Ermeniler Hakkında Okunması Gereken Bir Kitap
HİLAL. ALTINDA DÖRT SENE
ve
Buna ait bir cevap
Yazan: Rafael de Nögalis
Çeviren ve tenkit Kaymakam Hakkı
Hilâl altında dört sene ve buna karşı bir cevap Kitabının fihristi
Başlangıç
Hasankale’de Ordu
karargâhında
Erzurum’dan Vangölü’ne
Ermeni isyanı
7.
Fasıl
Halil Bey kuvvei seferiyesi
nezdinde
Ric’at ve Ermeni mezalimi
Hilâl altında dört sene adlı
kitap hakkında mütalea
Ordunun sevk ve idaresine
taallûk eden hususlar
Kürtler ve Ermeniler hakkında
etnoğrafik malûmat Ermeni tehciri ve Ermenilere
reva görülen zulüm ve itisaf Başlangıç
Büyük harbin başlangıcında
müracaat, ettiği Avrupa hükümetlerinin hiç birinden yüz bulamıyarak muhtemelen
o zaman heyeti ıslahiyeyi teşkil eden Almanların delâletiyle Türk Ordusuna gönüllü sıfatıyle girmiş ve
harbin nihayetine kadar Ordumuzda kalmış bulunan Venezuellâlı Rafael de Nögales
adındaki şahıs tarafından yazılıp Berlin’de tabettirilmiş olan «Hilâl altında
dört sene» [Vier Jalıre unter den Halbmond] adlı kitabın Şark darülharekâtma
ait kısmının tercümesiyle uzun mübdet o cephede vaziyeti umumiyeye temini vukuf
ettiren memuriyette bulunmuş olan E. Kay. ı Hakkı Bey’in buna ait cevabını
ihtiva eden bu risale, ecnebilerin ve hele Nögales gibi sevabıkı ve hasep ve
nesebi karışık kimselerin memleketin ve Ordunun en harim köşe ve bucağına ve en
teferruatlı işlerine karıştırılmasının ne büyük mahzurlar doğurcağma gözel ve
yeni bir örnek olmak itibariyle mütaleaya şayandır
4
•
Fasıl
Hasankale’de Ordu karargâhında
Harpten evvel 70 000 kadar
sekenesi [bunun yirmibini Ermeni] olan Harseııe-Rum [ Harzen «er» mm] yahut
Erzııru mşehri daha Kurunuvustada büyük bir rol oynamıştı. Bu şehir, esasen
volkanik olan yüksek bir ovanın Cenup kısmında, Fırat Garbındaki sulak mıntakada
kâindir.
Şehri kuşatan yüksek dağlar
meyanında Kargapazarı ve Palandöken dağlârı meşhurdur; berrak günlerde
Aararatdağı’nın tarihî kayaları dahi görünür; Araratdağı’nın dik zirvesinde devam üzere duran kar, beyaz ziya halinde
parlar. Erzurum’un Şark cephesi Rus hududuna çok uzak değildir. Şehir Ruslara karşı Hasankale boğazına hâkim ve yarım daire
şeklindeki ileri mevzilerle müdafaa ve muhafaza olunur. Kafkas’a giden dört
mühim kervan yolu Hasankale boğazından ayrılır.
Erzurum ve civarının umumî
manzarası çok hazin ve fenadır, o derecede ki, Ruslar bile buraya «Türk Sibirya’sının payitahtı» diye ad
koymuşlardır. Ne tarafa bakılsa nazara kar, buz ve bir mağmum sema çarpar; bu
sema, kurşun kubbe gibi bedbaht şehrin üzerinde asılı zannedilir. Köylerin
etrafında sıra sıra mezarlıklar vardır; buna rağmen birçok ölüler gömülmüyerek
karlar üzerine atılmıştır; bunlar Kürt köpeklerine gıda vazifesini] görüyorlar.
Sari hastalık ta şehirde çok tahribat yapmıştı. Ordu, kendi mevcudunun takriben
yüzde yirmisini hastalık yüzünden kaybetmişti.
Sari hastalık ve kara rağmen
Erzurum’da o sırada hummalı ve Şark şehirlerinin alışmadığı bir faaliyet daima
mevcuttu . Her tarafta askerler, redif neferleri küme küme toplanıyorlardı; bu
toplanış kıt’alarm hareketlerine, cepane nakliyatına mâni ve hail oluyordu .
Çarşı've pazarın dar yolları
ve geçitleri insan gürültüleriyle çınlarken deri kaputlarına [Yamçı] sıkıca
sarılmış, nargilesini devam üzere içen Türk satıcıları da nafiz nazarlarla
önlerinden geçenleri takip ediyorlardı. Bunlar bağdaş kurarak oturuyorlar ve
bekliyorlardı ki, bir sinek ağa düşerek asılsın kalsın; zira mal sahipleri
müşteriyi asla çağırmazlar . Allah müşteriyi gönderir itikadmdadırlar. Şehrin
aşağı kısmındaki büyük bir caddede Osmanlı Bankasının bir şubesi ve ayrıca iyi
donatılmış, çok miktarda, mağazalar da vardır; bu mağazaların ekserisi Ermenilere aittir. Ermeniler oynak
ve şüpheli nazarlarıyle derhal tanılıyordu. Hemen bütün Ermeniler büyük bir korku içinde idiler; birçok Ermeniler yeniden kıtal olup olmıyacağını sormak için Beni
yanlarına çağırıyorlardı . Neticede bunların süallerinin makul sebeplere
müstenit olmadığı kanaati bende hasıl oldu. İşin hakikatine vakıf olmak için,
bundan sonra herşeyi dinlemeğe tetkik ve müşahedeye koyuldum; zira, işin
doğrusunu öğrenmek için Şarkta an iyi çare budur ; burada kamların kulağı
vardır ve dudaklarda da kilit asılıdır .
Harbin ilânından pvvelki
günlerde Ermenilerin gayrı muntazam
kıt’a [Milis] teşkili hakkında Hükümetin tekliflerini reddettiklerini de diğer
faideli mevat meyanında duymuştum; Hükümet
harp ilânından sonra, bu gayrımuntazam kıt’alarla Kafkasya’ya girmek niyetinde
idi. Muhasamat başladıktan sonra Erzurum meb’usu Pastırmacıyan 3. Ordudaki
hemen bütün Ermeni zabitan ve neferleriyle Rus tarafına geçmiş ve müslüman
köyler ahalisini bilârahmü şefkat yakmak, katletmek için Ruslarla birlikte Türk arazisine girmişti. Bu vaziyet üzerine
Türk Hükümeti, henüz Ordudan kaçmağa muvaffak olamıyan Ermeni neferlerini
toplıyarak yol inşasında yahut dağlık yerlerde erzak naklinde kullanmağa mecbur
oldu . Bundan başka Ermeni ahalisinin düşman hesabına çalışacaklarından
korkuluyordu, buraya muvasalatinden birkaç hafta sonra Van vilâyetindeki Ermenilerin İran’a doğru yürüyen kuvvei seferiyelerimizin gerisinde
isyan çıkarmaları bunun delilidir. Bu isyan neticesi Ermenilerin zararına olmuştur.
Ermeniler daha
akıllı ve daha az haris adamlar olmuş olsalardı bugün ihtimalki Türkiye
üzerinde kontrol hakkına malik olacaklardı. Fakat Ermeniler hayale kapıldılar ve Şark vilâyetindeki Türkleri boyundurukları altına almağa çabaladılar. Hayal peşinde
koşmanın cezasını nasıl gördükleri malûmdur; biz iyi bir Hıristiyan sıfatıyle Ermenilere acırız. Ermeniler, Garp
medeniyetinin irtikâp eylediği azîm hatalara rağmen gene Şarkıkaripte köprü
hizmetini görebileceklerdir .
Sarıkamış meydan
muharebesinden evvel ve meydan muharebesi esnasında 3. Orduda birkaç Alman
zabiti vardı; fakat bunlar sonradan yavaş yavaş Ordudan çıkarıldı. Kafkas
cephesine muvasalatimden beş yahut altı hafta sonra aynı sebeplerle Poselt Paşa
da Ordudan ayrıldı. Poselt Paşa, tifüs hastalığından vefat eden İsmail Hakkı
Paşanın yerine, hakkı olan Ordu kumandanlığı kendisine tevdi edilmediği için
müteessir olmuş ve bu sebeple buradan ayrılmıştı . Enver Paşa, 3. Ordu
kumandanlığını Mahmut Kâmil Paşaya tevdi eylemişti.
Bereket versin,
Kafkasya’daki Ordumuzun kumandanı derhal aczini anladı ve Ordunun idaresini Erkân-ı
Harbiye Reisi Kaymakam Göze Beye bıraktı, Göze Bey
Kafkasya ve Şimalî İran’daki kıt’aları idare ettiği müddetçe Ordu, takriben
1500 kilometre uzunluğunda bulunan cephede tutunabilmişti. Fakat Göze Bey’in 18
ay hizmetten sonra Almanya’ya avdet etmesi herşeyi çığrığmdan çıkarmış,
Moskof’un müthiş tazyiki karşısında 3. Ordu berbat ve perişan olmuştu .
Kaymakam Göze Bey o vakit 42
yaşında, ufak yapılı, kalkık bıyıklı, narin, kuvvetli ve çok çalışkan bir
adamdı. Bu cephede Goze’den başka şu zabitlere de tesadüf ettim ; Kaymakam
Ştanke, Binbaşı Şitaseviski [ topçuda ], Biriııcimülâzim Şobner [ mülâzim
Şobner bu aralık Erzurum’da Alman konsolosu idi]. Zabitvekili Mayer ve Til.
İsimlerini saydığım zabitler meyamnda dokuz aydanberi bu cephede hizmet eden
yegâne şahsiyet Göze idi. Her türlü entrikalara rağmen Göze Bey, Tifüs
hastalığına tutuluncıya kadar Ordudaki mevkiim muhafaza etmiş ve berayı tedavi
Almanya’ya avdete mecbur olmuştu. Görünüşe göre Rusların ileri hareketini durduran bu zât idi ; Goze’nin
infikâkinden sonra Jeneral Yudeniç Kafkas Ordumuza taarruza geçti ve Orduyu
hemen kamilen imha eyledi.
Mahmut Kâmil Paşa, Goze’siz
işlerin ileri gidemiyeceğini anlamış ve Goze’yi geri çağırmıştı; bu hususta da
çok geç kalınmıştı. Göze avdet ettiği vakit Ruslar Erzurum vilâyetini kamilen ve Bitlis vilâyetini de
kısmen işgal eylemişlerdi.
Bu cepheye geldiğim zaman,
(Rus —Türk — İran) cephesindeki harp karın çokluğu ve hareket imkânsızlığı
sebebiyle, sükûnete münkalip olmuştu; gerek Osmanlı ve gerekse Rus
kuvvetlerinin gayrikâfi olması bu sükûnete sebep olmuştu; her iki tarafın
kuvveti, Karadeniz sahilinden Azerbaycan içerisine kadar uzayan vâsi cepheyi
işgal etmeğe güç kâfi geliyordu .
Türkler Oltu civarında Rus
arazisinde dar bir mıntıkayı
işgal ettikleri halde düşman üçkilise’yi ve Van vilâyetinin bütün Şimal kısmım
ele geçirmişti. Bu sırada 3. Ordu cephesinde muharebe faaliyeti gösteren
yegâne kuvvet meşhur Van Jandarma Fırkası idi: bu fırkaya Binbaşı Köprülölü
Kâzım Bey [Halen Büyük Meclisi Reisi Kâzım Paşa] kumanda ediyordu.
Van ve Bitlis
vilâyetlerindeki nizamiye ve Milis kuvvetlerinin bakıyyesiyle takviye edilmiş
olan bu fırka, Rus kuvvetlerini Urmiye gölü Garp sahiline atmış ve hattâ
Tibriz’i de geçerek . İran’ın Karadağ vilâyetine kadar ilerlemişti. Kâzım Bey
fırkası ile bir kuvvei seferiye başında Musul’dan İran’a doğru yürüyen Halil
Beyin [Kûtül'amare kahramanı Halil Paşa] Dilman civarında Rusların tahkim eylediği mevzie müştereken taarruz etmeleri
kararlaştırılmıştı.
Kafkas cephesinin merkez
mıııtakasmda muharebe faaliyeti topçu ateşiyle ileri karakol müsademelerine
inhisar ediyordu. Cephenin diğer kısımlarındaki kıt’alara düşen vazife, soğuğa
katlanmak, Tifüsten korunmak, tekrar harekâta başlıyabilmek için kışın hitamını
beklemek idi.
Bu atalet, can sıkıcı ‘idi;
Hasankale’de Ordu Erkân-ı Harbiyesinin
azası sıfatıyle geçirdiğim hayat benim için şayanı memnuniyet değildi; bu
sebeple bir sabah Göze Bey’e, Van jandarma fırkasına naklim için ricada
bulundum. Mirimumaileyh, uzun müddet beni oyalamaksızm ricamı derhal kabul
etti. Seyahat hazırlığı ve veda için Mahmut Kâmil Paşa’yı ziyaret ettim. Ordu
kumandanı, benim yalnız başıma hareket edeceğimi haber almış olduğu için, otuz
atlı jandarmanın terfik edilmesini derhal emreylemisti. Fakat muhtelif
sebeplerden dolayı bu kadar jandarmayı refakatime almadım: emirberim Kâzım
Çavuş ve seyis neferim Ali ile iktifa eyledim; her iki nefer de çok iyi binici
idiler, bu genç neferlerle yola çıktım; hali intizarda bulunan bir adamın
nazarı gibi mağmum bir havada, aleddevam yağan kar taneleri altında, kanlı
gözyaşı akıtan elem ve ıstırap çeken memlekete, Ermeni Urartusuna doğru, berayı
tetkik gittim.
5
Fasıl
Cenuba, eski Ermenistan'a
doğru seyahatim çok tehlikeli idi: çünkü evvelâ kış ortasında 13 000 kadem
yüksekliğindeki Bingöl dağını geçmek mecburiyetinde idim; yazın bile bu mıntıkada seyahat bir cesarete te vakkuf ederdi. Ermeni tarihinde büyük bir
rol oynamış ve atiyen oynayacak olan meşhur Araş nehri bu yüksek mıntakanm
yalcın, sarp' boğazlarından geçer. Ben. yalnız kar ve buzla değil, bu mıntakadaki yarı vahşi kabilelere karşı da kendimi müdafaa ve
muhafaza, eylemek mecburiyetinde kalıyordum. Bu kabileler hemen münhasıran
Kürtlerden ibaret idi ve Sultanın hükmü
nüfuzu bunlar üzerinde yalnız ismen cari idi; bunlar hayatlarını az, çok
eşkıyalık yaparak temin ederlerdi.
Müşkülât çoktu; (Türk —
Iran) cephesine gitmek için başka yol olmadığından yüksek ovalardan tırmanmağa
ve 2 000 sene evvel Yunan serdarlarından Ksenofon [ Xenofon ] un meşhur 10 000 kişi
ile ric’at ederken takip ettiği yol ile harekete devam ettim, Kürtleri Ksenofon tarihinde tavsif edildiği şekilde buldum. O
zamandan beri bunlar hiç değişmemişlerdir; bunların yalnız silâhları
değişmiştir; ' ok ve yay yerine şimdi Mavzer tüfeği ve mükerrer ateşli tabanca
kullanıyorlar. Fakat eğri hançerleri, âdetleri ve bilhassa fırınları
[fırınları toprak içine gömülmüş tandır halindedir] ozamanda ne ise şimdi de
odur .
Bingöl dağının karlı
tepelerini hiç unutamıyacağım; bu tepeler solgun sis dalgalarına bürünmüş, ölüm
uykusuna yatmış gibi görünüyorlardı . Gözün görebildiği saha dahilinde ne bir
ağaç, ne de bir ufak çalı vardı. Dağın ismini taşıyan sayısız göller dahi bu
mıntakanın manzarasını asla değiştirmiyordu. Göller donmuş ve üzeri
karla örtülmüş olduğundan bunların mevcudiyetlerini, göl üzerinde yürüdüğümüzü
hayvanlarımızın ayaklarının çıkardıkları seslerden anlıyorduk.
5 — Nisan gecesini fakir bir
köy olan Ketvan’da geçirdik; bu köy kar altında gömülmüş birkaç kulübeden
ibaret. 6 — Nisanda Mesçit köyünde kaldık; bu köy fakirlik ve pislik itibariyle
Ketvan köyünden hiç. farkı yoktur; 7, 8 — Nisanda Hacım ve Barşmak’ta
geceledik. Bu köylerin kâffesi [Hacun hariç] muhtelif ırklardan mürekkep insanlarla
meskûndur. Hacun köyü ise halis bir Kürt köyüdür. Bu köy bir kaya duvarına inşa
edilmiş, şahin yuvasıiıa benzer; çatıları düzdür . Evleri çok basıktır; ocak
bacaları pencere vazifesini görmektedir.
Dışarıda hüküm süren acı
soğuklara rağmen evlerin içerleri, ahırdaki hayvanlar sebebiyle çok sıcaktır;
aile efradının oturdukları asıl oda ahırların bitisiğindedir.
Erkekler, bilaistisna beyaz
külah giyerler, bu külahların tepeleri yuvarlak ve geniştir; külahın etrafına
bir şal veyahut muhtelif renkli sarık biçiminde yemeni sararlar. Elbiselere
gelince; bol ve boru şeklinde pantalon, kalın yün çorap, yemeni, siyah keçi
derisinden bir yelek, yelek altına da bir gömlek; gömleğin kolları bileklere
kadar uzun.
Kürtler aşiret halinde yaşarlar; bunların bir reisi bir de
maiyyeti vardır. Reisler asıl Hint ve Cerman neslinden kırmızı kumral saçlı,
açık yahut koyu mavi ve keskin gözlüdür; keskin ve sert bakışları nazarı
dikkati uyandırırlar. Maiyyetleri ise mağlûp milletler ırkına mensupturlar ;
bunlar reislerinin âdetlerini kabul etmişler ye hepsi de Kürtçe konuşurlar.
Harem kadınları arasında,
halis Çerkeş tipinde kadınlar bulunduğunu da haber almıştım. Kadınların kılık
kıyafetleri çok azametli, alelûmum güzel gözlü, kartal burunlu, kar gibi beyaz
“dişlidir; başlarındaki saçlar şeride bağlı gümüş yahut altın paralarla tezyin
edilmiştir .
Kürtleri, eski medeniyetin menfur ahlâksızlıkları ile malûl olmadıklarından,
Şarkıkaripte nesli ati için elverişli bir unsur telâkki
ediyorum. Bunlar yalnız Şimalî İran’ı ve Cenubî küçük Asya’nın büyük kısmını
tahtı itaatlerine almakla iktifa etmeyip temasa geldikleri nim vahşî
milletleri de kendi tabiatlerini temsil etmeğe muvaffak olmuşlardır . i
Kürtlerde de çok Hıristiyan vardır; Nasturî mezhebine salik olanlar,
Yezidîler ve şeytana tapanlar bu meyandadır;
fakat Kürtlerin çoğu Sünnî ve bir kısmı da Şiî
mezhebine maliktirler. Tarihin bize hikâye eylediği en muteber Kürtler, 12. asır nihayetinde Kudüs’ü Ehlisalip’ten kurtaran
Sultan Salâhattin’e mensupturlar.
12 — Nisanda Hınıs’a vardık;
karlar eridiği için Hınıs bir bataklık halini almıştı; kaza kaymakamı beni
burada zengin tüccarlardan bir Ermeni’nin evine misafir verdi. Ev sahibi beni
izaz için ne mümkünse yaptı.
Çok makul ve dindar
zanneylediğim, bu kabiliyetli milletin yaşayış tarzını tetkik etmeğe burada fırsat
bulmuştum .
Rum, zengin olsa bile yemek
ve içmek hususunda hasistir; Ermeni ise bilâkis sağlam elbise giyer, çok iyi
yemek yer ve geniş, rahat ve iyi tanzim edilmiş bir mesken teminine çalışır.
Ermeni’nin de meselâ; nankörlük ve hırs gibi büyük kusuru vardır; fakat buna
mukabil, 1 500 senelik itisafa rağmen, iyi meziyetleri de vardır. Bu meziyetler
meyamnda vatan muhabbeti, Hıristiyan dinine karşı merbutiyet zikre şayandır .
Gece, diğer eşraf meyanında Ermeni papazı ve uzun müddet Nevyork’ta yaşamış ve bir
saat fabrikasında çalışmış olan genç bir adam beni ziyarete geldiler. Bunların
kâffesi de büyük bir merak ve endişe içinde idiler, kıtal başlayıp
başlamıyacağını benden soruyorlardı. Akşam
yemeğinde hane sahibinin hanımı ve kızları da bulunmuşlardı; bunlar güzel,
millî elbiselerini de giymişlerdi. Hane sahibi, harp bittikten sonra buradaki
bütün mal ve mülkünü satarak bütün ailesiyle Amerika’ya hicret edeceğini sureti
mahremanede bana söylemişti. Bu adanı bu arzusunu tatbika imkân bulamadı; köpek
ve kurtlar bunları da kasabanın diğer Ermenileri
meyanında yemişlerdi. Zira 19 — Mayısta yani
ben Hınıs’tan ayrıldıktan 5 hafta sonra, Hınıs’ta kıtal başlamış ve buradaki
bütün Ermeniler tamamıyle imha edilmişlerdi.
Ben Hınıs’ta iken silâhtan
tecrit edilmiş bir Ermeni asker kafilesi buraya gelmişti. Bunlar, yük
hayvanları gibi yüklü, arkalarında un çuvalları taşıyorlardı. Hükümet
tarafından bunlara verilen istihkak, yevmiye yarım kilo ekmeği keçmiyordu.
Bunlara refakat eden muhafızlardan öğrendiğime göre bu kafiledeki, Ermenilerin yarısından çoğu yollarda açlık ve soğuktan ölmüşlerdir .
14 — Nisan öğleden sonra
yolumuza devam ettik, derin ve çetin vadi ve boğazları aşarak karlı ve çamurlu
bir düzlüğe geldik. Gecelemek için dikenli bir çalılığın arkasında bir
çukurluğa iltica ettik. Kurtların ulumasından bütün gece gözümüze uyku girmedi.
Bazen karanlıkta kurdun gözlerinin parıltısını görebiliyorduk; maahaza yırtıcı
hayvanlardan daha korkunç olan Kürtlerin
nazarı dikkatini celbetmemek için bunlar üzerine ateş etmeğe cesaret
edemiyorduk .
Ortalık ağardığı vakit âdeta
bir deniz üzerinde sincabi bulutlarla yüksekten azemetli Bingöl dağının soğuk
tehditkâr keskin zirvesinin manzarası son defa olarak gözümüze çarptı. Güneş
doğarken, gölgeli yeşil tepeler etrafında kâin Gümgüm’e vardık; Gümgüm’ün
manzarası ilkbaharın ferahfeza ilk nişanesi idi; keza ötede beride birtakım
sarı, kırmızı çiçekler, kayalar arasında mahcup bir vaziyette, gelip geçenleri
selâmlıyorlar gibi bakıyorlardı.
Geceyi zengin Kürt şeyhlerinden
Mustafa Efendinin evinde geçirdim ; haber aldığıma göre Mustafa Efendi
Istabul’da Harbiye mektebinde tahsil görmüş ve bilâhare bir Aşiret yahut
Hamidiye alayına kumanda etmiş. 1895 — 1896 Ermeni katliamı esnasında çok
hizmetler görmüştü. Bundan sonraki geceyi fakir bir köy olan Zarkat’ta geçirdim
; burada bir jandarma deposunda yattım. Sabahleyin saat bire doğru başlıyan ve
bunu bir yaylım ateş takip eden müteaddit mermiler beni uyandırdı. Birkaç
mermi yatağınım karşısındaki duvara isabet etmişti , karakol kumandanını
çağırıp dışarda ne olduğunu sorduğum zaman bana dedi ki, Ermeniler uzun zamndanberi her gece bu tarzda bize ateş ederler.
Jandarma kuamandanının bu cevabı, bizim mühim vakayi arifesinde bulunduğumuz
kanaatini tamamiyle takviye eylemişti.
Gündüz olduktan sonra Fırat
nehrini [bu nehir Murat nehri olacak] geniş bir taş köprüden geçtik, Karasu’yun
tozlu vadisi ile yolumuza devam ettik; vadi içindeki Eermeni köylerinin
çatıları üzerinden hıristiyan kiliseleri uzaktan görünmeğe başladı. Öğleden
sonra Muş kasabasına geldik. Muş heybetli Antitoros dağlarının eteğinde
kâindir. Bu silsilei cibal Darkuş ve Şeytan dağının gümüş gibi parlak
kubbeleriyle yaldızlanmıştır.
Muş küçüktür, şayanı temaşa
hiçbir yeri yoktur. Muş mutasarrıfı kendisini ziyaret ettiğim zaman, bana mevki
kumandanının müstacelen vilâyet merkezi olan Bitlis’e çağrıldığını ve Muş’ta
Alman misyonerleri tarafından idare edilmekte olan bir kız mektebi mevcut
olduğunu hikâye eylemişti. Verdiği bu malûmattan çok sevinmiş ve mektebi
ziyarete gitmiştim. Fakat mektep, Alman mektebi olmayıp Danimarkalı kadınlar
tarfından idare edilen Ermeni kız çocuklarına mahsus bir yetimhane idi.
Bu mektepteki talebelerden
Ermenistan’daki vaziyet hakkında heyecanlı malûmat aldım ve bunların istikbal
endişesiyle ufak bir himayeye iltica etmeleri sebebini anladım.
Kaymakam Veysel Beyin [acele
Bitlis seyahati] münasebetiyle hâsıl olan suizanlara rağmen, bu heyeti teselli
etmeğe çalıştım; heyet, Van’daki Misyonun Reisine verilmek üzere bana bir
mektup tevdi etti.
Akşam üzeri, muteber bir
Ermeni, Van’da Enver Paşanın eniştesi honhar Vali Cevdet Bey yüzünden vaziyetin
çok fena bir şekil aldığını öğrendim; Vali kendi vilâyetindeki birçok muteber
hıristiyanları katletmekle iktifa etmemiş, kurşuna dizmek veya asmak için Piskoposu
bile tevkif etmeğe teşebbüs eylemiştir.
Kâfi derecede mola verdikten
sonra Muş’u arkamızda bıraktık, Fırat vadisinin [Murat vadisi olacak] Cenup
kenarı boyunca yolumuza devam ettik; göneş gurup ederken Kodneh köyüne vardık;
bu köy Nemrut dağı karşısındadır.
Nemrut dağı 9 000 kadem irtifamda sönmüş bir volkan halindedir bu yanardağın
menfezinde 8 kilometre vüs’atinde bir göl hâsıl olmuştur. Bu sebeple Nemrut
dağı 5 Ermeni mucizesinden birisini teşkil eder.
Kodneh köyünün 4, 5 mil
gerisinde yol kenarında akan bir dereden hayvanlarımızı suladık; etraftaki
harabelere göre bu derede bir manastır yahut köşkün mevcudiyetine
hükmoluııabilir. Burası meşhur Karasu’yun kaynağıdır; bu kaynak, Ararat dağı
civarındaki Aladağın Şimal
eteklerinden çıkan Şarkî Fırat nehrinin menıbaıyle ekseriyetle
karıştırılmaktadır. 17 — Nisan öğleden sonra Vangölü’nün Cenubugar bî köşesinde mahfuz vaziyette bulunan Tatvan’a geldik .
«Eski Arisa Palus » ismini
taşıyan Vangölü deniz sathından 1 300 metre yöksektir. Suyu her ne kadar çok
tuzlu ise de balığı boldur, bu gölün, bin sene evvel devamlı yanardağ halinde
olan Nemrut dağı’nın lâvlarından hâsıl olduğu ve Dicle havzası dolayısıyle
mecrasının kapandığı zannolunuyor. Vangölü Bitlis şehrine tahtezzemin
kanallarla merbut olduğu gibi Şarkî Fırat nehriyle de Nazikgölü ismindeki küçük
bir göl ile iltisak peyda etmiştir.
Tatvan, küçük bir dağın
eteğinde, ufak bir kasabadır; yüzlerce, binlerce sene evvel Ksenofon ve
Timürlenk bu dağın zirvesinden Vangölü’nün şeffaf mavi sularına atfmigâh
eylemiştir. Benim takip etmek tasavvurunda bulunduğum yol bu ovadan geçer . Bu
yolda çok kar bulunduğunu haber aldıktan sonra yolumu değiştirmeğe biraz uzak
ve fakat daha rahat olan Şimaldeki yolu takip etmeğe karar verdim.
Öğleden sonra geç vakit
yalnızca Tatvan tepelerinde tevakkuf edip Vangölü’ne baktığım zaman semadaki
bulutlar dağılmış veSübhan daği’m köpükten bir ehram gibi semaya yükselmiş
gördüm. Sübhan dağı akşamın karanlığıyle tedricen karardıktan sonra uzaktan
Ararat dağı, erimiş bir kükürt damlası gibi, kızıllaşmağa başladı. Sönmüş bir
şule, nihayetsiz elemle dolu bir gözelliği ihtiva eden bu manzara, hedefime
vardığımı bana hatırlattı; artık eski Ermenistan’ın kalbigâhma gelmiştim.
19 — Nisanda da Nemrut
dağı’nın eteğinden Ahlat’a doğru yoluma devam ettim. Ahlat, Vangölü’nün
Şimaligarbî köşesi civarındadır; eski Ahlat harabelerinden çok uzak değildir.
Bir vakit Timürlenk muharebe ile boru ve trampet sesleri arasında buraya
girmişti.
Ahlat’ta oturduğum evin
penceresinden, mevki kumandanının acele ile zabitlerine emir verdiğini ve aynı
zamanda birçok kâtiplerin şifreli telgrafları açmakla meşgul olduklarım
görüyordum.
Mutadın fevkinde gördüğüm bu
faaliyet her nerede ise hücumun derhal başhyacağı hissini bende uyandırıyordu .
Bu hissiyatımda
aldanmamışım.
Ertesi sabah, yani 20 —
Nisan — 915 te Ahlat gerisinde yol kenarında parça parça edilmiş birçok Ermeni
cesetlerine tesadüf ettik ve bir saat sonra da gölün öteki sahilinde müthiş
duman sütunlarının semaya yükseldiğini gördük. Duman sütunlarına nazaran Van
vilâyetindeki şehir ve köylerin alevler içinde yanmakta olduğu anlaşılıyordu.
O vakit vaziyeti kavrıyabilmiştim. Piyango isabet etmişti. Ermeni ihtilâli
başlamıştı, s i
6 Fasıl
Karanlık basmadan az evvel
eski kale olan Adilce vaz’a, vardık; bu kasaba, çıplak bir dağın ortasındadır,
etrafında bodur ağaçlar ve zeytin ağaçları vardır. Ötede beride çiftlik
binaları ve bunların arasında uzun kavak ağaçları ve gümüş gibi parlak çayırlar ve
ihtiyar çınar ağaçları altında azametli camilerin ve türbelerin istirahate
çekilmiş harabeleri mevcuttur. Göl kenarında da küçük bir kayık yalpa
vuruyordu.
Fakat sönük bir halde
bulunan çarşının manzarası çok fecidi. Ermeni dükkânları yağma edilmiş, akmış
olan kan, katilin kılıcı altında kurbanların kesildiği yerleri irae ediyordu.
Tepeden tırnağa kadar silâhlanmış olan Türk ve Kürt kıt’aları sükûnetle
sokaklarda dolaşıyorlarken uzaktan akseden mermilerin sedası insan avcılığının
henüz nihayet bulmadığını gösteriyordu .
Kaza Kaymakamı eşrafla
birlikte, hükümet konağı karşısında idiler; kısa bir görüşmeden sonra,
kıymetli hah ve yazılarıyle — altınla yazılmış Kur’anı
kerim sureleri — müzeyyen meclis odasına girdik,
burada vaziyetin ciddiyetine ve bizi tehdit eden Ermeni tehlikesine muttali
oldum; şehir etrafındaki tepelerin de Ermeniler
tarafından tutulduğu söyleniyordu .
Güneş gurup ediyordu;
maamafih Şarkta sema kızıllaşmıştı. Şarkta Ermeni Payitahtı Van alevler içinde
idi ve gürültüsü kızıl geceyi sarsan Türk bataryalarının tesiri altında
münhedim ve münkariz oluyordu .
21 — Nisanda ilk fecirde,
tüfek ateşi beni uyandırdı. Ermeniler
şehre taarruz etmişlerdi. Vak’a hakkında malûmat almak için derhal atıma bindim
ve atlı bir kıt’a refakatinde Hükümet konağına gittim . Mütaarrız Ermeni olmayıp bizzat jandarma kıt’aları olduğunu öğrendiğim
zaman çok hayret etmiştim. Jandarmalar Kürtlerin
ve diğer halkın
muavenetiyle Ermenilere hücuma geçmişler ve Ermeni mahallelerini yağma
etmişler; 300 : 400 Hıristiyan, ümitsiz bir cesaretle çapulcu çetelerine karşı
kendilerini müdafaa ediyorlardı. Mütaarrızlar kapıları kırıyorlar ve çitler
üzerinden athyarak evlere giriyorlardı. Müdafaaya gayrı muktedir mazlûmları
süngüleyorlar, bedbaht kadın, ana, kızları ayakları önünde ve kollarında
bulunan cesetleri sokağa atmağa icbar ediyorlar, diğer bir güruh ta
elbiselerini soyarak cesetleri çıplak bir halde [Karga ve çakallara gıda olmak
üzere] oldukları yerlerde bırakıyorlardı.
Sokakların devamlı ateş ile
seddedilmesine rağmen kanlı şenliğin muharriki olan belediye reisinin
bulunduğu yere gitmeğe muvaffak oldum ; katliama nihayet verilmesini belediye
reisine emrettim . Fakat ancak tahrirî bir emirle bu işe nihayet verileceğini
bana söyledi; bu hal çok hayretimi mucip oldu. Bu katil hakkmdaki emir vilâyet
valisi tarafından imza edilmiş ve 12 yaşından yukarı bilûmum erkek Ermenilerin
imha edilmesi mealinde imiş. Sırf mülkiye tarafından verilmiş olan bu emrin
icrasına asker sıfatıyle mâni olamamıştım; binaenaleyh refakatimdeki atlıları
[jandarmaları] geri çektim ve çaresiz mukadderata tâbi oldum .
Bir buçuk saat devam eden
kıtalden sonra Adilcevaz’da berhayat yalnız 7 Ermeni kalmıştı; bunları da
cellatların elinden üzerlerine birkaç el tabunca atmak suretiyle kurtarabildim
. Bu bedbaht adamlar etrafımı almış, atımın boynuna sarılmışlardı; kanlı ve
ganimet yüklü adamlar arasından kendime yol açarak, birçok insan kalabalığını
yararak bunlarla birlikte şehre girdim. Kalabalığın ekserisini Türk ve Kürt
kadınları teşkil ediyordu; bunlar bir heykel gibi sokaklarda yahut evlerin
damları üzerinde bihareket duruyorlardı.
Belediye binası önünde
hayvandan indiğimiz zaman kaymakam karşı gelerek, şehri Ermenilerin şiddetli
taarruzundan kurtardığım için, hükümet namına bana teşekkür etti. Bu azîm
küstahlık karşısında nutkum tutuldu; ne cevap vereceğimi bidayette
kestiremedim. Bana iltica eden bu Ermenilere şefkat gösterilmesini kendisinden rica ettiğim zaman
kemali tazim ve hürmetle bunların hayatlarını kendi başından aziz tutarak
muhafaza edeceğine söz vermişti. Halbuki kimse farkında olmadan bunları gece
öldürtmüş ve cesetlerini göle artırmıştı; bunlar meyanında kendilerini saklamış olan diğer 43 Ermeni de imha
edilmişti.
Şarkta yeminler ve Hükümet memurları tarafından verilen sözler bu
tarzda tutuluyordu . 14 Hilaf altında dört serle
Bir müddet sonra telgraf
muhabereleri tekrar açıldı ve Bitlis valisinin seyahate devam için emrime
tahsis eylediği bir motor sahile yanaştı ; motöre bindim. Veda için göl
sahiline toplanmış olan Adilcevaz Belediye heyeti ve ahalisini son defa olarak
selâmladım; bundan sonra Van istikametinde seyrimize devam ettik .
Van uzaktan görünüşünde
dünyanın en sakin bir yeri zannolunan bu korkunç mahalden çabuk uzaklaştık .
Gemi mürettebatı bir kaptan,
birkaç jandarma, makinist ve tayfa vazifesini gören 4 Ermeni’den ibaretti.
Biraz yorgun olduğum için
istirahate çekilmiştim . Uyandığım vakit öğleden sonra saat Solmuştu; fakat biz
sahilden hayli uzaklaşmıştık. Geminin güvertesinde aşağı yukarı gezmeğe
başladım, gemideki 4 Ermeni’den ikisinin ancak mevcut olduğunu müşahede
eyledim; diğerleri ne olmuştu ? Şarkta böyle süaller sormak budalalıktır.
Türk sivil memurları
gürültüsüzçe, en muvafıkı, vampirler gibi, geceleyin suikastlar yapıyorlar,
cesetlerin akıntı sebebiyle sahillere gelmemesi için tercihan gölün en derin ve
akıntı olmıyan yerine atıyorlar ... yahut köpek ve’ çakalların yardımıyle
izleri kaybetmek için bu cinayeti kasabalardan uzak dağ yarlarında
yapıyorlardı.
Karanlık bastığı vakit küçük
Akdamar adası yanından geçiyorduk bu adada eski, güzel bir kilise görünüyordu;
görünüşe nazaran bu kilise Van Katolik piskoposunun ikametgâhı idi. Binanın
cephesinde tasavvufa ait birtakım işaretler vardı; fakat alaca karanlık
sebebiyle gemiden bunları tamamiyle anlamak mümkün olmıyordu. Kilisenin
eşiğinde ve methalinde üst üste konmuş piskopos ve rahiplerin cesetleri vardı;
fili katli yapan birkaç jandarmadan başka adada zihayat kimse yoktu .
Bu jandarmalar da cellat
vazifesini görmüşlerdi. Bunlar bizden cepane istiyorlardı, daha kimleri
öldüreceklerini Allâh bilir. Bunlara 5 000 fişek verdikten sonra sahil boyunca
seyrimize devam ettik; esnayı seyirde yanan köylerin yükselen kızıllıkları
tekrar görünmeğe başladı. b
Ertamit köyünde devamlı ve
şiddetli ateş huzmesi görülüyordu. Bu köy, Van’ın zengin tüccarlarının sayfiyesi
idi. Kilise, meşale gibi yanıyor ve bize kılavuzluk vazifesini görüyordu .
Akşam saat 10 dan az evvel
koyu karanlık ve sükûn içinde karaya çıktık; bu sükûneti, uzaklardan arasıra
işitilen tüfek ve çakal sesleri ihlâl ediyordu . Ortalık ağarıncıya kadar burada kalmak istemedik; gemiyi jandarmalara
bıraktıktan sonra ben ve kaptan tarlalardan ve çayırlardan
dolaşarak bir saat yol yürüdükten sonra bir Türk karakolunun (Kimdir O) sözü
üzerine tevakkuf ettik. Köyün ilk hanelerine yaklaştığımız zaman Artamit
köyünün askerî kumandanı bizi selâmladı ve selâmetle geldiğimizden dolayı bizi
tebrik etti; zira kumandanın ifadesine göre bizim geçtiğimiz yollar Ermeni
komitacıları tarafından işgal edilmiş imiş; hakikatte de böyle idi,
muvasalatimizden birkaç dakika sonra geldiğimiz istikamette mermilerin şimşek
gibi çakması, kurtuluşumuzun tesadüfe medyun olduğu kanaatini bizde hâsıl
eyledi.
Bulunduğumuz pazar yeri
yangın ateşleriyle ışıklanmıştı, yangınlar bir ifrit gibi yanan kilisenin
enkazı altından başlarını yükseltiyorlardı, etraftaki evlerin pencerelerinde,
heryerde, başıbozukların tüfeklerinin namlıları görünüyordu. Bunlar fişek ve
fişeklikleriyle şayanı temaşa bir vaziyet arzediyorlardı. Başıbozukların elinde
mükerrer ateşli tüfek ve kemerlerinde enli bir bıçak yahut mavzer tabancası
vardı. .. Ahali arasında bir takım kürtler de bulunuyordu . Bunlar ertesi sabah
geleceği beklenen yüzlerce kişi mevcudunda bir kıt’aya mensup kimselerdi, bu
kıt’a burada mevcut Ermenilerin kökünü kesecekti.
Düşman ateşi şiddetlendiği
ve yanan Ermeni cesetlerinin kokulan bizi tazip ettiği için burayı terkederek
yürümeğe başladık, bir beyaz sayfiyenin cephesine tesadüf edinciye kadar
bağçeler arasında yürüdüki geceyi bu binada geçirdik .
Istirahate koyulduktan az
zaman sonra, bir pencere açmak ve yangınların hâsıl eyledikleri korkunç
manzaraya son bir nazar atfetmek fikri hatırımdan geçti. Başımı pençereden
dışarı çıkarırken müteaddit mermilerin kulağımın dibinde vızıldadığını
işittim; bu mermi lerden birisi ceketimin kolunu delip geçmişti. Mütezayiden
artan atışlara rağmen ertesi gün sabaha kadar güzel uyku uyudum. Mermilerin ve
yaylım ateşlerinin vücude getirdiği müthiş bir çığlıkla uyandım. Kürtler, Ermenilere arkadan
taarruz etmişlerdi. Oturduğum evin balkonunda beni ziyarete gelen birtakım Kürt
reisleriyle kahvealtı yaptığım zaman tasviri gayrıkabil müthiş bir dram
gözlerimizin önünde oynuyordu.
Kürtler Ermenilere ateş
ediyorlardı ve bu ateşle düzinelerle Ermeni yere seriliyordu; Ermeniler korkunç hayvanlar gibi öteye beriye koşuyorlardı. Birkaç
Ermeni yere oturmuş, mihraba bağlanmış kurbanlık hayvanlar gibi, şaşkın
birhalde ölümü bekliyorlardı. Yalnız birkaç genç adamlar bir duvar arkasında
yeisaver bir cesaretle kendilerini müdafaa ediyorlardıbunlar da neticede Kürtlerin dipçik ve bıçak darbeleri altında yere serildiler. Kürtler fişekten iktisat yapmak için daha ziyade eslihai
carihalarını kullanıyorlardı. Bahçelerde bu hâdiseler cereyan ederken komitanın
[çete] keşif kolları gelip gidiyor ve tslâmlarm kuyu ve evlerine saklanmış,
gizlenmiş Ermenileri arıyorlardı; buldukları Ermenilerin kafalarını yatağanla parçalıyorlardı, yahut bıçakla
boğazlarını kesip bırakıyorlardı.
Kurban olanların ölüm
raşesiyle vücutleri titrerken dudaklarda beliren ıstırap tebessümlerini
gördüğüm zaman bende hâsıl plan tahassüsatı izah etmeğe hacet göremem. Bu
manzarayı hatırladığım zaman ihtizar halinde bulunanların canhıraş feryatlarını
duyuyor gibi oluyordum .
Herşey olup bitmeden az
evvel çeteler kılık kıyafetleri çokiyi iki genç kimseyi bana getirdiler, bunlar
kollarını kaldırarak benden himaye talep ediyorlardı. Neye mal olursa olsun
bunları kurtarmak istiyordum ve civar samanlıklardan birisine koydurdum;
akıbetleri hakkında tarafımdan bir karar verilinceye kadar bunlara ilişik
edilmemesi hakkında emir verdim. Fakat birdenbire birkaç Kürt peyda oldu,
benim verdiğim emri hiç bilmiyorlarmış gibi bunlara saldırdı ve kapının
arkasında yakalayıp yere serdiler. Atımların vızıltısı ve ölüm çığlıkları bunlara
yapılan muamelenin mahiyetini bana izah ediyordu. Fakat hiçbirşey görmemiş gibi
bir vaziyet takındım; çünkü, Şarkta hayatla çok alâkadar olmamak, çok hassas
görünmemek, değiştirilmesi mümkün olımyan hususlara karşı protesto etmekle
iktifa eylemek zarurîdir .
Volkan halinde yanmakta
devam eden kiliseye nazarımı çevirdiğim zaman birçok başıbozuklar gözüme
ilişti; bunlar katledilen Ermenilerin
karılarına ekmek dağıtıyorlardı. Bu hâdise gaddarlık ve merhamet gibi hislerin
el ele verdiklerini gösteriyor ve Şarkın tezat memleketi olduğunu ve daima
böyle kalacağını ispat ediyordu .
Burada kadınlar pantolon ve
erkekler ise bilâkis entari giyerler; camiye girdikleri vakit müslümanlar
ayakkaplarmı çıkarırlar ve feslerini başlarında muhafaza ederler; yokuş yukarı
dörtnalla ve düz yerlerde ağır ve sükûnetle at sürerler. Türk umumiyetle hayır
demez; bugün derse yarın zanneder, fakat yarın derse, o işin hiç olmıyacağım
anlar.
Öğleden azevvel, Vali Cevdet
Beyin bana yolladığı atlı jandarmadan mürekkep refakat kıt’ası geldi. Artık bu
cehennemi yerden kurtulduk, ötede göl kenarında küçük bir sayfiye gördük,
burası Van’daki Amerikan misyonerine aitti. Binanın kapısının önünde birkaç
ceset vardı. Yolun sağ ve solunda siyah kargalar öterek uçuşuyorlar, köpeklerin
dağıttıkları Ermeni cesetleri üzerinde gıda arıyorlardı. Garp istikametinde,
dalları kesilmiş kavak ağaçlarının arasından minareler ve Ermeni payitahtının
siyah kubbeleri görünüyordu.
Bu şehir, duvar gibi dik
kayalıklı kale tepesinin Cenubunda dik bir sırtın eteğinde kâindir. Bu sarp
kale Şarktan Garba doğru takriben 1 kilometre uzunluğundadır; kalenin
girintili çıkıntılı kubbesi 80 metre yüksekliğindedir. Bu kubbenin etrafı,
gayet muazzam bir kale duvarı ve bir de çok eski kale burçlarıyle tezyin
olunmuştur. Bu kalenin Asurî Kıraliçelerinden Semiramis devrine ait olduğu
anlaşılıyor.
Van, Ermenistan’ın yüksek
yaylasındaki bütün Ermeni şehirleri gibi çok hazin bir tesir uyandırıyor.
Burası sathı bahirden 5 : 6 bin kadem yüksekliğindedir, senenin 6 ayında etraf
karla örtülüdür. Gayrı kâfi olan sekenesi, tesiratı havaiyeden kendilerini
korumak için nehir yataklarına iltica etmişlerdir. Buraları çok münb ittir.
Van’daki evlerin çoğu iki ve hattâ üç katlıdır; evler tuğladan ve temelleri
taşla çimentodan yapılmıştır. Hemen bütün evlerden duman sütunları ve alevler
semaya yükseliyordu; bir çağlıyan gibi görülen kale burçlarının şehir üzerine
düşeceği zannediliyor, Türk topçularının muayyen fasılalarla gürleyen yaylım
ateşleri Ermenilere gece gündüz hiç
rahatlık vermiyordu .
Birkaç kilometre Cenupta
Bağlar mahallesi (Aikesdan) görünüyordu; bu mahalle kasabaya geniş ve iyi inşa
edilmiş bir şose ile merbuttur . Şosenin heriki tarafında etrafı bahçeli
yüksek sayfiyeler, yahut kanallarla sulanan tarlalar mevcuttur. Bu tarlalar,
Semiramis zamanında inşa edilmiş olan pek eski su bentleriyle sulanmaktadır.
Bağlar mahallesi, münferit
ve etrafı tuğla duvarlarla çevrilmiş sayfiyelerden ibarettir. Ermeniler bu sayfiyeleri meharetle birbirine raptetmişler ve bu
suretle kuvvetli sistemde mevziler vücude getirmişlerdir . Topçularımıza
mukavemet edebilecek bu tesisattan başka Ermeniler, Van’ın etrafında 80 noktai istinat yapmışlardı; bunların
ateşi etrafa hâkimdi.
Ateş mıntakası haricinde
kalan Ermeni evleri Îslâmlarm avam tabakası tarafından kıymetli eşya
araştırılırken hemen kâmilen tahrip edilmiştir. Çünkü Şarkta parasını bankalara
verenlerin adedi mahduttur; ekseri insanlar paralarını duvarlarda yahut
kilerlerde bazan da tavan arasında saklarlar. Bu sebeple kıymetli eşyalar ararken
evlerin altı üstüne çevrilmiştir.
Van şehrine geldiğim vakit
hükümet temizlikle meşguldü; ilerde hesap vermeğe mecbur olmamak için Ermeni
cesetlerini ortadan kaldırtıyor ve cinayete taallûk eden izleri belirsiz etmeğe
bütün faaliyetle çalışıyordu. Bu mesaiye rağmen ötede beride üzerleri az
toprakla örtülen ceset yığınları, köpekler tarafından çıkarılırken müşahede
ediliyordu .
Yığılı cesetlerin neşrettiği
koku okadar keskin idi ki, bunun derecesini valinin oturduğu hükümet konağına
geldiğim zaman takdir edebilmiştim ; hükümet konağında valiyi bulamadım.
Müşarünileyh bu esnada kaleyi teftiş ediyordu. Valinin avdetine kadar burada
kalmak istemedim; kalede kendisini selâmlamak için yoluma devam ettim .
Müşarünileyhe mülâki oluncıya kadar birçok dolaşık yollardan yürüdüm ; çünkü, Ermeniler iyi nisan alarak şiddetli ateş ediyorlardı; birkaç mermi
yüzüme yakın vızlıyarak geçti.
Ermeniler
mavzer tabancalarıyle iyi teslih edilmişlerdi; bu tabancalarla kısa
mesafelerde iyi netice istihsal ediyorlardı; âdeta makinah tüfek gibi.
4 İlâ 6 tabanca ekseriya
aynı zamanda aynı hedefe ateş ediyorlardı . Bundan başka bir nevi burgu icat
etmişlerdi; bununla evlerin tuğla duvarlarım çabuk deliyorlardı. Ermenileri bir mevziden attıktan sonra tabancaları diğer yerde
birçok deliklerden görünmeğe başlıyordu; biz vaziyetin ne şekil aldığını
anlaymcıya kadar bunlar ateşleriyle aramızda ölüm saçıyorlardı. Mahsurinin
çoğu, bilhassa çocuklar ve kadınlar kaya duvarın eteğindeki evlere iltica
etmişlerdi; bu duvarlar amudî vaziyette yükseldiği için kale topçularına karşı
mahfuziyet temin ediyorlardı.
Bu kaya duvarlar birtakım
kitabelerle tezyin edilmiştir. Kitabeler, Urarto Kıralı Siduni zamanında
yazılmıştır. Kitabelerin en büyüğü üç lisanla yazılmıştır; yazılar Darius’un
oğlu Kserkes (Xerxes) ten bahseder. Bu duvarlar mahsurinin ateşi altında
bulunduğundan buralara yanaşmak ve kitabeleri tetkik etmek mümkün olamamıştır.
Sütun ankazlarmdan, kale
duvarlarındaki kitabelerden Van kalesinin yüz defa tahrip ve Türk, Selçukîler, Bizans, Roma, Part [Parteh], İran, Midya, Asurî Babilî,
Sümeria [Sûmerisch] Fatihleri tarafından yüzlerce binlerce sene evvel
Ermenistan’ın yüksek ovasından geçtikçe tekrar tamir edildiği anlaşılıyor.
Ermenistan da tıpkı Suriye , Filistin gibi, büyük bir geçit mıntıkasıdır; Anadolunun bütün Fatihleri evvelâ bu mıntıkadan geçmişler, sonra Orta Asya’da zuhur eden yeni Fatih
Ordularına karşı kendilerini muhafaza için buraları tahkim etmeğe mecbur
olmuşlardır. Kale birbirine girift binalardan, kışlalardan ve dayanıklı
taşlar içinde yapılmış barut anbarlarından ibarettir Tepede bir beyaz cami
vardır ; karargâhımı burada tesis ettim . Mermer sütun gibi semaya yükselen
cami minaresinden, duvarda asılı harita gibi Van şehrine topçularımızın yaptığı
ateşi tarassut ve idare ediyordum. Her evi, sokaklarda dörtnalla koşan münferit
adamları hattâ bazen dürbünsüz bile görebiliyordum.
Birkaç kilometre ötede
Garpta göl sahilinde kâin İskele köyünün beyaz evleri, bir güvercin sürüsü
gibi, görünüyor, Şarkta koyu renkli arazide Arçak, Hazeran, Boğazkesen, Şusans
ve diğer köyler sarı bir leke halinde nazara çarpıyordu; bu köylerin sekeneleri
kâmilen Ermeni’dir .
Bu köyler bir hilâl şeklinde
Van kasabasını kuşatmışlardır ; bu yarım ay Şimalde küçük Ercik gölüne ve
Cenupta Erk dağına dayanmaktadır, Bu kütlenin Garp eteklerinde Yedikilise
namiyle maruf büyük bir manastır vardır ; bu manastır bir kale gibi inşa
edilmiştir. Ermeniler buradan
itibaren, kervan yolunun geçtiği aynı isimdeki boğaza hâkim bulunuyorlar; bu
kervan yolu Van vilâyetinin dahilî kısmını Havasor vadisiyle İran hududuna
raptediyor .
Buraya geldiğim gün Van’ın
muhasarası başlamıştı. Aram Pş. maiyyetindeki Ermenilerin miktarı Mis Knap ve Müsyü Ruşduııi [ Ruschduni ]
tarafından vaki olan neşriyata göre 30 000 ve daha fazla tahmin edilmektedir.
Şehri ihata eden surlar ve Aykestan [Aikesdan] yani Bağlar mahallesi Ermenilerin elinde idi. Biz de kaleye ve şehir civarına hâkim idik,
buralarda demir bir çember vücude getirmiştik ; bu çenber hergün yaptığımız
ilerleme nisbetinde darlaşıyordu . Van’ın muhasarası esnasında yapılan
muharebeler gibi şiddetli muharebeleri nadiren görmüştüm. Dar bir saha
dahilinde bilâ fasıla çarpışılıyordu. Ekseriya bir tuğla duvar bizi düşmandan
ayırıyordu. Hiçbir taraf, Hıristiyan, İslâm birbirlerinden af talebinde
bulunmuyorlardı. Düşmanın eline düşen kendisini ölmüş addediyordu. Esirleri
kurtarmak teşebbüsü ümitsiz idi ; Her iki taraf ta ellerine düşen ganimeti aç.
kaplanlar gibi parça parça ediyorlardı. Van’daki evlerin duvarlarım yıkmak için
topları evlerin içersine tabiye etmeği lüzumlu gördüm. Elimize geçen evleri,
düşmanın geceleyin tekrar zaptedememesi için derhal yıkıyorduk . Saçlar dağınık
, yüzler bant dumanıyle siyahlanmış, top gürültüleriyle yarı sağır bir halde,
yakından gelen tüfek ateşleri altında ilerlemeğe ve anudane müdafaa edilen
şehrin kalpgâhma kadar, höyük güçlükleri atlatarak yanaşmağa muvaffak olduk.
Ermenistan’ın halâsı ve mukaddes Salibin galebesi için, evlerinin kararmış
ankazları arasında son nefese kadar mücadele eden Ermenilerin bize gösterdikleri müşkülât çok büyüktü. Fakat fena tali
yüzünden din kardeşlerimin felâketi için sarfettiğim zamana lânet ediyordum.
7 • Fasıl
Hükümetin nafiz erkânından
Enver Paşanın Eniştesi , Van valisi Cevdet Bey kale methalinde beni karşıladı.
Cevdet Bey kırk yaşlarında, dikbıyıkh, narin ve güzel yapılı, Paris’in son
modasına uygun kıyafette bir zattir; kömür gibi kara gözleri ve saçları, nazara
çarpan beyaz simasile bir tezat teşkil ediyordu. Doğru bir Osmanlı gibi,
terbiye görmüş, kibar, sevimli ve mert [ alicenap ] olan Cevdet Bey lakikatta
insan kıyafetinde bir kaplandır. Muhitini rahatsız eden dmseleri imha
ettirtirdi ; -fazla bilgisi olanları da ortadan kaldırırdı. Vlahrem emirlerinin
icrasına yüzbaşı Reşit Efendiyi ve bunun kumanlasmdaki yeniçerileri memur
ederdi. Bunlar zehir, ip ve tabanca ile ledeflerini elde ederlerdi.
Türk etiketine uygun
debdebeli selâmlaşmadan sonra kaledeki taramalardan biri üzerine oturduk.
Ayaklarımızın altındaki şehir bir volkana lenziyordu ; bu volkandan devam üzere
şiddetli dumanlar ve bazan cızıl ateş demeti havaya yükseliyordu. Hertaraf kıvılcım
yağmuru ile lulanıyordu.
Bataryaların, etrafı sarsan,
gürültüleri ve piyade ateşinin devamlı larbeleri altında Cevdet Bey bana bu
kanlı facianın evveliyatı vesaire lakkmda malûmat veriyordu. Gece başladığı
vakit maiyyetimizle birikte hayvanlarımıza bindik ve ateş yangınlarıyle
aydınlanmış olan ehlikeli sahayı çabucak geçtik .
Az zaman sonra saraya geldik
; saray zarif, Avrupadaki binalar ,’ibi inşa ve iyi tefriş edilmiş bir sayfiye
idi ; etrafı kavak ağaçlarıyle evrilmiş ; Aikestan’a giden yol üzerinde idi;
Rengârenk camlarla ezyin ve Arap usulü lâmbalarla tenvir edilen küçük bir odada
yattım. Mada kıymetli halılar, altın ve gümüş kakmalı silâhlar ve fağfurî
orselenler, bunlardan başka mükemmel bir yatak veya yataktan iyade tentene ve yeşil
ipekten mamul hakikî bir yuva vardı .
Elbisemi değiştirdikten
sonra bir uşak beni yemek salonuna götürü; salonun ortasında ışıklı bir masa
vardı. Gümüş takım ve kristal taaklar, Avrupada bile nazarı dikkati celbeden,
bir zarafçt nümunesi idi, Sofrada beyaz kıravatlı kusursuz akşam elbiseli valinin
karşısında oturdum; müşarünileyhi adeta düğme deliğine takılmış bir çiçek zannediyordum
.
Jandarma Yüzbaşısı Reşit
Bey, zarif oniformasını lâbis
olduğu halde, sol tarafıma oturdu; mumaileyh Lâz taburu kumandanı ve valinin
itimadını kazanmış idi. Meclisteki terbiyeli vazı ve tavrı, yüzüklerle tezyin
edilmiş ellerini, düzinelerle ve hattâ yüzlerce masumların kanına
bulaştırdığını tahattur etmekten nefsimi kolayca menedemedim.
Sağ tarafımda Ahmet Bey
oturuyordu; mumaileyh güzel bir Ingiliz spor elbisesi giymişti; birkaç lisanı kusursuz
konuşuyordu, İstanbul’daki en iyi kulüplerden birkaçının azası idi; uzun
müddet Londra’da yaşamıştı. Asilâne vazı ve tavrı ve traşh çehresi, kendisini
Haydepark’ta 4 koşulu araba ile gezmeği itiyat edinmiş bir Ayan azası zanneder.
Bu Ahmet Bey, çete
Yüzbaşılığıyla maruf ve namdar Çerkez gönüllü kıt’ası kumandanı Çerkez Ahmet
idi; mumaileyh bilâhare Hükümetin emriyle Ermeni meb’uslardan Zührap [Zorab]
ve Vartakis, Dağavaryan’ı şeytan dersinde kesmiş ve bilâhare Cemal Paşa
tarafından yapılan takibat üzerine Şam’da asılmıştı.
Dört kişi, ziyadar masa
başında oturmuş ve son haberleri konuşurken yahut masallar anlatırken saray
pençerelerinin çerçeveleri sallandı. Kahraman Van şehrini temelinden sarsan ve
burasını ateşten bir denize çeviren ateş fırtınası bütün şiddetiyle devam
ediyor, hergün yüzlerce masum çocuklar, kadınlar yere seriliyordu.
Kalenin ve Van’ı muhasara
eden kuvvetlerin kumandasını deruhde etmek için ortalık ağardığı sırada
hayvanıma binip jandarma fırkasının karargâh binasına gittim; bu bina
hendeklerle Cenubuşarkî mıntakasına raptedilmişti.
Kalede 2 topçu bataryası, 1
Kürt taburu, bir de Türk gönüllü taburu bıraktım. En tehlikeli olan Garp mıntıkasınıı 3 gönüllü taburu ve birkaç atlı jandarma ile tutturdum;
buradaki kuvvetleri Yüzbaşı Salahattin ve Hakkı Efendilerin emrine verdim.
Cenubugarbî mıntakasmda da Çerkez gönüllülerinin tecrübeli kumandanı Canbulat
Beye bıraktım; Canbulat Bey de Binbaşı Ahmet Bey gibi, Başkale jandarma taburu
kumandanı idi. Mumaileyh ile muhasaraya memur kuvvetlerin başında 21 gün devam
eden müşterek mesaimiz esnasında itimadımı tamamen kazanmış dürüst bir zat idi.
Cenup ve Cenubuşarkî mıntıkası yukarda ismi geçen Ahmet Bey İle Binbaşı Bürhanettin
Beyin kumandaları altında idi, hemen bütün muvazzaf ve birkaç gönüllü taburları
Ahmet Bey kumandasında, birkaç ihtiyat süvari ve piyade kuvvetleri ise
Bürhanettin B. emrinde idi; bu kuvvet jandarma fırkası karargâhında iskân
ettirilmişti. Bu kuvvetlerden başka emrimde daha iki gönüllü taburu 1 200:1500
kadar Kürt çeteleri vardı; gönüllü taburlara Kaymakam Süleyman B. kumanda
ediyordu.
Kürt çeteleri iyi
avcılardır. Göğüs göğüse muharebeye çok elverişlidir; fakat inzibata alışkın
olmadıklarından uzaktan muharebelere elverişli değildir. Ganimete konmak ümidi
bunları buraya bağlamıştır; muhasaranın uzaması üzerine bunlar da küme küme
ortadan savuşup kaybolmuşlardı.
Modern topçu olarak
emrimizde birkaç sahra topu vardı; bunlardan iki buçuk batarya mantelli,
birkaç düzine, yuvarlak mermi atan, eski toplardan vardı. Yuvarlak mermi atan
toplar bilâhare çok işime yaramıştı: Çünkü bu topların kâfi miktarda cepanesi
vardı; yalnız şarapnel noksandı. Binaların tuğla duvarlarına karşı bu
mermilerin tesiri de çok iyi idi; zira bunların yuvarlak mermileri beyzî uçlu
mermilerin yaptığı gibi duvarları delecek yerde, çekiç darbesi gibi evleri
yıkıyor, yani binanın katlarını tahrip ederek binayı zemin tesviyesine
indiriyordu.
Vali Cevdet Bey, dağ
topçularıyle diğer mantelli topları seyyar kollar için alıkoymuştu; bu toplarla
Ermenilerin Bağlar mahallesini hurdehaş etmiş, henüz Ermenilerin ellerinde bulunan civardaki köylere taarruz eylemişti.
Emrim altında bulunan
kıt’alann kuvveti 10 000 :12 000 kişiye baliğ olmuştu; şu halde aşağı yukarı
bir fırka kuvveti demekti. Bunların hepsi de harp tecrübesi görmüşlerdi;
başlarında tecrübeli zabitler vardı; Ruslar’m yaklaşmasıyle vaziyetin .daha
tehlikeli bir şekil almasına rağmen zabitan ve efrat dağılmamışlar, son zamana
kadar sebat eylemişlerdi. Ruslar,
Van’dan birkaç saat uzakta bulunuyorlardı ve Barğiri, Kotur boğazlarında yahut
Hanazon [ Hanasun ] dan Van’a doğru yol açmağa çabalıyorlardı. Boğazlar birkaç
jandarma taburu tarafından kahramanlıkla müdafaa olunuyordu; jandarmalar ayrıca
Kürtler ve Erciş, Başkale kazalarının gönüllü
efradından da müzaheret görmüşlerdi.
Van’da mahsur vaziyette
kalan 30 : 40 bin Ermeni, mızıka bandosu teşkil edecek yerde muvakkat bir
Hükümet teşkil edip madalya ve harp nişanları imal ve taarruz! harekâta ictisar
eylemiş olsaydı ve bizzat sopa, balta, bıçak ile silâhlanıp kütle halinde huruç
hareketine teşebbüs etseydi, kim bilir, vaziyetimiz ne olurdu; bu hareketle Ermeniler muhtemelen bizi geri atar ve belki de Bitlis vilâyeine
doğru geri çekilmeğe icbar ve bu suretle İran’daki kuvvei seferiyenin ric’at
hattını da kesmiş olurdu. Bu takdirde, Van vilâyetinde Kürtlerin kılıçları ve gönüllülerimizin kurşunları altında
hayatlarına hatime çekilen binlerce dindaşlarının hayatlarını kurtarmış
olacaklardı.
Mahsurların ellerindeki
topçu, kendilerinin bizzat imal eyledikleri eski bomba topları idi. Bu topları
tuğla evler içinde muhafaza ediyorlar; bunları evler arasından hertarafa,
köşelere, methallere ve barakalar arasından müdafaa edilebilecek sokaklara
kolayca gönderiyorlardı. Ermenilerin
elinde binlerce mavzer tabancasından başka çok miktarda filinta ve tüfek te
vardı; bunları senelerce satın alarak depo etmişlerdi. Ermenilerde, bize çok zayiat verdiren, elbombası da mebzulen
mevcuttu.
Biz filhakika kaleye sahip
idik; fakat topçumuzun şehre karşı istimali hemen gayrı mümkündü. Her noktai
nazardan vaziyet Ermeniler için
daha müsaitti; hele adeden üstünlük tamamıyle Ermeniler tarafında idi. Kendileri tarafından işaa edildiğine göre Ermenilerin kuvveti — yukarıda zikredildiği gibi — 30 000 den fazla
idi; hergün civardaki köy ve kasabalardan kaçarak Van’a gelenlerin miktarı buna
dahil değildir.
Mevzileri ve kıt’aları
teftiş ettikten sonra bir işaret hizmeti tertip ettim. Bazı zabitlerin geceleri
ordugâhtan ayrılarak hususî evlerde kaldıklarını haber almıştım; bunu da
şiddetle menettim . Tupçu ateşinin, hiç fasıla verilmiyerek sabahtan akşama
kadar devam etmesi, vaziyet icap ettiriyorsa geceleri dahi topçu ateşine devam
edilmesini bir yevmî emirle tamim ettim .
Garp mıntıkasınıda bir sabah, birkaç hanenin yıkılmasıyle burada birkısım
yer zaptettik, ağır ağır büyük bina istikametinde ilerledik; büyük binaya
(Büyük konak) adını verdik. Şark mıntıkasına Ermeniler, minareler ve maruf noktai istinatlar sayesinde ova
kenarına kadar şehre hâkim bulunuyorlardı.
Büyük olduğu için (meyva
konak) adım verdiğimiz bu noktai istinatlardan birini öğle vakti bir hücumla
elimize geçirdik. Kuvvetlerimizin gevşemiş olan cesaretini tekrar canlandırmak
için bu hücumu bizzat ben idare ettim.
Cenup mıntıkada, Ermenilerin elinde
kuvvetli bir noktai istinat mevcut olduğu için burada Ermenilere yaklaşamadık. Muhasara devam ettiği müddetçe Ermeniler taarruzlarımıza karşı muvaffakiyetle mukavemet ettiler;
bu mukavemeti, kalenin topçularına karşı kendilerini saklıyan ev kümelerinden
icra eyledikleri yan ateşe medyundurlar.
Öğleden sonra saat dörde
doğru vali beni arattırmış; bana bağlar mahallesi etrafında yaptırdığı
tahkimatı göstermek istiyormuş . Ovadaki firarilere yolu kapamak için Şark
taraf bililtizam açık bırkılmıştı. Mahsurinin erzaklarının çabuk azaldığı
söyleniyordu .
Valinin emrindeki kıt’alar
vazifelerini iyi yapmışlardı. Topçulrımız için çok iyi ve cazip bir hedef
teşkil eden Amerikan Misyonerinin oturduğu yüksek binaya tevcih edilmiş olan
iki mantelli toponun vaziyeti hiç hoşuma gitmedi. Bu halin beynelmilel kavaide
mühalif olduğunu Cevdet Beye
söylediğim zaman bu tertibatın alınmasında bir suitefehhüm mevcut olduğunu
dokunaklı bir tarzda cevaben bana söyledi.
Bunun üzerine topların başka
yere doğru tabiye edilmesini derhal emreyledi. Amerikan Misyonerini topa totmak
hususundaki ufak hilenin keşfedilmesi müşarünileyhin hiçte hoşuna gitmediği
minnettarane tebessümlerine rağmen anlaşılıyor ve nazarı dikkatimi daima şehrin
muhasarasına celbetmek istiyordu.
Yukarıdaki mülâkatm vuku
bulduğu yerden ayrılmak ve saraya gelmek istiyorduk; bu sırada Başkale’den
birkaş atlı jandarma ve 300 kadar atlı Kürt geldiler. Bonlar, Ermeni komitası
rüesasmdan Kojuncan tarafından, birçok siperlerden ve Yedikilise manastırından
edilen ateşe rağmek Erek boğazından geçip gelmeğe muvaffak olmuşlardır.
Bu kıt’anm zabiti ile
görüşürken civardaki bir Ermeni köyünden kesif bir duman yükselmeğe başladı;
jandarmaların yahut yardımcı Kürtlerin
buköy civarından geçerken burasını ateşledikleri anlaşılıyor. Cevdet bey bu
dumanı gördüğü vakit çok hiddetlenmişti. Müşarünileyhin arzularının Kürt
rüesası üzerinde pekte müessir olmadığı zannolunuyordu; rüesa, Valinin
hiddetinin göründüğü gibi, pekte ciddî olmadığına şüphesiz kanidiler.
Sarayda akşam yemeğini
yerken dışarda ateş muharebesi o derece şiddet peyda eylemişti ki, Ermenilerin kütle halinde huruç hareketleri yapmalarından korktum ve
atıma binerek dörtnalla karargâhıma gittim. Orada yaverim Ahmet Efendi’den
vaziyetin bidayette çok mühim olduğunu ve Ermenilerin, neferlerimi aleyhime isyan çıkarmak için teşvik
ettiklerini öğrendim maiyyetimdeki askerler Ermenilere, benim de gâvur olduğumu yani dinsiz köpek — Ermeniler kibi — olduğumu siperlerden Ermenilere bağırmışlar.
Sabahleyin erkenden ateş
hafiflemişti; binaenaleyh biraz istirahat edebilecektim. Fakat azzaman sonra,
topçularımızın şiddetlenen ateş faaliyetleri üzerine muharebenin şiddeti
yeniden ziyadeleşmeğe başladı. Bu defa başlıyan muharebe bidayette olduğu gibi
tesadüfi olarak başlamış olan münferit muharebeler değildir, bilâkis muntazam
bir muhasara etrafında devam eden muharebedir. Bu muharebelerde işaretlerle
verdiğim emirlerin noktası noktasına icra edildiğini ben bile görerek
mütehayyir olmuştum.
Vahdeti idare olmadan ya az
ilerliyorduk, yahut hiç ilerliyemiyorduk; çünkü Erminilerin gösterdikleri mukavemet çok takdir ve sitayişe
lâyıktı. Kıt’alarımız nerede kendilerini gösterirse her tarafta Ermeniler tarafından derhal iyi nişan alınarak şiddetli ateş altına
almıyordu. Ermeniler için her ev bir kale
halinde idi; bunların teker teker zaptolunması lâzım idi; düşmanın nazarı
dikkatini başka taraflara çevirmek için yaptığım nümayiş taarruzlarına rağmen,
hücum kollarımı şehrin kalpgâhına tevcih
ederek, hedefime varmağa muvaffak olamiyordum.
Bunun sebebini evvelâ, Türk
gönüllülerinin Kürt ve Çerkezleri
müşterek bir taarruza sevketmekteki güçlükte; saniyen Ermeniler tehdide maruz cephelerdeki kuvvetlerini az zaman içinde
takviye etmelerinde aramak icap eder.
Kimseye haber vermeden, bir
binayı hücumla ele geçirmek ve burasını nokta! istinat olarak kullanmak
istiyordum; fakat ertesi gün ortalık ağardığı vakit, düşmanın geceleyin,
burasını tahkim ettiğini haber aldım. Demek ki Ermeniler fikrimi keşfetmişlerdi. Bir akşam Vali bir Kürt süvari
kıt’asını Şuşans ismindeki müstahkem bir köye
karşı göndermişti. Burası Erekdağı’mn eteğindedir; Ermeniler Ova mıntıkasından gelen
firarileri toplıyarak geceleyin Bağlar mahallesine getirmeğe muvaffak
oluyorlardı. Ermeniler müfrezenin muvasaletini
beklemeden Yedikilise işgal kuvvetlerini tam vaktinde emniyet altına aldılar.
Bu günden itibaren avcı
siperlerini hiç terketmedim. Hattâ sarayda akşam yemeğine bile kalmadım; çünkü
gecenin hulûliyle muharebe daha ziyade şiddet peyda ediyor, düşmanın kütle
halinde taarruza geçmesi ihtimali artıyordu. Böyle bir taarruz vuku bulsaydı
şüphesiz Kürtlerin ve hattâ Türk
gönüllülerinin de kuvvei maneviyeleri kırılırdı. Bu gönüllülerin ve Kürtlerin
kâffesi Van civarındaki köylerin sekenesi idi; bunlar silâha sarıldıkları zaman
memleketleri terkedilmiş ve
bu sebeple ailelerini komşu
İslâm köylerine göndermeğe mecbur kalmışlardı.
Gündüz başladığı vakit topçu
ve piyade ateşi tekrar şiddetlendi; gecenin hulûliyle tekrar hafifledi.
Sark mıntıkasını teftiş ederken bir binanın çatısına konan bir sahra
topunun, sarsıntısıyle hanenin yıkılarak neferlerin bir kısmının toprak altında
kaldıklarını haber aldım .
Topun, mahsurinin eline
düşmemesi için Ermenilerin bu
aralık girdikleri yarı yıkık bir haneye bir onbaşı ve bir çavuşla beraber
gittim. İleriden ve her iki yandan bize taarruz eden düşmanı ben ve çavuş bıçak
ve tabanca ile tardederken onbaşı da topun kundağına kaim bir ip bağlamağa
muvaffak oldu; gerideki diğer neferler de ipten çekerek topu bina dişarsma
çıkarmağa çalışıyorlardı. Bundan sonra çavuş ile ben yanımızda yıkılan duvarın
tozu ve mermi dumanı arasında yarı boğulmüş bir halde geri çekildik. Gerçi
topu korlardık; bu kurtarış bize beş şehit ve bir miktar yaralıya mal olmuştu.
Son zamanda
bir mermi çavuşun başını parça parça etmişti.
Bu vak’adan
takriben 1 saat sonra Lâzistan taburu 300 atlı Kürtle, Şahbağı köyünü işgal etmek üzere hareket etti; burada 4
: 5 yüz Ermeni tahkimat yapmışlardı. Lâzlar
topçu ateşi himayesi altında süngüleriyle taarruza geçtikleri zaman Kürtler de arkadan Ermenileri
yakalıyarak hepsini imha ettiler .
Cevdet Bey
ve ben kalenin burçlarından bu muharebeyi tarassut ederken Ermeniler de şehirde Peterpavles adım taşıyan başkilisenin
kubbesinden müteamzlar üzerine ateş etmeğe başladılar. Bu mukaddes yeri şimdiye
kadar korumuştum; burasının ibadethane olmasından değil, daha ziyade tarihî
kıymeti haiz bir tarzı inşaya malik olmasından dolayı korumuştum.
Binanın
harabisine mahsurinin akılsızça hareketi sebep olmuştur; zira Cevdet Bey
mermilerin geldiği tarafı tesbit eder etmez burasının ateş altına alınmasını
emretti. Fakat kilise çok kuvvetli bir tarzı mimarîde inşa edildiği için
birkaç saat ateşimize mukavemet gösterdi; gece olduğu vakit bu kilise de bir
harabeye çevrilmişti.
Ermeniler
başkiliseden de tardedildikten sonra büyük caminin minaresinden bize ateş
etmeğe başladılar; bunun üzerine valinin protestosuna rağmen derhal burasını
da ateş altına aldırdım; çünkü [bu muharebedir] bu suretle aynı gün içinde Van
şehrinin iki muazzam mabedi ortadan kaybolmuşlardı; beriki mabette de kıymetli
sütunlar ve abideler vardı, bunlar takriben 9. asırda inşa edilmişlerdi. Van'ın muhasarası esnasında 27
26 — Nisan :
Şark mıntıkası kumandanı Ahmet Bey ileriden arazi kazanarak gerideki, evleri
yanar lıalda bıraktığı gibi Garp mıntıkası
kumandanları da (Büyükkonak) önüne kadar ilerlemişler ve bunun önünde tavakkuf
eylemişlerdi.
Bu kuvvetli noktai istinadı zaptetmek için, Ahmet Beye
kendi
mıntıkasınıda
taarruza devam eylemesini emrettiğim gibi Canbulat Bey’de kendi Çerkezlerinin başında olarak baskın tarzında, yukarıda ismi geçen Büyükkonağa doğru ilerliyecek ve burasını
hücumla zaptedecekti. Bu noktai istinadı kabili hücum bir hale getirmelerini
bütün topçulara vazife olarak verdim; saat onbirde topçular Büyükkonağa ateş
açtılar ve birçeyrek saat içinde binanın birinci ve ikinci katlarını ( yere serdiler. Fakat Ermeniler enkaz dumanları içinden büyük bir cesaretle Çerkezlerimize ateşe devam ediyorlardı. Bereket versin Türk
ve Kürt gönüllüleri, hücuma
iştirak zamanım iyi takdir ettiler; bunlar hücuma başladıkları zaman Ermeniler de takviye kıtaatı almışlardı. Türk vaziyeti inkişaf
etmekte idi. Büyükkonak mıntıkasına gitmeğe
karar verdim. Reşit Beyi kale topçularının kumandanı olarak geride bıraktım ve
dörtnalla tehlikeli mıntıkayı geçtim. Tütmekte
devam eden Büyükkonağm enkazı içindeki tahkimata yerleşmiş olan Ermenilerle
bizim aramızda yarı yıkılmış yalnız bir tuğla duvar vardı.
Derhal hücum emrini verdim;
Canbulat ve maiyyetindeki Çerkezler
hücuma kalktılar. Bu sırada yaverim bir mermi ile alt çenesinden vurularak yere
serildi; ben de bihuş bir halde bir duvar parçası altında yıkılı kaldım,
büsbütün duvarın altında kalmamak için Canbulat bacaklarımdan tutarak beni
kendine koğru çekmişti.
Meşhur Büyükkonağı ele
geçirmek için giriştiğimiz ilk teşebbüs bu yüzden akim kalmıştı.
Bu aralık muhasara topçumuzu
çok eski birkaç havanla takviye etmeğe
çabaladım; bu havanlar büyük taş mermileri atıyorlardı.
Pek iptidaî olan bu toplarla
alelâcele imal ettiğimiz bombaları atıyorduk; Van şehrinin büyük kısmı
bunlarla tahrip edildiği gibi müdafilerden çoğu da bunlarla öldürülmüştür. Bu
topun mermisi bir binaya isabet ettimi, bina derhal yıkılıyor ve içindekiler
enkaz altında kamilen mahvoluyorlardı. Zannıma göre, bir isabette 60 kişiden
fazla zayiat verdirmesi nadirattan değildi. Türklerin (Havan
topu) tesmiye eyledikleri bu topların mermileri yuvarlak ve o kadar büyük idi
ki, bazen
dürbün yardımıyle havadaki yolunu görmek mümkün olabiliyordu . Aksine olarak
birgüıı dolduruş yapılırken ateş aldı ve bu yüzden Binbaşı Reşit Bey şehit
oldu. Şehadet hatırası olmak üzere mezarında mermiden bir ehram yaptırdım; bu
ehramı belki de bugün kalenin enkazı arasında bulmak kabildir.
Gün başladığı vakit bütün
topçu ateşini Büyükkonak ve civarındaki binalara tevcih ettirdim. Binalar sıra
ile tahrip ediliyordu . Hücum işaretini çaldırdığım zaman Çerkezlerin bu defa hücumdan çekindiklerini teessürle müşahede
eyledim; fakat Türk ve. Kürt gönüllüleri muntazam surette taarruza geçtiler,
fakat bunlar da muvaffak olamadılar; muharebe meydanında çokça şehit ve yaralı
bıraktılar.
Büyükkonağı almak için giriştiğimiz
ikinci teşebbüs te bu suretle neticelendi. Burası bir enkaz yığınına
çevrilmekle beraber yine ateş ve ölüm saçmakta berdevam idi.
Bugün, Ermeniler bir lâğım yardımıyle Reşadiye mahallesinin yarısını
berhava ettiler; bu mahallede Yüzbaşı Reşit Bey ve Bargiri kaymakamı, Bağlar
mahallesinin büyük kısmına ateşleriyle hâkim bulunuyorlardı .
Bu felâket, Cevdet Beyi çok
tehyiç ettiği için, Çerkez Ahmedi çetesiyle birlikte civar Ermeni köylerini
imha için gönderdi.
Sabahleyin sis kalktığı vakit
yeniden topçu ateşini açtırdım. Tüfek ateşi, bilhassa Şark mıntıkada devam üzere şiddetleniyordu; bu cepkenin kumandanı uzun
zamanda göz koyduğu bir-kısım mevzileri zaptetmek
için kararı zatîsiyle taarruza geçmişti.
Kale topçusunun [Binbaşı
Ahmet Bey tarafından yapılan taarruzu] bütün kuvvetiyle himaye edip edemediğini
tetkik için yanımda birkaç zabit, Kürt, Lâz, Çerkez Reisleri olduğu halde
hayvanla kalenin tepesine çıktık . Bu tepenin bin sene içinde, Türk, Bizans,
Roma, Fart, İran, Midye, Asurî, Babilî, Zumemerliler tarafından kaç defa hücumla zaptedildiğini Allâh bilir.
Aynı tahribat işi birçok tarihî tesadüfler sebebiyle şimdi yani 915 senesinde
Katolik mezhebinden Amerikalı bir zabite tevdi edilmiş oluyor.
Muntazam şekilde insan
avlamağı seyretmek fırsatına da mazhar oldum. Ahmet Bey ve ben bir avluda idik, bulunduğumuz yeri
düşman ateşi tuttuğu için bir köşeye çekildik;
yeni bir taarruz plânı hakkında görüşmeğe başladık, bir Ermeni bizim yerimizi
keşfederek pencereden üzerimize ateş etmeğe
başladı.
Düşmanı aldatmak için
kalpaklarımızı bir duvara asarak siper içine girdik, Ermeni’nin kalpaklarımıza
ateş ettiğini görüyorduk; ateşe devam ettiği halde kafalarımızın mermilere ne
kadar çok mukavemet ettiğine hayret ediyordu.
Şimdi Ahmet Bey benden
ayrıldı ve arazide sürünerek bir kaplan gibi Ermeni’ye yaklaştı. Avına birkaç
metre kaldığı vakit ayağa kalkarak nişan aldı, Ermeni bir şevki tabiî ile ve
çabuk kendisine iltica etti.
Fakat bu dakikada fildişi
gibi beyaz iki küçük kol Ermeni’nin boynuna sarıldı ve bir çocuk sesi
anlaşılmaz kelimelerle kulağına fısıldıyordu. Bedbaht adam bu vakitsiz kucaklamadan bidayette
tatlılık ile kurtulmak istedi; bunda muvaffak olamayınca sağ kolunu harekete
getirerek kurtulmağa çabaladı. Fakat gitgide fazla sıkan iki kola karşı bu
teşebbüsü de faide vermedi. Bir an için nazarı küçük kızma teveccüh etti helâk
olması için bu an kâfi geldi; Ahmedin attığı bir kursun alnına isabet etmişti.
Mahsurinin ateşi biraz
yavaşladıktan sonra, akşam yemeğini vali Beyde yemek üzere yaverim ile birlikte
yürüdüm. Tehlikeli mıntakayı geçer geçmez düşman üzerimize bir yaylım ateş
yaptı ve biz de hayvanlarımızı mahmuzlayarak bu ateşten kurtulmağa çalıştık.
Sarayın yakınında 3 asker
gördük; bunlar hiçbir şey yemeden 9 gün civar bir kuyuda kalmış olan bir
Ermeni’ye yiyecek veriyorlardı. Bu Ermeni, valinin katli için tertip edilen
suikaste iştirak etmeği reddeylediğinden, arkadaşlarının takibatından korkarak
kendini bu kuyuya sakladığını hikâye ediyordu; Arkadaşları bunu imha için
arayorlarmış. Açlığı geçtikten sonra Ermeni bir hastaneye yatırıldı. İyi oluncaya
kadar birkaç gün orada tedavi edildi; sonra kurşuna dizildi. Bu Ermeni ile
sofrada bana hizmet eden silâhsız bir jandarma ve tercümanlık vazifesini gören
terzi Başan isminde bir Ermeni, Van’ın muhasarası esnasında bizim tarafta
görebildiğim yegâne Ermeniler idi.
Vali sarayda beni
bekliyordu. Vali, maiyyetleriyle birlikte geri çekilmek isteyen birkaç Kürt
Reislerini bu fikirlerinden vaz geçirmekle meşgul idi. Kürt reisleri ise emin
bir vaziyete girmek istiyorlardı. Zira Ruslar’m Kotur boğazını zaptetmek üzere
oldukları şayiası burada duyulmuştu. Cevdet Bey, bu teşebbüsün faide
vermediğini görünce hiddete geldi ve yumruğunu masaya vurarak bağırdı; (
Vallahi, Billâhi) Allah intikamını siz korkaklardan ve katillerden alır. Bundan
sonra hakaret olmak için arkasını bunlara çevirdi ve beni kolumdan tutarak
selâmlık odasına götürdü; burada rahat koltukta oturduk, kahve ve sigara içtik
birkaç saat olsun vazifemizin tahmil eylediği zahmet ve mes’uliyetleri
unutmuştuk .
Muharebe bütün kızgınlığı
ile devam eylediği gibi yavaş dahi olsa biz de Van şehrinin kalbine doğru
ilerliyorduk: Vilâyete mensup kazaların kıt’alara da yalnız cesaretleriyle
Bargiri boğazında tutunmağa çalışıyorlar ve mahsurini kurtarmağagelen Rus
Ordusunun ileri hareketini menetmeğe uğraşıyorlardı. Buna rağmen düşman
tarafından taarruza uğrayacağımızdan, düşman avcılarına av olmaktan korkuyorduk
. Bu ümitsizlik Kürt reisleri üzerinde, izalesi gayri kabil bir tesir icra
eyledi; bu sebeple rüesa, aile ve sürülerini Ruslardan emin bir yere götürmek için birer ikişer
maiyyetleriyle birlikte bizi bıraktılar.
Türk gönüllüleri de aynı
hareketi ihtiyar ettiler: bunlar da Kürtle rin savuştuklarını gördükleri zaman, rahat durmamağa,
başladılar .
Bu hâdiseler bu küçük
Orduda, bizi endişeye ilka eden cesaretsizlik havasını meydana getirdi.
Tam bir inhizam başladığı
takdirde yapılacak işleri müzakere etmek üzere ertesi gün Cevdet Beyi aradığım
zaman müşarünileyhin ahalinin kısmı-azamım ve vilâyetin hemen bütün servetini imha eden bu hâdiseye
nihayet vermek üzere Ermenilerle bir
mütarekename imzaladığını hayretle haber aldım. Cevdet Bey, kısmıazamı gönüllü
olan kuvvetle muhasarayı aynı şiddetle idame ettirmek imkânsızlığına kanaat
getirmiş olduğu gibi Rusların Bargiri
boğazında ve Kotur boğazında kahramanlıkla sebat eden gönüllülerimizi
geri atabilecekleri imkânını da hesap etmişti.
Ermenilerin de
bu mütarekeyi kabul ettiklerine emniyetle kanaat getirdikten sonra bütün
cephede ateşi kestirdim. Emrin icrası maksadıyle husule gelen derin sükûn bende
büyük bir tesir yaptı; biz topların tarrakasma ve tüfek ateşlerinin bilâ
fasıla devamına ünsiyet eylemiştik .
Birbuçuk saatlik müzakereden
sonra murahhasımız Piskoposun cevabını getirdi. Gelen cevapta Ermeniler Sultanın hakimiyetini daima kabul ettiklerini, İran’a
hicret etmek için şehri tahliyeye hazır olduklarını temin ediyorlar ve fakat
emin bir kefalet olmak üzere valininin şahsen kendilerine refakat etmesini şart
koyuyorlardı. Valinin bu teklifi reddedeceğine kani idim; halbuki, ben de kan
dökülmesine nihayet verilmesini çok arzu ediyordum; bu sebeple kendisine vekâleten
benim Ermeniler nezdine gönderilmekliğimi rica
ettim; fakat vali bu teklifimi işitmemezliğe geldi ve bu suretle müzakere
inkıtaa uğradı 1 — Mayıs tam saat 7 de topçumuzun ateşi tekrar başladı.
Kahvaltı
yaparken, askerî hastanede 2 hasta bakıcı Alman kadını mevcut olduğunu ve
bunların birçok müşkülâta katlandıklarını hizmetçim bana söyledi. Derhal
hayvanla hastaneye gittim; bunlardan birisi Alman hemşire Martha diğeri Şimalî
Amerikalı Mis Me Laren idi. İkisi de Van’daki misyona mensuptular. Fakat
muhasara başlarken Türklerin
eline nasıl düştüklerini bilmiyorum. Bunların askerî hastanede bulunduklarım
daha evvel haber almış olsaydım, ihtimalki bazı güçlüklerden kendilerini
kurtarmış olurdum. Görünüşe nazaran hastane Başhekimi İzzet Bey bunlara
gösterilmesi lâzım gelen hürmeti esirgemiştir . Hemşire Martha bilâhare Tifüs
hastalığından Bitlis’te ölmüştür. Bunların anlatışlarına göre Türkler bütün Ermeni hastalan ve memurlarını derhal hastaneden
çıkarmışlardır. Bundan başka bütün yaralıları da yangında yakmışlardır. İzzet
Bey bir kol yahut bacağın kat’nıdan sonra aletleri de dezenfekte ettirmezmiş:
genç madamların canını sıkan diğer şeyler de ölü taşıyan aynı arabalarla sebze,
ekmek ve sair erzak ve hasta taşıttırılması keyfiyeti idi.
Bu mülâkattan sonra Vali
Beyin yanma geldim. Hastanedeki madamlar hakkında bana tebligat yapılmadığından
dolayı şikâyette bulundum. Hemşire Marta tarafından bildirilen fenalıklar için
kendisinin mes’ul olduğunu söyledim. Cevdet Bey, bu vaziyetten dolayı çok
mütessir oldu ve başhekimi nezdine çağırarak şiddetle muaheze eyledi ; bu
muahezenin tesiri görüldü.
2 ve 3 — Mayısta vaziyet
fena değildi, maahaza gene o kadar ağır muharebe oldu ki, doğan yıldızlar 100 :
200 kadar yeni kurbanların solgun yüzlerini ve sönmüş gözlerini aydınlatıyordu.
Yüzbaşı Reşit Bey seyyar bir müfrezenin başında olarak isyan çıkaran bazı
kıt’aları tedip için hatırımda kaldığına göre 2 — Mayısta hareket etmişti.
Fakat i sat. bu müfrezenin
takarrübiyle siperleri tahliye etmişler ve Erek boğazını emniyet altına
almışlardı. 4 — Mayıs sabahı Hasankale [Erzurum] jandarma taburu, yüzbaşısı
Kâzım Ef. nin kumandasında olarak, buraya geldi ve bir miktar da dane beraber
getirdi; bizde dane, mermi çok azalmıştı.
Bugünlerden birinde,
lâyikıyle tahattur edemiyorum, Vali Doktor «Uscher» den bir mektup aldı; Doktor
bu mektubunda, birkaç danenin Yandaki Misyonun oturduğu binalara doğru
atıldığından protesto ediyordu; halbuki bu binalar Amerikan bayrağıyle belli
edilmişti.
Cevdet Beyin bana Fransızca
olarak tercüme eylediği bu mektup çok kaba bir tarzda yazılmıştı. Vali bundan
dolayı çok hiddetlenmişti; benim teklifime muhalif olarak tehditkâr bir cevap
verdi; Şimali Amerika
Misyonerleri, Ermenileri Hükümet aleyhine
tahrike devam ettikçe ve ihtilâlciler bu binalarda toplandıkça büsbütün
sistematik bir tarzda bombardımana devam edeceğini bildirdi.
Bu aralık Ermeniler kütle halinde
Yedikilise manastırı etrafında toplanmışlardı; geri çekilmemiz halinde toplanan
bu Ermeniler bizim için hakikî tehlike teşkil
ederdi. Bu sebeple Erzurum jandarma taburuna, Ermenileri bulundukları yerden dağıtmak vazifesi verildi. Ermeniler böyle bir taarruzu hiç beklemiyorlardı ; bu tarihî binayı,
binlerce senelik kütüphanesiyle Türklerin
eline düşmemesi için, derhal ateşlediler.
O sırada, artık bizde hiçbir
Kürt kalmamıştı. Kaymakam Halil Beyin Dilman civarında mağlup olduğu ve kuvve-i seferiyemizin Türk — İran hududuna çekilmekte olduğu
haberi musibeti de geldi.
Hergün muhtelif mıntıkalarda mütebeddil muvaffakiyetlerle muharebe devam
ediyordu; bu muharebeler, Ruslar yaklaştıkça daha ziyade şiddetleniyordu.
Cebren Van’ı zaptetmek ümidi artık münselip olan Vali Cevdet Bey bu defa şehri
açlıktan teslime icbar etmek istiyor u. Bu hedefe varmak için Vali etrafındaki
köylerde bulunan bütün Ermeni çocuklarını ve kadınlarının mahsurinin siperleri
önüne kadar gönderdi ve bunları şehre sokmak istiyordu . Vali bunda da aldandı.
Ben tesadüfen kalenin taraçasmda bulunuyordum; şehirde cereyan eden hâdiseyi
görebiliyordum. Ermeniler bu bedbaht adamları
kabul edecek yerde yaylım ateşle karşıladılar, bu ateşle birkaçı yaralandı,
diğerleri öldü, kurtulabilenler ise korkudan bağırarak bizim tarafa iltica
ettiler ; gözümle gördüğüm bu manzaraya bir türlü inanmak istemiyordum.
Gayrı İnsanî bu muameleden
bir hıristiyan sıfatiyle çok hiddetlendim ; bu gayrı insani adamlar,
yiyeceklerini bunlara da taksim etmemek için kendi çocuklarını ve ailelerini
kurşunla öldürmekten korkulıyorlardı. Bunun üzerine ben de Ermenilere ateş açtırdım ve Ermenilerin sığındıkları binalar tarümar oluncıya kadar ateşe devam
ettirdim; bina ankazı altında bunların da et ve kanları yırtıcı hayvanlara yem
oldu .
12 — Mayısta Van şehrinin
üçte ikisine hâkim bulunuyorduk. Ermeniler büyük binaların üçte birine sahip idiler. Bunları da
tahrip için buralara geceli, gündüzlü dane yağdırıldı. Ermenilerin mukavemetleri çok iyi idi; muhasaranın ilk haftasında
Van şehrine 16 000 bomba ve dane atılmış idi.
Şehrin son parçasını da ele
geçirmek için evvel emirde lokanta tabir edilen noktai istinadı almak lâzımdı;
burası düşmanın Cenup nımtakadaki müdafaa tesisatının âdeta anahtarı idi.
Erzurum jandarma taburu,
civardaki birkaç haneyi ele geçirdikten sonra bütün topçu ateşini bu noktai
istinada tevcih ettirdim. Bina yıkılmaya. kadar ateş devam etti.
Fakat Ermeniler yarı yıkılmış duvarların menfezlerinden, yarıklarından
ateş ederek mücadeleye devam ediyorlardı.
Askerlerimizin kurşun ve
ateş püsküren ankaz yığınlarım büyük müşkülâttan sonra ateşe vermelerine rağmen
hedeflerine varmağa asla muvaffak olamadılar ; zira müdafiler duman bulutunun
yükseldiğini gördükleri yerlere ve en tehlikeli mahallere su kovaları ile ve
ölümü istihkar ederek koşuyorlardı .
Müteaddit teşebbüslerin akim
kalmasından müteessiren yalnız başıma ankaz yığınları üzerine atıldım ; daha
ilerdeki binaları ateşlemek istiyordum. Ben, siperi terkeder etmez birdenbire
bir el bombası yukardan aşağı düştü; benimle beraber ilerlemeğe cesaret
etmiyerek siperde kalanlar kâmilen, kısmen yaralandı ve kısmen de, şehit oldu.
Bu dakikada Vali geldi ve
Kotur boğazındaki gönüllülerimizin gittikçe şiddetlenen Rus taarruzları
karşısında geri çekilmeğe başladıklarını tebliğ etti; Rusların bu hareketi bizim Dilman civarında mağlûp olan kuvvei
seferiyenin hattı ric’atini kesmek maksadına müstenit olduğu anlaşılıyordu .
Tehlikenin takarrübü
sebebiyle hastanedeki memurlarla hastaların göl tarikiyle Bitlise gönderilmesi
emredildi.
Gerek bu tedbir, gerekse
İran hududundan gelmekte olan fena haberler İslâm ahalinin hicretini ve aynı
zamanda ailelerini tehlikeli mıntıkadan
çikarmak için gönüllülerimizin büyük kısmının dağılmalarını intaç eyledi
Kale garnizonunda yalnız
meselâ birkaç yirmi kişiyle, Ahlat mıntıkasına mensup 2 Çerkez aşiret bölüğü kalmışlardı.
İhtiyat zabitlerimiz
arasında da karışıklık başlamıştı; bu zabitlerin kâffesi de civar mıntıkalara mensup yaşlı adamlardı. Bunlardan mülâzım Ağa Ef.
muhafazası kendisine tevdi edilen barut ambarının anahtarlarını teslim
etmeksizin savuşup gitmişti; Topçulara cepane vermek için ambarların kapılarını
balta ile kırmağa mecbur oldum . Ermenilerin,
kalede husule gelen za’fımızı hissetmelerine mâni olmak için güneş batmaya
kadar topları bizzat kullandım; efrat ve birkaç zabit binlerce mazeretlerle
yavaş yavaş avdet ediyorlardı.
Ermeniler
sabahleyin bizdeki panikten istifade etmiş olsalardı, kaleyi tarümar eder ve
topçularımızı tamamen perişan ederlerdi. Bugünden sonra artık hiç kimse Van’ın
zaptedilmesini düşünmedi; herkes Halil Beyin ric’at hattını kesmek üzere bulunan Rusların ileri hareketlerini durdurmağı düşünüyorlardı.
Muhasaraya devam etmenin
maksatsızlığmı artık takdir etmiştim; Kâzım Efendi, benim vazifemi deruhde
etmek istediğinden muhasara kumandanlığını mumaileyhe teslim ettim, müteakip günlerde
yani 14 — Mayısta (Türk — İran) hududuna gitmek için yol hazırlıklarına
başladım .
8-
Fasıl
Halil Bey Kuvvei Seferiyesi Nezdinde
Erk dağı boğazında Ermeni
komitacılarından mürekkep bir müfreze ile ehemmiyetsiz bir müsademeden sonra
Ermeni köylerinin enkazından çıkan dumanla örtülü geniş Havasor vadisinden
inmeğe başladık.
Öğleden sonra saat 4 e doğru
Van istikametinden son top seslerini işitiyorduk. Gecenin hulûlünden az evvel
Hoşap kasabasına vardık.
Burada kitabeti ve güzel taş
bir köprü ve ayrıca İranlılardan yahut Araplardan kalma eski ve muazzam bir kale, yani bir Güvercin
kalesi vardı; Güvercin kale denmesine sebep kalesinde muhtelif delikler mevcut
olması ve güvercin sürülerine kılavuzluk vazifesini görmüş olması idi.
Ertesi gün öğleden evvel
Kurt dağının karlı tepelerini aştık; bu dağı Yüzbaşı İbrahim Efendi
kumandasında bir piyade kıt’ası işgal eylemişti. Hayvandan indiğim zaman
Yüzbaşı bana Başkale Kaymakamı Şefik Bey’in bir mektubunu verdi; Kaymakam bu
mektubunda, şimdiye kadar Rusların
ileri hareketlerini tevkife çalışmış olan Kotur dağı boğazındaki kuvvetlerin
kumandasını deruhde etmekliğimi benden rica ediyordu .
Bereket versin tam vaktinde
buraya gelmiş ve Rusların,
müttefikleri Ermenilerle ikinci defa ve çok
şiddetli olarak giriştikleri taarruzu durdurmak için mukabil tedbirde bulunmağa
muvaffak olmuştum. Piyadeler tarafından himayeye mazhar olan Rus Kazaklarının
taarruzları bende büyük bir tesir hâsıl
eylemedi. Kürtlerimiz bu taarruz karşısında
yerlerinde sebat ettiler; zafer bizim tarafta idi.
Müteakip günlerde müdafaa
için iktiza eden hazırlıkları bitirdikten sonra gece yoluma devam ettim. Dir
yakınından Zap suyunu geçtim, ortalık ağarırken Başkale’ye geldim; burada Şefik
Bey, elinde bir telgraf, beni bekliyordu. Telgraf
muhteviyatına göre, ben ayrıklıktan sonra Ruslar
Kotur dağı etrafından dolaşarak ilerlemeğe muvaffak olmuşlar ve bu yüzden
gönüllü ve jandarmalarımız mevzilerini tahliye ve Cuh dağı eteğine çekilmeğe
mecbur olmuşlar: burada yeniden emre intizar edeceklerdi.
Kotur dağında mukavemetten
vazgeçildikten sonra, çok miktarda erzak ve malzemei harbiye iddihar
eylediğimiz Başkale üzerine Rusların
ilerlemelerini durdurmak imkânını artık görmüyordum.
Vaziyetin ciddileştiğini
düşündüm ve mes’uliyeti üzerime alarak Başkale’nin derhal tahliyesine karar
verdim. Kasaba sekenesini Kazaklarla Ermeni gönüllülerinin mezalimine maruz
bırakmamak için bu ağır kararı vermeğe mecbur oldum; ahalinin fikirlerine göre
Kazak ve Ermeniler sırf cinayet
arzusıyle adam öldürüyorlar ve tercihan kadın ve çocukları imha ediyorlarmış .
Düşmanın eline düşmemek için ağır yaralılarımızdan birkaçının diz
çökerek çekilmeğe çabalaması manzarası görüldüğü vakit kalplerimiz
parçalanıyordu. Muntazam Türk kuvvetleriyle Rus Orduları ellerine geçen harp
esirlerinin hukukuna hürmet ve riayet ediyorlar; Kazak ve Ermeni gönüllüleri ve
Kürt aşiretleri ise ellerine geçen düşman yaralılarını yahut silâhsızları
kamilen bilâ rahmü şefkat öldürüyorlardı .
Öğleden sonra saat birde
Başkale ahalisinden 300 yahut 400 Ermeni çocuklarından yahut kadınlarından
mürekkep bir grup ve takriben 12 kişi kadar Ermeni san’atkârı geri kalmışlardı;
hükümeti mülkiye san’atkârları hayatta bırakmıştı; askerî imalâthaneler için
bunlara ihtiyaç vardı. Bunlar beni görünce bacaklarıma sarıldılar, muhafazasız
bırakılmamalarını rica ettiler ; bunların söylediklerine bakılırsa Başkale
gönüllü taburu bunları tuzağa düşürmek istiyormuş. Bu manzara bana çok tesir
yaptı; kaza kaymakamı bana; bunların müvacehesinde, erkekleri kadın ve
çocukları emniyeti kâmile ile ve müfreze refakatinde Tokarağua’ya göndereceğini
yemin ile temin eyledi. Faciayı ikmal için emrine riayet etmiyen jandarmaları
idam ile tehdit etti. Şefik Beyin sözlerine itimat ederek bedbaht adamlara
gidecekleri yolu gösterdim ; ıninnetkârlıklarma işaret olmak üzere ellerimi,
üzengiyi ve hattâ hayvanımın boynunu ve saçlarını öpüyorlardı.
Bu esnada Rusların öncüsü de Başkale istikametinde ilerliyordu; bunların
ilerisinde yaya ve atlı olarak Kazaklarla Ermeni gönüllü kıt’aları vardı. Ruslar yarım
kilometre yakınımıza yaklaştıkları zaman üzerlerine birkaç el yaylım ateş
ettik, sonra geceyi geçirdiğimiz Sava köyüne çekildik; Rus keşif kollan bizi
takip etmişlerdi, Ertesi sabah Zap suyunu yüzerek geçtik ve öğlden evvel
Tokarağua köyüne geldik. Bu köy Cuod, Hanis’in birkaç mil Şimalişarkîsinde
kâindir; Cuod, Hanis’te Nasturî patriki Marşimon [Mar Şemun] oturuyordu;
burası Kürdistan’m merkez noktasını teşkil ediyordu. Burada misafir kabul
etmez, çok yüksek dağ silsileleri (Türk — İran) hududunu teşkil ediyordu.
Eskiden bu dağların gümüş gibi parlak sağrıla,, rmda zümrüt gibi yeşil ve lâtif
mer’alar, buralarda İlkbaharın zinetini teşkil ediyorlarmış . Hayvanla
geçtiğimiz bir patikanın bulunduğu tepeden derelerin tatlı şarıltıları
işidiliyordu; bu dere suları keskin meyildeki mecralarından akarak gidiyordu.
Fakat yukarıda ufak ufak köyler bu ivicaçh ve dik sırtlara yapışmış
kalmışlardı; romantik bir arazi, fakat misafir kabul etmez ve vahşi.
Tokarağua köyünde bizim
fırkanın kumandam Kâzım Beye tesadüf ettim. Mirimumaileyh aslen Arnavuttur;
namuskâr, makul ve cesur bir askerdir. Emri altında yalnız jandarma fırkası ve
bir «de Cevdet Bey vilâyetinin Türk , Kürt gönüllü kıt’aları olduğu halde Rus
Ordusunu beş ay işgal etmiştir. Mirimumaileyhin cesaret ve azimkâr lığı Ruslar üzerinde büyük bir tesir bırakmıştır; Ruslar, Kâzım Beyin hududa geleceğine hiç ihtimal vermiyorlar
bilâkis Başkale ve Saray mıntakalarmı tahliye
edeceğine intizar eyliyorlardı. Vaziyet aksi zuhur edince Ruslar Şimalî İran’a çekilmişler ve Tebriz’den ilerisini Türklere bırakmışlardı.
Kaymakam Halil Bey [
bilâhara Kütül’amare kahramanı Halil Paşa] bu sahnede göründüğü zaman (Rus -Türk — İran] hududunda vaziyet bu merkezde idi; Halil Beyin gurur ve
hırsı herşeyi bozdu .
Başkale’de Ruslar eline düşen erzak ve cepane ambarlarını kurtarmak
istiyordum; bu iş için Kâzım Beyden maiyyetindeki muhafızlardan altmış atlı
rica ettim. Gönüllü olarak bana iltihak eden bir zabit grubu ile Şimal
istikametinde yürüyüşe geçtim; mümkün olursa aynı gece içinde Başkale’ye bir
baskın yapacaktım. Güneş batmadan az evvel Zap suyu’nıı geçtik . Saat dokuza
doğru Başkale karşısında sükûnetle ava yayıldık. Kasabaya, mümkün olduğu kadar
yaklaştıktan sonra birkaç el yaylım ateş ederek Kazakları baskına uğrattık; bu
ateş baskını üzerine Kazaklar kasabayı terkederek firara koyuldular.
Düşmanla teması muhafaza
için derhal dört hücum kıt’ası ileri sürdüm. Aynı zamanda Kâzını Beye de bir
mektup yazarak bana bir miktar takviye kıt’ası yollamasını rica eyledim;
kendisi geride kalan kıt’alarla gelinciye kadar bunlarla Başkale’yi muhafaza
edebilecektim,
Zira Başkale Kurtdağı
boğazının anahtarı idi. Kurtdağı ise Van’ı muhasara eden kıt’alanınızın
arkasına düşüyordu.
Gecenin bakıyyesini ayakta
eğerli hayvanlarımızın yanında geçirdik . Gece birkaç defa yanlış yere
silâhbaşı yapmaktan başka bir hâdise olmadı. Gündüz başlayıp ta güneş şuaatıyle
İran dağının beyaz zirvesini kül rengine garkeylediği zaman uzakta iki Rus
piyade alayını tefrik edebiliyorduk; birkaç Kazak bölüğü ihtiyatlı hareket
ederek bizimle temas peyda ettiler. Daima süngü takılı vaziyette olan Rus
süngülerinin parıltısı her iki kolu tozlu ovalardan kayıp gelen altın pullu
ejderhalara benziyordu. Rica eylediğim takviye kıt’ası tam vaktinde
gelemiyeceğini görünce Başkale’nin büyük binalarına gaz döktürdüm, Ruslar geldikleri vakit şehrin dört köşesinde yangın başlamış
bir halde bulacaklardı.
Tokaragua köyüne gelmeden
yarım saat evvel bir kürt grubuna tesadüf ettik ; ortalarında yeknazarda
Efganlı bir dilenciye benzer bir adam götürüyorlardı. Şefik Bey bu adamı
söyletmek istiyordu, fakat ne yaptı ise muvaffak olamadı. Kurşuna dizilmek için
tertibat alındığı zaman benimle konuşmak istediğini işaret eyledi.
Talebi üzerine yanma gittim
ve bunu bir tarafa alarak konuşmağa başladım. Çok fasih bir Fransızça ile
benimle konuştu. Lisanından ve Paris’teki hayatının hatıralarından kendisinin
zannedildiği gibi bir Ermeni casusu olmadığını derhal anladım. Fermanferma
ailesine mensup İran prenslerinden; birisi idi; hatırımda kaldığına göre hükümete
taallûk eden sebeplerden dolayı dilenci maskesiyle dağlardan geçerken yolunu
kaybetmişti. Bu adamı tevkif için artık bir sebep kalmamıştı; kendisini serbest
bıraktık ve bir miktar muhafız ile İran hududnna yolladık. Bir sene sonra,
refakatinde kâtibi olduğu halde bu adam beni Halep’te ziyarete geldi; benim ne
olduğumu sorup anlamadan göğsüme İranların yüksek bir nişanını talik etti bugün dahi o nişanı
taşıyorum.
Akşam şafağının gölgeleri,
girintili, çıkıntılı dağların aşağılarını kaplarken uzakta dar bir vadinin
methalinde boz bir leke gördük; bu görülen yer kuvvei seferiyemizin
çadırlarının kurulduğu mahal idi; kuvvei seferiye İran’dan buraya gelmişti. Biz
buraya yaklaştıkça tepenin eteğinde otlıyan koyon, sığır, ester, at sürülerini
lâyikı ile tefrik edebiliyorduk. Ordugâhta karınca kümeleri gibi hareketler
vardı; karakol ateşini pırıldayan ziyasıyle renkleşen arabaların, topların
beyaz çadırların arasında yaya piyadeler, atlılar dolaşıyorlardı,
Akşam yemeğinden sonra Kâzım
Bey beni kuvvei seferiye kumandam Kaymakam Halil Beye takdim etti;
mirimumaileyh Şarka mahsus seremoni ile beni kabul etti; bu usulü biz en
samimî usul olarak telâkki ederiz; ekseri halde bu tarzı kabul makûs ta telâkki
edilebilir. Bu ipek eldiven fırsat düşünce boğaza sarılacak ipek ip yahut
fincan içinde zehirli kahve gibidir.
Halil Bey, o zaman takriben
38 yaşında idi; şeklen zayıf, veçhen güzeldi; kendisi 3 sene içinde Yüzbaşılıktan
Miralaylığa kadar irtika eylemişti. Bu terakki, iktidarından dolayı değildi,
çünkü askerlikteki malûmatı gönüllü bir kıt’a kumandanının malûmatından fazla
değildi; Harbiye Nazırı Enver Paşanın amcası olduğu için çabuk ilerlemişti.
Halil Beyin İstanbul’dan
getirmiş olduğu kuvvet, Miralay Nikolay Bey tarafından yetiştirilmiş nizamiye
alayları idi. Bu kıt’alarm cesaret ve inzibatları ve bilhassa teçhizatları çok
mükemmel idi. Bu seçme [ güzide ] kıt’a bir Halil Beyin ellerinde çok fena
oldu; Halil Beyin intizamsızlığı bir vakit Orduda hemen darbımesel olmuştu.
Mirimumaileyh bu cephede parlak tavr ve hareketiyle nam bırakmış olan Kâzım
Beyi de kıskandı; bu sebeple Kâzım Beyin fırkasını da emrine aldı. Moskof
askerlerinin ileri hareketlerini kendi kazaları dahilinde kahramanlıkla
durduran Şatak, Bargiri, Saray kaymakamlarına da kendi bulunduğu yere kadar
kuvvetlerini derhal çekmelerini emreyledi. Bu suretle Rus Ordusuna tam bir
serbesti verilmiş oldu; beklenildiği gibi hemen bütün Van vilâyeti ve Bitlis
vilâyetinin bir kısmının hasım tarafından zapt ve işgali gecikmedi. Halil Bey,
iyi kumandanları birbiri ardınca feda ediyordu ; halbuki bunlar 6 ay Iran
hududunun kâh bu tarafında, kâh diğer tarafında şanlı hilâli müdafaa ve muhafaza
eylemişlerdi.
İstanbul’dan getirdiği
kuvvei seferiyeden çok birşey kalmayınca bunu kendi haline bıraktı ve kendisi
Erzurum’a gitti; Burada ümidinin boşa gittiğini görünce iyi 2 fırka ile Irak’a
gitti; bu yüzden Kafkas cephesi zayıflamış oldu. Ruslar, tabiî derhal bu vaziyetten istifade ettiler ve 3.
Orduyu geriye atarak Erzurum vilâyetinin büyük kısmını [916 — Mart] işgal
ettiler. Halil Bey bu cepheden aldığı kuvvetlerle Bağdad’a hareket etti.
Miralay Nurettin Bey’in Selmanıpak meydan muharebesinde istihsal eylediği
muzafferiyeti kendisine mal etmeğe başladı. Daha sonra da Felt Mareşal Golç
Paşanın ölümünden istifade ederek Kûtül’amare galibi namım aldı; halbuki
Kûtül’amare zaferini ihzar eden Felt Mareşal idi.
Bütün komediler gibi, Halil
Paşa da nihayet son nasibini buldu ; Felt Mareşalin vefatından az evvel
kendisine tevdi eylediği 6. Orduyu berbat ve perişan etmeden evvel irtika
eylediği mevkiden sukut etmedi. Mütarekeden sonra Halil Paşa Cevdet Beyle ve
diğer 200 İttihadı terakkiye mensup rüesa ile birlikte tevkif edilmişti; iki
sene evvel, İstanbul’da Divanı Âlinin hakkında vereceği karara intizar
eyliyordu.
Bu aralık Halil Bey, Van’ı
kendi taliine terketmesi ve Hoşap üzerinden Tokarağua’ya gelmesini vali Cevdet
Beye emreylemişti. Bu emir üzerine vali kendi
adamlarını yanma alarak hareket etti; fakat müşarünileyh Kurtdağı’ndan inerken
az daha Dir’de Ordugâh kuran Moskof Ordusunun eline düşecekti ; buradaki Ruslar Çuğ [ Dschug ] civarında yolu kesmişlerdi. Maahaza
Cevdet Bey, Kazaklara 50 ölüye mal olan kısa bir muharebeden sonra düşmanı
buradan atmağa muvaffak oldu.
Yardım için kendisine
yolladığımız 2 taburla da himaye edilerek birgün sonra Tokarağua’da bizimle
birleşti.
Kendisi Van’dan çekildikten sonra Ermenilerin ovaya hâkim olduklarını
ve bütün Müslüman ihtiyar, kadın ve çocukları servetlerine tamaan kestiklerini
o vakit Vali Beyden haber almıştık; halbuki, Kürtlerde bile bu derece şeni hareketler görülmezdi; zira Kürtler yalnız erkekleri katlediyorlardı, kadın ve çocuklara
karşı daha mutedil hareket ederlerdi ve alenen birşey yapmazlardı. Bu hadise
bana, Van’ın muhasarası esnasında yaşadığımız bir vak’ayı hatırlattı. Vak’a şu
idi :
Topçumuzun ateşini tarassut
için birkaç zabitim ile bir tavan arasında bulunuyordum. Civardaki evin damında
Müslüman ihtiyar bir kadın bir ip üzerine çamaşır asıyordu. Ermeniler bunu görür görmez üzerine şiddetli ateş açtılar ve ihtiyar
kadının vücudünü delik deşik ettiler. Bundan sonra da bize ateş ettiler, yarım
düzine zabit oldürmektense böyle bedbaht adamları öldürmekte Ermeniler fazla bir zevk duyuyorlardı. Halbuki, biz Ermenilere ihtiyar kadından daha yakındık.
9-
Bu
ve bunun gibi zikredebileceğim hâdisat ihtimalki Ermeniler hakkındaki fikrime bir
dereceye kadar tesir etmiş veyahut fikrimi zehirlemiş olacaktır. Bazı hususatta
diğerlerini mes’ul görmekliğime rağmen onların da birçok harekâtını beğenmedim.
Zira gazetelerde haksızlık, kıtal ve mezalimi okumak ile ekseriya başıma
geldiği gibi onları menetmek için birşey yapmağa muktedir olmadan heriki
taraftan bunlara seyirci olmak arasında çok fark vardır . Fasıl
Ric’at Ve Ermeni Mezalimi
5 — Mayısta Tokarağua’daki
karargâhımızı Sava mıntıkasına
kaldırdık ; burada daha müsait mevzilere yerleştik . Bu mevziler Musul
istikametini de kapıyordu. Hoşap ve Başkale üzerinden Van’a gitmemize mâni
olmak için Ruslar da bizim karşımızda siper
kazıyorlardı . Bitlis’e doğru açık olan yegâne ric’at yolu, Vastan üzerinden
giden yoldu; bu yol da Vangölü Cenup sahili boyunca gidiyordu. Biraz istical
etmiş olsaydık, çok kuvvet sarfetmeden bu yolu işgal edebilirdik . Fakat Kâzım
Beyin tavsiyelerine rağmen Halil Bey bu cihete yanaşmıyordu. Kâzım Bey eski bir
asker idi, düştüğümüz tehlikenin azametini takdir etmişti. Halil Bey, Dilman
civarında uğradığı hezimetten korkmuş olduğundan kendine yol açmak için
taarruz! harekete cesaret ve itimadı olmadığı anlaşılıyordu .
Etrafımızda kurulan
tehlikeli ağ günden güne daha çok darlaşıyordu; kaybettiğimiz kıymetli
zamanlardan düşman istifade ediyordu.
Bir Rus taarruzuna intizaren
böylece birkaç gün vakit geçirdik, biz yani Halil Bey ve karargâhı, dağlarda
cevelânlar yaparak tavşan, yabandomuzu, keklik avlamakla meşgul olduk .
Kürdistan’ın sarp ve dağlık
memleketinde bu gezintiler herhalde faidesiz olmadı; kartal yuvası gibi tepeler
üzerinde derebeylerinin kaleleri vardı : daha aşağıda Zap’ın yeşil suları ve bunun tevabii akarken biz de uçurumların
kenarına yapışmış kalmış ufak köylerden geçiyorduk .
Ne tarafa bakılsa nazara
beyaz ve kırmızı çiçeklerle süslenmiş ıçık yeşil renkte sağrılar çarpar.
Şelâleler, çağlayanlar halinde vadilere ikan dereler boyunca narin, sarı
zanbaklar ve zakkum ağaçları inci ve altın gibi parlak bir sema altında,
hafifçe ihtizaz ediyorlardı; çünkü o
tepelerde kubbei sema, daha berrak ve şeffaf görünmek için ıçık mavi rengini
kaybediyordu .
Rusların gelmesi Kürtleri
baskına uğratmıştı. Her tarafta Kürtlerin
sürüleriyle birlikte kaçtıkları görülüyordu; çünkü Moskof askeri ve aunun
müttefikleri olan Ermeni gönüllüleri ellerine düşen adamlara hiç aman vermiyorlardı. Dağ tepelerinde vadiler içersinde,
her tarafta Kürtlerin garip manzaralı
Ordugâhları nazara çarpıyordu ; bu Ordugâhların manzarası, Hara müdürü [ Covboy
] iken ziyaret etmeği itiyat ittiğim Amerika’daki kızıl derili yerli ahalinin
Ordugâhlarına benzerdi. En nihayet Halil Bey de
bizi tehdit eden tehlikeye kanaat hâsıl ederek Yastan üzerinden çekilme
kararını verdi.
Dağlarda harekete alışkın ve
çok askerlik etmiş 12 taburdan mürekkep Van jandarma fırkamız öncüyü teşkil
etti ve Şahmans etrafında Ordugâh kurmuş olan eski Van garnizon kıtaatını da
aldıktan sonra Yastan üzerine taarruz edecekti. Kuvvei seferiyenin bakıyyesi
de jandarma fırkasını yakından takip edecekti.
Sava mevzilerinde
geçirdiğimiz 6 yahut 7 gün içinde yalnız ufak çarpışmalar olmuştu ; çünkü bizim
atıl durmamız düşmanın işine yarıyordu; düşman bu vaziyetten istifade ederek,
bize karşı kurduğu ağı kapamak için Şimal mıntıkada bir çark hareketi yaptı. Rusların intizarlarının hilâfına olarak bizim yürüyüşe
geçtiğimizi görünce şiddetli topçu ateşi açtılar ve artçılarımıza süngü hücumu
yaptılar. Rusların bizi tesbit için yaptıkları
teşebbüs akamete uğradı; kıt’alarımız Yastan istikametindeki Bervar ve Nârdoz
dağlarına dahil olmuşlardı.
26 — Mayısta Kâzım Bey ve
ben refakatimizde karargâhımız ve bir de dağ jandarma bölüğü olduğu halde
Şahmans’a doğru hareket ettik ; eski Van garnizonu burada bizi bekliyordu ; bu
garnizon fırka büyük kısmının ilerisine alınacak idi. Geceyi Kişam isminde bir
köyde geçirdik ; bu köyün sekenesi evvelce zannettiğimiz gibi Kürt değildi .
Nimvahşi Yahudiler idi : bunlar yarı Kürtçe ve yarı Aram lisanı konuşuyorlardı.
Kadın nüfusu daha çoktu .
Akşam yemeğinden sonra bu
köyün eşrafından, ziyaret için yanıma gelen birkaçı ile uzun müddet konuşmak
fırsatını bulmuştum. Bu adamlardan şayanı dikkat birçok vak’alar duydum;
ezcümle Babilî Kıralı Nebukadnesar zamanında Yahudilerin, Babilîlerin esaretine
nasıl girdikleri, bunlar sanki bir gün evvel olmuş gibi, tabiî bir lisanla
anlatıyorlardı. Yadigâr olarak muhafaza eyledikleri eşya meyamnda dayanıklı
Parşümen kâğıdına yazılmış çok eski bir Tevrat kitabı (Hazreti Musa’nın 5
kitabı vardı) bu kitap gül ağacından bir asaya sarılmıştı; nadir yazılarla
yazılmış birçok dosyalar da vardı; bunları Türkler görmesin diye saklıyorlardı ; niçin Türklerden sakladıklarını bilmiyorum. Kişam köyü civarında
nimvahşi muhtelif Yahudi köyleri vardır. Bu köyler Kartuş ve Cebelitura dağları
eteğindedir. Bu köylerin sekenesi, sarp ve kısmen gayrıkabili nüfuz Zağros dağ
silsilesinde ve Bothansu’da meskûn Yezidî, Kürt ve Nasturîlerle vifakı tam
içinde yaşıyorlardı.
Ertesi gün, yani 27 —
Mayısta, müteaddit Boğaz, dere ve yarları ihtiva eden yüksek bir tepeden geçtik
; burası o kadar sarp idi ki, 6 hayvanlarımızı yedekte sevketmeğe mecbur
olmuştuk. Bu yürüyüş benim için hiçte hoşa gider bir yürüyüş değil idi; çünkü
bir vakitten beri mide hastalığına yakalanmıştım. Bir gün evvel de şiddetli bir
dizanteri ishali başlamıştı. Ertesi gün öğleden sonra, ismini hatırlamadığım
bir köyde sevimli Başhekimimiz İzzet Beye tesadüf ettik ; İzzet Bey bize çok
mükemmel bir akşam yemeği hazırlamıştı. Burada, vaktiyle Timurlengin ikamet
eylediği eski bir köşkün harabeleri arasında geceyi geçirdik. Yüz sene evvel
bir şose olan bir patikada çakıl taşından yapılmış, Devekuşu yumurtası
büyüklüğünde, Piramitler gördüm. Timurlengin askerleri bu yoldan geçerken
birbiri ardında bu Piramitleri yapmışlardı. Eski zamanda, Şarkıkaripte
ilerlemekte olan kıt’alarnı kuvveti bu usul ile hesap edilirdi; bu usul bugün
dahi Kafkasya’nın bazı yerlerinde ve Şimalî İran’da (Talimname) ismi altında
tatbik edilmektedir .
Nihayet 29 — Mayısta Şahmans
köyüne geldik; burada Van’ın muhasarası esnasında harp arkadaşlığı yaptığım
Ahmet ve Bürhanettin Beyleri selâmlamakla şerefyap oldum. Arkadaşlarımdan
yalnız Canbulat Bey noksandı; bu da haber aldığıma göre Ruslarla yapılan bir muharebede esir düşmüştü . Ertesi sabah
öncünün atlarıyle birlikte Kasrik boğazına giden yol ile hareket ettim; bu yol
doğru Yastan’a gidiyordu . Düşmanın sağ yanımıza karşı bir taarruza mâni olmak
için bir gece evvel 200:300 kişilik bir kıt’a ile burasını [Kasrik boğazı]
işgal eyledik.
Kasrik köyüne yaklaştığımız
zaman evvelâ piyade, sonra da bilâ fasıla topçu ateşi işittik ; biz ilerledikçe
piyade ve topçu ateşi de mütezayiden şiddet peyda ediyordu. Bu muharebe
gürültüsü, Kasrik boğazındaki küçük müfrezemizin Rus kıt’alarıyle gönüllü Van Ermenilerinin taarruzuna duçar olduğunu gösteriyordu; Ruslar 3000 :4000 kadar piyade, 800 Kazak, 3 yahut 4 dağ
bataryasından ibaret bir kuvvetle müfrezemize taarruz etmişlerdi.
Çıplak sağrının tepesinde
ümitsiz bir halde kendini müdafaa eden cesur müfrezemizi kurtarmak için Erzurum
taburunu muharebeye soktum; bu tabur düşmanın sağ yanında birdenbire göründüğü
gibi Musul taburu da düşman topçusunu ateş ile yakalayabilecek tepeleri işgal
eyledi. Bu suretle bir buçuk saat içinde Kasrik boğazına hâkim olduğumuz gibi
karanlık basmadan evvel vaziyete de tamamen hâkim olduk. Fakat başka bir
istikamette yürüyüşe devam etmek için Kasrik’i terketmek ve yanımdaki
kuvvetimle filân istikamette kendisine mülâki olmak üzere Kasrik’in
terkedilmesi hakkında Kâzım Beyden tahrirî bir emir geldi.
Bu emir gelmemiş olsaydı biz
ertesi gün Van şehrini bile zaptedebilecektik; çünkü düşman adeta firar
edercesine Şimale doğru ric’ate koyulmuştu; bu manzara bütün Ordu ile kendini
takip ediyormuşuz hissini bize verdi.
Akşam saat 10 da Kâzını Beye
mülâki olduğum zaman, çabuk yardım talebinde bulunan Halil Beyden almış olduğu
bir emir üzerine kendisinin bu emri vermeğe mecbur olduğunu öğrendim. Çünkü kuvvei
seferiyemizin büyük kısmının vaziyeti bu aralık çok vahamet kesbetmişti.
Sava’dan çekilmemize mâni
olmak için beyhude yere yaptıkları süngü hücumu Ruslara 600 kişiye mal olmuş bundan sonra Ruslar bütün süvarilerini takibe memur etmişler; bu takip
hareketi Halil Bey kuvvei seferiyesim perişan etmekle kalmamış aynı zamanda
hattı ric’atini de kesmiş.ve bunu Mervana istikametinde çekilmeğe icbar etmiş.
Kuvvei seferiyeyi kurtarmak için düşmanın sağ yanım tehdit etmek mecburiyetinde
kaldık. Bu maksatla Piridelan üzerine bir gece yürüyüşü yaptık; bu yürüyüş
yolsuz arazide yapıldı; bir kısım yüklü hayvanlarımız dağlardan yuvarlandı,
mahvoldu. Zifiri karanlık hüküm sürüyordu; biz bile yürürken düşmemek için
hayvanlarımızın kuyruğunu tutuyorduk. Unutmıyacağım bu gece esnasında
fırkamızın hakikî kıymetini ve kıt’anıızm kıymeti harbiyesini takdir ettim.
Jandarmalarımızın çoğu
evvelce çete ve komitecilik yapmış adamlardı; itaatsizlikten ve sair
sebeplerle buralara nefyedilmişlerdi; fakat bunlar bizim elimizde kuzu gibi
olmuşlardı; mafevklerine karşı edna itaatsizlikte bulunanlar idam cezası ile
tecziye edilirlerdi.
Kâzım Bey 40 kişiden fazla
adam kurşuna dizdirmiştir; fenalıklara ve yağmalara mâni olmak için ben bile
bazan elde tabanca ve kılıç olduğu halde yürüyüşe devam ediyordum, fakat
bunlara rağmen fırkamız her hususta çok mükemmel kıt’alardan mürekkepti;
arazinin en küçük faidelerinden istifade etmeği biliyorlardı, manevra kabiliyetleri
iyi, gerek küçük muharebelerde ve gerekse toplu birliklerle muharebede aynı
kudret ve kabiliyeti gösteriyorlardı.
Jandarmalarımız, en kritik
vaziyetlerde bile; metanetlerini kaybetmiyorlardı. Bir hezimetten sonra asla
firar etmiyorlardı bilâkis kemali intizamla ve düşmana mukabele ede ede
çekiliyorlardı.
Ertesi gün Pirildelan köyü
karşısında Şafak suyunu, üzerindeki küçük ağaç bir köprüden geçtik. Kazaklar
tarafından takip edilen
Kürtler de on binlerce koyun, keçi sürüleriyle o civardaki
dağlardan aşağı iniyorlar ve köprü üzerinde izdiham hâsıl ediyorlar ve burada
daha evvel köprüden geçmek için birbirlerine kurşun atıyorlar, bıçak
çekiyorlardı. Fırkamız buraya geldiği ve dipçik darbeleriyle bu adamların
arasından bir yol açtığı zaman ne derece gürültü ve karışıklık hâsıl olduğunu
söylemek fazladır; çünkü Halil Bey kuvvei seferiyesinin halâsı kıtlarımızm tam vaktinde yetişmesine vabeste idi.
Artçılarımız hu ağaç köprüyü
geçer geçmez Kürtler yeniden bu
köprüye koşuştular; köprü üzerinde hâsıl olan izdihama köprü tahammül edemedi,
yıkıldı ve üzerindekiler Şatak suyuna döküldüler; Şafak suyu bu suretle ikinci
bir Beresina oldu [ Rusya’da bir nehir ].
Gece Piridelan köyünde
kaldık, ertesi gün uzaklardan akseden muharebe sesleri bizi uyutuncıya kadar
beyhude yere Halil Beyden haber bekledik. Onbeş dakika sonra dürbünle bir
yürüyüş kolunu görebildim; bu kol muharebe sesinin geldiği istikametten sarp
kayalıklı tepelerden aşağı inerek bize doğru hareket ediyordu. Yürüyüş nizamı
çok iyi idi; temadi eden tüfek gürültülerinden bu kolun, kuvvei seferiyemize
ait olduğu fikri hiç hatırımızdan geçmedi. Düşman süvarisinin büyük kısmı da
etekte takip ediyordu . Buna karşı hareket ettiğimiz zaman bizimle kuvvei
seferiye arasındaki bir dağ silsilesinin meçhul bir kıt’a tarafından işgal
edilmiş olduğunu gördük. Bereket versin bunun Halil Bey öncüsüne mensup bir
kıt’a olduğu anlaşıldı, bir çeyrek saat sonra da Halil Bey bize mülâki oldu;
tekrar fırkamızın himayesi altında bulunduğuna çok sevindi.
Bundan sonra bizim artçı ile
düşman arasında pek ciddî bir muharebe inkişaf etmişti. Moskof kuvveti birkaç
Kazak alayından ibaretti; her Kazağın terkisinde bir de yaya avcı vardı;
bunlar icap ettiği yerlerde süvariyi piyade ateşi ile himaye için hayvanlardan
aşağı iniyorlardı.
Kazakların manevralarını
görmek bizde hususî bir tesir uyandırdı. Arının kovanından çıkıp etrafa
saldırışı gibi, Kazaklarda evvelâ
cephemize saldırdılar ; sonra yanımıza doğru saldırmak için birdenbire ortadan
kayboldular ; bu esnada intizar vaziyetinde bekliyen makinalı tüfeklerimiz
Kazakları, büyük zayiat verdirerek kaçırttı.
Öğleden sonra saat bir
buçukta topçumuz ateş açtı ve düşmanı geri çekilmeğe icbar eyledi. Benim
karşımda bulunan düşman ancak gecenin karanlığından istifade ederek
çekilebildi. Öğleden sonra ancak ötede beride tek tük piyade ateşi oluyordu.
Bugünün hasılası Kazakları ve
bunlarla beraber gelen avcıları geriye atmak olmuştur ; fakat düşman mağlup
edilmemiştir. Maahaza geceleyin, düşman mukabil taarruzumuzdan endişe ederek
çok geriye çekilmiş: ertesi sabah tekrar bizimle temas peyda eylemiştir. Bu
temastan kastı bize taarruz etmek değil bizim vaziyetimizi, kuvvet inkısamım,
topçularımızın grupmamm keşfeylemekti. Bu aralık yaklaşmakta olan Rus piyadeleri
Şatak yolunu tutmuşlar ve bizim Yastan üzerinden Bitlise gitmek için istifade
edeceğimiz ric’at yolunu kesmişlerdi. Biz deniz sathından 8,500 metre
yükseklikte bir tepede Ordugâh kurmuştuk. Havanın derecei harareti Sibiryadaki
gibi idi ve bir kar fırtınası gece rahatımızı ihlâl eyledi. Şiddetli bir
piyade ateşiyle uyandım; fakat rahatımızı ihlâl eden, çok şükür, Kazaklar değildi, korku saikasıyle Ordugâhımıza saldıran birkaç
ayı idi; neferler tarafından birkaç el ateş edilmek suretiyle ayılar
öldürülmüştür.
Vaziyetimiz çok endişeli
idi, nereye teveccüh etmek muvafık olacağım ancak Allah bilir; Allah ta bize
yardım etmezse akıbetimiz ne olur; bu düşüncede iken Allahtan olacak bir Kürt
reisi Nuri, idam cezasıyle mahkûm olan çete yüzbaşılarından meşhur Marmuhi’yi
cezadan affettirmek için, bunun namına yanımıza geldi ve bizi Bütan suyunun
hâsıl eylediği buzlu çöllerden ve Cudi dağından geçirerek Siirte götürdü. Böyle
bir adamın sözüne itimat ederek kuvvei seferiye ile yeniden henüz
keşfedilmemiş, ayak basılmamış mıntıkadan
geçtik ; Cevdet Beyin bana söylediği gibi, ilk yabancı [ Ecnebi ] olarak bu mıntıkadan geçen benim .
5
—
Haziranda tekrar kar düştü ve bir fırtına başladı; bu fırtına sebebiyle birkaç
mekkâre ve takriben 100 asker telef oldu .
6
—
Haziranda jandarma fırkamız kuvvei seferiyenin artçısını teşkil ederek yürüyüşe
devam ettik. Bidayette Ruslar bizi
çok yakından takip ediyorlardı, fakat derhal başka bir yol tuttular; ihtimal
ki bir tuzaktan korktular.
Akşam üzeri güzel bir vadiye
indik; vadi, yüksek dağlar arasında gizlenmiş, çayırlar, çiçek açmış bahçeler,
üç, dört küçük ve aralarında yemiş ağaçları bulunan köylerle örtülü idi. Bu
köyler boştu ; sekeneleri bizim yaklaştığımızı haber alarak derhal
savuşmuşlardı. Yalnız bir su değirmeninin kapısında un çuvalı yüklü birkaç eşek
bırakılmış idi; bu eşekler de sahibi kaçarken burada kalmışlardı.
Bu vadiden sonra tekrar
yokuşa tırmandık; dağdan dağa, tepeden tepeye aşarak Hartoş’un beyaz tepelerine
kadar çıktık. Hartoş dağı bulutlar içinde kaybolmuştu. Bundan sonra akar
dereler boyunca Cenup istikametinde inmeğe başladık ; bu derelerin kırmızı
suları kayalıkları deliyor, buz kütlelerini yarıyor ve şelâleler teşkil ederek
müthiş gürültü ile uçurumlara doğru akıp gidiyordu.
Mevaddı iaşe çok azalmıştı,
güzel kokulu nebatatın köklerini yemeğe mecbur olduk ; Kürtler bu kökleri peynir yaparken kullanırlarmış. Soğan gibi
tat verir.
.6 — Haziran akşamı kaputuma
bürünerek bir Ordugâh ateşi önüne oturdum, yorgun bir halde, kuşların gece
ötüşlerini dinliyor yahut erguvan! bir renk hâsıl eden buz kütleleri ile örtülü
koyu renkteki taş kütlelerini seyrediyor idim . Keskin ve hayretaver bir inilti
gecenin sükûtunu çok defa ihlâl eyledi .
Kürtlerimiz bu gürültüyü işittikleri zaman korkularından Ordugâh
ateşinin etrafına toplandılar ; afetten yahut dağ afetinden kurtulmak için
Kuranikerim okudular. Bu afet, sesine nazaran, bir Panter [yani yırtıcı hayvan
] idi .
Bu seda ve uzaktan kurtların
uluyuşu aklımı başıma getirdi. Bizim insanların hüküm sürdüğü mıntıkada olmayıp, münhasıran vahşi hayvanların yaşadığı Kelihan
eteğinde bulunduğumuzu hatırlattı.
7
—
Haziranda, bir dağ sırtından aşağı indik ; bu sırt dikenli çalılar, yabani
armut ağaçları ve bodur meşe ağaçlarıyle örtülü idi; akşama doğru geniş bir
vadiye geldik ; burasını Kürtler
«Maziro vadisi» diyorlardı. Burada suyu bol bir nehir [galiba Bühtan suyu
yukarı kısmı] Cenubüşarkî istikametine doğru akıyordu.
Güneşin şuaı altında elmas
gibi parlıyan dağlardan ibaret Hakârinin sarp mıntıkasındaki bu yüksek vadiler, unutulmuş memleketler senenin
sekiz ayında karla örtülüdür; buraları yalnız Kürtler ve Yezidîlerce malûmdur ; bunlar, sürülerini otlatmak ve
ormanlarının meşe yapraklarını toplamak için yaz aylarında buralara giderler.
Bu gece yukarıda ismi geçen
nehri geçtik ve budala zannedilen bu insanların bizim için ne kadar çok faideli
olduklarım gördük. Nehrin suyu buğaza kadar çıktığı halde bu adamlar topçu
mermilerimizi çok sert akan sudan geçirmişlerdir; halbuki buna mümasil başka
vaziyetlerde atlar ve esterler yüzerek karşı sahile geçebildiklerinden yüklerimizi
olduğu gibi bırakmağa mecbur olmuştuk .
Etrafımızdaki manzara çok
güzeldi; bilhassa Cenup istikametinde, mavi ufukta bir dünya ortasında Cebeli
Turun karlı, ıssız zirvesi yükseliyor, Garpta ise eski Aram ahfadından sonra,
eski zamanlarda Hazreti Nuh un
gemisinin yanaştığı Cudi dağının gümüş tepeleri parlıyordu .
Buradan sonra yolumuzda
artık kar yoktu ; fakat çok ıssız ve taşlık idi ; yorulan ve topallıyan hayvanların çoğunu burada terketmeğe mecbur olduk.
Bundan başka Halil Bey
kıt’alarının, vesaiti nakliyeniıı
azlığı sebebiyle terkeyledikleri hastaları, yaralıları da toplıyorduk; Kürtlerin yahut vahşi hayvanların eline düşerek telef olmağa mahkûm
bu bedbaht adamlardan hiç olmazsa birkaçını beraber götürebilmek için bütün cephane sandıklarını bırakmağa
çok defa mecbur olmuştum .
9 — Haziranda Cudi dağının
eteğinden geçtik; bu dağ adeta Şarktan Garba doğru mümtet bir buz kütlesine
benziyordu.
Öğleden sonra saat dörtte
Kâzım Beyle birlikte küçük bir
kasaba olan Kisgir köyüne geldik. Burası bahçelerin ve fındık ağaçlarının
ortasında çok güzel bir mamureye benziyordu.
Burada güzel bir sayfiyede
Halil Bey’e tesadüf ettik; mirimuınaileyh yalınayak bir hah üzerinde oturmuş,
birkaç kâselisle üzüm rakısı yahut düziko içiyordu.
Aynı zamanda, Kaymakam İshak
Bey ve meşhur Hatip Ömer Naci Bey de bizimle beraber vâsıl olmuşlardı. Her
ikisi de İtalya’nın harp ilân eylediklerini haber aldıkları için çok müteessir
görünüyordu .
Birkaç kişi, bu meyanda Ömer
Naci Bey de, Türkiye’nin muharebeye girdiği zamanı münakaşa ediyorlardı;
bunlar şu fikirde idiler: Türkiye her halde Düveli Mutelife ile münferit bir
sulh akdetmelidir; bunun için memleketin bir parçası feda edilmek icap ediyorsa
bunu da yapmalıdır.
Bir haftadan beri mahrumiyet
içinde yaşayan askerlerim için erzak tedarik etmek üzere bir köye geldiğim
zaman dükkânları ve pazar yerlerini kamilen boş buldum. Halil Bey’in
askerleri bir çekirge bulutundan daha ziyankâr olarak etrafa dağılmış,
götüremediklerini imha yahut telvis eylemişlerdi. Hiç bir şey bırakmamışlardı.
Ertesi gün susuz bir mıntıkadan geçtik; saat 11 de Ambar, Gündeş köylerine geldik;
Halil Bey bu köyleri de yağma ettirmiş; sebebi köyün sekenesi askerlerimizin
birkaçının tüfeğini almış olması imiş.
Nehir kenarında
boğazlarından asılı yarım düzine Kürt cesedi gördüm; biraz ötede, dağlara
saklanmış ve askerlerimiz tarafından yakalanmış 20 kadar Ermeni’ye rastgeldik;
bu Ermeniler Nasturî tarafına savuşmağa teşebbüs etmişler; bütün
uğraşmaları boşa gitmiş. Bu Ermenileri artçı
teslim aldı; tekrar yürüyüşe geçtiğimiz zaman işitilen birkaç el yaylım ateş 20
Ermeni’nin hangi tarafa gittiklerini bize haber vermiş oldu. Pirelerin hücumu ve
dizanteri isali sebebiyle geceyi çok fena geçirdim; dizanterinin tifüse
çevireceğinden korkuyordum.
Buralarda çok miktarda köpek
ve at sinekleri vardı; bunlar hayvanlarımıza hiç rahatlık vermiyorlardı.
Kafkasya’nın karlı
şahikalarından Elcezire’nin ve yüksek Mezopotamya’nın mutedil mıntıkasına inmiştik.
12 — Haziranda Kazaklarla ufak bir müsademeden sonra, Dicle nehrinin bir tâbii
olan Bühtan suyunu Saman köprüden geçtik; artık Bitlis vilâyetine gelmiştik.
Bugün yollarımız ayrıldı.
Halil Bey, Cevdet Bey’in yardımı ile Siirt, Bitlis, Muş Sason mıntakalarında
yapılacak tedip işini tanzim için Şimal istikametinde yürüyüşe devam etti;
Kâzını Bey de, Van vilâyetinin istirdadına başlamak için Karahisar’a yürümek
emrini aldı.
Kuvvei seferiye kumandam
Miralay Halil Bey tarafından değilse de fakat mirimumaileyhin malûmatı tahtında
yapılmış olan birçok Hıristiyanların katlinden çok müteessir olarak jandarma
fırkasının Erkân-ı Harbiye Reisliği
vekâletinden çekildim. Bir gece karanlığının himayesi altında, jandarma
elbisesini lâbis olduğum halde, Bitlis şehrine gittim; burada Hemşire Marta
[Martha] ile Mis MC Laren’in ne olduklarını görmek istiyordum.
Maalesef bunları bulamadım;
ortalık ağarmadan evvel kıt’amın
bulunduğu Farkan’a bir toz yuvasına döndüm. Burada köyün ağası, Almanya
İmparatorunun İslâm olduğuna dair, İstanbul’dan bir haberin geldiğini bana
söyledi.
Siirt yolunda gönüllü
Başkale taburundan birkaç zabite rasgeldim; bunlar bana memnun bir çehre ile,
taktil işine başlamak için Bitlis’te Hükümetin her şeyi hazırlamış olduğu ve
Halil Bey’in işaretini beklediklerini söylediler; bugünkü Ermeni tarihinin
serd ve izah eylediği taktil budur.
Türklerin bana
karşı izhar eyledikleri arkadaşlığın şevkiyle — ihtimal ki, lisanlarını iyi
bildiğim için — Siirt’te vali Cevdet Bey tarafmdan idare edilecek olan büyük
kıtali görmek istiyorsanız hareketimde istical etmekliğimi bana tavsiye
ettiler ve belki de şimdi kıtal başlamıştır, bile.
18 — Haziran öğleden evvel
Siirt’in önüne geldik; Siirt beyaz ve çatısı sivri evleriyle aslen Babilî şehri
olduğunu gösteriyordu. Birisi eğri olan 6 minare, mermer sütun gibi
Mezopotamya’nın mavi semasına doğru yükselmişti. Sığır ve manda sürüleri ovada
sükûnetle otlayorlar, develer bir kaynak etrafında istirahat ediyorlardı.
Bu güzel manzaranın letafeti
ile, bozuk mizacım, zevkıyap olduğu bir dakikada nazarını birdenbire müthiş bir
manzaraya çarptı; yol kenarındaki bir tepede yarı çıplak, kanlı binlerce
cesetler vardı; cellâtların kurşun ve bıçaklarıyle bu cesetler yere serilmişti.
Bazı cesetlerin azalan henüz hareket halinde, bir kısım ölülerin gözleri
çıkarılmış ve bunların yanma üşüşen köpekler bağırsakları vücutten
ayırmışlardı. Bu manzaranın canhıraş tesiri altında yolumuza devam ettik;
ekseri yerde atlarımız cesetler üzerinden atlıyarak geçmeğe mecbur oluyordu;
nihayet Siirt’e geldik. Burada polisler ve ahali Hıristiyan evlerini yağma
etmekle meşgul idiler.
Hükümet konağında, vilâyetin
jandarma kumandanı Yüzbaşı Nazım Efendinin yanında içtima etmiş olan birçok
vilâyet memurlarına tesadüf ettim; jandarma kumandanı bu kıtali şahsen idare
etmişti.
Bu kıtale bir gün evvel
Cevdet Bey tarafından karar verildiğini, Başkale taburu zabitamnm bahsetmiş
oldukları diğer kıtallere başlamak için Cevdet Bey’in bu sabah erkenden
Bitlis’e hareket eylediğini jandarma kumandanının sözlerinden derhal istihraç
eyledim.
Bundan sonra Nasturîlere ait güzel bir haneye yerleştim; bu hane de diğerleri
gibi talân edilmişti. Mobile namına ev içinde birkaç kırık sandalya
kalmıştı; döşeme ve duvarlar kan lekelerine boyanmıştı. Metruk bir köşede bir
İngilizce lügat ve Hazreti Meryem’in küçük bir tasvirini buldum; bunlar da her
hangi bir şahıs tarafından acele ile bu köşeye atılmıştı. Azıcık istirahatten
sonra askerî gazinoya gittim; Van’ın muhasarasında emrim altında bulunmuş olan
birçok zabitler burada beni bekliyorlardı. Siirt şehrinin maruz kaldığı
fecaiyii bu zabitlerle birlikte teferrüatıyle takip edebiliyordum . Tebessüm
ile bakmağa mecbur olduğum bir musibet yani depdebeli bir alay, baştarafta bir
jandarma kıt’ası, bunun ortasında ihtiyar belli başlı bir adam götürülüyordu.
Siyah setresine ve dut rengindeki takyesine nazaran bir Nasturî papası olduğu
anlaşılıyordu. Alnındaki bir yaradan kan damla damla aşağı sızarak solgun
yanaklarından akıyor ve mazlum gözyaşlarıyle birleşerek kızıl bir renk hasıl
ediyordu. Önümüzden geçtiği vakit nazarı bana ilişti; benim de Hıristiyan
olduğumu sanki hisseylemişti; bir tepe istikametinde yürümeğe devam etti; ölüm
yolunda kendisine takaddüm etmiş olan arkadaşlarının sürüsüne bu da iltihak
etti; katiller bunu da demirle parça parça ettiler. Bundan sonra çocuk ve
ihtiyar cesetlerinden mürekkep alay geçti ; bunların başları kaldırımlar
üzerinden sürtülerek götürülüyordu; yanlarından geçenler ölülere
tükürüyorlardı.
Çok hazin ve kanlı alaylar
gözümün önünde akıp gidiyordu; bu fecî manzaralara baka baka yoruldum . Nihayet
ikametgâhıma döndüm ve böyle cinayetlere rıza gösteren Halil Paşanın bayrağı
altında hizmet etmemeğe kat’î olarak karar verdim,
Nihayet gece oldu, parlak ay
kemali sükûnla hurmalıkların ve camilerin üzerinden yükseliyordu; camiler,
sihirengiz saraylar gibi azemetli şekilleriyle mavi ufuklardan nazara çarptığı
gibi trampet seslerinin karanlıklar içindeki hafif aksi sedası gibi,
sırtlanların da esrarengiz feryatları işidiliyordu.
Güneş yükseldiği vakit ben
hayli yol almış ve Siirt şehrinden uzaklaşmıştım; hangi istikamete gideceğimi
kimseye hissettirmeksizin Koşinan mıntıkasından geçtim.
Öğle vakti, birkaç Kürd’ün
yardımıyle şiddetli akan bir nehirden geçtik; Kürtler bizi diğer sahile geçirdiler, sonra da arkadan bize baskın
yapmağa teşebbüs ettiler. Maahaza biz de hazır bir vaziyette idik ; bunların
ilk taarruzu hemen hepsinin otlara serilmesiyle nihayet buldu.
O zaman oralarda insan
hayatının kıymeti çok az idi. Altın dişli olanların vay haline;
Kürtler altın dişli adamları günlerce takip ediyorlar, sonra
öldürerek altın dişleri söküp çıkarıyorlardı.
Gece olmadan az evvel Zokıt
isminde bir köye geldik; bu köyde sağır ve dilsiz şeyh Mehmet Şefik Ef. ikamet
ediyordu; nafiz şeyhlerden Mehmet Ef. niıı biraderi idi; Mehmet Ef. nin
etraftaki düzlükte 70 parça köyü vardı; Van önünde bizimle beraber düşmanla
muharebe ediyordu; fakat şeyh sonradan şahsî sebeplerden dolayı düşman tarafına
geçmişti. Kürtler bidayette beni köye
kabul etmek istemiyorlardı; gûya şeyh Ef. benim köye girmeme muvafakat etmemiş;
hakikatte ise beni yoluma devam ettirmek ve geceleyin benimle beraber maiyetimde
bulunan 7 askeri bu tenha mıntıkada
öldürmekmiş.
Namlısı tesadüfen sağır ve
dilsis şeyhe müteveccih olan bir mavzer tabancanın görülmesi ve oradaki
adamlardan birçoğunun beni ve adımı tanıması üzerine şeyh Mehmet Şefik efendi
kararını değiştirmeğe mecbur oldu ve kendi evini ikametgâh olarak bana teklif
etti. Kürtleri ve bunların hainane tabiatlerini kâfi derecede bildiğim için bir
bahane serdederek bu teklifi reddettim, diğer evlere hâkim olan münferit bir
evin bize tahsis edilmesi kâfidir, cevabında bulundum.
Akşam yemeğini yedikten
sonra mükemmel bir panorama gibi her tarafı gören küçük kalenin damına çıktım;
Şarkta güzel bir manzara teşkil eden Yahudi dağının penbe renkteki tepesi
semaya yükseliyor, Garpta Sasun ve Antok dağlarının mavi kütlesi ufukta
dalgalanıyordu; 1896 senesinde Ermeniler
Dicle’nin yukarı kısmında Sasun dağlarında Ali Pasa kumandasındaki Türk — Kürt
kıt’alarına karşı muzafferane mukavemet
eylemişlerdi.
Beş hafta sonra burada
Bitlis vilâyetinin hemen bütün Hıristiyanları Kürtlerin kılıcı ve Cevdet Bey gönüllülerinin kurşunları altında
imha edilmiş. Cevdet Bey, vazifeye aşık olmaktan ziyade vatanına ve dinine
hizmet ediyor kanaatiyle bu cinayetleri yaptırıyordu; tıpkı Gothfried Fon
Bacillon’un kumandası altında bulunan Ehlisalibin 1099 senesinde Kudüs’teki
Yahudi ve İslâm ahaliyi kamilen kestirdiği gibi.
Mavimsi dağ silsileleri, her
tarafa doğru imtidat eden bir kılıç gibi sarı renkte, geniş ovalar, her harabe
ve hattâ her taş bana şaşaalı Orduları ve Roma asilzadelerini titreten İran
atlılarının gök gürültüsünü andıran hücum taarruzlarını hikâye ediyordu .
Kürtler ve yerli Mezepotamyalılar
sıcak mevsimlerde düz çatılar üzerinde yatmağı âdet edinmişlerdi; kimsenin dama
çıkmaması nazarıdikkatiıni celbetti; yalnız akşam namazım eda eden birkaç kişi
ve bizi kollayanlar müstesna olarak damlara çıkmışlardı. Bu şayanı dikkat
ahval bunların bize karşı bir tuzak kurmakla meşgul oldukları kanaatini
uyandırdı. Muhtemel bir baskına karşı ben de muktazi ihtiyat tedbirleri
aldırmış ve neticeyi bekliyordum.
Geceyarısı geçmişti, civar
evlerden birisinde tuhaf bir ses işittim; bunu güç işidilir bir ıslık takip
etti, bunların evvelce kararlaştırılmış bir işaret olduğu aşikârdı; neferlerimi
uyandırmak için herçibadabat bir el ateş ettim; bu atını Kürtlere işaret yerine
geçmişti; çünkü bunlar, sabaha kadar devam etmek üzere, derhal üzerimize
şiddetli ateş açtılar.
Bir aralık, muharebe
gürültüsü, civardaki dağlarda saklanmış olan bir, iki düzüne Türk firarilerini
de buraya cezbetmeğe sebep oldu; bunlar Kürtlerin toplandıklarını gördüler ; Kürtlere taarruz ederek bize doğru yol açacak, yerde firar
etmeğe başladılar; Kürtler bunları takip
ettiler, ve yakaladıklarını kestiler; Kürtlerin
memulün hilâfına olarak firarilerin peşlerine düşmeleri işimize yaradı;
hernekadar 4 yaralımız varsa da atlara bindik kılıçları ve tabancaları çekerek
bir yol açtık ve tozu dumana katarak dörtnalla oradan savuştuk . Fakat daha
evvel, ikamet ettiğimiz evi de yaktık, veda makamına kaim olmak üzere
pencerelere birkaç el yaylım ateş ettik; Mehmet Şefik Ef. ve kendi şeyhlerinden
birkaçı pencereler arkasına saklanmışlardı .
Sabah hiçte güzel geçmedi;
hayvanlarımız bile bizimle hemfikir olduklarını kişnemekle ilân ediyorlardı.
Işık ve kurtuluşu temsil
eden bu güzel manzarada bizi en ziyade iz’aç eden, evvelce Hıristiyan köyleri
iken bu defa harabeye çevrilerek tüten ve içindeki cesetlerin etrafa intişar
eden kokuları idi.
Bu esnada Kürtler baskının
husule getirdiği şaşkınlıktan kurtularak bizi takibe başladılar ve güzel koşu
beygirleriyle bize hayli yaklaştılar, fakat kendilerine vermiş olduğumuz ders
ve Zok kasabasının [Garzan] yakınlığı bunların aklını başına getirmiş olmalı
ki, derhal cemaatleriyle tozu dumana katarak ortadan kayboldular .
Mevkiin kaymakamı Bulgar’dan
dönme ve benim eski dostumdu, beni görür görmez boynuma sarıldı ve bana Cevdet
Beyden gelen müstacel bir telgrafı gösterdi; Cevdet Bey benim buradan geçip geçmediğimi
kaymakamdan soruyordu . Bu tebligat beni müteessir etti ; fakat ben Bulgar’ın
asil seciyesini bildiğim için vaziyetimi bütün tafsilâtıyle kendisine açıkça
izah ettim . — Kendisinden başka birşey beklemediğimden — Cevdet Beye buradan
geçmedi cevabını verdirdim .
Ertesi sabah kahvaltı
yaparken Hükümet konağı penceresinden dışarıya baktım; yüzlerce Hıristiyan
kadın ve çocuklardan mürekkep bir kafilenin kasabanın pazar yerinde istirahat
ettiklerini gördüm ; ölüm damgasını taşıdıklarından dolayı bunların yanakları
solmuş, gözleri çukura batmıştı. Genç kadınlar arasında birkaç ana da vardı ;
bunlar çocuklarını yahut iskelet halindeki çocuklarını kollarında taşıyorlardı.
Kadınlardan birisi akimı kaybetmişti; bu, yeni doğurmuş yarı ölüm halindeki bir
cesedi de beraber götürüyordu . Bir diğeri de oturmuş bihareket duruyordu ; bu
da ölmüş idi . Bu kadının iki çocuğu analarının uykuya daldığını zannederek
bunu uyandırmağa çabalıyorlardı; bunun yanında, güzel genç bir kadın can
çekişiyordu; buda muhafızlardan bir askerin kurbanı. Yüksek bir sınıfa mensup
olduğu anlaşılan bu kadının lâtif bakışları insanda tasviri gayrıkabil bir teessür
uyandırıyordu . Bu kadına bir bardak su vermek için, Kürtler arasında kırbaçla kendime bir yol açtığım zaman kadın
son gayreti sarfederek elimi öpmeğe çabaladı, bundan sonra hayata veda etti.
Hareket işareti üzerine bu
kirli ve pejmürde kıyafetli iskelet kafilesi birbirini müteakip ayağa
kalktılar ve ağır hatvelerle yürümeğe başladılar; refakatlerinde muhafız olarak
sakallı bir jandarma kıt’ası vardı; Kürtler de bu kafileyi takip ediyorlardı.
Muhafızlar taşla vurmak suretiyle bu kafileyi yürütmeğe çabalıyorlardı,
bununla kafileyi korkutamıyorlardı; bir kıt’anın döküntüleri gibi, birbiri ardında.
kurbanlar bırakıyorlardı. Muhafızların silâhla bu bedbahtları tehdit edişi
bile küretmiyordu; bu felâketin saikı bunların Hıristiyan olması idi.
Uzun zamandanberi tanıdığım
Hükümet memurlarından birisi, böyle birkaç kafilenin bir hafta içinde Sinan istikametinde
hareket ettiklerini ve fakat hiç birisinin mezkûr mahalle varmadıklarını sureti
mahremanede bana söylemişti. Bunun sebebini sorduğum zaman; bana mütevekkilâne
şu cevabı verdi; (Allah büyük ve rahimdir).
24
Saatlik
bir istirahatten sonra yolumuza devam ettik .
Mezopotamya’nın güneşi bütün
parlaklığıyle sarı başakları tenvir ederken, Dicle nehri tevabiinden
Batmansuyu’nun gümüş gibi berrak suları da uzaklarda parlıyordu ; Batmansuyu’nu
kürekle işler kayıklarla öğle üzeri geçmiştik. Saat birde, 36. fırkanın
öncüsünü teşkil eden bir mızraklı süvari bölüğüne tesadüf ettik, bu fırkanın
kumandanı Miralay Ziya Bey idi; mirimumaileyh vaktiyle İstanbul’da Askeri
akademide hocalık etmiş sempatik bir zatti; çok güzel Almanca konuşuyordu .
Bu zat Halil Beyin de hocası
idi; fakat birkaç hafta sonra gûya kendisine gölge ettiğinden dolayı Halil Bey
tarafından kumandadan elçektirildi ve rütbesi refedildi.
Bu geceyi Sinan köyünde
geçirdim; bu köyün muhtarı, sarı saçlı genç bir arap idi; bu adam bidayetten
itibaren bende iyi bir tesir uyandırmadı. Hemen bütün Araplar gibi bu da
herşeyi bilmek ve tecessüs etmek istiyordu. Meselâ; kıtal hakkında fikrimi
dinlemek istedi; asker sıfatıyle bunların bize taallûku yoktur, cevabını verdim
. Buna rağmen yanındaki kâtibe [benim işidemiyeceğim bir sesle ] hafif sesle
Istanbuldaki Harbiye Nezareti makamına (benim herşeyi bildiğim hakkında
telgraf) yazılmasını emreyledi.
Birşey anlamamazhğa geldim
ve kendisinden ayrılırken şimdilik kahvealtı yapmak ve sonra da Rıdvan
tarikiyle Akrabi köprüsünden geçerek Musul’a gitmek istediğimi söyledim .
Sözümü hakikaten yaptım, birkaç saat sonra yolu ve istikameti değiştirdim,
şimdi Garba doğru yoluma devam ettim; gecelediğim Bismil köyüne geldim.
Beni evine kabul eden köy
muhtarı çok ketum bir Çerkez’di; ertesi sabah kendisinden ayrılırken hafifçe
gülümsiyerek herşeyi bildiğini, fakat bunları tekrar unuttuğunu söyledi;
kendisinin misafiri olduğumu da unutmuştu; bir Çerkez için misafir mukaddestir
.
25
—
Haziranda Cevdet Bey, Kakigyan [ Kakighian ] Efendiyi Bitlis’ti 200 kadar
muteber Ermeni’yi kendilerinden 5000 altın aldıktan sonra asdırmış ve bu
parayı Halil Beyle birlikte aralarında taksim eylemişti. Cevdet Bey bununla da
iktifa etmemiş şehrin bütün erkek Ermenilerini ellişer kişilik kıt’alar halinde, civar dağlardaki
tenha köylere şevketmiş ve verdiği emirle oralarda katledilmiş ve kendilerine
kazdırılan kuyulara gömdürülmüştü; bunlardan ancak birkaç düzine saıı’atkâr sağ
bırakılmıştı, çünkü askerî imalâthanelerde bunlara ihtiyaç vardı.
Genç kadınlar alçak güruh
arasında taksim edilmiş, ihtiyarlar ve 12 yaşma kadar çocuklar başka
memleketlere nefyedilmişlerdi.
Bu suretle Bitlis ve
civarında birgün içerisinde 15000 Ermeni imha edilmişti. Bitlis’te ikamet eden
bir ecnebi madam bu kıtal hakkında 23 — Haziran ve müteakibi günlerde şunları
yazmıştı; ( Ermenilerin hapsinden
sonra Türkler, kadınları başka memleketlere nefyetmeğe başladılar. Bunu
gördüğüm zaman Vali Beye müracaat ettim, bu bedbaht adamlara merhamet edilmesi
ricasında bulundum . Arzu etse bile bu emri değiştireni iveceği cevabını verdi;
çünkü bu emri bizzat Halil Bey kendisine tebliğ eylemişti. Sonra Halil Beye
müracaat ettim; Halil Bey bu müracaatime hiç cevap vermedi).
Bu ecnebinin evvelki fasılda
ismi geçen Hemşire Marta olduğunu zannediyorum. Bitlis’teki kıtalden kurtulmağa
muvaffak olan birkaç Ermeni ile Silvan, Beşiri taraflarından kaçan Ermeniler de kısmen Muş mıntıkasına
dahil oldular. Bunlar, Belik, Bekran, Şego köylerinin Kürtleri tarafından takip edildiklerini görünce yavaş yavaş
yolsuz ve yüksek dağlık olan Sasun mıntıkasına
çekildiler .
Bu yüksek mıntıkanm gümüş gibi parıldayan tepelerinde, sönmüş volkanlarında
30 000 erkek, kadın, çocuk toplanmışlardı. Bunlar Kürtlerin ve Cevdet Bey
gönüllülerinin eline düşmemek için boğazlardan, uçurumlardan aşağı kendilerini
düşürerek helâk ediyorlardı. Cevdet Bey uzun zamandan beri artık Ermenilerin Azraili olmuştu ; şimdi kendisi Halil Beyin elinde, her
şekle uyan bir alet idi. Hıristiyanlardan
intikam almak için Halil Beyin verdiği her emri yapardı ; çünkü Ermeniler, Dilman meydan muharebesinde ve bunu müteakip Van
vilâyetinin zapt ve işgalinde Ruslara maddî ve
manevî yardımda bulunmuşlardı.
Bitlis şehrindeki Ermenilerin, Güldanîlerin, Suriye
Katoliklerinin ve Nasturîlerin katlinden sonra Cevdet Bey, Kâzım kara Bekirin
refakatinde olarak — bilâhare bizzat Cevdet Beyin bana hikâye eylediği gibi o
zaman Kâzını Bey kaymakammış — Muş vadisine gitti; bu mıntıkadaki ve Sasun dağlarındaki asileri tedip için gitmişti .
Kıtalden bahsedildiği vakit Türkler bu usatı
ileri sürüyorlardı. — Muş ve civarı ve Sasun mıntıkası jandarmalar ve aşiret kıt’alarıyle kuvvetli kordon
altına alınarak seddedildikten sonra Cevdet Bey — âdeti veçhile — cebri
istikraza başladı; bunu, katil, yani bu Vilâyetlerdeki Ermeni ahalinin büyük
kısmının ifna ve imhası takip etti.
Bu katle Muş vadisindeki 80
— 100 Ermeni köylerinin sekenesi ve hattâ Muş’taki umumî isyan sebebiyet
veriyor; Ermeniler sevkulceyş
hatalarını burada da tekrar ediyorlar ; yani Türk topçuları tarafından derhal
tanzim ateşi yapılabilecek büyük binalarda ve kiliselerde tahkimat yapıyorlar,
Muş içinde ve etrafında 14 gün içinde cem’an 50 000 Ermeni öldürülmüştür.
Civardaki bazı köylerde, ezcümle Alecan, Magrakon ve Keskeg’de müthiş katliâm olmuştur.
Kadın ve çocukların bir kısmı toplattırılmış ve canlı olarak yakılmıştır;
diğerleri de Fırat suyuna atılarak ölmüşlerdir.
Bu sırada — gizlenmiş
silâhlar bahanesi ile — Mardin, Diyarbekir, Mezraa, Harput ... ilâahirihi
şehirlerinde kütle halinde nefiy ve tağrip, katil suretiyle buralarda
Hıristiyan ahaliden kâmilen tecrit edilmiş, bu yüzden Harput, Diyarbekir
Vilâyetlerinde ticaret ve sanayiin büyük kısmı sönmüştür .
Diyarbekir’deki katilden
sonra kan ve takip illeti Adana vilâyetine ve Şimalî Suriye’ye intikal etti [
Zeytun, Urfa, Meraş ve saire]; Merkezî Anadolu’dan ve Şimalî Anadolu’dan [
İzmir, İstanbul, müstesna ] buralara çok miktarda menfiler gelmişti. Almanya ve
Avusturya’nın tazyiki üzerine İstanbul ve İzmir’de takibattan sarfınazar olundu.
Van, Bitlis, Diyarbekir ve
kısmen de Mamuretülâziz Vilâyetinde kelimenin tam manasıyle katil yapılmıştır.
Hükümetin diğer vilâyetlerinde nefiy şeklinde başlamış olan takibatta aynı
neticeye müncer olmuştur, çünkü Karadeniz sahilinden, merkezî Anadolu’dan ve
Şarkî Anadolu’dan Suriye ve Irak çölleri istikametinde sevkedilen binlerce
kişilik birçok kafilelerin dörtte üçü dahi yüzde doksam yollarda tifüs
hastalığından ve mahrumiyetlerden dolayı helâk olmuşlardır.
Açlıktan kaçanlar Kürt ve
Çerkez eşkıyaları tarafından katledilmişlerdir ; muhafızlar tarafından
öldürülenler de nadir değildir ; muhafızlar da — bedbaht adamlarla birlikte
gitmek mecburiyetinden dolayı yorgun bir halde — dipçik darbeleriyle bunların
işlerini bitiriyorlar yahut ateş ile tehdit ederek çıplak bir halde şiddetli
akan nehirlere atılmağa icbar ediyorlardı; bunlar nehire atıldıktan sonra
bir daha görünmiyorlardı. Ben bile Fırat nehri sahillerinde yüzlerce Ermeni
çocuklarının, kadınlarının cesetlerini gördüm ; bunlar vahşi hayvanlara,
çakallara yem vazifesini görüyorlardı. Cesetlerin ötede beride açıkta duruşu hayretimi
mucip oldu .
Sırtlanlarla Hilâlin
müştereken işledikleri bu cinayetin, kargaların üzerlerinde uçuşmasından,
köpeklerin etraflarında dolaşmasından belli olmaması için sivil memurlar
cinayete müteallik eserleri umumiyetle ve itinalı surette belirsiz ediyorlardı
.
Katillerle, nefiylerin,
mevkii iktidardan çekilen Fırkanın hazırladığı esaslı bir plân dahilinde icra
edildiğine hiç şüphe yoktur ; bu plânı başta Sadrıazam Telât Paşa olduğu halde
sivil hükümet memurları ihzar eylemiştir.
Evvelen Ermenileri, sonra da Rum ve diğer Hıristiyanları Türkiye arazisinden çıkarmaktır.
Bunun da delili Siirt, Cezire ve o civardaki
Vilâyetlerde yapılan katillerdir; bu takdirde 200 000 den fazla Nasturî,
Suriyeli Katolik, Kıpti ve saireniıı imha edilmesidir; bunların Ermenilerle hiç bir
münasebetleri yoktur ve hükümetin daima sadık teb’ası olarak yaşamışlardır .
Ölümü İslâmlığa tercih eden Ankaralı Ermeni
Katoliklerinin teb’idi, Greğoriyen Ermenilerinin büyük kısmının Türkler
tarafından aynı teklif ve şeraite tâbi tutulması bu plânın neticesidir.
«HİLÂL ALTINDA DÖRT SENE» ADLI KİTAP
HAKKINDA MÜTALEA
Yazan:
Kaymakam
1 Hakkı
Kitabın müellifi Venezöellâlı Rafael dö Nögalis, kitaptaki malûmattan anlaşıldığına
göre, Avrupa’da Büyük harp başladıktan sonra itilâf
Orduları saflarında gönüllü sıfatı ile harbe iştirak etmek üzere evvelâ
Fransa’ya, sonra sırası ile Belçika, İngiltere hükümetlerine müracaat etmiş,
buralarda hüsnü kabul görmemiş; bilâhare İtalya tarikiyle Sırbistan’a geçmiş,
burada da maksadına muvaffak olamamış ; hâsılı hangi kapıyı çalmış ise
açılmamış; neticede İstanbul’a gelmiş, Başkumandanlık vekâletine müracaat
etmiş; gûya bulunmaz bir meta imiş gibi Türkiye hükümeti mumaileyhi süvari
yüzbaşısı rütbesi ile ve gönüllü olarak Orduya kabul eylemiştir.
Bu zat evvelce gazetecilikle
de meşgul olduğu için bu husustaki kabiliyeti çok işine yaramış, daha
İstanbul'a ayak basar basmaz Almanca gazeteler ve bunlardan naklen Türkçe
gazeteler « Jeneral Nögalis» başlığı altında uzun uzadıya medhiyeler
yazmışlardır.
Nögalis, bu gazeteleri
vesika makamında üzerinde taşımış, nerede hüviyeti hakkında kendisinden malûmat
sorulmuş ise derhal üzerinde taşıdığı bu gazeteleri göstermiştir.
Hasankale’de 3. Ordu
karargâhına geldiği vakit, daha ilk temasımızda bize de bu gazeteleri
göstermiş ve okumuştur.
Mumaileyh «Hilâl altında
dört sene » adlı kitabında Türkiye’deki maceralarım hikâye ederken tamamıyle
bitaraf kalamamış, birçok hususlarda hakikatten ayrılmıştır.
Dört sene Türkiye
hükümetinin nân ve nimetiyle yaşadığı ve her yerde, kendi itirafı veçhile, aziz
Türk milletinden insaniyetkârane muamele gördüğü halde, maalesef Hıristiyanlık
hissiyatına mağlûp olmuş, nankörcesine bir sürü tezyifkâr mütalea ve fikirlerle
kitabını doldurmuştur.
Hakikate uymıyan fikir ve
mütaleaları umumî surette üçe ayırmak mümkündür:
1
—
Ordunun sevk ve idaresine taallûk eden hususlar;
2
—
Kürtler ve Ermeniler hakkında
etnoğrafik malûmat;
3
—
Ermeni tehciri ve Ermenilere
reva görülen zulüm ve itisaf.
Bunlar hakkındaki malûmatın doğrusunu yazmağı vicdanî, millî vatanî bir
vazife telâkki ettim . Ordunun sevk ve idaresine taallûk eden hususlar Nögalis, Erzurum müstahkem mevki kumandanı Poselt Paşa’nın 3. Ordudan ayrılmasına sebep olarak diyor ki: « Tifüs
hastalığından vefat eden Ordu kumandanı Hafız
Hakkı Paşa’nın yerine tayin olunmak hakkı
Poselt Paşa’nın imiş; kendisine bu vazife
verilmediği için müteessir olmuş, Ordudan ayrılmıştır».
Nögalis, ihtimal ki. 3.
Ordudaki Alman zabitlerinden aldığı ilham üzerine bu mütaleayı serdetmiştir.
Çünkü Hafız Hakkı Paşa, daha Ordu kumandanı iken Poselt Paşa’nın İstanbul’a iadesi takarrür etmiş ve bu baptaki emir
kendisine tebliğ edilmişti.
Poselt Paşa esasen ağır
topçu zabitidir; Meşrutiyetin ilânından sonra 326 senesinde Türkiye’ye
gelmiştir. Muhtelif müesseselerde vazife görmüş, bazı müstahkem mevkilerin
tahkim komisyonlarında bulunmuş. Umumî seferberlik ilân edildikten sonra
Erzurum müstahkem mevki kumandanlığına tayin olunmuştur.
Bu zat Erzurum’a geldikten
sonra kaleyi tetkik etmiş ve seyyar Ordunun zararına olarak kale için bir takım
tekliflerde bulunmuştur. Bu tekliflerin kabul edilmesine imkân yoktu; esasen
vaziyet te buna müsait değildi. Binaenaleyh Türkiye hükümeti Umumî harbe
iştirak etmeden az evvel, Başkumandanlık vekâleti, Erzurum kalesini bir kale
olarak kullanmaktan sarfınazar eylemişti; kaleye ait bilumum seyyar kuvvetler
Ordu emrine verilmişti. Sabit malzemelerden kabili istifade olanlardan da Ordu
istifade edebilecekti. Bu vaziyet hâsıl olduktan sonra kale kumandanına artık
fazla bir iş kalmadı; müşarünileyhin faaliyet, sahası darlaştırılmış oldu.
Poselt Paşa, bundan sonra
işi siyasete döktü . Bilerek veya bilmiyerek Ermeni komitacılarla temasa geldi.
Ermenilerin Alman himayesine girmeleri için sarfı mesaide bulundu.
Bu müsait vaziyetten istifade eden Ermeniler
Poselt Paşa’nın himayesi altında mektepler
açmağa teşebbüs ettiler. Halbuki, bu sırada Ermenilerin Türkler aleyhindeki
faaliyetleri başlamıştı; bu faaliyet günden güne artıyordu; bu hal hükümetin ve
Ordunun nazarı dikkatinden kaçmadı; Başkumandanlık vekâleti ile muhabere
edilerek müşarünileyhin İstanbul’a avdeti temin edildi ve merhum Hafız Hakkı
Paşa zamanında İstanbul’a iade olundu.
Müşarünileyh, Erzurum’da beş
altı ay kadar vazife görmüştür. Şayanı zikir bir hizmeti sebkat etmemiştir.
Müstahkem mevki o zaman fırka salâhiyetinde bir makam idi; böyle bir makamı
işgal eden bir zatın, meydanda birçok kıymetli Kolordu kumandanları dururken,
Ordu kumandanlığını tahayyül eylemesi çok gariptir.
3. Ordu erkânı
harbiye reisi Kaymakam Göze Bey hakkında da çok
balâpervazane nıütalealar yürütülmüştür. Gûya Ordu kumandam Mahmut Kâmil Paşa
sevk ve idare hususunda aczini anlamış, Ordunun idaresini Göze Bey’e bırakmış;
Göze Bey de Kafkas ve Şimalî İran’daki kıt’aları idare ettiği müddetçe 1 500 Km
. genişliğinde bulunan bir cephede tutunabilmiş ; Göze Bey ayrıldıktan sonra
her şey çığırından çıkmış, Ordu düşman taarruzu karşısında berbat ve perişan
olmuştur .
Bu safsatalara bakılırsa
Nögalis’in, Erkân-ı Harbiye reisinin
Ordu kumandanına karşı vazife ve salâhiyeti hakkında bir malûmatı olmadığı
anlaşılıyor. Erkân-ı Harbiye reisi, maiyetinde
bulunduğu, kumandanın müşaviridir. Reis yapılacak işler hakkında, harekât
şubesi müdürünün de mütaleasını dinledikten sonra, kumandana mütalea ve teklifini
arzeder.
Kumandan da, maiyeti
tarafından vaki olacak mütalealara karşı hazır bulunmak için, her vaziyeti
kendiliğinden tetkik ve mütalea eder. Maiyeti tarafından arzedilecek mütalealar
kendi fikir ve mütaleasma uygunsa kabul, değilse reddeder. Şu halde son söz ve
karar kumandana aittir . Hiçbir Erkân-ı Harbiye reisi veya Erkânıharp zabiti kendi fikir ve mütaleasını
kabul ettirmek için kumandana karşı ısrar edemez .
Kumandanlık hiç bir zaman
iştirak kabul etmez ; asıl mes’ul kumandandır; Erkân-ı Harbiye reisi değildir. Erkân-ı Harbiye reisi de kumandana karşı mes’uldür. Kumandanlık
karargâhındaki bütün işlerin nazımı Erkân-ı Harbiye reisidir; karargâhta işler kumandanın arzusu dahilinde ve
yolunda cereyan etmezse kumandan, Erkân-ı Harbiye reisini mes’ul ve muaheze eder .
Düşünmelidir ki bir Erkân-ı
Harbiye reisi karargâha ait bütün işleri yalnız
başına yapamaz. Bunun da yardımcılara ihtiyacı vardır. Kârargâh heyetlerinin
teşekkülü bu ihtiyaçtan doğmuştur. Ordu Erkân-ı
harbiyesi vazifesini muvaffakiyetle yapmışsa bundaki
şeref hissesi yalnız Erkân-ı Harbiye reisine
değil, bütün karargâh hey’etine şamildir .
Göze Bey 3. Ordu Erkân-ı
Harbiye reisliğinde bulunduğu müddetçe vazifesini
hüsnü ifa için çok çalışmış, her türlü güçlüklere göğüs germiş, kumandana
karşı birçok mütalea ve tekliflerde bulunmuştur. Kumandan kendi fikir ve düşüncesine
uygun gelen mütalea ve teklifleri kabul etmiş, uygun gelmiyerıleri bilâ
tereddüt reddeylemiştir. Kabul edilmiyen mütalealara karşı Göze Bey ne müteesir ve
ne de münfail olmuştur. Çünkü Göze Bey kumandan ile Erkân-ı Harbiye reisinin mütekabil vaziyet ve salâhiyetlerini tamamen
müdriktir; nitekim Ordu Erkân-ı Harbiye
riyasetinde bulunduğu müddetçe kumandanlarla arasında böyle bir münakaşa
olmamıştır .
Göze Beyin kendine mahsus
bir siyaseti vardı; daima taarruz. En çetin vaziyetlerde bile işin taarruzla
halledilmesini teklif ederdi. Ancak taarruzla Kafkas cephesinde fazla Rus
kuvveti tutulabileceği ve kat’î netice alınacak Avrupa cephelerine bu cepheden
kuvvet şevkinin men’i mümkün olacağı kanaatinde idi. Filhakika umumî çerçeve
dahilinde vaziyeti mütalea etmek çok doğrudur; fakat biraz da bulunulan
mıntakamn hususiyetini, arazi vaziyetini, ikmal işini, düşman vaziyetini de
nazarı mütaleaya almak lâzımdır. Bunlar düşünülmeden yapılacak taarruz bir
muvaffakiyet vadetmez .
Mahmut Kâmil Pş. çok yüksek
bir sevk ve idare adamı idi. Kararlarını, şahsî kanaatine dayanarak verir,
hiçbir tesir altında kalmazdı; Ordunun harekâtı ile devam üzere meşgul olurdu .
En edna vaziyeti bile nazarından kaçırmazdı. Erkân-ı Harbiyesinin mütaleasını dikkatle
dinler, kanaatine uygun olmıyan mütalea ve teklifleri kabul etmezdi. Sarıkamış
meydan muharebesinden sonra Ordunun, insan ve malzeme itibarı ile çok üstün
bulunan düşmana karşı Erzurum Şarkında 13 ay tutunması Mahmut Kâmil Pş. nm
kararlarındaki isabete ve ihtiyatlı hareketine medyundur .
Göze Bey : (Kafkas
cephesindeki muharebeler) hakkında yazdığı eserinde Mahmut Kâmil Pş. için
kurnaz ve akıllı olduğunu, sevk ve idare hususunda çok ihtiyatlı hareket
ettiğini, İstanbuldaki Türk unsurlarından çok atılgan olanlara karşı bu
tabiatinin iyi olduğunu, yalnız cür’ete taallûk eden bazı karar ve vaziyetlerde
bu halin menfi tesirler yaptığını söylemektedir .
Göze Bey 331 [915] Ağustos
ayında tifüs hastalığına yakalanmış ve çok zayıf düşmüştü . Çalışacak halde
değildi, Ordu heyeti sıhhiyesi kendisine birkaç ay tebdili hava verdi.
Mirimumaileyh tebdili hava müddetini Almanya’da geçirmek istedi ve 10 —
Teşrinievvel — 331 de [915] Erzurum’dan hareketle İstanbul’a ve Teşrinisani
bidayetinde de Almanya’ya gitti. Bu aralık kafkas cephesinde Rus taarruzu
başladı. Vaziyet çok nazik idi . Ordu kumandam da İstanbul’a gelmişti. Bu
taarruz üzerine derhal Erzurum’a avdet etti. Göze Bey daha fazla tebdili havada
kalamazdı ; tebdili hayası bitmeden vazifesi başına dönmeğe mecbur oldu , Göze Bey tebdili
havaya gitmeseydi gene bu akıbet mukadderdi . Çünkü Ruslar neye mal olursa olsun Erzurum’u zaptetmeğe karar
vermişler ve bu maksat için aylardanberi esaslı hazırlıklar yapmışlardı; kuvvet
ve malzeme itibariyle bize çok üstün bulunuyorlardı. Gerek bu üstünlük ve
gerekse vaziyeti yanlış mütalea neticesi iki fırkanın [51, 52] Irak cephesine
gönderilmesi Erzurum’un sukutunu ve binııetice Ordunun da mahvu perişan
olmasını mucip oldu .
Nögalis bu iki fırkanın Irak
cephesine şevkinde o zaman mürettep K. O. — ki bilâhare 18. K. O. namını
almıştır — kumandanı Halil Pş. nın âmil ve müessir olduğunu iddia ediyor ki, bu iddia ve
mütalea tamamen yanlıştır .
Bu iki fırkanın Irak
cephesine sevkini Başkumandanlık
vekâleti emreylemiştir .
Ordu kumandanlığı buna
itiraz etmiş, Rusların taarruz
için esaslı hazırlıklarda bulunduklarını yazmışsa da Başkumandanlık vekâleti
kararından dönmemiştir. Başkumandanlık vekâleti, karargâhında toplanmış olan
malûmata ve umumî vaziyete göre Rusların kışın
Kafkas cephesinde ciddi taarruzda bulunacaklarına ihtimal vermiyordu . Sarıkamış
tecrübesinden sonra bu kışın tarafımızdan bir taarruz yapılması düşünülmiyordu.
Irak cephesinde ise vaziyet çok gayrı müsait idi. Nitekim bu iki fırkanın Irak
cephesine yetişmesi ile orada vaziyet büsbütün değişti; Bağdat kurtarıldı,
sonra Kûtül’amare muzafferiydi istihsal edildi.
Göze Bey Şubat bidayetinde
tekrar Orduya iltihak etti; Ordu bu esnada (Gibice — Kopdağı — Çoruh) hattına
çekilmişti. Bundan sonra 3. Ordu emrine taze, dinç ve mevcutları dolgun,
Çanakkale muharebesinde çok tecrübeler görmüş üç fırka geldi. Buna rağmen Ordu
(Mamahatun —-Bayburt — Rize) mıntıkasınıda
tutunamamış, yüzlerce kilometre geride (Kemahboğazı — Çardaklı — Harşıtderesi
Garbı) hattına atılmıştı.
Göze Bey bu esnada vazifesi
başında idi ve Ordudan hiç ayrılmamıştı . Gerek idi ki, bu geri çekilmenin
önüne geçseydi.
Nögalis Van’da Ermeniler tarafından çıkarılan ihtilâlde Van’daki Türk kuvvetlerinin
kumandasını deruhte eylediğini ve sonra da Van jandarma fırkasında Erkân-ı
Harbiye reisliği vekilliğini yaptığını sövüyor ki
bunlar da hakikate muvafık değildir.
Nögalis Hasankale’deki 3.
Ordu karargâhına 331 [915] mart ortasında gelmişti. Karargâhta iki hafta kadar
kaldıktan sonra bir gün cephedeki kıt’alardan birisine gitmek arzusunu
gösterdi. Esasen hal ve tavrı calibi şüphe idi. Mühim cephelerde kullanılmak
istenilmiyordu .
Tâli mıntıka addedilen Van havalisine, Van jandarma fırkası emrine
gönderildi. O sırada ötede beride Ermeni isyanları, vukuatı tevali ediyordu.
Van’daki Ermenilerin de bugün yarın isyan
çıkaracakları haber alınmıştı. Nögalis daha yolda iken Van’da ihtilâl başlamış
ve ihtilâlciler Türkler tarafından muhasara
edilmişti. Van’da esasen nizamiye kuvveti yoktu. Yalnız zaif Türk jandarmaları
ve bir miktar eski top vardı, ihtilâl haberini duyan civar köyler halkı ve
kasabada silâh kullanabilecekler Van valisi Cevdet Beyin kumandası altında
toplandı. Nögalis Van’a girdiği vakit Vali tarafından icap eden tertitibat
alınmıştı. Nögalis tab’an ihtilâlci idi. Vali Cevdet Bey ihtimal ki siyasî
mülâhazalar dolayısıyle bunun yanından ayrılmadı; misafir etti ; izaz ve
ikramda bulundu. İhtilâlcilere karşı hareket eden kuvvetleri Vali idare
ediyordu.
Erzurum’dan yardımcı
kuvvetler Van’a yetiştikten sonra Erzurum seyyar jandarma taburu kumandanı
Yüzbaşı Kâzım Bey Van’da kumandayı deruhte eyledi. Fakat bu da müstakil
değildi; yine Valinin emrinde idi.
Van’dan ayrıldıktan sonra
Nögalis Van jandarma fırkasına iltihak etti. Fırka kumandanı Kaymakam Kâzım Bey
[ Hâlen B. M. M. Rs. ] bunu karargâhta istihdam etti.
Esasen bu fırkanın, diğer
fırkalar gibi karargâh teşkilâtı, Erk ânıharbiyesi yoktu. Kâzım Bey yanma
aldığı birkaç emir zabiti ile fırkanın harekâtını idare ediyordu.
Mirimumaileyli bir ecnebi zabitinin yardımına hiç te muhtaç değildi.
Nögalis, birinci kuvvei seferiye Bitlis mıntıkasına
çekildikten sonra birdenbire ortadan kayboldu ; haftalarca izi bulunamadı. O zaman
bunun Rus tarafına geçtiğine hükmolundu. Bilâhare hasta olduğu ve kendiliğinden
diğer Ordular mıntıkasına geçtiği haber
alındı.
Günün birinde Mamure’de
menzil emrinde iken Göze Beye bir telgrafı geldi ; bunda Van ihtilâlinde ve
sonra da Van jandarma fırkasında gördüğü hizmetlerden bahsile muharebe
madalyası ile taltif edilmesini rica ediyordu. Kendisine verilen cevapta,
maiyetinde hizmet ettiği zevat tarafından inha edilmesi lâzım geldiği tebliğ
olundu . Bundan sonra kendisinden bir ses çıkmadı. Halbuki kitabındaki
fotoğrafında harp madalyasından başka muharebe gümüş liyakat, gümüş imtiyaz ,
kılıçlı beşinci mecidî, üçüncü mecidî nişanları bulunmaktadır . Bunları ne
zaman ve hangi hizmete mukabil aldığına dair hatıratında bir kayıt yoktur.
Yalnız harp madalyasını Goltz Pş. nın ve kılıçlı beşinci mecidî nişanını da müşir Abdullah Pş. umumî mütareke
senesinde harbiye nazırı iken verdiğini ve misafirliğine hürmeten kendisinin
Türk Erkânıharp kaymakamlığına terfi ettirildiğini, fakat buna ait buyurultuyu
henüz almadığını hatimei kelâm olarak yazıyor. Binbaşılığa terfii hakkında da
hiçbir malûmat yok. Bütün bu hayali rütbe ve nişanlar muharririn şahsı hakkında
kâfi bir derecede bir fikir verebilir zannmdayım.
Kürtler Ve Ermeniler Hakkında Etnoğrafik Malûmat
Nögalis Kürtler hakkında şu mütaleada bulunmaktadır : «Kürtler aşiret hâlinde yaşarlar; aşiretlerin birer reisi vardır;
aşiret halkı reisin maiyetini teşkil eder. Reisler Hindu Germeni neslindendir.
Maiyetleri ise mağlûp milletler ırkına mensupturlar. Kürtlerde de çok Hıristiyan vardır ; Nasturîler, Yezidîler ve şeytana
tapanlar bu meyandadır. Fakat Kürtlerin çoğu Sünnî ve bir kısmı da Şiî’dir.
Tarihin bize hikâye eylediği en muteber Kürtler
12. Asır nihayetinde Kudüs’ü ehlisalipten kurtaran Sultan Salâhaddine
mensupturlar» .
«Van tarihi ve Kürtler hakkında tetebbuat» adlı kitapta Kürtler ve
aşiretler hakkında çok kıymetli malûmat vardır. Bu kitaptan aynen iktibas
edilen malûmata göre Kürt adlı bir millet yoktur. Asur kitabelerinde de
şimdiye kadar Kürt ismine tesadüf edilmemiştir. Avrupa uleması Kürtlerin menşeini tetkik etmiş, Kürt namı altında müstakil bir millet
bulamamışlardır; nihayet bunların uzun
müddet Iran harsi altında kalmış, muhtelif zamanlarda müteferrik surette
gelerek bu mıntakaya yerleşmiş Türklerden
ibaret olduğu neticesine varmışlardır. İngiliz ansiklopedi’si Kürtlerin Türk olduğunu sarahaten zikretmektedir.
Halk arasında da Kürt
kelimesi bir milliyet ifade etmiyor. Kürt cahil, dağlı, çapulcu mânasına gelir.
Aşiret hayatını terkedip kasabaya yerleşen, ticaret hayatına atılan kimseler
dağlılara Kürt demeğe başlamışlardır.
Kürtler arasında Hıristiyan yoktur. Diğer milletlerden muhacir olarak bu havaliye gelenler, an’ane,
ruh itibariyle bu halk ile kaynaşanınmış ; ayrılıklarını muhafaza
eylemişlerdir. Yahudiler, Ermeniler gibi.
Bu havalide mevcut
aşiretler, asırlardan beri devam edip gelen muayyen nesillerden ibaret
değildir. Bu havalideki aşiret teşkilâtı tabiî sebeplere dayanmamakta, gelip
geçen hükümetlerin ihmali, daha doğrusu himayesi yüzünden birtakım
açıkgözlülerin cebrü tazyikiyle vücude gelmiş Sün’î teşekküllerden ibarettir.
Bu Sün’î teşekküller paydar olmamış, zamanla, hükümetin nüfuzu ile diğer bir
zorba türemiş; değnek kuvvetiyle bu adamları toplayıp kendisine ümmet, yani,
aşiret yapmıştır. Bu zorbanın kuvvet ve nüfuzuna ve muamelesine göre bir
aşiretten diğer aşirete geçmeler olmuş ; bu intikaller yüzünden bazan aşiretler
arasında kavga bile zuhur etmiştir.
Aşiret reislerinin tazyiki
kalktığı zaman aşiretlik kalmamıştır. Aşiret reisleri kısmen kurunu vustadaki
idare memurlarının ahfadından ibarettirler; o zaman bir yer fethedildiği zaman
o yerin idaresini muktedir bir ümeraya tevdi ederlerdi. Bunlar da kendi
adamlarını muhtelif mevkilere memur ederlerdi. Bunlar bulundukları yerlerde
birer derebeylik hanedanı teşkil etmişlerdir. Abbasîler zamanında kumandanlar kâmilen Türk idi ve bunların
kullandıkları memurlar da Tük idi. Kudüs’ü ehlisalip’ten kurtaran
Salâhaddin Eyyubî de aslen Türk’tür. Salâhaddin Eyyubî Mısır meliki olduğu
zaman hulefayi Abbasiyye namına hutbe okutmuştur. Kürtlerin Salâhaddin’e mensubiyetleri de bunların Türk olduğunu
teyit eder . Nögalis ihtimal ki Kürtlerin
Diyarbekir tarafından etrafa yayıldıklarına dair tarihlerde mevcut an’ane üzerine
muteber Kürtlerin Salâhaddin’e mensup
olduklarına kail olmuştur. Diyarbekir tarafından bu havaliye gelmiş olan
Kürtler Halidîlerin ahfadındandır ;
Halidîler ise Hititlerden ibarettir; Hititler
ise tamamen Türk’tür.
Nögalis kendi macerasında
Van havalisini Ermenistan addetmiş ve buraya Ermeni orartor’u adını vermiştir.
Halbuki, Van havalisi öteden beri bir Türk yuvasıdır; Ermenistan değildir. Ermeniler Milâttan 6 asır evvel Firijya’lılarla beraber Anadolu’ya muhacir olarak gelmişlerdir.
Asırlarca İranîlerin idaresi altında
kalmışlardır ve 4. asra doğru ancak bir kabile hükümeti tesisine muvaffak
olmuşlarsa da bu da çok devam etmemiştir.
Ermeni tarihleri de
hükümetlerinin kablelmilât 328 tarihinde teşekkül ettiklerini yazarlar. Şu
halde Halidî Türkleri orartor'da
istiklâllerini kurtarmak için uğraşırlarken Ermeniler henüz Tesalya’da idiler . Türk ittihadına çalışan Halidî
kırallarına orartor hükümdarları namı verilirdi.
Nögalis Van’daki Ermeni
bağlarına, Hayık masalına nisbetle Hayıkistan adını vermiştir ki, böyle bir
tabirden bu havali sekenesinin malûmatı yoktur. Ermeniler, siyasî
teşekküllerini temin edebilmek için bu ismi vermişlerdir. Rus haritalarında da
bu isme tesadüf edilmektedir. Bu isim, Ermeniler bu mıntakada bir müstakil Ermeni hükümeti teşkil etmek emelini takibe
başladıktan sonra ibda edilmiştir.
Ermeni tehciri ve Ermenilere reva görülen zulüm
ve itisaf
Nögalis’in Ermeniler
hakkında verdiği malûmat çok mübalâğalıdır ve hakikate de uygun değildir. Ötede beride baş gösteren isyan hareketleri, yollarda
tesadüf eylediği muhacir kafilelerinin manzarası bu zatin efkâr ve hissiyatı
üzerinde çok müessir olmuş; bu tesirin şevki ile daima Ermeniler lehinde mütalea serdeylemiştir. O sırada Van, Bitlis havalisinde binlerce Türk
aileleri kafile halinde sefil, perişan bir vaziyette dahile hicret
ediyorlardı. Birçok Türkler yollarda Ermeni çetelerinin
taarruzuna uğrayorlardı. Bunları
tamamen meskût [söylemeden] geçmiştir. Acaba
bunları hiç görmemiş mi? Ermenilerin tehcirine
asıl saik nedir? Nögalis bu mes’eleye hiç temas etmemiştir. Yapılan muamelenin
derecei isabeti hakkında bir fikir ve kanaat edinebilmek için mes’elenin
evveliyatını, tehcir muamelesinin asıl sebeplerini bilmek lâzımdır. Ben bu
hususu hükümetin resmî vesaiki ile ve şahsî müşahedelerimle izah etmeğe çalışacağım.
O zaman Nögalis görecektir ki, yapılan muamele haklı olarak yapılmıştır. Bu
muamelenin icra ve tatbiki hususunda hükümet geç bile kalmıştır.
Mes’eleyi daha iyi izah
edebilmek için Meşrutiyetten evvelki idarei mutlaka devrine rücu etmek, buradan
işe başlamak faideli olur. Ermeni milleti idarei mutlaka zamanında Türk
idaresinden memnun değildi. Avrupa'da tahsil görmüş Ermeni gençlerinin çete
halinde Türkiye’de icrayı faaliyet etmeleri idarei müstebideyi devirmek; bunun
yerine meşrutiyeti idareyi kurmak maksadını istihdaf eylediği zannolunuyordu.
Aynı maksat için genç Türkler de
çalışıyorlardı. Neticede mutlakıyeti idareye nihayet verildi ve Meşrutiyet ilân
olundu.
Artık bundan sonra muhtelif
fırkalara, komita ve çetelere düşen vazife siyasî mahiyeti haiz faaliyetlerine
nihayet vermek, tam manasıyle meşrutiyete nigehban olmak, memleketin medenî ve
İktisadî yükselmesine çalışmak idi.
Maalesef Ermeni komitaları istiklâl peşinde koşmağa başladılar; her
vasıtaya baş vurarak millî mefkûrelerinin tenmiyesine ve istiklâllerinin
teminine çalıştılar. Türklüğe ve Türklere karşı buğzü nefreti arttıracak eserler yazdılar. Ayrıca
da gençlerin fikirlerini zehirliyecek ihtilâl, milliyet, istiklâl esasları
üzerine kitaplar çıkardılar.
Ötede beride verdikleri konferanslarla hükümetin, Türklerin izzeti
nefsini, hissiyatı diniyesini tezyif ve tahkirden de geri durmadılar.
MEŞRUTİYETİN DAHA İLK GÜNLERİNDE ZAHİREN
MEŞRUTİYET DERSİ VERMEK İÇİN ERMENİ KÖYLERİNDE DOLAŞAN KOMİTA REİSLERİ
KÖYLÜLERE ŞU YOLDA TELKİNATTA BULUNUYORLARDI: «Türk’ün meşrutiyet ve hürriyetten maksadı Ermenileri
kesmektir. Müsavat, uhuvvet kelimelerine sakın aldanmayın . Ermeni’nin
hürriyeti silâh ve bombası ile hâsıl olacaktır. Öküzlerinizi satın; silâh ve
bomba alın ».
Ayrıca bomba imalini öğrenmek
için Erzurum, Kayseri, Sivas, Diyarbekir, Van, Bitlis gibi mühim yerlerden
Amerika’ya, Avrupa’ya, Rusya’ya adamlar gönderdiler.
Patrikhane, murahhashaneler
birer komitacı yatağı oldu; buraları martin, mavzer ve bombalarla süslendi. Bunlar dinî vazifelerini terkederek tamamen siyasî işlerle
uğraşmağa başladılar. Mekteplerde, en muhterem mevkii, Ermenistan timsali,
Ermenistan haritası gibi levhalar işgal etti; evvelce Ermeniler bu faaliyetlerini çok gizli yaparken, meşrutiyet devrinde
daha aşikâr bir surette yapmağa başladılar. Şu halde meşrutiyeti idare bunların
siyasî faaliyetlerine daha müsait bir zemin ihzar etmiş oldu. Bir müddet sonra
Balkan harbi başladı. Meşrutiyetin ilânından sonra bilâ tefriki cinsü mezhep
herkes askerlikle mükellef idi. Ordu saflarında Ermeni zabitleri bulunduğu gibi
kıt’alarda Ermeni neferleri de vardı. Komitalar, Türk Ordusunun esbabı
mağlûbiyetini ihzar için Ermeni neferlerini firara teşvik ediyorlardı.
Komitalar bununla da iktifa etmediler.
Çete reisi Antranik Osmanlı Ermenilerinden bir «İntikam çetesi»
teşkil ederek Rumeli’ye geçti. Rumeli’nin birçok yerlerinde biçare, âciz İslâm
kadın ve çocuklarını boğazladı. Aynı zamanda Boğos Nobar Paşa riyasetinde bir
Ermeni heyeti de Osmanlı memleketindeki Ermenilerin muhtariyetini istihsal için Avrupa kabineleri nezdine gönderiliyordu.
Diğer taraftan, Ermeni
patriki de Ermenistan’da (?) ıslahat yapılması hakkında devam üzere Babıali’ye
takrirler yağdırıyordu. Ruslar da bu son senelerde Kafkas Ermenilerine karşı siyasetini değiştirmişti; bu hal, o zamana
kadar, Ruslardan nefret eden Ermeni ihtilâlcilerinin
kendilerine temayülünü mucip olmuştu. Rusların
maksadı Şarkî Anadolu’daki Ermenileri
himayesine almak, daha doğrusu bu havaliyi işgal etmekti. Ermenistan’da ıslahat
talebindeki hedef bu olunca buralarda daima asayişi muhil göstermek ve
Avrupa’nın nazarı merhametini bu havaliye celbetmek lâzımdı.
Rusların bu müzahareti komitaların çekişine yaradı.
Türkiye’deki faaliyetlerine daha esaslı bir tarzda devam edebilirlerdi.
Komitacılar teşkilâtlarını tevsi ettiler. Komitacılık en ufak köylere varıncaya
kadar kol saldı. Harbi umumî ise, senelerden beri maskeler altında saklı
kalan asıl çehreyi meydana çıkardı. Öteden beri hükümet bütün taşkınlıkları bir
hizbi kalilin eseri teşviki addediyor ve müsebbiplerini ele geçirerek tedibe
çalışıyordu. Fakat Harbi umumîde ötede beride patlak veren isyanlar, ihtilâller
bu harekâtın öyle zannolunduğu gibi bir iki sebükmağzın tertip ve teşebbüsü ile olmadığını ve bütün Ermenilerin komitacıların teşkilâtına dahil olduklarını meydana
çıkardı.
Harbi umumîde Ermeni
teşkilâtı belli başlı iki safha arzeder: Birisi seferberlik ilânından bilfiil
harbe girinciye kadar geçen safha, diğeri de Harbi umumîye girdikten sonraki
safha.
Birinci safha :
Osmanlı hükümeti Balkan
harbi meş’umundan yeni çıkmıştı. Dahilî ve haricî birçok gaileler ile meşguldü.
Tam bu sırada Avrupa’da Umumî harp başladı. Almanya ile ittifak aktedildiği
için Osmanlı hükümetinin ergeç harbe iştirak edeceği muhakkaktı . Zaten
hükümetin de maksadı, terakki ve inkişafımıza engel olan ve dahilî
istiklâlimize birer darbe teşkil eden ne kadar mukarreratı düveliye varsa
bunların kâffesinden kurtulmak, dahili memlekete lüzumlu gördüğümüz ıslahatı
bizzat kendimiz yaparak hür ve müstakil milletler gibi yaşamak idi.
İşte bu maksadın husulü için
Osmanlı hükümeti 21 Temmuz — 330, [3 — Ağustos — 914] te seferberliği ilân
etmişti. Umum efradı milletten, bilâtefrikı cinsü mezhep bütün tebaasından
hizmet ve fedakârlık bekliyordu.
Fakat Ermeniler bu vaziyeti kaçırılmaz
bir fırsat telâkki ettiler. Bilfiil harbe dühulümüze kadar, geçen zaman
zarfında, itilâf devletlerinin vilâyetlerdeki konsolosları ve İstanbul'daki
sefaretleri ile temasa geldiler; bunlarla hariçle ve memaliki Osmaniye’deki
komitalarla muhaberelerini, para, silâh gibi ihtiyaçlarını temin ettiler.
Vaziyeti siyasiye ve askeriyemiz hakkında bunlara çok mükemmel casusluk
yaptılar.
İtilâf devletleri de Ermenilere büyük bir ümit bağlamışlardı. Bunlar, öteden beri siyasî
menfaatlerine alet ettikleri Ermenileri
hükümeti Osmaniye aleyhinde kullanmak için tahriklere ve teşviklere başladılar.
Rus, İngiliz, Fransız konsolosları bulundukları yerlerdeki komita reislerine
ihtilâl için , Türk Ordusunu arkadan vurmak için icap eden talimatı verdiler.
Van, Bitlis, Erzurum,
Trabzon gibi harp mıntakası olması muhtemel vilâyetlerdeki Ermenilerin kısmı azami kendi silâhları ile, silâh altında
bulunanları da firar suretiyle Ruslara iltihak
etmişler, Rus hükümeti bunları bir kat daha teslih ve teçhiz ve kendilerinden
hususî çeteler teşkil ederek muayyen vazifelerle huduttan içeri sevk eylemişti.
Daha seferberlik esnasında hudut mm takalarında Ermeni çeteleri ile bir takım
müsademeler olmuştu. Erzincan mıntıkasınıdaki Ermenilerin hemen dörtte üçü İran ve Rusya hudutlarından geçerek
Rusya’ya savuştukları gibi nizamiye ve amele taburlarına almanlar da firar
ederek yollarda tesadüf eyledikleri yolculara, perakende neferlere, hasta ve
tebdilhavahlara taarruz ediyorlardı.
Diğer vilâyetlerde de
vaziyet aynı idi, Askere gitmemek için türlü türlü hile ve desiselere müracaat
ediyorlar; kaçıyorlar, en yakın olan Rusya’ya gidiyorlardı.
İngiltere, Romanya, İtalya,
Amerika’daki Ermeniler de Ermeni
gönüllü alayları teşkil ediyorlar, Türklerden
intikam almak için bunları en ziyade şiddetle arzu ettikleri Kafkas cephesine
gönderiyorlardı. Kafkasya’daki Ermenilerden de
Rusya Hükümetinin müzahereti ile ılaylar teşkil ediliyordu.
Komita ve fırkalar reisleri
Türkiye dahilindeki şubelerine şu talimatı vermişlerdi.
«Rus Ordusu huduttan ilerler
ve Osmanlı askeri çekilirse her tarafta birden eldeki vesait ile kıyam
olunacak; Osmanlı Ordusu iki ateş arasında bırakılacak, mebani ve müessesatı
emiriye bombalarla berhava edilecek ; yakılacak. Hükümetin kuvveti dahilde
işgal olunacak, levazım kafileleri vurulacak, bilâkis Osmanlı Ordusu ilerlerse
Ermeni askerleri Ruslara iltihak
edecek ve kıt’alardan firarla çeteler teşkil edilecek » .
Ermeniler bu
talimatın filiyatma daha evvel başladılar. Sabredemediler . Daha seferberlik
esnasında gerek Ordudan ve gerekse askere çağırılan Ermenilerden akın akın firar vukuatı başladı. Hükümetin aldığı
tedbirler bu akının önüne geçmeğe kâfi gelmedi. Bir kısım Ermeni meb’uslar da
Rusya’ya geçtiler; Rusya’da faaliyete başladılar. Erzurum meb’usu Karakin
Pastırrnaciyan bu meyanda idi . Karakin Pastırmaciyan Tero ve Heço çeteleri ile
Kafkasya’da Ruslar’a iltihak etmiş, Ruslar
ilerlerken bu çeteler de yakaladıkları İslâm ahaliye karşı, tüyler ürpertecek
mezalim ve şenayide bulunmuşlardır. İşte hariçteki Ermeniler itilâf devletlerinin yardımları ile teslih ve teçhiz
edilerek intikam alayları halinde sürü sürü Kafkas ve İran cephesine koşarken
silâh altında bulunan, yahut askere çağrılanlar da düşman tarafına firar ederken
bililtizam dahilde kalmış olanlar da itilâf hükümetlerinin muzafferiyetini
tesri ve bu sayede millî emellerinin istihsali için mıntıka mıntıka müsellâhaıı
isyana başladılar,
İsyan hazırlığı için
komitalar seferberlik esnasında geçen üç aylık zamandan çok istifade ettiler;
muntazam ve mükemmel bir ihtilâl çıkarmak için hertürlü vasıtaları ikmale
çalıştılar. Daha seferberlik esnasında ilk isyan hareketi filen Zeytin’de
başladı.
Zeytinli Ermeniler hizmeti
askeriyeye mukabil kumandan ve zabitleri gene kendilerinden olmak üzere
«Zeytin fedai alayı;» unvaniyle memleketlerini muhafaza için aralarında bir
milis teşkiline müsaade edilmesini Hükümete teklif ettiler. Bu, teklif hükümet
tarafından kabul olunmadı. Bu nev'anına bir
imtiyaz demekti. Hükümetçe kabulüne bittabi imkân yoktu.
Zeytindiler bunu bahane
ederek martin ve mavzerlerle mücehhez çeteler teşkil ederek dağlara çıktılar;
kafilelerle, yolculara tecavüze başladılar, jandarma müfrezelerine, bizzat
Hükümet konağına da taarruza
geçtiler.
Kayseri’de de Ermeniler isyan için hazırlık yapıyorlardı. Bu hazırlıklar çabuk
duyuldu; ihtilâl tertibatı meydana çıktı. Bu tertibat ta şu suretle meydana
çıkmıştı:
Kayseri’ye tâbi Everek’te Ermeniler tarafından bomba imal edilirken kazaen bir bomba patlıyor.
Mes’ele Hükümete aksediyor. Tahkikat neticesinde dörtyüzden fazla silâh,
yüzlerce muhtelif sistem bomba, dinamit, mevaddı infilâkıye ele geçiriliyor.
İhtilâle ait birçok talimat ve komita beyannameleri meydana çıkıyor. Ermeniler, henüz ele geçmiyen silâh ve bombaları ile 20 :30 ar
kişilik çeteler teşkil ettiler. Kayseri mıntıkası
dahilinde faaliyete başladılar. Tecavüz, suikast, katil, gasp gibi vak’alar
tevali etti.
Sivas; Elâziz, Diyarbekir
vilâyetlerinde de çete faaliyeti başlamıştı. Çete faaliyetlerinin şiddetlendiği
mıntıkalarda yapılan taharriyatta külliyetli miktarda tüfek,
bomba, dinamit ve saire elde edildi. Bunların fotoğrafları Hükümet tarafından
çıkarılmıştır. Silâh ve saire yakalanan yerler şunlardır: Harput,
Diyarbekir, Malatya, Arapkir, Maraş, Adana, Dörtyol, Hacin, Urfa, Sivas,
Merzifon, Amasya, Suşehri, Hafik, Gürün, Zara, Trabzon, Kayseri, Yozgat, Halep,
Bursa, Adapazarı, İzmit.
ikinci safha:
Osmanlı Hükümeti Umumî harbe
girdikten sonra Ermeni faaliyeti daha ziyade artmış, isyan hareketleri çoğalmıştır.
Sivas vilâyeti dahilinde
köyleri dolaşan Ermeni papazlar şu yolda telkinat ve teşvikat yapmışlardır:
«Osmanlılar mağlûp olacakları harbe başladılar. Az zaman sonra Ruslar Erzurum’a girecekler, buralara kadar gelecekler. Ruslar önden biz arkadan
Osmanlı Ordusunu işgal edeceğiz, size vaktiyle verilen silâhlarınistimali
zamanı hulûl etti. Vaktiyle silâhları almakta tereddüt ediyordunuz. Bugün
anlıyacaksınız ki, silâhlar elimizde fena alet
değilmiş. Hayatını feda ederek silâh tevzi etmeğe çalışanları siz de takdis
edeceksiniz ».
Komitanın faaliyeti bu
kadarla da kalmıyor; her şeyin hazır olduğunu, ufak bir ihtilâl hareketinin
Osmanlı Hükümetini hercümerç edeceğini, yalnız Sivas vilâyeti dahilinde otuzbin
müsellâh Ermeni kuvveti hazırlamış olduklarını, Türklerin eli silâh tutanlarından işe yarar dahilde kimse
kalmadığını Ermeni köylülerine söylüyorlar.
Ruslar Osmanlı hududunu tecavüz eyledikten sonra işgal eyledikleri
mıntıkalarda bulunan Ermeni köyleri ahalisi
kâmilen Rus tarafına geçmiş ve bunlar içinde eli silâh tutanlar Orduya girerek Türklere karşı ateş etmişlerdir.
Her hangi bir sebeple
Ordudan savuşmağa muvaffak olamayan Ermeni askerleri de ilânı harbi müteakip
ilk fırsatta düşman tarafına geçmişlerdir .
Rusların hududu tecavüz etmeleri âni olmuştu. Hudut civarındaki
İslâm köylüleri geri çekilmeğe zaman ve imkân
bulamamışlardır. Rus Ordusu ilerlerken Orduya refakat eden Ermeni gönüllüleri
ve Ermeni çeteleri İslâm köylerini kâmilen yağma ve muhadderatı İslâmiyeye
tasallut, çoluk ve çocukları şehit eylemişlerdir.
Ermeniler
tarafından muntazam bir plân dahilinde icra edilmekte olan tecavüz, gasp, zulüm
ve işkence muameleleri İslâm halkı üzerinde çok müthiş tesir bırakmış ve bu
tesirin şevkiyle muharebenin müteakip safhalarında İslâm ahali köylerini
terkederek hicrete mecbur olmuşlardır.
Rus Ordusuna iltihak etmiş
olan Ermeni çeteleri Rus Ordusuna öncülük vazifesini yaparken dahilde kalmış
olan çeteler de arkadan Osmanlı Ordusunu işgal etmeğe çalışıyorlardı.
Öteden beri Ermeni komitalarının
harekât ve faaliyetlerine, Ermeni isyanlarına çok müsait bir muhit olan Bitlis
vilâyetinde en büyük ve kanlı vukuat zuhur etmişti. Harbi umumîye girdikten
sonra bu vilâyet dahilinde Hizan kazasının Şikâr kariyesinde filen isyan
başlamıştır. Firarı derdesti, asker celbi için bu kazanın köylerine giden
jandarma müfrezelerini kariye ahalisi: «Osmanlı Hükümetine asker vermeyeceklerini
ve Hükümeti tanımı yacaklarını» söyliyerek silâhla karşılamışlar ve jandarmaları şehit
etmişlerdir.
Aynı vukuat Muş köylerinde
de olmuştur. Takibat için Muş’a üç buçuk saat mesafedeki Arak manastırına
müfrezeler sevkedilmişti,
Manastırdaki papazların
kimse olmadığı teminatına rağmen müfreze manastıra 20 adım kadar yaklaştığı
esnada manastırdan yaylım ateşle müfreze kumandanı ve müfrezelerin çoğu şehit
düşüyor. Manastırdaki çeteler de papazların muavenetiyle geceleyin kaçmağa
muvaffak oluyorlar.
Esasen Ermeni çete ve
eşkıyaları kilise ve manastır gibi kuvvetli yerlerde tahassun ederlerdi. İsyan
için hazırlanan çeteler daima cesim ve kârgir kiliselerde toplanmışlar ve
kilise rühbanları tarafından himaye
görmüşlerdir. Kiliseler aynı zamanda esliha ve bomba deposu vazifesini de
görüyordu .
Erzincan mıntıkasınıda da suikastlar, kasaba dahilinde memurin ve asker üzerine
ateş açmak adi vukuat sırasına geçmişti. Buradaki hanelerde müdafaa için hususî
tertibat yapıldığı gibi gizli yollar, mazgallar, menfezler, her haneyi
yekdiğerine rapteden yer altı dehlizleri inşa edildiği görüldü.
Erzincan Ermeni
murahhasahanesiyle evlerden binden fazla firarı yakalandı. Bu firarilerin iaşe
ve muhafazası murahhasahane tarafından temin edilmişti. Burası bomba deposu
haline getirilmişti. Sürpâgop kilisesinden bomba çıkarılırken kazaen bir bomba
patlamış, bu yüzden diğer yüzlerce bomba infilâk etmişti. Mes’ele Hükümet
tarafından duyulmuştu. Yapılan tahkikat ve takibatta çete reislerinden Erzincanlı Papazyan Dikran ele geçmişti. Bu şahıs isticvap
edilirken: «Üç, beş gün daha geçmiş olsaydı komitaların aldıkları tertibat ile
Erzincan’ı kâmilen ateşler içinde bırakacakları, bütün İslâmları
doğrayacaklarını» biperva söylemiştir. Ermenilerin tehcirinden sonra Ermeni evlerinin bahçelerinde ve
kuyularında birçok İslâm cesetleri çıkarılmıştır.
Diyarbekir’de: Askere icabet
etmiyenlerle Ordudan kaçan Ermeniler
(Tam taburu) adlı tabur teşkiline cür’et ediyorlar. Bu taburdaki eşirranın derdesti için icra kılman taharriyatta mahut taburu teşkil
eden 500 kişi de silâhları ile ve bombaları ile derdest olundu. Ayrıca birçok
eslihai memnua ve bombalar yakalandı.
Tahkikat neticesinde
komitaların burada da aynen: «Ruslar Van cihetlerinde muzafferen ilerledikleri takdirde umum Ermenilerin mürettep plân ve hususî talimat dairesinde kıyam ve
İslâmları katliâm, şehri ihrak, emakini resmiyeyi bombalarla berhava etmeleri
ve Kafkasya hududundaki Ordumuzun arkasını tehdit ve diğer taraftan Hükümeti
işgal ederek Ermeni teklifini kabule icbar eylemeleri ve aynı zamanda Rusların ilerlemelerini teshile çalışmaları» tebliğ edildiği
anlaşıldı. Elâziz’de isyan tertibatı alınmıştı. Dersim ahalisini
hükümet aleyhine teşvik ve Kürtlerle bu
hususta ittifak etmek üzere Dersim içerisine de birçok komitalar
gönderilmiştir.
Bu vilâyet dahilinde de
yapılan taharriyatta yalnız merkezi vilâyette beşbinden fazla silâh, bomba,
bomba fitili ve dinamit bulunmuştur.
Sivas vilâyeti dahilinde ilk
ihtilâl ateşi Suşehri kazasının Pürk kariyesinden başladı. Bir asker kafilesi güzergâhtaki Pürk kariyesinden geçerken
ağırlıklarını taşımak için ilk tesadüf edecekleri köyden değiştirilmek üzere
iki mekkâre talep ediyorlar. Köyün muhtarı Agop vermek istemiyor, bu talebi
reddediyor. Halbuki, 250 haneli zengin bir köy olan Pürk için iki mekkâre hiç
bir şey değildi. Köylü bu mekkâreleri verebilecek kudrette idi. Agop kâhya bu
talep üzerine kafile memurunu tabanca ile karşılıyor ve yaralıyor.
Bu ateşi bir işaret telâkki
eden yüze yakın müsellâh eşhas mevzi alıp ateş etmeğe başlıyorlar. Kafile
efradı silâhsız olduğu için hayli telefat veriyor. Derhal mahalli vak’aya
kuvvet gönderiliyor. Bu isyan etrafa sirayet etmeden çabuk söndürülüyor.
Yapılan tahkikatta Ermeni köylerindeki tertibat ve silâhlar meydana çıkıyor.
Yalnız Suşehri kazası dahilindeki Ermeni köylerinden binden fazla memnu silâh
elde ediliyor .
Ermenilik cereyanını, ruhunu anlamak için en ziyade şayanı tetkik
saha Van vilâyetidir. Burada
komitaların vaziyeti ve istihdaf eyledikleri gaye daha vazıh olarak nazara
çarpar.
Bunların gayesi: «Avrupa kontrolü altında Ermeni muhtariyeti» idi. Bu
vilâyette her zaman Ermeniler Hükümeti değil komitayı tanımış Hükümet te daima komitayı
görmüştür.
Yukarıda izah edildiği gibi
bu mıntıkadan Iran ve Rusya’ya geçmiş birçok Ermeniler maruf komitacılardan Antranik, Muşlu Sembat, Van’h Hamazasp gibi rüesa maiyetinde taburlar
teşkil etmişler, Rus zabitanmın nezareti altında talime başlamışlar. Îlân-ı harbi müteakip Rusların Ermeni gönüllü taburları ile hudutlarımıza taarruz
etmeleri üzerine Van’daki Ermenilerin hâl ve
tavrı derhal değişti. Hükümet memurları, jandarmalar ötede beride Ermenilerin hakaret ve tecavüzüne maruz kaldılar .
Rusların ileri harekâtı, Ermeniler tarafından tasavvur edildiği gibi, seri olmıyordu.
Vaktinden evvel isyan ve ihtilâl çıkarılması dahildeki Ermeniler için tehlikeli
olabilirdi.
Bunu düşünen komitalar biraz
daha vakit kazanmak istiyorlardı. Bu maksatla yeniden vilâyetteki şubelere şu
mealde tebligat yaptılar :
Dahildeki rüfekayı tehlikede bırakmamak için
Rusların yaklaşmasına intizar etmeliyiz.»
Fakat bu tebligat her tarafa vaktinde yapılamadı. Bu tebligattan vaktiyle heberdar
olamıyanlar evvelce aldıkları talimatı tatbikte istical eden Ermeni köylerinden
bazılarının jandarmalarımıza taarruzları, telgraf tellerinin tahribi; bazı
mühim yolların işgal olunması vukuatin zamanı muayyeninden evvel zuhurunu
intaç etmiştir.
Şubat 330. [ Şubat — 915 ]
te Timar nahiye merkezinde ağnam tadadı mes’elesinden dolayı isyan zuhur etti.
Civardan iltihak eden Ermenilerle
usatm adedi ilk günde bini geçti. Kıyam ve isyan Gevaş ve Şafak kazalarına da
sirayet etti. Vilâyet mekezinden buralara kuvvet göndermek icap etti. Esasen
vilâyet merkezinde de çok kuvvet yoktu. Hafif Türk jandarmalarıyle birkaç eski
top vardı.
Van’dan kuvvet ifraz
olunduğunu bilen ihtilâlcılar Van’da da isyan ettiler, Ermeni mahallelerine
civar jandarma, polis kuvvetlerine kışladaki askerlere ateş etmeğe başladılar.
îçşehir denilen kısımda çok şiddetli tecavüzlerde bulundular.
Van ihtilâli Nisan
bidayetinde başlamıştı; bu ihtilâl Ermenilerin taarruzu, Hükümetin müdafaası ile Nisan nihayetine
kadar devam etti. Nögalis, Van içinde cereyan eden muharebeler hakkında çok
mufassal malûmat vermiştir.
Hükümet bu zamana kadar, Ermeniler tarafından yapılan taşkınlıklara, isyanlara karşı
sükûnetini mahafaza eyledi; bunları mevziî tedbirlerle, büyümeden, mahallinde
söndürdü. Her tarafta bu hareketlere karşı müdafaa vaziyetinde kalmağı tercih
etti.
Daha evvel Ermeni patrikine
ve komitalara mensup Ermeni meb’uslarına harp esnasında dahilde muhafazai asayiş için istediği
kadar jandarma ve asker bulunduramıyacağından Ermeniler tarafından bir ihtilâl vukua getirildiği takdirde asayişi
memleketi muhafaza ve isyanı tevsi etmeksizin derhal teskin için şiddetli
tedbirler ittihazına mecbur olacağını anlattı. Alman tedbirlere, hükümetin
müsamahasına rağmen komitaların faaliyeti günden güne artıyordu. Faaliyet öyle
bir dereceyi buldu ki artık bir gün bile ihmal ve müsamahanın devlete
çok babalıya mal olacağı anlaşıldı. Binaenaleyh memleketin en buhranlı bir zamanında
vazifei vataniyeden firar eden, casusluk yapan, hayatımıza kasteden, askere,
jandarmaya, Islâm ahaliye karşı en müthiş cinayet ve şenayii irtikâp eden, ateş
ve kan saçan Ermeni komitalarına ait merkezlerin derhal şeddine ve efradının
dağıtılmasına lüzum gördü ve bu kararını 11 — Nisan — 331 [ 24 — Nisan — 915 ]
te icraya mecbur oldu.
Fakat bu tedbir de sükûn ve
asayişi, memleketin müdafaasını temine kâfi gelmedi. Ötede beride zuhur eden
isyanlar mıntıkai harp olan Şark
vilâyetlerinde Hükümeti çok tehlikeli bir vaziyete sokacak renk almıştı. Bu
tehlikeyi menedecek yegâne çare ise o havalideki Ermenileri devletin hayat ve istikbali mevzuubahis olduğu sırada
mazarrat ika edemiyecekleri ve haricin nüfuzundan uzak kalacakları bir mıntakaya sevk ile kabil olabilecekti. Bidayette yalnız isyan
zuhur eden ve ihtilâl tertibatı meydana çıkarılan havalideki Ermenilerin tehcirine karar verildi. Tehcir hakkında Hükümet
tarafından çıkarılan kanunun tarihi 14 — Mayıs — 331 dir. (27 — Mayıs — 915).
Bu tarihten de anlaşılacağına göre Hükümet onbir aylık bir tahammülden sonra
tehcir kararını vermeğe mecbur olmuştur .
Hayat ve bakasım temin için
binlerce evlâdını harp meydanlarında feda eden bilâ tefriki cinsü mezhep bütün
ahalisinden vatana karşı her zamandan ziyade bir merbutiyet bekliyen bir
Devletin kendisini dahilde işgale, arkadan vurmağa çalışanlara karşı tehcir
kararını ittihaz etmesi en tabiî ve meşru bir haktır. Hükümet bu hakkını
istimalde geç bile kalmıştır.
İhracın yalnız komitacılara
hasrına imkân yoktu. Çünkü komitaların teşkilâtı en ufak köylere kadar tevsi
edilmiş, her köyde komita şubeleri tesis, çete teşkilâtı icra olunmuştu .
Van ihtilâlinden sonra
Haziran 331 de Şibinkarahisarı’nda isyan başladı. Firari derdesti için Ermeni
mahallesine giden polisler ile birkaç jandarma üzerine evlerden ateş edilerek
polis ve jandarmalar öldürülüyor. Telgraf ve telefon telleri kesiliyor. Ermeniler şehre hâkim olan Karahisar kalesine çıkıyorlar ve burasını
işgal ediyorlar. Ayrıca İslâm mahallesine de ateş veriyorlar.
Yangın şiddetle devam
ediyor. İkiyüz haneden maada bütün Karahisar muhterik oluyor. Peyderpey
civardan yetişen askerî kuvvetlerle kale muhasara ediliyor. 25 gün muhasaradan
sonra dahildekilerin yaptıkları bir huruç hareketi ile üçyüzü mütecaviz eşkıya
firar etmeğe muvaffak oluyor. Bu dağılan eşkıyalar vilâyetin muhtelif yerlerine
dağılarak icrayı mezalim ve şenaiye başlıyorlar.
Bilâhare Karahisar kalesi
tetkik edildi. Burasının Ermeniler
tarafından isyanda istifade etmek için iyi hazırlanmış, üç dört ay kadar idare
edecek erzak, cepane ve bilhassa çok miktarda bomba konulmuş olduğu görüldü . Bu isyanı tertip
ve idare eden komita rüesasından meşhur
Sivas’tı Murattır.
Amasya Ermenileri de kasabaya ateş verdiler. Bu yangında 14 mahalle tamamen
yandı. Fmdıcık. Yozgat, İzmit, Hacin’de yangınlar çıkarılmıştır. Ayrıca da
Urfa’da isyan başlamıştır.
Bütün bu vak’alar mıntıkai harp haricinde kalan Ermenilerin de dahile tehcir edilmelerini intaç etti.
Tehcir edilen Ermenilerin muntazam surette sevkedilmeleri hükümetçe çok arzu
ediliyordu. Bunun için de her tarafa lâzım gelen tebligat yapılmıştı. Fakat
memleket hali tabiîde değil hali harpte idi. Bütün vesaiti nakliyesini Ordu ve
memleketin ihtiyacatı uğrunda kullanıyordu. Bu hususta yapacağı yardım ancak
imkânla mütenasip •olabilirdi.
Maamafih vesaitin mühim bir
kısmını bu hususun temini için terketti. Memurlarını, asker ve jandarmadan büyük
bir kuvveti kafilelerin müreffehen ve salimen şevklerine tahsis etti.
Fakat şahıslarına büyük bir
kıymet veren komitalar bu kafilelere seyirci vaziyette kalamadılar. Kafilelerin
tahlisi kendileri için millî bir vazife telâkki olunuyordu. Kuvvetli Ermeni
çeteleri bu kafilelerin yollarını kestiler, ekseri yerlerde muhafızları şehit
ederek kafileleri dağıtarak tahlis ve hakikat halde sefil ve perişan ettiler.
Bundan başka kafilelere
yardım maksadı ile iaşe merkezleri açıldı. Tehcir edilen Ermenilerin emvali menkule ve gayrı menkulelerini ziyadan muhafaza
için Hükümet tarafından bir kanun neşredildi. Tehcir mıntıkalarına teftiş heyetleri
gönderdi; suiistimali görülenler tecziye edilmek üzere divanıharbe tevdi
olundu.
Esasen Şark vilâyetlerinde
müreffeh hayat geçiren, servet ve ticarete hâkim olan Ermenilerdi. Her Ermeni vaziyetinden, hayatından memnundu. Memnun
olmıyan komitacılardı. Komitacılar Ermeniler
üzerinde müthiş bir istibdat yapıyorlardı, bu istibdadın tesiriyledir ki
teşkilât en ufak köylere kadar teşmil edildi. Her Ermeni köyünde bir teşkilât
vardı. Komitaların her tarafta vücude getirdikleri teşkilât sayesinde ihtilâl
ve isyan fikirleri her tarafa aşılandı. Siyasî gayelerini elde etmek için
Büyük harp çok müsait bir fırsat teşkil etmişti. Gerek seferberlik esnasında ve
gerekse Büyük harbe girdikten sonra Van, Muş, Bitlis, Karahisar, Zeytin, Urfa
mevkilerinde filen başlıyan isyan ve diğer yerlerde de yakalanan ihtilâl
tertibatı ve elde edilen silâh ve bombalar Ermenilerin hayatı Devlete kasdettiklerini kat’iyyen tevil götürmez
bir surette ispat etmişti. Hükümetin Ernıeni’Iere karşı mukabelesi ıztırarî müdafaadan
başka birşey değildi. Bu müdafaa esnasında her iki taraftan da zayiat olmuştur
.
Nögalis sadece Bitlis, Siirt
havalisinde Ermeni muhacirlerine yapılan muameleleri bertafsil hikâye ediyor.
Bitlis, Muş vilâyetleri dahilindeki Ermeni köylerinin esnayı ihtilâlde Türkler
ve Kürtler aleyhine irtikâp eyledikleri şenaat ve fecaatten hiç
bahsetmiyor.
Filhakika Bitlis, Muş
havalisinde katliâmlar olmuştur. Fakat buna sebep olan ve bu uğurda ilk silâh
atan Ermenilerdir. Ermeniler de Avrupa’nın tahrikât ve telkinatı ile
ihtilâller, isyanlar tertip etmişlerdir. Türkler sadece müdafaa vaziyetinde kalmışlardır. Ermeniler bu işte daha zararlı çıkmışlarsa, daha çok zayiata maruz
kalmışlarsa bunun sebebi kâfi derecede hazırlanmamış ve ihtilâl hareketlerine'
daha erken başlamış olmalarındandır. Maahaza Ermeniler tarafından gerek Ruslar’ın
ileri harekâtı esnasında ve gerekse Ruslar’ın işgal eyledikleri yerleri tahliye ettikten sonra katil ve
imha edilmiş olan Türklerin miktarı milyondan
çok fazladır. Buna ait malûmat 3. Osmanlı Ordusunun (Ermeni mezalim dosyası)nda
mevcuttur.
Yukarıda arzedilen malûmat
resmî vesaika müstenittir. Bu malûmat bize gösteriyor ki Ermeni tehcirine ve
binnetice birçok Ermeni’nin mahvına sebep olanlar yine Ermenilerdir.
Ermeniler 3.
Kafkas Ordusunun inhizamını mucip olacak ve ana vatanı tehlikeye koyacak
ihtilâllere teşebbüs eylemişlerdir; vatanî vazifelerinden kaçmışlardır, düşmanlara
casusluk yapmışlardır, perakende olarak tesadüf eyledikleri İslâmları imha
eylemişlerdir; askere' ve jandarmaya karşı silâh kullanmışlar, Hükümetin
davetine icabet etmemişlerdir. Muhtariyeti idare peşinde koşmuşlardır. Etrafa
dağılan çetelerle Ordunun gerisinde asayişi ihlâl, birçok İslâm köylerine tecavüz,
İslâm muhacir kafilelerine taarruzlarda bulunmuşlardır.
HÜKÜMET DAHİL VE HARİÇTE CEREYAN EDEN BU
MUAMELELERE KARŞI EYUBANE BİR SABIR İLE AYLARCA TAHAMMÜL ETMİŞ, ANCAK BİR SENE
SONRA TEHCİR İŞİNE GİRİŞMİŞTİR.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar