrılan askerlerden bir grubu
kampa bir buçuk saat süren mesafede kızgın güneşin altında kendi yiyeceği ve
içeceği olan pirinç, un, tuz çuvalları ile yağ tenekelerini sırtında ve omzunda
yevmiye hesabı taşımak zorundaydılar. Diğer postalar ise İngiliz subay evleri
ile kulüplerinin bahçelerini süpürmek, otlarını ayıklamak, evlerinin önünde ve
civarındaki caddelerin otlarını, taşlarını, dikenlerini temizlemek
zorundadırlar. Kumandan Hilson zamanında kampın temizlik ve bakım işlerini
maaşlı Hindular ifa eylediği gibi efradın yiyeceği içeceği arabalarla depoya ve
oradan yine arabalarla her gün kampa sevk edilerek askerlere taksim ediliyordu.[527]
Kızılhaç tarafından ziyaret
sonrası hazırlanan raporlara göre Türk esirler iyi şartlarda yaşıyorlardı. İyi
düzeyde Fransızca ve İngilizce bilen esirlerden bazıları içtenlikle kamptan
memnun olduklarını söylemişler ve şikâyetleri olmadıklarını Kızılhaç heyetine
iletmişlerdir. Kamp komutanı, esirlerin kendilerine karşı nezaketinin devam
etmesini umduklarını belirmiştir.[528]
Ayrıca yukarıdaki tüm iddialara
karşı kamp şartlarından memnun olan ve İngilizlerin kendilerini iyi şartlarda
yaşattığını ileri süren esirler de çıkmıştır.
Hindistan’da savaş esiri olarak
bulunan iki Türk doktor tarafından Bellary kampındaki Türk esirlere karşı
gösterilen kibar ve dostça muameleye tanık olduklarına dair önemli bir mektup
kendi talepleri üzerine İngiliz basınında yayınlanmıştır.[529]
64. Alay 1. Tabur tabip yüzbaşının esaret sonrası Hindistan’ın durumu ve
Bellary esir kampı hakkında verdiği ifadede İngilizlerin Türk esirlerine karşı
muamelesinin fena olmadığını yalnız kamp komutanlarının şahsi uygulamalarının
kamptan kampa farklılık gösterdiğini şu sözleri ile anlatmıştır:[530]
“... Bellary kamplarında bir
kısım zâbitânın haysiyetiyle ve şeref-i askeriyeden lüzûmu kadar muhafaza
edemediklerinden idârî bazı tatbîkât ve tazyîkâta bâdî olmuşdur. Burada ve
Hindistan’ın diğer kamplarında ümerâ ve yüzbaşılar yüzer, mülâzımlara doksan
rupye ma‘âş vermekde ve i‘âşeye belağ enmâ- belağ kıfâyet etmekdedir. Diğer
esbâb-ı istirâhatleri de oldukça te’mîn edilmiş olduğu halde Basra’daki zâbitân
ve efrâdın hâlleri cidden şâyân-ı merhametdir. Bu karara Hındıstan
karargâhlarıyla nisbeten kabûl etmeyecek derece farklıdır.”
Meiktila
esir kampında esaret günlerini geçiren Kastamonulu 3. Alay Sahra Topçu Tabur 2.
Bölük, 4. Ahır Çavuşu Ahmed oğlu Mehmed de esaret şartlarından memnuniyetini
dile getirmiştir. 7 Haziran 1919 tarihli ifadesinde kampta kaldığı günleri “Bu
müddet zarfında ne eziyet ve ne de hizmet gördürüldü, yedik içtik yattık.”
diyerek açıklamıştı.[531]
3.4.3
Kıbrıs
Esir Kampında Esirlere Yapılan Kötü Muamele
Adada esir kamplarının
kurulmasının ardından İngiltere Hükûmeti bir bildiri yayınlayarak esir
kamplarındaki düzen ile ilgili değişik tedbirler almıştır. Bu tedbirlere göre
dört yıllık esaret süresi boyunca kamp kurallarına karşı herhangi bir disiplin
bozucu davranışla bulunmayan esir, kazandığı rozetlere ilaveten şapkasına
takacağı kırmızı bir rozet ile mükâfatlandırılacaktır. Kırmızı rozet kazanan
esir disiplin bozucu harekette bulunduğu takdirde rozeti geri alınacaktır. Kamp
kurallarına karşı herhangi bir disiplin bozucu davranışlarda bulunan bir esir
bu rozeti ne alabilecek ne de tekrar kazanabilecektir. 211 sayılı uygulamaya
göre iki rozet almaya hak kazanan esirler her iki ayda bir ziyaretçi ve her iki
ayda bir mektup yazma hakkına sahiptir. Kırmızı rozet alan esirler ise yerine
her ay bir ziyaret ve bir mektup yazma hakkına sahiptir.[532]
Bir süre sonra kamp şartlarının
bir insanın hayatını devam ettirebilmesi için uygun olmaması, esirlerin
kamplarda zor şartlar halinde yaşaması ve ölümlerin artması sonucu ada halkının
Türk esirlerine yardım etmesine sebep olmuştur. İngiliz yetkililer bu tür
eylemleri isyan çalışmaları olarak nitelendirmiş ve yeni tedbirler almaya
başlamışlardır. Kıbrıs Genel Valisi John E. Clauson tarafından adanın güvenliği
için 26 Ağustos 1916 tarihinde Kıbrıs’ta ilan edilen sıkıyönetim gereğince her
türlü silah alım satımı, bulundurulması ve taşınması yasaklanmıştır.[533]
Yine John E. Clauson tarafından 16 Ekim 1916 tarihinde adada fotoğraf makinesi
bulundurmak ve fotoğraf çekmek de yasaklanmıştır. Bu tarihten itibaren
özellikle Türklerin çok bulundukları Karakol ve Mağusa bölgelerinde bölge
komiserinin yazılı izni olmadan herhangi bir fotoğraf çekmek imkânsız hale
gelmiştir.[534]
Kamplarda meydana gelen sorunlar,
esirlerin firara teşebbüs etmesi, ada halkının isyan teşebbüsleri 1916 yılının
sonunda ada yönetimini yeni kararlar almaya ve kendileri açısından düzeni
bozanları ağır bir şekilde cezalandırmaya sevk etmiştir. Kıbrıs’ta askeri
mahkemeler sıkıyönetimin 588 nolu kararıyla savaş esirlerinin yargılamasında
yetkili kılınmıştır. İngiltere Hükûmeti adına Lloyd George tarafından 2 Aralık
1916 tarihinde Kıbrıs Yüksek Komiseri ve Genel Komutana gönderilen ve The
Cyprus Gazette’de yayınlanan bir bildiride esirlerin yargılanmasında veya hüküm
verilmesinde askeri mahkemelerin yetkili kılındığı bildirilmiştir.[535]
Kıbrıs esir kampının düzeni için
değişik tedbirler alan yetkililer, iş kampta bir insanın yaşaması için gerekli
şartların oluşturulmasına gelince aynı şartları sağlamadıkları görülmektedir.
Kampın şartları çok kötüdür. Özellikle esirlerin getirildiği ilk zaman kampın
yeni açılması sebebiyle esirler pek çok sıkıntılarla karşılaşmıştır. Tel
örgülerle çevrili esir kampında üç bölüm halinde inşa edilen barakalarda kalan
Türk esirler barakaların sıhhi olmaması yüzünden çeşitli hastalıklara maruz
kalmıştır.[536]
Türk esirlerin cenaze
merasimlerini idare eden, cuma ve bayram günleri gibi kutsal günlerde kampa
girmesine izin verilen Mağusalı İmam Mustafa Nuri Efendi ölümlerin esirlerin
maruz kaldığı kötü şartlardan ve işkenceden olduğunu ifade etmiştir. Mustafa
Nuri Efendi’ye göre esirlerin yatakları yoktu. Toprak üzerinde yatarlardı.
Barakaların bazılarında esirler kendilerine odun ve otlardan yatak yapmıştı.
Açlık ve sefalet çok kötüydü. Kampta yeterli su yoktu. Esirlerin dış görünüşü
de çok kötüydü. Bölgede yaşayan Türklerin yardım etmesine izin verilmezdi.
Birçok er savaşta ölmediğine çok üzülmekteydi.[537]
Esirler ilk başta halkla iletişim
halinde olabilmiş fakat sonra bu hakları ellerinden alınmıştır. Esirlerin
bakımı iyi değildir. Arpa unundan yapılmış ekmek ile bol bol kabak yedikleri,
hasta esirlere iyi bakılmadığı, son derece kaba davranıldığı ve Ermeni ve Rum
doktorların kötü davranışlarına maruz kaldıkları bilinmektedir. Esirlerden
bazıları kaçmayı başarmış bazıları ise vurularak şehit olmuştur. Bir kısmı ise
kampta kötü muameleden dolayı hayatını kaybetmiştir. Sadece günümüze kadar
gelen şehit esir sayısı 217’dir. Ayrıca kayıt edilmeyen ve vefat eden esirlerin
sayısı bilinmemektedir.[538]
Kavanin Meclisi Mağusa üyesi
Mahmut Celaleddin Efendi kampın içinde bulunduğu kötü şartları Kıbrıs’ın
İngiliz Valisine ileterek tedbir alınmasını ve bu durumun özellikle Türk
halkını rahatsız ettiğini bildirmişti. Ayrıca, çok sayıda Kıbrıs Türkü’nün
İngiltere Hükûmetine müracaat etmeyi düşündüğünü ve hatta bazılarının bu konuda
girişimde bulunduğunu da söylemiştir. Bunun üzerine kampa doktor ve imam
kadroları sağlanıp bazı iyileştirici önlemler alınmıştır.[539]
Kıbrıs esir kampında kalan
esirlerin listelerine bakıldığında ölümün gerçekleşmediği ay yok gibidir.
Kampın kötü şartlarının Kıbrıs halkı üzerindeki olumsuz etkilerini azaltmak ve
gerçekleşebilecek kötü olayları önlemek maksadıyla İngiliz Genel Valiliği 19
Nisan 1917 tarihinde The Cyprus Gazetesinde 178 numaralı karar yazısı
çıkarmıştır. Bu yazıda Kıbrıs Genel Valisi John Eugene Clauson Türk savaş
esirlerinin tutulduğu kampa yaptığı ziyaretle ilgili bilgi vermiş ve bu
bildirinin Kıbrıs’ta hüküm sürdüğü yerlerde yayınlanmasını emretmiştir. John
Clauson 11 Nisan 1917 tarihinde esir kampına yaptığı ziyaret sırasında şahit
oldukları ile ilgili minnettarlığını Kıbrıs’ta komuta ettiği birliklere, Yarbay
How’a ve esir kampında çalışan tüm görevlilere iletilmesini istemiştir.
Clauson, esirler için yeterli düzeyde yapılan tüm düzenlemelere, barakaların
temizliğine, teftiş sırasında kendisine sunulan kişisel eşyaların tam olmasına,
dini vecibeler için tahsis edilen yerlerin uygunluğuna ve esirlere sunulan
diğer pek çok tesisin düzenine hayran kalmıştır. Teftiş sırasında yakından
gözlenen bir olay da çok az sayıda İngiliz subayı kamptaki esir Türk
astsubaylar aracılığıyla kamptaki düzeni kurallara uygun bir şekilde yerine
getirmiş ve sert bir müdahale olmaksızın kampı idare edebilmişlerdir. Kamp
yetkililerinin bir amacı da esirlerin daha sonraki hayatlarında savaşa
katılmalarını önlemek olmuştur. Zor şartlar altında gerçekleştirilen kampın
güvenliği konusunda nöbetçilerin özverili çalışmaları takdir ile
karşılanmıştır.1335 [540]
İngilizlerin tüm aldıklarını
söyledikleri tüm tedbirlere ve propagandaya rağmen ölüm oranında azalma
olmamıştır. Harp Esirleri Kamp Komutanı Kurmay Albay G.B Martherwell ölümlerin
bilinçli olarak abartılmaya çalışıldığını iddia ederek bu konuda bir açıklama
yapmıştır. Kamp komutanına göre bazı durumlarda harp esirleri gömüldüklerinde
mezar başlarına işaret olarak ufak tahta parçaları konulmuşsa da daimî mezar
taşları dikilmezden önce bu ufak tahta işaret parçaları kaldırılmıştır. Bazı
hallerde ise mezar taşlarının üzerindeki tahtalar ile sicil uyuşmamaktadır. Mezar
taşlarının birçoğu definden bir müddet sonra harp esirleri tarafından sicile
hiçbir referans yapılmaksızın işlenmiştir. İsimlerinin bazılarında da farklar
vardır. Bu bilgiler de harp esirleri tarafından sicile hiçbir referans
yapılmaksızın mezar taşlarına yazılmıştır.[541]
Bu gelişmelerin üzerine ölen esirlerle ilgili kayıt tutulması uygulamasına
başlanmış ve bir kayıt defteri oluşturulmuştur. Kamp yönetimi tarafından
yapılan bu tür açıklamalar ile kamptaki zor şartlar adadaki Kıbrıs Türklerini
yanıltmaya yönelik olarak İngilizler tarafından çarpıtılmıştır. Ayrıca bahsi
geçen hastane gerçekte aynı bölgedeki Ermeni Lejyonu
Kampına aittir. Amaç ne olursa
olsun Valinin kampı ziyaretinin ardından kamptaki uygulamalarda kayda değer
hiçbir iyileşme görülmemiştir.[542]
Kampta ölüm olayları çok
fazladır. Esirlerin bir kısmı ecelleri ile bir kısmı da firar ederlerken
vurularak şehit edilmiştir. Kampta kaçmaya çalışırken vurularak şehit düşen
savaş esirlerinin sayısının artması İngilizleri bu durum üzerinde düşünmeye itmiştir.
Mayıs 1917’de Kıbrıs Genel Valiliği tarafından herhangi bir nedenle ölümleri
araştırmak için soruşturma yetkisi kaza komiserine verilmiştir. Adli soruşturma
ve otopsiyle ilgili olarak görevlendirilen kaza komiseri şiddet neticesinde
meydana gelen ölüm olaylarında kendisine cesetler henüz gömülmeden bilgi
verilmesini istemiştir. Esaret şartlarından bunaldıkça kamptan kaçmaya çalışan
Türk savaş esirleri İngiliz askerleri tarafından vurulmuş ve törenlerle toprağa
verilmiştir. O günleri yaşayan Ali Osman Bey böyle bir günü anılarında şöyle
anlatmıştır:[543]
“Esirler geri gidince bir müddet
sonra Mehmed Emin isminde rütbeli birisi gelip beni bulmuştu. Ona benim ismimi
vermişler. Esirlerden burada şehit olan iki yeğeninin mezarını görmek
istiyordu. Kendisini alıp mezarlığa götürdüm. Sonra kardeşinin oğlunun
vurularak öldürüldüğünü işittim ve ona da söyledim. Kaçarken vurmuşlar, şehit
etmişler onu.”
Değişik sebeplerle esir
kamplarında ölen esirler önce halen Gazi Magusa Namık Kemal Lisesinin bulunduğu
bölgedeki mezarlıklara gömülmüş fakat çoğunun mezarları burada kaybolmuştur.
Esirler daha sonra Karakol bölgesinde esir kampı yakınındaki özel mezarlığa
defnedilmişlerdir. Bu şekilde Gazi Mağusa’nın değişik yerlerinde rastgele
gömülenlerin bazıları Karakol bölgesindeki özel mezarlığa nakledilmiştir.
Mağusa’da panayır bölgesinde yaşanan olaylar nedeniyle hayatını kaybedenler bu
mezarlığa defnedilmeye başlanmıştır. Kamptan kaçmaya çalışırken İngilizler
tarafından şehit edilen, kötü esaret şartları, hastalık veya başka sebeplerle
hayatlarını kaybeden Türk askerleri için tören yapılmadan ve elbiseleriyle
gömülmeleri adada yaşayan Türklerin tepkisini çekmiştir.[544]
Esir kampından kaçmaya çalışırken
hayatını kaybeden 3 Türk esir için cenaze töreni yapıldığı gün Mağusa’da adanın
en büyük panayırının kurulması ve kalabalık olması gerginliğe yol açmıştır.
Panayıra gelenler arasında Kıbrıslı Rumlar da bulunmaktadır. Cenaze alayından
tekbir seslerinin gelmesi ile gelen cenazelerin Türk olduğunu anlayan ada halkı
cenazelere doğru koşmuş, burada kısa süreli bir arbede yaşanmış ve panayırın da
kendiliğinden son bulmasına yol açmıştır. İngiliz komutanının emriyle cenazeler
için askeri tören yapılmış ve Türk savaş esirleri sıraya geçirilerek tekrar
esir kampına götürülmüştür. O gün panayırda yaşananları görenlerden Kıbrıslı
Türk Ali Osman Bey yaşananları şöyle anlatmaktadır:[545]
“Bir gün panayır vardı. Panayır
şimdiki yerinde değil, Mağusa Kapısı’ndan az ileride yapılıyordu. Panayırın çok
hareketli bir anında uzaktan kaside sesleri işitildi. Tüylerim ayağa kalktı.
Derhal arabayı terk edip cenaze törenine koştum. Rumlar bu kaside seslerinden
donup kalmışlardı. Şanlı bayrağımıza sarılıp üç tabut arka arkaya geçip
gidiyordu. Panayır o an sona ermişti. Bu olayı hiç unutamam evlat. Aralarından
Erzurumlu Tosunoğlu Rıza Onbaşı arkadaşımdı. Ben ona sigara tabakası hediye
etmiştim. Esirlerin aralarında Kıbrıslı da varmış fakat ben şahsen tanımış
değilim.”
Ada halkından esirlere yardım
edenler çok ağır şekilde cezalandırılmıştır. Bu kişilerden birisi olan Mustafa
Nuri Efendi Türklerden toplanan yiyecek maddeleriyle yakacak eşyaları Türk
savaş esirlerine ulaştırmıştır. Gerek Mustafa Nuri Efendi gerekse o dönemin
Yasama Meclisi olan Kavanin Meclisinin Mağusalı üyesi Mahmut Celaleddin Efendi,
bazı işbirlikçi jurnalcilerin kışkırtmaları sonucunda Türk Savaş esirlerine
yardım ettikleri, esir kampında ölen savaş esirleri için dini görevlerini
yerine getirmek üzere esir kampına girdiklerinde esirlere yiyecek temin
ettikleri iddiasıyla divanı harbe verilmiştir. Daha sonra bu suçlardan beraat
etmelerine rağmen mahkeme salonundan çıkar çıkmaz Girne’ye götürülüp Birinci
Dünya Savaşı sonuna kadar Girne Kalesinde iki yıl sürgün yaşamışlardır.[546]
3.4.4
Selanik
Esir Kamplarında Esirlere Yapılan Kötü Muamele
Arşiv belgelerine
bakıldığında bu kamplara ait belgelerin neredeyse hiç olmadığı yukarıda
belirtilmişti. Buna rağmen az da olsa bulunan kayıtlarda İngilizlerin kamplarda
ölen esirlerin soruşturulmasında yeterli özeni göstermediği görülmektedir. Esir
olarak İngiltere’nin Selanik Garnizonunda 1454, 1455
esir
numaraları ile kayıtlı olup 157.
Alay, 5. Bölükten Eskişehirli Onbaşı Ahmed oğlu Mehmed ile Antalyalı Ali oğlu
İbrahim’in 20-24 Şubat 1917 tarihleri arasında İstavros ile Selanik arasında
suda boğularak kaybolduğu İngilizlere tarafından Osmanlı Devleti’ne gönderilen
55. listenin üçüncü ekinde bildirilmiştir. Hariciye Nezareti aracılığıyla
İngiltere Hükûmetine yazdığı nota ile bu kişilerin nerede, ne suretle ve hangi
sebep ve şartlar altında suda boğulmuş olduklarının detayını istemiştir.
İngilizlerden bu konuda olayın detayını anlatan hiçbir cevap alınamamıştır.[547]
1917’nin sonunda itibaren
Yunanistan’da görevlendirilen Teğmen Borgonon, Birinci Dünya Savaşı’nın ikinci
bölümünde Selanik esir kamplarında gördüklerini orijinali Londra’daki
İmparatorluk Savaş Müzesi arşivlerinde bulunan günlüğüne kaydetmiştir. Borgonon
esirlere iyi muamele gösterildiğini söylemiştir. Sigara ve kibrit
yetersizlikten dolayı İngiliz askerlerine bile verilemezken Türk esirlere bu
konuda ayrıcalık yapılmıştır. Her iki İngiliz askerine bir kutu kibrit ancak
verilebilmekteydi. Ayrıca Türk esirler aldıkları ekmekleri yollarda gördükleri
Yunan çobanlara satmaktaydılar. Türk esirlerine uygulanan muameleyi çok iyi
bulan İngiliz asker Borgonon, yollarda çalışan Yunan erkek, kadın ve kız
çocuklarının ne kötü şartlarda çalıştığını günlüğünde yazmıştır. Borgonon,
kadınlar ve çocukların dahi bayılıncaya kadar çalıştıklarına şahit olduğunu
günlüğünde yazmıştır. Borgonon’ın kamplarda gördükleri bununla sınırlı
değildir. Yakaladıkları esirleri casus olarak nitelendirerek en ağır bir
şekilde cezalandırmışlardır. 10 Mayıs 1918 tarihinde bir kasabada yakalanan bir
Türk tutuklu casus olduğu gerekçesiyle ölüm cezasıyla çarptırılmış ve infazına
Borgonon bizzat şahit olmuştur.[548]
3.4.5
Malta
Esir Kampında Esirlere Yapılan Kötü Muamele
Esirlere kötü muamele yapıldığı ve uluslararası
hukuk kurallarına göre hareket edilmediği gerekçesiyle Osmanlı Devleti
İngiltere Hükûmetine değişik zamanlarda muhtıralar vermiştir. Örneğin, Londra
Savaş Merkezi Malta’daki Türk savaş esirlerinin esir tutuldukları yerin
sınırları dışında idman yapmalarına izin verilmediği şeklindeki Osmanlı
Hükûmetinin 19 Eylül ve 4 Ekim tarihli iddialarına cevap olarak konuyla ilgili
yaptıkları araştırmayı 12 Ekim 1916 tarihinde Osmanlı Hükûmetine iletmiştir.
İngiltere Hükûmeti öncelikle tüm iddiaları yalanlamıştır. İddia edildiği gibi
Türk subayların esir tutuldukları yerin sınırlarının dışında idman yapmalarına
izin verilmediği doğru değildir. Kendilerine yalnızca yürüme şeklinde idman
yapmalarına izin verilmekle yetinilmemekte, aynı zamanda yürüyecek durumda
olmayanların da araba ile gezinti yapmalarına müsaade edilmektedir. Mehmed
Efendi oğlu Tahsin hiçbir zaman idman yapma talebinin reddedilmediğini açık bir
şekilde belirtmektedir. Buna rağmen kendisi araba ile gezinti yapmayı tercih
etmiş ve bu yönde bir başvuruda bulunmuştur. Yürümenin kendi sağlığı için daha
faydalı olacağı konusunda kendisini bilgilendiren sağlık görevlisi subay, yine
de eğer isterse sürüş izni
için komutana
başvurabileceğini bildirmiştir. Bu nedenle
görülecektir ki eğer bu subay esir olarak tutulduğu
bölgenin dışına çıkmamışsa, bunun nedeni
yalnızca kendisinin
içeride kalmak istemesidir. Bu subayın
memnuniyetsizliğinin sebebinin,
diğer Türk subayları tarafından sevilmeyen biri oluşundan kaynaklandığına
inanılmaktadır ve bu durum da onun esaret sürecini usandırıcı hale getirmiş
görünmektedir.[549]
İngiltere Hükûmeti diğer tüm
kamplarda olduğu gibi bu kampta da pek çok Osmanlı subayını değişik sebeplerle
er statüsünde göstererek kendilerine subay muamelesi yapmamıştır. Osmanlı
Devleti bu konuda aracı devletler ile yazışmalar yaparak pek çok subayının
özlük haklarını korumaya çalışmıştır. Bir kısım subayların da terfileri dikkate
alınmayacak veya değişik sebepler ile maaşları düşük rütbelerden ödenecektir.
Konu hakkında ilgili bölümde detay verilecek olup birkaç örnek ile konu burada
geçilecektir. Osmanlı Devleti Hariciye Nezareti Muamelat-ı Zatiye Müdüriyeti
Piyade Kaleminden Amerika Büyükelçiliğine 29 Şubat 1916 tarihinde gelen bir
notada Yemen’den dönüşü sırasında İngiliz kuvvetleri tarafından tutuklanıp harp
esiri sıfatıyla Malta’ya sevk edilen Mehmed Fahri Efendi’nin 7. Kolordu, 115.
Alay, 1. Tabur, 3. Bölüğünde teğmen olduğu ve adı geçen subayın rütbesine uygun
maaş alabilmesi için İngiltere Hükûmetinin bilgilendirmesi talep edilmiştir[550]
Esirlerin rütbelerine göre muamele görmemesi esir mektuplarına da yansımıştır.
Bahriye Yüzbaşısı İsmail Hakkı Efendi yüzbaşılığa yükseltildiğini ailesinden
öğrenmiştir. Bu bilginin İngiliz makamlarına ulaştırılması uzun bir zaman
alacaktır. Rütbesinin yükselmesiyle oluşan maaş farkının kendisine verilmesi
konusunda yetkililerden yardım istemektedir.[551]
Mülâzım Mehmed Lütfü Efendi de Malta esir kampı yetkilileri tarafından subay
olarak tanınmamış ve İngiliz Mahalli İdaresine, Osmanlı Devleti tarafından bu
durumun sebebi sorulmuştur. İngiliz yetkililer genelde eksik bilgi ve belgeleri
gerekçe göstererek subaylara er muamelesi ya da düşük rütbeli subay muamelesi
yapmıştır. Pek çok olayda subayların sınıfı, kıtası, rütbesi bilindiği halde
Osmanlı Devleti’nden bu bilgiler tekrar tekrar istenmiştir.[552]
Bunların haricinde subay olarak tanınmayan, terfisi yapılmayan ve maaşı düzenli
ödenmeyen çok miktarda esir bulunmaktadır.[553]
Arşiv kaynaklarında esir subaylara maaş ödeme miktarı ve esir askerlere yardım
konusu da geniş yer tutmuştur. Örneğin 10 subaya, 10 lira olmak üzere toplam
100 lira Malta esir kampına havale olarak geçilmiştir.[554]
Osmanlı Hariciye Nezareti
İstanbul Amerikan Elçiliği aracılığıyla da esirlere karşı gösterilen muamele
hakkında bilgi almak için uğraşmıştır. 21 Ekim 1916’da St. Claments esir
kampında tutuklu bulunan Binbaşı Tahsin Bey’e yapılan muameleyle ilgili İngiltere
Hükûmetine diplomatik nota ulaştırılmıştır. İngiltere Hükûmeti de Osmanlı
Devleti’nin bu ilgisinden dolayı memnuniyetini bildirmiştir.[555]
Tarafsız ülkelerin raporlarının
aksine Rahmi Apak, İngilizler her akşam Osmanlı Devleti’nin en seçkin
kişilerini avluda ikişer sıra halinde dizerek yoklamalarını aşağılayıcı bir
şekilde yapıldığını ve savaş esirlerinin de bu manzarayı odalarından
izlediklerini hatıratında anlatmıştır. Önce bir çavuş bu kişileri iki sıra
yapmakta, aralık ve hizalarını düzenlemektedir. Bir iki defa saydıktan sonra
gelen İngiliz teğmenine yoklama mevcudunu takdim etmektedir. Sonra İngiliz
teğmeni bir iki defa daha saymakta ve kasıtlı olarak sayıyı yanlış bulmaktadır.
Yanlış sayımda da suçu hizalarını koruyamayan bu kişilerde bulmakta ve her birini
birbiri ardına yürüterek tekrar tekrar sayarak kendince aşağılamakta ve tüm
esirler de bu duruma şahit olmaktadır.[556]
İttihatçı liderler, İngilizlerin
bu kötü muamelelerine karşı ne yapacaklarına karar vermek için yemek salonunda
toplanmıştır. Mısır kamplarından getirilen subaylar esirlere yapılan kötü
muameleye karşı çıktıkları için buradadırlar. İngiliz kumandanlar Alman asker
ve sivil esirlere yapılan nazik muameleyi Türk esirlere de yapmak zorundadır.
Aksi halde Türk esirlerin kötü muameleye katlanmayacaklarını bildirmek
gerekmektedir. Yapılan toplantıda bir grup kendilerinin kampta esir olduğunu ve
İngilizlerin ne derse yapmaları gerektiğini ileri sürmüş, diğer bir grup
gerekirse ölümü göze alıp karşı gelmeyi savunmuştur. Orta yolcu üçüncü grup ise
bir heyet seçerek yoklama saatinde diğer esirler gibi odalarından çıkmadan
sayılmak istediklerini kamp kumandanından rica etmek gerektiğini savunmuştur.
Bu grubun fikri kabul edilmiş, kamp kumandanına istekler iletilmiş ve teklif
kabul edilmiştir. İngilizlerin yoklamaya çıkaramadığı komutanlar da olmuştur.
Medine müdafaasında esir olan Fahrettin Paşa da “İtaat etmiyorum, geliniz,
süngülerini batırınız.” diyerek en başından beri yoklamaya çıkmayı
reddetmiş ve zorla bile olsa yoklamaya çıkarılamamıştır.[557]
Harbiye Nezaretinden Hariciye
Nezaretine 15 Haziran 1916 tarihinde giden bir yazıda İngiltere Hükûmeti
tarafından esir edilip St. Claments Kalesi’nde tutulan
Sadi
Necdet’in annesine gönderdiği dört satırlık bir mektuptan bahsedilmektedir.
Esaret hayatına dair önemli bilgiler veren bu mektupta Sadi Necdet, sıkı bir
sansür uygulanmasına rağmen kendisiyle beraber burada bulunan diğer Osmanlı
esirlerinin fevkalâde baskı altında ve sefalet içinde olduklarını büyük bir
üzüntü içinde bildirmiştir. Bu dört satırlık mektupta mümkün olabildiği kadar
muzdarip bir ruhun ve büyük bir zulmün sızıntısı verilmeye çalışılmıştır.
Osmanlı Hükûmeti Malta’da bulunan esirlerin ahvalinden sansür sebebiyle malumat
alamamıştır. St. Claments Kalesi’nde tutulan esirlerin ıstıraplarının
azaltılması ve hallerinin düzeltilmesi bu sebeple pek de mümkün olamamıştır.[558]
3.5 Esir Kamplarında Esirlerin Çalıştırılması
3.5.1
Mısır
Esir Kamplarında Esirlerin Çalıştırılması
Kızılhaç
heyeti yazdıkları raporda İngiliz otoritelerinin esirlere zorunlu çalışma
yüklemediğini ileri sürmüştür. Kendi sağlıkları için günlük yapmak zorunda
oldukları işler hariç esirlerin zamanlarını istediği gibi geçirmeye hakları
bulunmaktadır. Diğer yerlerdeki en büyük şikâyet esirlerin zorla çalıştırılması
konusunda olurken Mısır’da bulunan esirlerin böyle bir şikâyeti olmamıştır.[559]
Her ne kadar Kızılhaç yetkilileri esirlerin zorla çalıştırılmadığını iddia edip
bu yönde bir şikâyet olmadığını ileri sürseler de basında çıkan haberler bu
iddianın tersini söylemektedir. Kahire’de Türk esirlerinin yol yapımı gibi pek
çok işte zoraki
çalıştırıldığı haberleri basına
yansımıştır. Haziran 1915’de yakalanıp Kahire’ye getirilen yaklaşık 1.500-2.000
Türk esiri yol yapımı işine verilmiş ve bu esirlere topçu birliklerinin karaya
çıkmasını sağlamak için bir set yaptırılmıştır.[560]
Mısır-ı Cedid kampında hiçbir
esir, kamp dışındaki şantiyelerde zorla çalıştırılmamıştır. Buna rağmen kampta,
günlük zorunlu angarya işlerin ve hafif bahçe işlerinin dışında atölyelerde
çalıştıkları olmuştur. Onbaşı ve çavuşların herhangi bir iş yapmak zorunluluğu
bulunmamaktadır.[561]
Maadi kampında da esirler
çalışmak zorunda değildi. Ayakkabı yapımı ve benzeri çalışmalar için denemelere
girişildiyse de sonuç başarısız olduğundan sonradan bu uygulamadan
vazgeçilmiştir. Esirler arasında çok çiftçi bulunduğundan yerli halkın
tarlalarında çalıştırmak düşünülmüş ancak kolaylıkla kaçabileceklerinden ve
kaçmalarının önlenmesi için de çok sayıda muhafıza ihtiyaç olacağından bu
düşünceden vazgeçilmiştir. Bununla birlikte deneme amaçlı bazı esirler kamp
yakınındaki Nil Nehri kıyısında sebze yetiştirme işlerinde çalıştırılmıştır.[562]
Osmanlı Hükûmeti Kızılhaç
raporlarının ileri sürdüğü iddiaları inandırıcı bulmamış esirlerinin zorla
angaryada çalıştırıldığını iddia etmiştir. Bunun üzerine İngiltere Hükûmeti
Amerikan konu hakkında bir rapor hazırlanması talimatını vermiştir. 1916 yılı
içinde Akdeniz Sefer Kuvvetler Karargâhından ve Mısır’daki komuta generali
tarafından Türkler tarafından esirlerin zorla çalıştırıldıklarına dair öne
sürülen iddia üzerine hazırlanan rapora göre de esirlerin zorla ağır işlerde
çalıştırıldığı iddiası da gerçek dışı bulunmuştur. Esirler tarafından yapılan
iş miktarı çok azdır. Esirlerin yaptıkları angaryaların başında İngiliz
askerlerinin yaptığı gibi genel mutfak, revir ve diğer kışla işleri vardır. Bu
işlere verilmemiş esirler gündelik iki saat, haftada beş gün çalışmak
zorundadır. Esirlerin yapmak zorunda olduğu iş, vakit geçirme yeri ve kendi
kullanımları amacıyla bir açık hava camisi yapmak ve bu zemini kendi
kamplarının genişletilmesine olanak sağlama amacıyla kamp içinde düzlemektir.
Esirler cuma günleri çalışmamaktadırlar. Çalıştırılan tüm esirler için
görevdeki sıhhiye subayından sağlıklı olduğuna dair onay almıştır.[563]
Kızılhaç raporlarına göre Bilbeis
kampında günlük alışılmış angarya işlerin dışında esirlere iş yaptırılmamıştı.
Kampın yanındaki bahçede yapılan küçük işler bu angaryaya dâhil değildir. Bazı
esirler, ürettikleri bazı ürünleri kendi hesaplarına satabilmişlerdir.[564]
Kızılhaç raporunun aksine
hatıratlar esirlerin kampta zorla çalıştırıldığını kanıtlamaktadır. Hüseyin
Fehmi Genişol hatıratında kamptaki esirlerin angaryaya gönderildiğini iddia
etmektedir. Bilbeis kampındaki tellerin her birinin başında tel kumandanı
olarak bir Türk başçavuşu bulunmaktaydı. Diğer rütbeliler onun emrinde olmak
üzere bölük çavuşu, polis ve itfaiyeci asker olarak çalışmaktadırlar. Esirler
angarya işlerinin en ağırında çalışmaktadır. Arkadaşları Hüseyin Fehmi Güneş’i
yine bölük çavuşu yapmak istemişler o ise arkadaşlarını angaryada çalıştıran
kişi olmamak için görevi kabul etmemiştir. Bölük çavuşu Seyitgazili Mustafa
Çavuş olmuştur. İngilizler kendilerine angarya olarak esirlere daha yüksekte
oturmak için kaleler yaptırmışlardır. Askerlere verilen en kötü vazife ise
pislikleri yakmak için çok uzaklara taşımaktı. Bunu yapmayan askerler
dövülmektedir. Arabalara doldurulan ahır gübreleri altı esir koşularak yarım ya
da bir saatlik mesafeye taşınmaktadır. İngiliz görevlilerin ellerinde uzun
kayışlar bulunmakta işini iyi yapmayanlara bu kayışlarla vurmaktadır. Kampın
zemini kumdan olup dışarı çıkan askerler ayağına kadar kuma bakmaktadır.
Angaryada çalıştırılan askerler gündüzün herhangi bir vakti düdük ile yoklamaya
çağrılmakta ve yoklama bahanesi ile saatlerce güneşin altında bekletilmektedir.
Kısacası kampta esirlere yapılan tam bir zulüm ve işkencedir.[565]
Bir başka hatırata göre de Tel
El-Kebir kampında esirlerden 200 kişi 10-15 günde bir tahkimat için çalışma
kamplarına götürülmüş ve 1-2 saat çalıştırılmıştır. Çoğunluğu tahkimat gününde
olmak üzere İngiliz askerler sık sık esirlere küfretmiş, bunu sindiremeyen
esirler askerleri yakalayıp dövmüştür. Bu dayak esnasında hiçbir İngiliz olaya
müdahale etmemiş, dayak faslından sonra yola devam edilmiştir. Kampa dönüşte
olay rapor edilmiş ve olay hakkında anket de yapılmıştır. Kampta en büyük ceza
14 gün hapis ve sigara içmemektir. Erzaklar Nil Nehri’nden kayıklarla
taşınmaktadır. Bu göreve gönderilen askerler tren raylarını Nil’e aktarmıştır.
İngilizler ise sadece seyretmiştir. Kampta 35.000 kişiye ait olan kamp
elbiselerinin bulunduğu depo bir gece yakılmış faili ise meçhul kalmıştır.[566]
Mısır
esir kamplarında esirlerin zorla çalıştırıldığına yönelik şikâyetler Hindistan
esir kampları ile kıyaslandığında çok az sayıda kalacaktır. Esirlerin Hindistan
ve Burma kamplarına göre daha az çalıştırılmalarının nedeni Mısır kamplarının
anavatana yakınlığı sebebiyle kaçma ihtimalleridir. Ayrıca esirler firar
ettikleri takdirde Mısır halkının Türk esirlere yardım edeceğine kesin gözüyle
bakılmaktadır. Buna rağmen esirlerden zorla çalıştırıldıkları ve bazen
çalışmalarına karşılık ücret bile alamadıklarına yönelik şikâyetler yetkililere
ulaşmıştır. Bu şikâyetlere bir örnek Seydi Beşir esir kampında kalan 16. Fırka
Kumandanının ifadesi verilebilir. 16. Fırka Kumandanı albay, 8 Mart 1921
tarihli verdiği ifadesinde esir Türk askerlerinin askerlerin bazen yevmiye ile
bazen yevmiyesiz olarak askerî yol ve ordugâhlar inşaatında zorla
kullanıldığını beyan etmiştir.[567]
3.5.2
Hindistan
ve Burma Esir Kamplarında Esirlerin Çalıştırılması
Savaş boyunca karşılıklı
yazışmalarda esirlerin çalıştırılması önemli tartışma konusu olmuştur. Londra
Savaş Merkezinden 11 Ocak 1918 tarihinde yapılan açıklamada Türk savaş
esirlerinin hangi şartlarda çalıştırıldığından ve demiryollarında çalıştırılan
esirlere yapılacak ödemelerden bahsetmektedir. Tüm savaş esirleri gibi Türk
savaş esirlerinin de istihdam edildikleri herhangi bir yerde ücretsiz barınma,
yiyecek, giyinme ve sıhhi yardım imkânlarına sahip olmalarının yanı sıra
saatlik olarak yapılan iş için gerekli olan beceri seviyesine göre maaş
aldıkları ve istedikleri gibi harcamakta özgür oldukları belirtilmiştir.
Londra’daki Hindistan Ofisi aynı tarihte bir başka açıklama yaparak İngiliz
topraklarında Türk savaş esirlerin çalışmaları karşılığında yapılan ödeme
miktarına ilişkin kendilerinde herhangi bir bilgi bulunmadığı, bunun Savaş
Merkezinin vereceği bir karar olduğu bildirmiştir. Buna rağmen Hindistan Ofisi
çalışma şartlarına dair bilgiler vermiştir. Hindistan’daki esirlerin
çalışmaları karşılığında kendilerine, savaş esirlerine çalıştırıldıklarında
onları çalıştıran devletin askerleri için belirtilen oranlarda ödeme
yapılmasını sağlayan Askeri El Kitabı’nın 92. Kısım 14. Bölümü’ne uygun olarak
(Lahey Sözleşmesi’nin Kara Savaşı mevzuatına ilişkin Ek 6. maddesi) ödeme
yapılmaktadır. Ordunun çalışma ücretleri, Kraliyet İzni’nin 928. maddesinde
yapılan işin doğasına göre günlük 4d-1s/4d arasında değişen şekildedir. 30
Ocak’ta yaptığı başka bir açıklamada Hindistan ve Burma’daki Türk savaş
esirlerine çalışmaları karşılığında yapılan ödemenin, konaklama ve yiyecek
hükmüne ilave olarak yapıldığı ve bu konuda herhangi bir kesinti yapılmadığı
hususunda bilgilendirmede bulunmuştur.1363 [568]
Esirler için Sumerpur kampında iş
çok kısıtlıydı. Bazı esirler 1916 yılı içinde yol inşaatında çalışmışlardır.
Şimdiye kadar hiçbir esir kampın dışında çalıştırılmamıştır. Barakalar esirler
tarafından yapılmış ve bunun için para almışlardır. Bazı yeni yapılacak
projeler için yeni briketler 1917 yılı içinde üretim halindedir. Bazı esir
takımları briket yapmaya devam etmektedir. Briket yapımı için kampın suyunu ve
onun çamurunu kullanmışlardır. Briketler güneşin altında kuruduktan sonra bir
fırına koyup pişirilmektedir. Briket fırınları odunla çalışmaktadır. Odunlar
bölgenin insanları tarafından getirilmekte bu iş için yaklaşık 160 adam
çalışmaktadır. Bu iş yaklaşık 6 saat sürmekte ve her gün tekrarlanmaktadır.
Sabah 8.00-12.00 ve öğleden sonra 14.00 ve 16.00 arası saatlerde
çalışılmaktadır. Esirler ekip olarak çalışmakta ve bu nedenle kişi başına düşen
iş çok fazla değildir. Esirlere her 100 briket için 3,2 frank ödenmektedir. Bir
esir günlük 50’den 80 cente kadar para kazanabilmektedir. İngiltere Hükümetinin
iddiasına göre Delhi’de yapacak yeni başkentin inşaatı için Osmanlı esirlerinin
kullanılması düşünülmüş ancak bu proje 1917 yılı için iptal edilmişti.[569]
Hindistan Bakanlığının İngiltere
Savaş Esirleri Bölümüne yazdığı 1 Şubat ve 9 Şubat 1918 tarihli mektuplarında
Hindistan’da esir tutulan Türk ve Arap savaş esirlerinin kömür ocağında
çalıştırılması detaylı bir şekilde anlatılmıştır. Hindistan’da, kömür
madenlerindeki işçi eksikliğinden dolayı ciddi bir kömür sıkıntısı vardır. Bu
zorluğa çözüm bulmak için Hindistan Hükümeti, Hindistan’da bulunan Türk ve Arap
savaş esirlerinden gönüllü olanları, kömür ocaklarında çalıştırmaya karar
vermiştir. Sumerpur savaş esirleri kampı kumandanı Yarbay H.S. Garrat,
Hindistan Madencilik Birliği ile gerekli esir sayısını, işçilik sözleşmelerini
ve aynı zamanda işçilerin yiyecek ve konaklama düzenlemelerini konuşmak için
temsilci olarak atanmıştır. Esirler başlangıçta kalifiyesiz olacaklardır. Ancak
İngiliz subayların kömür madenlerindeki tecrübeleri ile esirler
bilgilendirilecek ve kısa zamanda iş hakkında bilgi edineceklerdir.[570]
Hindistan Hükümeti, Askeri
Departmanına gönderilen 9 Şubat 1918 tarihli gizli yazıda Türk savaş
esirlerinin çalışma kamplarında nasıl görevlendirmesi gerektiği
anlatılmaktadır. İngiltere Hükümet, 1.000 Türk savaş esirinin, Nunrami Purpaneh
yolu yakınındaki Boura Nullah üzerindeki baraj inşaatında çalışmasını
onaylamıştır. Esirlere gündelik iki anna[571]
oranında, çalışmasından memnun kalınan işçilere %50’ye kadar fazladan olmak
kaydıyla yevmiye verilecektir. İşi alan müteahhitler, esirlerin kalacağı
kulübelerin yapımı ve işin tamamlanması gereken süre ilgili koşulları yerine
getiremediğinden dolayı sonradan projeden vazgeçilmiştir.[572]
Savaş esirleri, kamp komutanı
tarafından kampa yeni gelecek esirlerin kalacakları barakalarının kurulması
işinde de çalıştırılmıştır. Nisan 1917 itibariyle kampa özellikle Bağdat’tan
çok sayıda yeni esir beklenmekte ve bu esirlerin kalacakları barakalar savaş
esirleri tarafından inşa edilmiştir.[573]
Kızılhaç heyetine göre Bellary
kampında emir erleri ve askerlerin koğuş angaryaları dışında yapmak zorunda
oldukları hiçbir işleri yoktu. Kampta mevcut esir sayısı artış gösterdiğinde
bahçe düzenlemesi planlanmaktaydı.[574]
Kızılhaç
raporlarının aksine İngiliz Arşivlerinde esirlerin kamp dışında
çalıştırıldıklarına dair belgeler bulunmaktadır. 31 Ağustos 1918 tarihli Türk
savaş esirlerinin, Bellary kampında istihdam edilmelerini konu alan Hindistan
Hükümetinin Hindistan Ofisine
gönderdiği gizli mektupta Bellary’deki 1.000 Türk savaş esirinin kısa bir
süreliğine Bellary kışlasındaki su temin kanalının yönünü çevirmede istihdam
edilmeleri için Hükümetten izin aldığından bahsetmektedir.[575]
Aralık 1919’un sonunda Burma esir
kamplarından bir kısım esir çalıştırılmak üzere Basra ve başka yerlere
gönderilmiştir. Çalışamayacak durumdaki 300 asker Hindistan Bellary esir
kampına getirilmiş ve bölük halinde tel örgüye konulmuştur. Bu kişilerin arasında
Doğançaylı Hatip oğlu Mustafa ve Hendekli İsmail Efendiler vardır. Bu kişiler
Bellary esir kampı ile Burma’daki Tayetmo ve Meiktila esir kamplarını kıyaslama
imkânı bulmuşlardır. Thatmyo ve Meiktila esir kamplarında daha serbest
olduklarını, çarşı iznine çıkabildiklerini söylerken angarya konusunda daha
sıkıntılı olduklarını dağlarda odun kestiklerini ve demiryolu inşaatında
çalıştırıldıklarını söylemişlerdir.[576]
Her gün sabah ve akşam
yoklamasında erler arasından ayrılmış olan esirler fırça, süpürge gibi
aletlerle, İngiliz sıhhiyecilerinin gözetiminde angarya işine giderlerdi. Bu
angarya esirlerinin en önemli görevlerinden birisi kampın atık sularını
temizlikti. Bu amaçla karargâhın mutfak ve çamaşırhanelerin pis sularıyla
pavyonların atık sularını dışarı akıtılmak ve oradan bir genel suyoluyla
uzaklaştırılmak amacıyla karargâh içinde suyolları yapılmıştı. Bu suyollarında
birikmiş pis suları genel suyoluna akıtıp süpürmek, iki üç günde bir çeşit
çamaşır suyuyla suyollarını arınık etmek, suyollarının kenarlarına uygun
yerlere konan kovalarda birikmiş pislikleri demirden yapılmış arabalara
boşaltarak özel alanda yakarak ortadan kaldırmak angarya için ayrılan
esirlerden bir gruba yaptırılırdı. Angarya için ayrılan diğer esirler de meydan
içinde görülen zararlı maddeleri toplayıp süpürmek, yabanî otları yolup yakmak,
karargâhın tel örgüsünden üç mil uzaklığa kadar olan arazide bulunan dikenleri,
yabani ve faydasız ağaçları sökmek, araziyi düzlemek, sel sularına yollarını
açmak, ahırlarındaki binek ve yük hayvanları dışarıya çıkarmak ve temizlemekle
görevliydiler. Ayrıca kampta esirler tarafından yapılması zorunlu işler
arasında eczanelerin birikintileri için dışarıda çukurlar açıp kapamak, İngiliz
askerlerinin kaldığı karakolların, komutan ile karargâh subay kurulunun ve
Hükümet memurlarının konutu olan özel evlerin bahçelerini düzenlemek,
temizlemek, araba ve kovalarla sularını taşımak; trenle gelen ve giden İngiliz
ve Hintli askerleri ve Osmanlı esirlerinin ağırlıklarını taşımak, İngiliz
kulübünün garsonluğunu yapmak, kampın iç ve dışındaki yüksek havuzları
doldurmak ve akıtmak gibi onlarca angarya iş de bulunmaktaydı. Esirler angarya
işleri için sabah ve akşam 2-3 saat çalıştırılmaktaydı. Tel örgü dışına giden
esirler silahlı Hint askerlerinin denetiminde ve İngiliz askeri polisinin
kılavuzluğuyla bulunuyordu. Bunlardan başka Bombay yöresinde tren yolunun
toprak tesviyesi ve silah ve mühimmat fabrikasının temel kazısı için 4-5 ay
süreyle esirler görevlendirilmişti. Karargâhın temizlik işlerinin ve çöp
birikintilerinin özel fıçı arabalarla dışarıda bir yere angarya erlerine
açtırılan çukurlara atılması önceleri Hindu işçiler tarafından ücret karşılığı
yapılmaktaydı. Karargâh komutanının kararıyla esir askerlerden istekli olanlara
bu ücretin verileceği duyurulmuş ve bu iş için çok sayıda gönüllü asker
çıkmıştı. Bir süre sonra arabaların öküzleri alınmış ve arabalar erlere
çektirilmişti. Buna rağmen erlerin ücretleri ödenememiş ve erler bir daha bu
arabaları çekmeyeceklerini ve öteki angarya hizmetlerini yapmayacaklarını
söylemişti. Bu konu hakkında bir müfettiş görevlendirilmiş ve eczanelerin
temizliği, arabalara öküz satın alınmasıyla taşıma işinin yerli amelelere
yaptırılması kararı alınmasına rağmen Osmanlı Hükümetinin İngiliz esirlerine bu
işleri yaptırdığı gerekçesiyle Osmanlı esirlere de aynısın yapılmasına devam
edilmiştir. Bu konuda direniş gösteren erler ikişer ve üçer ay süreyle
hapsedilmişti. Olaylara öncülük ettiği iddiasıyla Ahmed Çavuş ismindeki tabur
komutanı, 3 sene hapis cezasına çarptırılmış ve Madras cezaevine gönderilmişti.
İngiliz komutanı, esirleri aşağılamak için yeniden bu hizmeti erlere
yaptırmakta ısrarcı olmuştu. Esirlerin paraca zor durumda olduğunu bildiğinden
öncekinden daha aşağı maaş vererek sadece 5-6 rupi karşılığında son zamanlara kadar
bu aşağılayıcı hizmeti esirlere yaptırmaya devam edilmiştir. Ramazan ayında ve
diğer mübarek günlerde angaryalardan sadece arazi düzeltmek gibi dış işler
durdurulmakta, kamp içi ve dışı genel angaryalar eskisi gibi devam etmekteydi.1372
[577]
Kamplarda esirlere çalıştığının
karşılığı az da olsa verilmekteydi. Ayrıca esirler yeteneklerine göre izin
almak şartıyla ticaret yapabilmekteydi. Buna rağmen Hüseyin Fehmi Genişol,
izinsiz ve korkarak ticaret yaptığından bahsetmektedir. Bir buçuk ay kampta
çalışma karşılığında yaklaşık 8 rupi kazandığını söylemektedir. Bu para ile
geçinemeyeceğini anlayınca 6 kuruş 10 para masraf yaparak un, yağ ve kömür
almış ve kadayıf yapmıştır. Pek de iyi olmayan 1,5 kıyye kadayıfı 14 kuruşa
satmıştır. Zamanla işi ilerletmiş daha fazla ve iyi kalitede kadayıflar
yapmıştır. Ayrıca yanına yardımcı olarak Adapazarı Söğüt nahiyesinden Halil
İbrahim oğlu Emin’i yardımcı olarak almıştır. Artık 11 kuruşa mal edip 24
kuruşa satmaktadır. Bu şekilde eskiden kendisinin yanına gelmeyen Adalı hemşerileri
yanına gelmiş ve dost sayısı da artmıştır. Ortağı Emin ile beraber günde
yirmişer kuruş para kazanmaya başlamışlardır. Subay ve diğer tellerde
gündüzleri yemek vaktinde kadayıfları satabilmektedir.[578]
Diğer esir kampından bir tabur
asker 3 Haziran 1919 günü Bellary esir kampına getirilmiştir. Yeni gelen
esirler ile İngilizler düzeni sağlamak için baskıyı daha fazla arttırmaya
başlamışlardır. 15 Haziran’dan itibaren subayların hizmetlerine verilen
askerler de angaryaya gönderilmeye başlanmıştır. Bu kişiler subayların yemek
yapmak gibi kişisel işlerinde yardım etmekte ve subaylar gibi haftada bir defa
erzak almak için yoklamaya çıkmaktayken artık her gün yoklama çıkmak ve 07.00’
den 08.30’a kadar angaryaya gitmek zorunda kalmıştır.[579]
Herhangi bir asker ücretini
ödemek koşulu ile kendi yerine angaryaya başka bir esir gönderebilmekteydi.
Genelde bir amelenin günlüğü 4-5 kuruştur. İngiliz devlet ve belediyesinde
çalışan en güçlü ve kuvvetli Hintli askerin maaş 80-100 kuruş arasında
değişkenlik gösterirdi. Hıristiyan Hintlilerin ve fakirlerin eşleri hayvan
ahırlarında maaş karşılığı çalıştırılmıştır. Çarşı ve sokak temizlikçilerinin
maaşları ise 60-70 kuruştur.[580]
İngilizler sıhhiye erlerinden
bazılarına 216, onbaşıya 392, çavuş ve başçavuşa 1.024, yüzbaşıya 2.850 Hint
parası vermekteydi. Diğer taraftan başka bir yüzbaşıya 760 kuruş verilmekteydi.
Ayrıca biriken paralarından toptan verilmesi kampta paranın çoğalmasına yol
açmış özellikle ticaret yapanlar daha çok para kazanmıştır. Hüseyin Fehmi Güneş
ticarette daha da çok kazandığından artık angaryaya da gitmemektedir. Yaptığı
ticaret sayesinde arkadaş sayısı artmıştır. Hendek Bıçkı köyünden Hafız Osman
Çavuş, aynı telde kalan ve Kadıköylü Ahmed Kandıra, Fettan Üsküp, Ali Rıza ile
dostluklar kurmuştur.[581]
Kamplar bazen üst düzey subaylar
ya da generaller tarafından teftiş edilmektedir. Ekim ayının ortasında
gerçekleşen tefriş esnasında İngiliz general askerlere yiyecek konusunda
isteklerini sormuş askerler ise angaryanın fazlalığından bahsederek başka bir
şikâyetlerinin olmadığını söylemiştir. Bu şikâyet sonrası sorun çözüleceği
yerde karargâhın baskısı daha da artmıştır. Angaryaya gönderilen esirler
dinlendirilmedikleri gibi olmadık yerde çalıştırmıştır. Sırasıyla çavuşlar da
askerler ile angaryaya beraber gitmek zorundadır. Eğer çalışmayan bir esir
olursa çavuşun hemen yanında bulunan Hintli veya İngiliz görevli tarafından
hakkında bir rapor hazırlanıyor ve tarih ve yer belirtilerek çalışmadığı için
cezalandırılması isteniyordu. Askerler arasında şahsi kin beslemeler bu tür
olayların artmasına sebep oluyordu. Aralık ayının başında yine bir general
tarafından kamp teftiş edilmiş ve bu kez 26. bölükten Hüseyin Fehmi Güneş, 27.
bölükten Selim ve 29. bölükten Afyonlu Mehmed Ali bir dilekçe yazarak
askerlerin kamp dışında çalışmaya gitmek istemediklerini belirtmişledir. Fakat
dilekçe generale ulaştırılamamıştır. Bu sıralarda subaylara verilen 95 rupi
yani 760 kuruş 73 rupiye düşürülmüştür.[582]
Bellary esir kampında 1918
baharında bir isyan çıkmış sorumlu tutulan esirler Hindistan’ın güneyinde
Tayetmo ve Meiktila Esir Kamplarına gönderilmişlerdir.[583]İngilizlerin
bitmez tükenmez zulmüne karşılık isyan etmeyen esirler İngiliz tarafından haber
alınarak sorumluları tutuklanmış ve hapse atılmıştır. Bu kişiler bir daha
görülemediğinden isyanın gerçek boyutu da öğrenilememiştir. Kampta Müslüman
olmasına rağmen İngilizlerden menfaat sağlamak için hafiyelik yapan esirler
mevcuttur. Esirlerin en çok korktuğu kişi ise Yüzbaşı Bland idi. Herhangi bir
esirin hatasını görürse en ağır bir şekilde cezalandırmaktaydı. Örneğin kampın
önündeki ark uzak olduğu için elini başka yerde yıkayan bir askeri atı ile
ezmiştir. Buna rağmen Türk askerlerinin bir kısmı da terbiyeden yoksun olduğu
için cezayı gerektirecek davranışları alenen yapmaktan çekinmemektedir. Tüm bu
angarya ve baskılar Ocak 1920 tarihine geldiğinde dayanılmaz bir durum
almıştır. Bir kısım asker angarya sırasında çalı keserken İngiliz görevlilere
aldırış etmemiş ve işi bırakıp kampa dönmüştür. Ardından askeri mahkemeye sevk
edilerek 2,5 ay mahkûmiyet kararı almışlar ve şiddetli angaryaya mahkûm
olmuşlardır. Bu isyan diğer erleri de galeyana getirmiş ve artık hiçbir baskıya
razı olmama kararı almışlardır. Hemen ardından askerler üzerine bir dizi yeni
tedbirler konulmuştur. Subaylara haftada iki gün, diğer esirlere her gün
yataklarını, karyolalarını, su kaplarını ve bölük kazanlarını bir sıra
pavyonların önünde bulundurma emri verilmiştir. Ayrıca saat 09.00’a kadar
hiçbir yerde ateş yakılmama kuralı getirilmiştir. Bu kurallara uymayanlar ağır
cezalara ve hapse mahkûm edilmiştir. Buna benzer bir başka olay Mart 1920’de
gerçekleşmiştir. Kamptan bir saat uzaklıkta ağaç kesim yerinde emre
itaatsizlikten pek çok asker hapse atılmıştır. Günde 8-10 asker bu gibi
durumlardan hapse gitmiştir.[584]
Angarya işi taş toplamak, taş
kırmak, cadde, şose, sokak, tarla gibi yerlerde diken kesmek gibi günlük
işlerden oluşmaktadır. Bu işle görevlendirilen askerler saat 09.30’da göreve
başlamak ve iş zamanında hızlı çalışmak ve öğleden sonra 16.00’da kampa girmek
ve kimseyle görüşmemek zorundaydı. Esirler yeteri kadar izin alamadıkları gibi
hızlı çalışmak zorundaydılar. Verilen görevleri itiraz etmeden yapmak zorunda
olan esirler karşı gelirlerse hapsedilmekte ve İngiliz Karargâh Heyeti
tarafından fesat başı ilan edilerek en ağır şekilde cezalandırılmaktaydı.
Kampta senelerce hapis cezasına çaptırılan esirler olmuştur. Bu konuda tüm
yetki bölük çavuşlarındadır. Çavuşlar görevlerini yeterli ciddiyetle
yapmazlarsa görevlerinden olmakta ve maaşlarını kaybetmekteydi. Bu durumu bilen
çavuşlar erlere fazla baskı yapmaktaydılar. Çavuşlar kampın kurallarını
İngilizler adına eksiksiz uygulamak istemektedir. Bunun sonucu olarak da
esirler tarafından yaralanan hatta öldürülen bölük çavuşları olmaktaydı.
Sonuçta öldürme olayına karışan bir asker senelerce hapse mahkûm
olabilmekteydi. Günlük işler karargâh kumandanlığı tarafından pazar hariç her
gün yazdırılarak çeşitli yerlere asılmaktaydı. En küçük bir dikkatsizlikte
cezalandırılmaktan kurtulmak mümkün olmadığından bu duruma düşmek istemeyen
askerler düşman hakaretine maruz kalmamak için azami
dikkat
göstermekteydi.[585]
Tüm bu baskı ve zorbalıklar 21
Mart 1920 günü isyana dönüşmüştür. Birinci ve ikinci Tatar bölükleri ile 16.
Türk ve Navgon bölükleri odun kesme angaryasına gönderilmiştir. Esirler
odunların çok kalın olduğunu, elde ve omuzda tanışmayacaklarını söylemişler ve
verilen işi reddetmişlerdir. Bu durum üzerine 252 asker askeri mahkemeye
verilmiş ve bir ay hapis cezasına çarptırılmıştır Eşyalarını almak için kampa
girmişler ve bir daha çıkmamışlardır. Karargâh komutanı Biland’ın gönderdiği
iki ayrı postanın emrine rağmen yine dışarı çıkmamışlar ve bunun üzerine Biland
tel örgü kapılarını kapattırmıştır. 12 silahlı Hint, bir borazancı asker 1. ve
2. Bölük askerlerini dışarı çıkaramamıştır. Hintli muhafızlar, iki bölüğün
etrafını kuşatmış ve arş komutu verilmesine rağmen askerler tek adım atmamış
hatta diğer bölüğün askerleri Hintli muhafızların elindeki silahları ele
geçirmişlerdir. Bu arada tehlike için borazan çalan kişinin ağzına taş atılmış,
tehlikenin farkına varan komutan canını zor kurtarmış ve kapıları kapalı tel
örgünün ardına kaçmıştır. Kaçamayan tercüman Sait Edip Bey ise esirler
tarafından iyi bir dayak yemiştir. Silahlı ve süngülü Hintlilere ise
dokunulmamıştır. Hendekli Abaza Ahmed Çavuş ve Mevlanakapılı Kemal telleri
devirerek tüm esirlerin geçmesini sağlamıştır. Tüm esirler komutan Biland’ın
öldürülmesini istemektedir. Biland arkasında Tatar taburunun başçavuşu, sağında
Tercüman Sait, solunda 2. Tabur Çavuşu Kastamonulu İsmail Efendi kendisine sopa
vurmak isteyenleri engellemişler ve komutanı linç edilmekten kurtarmışlardır.
Yedek subaylar da kamp komutanının öldürülmesini istemelerine rağmen olayı
sadece seyretmişlerdir 3. Tabur komutanı Tavazlı Ali Efendi Biland’ın
öldürülmesi ve kamp dışına çıkılması halinde suçlu kabul edileceklerini
söyleyerek İngiliz Krallığından daha güçlü olmadıklarını esirlere anlatmıştır.
Kamp dışında çalıştırılmamak şartıyla askerler bölüklerine dönmüş ve 180 yedek
subay da askerleri takip etmiştir. Biland ise hemen otomobiliyle kamptan çıkmak
istemiş fakat Hintli görevliler kapıyı açmadığından odasına çekilmiştir. Hatta
üst rütbeli subaylardan 169. Alay Kumandanı Yarbay Servet Bey, Menzil Müfettişi
Yarbay Mahmut Bey, Binbaşı Cemal Bey, Ramadi Grup Komutanı Albay Ahmed Bey,
Binbaşı Cemal Bey, Kuşçu lakaplı Binbaşı arabuluculuk yapmak istemiş ve isyanın
sebebini sormuşlardır. Askerler ise sonunda ölüm de olsa vazgeçmeyeceklerini
bildirmişler ve komutanların sözünü dinlememişlerdir. Bu isyan sırasında yedek
subaylar kendilerine karşı yapılan haksızlığa karşı askerlere destek vermişler ve
“Türk’üz Müslüman’ız ve aynı ordunun askerleriyiz.” diyerek askerlerin
arasına karışmışlardır. Bu sırada Hüseyin Fehmi Güneş emrindeki 26. Bölük ve
Adanalı Selim Çavuş emrindeki 27. Bölük süngülü İngiliz askerlerine hücum
etmişlerdir. Her gün Türk esirlere küfür, hakaret eden ve azarlayan İngiliz
askerleri şimdi süngülerini bırakarak ellerini kaldırıp teslim olmuşlardır.
Biland ise Hint askerlerine hücum emrini vermiş fakat çoğu Müslüman olan Hintli
binbaşı bu tür isyan olaylarına kendi askerlerini göndermeyeceğini beyan
etmiştir. Binbaşı, kendi görevinin tel örgünün dışarısına esirleri çıkartmamak
olduğunu söylemiştir. Bu durumda kamp komutanı esirlerin tüm isteklerini
yapmaya mecbur kalmış ve bunu esirlere bildirmiştir. Yedek subay İzmirli İsmail
Hakkı Efendi yedek subayların askerlerden ayrılmasını istemiş ve esirler Türkçe
milli marşlar söyleyerek kamplarına gitmişlerdir. Hemen ardından tüm bölükler
Hakkı Efendi’nin emriyle yine marşlar söyleyerek dağılmışlar ve bölüklerine
dönmüşlerdir. Esirlerin istekleri kabul edilmiş ve askerler kamp dışına
angaryaya gönderilmemiştir. Hapisteki askerler tahliye edilmiş ve o zamana
kadar er muamelesi gören sadece angaryadan muaf olan yedek subaylar subay
muamelesi görmeye başlamıştır. Erler artık tel içinde temizlik ile meşgul
olacaklardır. 200 erden fazlası yoklamaya çıkmayacaktır. Bu görevi de bölükler
nöbetleşe yapmaya başlayacaktır. Her gün sayım 15 dakikada bitirilecek ve
07.00’den önce kampa gönderilecektir. Akşam yoklamasına sadece angaryaya
çıkacak askerler gelecektir. Bir gün sonra 22 Mart 1920 günü kamp komutanı
hiçbir şey olmamış gibi esirleri kamp dışına göndermek istemiş fakat erlerin
gitmemek konusunda kararlılığı görülünce vazgeçilmiştir. Askerler yoklama
alanında esir düştüklerinden beri yapmadıkları talimleri yapmaya
başlamışlardır. Kendi sözlerini dinlemeyen esirleri bu halde gören komutan
durumu sadece üst makamlara bildirip daha fazla asker istemiştir. İki bölük
kadar yedek asker getiren İngilizler sabah yine dışarıya asker gönderememişler
ve bu olay bu şekilde kapanmıştır.[586]
Kamptaki isyan olaylarını
araştırmak için bir general 23 Mart 1920 günü gelmiş önce subay ve üst rütbeli
subayları dinlemiştir. Subaylar kendilerine hiçbir millete yapılmayan bir
muamelenin bu kamplarda yapıldığını ve bunun uluslararası hukuka aykırı
olduğunu söylemiştir. Yedek subaylar kendi hukuklarının korunmasını ve
kendilerine subay muamelesi yapılmasını talep etmişlerdir. Erler ise
temsilciler vasıtasıyla isteklerini bildirmişlerdir. Esirler kendilerine
devletlerarası hukuk dışında davranıldığını, esir hukukuna göre
davranılmadığını belirterek temizlik dışında hiçbir iş yapmayacaklarını ve
zorla çalıştırılamayacaklarını bildirmişlerdir. Teftiş kurulu sadece isteyen
erlerin ücret karşılığı çalışabilecekleri ve istemeyenlerin zorla
çalıştırılamayacakları konusunda karar vermiştir. Subayların yoklama konusunda
ve tel örgü dışında gezme istekleri de kabul edilmiştir. Yedek subayların yemekleri
dışında subay ile aynı muamele görmesi kararlaştırılmıştır. Yalnız haftada iki
defa erzak verilmesi için yoklamaya çıkmaları istenmiştir. Yemeklerinin
pişirilmesi için hizmetçi verilmesi kabul edilmiştir. Sabah yoklamasında
angaryadan artan erler kamplarına geri gönderilecektir. Akşamları yeterli
miktarda bir iki bölük yoklamaya çıkacaktır.[587]
Bellary esir kampında meydana
gelen isyanlar başka hatıratlara da yansımıştır. Tahsin İybar yaşadığı isyan
olayı anlatan esirlerden birisidir. Erler kendi pavyonlarında serbestçe
dolaşırlarken bir Hintli muhafız ile tartışma yaşamışlar ve Hintli muhafız korkutmak
için süngüye davranış ardından galeyana gelen esirler kafasına tuğla ile
vurarak elindeki silahı almayı başarmışlardır. Askerler iki pavyonun arasındaki
dikenli telleri kırarak iki taburu birleştirmeyi başarmışlar; böylece sayıca
kuvvetli bir hale gelmişlerdir. Kamp sorumlusu Yüzbaşı Benet bir taraftan
esirleri sakinleştirmeye çalışırken bir taraftan da garnizon komutanı albaya
haber vermiştir. Albay, dış tellerin dışına çıkmadıkları sürece ateş etmeme
emrini vererek kısa sürede bu olayı sakin bir şekilde bastırabilmiştir. Türk
esirler her ne kadar esir olsalar da esir kampında bile kendilerine silah
yapmayı başarmışlardır. Demir karyolaların kutrani çubuklarını vidalarından
sökmekte ve uçlarını günlerce taşa sürterek keskin bir silah haline getirmektedirler.
İngilizler birkaç defa yoklama yaparak tüm silahları nehre atsalar da silah
yapımının önüne bir türlü geçememişlerdir.[588]
Thatmyo
kampında Normal koğuş angaryalarından başka hiçbir iş esirlere yaptırılmıyordu.
Yemeklerini daha iyi hale getirebilmek için onlara ekilebilir bir bahçeden
sebze üretme olanağı verilmiş ama iklimin ektikleri ürünlerin tarımına müsait
olmaması ya da bakım ve su eksikliğinden sonuç beklendiği gibi olmamıştır.
Elleri belli bir işe yatkın ve gönüllü olarak çalışmak isteyenler kendi
mesleklerinden olan işlere veriliyordu. Esirler pazar günü
çalıştırılmamaktaydı. Ödeme Hindistan Hükûmeti tarafından aşağıdaki gibi
düzenlenmiştir:
Tablo
3.12: Thatmyo Kampında Çalıştırılan Esirlere Ödenen Ücretler
İşi |
Saat Başı Ücreti |
Günlük Azami Ücret |
Marangozlar, 1. kategori |
-.15 |
1.60 |
Bıçkıcılar, sepet üreticileri, zımparacılar, 2. kategori |
-.10 |
1.20 |
İnşaatçılar |
-.05 |
-.40 |
Duvarcılar |
-.07,5 |
-.80 |
Taş kırıcılar |
-.10 |
1.20 |
Bahçıvanları, terziler, kunduracılar, kalaycılar |
-.05 |
-0.40 |
Kaynak:
TNA,
FO. 383/345.
Kızılhaç kayıtlarına göre esirler
koğuş angaryasından başka işlerde çalıştırılmadığı iddia başka arşiv belgeleri
ve hatıratlarla yalanlanmaktadır. Hindistan Ofisinden İngiltere Hükûmetine 24
Ağustos 1917 tarihli yazılan yazıda Güney Shan State tren yolundaki Türk savaş
esirlerinin istihdamlarına ilişkin Hindistan Hükûmetinden alınan yazının bir
örneği gönderilmiştir. Delhi’de bulunan Hindistan Hükûmeti Kara Kuvvetleri 5
Mart 1917 tarihinde Burma Hükûmeti Başbakanı gönderilen yazıda Türk esirlerinin
istihdamları konusundaki fikirlerini şu şekilde açıklamaktadır:[589]
“Hindistan
Hükûmetinin Thatmyo Savaş esirleri kampında alıkonulmakta olan Türk esirlerin
istihdamları konusunu düşünmekte olduğunu söylemek üzere görevlendirilmiş
bulunmaktayım.
Şu anda subaylar ve sağlık
açısından uygun olamayanlar çıkarıldığında, kampta alıkonulmakta olan ve uygun
şekilde çalıştırılabilecek yaklaşık 1.800 Türk savaş esiri mevcuttur. Bu sayı
Mumbai’den hareket etmiş olan 750 Türk esirin daha gelmesiyle kısa süre sonra
artacak ve muhtemelen yakın gelecekte bir artış daha olacaktır. Hindistan
Hükûmetinin yukarıda bahsedilen konuda bir karara varmasını sağlamak için
saygıdeğer vali yardımcısının izniyle, yol yapma gibi savaş esiri istihdamının
avantajlı biçimde kullanılabileceği çalışma veya çalışmaları gösteren bir
beyanın ve bu şekilde çalıştırılabilecek olan esirlerin sayısının, kendilerinin
konu hakkındaki görüşleriyle birlikte sunulmasını talep etmek isterim.
Türk esirlerin faydalı şekilde
kullanılabilecekleri çalışma şekillerini belirlemede, tıbbi destek gibi, onları
besleme, barındırma ve korunmalarını sağlama adına yapılmak zorunda olan özel
ayarlamaları değerlendirmenin gerekli olacağını eklemek isterim. Yerel askeri
yetkililer buna karşın esirlerin korunmalarını sağlamak için gerekli
ayarlamaları yapacaklardır.”[590]
Burma Hükûmeti Başbakanı
Hindistan’dan sorumlu Devlet Bakanı’na 28 Nisan 1917 tarihli telgrafında
esirlerin çalıştırılması konusuna şu şekilde cevap vermiştir:[591]
“Türk savaş esirlerinin
istihdamlarına ilişkin 5 Mart tarihli mektubunuza atıfla, bu Hükûmet, Türk
esirlerin Güney Shan State Demiryolu’nda Aungban ile Heho arasında toprak
işlerinde çalıştırılmalarını kuvvetle tavsiye etmektedir. Bu projenin revize
edilmiş tahmini 2,83 Rs, 701/-’dır. Yerel demiryolu idaresi teklifi uygun
bulmakta ve çalışmanın 3.000’e kadar Türk esir için 3 aylığına istihdam
sağlayacağını bildirmektedir. İklim iyi durumda ve geçici binalar için bambular
ve kalaslar kraliyet tarafından ücretsiz olarak sağlanacağı için barınma
harcamaları aşırı olmayacaktır. Esirlerin beslenmesi ve korunması için yapılan
düzenlemeler özel bir zorluk olmaksızın gerçekleştirilmektedir. Uygun olan
diğer projeler, demiryolunun, 2.000 kişiye iş imkânı sağlayacak şekilde, Yukarı
Burma’nın kurak bölgelerinde Alon’dan Saingbyin’e kadar uzatılması veya 2.000
kişiyi istihdam ederek kurak bölgedeki demiryolunda bulunan çeşitli taş
ocaklarıdır. Ancak ilk bahsedilen proje en çok istenendir. Tümgeneral bu
telgrafı görmüş ve uygun bulmuştur.”
Hindistan Hükûmeti Ordu
Departmanından Hindistan Hükûmeti Vekil Sekreteri Yarbay A.H.O. Spence
imzasıyla 12 Kasım 1917 tarihinde Hindistan’daki 2. Komutana gönderilen yazıda
Shan Devlet demiryollarını Aungban’dan Burma’daki Heho’ya kadar genişletilmesi
için Hindistan Hükûmetinin 3.000 Türk savaş esirini çalıştırmak üzere onay
alındığı bilgisi verilmiştir. Esirler, Ordu Konseyinin 383 numaralı 1916’daki
mektubunda belirtilen kurallara göre Hindistan’a Ordu Konseyi tarafından uyarlanan
1 Eylül 1916 tarihli 9239 numaralı mektubunda belirttiği şekilde
ücretlendirilecektir. Hindistan Hükûmeti, işçilik ücreti oranının bu durumda
her adam için gündelik iki anna olacağına karar vermiştir. İlgili giderler Ordu
Konseyinin 8529 numaralı 19 Ağustos 1916 tarihli mektubunda işaret edildiği
şekilde düzenlenmiştir. İşin tamamlanmasında, Demiryolları Departmanı, esirler
tarafından yapılan işin piyasa değerine eşdeğer bir meblağı İngiltere
Hükûmetine verecektir.[592]
Amerika Birleşik Devletleri Rangoon
Konsolosluğu tarafından hazırlanan rapor ayrıca kampta nasıl bir çalışma hayatı
olduğunu anlatmaktadır. Savaş esirleri tarafından yapılan işler iki türlüdür.
Birincisi ödeme yapılmayan vasıfsız işler olup esirler için yemek pişirmedir.
Diğeri ödeme yapılan işlerdir. Çalıştığının karşılığı ödeme yapılan işler
bahçeyi kazma, kamp çevresindeki çalıları temizleme ve sağlık çalışanları
tarafından tavsiye edildiği şekilde, kamp çevresinin temizliğine dair herhangi
bir iştir. Osmanlı ordusunun sağlık birimlerindeki erattan yaklaşık 45 kişi
koğuş görevlisi olarak görevlendirilmişlerdi. İngiliz ordusunun sağlık
birimlerinde karşılık gelen rütbelerdekilere yapılan ile aynı oranda ödeme
yapılmıştı. Bu ödemenin alınmasın ciddi gecikmeler olmasına rağmen sorunun çözümü
için uğraşılmaktaydı. Yedek subaydan aşağı rütbede olan subaylar ve erler,
barakaların etrafını temizlemeleri karşılığında subaylar 1,14 ve erler 0,65
dolar alırlardı.[593]
Doktor Yüzbaşı Nefi Hulusi Bey’in
esaretten döndükten sonra 13. Kolordu Kumandanlığı tarafından alınan
ifadelerden oluşan rapor Kızılhaç heyetinin kampta normal angaryadan başka
zorla çalışma yükümlülüğü olmadığı iddiasını yalanlamaktadır. Bu esaret raporu
Üsera Muamelat Şubesi tarafından Harbiye Nezaretine 31 Temmuz 1919 tarihinde sunulmuştur.
Hulusi Efendi verdiği ifadesine göre kampta zorla çalıştırılmak üzere
görevlendirilen 1.100 küsur asker nehrin karşı sahilinde on iki saat kuzeyde
tren hattı üzerine bulunan bir kasabaya getirilmiştir. Askerler kasabadan üçer
mil uzaklıkta mesafede geniş bir pirinç ovasının ortasında tahminen beş yüz
metre uzunluğunda etrafı kayış kamışlarla çevrilmiş kampların içine açıkta
toprak üstüne yerleştirildi. Bu çeşit 6 adet kamp kurulmuştur. Aynı gün ve
saate tevafuk etmek üzere kuzeyden Burma sınırına yakın bir kasabanın
şimendifer işlerinde bir seneden beri istihdam edilen 1.700 küsur askerden ilk
800 kişilik kafile geri dönmüştür. Bu sırada katarın bütün vagonlarını gezen
Nefi Hulusi Efendi askeri çok yüksek ve soğuk bir halde çalışmalarından dolayı bünyeleri
gayet zayıf, solgun, yorgun ve bitap bir halde görmüştür. Biçare vaziyette
esirlerin sıhhatleri de bozulmuştur. Esirler aralıksız günde sekiz dokuz saat
büyük bir zorbalık ve baskı ile çalıştırılmışlar, çadırlarına döndüklerinde alt
ve üstlerine verilen battaniyeler kendilerini rahatlatmaya yetmemiştir. Yatıp
kalktıkları yerler pek fena ormanlık ve bataktır. Pis suları içen esirler
sıtmaya, kanlı ishala ve göğüs nezlelerine yakalanmışlar ve bu yüzden 100’ü
aşkın esir hastaneye yatırılmıştır. Nefi Hulusi Efendi’nin arkadaşlarından pek
çoğu vefat etmiş ve birçokları değişik hastalıklara tutulmuşlar ve çok zayıf
düşmüşlerdir. Thatmyo kampı başhekimi sağlık yüzbaşısı yeni gelen trendeki
askerlerin durumlarını teftiş etmiş esirleri adeta canlı bir kadavra şeklinde
bulduğunu itiraf etmiştir.1390
Gerek yeni
gelenler ve gerekse daha önce Thatmyo kampından gelen askerlerin tamamı altı
adet kampa taksim edilerek kasabadan itibaren üç mil mesafede bulunan kamplara
taksim edilmişlerdir. Nefi Hulusi Efendi ilk üç kampta hizmette bulunmuştur.
Askerler ancak vahşi hayvanların muhafaza edilebileceği bir yere
hapsedilmişlerdir. Esirlerin tıkıldığı yer büyük masraf ve fedakârlıkla yapılan
çaprazvari uçları sivriltilmiş dört sıra üzerine dizilmiş ve toprağa muhkem
gömülmüş ve birbirine sıkıca bağlanmış on santimetre kutrunda kalın yedi yard
uzunluğunda bambu denilen kamışlardan yapılmış sıkı bir parmaklık içerisinde
adedi milyonları aşan yine kamış kümeleriyle hasır yığınlarıdır. Kampın yeni
açılmış makineli dört 1389 beş artezyen kuyusu vardır. Askerler bu
salaş kulübecik içinde günlerce yatarak gecelerin ayazından hayli müteessir
olmaktadırlar. Efradın yatıp kalkmaları için hastaneden başka hiçbir bina inşa
edilmemişti. Bir hafta zarfında askerlere pavyonlarının kendileri tarafından
inşası emredilmiştir. Esir askerler hiç dinlenmeden geceyi gündüze katarak
derme çatma kamıştan ve sazdan pavyonlar inşasına başlamıştır. Bir hafta sonra
da şimendifer işlerinde çalışmaya mecbur bırakılmışlardır. Bir gün önce
askerlere matara, kazma, kürek, külünk, el arabaları ve çamur sedyeleri
verilmişti. Her gün sabah saat 05.00’te askerlere çorba pişirtilerek
içirilmektedir. Çok acele yufka ekmekleri yaptırılıyordu. Saat 06.00’dan
07.00’ye kadar süren yoklamayı müteakip muhafaza altında yola çıkarılarak üç
millik mesafe yürüdükten sonra diğer kampın yanına kadar varılarak kendi
kamplarına doğru toprak işlerinde çalıştırılıyorlardı. Öğleden sonra saat
17.00’de çalışmaya paydos edilerek kamplarına dönüyorlardı. Askerler günde on
saat çalıştırılıyordu. Bu suretle çalıştırılan askerler beş altı gün sonra
genellikle yorgun ve bitap düşmeye başlayarak gerek gündüz ortasında gerek
akşam dönüşlerinde güneş çarpmasına maruz kalıyorlardı. Sabahları viziteye
çıkanların yekûnu yüzlere ulaşmaya başlamıştır. Kundura şikâyetinden, güneş
çarpmasından ve sair rahatsızlıklardan yatırılan hastaların sayısı elliyi
bulmuştu. Askerler on saat devam eden tahammül sınırını aşan amele işleri
esnasında açlıktan şikâyet ediyorlardı. Zira bu müddet zarfından bir matara su
ve iki üç yufka ekmekten başka yiyecek bir şeyleri yoktu. Ekmek istihkakları
tamamen un olarak verilmekteydi. Daha önce çalışmaya gelen 5 ve 6 numaralı
kamplarda oturan esirlerden merkez kampına iki günde altmışı geçkin hava
değişimi ve istirahate muhtaç çok zayıf, nahif, tamamı ishal ve dizanteri
hastalığına yakalanmış esir gelmişti. Bunu müteakip günlerde de diğer
kamplardan çok sayıda hasta esir gelmiştir. Buradaki tüm kampların kumandanı
Kolonen Sandomen’di. 3. Kamp kumandanı Teğmen Ovarid isminde genç bir subay
yerine getirmekteydi. Bu subay amele işlerinde yorgunluk belirtisi gösteren,
biraz istirahat etmek isteyen ve istirahate muhtaç olup da sabah vizitesine
çıkmak istemeyen askerleri her an sopa ile darp ederek karşılık vermekteydi.
Aynı darp işlerini askerlerin başlarında duran ve polis neferi diye tayin
edilen Türk başçavuşlara da göstererek esirlerin şahsiyetlerine
1390
Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 100/34.
ve şereflerine karşı hakaretlerde
bulunuyordu. 1 Şubat 1919 günü kamp kumandanlığına asaleten Yüzbaşı Reh tayin
edilmişti. Bu zat geldiği günün akşamı bütün askerleri toplayarak bir saat
dizüstü oturtmak suretiyle evvela bir ceza tertip etmiştir. O güne kadar
pavyonlardan bir kısmı ikmal edilemediğinden oturdukları kulübeleri gece
yarısına kadar karanlıkta yıktırarak bir taraftan diğer tarafa naklettirmek
suretiyle sabaha kadar uyutmamıştır. Yoklama esnasında birçok asker
mazeretlerine binaen vizite defterlerine bölük bölük isimlerini yazdırarak
mazeretlerini bildirmiştir. İcap edenler hastaneye istirahat için
gönderilmiştir. Bir müddet sonra yüzbaşı hastaneye de müdahale ederek hastanede
istirahat için ayrılan yerde istirahatte olan askerlerin üzerine her vakit
beraberinde taşıdığı demir bastonu ile hücum ederek esirlerin vücutlarına
rastgele vurarak hepsini bulundukları istirahat haneden dağıtarak işe
yollamıştır. Bir miktar asker kamp içerisinin ve dışarısının bakım ve
temizliğinden bir miktar asker de iş başına giden arkadaşlarının ekmeklerini
pişirmek için mutfaktaki ateşçilere yardım ve hizmet etmekten sorumludur. Kamp
sorumlusu yüzbaşı bu iş için ayrılan askerlere müsaade etmeyerek cümlesini işe
koşmak suretiyle askerlerin ne ekmek ve ne de yemek pişirmelerine müsaade
etmiştir. Gün boyu çalışan esirler yorgun ve bitap halleriyle dönüşlerinde
bizzat kendi yemek ve ekmeklerini yapıyordu. Sonraki günlerde Türk esirlerinin
bir kısmı kamp haricinde İngiliz subay ve aileleri ile askerlere mahsus
pavyonlar inşa etmek üzere ayrılmış geri kalanlar ise şimendifer işlerine
gönderilmiştir. Yüzbaşı işbaşında bulunan askerlerin yanlarına gelerek teftiş
maksadıyla gezerken acı çeken ve sebepsiz birçoklarını demir bastonuyla gelişi
güzel ayırmaksızın darp etmiş ve yaralamıştır. Pavyon inşaatındaki askerleri de
biraz istirahat etmek istemelerinden ve çabuk iş görmemelerinden polislerine
varıncaya kadar cümlesini darp edip yaralamıştır. O günün akşamı darp edilen
askerlerden hastaneye 27 kişi müracaatta bulundu. Bunlardan birinci neferin sol
gözü darbenin şiddetinden görmez olmuş ve gözkapakları ödem tutarak tamamen
kapanmıştır.
İki esirin son üst çene kemiği
üzerine isabet eden darbeden dört dişini kırılmış, yanaklarında büyük yaralar
meydana gelmiştir. Üçüncü esirin son kulağı üzerine ve arkasına isabet eden
darbe kulağında kanamaya yol açmış ve işitme kaybına sebep olmuştur. Dördüncü
esirin sol eliyle omzunun üzerine isabet eden darbe cilt altında büyük
kanamalara ve yaralara sebebiyet vererek kolunu kullanamaz 511 hale getirmiştir.
Beşinci erin her iki oturak yerleri üzerindeki darbeler büyük yara ile cilt
altı yarılmalar ortaya çıkmış, iki misli hacminde ödemlere sebep olarak
yürümesine ve oturup kalkmasına engel olmuş ve kampın civarından sedye ile
hastaneye getirilmiştir. Altıncı esir askerin sağ yüzü üzerindeki darbe
uzunlamasına bir kesik ile gözkapaklarının ve yanaklarının şişmesine sebep
olmuş ağzından ve burnundan kan akarak göz yuvarlağı tamamıyla örtülmüştür.
Yedinci esirin sol küreğiyle kaburgaları üzerine indirilen darbeler deri altına
tesir ederek damarları çatlatmıştır. Sekizinci esir vücudunun muhtelif
yerlerine aldığı darbeler ile yürüyemeyecek ve kalkamayacak duruma gelmişti.
Dokuzuncu esir başına aldığı darbe ile derisinde 5-6 cm uzunluğunda yara
açılmış, bilincini kaybetmiş ve yarasında ödem meydana gelmiştir. Aynı gün beş
numaralı kamptan yine şiddete uğrayan ve yaralanan üç dört asker getirilmiştir.
On beş kadar ishal olarak son derece zayıf düşmüş asker hastaneye sevk
edilmiştir.
Bu kişilerin ifadelerine göre
kamplarında askerlere karşı gösterilen şiddet ve yaralanma daha çok sayıdadır.
Gözünü şiddetli darptan tamamıyla kaybetmiş bir asker kamp tabip yardımcısı bir
Hintli tarafından merkez kampına tedavi için gönderilmek üzere arabaya
bindirilerek yola çıkarılmışken kamp komutanı yüzbaşı tarafından görülüp geriye
çevrilmiş ve kamp revirine yatırılmıştır. Gerek evvelkiler ve gerekse sonradan
gelen tüm hasta ve yaralılar kamp revirinde tutulmaya başlanmıştır. Nefi Hulusi
tüm yaralı esirler için gereken raporu istemiştir. İki saat sonra kamp komutanı
revire gelerek birer birer hastaları muayene etmiş ve raporların gerekli
olduğunu tasdik etmiştir. Tüm bu olaylara rağmen bir gün sonra aynı şiddet
olayları tekrar yaşanmaya devam etmiştir. Bilhassa kamp içinde 1.000 küsur
askere namaz kıldıran hafız ve herkesin saygısını kazanmış Konyalı bir er imam
kisvesiyle angarya ve şimendifer amelesinde çalışmaya gönderilmiştir. İmam,
öteden beri ve dört sene süren esareti süresince kamp kumandanlarının özel
izniyle ancak kamptaki camilerde imamlık ve mübarek günlerde ve özel günlerde
dini hizmet vermekle mükellef olduğunu ve angaryadan muaf bulunduğunu
anlatmıştır. Kamp komutanı, bu niyetinden feragat edip çalışıncaya kadar
sabahtan akşama kadar muhtelif zamanlarda nöbet tutturmuş, darp etmiş ve
hapsetmiştir. Esirin direnmesi üzerine sırtüstü yatırılarak elleriyle ayakları
toprak üzerinde gerilip kazıklara bağlatılarak güneş altında bir hayli zaman
bırakılmak suretiyle cezalandırılmıştır. En son 512
yüzükoyun
yatırılarak elleri ayakları bağlanmış olduğu halde darp edildiği tüm esirler
tarafından görülmüştür. Akşamüstü bu imam sedye ile hastaneye getirilerek
yatırılmış, sırtında 20’den fazla değnek izi görülmüş ve rapor düzenlenerek
başhekime gönderilmişti. Ertesi sabah istirahate ayrılan askerler zorla tekrar
angaryaya gönderilmeye çalışılmıştır. Esirlerden sorumlu Nefi Hulusi bu durum
üzerine başhekime giderek ve tüm olayları tekrar anlatarak esirlerin zorla
angaryaya gönderilmesi durumunda bir Türk subayı olarak vicdanının kendi
milleti hakkında reva görülen bu zulme ve medeniyet dışı davranışa karşı
tahammülü olamayacağını beyan ederek görevi bırakacağını söylemiştir. Aksi
takdirde bir üst merci olan Thatmyo fırkası başhekimliğine münacata mecbur
kalacağını anlatmıştır.
Nefi Hulusi Bey kamp başhekimi
tarafından kendi askerlerini gereksiz bir milliyetperverlik ile korumaya
çalışmakla ve lüzumsuz yere birçok defalar esirlere istirahatler vermekle
suçlanmış ve bundan sonra Hintli yardımcısı ile iş göreceğini söylemiş ve
hakarete etmiştir. Bir üst mercideki fırkaya giden raporlar orada ciddiye
alınarak kamp teftişi için başhekim bir albay görevlendirilmiştir. Başhekim
albay daha önceden şimendifer amele işlerinde güç yetiremeyecekleri ağır
şartlarda çalıştırılan ve hastaneye sevk edilen malul askerleri birer birer
muayene ederek bu duruma gelmelerinin sebebi sormuştur. Aynı zamanda darp ve
yaralanma suretiyle hastaneye yatırılan askerleri de teftişten geçirerek
durumlarını kendi doktorlarından sormuştur. Meselenin ehemmiyet ve nezaketinden
dolayı kamp kumandanı bir gün önce akşamüstü değiştirilmiş hasta yatan ve
şiddete maruz kalmış imam da kolordu merkezi olan Rangoon’a sevk edilmiştir.
Bir gün sonra 7 Şubat 1919’da akşamüstü Nefi Hulusi Bey Hindistan karargâhından
özel bir emir ile Türkiye’ye gönderilmiştir.[594]
Yüzbaşı Nefi Hulusi Bey’in kampa
gelişinden iki sene sonra 1917 senesi Ocak başında tüm subay, yüzü aşkın
çalışamayacak durumda ve hastanedeki hastalar, sağlık işlerine ve hastalara
nezaret etmek üzere zayıf kişiler Meiktila esir karargâhına vapur ile sevk
edilmişlerdir. Biri orta, ikisi küçük hacimde ve hacimleri çok sınırlı üç
vapurun güverte, kazan ve ocaklarının etrafında ve alt üst katlarında çok
miktarda olan bedbaht esirler balık istifi misali, bir Hükûmetin subay şan ve
şerefine yakışmayan gayet fena hayat ve sağlık şartları altında yeni
karargâhlarına sevk edilmiştir. Dört gün dört gece süren nehir yolculuğundan
sonra vapur ve şimendifer iskelesi olan Mincan kasabasına ulaşılmıştır.
İstasyonda hastaları teslim almaya görevlendirilmiş İngiliz sağlık subayı
hastaların vapurdaki insanlık dışı halini görerek esirlere acımıştır. Yüzbaşı
Nefi Hulusi Efendi Thatmyo kampına dönmüştür.[595]
Yaklaşık 6 dönüm toprak işlenmek
için ayrılmıştı. Bir baş bahçıvan, 2 tecrübeli bahçıvan ve 8 bahçıvan,
sırasıyla her biri aylık 4,87, 3,89 ve 2,60 dolar alacak şekilde istihdam
edilmiştir. Tecrübeli olmayan bahçıvanların sayısı azaltılmıştır. Sebzeler
subaylara düşük ücretler karşılığında satılmaktadır. 40 dönümlük bir alanın,
nehirden su pompalayarak tüm kampa sebze temin edecek şekilde işlenmesi için
bir plan yapılmaktadır, fakat şu an için bu plan askıdadır ve gerekli
çalışmalar devam etmektedir.[596]
Marangoz Atölyesi: Aylık 6,49
pound karşılığında iki baş marangoz ve aylık 4,87 dolar karşılığında 6
tecrübeli yardımcı istihdam edilmiştir. Gereken şekilde çok sayıda tecrübesiz
işçi günlük olarak 0,08 dolar karşılığında istihdam edilmektedir.[597]
Duvarcılar: Kampta aylık 4,87
dolar karşılığında bir baş duvarcı, günlük 0,12 dolar karşılığında 4 tecrübeli
yardımcı istihdam edilmiştir.[598]
Terzi Dükkânı: Kampa dikiş
makineleri satın alınmış ve 4 terzi istihdam edilmiştir. Müşteriler için yapmış
oldukları çalışmaların karşılığı olan miktarın %’ü terzilere ödenmekte ve kalan
%’lük kısım ise makinelerin, iğnelerin ödemelerinin yapılması için
kullanılmaktaydı.[599]
Ayakkabı Tamircisi: Terziler ile
beraber 4 ayakkabı ustası çalışmaktadır.[600]
Hasırcı Dükkânı: Dört hasırcı,
terziler ile aynı şartlar altında istihdam edilmektedir.[601]
Bir
maden suyu fabrikası
tamamen esirlerin kendileri
tarafından
çalıştırılmakta
ve çalışmaları için çeşitli sayılardaki
insanları istihdam edebilmektedirler. Fabrikanın kazançlarından kendilerine
ödeme yapılmaktadır. Bir esir bir dükkânda kahve satmaktadır. Birkaç esir
sigara benzeri şeylerin satımı için küçük tezgâhlarda durmaktadırlar.[602]
Hintçe konuşan bir esir, kamp
emirlerinin tercüme edilmesi ve çeşitli işler karşılığında aylık 4,87 dolar
ödeme almaktadır. İki aşçı, üst sınıf sivillere yemek pişirme karşılığında,
kişi başına aylık 1,62 dolar almaktadır.[603]
İngilizce konuşan bir Türk,
polise yardım etmekte ve günlük 0,16 dolar almaktadır. İngiliz askerler yerine
Türkleri, İngiliz askeri inzibat astsubayının emri altında polis olarak
istihdam etme planı ortaya çıkmış ve bazı şahıslar iş ile ilgili olarak
eğitilmişler, ama buna izin verilmemiştir.[604]
Kamu İşleri Bürosu dikenli tel
örgü taşıyan direklerin yerine güçlendirilmiş beton sütunlar yapmak için 8
esiri istihdam etmektedir ve bu esirlere günlük 0,08 dolar ödeme yapılacaktır.
Esirler, aynı ücret karşılığında, aynı zamanda asfalt yol yapımı amacıyla çakıl
taşları toplamak için de istihdam edilmektedirler. 2 veya 3 esir yeni esirlere
verilen numaraları damgalama işinde çalıştırılmaktadır ve onlar da günlük 0,08
dolar kazanmaktadırlar.[605]
Meiktila kampında bulunan 4.000
esirden sağlık durumları iyi olanlar yapılan muayene sonucu çalıştırmak için
ayrılmıştır. Çalıştırılmak için ayrılan 1.500 esirin arasından çok zayiat
verilmiştir. Ölümlerin sebebi aşırı sıcaklar ve yetersiz beslenmedir. 1.500
esir 100 kişilik bölüklere ayrılmıştır. Esirler genelde hemşerileri ile beraber
aynı bölükte olmak istemişlerdir. Her bir bölük Çorumlular, Kayserililer,
Kastamonulular, Konyalılar ve İzmirliler gibi bir şehir ismi ile anılır
olmuştur. Esirler Birmanya’nın yeni yapılan demir yollarında molasız ve
insafsızca sabahtan akşama kadar çalıştırılmıştır. Bu şartlar altında her gün
esirlerden bazıları hasta olmaktadır. Bir süre sonra ölümler başlamıştır. Tüm
esirler anlaşarak hep birlikte bu şartlar altında zorla çalışmama kararı
almışlardır. Sabah yoklamadan sonra esirler oturmuşlar ve ayağa kalmamışlardır.
Kamp yetkilileri tüm baskılara ve zorlamalara karşı esirleri çalışmaları için
ikna edememişlerdir. Birinci bölükten, sopa ile vurulmalarına ve şiddet
uygulanmasına rağmen kimse ikna olmamış ve durum komutanlara bildirilmiştir.
Kamp komutanının nasihati, bu durumun emre itaatsizlik olduğunu söylemesi, ceza
ve tehdidi fayda etmemiştir. İngiliz askerleri getirilerek birinci bölüğün
etrafı silahlar ile sarılmıştır. Çorumlu Delibalta oğlu Ahmed bu sırada bir
İngiliz askerinin silahını ele geçirmiş bu durum esirler arasında daha bir
ateşlenmeye sebep olmuştur. Birinci bölüğü ikna edemeyen İngilizler en sondaki
on beşinci bölüğe şiddet uygulamışlardır. Bu bölük ayağa kalkarak işe çıkmak
zorunda kalmışlardır. Arkasından diğer bölükler de işe gitmişlerdir. Sadece
birinci bölüğün etrafı askerler ile çevrili kalmıştır. Birinci bölük zorla
çalıştırılamamış fakat başla bir yere götürülerek orada bir müddet
arkadaşlarından ayrı tutulmuşlardır. Burada kendilerine sigara, şeker ve kahve
verilmemiştir. Bir ay sonra çalışmaya ikna edilmişlerdir. Esirlerin
çalıştırıldığı yer Bugayla denilen bir yerdir. Esirler ağır şartlarda ve sıcak
havada çalıştırılmalarından, gıdalarının yetersizliğinden ve verilen suyun kötü
olmasından dolayı pek çok hastalığa yakalanmıştır.1402 [606]
Shwebo esir kampı nekahet kampı
olması sebebiyle bu kampta esirler için koğuş angaryaları dışında hiçbir
zorunlu iş yoktu. Bu kampta kalan esirler geçici süre kalmakta, nekahet
dönemini geçirdikten sonra kamplara gönderilmekteydi.[607]
Osmanlı ile İngiltere Hükûmeti
arasında esirlerin zorunlu ve ağır işlerde çalıştırılması ciddi bir sorun
haline gelmiştir. İki devlet arasındaki bu konu ile ilgili bir sorun da
esirlere çalıştırılmaları karşılığı ödenen ücretti. Osmanlı Hükûmeti İngiltere
Hükûmetinin esirleri çalıştırmaları karşılığı yeterli düzeyde ücret ödemediğini
savunmuştur. Londra Savaş Merkezi, 20 Temmuz 1918’de Hollanda Temsilciliği
aracılığıyla Osmanlı subaylarının ödemelerine ilişkin Babıali’ye verdiği
cevapta 1 Nisan 1918 tarihinden itibaren İngilizlerin elinde savaş esiri olan
tüm Osmanlı subaylarına günlük 4 şilin ödeme yapılması talimatı verildiğini
açıklamıştı. Londra Hindistan Ofisi, 21 Kasım 1918’de Türk savaş esirlerine
yapılan ödeme ile ilgili yeni bir açıklama daha yapmıştır. Hindistan Hükûmeti
Kraliyet Maaş İzni’nin 928. paragrafa göre Türk, Alman ve Avusturya savaş
esirlerine ve tutuklu sivillere İngilizlerin yalnızca yarısı kadar ödeme
yapılması talimatını verilmişti. Çalışma karşılığında yapılan ödeme oranları
tercümanlar, baş fırıncılar, mahkumlardan sorumlu görevliler hariç Türk savaş
esirleri açısından yarı oranda belirlenmişti.[608]
Savaş Merkezi’nin 15 Ocak 1918
tarihli mektubunda bulunan talimatlara göre tercüman olarak görevlendirilecek
olan savaş esirlerine günlük 5d şartıyla saatlik % oranında ödeme yapılması
teklif edilmişti. Buna rağmen Hindistan’daki savaş esirleri kampında, 1.000
kişiden biri oranında bulunan sivil tercümanlar yalnızca tercümanlık yapmakla
kalmayıp, aynı zamanda gelen ve giden tüm evraklar üzerinde denetçilik de
yapmaktaydılar. Bu şahısları elde bulmak güçtü ve Mısır ve Kıbrıs’tan çok
sayıda tercüman getirmek zorunda kalınmıştı. Bu zorluktan dolayı az sayıda
savaş esiri bu sivil tercümanlara Kraliyet Maaş İzni’nin 926. maddesine göre
ödeme yapılmıştı. Buna rağmen bu esirlerin yeni oranlar ile çalışmayı
reddedecekleri anlaşılmış ve bu konuda zorlama söz konusu olamayacağı için
bunların yerine aylık 200 Rs’den az olmayacak bir maaş verilerek başka sivil
tercümanlar ile çalışmak alternatif bir çözüm olmuştu. Bu yüzden bazı savaş
esirleri tercümanları ile İngiltere’deki kamplarda bulunan sivil tercümanlara
Askeri İdare Kurulu talimatına göre ödenen miktarı geçmeyecek şekilde eski
orana göre çalıştırma kararı alınmıştır.[609]
Türk savaş esiri olan
fırıncılardan ekmeğin pişirilmesi sürecinde denetleme görevini yürütmesi için
bir kişi istihdam etmek ekonomik anlamda gerekli görülmüştü. Bu nedenle bu baş
fırıncılar ile ilgili 20’den fazla çalışanı denetleyen, resmi olmayan görevi
gerçekleştiren her bir usta için bu iş koluna mümkün olduğunca yakın bir ücret
olan, Kraliyet Maaş İzni’nin 926. maddesinde belirtilen oranların yarısı kadar
ödeme yapılmasını uygun bulunmuştu.[610]
Çavuştan
binbaşı dahil esirlerden sorumlu görevliler de ödemelerde istisna kılınmıştı.
İlk olarak Hindistan’da Osmanlı savaş esirleri için kamp kurulduğunda, bu
esirleri gruplara ayırma ve kendi aralarından idari işler ve disiplinin
sağlanması için seçilen birinin emrine sokma ihtiyacı doğmuştu. Böylelikle hem
dil sorunu aşılacak hem de bu yöntem sayesinde kalifiye konumda olan
İngilizleri çalıştırmaya gerek kalmayacaktı. Resmi olmayan bu görevlilere aylık
Rs.17-8-0 ve Rs.10-0-0 oranlarında ödeme yapılmasına karar
verilmiştir. Bu şekilde ödeme yapılan sürecin uzaması ve devamında gelen tatmin
edici sonucu dikkate aldığında, bu sisteme devam etmekten vazgeçilmesi veya
maaşların azaltılması durumunda kamplarda huzursuzluğun baş göstereceği
düşünülmüştü. Ayrıca bu ödemeler ile harcanan para İngiliz görevlilerin
çalıştırılması halinde ödenecek olan miktardan çok daha az olma özelliğine
sahipti. Bu nedenle en fazla bu oranlarda ödeme yapmaya devam etme kararı
alınmış ve uygun bir zamanda bu ücretlerin komutanın inisiyatifine bağlı olarak
düşürülmesini uygun bulunmuştu. Askeri İdare Kurulunun talimatına göre berber
ve aşçı gibi ödeme yapılmasına gerek duyulmayan işlerde, savaş esirleri
kamplarındaki bazı şahıslara da ödeme yapılması uygun bulunmuştu. Fakat daha
sonra bu ödemeler, ödemelerle ilgili ordu talimatına göre kaldırılmıştı.
İnzibat çavuşu ve askeri polis olarak görevlendirilen savaş esirlerinin
ödemeleri, 15 Ocak 1918 tarihli Savaş Merkezi mektubunda belirtilen hususlar
neticesinde kesilmişti.[611]
1.1.3
Kıbrıs
Esir Kampında Esirlerin Çalıştırılması
Kıbrıs kamplarında Türk savaş
esirlerinin çalışmak için kamptan dışarı çıkmalarına müsaade edilmemiştir. Buna
rağmen Kıbrıs’ta tutulan esirlerin bir kısmı Süveyş Kanalı’nda konuşlandırılan
İngiliz askeri birliklerine gönderilen kereste ve lojistik malzemenin Mağusa
limanından yükletilmesi işinde amele olarak çalıştırılmıştır. Böylece kampta
zeytin çekirdeklerinden yaptıkları tespihleri ve tahtadan yaptıkları sigaralık
birtakım küçük eşyaları limanda gemilere yük yüklemek için kamptan çıktıklarında
Kıbrıslı yerli Türklere hediye etmişler ya da satmışlardır.[612]
Bu hediyelerden birisi olan Çanakkale ve Anadolu işlemeli ay- yıldızlı iki
sigaralık Gazi Mağusa’da Hüseyin Nafi Bey’de bulunmaktadır. Türk askerleri
Anadolu ve vatan aşkını, memleket sevgisini yaptıkları kaşıklıklara ve
sigaralıklara Anadolu’ya ait motifleri işleyerek göstermişlerdir. Hüseyin Nafi
Bey’e hediye edilen sigaralığın bir yüzüne Çanakkale diğer yüzüne de Anadolu
haritası yapan esirler ‘Ey vatan, güzel vatan.’ yazarak da vatanlarını ne kadar
sevdiklerini tüm dünyaya ilan etmişlerdir.[613]
Kötü
kamp şartlarının yanı sıra esirlerin zorunlu çalışmaya mecbur bırakılması
esirler arasında ölümlere de sebep olmuştur. Kıbrıs’tan askeri amaçla taşınan
kerestelerin ormandan kesilmesi, işlenmesi ve gemilere yükletilmesi, Mağusa
surlarının tamir edilmesi ve maden ocaklarında çalıştırılması esirler için
kampın şartlarını daha da ağırlaştırmıştı.[614]
Esirler zorunlu olarak çalıştırılır ve Mağusa surlarının onarımına giderlerken
gözleri bağlanırdı. Yazın sıcak hava, kışın da soğuk hava açısından son derece
elverişsiz olan barakalar pek çok Türk esirinin ölümüne sebep olan diğer bir
sebeptir.[615]
1.1.4
Selanik
Esir Kamplarında Esirlerin Çalıştırılması
Esirlerin esir kamplarda nasıl
bir hayat yaşadığını ve bu hayatın zorluğunu öğrenmenin en kolay yolu esirlere
yaptırılan zorunlu işlere ve bu işler için kendilerine yapılan ödemeye
bakmaktır. Türk esirlerinin Selanik esir kamplarında özellikle maden ocakları
olmak üzere yol yapımı, demiryolu döşeme gibi çok ağır işlerde
çalıştırıldıkları İngiliz Selanik Kuvvetleri tarafından tutulan Savaş
Günlükleri incelendiğinde görülmektedir. Ayrıca Esirlerin çalışma kamplarında
çalıştırıldıkları, bu günlüklerin yanı sıra esirlerin esaret sonrası verdikleri
ifade veya yazdıkları anılarda da geçmektedir. O.C. Dranista madencilik şirketi
ile kamp yönetimi arasında kış ayları süresince çalıştırılacak Türk savaş
esirlerinin işçilik saatleri ile ilgili görüşmeler yapılarak anlaşmaya
varmıştır. Ekim 1918’de Türk esirlerin Dranista’daki linyit madeninde grup
olarak çalıştırıldığı görülmektedir. Bunun yanı sıra Pernik maden ocaklarında
çalıştırılmak üzere 30 Ekim 1918’de Türk savaş esirlerinin işe alınmasıyla ile
ilgili olarak şirketteki Bulgar Askeri Kumandan ile Teğmen Dorrington
tarafından bir görüşme yapılmıştır. 13 Kasım 1918 günü Bulgar Kumandandan
yerleşkenin Sırplar tarafından yürütülen işlerin Türkler için hazır olduğunu
bildiren bir bildiri alınmıştır. 8 Kasım 1918 günü 26 Türk savaş esirinin
günlük olarak Randomir’e kömür madeninde çalışma için gönderilmesine karar
verilmiştir. 23 Mart 1919 tarihinde Marsh Pier esir kampından 219 Türk savaş
esiri Seres yolunda çalışmak üzere kamptan ayrılmıştır. Langevuk kampında
bulunan Türkler Mart ve Nisan 1918 tarihleri süresince Selanik ve Stavros
yolunda çalıştırılmıştır. Her gün 4 takım halinde 150-160 civarında Türk savaş
esiri günlük yaklaşık 8 saat boyunca çalışmak zorunda kalmıştır. 6 Şubat 1919
günü Türk savaş esirlerinden 67’si R.S.O için; 13’ü R.T.O için çalışmak üzere
sevk edilmiştir. 24 Aralık 1918 günü Türk savaş esirlerinin R.S.O için atık
yığınında 8 saat çalıştığından günlüklerde bahsedilmektedir. Noel sebebiyle 25
Aralık 1918’de çalıştırılmayan Türk esirlerden 83’ü, 26 Aralık’ta R.S.O için
atık yığınında çalışmaya zorlanmıştır. Bu zorunlu çalışma yükümlülüğü sürekli
devam etmiştir. Günlükte 14 Ocak 1919 günü Türk savaş esirlerinin 68/’i R.S.O
için; 13’ü R.T.O için gönderilmiş, 11’i ise kamp işlerine bırakıldığı yazmaktadır.
2 esir hasta olması sebebiyle çalıştırılmamıştır. 21 Ocak 1919 günü ise Türk
savaş esirlerinden 67’si R.S.O için; 13’ü R.T.O için gönderilmiştir. Geride
kalanlara kampta iş verilmiş hiçbir esir başıboş bırakılmamıştır. Ocak, Şubat
ve Mart 1919 ayları boyunca yaklaşık aynı sayıdaki esirler pazar hariç her gün
R.S.O. ve R.T.O için çalışmak üzere çalışma kamplarına gönderilmiştir. Geri
kalanlara da her zamanki gibi kamp işleri yaptırılmıştır. Çalışmalar yağmur ve
soğuk dinlememiş tüm esirler olumsuz hava şartlarına rağmen az da olsa yarı
mesai ile çalıştırılmıştır. 10 Şubat 1919’da esirlerin olumsuz hava şartlarında
4 saat çalıştırıldığı günlüklere yansımıştır. 3 Aralık 1917’de Ajvasil
kampından 450 Türk esiri sıkı güvenlik tedbirleri altında grup çalışmasına
katılmak üzere sabah 07.30’da ayrılmış ve çalışma grubuna gitmiştir. Yaklaşık
bu sayıda esirler ay boyunca değişik kamplara çalışmaya gönderilmiştir.
Esirlere çalışmaları karşılığı
ödemeleri az da olsa yapılmıştır. 21 Kasım 1918 tarihinde Salamanlı esir
kampında çalışan İngiliz personel ve Türk savaş esirlerine ödeme yapıldığı
İngiliz Selanik Kuvvetlerinin hazırladığı Savaş Günlüğü’nde yazmaktadır.1412
[616]
Esirlere yapılan ödeme ile ilgili bu kamplarda bulunmuş olan
Osman Ertaş, esir kamplarında 1,5
sene çalıştırıldığını ve ayda 25 kuruş kendilerine ödeme yapıldığını
söylemektedir.[617]
Kampın çalışma şartları oldukça
ağırdı. Noel, bayram veya pazar günlerinde esirler çalıştırılmamış olsa dahi bu
günlerde ya kamp işleri yaptırılmış ya da bir gün sonra açık kapatılmaya
çalışılmıştır. 25 Aralık 1918 günü Noel olması sebebiyle Türkler çalışma
kamplarına gönderilmemiş, buna rağmen kamptaki gerekli tüm angarya işler
esirlere yaptırılmıştır. Ayrıca pazar günleri de Türk savaş esirlerine çalışma
zorunluluğu getirilmemiş yalnızca kamptaki günlük işler verilmiştir. Bu
günlerde esirler kampta kalarak çamaşır yıkama ve banyo yapma gibi kamp işleri
yapmak zorunda bırakılmıştır. Örneğin Salamanlı esir kampında 16 Şubat 1919
Pazar günü Türk savaş esirleri için banyo hazırlanmış ve İngiliz personel
tarafından temizlik konusunda teftiş edilmiştir. Kampta esirler bir günlük
izinlerinde dahi serbest bırakılmamıştır.[618]
Kampların çalışma şartları da çok
kötüdür. Esirler sık sık hasta olmakta ve çalışamaz hale gelmektedir.
Çalışamayacak derecede hasta olan esirler o günlerde çalışma kamplarına
gönderilmemiş ve kendi kampında kalmışlardır. Ayrıca kamplarda bulaşıcı
hastalıklarda görülmüştür. Aralık 1918’de ölen esirlerden birisinde tifüs
hastalığı ortaya çıkmış ve tüm Türk esirler madenden çekilmiştir.[619]
Esirlerin hatıratlarına
bakıldığında kamp yönetiminin çalışma şartları konusunda çok acımasız olduğu
görülmektedir. Kamplara yerleştirilen esirlere ancak 15 gün için istirahat izni
verilmiş, hemen bu sürenin ardından esirler çeşitli yerlerde çalıştırılmaya
gönderilmiştir. Tüm esirler sabah 05.00’te içtimaca kaldırılıyor, 2 saatlik
yoklama ve kahvaltı ardından 07.00’de iş başı yaptırılıyordu. Esirler
iskelelerde, şoselerde ve fabrikalarda çalıştırılmaktaydı. Bir çalışma kampında
iş biter ise esirler, yeni gruplar oluşturularak bir başka kampa sevk
edilmekteydi. Selanik kamplarında her esir mutlaka bir işte çalıştırılmıştı.
Kamplarda çalışmayan esirlere Dudular esir kampında olduğu gibi hayvan da
baktırıldığı olmuştur.[620]
Selanik kamplarını ziyaret eden
Kızılhaç heyeti de yazdıkları raporlarında esirlerin çalıştırılması konusuna
yer vermiştir. Heyete göre Dudular kampında işçi sayısı az olduğu için esirlere
zaman geçirmeleri için çeşitli işler verilmiştir. Bu kampta çalışma saatleri
sabah 08.00-12.00, öğleden sonra ise 14.00-17.00 arasındadır. Kampta Macarlar
cephaneleri taşımak için kullanılmıştır. Türkler ise paketleme için kullanılmış
ve erzakların götürülme ve taşınma ile sorumlu tutulmuştur. Aldıkları maaş
saatliğine on kuruştur. İngiliz subaylar Osmanlı esirlerinin bütün yaptıkları
işlerden övgü ile bahsetmektedirler.[621]
Karaissi esir kampında da Dudular
esir kampında olduğu gibi esirler çalıştıkları her saat için 10 kuruş maaş
almışlardır. Sağlık personeli İngiliz askerleri de aynı maaşı almaktaydı.
Oduncu, terzi, ayakkabıcı ve diğer iş yapan kişiler de aynı maaşı alıp
çalışmaktaydı. Tarlalarda çalışan kişilere yalnızca bunun yarısı verilmekteydi.
Her esirin çalışma saati günlük sekiz saat olup hafta bir gün izni vardı.[622]
Ayakkabıcılar ve terziler kampta elbise ve ayakkabı tamiri yapmaktaydılar. 100
Bulgar esir hastane deposunda çalışmaktaydı. /3 esir de oduncu olduklarından
her zaman yapacak iş bulabilmekteydiler.[623]
Kalamaria esir kampında iş
saatleri her esir için aynıdır. Esirler sabah 08.00’den öğlen 12.00’ye kadar ve
öğleden sonra saat 14.00’den 17.00’ye kadar çalışmak zorundadır. Pazar günleri
ise esirler kampta dinlenebilmişler ve okumaları için kitap ve dergi
alabilmişlerdir.[624]
1917’nin sonundan itibaren Yunanistan’da
görevlendirilen ve eskort memuru olarak vazife yapan Borgonon, Langevuk’tan
Stavros’a giden hafif demiryolu inşasında çok yararlı bir şekilde istihdam
edilen 900 Türk savaş esiri bulunduğunu söylemektedir. Esirler, yüksek ücret
oranları düşünüldüğünde çok iyi çalışmaktadır. Günde yaklaşık 4 drahmiye eşit
bir ücret almaktadırlar. Çok iyi beslenmekte ve genel olarak çok iyi
bakılmaktadır. Esirler kamplarda 4 ya da 5 kişilik bir silahlı eskort ile
yaklaşık 50 kişilik gruplar halinde çalışmışlardır. Borgonon’ın görevi
esirlerin yaptıkları işleri denetlemek ve muhafızların esirleri izleyip
izlemediğini kontrol etmektir. Esirlerin çalıştıkları alan yaklaşık 10 mil
karelik bir sahaya yayılmıştır.[625]
Çalışma
kampına çalıştırmak için getirilen esirlerden bazıları demiryolu inşaatının
askeri bir yapıya sahip olduğunu ileri sürerek işe gitmeyi reddetmiştir.
Komutanlar, esirlerin çadırlarını yıkarak esirleri gece yarısı barınaksız
bırakma ile cezalandırma yolunu denemişler fakat ertesi gün esirler hala
çalışmamakta ısrar etmişlerdir. Bu yüzden ekmek istihkakları kesilmiştir. Bir
gün sonra sularının kesileceği söylendiğinde esirler grevi bitirmiştir.
Direnişin son bulmasında Türklerin suya düşkün olması önemli bir ekten olmuş ve
bu yüzden hepsi sabah çalışmaya başlamışlar ve yönetime sıkıntı
çıkarmamışlardır.[626]
1.1.5
Malta
Esir Kampında Esirlerin Çalıştırılması
3.6
Esir
Kamplarında Esirlerin Mallarına El Konulması
Kampara
getirilen esirlerin kampa girişte üstleri ayrıntılı bir şekilde aranmış ve tüm
değerli eşya, mal ve paralarına el konulmuştur. El konulan eşya ve paralar için
esirlere makbuz verilmiştir. Esirler ihtiyaçları halinde bu paradan
kullanabilmişlerdir. Çoğu zaman ise bu kural işlememiş, esirlerden alınan
paralar esaret sonrasına kendilerine verilmemiştir. Bazen esirlerden makbuzlar
değişik sebeple alınmış ve esirler herhangi bir hak iddia edememiştir. Bazı
esirler esaret sonra evlerine döndüklerinde bu eşyalarının ve paralarının
peşine düşmüş ve yetkili kurumlara başvuruda bulunmuştur. Özellikle bazı
İngiliz askerleri cephede esirleri ilk ele geçirdiklerinde esirlerin ellerinden
değerli eşyalarını hediye diyerek almışlar ve Türk esirleri bu duruma karşı
koyamamıştır.
3.6.1
Mısır Esir
Kamplarında Esirlerin Mallarına El Konulması
İngilizler
tarafından Mısır esir kamplarına getirdikleri esirlerin kampa ilk girişte
üstleri aranmış ve ne kadar değerli şahsi eşyası varsa el koymuştur. Esaret
sonrası geri verileceği söylenen eşyalarına karşılık kendilerine bir makbuz
verilmiştir. Mısır’da neredeyse tüm kamplarda geçerli olan bu uygulamanın
gerçek olduğunu Kızılhaç heyeti raporlarında da yalanlanmamaktadır. Hatta
raporda Kahire Kalesi esir kampında esirlerin çoğunun, kampa getirildikleri
zaman üzerlerinde yüklü miktarlarda paraları olduğu, diğer kamplardan farklı
olarak sadece bu kampta esirlerin paralarına en konulmadığı ve esirlere
bırakıldığı yazılmıştır.1423 [627]
Kızılhaç raporları dahil olmak üzere Genelkurmay ATASE Arşivi, Osmanlı Arşivi
ve hatıratlarda el konulan para ve değerli eşyalar ile ilgili çok sayıda belge
bulunmaktadır. Örneğin Başhekim Kadri Bey’in Kızılhaç Arşivinde yer alan
belgeler arasındaki raporunda İngilizlerin Cenevre Antlaşmasının 9. ve 12. maddelerine
riayet etmedikleri ve doktorlara hakaret edildiği ve eşyalarına da el konulduğu
anlatılmıştır.[628]
Genelkurmay
ATASE Arşivinde yer alan askerlerin esaret sonrası verdikleri ifadelerinde en
çok şikâyet ettikleri konulardan birisi kampa girişte para yüzük, tabaka ve
buna benzer tüm kıymetli eşyalarına İngilizler tarafından geri verilmek üzerine
el konulmuş fakat bir daha iade edilmemiştir. Konya Erkan-ı Harbiyesi Şubesi
İkinci Ordu Müfettişliğinden 9 Ağustos 1919 tarihinde Harbiye Nezaretine
gönderilen raporda Tel EL-Kebir esir kampında gözleri kör edilen üç ama esire
ait on üç adet sim-i mecdiyeye sevk sırasında esaret sonrası iade olunacak
bahanesiyle İngilizler tarafından el konulmuştur. Esaret sonrası elinde el
konulan mallara ait makbuzu olmasına rağmen 13 mecidiye gümüş para sahibine
iade edilmemiştir.[629]
Tel El-Kebir esir kampında iken maluliyetlerine sebebiyle geri dönen üç
asker ifadelerinde gözleri sebebiyle Kantara hastanesine götürülecekleri vakit
İngilizlerin
tüm esirlerin paralarına el koyduklarını
ve kendilerine bir senet verdiklerini söylemiştir. Esirlerin terhis
edeceklerine yakın paraları iade edileceğini gerekçesiyle mühürlü senetleri
geri alınmış, yerine mühürsüz senetler verilmiştir.[630]
Bu askerlerden bir diğeri Balıkesirli hesap memur yardımcısının Hicaz’da “Kahire’ye”
diye adlandırılan lambasını alınmış ve iade edilmemiştir.[631]
İki gözü kör edilen Boyabad
kazasının İspirli köyünden Ali oğlu Fehmi parasını kaptırmamayı başarmış fakat
para bulmak amacıyla esirlerin parasının nasıl detaylı bir şekilde arandığına
dair bilgiler vermiştir. Diğer esirlerden farklı olarak parasını iyi
saklayabildiği için muayene sırasından parası bulamamış ve alınamamıştır. Fakat
arkadaşlarından parası olanların tüm parası alınmışlardır. Esirlere ait parayı
bulmak için ağzına baktıkları gibi esirlerin makatları da parmakları sokularak
aranmıştır.[632]
Mısır’da esarette iken paralarına
el konulan bir diğer asker 20 Ağustos 1918 tarihinde İngiliz ordusuna esir
düşmen Osmanlı 7. Fırka sertabibi Binbaşı Abdullah Tevfik’dir. Abdullah Tevfik
29 Eylül 1918’de Nil Nehri'nin batı yakasında ve Kahire’nin yaklaşık 20 km
güneybatısında esirlere mahsus Gize Hastanesinde tedavi altına alınmış burada
üzerindeki para ve değerli eşyalara el konulmuştur. 10 Kasım 1918’de Seydi
Beşir esir karargâhından İstanbul’a sevk olunan Binbaşı Abdullah Tevfik Efendi
hastanede el konulan parası ile ilgili bir dilekçe vermiştir. Verdiği dilekçede
Gize hastanesinde bulunduğu sırada üzerindeki 28 Osmanlı altını ile 35 Osmanlı
yüzlük banknotunun hastane kasasına teslim edilmek üzerine alındığını ve
karşılığında makbuz verildiği yazmıştır. Gerek tedavisi sonrası hastaneden
gerekse İstanbul’a döndüğünde yetkililerden parasını istemiş ise de kendisine
verilmemiştir. Esirin durumu İngiliz İrtibat Zabiti Yarbayı Crawford’a
bildirilmiş ise de kendisi İngilizce makbuzun aslını görmek istemiştir.[633]
Seydi Beşir esir kampının esaret
şartlarını anlatan bir esir de Yedek Subay Mülâzımısâni Tevfik Efendi’dir.
Tevfik Efendi’nin ifadesine göre esir oldukları zaman ellerinde bulunan Osmanlı
altın paraları alınarak dönüşlerinde ellerine Mısır banknotu verilmiş ve bunun
için de birçok defalar aşağılanmışlardır.[634]
Esirlerin Mısır esir kamplarında
çektikleri sıkıntıların yanı sıra değerli eşyalarının ellerinden alınmasını göz
önüne seren bir başka belge Kızılhaç Arşivindedir. Kamplarda Türk doktorlarının
sandıkları kırılmış ve eşyalarına el konulmuştur. Hicaz Sıhhiye Hekimi Binbaşı
Faik Fikret’in raporunda esir alınan Türk hekim subaylarına reva görülen
davranış şu şekilde anlatılmaktadır:[635]
“Süveyş’te, açık bir kampta
(Sıhhiye Ofisi) sandıklar kırıldı ve içindekiler yağma edildi. Kumaş parçaları,
mercan teşbihler, gümüş kaplamalı kamçılar, halı gibi özel eşyalarımıza el
konuldu. Selanik’teyken makbuz karşılığında, Mısır’a sürgün gönderilen aileme
ulaştırılması için Marsh Pier Bölgesi komutanlığına 34,5 Mısır lirası teslim
ettim. Bu meblağdan 16,5 lira aileme teslim edilmedi. Bana ise postada
kaybolduğu söylendi. Marsh Pier Bölgesi Komutanlığına başvurmamam için bendeki
makbuza el koydular.”
Cidde hastanesinde doktor olarak
görev yaparken iken esir düşen ve ilk kafilede yurda dönen bir binbaşının
verdiği ifadede Kahire’de iskân edildikleri Mehmed Ali Paşa Kışlasında tutulan
subay ve memurların aile ve çocuklarından bahsetmektedir. Çöl ortasındaki subay
karargâhının yatak takımları çok kötü olup sandalye ve masadan fazlasını
vermekten imtina etmektedirler. Subaylara gösterilen muamelenin medenî bir
Hükûmete layık olmayacak bir tarzda bulunduğu yazılı olarak heyete bildirilmiştir.[636]
İngiliz askeri yetkilileri
tarafından malul esir kabul edilerek Türkiye’ye iade edilen Gelibolu Seyyar
Jandarma Taburundan Abdürrahim, bu kampta kalırken gördüklerini esaret sonrası
verdiği ifadesinde anlatmıştır. Mehmed Ali Paşa Kalesi eski tarzda yapılmış
güneş görmez hava almaz her tarafı tellerle kapalı ancak elli kadar esiri
alabilecek üç dört odadan ibaret bir yerdir. Odalarda 10 ile 15 kadar esir
subay bulunmakta olup esirler hurma dallarından yapılmış sebze veya meyve
sepetlerine benzeyen 30 santimetre yüksekliğinde birtakım karyolalarda
yatmaktadır. General Townshend Kûtu’l-Amâre’de esir düşmesinin ardından derhal
hurma dallarından yapılmış karyolalar alınarak İngiliz askerlerinin yatmakta
oldukları portatif demir karyolalar Türk esirlere verilmiştir. Bir insanın
yaşamaması gereken kale burçları içinde esirler bir sene yaşamaya mecbur
bırakılmıştır. Burçların güneş görmeyen odaları her daim rutubet içindedir ve
bu odalarda kalan esirler romatizma illetine yakalanmışlardır. İngiliz doktorlarına
müracaat edilmesine rağmen hastalığa önem verilmeyerek romatizmanın askeri bir
hastalık olduğunu ifade etmişlerdir. Dört sene boyunca çekmek zorunda kaldığı
hemoroit (kronik konstipasyon), kalp ve mide iltihabı hastalıkları kronik bir
hale gelmiş ve dayanılmaz olmuştur. Mehmed Ali Paşa Kalesi’nde esirlerin 24
saat zarfında aralıklarla bir saat hava almak üzere muhafızların kontrolü
altında kale içinde 30 ile 40 metre tel örgüsüyle kapatılmış bir alanda
gezmelerine izin verilmiştir. Dışarıda nöbetçiler olduğu gibi iç koridorda da
nöbetçiler geceli gündüzlü nöbet tutmaktadır. Sıkıcı ve ezici olan bu hayattan
bir sene sonra esirler kalenin arka tarafından pencereleri kapalı Sudan’a giden
bir tren ile süngülü askerlerin arasında Seydi Beşir esir kampına
gönderilmiştir.[637]
Teğmen Ahmed Rıfat Efendi de
esarette yaşadıklarını 3 Nisan 1919 tarihinde verdiği ifadesinde anlatmıştır.
Kahire’de bir sene boyunca aralıksız olarak Mehmed Ali Paşa Kalesi’nde teller
ile kapalı yalnız avlusunu gören bir binada hapis hayatı yaşamıştır. Bu müddet
zarfında İngilizler esirleri dört beş defa sıhhiye otomobilleriyle kimse ile
görüştürmeden ve otomobilden indirilmeden şehrin dışında gezdirmişlerdir. Bu
gezdirmeler de ancak üç beş defa o da yedi ayda bir kere olmuştur. Oturdukları
bina son derece küçüktür ve esirler içeride sıkışmış bir şekilde yaşamak
zorundadır. Oysaki Kahire sokaklarında Türklerin İngiliz esirlere son derece
iyi muamele yaptığı konuşulmaktadır. Bu baskıdan kurtulmak için defalarca
müracaatta bulunulmuş nihayet esirler İskenderiye civarında ve sahildeki etrafı
dört metre genişliğinde tel örgüsüyle kapalı Seydi Beşir’e nakletmişlerdir.[638]
Mısır’daki Kahire Kalesi esir
kampı sadece Kızılhaç yetkilileri tarafından değil Amerika konsolosu tarafından
da değişik zamanlarda ziyaret edilmiştir. 1915’de Mısır Konsolosu Olney Arnold
İstanbul Amerika Büyükelçisi Henry Morgenthau’a Osmanlı Hükûmetine ulaştırılmak
üzere Mısır’da savaş esiri Türk subaylarına ve vatandaşlarına uygulanan
muameleye ilişkin ziyaretlerini içeren raporlar göndermiştir. Citadel’deki Türk
savaş esiri subaylardan sorumlu Yüzbaşı Louis Egerton’ın davetiyle söz konusu
Türk subayların odaları 7 Temmuz’da teftiş edilmiş ve esaretleri süresince
rahatlarının sağlanması için yapılan düzenlemelerden çok etkilendiğini
yazmıştır. Citadel’deki İngiliz subaylara sağlanan yiyecek miktarı, Türk
subaylara da verilmektedir. Her birinin yorgan, döşek ve olan kişisel yatakları
mevcuttur. Esirlere özel bir cami sağlanmış ve kendi imamlarının hizmetinden
faydalanmışlardır. Olney Arnold raporunda Maadi esir kampı sonrası Kahire
Kalesi’ndeki koğuşlarında yaptığı incelemelerden bahsetmektedir. 48 esirden
6’sı şehirde otomobil ile motor gezintisine çıktıklarından kampta
bulunamamıştır. Kalan subaylarla görüşülmüş ve mükemmel durumda olan
odalarından, yemeklerinden ve İngiliz askeri yetkililerin davranış tarzlarından
son derce memnun olduklarını tespit edilmiştir. Kendilerinin heyetten talep
ettikleri tek şey ise şehir gezileri konusunda daha fazla özgürlük olmasıdır.
Türk subayların bazıları Kahire’deki hayvanat bahçesine motor gezintisine
çıkarılmıştır. Yunanca konuşabilen biri pek uygulanabilir olmasa da her gün
oraya gitmek istediğini söylemiştir. Masa örtüleri, peçeteler ve gümüş kaplama
bıçaklar, çatallar ve kaşıkların düzenli oldukları görülmüştür. Yemek odasının
düzenine baktıktan sonra esirlerin İngiliz askerlerle birlikte futbol oyunları
izlenmiştir. Türk subaylar ile nöbetçiler arasında en güzel duyguların hüküm
sürdüğü görülmektedir. Hatta aralarındaki ilişkinin daha fazla geliştirilmesi
neredeyse imkânsızdır. Kahire’de hava mevsimine göre olağan, geceleri ve
sabahları oldukça serindir. Türk subayların giydikleri kıyafetler
incelendiğinde bu kıyafetlerin esirleri yeterince sıcak tutmak için kalın ve
rahat olduğu görülmüştür. Tütün ile ilgili bir araştırma yapılmış ve Kızılayın
ve özel şahısların esirleri tütün malzemeleri konusunda eksik bırakmadıklarını
tespit edilmiştir. Raporun sonunda da Türkiye’deki İngiliz esirlere de
karşılıklılık ilkesi gereğince aynı muamelenin uygulanması istenmiştir.[639]
Şira konsolos vekili olup esir
bulunduğu Mısır’dan dönen Süleyman Bey’in gerek esaret sırasında gerekse yurda
geri dönüşü sırasında vuku bulan duydukları ve gördüklerine dair yazdığı 23
Kasım 1917 tarihiyle Hariciye Nezaretine sunulan raporunda bu kampta kalan ve
sefalet içinde yaşamaya mahkûm edilen kadın ve 1435 çocuklardan
bahsetmektedir. Süleyman Bey kendisi Seydi Beşir esir karargâhında kalırken
ailesi Kahire’de bulunan kadınlar için yapılan esir karargâhına sevk
edilmiştir. Esir karargâhında dört ay kaldıktan sonra Süleyman Bey ve ailesi
İskenderiye civarında bir eve götürmüştür. Esirlerin eşleri ve çocuklarının
oradaki tel örgülerin içinde sefalet içinde barındırılmaması Bern
Konferansı’nda da gündeme gelmiştir. Kahire’deki kadın esirlerin halleri daha
da fenadır ki bunlara ne para ve ne de erzak verilmektedir. Verilen yemekler
gayet az ve çok kötüdür. Bu hâle bir çözüm bulmak için Osmanlı Hükûmetinden
yardım beklenmektedir.1436 [640]
Kamplara girişte veya girildikten
sonra esirlerin ellerindeki tüm eşyalara geri verilmek üzere el konulduğu fakat
esaret sonrası türlü bahaneler ile bu eşyalar esirlere geri verilmediğine dair
belgelere Osmanlı Arşivinde de rastlanmaktadır. Şam’da 1 Ekim 1918 tarihinde
İngilizler tarafından esir edilerek Seydi Beşir esir karargâhında getirilen
Üsteğmen Ahmed Necib Efendi eşyalarına el konulan esirlerden sadece birisidir.
Garnizona girişinde elinden 120 adet Osmanlı altın lira ile 14 adet sim
mecidiyesi alınmış ve geri dönüş sırasında kendisine iade edilmemiştir. Ahmed
Necib’in el konulan paralarının iadesi başvurusu Osmanlı Hükûmetinin borcuna
karşılık mahsup edildiği söylenerek reddedilmiştir. Esirin parasına el
koyanların Kampın Genel Komutanı Albay Coates ile Seydi Beşir ikinci üsera
zabitan kamp kumandanı Mr. Argel oldukları sonradan anlaşılmıştır. Oysaki
Osmanlı Hükûmeti ellerinde bulunan İngiliz esirlerinin iadeleri sırasında tüm
eşyalarını ve mevduatlarını eksiksiz iade ettiğini İngiltere Hükûmetine
bildirmiştir.[641]
Kamplarda veya hastanelerde
tedavi altında bulunurken eşya ve paralarına el konulan bir diğer esir Filistin
Cephesi’nde İngilizler tarafından esir edilerek Seydi Beşir esir karargâhına
gönderilen ve Bern İtilafnamesi gereği İstanbul’a iade edilen 22. Kolordu
Baştabibi Yarbay Ali Osman Bey’dir. Harbiye Nezareti Üsera Muamelat Şubesinden
Hariciye Nezaretine gönderilen yazıda hem kampa girişinde hem de hastaneye sevk
edildiğinde Ali Osman Bey’in eşya ve paralarına el konulmuştur. Tedavisi için
Kahire’de İngiliz Hastanesine sevk edilen Ali Osman Bey hastaneye girişinde
üzerinde mevcut bir adet Osmanlı altını ve 80,5 adet yüzlük Osmanlı evrâk- ı
nakdiyesi ile 2195 kuruşluk muhtelif evrâk-ı nakdiyesi hastanenin 217 numaralı
makbuzu mukabilinde teslim alınmış ve hastaneden çıkışında Seydi Beşir’e
gönderilmiştir. Buna rağmen esaret sonrası yurda dönüşünde kendisine iade
edilmediği söylemiştir. Yapılan tahkikatta yukarıda miktarı belirtilen mevduat
önce 23 Aralık 1918 tarihinde Mısır Sefer Kuvvetleri Erkân-ı Harbiyesi
tarafından Londra Üsera istihbarat Şubesi Müdüriyetine gönderildiği
bildirilmiştir. Osmanlı Devleti Hariciye Nezaretinin tüm çabalarına rağmen
herhangi bir sonuç alınamamıştır.1438 [642]
İngilizler Mısır esir kamplarına
getirdikleri esirlerin üstlerini detaylı bir şekilde aramış, tüm eşyalarına
esaret sonunda verilmek üzere el koymuş ve aldıkları eşyalara karşılık esirlere
bir belge takdim edilmiştir. Harbiye Nezareti Üsera Muamelat Şubesinden
Hariciye Nezaretine gönderilen tezkere Nablus’da İngilizler tarafından esir
edilen 72. Alay 2. Tabur askerlerinden olup Seydişehir kazasının Yenice
köyünden Yusuf oğlu Süleyman’ın sevk olunduğu esir karargâhında yanında bulunan
30 adet mecidiye ile 3 adet yüzer kuruşluk varaka-i nakdiyesine koruma amacıyla
el konulduğundan bahsetmektedir. Adı geçen esir malul esirler ile beraber
serbest bırakılmış buna rağmen kendisinden alınan değerli eşyalar savaş sonrası
İngiltere’den talep edilmesine rağmen iade edilmemiştir.[643]
Bağdatlı Kâzım Efendi esir
kamplarında eşyalarına ve nakdine el konulan bir başka esirdir. Mısır esir
kamplarında esaret günlerini geçirmiş jandarma yüzbaşılığından emekli Kâzım
Efendi esaret sonrası kimsesiz kalarak hastalanmış ve hayatın son günlerini
Darülacezede geçirmek zorunda kalmıştır. Mısır’da esareti sırasında elinden alınan
altın sikkelerine karşılık kendisine bir makbuz verilmiştir. Sikkeleri elinden
alınan ve iade edilmeyen Kazım Efendi ömrünün son günlerini sefalet içinde
geçirmiştir.[644]
Eşyalarına el konulan bir diğer
esir Karesi vilayetinin Gönen kazasının Reşadiye mahallesinden Hasanoğlu
Ahmed’dir. 9 Ağustos 1925 tarihinde Hariciye Vekâletinden İngiltere Hükûmetine
gönderilen yazıda Hasan oğlu Ahmed’nin el konulan paralarından ve kendisine
verilen çekten bahsedilmektedir. Esire ait biri / lira 75, diğeri 8 lira 60 kuruş
olup toplamda 77 lira 35 kuruş (evrak-ı nakdiye) değerinde çekin ödenmesi
İngiltere Hükûmetinden talep olunmuştur. İngiliz Elçiliğinden gelen 17 Ağustos
1925 tarihli cevap yazısında 77 lira 35 kuruşluk çekin savaş esirlerinden
Hasanoğlu Ahmed’e ait olduğu kabul edilmiş ise de esir hakkında yeterli bilgi
olmadığı gerekçesiyle istek reddedilmiştir. Parayı iade etmek istemeyen
İngiltere, esirin hangi tarihte, nerede ve ne suretle esir edildiğini, esaret
altında iken vefat edip etmediğini, aslen nereli olduğunu ve asker künyesinin
gönderilmesini Türk tarafından istemiştir. Ayrıca kişinin hayatta olup olmadığı
sorulmuştur. 29 Ağustos 1925 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Hariciye Nezareti
istenen bilgileri göndermiş ve esire ait para tekrar talep etmiştir. Osmanlı
Hükûmetinin kişinin künyesine dair gönderdiği belgede adı geçen kişinin 41.
Fırkada, 1885 doğumlu olup esir karargâhında 50918 numaraya sahip bir nefer
olduğu yazmaktadır. Bu bilgilendirme üzerine İngiltere Hükûmeti talep edilen
çeki Osmanlı Devleti’ne 15 Eylül 1925 tarihli yazı ile iletmiş ve adı geçen
miktar esirin memleketi Karesi vilayetine ulaştırılmıştır.[645]
Esaret altında iken evrâk-ı
nakdiye ve paralarına el konulan bir diğer kişi Kastamonu Seyyar Frengi Tabibi
Mehmed Rüşdü Bey’dir. Filistin Cephesi’nde 7. Fırka Sıhhiye Bölüğü Baştabiplik
Vekâletinde görevli Mehmed Rüşdü Bey’in Mısır Sina subay esir karargâhında
alınmış olan para ve evrâk-ı nakdiyesinin iade edilmemesi üzerine söz konusu
paranın talebini Hariciye Nezareti İsveç Elçiliği aracılığıyla İngiltere
Hükûmetine bildirmiştir. Londra’nın İsveç Elçiliği, İngiltere otoritelerinden
aldığı Türkiye ile barış antlaşması imzalanmadan bu iadenin yapılamayacağı
bilgisini Osmanlı Hükûmetine 21 Mayıs 1919’da bildirmiştir.[646]
Harbiye Nezareti Üsera Muamelat
Şubesinden Hariciye Nezaretine gönderilen tezkere 8. Ordu Nokta Ambarı
askerlerinden olup Sina Cephesi’nde İngilizlere esir düşen ve Mısır’da esaret
hayatını yaşamış ve esaret sonrası da Maçka
hastanesinde
bir süre tedavi görmüş Çolakoğullarından Bekir oğlu Süleyman’dan
bahsetmektedir. 113 gümüş mecidiyesinin ve 285 1/2
yüzlük Osmanlı evrak-ı
nakliyesinin 12675 numaralı
makbuz mukabilinde alındığını söyleyen Ankara vilayetinin Kalecik kazası Evcek
köyünden Bekir oğlu Süleyman İngiltere Hükûmetinden paralarının iadesi için
Harbiye Nezaretine başvurmuştur.1443 [647]
Pek çok esir arkadaşlarından
aldığı, çaldığı veya bir başka yol ile elde ettiği parayı kampa girişte kamp
komutanına teslim ederken kendi parası olarak kaydettirmiştir. Bazen durum
anlaşılmış ve gereği yapılarak para gerçek sahibine verilmiştir. İstanbul
İngiliz Yüksek Komiserliğine 8 Temmuz 1921’de gelen yazıda Mehmed Nuri Efendi
tarafından esir iken Mısır’da İngilizlere verilen 100 liranın aslında Kadet
Agopyan adlı şahsa ait olduğu ve kendisine verildiği yazılıdır. Mehmed Nuri
Efendi’nin hak iddia ettiği bir miktar parayla ilgili yapılan soruşturmalar
sonucunda Osmanlı esirlerinden 3. Kolorduya mensup 3. Nakliye Katarı Tabur
Kâtibi Mehmed Nuri Efendinin Mısır’da İngiliz memurlarına verdiği elindeki 100
poundluk paranın aslında gerçek sahibinin Cevded Hagopian (Kadet Agopyan)
olduğu ortaya çıkmıştır. Kadet Agopyan olduğu belirtilmiştir.[648]
Nakliyat Umum Müdürlüğü 4. Şube
Alay Kâtibi İbrahim Edhem Efendi’nin esarette geçirdiği günlere dair Türkiye
Büyük Millet Meclisine verdiği dilekçesinde Kuveysna esir kampında getirilişini
ve burada geçen hayatını anlatırken paralarına diğer esirlerden farklı olarak
nasıl el konulduğunu anlatmaktadır. Birinci Dünya Savaşı’nın dördüncü senesinde
19 Eylül 1918’de Filistin’in Cenit kazasında İngiliz ordusuna düşen İbrahim
Edhem esir düşen sırasında nakitlerini ve önemli eşyalarını bir arkadaşına
teslim ederek kaçmasını söylemiştir. Buna rağmen arkadaşı da kısa süre sonra
yakalanmış ve 17 gün sonra Kantara esir karargâhına getirilmiştir. Arkadaşı
parasının akıbetini soran İbrahim Edhem’e bir İngiliz subayı tarafından
parasının zorla gasp edildiğini söylemiştir. Arkadaşından ayrılmak istememiş ve
onu takip ederek Kantara’dan Kuveysna esir kampına kadar beraber gitmiştir. Kampa
girmeden önce kamp komutanı tarafından Türk subay ve askerler üzerlerinde nakit
ve para olarak ne varsa görevlilere teslim edilmesi istenmiştir. Paraların
teslimi durumunda kasalarda saklanacağı söylenmiş, aksi takdirde İngiltere
Hükûmetinin en şiddetli kanunlarına göre cezalandırılacakları yönünde
uyarılmışlardır. İbrahim Edhem’in baştan beri paralarını teslim ettiği çavuş
arkadaşından neden ayrılmadığı burada ortaya çıkmıştır. Arkadaşı İbrahim
Edehem’den uzaklaşmaya çalışmakta ve paraları yalnız teslim etmeyi
arzulamaktadır. İbrahim Edhem ise bu işten kuşkulanmaktadır. Her daim İbrahim
Edhem’den ayrılmak isteyen Çavuş Ali Rıza Efendi paraları teslim ederken
başından beri şüphelenen İbrahim Bey teslim edeceği parayı sormuştur. Çavuş Ali
Rıza Efendi İngiliz subayı tarafından gasp edildi dediği arkadaşının parasını
kendi parası gibi kuruşu kuruşuna kendi namına kaydettirtmiştir. İbrahim Edhem
Bey’in tüm itirazına rağmen bu para Çavuş Ali Rıza adına kaydedilmiş ve İbrahim
Edhem herhangi bir hak iddia edememiştir. Uzun süren ısrarlı başvurusu üzerine
kendisinden alınan paraları yönetime kabul ettirtmiş ve paralarını kendi
üzerine geçirebilmiştir. 8 Ocak 1919’da Kuveysna’dan İstanbul’a dönmüş ve
parasının kendisine verilmesi için Harbiye Nezaretine başvurmuş fakat paraları
kendisine ödenmemiştir. İngiliz yetkililerine yapılan tüm müracaatlara ve hatta
Kuveysna Garnizon Kumandanlığından paranın ödeneceği söylenmesine rağmen para
ödenmemiştir. 1923 yılına kadar yaptığı tüm başvurular sonuçsuz kalmış ve son
olarak Büyük Millet Meclisine başvurmaya mecbur kalmıştır. Dilekçesinde eğer
İngiltere tarafından paraları gönderilmiş ise kendisine teslimini, eğer
gönderilmemiş ise İstanbul’daki İngiliz temsilcisi vasıtasıyla parasının
miktarını ve cinsini belirterek parasının İngiltere’den istenmesini talep
etmiştir.1446
Tablo
3.13: Kuveysna Kampında Esirlerin El Konulan Eşyaları
Sahibinin
Adı |
Gümüş mecidiye adet |
Osmanlı altını adet |
Banknot Osmanlı lirası
adet |
Kıron adet |
Kuruş |
61 Alay Kumandanı Mialay |
0 |
0 |
0 |
23250 |
75000 |
1446 BOA, HR. İM.,
80/40.
Bahaddin bugün 11 Kolordu Kumandanlığı Ankara |
|
|
|
|
|
61 Alay 1. Tabur Kumandanı Kâtibi Bektaşi Muradın bugün Uşak’ta |
0 |
0 |
0 |
12750 |
41129 |
61. alay 1. Taburun Kumandanı bugün Salihli’de |
0 |
0 |
370 |
- |
37000 |
61. Alay 1. Taburundan Ali İzmir. / İhsan/ Ahmed Efendilerin
Mülazım bugün Ankara’da |
0 |
0 |
310 |
- |
31000 |
61. Alay ve vekili Binbaşı Ali Lütfü bugün Çanakkale’de köy
Ankara |
60 |
50 |
0 |
- |
6200 |
61. Alayın 1. Kumandanı Yüzbaşı Şerafeddin Ali bugün Edirne’de |
100 |
0 |
0 |
- |
2000 |
61. Alay 1. Tabur Kâtibi İbrahim Edhem bugün Ankara’da |
0 |
43 |
510 |
36000 |
247629 |
Yekûn |
160 |
93 |
1190 |
36000 |
- |
6 Temmuz 1923 |
Nakden yüz altmış aded gümüş
mecidiyedir |
Nakden doksan üç aded Osmanlı
altınıdır |
Nakit bin yüz doksan |
Nakit otuz altı bin kuruş |
Nakit iki yüz kırk yedi bin altı yüz
yirmi dokuz |
Kaynak: BOA, HR. İM. 80/40.
27 Aralık 1923 Mersin’de Hanri
Gatenyo Ticarethanesinde 58. Fırka 47. Alay 2. Tabur Süleyman Çavuş’un Türkiye
Cumhuriyeti Dersaadet Hariciye Mümessilliği verdiği dilekçede bulunmaktadır.
Medîne-i Münevvere civarında harp etmekte iken kıtası ile beraber esir olarak
Kahire 4. esir karargâhının getirilen Süleyman Çavuş kendisine verilen emir ile
üzerinde bulunan 180 İngiliz, 120 Osmanlı altını ile 10 gümüş mecidiyeyi makbuz
karşılığında karargâh sandığına teslim etmiştir. Esaretten dönüşünde 21 Ocak
1923 tarihinde Kahire İspanya Konsoloshanesi aracılığıyla gerçekleşen
müracaatına cevaben kendisine verilecek miktarın 975 kuruş Mısır ve 10 gümüş
mecidiye olduğu ve bunun da Dersaadet İngiliz Fevkalade Komiserliği (İngiliz
Yüksek Komiserliği) tarafından daha sonra verileceği söylenmiştir. Bunun
üzerine elindeki belgenin 180 İngiliz, 120 Osmanlı altını, 10 gümüş mecidiyeden
ibaret olduğunu beyan ederek Dersaadet İngiliz Yüksek Komiserliğinden
belirtilen miktarı istemiştir. İngiliz Yüksek Komiserliği de önceki cevabını
tekrar ederek alacağının 975 kuruş Mısır ve 10 mecidiyeden ibaret olduğu ileri
sürmüştür. Makbuz ilmühaberinin fotoğrafına rağmen kendisine elinden alınan
paranın verilmediğini Meclis Başkanlığına bir dilekçe ile bildirmiştir.[649]
Dâhiliye Nezaretinden Hariciye
Nezaretine 27 Mayıs 1919 tarihli yazı Çavuş Mehmed Tevfik’in esarette el
konulan parası hakkında bilgi içermektedir. 7. Fırka, 21. Alay, 2. Taburunun
âmir bir çavuşu iken 19 Eylül 1918 tarihinde Filistin Cephesi’nde esir düşen
Mustafa oğlu Mehmed Tevfik Mısr-ı Cedîd’e ulaştığında üstünde bulunan üç
Osmanlı lirası, sekiz mecidiye ve dört yüz kuruş evrâk-ı nakdiyesinin İngiliz
Özel Komisyonu tarafından alınarak kendisine bir adet makbuz verildiğini
söylemiştir. Adı geçen kişi kendisinden alınan meblağın iadesi için gerekli
başvurularda bulunmuş herhangi bir sonuç alınamamıştır.[650]
Esir kamplarında esirlerin el
konulan para ve değerli eşyalarına dair bilgiler sadece arşiv belgelerinde
değil hatıratlarda da yer almaktadır. Filistin ve Kudüs cephelerinde çarpışmış,
42. Fıkra, 158. Alayda iken Beyrut’ta İngilizlere esir düşen ve Mısır tel
örgülerinde 2 yıl esir yaşayan Biga-Yeniçiftlik köyünden Mustafa Yılmaz’ın
piyade tüfeği atışında almış olduğunu Enver Paşa madalyasına esir iken
İngilizler tarafından el konulmuştur.[651]
Yedek Subay Mehmed esir düştükten
sonra bir hafta Süveyş geçici esir kamplarında kalmış, Salihiye esir
karargâhına gönderilmiş ve dördüncü misafir kampına yerleştirilmiştir.
1.000’den fazla esir ütü yapılan yere götürülmüş, üzerlerindeki tüm elbiseler
çıkartılmış ve tüm eşyalarının ve ayakkabılarının oldukları yere bırakılması
istenmiştir. Edirneli genç bir Ermeni ile 25-30 yaşlarında Afyonkarahisarlı Rum
tercüman esirlere sadece cüzdan ve para ile heyetin karşısına çıkacaklarını ve
teslim edeceklerini eğer sonradan esirler üzerinde herhangi bir para bulunursa
hem el konulacağını hem de şiddetli bir şekilde cezalandırılacaklarını
söylemiştir. Ellerindeki kırbaçlarla esirlerin çıplak vücutlarına vurarak
madeni paraları alınmış ve kendi ceplerine atmışlardır. Türk esirlerin çıplak
vücutları kırbaçlardan simsiyah olmuştur. Esirler ellerinde bulunan madeni
paraları, altın ve gümüş saat ve pırlanta yüzükleri heyetin yanındaki kovalar
doldurmuşlardır. Heyet bir İngiliz subay, çavuş ve birkaç kişiden ibarettir.
İngiliz subayının elinde esirlere sürekli sallanan ucu püsküllü bir kırbaç
vardır. Belli miktardan fazla para olan esirlere sadece 40 kuruş para
bırakılmış gerisi kovaya atılmıştır. Esirlerden alınan paralara karşılık bir
makbuz verilmiş fakat bu gerçeği yansıtmamıştır. 100 madeni para ve daha fazla
olanlara makbuz verilmemiştir. 100 liradan aşağı parası olan esirlere 90-80
madeni paralarına karşılık sadece 10-15 liralık makbuz verilmiştir. Esirlerin
%20-25’nin 100 madeni paradan aşağı parası bulunmaktadır. Esirlerin %70- 75’ine
herhangi bir makbuz verilmemiştir. Tüm altın ve gümüş, madeni paralar 5-6 su
kovasını ağzına kadar doldurmuştur.1449 [652]
Bilbeis esir kampında da hiçbir
askerde para kalamamış tümüne el konulmuştur. Hüseyin Fehmi Genişol’un
anlattığına göre kampa girişte makbuz karşılığı alınan paraların istenildiği
takdirde iade edileceği buna karşılık sevk edilecek askerler arasından
çıkarılacağı söylentisi söylenti çıkmış, bu söylentiden sonra el konulan
paraları esirler istemekten çekinmiştir.[653]
İbrahim Arıkan da esirlerin
üzerindeki paraların bulunması için nasıl bir muameleye tabi tutulduklarını
anılarında anlatmıştır. Esirlerden burada saçları ve hatta ağzı dahi aranarak
paraları alınmış, kantinde harcanmak üzere bilet şeklinde kuponlar verilmiştir.
50 liraya kadar olan paraya karşı bilet verilmiştir. Daha üstü paralar için
yüzlerce ve binlerce lira bir askerde bulunamayacağı, bu paranın Türk ordusunun
kasasından çalındığı ve Türk ordusunun parasının gerçekte İngilizlere ait olduğu
gerekçesiyle kayıtsız olarak bu paralara el konulmuştur.[654]
3.6.2
Hindistan
ve Burma Esir Kamplarında Esirlerin Mallarına El Konulması
3.6.3
Kıbrıs
Esir Kampında Esirlerin Mallarına El Konulması
3.6.4
Selanik
Esir Kamplarında Esirlerin Mallarına El Konulması
Diğer tüm
esir kamplarında olduğu gibi bu esir kampında da değişik bahaneler ile
esirlerin ellerindeki paralar ve değerli eşyalar geri verileceği söylenerek
zorla alınmıştır. İngilizler el koydukları para ve değerli eşyaları esaret sonrası
pek geri vermeye yanaşmamış, değişik sebepler ile oyalamaya başvurmuştur.
Örneğin Selanik’te esir olarak bulunmuş ve maluliyetleri dolayısıyla
memleketine iade edilmiş esirlerden Çorumlu Mustafa Onbaşı ile Antepli Çavuş
Zekeriya’nın İngilizler tarafından alınmış olan paraları, saatleri ve altın
yüzüklerinin iade edilmesi Harbiye Nezareti tarafından İngiliz Yüksek
Komiserliğinden 23 Mayıs 1919’da istenmiştir. İstanbul İngiliz Yüksek
Komiserliği ise 30 Ağustos 1919 tarihinde bu talebe cevap vermiş ve adı geçen
kişilerin Yüksek Komiserliğe müracaatları gerektiğini söylenmiştir. İngiliz
Yüksek Komiserliği bu kişilerin bilgilerinin detaylı olmadığını, esaret ve
hüviyet numaralarının yazılı bir şekilde Komiserlikten tekrar istenmesini
belirterek para ve değerli eşyaların geri verilmesine yanaşmamıştır.[655]
Hicaz
Sıhhiye Hekimi Binbaşı Faik Fikret, yazdığı raporunda Selanik kampında el
konulan parasından bahsetmektedir. Selanik esir kampından Mısır esir kampına
nakledilen Faik Fikret’in Süveyş’te, kampın sıhhiye ofisinde sandıkları
kırılmış ve içindekiler yağma edilmiştir. Selanik’teyken makbuz karşılığında,
Mısır’a sürgün gönderilen ailesine ulaştırılması için MarchePier Bölgesi
Komutanlığında 34,5 Mısır lirasına el konulmuştur. Bu meblağdan 16,5 lira
ailesine teslim edilmemiştir. Kendisine postada kaybolduğu söylenmiştir. Marche
Pierre Bölge Komutanlığına başvurmaması için elindeki makbuzuna da el
konulmuştur.[656]
3.6.5
Malta
Esir Kampında Esirlerin Mallarına El Konulması
İngilizlerin
esirleri ilk teslim aldığında ya da esir karargâhlarına getirdiğinde esirlerin
üzerindeki değerli eşyalara ve evraklara el koyduğu bilinen bir gerçektir ve bu
durum Malta esir kamplarında da değişmemiştir. Erkân-ı Harbiye-i Umumiye
Dairesinden İkinci Şubesine 28 Eylül 1919 tarihinde giden bir yazıda Ağır Topçu
Yüzbaşısı Mehmed Rıza Bey’in Malta dönüşü esaret günlerine dair ifadesi
bulunmaktadır. Mehmed Rıza tarihi konusunda pek kesin konuşamasa da Port
Said’den Malta’ya Ocak 1919 tarihinde İngilizlerin denizaltısı takibinde
görevli Alifi adındaki bir harp gemisiyle gelmiştir. Verdala esir karargâhında
6 gün kadar misafir edilmiştir. Karargâh kumandan yaveri aldığı emir üzerine
eşyalarını ve üzerini arayarak üzerindeki özel yazıyı, evrakı, kitapları, not
defteri ve Fahrettin Paşa’nın vermiş olduğu iki resmî kapalı zarfı almış,
karşılığında da eline 14 Ocak 1919 tarihli bir vesika ve makbuz vermiştir.
Takriben Nisan 1919’da Fahrettin Paşa’nın iki zarfı hariç evrak, kitaplar, özel
yazışmalar ve not defteri siyah bir el çantası içinde Mütareke komisyonu
vasıtasıyla iade edilmiştir. Mektup postası çantasına konulan Albay Galib
Bey’in parasının bulunduğu zarfa Bi’r-i Derviş karargâhında Araplar tarafından
el konulmuştur. Medine’den çıkarken de Fahrettin Paşa birçok özel mektuplarla
beş bin lirayı aşkın havaleyi ve bazı resmi evrakı teslim etmiştir. Bunlardan
hariç Fahrettin Paşa’nın yanında padişaha ait bazı mukaddes hediyeler de
vardır. Arap ordusu Başkumandanı Veliaht Emir Ali bu çantanın ele geçirilmesine
oradaki İngiliz subayların ısrar ve arzularına rağmen müsaade etmemiş veya müsaade ettiyse de tümünün Fahrettin Paşa’ya iade edeceğini
garantisini almıştır. Sonucun ne olduğu Mehmed Rıza Bey tarafından
bilinmemektedir. Albay Galib Bey’e ait para Malta’da ortaya çıkmaması halinde
Emir Ali’nin karargâhında parasına el konulduğu düşüncesi ağır basmaktadır.[657]
3.7
Kamplarında
Görülen Firar Olayları
3.7.1
Mısır
Esir Kamplarında Görülen Firar Olayları
Mısır esir kamplarından firar
etmek neredeyse imkânsızdır. Buna rağmen firar teşebbüsünde bulunan askerler
çıkmış bunların çok azı başarılı olmuş diğerleri ya kaçarken ya da kaçtıktan
sonra yakalanıp tekrar hapsedilmiş ve en ağır cezaya çaptırılmıştır. En şanssız
olanları ise firar sırasında öldürülenler olmuştur. İngilizler esirlerin
kaçmalarına engel olabilecekken veya firarı engelleyebilecekken uluslararası
hukuka aykırı olarak kolay yolu seçmiş ve kaçan esirleri olay yerinde
öldürmüştür. Ayrıca Hindistan esir kamplarının aksine esirler Mısır esir
kamplarında yaygın olarak çalıştırılmamış esirlere zorunlu çalışma yükümlülüğü
getirilmemiştir. Bunda en büyük etken Mısır’ın Osmanlı topraklarına yakın
olması ve firar sonrası kolayca memleketlerine kaçabilecek olmalarıdır. Esir
Türk askerlerinin hatıratlarda anlattıklarına göre İngilizler için kampın
güvenliği son derece önemlidir. Hidayet Özkök tel örgülerin etrafında hafif
makineli tüfek ile Hintli muhafızlar beklediğinden bahsetmektedir. Tel örgüye
yaklaşan her esir hemen orada vurulmaktadır. Bu şekilde çok sayıda esir telef olmuştur.[658]
Hüseyin Fehmi Genişol ise esirleri tellerde koruyan askerlerin İrlandalı
askerler olduğunu söylemektedir. Kendileri de bu durumdan şikâyetçi olup esir
muamelesi görmekte olduklarını her zaman dile getirmişlerdir.[659]
Mısır’da bulunan esir kamplarından
kaçmaya teşebbüs edenler en ağır şekilde cezalandırılmış ve teşebbüs edenler
oracıkta öldürülmüştür. Bu cinayet gibi öldürme olayından birisi Heliapolis
esir karargâhında gerçekleşen Sivaslı Ali oğlu Derviş cinayetidir. Heliapolis
esir karargâhında firara teşebbüs ederken nöbetçiler tarafından öldürülen 155.
Alay, 3. Tabur, 21. Bölük askerlerinden Sivaslı Ali oğlu Derviş hakkında
Osmanlı Devleti İngiltere’den bilgi istemiştir. Firara teşebbüs edip şehit
edilen Sivaslı Ali oğlu Derviş’e dair 4 Mayıs 1918 tarihli harbiye tezkiresinde
esirlerin firarlarına meydan verilmemesi ve firar edenlerin yakalanması gerekli
olup kendilerine silah kullanılamayacağı Lahey Sözleşmesi ve sonrasında çıkan
sözleşmeler gereği olduğu açıklanmıştır. İngiltere Hükûmeti ise olayı kendi
açısından açıklamaya çalışacak ve firara teşebbüs edip firar sırasında dur
emrine itaat etmemesinden dolayı açılan ateş neticesinde öldüğünü
bildirecektir. İngiltere Hükûmeti esir kampında gerçekleşen firar olayından
dolayı esir hakkında soruşturma yaparak rapor halinde İsveç Temsilciliği
aracılığıyla 5 Temmuz 1918 Osmanlı Devleti’ne iletmiştir. Rapora göre 11
Ağustos gece yarısında adı geçen esir, Mısır Heliopolis’teki kamptan kaçma
girişiminde bulunmuştur. Kaçaklara muhafızlar tarafından tekrar tekrar
durmalarını söylenmiştir. Son çare olarak muhafız yukarıda bahsedilen savaş
esirine ölümcül yaralayacak şekilde bir el ateş etmiştir. Olay sonrası askeri
bir soruşturma yürütülmüş ve muhafızın görevinin gereklerini yerine getirecek
şekilde hareket ettiği sonucuna varılmıştır.[660]
Firar teşebbüsü esnasından 17
Ekim 1918 tarihinde şehit edilen Sivaslı Ali oğlu Derviş hakkında İngiltere
Hariciye Nezaretinden olayın detaylarını anlatan bir yazı gönderilmiştir.
Yazıda 155. Alay 3. Tabur 21. Bölük askerlerinden Sivaslı Ali oğlu Derviş’in
firar sırasında dur emrine itaat etmediğinden dolayı tüfekle ateş edilerek
öldüğünden bahsetmektedir. Esirlerin firarlarına meydan verilmemesi ve firar
edenlerin yakalanması gerektiği halde kendilerine silah kullanılamayacağı Lahey
Sözleşmesi ve daha sonraki ek sözleşmeler ile sabittir. Buna rağmen Lahey
Konferanslarının Kara Haberleşmesi hükümlerine dair olan sözleşmeye bağlı
nizamnamelerde bu konuda bir açıklık görülememiş ve sonraki sözleşmelerden
maksat ne olduğu anlaşılamamıştır. 1874 tarihli Brüksel Konferansı projesinin
35. maddesinde firar eden bir esirin takibi sırasında vurulabileceği
belirtilmiş ise de esas müzakerede bu madde çıkarılmıştır. Brüksel’de toplanan
konferansta savaş kurallarına dair düzenlenen devletlerarası görüşmede esirlere
insanca muamele olunacağı, kurallara uymadığından dolayı haklarında şiddetli
tedbirlerin alınması gerektiği, esir bulundukları ordunun kural ve nizamlarına
bağlı oldukları, firar teşebbüsünde bulunan bir esire karşı ihtar sonrası silah
kullanılabileceği belirtilmiş olsa da 1899 tarihli Birinci Lahey Konferansının
Kara Savaşlarına dair sözleşmenin ek nizamnamesinde firar ile ilgili madde
çıkarılmıştır. Esirlerin esir bulundukları ordunun kural ve nizamına tâbi
olacakları fıkrası esir bulundukları devletin kural ve nizamına tabi olacaklar
şeklinde değiştirilmiştir. 1907 tarihli İkinci Lahey Konferansı şurasında savaş
kurallarına dair olan Dördüncü Mukavelenameye ek nizamnamede önceki konferansta
kararlaştırılan nizamnamenin 4 ve 8. maddeleri aynen korunmuştur. 1874
Beyannamesinin firar halinde esirlere karşı silah kullanılacağına dair olan
maddesinin çıkarılması bir esirin tutuklu ve nezaret altında bulunduğu bir
mahalden firarı hâlinde hakkında idam cezasının tatbik olunmayacağına hükmetmektedir.
Kural ve nizamnameler muhafız askerlere firara teşebbüs eden ve kendisine
yapılan uyarıyı dikkate almayan bir esir üzerine silah kullanılabileceğini
söylese de neticesi ne kadar şiddetli olursa olsun 1907 Mukavelesince hükümsüz
kalmıştır.[661]
Başarısızlıkla sonuçlanan bir
diğer firar olayı Kasr El-Nil Hapishanesinde gerçekleşmiştir. Osmanlı Devleti
Hariciye Nezareti 26 Mart 1917 tarihinde Kasr El- Nil hapishanesinden kaçma
teşebbüsü bahane edilerek sebepsiz yere hapse atılan 5 Osmanlı esirinin akıbetleri
hakkında Amerika Birleşik Devletleri aracılığıyla İngiltere Dışişlerinden bilgi
istemiştir. Osmanlı Devleti İkinci Ordu Genel Komutanlığı, 9 Ocak 1914’da
tutuklanan 5 esirden 4’ünün Burma’ya gönderildiği, 21 aylık bir fasıladan sonra
buradan değiş-tokuş edilecekleri bahanesiyle Mısır’a yollandıkları bilgisini
almıştır. Mısır’a varışlarında, İngiliz otoritelerine kul köle olmuş kimi hain
Osmanlı ve Mısırlı subayların içine girmek istemedikleri için Kasr El-Nil’de
bir hapishaneye konulmuşlardır. Aynı hapishanede yine aynı sebeplerden Afrika
Tripolisinden, süvari Yüzbaşı Ahmed Fehim Efendi bulunmaktadır. Uluslararası
hukuka aykırı bu hareketin açığa çıkması üzerine, Osmanlı Devleti karşılık
ilkesi olarak isimleri daha sonra Amerika Büyükelçiliğine bildirilecek beş
İngiliz subayını hapse atma kararı almıştır. Osmanlı Devleti Osmanlı
subaylarının serbest bırakılacağına dair resmi güvenceler verilinceye kadar bu
subayların da tutuklu kalacaklarını ilan etmiştir. Osmanlı Devleti bu tür
olaylara bir son verilmesi için gerekli tedbirlerin acil alınmasını talep
etmiştir. İngiltere ise Osmanlı Devleti’nin misilleme yapmamasını diplomatik
kanallar ile istemiştir. İngiltere Hükûmeti, Osmanlı Hükûmetine misilleme için
hiçbir gerekçenin olmadığını diplomatik kanallar ile iletmiştir.[662]
Osmanlı Devleti’nin hapishaneden
esir kamplarına gönderilmesini istediği 5 mahkûm askerin kimliklerini
belirlemede zorluk çekilmiş fakat isimlerine ulaşılabilmiştir. Bu askerlerden
dördü Topçu 38. Alay, 1. Tabur, 1. Bölük, İkinci Teğmeni Topçu Teğmen Mehmed
Kemal bin Cassim (26), Topçu 38. Alay 1. Tabur, 3. Bölük Komutanı Topçu Yüzbaşı
Abdul Vahab Efendi bin Abdülrezak (33), Deniz kaptanı Yüzbaşı Said Hasan bin
Cassim (27), Devesüvari I. Alay Redifi, Topçu Yedek Subay Mehmed Mahir bin Ali
Rıza (35)’dir. İngiltere’nin gönderdiği rapora göre bu dört asker 27 Temmuz
1916’da Süveyş’ten Kahire’ye varmış ve 24 Ağustos 1916’da İskenderiye’deki
savaş esirleri kampına gönderilmiştir. 28 yaşındaki Yüzbaşı Ahmed Fehmi,
Maadi’ye geldiği gün 17 Temmuz 1916’da Kasr El-Nil’deki kulübelerden kaçma
girişiminde bulunması nedeniyle, izleyen 5 Ekim’e kadar hastanede geçirdiği 5
gün haricinde, askeri hapis cezasına çarptırılmıştır. Sonraki tarihlerde Seydi
Beşir’deki savaş esirleri kampına nakil edilmiştir. Kasr El-Nil’de bulunan
diğer 4 askere savaş esirlerine uygulanan kısıtlamalardan fazlası sağlanmış ve
onlar da Yüzbaşı Fehmi gibi İngiliz askerlerinin yatakhanelerini işgal
etmişlerdir.
Kaçma girişiminden dolayı 17
Ağustos’tan 5 Ekim’e kadar askeri hapis cezasına çarptırılmışlar ve sonrasında
Seydi Beşir kampına nakledilmişlerdir.[663]
Osmanlı Devleti’nin misilleme
yaparak 5 İngiliz askerini hapishaneye atması içlerinden birinin ölümü ile
sonuçlanmış ve İngiltere şiddetle bu olayı protesto etmiştir. İngiltere Hükûmeti
bu olayı her türlü protestoya karşı uygulayan Osmanlı Devleti’nin elinde
bulunduğu diğer esirlere de uyguladığını ve asla kendisine güven
duyulmayacağını belirtmiştir.[664]
Ayrıca bu ölümde kasıt aramış ve böylesi bir davranışın Osmanlı
İmparatorluğu’nun başkentinde gerçekleştiğine dikkat çekerek imparatorluğun
daha ücra köşelerindeki İngiliz esirlere yapılan muameleler hakkında derin
endişe duyduğunu Osmanlı Hükûmetine bildirmiştir.[665]
Osmanlı Devleti ise İngiliz askerinin ölümünde bir kasıt olmadığını ve asıl
ölüm sebebini açıklayan bir bildiri yayınlamıştır. Tifodan vefat eden Yüzbaşı
Brody’nin hapishane şartlarından öldüğü söylenmesi gerçek dışıdır. Adı geçen
esir tifoya yakalandıktan sonra tedavisi Malatya Hastanesinde yapılmış fakat
kurtarılamamıştır. Hastalık sonucu vefat eden askerin raporu da kendilerine
gönderilmiştir. Gerek İstanbul’da ve gerek Anadolu’da bulunan savaş esirlerine
karşı Osmanlı Devleti insani bir muamelede bulunmaktadır. Anadolu’da
çalıştırılan ve bilhassa şimendifer inşaatında istihdam kılınan esirlerin
bulunduğu yerlerde 40.000’den fazla Osmanlı askeri ve amelesi de aynı şartlar
altında çalışmakta olduğundan Osmanlı asker ve amelesine ne şartlar altında
bakılmakta ise İngiliz esirlerine de aynı suretle bakılmakta, iskân ve iaşe olunmakta
ve çalıştıklarına mukabil de yevmiye almaktadırlar.[666]
Kasr El-Nil Hapishanesinde
tutuklu bulunan 5 Osmanlı subayının savaş esir karargâhlarına gönderildiğine
dair İngiltere’nin verdiği 22 Haziran 1917 tarihli bilgi üzerine bir jest
olarak Osmanlı Devleti’nin elinde tutuklu bulunan İngiliz esirlerinin de
Afyonkarahisar esir kampına gönderilmesine karar verilmiş ve İsveç diplomatik
temsilcisi aracılığıyla İngiltere Hükûmetine bildirmiştir. İngiltere Hükûmeti
ise Osmanlı Hükûmetinin bu misillemeler için hiçbir dayanakları olmadığını ve
ölümle biten bu olaydan dolayı protesto ettiklerini bildirmiştir.[667]
Esirlerin yazdıkları hatıratlarda
anlatıldığına göre her kampta az da olsa firar veya firara teşebbüsler
görülmüştür. Seydi Beşir kampından kaçmayı başaran altı esir Yüzbaşı Mehmed Ali
(Sultan Hamid’in mareşallerinden birisinin oğlu), Jandarma Yüzbaşısı İbrahim,
Yüzbaşı Edirneli Çingene Halid, Mısırlı Yedek Subay Lütfi Barudi, Yemen’de esir
düşmüş alaylı bir teğmen ve Apak’ın ismini hatırlamadığı bir yüzbaşıdır.
Bunlar, her türlü hazırlıkları yapmışlar, tel kesme makası tedarik etmişler,
kum renginde elbiseler giymişler, kamp etrafında, kaçacakları yerin ampullerini
uzaktan sapanla kırmışlardır. İlk önce Yüzbaşı İbrahim, kumların içinde
sürünerek dikenli tellere yaklaşmıştır. Hâlbuki dikenli tellere iki metre
yaklaşanlara nöbetçiler ateş etmektedirler. Kampın etrafı otuzar adım aralıkla
yüksek çardaklar üzerinde yerlermiş İngiliz nöbetçileriyle sarılmıştır. Buna
rağmen İbrahim kumun içinden sürünerek üç sıra tel örgüsünü birbiri ardından
keserek bir insan geçecek kadar delikler açmıştır. Elli adım uzaktaki bir hurma
ağacının ardına saklanarak arkadaşlarını beklemiştir. Yüzbaşı Mehmed Ali ve
Lütfi Barudi çıkmayı başarmıştır. Fakat Yüzbaşı Çingene Halid şişman olduğundan
açılan deliklerden geçememiştir. Yakalanmaktan korkan üç arkadaş diğerlerini
beklemeyerek kaçmışlardır. Lütfi Barudi İskenderiye’de bir arkadaşının evinde
saklanmıştır. Diğer üç kişi kaçmayı başarmış şehri ve dillerini
bilmediklerinden bir otele yerleşmişler ve kendilerini Mısır Hidiv sarayında
aşçı olarak tanıtmışlardır. Oteldeki görevli durumdan şüphelenerek İngilizlere
bildirmiş ve otelde yakalanmışlardır. Diğerleri ise saklandıkları evde on beş
gün kaldıktan sonra bir gece yarısı tedarik ettikleri bir kayıkla denize
açılmışlardır. Tam beş gün beş gece Akdeniz’de dolaştıktan sonra Nil Nehrinin
deltalarından birisinin sazlı ağzında kayıkları batmış ve muhafızlar tarafından
onlar da yakalanmıştır. Kaçakların hepsi Gabbari cezaevine getirilmiş ve üçer
kişilik gruplar halince yan yana iki locaya yatırılmıştır. Tuvalet ihtiyaçları
için locaya bir oturak bırakılmıştır. Sabah, öğle ve akşam İngiliz erlerine
verilen yemekten verilmiş fakat yatmak için yatak ve yastık verilmemiştir. Tek
bir battaniye ile taş üstüne geceyi geçirmişlerdir.[668]
Esirler esir de olsa bir subaya
böyle bir muamele yapılamayacağını, milli adetleri gereği aynı odada
birbirlerinin yanında tuvalet ihtiyaçlarını gideremeyeceklerini bildirerek
durumu protesto etmişler ve durumları düzeltilmediği takdirde açlık grevine başvuracaklarını
beyan etmişlerdir. Getirilen yemekleri reddetmişler ve iki gün yemek
yememişlerdir. Üçüncü gün cezaevi kumandanı yanında bir hekim ile sağlık
durumlarının kontrolü için gelmiş yemek yemedikleri takdirde öleceklerini
söyleyerek gitmiştir. Esirler ise greve devam etmişlerdir. O akşam hasta
olduklarını anlamışlar fakat getirilen yemekleri yine de reddetmişlerdir.
Dördüncü sabah hekim, kumandan, birkaç İngiliz eri büyük bir tencere süt ve bir
lastik puar ile locaya girerek en başta yatan Çingene Halid’in ellerini ve
ayaklarını tutarak ağzını kapamışlar bir kiloya yakın sütü burnundan
içirmişlerdir. Yüzbaşı Halid, o zamana kadar burnundan karnına yol o1duğunu
bilmemektedir. Sıcak sütü içtiğine memnun olmasına rağmen parmağı boğazına
sokarak sütü tekrar kusmuştur. Diğer arkadaşları da aynı şeyi yapınca cezaevi
kumandanı vaziyetin vahametini anlamış ve esirleri localarından çıkararak büyük
ve uzun bir odaya nakletmiş ve her birine birer karyola, yumuşak yatak, iki üç
masa, sandalye, eksiksiz sofra ve zengin bir mutfak takımı tedarik ettirerek,
bir İngiliz erini de aşçı olarak emirlerine vermiştir.
Cezaevinde sigara içmek yasak
olmasına rağmen bu esirlere bol sigara tedarik edip tavla, domino, iskambil
gibi oyun araçları sağlanmış böylece grev sona ermiştir. Askeri mahkemenin
verdiği on dört günlük hapis cezasını tamamlayarak çıkmışlardır. Lütfi
Barudî’nin cezası daha fazla olduğu için Apak geldiğinde hala hapistedir. Bu
kişi İttihatçı Abdülaziz çavuşun Mısır’dan kandırıp getirdiği ve Türk Ordusunda
astsubay olarak görev yapmış Türk muhibbi bir Mısırlıdır. Her sabah saat
10.00’da odanın kapısı yarım saat müddetle açık bırakılır bu esnada Lütfi
Barudî kilere giderek kendi istihkakları olan yiyeceklerinin en az iki katını
bir iki sigara karşılığında almaktadır. Cezaevi komutanı sorun çıkarmadığı için
dört günlük cezasını affetmiş, altmışıncı günün sonunda cezaevinden çıkmış ve
Seydi Beşir’e dönmüştür.[669]
Yirmi subay esir kampından kaçmak
için gizli bir cemiyet kurmuşlar, Kuran’a el basarak gizlilik için yemin ettikten
sonra bir odanın ortasından bir tünel kazmışlardır. Kum için bolca kum torbası
tedarik edilmiştir. Geceleri çalışılmış şafakla birlikte tünelin ağzı tahta ile
kapatılmış üzerine halı serilmiştir. Kazma işi iki istihkâm subayı nezareti
altında yapılmıştır. Her gece kimlerin çalışacağı Apak tarafından cetvele
yazılmış ve kendilerine bildirilmiştir. Tünelin ağzı üç buçuk metre derin
kazılmış bir metre yükseklik ve bir metre genişlik olmak üzere tünel
uzatılmıştır. Tünelin duvarı kum doldurulmuş torbalarla giydirilmiş ve tünel
tavanına da aralıklı olarak basit tahtalar konulmuştur. Çıkarılan ve rengi
başka olan kum, barakanın etraflarına geceden yayılmakta, sabah güneş ile
kuruyarak genel manzaraya uygun hale getirilmektedir. Tünel, tel örgülerinin
altından geçerek kamp dışına kadar otuz beş metre uzunluğunda olacakken yedi
metre kazıldıktan sonra Ali denen Edirneli bir yüzbaşının ihbarıyla İngilizler
odayı basarak tüneli bulmuşlardır. Böylece ikinci firar teşebbüsü de sonuçsuz
kalmıştır.[670]
Mısır esir kamplarından kaçma
teşebbüsünde bulunan ve yakalanan bir esir de Beykozlu Kel Ali’dir. Beykozlu
Kel Ali'nin, İngilizlerin elinde Kahire esir kampında geçen hayatı ve yaşadığı
esaret şartları müsveddeler halinde kaleme alınmış ve döneme ait olarak önemli bilgileri
günümüze ulaştırılmıştır. Bugün Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi
Enstitüsü Arşivinde bulunan hatırat, kampta firara teşebbüs edenin acı sonunu
göstermesi bakımından önemlidir. Kel Ali’nin Mısır kamplarından firarı ve
sonrasında başına gelenler günümüz Türkçesi ile şöyledir:[671]
“Büyük Dünya Muharebesinde ve
Kanal seferleri sırasında Gazze’de siperler kazarak bir buçuk sene İngilizlerle
göğüs göğse çarpışan askerlerimiz garpta Alman bozgunluğundan sonra kendi
kuvvetlerinden on misli çok olan İngilizlerle adım adım mücadele ederek geriye
çekilmeye başlamıştı. İngiliz piyade ve süvarisi karadan, tayyaresi havadan,
gemileri denizden geceli gündüzlü hücum ederek saldırıyordu.
Bu büyük kanlı çarpışmalarda
askerlerimiz esir düştü. İngilizler bu esirlerimizi çöllerde, tepe sahrasında
susuz, gıdasız on iki gün yaya yürüterek kanal yakınında Kantare denilen bir
köye getirdi. Burada kireçli kuyuda banyo ederek trenle Mısır’a sevk etti.
Neferleri Kahire civarında Koline kampına subayları İskenderiye’ye yakın Seydi
Beşir dedikleri bir nahiyenin önünde kurulan etrafı kat kat tel örgülü, tahta
barakalara yerleştirdi. Bu kamplarda esir subaylar üç dört sene kadar kaldı. Bu
kamplara yerleşen neferlerden bazılarını cezalandırmak için subay kamplarına
getiriyorlar, ağır işler gördürüyorlardı. Bu kamplardaki esir subaylarımız
vakitlerini futbol oynamakla lisan öğrenmekle geçirirlerdi. Bir gün futbol maçı
seyrederlerken kampları birbirine birleştiren yol üzerinde bir manga İngiliz
askerlerinin süngüleri arasında mavi elbiseli birisinin tekmelenerek taş
hapishanelere doğru götürülmekte olduğunu gördük. Bu mavi elbiseli adamın da
İngilizlere tekme ile mukabele ettiğini ve bağırarak onlara bir şeyler
söylediği görüyor, işitiyorduk, bu mavi entarili külahları giydiğinden gözlerimiz
önünde cereyan eden bu hadiseye o kadar kulak asmıyorduk. Ta ki bize doğru
yüksek sesle ‘Ben fellah değilim, Türk’üm Türk’üm’ demesi üzerine hepimiz
birden o tarafa koştuk, bizleri görünce mavi entarili kendisini ve kim olduğunu
şöylece anlattı:
‘Ben Türküm, Beykozlu Ali’yim.
Ben iki sene evvel kamp tellerini keserek İngiliz neferlerinin silahlarını
ellerinden alarak kaçtım. Bir sene Kahire’de bir saatçi yanında bir sene de
İskenderiye’de bir gözlükçü yanında çalıştım.
Şimdi tutuldum. Zindana götürülüyorum.
İngilizler beni görene bulup getirene beş yüz İngiliz lirası vereceklerini
Mısır gazetelerine ilân ettiler. İki sene uğraştılar fellahlarına para için
yakalattılar neyse şimdi günahımızı çekmeye dişlerimizi söktürmeye gidiyoruz.’
‘Allah size, bana acımış’ diyerek sürüklene sürüklene bir kişilik taş kuleye
doğru götürüldü hapsedildi. Bu kule, bir metre murabbaında dört beş metre
yüksekliğinde yukarısından birazcık hava, güneş alabilen bir yerdir. Burada
insan yatamaz, yalnız oturabilir, işte Beykozlu Kel Ali çilesini doldurmak için
bu karanlık kuleye tıkıldı. Kapısı sımsıkı örtüldü. İki süngülü İngiliz neferi
de bu zavallı Türk’ün kule kapısı önünde nöbete bırakıldı. Cuma günleri
birbirlerimizle görüşmek için beş altı saat kampların iç kapıları açılır,
bizler de bir haftalık iç acılarımızı, memleket hasretlerini, mektup
alabilmişler varsa birbirine vatan ve aile haberlerini ulaştırarak içlerimizi
dolduran elemlerimizi birazcık olsun bu komşularımızla gidermeye, sükûnet
bulmaya çalışırdık.
Bu birbirine ekli olan kampların
aralık tel örgülerine bitişik olan bu kulelerin yakınlarından geçtikçe
arkadaşlarımıza seslenir gibi Beykozlu Kel Ali’ye herkes hal ve hatır sorardı.
Bazılarımız ceplerinde sakladıkları birer paket ‘Matossian’ adlı sigaraları,
ekmekleri Ali’nin bulunduğu kulenin tepesine fırlatırlardı.
Bu sigaraların her vakit Ali’nin
eline geçmesi mümkün olamazdı. Birçokları çatıda birikir rüzgâr olursa bir
kısmını aşağıya bir kısmını da Ali’nin başına düşürürdü. Ali de sigaraları
aldığını Cuma günleri geçtiğimizde bizlere müjdelerdi. Ali’ye daima sükûnet,
metanet göstermesini söyler varsa başkaca dileklerini sorardık. Bıçak ve tıraş
isteğinden başka ne söylerse mutlak yapardık.
Ali ekseriya buradan da
kaçacağını söyler dururdu. Kulenin kapısı altı santimetrelik kalastan ve dört
kuşakla epeyce perçinlenmiş kapıdan başka çıkacak kaçabilmek için bir ümit yeri
yoktur. Bu kapının hemen yanında iki de süngülü İngiliz neferi gece ve gündüz
nöbet bekliyorlardı. Ali günden güne sinirleniyor için için düşmanlığını
artırıyor dişlerini sıkarak bu kapandan kendini bir an evvel kurtarmaya
çalışıyordu.
Bir gün ben esir neferlere cami
olarak ayrılan bir pavyonda ders verirken Ali’nin kule kapısı önünde aslanlar
gibi İngiliz neferleriyle çarpışan ve onları, silahlarını yerlere düşürerek
boğmaya çalışan Beykozlu Ali’nin müthiş hücumlarını gördüm. Dersi bıraktım
neferlerimizle birlikte bu hazin fakat göğüslerimizi kabartan manzarayı aynen
gördük.
Ali eline geçirdiği silahların
dipçiğiyle İngiliz neferlerini birer vuruşta yerlere seriyor, aynı zamanda
süngülerle tel örgülerini kesmek için bütün gayretiyle yükleniyordu. Birinci
tel örgüyü geçti. İkinci, üçüncü, dördüncü örgüleri de aşmak üzere iken tam
yarım bölük kadar İngiliz neferlerinin süngüleri ileriye uzatarak marş marşla
geldiklerini gördüm. Ali gayet gür ve acı bir sesle ‘Sizleri de geberteceğim
gelmeyiniz.’ diye haykırdı. Bu elim manzaranın kalplerimizi göğsümüzden
fırlatacak kadar yüksek bir sevinci vardı. Gayr-ı ihtiyari hepimiz bir anda bir
avaz Ali diye bağırdık. Ne çare ki otuz küsur süngü Ali’nin vücuduna
çevrilmişti. Ali hayli uğraşmalardan sonra büyük bir hiddet ve infialle teslim
oldu. Süngülerin önünde kamptan çıkarılan Ali doğruca kamp kumandanı Miralay
(Albay Coates)’in yanına götürüldü.
Miralay Coates çok kibar ve çok
centilmen bir İngiliz kumandanıdır. Coates, Ali’yi kanlar içinde kendi
neferlerini de mücadeleden bitkin bir halde görünce ‘Bravo Türk’ diyerek Ali’yi
okşadı, sevdi.
Yarın mahkemesi görülmek üzere
Ali sıkı bir kordon altında başka bir kuleye sokuldu. Beceriksiz İngiliz
neferleri de birer ceza ile bölüklerine gönderildi.
1925 senesi Ağustos ayındaydı.
Bir sabah beyaz patiska örtülü üç masa dört sandalyeden ibaret bir yer
hazırlandı. Miralay Coates ortada, kamp zabitlerinin yeri sağda, diğeri solda,
Türkiye’den kaçmış Nişan isminde 70’lik bir Ermeni de tercüman olarak boş
sandalyede oturuyordu. Ben de aylıktan biriken paralarımı almak için aynı yere
çağrıldım. Miralay, ‘Sizin Kızılay senin mülazım olduğunu bize İsviçre yolu ile
bugün bildirdi. Sana müjde: Sen çok çektin. Artık dokuz aylık maaşınız şurada
hazırdır. Senetleri imza ediniz, alınız.’ dedi.
3.7.2
Hindistan
ve Burma Esir Kamplarında Görülen Firar Olayları
Kamplarda firar olayları görülmüş
ve firara teşebbüs edenlere hiçbir tolerans gösterilmemiştir. Kaçmaya çalışan
esirler en ağır şekilde cezalandırılmış ve hatta muhafızlar tarafından
öldürülmüştür. Bellary kampından firar ederken öldürülen askerlerden birisi Er
İsmail Ahmed’dir. Hindistan Ofisi, Londra Savaş Esirleri Ofisine 11 Ağustos
1919 tarihinde savaş esiri Ahmed İsmail’in Lewe’de gerçekleşen ölümünü bildiren
bir rapor göndermiştir. Hindistan Hükûmetinin 19 Haziran 1919 tarihli Ordu
Raporunun 15. paragrafında savaş esiri Ahmed İsmail’in ölümünün gerçekleştiği
şartları araştırmak üzere kurulan tahkik heyetinin soruşturmasından
bahsedilmektedir. Yarbay W.S. Alexander’ın emriyle hazırlanan rapor ve
eklerinde cinayetten detaylı olarak bahsedilmektedir. Eklerde heyet tarafından
dinlenen tanıkların ifadeleri bulunmaktadır. Tanıklardan Piyade Er Naanchariah
ifadesinde olayı şöyle anlatmıştır:[672]
“12
Mayıs 1919 tarihinde Lewe savaş esirleri kampının güney köşesinde nöbet
kulübesinde nöbet tutmaktaydım. Saat 10:55 sıralarında benim bulunduğum noktaya
yaklaşık 20 metre uzaklıkta atılmış bir giysi fark ettim. Bir savaş esiri
duvara tırmanıp dışarı atladığında hemen onu süngümle yakalamaya çalıştım ama
ben kulübemden çıktığımda zaten kaçmıştı. Onu 100 metre gibi yakın bir
mesafeden, sürekli olarak durmasını söyleyerek takip ettim. Aniden geri döndü,
yerden büyük bir bambu aldı ve bana saldıracakken ateş ettim ve esiri vurdum.”
Esirin öldürülmesi konusunda
ikinci tanık kamp personelinden Onbaşı W. Beer’dir. Onbaşı W. Beer verdiği
ifadede öldürülen esir İsmail Ahmed’in cesedini nasıl ve nerede gördüğünü
söylemiştir:[673]
“12 Mayıs 1919 günü sabahında
kamp personeli evinde kahvaltı yapıyordum. Bir silah sesi duydum ve dışarı
çıktım. Kampın güney köşesindeki kulübesine dönmekte olan bir nöbetçi ve kamp
duvarının 150 metre kadar dışında yerde yatan bir savaş esiri gördüm. Kendisine
yaklaştım, hareketsiz bir şekilde yüz üstü yatıyordu. Bana ölmüş gibi göründü
ve başından yaralanmıştı. Konuyu kamp yetkililerine bildirdim.”
Tanıkları dinleyen heyet
yazdıkları raporda savaş esiri Er Ahmed İsmail’in kaçmaya çalışırken bir
nöbetçi tarafından vurularak öldürüldüğü doğrulamıştır. Heyete göre nöbetçi
kendisine verilen talimatlara göre hareket etmiştir. Lewe savaş esirleri kampı
başsağlık subayının, Lewe Savaş Esirleri Kampı Merkez Kısım Amirine 12 Mayıs
1919 tarihinde Türk esirinin ölüm raporunu göndermiştir. Er İsmail Ahmed’in
ölüm raporu şöyledir:[674]
“Er İsmail Ahmed, 12 Mayıs 1919
tarihinde saat 10.30 sularında bir nöbetçi tarafından vurulmuştur. Ölüm anlık
olarak gerçekleşmiştir.
Kurşun sağ göze girmiş ve
kafatasının arkasından tam ortadan çıkmıştır.
J.W. WILLIAMSON, Yüzbaşı
(İmzalı),
Baş Sağlık Zabiti, Lewe Savaş
Esirleri Kampı.”
Kampta muhafızlar tarafından
öldürülen tek esir Er İsmail Ahmed değildir. Mustafa adlı bir esir tel örgüye
yaklaştığı için Hintli bir subay tarafından 28 Temmuz 1919 günü vurularak
öldürülmüştür.[675]
Bu cinayetlere benzer bir başka olay daha vardır. Osman oğlu Farajallah adlı
bir esir kampta öldürülmüş ve hakkında bir rapor hazırlanmıştır.[676]
Kampta başarı ile sonuçlanan
firar olayları da gerçekleşmektedir. Bunların bir kısmı vatanlarından çok
uzakta ülkelerine dönemeden yakalanmış çok azı mutlu sona ulaşabilmiştir. Dört
Kazanlı Tatar bir buçuk aylık bir çalışmanın sonunda bir gece karanlıktan faydalanarak
tel örgüleri kesip çakmayı başarmışlardır. Esirler kuzeye doğru Haydarabad’a
kaçtıkları anlaşılmıştır. Yaklaşık bir buçuk ay sonra 18 Eylül 1919 günü
Haydarabad’da yakalanmışlar ve kampa geri getirilmişlerdir. Askeri mahkemede
neden kaçtıkları sorusuna kendilerinin Müslüman askeri olduklarını,
vazifelerinin kaçmak ve düşmana kurşun atmak olduklarını İngiliz askerlerinin
vazifesinin ise esirleri kaçırmamak olduklarını söylemişlerdir. Bu ifade her ne
kadar takdir ile karşılansana kanun gereği hapsedilmek üzere Bombay
hapishanesine gönderilmişlerdir. 24 Aralık 1919 gecesi beş Tatar daha kaçmış
nöbetçi Hintli askerler sorumlu tutularak hapsedilmiştir.[677]
Kamplarda en çok öldürme olayı
firar olayları sırasında olmuştu. Meiktila kampında Türk savaş esiri Teğmen
Ahmed oğlu Mehmed Ziya 5 Nisan 1919 tarihinde saat 22.00 sularında Meiktila
savaş esirleri kampından kaçmaya çalışırken Hintli bir nöbetçi tarafından
vurularak öldürülmüştür. Konu ile ilgili Hindistan Ofisi 9 Ağustos 1919
tarihinde Londra Whitehall Sarayında bulunan Savaş Ofisine bir tezkerede
göndermiştir. Tezkerede Hindistan Hükûmetinin 3 Temmuz tarihli raporunun 11.
paragrafından yapılan alıntı ile Burma Meiktila’da alıkonulan bir Türk esiri
olan Teğmen Mehmed Ziya’nın ölümünü bildiren ekler gönderilmiştir. Hindistan
Hükûmetinin 3 Temmuz 1919 tarihli Ordu Raporunun 11. paragrafından yapılan
alıntıda Meiktila savaş esirleri kampında alıkonulan bir Türk esiri olan Teğmen
Ahmed oğlu Mehmed Ziya’nın 5 Nisan 1919 tarihinde vurularak öldürüldüğü şartlara
ilişkin bilgiler ve ekler bulunmaktadır. Cinayetin araştırılması için bir
tahkik heyeti kurulmuştur. Tahkik heyeti sekizinci ve dokuzuncu tanıkları
dinleyerek maktulün alkolün etkisinde olduğu şeklinde verdikleri ifadeler
değerlendirilmiş, Meiktila savaş esirleri kampında yapılan kapsamlı bir
aramanın maktulün çalıştığı mutfakta mayalanan bir tür muz dolu bir kavanozun
gizlendiği küçük gizli bir bölme olduğunu ortaya çıkarmıştır. Maktulün kamp
kurallarına göre yasak olan alkolü bu yolla elde ettiği düşünülmektedir. Adı
geçen rapor 16 Nisan 1919 tarihinde Burma Bölgesi Komuta Genel Subayı
tarafından Hindistan Merkez Şubesi Müdürüne gönderilmiştir. Adı geçen raporun
yazısında Türk savaş esiri 1474
Teğmen Ahmed oğlu Mehmed Ziya’nın
savaş esirleri kampında görevli olan bir nöbetçi tarafından vurularak
öldürüldüğü şartları belirlemek üzere toplanan tahkik heyetinin kararının
gönderildiğinden bahsetmektedir. Kamp komutanı yazıda heyetin vardığı sonuç ile
aynı görüşte olduğunu belirterek Burma 85. Tüfekli Birliğine bağlı olan,
sağduyu ve imtiyaz ile hareket eden Sepoy Balesar Misar’ın savaş esirine kaçma
girişiminden vazgeçmesi için her türlü imkânı tanıdığını ve cinayetle
bağlantılı suçlamalardan beraat etmesi gerektiğini düşündüğünü söylemiştir.
Esirin öldürülme şartları belirlemek üzere Meiktila’da 7 Nisan 1919 tarihinde
Binbaşı E.W. Thain’in talimatıyla toplanan Tahkik Heyetinin raporunda birinci
tanık olarak Sepoy Balesar Misar dinlenmiştir. Sepoy Balesar Misar aşağıdaki
şekilde ifade vermiştir:[678]
“5 Nisan 1919 tarihinde
nöbetçiydim, saat 20.00’de nöbeti almıştım ve 22.00’de devredecektim. Saat
20.30 sıralarında bulunduğum noktanın önünde normalden daha fazla esirin
yürüyüş yapmakta olduğunu fark ettim, telin yanına kadar geldiler ve
kendilerini uyardım ama aldırış etmediler, daha sonra nöbetçileri taklit
edercesine bulunduğum noktanın tam önünde durdular. Saat 21.30 sıralarında tele
doğru yaklaşık 20 kişilik bir grup yaklaştı. Geri çıkmalarını emrettim ve
barakalarının gölgesine geçtiler. Daha sonra bunların arasından 3 kişi geldi,
bunlardan biri tele doğru geldi ve diğer ikisi oldukları yerde, telden 8-10
adım uzakta kaldılar. Esir tele yaklaşınca kendisini uyardım, tele yapıştığında
da ‘Türkler bana saldırıyorlar, bunu komutana söyleyin.’ diye her bir taraftaki
nöbetçileri uyardım. Bağırdığım halde nöbetçilerin bana cevap verdiklerini
duymadım. Esir tele doğru yaklaşırken kendisini 4 kez uyardım. Tele iyice
yaklaştığında bir kez daha uyardım, ayağa kalktı ve bana saldıracağını
düşündüğüm için kendisini vurdum. Yere düştü. Ses çıkarmadı. Onu vurduğumda
ondan 7 adım kadar uzaklıktaydım. Esir tele yaklaşırken diğer ikisinin de
uzaklaştığını gördüm. Maktulü vurduktan hemen sonra alarmı çalıştırdım,
tüfeğimi 3 kez ateşledim ve birkaç esir bulunduğum yerde toplandı. Sanırım saat
22.00 sıralarıydı. Alarmı çalıştırmam sonrasında İngiliz asker yaklaşık 11 kişi
ile birlikte yanıma geldi. İngiliz asker Türklere dağılmalarını emretti, onlar
da hemen dağıldı. L. Naik ve benim nöbetçi kışlamdan 3 kişi, İngiliz askerden 1475
sonra vardılar, daha sonra Subadar Suraton Singh, 30 kadar kişi ile geldi ve
bunun hemen sonrasında da kamp komutanı geldi.”
Burma 85. Tüfekli Birliği’nden
Sepoy Ranidene Singh ise ikinci tanık olarak doğruları söylemesi için usulüne
göre uyarıldıktan sonra şöyle ifade vermiştir:1476 [679]
“5 Nisan 1919 tarihinde saat
22.00 sıralarında 12 numaralı noktadaki nöbetçinin ‘Türkler tarafından
saldırıya uğradım, durumu komutana bildirin.’ diye bağırdığını duydum. 4 kez
uyardığını duydum ve daha sonra 4 el silah sesi duydum.”
Burma 85. Tüfekli Birliği’nden
Sepoy Bhagwan Singh da daha önceki tanıklar gibi doğruları söylemesi için
usulüne göre uyarıldıktan sonra olayla ilgili şöyle ifade vermiştir:[680]
“5 Nisan 1919 günü saat 22.00
sıralarında 12 numaralı noktadaki nöbetçinin bir adamı 4 kez uyardığını duydum,
daha sonra bir Türkün kaçmaya çalıştığı hususunda komutana bilgi vermem için
beni uyardı. Bundan kısa süre sonra nöbetçinin 4 kez ateş ettiğini duydum.”
Burma 85. Tüfekli Birliği’nden
Subadar Suraton Singh da öncekilere benzer şekilde şöyle ifade vermiştir:[681]
“5 Nisan 1919 gecesi alarm sesini
duydum ve doğrudan 12 numaralı noktaya doğru hareket ettim, orada yaklaşık 25
kişi vardı ve tellerin arkasında bir Türk savaş esirinin ölü olarak yattığını
gördüm. İngiliz asker oradaydı ve savaş esirini kaçmaya çalıştığı esnada
vurduğunu bana bildirdi. Maktul, teller ile doğru bir açı oluşturacak şekilde
uzanıyordu, tellerden bir adım uzaklıktaydı ve ayakları tellere yakındı. Alarm
sesi duyulur duyulmaz muhafızların ve nöbetçilerin sayısı iki katına
çıkmıştır.”
Bedford 3. Alayı’ndan Çavuş Ford
beşinci tanık olarak şöyle ifade vermiştir:[682]
“5 Nisan 1919 gecesi saat 22.00
sıralarında arka arkaya 3 el silah sesi duyduğumda irkildim. Derhal 12 numaralı
noktaya gittim. Orada ölü bir savaş esiri gördüm, vurulmuştu, çitlerin dış
tarafında yatıyordu. Üzerinde atlet, şort, çorap ve ayakkabılar mevcuttu ve
ayakları tellere yakın olacak şekilde, doğru bir açıyla yatıyordu. Durumu kamp
başçavuşuna bildirmesi için Er Angell’i derhal gönderdim. Hintli muhafızların
odasına yaklaşırken Kamp Komutanı Binbaşı Grey ile karşılaşmış ve konuyu
kendisine anlatmıştır. Maktulün kıyafetlerinin yırtılmış olup olmadığına dikkat
etmedim. Ben vardıktan 3 dakika sonra Hintli bir müfreze birlik geldi. Tellere
yakın bir yerde hiç Türk yoktu ama birkaçı barakanın içinden bakmaktaydı.
Baraka, tellerden 12 adım kadar uzaklıkta bulunuyor, onlara gözden
kaybolmalarını emrettim.”
6.
Tanık olan ve Türk Kamp Hastanesinden sorumlu subay
Yüzbaşı G.K. Fulton da önceki tanıklar gibi aynı ifadeyi vermiş ve esirin ölümü
hakkında ön otopsi raporunu açıklamıştır:[683]
“5 Nisan 1919 tarihinde saat 22.00
sıralarında alarm sesi duydum ve savaş esirleri kampına doğru hareket ettim.
Ana kapıdaki nöbetçi, nöbetçilerden birinin alarmı çalıştırdığını bana söyledi.
Kamp levazım subayı olan Teğmen Benson ile birlikte olay yerine gittim ve
tellerin dışında yerde uzanan maktulü gördüm, ayakları tellere yakın taraftaydı
ve elleri başının üzerinde gerilmiş durumdaydı. Cesedi inceledim ve ölmüş
olduğunu ilan ettim ve hastane morguna gönderdim. Üzerinde bir atlet, şort,
beyaz halkalı siyah çoraplar ve tenis ayakkabıları vardı. Giyiminde bozulma
yoktu, sadece yaralanmanın verdiği etkiyle zarar görmüştü. O gece kıyafetleri
çıkarıldı. Ertesi sabah ceset üzerinde kapsamlı bir muayene yaptım ve ölümün,
kanama ile devam eden şoktan dolayı gerçekleştiğini düşünüyorum. 12 mermi
girişi, bir çıkış vardı.”
Kamp levazım subayı yedinci tanık
Teğmen A. Benson, Kamp alanını koruyan nöbetçilere verilen talimatların birer
örneğini tahkikat heyetine sunmuştur. Sekizinci tanık Türk savaş esiri Teğmen
Necip oğlu Ethem Necip ifadesinde maktul ile vurulmadan yaklaşık bir saat önce
görüştüğünü ve biraz alkollü olduğunu söylemiştir. Başka bir Türk savaş esiri
dokuzuncu tanık Teğmen Ahmed Hamdi oğlu Hüseyin Kâmil’dir. Hüseyin Kâmil
verdiği ifadesinde 5 Nisan 1919 günü saat 16.00 ile 20.00 arasında maktul ile
birlikte olduğunu, saat 20.00’de ayrıldıktan sonra bir daha görmediğini ve
maktulün alkol aldığını ama sarhoş olduğunu sanmadığını söylemiştir.[684]
Heyet tanıkları dinlemeden önce
olay yerini incelemiştir. Heyet, 7 Nisan 1919 tarihinde yazdığı raporunda Sepoy
Balesar Misar’ın kendisine verilen kamp talimatlara göre hareket ettiği
sonucuna ulaşmıştır. Heyete göre savaş esiri Teğmen Ahmed oğlu Mehmed Ziya
usulüne göre uyarıldıktan sonra 5 Nisan 1919 tarihinde saat 22.00 sıralarında
Meiktila savaş esirleri kampından kaçmaya teşebbüs ederken vurarak
öldürülmüştür. Kamp yönetimi tarafından kamp etrafındaki nöbetçilere verilen
talimatlar ise şu şekildedir:[685]
7.
. Kendisine tahsis edilen tel
örgülerin üzerinden savaş esirlerinin kaçmalarını önlemekten sorumludur.
8.
Silahını dolu bulunduracaktır,
süngüsü her daim hazır olacaktır.
9.
Eğer bir esir bir kez
uyarıldıktan sonra uyarıyı dikkate almaksızın tel örgüyü aşmaya kalkışırsa
derhal vurulacaktır.
10.
Eğer bir nöbetçi ivedilikle bir
yardıma ihtiyaç duyarsa, hızlı bir şekilde 3 el ateş edebilir.
11.
Disiplin ihlali durumları dışında
herhangi bir savaş esiri ile mülaki olunmayacaktır.
12.
Bir esir ile kamp dışından
yetkili olmayan biri arasında bir ilişki gerçekleşmesine müsaade etmeyecektir.
13.
Hiçbir yetkili olmayan şahsın tel
örgüye 50 metreden fazla yaklaşmasına izin vermeyecektir.
14.
Eğer ışıklar söndükten sonra bir
savaş esirinin şüpheli bir şekilde dikildiğini ya da aylakta dolaştığını
görürse durumu İngiliz muhafız komutanına bildirmelidir.
15.
Kamp içinde veya dışındaki yangın
veya başka bir ciddi durumda derhal en yakın muhafız komutanına bilgi
verecektir.
16.
Gece bir lamba iyi yanmıyorsa
veya tamamen sönmüşse muhafız komutanına bilgi verecektir.
17.
Nöbetçiler, Seremoni Eğitim
Kitabı’nda belirtildiği şekilde rütbelere göre eğilerek, dönerek vs. selamlama
yapacaklardır.”
8 Mayıs 1919 tarihinde Hindistan
Merkez Şubesi Müdürü tarafından Burma Bölgesi Komuta Genel Subayına raporda
bulunan ikinci ek gönderilmiştir. Ekte maktulün alkol aldığının görüldüğüne
dair tanıkların ifadeleri delil gösterilerek sunulmuştur. 28 Temmuz 1917
tarihinde kampa gönderilen kamp kurallarına göre sağlık zabiti tarafından
imzalanan emir dışında hiçbir şekilde sarhoş edici içeceklerin kampa girmesine
izin verilmediği belirtilmiştir. Bu bakımdan maktulün alkollü içeceği nasıl
edindiğini belirlemek için araştırma yapılması talep edilmiştir. İkinci ekten
sonra 28 Mayıs 1919 tarihinde üçüncü bir ek daha gönderilecektir. Burma Bölgesi
Komuta Genel Subayından Hindistan Merkez Şubesi Müdürüne gönderilen cevabi
yazıda savaş esirinin ölümünü etkileyen şartlarla ilgili araştırmalardan sonra
yasa dışı likör ile ilgili olarak araştırma yapıldığını bildirilmiştir. Olaydan
birkaç gün sonra mutfaklar incelenmiştir. Maktul tarafından kullanılan bir
mutfakta küçük bir gizli bölme tespit edilmiştir. Bu alanda bir kavanoz
içerisinde mayalanan muzlar görülmüştür ki muhtemelen maktulün alkolü elde etme
yöntemi bu şekildedir.[686]
Burma
esir kamplarından kaçarak köyüne kadar gidebileceğini düşünen esirler de çıkmış
ve firara teşebbüs etmişlerdir. Irak Cephesi’nde esir düşen Hüseyin Çavuş,
Burma esir kampından, Afyon Sandıklı ilçesindeki köyüne gelebileceğine inanarak
kaçma teşebbüsünde bulunmuş fakat ilk adımda yakalanarak tekrar tel örgülerin
arasındaki yerini almıştır.[687]
3.7.3 Kıbrıs Halkının Esirlere Yardımı; Adada İsyan Hareketleri ve
Firar Olayları
1916
yılından itibaren Kıbrıs adasındaki Karakol esir kampına getirilen Türk savaş
esirlerinden bazıları zaman içerisinde kötü şartlar ve firar sırasında İngiliz
askerleri tarafından vurulma gibi sebeplerle hayatlarını kaybetmiştir. Bir
kısmı da
kaçmayı başararak Anadolu’ya
geçmiş veya Kıbrıs’ta kalarak adada yaşamaya devam etmiştir.[688]
Birinci Dünya Savaşı döneminde
Çanakkale’de İngilizler tarafından esir alınarak adaya getirilen Türk savaş
esirleri çeşitli dönemlerde bu esaret hayatından kaçmaya çalışmıştır.
Kendilerine bu konuda en büyük destek ve yardımı ise Kıbrıslı Türkler
yapmıştır. Kaçtıktan sonra asıl önemli iş İngilizlere yakalanmamak ve mümkün
olan en kısa sürede Anadolu’ya ulaşarak tekrar memleket için savaşa girmektir.
Mağusa Türk esir kampından kaçabilen Türk askerleri bir süre köylerde
gizlenmişler, buradan tekneler ile Anadolu’ya kaçmışlardır. Bu esirlere Kıbrıs
Türkleri zaman zaman yardım etmiş ve onları bir müddet Beşparmak Dağları’nda
saklamıştır. Esirler Beşparmak Dağları’nda Alevkayası olarak bilinen bölgedeki
mağara ve kovuklarda saklanarak İngilizlerin elinden kurtulmaya çalışmıştır.
Kamp bölgesinden kaçmaya muvaffak olan bazı Türk esirler Topçuköy ve Aynakofo
(Altınova) bölgelerine kadar gelebilmişler ancak tekrar yakalanarak kampa geri
götürülmüşlerdir.[689]
Bir yolunu bularak kamplardan
kaçmayı başaran 20-25 kadar esir ada halkı tarafından Beşparmak Dağları’nda bir
mağarada saklanmıştır. Bu esirler bir süre sonra yakalanmış ve onlara yardım
eden Türkler Girne Kalesi’ne hapsedilmiştir.[690]
Esirler tarafından Beşparmak Dağları’nın saklanma amacıyla seçilmesinin
sebebi saklanmak için ideal yer olması, doğal ortamının yakalanma riskini
ortadan kaldırması, ormanlık arazi olması nedeniyle rahatça gizlenebilme,
barınma, yiyecek ve su bulma imkânının fazla olması ve ayrıca Anadolu’ya
geçişin en kısa yolunun burası olmasından ileri gelmektedir. Kaçış için
Mağusa’nın Aynakofo ve Topçuköy köylerini kullanan esirler olmasına rağmen
Anadolu’ya kaçışın en kolay olduğu yerler Girne’ye bağlı Livera ve Kormacit
köyleridir. Kamptan kaçan esirlerin Anadolu’ya geçiş için tek çaresi bir sal
yapmak veya bir sandal bulmaktır. Sandal veya sal yapabilmek için gerekli odun
bölgedeki ormanlık araziden sağlanabilmektedir. Adada esirlere kaçmalarına
yardım eden ailelerinin başında gelen Sadrazam ailesi bu kaçak Türk esirlerine
yardımlarını esirgememiştir. Yaptıkları sandallarla esirlerin kaçmalarına
yardımcı olmuşlardır. Bu yardım ve desteğin sonucu olarak bu köyün ismi
değiştirilmiş ve Sadrazamköy adı verilmiştir.[691]
Kıbrıs adasının Anadolu’ya bakan
en güney noktasında bulunan Kormacit köyü Türk esirlere kaçışlarında büyük
kolaylıklar sağlamıştır. Kamptan ilk kaçma teşebbüsü 29 Kasım 1916 tarihinde
gerçekleşmiş ve 2 Türk askeri İngilizler tarafından şehit edilmiştir. Vurularak
ölen askerlerden hariç kaçmayı başaran askerler de olmuştur. 4.470 esir
numaralı olup kaçarken üzerinde siyah keten ceket, kalın pantolon ve fes
bulunan, siyah bıyıklı, esmer ve orta boylu bir Türk esiri gece yarısı kamptan
kaçmayı başarmış ve bir daha kendisinden haber alınamamıştır. 29 Kasım 1916
gecesi 22.00 ile sabah 06.00 arasında kamptan kaçtığı tahmin edilen bir başka
Türk esiri 4.417 numaralı İbrahim Ali Mehmed Sabri’dir.[692]
Kamplardan kaçarken kamp
muhafızları tarafından öldürülen esirler de çok olmuştur. 30 Haziran 1917
tarihinde esir kampından kaçmaya çalışırken öldürülen 2 Türk esiri bu kişilere
örnek verilir. Öldürülen askerler 3.105 esir numaralı Ali Hacı Ahmed ve 3109
esir yaka numaralı Hanefi Ahmed’dir. Bu 2 Türk askeri İngiliz Kraliyet Birliğinden
Er John Garnett tarafından vurulmuştur. Nöbeti sırasında kaçmaya çalışırken 2
Türk askerini vurarak öldüren İngiliz Er John Garnett derhal tutuklanmış ve
sıkıyönetim kuralları çerçevesinde askeri mahkemede sorgulanmıştır. Ancak bu
yapılan sadece adli bir görevi yerine getirmekten başka bir şey değildir.[693]
İngiliz Yüksek Komiserliği Resmî
Gazetede yayımladığı 588 sayılı kararla, kampta Osmanlı ordusunda savaşırken
firar eden veya bu sırada esir düşen Ermeni ve Arapların da bulunduğunu
belirterek esirlerin yargılanması konusunda bazı düzenlemeler getirmiştir.
Lloyd George imzalı kararla komutanlık alanına giren sınırlar dâhilinde İngiliz
Yüksek Komiserliğine herhangi bir suçla yargılanacak olan bütün savaş
esirlerini yargılama yetkisi verilmiştir. Bildirilen kararla söz konusu askeri
mahkemeler derhal tesis edilecek ve konuyla ilgili yasalar ve kurallar ne
gerektiriyorsa suçlunun yargılanması, cezalandırılması ve cezasını bu şartlar
ve yasalar çerçevesinde çekmesi sağlanacaktır. İngiliz Yüksek Komiserliği,
ayrıca herhangi bir askeri mahkemenin kararlarının uygulanmasından ve bundan
sonra bu askeri mahkemelerce verilecek cezaların yukarıda belirtilen yasalar ve
kurallar çerçevesinde yerine getirilmesinde de sorumlu tutulmuştur. Askeri
Mahkeme aldığı her türlü kararı Londra’daki Yüksek mahkemeye gönderecektir.1491
[694]
Türk savaş esirlerine yardım eden
ancak İngilizler tarafından kimliği tespit edilen Kıbrıslı bir Türk ile ilgili
Mağusa Kaza Yüksek Mahkemesinin Mağusa Kaza Komiserliği’ne gönderdiği 9 Mart 1918
tarihli yazısı söz konusu Kıbrıslı Türk’e verilen hapis cezasının onanmasıyla
ilgilidir. Yazıda İngiltere Hükûmetinin 15 Aralık 1916 tarihli duyurusuna
aykırı bir şekilde, kaçak Türk savaş esirleriyle ilişkisinden dolayı Maloundalı
Hacı Mehmed Ali’ye Kaza Yüksek mahkemesi tarafından verilen 2 yıllık hapis
cezasının Yüksek Komiserlik ve Genel Vali tarafından onaylandığı
belirtilmiştir.[695]
Hacı Mehmed Ali’ye verilen cezanın onanması sonrasında 5 Aralık 1918’de Mağusa
Kaza Komiserliği tarafından Kıbrıs Genel Valiliği’nce gönderilen Kaza Komiseri
ve Yüksek Mahkeme Başkanı imzalı bir başka Türkiye ile girişilen barış
ortamından dolayı bu cezanın düşürülmesi istenmiştir.[696]
1917-1918 yıllarında Mağusa esir
kampından tünel kazarak kaçmayı başaran ve Çanakkale’de esir düştükleri
öğrenilen 6 Türk esiri önce Gonedra’ya kadar gelmiş ve geceyi geçirmek için bir
ağıla saklanmıştır. Aradan birkaç saat geçince Türk olan ağıl sahibi ağılda
saklananların kaçak esir olduklarını öğrenmiştir. Bu kişi esirleri, saklayacak
güvenli bir yeri olmadığı için komşu köy olan Ayharida (Ergenekon) köyüne
göndermiş ve Osman amcayı bulmalarını söylemiştir. Osman amca kendileri için en
güvenilir yer olan Topaktaş mağarasında esirleri saklamıştır. Bu bölgede davar
güden çobanlardan esirlerin sesinin duyulduğunu öğrenen Osman amca o gece
esirleri daha güvenilir bir yer olan ve bugün esirler Mağarası olarak bilinen
yere götürmüştür. Bu mağara dağın tepesinde olup yaklaşık 20 metrekare
kadardır. Bu mağaraya ilk gelen bu 6 kişi burada yaklaşık bir yıl kadar
kalmıştır. Bu esirlere iki veya üç günde bir Hüseyin Yusuf ile Mehmed Osman,
köyden yiyecek götürmüştür. Esirler su ihtiyaçlarını da köyün hemen yanında,
kaldıkları mağaranın bulunduğu dağın eteklerinden karşılamıştır. Bu dağdan
suyun bulunduğu yere kadar inip çıkmak yaklaşık 2.5-3 saat almaktadır. Bu arada
İngilizler köye kadar gelip esirleri arayıp sormuşlar fakat köy halkı
olaylardan habersiz gibi davranıp hiçbir şey söylememiştir. Sonraları savaş
bitince af çıkmış ve bu esirlerden bazıları gidip teslim olmuş, bazıları da bir
kıyı köyü olan Akatu’ya giderek teknelerle anavatana dönmüştür. Bunlar
gittikten sonra aynı mağaraya üç kişi daha gelmiştir. Bunlardan birinin
ayağında kurşun yarası olup öbür iki arkadaşının omuzlarında taşınmıştır. Köye
gelen son gelen ise tek bir kişidir. Bu kişi tek olduğu için fazla yalnız
bırakılmamış ve köyün yakınında olan bir ağılda aynı kişiler tarafından
saklanmıştır. Bu esirler içinde sadece tek olarak gelen bu adamın adı
hatırlanmakta ve Mesut olduğu bilinmektedir. Bu adamın daha sonra sağ salim
Türkiye’ye ulaştığı Hüseyin Yusuf’a yazdığı iki adet eski Türkçe mektuptan
öğrenilmiştir. Fakat Mesut’un Türkiye’ye kaçışı hakkında hiçbir şey
bilinmemektedir.[697]
Tüm Kıbrıs Türklerinin kaçan
esirlere yardım etmedikleri bazen esirleri dolandırdıkları ve hatta ihbar
ettikleri de olmuştur. Türk savaş esiri Topal Süleyman lakaplı Süleyman Osman,
Nuri İbrahim ve Mustafa İsmail Mart 1918 tarihinde esir kampından kaçmayı
başarmış ve gündüzleri dinlenmek, geceleri de kaçmak suretiyle adanın kuzeyine
kadar gelmeye çalışmıştır. Kışın adada en çetin geçtiği ayda gündüzleri
bulabildikleri sığınaklarda ve tarlalarda saklanan Türk esirler geceleri hiç
durmadan kaçarak İngiliz askerlerinden ve Rum polislerinden uzaklaşmıştır.
Amaçları bir sandalla Anadolu’ya geçmektir. Mağusa bölgesinden iyice
uzaklaştıktan sonra bir Rum köyüne gelmişler fakat kendilerine yardım edecek
birisini bu köyde bulunmamışlardır. Türk askerleri köyde yaşayan bir Rum
köylüyle anlaşarak kendilerine bir sandal temin etmesini istemiştir. Rum köylü
parasını aldığı sandalı esirlere getirmemiş ve onları dolandırmıştır.
Dolandırılan Türk esirler gündüz saklanarak ve gece yürüyerek Mallıdağ ve
Yamaçköy arasındaki bölgeye kadar gelebilmiştir. Açlıktan yorgun düşmüş esirler
tesadüfen bir mağara bulmuştur. Burası artık esirler mağarası olarak
bilinmektedir. Yanlışlıkla mağaraya giren bir davar esirlerin hayatını
değiştirmiştir. Açlıktan ölmek üzere olan bu kişiler bir hayvan keserek
açlıktan ölmekten son anda kurtulmuşlardır. Hayvan sahibinin mağaraya
gelmesiyle her şey anlaşılmış ve köye dönerek babası Hacı Mehmed Ali’ye durumu
bildirmiştir. Hacı Mehmed Ali ve yanında birkaç kişi daha mağaraya gelmiş ve
esirlerin durumunu fark etmişlerdir. Aç kaldıklarını, Türk olduklarını ve esir
kampından kaçtıklarını söylemelerine rağmen kendisine ait bir hayvanın bu
şekilde izinsiz yenmesi yüzünden sinirlenen Hacı Mehmed Ali esirlerden
hayvanının parasını istemiştir. Hacı Mehmed Ali de Rum köylüsü gibi esirlere
küçük bir sandal temin edebileceğini söyleyerek paralarını almıştır. Bir süre
sonra sandalları gelmeyen esirler Türk köylüsü tarafından da dolandırıldıkları
anlayacaklardır. Durumu öğrenmek için köye gidip olayı soruşturmuşlardır. Köyde
Kıbrıslı Mehmed Osman ile tanışmışlar ve kendisi esirlere pek çok yardımda
bulunmuştur. Esirler köyde güvenebilecekleri insanlar bulunduğuna inanarak bu
aileyi ziyaret etmiştir. Esirleri dolandıran kişinin ihbarıyla İngiliz
askerleriyle Rum polisleri köye baskın düzenleyerek tüm yardım edenleri tutuklamışlar
ve Geçitkale’ye götürmüşlerdir. Bunun üzerine ne yapacaklarını düşünen 3 Türk
esiri kendileri yüzünden tutuklanan Kıbrıslı Türkleri kurtarmaya karar
vermişler ve teslim olmuşlardır. Burada tutuklularla yüzleştirilen esirler Türk
köylülerin hiç birisini tanımadıklarını ve onlarla herhangi bir alışverişleri
bulunmadığını, köylülerin kendilerine yardım ve yataklık etmediklerini
belirtmiştir. 3 Türk savaş esiri kaçtıkları Karakol esir kampına götürülürken
köylüler serbest bırakılmıştır. Köyde tutuklanan tek kişi ise Hacı Mehmed Ali
olup o da hapis cezası alarak Girne’deki hapishaneye gönderilmiştir.[698]
Türk savaş
esirlerinin adada bulunduğu sırada İngilizler Yunanistan’ı kendi yanlarına
çekebilmek için Yunanlılara adayı vaat etmiş, bu durum adadaki Türkleri
endişelendirmiş ve adada Türklerin isyanına yol açmıştır. İsyanı planlayanların
bir amacı da adadaki esirleri özgürlüklerine kavuşturmak ve isyanda kendilerini
desteklemelerini sağlamaktı. Türk Kurtuluş Savaşının gelişimi, Kıbrıs Türkleri
arasında büyük umutların ve heyecanların doğmasına neden olmuş ve ada halkının
böyle bir karar almasında etkili olmuştu. Atatürk’ün Samsun’a çıktığı günlerde
60.000 Müslüman Türk adına İngiliz Sömürgeler Bakanlığına gönderilen bir
dilekçede, enosis isteklerine karşı konulması ve adanın İngiliz yönetimi
altında tutulması istenmiştir. Diğer yandan ise Kıbrıs Türklerinin umutsuz
durumunun ve bu arada Anadolu’da işgale karşı yer yer başlayan halk direnişinin
etkilerinin sonucu olarak Kıbrıs'ta İngiliz sömürge yönetimine karşı bir
ayaklanma hazırlığı yapılmıştır. Sömürgeler Bakanlığınca bu olay Türkçü ve
İslamcı bir hareket olarak nitelenmiştir. İngiliz yetkililere göre bu olay
adanın Türkiye’ye geri verilmesini isteyen küçük bir partinin örgütlenmesi olup
partinin önderleri arasında İttihat ve Terakki üyeleri, Sadrazam Kâmil Paşa’nın
damadı Dr. Esat, Dr. Behiç ve Hasan Karabardak vardır. Bunun üzerine adada
örgütlü bulunan Teşkilat-ı Mahsusa, isyan hareketini Ermeni kampını basarak ve
iskelede bulunan gemileri tahrip ederek başlatacaktır. Kıbrıs’ta tüm jurnalci
ve muhbirlere rağmen İngiliz yönetimi böyle bir isyan girişimini son ana kadar
öğrenememiştir. İngilizlerin elde ettikleri istihbarat doğrultusunda ve
aldıkları tedbirler sayesinde isyan girişimini öğrenir öğrenmez 6 Mayıs 1919
tarihinde Sömürgeler Bakanı’na Paskalya kutlamaları sırasında Kıbrıslı Türkler
tarafından karışıklık çıkartılacağını, Türk esirlerin İngiliz askerlerini
etkisiz hale getirip ayaklanmayı adanın dört bir tarafına yayacağı
istihbaratını ulaştırmıştır. Savunma Bakanlığına ulaşan bu bilgi sonrası
İngilizler gerekli tedbirleri en şiddetli bir şekilde hayata geçirmiştir.
Mağusa’daki Türk esir kampındaki esirlere silahlar ulaştırılamamış ve
Akdeniz’deki İngiliz Donanması’nın desteği ile isyan bastırılmıştır. Adanın
yöneticilerinden Malcolm Stvenson’un aldığı önlemler sonucu isyan hareketi
önderleri tutuklanıp hapsedilmiştir. İngiltere’nin Akdeniz Donanması’ndan 50
kişilik bir makineli tüfek birliği Lefkoşa’ya gönderilmiştir. Vali Stevenson’un
uyguladığı tüm tedbirlere ve İngilizlerin bütün istihbarat ve jurnal
faaliyetlerine karşılık Dr. Behiç Bey ve arkadaşları tarafından Karakol
bölgesindeki Türk savaş esirleriyle gerçekleşen irtibat devam etmiş ve
yaratılacak bir kargaşa ile esirlerin serbest kalması sağlanarak Anadolu’ya
kaçmaları hedeflenmiştir. Birinci Dünya Savaşı sonrası İngiliz askeri
yetkililer esir kampında güvenlik tedbirlerini biraz olsun hafifletmiştir. Tüm
adaya yayılması planlanan ayaklanma, Türk esirlerin isyan için gece
elbiseleriyle yataklarında hazır beklemesini belirten küçük mesajın bir kibrit
kutusu içerisinde kampa sokulduğunun anlaşılmasıyla başarısızlığa
1496
Ulvi Keser, a.g.e., s. 472-471.
uğramıştır.
Dr. Mehmed Esat Bey, Gazi Mağusalı İmam Mustafa Nuri Efendi, Dr. Hüseyin Behiç Bey,
Hasan Karabardak ve Kavanin Meclisi Mağusa üyesi Mahmut Celaleddin Efendi gibi
pek çok Kıbrıslı Türk tutuklanarak Girne Kalesi’ne hapsedilmiştir.[699]
3.7.4
Selanik
Esir Kamplarında Görülen Firar Olayları
İngiliz
Selanik Kuvvetleri tarafından Selanik esir kamplarında meydana gelen tüm
olayların kaydedildiği “İngiliz Selanik Kuvvetleri Savaş Günlüğü” adlı
günlüğe bakıldığında firar olayların çok sık olduğu fark edilmektedir. Çalışma
kampının zorluk şartlarına dayanamayan esirlerden çok sayıda kaçanlar olmuştur.
Bu sebeple, kampta firar olayları günlük sıradan olay haline gelmiştir.
Örneğin, Pazarkia çalışma kampında bulunan bir Türk, 23 Ocak 1918’de çalışma
kampına giderken kaçmıştır. 7 Ekim günü 1918’de 4 Türk savaş esiri
Dranista’daki linyit madenindeki grup çalışmasından kaçmıştır. 19 Ekim 1918
günü bu dört Türk savaş esiri Yunan polisi tarafından yakalanarak kampa teslim
edilmiştir. Pernik maden ocağında çalışan esirlerden 16’sı 7 Kasım 1918 ile 13
Aralık 1918 tarihleri arasında kaçmış, bunlardan 4 tanesi kampa geri dönmüştür.
İngiliz Selanik Kuvvetleri tarafından tutulan Savaş Günlüğü’ne yansıdığına göre
Pazarkia çalışma kampında bulunan Türk savaş esirlerinden 6’sı 22 Ocak 1918 ile
4 Nisan 1918 tarihleri arasında kaçmayı başarmıştır. Esirler genelde ya çalışma
kampına giderken ya da çalışma sırasında kaçmaya teşebbüs etmişlerdi.
Firarların çoğu başarısızlıkla sonuçlanmakta ya da firar edenler
kısa sürede yakalanarak kampa geri getirilmekteydi. 18 Haziran 1918-28 Ekim
1919 tarihleri arasında kaçan 67 Türk savaş esiri yakalanarak Selanik Karaissi
savaş esirleri kampına geri getirilmişti.[700] Firar olaylarına adı karışan bir başka esir
de Mehmed Nuri Efendi’dir. 7 Mart 1919 tarihinde Dudular kampına getirilen
Mehmed Nuri Efendi, burada birkaç defa firara teşebbüs etmeye kalkışmış fakat
başarılı olamamıştır.[701]
3.7.5
Malta
Esir Kampında Görülen Firar Olayları
Malta esir
kamplarında her ne kadar siyasi tutuklu ve üst düzey subaylar kalsa da
fırsatını buldukça bu kişilerden de firar edenler çıkmıştır. Londra Konferansı
sonrası, iki Hükûmet arasında esirlerin mübadelesi görüşülürken adada bulunan
75 tutukludan aralarında Ali İhsan Paşa’nın da bulunduğu 16-17 esir, 6 Eylül
1921'de Malta Adası’ndan kaçmayı başarmıştır. Kaçaklar kaçakçı gemilerinin
yardımıyla ve bir Maltalının kılavuzluğunda küçük bir İtalyan gemisiyle önce
Roma’ya, oradan da Ankara Hükûmeti temsilcisi Cami (Baykurt) Bey’in
yardımlarıyla Almanya’ya gitmişlerdir. Ali İhsan Paşa ise yolda kendilerinden
ayrılarak Anadolu'ya geçmiştir.[702]
3.8 Esir Kamplarında Yaşanan İç Yönetim, Disiplin, İşbirlikçilik
ve Uyum Sorunları
İngiliz
kamplarında bulunan Osmanlı esirleri diğer milletlere mensup esirlerle
kıyaslandığında çok daha az sorun çıkaran ve uyum içinde yaşayan askerler
olmuştur. İngiliz yönetimi Türklerin kendi aralarında iyi bir şekilde
yaşamalarını takdirle karşılamış ve bunu her fırsatta Türk esirlere
bildirmekten geri durmamıştır. İngilizler Türk esirleri yakından tanıdıkça
esirlere daha çok serbestlik vermiş ve Türk esirleri de bu fursatı iyi bir
şekilde değerlendirmiştir. Bunun sonucu olarak da İngiliz yönetimi Türk
esirlerin her türlü sosyal, kültürel ve dini faaliyetine ses çıkarmamış ve
hatta çoğu zaman desteklemiştir. Türkler tarafından organize edilen tiyatro ve
spor faaliyetlerine kamp yöneticileri bizzat katılmıştır. Tüm bunlara rağmen
kamplarda esirler arasında esirleri rahatsız eden Türk esirlerini zor durumda
bırakan sorunlar da sıkça yaşanmıştır.
3.8.1
Mısır
Esir Kamplarında Yaşanan İç Yönetim, Disiplin, İşbirlikçilik ve Uyum Sorunları
Esir subayın döndükten sonra
verdiği ifadelerden anlaşılmaktadır ki tüm esir kamplarının genel durumu
birbiriyle aynıdır. Buna rağmen bir hususu belirtmek gerekir ki kamp
kıdemlilerinin idarelerine göre kamplar arasında küçük farkları vardır. Kavga
ve gürültülerin bazı kamplarda az olması ki bunda kamp kıdemli subayının büyük
rolü vardır. Kamplarda esirlerin genel sağlık durumları da iyidir. Yalnız
erlerin bulunduğu kamplarda biraz durum farklıdır. Merkez Kumandanlığından
Üsera İşleri Şubesi sunulan ve esir ifadelerinden oluşan raporda, ifadeyi veren
esir bizzat gördüğünü iddia etmektedir ki; bazı çavuşlar İngilizlerle bir olup
günlük verilen erzakı yine İngilizler vasıtasıyla satmışlar ve böylece kendi
arkadaşlarını aç bırakmışlardır.1500 [703]
Esir subaylar, kamp içerisinde pekiyi
durumda yaşamışlardır. Bazı ufak tefek vukuatlar çıkarsalar da bu kişiler
birkaç kişiyi geçmeyecek düzeydedir. Bu tür olaylar çıkması pek parasız
olduklarından, üstleri başları pek pejmürde bulunduğundan ve sıkıntıdan
kaynaklanmaktadır.[704]
Her ne kadar İngiliz yetkilileri
kamplarda Türk askerlerinin disiplininden memnun olsalar da esirler arasında
sık sık gerçekleşen kavgalar ve sorunların olmadığı anlamına gelmemektedir.
Ahmed Altınay sık sık arkadaşları ile küstüğünden ve esirler arasında ile arasında
kırgınlıklardan bahsetmektedir. Esirler oda arkadaşları ile iyi
anlaşabildikleri gibi sık sık sorun da yaşayabilmektedir. Esirlerin kaldıkları
çadırda ara sıra basit meselelerden tartışmalar meydana gelmektedir.[705]
Kavgaların ve düzensizliğin hâkim
olduğu Bilbeis esir kampında çok sayıda Türk esiri başıboş, bir emir altında
olmadan rahat ve huzurlu yaşayamamakta ve sürekli birbirleri ile kavga
etmektedir. Çok şiddetli geçen bu kavgalara müdahale etmek için İngilizler bile
zaman zaman tel örgü içine girememektedirler. Dışarıdan makineli tüfek ile ateş
ettikten ve birkaç kişi öldükten sonra ancak içeri girebilmektedirler. Bu
kavgaları önlemek için her tel örgü kendi içerisinde kıdemli başçavuşlardan
asker usulü alay, tabur ve bölük kumandanlıklarına ayrılmıştır. Çavuşlar ve
manga onbaşılarına kadar bir teşkilat yapısı kurulmuş ve bu şekilde esirler
kavgasız ve huzur içinde yaşamaya başlamışlardır.[706]
Esirler arasında kavga sadece
Türk esirlerin kendi arasında değil bazen Türkler ile kamp yönetimi arasında gerçekleşmiştir.
Yemen’den esir olarak gelen alaydan yetişme genç bir subay, birdenbire iki
sıralı yoklama safından fırlayarak, yoklamayı yapmaya gelen İngiliz
yüzbaşısının yanındaki Ermeni tercümana saldırmıştır. Tercümanın gırtlağını
parmakları arasına alarak yere yatırmış kafasını kumların içine sokarak boğmaya
çalışmıştır. İngiliz yüzbaşısı elindeki kalın sopa ile teğmene vurmuş,
tekmelemiş ve üç dört İngiliz askeri de tekme ve yumruklarla subayı ayırmaya
çalışmışlardır. Esirlerden hiçbirisi yardıma gitmemiştir. Bu hareket
İngilizleri çok kızdırmıştır. Nihayet tercüman ölmeden kurtarılmıştır.[707]
Bir başka esaret sonrası ifade
veren esir ise esirler arasında kavga ve ağız dalaşının hiç eksik olmadığını
söylemektedir. Bu tür olayların tekrar yaşanmaması ve hatta tamamen ortadan
kalması için bir divan-ı haysiyet teşkil edilerek bu tür olaylara karışanlar
buraya gönderilmiştir. Buradan çıkan kararların yurda dönüşte Harbiye
Nezaretine sunulacağı da askerlere tebliğ edilmiş ve dönüşte evraklar Üsera
Müfettişliği Tahkikat Şubesi’ne teslim edilmiştir. Bu divanın kurulması
kamplarda ortaya çıkan uyumsuzlukların tekrar etmemesinde çok faydası olmuş ve
kampta sorunlar azalmıştır.[708]
7. Fırka Askere Alma Şubesi
Kalemi Bandırmalı Üsteğmen Mahmud Esad Efendi, 9 Ağustos 1919 tarihinde verdiği
ifadesine göre Kamp içinde Türk ve Arap subaylar arasında üstünlük tartışması
hep yaşanan bir sorundur. Bu üstünlük kavgası kampta mevcut tercüman Ermeniler
ve bilhassa İngilizler tarafından desteklenmekte ve büyütülmektedir.[709]
Esirlerin arasında gerçekleşen
kavgalar genelde cepheden geldikleri ilk sıralar olmuştur. Kamp düzeni oturana
kadar tüm kamplarda olmasa da bazı kamplarda düzensizlik hâkimdir. Örneğin,
İbrahim Arıkan’ın bulunduğu kampta düzensizlikten meydana gelen tel komutanlığı
meselesinde esirler arasında ihtilaf çıkmış, büyük bir kavgaya yol açmıştır ve
yüzlerce esir birbirine girmiştir. İngilizler Muhafız Bölüğü 2 makineli tüfekle
olaya müdahale etmekten çekinmiştir. Kavga yüzlerce yaralı ve iki ölü ile son
bulmuştur. Kavgaya sebep olanlar ise İngiliz yetkililerce alınıp götürülmüştür.
İngiliz yönetimi bu düzensizliği ortadan kaldırmak için bazı esirleri kampta
polis olarak ayrılmıştır. İbrahim Arıkan, kampta polis olarak ayrılan
esirlerden birisidir. Polislere birer kolluk verilerek ayrı bir barakaya
yerleştirilmiştir. Polisleri diğer esirlerden ayıran tek şey günde iki defa
sayılmamaktır. Polis teşkilatı kurulmadan önce kampta tam bir düzensizlik hâkim
olup gerek yemek dağıtımında gerekse banyo ve suyun kullanımında esirler
kurallara riayet etmemekte esirler arasında saygısızlık ve edepsizlik çok sık
görülmektedir. Namuslu ve ahlaklı kişiler sık sık haksızlığa uğramaktadır. Bazı
esirler bir yolunu bulmuş boşluktan kampa eye getirmişler bunlarla bıçak ve şiş
yapmışlardır. 10 günde bir arama yapılmasına rağmen kampa kesici alet girişi
engellenememiştir. Bu tür kesici aletler bulunduğu takdirde esirler İngiliz
kanunlarına göre 14 gün hapsedilmekte ve sigara verilmemektedir. Polis
teşkilatından sonra ise haksızlığa uğrayan herkesin şikâyeti dikkate alınmakta
ve incelendikten sonra ağır bir şekilde suçlular cezalandırılmaktadır. Ceza
olarak esirler öncelikle dövülmekte, ardından kazığa bağlanmakta, Mısır
sıcağında ve sineklerinin saldırısı altında saatlerce bekletilmektedir. Cezası
daha büyük olanlara ise kazığa bağlandıktan sonra yüzüne tükürülmektedir. Bu
ağır cezalar kampta disiplinin sağlanmasında etkili olmuştur.[710]
En ağır cezalara rağmen kampta kavgalar sıfıra inmemiştir.[711]
Esirler arasında meydana gelen
kavgaların bir sebebi de çıkar ilişkisidir. 1. Telin kantinini İzmirli, 40
yaşlarında İstanbul’da komiserlik görevinde bulunmuş son olarak orduda tabur
ağırlık komutanlığını yapmış Sakallı Celal işletmektedir. İngilizler verdikleri
sermayeyi aldıktan sonra yapılan karın tamamı Celal Bey’in olmaktadır. Kantinin
tüm karını sadece Celal Bey’in almasını kabullenemeyen 3. ve 4. Ordu
komutanları Uzunköprülü Deli Faik ve Edirneli Bahriyeli Celal Sakallı Celal’e
bu parayı tek başına kendisine yedirmeyeceklerini söylemiştir. Sakallı Celal
ise çok zeki bir kişi olarak bu isteği kabul etmiş gibi görünüp üç beş gün
sonra yine bildiğini okuyup yine parayı tek başına almıştır. Bu duruma çok
sinirlenen Faik Celal’e karın tüm esirlere paylaştırılacağına söz vermişi fakat
birkaç gündür karın az olduğunu söyleyerek yine vakit kazanmıştır. Hemen
ardından İngiliz yetkililere koşup bu iki komutanın çok tehlikeli olduğunu,
askerleri isyana teşvik ettiğini ve bu telden acilen gönderilmesini gerektiğini
bildirmiştir. Esirler tarafından saygı duyulan bu kişilerin tesliminde bir
engellenme olabileceğini düşünen Sakallı Celal teldeki 4 komutanın
fotoğraflarının çekileceği bahanesiyle kamptan çıkarılmıştır. Kamp dışına
alınan dört komutandan Faik ve Celal Bey ayrılarak 9. kampa gönderilmiştir. Bu
iki komutan orada da doğru duramamış ve kampın komutanlığını ele geçirmek
istemiştir. Üç beş gün içinde kampta kavga çıkarmış, esirlerin üzerinde baskı
kurmaya çalışmış ve kampın yönetimini ele almak istemişlerdir. Kamp komutanı
olaylar büyümeden İngilizlere bildirmiş ve kısa sürede isyan bastırılmıştır. Bu
sırada İngilizler ile Osmanlı Hükûmeti arasında zayıf esirlerin mübadelesi
konusunda anlaşma yapılmış ve bu anlaşma çerçevesinde bu 2 esir memlekete
gönderilmiştir. Bu iki kişinin yerine Yekta ve İsmail adında iki esir
gönderilmiştir.[712]
Esirleri en çok üzen olaylardan
birisi de harcamaya kıyamadıkları paralarının veya değerli eşyalarının
kamplardaki arkadaşları tarafından çalınmasıdır. Bu esirlerden birisi Ahmed
Altınay’dır. Harcamaya kıyamadığı Osmanlı altınları ile üç dört tane ailesinin
evden çıkacağı zaman harçlık olarak verdiği ebedi bir hatıra olan gazi dört
altınını kaybetmiştir. Bu altınlardan bir tanesi daha sonra bulunmuştur.[713]
Savaş esnasında veya esir
kamplarında kendisine menfaat sağlamak için düşmana hizmet eden sayıları fazla
olmasa da asker ve subaylar çıkmıştır. Aynı zamanda bir paşanın da oğlu olan
yedek subay Teğmen Tevfik, Filistin Cephesi’nde iken İngilizlere sığınmıştır.
İngilizler, bunu en ileri siperlere yerleştirmiş, kuvvetli bir sığınak içinde
Türk kıtalarının telefon muhaberelerini toprak hattı ile dinletmiştir. Türk
telefon hatları tek kablolu olduğundan, muhabereleri toprak vasıtasıyla
alınabilmektedir. Askeri terimleri bildiği için ayda otuz lira mukabilinde
Tevfik İngilizlere yardım etmiştir. İki ay sonra işi bitince esir kampına iade
edilmiştir. Fakat Tevfik boşboğazlık edip yaptığını Türk arkadaşlarına
anlatmış, bu hainliği öğrenen Apak bunu memlekete duyurmak gerektiğini düşünmüş
ve esirlerin Türkiye’ye gönderdikleri mektupla yapmayı planlamıştır. Tüm
mektuplar sansüre uğradığından Kudüs'teki Cemal Paşa’nın ordu karargâhında
Çobanoğlu Zeki adında bir arkadaşına “Kardeşim Zeki, ben esir olduğum zaman
bavulumdaki kitaplarımın arasında iki bin lira param vardı. Hatırımda kaldığına
göre bu para, bavuldaki kitaplarımdan muhabere talimnamesinin filânıncı
sahifesi arasında duruyordu. Talimnamenin o sahifesini bul da paramı oradan al,
anama, babama gönder.” diye mektup yazmıştır. Muhabere talimnamesinin o
sahifesinde toprak hattı ile muhaberelerin çalınabileceğine dair bir madde
vardır. Fakat mektup yerine ulaşmayacaktır. Komutan da bu mektuptan
şüphelenecek, kendisini sıkı takibe alacak ve en küçük bahanelerle Apak ve iki
arkadaşına tazyikte bulunmuşlardır. Akşam yoklama sonrası selam vermediği bahane
edilerek askeri mahkemeye verilmiş ve altmış dört gün hapis cezası verilmiştir.
Mahkemenin bu kararı saf nizamında dizilmiş bir bölük askerin karşısında
kendisine okunmuş esirlerin arasından iki tümen kumandanı bu törende hazır
bulunmuştur. Bütün bu büyük tören sadece altmış dört günlük hapis içindir.
Cezasını İskenderiye civarında Gabbari denilen bir askeri cezaevinde çekmiştir.
Cezaevi kumandanı yaşlı ve iyi kalpli bir yarbaydır. Cezası localık yani
münferit hapis cezası olmasına rağmen firara teşebbüs etmiş veya firar sonrası
yakalanıp hapsedilmiş altı Türk subayının yerleştirildiği bir odaya
konulmuştur.1511 [714]
Kendi istekleri ile Çanakkale
Muharebeleri esnasında düşmana teslim olan ve kampa getirilen ve arkadaşları
tarafından hain olarak nitelendirilen iki kişi daha vardır. Kendi arzuları ile
İngilizlere esir oldukları veya İngiliz tarafına kaçtıkları iddia edilen ve
diğer esirlerle birlikte yaşayan iki subayın Türk arkadaşları aleyhinde
kumandana casusluk ettikleri düşünülmektedir. Bir gece, yüzleri ve gözleri
sarılı iki kişi uyurken odalarına girerek her ikisini de bıçakla öldüresiye
yaralamışlardır.[715]
Bu olay üzerine İngiliz kumandanı
kamp içinde terör estirmiştir. Suçluları bulmak için pek çok kişiye şiddetli
baskılar uygulanmıştır. Özellikle Apak ile birlikte iki arkadaşı Jandarma
Yüzbaşı Manastırlı Vasfi ve Deniz Yüzbaşısı İsmail Hakkı Efendi tutuklanarak
kampın yanında küçük bir yere yerleştirilmiştir. Hatta ağızlarından laf almak
için bir başka yüzbaşı daha konmuş fakat durumu anladıklarından yanında
konuşmamışlardır. Bu işi yapanlardan birisi daha sonra gırtlak vereminden vefat
edecek olan ve daha önce 6 kişilik grupla kaçan Yüzbaşı Mehmed Ali’dir.[716]
Cezası sonrası kampa dönen Apak,
üç arkadaşı ile birlikte dörtte üçü Suriyeli ve Iraklı olan C kampına
nakledilmiştir. Yanlarındaki odada Araplar kalmaktadır. Bir sonraki odada ise
Türklere bağlı sporcu altı subay vardır. Daha ilk akşam hasır duvarla ayrılmış
bitişik odadaki Bağdatlı bir yüzbaşı ile bir Ermeni doktor yarbay yüksek sesle
Türklerin aleyhinde konuşmaya başlamıştır. Kendilerine Türk olduklarını
bildikleri, yapılan davranışın kasıtlı olduğu ve alçak sesle konuşmaları
istemiştir. Bu söz üzerine sağdaki ve soldaki odalardan evvelce hazırlanmış
olan on beş kadar Arap subay odaya fırlayarak saldırmıştır. Aynı anda daha
öteki odalardan da Türk esirleri korumak için bunlara saldırı başlamış ve
yumruk, tokat, tekme, sandalye, bardak ve demirlerle Türk Arap savaşı
gerçekleşmiştir. Bu olay Coates veya Ermeni Tercüman Nişan tarafından Apak ve
iki arkadaşı hedef alınarak tertiplenmiştir. Apak buradan kurtularak Muhabere
Yarbayı Ali Bey’e gitmiş ve İngilizleri müdahaleye davet etmesini rica
etmiştir. Ali Bey'in müracaatını reddedemeyen İngiliz yüzbaşı sekiz on silahlı
askerle gelinceye kadar çok kişi yaralanmıştır. Coates olaya müdahale ederek
Türklerin hepsini Türklerin oturduğu A kampına nakletmiştir. Şahitlerin
ifadesiyle olayda Türkler sorumlu tutulmamıştır.[717]
Apak’ı ve iki arkadaşı Vasfi ile
İsmail Hakkı Bey kamp kumandanın odasına çağrılmıştır. Odada Apak’ın Tümen
Kumandanı Musa Kazım Bey ve Hicaz garnizonunda esir edilmiş Albay Ahmed Bey
bulunmaktadır. Esir kampları müfettişi Albay Wilson ayakta bekleyen Apak ve
arkadaşlarına Ermeni tercüman aracılığıyla
üçünün ahlaksız ve o kadar da adi insanlar olduklarını Şeyh Senusi’nin
ordusunda bile onlar gibi rezil subaylar olmadığı söylenmiştir. Ardından esir
karargâhı komutanı tarafından kendilerine cezaları bildirilmiştir. Esir
subaylar hakkında her türlü zorunlu tedbirler alınmış ve harbin sonuna kadar
bunlara karşı milletlerarası kararlar ve adetler dışı muamele edilmesi esirler
müfettişliğine bildirilmiştir. Hatta barıştan sonra kendi Hükûmetleri
tarafından da ayrıca cezalandırılmaları için yapılacak barış antlaşmalarına
özel hükümler koyduracağı kendilerine tebliğ edilmiştir.[718]
Apak böyle bir cezaya
çaptırılmasının sebebini sormuş müfettiş yüksek sesle cevap vermiştir.
Kendilerinin kampa gelinceye kadar koyunlar gibi itaatli harp esirlerinin
arasına fitne ve fesat saçtıklarını, İngiltere devletinin nizam ve otoritesi ve
kanunları aleyhine karşı gelerek isyan ettiklerini ve kamp kumandanının
görevlerine karşı geldikleri söylemiştir. Apak sükûnetle kendisinin bu
suçlamalardan şeref duyduğunu söyleyecektir. Fakat biraz fazla ateşli olan
Jandarma Yüzbaşı Vasfi dünyanın en aşağılık subaylarının İngiliz olduğunu der
demez Wilson Vasfi’nin gırtlağına sarılmış Vasfı aynıyla karşılık vermiştir.
Kapıda hazır duran beş altı silahlı İngiliz askeri derhal içeri girerek
dipçiklerle Vasfi’nin kafasına ve omuzlarına vurarak Apak ve arkadaşını dışarı
atmışlardır.[719]
Üç silahsız esir karanlık
basıncaya kadar yuvarlak baraka içinde kalmış ve bu baraka etrafı süngülü bir
manga askerle sarılmıştır. Başlarındaki binbaşının elinde tabanca vardır. Bir
kamyonla üçünü İskenderiye’deki Gabbari Askeri Cezaevi’ne götürülmüşler ve ayrı
ayrı localara konmuşlardır. Hapiste İngiliz çavuşu tarafından üstü aramıştır.
Pantolonu çıkarmasını istemiş, Apak ise bunun Türk geleneklerine aykırı
olduğunu söylemiştir. Burada ikili arasında 10-15 dakika boyunca boğuşma
yaşanmış, fakat Apak çocukluğundan beri güreşle uğraştığından çavuşu defalarca
yere yıkmıştır. Başarısız olan çavuş küfürler ederek oradan uzaklaşmıştır.[720]
Başarısız
firar sonrası hapse giren Apak ile aynı hapishaneye İstanbullu zenci bir
yüzbaşı getirilmiştir. Türklüğe hakaret etti diye bir Suriyeli bir subayın
kafasına gramofon makinesini indirmiş ve kafasını yararak iki ay hapis cezası
almıştır.
İngilizler bir zencinin Türk’e
olan sadakatine hapis cezası ile karşılık vermiştir. Türklerin, bir zenciyi
kendilerine bu derece bağlanmasına hayret etmiştir.[721]
Arapların kamplarda Türkler ile
mücadelesi Genelkurmay ATASE belgelerine yansımıştır. Cidde hastanesinde doktor
olarak görev yaparken esir düşen bir binbaşı ifadesinde öteden beri Arap
Hükûmeti adına karargâhta subayları baştan çıkarmak üzere propaganda ile
görevlendirilmiş Trablusgarplı Binbaşı Nuri Küveyri adındaki bir şahıs Tur’da
esir olmuş ve İngilizler tarafından bu hizmetine devam etmek için Seydi Beşir
kampına gönderilmiştir. Karargâh Kumandanı Yarbay Coates’in kampa gelişi
sonrası kendi inisiyatifiyle baskıcı muamele daha da artmıştır. Karargâhta bir
heyet kurarak Mısır’daki Arap Cemiyeti adına birçok subayı Emir’in hizmetine
sokarak kandırmıştır. Kamp komutanı da bu heyetin icraatlarına mâni olma
ihtimali olan şahsiyetleri Seydi Beşir’den göndermiştir. Albay Ali Fıtrî Bey,
Yarbay Halil Bey, bir binbaşı, alay kumandanları ile iki doktor diğerleri
yüzbaşı, çoğunluğu da tabur kumandanı olmak üzere 27 subayı karargâhta
İngiltere Hükûmetinin takip ettiği siyasete mâni oldukları ve kampın sükûnunu
ihlâl ettikleri gerekçesiyle Malta’ya sevk etmiştir.[722]
Şirakonsolos vekili olup esir
bulunduğu Mısır’dan dönen Süleyman Bey’in gerek esaret sırasında gerek yurda
geri dönüşü sırasında vuku bulan duydukları ve gördüklerine dair yazdığı 23
Kasım 1917 tarihiyle Hariciye Nezaretine sunulan raporda, Mısır esir
kamplarında ve özellikle Seydi Beşir kampında esirlerin kendi devletleri
aleyhinde davranışlarda bulunduğunu yazmıştır. Mısır esir karargâhlarında
bulunan Cafer, Binbaşı Nureddin ve Yüzbaşı Nureddin beylerin bozuk
yaratılışları icabı İngilizlerin kışkırtmasına kapılarak asi Mekke Şerifi’ne
yardım etmek üzere Mekke’ye gittikleri raporda detaylı anlatılmıştır. Yukarıda
adı geçen Cafer Bey bu iş için paşa rütbesi ile taltif edilmiştir. Ayrıca
Süleyman Bey raporunda İngilizlerin Seydi Beşir esir karargâhlarında bulunan
Osmanlı Arap doktorları ve subayları daima kayırdığını ve Osmanlı Devleti aleyhine
sürekli kışkırttıklarını yazmaktadır.[723]
Türk esirlerinden İngiltere’ye
iltica etmek isteyen esirler de olmuştur. Tel El- Kebir esir kampında bu tür
dilekçeleri veren askerler İngiltere’nin kullanacağı düzeyde kişiler değilse
reddedilmiştir. Ocak 1920’nin sonlarında bir Türk dilekçe ile iltica isteğinde
bulunmuş ve komutan durumu bildiren dilekçeyi tüm askerlerin önünde okumuştur.
Bu kişi Yafa Cephesi’nde görevli iken bir gece firar ederek İngiliz
kuvvetlerine iltica etmiş ve Mısır’da esir kampına gönderilmiştir. Esirlerin
Türkiye’ye gönderileceği söylentileri çıktığında Türkiye’ye gitmekten korkmuş
ve İngiliz vatandaşlığına geçmek istediğini bildirmiştir. Komutan tüm
askerlerin önünde kendi ülkesini satan, başka ülkeye savaş sırasında iltica
eden bir kişinin İngiliz devletine de yaralı olmayacağını ve dönüş zamanına
kadar da tüm tuvaletleri temizleme cezası verildiğini söylemiştir.[724]
Türk askerleri zaman zaman
fırsatını bulduklarında kendilerine ayrıcalık istemekte ve bunun için araya
birilerini sokmaktadır. Bir süre kaldığı Maadi esir kampından Kahire Kalesi
esir kampına naklini isteyen Cafer el-Askarî’nin İngilizlere yakınlığını
bilenler kendi lehlerine bu durumu kullanmak istemişlerdir. Cafer el- Askarî
ise burada subaya yakışmayacak davranışlarda bulunan Osmanlı subaylarından
şikâyet etmeye başlayacaktır. İngiliz yetkilileri ile yakınlığını fırsat
bilerek kendisinden olmayacak isteklerde bulunduklarından rahatsız olmuştur.
Örneğin 6 pound olan ödeneğin artırılmasını istemektedir ki bu para Askeri’ye göre
bir subaya bir aylık yetecek miktardadır. Ayrıca subaylar kampta kalmayıp şehir
içinde özel evlerde kalmak ve her türlü özgürlüğe sahip olmak istemektedirler.
Oysaki halk İngilizlerden nefret etmekte ve siyasi durum buna izin
vermemektedir.[725]
Cafer El-Askarî savaş sırasında
saf değiştiren ve Osmanlı Devleti’ne sırtını çeviren bir diğer kişidir. Osmanlı
ordusunda binbaşı rütbesiyle İngilizlere karşı mücadele ederken daha sonraları
saf değiştirecek olan Iraklı Cafer El-Askarî isyancı Arap ordusunun komutanlığını
üstlenmiştir. Oysaki Birinci Dünya Harbi başladığında İngilizleri Batı yönünden
sıkıştırmaya yönelik çalışmalar için Osmanlı Devleti tarafından Libya’ya
gönderilmiş ve oradaki genel komutan Nuri Paşa’nın kurmay başkanlığını
yapmıştır. Libya’da çeşitli yararlılıklar gösteren Askerî mahallî güçlerin
dinî-siyasî önderi Ahmed Şerif es-Senusî’nin de takdirini kazanmıştır. Cafer
El- Askari’nin saf değiştirmesi ise esaret yıllarında olacaktır. Cafer
El-Askarî Şubat 1916’daki Akakir savaşında yaralanıp Yüzbaşı Nihad, Ahmed
Muhtar ve Senusi Efendi ile beraber İngilizlere esir düşmüştür. Yaraları
İngiliz subayları tarafından sarılmıştır. Geri kalanlar ise ya şehit olmuş ya
da kaçmayı başarabilmiştir. Bu esaret Askerî’nin hayatında yeni bir dönem
başlatmıştır. Başta Kahire’de tutuklu bulunduğu Maadi esir kampından kaçmaya
teşebbüs etse de kaçarken düşüp ayağından yaralanmış ve yakalanmıştır. Cemal
Paşa’nın Araplara karşı tutumunu ve Arap ileri gelenlerini idam ettirdiğini
öğrenince saf değiştirmeye karar vermiş biraz da Cemal Paşa’ya şahsi kini ile
birlikte İngilizlerin desteğiyle Osmanlı Devleti’ne isyan eden Şerif Hüseyin’e
bağlılığını bildirmiştir. Askerî, Osmanlılarla savaş sonuna kadar iş birliği
yapmayacağı konusunda İngilizlere teminat vermiş ve onların yardımıyla Hicaz’a
geçmiştir. Arap güçlerinin kuzey cephesindeki harekâtlarında önemli başarılara
imza atan Askerî İngilizlere verdiği sözü savaşın sonuna kadar tutmakla
yetinmemiş, İngiliz yanlısı tutumunu ölünceye kadar sürdürmüştür. 1915’te
Almanlar tarafından Demir Haç nişanıyla taltif edilen Askerî’ye, saf
değiştirdikten sonra General Allenby tarafından St. Michael ve St. George
nişanları takılmıştır. Akakir savaşında esir düştüğü günün ertesi Sidi
Berrani’ye götürülmüş, burada İngiliz kuvvetleri komutanı General Peyton’la
görüşmüştür. Buradayken kaldığı süre boyunca Westminster dükü ara sıra gelip
hatırını sormuştur. Mart ayı başında Kahire’ye ulaşmıştır. Tedavisi süresince
hastanenin yanında bulunan Maadi esir kampına gönderilmiştir. Mısır harekât komutanı
Maxwell ile görüşmüş kendisinin elbise ve diğer ihtiyacını karşılamıştır. Yine
esareti sırasında Mısır sultanı Hüseyin Kemal ile sarayda görüşmelerine izin
verilmiştir. Doktorlardan başka kimse ile pek görüşmeyen Askari’nin Nuri
es-Said[726]
ile görüşmesine İstihbarat dairesinden Albay Deedes tarafından izin
verilmiştir. Nuri Es-Said ile beraber kamptan kaçıp Senusi kuvvetlerine tekrar
katılmayı planlamaktadırlar. Diğer taraftan bazı Osmanlı subayları, Nuri
Es-Said’i vatan hainliğiyle suçlayıp onunla görüştüğü için Askari’ye hakaret
etmektedirler. Hatta bir ziyareti sırasında tutuklu subaylardan Beşir El-
Halebî Nuri’nin üzerine atlamış ve onu öldürmek istemiştir. Orada Arap
subayların yardımı ile bu teşebbüs engellenmiştir. Askari, kendi isteğiyle
Cemal Paşa’nın bizzat komuta ettiği Süveyş Kanalı Cephesi’nde esir olan Osmanlı
subaylarının bulunduğu Kale’ye nakledilmiştir. Kısa bir süre Kale’de kalan
Askari tekrar Maadi’ye geri dönmek istemiştir. Burada İngilizlerle yakınlaşmış
Kahire Garnizon komutanı General Watson Maadi köyünde özel bir eve taşınması
uygun görülmüştür. Bu ev, savaş sırasında el konulmuş Alman Doktor Bitter’in
geniş ve ferah yazlık bir evidir. Üzerinde gözetim baskısı azaltılmış bir subay
nezaretinde haftada bir iki defa Kahire’ye gitmesine izin verilmiştir.
Kaçmayacağına ve geri döneceğine yemin ettirilmiştir. Kaldığı evde iki İngiliz
subayı yerleştirilmiş ve muhafız subayı da her gün bir iki defa gelip kendisini
kontrol etmektedir. Yalnızlık çekmemek için talebi üzerine yanına üç arkadaşı gönderilmiştir.
Tüm yapılanlar karşısında General Watson’a teşekkürlerini de bildirecektir.
General Watson ile sohbet etmek onunla konuşmak Askari’ye özel bir keyif
verdiği anılarından anlaşılmaktadır. Hatta başarısız olan kaçma teşebbüsünden
sonra kendisini ağır bir şekilde uyarmaya geldiğinde ikili arasında samimiyet
artmıştır. O diğer Hintli subaylar gibi değildir. Hintli subaylar çok daha
gaddar ve esrilere kötü muamele yapmaktadır. Watson ise doğu insanın
karakterini bilmekte ve ona göre davranmaktadır. Arap ordusunun düzensizliği ve
modern yöntemlerle sürdürülecek eğitimli asker ve subayların bulunmaması
hâlihazırda Osmanlının elinde bulunan toprakların alınmasını imkânsız
kılmaktadır. Bu amaçla kendisinden Maadi, Mısır El-Cedid ve İskenderiye’deki Seydi
Beşir hapishanelerinde tutuklu bulunan Arap subay ve askerlere Hicaz’daki Şerif
Hüseyin’in ordusuna gönüllü yazılmak konusunda konuşma yapması istenmiştir.
Mısır El-Cedid hapishanesinde
konuşması büyük bir başarı göstermiş pek çok kişi Şerif Hüseyin’in ordusuna
katılmak için gönüllü olmuştur. Maadi kampında ise katılım daha az olmuştur.
Çünkü kampta Türkler bulunmakta ve Arapları etkilemektedir. İskenderiye Seydi
Beşir esir kampında sadece subaylar vardır. Ailelerini düşünen esirler gelecek
korkusunda Askari’nin teklifine olumsuz cevap vermiştir. Savaş bitip Irak
ordusu kurulduktan sonra bu kişiler Türkiye’den Irak’a gidip orduya
katılmıştır. Arap ordusuna katıldığı andan itibaren savaş sonuna kadar
İngiltere’nin düşmanlarının saflarına katılmayacağını taahhüt etmiş ve
kendisine
Osmanlı
sancağı altında savaşmak istemeyen ve çeşitli cephelerden ayrılıp İngiliz
ordusuna geçen bazı Suriyeli subaylar da katılmıştır. Ayrıca, İsmaliye’de
eğitim için bir tabur vardır. Bu tabur Hindistan’daki esir kamplarında bulunan
gönüllülerle birlikte getirilen Iraklı subay ve askerlerden oluşmaktadır.[727]
3.8.2
Hindistan ve Burma Esir Kamplarında Yaşanan İç Yönetim, Disiplin, İşbirlikçilik
ve Uyum Sorunları
Hindistan ve Burma kamplarında
İngiliz yönetimi Türk esirlerin genel durumundan memnun kalmışlardır. Diğer
milletlere ait esirlerle kıyaslandığında Türk esirler disipline daha çok riayet
eden kurallara uyan esirlerdi. Bu durum Türkler açısından dezavantaj olsa da
kampta esirlerin huzur içinde yaşamasını sağladığından İngilizlerce takdirle
karşılanmıştır. Genelde subaylar içlerine kapanmış, daha düşük rütbedeki
esirlerden bazların günlerini boş bazıları ise değişik sosyal faaliyetler
yaparak geçirmiştir. İnsanın olduğu her yerde olduğunu olduğu gibi Hindistan
kamplarında da esirleri ve İngiliz yönetimini rahatsız eden kavga, yaralama,
cinayet, dolandırıcılık, hırsızlık gibi pek çok sorun yaşanmıştır.
Bellary kampında esirler
arasından diğer esirleri kandıran veya dolandıran kişiler de çıkmaktadır.
Bunlardan birisi Kumkapılı Ahmed Nedim adlı bir esirdir. Bu kişi, Bağdat’ta
tercümanlık görevi yaparken esirlerin parasını, saatini ve başka eşyalarını
almış ve geri iade etmemiştir. Bu kişi hastaneden 22 Şubat 1920 günü kampa
getirilmiş ve kamptaki tüm esirler tarafından linç edilmek istenmiştir. İngiliz
askerleri Ahmed Nedim’i zor kurtarmıştır. Ciddi yara alan Ahmed Nedim, tekrar
hastaneye kaldırılmıştır. Esirler ise öldürülmediği takdirde isyan edeceklerini
beyan etmişlerdir.[728]
Bellary esir kampının
kurulmasından heyetin ziyaretine kadar 3 esir kavga yüzünden 7 günlük gezi
yasağı cezası almıştır. Mart 1917’de askerî mahkemede 3 ayrı vaka
görülmektedir. Bunlar çitlerin kırılmasıyla gerçekleşen 2 firar ve 1 nöbetçi
askere saldırıdır. Zanlılar süreç odalarında nöbetçi asker gözetimi altında
tutulmaktadır. Buna rağmen, her gün bir buçuk saat boyunca muhafızların
gözetimi altında gezebiliyorlardı.[729]
Her şeye rağmen kampta 6.000-7.000 esirin olduğu düşünülürse kampta gerçekleşen
birkaç kavga olayı istisna olarak değerlendirilmelidir. Tüm baslı ve fiziki
şiddete rağmen Türklerin kurallara uymada ve kampın huzurun bozulmamasındaki
gayretleri Türk askerlerinin olgunluğundan ileri gelmektedir. Bu durum İngiliz
yönetimin takdirin kazanılmasına da yol açmıştır.[730]
Bellary kampının yönetimi, asker
esirlerin sivil esirleri ziyaretinden hoşlanmamaktadır. Buna rağmen Muhiddin
Bey, Nafia Müdürü Sabri Bey ile görüşebilmiştir. Sabri Bey arkadaşları ile
mükellef bir masa hazırlamış ve Muhiddin Bey’e bir ziyafet vererek geçmiş
günleri yad etmişlerdir.[731]
Kampta İngilizler bazen Hintli
Müslümanları esirlerin kafasını karıştırmak için kullanmıştır. Muhiddin Bey’e
tercüman ile gelen bir Hintli Anadolu’yu mu yoksa İstanbul’u mu tercih
ettiğini, Halife Abdülhamid’in tüm Müslümanların başı olduğu halde neden görevden
alındığı gibi sorular sormuştur. Bu sorular erlerin bulunduğu kampa giderek de
sormaktaydı.[732]
Mayıs 1919’da Türkiye’de Adana,
Tarsus, Konya, Kastamonu, Sivas, Resululayn, Aydın, Manisa, Bursa, İzmit gibi
yerlerde esir olarak kalmış ve çok güzel Türkçe öğrenmiş Hintliler,
memleketleri olan Bellary şehrine geri dönmüşler ve kendilerine Türkiye’ye
gösterilen saygı ve sevgiyi dile getirmişlerdir. Ayrıca Mısır ve diğer
yerlerdeki pek çok esirin İstanbul’a geri gönderildiği söylenmiştir. Bu durum
psikolojisi bozuk olan esirlerin ruh hallerini daha da kötü bir hale sokmuştur.[733]
Meiktila kampında esirler
ailelerinden gelen kısıtlı paralarını ihtiyacı olan arkadaşları ile
bölüşmüştür. Mustafa Tütüncü ailesinden gelen 10 İngiliz sterlin ihtiyacı olan
hemşerilerine esaretten sonra ödenmesi şartıyla borç olarak vermiştir. Buna
rağmen esaret bitmiş ve borcunu ödeyen çıkmamıştır.[734]
Kampa her gelen kafile sonrası
esirlerin sayılarının artması ile kampta huzur biraz daha azalmıştır. Kampta
Mustafa Tütüncü geldiğinde yaklaşık 800 kişi vardır. Yeni gelen 1.000 kişi ile
bu sayı yaklaşık 2.000’e ulaşmıştır. Her gelen esir kafilesinden sonra bu sayı
artmıştır. Ayrıca, Bellary esir kampından yaklaşık 1.000 kişilik grup
getirilmiş ve kampın mevcudu 4.000’e yaklaşmıştır. Sayı arttıkça “hemşericilik”
ortaya çıkmış ve sorunlar daha da artmıştır. Kamptakilerin tamamı Türk esiri
olmasına rağmen birbirleri arasında kavgalar yaşanmış ve birbirlerini yabancı
görmeye başlamışlardır. Hatta bu durum birbirlerini öldürmeye teşebbüse kadar
gitmiştir. Esirlerde ahlaki sorunlar belirmiş ve birbirlerine kötülük yapmaya
başlamıştır. İlk başlarda subayların esir erler ile ilişkileri sorunlu
başlamıştır. Esirlerin kendilerine karşı edepsizce davranışları sonucu subaylar
esirler ile ilişkilerini bitirmişler ve kendi kabuklarına çekilmişlerdir. Bunun
sonucu olarak İngilizler tarafından subaylar ayrı pavyonlara nakledilmiştir.
Esirlerin çok sorun yaptığı ve en kıskandığı konu; kendilerinin kamp dışına
çıkmalarına izin verilmediği halde subayların dışarı çıkmalarına izin
verilmesidir.[735]
Esirlerin uzun süredir kampta
kalmaları sonucu çarpık ilişkiler ortaya çıkmıştır. Bir gece birkaç esir
İngiliz nöbetçi ile anlaşmışlar ve İngiliz nöbetçi ile livatada bulunmuşlardır.
Ardından nöbetçiyi tel örgüye bağlayıp kaçmışlardır. Gece düdükler ötmeye
başlamış tüm kamplarda yoklama yapılmış tüm esirler meydana getirilerek tehdit
edilmiş fakat yine de failler bulunmamıştır. Failler daha sonra Türk esirler
tarafından bulunmuş fakat İngiliz yetkililere söylenmemiştir. Bu olay sonrası
esirlere 15 gün boyunca şeker, sigara, çay ve kahve verilmemiştir. Olay sonrası
İngiliz askerleri yerine Hintli askerler nöbetçi olarak konulmuştur. Hintli
askerler esirlerin tel örgüye yaklaşmasına asla izin vermezler belirli mesafeyi
aştıkları takdirde hemen ateş ederlerdi. İngiliz nöbetçilerden farklı olarak ne
esirlerle ile konuşmakta ne de yüzlerine bakmaktadırlar.[736]
Esaret hayatında geçen her geçen
gün esirler arasındaki sorunları daha da artırmıştır. Esirler adeta birbirine
düşman haline gelmiştir. Esirler arasında gruplaşmalar başlamıştır. Her esir
bıçak ya da şiş gibi kesici bir alet temin etmiştir. Ellerinde bu aletleri
taşa, ya da kamışlara sürte sürte keskin hale getirmişlerdir. Bu aletlere
kemikten ya da demirhindi ağacından sap yapmışlardır. Esaret uzadıkça huzur,
rahat ve salim akıl ortadan kaybolmuştur. Esirler arasında hastalık, parasızlık
artmış ve ayrıca fırsattan yararlanma ortaya çıkmıştır. Esirler her gün aynı
rutin işleri yaşamaktadır. En küçük bir serbestlik yoktur. Kampta düzen çok
katıdır ve hiç müsamaha gösterilmemektedir. En ufak bir şeyden büyük
tartışmalar çıkmaya başlamıştır. Bu tartışmalar büyük kavgalara ve hatta kan
dökmeye kadar gitmiştir. Kavga bir başladı mı 500 esir olaya karışır, bıçaklar
geçilir ve her kes birbirine saldırırdı. Olaya ancak bir bölük süngülü İngiliz
askeri gelerek son verebilirdi. Olayların sonunda birkaç ölü, 5-10 yaralı
olurdu. Ağır yaralılar hastaneye tedavi için götürülürdü. Olayın sorumluları
ise 3-5 günlük hapis cezasından sonra tekrar kampa gelirlerdi.1534 [737]
Esirler kampta yaralı aletlerin
yanı sıra birbirlerine zarar verecek kesici, delici aletler de yapmışlardır. Bu
da kampta ölümlere yol açan olaylara sebep olmuştur. Kampta meydana gelen her
türlü asayiş olayları kamp yetkilileri tarafından titizlikle tutulmuştur.
Hindistan Ofisi 19 Haziran 1919 tarihinde Londra Whitehall Sarayında bulunan
Savaş Ofisine bir tezkerede göndermiştir. Hindistan Hükûmeti tezkerenin
eklerinde 5 Mart 1919 tarihli Ordu Raporunun 16. paragrafın bir örneği ile
burada bahsedilen cinayetten dolayı ölüm cezası alan 2 Osmanlı savaş esiri ile
ilgili belgeleri göndermiştir. Ordu Raporunun 16. paragrafın eklerinde Meiktila
Bölgesi Mahkemesinin kararının bir örneği, Yukarı Burma adli yargıcının,
Meiktila savaş esirleri kampında alıkonulan ve sivil otoriteler tarafından aynı
kampta savaş esiri olan Abdülkadir oğlu Ali’nin öldürülmesiyle yargılanan ve
idam cezasına çarptırılan 2 Türk esir Onbaşı İsmail ve Onbaşı Salih hakkındaki
kararının bir örneği bulunmaktadır. Meiktila Bölgesi, Hukuk Mahkemesinin 25
Eylül 1918 tarihli kararında cinayete dair tüm detaylar ve tanık ifadeleri yer
almaktadır. Mahkemenin verdiği kararda cinayet şu şekilde anlatılmış ve temyiz
için bir hafta süre verilmiştir:[738]
“19 Temmuz tarihi gün ortalarında
Türk esirlerden biri olan Onbaşı Ali, birkaç tanığın beyanına göre sanık Onbaşı
İsmail ve Onbaşı Salih tarafından bıçaklanmış ve öldürülmüştür. 1 anna gibi
önemsiz bir miktar kumar borcu olan Ali’nin uyumakta olduğu barakaya onu
öldürmeye niyetlenerek bıçaklı bir şekilde gelmişlerdir. İlk sanık Ali’yi ilk
olarak karnından bıçaklamıştır ve bu ölümcül olan yaradır. İkinci sanık Salih
de kaçmaya çalışan Ali’yi omzundan bıçaklamıştır. Sanıklar, arbede ile ilgili
olarak görevlendirilen emir subayı ile görüşmelerinde suçlarını inkâr etseler
de tanıklar aleyhlerinde ifade vermişlerdir. Onların aleyhinde olan delillerden
şüphe edilecek bir durum yoktur. Her iki sanığı da belirtilen suçtan dolayı
suçlu buluyorum ve onlar hakkında Hindistan Ceza Kanunu’nun 302. bölümüne göre
idam cezasına hükmediyorum.”
17 Ekim 1918 tarihinde Yukarı
Burma Adli Mahkemesi’nde davanın temyiz duruşması yapılmış, temyiz başvuruları
reddedilmiş ve alt mahkememin verdiği karar onanmıştır:[739]
“Temyiz edenler, duruşmada inkâr
etmelerine rağmen temyiz dilekçelerinde maktulü bıçakladıklarını kabul
etmişlerdir. Deliller son derece güçlüydü. Kendileri şimdi meşru müdafaa
amacıyla hareket ettiklerini belirtmektedirler. İfadelerinin doğru olduğunu gösteren
hiçbir şey mevcut değildir. Temyiz eden İsmail’in dilekçesi bir şekilde
samimiyetsiz görünmektedir. Kendisinin maktulü sadece korkutmak istediğini,
onunsa öne doğru hareketlenerek bıçağın üzerine düştüğünü belirtmektedir.
Davanın delilleri çürütülmemiştir ya da bu delillerle ilgili olarak herhangi
bir şekilde şüpheye düşülmemiştir ve buradan anlaşılmaktadır ki basit bir kumar
borcu yüzünden gerçekleşen kavganın sonucu olarak temyiz eden iki kişi, bıçaklı
olarak uyumakta olan maktule yaklaşmışlar, onu uyandırmışlar, paralarını
istemişler ve reddedildiklerinde de kendisini bıçaklamışlardır. Öne
sürülebilecek tek olası mevzu, ikinci temyiz eden kişi olan Salih’in hukuktaki
en ağır ceza ile cezalandırılmasının gerekip gerekmediğidir. Tıbbi tanık ve
görgü tanıklarından anlaşılmaktadır ki ilk temyiz eden, maktulün midesinde
ölümüne sebebiyet verecek yaranın açılmasına neden olan ilk darbeyi yapmıştır.
İkinci temyiz eden, kaçmak için arkasını dönen maktulü arkadan iki kez
bıçaklamıştır ve arkadaki iki yara ölümcül ve muhtemelen tehlikeli olmasa da
görünüşe göre maktulün yere düşmesi bu darbelerden sonra gerçekleşmiştir ve
tıbbi tanık, bu darbelerin direnç gücünü azalttığını söylemektedir. Sulh
Mahkemesinde tıbbi tanık, omuzdaki yaranın tehlikeli olmadığını ama ondan
kaynaklanan kanamanın ölümün gerçekleşmesine etki ettiğini söylemiştir.
Maktulün herhangi bir direnç veya provokasyon gösterdiğini varsaymak için
hiçbir gerekçe yoktur. Sanırım temyiz eden iki kişinin de doğru bir şekilde
idam ile cezalandırılmaları hususunda bir şüphe bulunmamaktadır. Silahsız bir
şahsa kasten bıçakla saldırmışlardır, ilk temyiz eden onu ölümcül bir yaraya
sebebiyet verecek şekilde midesinden bıçaklamış ve ikinci temyiz eden de
maktulü arkasından bıçaklayarak öldürücü darbeyi vurmuştur. Her iki temyiz
edenin de vahşi ve kasti suçları sebebiyle haklı olarak idam ile
cezalandırıldıkları görüşündeyim. Temyiz başvuruları reddedilmiştir.”
İnsanın olduğu her yerde sorun
çıktığı gibi memleketlerinden binlerce km uzaklıkta ailelerinden ayrı yaşayan
esirler arasında sıklıkla kavgalar görünmekteydi. Bu kavga olayları zaman zaman
ölümlere kadar gidebilmekteydi. Thatmyo esir kampında az da olsa cinayet
olayları görülmüştür. Savaş esiri, Başçavuş Mahmut oğlu Yusuf kampta bir grup
savaş esiri tarafından öldürülmüştür. Başçavuş Yusuf’un öldürülmesiyle suçlanan
4 savaş esiri tutuklanmış ve Asliye Hukuk Mahkemesi’nde yargılanmışlardır. Türk
savaş esiri Başçavuş Yusuf’un, Muhammed oğlu Ali tarafından öldürülmesi
konusunda kamp komutanı tarafından yapılan soruşturma sonucu elde edilen
belgelerin örnekleri İngiltere Hükûmetine iletilmiştir. 24/25 Ocak 1918
tarihinde Thatmyo Savaş Esirleri Kampı Komutanı tarafından hazırlanan ve
İngiltere Hükûmetine iletilmek üzere Rangoon karargâh komutanı Tugay Binbaşısı
gönderilen rapor şu şekildedir:[740]
“Başçavuş Yusuf, 24 Aralık
1917’yi 25 Aralık 1917’ye bağlayan gece bıçaklanmış ve ölmüştür. Cesedi
inceleyen Türk sağlık zabitleri, olayın bir intihar olmadığı sonucuna
varmışlardır. Ölümünden hemen önce kendisiyle ilgilenmiş olan Türk sağlık
zabiti, tarafımdan edinilen delil özetinde, yaranın kişinin kendisi tarafından
yapılmış olabileceğini, ancak bu teorinin ilerlemesinin mümkün olmadığını ve
daha en baştan itibar edilmemesi gerektiğini belirtmektedir. Çünkü kuşkusuz
ortada bir tartışma vardı ve ilk sanık, maktulün kendisine saldırdığını ve
bıçakladığını belirtmektedir.
Suçun işlenmesinden hemen önce,
gerçekte veya görünüşe göre 3. sanık olan Er Şükrü dükkân kapısından birkaç
metre uzaklığa geldiğinde ve Er Hasan’ı ona bir havlu vermek için çağırdığında,
1. 2. ve 4. sanıklar (sırasıyla Er Ali, Er Hasan ve Çavuş Ali), Çavuş Sait ve
Onbaşı Salih ile birlikte Çavuş Ali’nin dükkânında (olay yerinden yaklaşık 20 metre
uzaklıkta) oturmaktaydılar. Hem Er Ali hem de Er Hasan dışarı çıktılar ve bir
tartışma sesi duyuldu. Bundan dolayı Çavuş Ali dışarı çıktı, kısa süre sonra
onu Çavuş Sait ve Onbaşı Salih takip etti. Çavuş Sait ve Onbaşı Salih,
kendileri tartışmanın olduğu yere doğru giderken geri gelmekte olan Çavuş Ali
ile karşılaştıklarını ve kendisinden Başçavuş Yusuf’un yaralanmış olduğunu
öğrendiklerini belirtmektedirler. Er Ali olay yerinden uzaklaşır vaziyette, Er
Hasan ve Er Şükrü ise olay yerinin hemen yanı başında görülmüşlerdir. 3. tanık,
oturur vaziyette 4 veya 5 kişi gördüğünü, hepsinin birden ayağa kalktığını ve
sonradan maktul olduğunu fark ettiği bir kişinin diğerine saldırdığını
belirtmektedir. Saldırıya uğrayan kişi kısa bir mesafeye uzaklaşmış ve ilk olarak
saldıran kişi yakalandığında, daha önce kaçmış olan adamın tekrar döndüğünü ve
maktule vurduğunu ve tekrar kısa bir mesafe uzaklaştığını görmüştür. Adamlardan
ikisinin maktule yere yığılmış olduğu barakada destek olduklarını görmüştür. Bu
şahıslardan birinin Çavuş Ali olduğunu fark etmiş ve bir diğerinin de Çavuş
Sait olduğunu düşünmektedir. Adamların hepsi ayağa kalkana kadar hiçbir
tartışma sesi duymamıştır. ‘Yazık sana Başçavuş Yusuf’ kelimelerini duyduğunda
ve daha sonra Başçavuş Yusuf’un bıçaklanan kişi olduğunu gördüğünde, Başçavuş
Yusuf’un, geri gelip kendisine vuran kişiye ilk olarak saldıran kişi olduğunu
anlamıştır.
Çavuş Sait’in ilk başta suçun
azmettiricisi olduğundan şüphelenilmiştir, ama Çavuş Ali’nin dükkânında
bulunuyor olması ve 3. tanığın, kendisinin maktulü barakaya doğru destekleyen
adamlardan bir olduğunu düşünmesinden dolayı onun kavgaya karıştığını gösteren
bir şey yoktur. 10. tanığın beyanı göstermektedir ki o daha olay yerine
gelmeden önce cinayet işlenmiştir ve 4 sanığın hiçbirinin ifadesinde Çavuş
Sait’e işaret eden bir beyan bulunmamaktadır. İlk başta kendisinden
şüphelenilmiş olsa da sonradan serbest bırakılmış ve kendisinin ifadesi 15.
tanık olarak alınmıştır.
Suçun önceden tasarlanıp tasarlanmadığına
ilişkin bana bir bilgi verilmemiştir ve bu konuda yeterli seviyede delil
bulunmamaktadır. Er Ali’nin 582
ölümcül
darbeyi vurduğuna dair az miktarda şüphe mevcuttur ama yeterli bir provokasyon
olup olmadığı ve diğer 3 sanığın suça hangi oranda iştirak ettiği, kanıtlanmaya
ihtiyaç duymaktadır. Er Ali, bir bıçağının olmadığını (bıçağı olduğuna dair bir
kanıt da yoktur), Başçavuş Yusuf kendisine saldırdığında meşru müdafaa olarak
Başçavuş Yusuf’un elini ittiğini ve onun elinde bıçağın kendi vücuduna girdiğini
iddia etmektedir. Bu 4 sanıkla ilgili olarak tek şiddet belirtisi Er Ali’ye
aittir. Örneğin Er Ali tıbbi kanıtların kendi kendine yapılmış olabileceğini
belirttiği derin olmayan bir yaraya sahiptir. Kavgadan hemen sonra Er Ali’nin
kaçtığına şüphe yoktur ve kendi ifadesinden ayrı olarak deliller göstermektedir
ki aslında Başçavuş Yusuf’un ölümüne neden olan kişi olduğunu kendi
davranışları ve sözleriyle kabul etmiştir.
Başçavuş Yusuf saygın ve efendi
bir askerdi. İlk olarak ortaya atılan ve sanığı tuhaf bir saldırıda bulunması
için öfkelendirmiş olduğuna yönelik teoriyi destekleyen bir kanıt
bulunmamaktadır. Başçavuş Yusuf’un daha önceden söz verdiği ama o anda vermeyi
reddettiği bir miktar para, şu an için intikam sebebi olabilecek tek motiftir.
Bu para işlemiyle doğrudan veya
dolaylı olarak ilgilenen şahıslar, Çavuş Sait’in (15. tanık) telafi etme sözünü
verdiği parayı kumarla Er Hasan’a (2. sanık) kaybetmiş olan Er Yusuf’tur (5.
tanık). Çavuş Ali (4. sanık) ve Er Yusuf görünüşe göre Başçavuş Yusuf’tan
(maktul) 10/- Rs. alma sözüyle kendi aralarında borcu ödemişler ve esirler
arasında birinin malını diğerinin mülkiyetine geçirme konusunda tanınmış olan
Er Ali (1. sanık) görünüşe göre bu para işlemi ile alakadar olmuştur ve
Başçavuş Yusuf’un parayı gönüllü olarak ödemesi gerektiğini, aksi takdirde
kendisinin o parayı alacağını söylediği işitilmiştir. Bu beyan, Başçavuş Yusuf
öldürülmeden yaklaşık 10 gün önce 5. sanık tarafından duyulmuştur.
Başçavuş Yusuf’un Er Ali’ye karşı
kaba bir ağızla kullandığı iddia edilen Türkçe ‘puşt’ kelimesi, İngilizcedeki
“bugger” (oğlancı) kelimesi ile aynı anlama gelmektedir ve edindiğim bilgiye
göre bu ifadenin bir aşağılama anlamına gelip gelmediği, onun kullanılış
şekline göre belirlenmektedir. Eğer bu kelime bir aşağılama olarak algılanırsa,
aşağılanan kişinin geleneksel olarak sarf edilen kelimenin geri alınmasını
istediği yönünde bilgilendirildim.
Burada alıkonulmakta olan Türk
subay Yarbay Emin konuyla ilgili ön soruşturma yürütmüştür ve maktulün ait
olduğu taburun komutanı olan Yüzbaşı Adil, tartışmanın para işleminden dolayı
ortaya çıktığı, Er Ali’nin (1. sanık) ölümcül darbeyi gerçekleştirdiği ve diğer
3 sanığın ve Çavuş Sait’in suçu araştıran komisyona yardımcı oldukları
görüşündedir. Daha önce de belirtildiği üzere Çavuş Sait aleyhinde onu
azmettirici olarak suçlamak için yeterli bir delil bulunmamaktadır.
Birkaç gün önce Er Ali (1. sanık)
bir tercüman aracılığıyla diğer 3 sanığı serbest bırakabileceğim, çünkü onların
suçla hiçbir ilgilerinin olmadığı, meşru müdafaa hakkını kullanmak suretiyle
Başçavuş Yusuf’un eline vurduğu ve elindeki bıçağın da dönerek kendi vücuduna
girdiği konusunda beni bilgilendirmiştir.”
Bellary kampında da esirler
arasında ölümlere kadar varan ciddi kavgalar yaşanmıştır. Hindistan Ofisi, 4
Temmuz 1919 tarihinde Londra Savaş Esirleri Ofisine gönderdiği bir tezkerede
Bir Türk esirinin bir başka Türk esirini nasıl öldürdüğü yazmıştır. 21 Mayıs
tarihinde hazırlanan bu cinayete dair raporun 9. paragrafında savaş esiri
Onbaşı Muhammed Şerif’in bir diğer savaş esiri Talip Mustafa’yı öldürmesine
dair detaylar bulunmaktadır. Londra’ya gönderilen tezkerede Asliye Hukuk
Mahkemesinin olaya dair kararı da gönderilmiştir.[741]
Subaylar esir erlere karşı her ne
kadar mesafeli davransalar da kendi aralarında zaman zaman yardım toplayarak
subay adaylarına sahip çıkmışlardır. İngilizler yedek subaylarla subay
adaylarına kendi ordularında böyle uygulama olmadığından er muamelesi yapmış ve
sadece tayın ve elbise vermişti. Subay adayları yedek subaylara göre kısmen
daha şanslıydı. Kamptaki esir subay adaylarından bazıları takım ve bölük
komutanlığı görevinde iyi ve faydalı hizmetler yaptıkları subaylarca
bilindiğinden, ileride subay olacakları düşünülerek parasız bırakılmamıştır.
Basra karargâhında kendisini teğmen kaydettirenler şanslı olarak maaş
alabilmişlerdir. Diğerleri ise esir subaylardan toplanan yardımlardan az bir
miktar yardım almıştır. Thatmyo ve Sumerpur kamplarında başlayan bu uygulamaya
göre bir yardım komisyonu oluşturularak subay adaylarına aydan aya yardım
toplanıp dağıtılmıştır. Bu amaçla, subay ve üst rütbeli subaylar aldıkları
ödenekten derecelerine göre ikişer, üçer, beşer rupiyi subay adaylarına yardım
olarak verilmiştir. Bu toplanan paralarla mübarek günlerde erlere sigara, şeker
ve malul esirlere bir miktar harçlık verilmiştir. Aynı uygulamanın Bellary
kampında da uygulanması kararlaştırılmıştır. Bu uygulama önce birinci kafileyi
oluşturan Kürt ve Arap subaylar tarafından önerilmiş ve subay ve üst rütbeli
subaylarca da kabul görmüştür. Kurulan komisyonla aydan aya subayların
maaşlarından kesinti yapılarak subay adaylarına ve erlere yardım parası
verilmeye başlanmıştır. Subay adaylarına nakit ve erlere sigara dağıtımı,
malullere sağlık hizmeti verilmiştir. Mübarek günlerde gün ve gecelerde mevlit
okutturularak şehitler anılıyordu. Bu durum 7-8 ay süreyle düzenli bir şekilde
sürdü. Thatmyo karargâhından buraya naklen gelen ve bu karargâhta pek büyük bir
rol oynayan 101. Alay 2. Tabur Yaveri Yedek Subay Razi Efendi’nin çıkar
sağlamak amacıyla bu işe karışması bu uygulamayı olumsuz yönde etkilemiştir. Bu
kişi İstanbul’da Üsküdar taraflarında bakkallık ile uğraştığını söylemesiyle
esirlerce durum anlaşılmıştır. Sık sık komisyonların değişmesi ve subaylardan
pek çoğunun yardım parası vermesinden kaçınması yüzünden bu düzen bozulmuş ve
sonunda da yok olup gitmiştir.[742]
Subayların bulunduğu bölümde en
yüksek rütbeli olanlar Bağdatlı Albay Ahmed Bey, Yarbay Hüseyin Yetimi ve Gani
Bey’dir. Kendileri pek ortada görünmemekte ve odalarında inziva halinde yaşamaktadır.
Subaylar esirlerin üzüntü ve sevinçleriyle ilgilenmemekte ve bu durum
subayların başıboş olmasına yol açmaktadır. Bu durum kampta düzensizliğe yol
açmakta ve meydanı boş bulan serseri esirler iğrenç hareketlerde bulunmaktadır.
Bu kişiler duvarlara müstehcen yazılılar ve resimler asarlar, şişelere pislik
doldurarak herkes uyurken odalarına atarlardı.[743]
Eskiden beri var olan subaylar
arasındaki ihtilaf bir süre sonra daha belirgin hala gelmişti. Erler arasındaki
sürtüşmeler her daim görülmesine rağmen subayların arasındaki kavga ve
haysiyete varan hakaretler kamp düzenini çok etkilemekteydi. Subay kampının
kumandanı İtilaf Fırkası mensubu Cemal Bey ve taraftarları subaylar bu
ihtilafın başını çekmektedir. Cemal Bey İngilizler ile aynı fikirdeydi. Bunun
farkında olan en düşük er bile herhangi bir emir verdiğinde kendisine küfürler
etmekteydi. İngiliz taraftarı olan Binbaşı Cemal Bey bu taraftarlığının
karşılığını görmekte ve tabldotu bile ayrı çıkmaktadır.[744]
Bazı esirler, kamplarda kurulan
derneklerde ve kulüplerde usulsüzlük yaparak çıkar sağlamaya çalışmıştır. Bu
para çıkar ilişkileri çoğu zaman tartışmalara ve hatta cinayetlere kadar
gitmekteydi. Esirler arasında bulunan 10. Alay 2. Tabur Yaveri Yedek Subay Razi
Efendi, İdman Yurdunun yardım amacıyla yönetimine girerek bu derneğin kısa
sürede işlevsiz kalmasını neden olmuştur. Öncelikle çalgı çalabilen subayların
nota ihtiyacını gidermek amacıyla Kızılay aracılığıyla İstanbul’daki musiki
cemiyetinden yeteri kadar notanın getirtilmesi gerekliliğini ortaya attı. Kulüp
üyesi subay adayları arasında bulunan 9. Alay 1. Taburdan Yedek Subay Avni
Efendi’nin, ud, keman, kanun çalmayı bildiğinden öğretmen olarak atanması ve
saz ile uğraşacaklara bir musiki derneği kurulması teklif edildi. Böylece
esirlere çok büyük yarar sağlanacağı, ara sıra müsamereler düzenleneceği ve
araç gereçlerin artırılması ile de elde edilecek fazla gelirle malul ve muhtaç
erlerle subay adaylarına yardım parası toplanabileceği anlatıldı. Derneğin
başkanlığı konusunda değişik kişilere teklif götürülmüş ve bir tüzük
düzenlenmiştir. İsteklilerin ayda beşer rupi öğrenim ücreti vererek sürekli üye
sayılması, fahrî üyelik isteğe bağlı ise de bunun için fazla teşviklerde
bulunulmaması amaçlanmıştı. 142. Alay Komutanı Binbaşı Ahmed Bey derneğin işler
hale gelmesinde öncülük etmiştir. Musiki derneği, Razi Efendi’nin para hırsı,
Ahmed Bey’in propagandasıyla kısa süre içerisinde kuruluşunu tamamladı. Tüzüğe
göre istekliler birkaç müzik aletiyle meşgul olup nota konusunda bilgilerini
ilerlettikten sonra 15 günde veya çok ilerlemeleri halinde haftada bir konser
verilecek ve elde edilen gelir subay adayları ile malul ve muhtaç erlere
dağıtılacaktı. İkinci haftadan itibaren kısa sürede üç müsamere düzenlenmişti.
Sonuncusuna İngiliz karargâh kurulu da çağrıldı. Konser sonrası, konser, müzik
aletlerini çalan subaylar ve yönetim hakkında suçlamalar başlamış ve
dedikoduların arkası kesilmemişti. Öncelikle derneğin batı müziğine uygun
parçalar çalmaları eleştirilmiştir. Ayrıca derneği yönetenlerin sadece
subaylardan para almak için bu işi yaptıkları ileri sürülmekteydi. Dinleyiciler
karşısında saz çalan kişiler ise çok utangaçtı ve bu utangaçlıklarını gidermek
için Razi Efendi’nin çıkarları ve istekleri doğrultusunda viski içmişlerdi. Bu
tür söylentilerin artması üzerine konserlere olan ilgi azaldı. Razi Efendi,
müzik derneğinin devamlılık göstermeyeceğini anlaması üzerine üst rütbeli
subaylara başvurmuş malul ve muhtaç erlerle subay adaylarına yardım parası
toplamak için başka yollar aramıştır. Bu iş için kendilerinin her türlü
zorluğua katlandıklarını hatırlatarak erlerle subay adaylarına yardım etmenin
artık üst düzey subaylarının konuya ilgi göstermesine ve öncü olmasına bağlı
olduğunu söylemiştir. Ancak bunların işe yarar bir etkisi olmadı. Derneği artık
kendi çıkarları için kullanamayacağını anlayan Razi Efendi, yok etmek
düşüncesiyle yurt üyeleri arasında gayrimeşru ilişkiler bulunduğunu yaymaya
başladı. Kendisine karşı çıkacak kişileri korkutmak amacıyla kabadayı özentisi
içindeki birkaç subayla birlikte hareket etmeyi de unutmadı. Bu amaçla, bir
gece subay pavyonunun en işlek yerine imzasız bir sayfa yazı asıldı. Yazıda
gizli komite kurulduğu, komite tarafından verilecek emirlerin herkes tarafından
kayıtsız şartsız yerine getirilmesinin zorunlu olduğu, karşı gelecek kişilerin
zorla yola getirileceği ve gerektiğinde kendilerinin ortadan kaldırılacağı
yazılıydı.[745]
1917 sonlarında kamp hayatından
bahseden Hasan Yetimi, esir subayların birkaç önemsiz sorun dışında huzur
içinde günlerinin geçtiğinden bahsetmiştir. Aralarındaki anlaşmazlık
dolayısıyla birkaç subayın birbirlerine, erlere ve subay adaylarına huzursuzluk
vermekte, birkaç subay da gizlice basit kumarlar oynamakta ve içki
içmekteydiler. Bir kısmı ise arkadaşlarına karşı saygılıca davranmakta ve
dağınık ve perişan kıyafetlerle ortalıkta dolaşmaktaydı. Bu kişiler hakkında
yapılan şikayetler ve esirler tarafından sürekli gelen başka şikayetler İngiliz
yönetimi rahatsız etmeye başlamıştı. Bu amaçla komutanlık makamına yapılacak
şikayetlerin yeni ilkelere bağlanmasına karar verilmiştir. Bu amaçla, esirler
arasında iyi ilişkiler kurulması ve bu düzene titizlikle uyulmasını sağlamak
için 142. Alay Komutan Vekili Binbaşı Ahmed Bey’in arzusuyla bir onur kurulu
oluşturulması teklif edilmiştir. Bu kargaşalıkta karargâh içerisinde taraf
tutma sebebiyle 44. Alaydan Teğmen Kemal Efendi yüzünden, 44. Alay ve 9. Alay
yüzbaşılarından Kâzım ve Refik efendiler arasında atışma meydana gelmiştir.
Binbaşılardan bir ikisinin bunların başka karargâha naklini İngiliz
komutanlığından istemelerinden ve daha bilinmeyen bazı sebeplerden dolayı bu üç
subay da içlerinde bulunduğu 6 pavyondan değişik rütbede 35 subay, Thatmyo
kampına gönderilmişti.[746]
Fırat Menzil Müfettişi Yarbay
Mahmud ve 50. Tümene bağlı 169. Alay Komutanı Yarbay Servet beylerin Haziran
1918’de gelişinden bir iki hafta sonra tümenin subay ve üst rütbeli subayları
da Bellary esir kampına getirilmiştir. Tümen Komutanı Yarbay Nazmi Bey ile
kurmay başkanı ve beraberindeki subayların Thatmyo kampına gönderildiği ve
tümene bağlı birliklerin Irak'ta çalıştırılmak üzere bırakıldığı öğrenilmiştir.
Üst rütbeli subaylar arasında 157. Alay Komutanı Binbaşı Şevki, 169. Alay 3.
Tabur Komutanı Binbaşı Tahsin, 169. Alay binbaşılarından Nazım ve Lütfü, 157.
Alay binbaşılarından Ömer Fevzi ve 50. Tümen İdare Reisi Binbaşı Galib Efendi
bulunmaktaydı. Geri kalanlar kıdemli ve kıdemsiz yedek subaylar dahil
subayların sayısı 100 civarındaydı. 25 kadar da subay adayı vardır. Tüm esirler
sınıflara göre düzenlenmiş pavyonlara yerleştirilmişlerdi. Önce kampa gelenlere
hoş geldin merasimi yapılmış, ardında bu subaylar da iade ziyaretlerinde
bulunmuşlardı. Kampa sürekli huzursuzlar çıkaran ve adı pek çok olumsuz
olaylara karışan Razi Efendi’ye her daim destek çıkan Yarbay Gani ve Binbaşı
Ahmed beyler, kampa yeni gelen Yarbay Servet Bey, Binbaşı Tahsin ve Nazım
Beyleri de kendi yanlarına çekmeyi başarmışlardır. Bu kişiler her bir esirin
yanına giderek başta Ahmed Bey olmak üzere Binbaşı Cemal Bey’in Ermeni tercümanlar
ve karargâh kurulu ile ilişkilerinden ve ahlâksızlığından söz eden dedikodulara
inanılmamasını istemişlerdir.
Bu
sırada, Razi Efendi bu tümen subaylarından bazılarını yanına çekmeye çalışmış
ve İdman Yurdunun yönetimini istemiştir. Kamplarda konuşulan bu tür
dedikodulardan rahatsız olan üst düzey subaylar ise derneğin yeniden
yapılandırılması kararı almışlardı. Bu amaçla kulübün yeniden düzenlenmesi için
seçim yapılacağı duyurulmuştu. 50. Tümenin doktorlarından yedek Yüzbaşı Hamid
Efendi tarafından bir konuşma yapılarak yurdun eski yöneticileri arasındaki
iletişimsizlik ve her türlü hoş karşılanmayacak uygunsuzluktan söz edilmesinden
sonra toplantı başlamıştı. Hamid Efendi yurt başkanlığına seçilmesine rağmen
olaylar son bulmamış aksine sorunlar daha içinden çıkılmaz bir hal almıştı.
Hamid Efendi’nin başkan seçilmesi
ardından yaptığı konuşmada
uygunsuzlukları görülen kişilerin dernek üyeliğinden kayıtlarının silineceği
açıklaması tartışmaları daha da alevlenmişti. Yeni başkan ve kurulun
fikirlerinin kabul görmemesi üzerine bu kişiler de istifa etmek zorunda kalmış
ve ilk başa dönülmüştü. Seçim sonrası herkes dağıtıldıktan sonra muhalifler
birbiri aleyhine oldukça ağır ifadeler içeren mektuplar yazıp birbirlerinin
pavyonuna atmaya başlamıştı. Ayrıca kampın görülen yerlerine kâğıt asıp
birbirini aleyhinde ithamlarda bulunmak gibi hoş olmayan durumlar ortaya
çıkmıştı. Sert tartışmalar sonunda Topçu Yüzbaşı Kâmil Efendi dernek başkanlığı
görevini kabul etmişti. Fakat yine tartışmalar bitmeyecektir. Bu sefer başkan
ile üyelerden Fırat Grubunun İdare Reisi Yardımcısı Yüzbaşı Mustafa Efendi
arasında Remadiye Grubu Harekât Şube Müdürlüğü muvazzaf teğmenlerinden Teğmen
Kâmil Efendi, yüzünden bir başka tartışma geçmişti. Adı geçen teğmen ile 181.
Alay 3. Tabur yedek subaylarından olup kendisini teğmen kaydettirilen Zeki
Efendi arasında boş olmayan ilişkilerden söz edilmişti. Ayrıca Topçu Yüzbaşısı
Kâmil Efendi’nin Teğmen Kâmil Efendi’ye ilgisi olduğu iddiaları ortaya
atılmıştı. Yüzbaşı Mustafa Efendi, deniz teğmenliğinden piyadeye geçen Tatar
Taburu Ağırlık Komutanı Mehmed Efendi ile bir odada bu olaylar yüzünden kavga
etmiştir. Teğmen Kâmil Efendi’nin İstanbul’dan komşusu olan Mehmed Efendi’nin
iddiasına göre onun koruması altında olan Mustafa Efendi’ye yaklaşması, Yüzbaşı
Kâmil Efendi’nin öfkesine sebep olmuştu. Bunun sonucu olarak Yüzbaşı Mustafa ve
Kâmil efendiler arasındaki kıskançlık başlamıştı. Her iki taraf dava için
komutan Albay Ahmed Bey’le temsilci Cemal Efendi’ye birbirini şikâyet etmiş
fakat bu kişilerin daha önceki olayları ve şüpheli durumları şikâyet konusu
olmaya yeterli görülmemişti.
Bir gece
Mustafa Efendi, Kâmil Efendi’yi görüşmek üzere çağırmış ve çağrının kabul
görmesi üzerine her ikisi pavyonlarda kaldıkları odaların ortasındaki birbiri
ile kavgaya başlamıştır. Yüzbaşı Kâmil Efendi hafif bir şekilde yaralanmış ve
Teğmen Mehmed Efendi ise ölmüştür. Yüzbaşı Mustafa ve Kâmil efendiler, karargâh
komutanlığınca tutuklanarak hapsedilmiştir. Bu arada esirler arasında, Topçu
Yüzbaşı Kâmil Efendi’nin katil olduğu söylentisi ortaya atılmıştı. Bu kişilerin
karargâh komutan yardımcısı yüzbaşının başkanlığındaki askeri mahkemede
sorguları yapıldı.
1544
Cemalettin Taşkıran, a.g.e. s. 119-124.
Albay Ahmed ile temsilci Binbaşı
Cemal Efendi, mahkemenin çağrısına uyarak şahitlik yapmıştır. Olay için seyyar
askeri mahkeme görevlendirilmiş, mahkemenin gelmesi ardında duruşmaya tekrar
bakılmış ve ayni tanıklar mahkemede de dinlenmiştir. Sonunda tutuklular sivil
hapishaneye gönderilmişlerdir. Oradaki dava sonucu her ikisi de suçsuz
bulunarak kampa geri dönmüştü. Bu cinayet olayı üzerine İdman Yurdu dağıldı.
Kulüpten Razi Efendi, saz derneği ile derneğin kendisi içi iyi bir getiri
olmadığına kanaat getirerek kampta daha önemli bir kişi haline gelmek ve
kendine bağlı kişi sayısını artırmak için başka yollar deneyecektir. Öncelikle
esir subaylar tarafından subay adayları ile hasta ve ihtiyaç sahibi erlere
ayrılan yardım parası aylık 600-700 rupiye, Fransızca ve İngilizce kursları ile
tiyatro ve temsil gelirlerinden elde edilen yardım parası birkaç ay 1.000
rupiye ulaşmıştı. Ancak tiyatro için gerekli malzemeler, temsil kurulu
masrafları ve ücretler gibi giderler yüzünden bu para arttırılamıyordu. Razi
Efendi bu paradan ve Remadiye grubuyla 50. Tümen subaylarının esir düştükleri
sırada İngilizlerce el konulan her birinin 1.000, 10.000, hatta 100.000 kuruşu
aşan kişisel paralarından faydalanmak istemiştir. Bu amaçla bilgili kişilerden
faydalanarak konferanslar da düzenlemiştir. Rakım Efendi tarafından verilen ilk
konferansta beklediğini bulamamıştı. Bu tür konferansların çıkar sağlamaya
yönelik olduğu tüm esirler tarafından yavaş yavaş anlaşılmaya başlamış ve bunun
sonucunda çok az yardım parası toplanmıştı. Toplanan yardım parasının miktarı
2.500 kuruşu aşamamış ve Razi Efendi’nin planı kendisi açısından başarısız
olmuştu.
Razi Efendi, yine yılmamış ve
çıkar sağlamak amacıyla yeni planlar yapmıştır. Bu amaçla sık sık Yarbay Gani
ve Servet beylerle onların yakını binbaşıları ziyaret etmiştir. Servet Bey,
Albay Ahmed Bey’in yerine kendisini ve temsilci Binbaşı Cemal Bey’in yerine de
50. Tümene bağlı binbaşılardan birini geçirerek karargâhın bütün işleyişini ele
geçirmek istiyordu. Bu kadar cüretkâr olmasının sebebi ise Albay Ahmed Bey’in,
kendisine karşı disiplin sağlamadaki başarısızlığıydı. Kampta yaşanan her türlü
olumsuzlukların sulh ile halledilmesi ve arkadaşlarını rahatsız eden, onur ve
haysiyetlerine dokunan fiilleri alışkanlık haline getiren az sayıdaki kişileri
korkutmak ve gözdağı vermek amacıyla bir kurul kurulması kararlaştırılırdı.
Karargâhta bulunan bir emekli general, muvazzaf bir albay ve dört de yarbay
rütbesinde üstsubay ve subaylardan bir inceleme kurulu oluşturulmuştu. Kurul
yaptığı toplantıda kampla ilgili 590
her türlü istek ve şikayetlerin
kendilerine yapılmasını istemişti. Alınan kararlara karşı koyanların, kendi
başına davranışı alışkanlık haline getirenlerin veya İngiliz karargâh
komutanlığına başvurusu beğenilmeyenlerin isimleri kaydedilecekti. Memlekete
dönüldüğünde Hükûmet yetkililerine bilgi sunulması birkaç toplantıda uygun bir
dille önerilmişti. Ayrıca binbaşıların disiplin yönetmeliklerine göre verilecek
ceza kapsamına alınması uygun bulunmamıştı. Yarbay Servet Bey ve Gani Bey
kurulda çoğunluğu elde etmek amacıyla arkadaşlarından birkaç binbaşının kurula
alınması için çaba göstermiştir. Albay Ahmed Bey, karargâhta tek söz sahibi
olması ve kamptaki anlaşmazlıkları her fırsatta kendi amacı için kullanmayı
bilen Mahmut Bey’in diğer esirleri dinlememesi oyların eşitliğine yol açmış ve
kurul böylece işlevsiz hale gelmiştir. Bunun üzerine Hasan Yetimi ve
arkadaşları kurulu kendi haline bırakarak bundan böyle hiçbir şeye karışmama ve
kimsenin başvurusunu kabul etmeme kararı almışlardır.[747]
Hasan Yetimi, Bern
İtilafnamesi’nin Temmuz 1918’de kampa ulaştığını söylemektedir. Türkçe
suretinin beklenildiği söylentisi kampta yayılmıştır. Bu söylentinin
yayılmasından bir ay sonra karargâh komutanı sözleşmenin 12. maddesine göre
yardım komisyonunun oluşturulması için erler ve subay adaylarından birer üye
seçileceğini bildirmiştir. Biri doktor diğeri imam olmak ve subaylarca büyük
rütbede bir başkan ile yüzbaşı veya teğmen rütbesinde bir üye bulunmak üzere
komisyona kurulması gerektiği Albay Ahmed Bey’e ulaştırılmak amacıyla temsilci
Cemal Efendi’yi bildirilmiştir. Albay Ahmed Bey, karargâh komutanının istek ve
tavsiyelerine göre Cemal Efendi’yi başkan ve 40. Alay 3. Tabur Komutanı Yüzbaşı
Necmeddin, 40. Alay 3. Tabur Tabibi Yüzbaşı Emin, 40. Alay 2. Tabur imamı Halil
efendileri üye olarak atamış ve bu isimleri bir pusula ile Binbaşı Cemal Efendi
aracılığıyla komutanlığa sunmuştur. Esirler, bu sözleşmenin uygulanmasından
büyük ümit beslemiş, fakat umduklarını bulamamışlardır. İngilizler daha işin
başında sürekli komisyonu takibe başlamıştı. Esirler ise 12. maddenin aynen
ilan edilmesini istemişlerdi. Bunun üzerine karargâh komutanı, yardım komisyonu
kurulmasını kabule yanaşmamıştır. 12. maddenin Türkçe tercümesi günlük emirde
yayımlamış,
Binbaşı Cemal Efendi’nin başkan
seçilmesinin sorun olacağını 8 Ağustos 1918 ‘de açıklanmıştır.[748]
12. maddenin yayımlanmasıyla
yardım komisyonunun seçimle oluşturulacağı ve Cemal Efendi’nin başkanlığa
getirilmesiyle esirlerin haklarının İngiliz çıkarları doğrultusunda
kullanılacağı herkes tarafından öğrenilmişti. Cemal Efendi hakkında ortalıkta
söylentiler sonucunda Albay Ahmed Bey bu durumu düzeltmek için yeni bir
girişimde bulunmuştu. Ancak 12. maddenin 2. bendinde oy pusulasında herkesin
kimlik bilgilerin yazılması gerektiği belirtilmişti. Bunun üzerine özverili ve
vatansever subaylardan 51. Tümen Emir Subayı Yardımcısı Topçu Yüzbaşısı Cemal
ve 9. Alay 1. Taburdan Yüzbaşı Hüseyin Kaptan efendiler ile birkaç subay kamp
içinde bildiriler dağıtarak, seçimin adil bir şekilde yapılmasını sağlamak,
esirlerin haklarını korumak için çabalamışlardı. Seçim günü Ahmed Bey’in
yaptığı sahtekarlık ortaya çıkmış ve İngiliz emellerine daha fazla hizmet
edemeyeceğini anlamıştı. Servet Bey’i vekil olarak atayarak kendisini hastaneye
sevk ettirmişti. Birkaç gün sonra aylığına 100 rupi ve Cemal Efendi’nin
aylığına ise elli 50 rupi zam yapıldığını öğrenildi. O tarihten itibaren
kendilerine düzenli aylık bağlanmıştır. Ancak Ahmed Bey bu hareketlerinin
karşılığını gördü. İki ay hastanede acı içinde kıvranarak ameliyata cesaret
edemeyerek kalıcı bir hastalığa yakalanmıştır.[749]
3. Yardım Komisyonu Başkanı
Mahmut Bey’in istifası ardından karargâh komutanı yeniden bir başkan için seçim
kararı almıştır. Albay Ahmed Bey’in seçim duyurusu üzerine seçim günü üst düzey
subayların yerine seçim yapıldı. İki subay ve bir üst rütbeli subay seçime
katılmamış, fakat bu seçim sonucunu etkilememiştir. 57. Alay Komutan Vekili
Binbaşı Ömer Şevki Efendi, 210 oydan 162’sini olarak başkan seçilmişti. Bir gün
sonra Şevki Efendi’nin önerisi ve üst rütbeli subayların uygun görmesiyle,
yardım komisyonunun kararlarını uygulayacak ikinci komisyon kurulmasına karar
verilmiş ve iki yüzbaşı ve iki teğmen bu iş için seçilmiştir. Önceki yardım
komisyonlarında da ikinci bir komisyon kurulmuş fakat seçim yapılmayarak atama
usulü görevlendirilmiştir. Komisyonun bu kez seçimle belirlenmesinde yeni
başkanın kanaati ve teklifini etki olmuştu. Ayrıca bazı suçların gizlenmesi ve
söylenmemesini amaçlanmıştır. Üst rütbeli subaylar, yeni yardım kuruluna her
konuda yardım sözünde bulunmuş ve komisyon da üst rütbeli subayların bulunduğu
kurulunun görüş ve onayını aldıktan sonra karar vermiştir.1547 [750]
Subay adayları Ramazan
Bayramı’ndaki şaşalı dağıtımdan sonra akçe alamadıklarını bir yazı ile
subaylara iletmiştir. Yardım komisyonuna geçici olarak Yarbay Servet ve Gani
beylerle binbaşılardan temsilci Cemal ve Nazım Efendiler aday gösterilmişti.
Seçim günü subaylar tarafında seçime katılmak için kurullara ve Albay Ahmed
Bey’e başvurmuşlar fakat kabul edilmemelerinden ve Binbaşı Ömer Şevki
Efendi’nin başkanlığa atanmasını uygun görmemelerinden dolayı ağırlıklarını
hissettirmişlerdi. Yardım için oluşturulan yardım kurulu, ofis kasasında
bulunan 4.000 rupiden subay adaylarına yedişer, malul ve muhtaçlara ikişer,
bütün erlere yarımşar rupi dağıtılmasını ve okulların para ihtiyacının
giderilmesini teklif etmiştir. Erlerin temsilcisi yarımşar rupinin azlığından
şikâyet etmiş ve Ahmed Efendi bu fikri desteklemiştir. Subayların temsilcisinin
yedi rupiden az olmamasında ısrar etmesi üzerine, kurul başkanı tartışmayı
sonuca bağlayamamıştı. Bunun üzerine subaylar kurulunun görüşlerinin alınması
kararı alınmıştı. Henüz üst rütbeli subaylar toplanmadan ve olayın
incelenmesinden ve konuşulmasından önce subay adayları ve erler, defterin
birçok sayfası subay pavyonlarına atmışlar ve Albay Ahmed Bey’e daha çok
saldırarak kurul görüşmelerine karşı çıkmışlardı. Yeni başkan Şevki Efendi,
subaylar kurulunun kararının sonucunu beklemeden, kendisinin ve bütün ikinci
kurul üyelerinin ve erlerin temsilcisiyle birlikte Halil Efendi’nin istifasını
duyurmuş ve kurul ile amaçlanan tüm gayeler böylece son bulmuştur. Şevki
Efendi, kurul görüşmelerinde karşılaştığı güçlükleri Albay Ahmed Bey’e
anlatmıştır. Konunun subaylar kurulunca ele alınarak yanlış kararlar alındığını
ve kasadaki paraların İstanbul’a geri gönderilmesinden başka çarenin
kalmadığını söylemiştir. Albay Ahmed Bey, aleyhindeki yayından dolayı subay
adaylarına kırgın olduğunu ve kurulca bir çözüm yolu bulunabilir ihtimaliyle
istifada acele etmemesini önermiştir. Buna rağmen Şevki Efendi, yayınların
çokluğundan korkup istifasını duyurmak zorunda kalmıştı. Subaylar tarafındaki
pavyonlara imzalı ve imzasız saldırı veya gözdağı içeren yazılar asılmış ve
bırakılmıştır. Bunları yapan kişiler, aynı zamanda
Püsküllü Bela, Köpük ve buna
benzer isimler altında gazeteler yayımlayarak kamplarda huzursuzluk çıkartmaya
çalışıyorlardı.[751]
Esaret
süresince esir erler para sıkıntısı çekmişler ve angarya hizmetine güçlükle
dayanmıştır. Çok az esire ailelerinden para gelmekteydi. Bu sayı %5’i
geçmemekte, bu askerler de sağlık ekibinde olan görevli askerlerdi.
İngilizlerden ücret aldıklarından para yönünden bir sıkıntıları yoktu.
Ailelerinden harçlıkları gelen erlerin ellerine, memleketlerinde gönderilen 100
kuruşa karşılık ancak 70 kuruş civarında bir miktar geçebiliyordu. Geri kalan
kur değişimi sırasında yok olmuştur. Subay ve yeksek rütbeli subaylara ise cüzi
miktarda bir ücret verilmekteydi. Bu şartlar altında esirler geçimlerini kampta
iş yaparak sağlıyordu. Kimileri kahvecilik, yoğurtçuluk ve tütüncülük yapıyor
ve ancak karınlarını doyuruyordu. Bu şanslı esirler ise toplam esirlerin %10’u
geçmiyordu. Özetle, erlerin ancak %20’si para yönünden rahat bir yaşam
sürüyordu. Geriye kalan esirlerin bir kısmı kendisine verilen yiyeceği veya
elbise ve çamaşırlarını satmak zorunda kalıyordu. Bu elde ettikleri para ise
ancak tütün ve şeker ihtiyacı gideriyor ve kısa bir süre sonra tekrar parasız
kalıyorlardı. Üst rütbeli subay ve subaylar tarafından kutsal günlerde tütün ve
şeker dağıtılmak suretiyle kısmen bir rahatlama sağlanıyordu. Yardım
kurullarının oluşturulmasından sonra Yarbay Gani ve Mehmed beylerin başkanlığı
dönemlerinde, yardım paralarının kendi çıkarlarına kullanması yüzünden ortaya
çıkan dedikodular kampta büyük bir huzursuzluğa yol açmıştı. Esirler arasında
bu subayların daha orduda iken haklarına gözlerini diktikleri ve esirlikte de
gelen yardım parasını kendi çıkarlarına kullandıkları kampta konuşulmaya
başlanmıştır.[752]
3.8.3
Kıbrıs
Esir Kampında Yaşanan İç Yönetim, Disiplin, İşbirlikçilik ve Uyum Sorunları
Esirlerin adaya getirilmesinden
sonra burada yakınları bulunanlar başta olmak üzere, dindaşlarını ve
soydaşlarını görebilmek için Kıbrıs Türklerinin kamp komutanlığına yaptıkları
müracaatlar, ilk günlerde kısıtlı da olsa kabul edilmiştir. Bir süre sonra İngilizler
bu ziyaretleri engellemeye çalışmıştır. Esirlerin kampa getirilip
yerleştirilmelerini müteakip sivil halkla görüşmeleri konusunda İngiliz
yetkililerin başlangıçta gösterdikleri hoşgörü ve verdikleri müsaade uzun
süreli olmamış; sıkı kurallar, tedbirler ve tecrit sonucunda sivil halkın savaş
esirleriyle görüşme talepleri çoğu zaman reddedilmiştir. Mağusa sur içindeki
Lala Mustafa Paşa camisinde Cuma namazı kılmalarına müsaade edilen esirlere bir
süre sonra İngilizler tarafından başka yaptırımlar ve kısıtlamalar getirilerek
bu hakları da engellenmiştir. O dönemi yaşayan Mehmed Nafi Bey de İngilizlerin
bu davranışlarına anlam veremeyerek kampa gelen esir sayısının 4.000’i
bulduğunu, ilk geldiklerinde Mağusa halkının kumandanın izniyle esirlere ziyafet
verdiğini ve sonrasında muhafızların gözcülüğünde şehri gezdiklerini
söylemiştir.1550 [753]
Yine İngiliz Kamp Komutanı
tarafından 11 Nisan 1917 tarihinde Mağusa Bölge Komiserliğine gönderilen bir
başka yazıda, Kıbrıs Müftüsünün kampı ziyareti konu edilmiştir. Uzun süren
yazışmalar süresinde net bir cevap verilmemiş konu hep sürüncemede bırakılmış
ve sonuç olarak Kıbrıs müftüsünün kampı ziyareti Kıbrıs Kamp Komutanı Albay H.
G. Dixon tarafından reddedilmiştir.[754]
Mağusa esir kampı komutanı
İngiliz Yarbay tarafından Mağusa Emniyet Müdürüne gönderilen 10 Mart 1919
tarihli yazıda esirlerin kamptan çıkmalarına izin verilmemiş sadece savaş
esirlerini ziyaret etmek amacıyla müracaat edenlerin sabah saat 09.00 ile 12.00
arasında kampa gelmeleri şartıyla yakınlarını görebilecekleri söylenmiştir.[755]
Kamp komutanı İngiliz yarbay
tarafından Mağusa polis şefine yazılan Mart 1919 tarihli yazıda Türk savaş
esirlerinin akrabaları ile görüşme izninden bahsedilmektedir. Yazıda İzmirli
İbrahim Osman Bornova’nın Selanik’e gönderildiği ve bu kişinin akrabalarına
verilen giriş kartının iptal edilmesi istenmektedir.[756]
Dr. Şevket Bey, kale içerisine
bir engellemeye maruz kalmadan girebilir ve Mağusa'nın ileri gelenleri ile
serbestçe konuşabilirdi. Fakat Lefkoşa’da oynanmakta olan Namık Kemal'in “Vatan
yahut Silistre ” piyesini görmeye gittiğinde, Türk ve
Anadolulu
Rum jurnalciler kendisini şikâyet etmişlerdir. Yüzbaşı Fuad Beyin idaresinde
tekrar esir kampına getirilmiş, bir daha dışarı çıkmasına müsaade edilmemiştir.[757]
3.8.4
Selanik
Esir Kamplarında Yaşanan İç Yönetim, Disiplin, İşbirlikçilik ve Uyum Sorunları
3.8.5
Malta
Esir Kampında Yaşanan İç Yönetim, Disiplin, İşbirlikçilik ve Uyum Sorunları
Tüm esir kamplarında olduğu gibi
Malta esir kampında da zaman zaman esirlerin birbirlerini öldürdüğüne şahit
olunmaktadır. Malta Askeri İdare Kurulu tarafından Londra Savaş Merkezi’ne
gönderilen 28 Haziran 1917 tarihli yazıda bir Türk savaş esirinin cinayet
suçlamasıyla idam edildiğinden bahsedilmektedir. 40 yaşında Halep’te doğmuş
Hafız Rüştü oğlu Hacı Ali İsa, Necdet Sadi isimli bir esir arkadaşını kasten
öldürme sebebiyle Malta’da 24 Nisan’da infaz edilmiştir. Yapılan soruşturma
sonucunda Hacı Ali İsa’nın, 17 Ekim 1916’da Necdet Sadi’nin çadırına girdiği ve
bir bıçakla saldırarak onu ciddi bir şekilde yaraladığı ortaya çıkmıştır.
Necdet Sadi çadırdan kaçmayı başarmış ancak Hacı Ali İsa kendisini takip etmiş
ve başından iki kez bıçaklamıştır. Necdet Sadi sonraki gün hastanede yaralarına
yenik düşmüştür. Hacı Ali İsa İngiliz Malta Adası Ceza Mahkemesinde 18 Nisan
1917 1554 tarihinde 3 hâkim ve 1 jüri tarafından yargılanmış ve ceza
kanununun 218. maddesine göre ölüm cezasına çarptırılmıştır.1555 [758]
Aynı olaya dair bilgilere arşiv
belgelerinde de rastlanmış ve konunun detayı daha belirgin bir şekilde ortaya
çıkmıştır. Hacı Ali İsa tarafından katledilen Doktor Necdet Sadi Bey’in annesi
Ayşe Hanım’ın İngiliz Yüksek Komiserliği’ne vermiş olduğu dilekçeye 23 Kasım 1919
tarihinde cevap verilmiştir. Adres olarak Kadıköy Mısırlıoğlu’nda Rıdvan Bey’in
10 numaralı hanesi gösterilmektedir.[759]
Bu olayın aydınlatılması açısından Osmanlı Devleti Yüzbaşı Hacı Ali Efendi'nin
idam edilmesinin takipçisi olmuştur. Başkumandan Vekili Enver Paşa, Osmanlı
Ordu-yı Hümayununa yazdığı bir yazıda Malta’da esir bulunan emekli Yüzbaşı Hacı
Ali Efendi’nin İngilizler tarafından asılarak idam edilmesinin ne gibi bir
sebebi olduğunun Bern Elçiliği tarafından araştırılmasını istemiştir. Bern Elçiliği
de Londra’daki Stockholm Elçiliği’ne bir telgraf göndererek durumu öğrenmeye
çalışmıştır.[760]
Doktor Sadi Necdet Bey’in katili Halepli Hacı Ali İsa’nın idam edilmiş olduğuna
dair İsveç Elçiliği’nden gelen İngiltere Dışişleri Bakanlığının 3 Temmuz 1917 tarihli
notası Hariciye Nezareti tarafından 11 Ağustos 1917’de Dâhiliye Nezaretine ve
Harbiye Nezaretine gönderilmiştir. Konu hakkında gelen rapor idam kararının
detaylarını şu şekilde anlatmaktadır:[761]
“40 yaşında Halebli Hacı Ali
İsa, Necdet Sadi isminde bir arkadaşını katletmesi sebebiyle idam olunmuştur.
Katil 17 Ekim 1916 günü maktulün çadırına giderek kendisini ciddi bir suretle
yaralamıştır. Necdet Sadi kaçmak istemiş ise de katil arkasından yetişerek bir
bıçak ile başının iki yerinden yaralamış ve yaralı ertesi günü aldığı
yaralardan dolayı hastanede vefat etmiştir. Katil Malta Adası Cinayet
Mahkemesinde üç hâkim ile birer jüri heyeti tarafından muhakeme olunmuş ve
ilgili kanunun 218’inci maddesi gereğince kasten cinayet fiilini işlediği sabit
olunduğundan idam edilmiştir. Harbiye Nezareti İstihbarat Kalemi Hariciye
Nezareti vasıtasıyla İsveç Sefareti (Elçiliği) aracılığıyla Malta’da esir
Doktor Sadi Necdet Bey’in katili Hacı Ali İsa’nın hüviyetinin tahkikine dair
yazı göndermiştir. 23
Ağustos 1917’de gönderilen yazıda
adı geçen esirin kimliğinin tam tespit edilemediği belirtilmektedir. Bu sebeple
katilin kıtası, sınıfı ve rütbesi hakkında tam bilgi verilmesi istenmiştir.”
Şira konsolos vekili olup Mısır
ve Malta’da geçirdiği esaret günlerini kaleme alan Süleyman Bey’in yazdıkları
bu olayı doğrulamaktadır. Bir hatırattan çok raporu andıran Süleyman Bey’in
yazdıkları Başkumandanlık Vekâletine de sunulmuştur. Süleyman Bey Malta’da esir
bulunan Halepli Yüzbaşı Hacı Ali adında bir Osmanlı subayının yine Malta’da
kendisi gibi esir bulunan bir Osmanlı polisini öldürmesi sebebiyle İngiliz
Erkan-ı Harp Dairesince yargılandığını söylemektedir. Süleyman Bey raporun
ekinde konu hakkında şöyle söylemektedir:[762]
“Malta’da üserâ
karargahlarının birinde esir bulunan Halebli Yüzbaşı Hacı Ali nâmında bir
Osmânlı zâbitini İngilizler idâm ettiler. Hacı Ali mezkûr karargahda kendisi
gibi esir bulunan bir Osmânlı polisini itlâf etmiş imiş Hacı Ali’nin muhâkemesi
ora Erkân-ı Harbdâiresince görülüp idâmına hükmedilmişdir.”
Diğer taraftan cinayet ve
ardından gelen idam olayının detaylı araştırılması sonucu daha başka bilgilere
de ulaşılmıştır. Malta’da esir iken öldürülen Sadi Necdet’in tabip diplomasına
sahip olmadığı hâlde düzenlediği sahte belgeler ile orduda doktor olarak istihdam
olunduğu belirlenmiştir. Bu sebeple, on sene müddetle kürek cezası almıştır.
Sadi Necdet, Selanik’te Topçu Kıtaatında askerlik görevi sırasında Balkan
Harbi’nin başlaması üzerine kendisini Ustrumca Taburu doktorluğuna tayin
ettirmiştir. Selanik’in işgali ardından İstanbul’a gelerek altı ay kadar
doktorluk belgesi olmadığı halde Askerî Sıhhiye Dairesi’nde doktor olarak görev
yapmıştır. Olayın öğrenilmesi sonucu Divan-ı Harbe verilmiş ve muhkemenin devam
ettiği sırada serbest bırakılarak ticarete başlamıştır. Hakkında 10 yıl kürek
cezası verileceği haberini alınca İstanbul’dan firarla Bulgaristan, Fransa ve
Mısır gibi yabancı memleketlerde iş tuttuğu ailesine gönderdiği mektuplardan
anlaşılmıştır. İttihad ve Terakki Cemiyeti mensuplarından olup akrabasından
Tevfik Hacıbey’le ticaret amacıyla İngiltere’de bulunmuştur. Mısır Hidiv Kâtibi
Hüsnü Bey’in de bulunduğu gizli bir toplantı sırasında arkadaşları ile
tutuklanmış ve Malta’ya gönderilmiştir.[763]
Dahiliye Nezareti de bu kişinin
sahte belgeler ile nasıl orduda görev aldığını araştırmış ve yapılan
soruşturmada Osmanlı Ordusunda Sadi Necdet adında bir doktorun olmadığı
belgelenmiştir. Eski Selanik Merkez Hastanesi cerrahlığı görevi yanı sıra
Yıldız Hastanesi hizmetinde de bulunduğunu ortaya çıkaran Cerrah Necdet Sadi
Bey Almanya Sıhhiye İdaresine bir mektup göndererek uygun bir miktar para
yardımı talebinde bulunmuştur. Ailesine gönderdiği mektuplarda ise İngilizler
tarafından kendisine kötü muamelede bulunduğundan şikâyet etmektedir.[764]
Sadi Necdet Bey Malta’dan İsviçre
Doktor Cemiyeti Başkanlığına da bir mektup yazmıştır. Mektubunda iki seneden
beri Malta Adası’nda esir olarak tutulduğunu söyleyerek ciddi sıkıntı içinde
olduğunu, günden güne durumunun kötüye gittiğini, Amerika Elçiliği ile
İngiltere Hükûmetinin hiçbir yardımda bulunmadığını anlatmıştır. Bu sebeple,
savaş sonucu geri verilmek üzere bir miktar akçe para istemiştir. Sadi Necdet
Bey’in talep ettiği yardımın başkonsoloslukça desteklenip desteklenmediği
Osmanlı Devleti’ne sorulmuştur. Bu kişi hakkında İstanbul Polis Müdürlüğü
yaptığı araştırmayı ilgili yerlere göndermiştir. Malta’da esir edilen Cerrah
Necdet Sadi Bey, İstanbul’da Yerebatan Caddesinde üç numaralı evde ikamet eden
Şûrâ-yı Devlet aza mülâzımlarından Mahmud Bey’in ve Kadıköy’de Mısırlıoğlu’nda
on numaralı evde oturan Afif Monla kızı Ayşe Hanım’ın oğludur. Kafkasya Daru’l
Harbi’nde mitralyöz bölüğünde subay namzedi Rıdvan Yavuz adında bir de kardeşi
vardır.[765]
Bu cinayet olayını Cemal Kutay “Siyasi
Mahkûmlar Adası: Malta” adlı kitabında farklı yorumlamıştır. Kutay’a göre
olay tamamen Arap Türk milliyetçiliği kavgasıdır. Malta esir kampında
genellikle huzur ve sükûnet vardı. Bu sükûnet kampa Mısır’dan Arap
milliyetçilerin getirtilmesiyle bozulmuştur. Zaman zaman aşırı fanatik Arap
milliyetçileriyle Türkler arasında kavga ve tartışmalar görülmüştür. Nitekim
Hacı Ali adındaki fanatik bir Arap milliyetçisi İzmirli bir Türk subayı olan
Yüzbaşı Necdet’i gece gizlice çadırına girerek öldürmüştür. Ancak bu tür birkaç
münferit olay dışında Türklerle Araplar ve Almanlar arasında büyük bir problem
yaşanmamıştır.[766]
Almanlar çıkardıkları isyan
sonucu vatanlarına erken dönmeyi başarmış Türkler ise kampta normalden daha
uzun kalmak zorunda bırakılmıştır. Almanlarda olduğu gibi Malta’daki Türk
esirlerin de kendi kurtuluşları için harekete geçmesi gerektiği halde üst
rütbeli subaylardan bir öncü çıkmamıştır. Rütbeliler çok ağır kişiler olup
biraz da risk almak istemediklerinden kamptan kurtulmak için bir şeyler yapmayı
akıllardan geçirmemiştir. Her kafadan ayrı bir ses çıkmaktadır. Apak rütbesinin
küçük olmasına rağmen bu işe öncü olmayı kafasına koymuştur.[767]
Malta Adası, esir kamplarında
esirlerin davalarının görüldüğü mahkemeler adaletten çok uzaktır. Rüşveti veren
haklı çıkmaktadır. Rahmi Apak, Eşref Bey’in davasını buna örnek olarak
göstermektedir. Eşref Bey, kampın Maltız (Maltalı) kantincisine Londra’dan
getirilmek üzere fiyatı 10 İngiliz lirası olan sekiz numara bir ayakkabı
sipariş etmiştir. Kantinci ayakkabıyı getirtmiş fakat Eşref Bey, ayaklarını
sıkması sebebiyle almamıştır. Kantinci ayakkabıları başkasına satamayacağı
gerekçesiyle parasının ödenmesi için mahkemeye başvurmuştur. Mahkemeye tercüman
olarak katılan Apak, Türkçeden İngilizceye, başka bir Maltalı da İngilizceden
Maltızcaya çeviri yapmıştır. Maltız İncil’e el basarak yemin etmiş, Apak ise
Müslüman olduğunu söyleyerek ancak Kur’an’a el basacağını belirtmiştir. Kur’an
yerine kütüphaneden lutilikten bahseden bir Türkçe kitap getirilmiş, Apak bu
kitaba yemin etmiştir. Kitabı getiren mübaşir eğer bir İngiliz lirası verirse
sonucun Eşref Bey lehine çıkacağını söylemiş, Eşref Bey de bir İngiliz lirası
yerine bir altın lira ile haksız olduğu mahkemeden haklı olarak ayrılmıştır.
Apak’a göre Maltız da bir Türk subayına güvenerek ayakkabının ücretini peşin
almamasının cezasını çekmiştir.[768]
Apak’ın kaldığı kampın ilerisinde
Mısır’da yakalanmış sivil Türkler bulunmaktadır. Bunların büyük çoğunluğu
Türkiye’den Mısır’a kaçmış serseri tipli kişilerdir. O sıralarda Mısır ile
Türkiye arasında suçlu değişimi bulunmamaktadır. Bu sebeple Türkiye’de suç
işleyen serserilerin çoğunluğu Mısır’a kaçmaktadırlar.
İstanbul’un en pis külhanbeyleri,
katilleri, asker kaçakları çoğunluktadır. Bu esirler, sivri demirler ve bıçak
tedarik etmişlerdi. Ara sıra aralarında kavgalar olur, yaralama ve hatta
öldürme vakaları gerçekleşirdi. Üç yıl içinde bu iki yüz kişi arasında otuz
kırk yaralanma, iki öldürme hadisesi kaydedilmiş ve bir katil de İngilizler
tarafından asılmıştır. Hastalanma sonucu on beş kadar insan şehit olmuştur.
Hâlbuki dört yıl içinde dört bin Alman arasında tek bir öldürme hadisesi
olmamış ancak iki kişi eceli ile vefat etmiştir. İki milletin ahlak ve sağlık
durumlarının mukayesesi Türkler için feci durumdadır. İngiliz subayları bile o
kampta dolaşmaktan korkmaktadır. Bu kişilerin diğer kampları ziyaretleri
yasaklanmıştır. Yalnız, Kızılayın Malta’daki fakir esirler için yolladığı bir
miktar parayı muhtaçlara dağıtmak üzere İngiliz kamp kumandanı emri ile Apak
her ay bir kere bu kampa gitmiş ve paralarını dağıtmıştır. Bu para dağıtma
işinden dolayı bu kampta hem düşman hem de çok yakın dost kazanmıştır. Yine
para dağıttığı gün çok güvendiği ve en azılılarından iki dostuna kamptan kaçış
planını anlatmıştır. Bu kişilerden Almanlar gibi bağırarak çağırarak değil
herkeste var olan kesici ve delici demir silahlarla bir gece, iki yüz kişi
birden tel örgülerden atlayıp İngiliz asker ve subaylarına saldıracaklarını,
son kişi kalıncaya kadar mücadele edeceklerini kamp içinde yaymasını ve kampta
bulunan İngiliz casusları vasıtasıyla kumandanın kulağına gitmesini istemiştir.
Apak da bu olayı duyan bir kişi olarak kumandana dost gibi giderek bu duruma
engel olmak istemiş; bu isyan olayını kumandana söylediğinde kumandan defalarca
teşekkür edip esirlerin memleketlerine gitmeleri için elinden geleni yapacağını
ifade etmiştir. Altı gün sonra Sicilya’dan direk İstanbul’a gidecek bir Beyaz
Rus gemisinin 1.000 Türk lirası karşılığında üç yüz Türk esirini
götürebilecekleri söylemiştir. Askerler arasında toplanan 500 Türk lirası ancak
üç günde toplanabilmiş geri kalan 500 lira ise eski Milletvekili Sudi Bey’in
yardımı ile tedarik edilmiştir. Üç gün sonra para geri verilmiş ve tüm
esirlerin bir İngiliz gemisiyle, İngiliz devleti tarafından masrafı karşılanmak
üzere evlerine gönderileceğini söylemiş ve hiçbir esir o gece sevinçten
uyuyamamıştır. Esirleri taşıyan vapur dört gün içinde İstanbul’a varmış; yol
boyunca ikinci kâtibe verilen on İngiliz lirası rüşvetle tüm yiyecek
ihtiyaçları karşılanmıştır.[769]
Kampa İstanbul’da İngilizler
tarafından tutuklanan İttihatçı liderlerden 60 kişilik bir grup getirilmiştir.
Bu liderler içinde alafranga tuvalet kullanmayı bilmeyenler de vardır ve
tuvaleti ilk geldikleri gün çok fena kullanmışlardır. Tuvaletleri kontrol eden
kamp doktorunun teftişi önce bu durumu gören Apak, rezil olmayı önlemek için
bir Bosnalı Müslüman’a para vererek tuvaletleri temizletmiş ve sonrası için
bazı liderlerden on İngiliz lirası para toplayarak Bosnalıyı tuvaletlerin
temizlenmesi için görevlendirmiştir.[770]
Verdela kampındaki hemen hemen
her milletten esirler vardır. Adadaki Türk esirleri, tıpkı diğer esir
kamplarında olduğu gibi, esaret süresince diğer milletlerden farklı olarak
büyük feragat, asalet ve dayanıklılık göstermiştir. Teşkilatı Mahsusa Başkanı Eşref
Kuşçubaşı bunu anılarında şöyle anlatmaktadır:
“... Bizim yiğit köylü
çocuklarımız, esaret diyarlarında öyle bir ruh ve beden asaleti içindeydiler ki
hayran olmamak mümkün değildi. Aç kaldıkları günler oldu, el açmadılar. Susuz
kaldıkları günler oldu, kurumuş dudaklarını göstermediler. Yorgunluk ve
bitkinlikten ayakta duramayacakları zamanlar oldu, yaslanacak yabancı omuz
aramadılar. Zulüm gördüler, aman yeter demediler, eğilmediler. Zalimlerin bile
başlarını öne eğecek kadar mert bu ruh büyüklüğü, onları zulme lâyık görenleri
utandırdı... “1569
Esirlerin bu asil davranışları
karşısında sadece Eşref Kuşçubaşı bu fikirde değildir. Kamp komutanı İngiliz
Albay Sitiron da görüşünü Türk esirlerinin kendisinde bıraktığı izlenimi Eşref
Kuşçubaşı’na şu sözlerle açıklamıştır:
“...
Burada hemen hemen dünyanın bütün milletlerine mensup insanlar var... Hepsi de
aynı şekil ve usuller içinde hayatlarını sürdürüyorlar. İnsanların ferdî ve
toplu özelliklerini ancak böyle felâket günlerinde anlamak mümkündür. Malta’nın
bir esirler kampı haline getirildiği ilk günden beri burada komutan
mevkiindeyim. Hemen hemen bütün dünya milletlerine mensup olan insanlarla temas
ettim. Elimi vicdanıma koyarak ve aklımı hakem yaparak diyorum ki siz Türkler,
bu milletler arasında vakar, tahammül, disipline riayet, ferdî gurur, milli
onur itibarıyla bambaşka insanlarsınız. Yine affınıza sığınarak diyeceğim ki bu
duygulara ve hasletlere daha çok sahip olanlar da çoğu okumamış olan
köylülerinizdir. Anlıyorum ki başka milletlerde genel olarak ilim ve irfandan;
kültür ve sanattan edinilen bu meziyetler, sizde milli ve ırkî olan birer Allah
vergisidir. Aman bunlara dikkat ediniz... “1570
1569
Cemal
Kutay, a.g.e.,
s. 69-73.
1570
Cemal
Kutay, a.g.e.,
s. 69.
[60] BOA, MV., 217/42.
[61] Rapports: Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers
Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la
Guerre 1914-1917, s. 80.
[62] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13.
[63] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK. 90/40.
[64] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 313/1269.
[65] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/146.
[66] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/62.
[67] Ömer Hakan Özalp, a.g.e., s. 234; Cemil Zeki Yoldaş, a.g.e.,
s. 94-95.
[68] Sokrat İncesu a.g.e., s. 330-333, 335-336.
[69] Necmi Seren, a.g.m., s. 77.
[70] Ahmet Altınay, a.g.e., s. 64-67, 75-123.
[71] Emin Çöl, a.g.e., s. 112.
[72] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/140.
[73] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/138.
[74] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/139.
[75] BOA, HR. SYS., 2214/1.
[76] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/76.
[77] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 123/80.
[78] TNA, FO., 383/101.
[79] Rapports: Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers
Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la
Guerre 1914-1917, s. 76-77.
[80] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13.
[81] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/1.
[82] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 313/1269.
[83] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/141.
[84] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13.
[85] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13.
[86] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/62.
[87] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 123/80.
[88] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/138.
[89] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/155.
[90] Ahmet Altınay, a.g.e., s. 74, 80.
[91] a.g.e., s. 64
[92] a.g.e., s. 69.
[93] a.g.e., s. 75-123.
[94] Emin Çöl, a.g.e., s. 112.
[95] Ömer Hakan Özalp, a.g.e., s. 234.
[96] Hüseyin Aydın, a.g.e., s. 44.
[97] Rapports: Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers
Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la
Guerre 1914-1917, s. 43, 53.
[98] TNA, FO., 383/101.
[99] TNA, FO., 383/101.
[100] TNA, FO., 383/101.
[101] TNA, FO., 383/88.
[102] Rapports: Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers
Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la
Guerre 1914-1917, s. 42; Emin Çöl, a.g.e., s. 118.
[103] Rapports: Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers
Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la
Guerre 1914-1917, s. 42-43.
[104] Rapports: Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers
Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la
Guerre 1914-1917, s. 43.
[105] Eyüb Sabri Akgöl, a.g.e., s. 68-69.
[106] a.g.e., s. 69.
[107] İbrahim Arıkan, a.g.e., s. 243-244.
[108] Emin Çöl, a.g.e., s. 115.
[109] a.g.e., s. 116-117
[110] Emin Çöl, a.g.e., s. 117-118.
[111] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/136.
[112] İbrahim Arıkan, a.g.e., s. 248-251.
[113] Doğumunun 100. Yılında Atatürk’ün Silah Arkadaşları:
Yaşayan Çanakkaleli Muharipler, s. 95-97, 125-138.
[114] a.g.e., s. 104.
[115] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 90/44.
[116] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 90/44.
[117] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/134.
[118] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/143.
[119] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK. 90/39.
[120] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/128.
[121] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers
Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la
Guerre 1914-1917, s. 59.
[122] a.g.e., s. 59-60.
[123] a.g.e., s. 60.
[124] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/146.
[125] El Paso Herald, 24 April 1915, Home Edition, Editorialand
Magazine Section, s. 2.
[126] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers
Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la
Guerre 1914-1917, s. 49.
[127] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers
Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la
Guerre 1914-1917,s. 64.
[128] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers
Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la
Guerre 1914-1917, s. 67-68; TNA, FO., 383/339.
[129] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 313/1269.
[130] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers
Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la
Guerre 1914-1917, s. 70-71.
[131] a.g.e., s. 71, 74.
[132] a.g.e., s. 81.
[133] Hüseyin Fehmi Genişol, a.g.e., s. 154.
[134] Hidayet Özkök, a.g.e., s. 54-55.
[135] İhtiyat Zabiti Mehmet, a.g.e., s. 242-246.
[136] Hidayet Özkök, a.g.e., s. 54-55.
[137] İhtiyat Zabiti Mehmet, a.g.e., s. 248-249.
[138] İbrahim Arıkan, a.g.e., s. 254-255.
[139] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers
Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la
Guerre 1914-1917, s. 77.
[140] BOA, HR. SYS., 2214/1.
[141] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/62.
[142] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/138.
[143] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/141.
[144] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/1.
[145] a.g.e., s. 43-44.
[146] a.g.e., s. 81-82.
[147] Evening Star, 12 April 1915, s. 19.
[148] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers
Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la
Guerre 1914-1917, s. 60.
[149] a.g.e., s. 71-72.
[150] İbrahim Arıkan, a.g.e., s. 248-249.
[151] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/134.
[152] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/136.
[153] Rapports : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de
Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie
: Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 85.
[154] TNA, FO., 383/452.
[155] TNA, FO., 383/452.
[156] a.g.e., s. 10-11.
[157] a.g.e., s. 12.
[158] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13’den aktaran
Cemalettin Taşkıran, a.g.e., s. 93.
[159] Hüseyin Fehmi Genişol, a.g.e., s. 80-81, 117.
[160] Rapports : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de
Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie
: Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 49.
[161] a.g.e., s. 49.
[162] Muhittin Erev, a.g.m., s. 64.
[163] a.g.m., s. 53.
[164] Rapports : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de
Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie
: Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 49-50.
[165] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13’den aktaran
Cemalettin Taşkıran, a.g.e., s. 134135
[166] Rapports: Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de
Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie
: Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 50.
[167] Hüseyin Fehmi Genişol, a.g.e., s. 87-90.
[168] Rapports: Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de
Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie
: Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 54.
[170] TNA, FO., 383/339.
[171] Rapports : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre
Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie :
Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 75-76.
[172] TNA, FO., 383/239.
[173] Rapports : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de
Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie
: Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 75-76 ;
TNA, 383/239.
[174] Rapports : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de
Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie
: Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 79-80.
[175] Mustafa Tütüncü, a.g.e., s. 63-64.
[176] Rapports : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de
Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie
: Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 85.
[177] a.g.e., s. 12.
[178] a.g.e., s. 50.
[179] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13’den aktaran
Cemalettin Taşkıran, a.g.e., s. 135.
[180] Muhittin Erev, a.g.m., s. 53-54.
[181] Rapports : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de
Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie
: Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 64-65.
[182] TNA, FO., 383/339.
[183] TNA, FO., 383/235.
[184] Rapports : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de
Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie
: Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 78-79.
[185] TNA, FO., 383/452.
[186] Rapports : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de
Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie
: Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 52.
[187] a.g.e., s. 80-81.
[188] Mustafa Tütüncü, a.g.e., s. 65, 71.
[189] TNA, FO., 383/229.
[190] BOA, HR. SYS., 2189/5; TNA, FO. 383/235.
[191] TNA, FO., 383/235.
[192] TNA, FO., 383/239.
[193] TNA, FO., 383/229.
[194] TNA, FO., 383/339.
[195] Hindistan Hükümeti 7 Kasım 1915 tarihinde Mustafa oğlu
Hikmet’in “Karadeniz” isimli gemide ocakçı olduğunu, bu yüzden kendisine sivil
bir esir olarak herhangi bir ödeme yapılmamasına rağmen herhangi bir şekilde
cezalandırılmadığını, izole edilmediğini ve diğer esirlerden farklı bir
muameleye tabi tutulmadığı ileri sürmüştür. Bkz. TNA, FO., 383/88.
[196] TNA, FO., 383/88.
[197] TNA, FO., 383/453.
[198] TNA, FO., 383/458.
[199] TNA, FO., 383/239.
[200] Ulvi Keser, “Kıbrıs’ta Çanakkale’nin Bilinmeyen
Kahramanları; Karakol (Caraolos) Esir Kampı ve Türk Savaş Esirleri”, a.g.e., s.
465-466.
[201] Halil Aytekin, Kıbrıs’ta Monarga (Boğaztepe) Ermeni
Lejyonu Kampı, s. 74; Hüseyin Metin, a.g.e., s. 240; Ulvi Keser, a.g.e., s.
468.
[202]Ahmed Sami, a.g.e., s. 2-3; Ulvi Keser, a.g.e., s. 86.
[203]Ahmed Sami, a.g.e., s. 2-3; Ulvi Keser, a.g.e., s. 87;
Ahmet Sami Topcan, “Birinci Cihan Savaşı Esnasında Mağusa Esir Kamplarında
Kalan Türk Askeri Esirleri Hakkında Kısa Bilgiler”, Güvenlik Kuvvetleri Dergisi,
Lefkoşa, Mart 1990, Sayı 10, s. 21.
[204] Ulvi Keser, “Kıbrıs’ta Çanakkale’nin Bilinmeyen
Kahramanları; Karakol (Caraolos) Esir Kampı ve Türk Savaş Esirleri”, a.g.e., s.
478-479.
[205] a.g.e., s. 465-466.
[206] Ulvi Keser, a.g.e., s. 479-480.
[207] Rauf R. Denktaş, Karkot Deresi, Lefkoşa, 1993, s. 8; Ulvi
Keser, “Kıbrıs’ta Çanakkale’nin Bilinmeyen Kahramanları; Karakol (Caraolos)
Esir Kampı ve Türk Savaş Esirleri”, a.g.e., s. 468-469.
[208] Ulvi Keser, a.g.e., s. 471.
[209] a.g.e., s. 479-480.
[210] TNA, FO., 383/458.
[211] Cemal Kutay, a.g.e., s. 17-18.
[212] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13.
[213] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13.
[214] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13.
[215] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/62, 62A, 62AB
[216] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 313/1269.
[217] Ahmet Altınay, a.g.e., s. 88-90, 103-105.
[218] Cemil Zeki Yoldaş, a.g.e., s. 12-14, 25-27.
[219] Hasan Remzi Fertan, a.g.e., s. 5, 86-89.
[220] Rahmi Apak, a.g.e., s. 167.
[221] Emin Çöl, a.g.e., s. 120.
[222] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers
Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la
Guerre 1914-1917, s. 57.
[223] Ahmet Altınay, a.g.e., s. 64-67, 86-87, 111-116.
[224] Hüseyin Aydın, a.g.e., s. 44.
[225] Emin Çöl, a.g.e., s. 91-99, 121-122.
[226] Hüseyin Mümtaz, a.g.m., s. 32.
[227] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers
Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la
Guerre 1914-1917, s. 80.
[228] Sokrat İncesu, a.g.e., s. 336-337.
[229] Emin Çöl, a.g.e., s. 112-113
[230] Ahmet Altınay, a.g.e., s. 103-105.
[231] Emin Çöl, a.g.e., s. 121-122.
[232] Necmi Seren, a.g.m., s. 78.
[233] Ömer Hakan Özalp, a.g.e., s. 233-234.
[234] Eyüb Sabri Akgöl, a.g.e., s. 74-79.
[235] “Esaret Hayatından Birkaç Sahife III”, İkdam Gazetesi, 18
Temmuz 1337 (1921), No 8744, s. 3.
[236] Emin Çöl, a.g.e., s. 121-122.
[237] Emin Çöl, a.g.e., s. 120-121.
[238] Ahmet Altınay, a.g.e., s. 41-43.
[239] Necmi Seren, a.g.m., s. 78.
[240] İbrahim Sorguç, Yd. P. Tğm. İbrahim Sorguç’un Anıları
İstiklal Harbi Hatıratı: Kaybolan Filistin, s. 49.
[241] Necmi Seren, a.g.m., s. 78.
[242] Emin Çöl, a.g.e., s. 121-122.
[243] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13.
[244] Rahmi Apak, a.g.e., s. 167.
[245] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13.
[246] İbrahim Sorguç, a.g.e., s. 49.
[247] Necmi Seren, a.g.m., s. 78.
[248] Mehmed Rauf Kamer, 1890’de Karaman’da dünyaya gelmiş,
İptidai Mektebini bitirdikten sonra tahsilini dini eğitim veren medreselerde
tamamlamış, Arapça öğrenmiş ve burada hafız olmuştu. Sonra da rüştiye ve
medrese tahsilini bir arada yürüterek rüştiyeyi birincilikle bitirdi. Ardından
İstanbul ve Konya İdadisine eğitim görerek Fen ve Edebiyat bölümünden
birincilikle mezun oldu. Konya’da İslâhiye Medresesinde okudu. Daha sonra kendi
okuduğu medresede din ve dil dersleri vermeye başladı. Arapça, Farsça ve Fransızcayı
ana dili gibi bilen Rauf Kamer Efendi, zamanında Karaman’ın en büyük hafızı,
din bilgini ve aydını olarak temayüz etti. O tarihlerde bilim adamları cephe
gerisinde vazife gördüklerinden savaşın başlamasıyla askerlik şubesine yazıcı
olmak için imtihana çağrılmıştı. Yapılan imtihanda kâğıdı boş vererek cepheye
gitmek istemiş ve teğmen olarak cepheye gönderilmişti. Mısır ve Filistin
cephelerinde savaştı ve yaralandı. Uzun bir sure hastanelerde tedavi gördükten
sonra Mısır Cephesi’nde esir düşerek yaklaşık bir buçuk yıl esaret hayati
yaşadı. 5-6 yıl suren askerlik ve esaret hayatı bitirince Karaman’a döndü.
Ticarete atılarak bulgur ve ekmekçilikle uğraştı ve 1935’de su gücüyle çalışan
Karaman’ın ilk un fabrikanı kurdu. 1 Ocak 1972’de vefat etti. Bkz. Ahmet
Altınay, a.g.e., s. 52.
[249] Ahmet Altınay, a.g.e., s. 49-52, 57-60.
[250] Rıza Eren 1897 yılında Karaman’da dünyaya geldi.
Osmanlı’nın meşhur âlimlerinden Muhammed Hadimi hazretlerinin altıncı göbekten
torunu ve Müftüzade Said Efendi’nin oğludur. Karaman Rüştiyesini bitirmiştir.
Okulunu bitirdikten sonra muhtemelen bir idadide okumuştur, Okul sonrası ise
ailesine ait Karaman Canhasan köyündeki çiftlikte kardeşleriyle birlikte
tarımla uğraşmıştır. Bu arada, edebiyat ve müziğe büyük bir ilgi duymuş,
özellikle divan edebiyatı ve Türk sanat musikisinde kendisini bir hayli
yetiştirmiştir. Esaretten sonra Karaman’a dönerek, Karaman’da kurulmuş olan
Karaman Çiftlik Bankası’nda memur olarak çalışmıştır. Esaret hayatında günlük
tutmamakla birlikte iyi bir fotoğraf arşivi ile Karaman’a dönmüştür. Kamptaki
eğitimin tesiriyle Seydi Beşir’deki Musiki Heveskeran Cemiyeti’nin bir
benzerini Karaman’da ayni adla kurmuştur. Ayrıca Karaman’da Türk müziğine
katkıda bulunmuştur. Rıza Bey, Türk Silahlı Kuvvetlerinde muhasebeci olarak görev
yaptıktan sonra emekli olmuştur. 1963’de Karaman’da 66 yaşında vefat etmiştir:
Ahmet Altınay, a.g.e., s. 53.
[251] Ahmet Altınay, a.g.e., s. 53.
[252] “Esaret Hayatından Birkaç Sahife II”, İkdam Gazetesi, 17
Temmuz 1337 (1921), No 8743, s. 3.
[253] Hüseyin Mümtaz, a.g.m., s. 32.
[254] Rahmi Apak, a.g.e., s. 167.
[255] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13.
[256] “Esaret Hayatından Birkaç Sahife II”, İkdam Gazetesi, 17
Temmuz 1337 (1921), No 8743, s. 3.
[257] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers
Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la
Guerre 1914-1917, s. 81.
[258] Ömer Hakan Özalp, a.g.e., s. 234-235; Cemil Zeki Yoldaş, a.g.e.,
s. 95.
[259] Ahmet Altınay, a.g.e., s. 47-48.
[260] a.g.e., s. 46.
[261] Emin Çöl, a.g.e., s. 120.
[262] Ahmet Altınay, a.g.e., s. 46.
[263] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 313/1269; Ahmet Altınay, a.g.e.,
s. 117-122.
[264] Necmi Seren, a.g.m., s. 78.
[265] Emin Çöl, a.g.e., s. 120.
[266] Western Mail (Perth, WA: 1885- 1954), 25 January 1918, s.
28.
[267] İbrahim Sorguç, a.g.e., s. 49.
[268] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13.
[269] Sokrat İncesu, a.g.e., s. 336-337.
[270] Ömer Hakan Özalp, a.g.e., s. 234-235; Cemil Zeki Yoldaş, a.g.e.,
s. 95.
[271] “Esaret Hayatından Birkaç Sahife”, İkdam Gazetesi, 16-17
Temmuz 1337 (1921), No 8742, s. 3.
[272] “Esaret Hayatından Birkaç Sahife II”, İkdam Gazetesi, 17
Temmuz 1337 (1921), No 8743, s. 3.
[273] “Esaret Hayatından Birkaç Sahife II”, İkdam Gazetesi, 17
Temmuz 1337 (1921), No 8743, s. 3.
[274] “Esaret Hayatından Birkaç Sahife II”, İkdam Gazetesi, 17
Temmuz 1337 (1921), No 8743, s. 3.
[275] Eyüb Sabri Akgöl, a.g.e., s. 74-79.
[276] Necmi Seren, a.g.m., s. 78-79.
[277] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 313/1269.
[278] Ahmet Altınay, a.g.e., s. 91-93, 103-105.
[279] a.g.e., s. 69, 75, 80, 91-96, 117-122.
[280] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13.
[281] Emin Çöl, a.g.e., s. 120-121.
[282] Ahmet Altınay, a.g.e., s. 69, 75, 80, 91-96, 117-122.
[283] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers
Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la
Guerre 1914-1917, s. 55, 57.
[284] TNA, FO., 383/101.
[285] Hidayet Özkök, a.g.e., s. 58-60.
[286] a.g.e., s. 60.
[287] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers
Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la
Guerre 1914-1917, s. 42, 46.
[288] İhtiyat Zabiti Mehmet, a.g.e., s. 260-262.
[289] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers
Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la
Guerre 1914-1917, s. 73.
[290] a.g.e., s. 73-74.
[291] İbrahim Arıkan, a.g.e., s. 247-248.
[292] Doğumunun 100. Yılında Atatürk’ün Silah Arkadaşları:
Yaşayan Çanakkaleli Muharipler, s. 125-138.
[293] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers
Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la
Guerre 1914-1917, s. 66.
[294] İhtiyat Zabiti Mehmet, a.g.e., s. 250-251.
[295] Mehmet Arif Seyhun, Katıldığım Dört Savaş ve Yaşam Öyküm,
Haz. Müşerref Seyhun, Ankara, Kültür bakanlığı, 2000, s. 138.
[296] Rapports: Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de
Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie
: Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 86.
[297] British Prison-Camps in India and Burma, s. 8-9.
[298] Rapports: Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de
Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie
: Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 18.
[299] a.g.e., s. 51-52.
[300] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13’den aktaran
Cemalettin Taşkıran, a.g.e., s. 119124.
[301] a.g.e., s. 112-113.
[302] Muhittin Erev, a.g.m., s. 64.
[303] Muhittin Erev, s. 54.
[304] a.g.m., s. 55.
[305] a.g.m., s. 55.
[306] a.g.m., s. 56.
[307] a.g.m., s. 56.
[308] a.g.m., s. 56.
[309] Hüseyin Fehmi Genişol, a.g.e., s. 103.
[310] Hüseyin Fehmi Genişol, a.g.e., s. 94-95, 122-123.
[311] a.g.e., s. 91-92.
[312] a.g.e., s. 92-93.
[313] a.g.e., s. 92, 111-114.
[314] Bu konferanslardan biri Bağdat Sıhhiye Müfettişi Doktor
Nizameddin tarafından esirler arasında sağlığın korunması konusunda
verilmiştir. Konferansta kampın kuruluş yerinden, kampın temizliğinden, temiz
havasından, pavyonlar ile diğer alanların düzeninden, hastanenin ve eczanenin
düzenli işleyişinden övgüyle söz edildi. Doktor Nizameddin konferansı
dinleyenler tarafından takdirle karşılandı. İngilizler bu kişiyi kendi
çıkarları için kullanmak istemişler ve kendisine maaş da bağlamışlardı.
İngilizlerce kendisine aylık 23 rupi derecesinde nakit ödenek ve yiyecek
maddeleri verilmiş ve ikinci sınıf olarak sayılmıştı. Aslına bu kişinin
Bağdat'ın tanınmış ve tecrübeli doktorlarından birisi olduğu ve viziteye çıkan
hastalardan çok yüksek ücret aldığı bilinmekteydi. Muvazzaf ve yedek
sınıflarında bulunan diğer Osmanlı askeri doktorlarından fazla ödenek alması
esirler arasında kızgınlığına sebep olmuştur. İngilizler verilen fazla ödeneği
gizleyebilmek için konferans konusunu makaleye çevirip Hindistan'da çeşitli
dillerde çıkan gazetelerde yayımlamasını sağlamıştır. Makale Madras Meil
gazetesinin 14 Haziran 1918 tarihli sayısında bütün esirlerce okunmuştur.
Gazetede çıkan makale tüm esirleri büyük bir hayal kırıklığına uğratmıştır. Bu
kişi daha fazla para alabilmek amacıyla İngiliz işgalini övmüştür. Esirler
arasında kendisine duyulan saygı bir an da yok olmuş ve yerini kin ve nefrete
bırakmıştır. Bkz. Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13’den aktaran
Cemalettin Taşkıran, a.g.e., s. 388-359.
[315] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13’den aktaran
Cemalettin Taşkıran, a.g.e., s. 119124.
[316] Rapports: Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de
Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie
: Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 47.
[317] Nurettin Peker, a.g.e., s. 216-218.
[318] Rapports : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de
Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie
: Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 73-74.
[319] a.g.e., s. 74.
[320] TNA, FO., 383/239.
[321] TNA, FO., 383/239.
[322] TNA, FO., 383/239.
[323] Rapports : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de
Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie
: Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 64.
[324] a.g.e., s. 64.
[325] Ergun Hiçyılmaz, a.g.e., s. 24.
[326] Ergun Hiçyılmaz, a.g.e., s. 23; Ergun Hiçyılmaz, a.g.m.,
s. 14.
[327] Ergun Hiçyılmaz, a.g.e., s. 24-25.
[329] Rapports: Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de
Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie
: Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 80.
[330] BOA, HR. SYS., 2251/19.
[331] Mustafa Tütüncü, a.g.e., s. 70.
[332] Mehmet Ertuğ, “Çanakkale Şehitlerinden Bir Yadigâr”, Güvenlik
Kuvvetleri Dergisi, Lefkoşa, Mart 1988, Sayı 4, s. 14; Ulvi Keser, “Kıbrıs’ta
Çanakkale’nin Bilinmeyen Kahramanları; Karakol (Caraolos) Esir Kampı ve Türk
Savaş Esirleri”, a.g.e., s. 456.
[333] Ulvi Keser, Kıbrıs 1914-1923 Fransız Ermeni Kampları
İngiliz Esir Kampları ve Atatürkçü Kıbrıs Türkü, s. 87-88; Metin Akar-Oğuz
Karakartal, a.g.e., s. 11; Ulvi Keser, “Kıbrıs’ta Çanakkale’nin Bilinmeyen
Kahramanları; Karakol (Caraolos) Esir Kampı ve Türk Savaş Esirleri”, a.g.e., s.
456; Mehmet Ertuğ, a.g.m., s. 14.
[334] Ulvi Keser, “Kıbrıs’ta Çanakkale’nin Bilinmeyen
Kahramanları; Karakol (Caraolos) Esir Kampı ve Türk Savaş Esirleri”, a.g.e., s.
465-466.
[335] Hüseyin Metin, a.g.e., s. 240.
[336] a.g.e., s. 240.
[337] a.g.e., s. 240; Ulvi Keser, a.g.e., s. 480.
[338] Nuri Çevikel, a.g.m., s. 100.
[339] a.g.e., s. 103-104.
[340] a.g.e., s. 104.
[341] Nuri Çevikel, a.g.e., s. 105.
[342] TNA, FO., 383/458; BOA, HR. SYS., 2201/51.
[343] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 313/1269.
[344] Cemal Kutay, a.g.e., s. 56.
[345] BOA, HR. SYS., 2196/13.
[346] Cemal Kutay, a.g.e., s. 18.
[347] a.g.e., s. 68, 152-153.
[348] Rahmi Apak, a.g.e., s. 178.
[349] Rahmi Apak, a.g.e., s. 183-184.
[350] Rapports: Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers
Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la
Guerre 1914-1917, s. 80.
[351] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/1.
[352] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 123/80.
[353] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers
Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la
Guerre 1914-1917, s. 83, 87.
[354] a.g.e., s. 56.
[355] TNA, FO., 383/101.
[356] BOA, HR. SYS., 2250/23.
[357] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers
Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la
Guerre 1914-1917, s. 46, 50-51.
[358] a.g.e., s. 66.
[359] a.g.e., s. 73.
[360] a.g.e., s. 62.
[361] BOA, HR. SYS., 2200/56.
[362] Evening Star, 12 April 1915, s. 19.
[363] El Paso Herald, 24 April 1915, Home Edition, Editorialand
Magazine Section, s. 2.
[364] İbrahim Arıkan, a.g.e., s. 248-249.
[365] Doğumunun 100. Yılında Atatürk’ün Silah Arkadaşları:
Yaşayan Çanakkaleli Muharipler, s. 125-138.
[366] İbrahim Arıkan, a.g.e., s. 259.
[367] Ahmet Altınay, a.g.e., s. 75-123.
[368] Genç Hıristiyan Erkekler Birliği İttifakı Genel
Sekreterliği İngiltere kökenli mezhepsiz, ruhban sınıfına bağlı olmayan küresel
bir Hristiyan hareketidir. Bkz. https://en.wikipedia.org/wiki/YMCA.
[369] TNA, FO., 383/461.
[370] The Camden Chronicle, 24 September 1915, s. 4.
[371] Rapports: Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de
Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie
: Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 18.
[372] a.g.e., s. 51.
[373] Hüseyin Fehmi Genişol, a.g.e., s. 98-99, 109, 136.
[374] Rapports: Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de
Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie
: Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 73.
[375] British Prison-Camps in India and Burma, s. 17.
[376] TNA, FO., 383/339.
[377] Mustafa Tütüncü, a.g.e., s. 62-63.
[378] Rapports : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de
Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie
: Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 80.
[379]Ahmed Sami, a.g.e., s. 3, 2-3; Ulvi Keser, Kıbrıs 1914-1923
Fransız Ermeni Kampları İngiliz Esir Kampları ve Atatürkçü Kıbrıs Türkü, s. 82.
[380] Hüseyin Metin, a.g.e., s. 239-240; Ulvi Keser, a.g.e., s.
87.
[381] Ulvi Keser, “Kıbrıs’ta Çanakkale’nin Bilinmeyen
Kahramanları; Karakol (Caraolos) Esir Kampı ve Türk Savaş Esirleri”, a.g.e., s.
453.
[382] Ahmed Sami, a.g.e., s. 2-3; Ulvi Keser, Kıbrıs 1914-1923
Fransız Ermeni Kampları İngiliz Esir Kampları ve Atatürkçü Kıbrıs Türkü, s.
81-82; Ali Nesim, a.g.m., s. 28; Halil Sadrazam, a.g.e., s. 204; Hüseyin Metin,
a.g.e., s. 240-241; Aydın AYHAN, a.g.e., s. 82-83.
[383] Doğumunun 100. Yılında Atatürk’ün Silah Arkadaşları:
Yaşayan Çanakkaleli Muharipler, s. 39-41.
[384] Mehmet Nuri, a.g.m., s. 72.
[385] “Diary of Lt Victor Edward Borgonon (1882-1966)”,
http://www.borgognon.net/VEBdiary.html, 08
Ağustos 2018.
[386] Rapport: Sur Leurs Visites aux Prisonniers de Guerre en
Grece a Salonique en Macedoine et en Serbie : Documents publies A L'occasion de
la Guerre 1914-1919, s. 39-40.
[387] TNA, FO. 383/458; BOA, HR. SYS., 2201/51.
[388] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/139.
[389] BOA, HR. HMŞ. İŞO., 43/22; HR. HMŞ. İŞO., 43/11-12; DH.
EUM., 17/46; HR. SYS., 2189/3.
[390] BOA, HR. SYS., 2214/1.
[391] BOA, HR. SYS., 2189/3; HR. SYS., 2198/3.
[392] BOA, HR. SYS., 2189/3; HR. SYS., 2198/3.
[393] BOA, HR. SYS., 2214/1; DH. EUM. 5. ŞB., Dosya No 17,
Gömlek no 46.
[394] BOA, HR. HMŞ. İŞO., 43/22; HR. HMŞ.İŞO., 43/11; HR. HMŞ.İŞO.,
43/12; DH. EUM., 17/46; HR. SYS., 2189/3.
[395] TNA, FO., 383/101.
[396] BOA, HR. SYS., 2189/3; HR. SYS., 2198/3.
[397] TNA, FO., 383/101.
[398] BOA, HR., SYS. 2189/3; HR. SYS., 2198/3.
[399] TNA, FO., 383/223.
[400] TNA, FO., 383/101.
[401] BOA, HR. SYS., 2189/3; HR. SYS., 2198/3; TNA, FO.,
383/223.
[402] BOA, HR. SYS., 2189/3; HR. SYS., 2198/3.
[403] TNA, FO., 383/101.
[404] TNA, FO., 383/101.
[405] TNA, FO., 383/101.
[406] TNA, FO., 383/223.
[407] TNA, FO., 383/223.
[408] TNA, FO., 383/101; FO., 383/339.
[409] TNA, FO., 383/223.
[410] TNA, FO., 383/101.
[411] TNA, FO., 383/101.
[412] TNA, FO., 383/223.
[413] TNA, FO., 383/223.
[414] Ahmet Altınay, a.g.e., s. 6-8, 117-122.
[415] Rahmi Apak, a.g.e., s. 175-177.
[416] Cemal Kutay, Birinci Dünya Harbinde Teşkilat-ı Mahsusa ve
Hayber’de Türk Cengi, s. 160163.
[417] Cemal Paşa: Bahriye Nazırı ve 4. Ordu Kumandanı, Haz.
Alpay Kabacalı, İstanbul, Türkiye İşbankası Yayınları, 2012, s. 188.
[418] BOA, HR. SYS. 2197/55.
[419] Barrier Miner (Broken Hill, NSW: 1888- 1954), 6 February
1915, s. 4.
[420] Barrier Miner (Broken Hill, NSW: 1888- 1954), 4 April
1915, s. 2.
[421] Northern Territory Times and Gazette (Darwin, NT: 1873-
1927), April 1916, s. 14.
[422] Advertiser (Adelaide SA: 1889- 1931), 5 February 1915, s.
7.
[423] Kalgoorlie Miner (WA: 1895- 1950), 29 August 1916, s. 5.
[424] Cumberland Argus and Fruitgrowers Advocate (Parramatta,
NSW: 1888- 1950), 11
December
1915, s. 3.
[425] Brisbane Courier (Qld.: 1864- 1933), 3 October 1916, s. 9.
[426] Kalgoorlie Western Argus (WA: 1896- 1916), 15 June 1915,
s. 8.
[427] Sun (Sydney, NSW: 1910- 1954), 9 September 1915, s. 1.
[428] Queenslander (Brisbane, Qld.: 1866- 1939), 11 September
1915, s. 41.
[429] Register (Adelaide SA: 1901- 1929), 22 March 1915, s. 8.
[430] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 123/69, AA.
[431] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 123/78.
[432] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 123/105.
[433] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 123/105.
[434] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/87.
[435] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13.
[436] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 313/1269.
[437] Emin Çöl, a.g.e., s. 113-114.
[438] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/146.
[439] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/1.
[440] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 90/40.
[441] Genelkurmay ATASE Arşivi, Birinci Dünya Savaşı
Koleksiyonu, 4609/13.
[442] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/76.
[443] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/146.
[444] Hüseyin Mümtaz, a.g.m., s. 28-32; Rahmi Apak, a.g.e., s.
163; Ömer Hakan Özalp, a.g.e., s. 226238.
[445] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/129.
[446] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/155.
[447] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/141.
[448] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/62, 62A, 62AB
[449] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK. 96/138.
[450] Bu kampta esirlerin kör edildiğine yönelik iddialar ilgili
bölümde verilecektir.
[451] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers
Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la
Guerre 1914-1917, s. 79.
[452] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 313/1269.
[453] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 90/40.
[454] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 313/1269.
[455] BOA, HR. SYS., 2202/61.
[456] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 313/1269.
[457] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/85.
[458] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/76.
[459] Ahmet Altınay, a.g.e., s. 76-77.
[460] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/146.
[461] TNA, FO., 383/223.
[462] BOA, HR. SYS., 2201/10.
[463] Rapports: Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers
Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la
Guerre 1914-1917, s. 79.
[464] BOA, HR. SYS., 2207/35.
[465] Ali Galib Yoluç, Edirne’nin Sultaniye kazası Pireli
köyünde doğmuştur. Annesinin ölümünün ardından İstanbul’a giderek medrese
eğitimi aldı. İstanbul’da muallimlik yaparken Birinci Dünya Savaşı’nın
başlamasıyla yedek subay olarak askere alınmıştır. Birinci Dünya Savaşı’nın
başlamasıyla önce Çanakkale’de ardından Filistin Cephesi’nde çarpışan Ali Galib
Yoluç, Üçüncü Gazze Muharebesi’nde yaralanmış Kudüs’te Sukut Hastanesinde
yatarken İngilizlere esir düşmüştür. Üst teğmen rütbesinde iken esir olarak
Mısır’da Seydi Beşir Esir Kampı’na yerleştirilmiştir. 33 ay 27 gün esaretten
sonra 6 Eylül 1920’de İngiliz tarafından terhis edilmiş ve 3 Ekim 1920’de
İstanbul’a vasıl olmuştur. Yozgat’ta muallimlik yaparken 1 Mayıs 1921’de tekrar
askere çağrılmıştır. Bkz. Ali Galip Yoluç, Ali Galip Yoluç’un Hatıraları:
Çanakkale, Filistin, Kurtuluş Savaşı, Haz. Bünyamin Nami Tonka, Çanakkale,
Çanakkale Basın Yayın, 2013, s. 7, 21-25.
[466] Ali Galip Yoluç, Ali Galip Yoluç’un Hatıraları: Çanakkale,
Filistin, Kurtuluş Savaşı, Haz. Bünyamin Nami Tonka, Çanakkale, Çanakkale Basın
Yayın, 2013, s. 21.
[467] Savaşın başlamasıyla Konya, Adana, Halep, Şam, Kudüs,
Hayfa, Yafa oradan da Tel El-Şehir’e gitmiş ve cephede yaralanmıştır. Kendi
taburundan hiç kimsenin kalmadığını, tamamının yok olduğunu ve İngiliz
Birliğinin çok güçlü olduğunu söylemektedir. İngilizlerin yanında ayrıca çok
güçlü, bakımı ve yiyeceği yeterli ve savaşmayı çok iyi bilen Hint askerleri
vardır. Bkz. Doğumunun 100. Yılında Atatürk’ün Silah Arkadaşları: Yaşayan
Çanakkaleli Muharipler, s. 121-123.
[468] a.g.e., s. 121-123.
[469] a.g.e., s. 53.
[470] a.g.e., s. 65.
[471] a.g.e., s. 95-97.
[472] a.g.e., s. 66-68.
[473] Lokman Erdemir, “Cephe Cephe Osmanlı Esirleri”, Derin
Tarih, Özel Sayı 1, Ekim 2014, s. 140.
[474] İhtiyat Zabiti Mehmet, a.g.e., s. 259-260.
[475] “Esaret Hayatından Birkaç Sahife”, İkdam Gazetesi, 16
Temmuz 1337 (1921), No 8742, s. 3.
[476] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 313/1269.
[477] Eyüb Sabri Akgöl, a.g.e., s. 79-81
[478] İbrahim Arıkan, a.g.e., s. 255-256.
[479] Cemal Kutay, a.g.e., s. 156.
[480] İhtiyat Zabiti Mehmet, a.g.e., s. 244-245.
[481] BOA, HR. SYS., 2218/3.
[482] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers
Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la
Guerre 1914-1917, s. 79.
[483] BOA, HR. SYS., 2201/10.
[484]BOA, HR. SYS., 2189/3; HR. SYS., 2198/3.
[485] TNA, FO., 383/505.
[486] Chronicle (Adelaide SA: 1895- 1954), 11 September 1915, s.
33.
[487] The Times, 30 April 1915
[488] İbrahim Arıkan, a.g.e., s. 246.
[489] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/140.
[490] TNA, FO., 383/338.
[491] TNA, FO., 383/333.
[492] Faik Hurşit Günday, Hayatım ve Hatıralarım, İstanbul,
Çelikcilt Matbaası, 1960, s. 128-129.
[493] BOA, DH. EUM. 2. ŞB., 69/24; Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK.,
313/1269.
[494] BOA, HR. SYS., 2238/4.
[495] BOA, HR. SYS., 2238/4.
[496] BOA, HR. SYS., 2238/4: HR. SYS., 2189/4: HR. SYS., 2189/5.
[497] BOA, HR. SYS., 2189/5.
[498] BOA, HR. SYS., 2189/5.
[499] TNA, FO., 383/452.
[500] BOA, HR. SYS., 2203/17.
[501] BOA, HR. SYS., 2205/19.
[502] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 313/1269; BOA, HR. SYS.,
2238/4; HR. SYS., 2189/4.
[503] TNA, FO., 383/223.
[504] TNA, FO., 383/223.
[505] BOA, HR. SYS., 2189/5; TNA, FO., 383/223.
[506] BOA, HR. SYS., 2189/5.
[507] BOA, HR. SYS., 2189/5.
[508] Nurettin Peker, a.g.e., s. 218.
[509] Nurettin Peker, a.g.e., s. 218-219.
[510] a.g.e., s. 218-219.
[511] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13’den aktaran
Cemalettin Taşkıran, a.g.e., s. 134.
[512] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13’den aktaran
Cemalettin Taşkıran, a.g.e., s. 114116.
[513] Hüseyin Fehmi Genişol, a.g.e., s. 94-95, 104.
[514] BOA, HR. SYS., 2197/24.
[515] BOA, HR. SYS., 2201/24; TNA, FO., 383/239.
[516] TNA, FO., 383/235.
[517] TNA, FO., 383/235.
[518] TNA, FO., 383/239.
[519] TNA, FO., 383/235.
[520] BOA, HR. SYS., 2203/58.
[521] BOA, HR. SYS., 2202/56.
[522] TNA, FO., 383/223
[523] TNA, FO., 383/88.
[524] TNA, FO., 383/339.
[525] TNA, FO., 383/339.
[526] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 100/34.
[527] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 100/34.
[528] F. Thormeyer, Emmanuel Schoch, F. Blanchod, Rapports : Sur
Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes
Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie: Documents Publies A
L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, G1 A 1901.14, Comite
International de la Croix-Rouge, Geneve, 1917, s. 49-50.
[529] The Bismarck Tribune., August 22, 1918, s. 3.
[530] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/80.
[531] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 90/33.
[532] Ulvi Keser, a.g.e., s. 99. The Cyprus Gazette, 4 Haziran
1915, Sayı 1171, Karar No 13060.
[533] The Cyprus Gazette, 2
Aralık 1916; Ulvi Keser, “Kıbrıs’ta Çanakkale’nin Bilinmeyen
Kahramanları;
Karakol (Caraolos) Esir Kampı ve Türk Savaş Esirleri”, a.g.e., s. 459.
[534] The Cyprus Gazette, 16 Ekim 1916; Ulvi Keser, a.g.e., s.
459.
[535] The Cyprus Gazette, 2 Aralık 1916, Karar No 588, Lefkoşa
s. 389.
[536] Ulvi Keser, a.g.e., s. 465.
[537] a.g.e., s. 465-466; Nuri Çevikel, a.g.m., s. 95.
[538] Aydın Ayhan, a.g.e., s. 82-83.
[539] Halil Aytekin, a.g.e., s. 76.
[540] The Cyprus Gazette,19 April 1917, No 1277 (Karar No: 178);
Nuri Çevikel, a.g.m., s. 96.
[541] Halil Aytekin, a.g.e., s. 77.
[542] Ahmed Sami, a.g.e., s. 2-3; Halil Aytekin, a.g.e., s. 81
[543] Ahmed Sami, a.g.e., s. 2-3; Halil Aytekin, a.g.e., s. 74;
Ulvi Keser, a.g.e., s. 469-470; Kıbrıs Postası, 7 Kasım 1986.
[544] Ahmed Sami, a.g.e., s. 2-3; Ulvi Keser, Kıbrıs 1914-1923
Fransız Ermeni Kampları İngiliz Esir Kampları ve Atatürkçü Kıbrıs Türkü, s. 89;
Ulvi Keser, “Kıbrıs’ta Çanakkale’nin Bilinmeyen Kahramanları; Karakol
(Caraolos) Esir Kampı ve Türk Savaş Esirleri”, a.g.e., s. 462-464.
[545] Kıbrıs Postası, 7 Kasım 1986; Ulvi Keser, a.g.e., s.
466-467.
[546] Ahmed Sami, a.g.e., s. 3; Halil Sadrazam, a.g.e., s. 204;
Hüseyin Metin, a.g.e., s. 240-241; Ali Nesim, “Bir Kalebend”, Yeni Kıbrıs,
Lefkoşa, Nisan 1989, s. 28-29; Ulvi Keser, Kıbrıs 1914-1923 Fransız Ermeni
Kampları İngiliz Esir Kampları ve Atatürkçü Kıbrıs Türkü, s. 90-91; Mehmet
Ertuğ, a.g.m., s. 14
[547] BOA, HR. SYS., 2204/41.
[548] “Diary of Lt Victor Edward Borgonon (1882-1966)”,
http://www.borgognon.net/VEBdiary.html, 8 Ağustos
2018.
[549] TNA, FO., 383/226.
[550] BOA, HR. SYS., 2196/6; HR. SYS., 2195/43; HR. SYS.,
2207/56.
[551] BOA, HR. SYS., 2204/2.
[552] BOA, HR. SYS., 2205/64.
[553] BOA, HR. SYS., 2234/5; HR. SYS., 2207/56; HR. SYS.,
2208/62.
[554] BOA, HR. SYS., 2194/5; HR. SYS., 2194/17.
[555] BOA, HR. SYS., 2199/5.
[556] Rahmi Apak, a.g.e., s. 182.
[557] Rahmi Apak, a.g.e., s. 183.
[558] BOA, HR. SYS., 2250/64.
[559] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers
Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la
Guerre 1914-1917, s. 87.
[560] Queenslander (Brisbane, Qld.: 1866- 1939), 19 June 1915,
s. 8.
[561] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers
Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la
Guerre 1914-1917, s. 46.
[562] a.g.e., s. 56.
[563] TNA, FO., 383/223.
[564] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers
Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la
Guerre 1914-1917, s. 83.
[565] Hüseyin Fehmi Genişol, a.g.e., s. 152-153.
[566] İbrahim Arıkan, a.g.e., s. 260.
[567] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13.
[568] TNA, FO., 383/452.
[569] Rapports : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de
Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie
: Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 17-18.
[570] TNA, FO., 383/458.
[571] Rupi’nin on altıda birine eşit Hindistan’daki en küçük
para birimi. Bkz. https://en.wikipedia.org/wiki/Indian_anna
[572] TNA, FO., 383/458.
[573] TNA, FO., 383/344.
[574] Rapports : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de
Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie
: Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 50.
[575] TNA, FO., 383/461.
[576] Hüseyin Fehmi Genişol, a.g.e., s. 122.
[577] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13’den aktaran
Cemalettin Taşkıran, a.g.e., s. 110111.
[578] Hüseyin Fehmi Genişol, a.g.e., s. 89-90.
[579] a.g.e., s. 100.
[580] a.g.e., s. 93.
[581] Hüseyin Fehmi Genişol, a.g.e., s. 94.
[582] a.g.e., s. 119-121.
[583] a.g.e., s. 87.
[584] Hüseyin Fehmi Genişol, a.g.e., s. 114-115, 123, 125.
[585] Hüseyin Fehmi Genişol, a.g.e., s. 95-96, 108.
[586] Hüseyin Fehmi Genişol, a.g.e., s. 126-133.
[587] Hüseyin Fehmi Genişol, a.g.e., s. 134.
[588] Tahsin İybar, a.g.e., s. 112-113.
[589] TNA, FO., 383/345.
[590] TNA, FO., 383/345.
[591] TNA, FO., 383/345.
[592] TNA, FO., 383/458.
[593] TNA, FO., 383/239.
[594] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 100/34.
[595] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 100/34.
[596] TNA, FO., 383/239.
[597] TNA, FO., 383/239.
[598] TNA, FO., 383/239.
[599] TNA, FO., 383/239.
[600] TNA, FO., 383/239.
[601] TNA, FO., 383/239.
[602] TNA, FO., 383/239.
[603] TNA, FO., 383/239.
[604] TNA, FO., 383/239.
[605] TNA, FO., 383/239.
[606] Mustafa Tütüncü, a.g.e., s. 67-68.
[607] Rapports : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de
Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie
: Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 80.
[608] TNA, FO., 383/453.
[609] TNA, FO., 383/453.
[610] TNA, FO., 383/453.
[611] TNA, FO., 383/453.
[612] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 2680/210; Ulvi Keser, a.g.e.,
s. 81; Mehmet Ertuğ, a.g.m., s. 14.
[613] Ahmed Sami, a.g.e., s. 2-3; Ulvi Keser, “Kıbrıs’ta
Çanakkale’nin Bilinmeyen Kahramanları; Karakol (Caraolos) Esir Kampı ve Türk
Savaş Esirleri”, a.g.e., s. 455-456.
[614] Halil Aytekin, a.g.e., s. 73.
[615] Ulvi Keser, a.g.e., s. 465-466; Nuri Çevikel, a.g.m., s.
95.
[616] “İngiliz Selanik Kuvvetleri Savaş Günlüğü, Cilt 1, Savaş
Esirleri Kampı”, TNA, WO., 95/4945.
[617] Doğumunun 100. Yılında Atatürk’ün Silah Arkadaşları:
Yaşayan Çanakkaleli Muharipler, s. 39-41.
[618] “İngiliz Selanik Kuvvetleri Savaş Günlüğü, Cilt 1, Savaş
Esirleri Kampı”, TNA, WO., 95/4945.
[619] “İngiliz Selanik Kuvvetleri Savaş Günlüğü, Cilt 1, Savaş
Esirleri Kampı”, TNA, WO., 95/4945.
[620] Mehmet Nuri, a.g.m., s. 68-72.
[621] Rapport : Sur Leurs Visites aux Prisonniers de Guerre en
Grece a Salonique en Macedoine et en Serbie : Documents publies A L'occasion de
la Guerre 1914-1919, s. 38-39.
[622] a.g.e., s. 43-44.
[623] a.g.e., s. 41.
[624] a.g.e., s. 58.
[625] “Diary of Lt Victor Edward Borgonon (1882-1966)”, http://www.borgognon.net/VEBdiary.html, 08 Ağustos 2018.
[626] “Diary of Lt Victor Edward Borgonon (1882-1966)”,
http://www.borgognon.net/VEBdiary.html, 08
Ağustos 2018.
[627] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers
Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la
Guerre 1914-1917, s. 66.
[628] “Kadri Bey’in Raporu”, Comite International De La
Croix-Rouge, C 9 D 3, Geneve.
[629] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 100/25.
[630] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 90/44.
[631] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13.
[632] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 90/44.
[633] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 115/14.
[634] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 123/80.
[635] “Süveyş Geçici Kampı”, Comite International De La
Croix-Rouge, C 9 D 28, Geneve.
[636] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 313/1269.
[637] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/1.
[638] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/76.
[639] BOA, HR. SYS., 2189/3; HR. SYS., 2198/3; TNA, FO.,
383/101; FO., 383/223.
[640] İngiltere ve Mısır’daki esirlerin fena halleri konusunda
Kızılay Cemiyeti 4 Ağustos 1918 tarihinde yazılar yazılmıştır. Yazıda bir kısım
esirlere yardım için gönderilen paralardan bahsetmektedir. Londra’daki İsveç
Büyükelçiliği sayesinde İngiltere’de yardıma muhtaç bir şekilde bekleyen sivil
esirler ile Mısır’daki Osmanlı kadınlarına verilmek üzere 29 Mayıs’ta İsveç
Büyükelçiliğine 500 lira gönderilmiştir. Yine bu miktarda bir meblağ
gönderilmek üzere para hazır edilmiştir. Harbiye Nezaretinden gelen
tezkirelerde Mısır Kahire esir karargâhına nakledilen Hicaz Fırkası
subaylarıyla vilayet memurları ailelerinin çocuklarıyla beraber perişan halde
oldukları ve kendilerine bakılmadığı haberi alınmıştır. Bu konuda İngiltere
Hükümeti değişik zamanlarda şartların düzelmesi için teşebbüslerde bulunmuş
fakat hiçbir sonuç alınamamıştır: BOA, HR. SYS., 2158/4.
[641] BOA, HR. SYS., 2209/46.
[642] BOA, HR. SYS., 2209/72.
[643] BOA, HR. SYS., 2210/30.
[644] BOA, DH. İUM., 19/1.
[645] BOA, HR. İM., 159/78; HR. İM., 159/6; HR. İM., 155/3; HR.
İM., 155/15.
[646] BOA, HR. SYS., 2209/68.
[647] BOA, HR. SYS., 2209/72.
[648] BOA, HR. SYS., 2212/3; HR. SYS., 2212/48.
[649] BOA, HR. İM., 93/38.
[650] BOA, HR. SYS., 2209/55.
[651] Doğumunun 100. Yılında Atatürk’ün Silah Arkadaşları:
Yaşayan Çanakkaleli Muharipler, s. 49.
[652] İhtiyat Zabiti Mehmet, a.g.e., s. 228-230.
[653] Hüseyin Fehmi Genişol, a.g.e., s. 154.
[654] İbrahim Arıkan, a.g.e., s. 243.
[655] BOA, HR. SYS., 2209/38; HR. SYS., 2210/39.
[656] “Süveyş Geçici Kampı”, Comite International De La
Croix-Rouge, C 9 D 28, Geneve.
[657] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 1758/43.
[658] Hidayet Özkök, a.g.e., s. 61.
[659] Hüseyin Fehmi Genişol, a.g.e., s. 154-155.
[660] BOA, HR. HMŞ. İŞO., 43/11; TNA, FO., 383/458.
[661] BOA, HR. HMŞ. İŞO., 43/11. TNA, FO., 383/458.
[662] BOA, HR. SYS., 2201/51; HR. SYS., 2206/20.
[663] BOA, HR. SYS., 2201/51; HR. SYS., 2202/20.
[664] BOA, HR. SYS., 2203/69.
[665] BOA, HR. SYS., 2202/20; HR. SYS., 2203/2.
[666] BOA, HR. SYS., 2203/69.
[667] BOA, HR. SYS., 2206/20; HR. SYS., 2203/69.
[668] Rahmi Apak, a.g.e., s. 16-165.
[669] Rahmi Apak, a.g.e., s. 166.
[670] a.g.e., s. 167-168.
[671] “Beykozlu Kel Ali'nin, İngilizlerin Elinde Kahire'deki
Esir Hayatını Anlatan Müsveddeler”, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi
Enstitüsü Arşivi, 91/29.
[672] TNA, FO., 383/535.
[673] TNA, FO., 383/535.
[674] TNA, FO., 383/535.
[675] Hüseyin Fehmi Genişol, a.g.e., s. 106, 110, 122.
[676] TNA, FO., 383/535.
[677] Hüseyin Fehmi Genişol, a.g.e., s. 106, 110, 122.
[678] TNA, FO., 383/535.
[679] TNA, FO., 383/535.
[680] TNA, FO., 383/535.
[681] TNA, FO., 383/535.
[682] TNA, FO., 383/535.
[683] TNA, FO., 383/535.
[684] TNA, FO., 383/535.
[685] TNA, FO., 383/535.
[686] TNA, FO., 383/535.
[687] Şevket Süreyya Aydemir, a.g.e., s. 425-426.
[688] Doğruyol Gazetesi, 19 Ocak 1920; Doğumunun 100. Yılında
Atatürk’ün Silah Arkadaşları: Yaşayan Çanakkaleli Muharipler, s. 141-142; Ulvi
Keser, Kıbrıs 1914-1923 Fransız Ermeni Kampları İngiliz Esir Kampları ve
Atatürkçü Kıbrıs Türkü, s. 193.
[689] Ahmed Sami, a.g.e., s. 3; Halil Aytekin, a.g.e., s. 63,
74; Ulvi Keser, a.g.e., s. 88-89.
[690] Ali Nesim, “Kıbrıs Türklerinde Atatürk ve İlke ve
İnkılâpları”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Sayı 14, Cilt 5, Mart 1989, s.
26.
[691] Ulvi Keser, “Kıbrıs’ta Çanakkale’nin Bilinmeyen
Kahramanları; Karakol (Caraolos) Esir Kampı ve Türk Savaş Esirleri”, a.g.e., s.
461.
[692] a.g.e., s. 462.
[693] a.g.e., s. 464-465; Hüseyin Metin, a.g.e., s. 240.
[694] Ulvi Keser, Kıbrıs 1914-1923 Fransız Ermeni Kampları
İngiliz Esir Kampları ve Atatürkçü Kıbrıs Türkü, s. 83; The Cyprus Gazette, 2
Aralık 1916, Sayı 1257, Karar No 588.
[695] Ulvi Keser, a.g.e., s. 89-90.
[696] a.g.e., s. 89.
[697] Kıbrıs Postası, 6 Kasım 1986’den aktaran Ulvi Keser,
“Kıbrıs’ta Çanakkale’nin Bilinmeyen
[699] Osmanlı Devleti’nin İngiltere’nin karşısında savaşına
girmesi Kıbrıs Türkleri için zor bir dönemin başlangıcı olmuştur. İngiltere
Hükümeti 5 Kasım 1914’de Kıbrıs’ı ilhak etmesi sonrası aldığı bir karara göre
Kıbrıs’ta doğan Osmanlı vatandaşları, İngiliz vatandaşı olmayı kabul edilecek,
vatandaşlığı reddedenler ve adada doğmayanlar bir yıl içinde adayı terk
edeceklerdir. Bu karar Kıbrıs Rumları için Enosis’e giden bir adım olarak
değerlendirilmiştir. Osmanlı Hükümeti ise bu kararı tanımadığını bildirmiştir.
Kıbrıs Türkleri arasında İngiliz aleyhtarlığı baş göstermiş ve Kıbrıs
Türklerinde milliyetçilik bilincinin başlamasına yol açmıştır. Paris Barış
Konferansı’nın Kıbrıs’ın Yunanistan’a katılması için bir fırsat olduğunu
düşünen Rum liderler ile Başpiskopos Kirillos Londra’ya ve Paris’e bir heyet
göndermek için hazırlıklar yapmıştır. Adanın her tarafında enosis kararı alan
halk toplantıları düzenlenmiştir. İngiltere Hükümetine sunulmak üzere
muhtıralar hazırlanmıştır. Yasama Meclisi Rum üyelerinden oluşan bir heyeti
Sömürgeler BakanıLordMilner’in Londra’da kabul edip görüşmesi, Kıbrıs Türk
toplumunu endişelendirmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasıyla adada
varlıklarını sürdürmek için başvurulacak tek makam İngiltere Hükümeti
kalmıştır. Ayrıca adada örgütlenmek ve bazı eylemlerde bulunmak yasaklanmıştır.
Sabahattin İsmail, 150 Soruda Kıbrıs Sorunu, İstanbul, Kastaş Yayınları, 1998,
Madde 18; George Hill, A History Of Cyprus, Volume I-V, Cambridge
UniversityPress, 1949, s. 329, 475; Ulvi Keser, a.g.e., s. 474-475; Ahmet
Gazioğlu. a.g.m., s. 1497-1498.
[700] “İngiliz Selanik Kuvvetleri Savaş Günlüğü, Cilt 1, Savaş
Esirleri Kampı”, TNA, WO., 95/4945.
[701] Mehmet Nuri, a.g.m., s. 71-72.
[702] Türkiye Büyük Millet Meclisi Gizli Celse Zabıtları, Devre
1I, Cilt 2, İçtima 2, 29 Eylül 1337 (1921), s. 242-245.
[703] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13.
[704] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13.
[705] Ahmet Altınay, a.g.e., s. 78-80, 90, 75-123.
[706] Hidayet Özkök, a.g.e., s. 60-61.
[707] Rahmi Apak, a.g.e., s. 169.
[708] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13.
[709] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/146.
[710] İbrahim Arıkan, a.g.e., s. 246, 250.
[711] a.g.e., s. 249- 252.
[712] İbrahim Arıkan, a.g.e., s. 252-253.
[713] Ahmet Altınay, a.g.e., s. 66.
[714] Rahmi Apak, a.g.e., s. 163-164.
[715] Rahmi Apak, a.g.e., s. 168.
[716] a.g.e., s. 168.
[717] a.g.e., s. 168-169.
[721] Rahmi Apak, a.g.e., 1988, s. 166.
[722] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 313/1269.
[723] BOA, HR. SYS., 2243/2.
[724] İbrahim Arıkan, a.g.e., s. 260-261.
[725] İsyancı Arap Ordusunda Bir Harbiyeli: Cafer El-Askarî,
Haz. Necdet Fethi Safvet, Çev. Halit Özkan, İstanbul, Klasik, 2008, s. 85-100.
[726] Nuri es-Said, Basra Hastanesindeyken İngilizlere esir
düşmüş ve Hindistan’a gönderilmiştir. Burada bir türlü iyileşemediğinden hem
tedavi amacıyla hem de Arap davasına hizmet için daha uygun bir ortamın
bulunduğu Mısır’da çalışmalarda bulunması için buraya gönderilmiştir: İsyancı
Arap Ordusunda Bir Harbiyeli: Cafer El-Askarî, s. 91.
[727] İsyancı Arap Ordusunda Bir Harbiyeli: Cafer El-Askarî, s.
85-100.
[728] Hüseyin Fehmi Genişol, a.g.e., s. 124-125.
[729] Rapports: Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de
Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie
: Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 50.
[730] a.g.e., s. 49-50.
[731] Muhittin Erev, a.g.m., s. 54.
[732] a.g.m., s. 56.
[733] Hüseyin Fehmi Genişol, a.g.e., s. 99.
[734] Mustafa Tütüncü, a.g.e., s. 65-66.
[735] Mustafa Tütüncü, a.g.e., s. 63, 65.
[736] Mustafa Tütüncü, a.g.e., s. 69-70.
[737] a.g.e., s. 70-71.
[738] TNA, FO., 383/535.
[739] TNA, FO., 383/535.
[740] TNA, FO., 383/461.
[741] TNA, FO., 383/535.
[742] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13’den aktaran
Cemalettin Taşkıran, a.g.e., s. 118119.
[743] Muhittin Erev, a.g.m., s. 56.
[744] Hüseyin Fehmi Genişol, a.g.e., s. 110-111.
[745] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13’den aktaran
Cemalettin Taşkıran, a.g.e., s. 119-
[747] Cemalettin Taşkıran, a.g.e., s. 125-129.
[748] a.g.e., s. 129-133.
[749] Cemalettin Taşkıran, a.g.e., s. 129-133.
[750] Cemalettin Taşkıran, a.g.e., s. 129-133.
[751] Cemalettin Taşkıran, a.g.e., s. 129-133.
[752] Cemalettin Taşkıran, a.g.e., s. 135-136.
[753] Hüseyin Metin, a.g.e., s. 240; Ulvi Keser, Kıbrıs
1914-1923 Fransız Ermeni Kampları İngiliz Esir Kampları ve Atatürkçü Kıbrıs
Türkü, s. 84, 87; Altay Sayıl, “1914-1918 Birinci Dünya Savaşı Sırasında
Mağusa’da Esir Türk Askerleri”, Kıbrıs Mektubu, Cilt 15, No 3, Kıbrıs, Mayıs-
Haziran 2002, s. 31.
[754] Ulvi Keser, Kıbrıs 1914-1923 Fransız Ermeni Kampları
İngiliz Esir Kampları ve Atatürkçü Kıbrıs Türkü, s. 85.
[755] a.g.e., s. 84.
[756] Ulvi Keser, a.g.e., s. 86.
[757] Ahmed Sami, a.g.e., s. 2-3.
[758] TNA, FO., 383/344.
[759] BOA, HR. SYS., 2191/4; DH. EUM. 5. ŞB., 42/3.
[760] BOA, HR. SYS., 2224/61.
[761] BOA, HR. SYS., 2205/55; HR. SYS.. 2191/1.
[762] BOA, DH. EUM. 5. ŞB., 42/3.
[763] BOA, DH. EUM. 5. ŞB, 42/3.
[764] BOA, DH. EUM. 5. ŞB, 42/3.
[765] BOA, DH. EUM. 5. ŞB, 42/3.
[766] Cemal Kutay, Siyasi Mahkûmlar Adası: Malta, s. 49-50, 220.
[767] Rahmi Apak, a.g.e., s. 185.
[768] Rahmi Apak, a.g.e., s. 184-185.
[769] Rahmi Apak, a.g.e., s. 185-188.
[770]a.g.e., s. 181-182.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar