Print Friendly and PDF

İNGİLİZLERİN KÖR ETTİĞİ 15.000 TÜRK ESİR İDDİALARI HAKKINDA


İNGİLİZLERİN KÖR ETTİĞİ 15.000 TÜRK ESİR İDDİALARI HAKKINDA  

Ön Söz

Hrant Dink in Sabiha Gökçen hakkında bir yazı ile oğlu olan  Eriş Ülger’in sehven [diyeyim] 15 000 esir hakkında konuyu sulandırdığını görünce araştırma yapmaya mecbur kaldım.  

İşin garibi o ve doğruluğunu savunanların dahi alakasız resimlerle konuyu ilmi çerçeveden çıkarıp halk dedikodusuna çevirmeleri çok üzüldüm…

Aytunç Altındal’ın araştırmacı olduğunu herkes bilir. Konu hakkında basitçe geçiştirmesi inanılmaz bir durum. Yavuz Bahadıroğlu bu konuya hassasiyetle eğilmemesi garip durum. Yahut birileri adlarını kullanarak mevzuyu başka bir mecraya çekmek istediklerini zannı oluşturuyor.

Konu hakkında bir-iki makale ve doktora tezini inceleyince ne oluyor dedim. Amerikalıların çektikleri filmlerdeki askerlerimizin mazlum ve perişan görüntüleri ve birde birkaç içimizi acıtacak fotoğraflar karşısında “Allah Allah, Yâ Rabbi! İngilizlerin balıkçı adası olma zamanı gelmedi mi, diye feryad u figân eyledim.”

Er Rahman’ım adildir. Adaletinin tecellisine mühlet verir ama, sonunda o Mehmetçiklerin hakkını zalimlerden alır…

Böyleyken böyle…

Ya Rabbi

Merak edenler ve milli şuur taşıyanlar için kolaylık olsun birşeyler toparladım…

İhramcızâde İsmail Hakkı

********

15 BİN MEHMETÇİĞİ KÖR ETTİLER

Güncel

08.10.2012 13:47 - Güncelleme: 08.10.2012 16:26

15 bin Mehmetçiğe yapılan bu vahşet unutulur mu? Ama maalesef unuttuk.

1918 yılında Mondros Ateşkes Antlaşması'yla biten Birinci Dünya Savaşı sonrasında Mısır'da 15 bin Mehmetçiğe yapılan o vahşet, sosyal paylaşım sitelerinin gündeminde geniş yer aldı.

Söz kosunu sitelerde paylaşım rekorları kıran bu detay, tarihin tozlu raflarındaki o gizli gerçeğe ışık tuttu.

Bilenlerin büyük acıyla hatırladığı, bilmeyenlerin ise büyük bir şokla bir türlü inanamadığı bu detay sosyal sitelerde, "Bu unutulur mu? Ama malesef unuttuk" başlığı ile dikkat çekti.

15 MEHMETÇİK KÖR EDİLDİ

Yazete.com'un haberine göre; 1. Dünya Savaşı sonrasında Mısır'da Seydibesir Kuveysna Osmanlı Useray-ı Harbiye Kampı'nda Mehmetçiğe yapılan bu vahşetin sır perdesi halen aydınlatabilmiş değil.

1918 yılından 1920 yılına kadar İngilizler tarafından yapılan büyük işkenceler sonrasında kampta 15 bin Mehmetçik 'krizollu maddenin döküldüğü havuzlarda' vahşice kör edildi.

ARAŞTIRMACI TARİHÇİLER BİLE BUNU TESPİT EDEMEDİ

Konu 1921 yılında TBMM'de görüşüldü ancak o yıllardan bu yana hiç gündeme gelmedi.

Konuyla ilgili bazı çalışmalar yürüten CHP Ankara Milletvekili Sinan Aygün, yaşanan bu acı dramla ilgili çeşitli araştırmalara imza attı ancak bu girişimler hedefine ulaşamadı.

Araştırmacı Yazar Aytunç Altındal, bir havuz dolusu asit koyabilmenin mümkün olmadığını belirterek, olayla ilgili bilgi ve belgeye sahip olmadığını söyledi.

Tarihçi Yazar Yavuz Bahadıroğlu da, yaşanan hadisenin çok iğrenç olduğunu, konunun belgesine ulaşılmadığını ve belgelerin Genelkurmay arşivlerinde bulunduğunu hatırlatarak, "Genelkurmay arşivlerin şu ana kadar açılmamasının nedeni farklı şeylerin ortaya çıkmaması içindir" yorumunu yaptı.

ARAŞTIRMACI YAZAR AYTUNÇ ALTINDAL:

"Bu konudaki belgeler ortada yok. Böyle bir olayın nasıl olduğu ve nasıl yaşandığını belgeleri göremediğim için bir yorumda bulunamıyorum. Bilmediğim konu hakkında yorum yapmam doğru olmaz. Böyle bir bilgiye ve belgeye sahip değilim. Bunu ben bilmediysem kimse bilmiyordur. Bu olayda beni düşündüren bir havuz dolusu asit koyabilmek mümkün değil. Bunlar teknik olarak mümkün olmayan şeyler..."

[Havuz ile bahsedilen resmi görseydi diyorum, Vatikanın girilmeyen yerine ulaşan Aytunç Bey bu konuya eğilseydi, korkunç gerçeği görürdü. Blog…]

https://www.youtube.com/watch?v=vNavOlm_kwM&t=157s

TARİHÇİ YAZAR YAVUZ BAHADIROĞLU:

"Bu olayın belgesini bulamadım. Çok araştırdım ama yine de bulamadım. Bu çok iğrenç bir hadise çünkü. Bunu yapmadıkları anlamına gelmez ama yaptılar anlamına da gelmez. Genelkurmay arşivleri halen açık değil. Bu arşivler açıldığında bazı gerçekler ortaya çıkacak. Arşivlerin şu ana kadar açılmamasının nedeni de farklı şeylerin ortaya çıkmaması içindir."

MISIR'DA OSMANLI ASKERLERİ TUTULUYORDU

Birinci Dünya Savaşı'nda İngilizlere, 150 bin askerimiz esir düştü. Bu askerlerden bir kısmı da Mısır'ın iskenderiye şehri yakınlarında bulunan Seydibeşir Usare Kampı'na hapsedildi.

Kampın tam adı, "Seydibesir Kuveysna Osmanli Useray-i Harbiye Kampı" idi. Bu kampta, 1918'de Filistin cephesinde esir düşen 16. Tümen'in 48. Alayı'na bağlı Osmanlı askerleri tutuluyordu.

TÜRK DÜŞMANI KESİLMİŞLERDİ

12 Haziran 1920'ye kadar iki yıl boyunca her türlü işkence, eziyet, ağır hakaret ve aşağılamaya maruz kaldılar. Bu insanlık dışı muamelenin nedeni ise Ermeniler idi...

Kamptaki, Türkçe bilen Ermeni tercümanların yalan, yanlış çevirileri ve kışkırtmaları nedeniyle, kampların İngiliz komutanları, azılı Türk düşmanı kesilmişlerdi.

SAVAŞ BİTMİŞTİ AMA...

Savaş bitmişti. Ancak, kamptaki ağır koşullar nedeniyle ölenler dışındaki askerleri teslim etmek, ingilizler'in işine gelmiyordu. Çünkü, olasi yeni bir savaşta, bu askerlerin yeniden karşılarına çıkabilecekleri, Ermeniler tarafından, İngilizlerin beyinlerine işlenmişti. Çözüm toplu katliamdı!

KRİZOL MADDESİ KATILDI

Askerlerimiz, mikrop kırma bahanesiyle, süngü zoruyla dezenfekte havuzlarına sokuldu. Ancak suya normalin çok üzerinde krizol maddesi katılmıştı.

Mehmetçik, daha ayağını soktuğunda, aşırı krizol maddesi nedeniyle haşlanıyorlardı. Ancak ingiliz askerleri dipçik darbeleri ile askerlerimizin havuzdan çıkmalarına izin vermiyorlardı.

15 BİN ASKER KÖR OLDU

Mehmetçikler, bele kadar gelen suya başlarını sokmak istemedi. Ancak bu kez İngilizler havaya ateş etmeye başladı. Askerlerimiz, ölmemek için çömelerek başlarını suya soktular.

Ancak başını sudan kaldıran artık göremiyordu. Çünkü gözler yanmıştı. Dışarı çıkanların halini gören sıradaki askerlerimizin direnişleri de fayda etmedi ve 15 bin askerimiz kör oldu.

VAHŞET 25 MAYIS 1921'DE GÖRÜŞÜLDÜ AMA...

Bu vahşet, 25 Mayıs 1921 tarihinde TBMM'de görüşüldü. Milletvekilleri Faik ve Şeref Beyler bir önerge vererek, Mısır'da esirlerin krizol banyosuna sokularak 15 bin vatan evladının gözlerinin kör edildiğini, bunun faili olan İngiliz tabip, garnizon komutanı ve askerlerinin cezalandırılması icin TBMM'nin teşebbüse geçmesini istediler.

Tabii ki yeni kurulan devletin bin türlü sorunu vardı. Bu hesap sorma işi de unutuldu gitti.

KRİZOL NEDİR?

Krizol metilfenol sınıfından organik bileşiklerdir. Çoğunlukla, doğal halde ya da aromatik bileşiklerin üretimiyle elde edilirler. Bazen fenol ya da fenolikler olarak adlandırılırlar. Sıcaklığa bağlı olarak krizol katı ya da sıvı halde bulunabilir.

Krizol (Cresol) ençok Lysol isimli markayla bugün tuvaletlerde dezenfekte edici olarak kullanılan keskin kokulu temizlik maddesinin kimyasal ismidir.

Güncel

Aytunç AltındalHarbiye 

İNGİLİZLERİN KÖR ETTİĞİ 15.000 TÜRK ESİR İDDİALARI DOĞRU MU

 SABRİ EROL  

(Bu resim esirler ile alakalı değil”Yarbay Hasan Bey ve Köpeği Canberk”

https://www.youtube.com/watch?v=vNavOlm_kwM&t=157s

Konu ilk olarak Karamanlı yedek subay Ahmet Altınay'ın günlüğünü su yüzüne çıkaran Ahmet Duru'nun, İmge yayınlarından çıkan "Katran Kazanında Sterilize" adlı kitabı ile gündeme gelmiş daha sonra farklı şekillerde internette ve çeşitli basın organlarında defaat kez ortaya atılmıştır.

https://www.yenisafak.com/foto-galeri/dunya/tarihi-fotograflar-pearl-harbor-saldirisi-ve-hirosima-nagazaki-atom-saldirisina-ait-yeni-fotograflar-2040352?page=8

[Yazıyı yazanın bu resimi koymanın manasını anlamakta zorlanıyorum. Blog]

Kitapta, "Birinci Dünya Savaşında İngilizlere, 150 bin askerimiz esir düştü. Bu askerlerden bir kısmı da Mısır'ın İskenderiye şehri yakınlarında bulunan Seydıbeşir Usare Kampı'na hapsedildi. Kampın tam adı,"Seydibeşir Kuveysna Osmanlı Useray-ı Harbiye Kampı" idi. Bu kampta, 1918'de Filistin cephesinde esir düşen 16. Tümen'in 48. Alayı'na bağlı Osmanlı askerleri tutuluyordu. 12 Haziran 1920'ye kadar iki yıl boyunca her türlü işkence, eziyet, ağır hakaret ve aşağılamaya maruz kaldılar. Bu insanlık dışı muamelenin nedeni ise Ermeniler idi...

Kamptaki, Türkçe bilen Ermeni tercümanların yalan, yanlış çevirileri ve kışkırtmaları nedeniyle, kampların İngiliz komutanları, azılı Türk düşmanı kesilmişlerdi.

***

Savaş bitmişti. Ancak, kamptaki ağır koşullar nedeniyle ölenler dışındaki askerleri teslim etmek, İngilizlerin işine gelmiyordu. Çünkü, olası yeni bir savaşta, bu askerlerin yeniden karşılarına çıkabilecekleri, Ermeniler tarafından, İngilizlerin beyinlerine işlenmişti. Çözüm toplu katliamdı...

Askerlerimiz, mikrop kırma bahanesiyle, süngü zoruyla dezenfekte havuzlarına sokuldu. Ancak suya normalin çok üzerinde krizol maddesi katılmıştı. Mehmetçik, daha ayağını soktuğunda, aşırı krizol maddesi nedeniyle haşlanıyorlardı. Ancak İngiliz askerleri dipçik darbeleri ile askerlerimizin havuzdan çıkmalarına izin vermiyorlardı. Mehmetçikler, bele kadar gelen suya başlarını sokmak istemedi. Ancak bu kez İngilizler havaya ateş etmeye basladı. Askerlerimiz, ölmemek için çömelerek başlarını suya soktular. Ancak başını sudan kaldıran artık göremiyordu. Çünkü gözler yanmıştı... Dışarı çıkanların halini gören sıradaki askerlerimizin direnişleri de fayda etmedi ve 15 bin askerimiz kör oldu.                            

***

Bu vahşet, 25 Mayıs 1921 tarihinde TBMM'de görüşüldü. Milletvekilleri Faik ve Şeref beyler bir önerge vererek, Mısır'da esirlerin krizol banyosuna sokularak 15 bin vatan evladının gözlerinin kör edildiğini, bunun faili olan İngiliz tabip, garnizon komutanı ve askerlerinin cezalandırılması için TBMM'nin teşebbüse geçmesini istediler. Tabii ki yeni kurulan devletin bin türlü sorunu vardı. Bu hesap sorma işi de unutuldu gitti." şeklinde aktarılıyor konuyu.

Kimi tarihçilere göre; 1917 yılı Kasım ayı başlarında Gazze-Birüssebi savaşında savunma hatları harita ve fotoğraflarının casuslar tarafından düşmana verilmesi sonucunda Osmanlı ordusu ağır bir yenilgi aldı ve 150 bin asker esir düştü. Bugünlerde İngilizlerin tarafından "kör edildiği iddia edilen" Mısır'da esir bulunan Türklerin sayısı, 1000'lerle başlamakta ve 15.000'lere kadar varmaktadır.  

Bu iddiaların dayandığı iki esaslı belge var. Bunlardan biri, 28 Haziran 1921 tarihli bir TBMM Hükümeti kararıdır.  Kararda TBMM başkanı olarak Mustafa Kemal Paşa’nın ve onbir bakanın imzaları yer almaktadır. Bu belge, TBMM Hükümetinin, Mısır'daki esir kamplarında 15.000 esiri kasten malûl bırakan İngiliz tabipleriyle, garnizon kumandan ve zabitleri hakkında siyasi takibatın başlatılması için harekete geçilmesinin kararlaştırdığına ilişkindir.

Diğer bir belge ise, Meclis'in 28 Mayıs 1921 cumartesi günü yapılan 37, oturumunda Edirne milletvekilleri Faik ve Şeref beylerin verdikleri yazılı önergedir. Bu önergenin baş kısmı Malta'da esir bulunan Türklerin iadesi çalışmalarıyla ilgiliyse de, son kısmında Mısır'daki kamplarda "kasten kör edilen" Türk esirlerinden bahsedilmektedir. 

Son bölüm şöyle: "... Mısır'da bilintizam, İngiliz'in tathirat-ı fenniye (ilaçla temizleme) bahanesiyle miktar-ı muayenininden (yeterli miktardan) fazla 'krîzol' banyosuna sokarak gözlerini kör ettikleri 15.000 vatan evlâdının üzerinde irtikab edilen (yapılan) bu cinayetin müteammit (önceden tasarlayan) failleri olan İngiliz tabipleriyle garnizon kumandan ve zabitlerinin tecrim (suçlu ilan) edilmesini de ilave eyleriz...Yukarıda sözü edilen hükümet kararı, bu önerge üzerine alınmış olmalıdır.

Mısır'daki Türk esirlerin kasten kör edildiklerinden emin olamıyoruz.Çünkü elimizde somut belgeler yok. Ancak, özellikle Mısır'daki esirlerden birçoğunun kamplardan kör olarak döndüklerine dair kanıtlar var. Meclis’in 28 Mayıs 1921 Cumartesi günü yaptığı 37. oturumunda Edirne Milletvekili Faik ve Şeref Beylerin verdikleri yazılı önergede şu ifadeler yer aldı:

“..Mısır’da bilintizam, İngiliz’in tathiratı fenniye (ilâçla temizleme) bahanesiyle, miktar-ı muayyeninden (yeterli miktardan fazla) ’krizol’banyosuna sokarak gözlerini kör ettikleri, 15.000 vatan evlâdının üzerinde irtikab edilen (yapılan) bu cinayetin müteammit (önceden tasarlayan) failleri olan İngiliz tabipleriyle garnizon kurmandan ve zabitlerinin tecrim (suçlu ilan) edilmesini de ilave eyleriz...”

Konu ile ilgili olarak en son 2009 yılında MHP Milletvekili Oktay Vural, dönemin Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül‘e, Seydibeşir Kampında yaşanan olaylarla ilgili yazılı soru sormuştur.

ATASE Belgeleriyle desteklenmiş  bir yazıyı aşağıdaki yerden okuyunca Savunma Bakanlığı verdiği kısacık cevabını nereye koyacaksınız.

https://ismailhakkialtuntas.blogspot.com/2022/05/ingilizlerin-korettikleri-15-bin-ve-150.html

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

23. Dönem 48. Cilt 112. Birleşim - Sayfa 411

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

23. Dönem 48. Cilt 112. Birleşim - Sayfa 412

MHP Milletvekili Vural, Seydibeşir Kampında yaşanan olayla ilgili şu soruları sormuştur:

“Söz konusu olayın failleri hakkında tarihte ne tür girişimlerin yapıldığı tespit edilmiştir? İngiltere bu olay hakkında nasıl bir tavır içinde olmuştur? Birinci Dünya Savaşında insanlık dışı muamelelere tabi tutulan, topluca katledilen askerlerimiz veya milletimizin maruz kaldığı bu tûr olayların tesbiti yapılmış mıdır? Bu tür İnsanlık dışı muamelenin ve katliamın yer aldığı kaç olay tespit edilmiştir? Bu konuda yazılı bir doküman bulunmakta mıdır ve yayınlanmış mıdır?”

Milli Savunma eski Bakanı Vecdi Gönül’ün cevabında ise, olaya sebep olanların İngilizler olduğu kabul edilmiş ancak Osmanlı askerlerinin kör edilmelerinin kasti yapılmadığı, yanlış ilaç verilmesi sonucu böyle bir olayın gerçekleştiği söylenmiştir:

“Birinci Dünya Savaşında İngilizlere esir düşen Türk askerlerinin kasten kör edildiklerine dair iddialara ilişkin olarak, ATASE Başkanlığı kütüphanesinde iki eser mevcuttur.

… Ayrıca ATASE Başkanlığı arşivinde, 7’nci Kolordu Komutanı Ali Nadir Bey tarafından Harbiye Nezaretine 4 Mayıs 1919 tarihinde gönderilen bir belgeye göre esir düşen ve İzmir’e gelen askerler arasında 303 askerin kör olarak döndükleri belirtilmiştir. Rapor, arşiv ve söz konusu eserlerde yapılan araştırmalar sonucunda, İngilizlerce kasti olarak bir kör etme olayının gerçekleştirilmediği, ancak özellikle İngilizlere esir düşen Türklerden binlercesinin kamplardan kör döndükleri, bu olaylardan bazılarının yanlış ilaç verilmesi sonucunda meydana geldiği belirtilmektedir.

Bilgilerinize sunarım.”

Milli Savunma eski Bakanı Gönül’ün cevapladığı yazılı soru önergesinde 1918 yılında yaşanan olayla ilgili 2 kaynak belirtilmiş ve önerge bu kaynaklara göre cevaplandırılmıştır.

Kaynaklar :

Not: Siyah yazılı kısım birçok sitede CHP Ankara Milletvekili Sinan Aygün'ün verdiği araştırma önerisi şeklinde geçmektedir.

******************

Not: Savunma Bakanlığında Delil olarak belirtilen Eyüb Sabri Paşa’ya ait olan “Bir Esirin Hatıraları Kitabından ve diğer kitaptan çıkardıkları sonuca bakınca bir konu böylemi mütalaa edilir ve Bakanın önüne koyup imza attırılır diyesi geliyor, insanın.[Blog]

******

Not: Bu alıntıları yazmamdaki sebep başkalarının da aynı kanaate vardıklarını göstermek içindir..

11 MADDEDE BİR OSMANLI ESİRİNİN HATIRALARI, EYÜP SABRİ BEY: "MISIR'DA NASIL KÖR EDİLDİK"

Arslan Ural Karabağlı 

1. Dünya Savaşı sonrasında Mısır'daki 'Seydibeşir Kuveysna Osmani Usareyn Harbiye Kampı”nda 15 bin askerimizin krizollu havuzda kör edildiği haberi medyada geniş yankı uyandırmıştı. Ve konuyla ilgili açıklamalar yapan birçok araştırmacı farklı görüşler bildirmişti. Çünkü olayın toplu bir biçimde yapıldığına dair kanıtlar mevcut değildi. 

Kimi tarihçilere göre; 1917 yılı Kasım ayı başlarında Gazze-Birüssebi savaşında savunma hatları harita ve fotoğraflarının casuslar tarafından düşmana verilmesi sonucunda Osmanlı ordusu ağır bir yenilgi aldı ve 150 bin asker esir düştü. Bugünlerde İngilizlerin tarafından 'kör edildiği iddia edilen' Mısır'da esir bulunan Türklerin sayısı, 1000'lerle başlamakta ve 15.000'lere kadar varmaktadır.  

Bu iddiaların dayandığı iki esaslı belge var. Bunlardan biri, 28 Haziran 1921 tarihli bir TBMM Hükümeti kararıdır.  Kararda TBMM başkanı olarak Mustafa Kemal Paşa’nın ve onbir bakanın imzaları yer almaktadır. Bu belge, TBMM Hükümetinin, Mısır'daki esir kamplarında 15.000 esiri kasten malûl bırakan İngiliz tabipleriyle, garnizon kumandan ve zabitleri hakkında siyasi takibatın başlatılması için harekete geçilmesinin kararlaştırdığına ilişkindir.

Diğer bir belge ise, Meclis'in 28 Mayıs 1921 cumartesi günü yapılan 37, oturumunda Edirne milletvekilleri Faik ve Şeref beylerin verdikleri yazılı önergedir. Bu önergenin baş kısmı Malta'da esir bulunan Türklerin iadesi çalışmalarıyla ilgiliyse de, son kısmında Mısır'daki kamplarda 'kasten kör edilen' Türk esirlerinden bahsedilmektedir. 

Son bölüm şöyle: '... Mısır'da bilintizam, İngiliz'in tathirat-ı fenniye (ilaçla temizleme) bahanesiyle miktar-ı muayenininden (yeterli miktardan) fazla 'krîzol' banyosuna sokarak gözlerini kör ettikleri 15.000 vatan evlâdının üzerinde irtikab edilen (yapılan) bu cinayetin müteammit (önceden tasarlayan) failleri olan İngiliz tabipleriyle garnizon kumandan ve zabitlerinin tecrim (suçlu ilan) edilmesini de ilave eyleriz...Yukarıda sözü edilen hükümet kararı, bu önerge üzerine alınmış olmalıdır.

Mısır'daki Türk esirlerin kasten kör edildiklerinden emin olamıyoruz. Çünkü elimizde somut belgeler yok. Ancak, özellikle Mısır'daki esirlerden birçoğunun kamplardan kör olarak döndüklerine dair kanıtlar var. Meclis’in 28 Mayıs 1921 Cumartesi günü yaptığı 37. oturumunda Edirne Milletvekili Faik ve Şeref Beylerin verdikleri yazılı önergede şu ifadeler yer aldı:

“..Mısır’da bilintizam, İngiliz’in tathiratı fenniye (ilâçla temizleme) bahanesiyle, miktar-ı muayyeninden (yeterli miktardan fazla) ’krizol’banyosuna sokarak gözlerini kör ettikleri, 15.000 vatan evlâdının üzerinde irtikab edilen (yapılan) bu cinayetin müteammit (önceden tasarlayan) failleri olan İngiliz tabipleriyle garnizon kurmandan ve zabitlerinin tecrim (suçlu ilan) edilmesini de ilave eyleriz...”

Not: Bu Galeri olaylara bizzat tanıklık eden Eyüp Sabri Bey'in, Mısır'da Heliopolis Esir Kampı'nda yaşadıklarını anlattığı 'Bir Esirin Hatıraları' adlı kitabından derlenmiştir.

1. DÜNYA SAVAŞINDA ESİR DÜŞEN TÜRK´LER

 Balkan savaşlarının yarasını sarmaya fırsat bulamayan Osmanlı İmparatorluğu, 1914 yılında başlayan 1. Dünya savaşının tam ortasında kaldı. Çanakkale, Irak, Sina-Filistin, Sarıkamış, cephelerine 3 milyondan fazla askerini gönderdi. Bunların çoğusu hayatını kaybederken 200 binden fazlası da esir düştü. (1)

 Birinci Dünya savaşında İngilizlere 150 bin askerimiz esir düştü. Bu askerlerin bir kısmı, Mısır'ın İskenderiye şehri yakınlarında bulunan Seydişehir Usare Kampına hapsedildi. Bu kampta, 1918 Filistin cephesinde esir düşen 16. Tümenin 48. Alayına bağlı Osmanlı askerleri tutuluyordu.

 12 haziran 1920'ye kadar her türlü işkence, eziyet, ağır hakaret ve aşağılamaya maruz kaldılar. Bu insanlık dışı muamelenin sebebi ise Ermeniler idi. Kampta Türkçe bilen Ermeni tercümanların yalan yanlış çeviri ve kışkırtmaları sebebiyle kampların İngiliz komutanları azılı Türk düşmanı kesilmişlerdi. Savaş bitmişti, ancak kamptaki ağır şartlar sebebiyle askerleri teslim etmek İngilizlerin işine gelmiyordu. Çünkü olabilecek yeni bir savaşta bu askerlerin yeniden karşılarına çıkabilecekleri, Ermeniler tarafından İngilizlerin beynine işlenmişti.

 Türk'ler mikrop kırma bahanesiyle süngü zoruyla dezenfekte havuzlarına sokuldu. Ancak suya normalin çok üzerinde krizol maddesi katılmıştı. Asker ayağını suya soktuğunda aşırı krizol maddesiyle haşlanıyordu. Ancak İngiliz askerleri dipçik darbeleri ile askerlerin havuzdan çıkmasına izin vermiyordu. Askerler bele kadar gelen suya başlarını sokmak istemedi. İngilizler havaya ateş açınca askerler ölmemek için çömelerek başlarını suya soktu. Ancak başını sudan çıkartan artık göremiyordu. Çünkü gözleri yanmıştı..Dışarı çıkanların halini gören sıradaki askerlerin direnişi de fayda etmedi ve 15 bin asker kör oldu.

 Sarıkamış'ta esir alınanlar 12 bin kilometre öteye Sibirya'ya götürüldü. Buradaki amaç esirleri savaş alanının dışına çıkartmak. Müslüman nüfusun az olduğu bölgeler özellikle tercih ediliyordu. 200 bin esirin 50 bini yollarda veya bu kamplarda hayatını kaybetti. İngilizler; Çanakkale, Irak ve Sina-Filistin cephelerinde 135 binden fazla Türk askerini Kıbrıs Mısır Hindistan ve Burma (Myanmar) gibi ülkelerde kurdukları esir kamplarına götürdüler.

 Sarıkamış başta olmak üzere Doğu cephesinde ve Avrupa'daki Galiçya Cephesinde 60  binden fazla Türk askeri Ruslara esir düştü. Bu esirler Azerbaycan'daki Nargin adasında, Avrupa Rusya'sındaki Vetluga ve Varnavin gibi kasabalarda ve Trans Sibirya hattı boyunca çeşitli şehirlerde kurdukları esir kamplarında tutuldular. Buradaki esirlere Müslüman Tatar-Türk'leri yardımlarda bulunmuşlardır. Fransızlar, büyük bölümünü Çanakkale kara muharebelerinde aldıkları 2 bin civarında esiri gemilerle Korsika Adasına ve Güney Fransa'da kurdukları kamplara götürdüler.

 Birinci dünya savaşı sırasında askerlerin yanı sıra siviller de esir alındı. İngilizler; savaş boyunca çok sayıda Alman, Avusturya, Macar ve Osmanlı vatandaşını toplama kamplarına gönderdi. İrlanda denizindeki Man adası, İngilizlerin kurduğu sivil toplama kamplarının merkezi oldu. 1915 sonunda esir sayısı 20 bine ulaştı. Savaş sonunda 30 bini buldu. Ada'daki kamplarda 100'den fazla Osmanlı vatandaşı  bulunuyordu.

 İngiltere yönetimindeki Kanada da 24 toplama kampı kuruldu. Esirler arasında 205 Osmanlı vatandaşı bulunuyordu. Bunların çoğu Brantford şehrinde tutuklanmıştı. Savaş boyunca kampta 32 sivil esir hayatını kaybetti.

 4. ve 5. Cumhurbaşkanları Cemal Gürsel ile Cevdet Sunay da İngiliz'lere  esir düşüp, Mısır'da  bir yıl kadar esir hayatı yaşadılar. Cemal Gürsel İngiltere'ye Cumhurbaşkanı olarak gittiğinde esir düştüğünü açıklamıştır. (2)

DİPNOTLAR:

 1-Cem Fakir

  2- Doç dr. Yücel Yanıkdağ

İNGİLİZLER TÜRK ASKERLERİNİN GÖZLERİNİ NASIL KÖR ETTİ?

Erdal Sarızeybek

Şerif Hüseyin’in İhaneti… İngilizler Türk Askerlerinin Gözlerini Nasıl Kör Etti?

Temmuz 1916’da yapılan Mısır bölgesi Kanal harekâtında kayıplarımız çoğu, İngilizlere esir düşen askerlerden oldu.

Birinci Dünya Savaşı sırasında, İngilizlerin yönetiminde bulunan Mısır’da çok sayıda esir kampı vardı. Ayrıca yaralı askerlerimizin de bulunduğu hastaneler vardı.

Esirler arasında siviller de vardı.

 Özellikle bu esirler, Mekke ve Medine’de Hac vazifesini yaparken isyancı Araplarca yakalanarak İngilizlere teslim edilen yaşlı kimselerle, özellikle Filistin, Irak ve Suriye Cephesi’nde görev yapan Türk subaylarının eşleri ve çocukları da vardır. 

İngilizlere esir düşen Türk askerlerinin sayısı hakkında kesin bir bilgimiz yoktur, ancak İngilizlerin Türk askerlerini kasten kör ettiklerine dair ve kör edilen Türk askerinin sayısının 15 bine ulaştığına dair elimizde kaynaklar vardır.

Bu iddiaların dayandığı iki esas belge mevcuttur; biri, 28 Haziran 1337(1921) tarihli TBMM hükümeti kararıdır, diğeri ise, Meclis’in 28 Mayıs 1337(1921) Cumartesi günü yapmış olduğu 37’nci Meclis oturumundaki, Faik ve Eşref Beylerin vermiş oldukları önergelerdir.

Her iki karar ve önergede, İngilizler tarafından kasten kör edilen Türk askerlerinden bahsedilmektedir.

Edirne Milletvekili, Şeref Bey’in Meclis’te yapmış olduğu konuşma, çocuklarımıza ibret almalar için aşağıda sunulmuştur;

 “ Anadolu’nun, Rumeli’nin; bu vatanın namusunu müdafaa eden ve bu vatan için çarpışan çocukları, İngiliz eline esir düştükleri zaman,  doğrudan doğruya  Mısır’a sevkedilmişlerdi. Bunlar, için özel hazırlanmış bir formüle, muzadı taafün maddeler içlerine , boyunlarına kadar sokuluyorlardı… Fakat Türk çocuğu oraya girince, bir İngiliz neferi başına dikiliyor ve süngüsünü uzatınca, zavallı yavrucak, başını içeri çekiyor ve iki gözü kör oluyordu. İngilizler böylece 15. 000 Türk’ün gözünü çıkarmışlardır…” 

1919 yılının Mayıs ayının ilk haftasında, İzmir’de Kolordu Komutanı olan Ali Nadir Paşa, dönemin Genelkurmay Başkanı’na, Mısır’dan gönderilen esirlerden 303’nün kör olduğunu bildirmektedir.

Yine aynı ay, Genelkurmay Başkanlığı, kolordulara genel durum hakkında bir rapor gönderir. Genelge şeklindeki raporun bir maddesi de Mısır’dan gelen kör esirlerimizle ilgilidir;

“…İngilizler, dört kafile halinde 200 subay, 1780 neferimizi Mısır’dan İzmir’e getirmişlerdir. Dördüncü kafiledeki 310 nefer amadır(kördür)…”

Milli Mücadele’nin başlarında, Mısır’daki Türk askerlerinin İngilizlerce kasten kör edildiği haberi hem İstanbul, hem Anadolu basınında yer alır. İstanbul düşman işgalindedir. Özellikle Konya’da halk bu olaya büyük tepki gösterir.

Konya’da yayımlanan Öğüt Gazetesi, bu olayı sarsıcı ve çarpıcı başlıklarla halka duyurur. Bunun üzerine Anadolu’nun diğer yerlerinde de İngilizlere karşı bir husumet gelişir. Çok geçmeden, İstanbul’daki itilaf devletleri komutanlarından İngiliz Generali Milne’nin emriyle, Öğüt Gazetesi’nin kör edilen esirlerle ilgili yayımları durdurulur, hatta gazete kapatılır. 

Mustafa Kemal Paşa bu olaylarla bizzat ilgilenmektedir.

Ankara’ya yeni gelmiştir.

Burada Milli Mücadele’yi örgütleme çalışmalarına devam etmektedir.

Mustafa Kemal Paşa, Öğüt gazetesinin kapatılma olayını ve sebebini öğrenir öğrenmez Konya Valiliği’ne, Heyt,i Temsiliye adına bir telgraf çeker;

“Heyeti Temsiliye Namına Mustafa Kemal Paşa’dan Konya Vilayeti’ne…

Userai Osmaniyeyi İngilizlerin kasten kör ettiklerine dair olan neşriyatıyla nazarı dikkat celp eden Öğüt gazetesi matbaasına ve dolayısıyla hürriyeti matbuatımıza, General Milne’nin emriyle Mutelifeyn kuvayı askeriyesi tarafından vaki olan tecavüzden mütehassıl vaziyetin serian hal ve neticesinin iş’arını rica ederiz.

Hükümet’in teşebbüsatına dayanak olmak üzere ahali tarafından miting yapılarak şiddetle protesto edilmesi lüzumu heyeti merkeziyeye yazılmıştır. Meselesinin serian halline muvaffakiyet elvermez ise şeref ve haysiyeti milliyenin iadesi için Kuvayı Milliye’nin müdahaleye mecbur kalacağının da Babı Ali’ye arzını ayrıca rica ederiz efendim…”

Mustafa Kemal Paşa’nın bu telgrafı etkili olmuş ve Konya’da 23 Ocak 1920’de beş bin kişinin katıldığı büyük bir miting yapılmıştır…

1918’te Birinci Dünya Harbi bitti ancak kör edilen hesabı bu İngilizlere uluslararası mahkemelerde sorulamadı çünkü Anadolu yeniden işgal uğradı ta ki 9 Eylül İzmir'in kurtuluşuna kadar...

https://bilgeturkhaber.com/serif-huseyin-in-ihaneti-ingilizler-turk-askerlerinin-gozlerini-nasil-kor-etti

NOT: AŞAĞIDA ATATÜRKÇÜ OLDUĞUNU İDDİA EDEN BİR YAZARIN MAKALESİ

‘İNGİLİZLERİN KÖR ETTİĞİ 15.000 TÜRK ESİR’ İDDİALARI NE KADAR DOĞRU?

YAZAN: Eriş Ülger

Not: Aşağıda alıntı yaptığı makaleyi önce yazıp sonra çürütecek kendince…okuyalım

1. DÜNYA SAVAŞINDA İNGİLİZLERİN KÖR ETTİĞİ 15.000 TÜRK ESİR

Bizdeki İngiliz hayranlığı türlü türlüdür. Ve bu hayranlığımızı da elimize geçen her fırsatta göstermeye bayılırız. Bunun en son örneğini Kraliçe Elizabeth’in gelişinde gördük. Malum İngiltere deyince aklımıza hep medeniyet gelirken tarihte yaşanılan bazı olaylar bu medeniyetin bazen tek dişi kalmış bir canavara nasıl dönüştüğünü de göstermektedir. Örneğin yakın tarihimizde 1. dünya savaşı sırasında esir düşen askerlerimizin başına gelenler gibi. Genelkurmay arşivindeki bilgilere göre 1. dünya savaşında 135.000 askerimiz İngilizlere esir düşmüşlerdir. Bu esirler daha çok Çanakkale, Filistin ve Irak cephelerinde esir düşmüşlerdir. Bunlar başta Mısır, Kıbrıs, Yunanistan, Hindistan, Birmanya (Myanmar) , Malta olmak üzere çok değişik ülkelerdeki esir kamplarına götürülmüşlerdir. Her biri ayrı birer araştırma konusu olabilecek olan bu kamplar ve yaşanılanlardan bizim için en acısı Mısırdaki kamplarda yaşanılanlardır. Bu sadece bizim için değil insanlık içinde yüz kızartıcı bir tarihi gerçekliktir.

İngiltere’nin en büyük esir kamplarından olan “Mısır Esir Kampı”nda, 15.000 Türk “kasten kör edilmiştir.”

Bu konu ile ilgili en önemli belge, 28 Haziran 1337 (1921) tarihli TBMM Hükümeti’nin aldığı karardır. TBMM Başkanı Mustafa Kemal Paşa ve 11 bakanın imzaları bulunan kararda; Mısır’daki İngiliz Esir Kampları’nda, 15.000 Türk esirinin kasten malûl bırakan İngiliz tabipleriyle, garnizon kumandan ve zabitleri hakkında, siyasi takibatın başlatılması için harekete geçirilmesinin kararlaştırıldığına dair karar imzalanmıştır.

Bir diğer belge ise, Meclis’in 28 Mayıs 1337 (1921) Cumartesi günü yaptığı 37. oturumunda Edirne Milletvekili Faik ve Şeref Beylerin verdikleri yazılı önergedir. Belgenin son bölümünde:“..Mısır’da bilintizam, İngiliz’in tathiratı fenniye (ilâçla temizleme) bahanesiyle, miktar-ı muayyeninden (yeterli miktardan fazla) ‘krizol’ banyosuna sokarak gözlerini kör ettikleri, 15.000 vatan evlâdının üzerinde irtikab edilen (yapılan) bu cinayetin müteammit (önceden tasarlayan) failleri olan İngiliz tabipleriyle garnizon kurmandan ve zabitlerinin tecrim (suçlu ilan) edilmesini de ilave eyleriz…”

BU UNUTULUR MU ? (Ama malesef unuttuk…)

Birinci Dünya Savaşı’nda İngilizlere, 150 bin askerimiz esir düştü. Bu askerlerden bir kismi da Mısır’ın İskenderiye şehri yakınlarında bulunan Seydibeşir Usare Kampı’na hapsedildi.

Kampın tam adı, ‘Seydibesir Kuveysna Osmanli Useray-i Harbiye Kampı’ idi. Bu kampta, 1918’de Filistin cephesinde esir düşen 16. Tümen’in 48. Alayı’na bağlı Osmanlı askerleri tutuluyordu.

12Haziran 1920’ye kadar iki yıl boyunca her türlü işkence, eziyet, ağır hakaret ve aşağılamaya maruz kaldılar.

Bu insanlık dışı muamelenin nedeni ise Ermeniler idi…

Kamptaki, Türkçe bilen Ermeni tercümanların yalan, yanlış çevirileri ve kışkırtmaları nedeniyle, kamplarin İngiliz komutanları, azılı Türk düşmanı kesilmişlerdi. Savaş bitmişti. Ancak, kamptaki ağır koşullar nedeniyle ölenler dışındaki askerleri teslim etmek, İngilizler’in işine gelmiyordu. Çünkü, olası yeni bir savaşta, bu askerlerin yeniden karşılarına cıkabilecekleri, Ermeniler tarafından, İngilizlerin beyinlerine işlenmişti.

Çözüm toplu katliamdı… Askerlerimiz, mikrop kırma bahanesiyle, süngü zoruyla dezenfekte havuzlarına sokuldu. Ancak suya normalin çok üzerinde krizol maddesi katılmıştı. Mehmetçik, daha ayağını soktuğunda, aşırı krizol maddesi nedeniyle haşlanıyorlardı. Ancak İngiliz askerleri dipçik darbeleri ile askerlerimizin havuzdan çıkmalarına izin vermiyorlardı. Mehmetçikler, bele kadar gelen suya başlarını sokmak istemedi. Ancak bu kez İngilizler havaya ateş etmeye başladı. Askerlerimiz, ölmemek için çömelerek başlarını suya soktular. Ancak başını sudan kaldıran artık göremiyordu. Çünkü gözler yanmıştı…

Dışarı çıkanların halini gören sıradaki askerlerimizin direnişleri de fayda etmedi ve 15 bin askerimiz kör oldu. Bu vahset, 25 Mayıs 1921 tarihinde TBMM’de görüşüldü. Milletvekilleri Faik ve Şeref beyler bir önerge vererek, Mısır’da esirlerin krizol banyosuna sokularak 15 bin vatan evladının gözlerinin kör edildiğini, bunun faili olan İngiliz tabip, garnizon komutanı ve askerlerinin cezalandırılması icin TBMM’nin teşebbüse geçmesini istediler.

Tabii ki yeni kurulan devletin bin türlü sorunu vardı. Bu hesap sorma işi de unutuldu gitti.

Ama onlar unutmuyorlar…

Kendi ihanetlerini bile soykırım ambalajına sarıp, dünya kamuoyuna sunuyorlar. En üzücü olanı da malum birilerinin, bu karalama kampanyalarına çanak tutması…

ŞEHİTLERİMİZE SAYGINIZ VARSA 3 dakikanızı almaz bu yazıyı arkadaşlarınıza göndermek.

ERMENİLER SOYKIRIM YAPILDI DİYE DÜNYAYI AYAĞA KALDIRIYOR BİZİM TARİHİMİZDEN HABERİMİZ YOK.

*** Eriş Ülger, yukarıdaki bilgilere itiraza başlıyor…

YUKARIDA YAZILANIN DOĞRUSU!

Yukarıdaki konuları kim yazdı bilmiyorum. Ama hemen söyleyeyim ki, yukarıda yazılanların tek kelimesi doğru değil.

Tarih yazan, tarih yapanlara karşı saygılı olmaz ise, doğruyu değil olmasını istediği tarzda yazarsa, olmamışı olmuş, olmuşu olmamış gibi gösterme çabasına düşerse, ne ona tarihçi ne de yazdıklarına tarih denmez. 

Düşmanın bile olsa yapmadığı bir şeyi yapmış gibi gösterirsen veya yazarsan kim olursan ol ayıp edersin.

Saygıdeğer okuyucular size şimdi iki örnek veriyorum.

Birincisi Genelkurmay Başkanlığı kaynaklarına dayanılarak yazılan bir iddia. 

Bu haber başından sonuna kadar doğru değil.

28 Haziran 1337 (1921) TBMM Zabıt Ceridesine dayanarak iddia ediliyor ki, o gün yapılan toplantıda:

“Mısır’daki İngiliz Esir Kampları’nda, 15.000 Türk esirinin kasten malûl bırakan İngiliz tabipleriyle, garnizon kumandan ve zabitleri hakkında, siyasi takibatın başlatılması için harekete geçirilmesinin kararlaştırıldığına dair karar imzalanmıştır.”

Söz de bu karar alınmış.

Bu tamamen uydurma bir haber. Düşmanında olsa doğruyu yazacaksın. Hele tarih yazanların, yanlış veya doğru, tarih yapanlara saygılı olma mecburiyeti vardır.

Yanlış:

1- Yukarıdaki fotoğraf esir alınmış Osmanlı askerleri değildir. Hangi düşman esir aldığı askerleri köpeğiyle, tüfeği ile bir araya getirip fotoğraf çektirtir. [Aşağıda o resim ve köpek hakkında bilgi var]

2- “Bu vahşet 25 Mayıs 1921’de TBMM de görüşüldü” deniyor. Doğru değil. TBMM 19 Mayıs 1921’de Dr. Adnan Adıvar başkalığında ve Lâzistan Mebusu Ziya Hurşid Kâtipliğinde Otuz Altıncı toplantısını yapmış ve konuyla ilgili hiçbir kimse söz almamıştır.

3- 28 Mayıs 1921’de yine aynı kişilerin Başkan ve Kâtipliğinde tekrar toplanmış. Konu ile ilgili tek kelime konuşulmamıştır.

(TBMM Zabıt Ceridesi. Devre 1, Cilt: 10, İçtima: 2. Otuz Altıncı İçtima. 19 Mayıs 1337 Perşembe)

(TBMM Zabıt Ceridesi. Devre 1, Cilt 10, İçtima: 2. Otuz Yedinci İçtima 28 Mayıs 1337 Cumartesi)

4- 25 Mayıs 1921’de TBMM kapalıdır ve toplantı yapılmamıştır.

5- Ne Faik Bey ne de Şeref Bey konu ile ilgili olarak bir önerge vermemişlerdir.

6- Osmanlı askerlerinin yüzlerine yakından bakın. Hiç esaretin izlerine rastlıyor musunuz? Askerlerin arkalarında sırt çantaları dahi var. Bu demektir ki, ya cepheye gidecekler veya cepheden gelmişler.!!!!!

7- İngilizlere 150 Bin evet yanlış okumadınız 150 Bin Osmanlı askeri esir düşmüş. Akıl var mantık var. Her şeyden önce Osmanlının 150 bin kişilik bir ordusu yoktu. Kafkaslarda, Balkanlarda telef olmuş olan ordudan kala kala 48 bin asker kalmıştı bunlarında çoğu yaralı ve hasta idi. İngilizde olsa 150 bin kişilik bir orduyu sen nasıl ve neyle esir alıyorsun. Bu balık ağı değil ki, at ağı denize akşam olunca topla binlerce hamsiyi. Ama yukardakileri yazan tarihçinin adı TEMEL’se vallahi onu bilemem. Veya tarihçi ACEM ise gene bilemem.

Seksenlik ihtiyar Doktora gitmiş:

– Doktor Bey arkadaşlarım her gece hanımlarını beş kere öpüyormuş. Ben ayda bir defa dahi öpemiyorum. Ne yapayım demiş.

Doktor cevap vermiş:

– Amca sen de söyle, sende söyle bir zararı yok demiş.

Doktorun dediği gibi bu tarihçiye de her halde birileri sen de yaz, sende yaz dedi ki, o tutmuş 150 bin esir demiş.

8- Yukarıda ki yazıda, “Tabii ki yeni kurulan devletin bin türlü sorunu vardı. Bu hesap sorma işi de unutuldu gitti.” Deniyor. Esarette iken, bir milletin 15 bin askeri hunharca katledilecek ve düşmanı Akdeniz’e dökmüş emsalsiz bir Kumandan bunun hesabını sormayacak? Üstüne üstelik unutulup gidecekmiş.

9- Mustafa Kemâl, değil 15 bin askerin hesabını, bir askeri telef olsaydı, o askeri telef edeni doğduğuna pişman edecek karakter de bir kumandandı.

10- Tabi, sevgili dostum, ışıklar içinde yatsın Turgut Özakman, böylesine yazanlara şöyle derdi, “Bırak yazsın. Cahile anlatamazsın.”

11- Bunları yazanlar ya sayı saymasını bilmiyorlar ya da hiç dayak yememişler. 150 bin asker ne demek biliyor musunuz? Uyduruk tarih yazan Beyler. Bunlara yatacak yer lâzım, sokakta yatıramazsınız, kaçarlar. Az veya çok yemek vereceksiniz. Bunun için aşçılar lâzım erzak lâzım, kap kacak lâzım vs. Gene az veya çok su lâzım kendi askerini doyuramayan, suyunu temin edemeyenler nasıl olacak da bu 150 bin kişilik bir orduyu, esirde düşmüş olsa hem doyuracaklar hem sularını verecekler. Bu kadar cahil olmak için tarihçi olmaya gerek yok.

12- Bu cahil tarihçiler için bir örnek vereyim. Büyük taarruz sırasında Yunanlılar kaçarken hem her yeri talan ediyor, yakıp yıkıyor, hem ihtiyar, çocuk demeden öldürüyor, öldüremediklerinin de elini kolunu kesip neleri varsa cehenneme doğru gidiyorlardı. M. Kemâl Paşa 10 Eylül günü İzmir’e girdikten iki gün sonra İstanbul’dan, İzmir’e M. Kemâl Paşa’yı ziyarete gelen Fransız Komiseri General Pele’yi, Göztepe’de ki Beyaz Köşk’te lütfen kabul ettikten sonra, Generale ilk söylediği şey şu olur.

– Paşa Hazretleri, Yunanlılar, topraklarımızdan kaçıp giderken hem yerli halkımızı katlettiler, hem yakıp yıktılar. Hadi yakılıp yıkılanlar tekrar yerine konur. Ya şehit ettiklerinizin karşılığını nasıl ödeyeceksiniz?

Unutmayın ki, bunun hesabını sizlerden soracağım.

Nitekim Lozan Antlaşması sırasında, bu konu gündeme getirilir uzun tartışmalardan sonra Türkiye tazminattan vazgeçer ama karşılığında Karaağaç alınır.

İşgal Kuvvetleri savaş sırasında özellikle Anadolu da olmadık eziyeti yapmış, günahsız zavallı halkın ırzına geçmiş, çoluk çocuk demeden hepsini camilere sokup yakmış (Muğla’da ve Afyon’da ve Gaziantep’te olduğu gibi), silahsız halkı alçakça öldürmüştür. Bunları açıklığa kavuşturup belge ve bilgileriyle kanıtlayıp anlatmak varken, işin kolayına kaçıp tutarsız iddialar ileri sürmek tarihçiye yakışmaz. Belki gerçekten böyle bir olay yaşanmış da olabilir. O zaman belgesini, kanıtını ortaya korsun. Verdiğin tarihte Meclis kapalı ise, Verdiğin isimlerdeki kişiler Meclis de değilse, sayfana koyduğun fotoğraf esaret fotoğrafı değil de, askerin dinlence fotoğrafı ise, bir de utanmadan yalan söyleyip, “O kargaşanın içinde unutulup gitmiştir.” Diyorsan Tarihçi Efendi sana kimse inanmaz.

Ayrıca “BU UNUTULUR MU?” diye başlık atan EŞSİZ TARİHÇİ altına adını dahi yazmayı unutmuş.

Yapmayın Beyler böyle uydurma haberlerle bileni, bilmeyeni kandırmaya çalışmayın. Düşmanınız da olsa doğruyu yazın.

https://mustafakemalim.com/ingilizlerin-kor-ettigi-15-000-turk-esir-iddialari-ne-kadar-dogru/

NOT: YAZARIN TENKİT ETTİĞİ RESİM HAKKINDA

Çanakkale’de 17. Alay Komutanı Yarbay Hasan Bey ve Köpeği Canberk

18 Mart Çanakkale savaşının üzerinden tam 102 yıl geçti. 12 Mart Çanakkale savaşı bu ülke evlatlarının asla unutmaması ve Çanakkale ruhu taşması gerekmektedir. 7'den 70'e bir çok şehit verdiğimiz Çanakkale savaşıyla ilgili belkide çoğunuzun ilk defa duyacağı bir vefa hikayesi okuyacaksınız.

18 Mart Çanakkale savaşının üzerinden tam 102 yıl geçti. 12 Mart Çanakkale savaşı bu ülke evlatlarının asla unutmaması ve Çanakkale ruhu taşması gerekmektedir. 7'den 70'e bir çok şehit verdiğimiz Çanakkale savaşıyla ilgili belkide çoğunuzun ilk defa duyacağı bir vefa hikayesi okuyacaksınız

Tam tamına 102 yıl önce (18 Mart 1915), Çanakkale Deniz Zaferi’ni kazandık. Çanakkale’de savaşında binlerce kahramanlık hikayesi yazılırken 17. Alayın Kahraman Komutanı Yarbay Hasan bey ile Yaralı halde bulduğu Canberk köpek arasındaki duygusal hikaye ise “Bir Vefa Âbidesi” olarak tarihe adını yazdırmıştır.

İşte Yarbay Hasan Bey ile birlikte ölüme giden “Canberk köpek”‘in hikayesi

Çanakkale’de savaş son hızla sürerken, gencecik insanlar birer birer toprağa düşerken, 17. Alayın Kahraman Komutanı Yarbay Hasan Bey de askerleriyle birlikte savaşıyor, düşman siperlerine doğru korkusuzca ilerliyordu.

İlerleme sırasında bir çeşmeye yaklaştılar ve su içmek için askerlerine izin verdi Hasan Bey, ancak çeşmenin başında bir köpek vardı ve askerler onu kovalamaya çalışıyordu. Köpeğin her yeri yara bere içerisindeydi, çok bitkin haldeydi ve tüyleri dökülmüş, perişan haldeydi.

Hasan Bey köpeği kovalayan askerlerini durdurdu ve o bitap düşmüş köpeği kucağına aldı. Ona bizzat eliyle çeşmeden su alarak su içirdi. Sonra da karnını doyurdu ve köpeği kucağına alarak yoluna devam etti. Bir daha da yanından ayırmadı. Artık askerlerle birlikte geziyor, siperlere giriyor, cenk ediyordu. Ama hala bir adı yoktu ve Hasan Bey de ona Canberk adını koydu. Canberk artık bir Türk ordusu neferiydi. Mehmetçiklerin dostuydu.

Herkes onu çok seviyordu. Zamanla tüyleri yeniden çıktı, gelişti, yaraları da düzeldi. Askerlerden bazıları insanların hayvanlara olan ilgisi ve sevgisinin sebebini neden anlamıyor ve soruyorlardı. ”Komutanım, bu köpeğe neden bu kadar alaka gösteriyorsunuz?”

Hasan Bey de “O da bir can taşıyor. Sizi, bizi ondan ayıran bir şey yok ve Allah’ın huzuruna geldiğimde bu köpeğe neden merhamet etmedin, demesinden korkuyorum!” demişti.

Canberk’in hayatı değişmişti ama savaşta değişen bir şey yoktu. Savaş tüm acımasızlığı ile sürerken yaralı bir Fransız askerine yardım etmek için yanına yaklaşan Hasan Bey, savaş içinde canavarlaşmış, insanlıktan çıkmış ve iyiliği göremeyen Fransız’ın hançeriyle olduğu yere yığıldı. Olanı uzaktan fark eden Canberk koşup oraya geldi ve hemen Hasan Bey’in yanına çöktü. Ellerini yalıyordu, yüzünü yalıyordu, havlıyor ona cesaret vermeye çalışıyordu. Sonradan hemen herkes yanına koştu ama ne var ki, yarası çok ağırdı ve maalesef Hasan Bey orada can verdi.

Ve kahraman Mehmetçikler de çok üzülse de savaş tüm hızıyla sürdüğünden ve Hasan Bey’i uğruna savaştığı, öldüğü toprağa emanet etme vakti geldiğinden ona bir mezar kazdılar. Hasan Bey’in üzerine Türk bayrağını örttüler. Canberk de bu sırada Hasan Bey’in ayağının ucunda yatmaktadır. O da bayrağın altında yatmaya başladı.

Mehmetçikler, Yarbay Hasan Bey’i defnetmek için bayrağı kaldırdılar ve Canberk hala orada yatmaktadır. Canberk kalkmaz, biraz daha kaldırmak isterler ama Canberk yerinden kıpırdamaz. Biraz daha uğraştıklarında da Canberk’in de öldüğünü fark ettiler.

Tüm Mehmetçikler daha da çok üzülmüşler, Canberk ve Hasan Bey’in dostluğu karşısında saygıyla eğilmişler ve daha sonra Yarbay Hasan’ı toprağa verirler ve çok sevdiği ve hiç yanından ayırmadığı Canberk’i de ayak ucunda toprağa verdiler.

 Bir savaş ortamında bile bir cana hayat veren kahraman Yarbay Hasan Bey, tüm şehitlerimiz ve tabii ki Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk’ü saygı, sevgi ve minnetle anıyoruz.

https://www.haytap.org/tr/canakkalede-17-alay-komutan-yarbay-hasan-bey-ve-koepei-canberk

NOT: BAŞKA BİR  ANLATIM

YARBAY HASAN BEY VE CANBERK İSİMLİ KÖPEĞİ

İBRETLİK OLAYLARMENKIBELER/HATIRALAR

     Devir,  Çanakkale Savaşları devam ettiği bir zamandır. Bu savaştaki vazifeliler içinde, Yarbay Hasan Bey isminde bir subay vardır. Yarbay Hasan Bey komutasındaki 17. piyade alayı Eceabat üzerinden geçip Havuzlar mevkiinde konaklamayı plânlamıştır.. Yorgun bir şekilde Kilitbahir’e gelinir. Kalbi engin bir şefkat ve merhametle dolu olan Yarbay Hasan Bey, bir gün Kilitbahir köyünden geçerken yaralı bir köpeğin su içmek için köy çeşmesine yaklaşmaya çalıştığını fakat çeşme başında çamaşır yıkayan kadınların ve oynayan çocukların yarasından kanlar ve irinler akan bu köpeği çeşmeye yaklaştırmadığını gördü.

 

  

Köpek boynunu büküp çaresiz bir şekilde dönerken olayı takip eden Hasan Bey atından atladı. Akan kanlarına ve irinlerine aldırmadan köpeği kucaklayıp çeşmeye getirdi. Önce bir güzel susuzluğunu giderdi, sonra yaralarını sardırıp karnını doyurdu. Köpek âdeta hayata yeniden dönmüştü. Velinimeti olan Hasan Bey’in peşini bırakmıyordu.

   Yarbay Hasan Bey de köpeği sevmişti. Ona Canberk ismini koydu. Canberk Türk siperlerinde gündüz savaşlara katılıyor akşamları da nöbet tutuyordu. Yaraları da artık iyileşmiş, tüyleri yeniden çıkmıştı.

   Bir gün Fransızlarla yapılan süngü harbinde Mehmetçik başarılı olmuş, düşman siperlerini ele geçirmişti.Yarbay Hasan Bey siperler arasında dolaşıp yaralı olan askerleri cephe gerisinde kurulan hastaneye sevk ediyordu. Bir Fransız askerinde hafif bir kıpırdanma görünce yaralı zannedip yanına yaklaştı. Zira merhamet âbidesi olan Hasan Bey’in engin yüreğinde sadece yaralı bir köpeğe değil, göğüs göğse çarpıştığı düşman askerine bile fazlasıyla yer vardı…

   Fakat yerdeki Fransız askerinin Canberk kadar bile kadirşinaslığı yoktu. Yarbay Hasan Bey şefkatle eğilip yarası var mı diye bakarken, o Fransız askeri ani bir hareketle hançerini çıkarıp Hasan Bey’in göğsüne saplayıverdi. Bu hançer darbesiyle ne yazık ki  Hasan Bey artık, son anlarını yaşamaya başlıyordu. Hadiseye şahit olan askerleri büyük bir üzüntü içindeydi.

   Sevgili köpeği Canberk de koşa koşa gelmiş Hasan Bey’in ellerini yalıyor, melül melül gözlerine bakıyordu. Tabur imamı da gelip başında Kur’an okumaya başladı. Bir ara Yarbay Hasan Bey yanındaki askerlere hitaben birden,  “Beni ayağa kaldırınız” diye seslendi. Bunun üzerine iki asker kollarına girip Hasan Bey’i ayağa kaldırdılar. Ayağa kalktıktan sonra Hasan Bey’in ağzından dökülen son söz şu idi:

   -“Niye zahmet buyurdunuz ya Rasûlullah?”

   Canberk de dâhil bütün herkes ağlıyordu. Fakat yapacak bir şey yoktu.  Hasan Bey ruhunu teslim ettiğini görünce, üzerine bir Türk bayrağı örtüp, defnetmek için şehit düştüğü yeri kazmaya başladılar. Canberk de bayrağın altından girip Hasan Bey’in ayaklarına kapanmıştı. Kabri kazdıktan sonra defnetmek için bayrağı kaldırdıklarında Hasan Bey’in sadık dostu Canberk’in de, onun ayakucunda ruhunu teslim etmiş olduğunu gördüler.

   Önce Peygamberimizin ağuşunu (kucağını) açtığı o mübarek komutanı defnettiler, sonra da onun ayakucuna sadık dostu Canberk’i…

Yarbay Hasan Bey Şehitliği

Kaynak: 1)http://semerkandgenclik.com,

              2)https://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/sami-ozey/436235.aspx     

SON SÖZ 

Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Öğr. Üyesi Prof. Dr. Fuat YÖNDEMLİ, Yirminci Yüzyıl Başlarında Eliot’a Göre Tarikat-Medrese Mensupları Ve Atatürk’ün Bu Konuya Bakışı, isimli bildirisinde…

On dokuzuncu asrın sonlarıyla yirminci asrın ilk çeyreği, Osmanlı Devleti için son derece muhataralı, var olma mücadelesi verdiği gayet sıkıntılı bir zaman dilimidir. 1873-1936 yılları arasında yaşayan Mehmet Akif Ersoy, bu meş’um gidişi çok yakından müşahade eden bir aydın olarak, Arabistan çöllerinden Almanya’ya kadar devlet ve millet uğruna bir şeyler yapabilmek için gitmiş, çalışmalarda bulunmuştur.

Osmanlı Devletinin bir emri vaki şeklinde girmiş olduğu I. Cihan Harbi’ni kaybetmiş olması, yurdunu seven bütün Osmanlı aydınları gibi Mehmet Akif’in de en büyük üzüntü kaynağı olmuştur. Çanakkale’de okuma-yazma bilen, tahsilli bir nesli feda bahasına kazanmış olduğumuz zafer üzerine Akif’in yazmış olduğu “Çanakkale Şehitlerine” isimli şahane şiiri, kahramanlık edebiyatımızın en seçkin örneklerindendir.

Kara Harp Okulu Komutanlığı’ndan Doç. Dr. Ulvi Keser’e göre İstanbul Darülfünunu Tıbbiye Mektebinin bile gönüllü olarak cepheye giden Tıbbiyelilerden dolayı 1921 yılında hiç mezun veremediği, bu okulun birinci sınıf öğrencilerinin tamamının 18-19 Mayıs 1915 günü Çanakkale’de şehit oldukları gerçeği göz önüne alınacak olursa, uğradığımız genel nüfus zayiatı yanında, aydın kıyımının da boyutları daha iyi anlaşılacaktır. (Ulvi Keser: Millî Mücadele Döneminde Anadolu’da Sağlık Faaliyetleri. I. Uluslar arası Türk Tıp Tarihi Kongresi X. Ulusal Türk Tıp Tarihi Kongresi Bildiri Kitabı, Vol.2, s. 1241-1268)

Aynı kaynaktan yapılan iktibasa göre “Çanakkale cephesinde savaş sadece cephede cereyan etmez ve örneğin İngiliz askerleri uluslar arası hukuka göre de kesinlikle yasaklanmış olmasına rağmen Hilal-i Ahmer Sahra Hastaneleriyle Marmara’da sefer yapmakta olan hastane gemilerine de saldırarak bomba yağdırır. (Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA) HR. SYS, 2409/53) Bölgede faaliyette bulunan İngiliz savaş uçakları da üzerlerinde sargı merkezi ve Hilal-i Ahmer işaretleri olmasına rağmen bu merkezleri ve kasabaları bombalamaktan çekinmez. (BOA, HR. SYS, 2098/12) Öte yandan İngilizler tarafından kullanılan dom dom kurşunu gibi savaşta kullanılmaması gereken bazı ‘vesait-i vahşiyaneler’ de pek çok Türk askerinin feci bir şekilde ölmesine ve yaralanmasına neden olmaktadır. (BOA, HR. SYS, 2182/1)

Aynı şey başka cephelerde de bu şekilde cereyan etmiştir. Örneğin Irak cephesinde Türk askerlerinin yaralı İngiliz askerlerine gösterdikleri ilgi ve yardımseverlik gazetelere bile konu olacak cinstendir. Örneğin 7 Şubat 1916 tarihli Daily Telegraph gazetesinde Türk askerinin yaralılara yaklaşımı “Türk İnsaniyeti” başlığıyla yayımlanır,

 “.. .300 mecruh ve biraz da ecza-i tıbbiye ile etibba-i askeriyeyi hamil bulunan büyük bir barko (sandal) çamura saplanmış olduğundan dolayı terk edilmişti. Türkler bu sandalı kurtararak ve beyaz bir bayrakla nehirden aşağı sevk ederek İngiliz karargâhına kadar bilâ zarar ve hattâ etibba-i askeriyesini bile almaksızın teslim ettiler. Ben muharebeyi takip eden gece esnasında terk edilen iki mecruh zabitin Türkler tarafından meydan-ı muharebede bulunduklarını biliyorum. Türkler bu zabitlerin yalnız revolverlerini, kuşaklarını, evrakını, dürbünlerini alarak başka fenalık yapmadılar. İhtiyaç hâsıl ettikleri su vesaireyi ita ederek istirahatlerini temin ettiler ve ertesi sabah bizim efradımızın tecemmu ettiği mevkie gitmek üzere salıverdiler. Bizim mecruh efradımıza her nevi mezalim yaparak pek fena muamele eden yalnız Araplardır.” ATASE K, 548, . 2132, F. 95)

Çanakkale cephesinde izlerine kayaların üzerinde bugün bile rastlanılan kimyasal maddeler ve izlerin ne olduğu araştırılmaya değer bir konudur. İngilizlerin başta Kutulamare olmak üzere farklı yerlerdeki Türk esirlerine kötü davrandığı, Arap yarımadasındaki kamplarda 15.000 Türk esirin gözlerinin kör olduğu, Kıbrıs’taki Karakol esir kampında esirlere toprak ve talaş tozu karıştırılmış kabak yemeği yedirildiği, bu kamplardaki Ermeni doktorların Türk esirlerin ölmesi için gayret sarf ettikleri bilinmektedir. Örneğin Mısır’daki esir kamplarında bulunan 105.668 Türk esirden yaklaşık 10-20.000 civarındaki bir kısmı niacin (nikotinik asid) olarak da bilinen ve B3 vitamini eksikliği nedeniyle yeterli beslenememesi, alınan besinin hızlı ve verimli enerjiye dönüş- türülememesi sonucu vücudun diğer organlarının da aşırı yorulmasına ve kendi kendisini hırpalamasına neden olan Pellegra hastalığına yakalanmışlar ve hayatlarını kaybetmişlerdir. Ayrıca örneğin yapılan anlaşma gereği Rusya’daki esir kamplarından serbest bırakılan ve Türkiye’ye gelmeye çalışan Türkler Ege Denizi’nde Yunanlılar tarafından durdurularak Milos adasında sonu ölümle bitecek bir esaret hayatına sürüklenirler. Mısır’daki esir kampında bulunan Eyüp Sabri Bey yaşadıklarıyla ilgili olarak “.Ağustos’un o müthiş sıcağında Mısır gibi son derece sıcak bir muhitte kokmuş beygir eti yemek mecburiyetinde kalmış olan zavallı askerlerimizin birçoğu da bu yüzden dizanteriye ve uyuza benzer ve İngiliz doktorları tarafından Pellegra denilen müthiş bir illete duçar olarak telef olmuşlardır.” der. Yücel Yanıkdağ, “Birinci Dünya Savaşında Tıbbi Oryantalizm ve İngiliz Doktorlar”, Toplumsal Tarih, Sayı 153, İstanbul, Eylül 2006, s. 26-33. Nejat Sefercioğlu, Esaret Hatıraları, Tercüman Yay., İstanbul, 1978, s. 69. Kıbrıs’taki esir kampı ve orada yaşananlarla ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Ulvi Keser, 1916-1923 Kıbrıs’ta İngiliz Esir kampları, Fransız Ermeni Kampları ve Atatürkçü Kıbrıs Türkleri, Akdeniz Haber Ajansı yay., Lefkoşa, 2000. İngilizlerin kullandığı bazı “boğucu gazlarla” ilgili olarak bkz. BOA, HR. SYS, 2110/8.”

Osmanlı Devleti zamanında, İstanbul’da oturanlarla devletin her yerindeki tekke ve medreselerin hoca ve talebeleri de askere alınmazdı. Ama Balkan, Arabistan-Suriye, Çanakkale, Sarıkamış ve diğer I. Cihan Savaşı muharebeleri sırasında, İstanbul Üniversitesi (Darülfünunu) talebelerinin gönüllü olarak muharebelere katıldıkları yukarıda belirtilmiştir

Ayrıca Konya’daki Mevlana Dergâhından da Mücâhidin-i Mevlevîyye adıyla bir kısım gönüllüler I. Cihan Harbi ve Millî Mücadele dönemlerinde, bazı istisnaların kabulüyle birlikte, dergâhların lojistik destek vermesi, maddî ve aynî yardımların yapılması, bizzat cepheye giderek orduya moral ve lojistik destek sağlaması gibi faaliyetlere girmişlerdir. (Erik J. Zürcher: Modernleşen Türkiye’nin Tarihi. İletişim Yay., s. 249)

Savaşlar, bilindiği gibi savaşın iki tarafın bütün maddî ve manevî güçlerinin ortaya konmasıyla yapılır. Yani bir devlet sadece maddî, silah gücüyle savaşmaz, mutlaka inançlarını, manevî değerlerini, kısacası dinini de cepheye sürer. Akif’in hem Çanakkale Şehitleri, hem de İstiklal Marşı’nda yüklü bulunan kesif manevî atmosfer de bunun şahididir.

**********

Yrd. Doç. Dr. Pamukkale Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğr.Üyesi Yusuf Ziya BİLDİRİCİ, Mehmet Akif’in Çağında Propaganda Ve Karşıt Propaganda isimli bildirisinde şu açıklamalarda bulunuyor.

Çanakkale’de İtilâf Devletlerinin Propagandaları

I. Dünya Savaşı’nın başında pek çok seyyah, diplomat ve diğer İngilizlerin yazdıklarıyla, İngiliz kamu-oyunun Türkler hakkındaki duyguları olumsuz değildi. İngiltere Hükümeti karşı saftaki Türklere karşı olan imajı değiştirmek, hem de Amerika’nın savaşta kendi saflarında yer almasını ya da hiç olmazsa tarafsız ve dostane kalmasını istemekteydi. Bu amaçla Dışişleri Ofisi’ne bağlı Savaş Propaganda Bürosu 1914’te Wellington Evi’nde çalışmalar başlatıldı. Büronun elemanlarından Arnold J. Toynbee, Ermenilerin abartılmış yazılarını rapor haline getiren Viscount Bryce’ın çalışmasını abartılı şekilde kaleme aldı. Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermenilere Karşı Muamele 1915-1916 adıyla bastırılan kitap aracılığıyla Türkleri karalama kampanyası başlatıldı. Kitaba kaynak oluşturanlar arasında Ermenice gazeteler ve çoklukla Amerikan Protestan misyonerlerin Türkleri kötüleme  amacıyla çıkardıkları yayınlardı.

Osmanlı Devleti’nin Almanya yanında savaşa girmesinin ardından, Kanal Harekâtının ve Gelibolu Yarımadası’na çıkarma yapılacağının belli olduğu günlerde Yunan istihbaratı da harekete geçmişti. 1915 başlarında Kahire, Sidney Melburn, Wellington ve Londra gibi büyük şehirlerde yayınlanan bazı gazetelerde “Türkler Hıristiyanları toptan öldürüyor. Kadınlara tecavüz ediliyor. Türk askerleri, savaş esirlerine çok kötü işkenceler uyguluyor...”, “Anadolu’daki Yunanlılar ve tüm Hıristiyanlar tehlikede”, “Türkler Trabzon’daki Hıristiyan Rumları öldürüyor”, “Türkler savaş esirlerini toptan öldürüyor” başlıklı haberlerin sıklığı üzerine yapılan bir araştırma; haberlerin Atina, Selanik kaynaklı Yunan propagandasının ürünü olduğunu ortaya çıkarmıştı. Türklerle ilgili haberler, Çanakkale’ye gidecek Avustralya ve Yeni Zelanda askerlerini derinden etkilemiş, bazı Anzak askerleri yüzük taşları altına zehir saklayıp, Türklere esir düşmektense intihar etmeyi düşünmüşlerdi. Mısır’a uğradıktan sonra Çanakkale’ye gelen Avustralya ve Yeni Zelanda askerleri Türk askerini, acımasız, vahşi, zavallı, barbar Türk kelimeleriyle özdeşleşen “Abdul” önyargısıyla tanımlamaktaydılar. İngilizler safında çarpışmalara katılmakla Almanlara karşı zaferinde anavatana yardımcı olacaklar, zaferden sonra Londra’da eşsiz bir Noel ve Christmas geçirerek yeni yılda  memleketlerine geri dönecekleri saflığın- daydılar. Ancak cephedeki durum ne Kanal Cephesi’nde gördüklerine ne de burada çarpışan Türklerle ilgili önyargılarıyla örtüşmekteydi.

Çanakkale Muharebeleri sırasında İtilâf Devletlerinin yapmış olduğu propagandalarda broşür, mektup ve ilân gibi yöntemlere de başvurulmuştu. Müttefiklerin teknolojileri Osmanlıya nazaran çok ileri düzeydeydi. Çok kısa bir zamanda çok fazla insana ulaşılabilmek mümkün iken, radyo gibi bir araç varken mektup ya da ilân gibi yönteme başvurmalarının nedeni, görsel ve kalıcı malzemenin daha iyi bir propaganda aracı olarak benimsenmesiydi.

İki taraf uçaklar ve balon gibi araçlarla özellikle siper bölgelerine yakın yerlere propaganda beyanname-leri ve broşürleri atmışlar, silahlı mücadele yanında psikolojik savaş yöntemlerini kullanıyorlardı. Taktik propagandada genel hedef askerin savunma ve taarruz gücünü zayıflatmak, savaşmaktan vazgeçirmeye çalışmaktı. Yani bir bakıma kaleyi içten fethetmekti. Çoğu zaman anlık gevşeme, panik ve duraklamalardan istifade ederek düşmanı yenmek hedefti .

Taktik propagandanın hedeflerinden biri askerin içinde bulunduğu istismara müsait maddî ve psikolojik durumlardır. Askerin giyimi, kuşamı, yiyecek ve içecekleri kısaca imkânsızlıkları hatırlatılarak morallerinin bozulması sağlanmaya çalışılır. Bunu yaparken de düşman tarafına esir düşenlere yapılan iyi muamele, onlara sunulan imkânlar anlatılır. Çoğu zaman fotoğrafların da desteklenen bu broşür ve beyannamelerin imkânsızlıklar içinde yüzen karşı taraf askerleri üzerinde olumsuz tesirler yapacağı muhakkaktır.

Çanakkale Muharebelerinde yapılan propagandada Mısır’da tutulan Türk esirlerinin çok iyi muamele gördüğünden, rahatlarının yerinde olduğundan bahsedilerek, askerin savaştan dışlanmasına çalışılmıştı. Muharebeler sırasında 5. Türk Ordusu bölgesine 28 Nisan 1915’te Türkçe ve Almanca yazılı olarak atılan beyannamelerde  bunları çok açık bir şekilde görmek mümkündür.

İngilizler, Osmanlı askerleri tarafından yazılmış gibi kaleme alınan broşürleri siperlere atarak propagandalarını sürdürdüler. 27 Mayıs 1915 tarihinde Şimal Grubu bölgesine atılan bir beyanname ve fotoğraflarla;  Türk askerlerinin esir kamplarındaki yaşayışlarını göstermişler, esirlerin rahat ve mutlu olduklarını, iltica edenlerin beslenmelerinin bolca sağlandığını, hatta esirlere maaş ödendiği söylemiyle cephedeki askerin psikolojisini bozmaya çalışıyor, teslim olmanın kurtuluş yolu olduğunu anlatıyor, göze de hitap etmek suretiyle taktik propaganda yapıyorlardı. Türk siperlerine atılan beyanname ve fotoğraflarda Nil Nehri kenarındaki esir kampında hayatından son derece memnun Türk esirlerinin adları, bağlı oldukları birlikler dahi belirtilmişti.

Cephede propaganda yapılırken işlenen konulardan biri de düşman ile müttefikleri arasında şüphe, fesat tohumları ekilmesidir. “...Avrupa, son elli yıldan beri bu eski kıtada barışı tehlikeye sokan Prusya askerî gücünden ve Türklerden kurtulmuş olacaktır. Osmanlı ırkını, uzun zaman önce çıkıp geldiği Anadolu’nun karanlık vadilerine geri süreceğiz”  denilerek; Çanakkale’de Osmanlı askerleri ile Almanların arasını açmaya ve Alman komuta heyetine karşı kin ve nefret aşılamaya çalışmışlardır.

Müttefikler ülkenin iç meselelerini de propagandalarda ustalıkla kullanmışlardır. 2 Haziran 1915‘te 19. Tümen cephesinde 57. Alay siperlerine atılan beyannamede İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne muhalif olan subayların hoşuna gidecek ve böylelikle iki tarafın arasını açarak orduda ikiliğe yol açacak bir propaganda izlemişlerdi. Mevcut hükümetin politikasının yanlış olduğunu dile getirerek“...bir muvaffakiyet ihtimali, bir zafer ışığı görüyor musunuz ?”   diye sorulmuş, böylece savunmanın gereksiz olduğunu ima etmişlerdir.

Savaş uzun zaman sürdüğünden dolayı, savaşa katılan insanlar ailelerinden uzak ve memleket hasretiyle doluydu. İnsanların bu psikolojisini iyi tahlil eden müttefikler bu durumu da propagandalarına katmışlar, Türk askerinin eşleri ve çocuklarıyla olan duyguları istismar edilerek psikolojisini bozarak vatan savunmasından tecrit etmeye çalışmışlardı.

Görüldüğü gibi Çanakkale Savaşı’nda müttefikler her durumu kendilerine bir propaganda aracı oluşturarak karşı tarafın gücünü kırmak ve bu yolla zafere ulaşmak istemişlerdir.

[1. Uluslararası Mehmet Akif Ersoy Sempozyumu Bildiriler 19-20-21 Kasım 2008 Cilt I -II, Editörler Prof. Gökay Yıldız Prof. Dr. M. Zeki Yıldırım Yrd. Doç. Dr. Şevkiye Kazan Yrd. Doç. Dr. Hülya Yazıcı Okuyan Mart 2009 Burdur] 

EKLER



EK 1: Çıplak Türk askerleri Mısır kamplarında temizlik diyerek  içinde krizollu  kuvette zorla yıkattırılırken Avustralyalı askerler izliyorlar. (Kaynak:    Avustralya Milli Arşivi,

http://cas.awm.gov.au/item/P03137.002.)


EK 2: Mısır kamplarında Türk esirleri tarafından yapılan Yılan figürü. (Kaynak:

Avustralya Milli Arşivi, http://cas.awm.gov.au/item/REL/00574)


Ek 3: 1915’de Çanakkale’de esir düşen Türk askerleri. (Kaynak: İ.B.B. Atatürk

Kitaplığı Sayısal Arşiv ve e-Kaynaklar, Krt_011687.)


Ek 4: Maadi kampında İngiliz Hükumetinin Türk esirlere tütün ve sigara ikramı sonrası çekilen fotoğraf. (Kaynak: Genelkurmay, ATASE Arşivi, BDHK. 3437/23; TNA, FO. 383/345.)



Ek 5: 1914-1918 Selanik Dudular Türk ve Bulgar Esir kampı. (Kaynak: Comite

International De La Croix-Rouge, V-P-HIST-00370-04, public.)

Ek 6: Türk siperlerine teslim olmaları için atılan propaganda kağıtlarına bir örnek. (Kaynak: BOA, DH. EUM. 6. ŞB., 55/38.)



































Ek 7: Türk savaş esirlerinin esir kamplarına nakilleri esnasında Bağdat tren istasyonundan bir sahne. İngiliz birliklerinin kontrolü altında olan istasyonda boyunlarından zincirlenmiş Türk esirler trene binmek üzereler. Yatak takımlarını ve kişisel eşyalarını taşımaktadırlar. (Kaynak: South Bend News-Times, December 24, 1919, Mornıng Edition, s. 1.)


Ek 8: Mısır-ı Cedid kampından yazılan bir mektup. (Kaynak: Türk Kızılayı Arşivi, 778/208.)

Ek 9: Mısır kamplarından dönen esirlerin kamplarda göz hastalıklarına yakalandıklarına dair rapor. (Kaynak: Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK. 82/10.)

Ek 10: Çanakkale ve Mısır’da esir edilen Türk askerlerine yapılan kötü muamele
dair belge. (Kaynak: BOA, HR. SYS., 2189/3.)

































Ek 11: Hindistan kamplarında Türk esirlerin çalıştırılmasına dair bir belge. (Kaynak.

TNA, FO. 383/345.)





Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar