İNGİLİZLERİN KÖRETTİKLERİ 15 BİN VE 150 BİN TÜRK ESİRLERİ
MÜTAREKE DÖNEMİNDE İNGİLİZLERİN ELİNDEKİ TÜRK ESİRLERİNİN
İADESİ VE ORTAYA ÇIKAN SORUNLAR
Ankara
Üniversitesi
Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk
Yolu Dergisi
S.37-38 Mayıs-Kasım 2006, s. 187-210
Doç. Dr. Selçuk URAL
Kafkas üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü.
KARS sural25®hotmail.com
ÖZET
1. Dünya Savaşı. Osmanlı-İngiliz mücadelesinde karşılıklı olarak yüz binlerce
esirin verildiği bir mücadeleydi. Irak. Suriye Filistin ve Çanakkale
cephelerinde sapılan muharebelerde İngiliz ordusu, yüz bin civarında Türk
askerini esir etti. Bunların büyük kısım savaş boyunca Mısır'daki kamplarda
tutuldu. Savaşın bitmesine bağlı olarak Türk hükümeti esirlerin iadesi için
girişimlerde bulundu. İngiliz hükümeti, öncelikle yaralı ve hasta esirleri
gönderdi Bunların sevkiyatını diğer esirlerin
iadesi izleyecekti.
Bu çalışmada Türk hükümetinin iade edilen
esirlere yönelik hazırlıkları ve faaliyetleri konu edilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Mondros Mütarekesi. Esir.
Mısır. İzmir. İstanbul
ABSTRACT
World War l was a battle beoveen Ottomans and
Britain. in ıvhich thousands of captivcs vere evehanged mutualls. İn the
battles on the front-lines of İrak. Syria. Balestine and Çanakkale. Brıtish
troops captııred aroıınd lıundred thoıısand Turkislı soldiers. Most of theııı
were kepi in the concentration catnps in Eygpt dııring the ıvar. After the war.
the Turkislı goverment attempted to relurn captııred Turkislı soldiers baek to
Turkey. At first. the Britislı government sent back particularly sick and
ıvoıınded soldiers. and it wmdd send other captııred soldiers folloıviny their
transportation.
This studv focııses upon the preparation and
activities of the Turkislı government f'or the return of captııred Turkislı
soldiers.
Kev Words: Mondros Armistice. Captivities. Evgpt.
İzmir. İstanbul.
***
1.Dünya Savaşı, dünyanın ilk kapsamlı genel savaşıydı.
Avrupa’nın ve diğer kıtaların büyük devletleri mevcutları milyonları bulan
ordularla dört yıl boyunca birbirlerine karşı mücadele ettiler.
Bu
devletlerden biri olan Osmanlı Devleti, Kafkasya’dan Çanakkale’ye, Galiçya’dan
Yemen’e uzanan geniş ve çetin bir coğrafyada İtilaf Devletleri’ne karşı ölüm
kalım mücadelesi verdi. Türk orduları Çanakkale, Filistin, Suriye ve Irak
cephelerinde İngilizlere karşı savaştı. 1917 yılından itibaren Filistin, Suriye
ve Irak cephelerinde geri çekilişe bağlı olarak sayıları yüz binleri bulan Türk
askeri İngilizlere esir düştü.
1918 yılı
sonbaharında savaş Osmanlı Devleti ile ortaklarının aleyhine bir gelişme
gösterdi. Ekim ayıyla birlikte başlatılan girişimlerin sonucunda 30 Ekim
1918’de Mondros Mütarekesi imzalandı. Mütareke görüşmeleri sırasında gündeme gelen
konulardan biri de esirlerin karşılıklı iade edilmesiydi. İngiliz heyeti galip
taraf olmanın üstünlüğünü kullanarak Osmanlı heyetinden itilaf esirlerini en
kısa zamanda iade etmesini isterken, Türk esirlerinin iadesi konusunda
yükümlülük altına girmekten sakındı.
Esirlerin
iadesini içeren 22. Madde, 28 Ekim günü yapılan üçüncü oturumda ele alındı.
Amiral Calthorpe hükümetinin hazırladığı taslakta “Osmanlı üserası İtilaf
kuvvetleri nezdinde muhafaza edilecektir” şeklinde ifade edilen ve iadeye
ilişkin herhangi bir ipucu vermeyen maddeyi okudu. Rauf Bey söz alarak Türk
esirlerinin de İtilaf esirleri gibi iadelerini önerdi. Öneri kabul edilmeyince
40 yaşını geçmiş olanların iadesini teklif etti. Bu da kabul edilmedi. Bunun
üzerine Rauf Bey, esirlerin karşılıklı iadesini içeren Bern Antlaşması’nı ileri
sürerek; “Bu antlaşmayı imzalayanlar arasında İngilizler de vardır.
Mütareke ile bu antlaşma hükümden düşmez” diyerek iade konusunda ısrar
etti. Sonuçta maddeye “Sivil harp esirleriyle asker yaşı dışında
olanların serbest bırakılmaları dikkat nazarına alınacaktır” cümlesi
eklenerek kabul edildi. Bu açıdan bakıldığında Mütarekenin 22. maddesi tek
yanlı bir hüküm görüntüsü vermekteydi.
Bu makalenin
amacı İtilaf esirlerinin tesliminin ardından İngilizler tarafından Mısır’daki
Türk esirlerinin iadesi, Türk makamlarının çalışmaları ve Irak’taki esirlerin
iadesine ilişkin girişimlere Genelkurmay Başkanlığı Arşivi’nden elde edilen
belgeler ışığında açıklık getirmektir. Dolayısıyla makalede üç ana konu
üzerinde durulacaktır:
1-
Mısır’dan dönen esirlere yönelik İzmir ve
İstanbul’da yapılan çalışmalar,
2-
Kör edilen esirlerle ilgili olarak Harbiye
Nezareti’nin çalışmaları ve girişimleri
3-
Irak’taki esirlerin iadesi hususunda
Harbiye Nezareti’nin girişimleri.
I-MISIR’DAN
DÖNEN ESİRLERE YÖNELİK ÇALIŞMALAR
Mondros
Mütarekesi’nin uygulanmasıyla birlikte ilk olarak İtilaf esirlerinin iadesi
için çalışma başlatıldı. Harbiye Nezareti başta olmak üzere ilgili askeri
teşkilatlar kısa süre içerisinde garnizonlardaki esirleri İzmir’e naklederek
İtilaf askeri temsilcilerine teslim ettiler. Hükümetin bütün imkanlarını bu işe
seferber etmesi mütarekeyi uyguladığını göstermek ve aynı zamanda Türk
esirlerinin iadesini gündeme getirebilmek açısından önemli addediliyordu.
Harbiye
Nezareti’nin esirlere yönelik ilk girişimi Romanya cephesinde esir düşen 380
askerin Türkiye getirilmesiydi. Muharebeler sırasında 9’u subay, 371’i er olmak
üzere toplam 380 asker düşmana esir düşmüştü. Harbiye Nezareti, İngilizler
nezdinde girişimde bulunduktan sonra 7 Kasım 1918’de Romanya’nın Köstence
şehrinde bulunan Osmanlı temsilciliğini esirlerin İstanbul’a sevk etmekle
görevlendirdi.
İngilizlerle
yapılan görüşmelerde İtilaf esirlerinin iadesinin Türk esirler için dikkate
alınacak bir husus olduğu ortaya çıkmıştı. Zira 2. Ordu Komutanlığı ile
Suriye’deki İngiliz makamları arasında yapılan görüşmelerde, İngiliz tarafının
ilk safhada yaralı ve hasta esirleri İzmir’e nakletmek kararında olduğu
anlaşıldı. 2. Ordu Komutanı Nihat Paşa da 17 Kasım 1918’de Erkân-ı Harbiye-i
Umumiye Riyaseti’ni bilgilendirerek ordunun terhis edildiği bir dönemde
esirlerin İzmir’e sevkinin ulaşımda çeşitli sorunlar doğuracağına dikkat çekti.
Aynı gün de
İngiliz irtibat subayı Chilton, Harbiye Nezareti’ne sunduğu yazıda; hükümetinin
Türk esirlerinin iadesi için limanın güvenliği ve Mısır’a yakınlığı nedeniyle
İzmir’i uygun bulduğunu belirterek, önlemlerin buna göre alınmasını talep etti.
Belgelerden anlaşıldığı üzere yaralı ve hastaları ihtiva eden ilk esir
kafilesinin Kasım ortalarında İzmir’e ulaştı. 4. Kolordu Askere Alma Heyeti
Başkanı Albay Süleyman Fethi Bey, Harbiye Nezareti’ne gönderdiği telgrafta
Foça’ya çıkarılan Türk esirlerinin İzmir’e nakledilerek her türlü
ihtiyaçlarının karşılandığını bildiriyordu.
1919 yılında
ilk esir kafilesi 2 Ocak’ta Empire adlı vapurla getirildi. Beyrut’tan
geldikleri anlaşılan esirler, 17. Kolordu Komutanlığı tarafından ihtiyaçları
giderildikten sonra 9 Ocak’ta memleketlerine gönderildi.
Mısır’daki yaralı
ve hasta esirlerin İzmir’e peyderpey gönderileceği anlaşılınca Erkân-ı
Harbiye-i Umumiye Riyaseti 17. Kolordu Komutanlığı’na esirlerin iaşe, sağlık,
giyim ve barınma gibi ihtiyaçlarını karşılamak üzere 10.000 liralık ödeneği
İzmir Defterdarlığı’na gönderdi.
Esirlere
yönelik çalışmaların barınma, iaşe ve nakille sınırlı kalmayacağı Sıhhiye Reisi
Muavini İbrahim Tali Bey’in 4. Kolordu Ahz-ı Asker Riyaseti Sertabipliği ile
yaptığı yazışmadan anlaşılmaktadır. 2 Ocak 1919’da Sertabip Hasan Kadri
Bey’e gönderilen telgrafta; meselenin önemi ve ileride belgeye ihtiyaç
duyulacağından hareketle esirlerin sağlık durumunu tespit ettirmek üzere
çeşitli unsurlardan oluşan bir sağlık heyetine muayene ettirmesi ve müşterek
bir rapor hazırlatılmasının devletin menfaati gereği olduğu ifade edildi . İbrahim Tali Bey, 5 Ocak’ta ifadelerde
üzerinde durulması gereken ayrıntıları ise şöyle sıralıyordu:
1-
İzmir’e gelen esirlerin esaretleri
sırasında maruz kaldıkları muamelelerin ayrıntılı şekilde kayıt edilmelidir.
2-
Sağlık personeli de aynı içerikte rapor
hazırlayacaktır.
3-
Mümkün olursa çeşitli unsurlardan oluşan
bir heyet tarafından esirlerin sağlık muayeneleri yaptırılarak tespitler
tutanağa kaydedilecektir.
4-
Esirlerin esaret günlerine ait fotoğraf
vs. hatıra türü belgeler toplanacaktır"1.
Bu talimat
doğrultusunda alınan ilk ifadelerden esirlerin çok zor şartlar altında
yaşadıkları ortaya çıkınca Sıhhiye Şubesi, 19 Ocak 1919’da Erkân-ı Harbiye-i
Umumiye Riyaseti’ne gönderdiği yazıda; Rusya ve Mısır’daki esirlerin her türlü
yardımdan mahrum ve yardım edilmediği takdirde binlercesinin hastalık ve
açlıktan öleceğini, buna meydan vermemek için devletin Kızılay ve Kızılhaç
vasıtasıyla yardım etmesini ve tarafsız bir heyet sayesinde sağlık durumlarının
tespit edilmesini teklif etti". Harbiye Nezareti, 22 Ocak’ta hem Sadaret,
hem de Hariciye Nezareti’ne başvurarak Sıhhiye Şubesi’nin dikkat çektiği
hususlarda İtilaf devletleri nezdinde girişimde bulunulmasını istedi.
İtilaf
irtibat subayı Yarbay Murphy’nin 19 Ocak’ta Erkân-ı Harbiye-i Umumiye
Riyaseti’ne gönderdiği yazı İtilaf devletlerinin hasta esirlere öncelik
vermekte olduğunu gösteriyordu. Yarbay Murphy, sağlık durumları bir hayli
bozulan ve iadeleri zorunlu hale gelen 56 esirin isim listesini vererek İngiliz
heyeti tarafından İstanbul’a getirildikleri takdirde esirlerin memleketlerine
iade edilip edilemeyeceği sordu. 21 Ocak’ta verilen cevapta; esirlerin
İstanbul’a getirilmesi durumunda memnuniyetle kabul edileceği ve Üsera Şubesi
Müdürü Yüzbaşı Müşfik Bey’in de bu işe memur edildiği belirtilerek kafilenin ne
zaman ve hangi vasıtayla getirileceğinin bildirilmesi talep edildi.
Esirlerin
verdikleri ifadeler Mısır’daki durumun oldukça ciddi olduğunu gösteriyordu.
Türkiye’ye getirilmedikleri takdirde on binlerce Mehmetçiğin ölmesi kesindi.
Harbiye Nezareti, İngiliz Karadeniz Orduları Başkomutanı General Milne’nin
İtilaf esirleriyle ilgili 28 Şubat 1919 tarihli tezkeresine verdiği cevapta;
İtilaf devletlerinin Türk esirlerini iade etmemesinden dolayı Osmanlı
devletinin iktisadi ve sosyal sorunlar yaşadığı ve İtilaf devletlerinin de
esirler için önemli miktarda masraf ettiğine dikkat çekilerek iki başlı zararın
ortadan kaldırılması için esirlerin tamamının veya hiç olmazsa terhis edilen
askerlerin emsallerinin iade edilmesi istendi.
10 Mart
1919’da Hariciye Nezareti’ne gönderilen yazıda başvurunun Türk ordusunun
terhisi tamamlamadan bu konuda girişimde bulunulamayacağı gerekçesiyle geri
çevrildiği ifade edilerek, yine de İtilaf yüksek komiserlikleri nezdinde
ısrarlı şekilde girişimde bulunulması istendi.
Harbiye
Nezareti ilerleyen günlerde girişimlerini sürdürdü. 25 Mart 1919’da General
Milne’ye gönderilen bir başka yazıda; bazı gazetelerde Bulgar esirlerinin
ülkelerine iadesine başlandığı ve şimdiye kadar dönenlerin 11.000’i aştığı
yönünde çıkan haberlerin Türk kamuoyunu ve özellikle esir ailelerini fazlasıyla
heyecanlandırdığı, esirlerin de gönderileceği yönündeki beklentileri
kuvvetlendirdiğine dikkat çekilerek, Osmanlı devletinin sosyal yapısı ve kamuoyunun
beklentileri göz önünde bulundurularak esirlerin bir an önce iadesi hususunda
İngiliz Hükümeti nezdinde girişimde bulunulması istendi.
Esirlerin
İstanbul’a Sevki ve Ortaya Çıkan Sorunlar
25 Mart
1919’daki girişimin üzerinden iki hafta geçmişken ilk kafile İzmir’e getirildi.
17. Kolordu Komutanlığı’nın 29 Nisan’da Erkân-ı Harbiye’ye gönderdiği telgrafta
bu tarihe kadar İzmir’e getirilen kafileler hakkında bilgi veriliyordu. Buna
göre;
1-
Türk esirleri İzmir’e Bronbel ve Brohen
adlı iki vapurla nakledilmektedir.
2-
Bugüne kadar üç kafile halinde toplam 197
subay ve 1642 er getirildi.
1. kafile 11 Nisan 1919’da 9 subay ve 156 er ile Brohen vapuruyla,
2. kafile 21 Nisan 1919’da
92 subay ve 500 er ile Bronbel vapuruyla ve
3. kafile 23 Nisan 1919’da 96 subay ve 543 er ile Brohen vapuruyla
nakledildi.
3-
5 Nisan 1919’da 900’ü hasta ve geriye
kalanların bir kısmının esirlerin eş ve çocukları olduğu halde 1.300 esirin
geleceği haber verilmişse de henüz bu nakil gerçekleşmemiştir.
4-
Vapurlarda görevli İngiliz subayları adı
geçen vapurlarla her hafta düzenli olarak esirlerin nakledileceklerini ifade
etmişlerse de bu beyanlar İzmir’deki İngiliz temsilcileri tarafından
doğrulanmamıştır.
Rapordan da
anlaşıldığı üzere mütarekenin üzerinden altı ay geçmiş olmasına rağmen İngilizler
ellerindeki esirlerin ancak yüzde birini göndermişlerdir. Bunların büyük
çoğunluğunun hasta erler olduğu dikkate alınırsa nakil sürecinin daha da
uzayacağına şüphe yoktu.
Esirlere
yönelik çalışmaların İzmir ile sınırlı kalması düşünülemezdi. Çünkü İç Anadolu,
Marmara, Karadeniz ve Trakyalı erlerin memleketlerine gönderilmesi ve
hastaların daha iyi tedavi edilebilmeleri için İstanbul’a sevk edilmeleri
gerekiyordu.
13 Nisan
1919’da 285 kişilik kafilenin İzmir’den yola çıkarılmasıyla İstanbul’da da çalışmalara
hız verildi. Kafilenin karşılanması ve uygun şekilde yerleştirilmelerinden
sorumlu olan İstanbul Muhafızlığı, Deniz Sevkiyat Komisyonu ve Maçka
Hastanesi Başhekimliği ile ortak çalışma başlattı. Buna göre öncelikle
hastanelerin yatak kapasitesi tespit edilerek hangi hastanede ne kadar hasta ve
yaralının yatırılacağı belirlendi. Arkasından sağlıklı olanların Sirkeci Sevk
Komisyonu aracılığıyla Selimiye Seferi Sevk Komisyonu’na yönlendirilmeleri
sağlandı. Son olarak esirlerin şevkleri için Sirkeci Sevk Komisyonu tarafından
arabalar temin edildi. Sevk Komisyonları, hastanelerin doluluk durumlarını her
gün düzenli şekilde kontrol edilerek hasta kabulünde sorun yaşanmamasına
çalışacaklardı.
İstanbul’da
hazırlıklar sürdürülürken, 22 Nisan’da Bandırma yoluyla İstanbul’a 200 asker
sevk edildi. Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Riyaseti Ordu Dairesi, 24 Nisan’da
İstanbul Muhafızlığını durumdan haberdar ederek kafilenin Seferi Sevk
Komisyonu’na teslim edilmesini emretti.
Esirlerle
ilgili çalışmalar içerisinde en önemlisi hiç kuşkusuz esarete ilişkin
bilgilerin eksiksiz toplanmasıydı. Erkân-ı Harbiye, ordu komutanlıklarına
gönderdiği 4 Mart 1919 tarihli genelgede; tutanaklarda bir çok eksiğin
bulunduğunu, resmi belge yerine geçen ifadelerin dikkatli bir şekilde
düzenlenmesini, zaman, mekan, olay ve isimlerin açık suretle yazılmasını
emretti. Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Riyaseti, subayların da ifadelerine
başvurulmasını istedi. Bu sayede günlük hayata ilişkin bilgilerin yanı sıra
garnizonların sayısı, yeri ve buralarda tutulan subayların sayıları ve
isimleri, ayrıca İngilizlerin tutum ve davranışları hakkında daha sağlıklı
bilgiler elde edilmiş olacaktı. Erkân-ı Harbiye 2. Şubesi, Ordu ve kolordu
komutanlıkları tarafından gönderilen tutanakların bir suretini Muamelat-ı
Zatiye Müdüriyeti’ne verecekti. Subaylarla ilişkin alınan bir başka karar da
uygun birliklere tayin edilmeleriydi. İstanbul Muhafızı ve 25. Kolordu Komutanı
Mirliva Said Paşa, subayların tayin ve iskanlarına ilişkin Harbiye Nezareti’ne gönderdiği
7 Mayıs 1919 tarihli yazısında; esaretten çok sayıda subayın dönmekte olduğunu,
bir kısmının uygun birliklere tayin edildiğini, henüz tayin edilmeyen
subayların iskanı için halen mevcut iki misafirhanenin yeterli gelmediğini, bu
nedenle Selimiye kışlasının dışında başka bir yer tahsis edildiğini bildirdi.
Yaralı ve
hasta askerlerin arkasından sayıları 100.000’i bulan diğer esirlerin naklinin
gündeme geleceğini öngören Harbiye Nezareti, zaman, iaşe ve memleketlerine sevk
gibi hususlarda sorun yaşanmaması için kafilelerin İzmir yerine doğrudan
İstanbul’a getirilmelerini daha doğru bulmaktaydı.
6- 11 Haziran 1919 tarihleri arasında İngiliz Karadeniz
Ordusu Başkomutanı General Milne ile yapılan yazışmalarda kafilelerin İzmir’e
oranla daha geniş imkanlara sahip olan İstanbul’a yönlendirilmeleri durumunda
herhangi bir olumsuzluğun yaşanmayacağına dikkat çekildi ve vapurların
İstanbul’a varmalarından 24 saat önce haber verilmesinin yeterli olacağı
vurgulandı. Fakat bu girişimden bir sonuç alınamadı.
İstanbul’daki
çalışmalar sırasında esirlerin bulaşıcı hastalıklar taşıyabilecekleri ön
görülerek Selimiye Kışlası’nda bir “Temizlik Merkezi” meydana getirilmişti.
Eylül ayı başlarında merkezde odun kıtlığı baş gösterdi. İkmal Şubesi 3 Eylülde
yeni bir kafilenin gelişini dikkate alarak Sıhhiye Dairesi’nden temizlik
merkezine odun temin edilmesini talep etti. İkmal Şubesi ertesi gün konuyu 25.
Kolordu Komutanlığı’na ileterek sara hastalığının her tarafta hüküm sürdüğü bir
dönemde odunsuzluk yüzünden askerlerin temizlenemedikleri ve memleketlerine
gönderilemediklerini belirti. Seferi Sevk Komisyonu, 8 Eylülde 3.000 askerin geldiği fakat
temizlenemediğini bildirince İkmal Şubesi, aynı gün Sıhhiye Dairesi’ne
gönderdiği yazıda odun sıkıntısının giderilmemesi durumunda müdahale edileceği
uyarısında bulundu. Seferi Sevk Komisyonu Başkanı Binbaşı Saim Bey, 8 Eylülde
Ordu Dairesi’ne ve 9 Eylülde Sıhhiye Dairesi’ne başvurarak sorunun çözümüne
yardımcı olunmasını istedi. Ordu Dairesi Başkanı Mirliva Ali Hilmi Paşa’nın
girişimi üzerine Sıhhiye Dairesi’nden verilen cevapta; Mubayaa Komisyonu’nun
Levazımat’a bağlı olmasına rağmen Levazımat Dairesi nezdinde girişimde
bulunularak 40.000 kilo odunun satın alınarak merkeze gönderildiğini ve ayrıca
Seferi Sevk Komisyonu’nu uyarılarak bu tür istekler için Levazımat Dairesi’ne
başvurulması gerektiğinin bildirildiği belirtildi. Bu cevap üzerine Ali Hilmi
Paşa, Levazımat Dairesi’ni 15 Eylül’de ikaz ederek merkezin faaliyetlerinde
aksama olmaması için gerekli önlemlerin alınmasını istedi.
Esaretten
dönen askerlerin paraları kamplarda gasp edildiğinden İstanbul’a ulaştıklarında
sefil bir halde bulunuyorlardı. Sevk Komisyonu, elindeki iç çamaşır, çorap ve
kundurayı dağıtmış olduğundan 3. Kısım’dan yeni kafilelere dağıtılmak üzere
yeterli miktarda kundura ve çorap istedi. Fakat istek depolarda malzeme
kalmadığı gerekçesiyle geri çevrildi. Bunun üzerine Sevk Komisyonu, 27
Eylül’de Ordu Dairesi’nden Selanik ve Mısır’dan dönmekte olan askerler için
5.000 çift kundura ve çorap talep etti. Ordu Dairesi üç gün sonra Levazımat
Dairesi’ni talepten haberdar ederek ihtiyaç duyulan malzemelerin bir önce temin
edilmesini istedi.
Terhis edilen
bazı askerlerin memleketlerine biran önce gitmek için esir kafilelerine sızmaya
teşebbüs etmeleri üzerine Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Riyaseti, askeri makamları
uyararak esaretten döndüğünü resmi belgelerle ispat edemeyenlerle durumları
şüpheli bulunanların Anadolu’ya nakledilmemelerini emretti. Erkân-ı Harbiye, bu
tür karışıklıklara son vermek ve Anadolu’ya nakliyatı kolaylaştırmak için
esirlere seyahat belgesi verilmesini kararlaştırdı. 20 Temmuz 1919’da ilk
safhada 10.000 belge bastırılarak Seferi Sevk Komisyonu’na teslim edildi.
Harbiye
Nezareti, 5 Ekim 1919’da ordunun yeniden yapılanması projesi doğrultusunda
esirlerin iki ay (2) ay süreyle izinli sayılmasına karar verdi. Ordu Dairesi,
kararın sadece İngilizlerin gönderdiği esirler için geçerli olduğunu düşünerek
Rusya’dan gelenlerin de bu kapsamda değerlendirilip değerlendirilemeyeceğini
sordu. Verilen cevapta kararın Türkiye’ye dönen bütün esirleri kapsadığı
belirtildi. Harbiye Nazırı Cemal Paşa, 11 Aralık 1919’da yeni bir emir yayınlayarak;
barış antlaşmasının yıl sonuna kadar imzalanacağını, bu nedenle 2 aylık iznin
yıl sonuna kadar uzatıldığını, bu süre içerisinde esirlerin hiçbir birlik ve
teşkilatta istihdam edilemeyeceğini belirterek herhangi bir müdahaleye meydan
verilmemesini istedi. Askeri makamlar sevk sırasında herhangi bir sorunla
karşılaşmamaları için esirlere matbu tezkere belgesi düzenleyecekti. Belgede
askerlik hizmet süresini gösteren haneye ne kadar süre tutsak kaldığı
yazılacaktı. Bu arada İtilaf devletleri ordularına ait elbise, eşya, malzeme ve
teçhizatın askerlerin üzerinde bulundurulmamasına da dikkat edilecekti.
İade
kapsamında gündeme gelen konulardan birisi de esirlerin aileleriyle
görüşmelerine kısıtlı da izin verilmesiydi. İngiliz Yüksek Komiserliği
aracılığıyla Hariciye Nezareti’ne bildirilen kararda; İngiliz postanelerinin
İtilaf devletlerinde bulunan Türk esirler için taahhütlü mektup kabul etmesini
öngörülüyordu. Hariciye Nezareti, 27 Ağustosta Harbiye Nezareti’ni ve
Posta-Telgraf ve Telefon Genel Müdürlüğü’nden ilgililerin bilgilendirilmesini.
17 Eylülde Mütareke Komisyonu’ndaki Türk temsilcisi Yarbay Kemal Bey’in İngiliz
temsilcisinden aldığı bilgiye dayanarak 7. Şube’ye gönderilen yazıda
İngilizlerin elinde bulunan esirlere hem normal, hem de taahhütlü mektuplar
gönderilebileceği ifade edilerek ilgili şubelerin ve kamuoyunun
bilgilendirilmesi emredildi.
Selanik’ten
Gelenler
1919 yılı
sonbaharında Mısır’ın yanı sıra Balkanlar’dan da esirler gelmeye başladı. 7
Ekim 1919’da 1. Kolordu Kurmay Başkanlığından, Merkez Komutanlığı’na gönderilen
emirde Selanik’ten Edirne’ye 155 esirin geleceği, bunlardan sağlığı yerinde
olanların askeri misafirhaneye, hasta ve yaralıların da merkez hastanesine
kabul edilmeleri istendi . Kurmay Başkanlığının talimatıyla
Edirne’de konuşlandırılmış olan birlikler istasyona gelecek esirlerin nakli
için ellerindeki bütün sedye ve arabaları geçici olarak İstasyon Sevk
Memurluğu’na teslim etti41. Esirler 9 Ekim’de Edirne’ye ulaştı ve 1. Kolordu Komutanlığı tarafından
ihtiyaçları karşılanarak memleketlerine gönderildi41’.
İstanbul’dan
Anadolu’ya Sevk
İstanbul’a
getirilen esirlerin memleketlerine deniz ve demiryolları olmak üzere iki
güzergahtan gönderilmesine karar verildi. Demiryoluyla sevkiyat
Anadolu Askeri Demiryolu Komiserliği’nin uhdesine verildi. Demiryollarının İtilaf
kuvvetlerinin denetiminde olması ve istasyonlardaki keyfi uygulamalar tren
seferlerini yavaşlatıyordu. Fakat bunlardan daha önemlisi esirlerin işgal
altındaki bölgelerden geçerken saldırıya uğramalarıydı. Zira 20 Ocak 1920’de
Erkân-ı Harbiye 3. Şubesi tarafından Harbiye Nezareti’ne gönderilen yazıda;
Pozantı’dan daha ileriye giden subayların Fransız ve İngiliz işgali altındaki
bölgeden geçerken gerek işgal kuvvetleri gerekse azınlıklar tarafından hakarete
ve bazen de saldırıya maruz kaldıkları ve bunun önlenmesi için yapılan
girişimlerden sonuç alınamadığı öne sürülerek
subayların ve devletin şerefinin korunması için Halep ve Diyarbakır’a gidecek
olanların Ulukışla’dan itibaren karayoluyla seyahat etmeleri önerildi. Mart ayında 40 kadar askerin
Pozantı ve Gülek civarında Ermeni çeteleri tarafından şehit edilmesi önlemlerin
yetersiz kaldığını gösteriyordu.
Şevkle ilgili
sorun sadece Çukurova’da yaşanmıyordu. Yunan ordusunun İzmir’i işgali Batı
vilayetlerine mensup esirlerin sevkini zorlaştıran bir husus olarak gündeme
geldi. 27 Ocak 1920 tarihli Yenigün gazetesi Akhisar’daki muhabirine dayanarak
verdiği haberde Yunanlıların İzmir’e uğrayan Türk esirlerini tutuklayarak
şevklerini engellediği ve haklarında yeniden esir muamelesi yaptığını iddia
etti'. Bu haber üzerine harekete geçen Harbiye Nezareti, 27 Ocak’ta Dahiliye ve
Hariciye nezaretlerine birer tezkere göndererek; haberin doğruluğu tam
bilinmemekle beraber aylardır suçsuz ve savunmasız halka zulmeden Yunanlıların
esirlere de benzer muameleyi reva görebileceklerine dikkat çekerek bu tür
faaliyetlerin önlenmesini talep etti". Dahiliye Nezareti incelemenin
ardından 3 Mart 1920’de verdiği cevapta; haberin doğru olmadığını, bundan 8 ay
önce İzmir’e gelen 95 erin sevkinin engellendiğini,
fakat girişimleri sonucunda gerek bunların, gerekse sonradan geleceklerin
serbestçe şevkleri hususunda güvence alındığını ve yine o tarihlerde Söke ve
Kuşadalı erlerin Selçuk, Aziziye ve Balatcık
istasyonlarından geri çevrildiklerini, fakat tutuklanmadıklarını belirterek
sonuç itibariyle şu anda Osmanlı esirlerinin düzenli bir şekilde memleketlerine
gönderildiğini bildirdi. Harbiye Nezareti de bu doğrultuda Üsera Şubesi’ni
bilgilendirerek endişe edecek ya da sevkiyatı
durdurmayı gerektirecek bir durum olmadığını ifade etti .
Deniz sevkiyatında
ise Galata’daki İngiliz makamlarından vize almak gerekiyordu. Harbiye Nezareti,
bu hususla ilgili olarak İngiliz İrtibat Subaylığı nezdinde girişimde
bulunularak kendilerine yardımcı olunmasını istedi. İrtibat Subaylığı aşağıdaki
şartlara uyulması durumunda Anadolu’ya sevkiyatın
başlatılmasında bir sakınca görmedi. Buna göre;
1-
Savaş esirlerinin isim cetvelleri
hazırlanarak her kazadaki kişileri ihtiva etmek üzere takım takım Galata’da
Merkez Rıhtım’da bulunan İngiliz “İ.A.P.B.” Şubesine gönderilecekti.
2-
Takımlar mümkün mertebe küçük kafileler
halinde olacaktı.
3-
Şahsi durumlarda itiraz olunacak noktalar
mevcut olmadığı takdirde İngiliz şubesince her takım müştereken vize alacaktı55.
Geçici
Esir Müfettişliği’nin Kurulması
Esirlerin
dönüşünün zaman alması ve hizmetlerde görülen aksaklıkların giderilmesi
amacıyla 12 Mayıs 1920’de Geçici Esir Müfettişliği kuruldu. Sadrazam ve Harbiye
Nazırı Vekili Damat Ferit Paşa tarafından 25. Kolordu Komutanlığı, İstanbul
Muhafızlığı ve Nezaretin ilgili şubelerine tebliğ edilen bildiride
müfettişliğin kuruluş amacı hakkında şu bilgilere yer veriliyordu:
4-
- Üseranın celb ve iskan ve ilbas ve
iaşe ve sevki muamelatıyla iştigal etmek üzere bir muvakkat üsera
müfettişliği teşkil olunacak ve mezkur müfettişliğin üseranın arkası alınıncaya
kadar ifa-i vazife edeceklerdir.
5-
- Müfettişliğin kadrosu
ve talimatnamesi melfuftur.
6-
- Üsera muamelat şubesi
mezkur müfettişliğin birini şubesini teşkil edecektir. Üsera muamelat şubesi
kadrosundaki sevk ve nakliyat memurları kadrosundaki sevk ve nakliyat memurları
kısmı Üçüncü şubeye verileceklerdir. Üsera muamelat şubesi kadrosundaki heyet-i
sıhhiye aynen müfettişlik heyet-i sıhhiyesini teşkil edeceklerdir.
7-
- Selimiye efrad
misafirhanesi Levazımat-ı Umumiye emrinden mezkur müfettişlik emrine verilecek
ve kadrosu aynen baki kalacaktır.
8-
- Kadro noksanı üsera
müfettişi ile muamelat-ı zatiye tarafından intihab ve tayin olunacaktır. Fazla
zabitan muamelat-ı zatiye emrine verilecektir.
9-
- Esir zabitan maşalının
tahakkuk muamelelerini ifa etmek üzre Levazımat-ı Umumiye birinci şubesiyle 25.
Kolordu Levazımat’ta bu işle meşgul memurinden lüzumu miktarı ikinci şubeye
verilecektir"' '.
II- ESİRLERİN KÖR EDİLMESİ
SORUNU
İzmir’e
gönderilen yaralı ve hasta esirler arasında gözlerinden rahatsız ve hatta kör
olanların sayısının fazla oluşu dikkat çekmeye başladı. İzmir’e gelen üç
kafileyi kontrolden geçiren 10 kişilik bir sağlık heyeti tarafından hazırlanan
8 Ocak 1919 tarihli raporda; Mısır’dan dönen kafilelerde Trahom ve Oftalmi Prulent gibi göz hastalıklarının
şiddetli bir hal aldığı, birinci kafilede bir veya iki gözünü kayıp etmiş
olanların sayısının 48, ikinci kafilede 53, üçüncü kafilede ise 59’u bulduğu,
bunun dışında yüzü aşkın hastanın tedavisine başlandığı, eğer tedavi olumlu
sonuçlanmazsa bunların da kör olacağına dikkat çekiliyordu. Sağlık heyeti
askerlerdeki göz hastalıklarının yanı sıra zihinsel ve bedensel rahatsızlarının
nedenleri hususunda esir bulundukları yerlerde iskan, giyim, iaşece pek fena
şartlarda yaşamaları ile gerektiği gibi tedavi edilmemelerinin yattığını ileri
sürmekteydi.
Kör olma
tehlikesiyle karşı karşıya olan askerlerin bir yandan sayısı tespit edilmeye
çalışılırken, diğer yandan da zaman geçirilmeden İzmir Merkez Hastanesi’nde
tedavi edilmelerine başlandı. 13 Mart 1919’da Sıhhiye Şubesi'ne gönderilen
yazıda esirlerin memleketlerine gönderilmeyerek tedavilerine başlandığı,
bunlarla ilgili defterlerin de gönderildiği belirtiliyordu .
Sıhhiye
Şubesi, diğer birimlerden aldığı bilgileri birleştirerek Erkân-ı Harbiye-i
Umumiye Riyaseti’ne gönderdiği 14 Nisan 1919 tarihli yazıda; Mısır’dan dönen
yaralı ve hasta esirlerin garnizonlarda maruz kaldıkları gayri sıhhi şartlardan
ötürü %29-30 oranında Oftalmi ve Trahom göz hastalıkları salgınına maruz
kaldıkları, bunların toplam malul askerler içerisindeki oranın %7 ila 12’ye
ulaştığı belirtilerek Mısırdaki
esirlerin sıhhi durumlarının bir an önce ıslahı lüzumu uluslar arası Sağlık
Heyeti’nin raporuyla da sabit olduğuna dikkat çekti. İngilizlerin elinde
150.000 civarında esir olduğu dikkate alınırsa göz hastalıklarından dolayı
45.000 civarında askerin kör olma riskiyle karşı karşıya kaldığı ortaya çıkmaktaydı.
Sağlıksız
ortamlarda yaşama mücadelesi veren askerler hayatta kalmalarını sağlam bünyeye
sahip olmalarına borçluydular. İngilizler, esirler içerisinde sağlam olanları
en ağır işlerde çalıştırılırken onlara sadece ekmek ve pirinç çorbası
veriyorlardı. 26. Tümen 59. Alay’da askerliğini yaparken Gazze cephesinde esir
düşen Mehmet oğlu Hasan 23 Mart 1919’da verdiği ifadesinde esaret günlerini
anlatırken; Tel-el Kebir garnizonunda iki ay kaldıktan sonra kendisi de dahil
olmak üzere sağlamların seçilip yol yapmak ve kanaldan gelen vapurlara erzak
yüklemek ve sırtlarında kum taşımak suretiyle çalıştırıldıklarını,
hastalandığı güne kadar günlük 500 gram ekmek ve akşamdan akşama cüzi miktarda
pirinç çorbası veya lapa verildiğini belirtmekteydi .
Türk makamları
arasında körlük vakalarının normal kabul edilemeyeceğine dair ilk ifade 5 Mayıs
1919’da Sıhhiye Dairesi’ne gönderilen yazıda kendini göstermiştir. Dördüncü kafile olarak İzmir’e
getirilen 3 subay ve 582 er arasında 313’ünün kör olduğu belirtilerek sayının
fazlalığına dikkat çekiliyordu. Buna rağmen yazıda
herhangi bir inceleme yada girişim başlatılmasına ilişkin bir isteğe yer
verilmemesi sorunun boyutları hakkında henüz bir endişenin mevcut olmadığını
gösteriyordu. Fakat Nezarete ulaşan esir ifadeleri olayın arkasında bir kasıt
ve ihmalin söz konusu olduğunu bütün çıplaklığıyla ortaya koyuyordu. Eskişehir
Askerlik Şubesi Başkan vekili Yarbay İbrahim Bey, Sincanlı Askerlik şubesine
bağlı 1312 (1896) doğumlu Osman oğlu Hüseyin’in ifadesine dayanarak gönderdiği
telgrafta Türk askerlerinin kör edilmesinin insanlık değerleriyle
bağdaşmadığına dikkat çekerek olayı şiddetle protesto ediyordu: "İngiliz
ordusuna esir düşüp bilahare avdet eden Sincanlı Şubesi efradın ifadesine
nazaran olbabdaki emir-i alilerine binaen şubesinden gönderilen merkumun
ifadesi müteala olundukta hakikaten 20. asır medeniyeti ile gayri kabil-i telif
olan hal kemal-i teessür ve teessüfle görüldü. Acaba şu ifade icab ettiği
makama gönderildik de makam sahibi olmakta o millete mensup tabiiyetten dolayı
kızaracak mıdır? Yoksa galibiyetin verdiği neşe ile dudak mı bükecektir, omuz
mu silkecektir? Avrupa efkâr-ı hissiyatında vahşi denilen Türklerin acaba hangi
bir ferdi bu gibi ihanet ve cinayatı irtikab etmiştir. Düvel-i mutelifeye ait
hangi bir esir vatana bu surette dönmüştür.. ,”.
Osman oğlu
Hüseyin’in dört kişilik heyet karşısında verdiği ifadesi esirlerin sistemli bir
şekilde kör edildiğini gözler önüne seriyordu:
Efendim
esir düştüğüm zaman gözlerim sağlam idi. İskenderiye civarında Tel-el Kebir’de
5 numrolu tele koydular. Biz 300 kişi idik. Bir gün bizi havuz banyosuna
soktular. Meğer havuzun içerisine bir takım ilaçlar koymuşlar. Havuzdan
çıktıktan sonra gözlerimiz şişti, bozuldu. Sonra 7 numrolu hastahaneye
yatırdılar. Bizimle esir düşmüş İslam doktorları orada esir bulunuyordu. Onlardan
bizim gözlerimizin neden böyle olduğunu sual ettiğimizde yıkandığınız havuza
asit-i fenik gibi bazı şeyler koymuşlar ve civarımızda bulunan diğer 13.000
kişinin de bizim gibi gözlerinin bozulduğunu gördük ve anladık. Mezkur 7 numrolu
hastahanede 5 gün kaldık sonra İngiliz doktorları bizi ameliyat yapacağız
diyerek bayıltarak gözlerimizin bebeklerini çıkartarak bu veçhile bizi gözden
halel bıraktılar... ”M.
Beypazarı’nın
Gençali köyünden Ömer oğlu Abdullah adındaki esir ifadesinde hastalığının yanı
sıra kampların durumu ve günlük hayat hakkında önemli bilgiler veriyordu.
Esareti boyunca Tel-el Kebir kampında kalan Abdullah, yevmiye 150 dirhem tayin
ve erzakla karavana yaptıklarını belirttikten sonra hastalığı hakkında şu
bilgileri veriyordu: ”... Esarette iken kendiliğinden gözlerim ağırmağa
başladı. Hastahaneye düştüm. Yalnız ben değil bir çok arkadaşım da hu suretle
hastalandılar... Gözlerime ilaç sürüp, yıkamak suretiyle tedavimize teşebbüs
edildi. Beni ve benden başka hastahanede bulunan arkadaşlarımı bizzat bizim
Türk ve Osmanlı doktorları tedaviye çalıştı. En ziyade tedavimize itina eden
Osmanlı doktoru Binbaşı İbrahim Hakkı Bey olup, kendisi esaretten avdette
arkadaşlarıma ve bana ellişer guruş para verdi... Göz hastahanesi 6-7 çadırdan
ibaret olup bunlara da Osmanlı doktoru olup rütbesini iyice bilemediğim Mustafa
Bey ile evvelce ismini arz ettiğim fırkamız sertabibi Binbaşı İbrahim Hakkı Bey
bakıyordu.
Muayene ve
kontrolde İngiliz doktorları bulunmakta, ilaç filan vermek suretiyle tedaviye
bizzat el sürmezlerdi. Ameliyat vasıtasıyla gözleri çıkarmak icap edenler için
İngiliz doktorlarının emriyle bizim doktorlar hastalardan icap edenin gözünü
çıkarırlardı. Ameliyata İngiliz, doktorları el sürmezdi.. ,”.
Bursa Askerlik Şubesi Başkanı
Mehmet Bey, 2 Ağustos 1919’da Bandırma’da 7. Tümen Askerlik Şubesi
Başkanlığı’na gönderdiği telgrafta esirlerin ifadelerinden yola çıkarak Ermeni
doktorların esirlerin kör edilmelerinde önemli rol oynadıklarını iddia
etmekteydi. Mehmet
Bey, esirlerin tamamının yetersiz beslendiği ve büyük kısmının ağır işlerde
çalıştırıldığına değindikten sonra göz hastalıklarına maruz kalan binlerce
askerin hastanelerde Ermeni doktorlar tarafından birer bahaneyle gözlerinin
çıkarıldığını öne sürdü. Bundan önceki yazışmalarda birçok esirin ihmalkârlık
nedeniyle kör olduğu açıkça dile getirilirken ilk kez bu telgrafta Ermeni
doktorların rolüne değinilerek onlara yönelik suçlama yapılmış oldu.
24. Tümen
Komutanlığı 58. Alay Komutanlığı’na gönderdiği ve Gazze Muharebelerinde esir
düşen subaylardan Mülazim-i Evvel Halid Efendi’nin ifadesinin alınmasını
isteyen telgrafta ifadelerin günü geldiğinde İtilaf devletlerine karşı
kullanılacağını vurgulaması sorunun boyutlarının her geçen gün genişlediğini
gösteriyordu. Görünen o ki, ifadeler askerlerin esaret günlerini aydınlatmanın
dışında, galip devletlerin uluslar arası savaş ve esir hukukuna uyup
uymadıklarını ortaya çıkarmaya da hizmet edecekti. Sonuçta ister galip, ister
mağlup taraf olsun devletler ellerindeki esirlere uluslar arası hukukun ön
gördüğü şekilde davranmak durumundaydılar. Bu açıdan bakıldığında İngiliz
hükümeti üzerine düşen yükümlülükleri yerine getirmekten uzaktı. Üstelik
Türk-Ermeni ilişkilerinde yaşanan sorunları görmezlikten gelerek Ermeni kökenli
doktorları Türk esir kamplarında görevlendirmeleri iyi niyetle açıklanamazdı.
20. Kolordu
Sevk Komisyonu Başkanı Yüzbaşı Osman Bey’in Kolordu Kurmay Başkanlığı’na üç
esire ilişkin gönderdiği yazı Tel-el Kebir garnizonundaki Ermeni tercüman ve
doktorların sistemli şekilde Türk düşmanlığı yaptıklarını bir kez daha ortaya
koyuyordu. Osman Bey yazısında; sağlam yapılı esirlerden savaş sonrası
vatanın bir daha istifade edememesi için kasten kör edildiklerini, Tel-el Kebir
garnizonunda Ermeni tercüman ve doktorların görev yaptıkları göz önünde
bulundurulduğunda bu duruma şaşırılmamasını, Mısır’da göz hastalığı öteden beri
mevcut olup bunun etkisiyle gözlerinden mahrum oldukları iddia edilirse orada
bir süre kalan esirlerin yanı sıra yıllardan beri orada yaşamakta olan bütün
halkın gözlerini kaybetmeleri gerektiğini belirterek esirlerin kör
edilmelerinde kesinlikle bir kasıt olduğunu ifade etti.
Kalecikli
Mustafa oğlu Hasan’ın 10 Ağustos 1919’da verdiği ifade kötü muamelenin her kamp
ve hastane için geçerli olmadığını gösteriyordu. Hasan ifadesinde; Halep’in
tahliyesi sırasında gözlerinin ağrımasından dolayı hastaneye yattığını,
İngilizlerin şehri işgal etmelerinden sonra ilgisizlik yüzünden rahatsızlığının
arttığını, ara sıra bir Ermeni doktorun muayene ettiğini ve hastanede görevli
Ermeni kızlar vasıtasıyla tedaviye çalıştığını, bu aşamada gözlerinin
gördüğünü, fakat bir gün Ermeni kızlarından birinin güya yanlışlıkla
tentürdiyot sürerek kör olmasına yol açtığını, Şerif Hüseyin kuvvetlerinin
şehre girmesinden sonra kendilerine iyi bakıldığını söylemekteydi.
Boyabatlı
Arif oğlu Mehmet Ali ifadesinde, Kandıra hastanesinde kendisi de dahil olmak
üzere bütün hastaların İngiliz doktorlar tarafindan muayene edildiğini, fakat
tedavilerinin Arap asıllı sıhhiye erlerince yapıldığını, Tel-el Kebir’e
nakledildikten sonra esir Türk doktorlarından Yüzbaşı Mustafa ve Yüzbaşı
İbrahim Beylerin İngiliz doktorlarıyla beraber tedavileriyle ilgilendiklerini,
günde üç dört defa çeşitli renklerde (Mor, Yeşil, Sarı) üç-dört çeşit ilaç sürüldüğünü
belirti. Mehmet Ali ifadesinin devamında sevk edildikleri güne kadar dışarıya
çıkmalarına asla izin verilmediğini, kampa getirildiklerinde İngiliz
yetkililerin paralarını senet karşılığı aldıklarını, fakat Türkiye’ye dönerken
iade etmediklerini, parayı almak için birkaç defa girişimde bulunduklarını ama
sonuç alamadıklarını ifade etti.
İskilipli
Mustafa oğlu Ali Çavuş ise ifadesinde; esir düştüğü andan Kandıra’ya
getirildiği ana kadar gözlerinde herhangi sorun olmadığını, fakat sevk
esnasında çok zahmet çektiklerini ve Kandıra’ya ulaştıktan sonra hastaneye
yatırıldığını anlattıktan sonra tedavisiyle ilgili verdiği bilgilerde ilaçların
işe yaramamasına rağmen İngiliz doktorlarca inatla kullanılmaya devam
edildiğini belirterek, Türk doktorları Mustafa ve İbrahim Beylere
başvurduklarını, doktorların da “Biz de sizin gibi esiriz verdikleri ilaç
bııdur” demek suretiyle şikayetlerinin sonuçsuz kaldığını iddia
etmekteydi. Ali Çavuş tedavileri boyunca yetirsiz beslendiklerini “ Sabah ve
akşam şekersiz çay ve öğleden öğleye olmak üzere yirmi dört saatte bir mercimek
ve bakla verirlerdi” sözleriyle ortaya koyuyordu.
Boyabatlı Ali
oğlu Fehmi ise ifadesinde Tel-el Kebir kampında tutulan kör esirlerin sayısına
ışık tutacak bilgiler veriyordu. Ali Çavuş bir çadırda 60 ila 74 esir
bulunduğunu ileri sürerken, Fehmi 12 çadırın körlere tahsis edildiğini ve her
çadırda 100 erin kaldığını ifade etmekteydi . Bu bilgi esas
alındığında kampta 1200 civarında kör erin bulunduğu ortaya çıkmaktadır.
Er Fehmi’nin
iadesini diğerlerinden daha önemli hale getiren bir başka husus daha vardı. O
da bazı İngiliz doktorlarının mesleki ahlaktan yoksun davranışlar içerisinde
olduklarıydı. Bir İngiliz doktorunun davranışı hakkında Fehmi ifadesinde şöyle
diyordu: “İngiliz binbaşısı gelirdi, gece gözleri görür var mıdır, gözleri
görüpte artık kaçacak kaldı mı içinizde diye sorardı. Demek ki hep bunlar
mahsus bizi kör ettiler. İngiliz, zabiti gözümüze iyice bakar hemen
ameliyathaneye yazar. Ameliyathaneye gönderildiğinde gözünün dermanını
sileceğim diye kaşık gibi bir aletle onu gözüne taktığı gibi gözleri çıkarırdı.
Bunlar benim gözlerim kör olmazdan evvel arkadaşlara yaptıklarını görmüştüm”11'.
20. Kolordu
Komutanlığı, 3 Ağustos 1919’da 2. Ordu Müfettişliği’ne yaptığı başvuruda asker
olmaktan başka kabahatleri olmayan bu zavallıların hukukunun korunması için
girişimde bulunulmasını talep etti. 2. Ordu Müfettişliği de 9 Ağustos’ta
gereğinin yapılması talebiyle ifadeleri Harbiye Nezareti’ne gönderdi.
Bu
ifadeler Ermeni tercüman ve doktorların yanı sıra İngiliz doktorlarının da
müşterek hareket ederek Türk esirlerine zulmettiklerini hiçbir şüpheye yer
bırakmaksızın ortaya çıkıyordu. Bu duruma tepkisiz kalmayan Harbiye Nezareti
dosyayı 23 Ağustos 1919’da İngiliz irtibat subayı Binbaşı Millence’ye
ulaştırdı. Nezaret, esirlerin esaret esnasında gözlerini kaybetmelerinde Ermeni
doktor ve hemşirelerinin rolüne dikkat çektiği yazısında henüz teslim edilmeyen
ama erlerin tedavilerine daha fazla özen gösterilmesini talep etti. Üslubunun
yumuşaklığına rağmen yazı esirlerin kör edilmesinin iki devlet arasında önemli
bir sorun haline dönüştüğünün işaretlerini veriyordu. Nezaretin elinde
esirlerin kasten veya ihmal yüzünden kör edildiğine dair çok sayıda ifade
bulunmasına rağmen sorunun bu şekilde dile getirilmesi Damat Ferit Hükümeti’nin
dış politikada İngiltere ile yakın ilişkiler kurmak istemesinden
kaynaklanmaktaydı. Bunun yanı sıra içte Kuva-yı Milliye ile siyasi mücadeleye
girişmesi bu konuya ilgisiz kalmasına da yol açmıştır.
İfadelerine
başvurulan subaylardan biri de Üsteğmen Vanlı Hasan oğlu Şevket Bey idi.
Şevket Bey, 2 Ağustos 1919 tarihli ifadesinde esir garnizonuna götürülürken
İngilizlerin acımasızca davrandıklarını ayrıntıları bir şekilde anlatmaktaydı:
İngilizler esir kafilesine ancak dördüncü gün sonra ekmek ve pestil dağıttıkları. Bir konak yerinden diğerine ulaşıncaya kadar su yüzü
göstermediği için bir çok asker baygınlık geçirdi. Yolda subaylar dahil bütün
esirler dipçik ve dayağa maruz kaldıkları gibi, herhangi bir asker hastalanıp
yürüyemeyecek hale geldiğinde o kişi dipçik darbeleriyle öldürülüyordu.
Karantina süresi içerisinde esirler şekersiz çay, soğan, şalgam ve 400 gram
ekmekle karınlarını doyurmak zorunda kaldılar. Mısır’a ulaştıklarında kum
deryaları üzerinde kurulmuş ve sağlıksız çadırlarda kaldıklarını ifade eden
Şevket Bey, 600 kuruş maaştan 300 kuruşun iaşeye, 15 kuruşun doktora kesilerek
285 kuruşun kendilerine verildiğini, küçük bir hata yapmaları durumunda maaşın
kesilerek bir ay boyunca açlığa ve susuzluğa mahkum edildiğini, ayrıca
temizliğe özen gösterilmemesi yüzünden her gün bir arkadaşının çeşitli
hastalıklara yakalandığını dile getirdi .
Şeydi Beşir
garnizonunda kalan İzmirli Yüzbaşı Seyfettin Bey ise iaşe sorununun çözümüne ilişkin
bilgiler veriyordu. İngiliz makamları iaşe teminini kendileri üstlenmeyip bu
işi kişi başına 300 kuruş karşılığında "Lorans” adlı bir işadamına ihale
etmişlerdi. Garnizon dışına çıkmak yasaklandığından erzak, giyim vs.
ihtiyaçların temininde müteahhidin keyif ve arzusuna tabi kalıyorlardı.
Müteahhidin keyfi uygulamaları pek çok şikayete neden olmuşsa da bunlardan bir
sonuç alınamamıştır'7.
22. Tümen
128. Alay 2. Taburunda görev yapan Hesap Memuru Muavini Mehmet Nuri Efendi
ifadesinde benzer sıkıntılara dikkat çekerek, Mısır gazetelerinde erzak
fiyatları düzenli olarak yayınlandığı halde Lorans’ın erzakları fahiş fiyatla
sattığını, İngilizlerin de değerli eşyaları gasp ettiklerini, esirlerin
paralarını makbuz karşılığında aldıklarını, dönüş sırasında 87 kuruş üzerinden
Mısır parası verdiklerini belirtmekteydi .
III- IRAK
TAKİ ESİRLERİN İADESİ
Mısır ve
Selanik’ten Türk esirleri dönmeye devam ederken, İngilizler Irak’taki esirlerin
naklini 1919 yılı eylül ayı sonlarında gündeme getirdiler. İngiliz Karadeniz
Orduları Başkomutanı General Milne, 29 Eylülde Harbiye Nezareti’ne gönderdiği
tezkerede konu hakkındaki planı açıkladı:
"20.000
Türk üsera-ı harbiyesinin Elcezire’den memleketlerine iade edilmek üzre
bulunduklarını arz etmekle kesbi şeref eylerim. Mensup oldukları vilayetlere
nazaran gurup gurup avdet etmeleri ve iki sınıfa taksim olunmalarını teklif
ederim.
"A)
Van, Bitlis, Diyarbakır, Elaziz’e ait olanlar,
"B)
Mütebaki Türkiye’ye ait olanlar
“A sınıfına
ithal edilmiş olanların Cizre, B sınıfına ait olanların da Dersaadet’te teslim
olunmaları için tertibat-ı mukteziyede bulunup bulunulmayacağının iş'arını rica
ederim"1'1.
General
Milne’nin teklifi Harbiye Nezareti tarafından memnunlukla karşılandı. 4 Ekim’de
verilen cevapta; sevkiyatın iki bölgeye bölünmek istenmesi olumlu karşılandığı ve
Cizre’de teslim edilecek esirlerin karşılanması için 13. KOK Albay Cevdet Bey’e
gereken emirlerin verildiği, İstanbul’a gönderileceklerin deniz yada
demiryoluyla mı gönderileceğinin bildirilmesi istendi. Bu hususla ilgili olarak
İngiliz karargahı tarafından verilen 16 Ekim tarihli cevapta Batı vilayetlerine
mensup askerlerin deniz yoluyla gönderilecekleri bildirildi .
Aslında deniz yolunun tercih edilmesi nezaretin ve diğer askeri teşkilatların
yükünü artıracaktı. Demiryolu seçeneği değerlendirilseydi esirlerin ihtiyaçları
13. KOK tarafından karşılandıktan sonra peyderpey vilayetlere sevk edilecek ve
başka bir hazırlığa ihtiyaç duyulmayacaktı. Fakat İstanbul’a getirildiklerinde
yeni kışlalar ve misafirhaneler bulunmak durumunda kalınacaktı.
Harbiye
Nazırı Cemal Paşa, 5 Ekim’de 13. KOK ve 8 Ekim’de de 25. KOK ile Erkân-ı
Harbiye-i Umumiye Riyaseti şubelerini ilgilendiren iki emir yayınladı. 5 Ekimde
6 madde halinde yayınlanan emirde aşağıdaki hususlara yer veriliyordu:
“1- İngilizlerin taht-ı esaretinde bulunan
efradımızdan 20 bin nefer iade olunacak ve bunlardan Van, Bitlis, Diyarbakır,
Elaziz vilayetleri halkından olanlar Cizre'de bize teslim edilecektir.
"2- Üseranın Cizre'de teslimine ve
memleketlerine sevkine veyahut senelerine nazaran muamele ifasına 13. Kolordu
Kumandanlığı memurdur. Bunun için kolordu mücavir İngiliz kumandanıyla derhal
tesis-i irtibat etmelidir.
"3- Senelerden beri vatanlarından cüda kalan
efradımızın esna-ı avdette de ziyana uğramamalarını 13. Kolordu Kumandanlığı en
dakik teferruata kadar ittihaz-ı tertibat etmekle temin edebilir.
"4- Harbiye Nezareti'nin Ordu, Sıhhiye,
Levazımat-ı Umumiye daireleriyle Üsera Muamelat Şubesi kolordu ile icabında
resen muhabere ederek teferruata ait noksanları ve muamelatı ikmal
etmelidirler.
“5- Kolordu bu üsera için cemiyet-i mülkiyettin
her türlü vesaitinden istifade etmelidir.
“6- Teslim olunan kafilelerden ne miktarının
memleketlerine sevk olunduğu, ne kadarının kıtaata ithal olunduğu tarih
zikredilerek ve tafsilaten Kolordu tarafından Erkân-ı Harbiye-i Umûmiye'ye
bildirilecektir"
25.
KOK ile Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Riyaseti
şubelerinin ortak çalışmasını öngören 8 Ekim tarihli emirde ise şu hususlara
değiniliyordu:
‘Elcezire'den 20 bin neferimiz iade olunacağı
İngiliz Karargâh-ı ümûmiliği’nden bildirilmiştir. Bu efrattan Anadolu
vilayetleri halkı Dersaadet’te teslim olunacağından gelecek evlad-ı vatanın
hiçbir tehir ve sefalete maruz kalmaması için hususat-ı atiye tebliğ olunur:
“ 1 -Üseranın istikbal, iskan, iaşe ve
memleketlerine sevk veya senelerine göre kıtaata izamları hususu ahiren teşkil
ve tevsii 24/9/335 tarih ve Ordu şubesi 9/378 numro ile emir olunduğu veçhile
Üsera Muamelat Şubesi’nce yapılacaktır.
"2- Her türlü malzeme tedariki hususunda
şube-i mezkûrenin müracaatı alakadar devair istizana mahal verilmeksizin derhal
ifa edilecektir.
“3- Üsera şubesi vürud edecek üsera meyalımdaki
zabitanı yedlerine vesika ita ederek muamelat-ı zatiye dairesine gönderecek ve
efrad hakkında da ordu dairesinde alacağı talimata nazaran ifa-ı muamele
edecektir. Üsera arasında sivil veya memurin-i mülkiyeden olanlar devair-i
mutelifesine müracaat etmek üzere serbest bırakılacaktır.
"4- Üsera Muamelat Şubesi Müdüriyeti'ne 14.
Fırka kumandan-ı sabıkı Miralay Sami Sabit Bey tayin edilmiştir. Mumaileyhe
vazifesini muamelat-! zatiye dairesi sürat-ı mümküne ile tebliği edecektir.
“5- Şube Müdürü Sami Bey’in derhal işe başlaması
ve şimdiden ihzarata başlaması lazımdır” .
Harbiye
Nezareti, 9 Ekim’de Sadareti gelişmeler hakkında bilgilendirerek bütün
kurumların üzerine düşen görevleri aksatmadan yerine getirmesinin önemli
olduğunu vurguladı. Bahriye Nezareti’ne gönderilen yazıda ise Mütareke
komisyonunda meydana gelen görüşmeler hakkında bilgi verildikten sonra
esirlerin nakli için vapur tahsisinin bir an önce çözüme kavuşturulması istendi.
Bilindiği
gibi Harbiye Nezareti, temsilcisi aracılığıyla esirlerin iadesini fırsat
buldukça Mütareke Komisyonu’nun gündemine getiriyordu. 6 Ekim’de toplanan
komisyonda Türk temsilcisi Yarbay Kemal Bey konuyu yeniden gündeme getirdi. 7
Ekim’de Harbiye Nezareti’ne ulaştırdığı raporunda görüşme hakkında şu bilgileri
vermekteydi:
"Üsera-ı Osmaniye'nin iadesi hakkında zaten
öteden beri İngilizler nezdinde olan teşebbüsat derece-i kafiyede iyi bir akis bulduğu gibi üseramızın Mısır'da bulunması kendileri için dahi bir
mani olduğuna dair nazar-ı dikkatleri celb edilerek bugün dahi mevzu-ı bahs
olmuş ve tekalif-i dostaneye mukabil İngiliz, murahhası "zaten hastakân
getirilmekte idi. Fakat Msır ve Hindistan’daki Üseranın miktarı ise yüz bini
mütecaviz, olduğundan defaten değil peyderpey nakil onulabilir" diye cevap
verdi. Buna mukabil Akdeniz. Gülcemal, Reşit Paşa vapurlarının Alman, Rus
üserası değil Türk üserası nakline terki teklif olundu. Mumaileyh Berlin'deki
Osmanlı sefarethanesinin müttefikeyn ile akdettiği mukavele mucibince vapurlar
Rus. Alman üserası nakline tahsis olunmuştur cevabı alındı. Berlin’deki
Sefarethane mülga olduğundan sefarethane-i mezkûrenin mukaveleleri esasen
mefsuhtur. Hükümet-i Seniye bunu kabul etmez, denildiğinde şimdiye kadar bu
babda bir müracaat edilmedi. Edilirse tabii matlub hasıl olur, cevabı
alınmıştır. Binaenaleyh üsera-ı Osmaniye'nin avdetleri için 18/9/35 tarihinde
takdim ettiği arizada dahi tefsil ettiğim veçhile vapurlarımıza Bahriye
Nezareti Çelilesi tarafından tesâhüb edilmiyor ve üseramızın iadesi için bütün
kuvvetimiz sarf ve istimal edilmiyor...”
Rapordan
anlaşıldığı üzere vapur tedariki mevcut sorunlar içerisinde mukayese kabul
etmez bir önceliğe sahipti. Fakat yeterli vapurun olmaması ve mevcutların ise
yabancı esirlerin nakline tahsis edilmesi Türk esirlerinin naklini İngiliz
makamlarının insafına bırakılmasına neden oluyordu.
Üsera Şubesi,
Irak’taki esirlerin iadesine ilişkin İngilizlerle bu yazışmalar sürerken
kendisinin bilgilendirilmemesine tepki gösterdi. Bunun üzerine Erkân-ı
Harbiye-i Umumiye Riyaseti 2. Şubesi 26 Ekim’de şubeyi bilgilendirerek
hazırlıkların buna göre yapılmasını talep etti87. 2. Şube 28 Ekim’de
de 13. Kolordu Komutanlığı’na gönderdiği yazıda; Cizre’de teslim edilecek
esirlerin köylerine kadar muhafız eşliğinde nakilleri ve herkesten yardım
görmelerinin sağlanmasını istedi88. Bu arada Batı Anadolu ve
Trakya’daki kolordular ve askerlik Şubeleri de uyarılarak esirlerin kabul ve
nakillerinde herhangi bir sorun yaşanmaması emredildi .
Türk
tarafında bu hazırlıklar sürerken. General Milne’nin mektubunun üzerinden 40
gün geçmiş olmasına rağmen İngiliz tarafında herhangi bir hareket görülmüyordu.
Bunun üzerine Harbiye Nezareti, 4 Kasım’da İngiliz Karadeniz Ordusu
Başkomutanlığına yaptığı başvuruda, kışın yaklaşmasını, menzil teşkilatlarının
yetersizliğini ve iç bölgelere nakillerde sıkıntılar çıkabileceğini öne sürerek
sevkiyatın Cizre yerine Musul’la demiryolu bağlantısı
bulunmasından dolayı Nusaybin’e yapılmasını teklif etti. 6 Kasım’da da 13.
Kolordu Komutanlığı’na gönderdiği telgrafta İngilizlerin çalışmaları hakkında
bilgi istendi. 13. Kolordu Komutanı Cevdet Bey, 9. Kasım’da verdiği cevapta hazırlıklar ve nakil hakkındaki
görüş ve kuşkularını dile getirdi:
“Gönderilecek üseranın Musul’a bile gelmedikleri
Cizre'den Zaho'ya gönderilen zabitanımıztn tahkikatından anlaşılmıştır.
Musul'un tahliyesi havadisleri kuvvetle deveran ettiğine göre iiseranın kamilen
bu tarikle iade olunacaklarına ihtimal verilmemektedir. Bundan başka kış
tekarrub ediyor. İaşe ve iskan ve nakliyat hususlarında oldukça müşkülat zuhur
edecektir. Geçen sene 6. Orduca terhis olunan 16 bin neferin nakliyatı 6 aydan
fazla sürmüştü. Bilhassa Telabriz'den itibaren hattı Fransızlar teslim
etmişlerdir. Daha ziyade müşkülat çıkarmaları melhuzdur. Kumpanya tesviyede
para kabul ediyor. Nusaybin'den Konya'ya kadar bir neferin ücret-i nakliyesi
490 kuruştur. Gelecek üseranın Kolorduca iaşeleri mümkündür. Nakliyat için para
yoktur. Nakliyat uzarsa kışın iskan müşkül olur. Hastalık zuhur eder. Musul ile
Nusaybin arasında menzil hattı ve su yoktur. 20 bin üseranın Cizre üzerinden sevki de
müşküldür. Kolorduca Cizre’ye gelecek üserayı kabul etmek üzere bir komisyon
gönderilmiştir. 20 bin esirin de bu tarikle geleceğine göre bu komisyonu
takviye etmek Nusaybin’de yeniden bir komisyon yapmak, Cizre ve Nusaybin’e
mubayaa suretle iaşe getirmek icap edecektir. Bunun için üseranın vapurla nakilleri
için teşebbüsatta bulunulması ve bu mümkün olamayacağı takdirde esas tertibat
ittihaz edebilmekliğimiz için iade olunacak bu 20 bin esir ne vakit ve hangi
tarikle iade olunacaklarının ve nerede bize teslim edileceklerinin serian ve
tafsilaten işarına müsaade buyurulması maruzdur”’.
Görülüyor ki,
Irak’ta değişen siyasi ve askeri şartlar esirlerin iadesini zorlaştırmaktaydı. Sevkiyat
hattının henüz netleştirilmemesi, kış mevsiminin yaklaşması, para sıkıntısı ve
menzil teşkilatının yetersizliği gibi konular Nezaretin çözüme kavuşturması
gereken sorunlar olarak ortada duruyordu. Harbiye Nezareti, Cevdet Bey’in
raporu doğrultusunda İngiliz Karadeniz Orduları Başkomutanlığına başvurdu,
fakat 16 Kasım tarihi itibariyle bir cevap alamadı. Nezaret, Nusaybin ile ilgili
teklifinin kabul edilebileceğinden hareketle 13. Kolordu Komutanlığı’ndan bu
ihtimali göz ardı etmeden hazırlıklarını tamamlamasını istedi . Bu
arada esirlerin iç vilayetlere sevkinde önemli
bir konumda olan 12. Kolordu Komutanlığı’na da hazırlıklarını kısa sürede
tamamlaması emredildi.
Harbiye
nezareti 16 Kasım’da yeni bir girişimde bulunarak “20.000 esirin icap eden
teslim ve iaşe tertibatının esaslı yapılabilmesi için istika- met-i şevkleri
hakkında tayin edilen neticenin" bildirilmesini talep etti. İngiliz
irtibat subaylığından 16 Kasım’da verilen cevap güzergah konusunda henüz kesin
bir karar alınmadığını ortaya koyuyordu. İrtibat subayı Dean Millence, Nusaybin
ile ilgili teklifin incelendiğini beyanla İtilaf makamları arasında kesin bir karar
alınması halinde Türk makamlarının bilgilendirileceğini vaat etti.
13. Kolordu
Komutanlığı, Cizre’de teslimin yapılacağından hareketle burada bir Sevk
Komisyonu teşkil etmiş ve bulaşıcı hastalıklarını kontrol altında tutmak için
bir bakterilogu bölgeye göndermişti. Zayıf bir ihtimal de olsa Nusaybin’de
yapılacak teslimatta sorun yaşanmaması için 5. Tümen Komutanlığı’na gereken
talimat verilmişti. Miralay Cevdet Bey, menzil teşkilatlarının bir çoğunun
Fransız işgal bölgesi içerisinde kaldığına dikkat çektiği telgrafında bu
hususun iç vilayetlere şevklerde sorunlar doğuracağını belirterek Fransız
makamlarının anlayışlı davranmaları için girişimde bulunulmasını istedi. Bu
talep üzerine Harbiye Nezareti, Fransızlarla ilgili olarak İngiliz Karadeniz
Orduları Başkomutanlığı nezdinde girişimde bulundu. 22 Kasımda kolorduya
gönderilen telgrafta konuya ilişkin olarak şu ifadelere yer veriliyordu:
"Irak’tâki üseramızın Nusaybin
veya Cizre tarikiyle memleketlerine iadeleri için evvel emirde Halep ve Adana vilayetlerinde
ahiren Fransızlar tarafından ilga edilmiş olan menzil noktalarının yeniden
tesis ve bu suretle oralardan geçecek üseramızın
iaşesine imkan bahşedilmesi İngiliz Başkomutanlığından rica edilmiş idi.
İngiliz irtibat zabitliğinden alınan 15 Teşrin-i sani tarihli tezkerede rica-ı
vakanın tedkik edilmekte ve Düvel-i İtilafiye makamat-ı askeriyesi arasında bu
mesele üzerine muhabere cereyan etmekte olduğu bildirilmektedir.. ,”.
Harbiye
Nezareti iki gün sonra gönderdiği telgrafta ise Irak’taki İngiliz Ordusu
Başkomutanlığının Türk esirlerini Musul ile Nusaybin arasındaki Yülek
bölgesinde teslim etmeyi teklif ettiği ve adı geçen bölgenin sınır dışında suyu
bulunan en uygun menzil noktası olduğunun iddia edildiğini belirterek bir
yandan cevap verilmesini, diğer yandan da İngilizlerin tekliflerini hayata
geçirmeleri kuvvetle muhtemel gördüğünden bölgeyle ilgili istihbaratta
bulunulmasını emretti.
Bütün
yazışmalar göz önüne alındığında İngiliz makamlarının henüz bir sevk programı
belirlemedikleri anlaşılıyordu. Önce Cizre, arkasından Nusaybin ve şimdi Yülek
adını öne çıkarmaları bunu gösteriyordu. Esasında bu teklifler Irak’taki
İngiliz Orduları Başkomutanlığının şevke dair bir hazırlığının da bulunmadığını
gösteriyordu. Aksi takdirde iki aydır hareketsiz kalınması başka türlü
açıklanamazdı.
Cevdet Bey
değerlendirmelerini içeren 27 Kasım tarihli telgrafında; İngilizlerin teklif
ettikleri bölgenin Nusaybin’den 110, Demirkapı’dan 50, Musul’dan takriben 100
km. uzaklıkta ve Musul-Nusaybin hattı dışında kaldığını, menzil kollarının bu
güne adı geçen bölgede herhangi bir hareketinin olmadığını, haritaların
incelenmesi durumunda civarında iskan ve iaşeyi temin edecek köylerin bile
bulunmadığını, şiddetli yağmurların başladığı bu hat üzerinde araba işletmek
imkânsızlaştığından Cizre’den buraya erzak vs. sevkinin mümkün olmadığını,
erzağın satın alma yoluyla ancak Nusaybin’den tedarik edilebileceğini, fakat
binlerce esir için develer ve mekkareler kullanılmasının ve haberleşmenin temin
edilemeyeceğini, Nusaybin’e kadar 110 km’lik hat üzerinde yeniden menzil teşkil
etmek ve bir çok karakol kurmanın zor olduğuna dikkat çekerek esirlerin
Zaho-Cizre arasında Görgit mevkiinde yada Musul-Nusaybin yolu üzerinde
Demirkapı mevkiinde teslim edilmesini istedi. Cevdet Bey’e göre Demirkapı
civarında köyler olduğundan ve Nusaybin’den erzak sevki de kolay olduğundan iskan ve iaşede sorun yaşanmayacaktı.
Üstelik İngilizler de hurma ve peksimet vererek esirleri Demirkapı’ya kadar
sevk etmekte zorluk çekmeyeceklerdi. Kafilelerin biner kişiden fazla olmamasına
iskan ve iaşenin düzeni açısından önemli olduğuna dikkat çeken Cevdet Bey,
kolordunun İslahiye’ye kadar hizmet vereceğini, bundan sonrasının ise Nezaretçe
temin edilmesi gerektiğini belirtti9*1.
Harbiye
Nezareti de 1 Aralıkta General Milne’ye hitaben gönderdiği yazıda; Cevdet
Bey’in uyarılarını özet halinde sıralayarak esirlerin her şeyden mahrum olan
bir bölge yerine Zaho-Cizre arasında Görgit mevkiinde yada Musul-Nusaybin yolu
üzerinde Demirkapı mevkiinde teslim edilmesini önerdi99.
İngilizler sevkiyata
başlamaları gerekirken, Türk tarafını ilgilendiren küçük sorunları gündeme
getirmeye devam ediyorlardı. İngiliz irtibat subayı Millence, 18 Aralıkta
esirlerin Nusaybin demiryolundan yararlanmalarına bir engel olup olmadığını
öğrenmek isteyince aynı gün Nezaret, esirlerin Demirkapı ve Görgit mevkilerinde
teslimlerinin trenden yararlanmalarına engel olmadığını, ancak trenle sevk
edilirken iaşelerinin temini için Adana ve Katma’da Osmanlı menzil
merkezlerinin yeniden kurulmasına ihtiyaç duyulduğunu ifade ederek adı geçen
demiryolu hattının Fransızlara teslim edildiğini nakliyatın önceden
Fransızlarla ortak tanzim edilebilmesi için iadeye ne zaman başlanacağının
bildirilmesini talep etti100.
Harbiye
Nezareti ile İngiliz makamları arasında bu görüşmeler sürerken 13. Kolordu
Komutanlığı Adana Demiryolu Komisyonu nezdindeki girişiminden olumlu sonuç
aldı. Buna göre; trenler Mardin’den Konya’ya hareket ederken askerler iki günlük iaşelerini
yanlarına alacak, her trene muhafız olarak 1 subay ile 20 silahlı er
bindirilecekti. İlk tren 15 Ocak 1920’de Mardin’den yola çıkacaktı. Teslim
tarihi belli olduğunda kolordunun talebi üzerine tren gönderilecekti. Bölgenin
asayiş durumu dikkate alınarak kolordu tarafından muhafız tahsis edilemeyeceğinden
esirler arasından uygun olanlara Konya’da teşkil edilmek üzere her bir tren
için 20 silahın verilmesine karar verildi.
13. Kolordu
Komutanlığı’nın hazırlıkları son aşamasına getirmesine karşın İngilizlerden
kesin bir bilgi alınamaması Harbiye Nezareti’ni ve kolorduyu sıkıntıya
sokuyordu. Yaklaşık 4 ay süren yazışma ve hazırlıkların ardından General
Milne’nin 26 Şubat 1920’de gönderdiği mektup, esirlerin iadesi hususunda son
aşamaya gelindiğini gösteriyordu. General Milne, Irak Ordusu Başkomutanlığından
aldığı bilgiye dayanarak, İngiliz tarafında hazırlıkların tamamlandığını, her
hafta veya uygun aralıklarla biner kişilik esir kafilelerinin nakledileceğini
Görgit’deki Osmanlı memurlarına teslim edileceğini bildirdi. Harbiye Nazırı
Fevzi Paşa tarafından memnunlukla karşılanan mektuba 1 Martta verilen cevapta
ilk kafilenin hareket tarihine ilişkin alınacak bilginin zaman geçirilmeksizin
kendilerine ulaştırılmasını talep etti. Ayrıca Nezaret 6 Martta 12. ve 13.
Kolordu Komutanlıklarını kafilelerin her an yola çıkarılacağı hususunda
uyararak karşılanmaları ve şevkleri için gereğinin yapılmasını emretti.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar