İKTİSADİ DÜŞÜNCEDE MONETARIZM VE MİLTON FRIEDMAN'IN YERİ
T.C.
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
İKTİSAT FAKÜLTESİ
İKTİSADİ DÜŞÜNCEDE MONETARIZM VE MİLTON FRIEDMAN'IN YERİ
DOKTORA TEZİ
GÜLSÜN GÜRKAN YAY
Tez Danışmanı: Prof.Dr.GÜLTEN KAZGAN
-
İSTANBUL - 1988
ÖZET
1970'1er iktisat teorisinde ve politikasında tartışma ların yoğunlaştığı bir dönem olmuştur. Oysa bundan önce yak laşık yirmibeş otuz yıllık bir istikrar dönemi yaşanmış, iktisat bilimine ve iktisatçılara bir güven doğmuş, iktisadi bir kriz bekleyişi ortadan kalkmıştır. 1930'1ardan beri etkin olan Keynesyen iktisat, tüm bilimsel çevrelere ve iktisadi düşünceye egemen olurken; aynı zamanda da başta A.B.D. olmak üzere dalga dalga tüm Avrupa ve giderek Azgelişmiş ülkelerde Keynesyen iktisat politikaları uygulanır olmuştur.
1960 sonları ile 70'lerin başlarında ise unutulmuş kriz kvramının tekrar gündeme geldiğini görüyoruz. Keynesyen iktisatın etkin olduğu yıllarda da hem teorik, hem politik düzeyde çeşitli eleştiri getiren okulların (örneğin Chicago ve Avusturya Okulları) varolduğu ve tartışmaların sürdüğü bi linmektedir. Fakat teori reel dünyayı açıklamakta yeterli olduğu sürece eleştirilerin ve farklı yaklaşımların sesi faz la duyulmamaktadır.
Ancak, 1970 lerde Kapitalist Dünya ülkeleri, Keynesyen iktisatın hiç öngöremediği ve açıklayamadığı, buna bağlı ola rak da çözüm üretemediği yüksek enflasyonla birlikte durgun luk (stagflasyon) sorunuyla karşı karşıya kalınca, Keynesyen Teoriye ve politikalara duyulan kuşkular şiddetini arttırmış, kulak arkası edilen eleştiriler dinlenir hale gelmiştir. Üs telik, söz konusu krizi hazırlayan çeşitli etkenlerin kabulü ne rağmen, asıl sorunu üretenin Keynesgil politikalar olduğu düşüncesi yaygın kanı haline gelmiştir.
Hem düştince dtizeyinde, hem önerilecek politikalar dü zeyinde böyle bir bulanıklığın olduğu ortamda, Neo-Klasik İk tisatın geliştirilmiş bir biçimde Monetarizm adı altında yeniden gündeme geldiği görülmektedir.
1930'larda Keynes'i en çok eleştirenlerin başında ge len Chicago Okulu geleneği çerçevesinde yetişen Friedman ve onu izleyen çok sayıda iktisatçı, 19SO'lerin başından itiba ren Keynesyen iktisattan etkilenmiş fakat ekonomiye farklı perspektiften bakan bir analiz üretme çabasındadır. Ama yuka rıda da belirttiğimiz gibi, etkin Keynesyen İktisatı sarsma ları ancak reel hayatın koşullarının uygun olmasıyla mümkün hale gelebilecektir.
Monetarizm, en çok Milton Friedman' ın adıyla tanınsa da (gerçekten de 1950'lerden 70'lere kadar bu düşünce çevre sinin lideridir) Monetarizm adı altında farklı yaklaşımların olduğunu görmek mümkündür. Friedman'ın transmisyon süreci analizini çok daha ayrıntılı bir nispi fiyat teorisi olarak geliştire K.Brunner-A.Meltzer'in yaklaşımından başka, "Ras yonel Bekle_yişler" Hipotezini öne süren ve bir Walrasgil Ge nel Denge Çerçevesinde Makro iktisatın mikro temellerini ku ran analizleriyle Yeni-Klasik Makro İktisat Okulu da Moneta rizmin farklı bir yaklaşımı olarak öne sürülebilir. Hepsinin ortak noktaları, ekonominin özel kesiminin istikrarlı olduğu, piyasa mekanizmasının ekonomileri dengeye getirici güç oldu ğu, devletin ekonomiye müdahalesinin kaynak dağılımı ve gelir bölüşümünü bozduğu ve konjonktür dalgalarını yaratan en önem li etkenin beklenmeyen parasal değişmeler olduğudur.
Bu ortak düşünceler, iktisat politikaları alanında da hemen hemen aynı önerilerin savunulmasına zemin hazırlamak tadır: Bunlar, istikrarlı bir ekonomide, para arzının önceden belli olmuş bir oranda arttırılması (parasal kural), para ve maliye politikalarına (özellikle maliye politikasına) güven duymama; fleksibl döviz kurları ve endeksleme gibi öneriler dir. Enflasyonun olduğu bir durumda ise, parasal önlemlerin hızla (otomatizm) veya yavaş yavaş (grad alizm) alınması kousunda aralarında ayrılık vardır.
1970'ler ve 80'lerde Kapitalist Dünya.da, getirdiği analiz ve politika önerileriyle etkin paradigmaya dönüşen Mo netarizmin, kendini yenileyen ve Keynes'i yeniden yorumlayan Post-Keynesyen akımlarla tartışmaları sürmektedir. Fakat ha len Monetarizm, eski etkisi kalmasa da, ampirik içeriğinin zenginliği yönünden tercih edilen paradigma durumundadır.
Tez danışmanım ve değerli hocam Prof.Dr.Gülten Kazgan'ın tartış malarından ve yol göstericiliğinden büyük ölçüde yararlandım. Tezin ha zırlanması süresi boyunca, gösterdikleri ilgi ve destekten dolayı kendi lerine teşekkürlerimi sunuyorum.
Çalışmalarım sırasında karşılaştığım her türlü sıkıntıyı eşim ve meslektaşım Turan'la paylaştım. Kendisine içtenlikle teşekkür ederim.
İÇİNDEKİLER
ÖZET
Sayfa
GİRİŞ: METODOLOJİI BİR ÇERÇEVE
I.BÖLÜM
MİKTAR TEORİSİ VE OONETARİZM
GİRİŞ
MİKTAR TEORİSİ
KLASİK MİKTAR TEORİSİ:
BANKING VE CURRENCY PRENSİPLERİ
NEO-KLASİK MİKTAR TEORİSİ
DOLAYSIZ MİKTAR TEORİLERİ: FISHER'İN MUAMELE YAKLAŞIMI
GELİR VE CAMBRIDGE YAKLAŞIMLARI
MİKTAR TEORİSİNİN DOLAYLI İFADESİ: WICKSELL
SAY KANUNU VE MİKTAR TEORİSİ
MİKTAR TEORİSİNİN YENİDEN DEĞERLENDİRİLMESİ
(MODERN MİKTAR TEORİSİ)
MONETARİZM
MONETARİZMİN TANIMI
FARKLI MONETARİST YAKLAŞIMLAR
BRUNNER-MELTZER'İN YAKLAŞIMI:
NİSBİ FİYAT TEORİSİ
Standart Makro Teorinin Eleştirisi ve Brunner-Meltzer Modelinin Çıkış Noktaları
(2) Brunner-Meltzer'in Alternatif Modeli
(3) Bütçenin ve Piyasaların Karşılıklı İşleyişi
59
(a) Para Politikası
(b) Maliye Politikası
(4) Modelin Sonuçları
b) YENİ KLASİK MAKRO İKTİSAT OKULU: RASYONEL BEKLEYİŞLER HİPOTEZİ
Metodolojik Değerlendirme
Denge Kavramı
Konjonktür Dalgaları
Paranın Yansızlığı-Doğal İşsizlik Oranı ve Phillips Eğrisi
Konjonktür Dalgalarının Nedenleri ve Yapısı
Yeni Klasiklerin İktisat Politikası Görüşleri ve Eleştiriler
II.BÖLÜM
MİLTON FRIEDMAN'IN TEORİK KATKILARI
GİRİŞ
FRIEDMAN'IN DÜŞÜNSEL KÖKENLERİ
ESKİ MİKTAR TEORİSYENLERİ
CHICAGO OKULU
AMERİKAN MİKTAR TEORİSYENLERİ
METOD VE PİYASA
FRIEDMAN'DA METODOLOJİ
PİYASANIN ROLÜ VE DEVLETİN SINIRLARI
TEORİK VE AMPİRİK KATKILAR
MİKTAR TEORİSİNİN YENİDEN DEĞERLENDİRİLMESİ
PARA TALEBİ VE PARANIN DOLAŞIM HIZI
Niha Servet Sahiplerinin Para Talebi
Müteşebbislerin Para Talebi
PARA TALEBİ ÜZERİNE AMPİRİK ARAŞTIRMALAR
Uygun Para Tanımı
Para Talebi Fonksiyonunun Değişkenleri
Sürekli Gelir
Faiz Oranları ve Para Talebi
Fiyatlar Sevyiesi ve Para Talebi
Para Talebi Fonksiyonu ve Dolaşım Hızının İstikrarlılığı
SÜREKLİ GELİR HİPOTEZİ VE TÜKETİM FONKSİYONU
İNTİKAL (TRANSMİSYON) SÜRECİ VE NOMİNAL GELİRİN BELİRLENMESİ TEORİSİ
İNTİKAL SÜRECİ
İNTİKAL SÜRECİNİN SEMBOLİK İFADESİ
NOMİNAL GELİRİN PARASAL TEORİSİ
(NOMİNAL GELİRİN BELİRLENMESİ)
d) DEĞERLENDİRME
4. ENFLASYON-İŞSİZLİK ANALİZİ
a)ENFLASYONUN TANIMI: TALEP VE MALİYET ENFLASYONU
b) NEGATİF EĞİMLİ PHILLIPS EĞRİSİNİN BAŞARISIZLIĞI VE DOĞAL İŞSİZLİK ORANI HİPOTEZİ
İII.BÖLÜM
MONETARİST-KEYNESYEN İITİSAT TARTIŞMASI
GİRİŞ
"KEYNES'İN İKTİSAT! VE KEYNFSYEN İKTİSAT"
MONETARİZM VE KEYNESYEN İKTİSAT TARTIŞMASI PİYASANIN İSTİKRARI SORUNU
PARA VE MALİYE POLİTİKALARININ ETKİNLİĞİ PARA POLİTİKASI
MALİYE POLİTİKASI: CROWDING-OUT ETKİSİİNTİKAL SÜRECİ
ENFLASYON-İŞSİZLİK (PHILLIPS) TRADE-OFF'U
SONUÇ
KAYNAKÇA
GİRİŞ
İktisat Teorisinde 1930'1ara kadar hakim olan Klasik Neo Klasik İktisat akımının 1930'1ardan itibaren gözden düş mesini ve giderek unutulmasını hazırlayan etken, 1920'lerin ortalarından ba layıp 1929'da doruk noktasına varan İktisadi Kriz oldu. Ekonomilerin sürekli tam istihdamda kaldığını veya tam istihdama ulaşmaya eğilimli olduğunu varsayan ve piyasa larda aşırı arz ve talebin ortaya çıkmasını mümkün görmeyen bir teorinin, 1929'da karşı karşıya kaldığı aşırı üretim ve işsizlik sorununa açıklama ve çözüm getirememesi teoriyi çık maza soktu.
Bir teorinin kırılmaya en açık olduğu dönem, onun reel hayatın temel gerçekleriyle açıkça çelişmeye başladığı dönem dir. Oysa mevcut teori bu çelişmeleri gördüğü halde entellek tüel gücünden hiçbirşey kaybetmediğini savunmakta da dire nir(1). Endüstriyel dünyada (özellikle İngiltere'de) görülen işsizlik sorununu yanlış parasal yönetimlerin bir sonucu ola rak açıklayabilen bir parasal analiz mevcutken; paranın sade ce reel olguların üstünü örten bir peçe olduğu düşüncesini inanç haline getirmiş iktisatçılar, parasal olguları reel ne denlerle açıklamayı sürdürdüler. Krize, bazı iktisatçılar in san isteklerinin doyuma ulaşmasının bir sonucu olarak; bazı ları da mikroekonomik karar birimlerinin (bireyler ve işlet melerin) geçmişteki hatalı kararlarının bir sonucu olarak baktılar(2).
(1) Bilim adamlarının teorilerini savunması konusunda Bkz. T.KUHN (1982): Bilimsel Devrinlerin Yapısı, Çev.: N.Kuyaş, Alan Yayıncılık, s.94-95.
(2)
H.G.JOHNSON (1972): "The Keynesian Revolution MonetaristCounter-Revolution",H.G.JOHNSON Further Essays in Monetary Economics, George Unwin, s.54.
and the (1972):
Allen &
Hakim iktisadın, reel sorunlara açık ilgisizliği ve genel karışıklık durumunda, sorunların yapısına uygun bir açıklama ve bu açıklamaya dayanan politik öneriler seti geti rebilen bir teoriye yol açılıyordu: 1930'1ar, İktisat Teori sinde bir devrim niteliğinde olan Keynes İktisatı'nın, hakim Neo-klasik ortodoxy'yi tahtından indirdiği yıllar oldu.
Keynes öncesi, para teorisinin ilgi konusu, özellikle fiyat seviyesinin ve iktisadi dalgalanmaların belirlenmesi ve oluşumuydu. İstihdam seviyesi ve faiz teorisiyle doğrudan ilgilenilmiyordu. Buna karşılık Keynes Devriminin özü; istih dam seviyesinin para teorisinin ana konusu olduğunun vurgu lanması ve faiz oranının belirlenmesinin özellikle parasal bir olgu olduğunun gösterilmesiydi(3).
193D'lardan başlayıp, 1940'1ar ve 195D'lerin başlarına kadar, önce eleştirilerek reddedilip, sonra da tümüyle unutu lan, özünü Paranın Miktar Teorisi'nin oluşturduğu Klasik Para Teorisi, ders kitaplarında bile, ya çok dikkatsiz bakışlarla ya da alay edilerek geçiştirilmeye başlandı(4).
Keynes'in kendisi, hem iktisat tarihinin akışını, hem de teorinin rolünü, belli tarihsel koşullar içinde politika yapımcılarına yardımcı olacak şekilde görebilme incelik ve esnekliğine sahipti. Oysa izleyicileri, onun zamanla sınırlı analizini zamansız ve mekansız evrensel prensipler setine dö nüşt ürd iller( 5). 1930'1arın kitlesel işsizlik sorunu, kapi ta list toplumun olağan durumu ve en önemli sosyal sorunu olarak
H.G.JOHNSON (1969): "Monetary Theory and Keynesian Econo mics", R.W.CLOWER (1969) (ed.): Monetary Theory, Penguin, s.226.
P.CAGAN (1978): "Monetarism in Historical Perspective", T.MAYE°R (1978) (ed.): The Structure of Monetarism, W.W. Norton,N.Y., s.85. Kuşkusuz istisnalar vardı. Bunların en dikkate değer olanı Chicago Okulu'dur.
(5) H.G.JOHNSON (1972): s.57.
düşünüldü. Sonuç, 19SO'lerin ortalarından başlayarak, Keynes yenizmin de yapılanmış bir "orthodoxy"ye dönüşmesi ve 1930' larda Keynes'in klasik iktisatçılara yaptığı saldırıların ay nısına uğramasıdır. O da saldırıya açık iki özelliğe sahip tir: Önemli bir iktisadi/ sosyal sorun olarak ortaya çıkan enflasyona öneri getirememe durumu ve genç bilim adamlarına yaşama şansı vermeyen kıdemli aydınların prestij ve otorite lerine bağımlılık(6).
Denilebilir ki, Monetarizm böyle bir bilimsel çevreye tepki olarak doğdu. Cagan'ın belki biraz da aşırı bir dille belirttiği gibi, gerçekten eğer iktisat bilim çevresinde, he men herkesin "paranın sorun olmadığını" söylediği bir dönem olmamış olsaydı, herhalde hiç bir zaman "para tüm sorundur ' diyen biri de olmazdı(7).
Monetarizmin ilkin en önemli mesajı, iktisatçılara, 1920'lerde bilinen, ama sonra unutulan para prensiplerini ye niden tanıtmak oldu. 1956'da, monetarizmin en önde gelen ismi Milton Friedman'ın Miktar Teorisi'nin yeni formülasyonunu ya zışı, bu çabanın başlangıcı sayılır. 1970'lerde ise moneta rizm, keynesyen iktisadın çözümsüz kaldığı "stagflasyon" ol gusu karşısında, yeni bir analiz ve çözüm önerileri getiren, üzerindeki tartışmalara rağmen, pek çok iktisatçının "karşı devrim olarak nitelendirdiği bir iktisat akımı olarak kabul edildi(8).
Yukarıda çi diğimiz genel perspektiften bakıldığında, 1970'lerden bugüne kadar, günümüzde yeni şekiller alarak yo ğun biçimde süren Keynesyen-Monetarist iktisat tartışmasının,
(6) H.G.JOHNSON (1972): s.58.
(7) P.CAGAN (1978): s.86.
Aksi goruş için Bkz. J.HERMAN ParadoxicalCounter-Revolution", 589.
(1984): HOPE,
"Monetari sm: A 16(4), s.583-
iktisat biliminin geçirdiği evrim içinde önemli bir yeri ol duğunu düşünüyoruz. Bu tartışma ile birlikte pek çok önemli soru da gündeme gelmektedir.
İktisatta çeşitli yaklaşımların (biz bunlara ilerde açıklanacağı gibi, paradigma veya araştırma programı diyece ğiz)(9) var olduğu; bu farklı yaklaşımlardan biri bazı dönem lerde etkin yaklaşıma dönüşse de aslında tümünün eşanlı ola rak var oldukları ve her yaklaşımın savunucuları ile inanan larının olduğu görülmektedir.
Bizim açımızdan önemli olan soru, Monetarizmin neden 1970 sonrasında etkin bir yaklaşıma dönüştüğü sorusudur. Buna bağlı olarak, monetarizmin ne ölçüde klasik-neoklasik para digmanın bir devamı olduğu, ne ölçüde yeni boyutlar taşıdığı; keynesyen iktisata hangi yönüyle üstün geldiği soruları önem kazanmaktadır. Tüm bu sorular kendi içinde yeni sorulara yol açarken, ·ı)ir yandan bizi monetarizmin ve bu arada Milton Friedman'ın iktisadi düşünceye ne gibi katkılar yaptığını araştırmaya itmekte, diğer yandan da Monetarist-Keynesyen ik tisat tartışmasının temellerini anlamaya yöneltmektedir.
Ancak Monetarist-Keynesyen iktisat tartışmasının aklı mıza getirdiği soruların tam anlamıyla değerlendirilmesi, me todolojik bir çerçeveyle mümkün görünmektedir. İktisatta kriz dönemlerinde, metodoloji tartışmalarının yoğunluk kazanmış olması da bu gözlemi doğrular niteliktedir. Bu durumda, biz çok ayrıntılara inmeden 19701lerde iktisatta metod tartışma larına eğilmeyi ve tartışmanın bizi ilgilendirdiğini düşündü ğümüz yönlerini vurgulamayı amaçladık.
*
* *
İlki T.KUHN'a, ikincisi I.LAKATOS'a ait ifadelerdir.
1950'lerden 1970'1ere kadar, iktisattaki temel metodo loji, pozitivizm, varsayımsal-tümdengelimcilik (hypothetico deductivism), Popperci yanlışlamacılık ve enstrümantalizmin bir karışımı olan "Benimsenen Görüş" (Received View) dür. Bu na göre, bilimsel faaliyet, testedilebilen tahminler (prediction) üreten teorik modeller kurmaktır. Tahminin doğruluğu ise bir teorinin gelişmesi için en önemli kriter olmaktadır. Bu gö rüşte tahmin ile açıklama özdeş faaliyetler olarak düşünül mektedir(l0).
den,
"Benimsenen Görüş"ü iktisatçılar 1950-60'larda Popper' daha doğrusu Friedman'ın "Methodologyof Positive
Economics'ini okuyarak öğrendiler. Makale aldığı tüm eleşti rilere rağmen iktisatçıların çoğu, kariyerlerinin belli bir evresinde okumuş oldukları konusunda ve iktisat metodolojisi üzerine yazılmış en ünlü makale olduğu fikrinde anlaşırlar(ll).
Pozitif iktisat, enstrümantalizm, Popper'in yanlışla nabilirlik kıstasları ve dolayısıyla "benimsenen görüş" üze rinde, Friedman'ın metoduna ayrılan alt-bölümde durulacağın dan burada daha çok 1970'1erdeki metod tartışmalarına değini lecektir.
1970'lerdeki tartışmalar, önemli ölçüde "benimsenen görüş"e getirilen eleştirileri kapsarken, aynı zamanda bizim üzerinde durduğumuz ve sorguladığımız keynesyen-monetarist iktisat tartışmasına da ışık tutmaktadır.
A.J.C0HEN (1984): "The Methodological Resolution of the Cambridge Controversy", JPKE, 6(4), s.614-615.
Bkz. M.BLAUG (1975): "Kuhn versus Lakatos of Paradigms versus Research Programmes in the History of Economics", H0PE, 7(4), s.400. D.HELM (1984): "Predictions and Causes: A Comparison of Friedman and Hicks on Method", 0EP, Supplement, 36, s.118.
"Benimsenen Görüş"e getirilen mantıksal düzeydeki en temel eleştiri, herşeyden önce hipotezlerin kesin bir biçimde testedilip yanlışlanabilmesinin mümkün olmadığı yolundadır: Bir hipotezin reddedilmesi yardımcı (auxiliary) hipotezlerin (ceteris paribus koşulu gibi) varlığı, değişkenlerin farklı biçimde tanımlanmaları gibi nedenlerle güç olmakta; bir teo rinin reddedilmesine neden olan hipotezin hangisi olduğu da kesin olarak bilinememektedir(l2). O halde ilkin bir hipotez ler grubunun değerlendirilmesi söz konusu olmaktadır. İkinci olarak da, bir hipotezler grubunun diğerine tercih edilmesine rasyonel bir zemin sağlayan kriterin ne olduğu sorulmaktadır.
1970'lerde, bu soruların cevaplarını daha çok doğal bilimlere yönelik olarak arayan T.Kuhn ve I.Lakatos'un ''Bilgi· Büyümesi ( Growth of Knowl edge) Görüşü" olarak nit elene·n meto dolojilerinin yaygınlık kazandığını ve giderek iktisata (sos yal bilimlere) uygulanma çabalarının arttığını görmek mümkün olmaktadır.
Benimsenen Görüş'ün öneri getirici (prescriptive)liği ne karşı tanımlayıcı (descriptive) nitelikte olan Bilgi Büyü mesi Görüşü, iki temel özelliğe sahiptir: Bir kere, bilimsel bir teori, gözlenen olgunun anlaşılması için, tahminler sağ lamanın ötesine geçip, nedensel bir açıklama mekanizması ge tirebilmelidir. İkincisi, bilimsel teori, daha fazla teorik gelişme ve yeni araştırma olanakları sağlama açısından verim li olmalıdır(l3).
Görüldüğü gibi, tahmin etme ile açıklama arasında bir ayrım ortaya çıkmakta; tahmin (prediction), birşeyin nasıl olacağı yolunda bir iddia iken, açıklama birşeyin niçin orta-
R.CROSS (1982): "The Duhem-Quine Thesis, Lakatos and Appraisalof Theories in Macroeconomics", EJ, s.327.
the 92,
(13) A.J.COHEN (1984): s.618-619.
ya çıktığının anlaşılması için nedensel bir açıklama mekaniz ması sağlamaktadır.
Şimdi yukarıda ortaya attığımız iki temel soruna (hi potezler grubunun ne olduğu ve birbirine tercih edilme krite rinin ne olduğu), Kuhn ve Laka tos'un Bilgi Büyümesi görüşü çerçevesinde nasıl cevaplar aradıklarını inceleyelim.
Kuhn'un vurguyu herşeyden önce metodolojiden bilim ta rihine (bilim sosyolojisine) kaydırdığını görüyoruz. Kuhn'un temel konusu, bilimsel davranışın açıklanmasıdır. Popper'de bilim tarihi, sürekli bir "tahmin ve reddetme" ( conjec tures and refutations) tarihiyken, Kuhn için bilim tarihi, "normal bilim" haline gelmiş bir "paradigma"nın kırılarak, yerine di ğeriyle tümüyle bağlantısız yeni bir ·11paradigma"nın aldığı bir süreç olarak kabul edilir(l4). Doğal olarak, bu ifadede açmamız gereken yeni kavramlar vardır. -İlki, artık iktisatçı
ların da diline yerleşen ve çok tartışmalı (çok anlamlı) olan paradigma kavramı. Kuhn'un 11disipliner matrix" olarak da ad landırdığı paradigma, "bilimsel bir topluluğun (okulun) tüm üyelerinin paylaştığı inançlar, değerler ve teknikler bütünü" olarak tanımlanmaktadır.
Bir paradigmanın "normal bilim" halini alması ise, ka bul edilmiş olan teorik bir çatının artık yanlışlanma gibi bir sorun taşımadan, kendi içinde mevcut aletlerle veya yeni eklemelerle sorunları ("bilmeceleri") çözme faaliyetine dö nüşmesidir. "Normal bilim"in kırılması, metodolojik tartışma ların ortaya çıkması ve teorilerin çoğalmasıyla kendini gös termekte; yeni ortaya çıkan çatı ise şimdiye kadar ihmal edilmiş "bilmeceler"e kesin bir çözüm getirmektedir. Yeni pa radigma, eskisiyle örtüşmemekte ve karşılıklı etkileşim için de bulunmamaktadır. Görülüyor ki, bilimsel ilerleme "devrim-
(14) T.KUHN (1982): s.162
ler" şeklinde gerçekleşmekte ve kesintilere uğramaktadır(l5).
Kuhn1un bilimin gelişmesine bu tarihsel yaklaşımı ger çekten önemli katkılar sağlasa da iktisata uyarlamada önemli açıklar taşımaktadır: Gerçekte, "paradigma" kavramıyla bilim sel yargılarda değerlerin (sübjektif kriterlerin) rolünün vurgulanması önemlidir. Ancak, iktisatta paradigmaların bir birlerinden tümüyle kopuk ve ilişkisiz olduğunu öne sürmek güç olduğu gibi, farklı paradigmalar bir arada bulunabilmek te, hatta bazen geçerliliğini yitirdiği sanılan paradigmalar, tekrar önem kazanabilmektedir. Bu gibi sorular, Kuhn'un ikti sata uygulanabilirliğini zayıflatmaktadır.
Kuhn'un bilim tarihi (bilim sosyolojisi) yaklaşımının Lakatos'ta daha ince, daha ayrıntılı bir metodolojiye dönüş tüğü görülmektedir: Lakatos, Kuhn'un tarihsel araştırma alet lerine Popper'in tarihsiz bilim felsefesini dahil ederek, bir sen tez yapmaktadır; çünkü O'na göre, 11bilim tarihi olmadan
bilim fels·efesi boş bir çabadır; bilim felsefesi olmadan da bilim tarihi kördür"(l6).
Lakatos da, tekil teorilerin (veya hipotezlerin) bi limsel değerlendirme için uygun olmadığını, ancak bağlı teo riler demetinin değerlendirilmesi gerektiğini öne sürmekte dir (Duhem-Quine tezine uygun olarak). Lakatos'ta bu bağlı teoriler grubu, Kuhn' daki "paradigma" kavramına yakındır ve bilimsel araştırma programı olarak adlandırılmaktadır. Bütün bilimsel araştırma programları katı ve değişebilir kısımlar dan oluşmakta; metafizik inançları, değer yargılarını ve ideolojiyi içeren sert çekirdek, testlerin yükünü taşıyan yardımcı hipotezlerin koruyucu kuşağıyla sarmalanmaktadır. Görülüyor ki sert çekirdek, araştırma programının reddedile-
(15) Bkz. T.KUHN (1982).
M.BLAUG (1980): The Methodology of Economics, Cambridge Un. Press, s.34.
meyen kısmını oluşturmakta ve çözülemeyen sorunların araştı rılmasına izin vermeyen "negatif anlama aracı"yla korunmakta dır. Koruyucu kuşak ise araştırma programının değişebilen kısmıdır; ampirik ve mantıksal saldırılara karşı sorunların çözülmesini sağlayan dinamik güç olan pozitif anlama aracı, koruyucu kuşağın değişmesini mümkün kılmaktadır(17).
Lakatos, Popper'in yanlışlanabilirlik kriterini tek bir teorinin testedilebilmesi biçiminde değil, rakip bir teo rinin tahmin edemediği bir sonucu öngörebilme yeteneğinin testedilmesi şeklinde değerlendirir. Bu durumda en az iki ra kip teori (araştırma programı)nin karşılaşması söz konusudur. Eğer bir araştırma programı, diğerlerine göre daha fazla am pirik içeriğe sahipse, yani, şimdiye kadar beklenmeyen bir olguyu tahmin edebiliyorsa teorik olarak ilerleyici ve eğer ampirik içerik doğrulanıyorsa ampirik olarak ilerleyici kabul edilmektedir(l8). Bunları sağlayamayan araştırma programı ise yozlaşan olarak nitelendirilmektedir.
Demek ki bir araştırma programı, fazladan bir ampirik içerik yaratan bir ilerleme gösterip göstermediğine ve bu am pirik içeriğin doğrulanıp doğrulanmadığına göre değerlendi rilmektedir. Ancak bu ilerleyici-yozlaşan ayrımının mutlak değil, nispi lduğunu belirtmek gerekir. Belirli bir anda de ğil, bir zaman dilimi içinde değerlendirilmekte olan araştır ma programları'. her zaman için "bilimsel" kabul edilmemekte dir. Zaman içinde ilerleyici durumdan yozlaşan duruma düşe bildiği gibi, tersi de olabilir. Hatta bazen ampirik içeriği daha fazla olduğu için, "yozlaşan" bir araştırma programı ilerleyen programa tercih edilebilir. Görülüyor ki Lakatos'ta, bilimle bilim olmayanın ayrımı, zaman boyutu içinde değerlen dirilmekte, kesinlikten kaçınılmaktadır.
R.CR0SS (1982): s.330. H.KAT0UZIAN (1980): Ideology and Method in Economics, New York Un. Press, N.Y., s.106.
(18) Bkz. M.BLAUG (1975): s.407 ve R.CR0SS (1982): s.329.
Lakatos'un metodolojik çerçevesinin iktisat teorisi nin evrimine uygulanabilirliği bize daha uygun görünmektedir. İktisat Biliminde, Kuhn'un "devrim" tanımına uyan bir gelişme görmek çok zordur. Bugün devrim olarak nitel enen gelişmeler de Kuhn'un tanımından farklı bir içeriği ifade etmektedirler. Herşeyden önce, kendinden önceki paradigmadan etkilenmeyen hiç bir yeni paradigma görülmemektedir. Ayrıca, yozlaşan bir paradigma (araştırma programı) tümüyle yok olmamakta, zaman içinde evrilebilmekte; ama tüm paradigmalar kaybolmadan mev cudiyetlerini sürdürebilmektedirler. Buna göre bilimdeki ge lişme "devrim11lerle değil, evrimle gerçekleşmektedir.
Ancak reel dünyada ortaya çıkan soruna, mevcut bilgi birikimini de kullanarak, yeni alet ve kavramlarla çözüm üre tebilen, yeni bir teorik çatı kurabilen paradigmayı (ya da araştırma programını) "devrim" olarak kabul etmek çok yanlış olmasa gerektir. Söz konusu sorun ortaya çıkmadan önce de bu konuda söylenmiş ve yazılmış şeyler olsa da, sorunun uygun zaman ve koşulda değerlendirilmesi etkili olabilmektedir.
"Çarpışan öğretilerden birinin doğru diğerinin yanlış olmasından ziyade, gerçeğin kısmen bunların birinde kısmen de ötekinde olması"(l9) bize daha uygun görünmektedir. "Dü şünce devrimlerinde de, çoğu kez gerçeğin bir kısmı doğarken bir kısmı batar ••• İlerlemeler bile, çoğunlukla sadece kısmi ve eksik bir gerçeğin yerine bir başkasını koyar; gelişme ço ğu kez yeni gerçek parçasının, yerini almakta olduğu parçadan daha çok istenen ve zamanın gereklerine daha çok uydurulmuş bir parça olmasıdır"(20).
*
**
J.S.MILL (1985): Özgürlük Üstüne, Belge Yayınları, İst.,
s.64.
J.S.MILL (1982): s.65 (Vurgu bize ait).
Bu çerçeve içinde tezin ilk bölümü Monetarizme ayrıl mıştır. Monetarizmi, klasik-neoklasik paradigmanın gelişti rilmiş bir devamı (ya da yozlaşan bir paradigmanın tekrar ilerleyici bir hale gelmesi) niteliğinde değerlendirdiğimiz için ilk alt bölümde neoklasik iktisatın (daha çok para teo risi yönünden) incelenmesi amaçlanmıştır. Bu bölümün ikinci alt bölümü ise, monetarizmi genel olarak değerlendirmek ve Friedman'ın yaklaşımı dışındaki monetarist gelişmeleri ince lemek amacını taşıyor.
İkinci bölüm, Keynesyen iktisatın saldırıları ve et kinliği altında unutulmuş Neo-Klasik paradigmayı, Keynesyen iktisattan da etkilenerek gün ışığına çıkaran iktisatçı olan Milton Friedman'ı çeşitli boyutlarıyla incelemektedir. Elat mış olduğu alanların (metodoloji, siyaset ve iktisat teorisi) genişliğinin yanısıra, en teknik alandan en anlaşılır düzeye kadar çok farklı düzeylere hitap etmesi nedeniyle Friedman'ı değerlendirebilmek oldukça güçtür. Biz, metodolojisi ve piya saya bakışına kısaca değindikten sonra, 1956'dan 1976'ya ka dar yirmi yıllık bir süre içinde adım adım geliştirdiği ik tisadi analizini ve bunları destekleyen ampirik çalışmalarını birbirleriyle bağlantılı olarak inceledik. Bu analiz, kapalı bir ekonomi çerçevesinde ele alınmış ve uluslararası iktisadi ilişkiler boyutu ihmal edil iştir. Biz de bu çerçeveyi değiş tirmeden ele aldık. Aslında, Monetarist Uluslararası İktisat Teorisi Yaklaşı'mının 1970'1erde ciddi gelişmeler kaydettiği bilinmektedir(21). Ancak apayrı bir tez konusunu oluşturacak kadar geniş olan bu analizi, bizim tezimizin boyutlarını aşa cağı gerekçesiyle dışladık.
Üçüncü bölüm, ayrıntılarıyla incelediğimiz monetarizmi bu kez de Keynesyenlerle tartışma konuları çerçevesinde de ğerlendirmeye çalışmaktadır. Bu bölümde, Keynesyen iktisatın
Bkz. H.G.JOHNSON (1972a): Further Essays in Monetary Economics, George Allen and Unwin Ltd., London.
farklı yaklaşımlarını çok ayrıntıya inmeden belirterek, Mone taristlerle olan tartışmalarını sadece Standart Keynesyenler le (Neo-Klasik Sentez Keynesciliği) sınırlı tuttuk.
BÖLOM
MİKTAR TEORİSİ ve MONETARİZM
Monetarizm, değerini büyük ölçüde yitirmiş olan Klasik iktisatın unutulmuş kavramlarını yeniden gün ışığına çıkar mış; aynı zamanda ardındaki ideoloji ve dünya görüşünün de savunucusu olarak ortaya çıkmıştır. Monetarizmin ne ölçüde Klasik-Neoklasik paradigmanın bir izleyicisi, geliştiricisi olduğunu veya ne ölçüde geleneksel kavramlar üzerine yeni bir analizi inşa etmiş olduğunu anlayabilmek, Klasik Teorinin temel kavramlarını anlamamızı gerektirmektedir. Bu amaçla, ilk alt bölümde Miktar Teorisinin bilinen versiyonları veyi ne Klasik Teorinin temelini oluşturan SAY Kanununun Miktar Teorisiyle ilişkisi incelenmektedir.
İkinci alt bölüm, Monetarizmin genel olarak tanımlan ması ve ortaya çıkışından beri anlamında ne gibi değişiklik ler olduğunun açıklanmasına ve M.Friedman'ın dışında gelişen farklı Monetarist yaklaşımların incelenmesine ayrılmıştır.
A. MİKTAR TEORİSİ
1930'lara kadar, Miktar Teorisi'nin Para Teorisinin özünü oluşturduğunu ve hemen herkesin Miktar Teorisi yanlısı olduğunu söylemek herhalde pek yanlış olmayacaktır. Sık sık ve şiddetle el ştirilmiş olması, evrensel olarak kabul gör müş olmadığını gösterse de, ona karşı önerilmiş etkin bir ra kip teori de olmamıştır(l).
(1) M.BLAUG (1978): Economic Theory in Retrospect, Third Ed., Cambridge Un. Press, s.645. Onemli bir istisna F.A. Hayek'in 1920'1erin sonlarında miktar teorisine yöneltti ği eleştirilerdir.
Miktar Teorisi, kısaca şöyle formüle edilebilir: Ceteris pari bus, para miktarındaki bir değişiklik, fiyatlar seviyesinde oransal bir değişmeye neden olur (Wicksell, bunu oransallık "proportionality" teoremi olarak adlandırır(2). Friedman, Para Miktarıyla fiyatlar seviyesindeki değişmeler arasındaki bu ilişkiyi şöyle değerlendirir: "Muhtemelen, eko nomide kısa dönemler içinde para stokları ve fiyatlardaki de ğişimler arasındaki ilişki gibi, değişen koşullar altında, değişmez (tekdüze) bir biçimde yeniden ortaya çıkan başka hiçbir ampirik ilişki yoktur ... korkarım ki, bu değişmezlik, fizik bilimlerinin temellerini biçimlendiren değişmezliklerle aynı özellikleri taşımaktadır(3).
J.Schumpeter ise, Miktar Teorisinin, dört özelliği ile tanımlanması gerektiğini öne sürer(4):
Para Miktarı, fiyatlar ve fizik muamele hacminden bağımsız bir şekilde değişir.
Dolaşım hızı da, fiyatlar ve muamele hacminden ba ğımsız olan ve çoğunlukla yavaş bir şekilde değişen, kurum sal bir veridir.
Muameleler ve reel üretim, para miktarıyla ilişki sizdir.
Ceteris paribus, para miktarındaki değişimler, üretimde aynı yönde değişikliklerle emilmedikçe, (para mikta rındaki bir artışın nasıl kullanıldığına ve ekonominin hangi sektörü üzerinde etki ettiğine bakılmaksızın) mekanik olarak
fiyatlar üzerinde hareket eder.
G.P.O'DRISCOLL (1977): Economics asa Coordination Problem Sheed Andrews and Mc Meel Inc., Kansas City, s.38.
Aktaran M.BLAUG (1978): s.645.
H.VISSER (1974): The Quantity of Money, Martin Robertson, Oxford, s.135. G.P.O'DRISCOLL (1977): s.39.
Schumpeter'e göre, bu dört özelliği aynı anda taşıyan ve bu ekstrem biçimi geliştiren dört önemli iktisatçı vardı: John Wheatley, David Ricardo, James Mill ve John McCulloch.
Miktar Teorisini eleştirenler için ise, önemli o lan konu, Para Teorisi'nin odağının ne olduğudur: Para miktarın daki bir artışın (değişikliğin) fiyatlar ü erindeki nihai et kileri mi, yoksa bu değişikliklerin meydana geldiği süreç mi? Genel olarak Miktar Teorisinden anlaşılan ilkidir, yani para miktarıyla fiyatlar arasındaki doğrudan, oransal ilişki. Ni tekim Schumpeter'in sıraladığı dört nitelik de (özellikle dördüncü) paranın sisteme sokulması sorununun önemli olmadı ğını vurgulamaktadır.
rak,
Biz, bu genel "Miktar Teorisi" tanımının dışına çıka p aramiktarı v e fiyat1ardaki d eğ i·şim1er arasınd aki
ilişkinin oluşum sürecini; yani sadece para miktarının artı şıyla tüm piyasalarda artan harcamalar ve artan fiyatlar ilişkisini değil de; yeni yaratılan paranın ekonomiye nasıl yayıldığını gösteren transmisyon mekanizmasını açıklayan do laylı analiz biçimlerini de Miktar Teorisi çerçevesinde ince leyeceğiz.
Bunun için önce, Neo-Klasik Para Teorisinin temelleri ni oluşturan ve çağdaş tartışmaların öncülü olan Klasik Para Teorisini, ayrıntılarına inmeden gözden geçirmeyi düşündük.
KLASİK MİKTAR TEORİSİ:
BANKING ve CURRENCY PRENSİPLERİ
Klasik Para Teorisi incelendiğinde, yukarıda sözünü ettiğimiz doğrudan ve dolaylı yaklaşımların ikisi de seçilir.
Kökeni John Locke ve Hume'a giden doğrudan mekanizma nın asıl geliştiricileri, Ricardo ve James Mill'dir. Onların
görüşlerini bir nesil sonra John Stuart Mill sürdürdü: Oran sallık Teoremi biçimindeki katı miktar teorisi in aynı zamanda şiddetli bir eleştirisini de sunmasına rağmen, Klasik Miktar Kuramı J.S.Mill'in gö üşleri çerçevesinde ele alınır. Görüşün özü, Para Miktarındaki artışın, fertlerin para ankeslerini çoğaltması, bu durumda harcamaların artarak toplam talebi ve fiyatları etkilemesidir. J.S.Mill, oransallık teoreminin uy gulanabilirliği için gerekli koşulun, banka kredilerinin yok luğu olduğunu belirtir. Bir kere banka kredileri işin içine girince, fiyatlardaki değişme ile para miktarındaki değişme arasındaki mekanik bağın önemi azalır(S).
Kısacası, para miktarındaki belli bir değişimin nihai etkileri üzerinde odaklanılmış; kredilerin etkisi, sadece harcamaları doğrudan etkilediği sürece araştırılmış ve para sal bozuklukların uzun dönem etkileri üzerinde yoğunlaşılıp, kısa dönem etkileri ihmal ed-ilmiştir( 6).
Dolaylı Mekanizma diye adlandırdığımız ikinci çizgi ise Cantillon, Matthus ve Thornton'un görüşlerinden kaynak lanmaktadır. Malthus ve Thornton'un, doğrudan Mekanizmalı Miktar Teorisine getirdikleri eleştiriler, 18 yy.da Richard Cantillon'un, John Locke tarafından yazılmış Miktar Teorisi nin ilk formü1asyonuna getir-diği eleştirilerle aynı doğrultu dadır( 7).
Ricardo'nun çağdaşı olan Thornton, özellikle borç pi yasalarındaki dengesizliğin.. ayarlanma sürecini araştırdı. Sermaye piya alarındaki bozukluklar üzerinde odaklanarak, pa zarlanabilir hisse senetlerinin faiz oranlarındaki değişmele
rin harcamalar üzerindeki tedrici etkilerini vurguladı(8).
(5) G.P.O'DRISCOL (197j): s.39. (6) G.P.O'DRISCOL (1977): s.42. (7) Bkz. M.BLAUG (1978): s.41-42. (8) G.P.O'DRISCOL (1977): s.41-42.
Thornton' un para teorisine katkısı, bir parasal bozukluğun, reel ekonomik faaliyetleri nasıl etkilediğini ve yeni yaratı lan paranın ekonomiye nasıl yayıldığını faiz mekanizması ara cılığıyla açıklayan transmisyon süreci analizidir.
Klasik Para Teorisinin genel bir açıklamasını yapar ken, özellikle 19. yy.ın ikinci yarısında Miktar Teorisinin taraftarı olan Currency School ile, Miktar Teorisine karşı olan Banking School arasında beliren şiddetli tartışmaya de ğinmeden geçemeyiz. Napolyon Savaşları dönemi İngiltere'sin deki enflasyonun nedenleri üzerinde ortaya çıkan Bullionist Anti-Bullionist tartışmasının mirasçısı olan bu iki okul ara sındaki tartışmanın, bugün de Monetarist-Keynesyen (Fiscalism) tartışması olarak sürdüğü söylenebilir(9).
Bullionistlerin mirasçısı olan Currency School metal para sisteminden yanadır. Uluslararası ödemelerde ortaya çı kan açık ve fazlaların para miktarını azaltıp arttırarak har camaları ve fiyatları etkileyeceğini öne sürer. Normal koşul larda, ekonomide bir dengesizlik söz konusu olmayacaktır. Bir kriz varsa, -bunun nedeni, tamamen metalik bir para sisteminin değil de; dolaşımda kağıt paranın da olduğu karma bir parasal sistemin mevcut olmasıdır. "Boom"ların ortaya çıkışı, M.Ban- kasının aşırı şekilde altın karşılıksız banknot basmasının sonucudur. Bu nedenle, karma bir sistemin de metalik bir sis tem gibi işlemesi gerekmektedir (Currency Okuluna adını veren Currency prensibi budur)(lO). Bu prensibin işlemesi de, Ricardo'nun belirttiği gibi, "Kağıt para miktarının aşırılı ğını önlemek için onun istek üzerine altına çevrilebilmesi ve çıkarılan her banknotun tam al tın karşılığının olmasına" bağlıdır(ll).
(9) p.CAGAN ( 1978): s•8 5 ; H•VIS SER ( 1974); s •18 3-191 . R •HAR
. RINGTON (1971): "The Monetarist Controversy", MS, s.270. (10) H.VISSER (1974): s.185.
(11) F.ERGİN (1981): Para ve Faiz Teorileri, İ.Ü.İktisat Fak. Yayını, İs tan bul, s.81.
Anti-Bullionistlerin mirasçıları sayılan Banking School'un görüşleri ise, Thomas Tooke'un dilinden özetle şö le ifade edilir(12):
"Bankaların görevi, piyasaya gerekli satın alma gücünü sağlamaktır. Altın standardında, emisyon altın stokuna bağlı dır. Emisyonun altın rezervleriyle sınırlı tutulması, bazı zamanlarda para darlığı çekilmesine neden olmaktadır. Oysa banknot emisyonunun gerçek hedefi, ellerindeki ticaret emtea sına ve üretim araçlarına dayanarak para talep edenlere ge rektiğinde altın yerine banknotu ikame ederek likidite sağ lamak olmalıdır".
Bu ifadeden çıkarabileceğimiz sonuçlar, para talebinin değişebilir olması nedeniyle, para arzının rijit bir şekilde sabitleştirilmesinin parasal istikrarı sağlamayacağı; yapılan ticari muamelelerin hacmine göre, M.B.'nın kıymetli maden re zervinin yanısıra, bankaların reeskont, avans gibi bankanın aktifini büyüten alacak işlemlerine(l3) dayanarak para yarat malarının gerekliliğidir.
Bu tartışmaların her ikisi için de, meselenin odak noktası, para arzındaki değişmelerin, ekonominin diğer kesim lerindeki değişmelerin sebebi mi yoksa sonucu mu olduğudur. Fisher' in Mübadele Eşitliğindeki sembollerle ifade ederek, Banking School için bu nedenselliğin P ve T'den M'ye doğru; tersine Currency School için ise M'den P ve T'ye doğru oldu ğunu söyleyebiliriz(14).
(12) a.g.e., s.83.
(13) G.KAZGAN (1974): İktisadi Düşünce veya Politik İktisadın Evrimi, Bilgi Yayınevi, Ankara, s.107.
(14) H.VISSER (1974): s.186.
NEO-KLASİK MİKTAR TEORİSİ
Neo-Klasikler, para değerindeki değişmeleri açıklayan Miktar Teorisini ve Gelir Teorisini geliştirirken, paranın önemini Klasik İktisatçılar kadar küçümsememiş; para teori siyle iktisat teorisini birbirinden ayrı iki b ö1 üm olarak görmemişlerdir. Hemen hepsi, Say Kanunu'nu kabul etmekle be raber, dönemlerinde konjonktür dalgalanmalarının çok şiddet lenmesinden dolayı, bu dalgaların varlığını ihmal edememiş lerdir(l5).
Neo-Klasik para teorisinin, klasik para teorisinin da ha ayrıntılı bir devamı olduğu söylenilebilir. Bir kere, reel ve parasal kesimler arasındaki ilişki Walrasgil Genel Denge içinde çok ayrıntılı olarak ele alınmıştır. İkincisi, parasal değişmelerin etkileri kısa ve uzun dönem ayrımına tabi tutu larak analize netlik kazandırılmıştır(l6).
Neo-Klasik Para Teorisinde de daha önce belirttiğimiz doğrudan ve dolaylı mekanizmalara dayanan yaklaşımların gele neği sürmektedir. Bu iki ayrı gelenek, aynı zamanda para teo risinin evriminde etkin rolü olan "yansızlık" ve "denge" so runlarına dikkati çeker. Para teorisinin gelişmesinde klasik evreni n i-1gisi, " p ar asa1 ana1iz"1e "ree1 ana1iz"i ay ırma veya paranın uzun dönem yansızlığının gösterilmesi sorunundan, pa rasal denge için gereken koşullar (veya paranın daha kısa dö nem yansızlığı) sorununa kaymıştır(l7).
(15) G.KAZGAN (1974): s.81.
M.PAYA (1981): Para Talebi Teorisinin Evrimi, Yayınlan mamış Doçentlik Tezi, Ist.Un.Ikt.Fak., s.14.
H.G.JOHNSON-A.R.NOBAY (1977): "Monetarism: A Historic Theoretic Perspective", JEL, XV(2), s.472.
DOLAYSIZ MİKTAR TEORİLERİ!
FISHER'İN MUAMELE YAKLAŞIMI, GELİR VE CAMBRIDGE YAKLAŞIMLARI
Hemen tüm büyük Neo-Klasik İktisatçılar Miktar Teori sinin benzer, fakat ince ayrıntılarda farklı üç ayrı versiyo nuna bağlıdırlar: I. Fisher'in Purchasing Power of Money ile popülarize ettiği Muamele Yaklaşımı, Marshall tarafından ge liştirilmiş Nakit Dengeler (Cash-Balance) Yaklaşımı ve Pigou'
nun Industrial Fluctiations'ındaki paranın gelir dolanım hızı kavramının içerilmesiyle Sonuçlanan Gelir Yaklaşımı(l8). Bü
tün bu yaklaşımlarda MV = PT olarak bildiğimiz Mübadele Eşit
liğinde şekillenmiş totoloji, faydalı bir araç olarak kulla nılır ve teorisyenlerin kullandığı farklı delişkenlerin vur gulanmasına göre farklı biçimler alır(l9).
Kuşkusuz ki, Miktar Teorisinin en bilinen versiyonu, Irving Fisher'in popülarize ettiği Muamele versiyonu'dur. Bi linen Miktar (veya mübadele) eşitliği MV = PT'nin ifade etti ği şey, belli bir zamanda, belli bir ekonomide para ile yapı
lan tüm satın alımların toplamıdır. Dolayısıyla, eşitliğin bir para yanı (bu para arzı ile dolanım hızının çarpımına eşittir), bir de mal yanı (bu da mübadele edilen mallardan her birinin miktarı ile fiyatlarının çarpımları toplamına eşittir) vardır(20). Ancak bu çok bilinen Mübadele eşitliği sebep ve etkiler hakkında hiçbirşey söylememektedir. Bu öz deşliğin, özdeşlikten çıkıp bir teoriyi ifade eden eşitlik haline gelmesini sağlayan, birtakım davranışsa! varsayımların (V ve T'nin denge değerlerinin sabit olduğu) yapılması-
(18) M.BLAUG (1978): s.645.
M.FRIEDMAN (1970): "A Theoretical Framework for Monetary Ana1 ysis" , JPE, 78( 2), s.195.
I.FISHER (1946): Paranın Satın Alma Gücü, Çev.M.H.Ona ran, İ.Ü. Yayını, s.15.
dır(21).
Fisher, hemen tüm çağdaşları gibi, tam İstihdam gelir düzeyinde olan bir ekonomide, muamelelerin miktarının üretime oranını gösteren sabit bir oranın varlığını kabul etmeyi ve T'yi veri almayı akla yakın bulmuş; V 'nin ise zaman içinde her an sabit olmadığını, fakat her uzaklaşmadan sonra hızla döndüğü bir denge değerinin bulunduğunu kabul etmiştir(22).
Bu varsayımlar çerçevesinde, Fisher'in Muamele Yakla şımıyla Miktar Teorisi, aşağıdaki iki eşitlikle ifade edile bilir:
MV = PT
MV + M'V' = PT
(1)
(2)
( 1 ) v e ( 2) No.1 u eşit 1 ik1er , ö deme1.eri iki fark 1ı kategoriye (nakit paranın ve mevduatın transferiyle olan ödemeler) ayır maları bakımından farklıdırlar. Burada T, bir zaman periyodu içinde tüm piyasa işlemlerinin reel hacmi; M sadece nakit pa ra (bozuk da dahil) hacmi, M' mevduat hacmi; V ve V' sırasıy la nakit ve mevduat dolaşım hızı (ki bu, aynı zaman periyodu içinde tüm muameleler için firmalar ve fertler arasındaki pa ra transferlerinin sayısıdır); P de özel bir- fiyat indeksi
dir: Tüm muamelelere giren malların fiyatlarının bir ortala
ması. Burada _T bir akım kavramken, M bir stok kavramıdır. Pa
ra stoku ile muamele akımları arasındaki bağı V(dolanım hızı) kurar(23).
G.ACKLEY (1970): Macroeconomic Theory, McMillan Comp., N.Y., s.105-108. B.MORGAN (1978); I.PARASIZ (1982): Para ve Banka, İTİA Yayını, Bursa, s.138.
D.LAIDLER (1983): Para Talebi, İş Bankası Yayını, Anka ra, s.54.
M.HİÇ (1978): Para Teorisi, İ.Ü.İkt.Fak.Yayın. İstanbul,
s.
Muamele Yaklaşımında, T ve V sabit kabul edilince, para
arzındaki değişmeler, kileyecektir. Fisher,
oransal olarak yalnızca fiyatları et fiyatlar seviyesini diğer değişkenle-
rin de etkileyeceğini; fiyatların muamele hacmiyle ters oran tılı, dolanım hızıyla doğru orantılı olarak değişeceğini ka bul eder; fakat Miktar Teorisinin kapsamının, sadece para miktarıyla, fiyatlar seviyesi arasındaki ilişki olduğunun unutulmaması gerektiğini belirtir(24).
Ancak Fisher analizinde "sürekli ve nihai etkiler" de diği bu ilişkinin, "geçiş dönemi" diye adlandırdığı dönemler de bozulduğunu, tüm değişkenlerin bu dönemde birbirini etki leyebileceğini, "reel" ve "nominal" faiz oranları ayrımını getirerek, fiyat değişmelerinin faiz oranlarını değiştirme siyle dolanım hızının da etkileneceği bir süreci (Fisher'in Konjonktür analizidir) ayrıntıyla açıklar(25). Ancak bu yay gın durum olarak görülmediğinden ihmal edilir.
Miktar Teorisinin Muamele Yaklaşımında üzerinde duru lan kavram para talebi değildir. Fakat eşitliğin değişkenleri ne az farklı içerikler vererek bir para talebi fonksiyonu
(24) I.FISHER (1946): s.25.
(25) Bu süreç şöyle gelişir: Para miktarındaki artış fiyatla rı yükseltir; nominal faiz oranları artsa bile bu artış, reel faiz oranlarını ilk düzeyiP-de tutmaya yetecek kadar olmadığından teşebbüslerin karları artar. Bu durum müte şebbislerin bankalardan daha fazla borçlanmalarına neden olur. Kredi yaratılmasının sonucu olarak M'1 M den daha hızlı bir şekilde artar, bankaların nakit rezerv oranla rıdüşer. Para miktarının birleşimindeki bu değişme onla rın dolanım hızlarını da değiştirdiğinden, bir bütün olarak dolaşım hızında bir değişmeye neden olabilir. Ya ni, yeni bir dengeye ayarlanma süreci sırasında işlem hacmi de, hız da para miktarındaki artışla bozulurlar. Sürecin sonunda para miktarıyla oransal olarak yüksele cek ve muamele hacmi de ilk düzeyine dönecektir. I. FISHER (1946): s.46-59. Görüldüğff gibi, dolanım hızının kesinkes sabit olduğu gibi bir durum yoktur. Bu ifade lerden sadece uzun dönem dengesinde mübadele eşitliğinin geçerli olduğu ortaya çıkar. Bkz. M.BLAUG (1978): s.647. W.GEBAUER ( 1973): "The Theory of Monetarism", ZGS, 129 (1), s.24.
formüle =dilebilir. Eğer V fiili dolanım hızı değil de zu edilen hız olarak yorumlanır ve dengede Ms=Md kabul edi lirse eşitlik (1) i Md = PT/V olarak yazmak mümkündür. Fakat Mübadele eşitliğinde, paranın dolanım hızı tüm.ekonomik bi rimlerin kararlarının toplamı olduğundan ve başlıca nüfus yo ğunluğu ve ödeme mekanizmalarının organizasyonu gibi yavaş şekilde değ işen faktörlerce belirlendiğinden, bireyse1 bir para talebinin çalışmasında kullanılamaz(26). Aynı zamanda bu eşitlik, fiyat seviyesini belirttiği ölçüde fiyatların de ğişim oranını içeremediği gibi, para tutma maliyeti olarak faiz oranlarını da kapsayamaz. Bu nedenle eşitlik, sadece, faiz oranlarının önceki seviyelerine geri d önd üğ ü ve fiyat değişim oranlarının da sıfıra indiği zamanki denge de kulla nılabilir(27).
"Muameleler ve Genel Fiyat Seviyesi" kavramlarındaki belirsizliklerin giderilemeyişi, ve eldeki verilerle bu de ğerlerin ölçümlerinin zor oluşu nedeniyle, son zamanlarda Milli Gelir ve Sosyal hesap sistemlerinin de gelişmesiyle, Miktar Teorisinin, tüm muameleleri değil de sadece gelir iş lemlerini içeren şekilde açıklanması eğilimi doğmuştur(28).
Miktar Teorisinin geliri içeren biçimi MV = Py (3) şeklinde ifade edilir. Burada y sabit fiyatlarla milli ge liri; P, sabit fiyatlarla M.G i hesaplamakta kullanılan fiyat indeksini; M daha önce belirttiğimiz gibi para stokunu; V ise sadece gelir muamelelerinin yürütülmesi için para stokunun bir yılda kaç kez el değiştirdiğini gösterir(29).
(26) H.VISSER (1974): s.61.
(27) M.BLAUG (1978): s.647.
(28) M.FRIEDMAN (1973a): "Money: Qt:ıantity Theory", A.A.WALTERS (1973) (ed.): Money and Banking, Penguin Books, s.44.
(29) M.FRIEDMAN (1973a): s.44.
Gelir Yaklaşımı, Muamele Yaklaşımına göre daha tatmin edici olarak kabul edilir; ancak gelir yaklaşımının tüm ara muameleleri ihmal etme gibi bir dezavantajı da vardır. Muame le yaklaşımı her bir ara muameleyi toplam muamele değerinde içerirken; gelir yaklaşımı bu muamelelerin her birinin katma değerini içerir.
Kısaca belirtilirse, Miktar Teorisinin Muamele ve Ge lir Versiyonları, paranın rolünü farklı kavramlarla ifade etmektedir. Muamele yaklaşımında paranın transferi önemliy ken; g lir yaklaşımında, onun tutulması önem kazanır. Bu fark, Cambridge Nakit Dengeler yaklaşımından bile daha açık tır. En doğrusu, Gelir Yaklaşımını Fisher ve Cambridge Versi yonları arasında bir·durak olarak kabul etmektir(30).
Miktar Teorisi'nin Cambridge Nakit Dengeler (Balance) yaklaşımı ise1Fisher'in yaptığı-gibi ekonomide veri bir mua mele hacmi için gereken para miktarını değil; fakat onun ye
rine bu muameleleri yapmak için gereken para veri olmak üze re, bireyin elde tutmak istediği para mikt,arını(31) neyin be- lirleyeceği sorusunu sorar. Böylece sorun, mikroekonomik ola-
rak ortaya konarak, ağırlık kişi1erin tercih yapma davranış larına verilir.
Bilindiği gibi, Muamele yaklaşımında, para sadece sa tın alma ve satış faaliyetlerini yapmak için bir hesap biri mi olarak kullanılır ve başka bir amaç için elde tutulmadı ğı kabul edilir. Oysa satın alma ve satışlar arasında geçen zaman süresi içinde satın alma gücünün geçici bir meskeni olarak tutulabilecek bir şeyin varlığı gerekir ki bu paranın Nakit Dengeler yaklaşımında vurgulanan yönüdür: Yani para sadece muameleler için bir hesap birimi değil, aynı zamanda
(30) M.FRIEDMAN (1970): s.200.
(31) D.LAIDLER (1983): s.58.
bir değer deposudur(32). Bireylerin bu amaç için elde tutmak istedikleri para miktarının hacmini gelirlerinin belirlediği varsayılmaktadır. Aşağıdaki eşitlik bu ilişkiyi göstermekte dir.
M = kPy( 4)
Burada M, gerçek miktara eşit olması gerekmeyen arzu edilen para miktarı, y ve P daha önce tanımlandığı gibi, no mipal gelir ve fiyatlar seviyesidir. k ise, elde tutulmak is
tenen paranın gelire oranıdır. Eşitlik (4), k = 1/v olarak
kabul edilerek, eşitlik (3) e dönüştürülebilir. Ancak bu ko lay dönüşümün olması, onların farklı para tanımları içerme lerini, farklı analiz teknikleri ve farklı değişkenlerle ça lıştıklarını örtemez.
Cambridge Yaklaşımı, bireylerin gelirle ine bağlı ola rak tutmak istedikleri para miktarını, para veya al ernatif biçimlerde tutabileceklerini kabul eder. Servetin birleşimi ile para talebi arasındaki ilişki incelenmese bile, çeşitli aktiflerin getirilerindeki değişmenin sonucu olarak para ve diğer aktifler arasındaki ikame göz önüne alınır. Dolayısıy la, nakit tutmanın yararlılığı ile mal satın almanın veya di ğer aktifleri tutmanın yararlılığı karşılaştırılır(33). Fiyat bekleyişleri, kişilerin bu kararlarında önemli rol oynar. Fi yatlarda artış bekleyişleri, paradan çok fizik mal tutmayı çekici kılar. ·Ekonomide belirsizlik derecesi yüksek olduğu zaman, düşük olduğu duruma göre daha çok para talep edi lir( 34).
(32) M.FRIEDMAN (1970): s.200.
(33) M.FRIEDMAN (1970): s.202.
J.HERMAN (1984): "Monetarism: A Paradoxical Counter Revolution", H0PE, 16(4), s.584.
Bütün bu söylenenlerden, Cambridge k'sını belirleyen etkenler şöyle gösterilebilir:
olarak yazılabilir.
Burada , faiz oranı, diğer aktiflerin getirileri, te şebbüs karları gibi faktörleri içerirken; u, ödeme alışkan lıkları, konjonktür tahmini, savaş beklentisi gibi bazı fak törleri ifade eder.
Sonuç olarak, Cambridge Nakit Dengeler Yaklaşımının tam gelişmiş bir porftöy analizi olmasa da, bunun bir başlan gıcı olduğunu söylemek hatalı olmaz.
MİKTAR TEORİSİNİN DOLAYLI İFADESİ: WICKSELL Wicksell'in Miktar teorisini ilk analizinde temel so
runu, paranın dolanım hızının otonom olup olmadığı sorunu ol masına rağmen, onun para teorisine asıl katkısı, para mikta rını fiyatlara-faiz oranları yoluyla bağlayan "dolaylı meka nizma"n.ın dikkatli bir yeniden ifadesini sunmasıdır(35).
Thornton'un 1803'de yazdığı düşünce ve kavramları sis tematik biçimde ilk geliştirendir. Interest and Prices (Geldzins und Gurterpreise) adlı eseri, Fisher ve Marshall' dan çok önce 1898 de yayınlanmış olmasına rağmen, ilgilerin
(35) G.P.O'DRISCOL (1977): s.39-43.
odağı oluşu daha sonraya rastlar.
Wicksell, Interest and Prices (1898) da "doğrudan" me kanizmayla ilgilenmez. Ancak 1906'da yazdığı Lecture'un ikin ci bölümünde "doğrudan mekanizma"yı değiştirir ve ve reel ba lans etkisini içeren doğrudan mekanizmayla dolaylı mekanizma yı yeni bir versiyonda birleştirir. Bu iki ayrı çalışmada vurgulanan iki ayrı ekstrem (uç) sistemdir: İlki, "Saf bir kredi sistemi", diğeri ise kredinin olmadığı "pür nakit sis temi"dir(36). Wicksell'in amacı ilk sistemi açıklamaktır.
"Pür kredi sistemi"nin analizinde, başlangıç noktası, tam istihdamın, serbest rekabetin, fiyat elastikiyetinin oldu ğu, nüfusu ve teknik gelişmeleri sabit olan bir durgun ekono midir. Tüm para, borçlanma yoluyla yaratılmış banka parasıdır (ki Wicksell bunu kredi olarak adlandırmaktadır). Analizinde dört iktisadi ajan (ücretliler, girişimciler, kapitalister ve bankalar) vardır ve zamanı dönemlere ayırarak inceler(37).
Dönemin başlangıcında, bankalar ödünç verilebilir fon larını arttırarak, kredi fiyatında yani piyasa faiz oranında düşmeye neden olurlar. Piyasa faiz oranı, doğal faiz oranı nın (bu oran, talep ve arz edilen reel sermaye miktarlarının eşit olduğu, yani mevcut tasarrufların hacmini, yatırım için talep edilen fonların hacmine eşitleyen orandır) altına düş tüğü zaman, bu düşmeden dolayı, mevcut sermaye mallarından gelecekte beklenen net kazançların kapitalize edilmiş değeri artar. Girişimciler yatırımlarını arttırmak isterler ve üre tim araçlarını, tüketim malları kesiminden, yatırım malları kesimine kaydırırlar. Bu durum üretim araçlarının fiyatları-
(36) M.BLAUG (1978): s.648,649. V.L.GARBOVA-G.MAAREK "Les Paradigmes Monetaries, Keynes, Friedman Autres", EA, XXXV(4), s.614.
(37) Bkz. V.L.GARBOVA-G.MAAREK (1982): s.615-616.
(1982):
et les
nı, onların sahiplerinin gelirleriyle birlikte yükseltir. Şimdi, üretim araçlarının tüketim malları kesiminden çekilme sinin sonucu olarak tüketim mallarının üretimi düşerken, bir yandan da, gelir artışlarının sonucu olarak, tüketim malları na yapılan harcamalar arttığından tüketim mallarının fiyatla rı yükselir. Girişimcilerin fiyat bekleyişlerini, bu yüksel melere ayarlamalarıyla yatırımlardan beklenen kazançlar da artar. Girişimciler sermaye malları için daha fazla ödeme yapmaya razıdırlar, süreç böylece kendini tekrarlar(38). Ve piyasa faiz oranı, doğal oranın altında kaldığı sürece de de vam eder(39).
Sonuç olarak, bu analizde Wic!<sell ekonomide denge için üç koşulun olması gerektiğini belirtir. Doğal faiz oranı ile piyasa faiz oranı arasında denge; exante yatırım-tasarruf eşitliği; değişmeyen (istikrarlı) bir genel fiyat seviye si(40).
Wicksell'daki bu parasal denge sorununun, para teorisi açısından bakıldığında, daha temel bir soruna, statik uzun dönem Miktar eşitliğinin dinamik karşılığı sorununa eğilmeye ve gelir-harcama mekanizması ile faiz oranları lehinde nakit-
(38) H.VISSER (1974): s.138-139.
(39) Wicksell'in "kümülatif süreç" analizinin genellikle ka bul edilen bu açıklanmasına karşılık, asıl sorunun piya sa faiz oranı istikrarlıyken, reel etkenlere bağlı olan doğal faiz oranlarının değişmesi olduğunu, dolayısıyla böyle bir sürecin reel kesimdeki değişmelerden kaynak landığını vurgulayan görüşler de mevcuttur. V.L.GARB0VA G.MAAREK (1982): s.616.
(40) H.G.J0HNS0N-R.A.N0BAY (1977: s.473 ve İ.PARASIZ (1982):
s.163. Fakat Wicksell'in istikrarlı bir fiyat seviyesi için doğal faiz oranı ile piyasa faiz oranının eşit olması gerektiği-koşulu, daha sonra Davidson, Koopmans, Hayek gibi-iktisatçılarca eleştirilere uğradı. Böyle bir den genin durgun bir ekonomide geçerli olduğu, oysa genişleyen bir ekonomide fiyat seviyesini istikrarlı tu tan faiz oranının daima doğal oranın altında olduğu; do layısıyla parasal denge için parasal bir değişkenin sa bit olmasına gerek olmadığı vurgulandı (MV=PT). H.VISSER (1974): s.179-183.
balans mekaniklerini terketmeye yolaçtığını(41); ve para teo risinin sadece bir para talebi teorisi olarak yorumlamanın yanıltıcı olduğunu(42) gösterdiğini söyleyebiliriz.
Genellikle textbooklarda, ikincil öneme sahip olan ya da tümüyle ihmal edilen Wicksell analizinin aslında para teo risinde kilit bir rol oynamakta olduğu ve tarihsel bir pers pektiften bakıldığında, Miktar Teorisinin dinamik bir formü lasyonu olarak gelişen Wickselyen transmisyon mekanizmasının, Keynesyen transmisyon mekanizmasına öncüllük ettiği görülmek tedir(43).
SAY KANUNU VE MİKTAR TEORİSİ
Neo-Klasik İktisatın·temel direklerinden biri paranın miktar teorisiyse, diğeri de_Say Kanunu ile bütünleştirilmiş bütün mal ve hizmet piyasalarını kavrayan ve mikro ekonomik bazlı Walrasgil Genel Denge analizi'dir.
Yukarıda ayrıntılı biçimde incelemeye çalıştığımız Miktar Teorisi, para piyasas ndaki dengeyi ifade eder. Para arz ve talebini eşitleyen, her para stokuna karşılık gelen bir tek fiyatlar genel seviyesi söz konusudur. Miktar Teori sinin çeşitli versiyonları farklı para tanımı vurgularlar. Para ya sadece bir hesap birimidir (Muamele Yaklaşımı) ya da gelir ve harcamaların eşanlı gerçekleşmemesinden dolayı belli bir zaman için değer saklama fonksiyonuna sahiptir (Nakit Denge Yaklaşımı). Her ikisinde de paranın kendisi için talep edilmediği, ancak diğer malları ve hizmetleri satın almak için talep edilmekte ve hemen elden çıkarılmakta olduğu vurgulanmaktadır. Dolayısıyla, para yansızdır; ticari muame-
(41) H.G.JOHNSON-R.A.NOBAY (1977): s.472. (42) M.BLAUG (1978): s.647.
(43) H.G.JOHNSON-R.A.NOBAY (1977): s.479.
leleri kolaylaştırmak için bir araç, bir örtü vazifesi gör mektedir. Buna göre para piyasasında oluşan fiyatlar genel seviyesi mal piyasasını etkilemez.
Mal piyasasında ise, malların birbirlerine göre deği şim oranları, dolayısıyla nisbi fiyatları belirlenir. SAY KA NUNU'na dayanılarak ifade edilen mal piyasası dengesi, bir takas ekonomisi için düşünülmüştür. Öz olarak, "Her arzın kendi talebini yarattığı" ifadesi şöyle açıklanabilir(44): İnsanlar zevkleri için değil, tatmin sağlayan mal ve hizmet leri elde etmek için çalışırlar. Emeğin ve mübadelenin ayrış tığı bir ekonomide, hiç kimse kendi çabasıjla tüm ihtiy çla rını tatmiri edemediğinden, etkinliğinin nisbi olarak fazla olduğu malları üretir ve kendi kullandığından fazlasını, ih tiyaç duyduğu diğer mallarla mübadele eder. Böylece üretim faaliyeti, diğer malların da talebini oluşturmuş olur. Her bireyin üretimi (arz) diğer mallara olan talebini oluşturdu - ğuna göre toplam talep, toplam arza eşittir.
Tek tek mallar için talep veya arz fazlasından bahse dilse bile, tüm ekonomi için böyle bir fazlalık mantıksal olarak mümkün değildir(45).
Say Kanunu'nun, bir takas ekonomisi için düşünülmüş olsa da, para kullanan bir ekonomi için de geçerli olduğuna inanılır. Çünkü para kendisi için istenmeyeceğinden, derhal başka mal ve hizmetlerin alımı için elden çıkarılacağından, rasyonel bireyler atıl
para tutmayacağından, sadece bir müba dele aracı olarak rol oynar. Öyleyse, paralı bir ekonomide Say Kanunutnun uygulanabildiğini söylemek, ekonomide bir para talep fazlasının olmadığını ifade etmektir.
(44) G.ACKLEY (1970): s.110.
(45) M.BLAUG (1978): s.153.
. mallı, kapalı bir ekonomi old uğun u varsayalım. n maldan herhangi biri numeraire olarak seçilsin (onun fiatı l'e eşittir). (n-1) tane belirlenecek değişim oranı veya nis bi fiyat vardır. Bu durumda para soyut bir hesap birimidir ve b6yle bir para fizik olarak varolsa bile gerekli değil dir. Bir hesap birimi olan para, dolaşan paradan (insanların bir değer deposu olarak tuttuğu) tamamen farklıdır. Paranın fonksiyonunun yalnızca hesap birimi olduğu bir ekonomide, ta lep edilen tüm malların toplam değeri, daima arzedilen malla rın toplam değerine eşittir(46):
Bunu şu özdeşlikle ifade edebiliriz:
(1)
Bu 6zdeşlik Walras Kanunu olarak bilinir. Bir takas ekonomisinde veya paranın bir hesap birim olduğu ekonomide mantıksal olarak bir arz fazlasının imkansızlığını ifade eder.
Eğer para olarak düşündüğümüz mal, sadece bir hesap birimi olarak değil de, aynı zamanda bir değer deposu olarak hizmet ediyorsa, o zaman ekonomide para talebi para arzına eşitse, (n-1) malın toplam talebi ile toplam arzı birbirine eşit olacaktır:
EğerDn
= S n
ise
P.ıS.ı( 2)
Buradan, paraya olan toplam talebin parayla değişti rilmek üzere sunulan (n-1) sayıda malın toplam değerine; para arzının ise para karşılığında talep edilen (n-1) sayıda malın
(46) H.VISSER (1974): s.170.
toplam değerine; eşit olduğu sonucu çıkarılır(4). Yani;
D ve S ekonomiden sayıda (para da dahil) mala karşı olan toplam arz ve talebi göstermek üzere
yazılabilir.
Özetle, Walras Kanunu, piyasaya giren para ve toplam mal arzının, piyasadan çıkan para ve mal talebine eşit olması gerektiğini ifade eder(48).
Ekonomid• e Dn
ile Sn
arasındaki pozitif veya negatif
fark aynı zamanda bir mal arz fazlası veya mal talep fazlası- nı ifade eder (Bir mal arz fazlası, bir para talep fazlası dır). EDi mal talep fazlasını, ESn-l mal arz faslasını; E para talep fazlasını göstermek üzere
Ö.ULUATAM (1980): Makroiktisat, S Yayınları, Ankara, s.205.
H.G.J0HNS0N (1970): "Monetary Theory and Policy" Essays in Monetary Economics, Sec. Ed., George Allen and Unwin Ltd., s.18.
yazabiliriz.
Parasal bir ekonomide, genel bir aşırı üretimin olma dığını söylemek, EDn = O olduğunu söylemektir(49).
Say Kanunu'nun Walras Kanunuyla birleştirilmiş biçimi
olan Say Özdeşligi de eğer ED n
= O ise, ekonomide mal piyasa
larında toplam aşırı talebin sıfır olduğunu ifade etmektir.
Yani
(7)
İnsanlar sadece diğer malları derhal alabilmek.için gereken parayı kazanmak amacıyla mallarını arzederler. Bu, fiyatlar seviyesindeki bir değişimin hiçbir şekilde mal ve para piyasası arasındaki ilişkiyi boz adığını belirtir.
Say Özdeşliği "homojenlik postülasına" dönüştürülebi lir. Matematiksel olarak, mal talep fonksiyonları, parasal fiyatlara göre sıfırıncı dereceden homojendirler. Buna göre, mal talep fonksiyonları, mutlak fiyatlardan tamamen bağımsız olup, sadece nisbi fiyatlara bağlıdır. Yani, bütün mutlak fi yatların belli bir oranda artması ya da azalması belli bir mala karşı talebi etkilemeyecektir(SO).
Fazla mal talep fonksiyonu da mutlak fiyatlara değil, sadece nispi fiyatlara bağlıdır. Bu durumda para talep fonk siyonu da bunlardan türediğinden, o da sadece nispi fiyatlara
(49) M.BLAUG (1978): s.155.
(50) a.g.e., s.156.
bağlıdır(51).
Bir mal piyasasının daima dengede olduğunu, aşırı ta lebinin sıfır olduğunu ve dengeyi sağlayan unsurun nisbi fi yatlar olduğunu söylemek, malın fiyatının belirsiz olduğunu söylemektir; yani mutlak fiyat seviyesinin ne olacağı sorusu cevapsız kalmaktadır. Matematiksel olarak, bu belirsizlik, veri bilinmezleri çözmek için ekonomik olarak anlamlı eşit liklere sahip olunmamasının bir sonucudur(52): (7) no.lu denklemler sistemi incelenirse, (n-1) bilinmeyene karşı (n-1) eşitliğe sahip olduğu görülür. Walras Kanunu'na göre, bir eşitlik daima elimine edildiği için sistem (n-1) bilinmeyene karşılık (n-2) bağımız fonksiyondan kurulur. Dolayısıyla sis tem belirsizdir(53).
Mutlak fiyatlar seviyesinin ne olacağı sorununu, Neo Klasik İktisatçılar bilindiği gibi, Para piyasasında çözmeye çalışmışlardır. Miktar Teorisiyle ilişkili olarak, her para stokuna karşılık gelen yalnız bir mutlak fiyat seviyesi var dır; oysa yukarda da belirtmiş olduğumuz gibi, Say özdeşli ğinin kabulü halinde bütün mümkün fiyatlar seviyesinde para piyasası dengededir. Bu durumda Miktar Teorisiyle Say Özdeş liği (Kanunu) arasında açık bir çelişki söz konusudur. İlginç olan, para talebi fayda fonksiyonlarına dahil edilirken, bir yandan da reel kesim-parasal kesim ayrımının sürdürülmesi dir(S4).
Keynesgil İktisatın, Neo-Klasik İktisatı hedef alan eleştirilerinin yoğunlaştığı temel konulardan biri de, Neo Klasik dikotomi diye adlandırılan para ve değer teorilerinin bu geleneksel ayrımıdır.
(51) G.ACKLEY (1970): s.111.
(52) M.BLAUG (1978):_s.157.
(53) H.VISSER (1974): s.172.
(54) A.S.AKAT (1980): İktisadi Analiz, İ.Ü.İkt.Fak.Yayını, İst., s.311.
Keynes'in saldırıları daha sonra, dikotominin "geçer li"liği ve "tutarlı"lığının, paranın yansız olup olmadığı ko şullarının ve para teorisiyle tutarlı bir değer teorisinin gerekliliğinin sorgulanmasına yol açmıştır(55).
1942'de başını Patinkin'in çektiği bir grup iktisatçı, Klasik Değer Teorisi ile Paranın Miktar Teorisi arasındaki çelişkiye dikkati çekerek (0.Lange'den yola çıkarak) her iki sini içermeye çalışan Neo-Klasik Teorinin ciddi bir mantık sal hata yaptığını vurguladılar. Patinkin, bu çelişkinin, arz ve talep fonksiyonlarının, nispi fiyatlar kadar, reel nakit dengelere de bağlı olduğu kabul edilerek ortadan kaldırılaca ğını; Neo-Klasik teorinin temel özellikleri korunarak Para ve Değer Teorilerinin bütünleştirilebileceğini öne sürdü(S6).
Patinkin, yukarda belirttiğimiz (7) no.lu sistemi be lirsiz kılan "kayıp eşitliği", Cambridge Eşitliğini kPT-M=0 şeklinde sisteme sokarak telafi etti(57).
Talep fonksiyonlarının nispi fiyatlar kadar, reel ba lans stokuna bağlı olmasının sonucu olarak; diyelim ki fiyat seviyesinde bir artış olduğunda, bu insanların reel balansla rını azaltacak ve onların harcamalarını kısarak reel denge lerini yeniden kurmalarına yol açacaktır; bu durumda fiyatlar düşecek ve reel balansların varlığı, fiyat seviyesinin istik rarını sağlayacaktır(58).
İnsanların talebinin nominal balanslardan çok, reel balanslara bağlı olması varsayımı, aynı zamanda paranın yansızlığını
(55) H.G.J0HNS0N (1970): s.17.
(56) a.g.e. s.18.
(57) M.BLAUG (1978): s.157. İ.PARASIZ ..( 983): "Paranın Yan sızlığı ve Patinkin Sistemi", UUİIBF Dergisi, IV(l), s.47.
(58) H.G.J0HNS0N (1970): s.80.
ve para miktarıyla fiyatlar seviyesinin oransallığını ifade eder, çünkü herkesin parasal değerleri ve fiyatlar seviyesi eşan ı olarak. iki misline çıksa, nispi fiyatlar ve bireylerin reel balansları değişmeden kalacak ve sistem bozulmadan den gede kalacaktır. Böylece, reel balans etkisi klasik dikotomi yi kırar, ama sistemin reel dengesini para miktarının etkile meyeceği, para miktarının sadece fiyatlar seviyesini etkile yeceği önerileri saklı kalır(59).
MİKTAR TEORİSİNİN YENİDEN DEĞERLENDİRİLMESİ (MODERN MİKTAR TEORİSİ)
Keynesyen Devrim tarafından entellektü el değerinden uzaklaştırılmış olan Klasik Para Teorisi, M.Friedman ve ar kadaşlarının yazdığı Studies in the Quantity Theory of Money' ni n 19 56'da yayınlanmasından sonra, enflasyon ve konjonktür dalgalarının açıklanmasında paranın rolünü vurgulayan şekil de, "Monetarizm" adı altında yeniden ortaya çıkmıştır(60).
Friedman'ın kendisi, Monetarizmi Miktar Teorisiyle ta nımlar: "Öteden beri, Miktar teorisi diye adlandırılmış olan şey, şimdi Monetarizm olarak adlandırılır"(61).
Bu tanımlama kuşkusuz, ne Monetarizmin, ne de Miktar Teorisinin içeriğinin ne olduğunu açıklama açısından yeterli dir. Ancak, burada vurgulanan nokta, Miktar Teorisinin, eski anlamını az çok kaybetmiş olsa da, Monetarizm ile birlikte tekrar değerlendirildiği ve Monetari zmin de bir geleneğin de vamı olduğudur.
(59) a.g.e., s.80.
H.G.JOHNSON-A.R.NOBAY (1977): s.470.
R.T.SELDEN (1977): "Monetarism", S.WEINTRAUB Modern Economic Thought, Un. of Pennsylvania içinde s.254.
(1977):
Press,
Eski Miktar Teorisiyle, Çağdaş Monetarizmin arasındaki uygun sınırı çizen Studies (1956)'in, Friedman'ın Keynesyen bir dünyada Miktar Teorisinin tek kalesi olarak(62) nitelen dirdiği Chicago Okulu Çevresinden çıkmış olması, şaşırtıcı olmasa gerektir. Studies, bu okulun sözlü geleneğiyle nesil den nesile aktarılan Miktar Teorisinden etkilenmiş bir grup aydının, temel teorilerini sundukları 4 ampirik çalışına ile okuyucuyu zorlayan, Miktar Teorisinin yoğun ve gizemli bir yeniden ifadesini (restatement) sunan toplu bir çalışma dır(63).
Restatement'ın temel tezi, Miktar Teorisinin bir çık tı, parasal gelir veya fiyatlar teorisi değil; bir para tale bi teorisi olduğu(64); paranın bir aktif veya sermaye malı olduğu, bu yüzden para talebinin bir sermaye teorisi sorunu olduğudur(65). Friedman da para talebini Cambridge Gelene ğinde olduğu gibi, Genel talep teorisinin özel bir uygulaması olarak ele alır. Para da, diğer herhangi bir aktif gibi, ser vetin taşınma yollarından biridir ve elinde bulunduran bireye bir hizmetler akımı sağlar; elde tutulan para arttıkça para nın sağladığı hizmetlerin diğer varlıkların sağladığı hizmet lere oranı azalır. Bu ise, tüketilen mallar arasındaki aza lan marjinal ikame oranı genel ilkesinin özel bir uygulama sından başka birşey değildir(66).
(62) H.VISSER (1974): s.183.
Bu kitap şu çalış_malardan oluşur: M.FRIEDMAN: "The Quantity Theory of Money: A Restatement"; P.CAGAN: "The Monetary Dynamics of Hyper Inflation"; J.KLEIN: "German Money and Pri ces 1932-1944"; E.LERNER: "Inflation in the Confederacy. 1861-65"; R .SELDEN: "Monetary Velocity in the U.S.".
Bkz. M.FRIEDMAN (1956): "Restaternent", s.4. (65) H.G.JOHNSON (1970): s.31.
(66) D.LAIDLER (1983): s.67.
Analizin çabası, bütçe sınırının y pısının ayrıntılı bir şekilde incelenmesi ve paranın alternatif maliyetini öl çecek uygun değişkenlerin seçilmesi üzerinde yoğunlaşmış tır. Servetin toplam miktarı, herhangi bir aktiften (serve tin herhangi bir şeklinden) elde tutulabilecek miktarın ve bu arada talep edilebilecek para tutarının sınırı o1d uğuna göre, uygun alternatif maliyet ölçeği de, para dışındaki di ğer aktiflerin elde tutulması ile edinilen getiri oranları dır(67). Öyleyse, servet sadece bütçe sınırını sağlamakta de ğil, fakat elde tutulan çeşitli şekillerdeki servet yoluyla para talebini etkilemesi bakımından da önemlidir(68).
Ancak Friedman, bütçe sınırı olarak gelirden ziyade serveti vurgularken, para talebi fonksiyonunda kabul edilebi lir bir servet ölçüsünün bulunması sorunu ile karşılaşır: Bu sorunun çözümünde sermaye teorisinin temel bir prensibi, yani "servetin, gelirin kapitalize edilmiş değeri olduğu" kulla nılır(69). Analizini sermaye teorisi kavramlarına dayandı-. ran Friedman, servetin bir temsilcisi olarak, cari gelirin kullanımını reddederek, onun yerine bir uzun dönem gelir (Sü rekli Gelir) kavramını( 70)parasal analizine katar ki, bu geçmiş ve bugün gelirlerinin bir ortalamasını ifade eder. Bu şekilde ölçülen geniş servet kavramı, "maddi (beşeri olma yan)" servet biçimlerini içerirken, aynı zamanda "beşeri" un surları da içine(71) alarak iki kısımda incelenir. Servetin bazı biçimleri, diğerlerinden daha az akışkan olduğu (beşe ri servet akı kan değildir) için onları gelire dönüştürmek her zaman (özellikle işsizlik dönemlerinde) mümkün olmadığın dan, beşeri servetin, maddi servete oranını (W) dikkate almak
(67) a.g.e., s.68.
(68) B.MORGAN (1978): Monetarists andKeynesians, Holland, s.74-7 .
(69) B.MORGAN (1978): s.75.
North
(70) Bkz. M.DARBY (1976): Macroeconomics, McGraw Hill, N.Y., s.75.
(71) H.G.JOHNSON (1970): s.32.
önemlidir(72). Öte yandan, maddi servetin, servet şekilleri arasında nasıl ayrımlanabileceği de mevcut kazanç (getiri) oranlarına bağlı olduğundan tahvilin getiri oranı (rb)' hisse senetlerinin getirisi (re) ve beklenen enflasyon oranı (ya da paranın getirisi) (1/p • dp/dt) para talebi fonksiyonun da içerilmelidir. Bunun yanında, sermaye artış kazancı veya kayıpları da parayı elde tutmanın alternatif maliyetinin bir bölümü olduğundan, getirilerin hesaplanmasında gözönünde tu tulmalıdır(73).
Bütün bu noktaları dikkate alarak Friedman reel para talebi fonksiyonunu aşağıdaki şekilde belirtir:
Burada V = 1/k dır. Görüldüğü gibi, bu şekliyle yeni Miktar Teorisi, eski Miktar Teorisine çok benzerdir, iki önemli fark vardır:
( 1) V ( veya k), Modern Miktar Teorisinde, eskisinde olduğu gibi, kurumsal olarak belirlenmiş sabit bir değer ola rak alınmaz; belli sayıda gözlenebilir büyüklüğün (faiz ora nı, enflasyon bekleyişi gibi) istikrarlı bir fonksiyonu ola rak kabul edilir.
(2)Friedman'ın eşitliğindeki Y cari muamelelerin pa rasal değerini değil, servetin bir temsilcisi olan "Sürekli
(72) B.MORGAN (1978): s.75.
(73) D.LAIDLER (1983): s.70
Gelir"i ifade eder(74)". Gelirin, servetin bir temsilcisi olarak vurgulanması ••. kavramsal olarak belki, eski Miktar Teorisiyle yeni formülasyon arasındaki temel farktır(75).
Eski Miktar Teorisini, yeni formülasyondan farklılaş tıran ''Sürekli Gelir" kavramı, aynı zamanda onu para talebi nin Keynesyen analizinden de ayıran temel kavramdır. Çünkü buradaki 'gelir', Milli hesaplarda ölçülen gelir değil, bi lindiği gibi servet stoku üzerinde net bir kazanç olarak an laşılan gelirdir. Oysa Keynes'de ervet hemen hemen tümüyle ihmal edilmiştir, Keynesyenler ise Cambridge uygulamasını iz leyerek genellikle serveti, beşeri olmayan özelliğiyle ele almışlardır(76).
Friedman'ın kendisi, para talebi yaklaşımının, Cambridge Nakit Dengeler Yaklaşımı ve Keynesyen Portföy ana- 1izi üz erine inş a ed i1 di ğini kabu1 etm ekted ir( 77). A ncak , Friedman parayı elde tutma sonucunu veren güdülerden dikkat leri uzaklaştırarak, değişik koşullar altında bireylerin ne kadar parayı tutmak istediklerini belirleyen etkenleri ince lemektedir(78).
(74) B.MORGAN (1978): s.76.
(75) M.FRIEDMAN (1970): s.203.
(76) H.G.JOHNSON (1970): s.32-33.
(77) M.FRIEDMAN (1970): s.202.
(78) D.LAIDLER (1983): s.65.
B. MONETARİZM
M0NETARİZMİN TANIMI
- Humpty Dumpty, küçümseyen bir ifade ile, 'ben bir kelimeyi kullandığım zaman", dedi "seçtiğim kelime
ne anlatmak istersem onu anlatır; ne eksik, ne faz
ı a" .
Alice, "sorun burada" dedi "kelimeleri isterseniz çok çeşitli anlamlar yükleyerek kullanabilirsiniz."
Humpty Dumpty ise "sorun hangi anlamın temel oldu ğudur, bütün sorun budur" diye cevapladı."
(LEWIS CARR0LL, Through the Looking Glass)
19S0'lerin başında M.Friedman ve bir grup Chicago'lu nun temellerini attığı, 1968'de Brunner tarafından "Moneta Fizm" diye adlandırılan(79) paradigmanın karmaşıklığı da, ke lime olarak "Monetarizm"in kesin bir tanımının yapılamamasın dan kaynaklanır. Kelimelerin genellikle fikirlerin iletişi minde başarılı olamaması, spesifik terimlerin belirsizliğin den ortaya çıkan yanlış anlamaların bilimsel tartışmalarda temel bir rol oynamaya başlamasıyla, daha büyük önem kazanır. Bu gibi yanlış artlamaların olasılığı ise, eğer belli bir ke lime, farklı insanlara farklı şeyler ifade ediyorsa, daha da artar(B0).
"Monetarizm" terimi" Karl Brunner'in "The role of Money and Monetary Policy" Fed.Res.Bank of St. Louis Review Vol.50, July 1968 makalesinde ilk kez kullanılır. 1970 de David Fand'ın "Monetarism and Fiscalism" (Banka Naz. Lavaro Quarterly Review, September 1970, pp.3-34) de popülarize edilir.
D.PURVIS (1980): "Monetarism: A Review", CJE, 13(1), s.96-97.
Gerçekten, Monetaristler, doktrinlerinin kesin kapsa mında anlaşamazlar. Popüler vurgulamada, terim dar şekilde, faiz oranı gibi kredi piyasası göstergelerinden ziyade, para sal büyüklükleri kontrol etmenin önemini vurgulayan para po litikası olarak yorumlanır(81). Veya, para stokundaki değiş melerin parasal gelirdeki değişmeleri açıklayan etken faktör olduğu ve böylece "Miktar Teorisi"nin yeni bir ifadesi olduğu öne sürülür(82). Fakat daha geniş anlamda kullanılırsa, "Mo netarizm" terimi Miktar Teorisinden sapan çok sayıda başka bazı önerileri içerir ve maalesef ki, bütün bu görüşler seti yalnız bir tek terim altında ya gılanır. Bu da, Monetarist Keynesyen okulları keskin hatlarla ayıran bölünmelere yol açar. Adeta Monetarizm, "Anti-Keynesyenizm" ile eşitlenir.
Bu karmaşıklık, Monetarizmin taraftarı ve karşıtı olan pekç ok düşünürce, doktrinin tanımlanması, sınıflandırılması çabalarına(83) yol açmasına rağmen, yine de evrensel olarak kabul edilmiş bir Monetarizm tanımı olmadığı gibi, kimin Mo netarist olup, kimin olmadığının da kabul edilmiş bir sınıf laması ortaya çıkmamıştır. Bunun sebebi ise, kuşkusuz, her hangi bir iktisatçının niteliklerinin bir "vektörle" tanım lanabilir olmasından ve herhangi bir tanımın da bu vektörün elemanlarının sadece bazılarını vurgulayabilrnesinden kaynak lanır(84).
Görülen odur ki, Monetarizm gibi son otuz yıldır tar- tışılmakta olan bir_paradigmayı, dar sınırlı bir tanımın içine
(81) T.MAYER (1978): s.1.
Bu Çalışmaların başlıcaları: T .MAYER ( 1978), D.PURVIS (1980), J.STEIN (1976): Monetarism, North Holland, N.Y., D.LAIDLER (1981): "Monetarism: An Interpretation and An Assesment", EJ, 91(361), s.1-28; D.LAIDLER (1982) Mone tarist Perspectives, Harvard Un.Press, Camb.
K.HOOVER (1984): "Two Types of Monetarism", JEL, XXII, s.58.
sokmanın imkanı yoktur. Friedman'ın Restatement'ıyla ilk adımları atılan kavram, geçen otuz yıllık zaman içinde vurgu larında önemli farklılıklarla birlikte kendini yeniden üret mektedir.
19SO'lerin ortalarından 196O'ların başına kadar, tar tışmanın odağı para talebi, parasal gecikmeler ve para ve ma liye politikasının nispi gücü iken; 196O'1arda dikkatler, ar tan biçimde parasal büyüklüklerin kontrol edilebilirliğine kaymıştır. 196O'ların sonları ve 197O'lerde se, ciddi bir enflasyonun ortaya çıkışıyla birlikte, hem Monetaristlerin, hem de onu eleştirenlerin çabası, üretim ve fiyat değişmele ri arasında olan nominal gelir değişmelerinin birleşimini açıklayabilen parasal modellerin kurulmasına yönelmiştir(85).
197D'lerin başlarına kadar, "Monetarizm" diye adlandı rılan paradigmanın tartışmasız 1itleri M. Friedınan'(86) olmuş tur. Ancak, bugün Monetarizm tanımı altında birbiriyle yoğun şekilde tartışan, bazı temel noktalarda çelişen, Friedman'ın dışındaki, çeşitli versiyonları görmek gerekir.
(85) R.SELDEN (1977): s.254.
197O'lere kadar, "Monetarizm" olarak nitelendirilen pa radigmanın en önemli yaratıcısının M.Friedman olduğunu belirttik. Ancak Monetarizmin "Friedman Versiyonu" di yebileceğimiz kısmına katkı yapan diğer Monetaristleri gözardı etmek mümkün değildir. Friedman'ın Chicago Oku lu ve St.Louis Federal Rezerv Bankası'ndaki izleyicile rinin, bu versiyonun ampirik delillerle desteklenmesini sağlamada· önemli etkileri vardır. Bunların başında Chicago Okulundan olan P.Cagan, R.Selden'ı sayabileceği miz gibi, Friedman'la ortak çalışmalar yapan Anna Schwartz ve David Meiselman'ı gösterebiliriz. Bunlardan başka, St.louis Fed.Res.Bankası uzmanları olan L. Andersen, J.Jordan, Keran ve Keith Carlson gibi isimler vardır.
Ayrıca KALDOR, Amerika'dakilere göre çok daha ılımlı ve yumuşak bir dille yazan H.G.JOHNSON ve A.A.WALTERS'ın da bu doktrinin seçkin savunucularından olduğunu belir tir. N•KALDOR ( 1982): " Yeni Monetarizm11 • Ç ev.: S.ÖKSÜZ, Para Teorisinde Devrim ve Karşı-Devrim, Eskişehir, s.46.
Özellikle Friedman'ın 1970 ve 1971'de yayınladığı ve nominal gelirin parasal bir teorisini formüle ettiğini be lirtti ği iki ünlü makalesinden(87) sonra çeşitli ekollerden eleştiriler(88) gelmesinin yanısıra, Monetarizmin teorikte mellerinin çekirdeğini oluşturanlardan kabul edilen Karl Brunner ve Allan Meltzer'in de yoğun eleştirileri olmuş ve onlar, "Monetarizmi, Standart Keynesyen IS-LM sınırları içinde yorumlamaya çalışan Friedman'ınkinden çok farklı bir Monetarist çatı" geliştirmişlerdir(89). Friedman' ın modeli nin tersine, onların modeli bir işsizlik durumunda hem üreti mi, hem de fiyatları belirler: Model, çeşitli aktif kategori lerini analize sokarken, aktif fiyatlarına (bu yüzden faiz oranlarına) özellikle de nispi fiyatlara hem Keynesyen Model lerden, hem de Fredman'ın modelinden daha fazla önem atf eder(90). Onların Monetarist yaklaşımları, mal, kredi ve para piyasaları arasındaki karşılıklı ilişkiler üzerinrle odaklana rak üretim ve fiyatlardaki kısa dönem değişikliklerinin açık lanmasını içeren geniş bir şekilde tasarlanmış bir nispi fi yat teorisine dayanır(91).
Brunner ve Meltzer'in analizlerinin daha ayrıntılı su numuna geçmeden, Brunner-Meltzer Versiyonu'nun Monetarizm olarak nitelendirilmesine karşı çıkanların olduğunu da be-
M.FRIEDMAN (1970): "A Theoretical Framework for Monetary Analysis", JPE, 78(2). M.FRIEDMAN (1971): "A Monetary Theory of.Nominal Income", JPE, 79(2).
K.BRUNNER-A.MELTZER (1972a): "Friedman' s Monetary Theory" JPE, 80(5). J.TOBİN (1972): "Friedman's Theore tical Framework" aynı yerde P.DAVIDSON (1972b): "A Keynesian View of Friedman's Theoretical Framework for Monetary Analysis", a.y. D.PATINKIN (1972b): "Friedman on the Quantity Theory and Keynesian Economics", a.y.
Bkz. K.BRUNNER-A.MELTZER (1972a) ve K.BRUNNER-A.MELTZER (1972b): "Money, Debt and Economic Activity" JPE, 80 ( 2) .
(90) R.SELDEN (1977): s.272.
(91) W.GEBAUER (1973): s.31.
lirtelim(92).
1970'lerde ortaya iki ilginç Monetarist model daha çıkmıştır. Bunlardan biri, D.Laidler'in geliştirdiği, Fried manvari bir nominal gelir eşitliği ve "adaptif" bir fiyat bekleyişleri eşitliğini Friedman'ın "doğal oran" hipotezi ile birleştiren; paranın, enflasyon oranında değişmelerin bek lenir olduğu kısa dönemde üretimi etkilediğini kabul eden ve faiz oranlarını eleyen modelidir. LAIDLER bu modelinde, adaptif bekleyişleri kullanarak, enflasyon oranlarındaki de ğişmelerle parasal bozukluklar arasındaki uzun gecikmeleri inceler(93).
İkincisi ise, temeli JOHN MUTH tarafından atılan, Robert Lucas, Thomas SARGENT ve Neil WALLACE'ın geliştirdiği; temel kısımlarından biri olan "Rasyonel Bekleyişler" hipote ziyle tanınan "New Classical" Makroekonomi Okulu' nun k urd-uğu Modeldir. Thomas Sargent, "bu modelin, S t.Louis Modelinden çok daha fazla Monetarist" olduğunu öne sürerken, aslında Ye ni Klasiklerin Monetar.ist olup olmadığı sorusu tartışmalı kalmaktadır. James Tobin, politika önerilerindeki benzerliği dikkate alarak, onları "Monetari st Mark II" olarak ad landı rır(94). Frank HAHN, Yeni Klasikleri, teorik varsayımlarının benzerliği yargısına dayanarak Monetarist kabul ederk n; Laidler ise Monetarist olmadıklarını, fakat daha ziyade
(92) Brunner ve Meltzer'in "Aggregative Theory fara Closed Economy" (J.STEIN (1976): Monetarism içinde s.69-104) ile "yeni elemanlar" getirdiklerini ileri sürdükleri analizlerinde aslında Modern Kuzey Amerikan Keynesyenle rinin çoğunun temel konusu olan Tobin'in üç aktifli yak laşımından farklı birşey sunmadıkları, modelin ayırdedi ci bir şekilde monetarist olmadığı, daha ziyade eklek tik bir makroekonomi gijrüşünü yansıttığı ileri sürülmek tedir. Bkz. D.PURVIS (1980): s.111-114.
(93) R.SELDEN (1977): s.273.
(94) J.TOBIN (1981): "The Monetarist Counter-Revolution Today An Appraisal", EJ, 91(361), s.36.
Avusturya okuluyla ilişkili olduklarını öne sürer(95).
Hernekadar tartışmalı olsa da, Friedman'ın versiyonun dan sonra önemli gördüğümüz Brunner-Meltzer versiyonu ve Ras yonel Bekleyişler yaklaşımını Monetarizm tanımı altında kabul etmeyi ve incelemeyi uygun buluyoruz.
M.Friedman'ın 1950'lerin başından bugüne kadar süren teorik ve ampirik çalışmaları, tezimizin asıl konusunu oluş turduğundan, ayrıntılı incelenmesini diğer bölümü bırakarak diğer iki versiyonu bu bölümde kısa da olsa incelemeyi amaç lıyoruz.
FARKLI MONETARİST YAKLAŞIMLAR
BRUNNER-MELTZER'İN YAKLAŞIMI: NİSP! FİYAT TEORİSİ
Brunner ve Meltzer (B-M), Friedman'ın Miktar Teorisi ni, Monetarizm ve Fiskalizm arasındaki farkı ortaya koyamadı ğı ve Monetarizmi "para ile gelir" arasındaki nedensel iliş kiye indirgediği için eleştirirler(96). Kaldor'un "yeni mone-
(95) K.HOOVER (19847: s.58 ve D.LAIDLER (1982).
(96) B-M, daha önce de sözünü ettiğimiz gibi, Friedman'ın 1970 ve 197l'de yayınladığı iki ünlü makaledeki "teorik çatı"yı eleştirirken ilkin onun bir kısa dönem teorisi olarak IS LM çatısını kabul ettiğini, bu durumun da onu Keynesyenlerle genel bir anlaşmaya ittiğini belirtirler. Buna karşılık, Friedman'ın üretim ve fiyatlarda gözlenen kısa dönem değişikliklerini açıklamak için, nispi fiyat larda, faiz oranlarında, hükümet harcamalarında, vergi oranları ve senetler stoğundaki değişmelerin etkisini tümüyle eleyen bir teori önerdiğini ileri sürerler. İkinci eleştirileri ise, Friedman'ın teorik çatısının, son yıllarda tartışılan önemli konulardaki bazı geliş meleri (eld edilen bilginin maliyeti, ayarlama maliyeti gibi) dikkate almadığı yolundadır.
Friedman ise, bu eleştirileri cevaplarken, aslında bu iki makalesinin National Bureau of Economic Research Occational Paper'daki bileşiminde, kendi yaklaşımıyla
tarizmi, bir 'Friedman Devrimi' olarak görmenin, 'Keynesyen Devrim'in tek kaynağının Keynes olduğunu söylemekten çok daha doğru olduğu"(97) nitelendirmesini de gerçek bir yanılsama olarak görürler ve Monetarizmin entellektüel gelişimini bu şekilde değerlendirmenin, ya literatürdeki (A.B.D.'deki) tar tışmaları gözden kaçırmaktan, ya da Monetarist fikirlerin bi limsel yapısını, halka yayılan popüler görüşlerle karıştır maktan kaynaklandığını öne sürerler(98).
B-M'in kendi modelleri ise, geniş biçimde ele alınmış bir nispi fiyat yaklaşımıdır. Bu yaklaşımda, ürün (ou put), kredi ve para piyasaları arasındaki ilişkiler üzerinde odak lanılarak, fiyatlar ve üretimdeki kısa dönem değişiklikleri nin bir açıklaması sunulur(99). Bu analizle B-M, geleneksel fiyat teorisinin açıklamayı başaramadığı herhangi bir kayna ğın kuııanım oranındaki değişikliğin kısa dönem etkilerini açıklamayı gerçekleştirecek biçimde, bilgi ve ayarlanma mali yetlerini de analize dahil-ederek fiyat teorisini yeniden for müle ettiklerini savunmaktadırlar(l00). Dolayısıyla bu yakla şımları, Keynesyen fikirlerin Monetaristlerce yeniden değer lendirilmesi olduğu gibi, aynı zamanda onlara bir alternatif olarak sunulur.
(..) Keynesgil yaklaşım arasındaki farkı vurgulayan dört pa ragraf eklediğini ve Brunner-Meltzer'in bunları dikkate alsalar bu yanılsamalara düşmeyeceklerini belirtmekte ve transmisyon mekanizmasının işleyişinde B-M'ye katıl dığını ifade etmektedir. Bkz. K.BRUNNER-A.MELTZER (1972a) "Friedman's Monetary Theory", s.848-849. M.FRIEDMAN (1972): "Comments on the Critics" JPE, 80(5) s.909,912.--
(97) N.KALD0R (1982).
K.BRUNNER ( 1971): ·11The Monetarist View of Keynesian Ideas" Lloyd Bank Review, ( 102), s.36.
(99) W.GEBAUER (1973): s.31.
(100) K.BRUNNER (1971): s.36.
Standart Makro Teorinin Eleştirisi ve Brunner Meltzer Modelinin Çıkış Noktaları
Brunner, Monetarist analizin, Keynesgil Transmisyon Mekanizmasını reddettiğini; fakat öte yandan başta Fisher ve Wicksell olmak üzere, Keynes'den de yararlandığını belirtir. Keynes, temel olarak nispi bir fiyat sürecinden hareket et mekte ve reel sermaye ile tahvili kabul etmektedir. Bu da, faiz oranındaki her değişmenin, zorunlu olarak dayanıklı tü ketim mallarına göre reel sermaye fiyatlarında bir değişmeyi gerektirdiğini ifade eder. Fakat Keynes'in analizinde, faiz oranındaki bir değişiklik mevcut reel sermayenin fiyatındaki değişikliğe eşit kabul edilerek bir basitleştirmeye gidi lir(lOl).
Keynes'in bu basitleştirmesinin terkedilmesinden sonra fiyat-teorik analiz bir değişimi gerektirmiştir. Fakat B-M'e göre, ne mevcut kaynakların kullanımındaki kısa dönem deği şikliklerini açıklayamayan Geleneksel Fiyat Teorisi; ne de, bir Ödünç Alma Maliyeti yorumunu geliştiren Keynesyenler, Keynes'in açıkça kabul ettiği bu eksikliği giderebildi ler(l02).
Eleştirilerinin odak noktasını, Hicks'in "Mr.Keynes and Classics" makelesi(l03) ve Meltzer-Patinkin'in(104) mo delleriyle sun4lan Standart Makro teori oluşturmaktadır(105). Hicks' in Klasik ve Keynesyen teorilerin sentezini yapması,
K.BRUNNER (1970): "The Monetarist Revolution in Mone tary Theory", WA, 105(1), s.3.
K.BRUNNER (1970): s.4. J.R.HICKS (1937: "Mr.Keynes and Classics: A Suggested Interpretation" Econometrica, 5, ss.147-159.
J.R.HICKS (1937): "Mr.Keynes and Classics: A Suggested Interpretation" Econometrica, 5, ss.147-159.
METZLER (1951): "Wealth, Saving and the rate of interest" JPE, 59 , ss.93-116. D.PATINKIN ( 1965): Money Interest a dPrices, Harper & Row, N.Y.
Bkz. K.BRUNNER-A.MELTZER (1972b): "Money, Debt and
çok önemli bir katkı olarak görülmekle birlikte, dikkatleri nispi fiyat. teorisinden kopararak grafik araçlarına yoğunlaş tırma gibi bir maliyeti de içerdiğini öne sürmektedirler. Hicks'in Sentezinin temel bir postülası, ürün piyasası eşit liklerinin, nominal gelir ve piyasa faiz oranlarının denge değerleri için çözülebileceği ve ürün piyasası için denge çö zümünün IS eğrisi olduğudur. Bu denge
I(i,Y)-S(i,Y)= O olarak gösterilir.
Y nominal gelir, i ise piyasa faiz oranıdır. LM Eğrisi veya Hicks'in versiyonundaki LL eğrisi ise, parasal kesimin denge durumunu gösterir:
M = L(i,Y)
IS ve LM birlikte, tek·bir nominal gelir düzeyi ve bir piyasa faiz oranını belirler. Hicks, açıkça reel oranı, IS ve LM'in kesişmesiyle belirlenmış oran olarak kabul eder(106).
Bu bağlamda parasal etkilerin transmisyonu, temel ola rak parametrik IS-LM eğrilerinin eğimleriyle yönetilir ve eğimler, transmisyon süreci analizi için gereken bütün bilgi leri verir(l07). Hicks'in sentezinde tahviller ve reel serma yenin tam ikame olduğu varsayılır ve reel sermayenin trans misyon sürecinden etkilenmeyeceği kabul edilir. Analizinde para ve tahvil piyasaları vardır, ama Walras Kanunu tahvil piyasasını .elimine etmekte kullanılır. Sonuç olarak, aktif piyasası olarak sadece para piyasası kalır(l08).
( •••) Economic Activity", JPE, 80(5), s.951. K.BRUNNER-A. MELTZER (1973): "Mr.Hicks and the Monetarist" Economica 40(157), s.44.
K.BR NNER-A.MELTZER (1973): s.45.
(107) K.BRUNNER (1970): s.3.
( 108) K.BRUNNER-A. MELTZER ( 1976): "Aggregative Theory f or a Closed Economy", J.STEIN (1976) (ed.) Monetarism, North Holland Com., N.Y., s.98.
Öte yandan, Lloyd Metzle_r'in analizi, tahvilin, reel sermayenin ve paranın rolünü ve paradaki değişmelerin nispi fiyatlar üzerine etkisini içerir. Analizin temel noktası, açık piyasa işlemleri ve para stokundaki sabit değişmelerin nispi fiyatlar üzerinde farklı sonuçlara sahip olduğunu gös termektedir(l09). Analizde reel üretim sabitleştirilir ve tüm parasal olmayan aktifler tam ikame olarak kabul edilir(ll0): böylece yalnız bir.aktif fiyatı _(veya faiz oranı), para ve di ğer aktifler arasındaki ikamenin• analizi için gerekenlerin tümünü kapsar(lll). Metzler'in analizi, önemli konuların ço ğunu kapsamakla beraber uzun dönem denge durumunun ötesini incelemez.
Sonuç olarak, Brunner ve Meltzer, ilk çizgileri Keynes'in Genel Teori·'siyle çizilen, sonra Hicks'in ünlü Restatement' ( 1937) ve Meltzler-Patinkin'in ( 1951-1965) mo delleriyle geliştirilen standart makro ( ik tisat) teorisinir-ı üç kusurunu çok önemli görürler(ll2). İlki, birkaç faiz değişkeninin atılması veya birleştirilmesidir. Tahvil ve reel sermaye bir tek aktifmiş gibi gösterilir ve sadece tek bir nispi fiyat (faiz oranı) vardır. Sermaye verimliliğindeki otonom değişmelerle veya para ve maliye politikalarındaki de-
K.BRUNNER-A.MELTZER(1972a): Theory" JPE, 80(5), s.841.
"Friedman'sMonetary
Metzler'in "tam ikame edilebilirlik" postülası, parasal olmayan finansal aktiflerin, reel aktiflerle yakın ika me; oysa i paranın hem finansal, hem de reel aktiflerle daha zayıf bir ikame sergilediği biçiminde yorumlanabi lir. Bu yorumla, finansal ve reel akitflerin yakın ika me oldukları savı zayıflar. "Tam ikame edilebilirlik", büyük parasal değişikliklerin olduğu durumlarda geçer lidir. B-M, Metzler'in bu şekildeki yorumunu faydalı bir yaklaşım olarak kabul ettiklerini belirtirler. K.BRUNNER ( 1978): "Issues of Post-Keynesian Monetary ANalysis", T.MAYER (1978): s.61.
K.BRUNNER-A.MELTZER (1976): s.98.
K.BRUNNER-A.MELTZER (1972b): "Money, Debt and Economic Activi ty" , JPE , s.951-952•
ğişmelerle belirtilen para, tahvi1, r ee1 ser_maye ve cari tü ketilebilir mallar arasındaki ikamelerin analizi mevcut de ğildir.
İkincisi, teori başarılı bir biçimde doğrulanmamıştır. Eşitliklerin bazılarının nitelikleri hakkında kanıtlar elde edilmiş olmasına rağmen, çok eşitlikli ekonometrik modellerin hiçbiri, fiyatlar, üretim ve faiz oranlarının güvenilir bir açıklamasını sağlamaz. Bu da, standart teoriyle, onun açıkla maya çalıştığı olgular arasında bir açığı ortaya koymaktadır.
Üçüncüsü, standart Makro teori genişletilmemiş veya son yirmi yıl içinde para ve fiyat teorisindeki temel bazı ge lişmeleri içerecek bir biçimde değiştirilmemiştir.
B-M, pa a ve fiyat teorisindeki yeni gelişmelerin içe rildiği karmaşık bir modelin kendileri tarafından kurulduğu nu ifade ederler. Bu gelişmelerden biri, Tobin1in, nispi fi yatları aktif talebine dahil eden portföy dengesi üzerine ça lışmasıdır (Tobin 1969)(113). Bu analizde "para" sadece tah vilin değil, mevcut reel aktiflerin de bir ikamesidir.
İkinci gelişme, shrekli işsizlik sorununa açıklama ge tiren; Keynes'in sürekli veya "gönülsüz" işsizliği açıklarken parasal ücretlerin aşağıya doğru rijitliği varsayımını yapıp, fiyat teorisini dışlamasına bir alternatif geliştiren çalış malardır.
) J. TOBIN ( 1969): "A General Eq uili brium A pproach to Monetary Theory", J.M.C.B., s.15-29.
Analizde içerilen bir diğer gelişme ise, devlet büt çelerinin finansmanının üretim ve aktifler üzerine etkileri nin araştırılmasıdır(l14).
(2) Brunner-Meltzer'in Alternatif Modeli
Analiz, dört aktifin mübadele edildiği üç piyasa üze rinde odaklanır:
Para (para piyasasında), tahviller ve hisse senetleri (kredi piyasasında)ve reel sermaye (ürün piyasasında))(ll5). Emek piyasası ise atılır. Böylece, analizde para, diğer ak tifler ve üretim arasındaki ilişkilerle; aktif fiyatları, ürün fiyatları ve faiz oranları arasındaki karşılıklı ilişki dikkate alınmaktadır(ll6).
Bir "parasal etki"ye reaksiyon olarak bir portföy ayarlanma süreci bu üç piyasayı kapsayacak şekilde başlatı lır ve aktifler burada değiş tokuş edilir. Parasal etkilerin transmisyonu, temel olarak, aktifler arasındaki ikame iliş kisine bağlıdır(l17).
Bu gelişmeler için Bkz. K.BRUNNER-A.MELTZER (1972b).
Reel sermaye, aile işletmeleri ve firmaların tüm mal ları ile beşeri sermayeyi içerir.
K.BRUNNER-A.MELTZER (1972b): s.952.
(117) W.GEBEAUER (1973): s.32.
Analizin üç ayırdedici özelliği, yeni bilginin elde edilmesi veya kaynakların yeni bilgiye uyumlanma maliyetleri ni yansıtır(ll8): İlki, üretici ve tüketicilerin gelecek fi yat seviyeleri hakkında özdeş olmayan beklentilere sahip ol malarıdır. Cari fiyatlar hem üreticinin, hem de tüketicinin beklediğinden farklı olabilir. Dolayısıyla ürün piyasası dai ma dengede değildir. İkincisi, hükümet tahvilleri üzerinden yapılan faiz ödemelerinin şimdiki değeri, gelecek vergi borç larının iskonto edilmiş akımına özdeş değildir. Faiz oranları ve aktif fiyatları sapabilir ve aktif sahipleri, para tutmayı, tahvil veya reel sermaye tutmayı seçebilirler. Bununla bera ber, nominal aktif piyasaları, cari fiyatlar, beklentiler ve faiz oranlarında dengededirler. Üçüncüsü ise, hükümet tahvil lerinin reel sermaye ile tam ikame· olmadığıdır. Bütçe açık ve fazlalarını finanse etmek için, hükümet tahvillerinin pi yasaya . sürülmesi veya çekilmesi, reel servetin birleşimini değiştirerek aktif fiyatlarını ve üretimi dğiştirir.
Yukarıda belirtilen hususların tümünün ortaya koyduğu sonuç, B-M'in Monetarist analizleriyle, fiyat teorisine iki önemli ekleme yaptıklarıdır(ll9). Bunlar; i) Geniş bir aktif pasif yelpazesinin dikkate alınması ve onların nispi fiyatla rının incelenmesi, ii) alternat f yatırım olanakları hakkında bilgi almanın ve söz konusu aktiflerin yeniden dağıtım ve muamele edilme maliyetlerinin ele alınması.
Bu iki faktörün, portföy ayarlanmalarına yol açan ika me kararlarını belirlediği varsayılır. İkinci faktörün uzun dönemde etkisi yoktur, fakat kısa dönem için çok önemlidir. Finansal aktiflerin haber alma ve ayarlanma maliyetleri düşük olduğundan, portföy ayarlanma hızları da kısa dönemde para ve kredi piyasalarını dengeleyecek ölçüde fazladır. Buna kar-
(118) K.BRUNNER - A.MELTZER (1973): s.52.
(119) W.GEBAUER (1973): s.32.
şılık, reel sermayenin haber alma maliyetlerinin yüksek olma sından dolayı ürün fiyatları, ürün piyasasında dengeyi sağla mak için hızlı bir şekilde ayarlanamaz(120). Bu usa vurma, emek piyasasına genişletildiğinde fiyat teorisi işsizliği de açıklamaktadır.
Bir parasal etkiye ürün piyasasının kesin tepkisinin açıklanmasında temel vurgu, iki nispi fiyat çiftine yapılır: Biri, finansal aktiflerin, reel aktiflere göre fiyatları; di ğeri ise, yeni üretilmiş reel aktiflere göre mevcut reel ak tiflerin fiyatları. Böylece, reel sermayenin aktif fiyatı transmisyon mekanizması içinde merkezi bir role yerleştiri lir.
Bu temeller üzerine k rulan Monotarist çatının, eşit liklerle ifade edilmesine geçebiliriz(l21):
Eşitlik(l) dir(122):
fiyatlamafonksiyonunuifadeetmekte-
burada p, y ve K değişkenleri sırasıyla ürün fiyatları, cari üretim ve reel sermaye stokunu; ise üreticilerin gelecek fiyat bekleyişlerini belirtir.
Monotarist hipotezin bu 'anahtar' ilişkisi, üretim pi yasasında ayarlanma sürecini özetler. Reel üretim, toplam talebe ayarlanır. Eşitlik (2) ise özel (d) ve hükümet (g)
K.BRUNNER-A.MELTZER (1972b): s.954.
Bkz. K.BRUNNER-A.MELTZER (1972b); s.954-960; K.BRUNNER A.MELTZER (1973: s.52.54; K.BRUNNER-A.MELTZER (1976): s.69-103.
Fiyatlar,
ayrıntılı
11.
üretim ve para arasındaki ilişkilerin açıklanışı için Bkz. K.BRUNNER (1970):
daha s.8-
sektörlerinin toplam reel harcamalarını göstermektedir.
(2)y = d + g
Ürün piyasası her zaman dengede olmadığı için, burada bir IS eğrisine benzerlik yoktur.
Eşitlik (3) de, P mevcut reel sermayenin parasal fiya tı; p* tüketicilerin fiyat bekleyişleri; i nominal faiz oranı indeksi; TT beklenen enflasyon oranı; i-T\ ise reel faiz ora
nıdır.
Aynı zamanda LM eğrisiyle de bir benzerlik yoktur. İki aktif piyasasının (para ve kredi piyasaları) karşılıklı işle yişi, para, hükümet tahvilleri ve reel sermayeden oluşan mev cut servetin, servet sahipleri arasında yeniden bölüşümünü sağlar. Para piyasasında, nominal parasal dengelerin(l23) arz ve talep eşitlikleri P'yi belirler. Para stoku, para çarpanı
(m) ve parasal tabana (B) bağlıdır. Faiz oranları, aktif fi yatları ve servet para çarpanını ve para stokunu (parayı, na kit ve mevduat; mevduatı da vadeli-vadesiz mevduatlar arasın da dağıtarak) etkiler.
Halk için, tahvil satınalma bankaya borç ödemeye; tah vil satma ise bankadan borçlanmaya alternatiftir. Her birey, bankalardan borçlanarak veya hükümet tahvilleri alıp satarak kendi net borçluluğunu (indebtedness) seçer. Bu kararların bir sonucu olarak, hükümet tahvili stoklari halk ve bankalar
K.BRUNNER-A.MELTZER (1976): s.73.
arasında dağıtılır ve piyasa faiz oranı yaklaşık olarak be lirlenir. Banka kredi piyasası, bu işlemlerin olduğu piyasaya verilen addır. Nominal banka kredi stoku (aB), kredi çarpanı ve parasal tabanın ürünüdür. Banka kredi stokları, banka borçları ve bankaların ellerindeki hükümet tahvillerinden oluşur. Eşitliğin sağ yanı ise, ürün piyasasını belirleyen değişkenler ve tahvil stokları (S) tarafından belirlenir.
B-M, bütçe açık ve fazlarını finanse etme metodlarını, maliye poli tikasını·n bir parçası olarak düşünmediklerini ve genellikle açıkların para basılarak veya tahvil çıkarılarak finanse edilmesi arasında önemli farklar olduğunu belirtir ler. Son eşitlik, bu farkların analizine izin verir:
G(i,S,p,g) - t(y,p) = dB + dS
G fonksiyonu, hükümetin nominal harcamalarını belir tir, hükümet harcamaları toplam faiz ödemelerini içerir ve G, i ve S'yle pozitif olarak ilişkilidir. t fonksiyonu ise, fiyatlar ve gelir üzerinden toplanan vergilere bağlıdır. Eşitliğin sol tarafı bütçe açığıdır; sağ taraf ise açığın pa ra basılarak veya tahvil çıkarılarak finanse edildiğini gös terir.
(3) Bütçenin ve Piyasaların Karşılıklı İşleyişi
Bu üç piyasanın karşılıklı işleyişi kısa-orta ve uzun dönem ayrımı yapılarak analiz edilir(l24). Piyasaların denge durumlarındaki her bozulma, diğer piyasaları ve bütçe eşitli ğini etkiler.
Akım-denge durumu, fiili ve arzuedilen üretim veya harcamalarla ilişkili olan eşitlik (2) koşullarıyla uyuşmalı dır. Arzu edilen harcamalar P ve i'ye bağlıdır. Stoklardaki (B, S veya K) her değişme P ve i'yi etkiler ve akım-denge du rumunu değiştirir. Akım denge, aktif piyasalarına bağlıdır. Ürün arz eğrisi ise fiyatlama fonksiyonundan elde edilir. Arz
eğrisinin durumu, K, W ve 0 ya bağlıdır.Öte yandan, büyü
menin olmadığı kapalı bir ekonomide akım-stok dengesi, denge lenmemiş bir bütçeyle mümkün değildir.
¼8 'P
ŞEKİL 1
Şekil 1, üretimin (s), harcamaların (d+g) ve bütçenin kesiştiği bir kısa-dönem akım-stok dengesini göstermektedir. Dengelenmiş bütçe çizgisi (bbe) çeşitli p ve y birleşimleri nin yeridir ve çizginin sağındaki herhangi bir (p-y) birleşimi
Bkz. K.BRUNNER-A.MELTZER (1976): s.69-103.
bir bütçe fazlasını; tersine soluna doğru olan herhangi bir nokta bir bütçe açığını gösterir. Her bütçe açığı, halkın ve bankaların ellerindeki baz para (B) ve tahvil (S) değerlerini arttırmalarını, her bütçe fazlası ise, azaltmalarını gerekti rir. Biraz evvel de belirttiğimiz gibi bu finansal stoklarda ki her değişme ise aktif fiyatlarını (P) ve faiz oranını ve
dolayısıyla da (d+g)'yi etkiler. Stok değişmelerinin nispi büyüklüğü ve yeni bir dengeye varmanın hızı ise parametresine baz para sürülerek veya çekilerek finanse edilmiş cari açık ve fazlaların oranıdır) bağlıdır.
Parasal ücretlerin ve ürün arz eğrisinin sabit olduğu bir orta-dönem dengesine varmak, bütçe açık ve fazlalarını finanse etmek için arttırılan (veya azaltılan) stoklardaki değişikliklere tepki olarak (d+g)'nin ve bütçe eşitliğinin (bbe) değişmesini gerektirir(125). Bu değişiklikler sonuç olarak fiyatları ve üretimi değiştirecektir. Bu durumda da parasal ücretleri sabit tutmak mümkün değildir. Emek piyasa sının dinamikleri sistemi, uzun-dönem üretim ve uzun-dönem bütçe eşitliğiyle belirlenmiş bir uzun-dönem dengesine iter.
.
Dikey uzun dönem üretim çizgisi (Yo)'nin durumu, prodüktif im kanlara, kaynaklara ve zevklere bağlıyken, bbe'nin durumu ise birikmiş açıklarla (D) belirlenir. Ücret ayarlanma sürecinin işleyişiyle uzun dönem üretimi ve uzun dönem bbe, mal piyasası eşitlikleri ve hükümet bütçe eşitliğinin uzun dönem çözümle riyle tutarlı bir fiyat seviyesinde kesişirler. Bu kesişimde ki değişmeler, fiyat seviyesi değişmelerinin yönünü belirler. Maliye ve para politikaları, her iki çizginin de nispi değiş melerini ve fiyatlar seviyesini etkiler.
Para Politikası
ŞEKİL 2
Şekil 2'de kalın çizgilerle bir denge durumu gösteril mektedir. bbe ve Yo, uzun dönem stok dengesini belirtirken; t+g ve S'nin kesişmesi ise tanı istihdam akım dengesini be lirler(l26).
Merkez Bankasının, bir açık piyasa işlemine giriştiği- (126) a.g.e., s.88.
ni düşünelim (Bir açık piyasa satın alımı söz konusu olsun). Bir tahvil alım satımı, B ve S'yi değiştirerek aktif piyasa sının dengesini bozmakta ve aktif fiyatları ile faiz oranla rını değiştirmektedir. Açık piyasa satın alımında, faiz oran ları düşüp aktif fiyatları yükselmektedir. Bu durum, harcama
ak mını etkileyerek (d+g)'yi (d+g)1'e yükseltir. Ş kilden
de görüldüğü gibi, tam istihdam denge durumunun (Y)o
üstünde
bir akım-denge durumu oluşur ki bu durumda üretim Y1 dedir ve bir bütçe fazlası vardır. Açık piyasa işlemleri (tahvil
satın alımı) bbe'nin de durumunu değiştirmekte; tahvil stok larını ve faiz ödemelerini azalttığı için bbe'-yi aşağıya bbe1'e düşürmektedir. Bu durumda bütçe fazlası, Y2-Y_1 kadar olmaktadır. Şekilde görülen bu Y2-Y1'lik bütçe fazlası, B ve S'nin azaltılmasını gerektirmekte, bu da harcamaları azalta
rak (d+g)1'i aşağıya (sola) kaydırmaktadır. B ve S'deki azal
malar aynı zamanda bbe'nin durumunu değiştirip yl-''nün değeri ne bağlı olarak: yüksek_µ değerlerinde) sağa doğru kaydırarak açık piyasa satın alımıyla ortaya çıkan ilk düşme etkisini dengelemektedir. Beklentiler ve parasal ücretler değişmezken, s'de sabittir. Böylece bbe, s ve d+g çizgileri kesişerek bir
orta-dönem dengesini o1uştururlar. Bu dengede üretim Yo'ın altındadır.
Stok-akım dengesinin Yo
üretiminde ortaya çıkması, sa-
dece denge fiyat seviyesi üretici ve tüketiciler tarafından tam olarak bekleniyorsa ve ücret sözleşmelerinde tam olarak saptanmışsa, mümkündür. Parasal ücretler, bir açık piyasa sa tın alımında düşmedikçe veya bir açık piyasa satışı sırasında yükselmedikçe reel üretim Yo'a dönemez.
Görüldüğü gibi, parasal ücretler sabitken, açık piyasa satın alımları ilkin istihdam, üretim ve fiyatları yükselt mekte; fakat aktif ve mal piyasalarının ayarlanması istihdam, üretim ve fiyatları düşürmektedir. Parasal ücretlerde ayar lanma olmadıkça bu pozitif korelasyon sürer. Fakat fiyatseviyesi önceki değerine ulaşamaz; bir açık piyasa satın alı mını izleyen dengede mal fiyatları ve faiz oranları daha dü
şüktür. Oysa aktif fiyatları, ayarlanmadan sonra daha yüksek kalmıştır. P # p olduğunda tam bir akım-stok dengesi olamadı ğı için dengeye varma daha başka ayarlanmaları gerektirir.
Maliye politikası değişmezken, tam stok-akım dengesine varmak için, harcamaların birleşimi ve sermaye stoku .değişme lidir. Bir açık piyasa satın alımına ayarlanmadan sonra, dü şük mal fiyatları ve faiz oranları ve de jüksek aktif fiyat larıyla tüketime göre yatırımlar artmakta böylece kapital stoku da artmaktadır. Uzun dönem üretimi (Yo) kapi'tal stokuna bağlıdır ve o değişirken değişir.
Sonuç olarak, açık piyasa satın alımına Yo ve bbe'nin tam ayarlanmasından sonra varılan dengede üretim daha yüksek, fiyatlar ise daha düşüktür; uzun dönem dengesinde fiyatlarla üretim negatif ilişkilidir. Tam ayarlanmadan sonra reel ba lanslar ve reel kapital stoku tamamlayıcı, tahvillerle reel kapital ikamedir.
Maliye Politikası
Maliye politikası, özel ve kamu sektörlerinin nispi büyüklüğünü ve gelirin dağılımını belirler. Maliye politika sının (hükümet harcamaları ve vergilerde değişmelerin) etki lerini daha net görebilmek için, para politikasını değişmez kabul edelim. Kamu harcamalarındaki bir artışın kısa-orta ve uzun dönem etkilerini şekil yardımıyla görelim(l27). Bir den ge durumundan (bütçe dengede ve akım piyasaları da Yo üreti minde dengede iken) g'deki bir artış, hem toplam harcamaları (d+g), hem de bütçe dengesini değiştirerek her iki çizgiyi de yükseltir ve (d+g) çizgisini (d+g)1'e ve bbe'yi de bbe1'e
(127) a.g.e., s.92.
kaydırır. Eğer (d+g)'nin kayması bbe'deki kaymayı aşarsa yeni akım deng si b be'nin sağında oluşacak ve bir bütçe fazlası yaratacaktır. Tersine, bbe'nin tepkisi, (d+g)'nin tepkisinden fazlaysa, yeni akım dengesi, yeni bbe çizgisinin altında olu şur ki, o zaman da bir bütçe açığı söz konusudur. Şekil (3/a) bir bütçe açığı durumunu göstermektedir. A noktası bir kısa dönem akım dengesini belirtmektedir.
(o)
ŞEKİL 3
Bir bütçe açığının finanse edilmesi, B ve S'yi arttı rarak (d+g)'yi yavaşça sağa kaydırır. Birikmiş açıklar da bbe çizgisini S eğrisi boyunca sağa yükselterek ekonomiyi B nok tasına vardırır. Bu orta-dönem dengesinde üretim ve fiyatlar daha yüksektir. İlk denge durumundan A'ya hareket, maliye po litikasının pür mali etkilerinden kaynaklanırken; A'dan B'ye hareket maliye politikasının finansal (parasal) etki!erinin sonucudur(128). Görülüyor ki Maliye politikası kısa dönemde üretimi arttırmaktadır. Ancak bütün bunları, beklentiler,
a.g.e., s.96 ve K.BRUNNER (1978): "Issues Keynesian Monetary Analysis", T.MAYER (1978) s. 71.
of Post içinde,
parasal ücretler ve kapital stoku sabitken söylemek mümkün dür.
Sabit beklentiler ve parasal ücretlerle genişleyici bir maliye politikası reel ücretleri düşürür; daraltıcı bir maliye politikası ise yükseltir. Reel ücretlerdeki değişme, tam istihdamın altında veya üstünde bir durumda geçici bir akım-stok dengesinin oluşmasının temel nedenidir. Fakat para sal ücretlerdeki değişmelerle, tam istihdam denge se iyesine reel ücretlerin ayarlanması, önceki fiyatlara dönüşü gerçek leştirmez; çünkü bbe çizgisi ve olayısıyla stok dengesi. de ğişmiştir. Şimdiki fiyat seviyesi daha yüksektir.
Eğer aktif fiyatları ve ürün fiyatları eşit değilse, ekonom tam stok-akım dengesine varamaz. genel olarak, g'deki bir artış, ürün fiyatlarını ve faiz oranlarını arttırırken, aktif fiyatlarını düşürmektedir. Parasal ücretlerdeki herhan gi bir artış da, bu gelişimi daha da hızlandırır. Tam dengeyi yeniden kurmak için, tüketim ve yatırımlar arasında harcama ların dağılımı değişmelidir. Tüketimde artış ve yatırımlarda azalma, ekonomiyi dengeye doğru yöneltir, ama kapital stoku bu dengede daha küçüktür ve Şekil (3b)'de görüldüğü gibi üre
tim Y1'dir. Ücret ayarlanma süreciyle, g'deki bir artışın ge
nişletici etkisi uzun dönemde aşınırken; kapital stokunun ayarlanması da ilk üretim genişlemesini, uzun dönem üretimin de bir azalmaya dönüştürür.
(4) Modelin Sonuçları
Modelin sonuçları ve dolayısıyla standart paradigmadan farklılıkları B-M tarafınan şöyle özetlenir(129).
Bkz. K.BRUNNER-A.MELTZER (1972b): s.953.
Harcamaların faiz elastikiyeti ( veya IS) ve para talebi fonksiyonunun faiz elastikiyeti (veya LM), para ve ma liye politikasına nispi tepkilerin belirlenmesi için ne ge rekli, ne de yeterlidir.
Reel balans etkisi, üretimin para veya parasal ta bandaki değişikliklere pozitif bir tepkisini belirtmek için ne gerekli ne de yeterli koşuldur.
Para (veya bazen Mali) politikalarla uyarılmış do minant servet etkisi, yeni üretim fiyatlarına göre wevcut reel aktiflerin fiyatlarındaki bir değişmedir.
Borçlanmayla finanse edilmiş sabit bir bütçe açığı, piyasa faiz oranlarını ve reel sermaye fiyatını yükseltir.
Bir bütçe açığı (veya fazlası) fiyat seviyesini yükseltir (düşürür),fakat sürekli enflasyon (deflasyon)'a ne den olmaz. Fiyatlardaki değişme zaman içinde dağıtılır. Zama nın uzunluğu ve toplam fiyat değişiminin büyüklüğü, tahvil çı karılarak (veya çekilerek) finanse edilmiş açığın (fazlanın) oranı ile artar. Zaman birimi başına fiyat değişim oranı, baz para yaratılarak (çekilerek) finanse edilmiş açığın oranı ile artar.
Paradaki değişmelerin ardından gelen üretim gecik melerinin uzunluğu değişir. Bu uzunluk, paranın hızlanma ve yavaşlamalarının nispi büyüklüğüne ve parasal ve mali etkile rin karşılıklı etkileşimine bağlıdır.
Paranın üretim veya fiyatlar üzerine etkisi paranın içsellik veya dışsallığına bağlı değildir.
Sözü bitirirken, Brunner ve Meltzer'in Monetarist bir teorinin olmazsa olmaz (sine qua nan) üç koşulunu şöyle sıra-
ladıklarını belirtelim( 130). İlki, sistemin hareket ettiği uzun-dönem durumu, stoklarla (özellikle para stokuyla (akım larla değil) belirlenir. Stok ve akımlar karşılıklı etkile nir, fakat uzun dönemde akımlar stoklara ayarlanır. İkincisi, paradaki bir değişmeye uyum, para, diğer aktifler ve yeni üretim arasındaki ikameyi içerir. Ayarlanma dar bir aktif di zisiyle (tahvillerle) veya tek bir fiyatla sınırlanmaz. Para daki değişmeler nispi fiyatları değiştirir ve mevcut sermaye, hisse senetleri, tahvilier ve cari üretim piyasalarına yayı lan bir ikame sürecini başlatır. Üçüncüsü, ekonomik sistem istikrarlıdır. Fiyatların veya üretimin kümülatif hareketle ri, bireylerin veya zel kurumların değil; devletin faaliyet leri veya kararlarından kaynaklanır. Özel sektör ise istikrar sağlayıcı etkiye.sahiptir.
Bu koşulların, sadece Monetarist bir teori için geçer li olduğu savı eleştirilmekte ve bunların (ilki hariç) Mone tarist olmayan teorilerce de kabul edilebilir olduğu belirtil mektedir(131). Daha önce de sözünü ettiğimiz gibi, B-M versi yonunun "eklektik'r bir makro-iktisat görüşünü yansıttığını ileri süren görüşler vardır. Bu eleştirilere ve Brunner'in kendisinin de analizin henüz tamamlanmamış ve 'yarı sezgisel' olduğunu itiraf etmesine rağmen, yine de portföy ayarlama sü recinin bir analizini sunan bu çatı, temel istikrarlılık teo remi ile dinamik stok ayarlanma analizini bileştirerek Mone tarist teoride önemli bir bağ olarak hizmet eder(132).
K.BRUNNER-A.MELTZER (1976): s.97. (131) D.PURVIS (1980): s.113.
(132) W.GEBAUER (1973): s.109.
YENİ-KLASİK MAKRO İKTİSAT OKULU: "RASYONEL BEKLEYİŞLER HİPOTEZİ"
197O'lerde Keynesyen Makroiktisatı, radikal bir şekil de eleştiren yeni bir ekol ortaya çıkmıştır. Bu, daha önce de sözünü ettiğimiz gibi çoğunlukla 'Rasyonel Bekleyişler' hipoteziyle tanınan ve daha sonra Lucas tarafından "Yeni Kla sikler" olarak adlandırılan Makroiktisat Okuludur. Yeni-Kla sik Makroiktisatı, Klasik İktisatın temel prensiplerini tüm ekonomik sorunlara, özellikle de Makro İktisat politikasına uygulama çabası olarak değerlendirmek mümkündür(l33). Klasik lerin iki temel önerisi - iktisadi ajanların (üretici ve tü keticilerin) gelirleri ve teknoloji sınırları içinde karları nı ve faydalarını maksimize eden optimizerler olduğu ve tüm piyasaların herhangi bir yasal engel olmadıkça dengede oldu ğu - Yeni-Klasikle:in de dayandığı varsayımları oluşturmakta dır. Onları "Yeni" kılan yanları ise, Klasiklerin mükemmel (tam) bilgi postülasının yerine genel denge teorisiyle uyumlu olan rasyonel bekleyişler hipotezini getirmeleridir(l34).
Onların analizlerindeki dünya, zevklerin ve teknoloji nin sabit olmadığı, durgun olmayan bir dünyadır. Piyasaları dengeye getiren fiyatlar, sabit bir değişme (flux) durumunda olduğundan, iktisadi ajanlar sürekli olarak fiyatlar hakkında bilgi stoklarını yenileyebilmekte ve kaynaklarını bilgi elde etmeye ayırmakta ırlar(l35).
Bilindiği gibi, Klasik İktisatın 193O'lardaki Depres yonu açıklayamamasından sonra, Keynesyen Teori mikro kavram-
M.H.WILLES (1982): "Rational Expectations as a Counter Revolution" D.BELL&I.KRISTOL (i982) İçinde, s.82.
) J. SCHEIDE(1986): "New Classical and Austrian Business Cycle Theory: Is there a Difference?" Weltwirtschaftliches Archiv, 122(3), s.575.
(135) D.LAIDLER (1982): s.77.
lara ve denge durwııuna dayalı Klasik Teoriye Mikroiktisat alanına kaydırıp; makroiktisatı, mikroiktisattan bağımsız olarak ele alarak, toplam talep, genel fiyat seviyesi ve is tihdam seviyesi gibi makro büyüklükler aracılığıyla analiz etmeye yönelir. Keynesyen Makro Modeller 1960'ların ortaları na kadar, klasik metodu kullanan bazı iktisatçıların varlığı na rağmen, hem teori hem politika alanına hakim olmuş ve ik tisatçıların çoğu artık, hükümetin para ve maliye politikala rını yöneterek konjonktür dalgalarını kontrol edebi.leceğine inanç getirmiştir.
Ancak Keynesyen ortodoxy'nin (veya Neo-Klasik Sente zin) 1970'lerde içine düştüğü derin bunalımın modelin kendi bünyesinden kaynaklandığı ve onun makroiktisat politikasının en temel sorunlarına yanlış cevaplar verdiği görülmektedir: Phillips Eğrisiyle sunulan, enflasyon ve işsizlik arasında bir trade-off'un olduğu varsayımları, 1970'1erde enflasyonla işsizliğin birlikte artması olgusuyla açıkça çelişmekte ve soruna cevap da getirilememektedir.
1960'ların sonlarında bazı iktisatçılar (M.FRIEDMAN ve E.PELPS) öne sürülen trade-off'un yapay ve kaba bir ilişki olduğunu öne sürüp; işsizlik ve enflasyonun toplam kavramlara değil, bireysel (mikro) temelli varsayımlara dayanan teorisi ni kurmaya çalışırlar(l36). Onların tezleri, istihdam üzerine etkileri yansız (nötr) olan beklenen bir enflasyonla, istih damı teşvik edeceği kabul edilen beklenmeyen bir enflasyon arasındaki ayrımı vnrgulamaktır(137). Bu, ha.kim teorideki kı rılmanın başlangıcıdır.
1970'1erin başlarında, krizin yapısı ve çözümleri üze rine fikirleri çok farklı olsa da, iktisatçıların çoğu bir
(136) M.H.WILLES (1982): s.87.
) R.E.LUCAS (1981): "To binand
Article", JEL. XIX, s.560.
monetarism: AReview
krizin varlığı üzerinde anlaşmaktadır(l38): 1974'te Sir John HICKS I in The Crisis in Keynesian Economics adlı ünlü konfe ranslar serisi, bu kabulün açık bir ifadesidir.
Keynesyenler, teoriyi yeni gelişmeler doğrultusunda onarabilme çabasındadırlar. Fakat "eklektik" bir uzlaşmanın gerçekleşmesini mümkün görmeyenler de vardır: "Aynı olgu hak kında, farklı varsayımlarından do.layı, farklı tahminler (prediction) yapan modeller· nasıl olur da uzlaşabilirler?"(l39).
İşte Rasyonel Bekleyişler Okulu, Keynesyen Teorinin sadece zayıflığını vurgulamakla yetinmeyip, onarilamaz hata larından dolayı en radikal biçimde eleştirenleri oluşturuyor lardı. Onlara göre, Keynesgil İktisatın üç temel hatası, ka bul edilmesi mümkün olmayan sonuçlar yaratıyordu: Keynesgil İktisatın irrasyonel (akılcı olmayan) bekleyişlere dayanması; makro ve mikro kavramları bir arada ve tutarsızca kullanması ve bireysel refahı, büyüme gibi dolaylı ve belirsiz kriterler le ölçmesi(l40).
Kendi modelleri ise, tüm bu hatalardan kaçınarak, Kla sik İktisat temeline oturttukları bir genel denge modelidir. Yukarıdaki ifadelerden de çıkarabileceğimiz gibi, üç ilke
Yeni-Klasik doktrin için.
temel teşkil etmektedir:
-il-ki-, ikti-
sadi ajanların, reel iktisadi kararlarının (yatırım, tüketim, tasarruf) nominal faktörlere değil, sadece reel faktörlere dayandığı; ikincisi, ajanların bilgilerinin sınırlarına göre, tutarlı ve başarılı optimize edici oldukları ( yani sürekli dengede oldukları); üçüncüsü ise iktisadi ajanların ekonomik çevrenin değerlendirilmesinde sistematik hatalar yapmadıkları
Bazıları ise (örneğin TOBİN) ğil, fakat ik tisatçılardaki yol açtığını belirtmektedir.
(139) y.a.g.m., s.561.
(140) M.H.WILES (1981): s.85-90.
teoride bir zayıflığın de bir güven kaybının krize Bkz. y.a.g.m., s.558.
(yani rasyonel bekleyişlere sahip oldukları)'dır(141).
Rasyonel Bekleyişler Hipotezi, Yeni-Klasik doktrinin en temel özelliğidir ve ilk kez JOHN MUTH'un ifade ettiği gi bi, "Beklentiler, gelecekteki olgular hakkında tam şekillen memiş tahminler olduğu için, ilgili ekonomik teorinin tahmin leriyle aynıdır". Stokastik bir ifadeyle, rasyonel bekleyiş ler varsayımı, iktisadi ajanların karar almada kullandıkları sübjektif ihtimal dağılımının, aynı bilgi seti için, model tarafından ifade edilen objektif ihtimal dağılımıyla aynı ol duğudur(l42). Aynı bilgi seti, bütün egzojen (dışsal) değiş kenleri, tüm endojen değişkenlerin geçmiş değerlerini ve mo delin (ilgili sistemin) yapısını içerir(143).
Yukarıda belirtilen üç ilke, Yeni-Klasik doktrinin bü tünlüğü için gereklidir. Makroiktisadi büyüklükleri a ıklamak için, objektif fonksiyonların altında yatan ve bireyin karşı laştığı sınırlara geri gitmek gerekir ki bu, statik bir yapı da, ilk iki ilkeyi gerekli kılar; rasyonel bekleyişler ise bu özellikleri dinamik problemlere aktarır.
Yeni-Klasikler, Keynesyenlerle iki zıt kutbu oluştu rurlarken(l44), onların Monetarist ve Avusturya Okullarıyla 'ilişkileri de gündeme gelmekte ve tartışılmaktadır. Çeşitli
K.HOOVER. (1984): s.59. Ayrıca Bkz. A.BIRMMER-A.SINAİ (1981): "Rational Expectations and the Conduct of Monetary Policy", AER, 71(2), s.259.
R.J.BARRO-S.FISCHER(1976): "Recent Monetary Theory". JME, 2, s.155-156.
(143) X.HOOVER (1984): s.60.
Developmentin
Bundan yirmi yıl önce başını M.FRIEDMAN, K.BRUNNER ve A.MELTZER I in çektiği monetarist okulun radikal olduğu düşünülürken; bugün, Keynesyenler ve Yeni-Klasikler iki zıt kutbu oluşturmakta; Monetaristler ise bti iki ekol arasında ılımlı bir yerde kalmaktadırlar. Bkz. J.STEIN (1981): "Monetarists, Keynesians and New Classical Economics", AER, s.139.
İktisatçılarca(145) bağlar kurulmaya çalışılmasına rağmen, ne Avusturya Okulunun ne de Monetaristlerin (bazı istisnalar dışında) onları tam olarak benimsedikleri yolunda ifadeleri vardır. Yeni Klasikler ise kökenleri (öncülleri) konusunda bu okullara nadir de olsa gönderme yaparlar(146).
Daha önce de belirttiğimiz gibi, Yeni-Klasik okulu "Monetarist" diye adlandırmak tartışmalı olsa da pek çok ben zerlikleri olması nedeniyle en azından mukayese etmek amacıy la incelemeyi, bu arada Avusturya Okuluyla bağlantılarını vurgulamayı düşündük. Kuşkusuz ki, her iki düşünce okulu da, Liberalizmin en uç kanadını oluşturmaktadırlar ve ·hemen hemen özdeş politika önerilerine rağmen, çok farklı metodolojik ze minlere oturmaktadırlar. Yeni-Klasik Makroiktisat okulu da, kimi Monetaristlere; kimi Avusturya Okuluna yakın yanlar ta şıması nedeniyle tartışmaların odak noktasını oluşturmakta dır.
Metodolojik Değerlendirme
Bu uç Liberalist görüşler, doğallıkla, sosyal olgula rın, onların temelini oluşturan bireysel davranışlara inil meksizin (yani Metodolojik Bireyciliği kabul etmeden) açıkla-
Daha önce de belirtmiş olduğumuz pek çok iktisatçı Yeni-Kl&siklerin kimliği konusunda araştırma yapmışlar dır. Bunların en dikkate değer olanları arasında TOBİN (1981) ve HAHN (1981), onları Monetarist olarak değer lendirirken; LAIDLER 51982) bu yaklaşımı benimsemez ve onların Avusturya Okuluna yakın oldukları ı ve öncülle rinin Ludwig ve Mises ve Friederic von Hayek olduğunu belirtir.
Yeni-Klasik Doktrininin biçimlenmesine en temel katkı ları yapan R.LUCAS, T.SARGENT, R.BARRO ve N.WALLACE, Konjonktür Dalgalanmalarını açıklanmasında HAYEK'i "entellek tüel ataları" olarak kabul ettiklerini belir tirken; öte yandan da, Phillips trade-off'u çevresinde dönen tartışmalarda Fr'iedman 'ın kendileri için çok önemli bir başlangıç zemini hazırladığını belirtir ve ona borçluluklarını açıkça ifade ederler. Bkz. V. ZARNOWOITZ (1985): "Recent Work on Business Cycle in Historical Perspective" JEL, 23(2), s.552 d.; K.HOOVER (1984): s.61.
namayacağını savunurlar. Dolayısıyla, Metodolojik Bireycilik, bir mikroiktisat teorisi temeli olmadıkça, tam bir makroikti şat analizinin kurulamayacağı, kurulsa da bilimsel nitelik taşıyamayacağı görüşünü de beslemektedir(l47). Monetarist ve Avusturya Okulları bu ortak zeminden yola çıkarak, metodolo jik konularda farklı kamplara ayrılırlar.
Herşeyden önce, bireyden yola çıkan bu analizlerin, bireylerin (iktisadi ajanların) seçimlerini içsel olarak tu tarlı kılahilmelerini sağlayan bazı postülalara dayanmaları gerekir.
Avusturya Okulu1na(l48) göre (Mises'in ifade ettiği biçimiyle) iktisadi davranışlar üzerine bir teori kurulmak isten yorsa, iktisadi davranışların akılcı {rasyonel) olduğu a priori olarak varsayılmalı ve bu a priori varsayımından mantıki-düşünce veya içsel gözlemle (introspection) teoremler üretilmelidir. Burada önemli olan, "tüm insanların, malları· kesin ve tutarlı bir tercihler dizisine göre değerlendirdik leri" postülasının deneylere dayanarak (a posteriori) değil, deneylerden bağımsız, iç gözleme dayanılarak bir algılama ya- da anlama şeklinde yapılmasıdır. Bu apriorism doğal ve top lumsal bilimler arasındaki metodolojik ayrımı da belirler: Toplumsal bilimler, doğa bilimlerinin sahip olmadığı ek_bir bilgi kaynağina(anlamaya) sahiptir.·Bu yaklaşım, ynı zamanda iktisat ta ampir_ik bilgiye şiddetle karşı koyuşu da iç erir.
Dolayısıyla, teoriler deneyle doğrulanma ya da yanlışlanmaya açık değildirler(149).
K.H.PAQUE (1985): "How far is Vienna from Chicago" Kyklos, 38(3), s.413.
Avusturya Okulu'.nun metodolojisiyle ilgili geniş ve derli toplu bir çalışma için Bkz. T. YAY (1987): Hayek
.İktisadı Üzerine Bir İncel me:- Hayek ve Keynes/Keynes ciler Tartışması", İ.Ü.S.B.E., Yayınlanmamış Doktora ezi, s.26-48.·
W.DUGGER (1983): "Two Twists in Economic Methodology: Positivism and Subjectivism", AJES, 42(1), s.87.
Daha ılımlı bir Avusturyen yaklaşım (Hayek) da toplum sal ve doğal bilimlerin aynı yöntemi kullanmalarını "bilimci lik" olarak değerlendirmekte ve eleştirmektedir. Çünkü top lumsal bilimin konusu (araştırina objesi) sübjektif (öznel) değer yargılarıdır. Kişinin iktisadi bir karar alması onun bilgisi, olaylar hakkında yorumu, beklentileri, dikkati gibi gözlenemez sübjektif temellere ve yargılara dayanır.
Monetarizmin metodolojisi ise çoğunlukla M.FRIEDMAN'ın ünlü makalesine dayanır: Methodology of Positive Economics".
Burada önemli olan soru, teorinin varsayımlarının "realistik" olup olmadığı değil, fakat teorinin eldeki amaç için yeterince iyi bir yaklaşım sağlayıp sağlamadığıd_ir. Bu nun cevabı da, teorinin doğru tahminler rediction) sağlayıp sağlamadığına bakılarak verilir(150). Buna göre bir· teori, sadece tahminleri gözlemlerle mukayese edilerek testedilebi lir. Monetarist iktisatçılar, içsel gözlemi (introspection) ampirik olarak anlamsız bulurlar. Çünkü bizim kendimiz ve di ğer insanlar hakkında "anladığımız şey" (Avusturyen anlamda),
·yanlışlanabilir tahminlerle kurulan modeller için rastlantı sal bir katkıdan başka birşey değildir(lSl). Teoriler, tüm bilimlerde bir "alet" (instrument) olarak düşünüldüğü için, bu görüşte doğal ve toplumsal bilimler aasında metodolojik bir ayrıma da yer yoktur(152).
Bu açıklamalar doğrultusunda, Yeni-Klasik Okulun metod olarak hangi okula daha yakın olduğunu değerlendirmek mümkün olabilir. Teorileri yargılanmasında, tahmin etmedeki başarı nın önemli bir kriter olduğu konusunda, onetaristlerle uyum içindedirler. Fı:ı,kat Yeni-Klasikler, ·Friedman'ın Marshall'cı
M.FRİEDMAN (1953): "Methodology of Positive Economics", s.15.
(151).K.H.PAQUE (1985): s.418.
(152) Bkz. M.FRIEDMAN (1977): "Nobel Lecture: Inflaton and Unemployment", JPE, 85(3), s.452-453.
yönteminin tersine, Walrasyan yöntemle çalışırlar. İki özel lik onları Walrasyan yapar(153). İlki, genel denge analizini savunmaları; ikincisi ise ilkiyle bağlantılı olarak, uygula malı bir teorinin bölümleme (kısmi analiz) yöntemini kullan masını eleştirmeleridir: Bu eleştiriler, Keynesyen Makro İk tisatın mikro kavramları kullanmadaki yetersizliğine ve Friedman' ın da başlangıçta bireyden yola çıkmasına rağmen, buna makro kavramları da katarak eklektik bir analiz yapmış olmasına yöneltilir.
Friedman' ın ifadesiyle, "Marshall için teori, gerçek kanıtlara dayanan hipotezler kadar, somut gerçeğin keşfi için bir motordur". Halbuki Marshall'ın tersine Walrasyanlar için, teorinin inceliği, soyutluğu ve genelliği bir ölçüde amaç ha lini almakta ve teori gerçeğin fotografik bir tanımı olması nedeniyle tahminlerinin doğruluğuyla değil, varsayımlarının doğruluğuyla testedilebilir olmaktadır(154).
Yeni-Klasiklerin, teoriye sadece mikro temellerden yaklaşmaları ve teorinin soyutluğu, genelliği ve içsel tutar lılığını önemsemeleri, onları bir ölçüde Avusturya Okuluna yaklaştırmaktadır; fakat ampirik çalışmanın öneminin kabulü ise onları Avustaryanlardan en açık biçimde ayıran özellik olmaktadır. Dolayısıyla, Onlar için bir teori, hem varsayım ları, hem de öndeyilerinin doğruluğuyla testedilebilir. İkti sadi ajanların sübjektif verileriyle, teoriyi yapan iktisat çının objektif verilerinin aynı olması bu sonucu çıkarmayı ko laylaştırmaktadır. Bu da "Rasyonel Bekleyişler" hipotezinin kabulüyle mümkündüt. Sonuç olarak, Onlar için iyi teori, aynı zamanda iyi uygul madır (pratik ir)(155)._
(153) K.HOOVER (1984) s.67.
M.FRIEDMAN (1972)·: "Comments on the Critics", JPE,
·so(5), s.921.
:B.KANTOR (1979): "Rationa1 Expectations and Economic Thought", JEL, 17(4)'den aktaran V.SAVAŞ (1984): lı.Y_ nezyen İktisat Yıkılırken, Fatih Yayınevi, İst., s.199.
(2) Denge Kavramı
İktisadi düşünce okullarının metodlarındaki ve mikro temellerini kurmaktaki bakış açısı farkları, onların "denge" kavramını kullanmaktaki farklılıklarıyla yakından ilişkili dir(156).
Avusturya Okulu, Walras gil bir genel dengeye karşı çıkmaktadır. Walrasgil anlamda bir genel dengenin kurulması, piyasada herkesin tam bilgiye sahip olduğu, herkesin optimi zer olduğu ve tüm iktisadi ajanların eşanlı dengeye geldiği bir dünyanın olmasıyla mümkündür. Böyle bir anlı_k denge, her hangi bir zaman anında mümkün .olabilir. Fakat farklı farklı planları ve bekleyişleri olan, eksik bilgiye sahip olan ve hepsi-farklı sübjektif değer yargılarına sahip olan bireyle rin bir bütün olarak dengeye gelebilmesi mümkün müdür?
Herşeyden önce bu planların yerine getirilebilmesi için onların aynı dışsal olaylar setine (objektif verilere) sahip olmaları gerekir. Ve bu dengenin sürmesi, dışsal olay lar (objektif veriler)le kendi genel bekleyişlerinin (sübjek tif verilerin) çakışmasıyla mümkündür.
İşte denge analizinde eleşt rilmesi gereken nokta, bu sübjektif v rilerle, objektif verilerin nasıl uyuştuğunun araştırılmayıp, sadece dengenin varlığında bunların uyuştuğu nun varsayılmasıdır(l57).
Oysa, Avusturya Okuluna göre, denge iktisadi faaliyet ler arasında bir ilişki olduğundan, belli bir zaman sürecini gerektirecektir. Denge, analitik bir .başlangıç noktası·olarak kabul -edilmekte ve konominin ayarlanmaya eğilimli olduğu
( 156) S.DOW (1983): "Schools of Thought in Macroeconomic s:
·.The - Method is the Message"·, AEP, June, s.36. (157) T.YAY. (1987): s.89.
(hayali) bir denge yolunun olduğu kabul edilmektedir(158).
WalrasgilAnalizdekidengeninstatikliğikonusunda, YeniKlasikler Avusturya Okuluyla aynıeleştiriyi yaparlar. Ancak onlar için denge,hayali veya "ideal" bir başlangıç du rumunu değil,fakat her periyotta karşılaşılabilecek bir du rumu gösterir. Budenge durumuWalrasgilAnalizdekigibi, statik bir durum değildir: Piyasalarda bozukluklara ayarlanma eşanlı olmayabilir, buna rağmen onlar bir dengelenme durumun dadırlar(l59).
Görünen odur ki, bu analizde dengenin hem varolmasını; hem dedinamik olmasını sağlayan bir motor vardır: Bu da"bi reylerin rasyonel bekleyişlere sahip oldukları" hipotezidir. Rasyonel bekleyişlere sahip olan bireyler hemgeleceğe ait tahminler yapmakta,hem debunubugünden gerçekleştirmekte dirler. Dolayısıyla, Yeni-Klasikler,AvusturyaOkulununWal rasgil İktisatta eleştirdiği, "Sübjektifverilerle" objektif verilerin" nasıl uyumlaştırılarak dengenin kurulduğu. sorusunun cevapsızlığınada bir çözüm getirmiş olmaktadırlar: Çünkü rasyonel bekleyişler demek, ajanların kendi sübjektif değer lendirmeleriyle, tahmin hatalarının objektif ihtimal dağılı mını tanıyabilmeleri demektir.
Zamansız(statik) olan WalrasgilDengeanalizini bu şekilde dinamikhale getirerek Yeni-Klasikler yenibirgenel dengeanalizini gerçekleştirmektedirler. Buanalizdezaman vardır; amauzun-dönem,kısadönemiçinde eritilmekte; bir anlamda zamansızlığa geri dönülmektedir.
(158) J.SCHEIDE (1986): s.579.
Herhangi bir zaman anında, planların gelece_kte nasıl gerçekleşeceği yolunda bilgi olmadığı durumda, fiyat ve miktar sözleşmeleri, gelecekte bugünkünden farklı
_olacaktır. Yani böyle bir. durumda hatalar olabilecek-
. tir, fakat bunlar sistematik değildir. Yani bireyler exante hatalarını bilemeyebilirler, fakat daha sonra yaptıkları hatayı bulacaklardır. Bkz. y.a.g.e., s.577.
Monetaristler açısından bakıldığında, onların denge
ı
tanımında uyuştukları görülür. Friedman.,ın denge durumu, bir
kere varılırsa, orada kalınacak durumdu l60) ifadesi, Yeni Klasiklerin, "bir iktisadi ajan, veri bilgisiy le, olmayı is tediği yerde olduğunda dengededir" ifadesiyle tutarlıdır. On lar bu tanımın formel doğruluğunda uyuşsalar da, Friedman için bu açıklayıcı olmayan bir ifadedir. Friedman bu ifadeyi anlamlı kılmak için Marshallyan yönteminin bir uzantısı ola rak, kısa ve uzun dönemler arasında ayrımı belirtme yolunu seçer. Ona göre, bireyler her zaman dengeye yönelmektedirler; ancak uzun dönemde hakkında çok şey bilinebilecek şeyler, kı sa dönemde çok belirsiz olabilirler. O halde bireyler, tam belirlenmemiş sınırlar altında dengededirler. Bu durumda, ik tisadi ajanların· bilgisizl'iklerini, ölçülebilir olan (risk) ile ölçülemeyen (belirsizlik) kısımlarına ayırmak gerekmekte dir.
Yeni Klasikler için gelecek belirsiz değildir; ajanla rın gelecek hakkındaki bilgisizliklerinden doğan hataları, Knight anlamında "risk" olarak tanımlanır(l61). Bu da objek tif bir ihtimal dağılımında özetlenebilecek bir hata türüdür. Ayrıca, bireylerin bu hataları zaman içinde tekrarlamayacak ları (yani, hatalar serial olarak ilişkili değildir) düşünü lür. Onlar tamamiyle bilinen sınırlar içinde hareket etmekte dirler.
Bu durumda, Friedman için söz konusu olan teori kuran gözlemcinin (iktisatçının)iktisBdi bireyin karşılaştığı tüm sınırları belirleyememe sorunu., Yeni-Klasikler için söz konu su olmamakta; onlar tamamiyle belirlenmiş bir teori sunmakta dırlar.
M.FRIEDMAN(1976): Price Theory'den aktaran K.HOOVER
· (1984.): s.70.
(161) K.HOOVER (1984): s.71.
Sonuç olarak, Yeni-Klasik Makroiktisatın "anahtar" kavramı olan Rasyonel Bekleyişler hipotezini Friedman şöyle değerlendirmektedir:
"İktisadi aktörlerin, gelecek ihtimallerini değerlen dirmekte mevcut bilgiyi akıllı bir şekilde kullandıkları yo lundaki kadim (ancient) görüşün rasyonel bekleyişler teori sinde (yeniden) ifade edilmesi, önemli ve değerli bir geliş medir. Fakat bu, görüşüp. ateşli tarafarlarının dışlamış oldu ğu, dinamik değişmeler bilmecesini çözmek için bir 'açıl susam açıl' değildir(162).
Konjonktür Dalgaları
Paranın Yansızlığı - Doğal İşsizlik Oranı - Phillips Eğrisi
Yeni-Klasik Makroiktisatın geliştirdiği Konjonktür Dalgaları (Business Cycles) teorisini anlamak için, ilk aşa mada içiçe geçmiş üç konuyu (yansızlık, doğal işsizlik oranı ve Phillips Eğrisi)· ele almak yararlı olacaktır(l63). Yeni Klasiklerin bu çok iyi bilinen teorisi, para miktarı ve genel fiyat seviyesi hakkında eksik bilginin, nasıl paranın yanlı lığına yol açtığını göstermektedir(l64). Makroiktisatın en zor sorunlarından olan yansızlık kavramını ele alırken yine önceki kısııiılardaki yöntemi izleyerek Yeni-Klasikleri Avus turya Okulu ve Monetaristlerle karşılaştırmayı sürdürmekteyiz.
Bkz. M.·reman (1982): Mcinetary trends in the United States and the -United Kingdom; Their relatis:ın to indfue, prices and interest rates 1867-1975, Chicago & Landon, s.63O.
Bu konular, FRIEDMAN'ın teorik çatısını ele alırken ileride ayrıntıli.biçimde ele alınacağ.ından, burada konunun gerek
_ tirdiği ölçüde incelenecektir.
R.BARRO (1984): "Rational Expectations and Macroeconomics in 198411,AER, 74(2), s.179.
Hayek için paranın yansızlığı aşağıdaki şartları ge rektirmektedir(165):
Toplam parasal akım sabit olmalıdır.
Tüm fiyatlar (ücretler dahil) esnek olmalıdır.
Uzun dönemli sözleşmeler için gerekli olan gele cekteki fiyat hareketleri hakkında doğru bekleyişlere sahip olmak gerekir.
Paranın tedavül hızı sabit olmalıdır.
Hayek'e göre, bu artların .gerçekleşmesinin (özellikle b ve c) zor olmasından dolayı,·uygulamada yansız (n·ötr) para asla olamaz. Teorik yansız para kavramı ile uygulamadaki ide al para politikası arasındaki ilişki, ilkinin ikincisine bir değerlendirme ölçütü olmasıdır.
Oysa, Yeni-Klasik Analizde bu koşulların hepsi sağlan maktadır. Bu da, Yeni-Klasiklerin paranın her zaman boyutunda yansız olduğunu belirttikleri anlamına gelir.
Friedman' ın paranın uzun dönemde yansız ol-duğunu be lirttiği enflasyon teorisini oluşturmasına kaynaklık eden reel ve nominal miktarlar arasındaki eski ayrım, Yeni-Klasik lerin de analizlerinin temelini oluşturmaktadır.
Friedman'a göre, nominal para stokundaki bir artış, mevcut fiyatlarda reel balansları arttırır; bunların harcan ması ilkin mal stoklarını eri_tir; sonra da üretimi arttırıp dolayısıyla fiyatları arttırır. Görüldüğü gibi, kısa- dönemde parasal faktörler reel faktörleri etkilerken; uzun dönemde etki_lenen· sadece fiy:atlardır: Para. kısa dönemde yanlıyken; uzun dönemde -yansızdır·.
F.A.HAYEK (1931): Prices .and Production, Sec. Ed.,
:Routl dge-Keagan Poul Ltd., 1960. s.13l'den aktaran T.YAY. (1987): s.93.
Yeni-Klasikler için durum daha farklıdır: Rasyonel Bekleyişlere sahip ajanlar, hükümet politikalarının sistema tik kısımlarını doğru biçimde tahmin ederek, para ve fiyatlar arasındaki ilişkiyi anlarlar; sürekli dengede olan bu ajan lar, bu bilgilerini reel ve nominal değişmeler arasındaki ay rımı yapmak için kullanırlar. Dolayısıyla para kısa dönemde de yansızdır(166). Para arzı dalgalanmalarının sistematik kısmı, BARRO'nun deyişiyle "beklenen" para, sadece fiyatları etkilerken; tesadüfi (random) kısım (beklenmeyen para) ise reel etkilere sahiptir(167). Konjonktür Dalgalanmalarını ya ratan da bu "beklenmedik" tesadüfi şoklardır.
Paranın yansızlığı konusunun önemi, Phillips Eğrisi ve doğal işsizlik oranının çıklanışıyla yakınen flgilidir.
Bilindiği gibi, Phelps ve Friedman kısa dönemde bir Phillips trade-offunun olduğunu, fakat uzun dönemde, enflas yon oranından bağımsız bir doğal işsizlik oranının bulunduğunu öne sürerler. Kısa dönemde Phillips trae-off'unun varolması, iktisadi ajanların bazı beklen tis e1 hat alarının olduğu görüşüne da_yanır.
Ani bir parasal genişlemeyle başlayan bir enflasyon sürecinin başlangıcında, işçiler çalışma sözleşmesi yaptıkla rı dönem içinde geçerli olacağını düşündükleri fiyatlar sevi yesini düşük, reel ücretlerini ise yüksek tahmin ederek, mev cut nominal ücretlerde daha fazla emek arzederler. Sonuç, üretimde artışlarla doğal işsizlik oranının altında bir iş sizlik seviyesidir. Görünen, kısa dönemde beklenmeyen enflas-
·D.LAIDLER (1982): Monetarist Pe spectives, s 84.
Rasyonel Bekleyişlerin genişletilmiş bazı versiyonları,
,parasal bozuklukların genel v nispi fiyatlarda ve do
_layısıyla üretim ve istihdamda ayarlanmalara yol açan
·geçicikarışıklıklaryarattığınıkabulederler. Bkz. BARRO (1984): s.179 ve D.LAIDLER (1982): s.85.
yonla, işsizlik arasında bir trade-off'un olduğudur(168). An cak, beklentisel hatalar sürekli olarak devam etmez. Fiyatla rın ücretlerinden daha hızlı biçimde arttığını gören işçiler, reel ücretlerini eski seviyesine getirme çabasına girerek iş sizlik seviyesini doğal orana geri döndürürler. Bu doğal iş sizlik oranı, doğru algılamalarla (bekleyişlerle) tutarlı olan bir orandır ve emek piyasasının etkinliği, rekabet ve tekelin boyutu, çeşitli işlerde çalışmaya teşvik veya engel ler gibi reel faktörlere bağlıdır(.169). Yeni-Klasikler, Fried man'ın "emek ve mal piyasalarının yapısal özelliklerini içeren Walrasgil Genel Denge Sistemine dayandırılan bir seviye"(170) diye tanımladığı doğal işsizlik oranı kavramını ödünç alarak, zaman içinde değişen bir "iş arama" işsizliğinin varlığını kabul ederler. Bu gönüllü bir işsizliktir(171).
Yeni-Klasikler, paranın yansızlığı konusunda olduğu gibi, kısa dö•nemde bile Philli ps trad e of f'unu reddederler. Onların Phillips Eğrisini yorumlamaları (Expectation Augmented Phillips Curve), gerçekte bir toplam arz eğrisini ifade et mektedir(l 72). Bu yorumda, malların ve faktör hizmetlerinin toplam arzı, fiili ve beklenen fiyatların nispi değerleriyle pozitif olarak ilişkili kabul ediiir(173): Aşağıdaki eşitlik bu ilişkiyi göstermektedir:
S.FISCHER(1977): "Long-TermContracts Expectations, and the Optimal Money Supply 85(1), s.192-193.
M.FRIEDMAN (1977).
Rational Rule", JPE,
M.FRIEDMAN (1968): "The Role of Monetary Policy", AER, 58(1), s.8.
(171) D.LAIDLER (1982): s.78.
(172) D.LAIDLER (1982): s.16 ve D'.LAIDLER (1981): "Monetarism:
_An Interpretation and .ı\n Assesment", EJ, 91(361), s.9. (173) R.J.BARRO-S.FISCHER (1976): s.156-157.
Bu Modellerde, beklenen ücretlere göre fiili nominal ücretlerde bir azalma, iş aramaya ayrılan zamanı arttırarak, emek arzını azaltır. Rasyonel Bekleyişlerle birleşen bu özel arz fonksiyonu, sistematik olmayan (beklenmeyen) parasal et kilerin reel değişkenleri etkileyebildiğini belirtir. Üretim, reel işsizlik oranı ve reel faiz oranı sistematik parasal et kilerden bağımsız şekilde hareket eder ve çoğunlukla, rast lantısal (random) bir süreci izler. Sistematik parasal etki ler ise, rasyonel bekleyişler altında derhal fiyat etkilerine dönüşür. Böylece, Lucas-Sargent'ın Rasyonel Bekleyişlerle birleşmiş toplam arz fonksiyonu, bir trade-off'un sistematik kullanımı için gereken tüm imkanları ortadan kaldırır. Trade off kısa dönemde bile yok olmaktadır. Fiili işsizlik oranı, herhangi bir zaman anında doğal orana karşılık gelmekte dir(l74).
Konjonktür Dalgalarının Nedenleri ve Yapısı
Yeni-Klasiklerin amacı, üç temel ilkelerini de bozan (para aldanmasını yaratan, dengesizliği ve tahmin hataların daki serial korelasyonu ortaya çıkaran) Konjonktür ·Dalgala rının, iktisadi denge analizinin temel ilkelerine bağlı kala rak Genel bir teorisini kurmaktır(l75).
Hem Avusturya Okulunun, hem Yeni-Klasiklerin ve hem de Monetaristlerin üzerinde anlaştığı nokta, Konjonktür Dal galarının piyasanın başarısızlığının değil; piyasanın maruz kaldığı dışsal bozuklukların doğal sonucu olarak ortaya çık tığıdır. Her_üç okul da, dışsal (outside) bozuklukların en önemli kaynağı olarak para miktarındaki değişmeleri görür ler(l76).
(174) K.BRUNNER (1978)":· s.67. (175)·v.ZARNOWITZ (1985): s.552.
(176)·Bkz. J.SCHEIDE (1986): s.586. M.FRIEDMAN and A.SCHWARTZ
(1963): A Monetary History of U.S 1867-1960, Princeton Un. Press, Princeton; T.YAY (1987).
Başlangıçta Avusturya Okulu, parasal değişmelerin ti cari bankaların kredilerini genişletmesiyle ortaya çıktığını vurgular; ancak bu bankalar istikrarlı kabul edilen piyasa ekonomisinin sadece belli bir kısmını oluşturduklarından tek başlarına keyfi bir şekilde konjonktür iniş-çıkışlarını yara tamazlar. Sonuç olarak, bozuklukların kaynağının, Merkez Ban kasının daha fazla para yaratarak devletin ekonomiye müdaha lesi olduğu kabul edilir.
Yeni-Klasikler açısından bakıldığında; zaten piyasa sinyallerine göre "olması gerektiği veya olacağı" biçimde ha reket eden ve hatalı kararlarını düzeltip ileriye aktarmayan ajanlar bir parasal değişmenin olacağını da tahmin edebi1e ceklerdir. Öyleyse, onların yaptıkları tesadüfi (random) ha talarin katlanarak artmasına ve Konjonktür Dalgalanmalarına dönüşmesine sebep olan nedir?
Bu sorunun cevabı, bilginin eksikliğiyle açıklanabi lir: Veri bilgileriyle öngöremedikleri beklenmedik bir para sal şokla karşılaşan iktisadi bireyler sistematik olmayan rastlantısal hatalar yapacaklardır. Bireyler sadece rastlan tısal (random) hatalar yapıyorlarsa, bir bütün olarak ekono miyi ele aldığımızda bu hatalar birbirini götürmez mi? Lucas, bunun cevabını şöyle verir: Para miktarındaki dalgalanmalar, ekonomideki tüm bireylere aynı anda etki yaptığı ·için onların tümünün hatalı karar almasına neden olduğundan, hatalar hep sinin faaliyetlerine yayılır ve sonuçları tüm ekonomi için gözlenebilir hale gelir(l77).
Bireylerin yaptıkları hataları farkedip düzeltmelerini engelleyen veya üzeltseler de hatalara süreklilik kazandıra rak Konjonktür Dalgalarının yaratılmasına neden olan· bir et ken, onların bu hatalar temelinde ·iktisadi kararlar almış
(177) D.LAIDLER (1982): s.81.
olmalarıdır. Sonradan pişman olmaları, söz konusu bu kararla rın ex ante tamamen isteğe bağlı olarak alındığı gerçeğini değiştiremez(l78).
İkinci bir etken ise, ajanların sadece kendilerine ilişkin bilgiye sahip olup; diğer kişiler ("island" piyasalar) hakkında ve para stoku-fiyatlar seviyesi gibi tüm ekonomiye yaygın büyüklükler hakkında eksik ve gecikmeli bilgiye sahip olmalarıdır(l79).
Şimdi, Yeni-Klasiklerin Konjonktür Dalgalarına bakışı nı açıklamak için, ekonomide belirsizlik olduğunu ve genel olarak fiyatlar seviyesini yükselten beklenmedik bir parasal genişleme olduğunu varsayalım. Ürünlerinin fiyatlarında bek lediklerinden daha yüksek ir artış gören üreticiler, bu fi yat artışının talepteki nispi bir değişmeden mi yoksa toplam nominal talepteki bir artıştan mı ileri geldiğini kesin ola rak bilemedikleri için, artışı gözler gözlemez genellikle üretimlerini arttırma yoluna gideceklerdir(180). Daha önce belirtmiş olduğumuz gibi, beklenen ve cari fiyat (ücret) se viyeleri arasındaki farkla pozitif ilişkili olan kısa dönem toplam arz fonksiyonu elastik olduğu için, beklenmedik bir yükselme (veya düşme)ile karşılaşan işçi ve/veya üreticiler daha fazla (daha az) emek ve/veya ürün arz ·edeceklerdir(l81).
Demek ki, işgücü reel ücreti yanlış algılandığında firmalar için emek arz eğrisi kayarken, insanların ürün tale bi de değişmektedir. Bu, herhangi bir hatalı algılama olmadı ğı zamana göre üretim yapısının farklılaşacağı anlamına ge lir. Üretim kararları bir kere bu duruma göre alınınca, bu
(178) a.g.e., s.79.
(179) V.ZARNOWITZ (1985): s.552. (180) J.SCHEIDE (1986): s.587.
(181) V.ZARNOWITZ (1985): s.552.
duruma göre alınınca, bu gibi etkiler sürecektir. Dahası, ha talar dayanıklı malların üretimi .hakkında olduğu ölçüde, üre- timd emekle birlikte kullanılacak olan diğer üretim faktör lerinin de miktarı etkilenecektir; bu da sırasıyla üretim ve tüketim malları cinsinden emeğin marjinal fizik verimliliğini ve dolayısıyla reel ücretin yapısını etkileyecektir. Tam bilgi söz kont su olsa, ·bu durumda değişen sadece nispi fiyatlar olacaktır. Oysa, insanların kaynaklarının bir kısmını fiyat lar hakkında bilgi elde etmeye ayırdığı varsayımı kabul edil diğinde, işçilerin zamanlarını boş zaman veya iş arama ara sında bölmesi mümkün hale gelmekte, bu da doğal işsizlik ora nını etkilemektedir. Dayanıklı malların aşınması zaman aldı ğından, doğal işsizlik oranı üzerine bu gibi etkiler bir süre devam edecektir(l82).
Görünen odur ki, rasyonel bekleyişlere sahip olan ajanlar, şokun geçici nitelikte olduğunu anlayıp hatalarını tamir etseler, yani hatalar sürekli olmasa bile, sonuçları sürekli olmakta, konjonktür dalgaları yaratılmaktadır.
Yeni-Klasiklerin konjonkttir teorisi, Avusturya Okulu nun konjonktür teorisine yakındır. Farklılık Avusturya Okulu nun başlangıç noktası olarak, yatırım ve istihdam kararları nın faiz ?ranlarındaki değişmelere göre alındığını vurgulama sındadı Bu nispi fiyat (faiz oranı), tüm iktisadi ajanların yatırım ve tasarruf yapma yolundaki zaman tercihlerini yansı tır ve üretim sürecinin·yapısını belirler. Yeni-Klasikler ise faiz oranlarını teorik ve ampirik nedenlerle dışlarlar. Onlar için Konjonktür Dalgalarını başlatan, nispi fiyatlar değil, fakat fiyat seviyesidir. Eğer Avusturya Okulunun söylemek is tediği, para miktarının bir defalık (one-shot) değişiminin nispi fiyatlarda değişmeye yol açtığı ise, bu Yeni-Klasikler tarafından da benimsenir. Ama Konjonktür Dalgaları gibi sü-
(182) D.LAIDLER (1982): s.82-83.
rekli dalgalanmalar paranın bir-dönemlik artma ve azalmaları nı değil, fiyatlar seviyesinin sürekli iniş-çıkışlarına bağ lıdır(l83).
Monetaristlerle ise Konjonktür Dalgalarının açıklanma sı konusunda farklılaşırlar. Friedman için bir parasal şok öncesi ve sonrasında varılan bir uzun-dönem dengesi düşüncesi vardır; dolayısıyla, konjonktür dalgalanmaları kısa dönemde ortaya çıkan uyumsuzlukları yansıtır. Yeni-Klasikler için böyle bir ayrım söz konusu değildir; konjonktür dalgalanmala rına neden sadece beklenmedik parasal şoklardır. Bilindiği veya beklendiği sürece hiç bir parasal değişme, ister kısa is ter uzun dönemde, reel etkilere sahip olmayacaktır.
Ayrıca, Monetaristler nispi fiyatlardan çok, para arzı ve fiyatlar genel seviyesi arasındaki oransal ilişkiye dikka ti çekerken; Yeni-Klasikler için para arzı-genel fiyat sevi yesi ilişkisi beklentilerin gerçekleşmesi durumunda, geçiş süreci olmaksızın geçerlidir, fakat haber almanın (bilginin) yetersiz olduğu durumda, ürün fiyatlarının denge fiyatların dan sapmasının sonucunda nispi fiyatlar, fiyatlar seviyesin deki değişmeler kadar önem kazanır(l84).
(4) Yeni Klasiklerin İktisat Politikası Görüşleri ve
Eleştiriler
Konjonktür Dalgalanmaları, doğal olarak istikrarlı ka bul edilen piyasa ekonomisinin dengeden sapmasına neden oldu ğuna göre, ek0nomideki bu bozukluklsra müdahale edilip edil meyeceği konusu da önemli bir tartışmayı beraberinde getirir. Yeni Klasikler bu tartışmayı teorik.düzeyde yürütürler.
(183) J.SCHEIDE (1986): s.586.
)·E.EREN ( 1986b): "M.Friedman'da Paranın Yansızlığı ve Ekonomiye Müdahale", Maliye Yazıları, s 78.
Bilindiği gibi, Friedman Hanry Simons'ı izleyerek para politikasının yönetiminde isteğe bağlı politikalar veya oto ritelere karşı parasal otomatik kuralları tercih eder: Bu, paranın yılda sabit bir X oranında artmasına izin verilmesi kuralıdır(185). Bu oranda, GSMH'nın uzun dönemde büyüme ora nına eşitlenecek şekilde belirlenir(186).
Friedman'ın sabit bir kuralı savunması, para otorite lerinin ekonomik bozuklukların kaynağı ve zamanlaması konu sunda bilgisizliklerine dayanmaktadır. Ve böyle bir kural, Friedman'ın enflasyon bekleyişlerinin yavaş geliştiğine inan masıyla ilişkili olarak öne sürülür(187). Para stokunun belli bir oranda artması devam ettiği sürece, enflasyon da uzun dö nem içinde sabit bir oranda kalacak; böylece iktisadi ajanlar kendilerini bu düzenli orana göre ayarlayarak, kural devam ettiği sürece beklenmedik sürprizlerle karşılaşmayacaklardır.
Hayek de Friedman'ın bu X yüzde kuralını, mevcut ku rumsal düzenlemeler altında, tüm olası öneri 1erin en iyisi olarak değerlendirmektedir(l88). Zaten istikrarlı olan bir ekonominin istikrarını korumak amacı için böyle bir kuralın etkinliği üzerinde anlaşma varken; anlaşmazlık, ekonominin istikrarının yeniden nasıl kurulacağı konusunda ortaya çıkar. Örneğin, bir resesyon döneminde para politikasının ne yapması gerekir? Hem Avsuturya Okulu, hem de Yeni-KlAsikler bu soru yu, hiç bir müdahalenin yapılmaması gerektiği biçiminde ce vaplarlar. Çünkü, bir depresyon, önceki dönem enflasyonist boom'un bozukluk ve aşırılıklarının atılma ve ekonominin ken dini yeniden ayarlama sürecidir ve herhangi bir müdahale bu
M.FRIEDMAN (1960): A Program for Monetary Stability, Fortham Un, Press, N.Y., s.90.
J.TAYLOR. (1981): "Stabilization, Monetary Rules", AER, 71(2), s.145.
(187) K.HOOVER (1984): s.63.
(188) J.SCHEIDE (1986): s.593.
Accomodationand
süreci bozmaktan başka birşey yapamaz(l89).
Enflasyonu durdurmanın uygun şekli konusundaki politi ka önerileri tartışmalarında ise, hem Avusturya Okulu hem de Yeni-Klasikler, Monetaristlerin çoğu tarafından paylaşılan ılımlı bir parasal azalma "gradualism" kuralına karşı, hızlı ve şiddetli bir geriye dönüşü savunurlar(190). Çünkü para ve maliye politikalarında ne kadar hızlı değişme olursa, enflas yonsuzluğun (disinflation) maliyeti o kadar küçük olacaktır. Friedman'ın aksine, Yeni-Klasikler için davranışsal parametre ler (enflasyon bekleyişleri) hızlı bir şekilde değişmektedir.
Söylenilenlerden çıkarılabilecek sonuç, Yeni-Klasikle rin ekonomiye müdahaleye taraftar olmadıklarıdır: Bu müdaha lelerin, eğer önceden tahmin ediliyorlarsa, reel değişkenler üzerinde hiç bir etkisi olmayacağı kabul edilir(l91). Ancak, Rasyonel Bekleyişler altında, aktivist bir para politikasının sonuçları, halkın ve politika yapımcılarının nispi bilgi du rumlarına bağlıdır. Eğer politikacılar, diğer ajanların sahip olduğundan fazla bilgiye sahip değillerse, para arzındaki sistematik değişmeler, rasyonel bekleyişlerin oluşmasında dikkate alınacak ve kısa dönemde bile yansızlaşacaktır(l92). Fakat politika yapımcılarının halktan daha fazla bilgi sahibi olduğu durumda, diğer ajanların para politikasının tam yapı sını anlamaları (öğrenmeleri) zaman alacağı için en azından geçiş dönemi içinde reel değişkenlerin etkileneceği ve dola-
(189) a.g.e., s.593.
(190) D.LAIDLER (1982)·: s.30.
(191) Politikaların tamamen sistematik (ve tahmin edilebilir) veya tamamen öngörülemez politikalar biçiminde keskin bir ayrıma tabi tutulması suni bir ayrım olarak görülür ve gerçekte politikaların daima bu ikisi arasında bir şekilde olacağı öne sürülür. Bkz. G.HABERLER (1980): "Critical Notes on Rational Expectations", JMCB, 12(4),
.s.833.
R.BARRO-S.FISCHER (1976): s.162.
yısıyla Yeni-Klasiklerin önerisinin geçersiz olacağı açık ha le gelecektir(.193).
Ayrıca iktisadi ajanlar, bilgiyi para otoriteleri ka dar faydalı bir biçimde kullanmaya motive edilmemişlerse (ya ni bilgiyi elde etme ve kullanma maliyetliyse) ya da motive edilseler de bilgiyi onlar kadar iyi kullanamıyorlarsa (yani ekonomik sistemin parametreleri hakkında belirsizlik varsa), beklentileri rasyonel bile olsa, aktivist bir para politika sının etkin olacağının kabul edilmesi gerekecektir(194).
Bunlardan başka, özel iktisadi ajanlar politika yapım cılarıyla aynı bilgiye sahip olsalar bile, onların bu bilgi çerçevesinde derhal faaliyet göstermelerini engelleyen durum lar da vardır: Onların uzun-dönemli sözleşmelerle önceden bağlanmış olmaları. Bu sözleşmelerin varlığı, tamamen bekle nir olduğunda bile para politikasına istikrar sağlayıcı bir rol kazandıran Keynesyen-vari birgeçici ücret rijitliği duru munu modele sokar(l95). Bu durumda da yine para politikası, reel değişkenleri etkileyebilir duruma gelir.
Görünen o ki, Rasyonel Bekleyişler Hipotezi, bazı kon jonktürel olgulara tutarlı bir açıklama getirirken, pek çok ciddi eleştirinin· de hedefi olmaktadır.
A.HOWİTT (1981):"ActivistMonetaryPolicy Rational Expectations", JPE, 89(2), s.250.
(194) a.g.e., s.267.
under
(195) S.FISCHER (1977): "Long,Term Contracts, Rational Expectations and the Optimal Money Supply Rule", JPE, February, 85(1), s.192-203
il. BÖLÜM
MILTON FRIEDMAN'IN TEORİK KATKILARI
GİRİŞ
Önceki bölümde Monetarizmi ve onun çıkış noktası say dığımız Klasik Miktar Teorisini ayrıntılarıyla ele aldık. Bu, bizim asıl amacımız için uzun bir giriş oluşturmaktadır. Ger çekte tezdeki asıl niyetimiz, günümüzde artık yerini başka isimlere (Lucas, Sargent) bırakmaya başladı ise de, uzun bir dönem için (19SO'lerin ortalarından 1980'1ere kad r) Moneta-
-rist İktisadi Düşünce Okuluyla adeta özdeşleşen bir iktisat çıyı, Prof.Milton Friedman'ı tüm boyutlarıyla incel.emektir. Tezin ana bölümü saydığımız bu bölümde, Friedman'ın iktisadi düşünceye katkılarını, en azından yeni bilimsel tartışmalara zemin hazırlayan çalışmalarını incelemeyi hedefliyoruz.
Bilimsel çalışma, belli kesin sonuçlara varmayı amaç layan değil, fakat yeni ve verimli araştırma ve tartışmaları başlatacak soruları sorabilen çalışmalardır. Friedman da ken di çalışmalarının hedefinin bu olduğunu vurgulayarak, "makale lerinin her birini, birbirinin yerini alan değil, birbirini tamamlayan olarak ve de son sözü söyleyen değil, sürekliliği olan (devam eden) bir çabanın parçaları olarak gördüğünü" be lirtir(l). Biz, bu birbjrini tamamlayan çalışmalar zincirini, aralarındaki bağlantıları da vurgulayarak, eksiklikleri ve başarılarıyla değerlendirmek gayretiyle yola çıktık. Herşey den önce vurulanması gereken, Friedman'ın dünyaya bakışı (de ğer yargıları ve ideolojisi) ile teorik çalışmalarının yakın ilişki idir. Gerek teorik çalışmalarının gerekse İktisat po litikası çıkarsamalarının yönünü, metodoloji ve piyasa konu sundaki görüşlerinin be irlediğini söyleyebiliriz.
M.FRIEDMAN (1972): "Coİnments on Critics", JPE, 80(5), s.909.
Friedman bilim ve ideoloji ilişkisi konusundaki görü şünü şu ifadeyle belirtmektedir:
"Ünlü hocalarımdan biri olan Westley Mitchell bana, bilim adamlarının değer yargıları ne olursa olsun, ne kadar güç lü olursa olsun, niçin bunlardan bağımsız bir bilimi izlediklerinin nedeninin onla rın bilimi ilerletme ve yayma isteklerin den kaynaklandığını söylemişti. Faaliyet lerin olası sonuçlarını öngörebilmemizi sağlayan pozitif bilimsel bilgi, bu faa liyet yolunun arzulanır olup olmadığını belirten normatif yargı için bir önge rekliliktir"(2).
Bu bölümün ilk alt bölümünde Friedman'ın düşünsel kö kenlerini araştırdıktan sonra ilk üzerinde duracağımız konu lar böylece belirlenmiş oluyor: Metodolojisi ve piyasaya ver diği önem.
Ancak bizi asıl ilgilendiren bu yöntem ve düşünceler le geliştirmiş olduğu teorik çalışmalarının, ampirik bulgu larının ve politika çıkarsamalarının değerlendirilmesidir. Bunun için önce para talebi, sürekli gelir Hipotezi, tüketim fonksiyonu ilişkisini ayrıntılarıyla ele alacağız. Bunun ya nısıra, Monetarist intikal (transmisyon) sürecinin yapısı ve enflasyon Analizi (Doğal işsizlik oranı hipotezi) incelene cektir.
FRIEDMAN'IN DÜŞÜNSEL KÖKENLERİ
Monetarist Düşüncenin öncüsü olan Friedman'ın yeni kavramlar üzerine kurduğu analiz bütününün kuşkusuz, önemli ölçüde geçmişle bağları vardır. Önceden düşünülmüş, tartışıl mış, kabul görmüş ya da görmemiş pek çok bilimsel düşünce,
M.FRIEDMAN (1977): "Nobel Lecture: Inflation and Un- em p1 oy ment", JPE, 85( 3), s•453.
uygun zaman ve koşulda birbiriyle bağlantılı ve mantıken tu tarlı bir biçimde birleştirildiğinde etkin bir analize dönü şebilmektedir. Bizce Friedman'ın başarıyla gerçekleştirdiği şey, kendinden önceki iktisatçıları en iyi şekilde değerlen dirme, anlama, yorumlama ve bunlardan hareketle daha ileri (gelişmiş) bir analize ulaşabilmesidir.
Friedman'ın etkilenim kaynaklarının, temel olarak Eski Miktar Teorisyenleri, Chicago Okulu ve Chicago dışındaki Ame rikalı Miktar Teorisyenleri olduğunu düşünüyoruz. Bunların dışında kişisel olarak yararlandığı başka iktisatçılar (Arthur Burns, Homer Jones, Wesley Mitchell) vardır(3). Ayrı ca Keynesyen iktisatla karşılıklı bir etkileşim içinde olması da kaçınılmaz görünüyor.
ESKİ MİKTAR TEORİSYENLERİ
Tezimizin ilk bölümünde, Neo-Klasik Miktar Teorisini (Doğrudan ve Dolaysız Mekanizmalar) ayrıntılarıyla verip, Friedman'la bağlantılarını incelemiştik. Bize göre Friedman'ın Miktar Teorisine yaklaşımı, Marshall'ın Nakit Dengeler Yakla şımının geliştirilmiş bir biçimidir. Marshall'ın Nakit Denge ler (Cash-Balance) yaklaşımı, kaba hatlarıyla bir portföy analizinin başlangıcı(4) olmasının yanı sıra, para talebi yö nünün ağır bastığı mikro bazlı bir miktar yaklaşımını sergi lemektedir. Friedman'ın Miktar Teorisine bakışının öncülü ol maktadır. Friedman I ın kendisi de Marshall' ın Nakit Dengeler yaklaşımıyla Keynesgil Portföy ANalizini birleştirdiğini ka bul etmektedir(5).
E.BUTLER (1985): Milton Friedman, Gower Publishing Com pany, England, s.6-7.
(4) J.HERMAN (1984): s.588-589 ve H.VISSER (1974): s.S.
(S) M.FRIEDMAN (1970): s.200.
Bunun dışında, Friedman'ın analizinde Irving Fisher'in etkisi çok açık bir şekilde görülmektedir: Fisher'deki reel nominal faiz oranları ayrımını, Friedman "Teorik Çatı II sını geliştirirken kullanmıştır(6). Bunun yanısıra, Fisher'in ge lir ve servet arasındaki ilişkiyi belirleyen (1907'de ve daha sonral930'da Rate of Interest'de yinelenen) analizi, Friedman' ın Tüketim Fonksiyonu' nun temelini oluşturan Sürekli Gelir kavramının ilkel bir sunumunu vermektedir(7).
Yine Fisher'in beklenen ve beklenmeyen değişmeler ara sındaki ayrımı belirten ve beklenmedik bir talep artışının geçici olarak, :f;iyat değişmelerinden ziyade, ilkin istihdam ve üretimi artırdığını "heceleyen" 1926'da yazılmış "A Statistical Relationship Between Unemployment and Price Changes" makalesi, Friedman'ın "doğal işsizlik oranı" kavra mına varmasında etkili olmuştur(8).
Kısacası, Fisher'in üç önemli katkısı - reel/nominal faiz oranları ayrımı; gelir ve servet arasındaki ayrımı ve beklenmeyen fiyat değişmelerine üretim ve istihdamın tepki si - Friedman'ın analizinin geliştirilmesinde önemli roller oynamıştır(9).
CHICAGO OKULU
Friedman, Columbia Üniversitesi1nde iktisattan çok ma tematikle uğraştığı ve iktisadın ampirik yönünü vurgulayan Westley Mitchell'le çalıştığı yıllardan sonra 1948'de Chicago
(6) Bkz. M.FRIEDMAN (1971a).
( 7) D.PATINKIN ( 1974): 11 Keynesian Monetary Theory a nd t he Cambridge School", H.G.JOHNSON-A.R.NOBAY (1974): Issues in Monetary Economics, Oxford University Press, London, s.8-9.
) Bkz. M.FRIEDMAN ( 1975): Unemploymen t versus Inflation, The Institute of Economic Affairs, No:2, s.12-13.
A.R.NOBAY-H.G.JOHNSON (1977): "Monetarism: A Historic Theoretic Perspective, JEL, XV(2), s.475.
Üniversitesi'ne gelmiştir. Chicago Üniversitesi'nin ilk kuşa ğı - Knight, Viner, Mints, Simons - ikinci kuşağın - M. Friedman, G.Stigler, G.Becker - öncülleri olarak d üşünülebi lir( 10).
1930'larda Chicago Üniversitesi'nde hakim grubun yanı sıra, kurumsalcı geleneğin temsilcileri (John Nef, Chester Wright, Simeon Leland, H.A.Millis) ile kantitatif iktisat ve ekonometrinin öncüleri (Paul Douglas, Henry Schultz ve Oscar Lange) vardır. Ancak Knight grubu Chicago geleneğinin oluştu rulmasında etkin olmuştur(ll).
Friedman' ın Chicago Okulu' nun entellektüe-ı liderliğini alması ise 1940 sonları ve 50' lerdedir. Friedman "Restate ment"ın girişinde, Chicago Okulu'nu 1930'lar ve 1940'larda para teorisi ve parasal problemlere eğilen ve miktar teorisi ni sürdüren akademik merkezlerden biri olarak değerlendirmek te; özellikle "Simons ve Mints'in genel fiyat teorisiyle bü tünleştirilmiş ve iktisadi faaliyetler n yorumlanması ve po litika önerilerinin geliştirilmesinde hassas bir alet haline getirilmiş bir Miktar Teorisi'ni geliştirdiklerini" vurgula maktadır. O'na göre Chicago Geleneği, katı ve değiştirilemez bir Orthodoxy değil; olgulara bakmanın bir yolu ve paranın mesele olduğunu iddia eden teorik bir yaklaşımdı(l2).
Patinkin ise, Friedman'ın Chicago Geleneğinden etki lendiğinden kuşku duymakta, O'nun bu geleneğin ayırdedici özelliklerini aşımadığını öne sürmektedir(13). Patinkin'e göre Friedman öncesi Chicago'nun temel önerileri şunlar-
M.W.REDER (1982): "Chicago Economics: Permanence and Change", JEL, XX, s.3.
a.y.
(12) M.FRIEDMAN (1956): s.3.
Bkz. D.PATINKIN (1972a): "The Chicago Tradition, the Quantity Theory and Friedman", Studies in Monetary Economics, Harper International Ed. , Harper-Row, s.92-- 117.
dır(l4):
Chicago Okulu'nun miktar teorisi, para talebi teorisi değil, para miktarını toplam mal ve hizmet talebi (MV) fiyatlar ve üretim seviyesiyle ilişkilendiren bir teo ridir.
V, istikrarlı (sabit) değildir; tersine iktisadi yaşa mın temel özelliği, V'deki keskin değişmelerin ya da diğer bir deyişle gömüleme eğilimindeki değişmelerin yarattığı tehlikelerdir.
İktisadi sistem temelde istikrarsızdır. Piyasadak pa ra miktarı sabit kalsa bile, banka sisteminin özellik leri nedeniyle, para miktarı yüksek konjonktürde art makta, depresyonda ise düşmektedir.
Bu nedenle hükümet, V'deki değişmeleri dengelemek için M'yi ayarlamalıdır.
M'deki değişmeler açık piyasa işlemleriyle gerçekleş tirilebileceği gibi, açık bütçe politikasıyla da ger çekleştirilebilir; hatta ikinci yol daha etkindir.
Bu görüşler, Friedman'ın yaklaşımıyla uyumlu görülmez. Fakat görüşler hernekadar aynı yönde olmasa da, miktar teori sinin yaşadığı, tartışıldığı ve 1930'ların bunalımına para politikasıyla çare arayan bir ekolde çalışmış olmanın Fried man üzerindeki etkisini yok saymak bize yanıltıcı görünüyor.
Patinkin'i yanıtlarken Friedman da, "Chicago'lu hoca ları"nın, depresyonu yanlış izlenmiş politikaların ürünü ola rak değerlendirdiklerini; deflasyon ve kitlesel işsizlikle savaşmakta geniş ve sürekli bütçe açıklarını ve açık piyasa işlemlerini önerdiklerini belirtmekte, dolayısıyla, "Simons, Mints, Knight ve Viner'in temelleri üzerine oturan bizlere
Y.a.g.m., s.96-97. Ayrıca Bkz. "Friedman on the Quanti ty Theory mics" , JPE, 80( 5).
D.PATINKIN(1972b):
and Keynesian Econo-
Keynes'in öğreteceği hiçbir şey yoktu" demektedir(l5).
AMERİKAN MİKTAR TEORİSYENLERİ
Friedman'ı asıl etkileyen iktisatçıların "Chicago Dı şındaki" Amerikan Miktar Teorisyenleri (Carı Snyder, Lionel
Edie, Lauchlin Curry, James Warburton)olduğuiddiası
Angellve özellikle Clark dayaygındır(16).Özellikle
Warburton'un "ilk ve öncü monetarist" olduğu görüşü öne sü rülmekte ve Friedman'ın pek çok kavramı ve düşüncesinin 1930 larda Warburton tarafından vurgulandığı belirtilmektedir(17): Hipotezlerin ampirik olarak doğrulanmasının vurgulanması; pa ra ve para politikasının, ekonomik faaliyetler üzerindeki ha kim rolünün belirtilmesi; transmisyon sürecinin yapısı ve sa bit bir parasal kuralın benimsenmesi konusunda Friedman Ana lizine oldukça yakın açıklamaların olması, etkilenme olasılı
ını doğrulamaktadır.
METOD VE PİYASA
1- FRIEDMAN'DA METODOLOJİ
Friedman' ın 1953'te yayınlanan "Methodology of Posi tive Economics" adlı makalesinin iktisat metodolojisi üzerine yazılan makalelerin en çok bilineni ve en çok tartışılanı ol duğunu söylemek fazla abartılı olmasa gerektir. Yazıldığı dö nem aldığı eleştirilerin, başlattığı tartışmaların(18) yanı-
(15) M.FRIEDMAN (1972): s.937.
(16) Bkz. D.PATINKIN (1981): "More on the Chicago Monetary Tradition", Essays on and in the Chicago Tradition, Duke University Press, Durham,N.C., s.277-288.
( 17) T.F.CARGILL ( 1979): "Clark Warburton and the -Development Since the Great Depression", HOPE, 11(3), s.425-449.
(18) O dönem eleştirenlerin başında E.Rotwein, T.Koopmans Samuelson gibi isimler vardır. Bkz. L.BOLAND (1979): "A Critique of Friedman's Critics" JEL, 17, ss.515-520.
sıra, yaklaşık otuz yıl sonra iktisatta metod tartışmalarının yeniden gündeme geldiği günümüzde makale tekrar yeni yorumlar ve tartışmaların odak noktasını oluşturma'ktadır. Bu ikinci tartışma akımının başlatıcısı olan L.Boland (Frazer'le bir likte), Friedman'ın metodunu, belki de kendisinin hiç düşün mediği boyutlarda yeniden değerlendirmekte ve Friedman'ı Popper, Enstrümantalizm ve Konvensiyonalizm bağlamında ince lemektedir.
Biz bu bölümde, henüz üzerinde anlaşmaya varılamamış, belki de hiç varılamayacak felsefik tartışmalara girmeyi hem tezimizin konusu açısından, hem de bu konuda daha yoğun spe sifik bilginin olması gerektiği düşüncesiyle hatalı buluyo ruz. Yapmak istediğimiz, olabildiğince kısa ve derli toplu biçimde Friedman'ın makalesini özetlemek ve onun Popper, Pozitivizm ve enstrümantalizmle ilgili yönlerini sunmak ola cak.
Friedman herşeyden önce J.N.Keynes'in yaptığı Pozitif ve Normatif Bilim ayrımını iktisata uygulamaktadır. Ona gö re, pozitif iktisat ahlaki değerlerden veya normatif yargı lardan bağımsızdır ve "ne olması gerekir" sorusuyla değil, "nedir" sorusuyla ilgilenmektedir(l9). Buna göre, fizik bi limlerinin herhangi biri gibi "objektif" bir bilimdir. Friedman, iktisatın insan ilişkileriyle ilgili olmasının ve iktisatçının kendisinin araştırdığı konunun bir parçası olma sının objektifİiğe ulaşmayı zorlaştırdığını kabul etmekle be raber, bunların iki grup bilim arasında temel bir ayrım ya ratmayacağına inanmaktadır. Kısacası, Popper'de olduğu gibi, bilimin metodunun tekliği sözkonusudur(20).
(19)
(20)
M.FRIEDMAN (1953): "Methodology of Positive Ec,onomics" Essays in Positive Economics, Univ. of Chicago Press, Chicago & London, s.4.
W.J.FRAZER-L.A.BOLAND (1983): "An Essay on the Founda tions of Friedman's Methodology", AER, March, s.132.
Friedman, "pozitif iktisa tın amacının, henüz gözlem lenmemiş olgular hakkında geçerli ve anlamlı tahminler veren bir 'teori' veya 'hipotez' geliştirmek" olduğunu vurgulamak tadır(21). Ona göre,
"Teori, 'açıklamayı' amaçladığı olguyla ilgili yarattığı tahmin gücüyle yargıla nır. Sadece gerçek deliller, teorinin 'doğru' ya da 'yanlış' olup olmadığını, 'kabul edilip' veya 'reddedilebileceğini' gösterebilir ••• Bir hipotezin geçerlili ğinin testi, onun tahminlerinin deneyler le mukayese edilmesiyle mümkün olmakta dır. Tahmin yalanlanırsa hipotez redde dilmekte, yalanlanmamış sa kabul edilmek tedir"(22).
Hipotezin geçerli olması, alternatif hipotezler ara sından seçilmesi için yet-erli bir kriter olmamaktadır. Seçim genellikle keyfi olsa da, 'basitlik' ve I verimlilik' kriter leri de önemli olmaktadır. Friedman'a göre, "daha basit bir teori daha az ilk bilgi gerektirmekte; daha verimli teori ise daha kesin tahminler veren, verdiği tahminlerin alanı daha geniş olan ve araştırmalar için daha fazla ilave yol öneren teoridir(23).
Ancak hipotezlerin ürettikleri tahminlerle testedilme sinde zorluklar vardır: ilki, formel ve totolojik analizlere ihtiyaç duyulmasıdır. İkinci ve daha önemli olanı ise ampirik delilin rolünün yanlış anlaşılmasına yol açmasıdır. Fried man'a göre ampirik delil, sadece iki evrede (hipotezlerin ku rulması ve onların geçerliliğinin testedilmesi evreleri) önemlidir(24).
(21) M.FRIEDMAN (1953): s.7. (22) a.g.e., s.8.
(23) a.g.e., s.10.
(24) a.g.e., s.12.
Friedman, bir hipotezin (teorinin) varsayımlarının ise onların gerçekle uyumuna bakılmaksızın seçilmesi gerektiğini belirtir. Varsayımlar, teorilerin test edilme yeri değildir:
"Önemli ve anlamlı bir hipotez gerçekli ğin yanlış tanımını yapan varsayımlara sahip olacaktır. Genellikle daha anlamlı teori daha gerçek olmayan ( unrealistik) varsayımlara sahiptir.•.
Bir teori, 'açıklayacağı' olguyu kuşatan karmaşıklık ve ayrıntılardan, önemli ve ortak elemanları soyutlayabiliyorsa, yani daha azı açıklıyorsa önemli olmakta dır"(25).
Sonuç olarak, Friedman'a göre önemli olan soru, teori nin varsayımlarının 'realistik' olup olmadığı değil, eldeki
amaç için yeterince iyi tahminler verip vermediğidir.
'
Varsayımların gerçekçi olması önemli olmasa da, varsa yımların önemli bazı rolleri vardır: (a) Çoğunlukla, bir teo rinin ekonomik bir sunumu ve tanımını sağlarlar. (b) Sonuçla rıyla hipotezin dolaylı bir testini sağlarlar. (c) Teorinin geçerli olduğu koşulların belirlenmesinde uygun bir araçtır lar(26).
Yukarıda anahatlarını özetlediğimiz denemenin karışık bir zihinle yazılmış olduğu; uzun, anlaşılması ·güç ve bazen çelişebilen ifadeler taşıdığı yolunda genellikle bir fikir birliği vardır(27). Teori-hipotez ayrımı, testedilebilirlik realizm gibi kavramların açıklanışı net değildir. bu nedenle de çok çeşitli yoruma açıktır.
(25) a.g.e., s.13.
(26) a.g.e., s.23.
B.CALDWELL (1980): "A Critique of Friedman's gical Instrumentalism", SEJ, 47(2), s.368.
(1979): s.513.
Methodolo A.L.B0LAND
Son yıllarda Friedman'ın enstrümantalist bir metoda sahip olduğu savı benimsenmeye başladıysa da Friedman'ın ken disi, Boland'ın bu yorumunu bir yandan doğru olarak kabul ederken, bir yandan da Metodolojik yaklaşımının Karı Popper' le birlikte düşünülmesi gerektiğini vurgulamaktadır(28). Friedman' ın metod konusunda, Chicago Geleneğinin tam tersi bir yolda olduğunu söylemek abartılı değildir. Ampirisizme kesin karşı olan F.Knight geleneğinin tersine bir yolda iler lemesinde Chicago' daki bazı hocalarının etkisi olduysa da, Friedman'ın daha çok 1947'de İsviçre'de Mont Pelerin toplulu ğunun mitinginde Karı Popper'le tanışması ve bunu izleyen sü re içinde onun çalışmalarından etkilenmesi önemli rol oynamış tır(29).
Friedman'ın denemesinde II yanlışlanabilirlik" kriteri nin çok açık olmadığı görülür. Ancak yukarda belirtildiği gi bi, tahminlerin gerçekle sınanması yoluyla testedilip kabul veya reddedilmesinden söz edilmektedir. Teorinin doğruluğu veya yanlışlığı konusunda muğlaklık olmasına rağmen Fried man'ın daha çok doğrulamaya yatkın olduğu vurgulanmakta dır(30). Bunun yanısıra, teori-gözlem ayrımı (analitik-sente tik ayrımı), teorik kavramların ampirik ifadelere indirgene bilme olasılığı ve açıklamadan çok tahmine önem vermesi Friedman'ın pozitivist (Popper'in ifadesiyle Konvensiyona list) yanlarını belirtmektedir(31).
Ancak Friedman, Pozitivistler gibi Tümevarım sorunuy la uğraşmamaktadır. Üzerinde çok fazla durmamakla beraber, "teorilerin olayları algılama yolu olduğunu" ve "bir teori olmadan olayların algılanamayacağını" belirtmektedir(32).
M.FRAZER-L.A.BOLAND (1983): s.129. (29) a.g.e., s.135.
(30) L.A.BOLAND (1979): s.511.
(31) D.HELM (1984): s.122.
(32) M.FRIEDMAN (1953): s.34.
Bu, Friedman'ın Popper'e yakın olduğu bir yandır. Öte yandan, "bir teorinin daha azı açıklıyorsa önemli (iyi) olduğu" ifa desi, Popper'in "bir önerme ne kadar çok bilgi vericiyse yanlışlığının ortaya çıkabileceği yollar o kadar çoktur" ve "bilimsel bir kuram olabilecek herşeyi açıklayan kuram değil dir; tersine böyle bir kuram olması olanaklı pek çok şeyi ol mazlar ve onun için de olmazladığı bir şey olursa, kendisi de olmazlan ış olur''(33) ifadeleriyle uyumlu görünmektedir.
Friedman'ın enstrümantalist olduğu savı ise, onun teo rilerin amacının tahmin üretmek olduğu ve varsayımların ger çekliğinin önemli olmadığı düşüncelerinin çağrıştırması ve geliştirilmesiyle ortaya çıkmıştır(34). Ancak, Boland'ın ça lışması Popper'den hiç söz etmezken, Frazer'le birlikte yap tıkları çalışmada Friedman'ın enstrümantalizmi açıklanırken Popper'le bağlantılarını kurma eğilimi ağır basmaktadır.
Bize göre, Friedman'ın enstrümantalist olarak vurgu lanması, onun geliştirdiği tezlerin sadece bir yönüyle ilgi lenilmiş olmasıyla açıklanabilir. Gerçekten de teorilerin tahmin üretme amacında oldukları anlamında Friedrnan enstrü mantalist olabilir. Fakat enstrümantalizmin, teorilerin doğru veya yanlış olmasının önemli olmadığı, sadece bir alet olduk ları savı, Friedman için tam anlamıyla geçerli değildir. Çok belirgin olmasa da Friedman'ın çalışmasında, mantıksal ifade lerle gözlenen gerçek arasında doğruluk ve yanlışlığı içeren bir ilişki sözkonusu edilmektedir(35). Kısacası Enstrümanta lizm, Friedman metodolojisinin en çok kabul gören yorumların dan biridir, ama metodunun tümü değildir.
Friedman'ın enstrümantalizmini, pragmatik Amerikan fi-
B.MAGEE (1982): Karl Popper'in Bilim Felsefesi ve Siya set Kuramı, Çev: M.Tunçay, Remzi Kitabevi, s.34-40.
(34) L.A.BOLAND (1979). (35) D.HELM -(1984): s.122.
lozof u J ohn Dewey'e yaklaştırma çalışmaları varken( 36) bir yandan da Dewey'de söz konusu olan ontoloji, epistemoloji gi bi sorunların Friedman'da olmadığını ve onun sadece metodo lojik bir enstrümantalist olduğunu ileri sürenler de var dır(37).
Gerçek olan şu ki, Friedman tahmin gücüne önem vermek tedir ve teorilerin tahminleriyle, normatif iktisat politika ları arasında ilişki kurmaktadır. Dolayısıyla, onun metodu somuta ç6züm üretmeye öncelik veren pragmatik ve ampirisist bir yaklaşa.mdır.
Friedman'ın metodu üzerinde en çok tartışılan konular, varsayımların gerçekliği sorunu ile teorilerin tahmin gücüne karşılık açıklayıcılığın öneminin vurgulanması olmuştur. Bugün ise, daha çok LAKATOS'un yaklaşımının etkisiyle varsa yımlar teorinin "sert çekirdeği"ne dahil edilmekte ve gerçek liği sorunu önemini kaybetmektedir. Yine teorilerin açıklayı cılığının yanısıra tahmin gücü önemli görülmekte ve ilerleyen bir teorinin ampirik içeriğinin önemi vurgulanmaktadır.
2- PİYASANIN ROLÜ VE DEVLETİN SINIRLARI
1970'li ve 80'li yıllarda gelişmiş kapitalist ülkele rin iktisadi ve politik düşünce ikliminde tüm dü?yayı etkile yen önemli bir gelişme ya da dönüşüm söz konusudur. Bu yıl larda kapitalist ülke ekonomilerinde yaşanan işsizlik içinde enflasyon (stagflasyon) krizi, verimlilik ve ik tis.adi büyü mede aşırı düşmeler, 1930'lu yıllardan beri yaygın bir şekil de benimsenen, karma ekonomi, refah devleti kavramları ile anılan ve ekonominin yönlendirilmesinde devlete önemli işlev-
.(36)A.HIRSH-N.MARCHI. (1984). "A Comment on Frazer and Boland
I"AER, 74( ), s.784.
J.R.WIBLE (1984): "The Instrumentalism of Dewey and Friedman" JEI, XVIII(4).
ler yükleyen iktisat politikaları ve devlet anlayışının terk edilmesine yol açmıştır. Bunların yerini ise, klasik-neokla sik iktisat ilkelerine dayanan iktisat politikalatı ile 19. yüzyıl liberalizminden kaynaklanan siyaset felsefesi (devlet
· anlayışı) doldurmaya başlamış ve giderek önemli sayıda sağ ya da sol bilim adamı ve/veya aydını etkilemiştir.
İşte bu düşünsel iklimde, liberal iktisat politikala rını ve devlet anlayışını savunanların(38) arasında en çok tanınan ve adını kitlelere duyuran iktisatçı, şüphesiz M. Friedman olmuştur.
Friedman, eşiyle birlikte, liberalizmin iktisadi ve politik ilkelerini ele alan ve kapitalist ülkelerde son elli yıldır devletin yüklendiği işlevleri eleştiren üç kitap ya yınladı: Bunlar Capitalism and Freedom (1962), Free to Choose (1980), Tyranny of the Status Quo (1983) dır.
Bu kitapların hepsinde temel konu, iktisadi-politik düzey ilişkisidir: İktisadi ve politik faaliyetler, düzenle meler (veya iktisadi ve politik özürlükler) bağlamında piya sanın rolü ve işlevleri nedir? Devletin işlevleri ne olmalı dır?(39).
Burada söz konusu olan 19. yüzyıl liberalizm anlayışı dır. 1930'lardan itibaren. "bireysel özgürlük" yerine "eşitlik" kavramını koyarak eşitlik sağlamak üzere dev letin işlevlerini artıran devlet anlayışı da kendini li beral ol rak nitelendirmektedir. Bkz. M.FRIEDMAN and R.FRIEDMAN (1962): Capitalism and Freedom, The Un. of Chicago Press, Chicago, s.5-6.
Friedman temel sorunsalını şöyle ifade eder: " başlı- ca tema, bir iktisadi özgürlük sistemi ve politik özgür lük şartı olarak rekabetçi kapitalizmin-serbest piyasada özel girişimle yürütülen iktisadi faaliyet bütününün or ganizasyonu-rolü'dür. İkinci tema ise, özgürlüğe adanan ve iktisadi faaliyetin düzenlenmesinde temelde piyasaya dayanan bir toplumda, hükümetin oynaması gereken roldür" M.FRIEDMAN and R.FRIEDMAN (1962): s.4 ve M.FRIEDMAN and R.FRIEDMAN (1980): Free to Choose, Penguin, s.9.
Capitalism and Freedom yukarıda sözünü ettiğimiz d ü şünce dönüşümünden önce, 1962'de, kaleme alındığından, kapi talist rekabetçi piyasanın üstünlükleri ve devletin işlevle rinin artmasının yarattığı sorunlar konusundaki görüşler, birtakım soyut, teorik gerekçelerle ve 19. yüzyıla ait örnek lerle kanıtlanmaya çalışılırken, Free to Choose ve onu izle yen kitapta, son elli yıldır kapitalist ülkelerdeki uygulama lara (ve bunların etkin olmamalarına) getirilen eleştirilere dayandırılmaktadır.
Biz burada, kısaca Friedman'ın iktisadi ve politik öz gürlük içinde piyasanın işlevleri ve devletin işlevlerinin ne olması gerektiği konusundaki görüşlerini ele alacağız.
Friedman'a göre iktisadi özgü lük, bireyin özgürlüğü nün hem başlıbaşına önemli bir öğesi, hem de politik özgür lük için gerekli bir ön şart, ya da araçtır. Önemli olan bi rey ve bireysel özgürlüktür. Bu nedenle devletin rolü sınır lanmalı ve toplumsal güçlerin yoğunlaşması engellenerek yay gınlaştırılmalıdır. Aksi takdirde politik gücü ele geçiren kimseler, diğerlerinin özgürlüklerini kısıtlayabilirler. Bir toplumda iktisadi özgürlük ne kadar yaygın olursa, politik gücün sınırlarının daraltılması ve toplumun özgürlüğünün teh likeye uğraması o ölçüde sağlanmış olur. Yine Friedman'a göre iktisadi öz gür1üğ ün, politik özgürlüğün bir ön ş_artı o ld uğ unu tarih de kanıtlar: "Büyük ölçüde politik özgürlükten söz edi lip de, iktisadi faaliyetlerin organizasyonunda serbest piya sanın kullanılmadığı bir toplum örneği hiçbir zaman ve mekan da bilmiyorum"(40).
İktisadi özgürlük, bireyin iktisadi faaliyetlerinde "oyun un kuralları" içinde kalmak koşuluy la, özgürce karar alabilmesidir. Bir toplumun temel iktisadi problemi, çok sa yıda insanın iktisadi faaliyetlerinin koordinasyonunun nasıl
M.FRIEDMAN and R.FRIEDMAN (1962): s.9.
sağlanacağıdır. İki koordinasyon sistemi vardır: İlki, ordu ya da totaliter rejimlerde benimsenen baskıya dayanan merkezi yönetim, diğeri ise, bireylerin gönüllü işbirliğine girişti ği serbest piyasa düzeni.
Rekabetçi kapitalizm ya da serbest piyasa ekonomisinin anahtar öğesi, her ne kadar tarihsel gelişim içinde, müteşeb bis ve para gibi iki önemli faktörün devreye girmesiyle kar maşıklaşmışsa da değişmemiştir: Bireyler kendi çıkarları için, gönüllü olarak (herhangi bir baskıyla karşılaşmadan) ve her iki tarafın da yararına olacak şekilde birbirleriyle mübadeleye ve işbirliğine girişirler.
Ancak iki kişi arasında kolayca çözümlenecek bu durum, tüm dünya insanlarını göz önüne aldığımızda, herkesin çıkar sağlayacağı bir işbirliğinin nasıl gerçekleştirileceği gibi önemli bir sorunu ortaya çıkarır.
İşte söz konusu bu sorunu çözecek olan fiyatlardır. Piyasa ekonomisinde fiyatlar, yalnızca kendi çıkarları peşin de koşan insanların, amaçlamadıkları halde, herkesin durumu nu daha iyi yapan bir iktisadi düzenin kurulmasını sağlar. Piyasa ekonomisinde fiyatların üç önemli işlevi vardır(41):
Fiyatlar bilgi iletişimi sağlarlar: Fiyatlar, piya sada arz ve talep koşulları hakkında "gerekli bilgileri, ge rekli kişilere;' en etkin bir şekilde iletirler. Fiyatların bilgi iletişimi işlevindeki etkinliği, ancak bu işlevi engel lendiğinde belirgin bir şekilde anlaşılır. Bu işlevi engelle yen üç önemli etken, özel tekeller, devletin piyasaya müdaha lesi (döviz ve iç fiyatların kontrolü, sınırlamalar, belirli sanayi dallarında düzenlemeler, üretime katılma, enflasyon yaratıcı para ve maliye politikaları şeklinde) ve aşırı enf lasyondur.
M.FRIEDMAN and R.FRIEDMAN (1980): s.33-44.
Fiyatların aynı zamanda teşvik/özendirme işlevi vardır: Piyasa sisteminde fiyatlar, gerekli bilgileri iletti ği kimselerin, bilginin gösterdiği yönde hareketini teşvik eder. Bu yolla iktisadi birimler, talebe olduğu kadar, en et kin üretim tekinğine göre de üretime yönelirler.
Fiyatların gelir bölüşümü işlevi: Fiyatlar aynı za manda gelir bölüşümünü de belirler. Friedman'a göre 1930'lar dan sonra, kapitalist ülke devletleri özellikle piyasanın bu işlevine müdahale ederek, belirli grupların lehine gelir bö lüşümünü değiştirmeye çalışmışlardır. Oysa eğer fiyatların gelir bölüşümünü etkilemesi engellenirse, diğer işlevleri de yerine getirilemez. Friedman, fiyat sisteminin bilgi iletişim ve üretimin etkin bir şekilde organizasyonu için kullanılma sını kabul eden, ama gelir bölüşümü işlevini kabul etmeyen teori ve uygulamaları reddeder. Bu nokta, özellik le refah devleti uygulamalarına yönelttiği eleştirilerin çıkış nokta larından biridir.
Bir diğer önemli soru
veetkinliği, devlete olan
da, serbest piyasanın varlığı ihtiyacı ortadan kaldırır mı?
Friedman'ın soruya cevabı hayırdır. Devlet, herşeyden önce "oyunun kuralları"nın belirlendiği bir tartışma alanı (forum) ve bu kuralların yorumlanması, uygulanması konusunda bir ''ha kem"dir.
Devlet karşısında piyasanın rolü, politik süreçte alı nan kararları azaltmak ve devletin bir taraf olarak ortaya çıkmasını önleyebilmektir. Politik kanallar aracılığıyla alı nan kararların özelliği, kararlarda önemli benzerlikler (uyuşmalar) olmasıdır. Piyasanın özelliği ise, çok sayıda ka rarın alınabilmesidir. Politik deyimle, piyasada nisbi temsil söz konusudur. Böylece bir ülkede kimsenin baskısı olmadan, gönüllü karar alma alanı (iktisadi düzey/piyasa) ne kadar ge-
niş olursa, politik kararların denetimi de o kadar etkin olur: Devletin alanı sınırlanır ve güçlerin yoğunlaşmasından ziyade yaygınlaşması sağlanır.
O halde devletin işlevleri de belirginlik kazanıyor: Friedman devletin işlevleri konusunda A.Smith'in önerdiği üç işlevi benimser ve onlara bir dördüncüsünü ekler: İlk ikisi dış ve iç güvenliği sağlamaktır. İç güvenlik deyince, polis hizmetleri yanında, bir adalet düzeni ve kişilerin yaptıkları antlaşmalara sadık kalmalarını sağlayacak çeşitli hizmet ve kurumlar anlaşılmaktadır. Üçüncüsü, devlet bazı yüksek mali yetli ya da dışsallıklar yaratan ve tüm toplumun yararına olan hizmetleri de üstlenmelidir. Ancak Friedman bu üçüncü hizmetler konusunda kuşkuludur. 0'na göre dışsallıklar kolay saptanacak, ölçülecek şeyler değildir. Devlet bir dışsallık sorununu telafi etmek isterken, başka olumsuz dışsallıklara da neden olabilir. Bu nedenle bu gibi durumlarda devlet eko nomiye müdahale ederken, her hizmetin avantaj ve dezavantaj larını çok iyi değerlendirmeli ve eğer oldukça fazla avantaj söz konusu ise o hizmetin üretimini üzerine almalıdır. Yine Friedman, kapitalizmin bugünkü geldiği seviyede, devletin, maliyet yüksekliği ve dışsallık nedeniyle üzerine aldığı hiz metlerin pek çoğunun özel kesime bırakılabileceği görüşünde dir. Son olarak devlet, çocuk ve kendi kendini idare edemeye cek kadar akli durumu bozuk olanların haklarının korunmasını da üzerine almalıdır(42).
Friedman' a göre devletin bunların dışındaki iktisadi faaliyetlerinden vazgeçmesi gerekir. Özellikle, refah devle ti uygulamalarının getirdiği gelir bölüşümünü düzeltici poli tika ya da hizmetlerin hiçbiri amaçlanan sonucu vermediği gi bi, ekonominin etkinliğini de düşürmüştür. Dolayısıyla devle tin yavaş yavaş bu hizmetlerin üretiminden çekilmesini öne-
M.FRIEDMAN and R.FRIEDMAN (1962): s.25-34. M.FRIEDMAN and R.FRIEDMAN (1980): s.47-54.
rirse de bunun kolay olmadığını kendisi kabul eder(43).
Görüldüğü gibi Friedman'ın siyaset felsefesi 19. yüz yıl liberalizminin temel ilkelerinden ibarettir. Her ne kadar sosyal refah devleti kurumlarına ve uygulamalarına yönelttiği eleştirilere katılmak pek mümkün değilse de, etkinlik kavra mının vurgulamasının önemini kabul etmekteyiz.
TEORİK VE AMPİRİK KATKILAR
MİKTAR TEORİSİNİN YENİDEN DEĞERLENDİRİLMESİ
2. Bölümde Modern Miktar Teorisini ayrıntılara inmeden özet bir genel açıklamasını, klasik miktar teorisinin çeşitli yorumlarıyla bağlantılı olarak vermiş ve ayrıntıları bu bölü me bırakmıştık.
Friedman miktar teorisini yorumlarken onun "iyi tanım lanmış bir teori adından çok, genel bir yaklaşımı ifade eden bir terim" olduğunu belirtir(44). "Altında yatan ilişki (para stoku ile fiyatlar ilişkisi) fizik bilimlerindeki kuralları hatırlatacak kadar düzenliliğe sahip olsa da"(45) farklı şe killeri olan miktar teorisinin kesin bir tanımını vermek an lamlı değildir. Friedman'a göre, belki de miktar teorisinin gözden düşüşünü hazırlayan etken, bu düzenliliğin ve istik rarlılığın gereğinden fazla abartılarak vurgulanmış olması dır(46).
E.BUTLER (1985): Milton Friedman: A Guide to His Econo- mic Thought, Aldershot, Gower, s.224.
(44) M.FRIEDMAN (1956): s.3. (45) a.g.e., s.20-21.
(46) a.g.e., s.21.
Keynesyen Devrimin başarısıyla da yerini ve önemini yitirmiş olan miktar teorisinin savaş sonrası dönemde Keynes yen likidite tercihi analizinden çok etkilenmiş bir biçim de(47) formüle edilerek yeniden değerlendirildiğini görüyo ruz(48).
Savaş sonrası dönemde ekonomilerin toparlanması, giderek parasal değişmelerin yeniden önem kazanması ve bunun teoriye yansıması, Keynes ve Keynesyen iktisatta da birtakım düzenlemelere neden olmuştur. Bir yan dan Keynesyen analiz çatısı altında bazı iktisatçıların, sadece para ve tahvil arasında ikame koşullarını araştıran analizi değiştirip çok
sayıda aktifi dikkate alan, mutlak likidite tercihini sorgu layan, "işlem ve ihtiyat saiki" ve "spekülasyon saiki" ile para talebi ayrımını kaldırıp çeşitli amaçlar için para tale bini birlikte analiz eden bir toplam para talebi anlayışını yaygınlaştırırken(49), diğer yandan aynı dönemlerde benzer bir f ormülasyon da Friedman tarafından geliştirilmiştir: Bu formülasyon, parayı, diğer aktiflerle mukayese edilebilir bir aktif veya bir sermaye malı olarak vurgulayarak, onun talebi ni de bir sermaye teorisi sorunu olarak görmektedir. Zaten bu yeni yaklaşım, miktar teorisini, üretim, parasal gelir veya fiyatlar teorisi olarak değil, bir para talebi teorisi olarak belirtmektedir(50).
İnsanların taşımak istediği aktif türleri?in ve bilan çolarının yapısının analizi olan "portföy analizi" yaklaşı mıyla miktar teorisine bakan bu yeni yaklaşım, özellikle Irving Fisher'in parayı mekanik bir değişim aracı olarak vur-
M.FRIEDMAN (1969): "Post-War Trends in and Policy" The Optimum Quantity of Chicago, s.73.
Monetary Theory Money. Aldine,
H.G.JOHNSON (1970): "Monetary Theory and Policy", Essays in Monetary Economics. Sec. Ed., George Allen and Unwin Ltd., s.31-32.
H.G.JOHNSON (1970): Recent Developmentin Monetary Theory", Essays in Monetary Economics, içinde s.92-93.
(50) M.FRIEDMAN (1956): s.4.
guladığı ilk y ak_laşımlardan farklıdır( 51) • Fredman' ın karma şık ve detaylı bu yeni miktar teorisi yaklaşımını, Cambridge nakit balans yaklaşımı ile keynesyen portföy analizinin bir birleşimi(52), bir "hybrid"i olarak değerlendirmek mümkündür.
Eski ve yeni miktar teorisinin farklılaşmış yaklaşım larına rağmen, bütün versiyonlarındaki temel özelliği, reel ve nominal para miktarları arasındaki ayrıma dayanmasıdır(53) Nominal para miktarı, kullanılan para birimi ile ifade edilen miktarken (örneğin, lira, sterlin, dollar, liret gibi), reel para miktarı, paranın satın alabileceği mal ve hizmetlerin miktarı anlamında ifade edilir(54).
Başlangıçta, nominal para stokuyla reel para stokunun belirleyicileri arasındaki temel farkı vurgulamak gereklidir. Nominal para miktarı, para otoriteleri veya kurumlar tarafın dan belirlenirken, reel para stoku, reel para sahipleri tara fından belirlenmektedir. Para sahipleri, otoriteler tarafın dan yaratılmış nominal para miktarını doğrudan etkileyemez lerse de, istedikleri miktarda bir reel para miktarını elde edebilirler(55).
Belli bir anda, cari fiyatlarda insanların (toplumun) tutmayı arzu ettikleri miktardan fazla bir nominal miktar or taya çıktığını varsayalım. Bu durumda bireyler ellerindeki bu "fazla" para miktarını, harcamalarını arttırarak elden çı karmanın yollarını arayacaklardır. Ancak, bir kişinin nominal para miktarını azaltabilmesi, bu miktarı başkasına transfer etmesiyle mümkündür. Dolayısıyla bir kişinin harcaması, di ğerinin kazancı olacağından, bir bütün olarak toplum kazandı-
( 51) M.FRIEDMAN (1969): "Post-War Trend in Monetary Theory", The Optimum Quantity of Money, Aldine, Chicago, s.73.
(52) M.FRIEDMAN (1970): s.202.
Bkz. M.FRIEDMAN (1959): s.330, M.FRIEDMAN (1969): s.73, M.FRIEDMAN (1970): s.358.
a.g.e.'ler.
M.FRIEDMAN (1959): "The Demand For Money: Some Theoretical and Empirical Results" JPE, 67(4), s.330.
ğından daha fazla harcamada bulunamayacaktır. Fakat toplumun böyle bir çabaya girişmesinin önemli etkileri olacaktır. Eğer fiyatlar geleneklerle veya devletçe sabit tutuluyorsa, sonuç, "yoklukların" ve "kuyrukların" artması olacaktır ki, bu er geç resmi fiyatlarda yüks lmeleri zorunlu kılacaktır. Görülü yor ki, başlangıçta para miktarındaki bu fazlalık, nominal para miktarında bir değişme olmasa bile, ya fiyat artışlarıy la reel para miktarında yaratılan bir azalış, ya da üretim artışları nedeniyle arzulanan reel para miktarında bir artış yoluyla giderilecektir(56).
Görülen o ki, fiyatlar ve nominal gelirdeki artışlar ya reel balanslardaki (talep yanı) ya da nominal balanslar daki (arz yanı) değişiklikler yoluyla ortaya çıkmaktadır ve toplu bir analizin arz koşullarıyla belirlenmiş olan nominal para miktarını ve talep koşullarıyla belirlenmiş reel para miktarı ile paranın gelir hızını dikkate alması gerekmekte dir(57). İnsanların elde tutmak istediği reel nakit balansla rı dikkate alan ve parayı da portföydeki diğer aktifler gibi bir aktif kabul eden bir teorinin sorması gereken soru, elde tutulmak istenen para miktarını neyin belirlediği sorusudur.
İşte miktar teorisi, analitik düzeyde toplumun taşımak istediği para miktarını belirleyen faktörlerin bir analizi, ampirik düzeyde ise, arzu edilen reel balanslarda (para tale binde) değişimlerin yavaş yavaş ilerlediğinin veya arzdaki değişikliklerin sonucu ortaya çıktığının genelleştirilmesi dir. Oysa ki nominal balansların arzındaki değişiklikler ise talepteki değişikliklerden bağımsız olarak ortaya çıka bilir ve nominal gelirle fiyatlardaki değişmelerin temel belirleyi cisi olurlar(58).
53 no.lu dipnottaki makaleler.
M.FRIEDMAN (1959): "Demand for Money: Some Theoretical and Empirical Results" JPE, 67(4), s.332.
M.FRIEDMAN (1970): "A Theoretical Framework for Monetary Ana1ysis11 , JPE, 78( 2), s•195•
Biz ilk aşamada, miktar teorisinin bir s.ürekli gelire bağlı para talebi teorisi olarak değerlendirilmesini incele-
yip, ikinci aşamada ise miktar teorisinde daha sonraki geliş meleri (nominal gelirin para teorisi) ele almayı düşünüyoruz. Bu süreç Friedman'ın analitik olarak teoriyi geliştirme süre cinin de bir yansımasıdır. 19SO'lerin ortalarından 70'1ere kadar teori, adeta adım adım geliştirilmektedir.
) PARA TALEBİ VE PARANIN DOLAŞIM HIZI
Para talebi ve paranın dolanım hızı, basitolarak ifade edersek, aynı olgunun iki farklı cephesidir. İnsanın farklı amaçlarla tutmak istediği reel para miktarı, gelirine göre ne kadar fazla olursa, paranın devri (el değişimi) o kadar düşük olacaktır. Açıkcası, daha fazla talep, daha düşük hız demektir. Toplum açısından hız, reel para miktarını açık lamanın diğer bir ifadesidir. Örneğin "gelir dolanım hızı" yıllık gelirin para olarak tutulan kısmının tersidir. O hal de, reel parasal balans talebini belirleyen faktörlerin ana lizi, aynı zamanda hızı belirleyen faktörlerin analizini ifa de etmektedir(59).
Şimdi Friedman'ın para talebi fonksiyonunun genel bazı özelliklerine değinelim:
Friedmal} açısından para talebi teorisi, genel talep teorisinin özel bir uygulaması olarak görülmekte ve bütçe sı nırlaması altında çeşitli mallardan fayda maksimizasyonu ya ratmaya çalışan mikro birimlerin, yine aynı şekilde, içinde paranın da bulunduğu çeşitli biçimlerdeki aktifleri barındı ran bir servet sınırı altında kendileri için en uygun portföy bileşimini oluşturma gayretleri araştırılmaktadır(60). Para
E.BUTLER (198S): Milton Friedman: A Guide to his Econo mic Thought. Aldershot, Gower_,s.53.
D.LAIDLER (1983): Para Talebi, İş Bankası Yay., Ankara, s.67-68.
da, diğer herhangi bir aktif gibi bireye hizmet akımı sağla dığı için talep edilmektedir. Para tutmanın faydalarının ne olduğu sorusuna gelince, Friedman için, ödeme aracı olarak öneminin yanısıra, paranın satın alma ile satış işlemleri arasında geçen süre içinde "satın alma gücünün geçici meka nı"(61) olması özelliği ön plana çıkmaktadır. Ancak, tüketim malları arasındaki azalan marjinal ikame genel prensibi doğ rultusunda, fazla para da elde tutuldukça sağladığı hizmetler diğer aktif hizmetleri karşısında daha az değerli hale gel mektedir.
Friedman'ın para talebine yaklaşımının bir diğer özel liği, onun para tutma güdülerinden dikkatleri uzaklaştırması dır. Paranın "aktif b alanslar" ( muamele ·ve ihtiyat saikiyle) veya "atıl balanslar" (spekülasyon saikiyle) şeklinde tutul ması ayrımı ortadan kaldırılmakta, para çok çeşitli amaçlar için kullanılmaktadır. Friedman'ın ifadesiyle:
"Her bir doların çeşitli hizmetler sundu ğu kabul edilir ve para sahipleri, para stoklarına bir dolar ilave ederek yaratı lan toplam hizmet akımı artışını, elde tutulan diğer aktiflerin herbirinden bir dolar eksilterek yapılan hizmet düşüşü ne eşitleyinceye kadar parasal değerleri ni (holdings) değiştirmektedirler"(62).
Üzerinde durulacak bir diğer nokta da, Friedman'da pa ra talebi fonk iyonunun uzun dönem için incelendiğidir. Bu, paraya dayanıklı bir tüketim malı gibi davranma yaklaşımıyla tutarlıdır. Buna göre, sürekli gelir ya da servetin de para talebi fonksiyonunun uygun bir değişkeni olması normaldir(63).
(61) M.FRIEDMAN (1970): s.201.
(62) M.FRIEDMAN (1956): s.14.
G.C.CHOW (1966): "On the Long-Run and Short-run Demand for Money", JPE , 74( 2) , s• 113 •
Cambridge tipi bir miktar teorisi geleneğinin uzantısı olarak, Friedman'ın para talebi fonksiyonunu mikro düzeyde ele aldığını görüyoruz. Para talebi fonksiyonu bu yaklaşım çerçevesinde, parayı servet tutmanın bir yolu olarak gören bireyler (nihai servet sahibi) ve parayı makineleri ve stok ları gibi bir üretim malı olarak değerlendiren firmalar (te şebbüsler) açısından ayrı ayrı değerlendirilir.
Nihai Servet Sahiplerinin Para Talebi(64) Ekonomide nihai servet sahiplerinin para talebi anali
zi, bir tüketim (hizmeti) talebi analiziyle özdeş olarak düşü nülmektedir. Genel tüketici tercihi teorisinde olduğu gibi, para_talebi üç temel faktöre bağlıdır:
Çeşitli şekilde tutulabilecek olan toplam servet (bütçe sınırına benzer şekilde)
Servetin ve alternatif biçimlerinin fiyat ve geti rileri
Servet sahiplerinin zevk ve tercihleri
Toplam Servet: Geniş bir perspektiften bakıldığında servet, tüm gelir kaynakları ve tüketilebilir hizmetleri içermektedir. Bu bakış açısından, faiz oranları, servet ve
gelir akımı arasındaki ilişkiyi açıklamaktadır: Eğer Y toplam gelir akımı; r faiz oranıysa, toplam servet W = Y/r dir. An
cak bu geniş anlamında gelir, milli gelir hesaplarıyla ölçül müş gelir değildir; çünkü ölçülen gelir yıldan yıla düzensiz dalgalanmaların etkisindedir. Sözü edilen gelir kavramı, tü ketim teorisiyle bağlantılı olarak geliştirilen uzun dönem li bir "sürekli" gelir kavramıdır.
M.FRIEDMAN (1956): s.4-11·; M.FRIEDMAN (1973a): "Money: Quantity Theory" s.51 ve M.FRIEDMAN (1970): "A Theoreti cal Framework for Monetary Analysis", JPE, 78(2), s.202' den yararlanılmıştır.
Gelire paranın yaptığı işlemlerin bir ölçüsü olarak bakmak yerine, servetin bir vekili olarak bakılması, belki de miktar teorisinin eski versiyonlarıyla yeni formülasyonu arasındaki başlı_ca farkı oluşturmaktadır(65).
Daha önce de belirtildiği gibi, servet çok çeşitli biçimde tutulabilmektedir ve servet sahibi de servetini çe şitli aktifler arasında bölmektedir. Bunların getiri oranları ve fiyatları, genel tüketici talebi teorisindeki bir malın ikameleri ve tamamlayıcılarının fiyatlarının benzeridir. Ser vetin alternatif birleşimlerini tam olarak açıklayabilmek için onların sadece piyasa fiyatları değil, aynı zamanda ge tirdikleri gelir akımlarının hacim ve şeklini de dikkate al mak gerekmektedir (Beşeri servet dışında).
Friedman, beş farklı servet türünü ele almaktadır(66).
Para (M), ii) Tahviller (B), iii) Hisse senetleri (E), iv) Beşeri olmayan fizik mallar (G), v)-Beşeri Sermaye (H).
Bu servet türlerinin herbirinin getirilerini inceler sek: i) Para'dan elde edilmesi beklenen nominal getiri oranı, nakit parada olduğu gibi sıfır; bazen vadesiz mevduat duru munda bankanın verdiği hizmete karşılık net bir ödeme yapıl dığında negatif; veya genellikle vadeli ve bazen de vadesiz mevduata faiz geliri sağlaması durumunda pozitiftir(67). Pa ranın, nominal para birimi başına reel terimlerle getirisinin büyüklüğü, genel fiyat seviyesine (P) (veya birime karşılık gelen mal hacmine) bağlıdır. ii) Sabit nominal miktarının sü rekli bir gelir akımı sağladığı tahvilin getirisini iki bi çimde almak gerekir: ilki, tahvilin elde ettiği yıllık mik tar; diğeri ise, zaman içinde tahvil fiyatlarında meydana ge len herhangi bir değişmeden (pozitif veya negatif olabilir)
(65) M.FRIEDMAN (1973a): s.51, M.FRIEDMAN (1970): s.203.
(66) M.FRIEDMAN (1956): s.5. (67) M.FRIEDMAN (1970): s.203.
kaynaklanan sermaye
kazanç ve kaybıdır. Fiyatın sabit kaldığı durumda tahvilin getirisini rb olarak gösterebiliriz. Ancak fiyatın değişmesi durumunda kazanç ve kaybı gözönüne alırsak, 1 $'lık tahvil biçimindeki servetin getirisi,
Sabit bir "reel" miktarının sürekli bir gelir akımı getirdiği hisse senedinin ise, sahibine sağladığı geti riyi üç biçimde ele almak gerekir: Herhangi bir fiyat değişi mi olmadığında, yıl başına elde edeceği sabit nominal miktar; P'deki değişmelere ayarlanmak için bu nominal miktarın artma veya azalması; zaman içinde faiz oranları veya fiyat seviye sindeki değişmelerden ortaya çıkabilen hisse senedinin nomi nal fiyatındaki herhangi bir değişme. Buna göre, hisse senedi şeklindeki servetin 1 $'nın getirisi:
Fizik malların getirisi de, hisse senetlerine ben zer şekilde incelenebilir. Yalnız fizik malların yıllık geti risi, hisse senetlerinde olduğu gibi para değil, nakdi bir hizmet akımı biçiminde düşünülebilir ve bu getiri fiyat hare ketlerine bağlıdır. Yine hisse senetleri gibi, fizik mallar, parasal değerlerinde artma veya düşmeye bağlı olarak bir no minal getiri sağlarlar(68)) M.FRIEDMAN (1956): s.7.
Bu durumda;
fizik malların getirisini verir.
Çok sayıda servet sahibi için en önemli servet tü rü, kendilerinin kişisel gelir sağlama kapasiteleridir. Be şeri olmayan servet alınıp satılabilirken, beşeri servet için
(en azından köleci olmayan, modern toplumlar için) bir pazar söz konusu değildir; yine, beşeri servetin beşeri olmayan servete ikame olanakları sınırlı olduğundan böyle bir ikameyi piyasa fiyatları veya getiri oranlarıyla
açıklamak da güç tür(69). Para talebi konusu çerçevesinde sorun, beşeri olma yan servetin tek başına, toplam servetten daha iyi bir servet sınırı ölçüsü olup olmadığı konusunda ortaya çıkmaktadır(70). Friedman' ın getirdiği çözüm, servetin geniş kapsamlı olarak ele alınması, ancak beşeri servet için bir piyasanın bulunma dığı da gözönüne alınarak, beşeri servetin beşeri olmayan servete oranının (W) fonksiyona dahil edilmesi olmuştur.
Friedman, para talebi fonksiyonu ile ilgili diğer önemli etkenleri (u) sembolü altında toplar. Bunlar, dönem içinde sabit varsayılması gereken zevk ve tercihler, ekonomi nin istikrarlılık derecesi (beklentilerin önemi) ve gelire göre sermaye transferlerinin hacmidir. Zevklerdeki değişmeler objektif koşullardaki değişikliklerle ortaya çıktığında dik kate alınır(71); (u) sembolünde kapsanan değişkenleri kanti tatif olarak açıklamak zordur.
Nihai servet sahibinin para talebi fonksiyonlarını açıklayan değişkenleri tek tek inceledikten sonra, fonksiyonu şu şekilde yazabiliriz:
Bu fonksiyon üzerine Friedman bazı gözlemler. yapmakta dı.r(72): İlkin, fonksiyonda mevcut olan üç faiz oranından
(69) a.g.e., s.8.
(70) D.LAIDLER (1983): s.69.
(71) M.FRIEDMAN (1956): s.8.
(72) a.g.e., s.9-10.
( re , rb v e r) r'nin , tah vi 1 , his_s e s enet1eri , f izik ma11 ar ve beşeri servetin getirilerinin ağırlıklı ortalaması olduğu
nu ve son ikisinin doğrudan gözlenemediklerinden dolayı, r' nin, re ve rb'deki değişmelere tabi olduğunu belirterek r'yi elimine eder; ikincisi, tahvil ve hisse senedi fiyatlarının istikrarlı olacağı varsayılarak (sadece enflasyon ve deflas yon dönemlerinde değişecekleri düşünülerek)
Burada önemli olan, bu talep eşitliğini nominal değer lerden bağımsız, "reel" olarak düşünmektir. Para talebi, fi
. yatlar ve parasal gelirdeki değişmelerle orantılı olarak de ğişiyorsa, eşitliği P ve Y'ye göre, birinci dereceden homogen olarak yazabiliriz:
olur. Eşitlik bu biçimiyle, reel balans talebini, nominal (pa rasal) değerlerden bağımsız "reel" değişkenlerin bir fonksi yonu olarak belirtmektedir.
biçiminde yazılabilir. Eşitlik bu biçimiyle de, eski miktar teorisine benzemektedir(73).
Eşitlik (3)'den bir bütün olarak toplumun para talebi eşitliğine geçerken bazı toplama sorunları ortaya çıkmakta dır. y(Y/P) ve W gibi değişkenlerin bireyler arasında dağılı mı ortalama ve toplam değerlerinden sapabilirler. Bu gibi da ğılımsal etkileri dışlayarak, M'yi kişi başına para miktarı, y'yi kişi başına reel gelir ve W' yi toplam servetin beşeri olmayan bölümü olarak belirtere (3)'ü tüm topluma uygulamak mümkün olabilrnektedir(74).
(2) Müteşebbislerin Para Talebi
Daha önce de belirtildiği gibi, teşebbüsler, parayı diğer verimli aktifler gibi bir sermaye kaynağı olarak elde tutarlar. Teşebbüs, gereksinme duyduğu sermayeyi sermaye pi yasasından elde edebildiğinden, getirisini maksimize etmek için gereken toplam sermaye miktarını kendisi belirleyebil mektedir(75). Dolayısıyla, teşebbüsler için, nihai servet
(73) M.FRIEDMAN (1956): s.11.
(74) M.FRIEDMAN (1973): s.53. (75) a.g.e., s.54.
sahiplerinde olduğu gibi, bir bütçe kısıtlaması söz konusu değildir. Yine de, teşebbüsün büyüklüğünü belirleyen benzer bir değişkeni fonksiyona dahil etmek gerekebilir: Ancak bu tür bir değişkenin ne olacağı - toplam işlemler mi, net katma değer mi, parasal olmayan sermaye mi, yoksa öz varlık mı? -
açık değildir.
Servetin, beşeri ya.da beşeri-olmayan şeklinde bölü nüşü de pek anlamlı değildir; çünkü çoğunlukla teşebbüsler piyasadan her iki tür serveti de elde edebilmektedirler(76).
Para ve alternatif aktiflerin getiri oranları, kuşkusuz teşebbüsleri de çok yakından ilgilendirmektedir. Servet sa hiplerinin talep fonksiyonuyla ilgili oranlardan tamamen farklı oranlar söz konusu olsa da, müteşebbisler için rb' re' P ve (1/P) . (dP/dt) değişkenlerini talep fonksiyonlarına da hil etmek gerekir(77).
u değişkeni ise, teşebbüsler için daha geniş bir içe riğe sahip olarak alınır. Burada zevk ve tercihlerin yanısıra üretimin teknolojik koşullarını etkileyen değişkenler de içe rilmektedir(78). Ekonominin istikrarına ilişkin beklentiler de yine u değişkeni altında teşebb sler için de söz konusu dur.
Sonuç olarak, W değişkenini dışlayan bir eşitlik (1) ve onun türevleri olan (3) ve (S)'in, müteşebbislerin para talebi fonksiyonu için de, bazı "toplama" sorunları taşıması na rağmen, geçerli olduğu söylenebilir.
Servet sahipleri ve teşebbüsler için ortak olarak ka bul edebileceğimiz bu talep fonksiyonunda, para talebi ile
(76) M.FRIEDMAN (1970): s.205.
(77) M.FRIEDMAN (1956): s.11. (78) a.g.e., s.12-14.
diğer aktifler in getiri oranları ve fiyat değişme oranları arasında negatif bir ilişki varken, fiyat seviyesi (P), beşe ri servetin maddi servete oranı (W) ve toplam servet arasında pozitif bir ilişki söz konusudur(79).
Görüldüğü gibi, Friedman' ın para talebi teorisi, çe şitli değişkenlerin para talebini belirlemedeki potansiyel rollerini ve önemlerini belirtmektedir. Fakat, bu ilişkilerin her birinin ne kadar büyük ve önemli olduğu konusu ampirik araştırmaların sonucuna bağlıdır.
Friedman 'ın metodu gereğince, eğer teori, uygulamaya dönük soruların, sorunun çözümüne yararlı olacak şekilde na sıl sorulabileceğinin yolunu gösterebiliyorsa, görevini yap mış sayılmaktadır. Dolayısıyla bu başarıldıktan sonra, geri ye para talebi ile yukarıda belirtilen değişkenler arasındaki ilişkilerin önemli olup olmadıklarının ve bu ilişkilerin za man içinde istikrarlı kalıp kalmadıklarının anlaş lmasını sağlayacak araştırmaların yapılması kalmaktadır(80). "Bir pudingin varlığının kanıtı, onun yenilmesindedir" ifadesi de Friedman'ın ampirisist-yaklaşımının özetini vermektedir.
b) PARA TALEBİ ÜZERİNE AMPİRİK ARAŞTIRMALAR
Friedman, "Restatement" da sunduğu para talebi fonksi yonunun, tamamep formel ve soyut düzeyde, hemen hemen tüm ik tisatçılar tarafından, ayrıntılarda farklılıklar olsa bile, kabul göreceğini ifade etmektedir(81).
Gerçekten de, keynesyenler, paraya diğer aktiflere al ternatif bir aktif olarak, monetari stler ise bir mal gibi
(79) D.LAIDLER (1983): s.71-72.
(80) a.g.e., s.73.
(81) M.FRIEDMAN (1956): s.17.
sunduğu hizmetler açısından yaklaşsalar da(82); çağdaş para teorisyenleri para talebine temelde aynı şekilde, bir bilanço dengesi veya aktif seçimi teorisi olarak bakmaktadırlar(83). Bu genel ortak teorik yaklaşım bir tarafa, temelde ampirik olan ve ampirik bulguların da kesin cevaplar veremediği önem li üç tartışma konusu vardır:
Paranın sadece bir değişim aracı olma fonksiyonunun kalkmasıyla ortaya çıkan uygun para tanımının ne olduğu;
Buna göre tanımlanmış bir para talebinin değişkenle
rinin ne olduğu; ve
Para talebi fonksiyonunun istikrarlı olup olmadığı soruları.
Bu içiçe geçmiş üç temel sorunun herbiri kendi içinde de birçok soruyu barındırmaktadır(84). İlgili soruların çoğu nun ölçü sorununa yönelik olduğunu söyleyebiliriz. Genellik le teorilerin mantığını anlayabilecek kadar, para, faiz ora nı, gelir, servet gibi kavramlar hakkında genel bir bilgi herkeste vardır; ancak uygulamaya yönelik çalışmalar sözü ge çen kavramlar için tam ve kesin tanımları gerektirmektedir. Ancak bu şekilde veriler toplanarak para talebine ilişkin de neysel varsayımlar oluşturulabilir.
Bu alt bölümde yukarıda belirttiğimiz üç ayrım çer çevesinde, konuyu çeşitli boyutlarıyla tartışmak istiyoruz.
H.G.J0HNS0N (1970): "Monetary Theory and policy", Essays in Monetary Economics, Sec. E .• George Allen and Unwin Ltd., London, s.26.
A.H.MELTZER (1963): "THe Demand far Money: Th·e Evidence from the Time Series", JPE, 71(3), s.219.
Bkz. M.FRIEDMAN (1956): s.1s· ve H.G.J0HNS0N (1970): s.26.
Uygun Para Tanımı
Para tanımları, paraya yüklenen fonksiyonlara çeşitli yaklaşımların verdikleri farklı ağırlıkla değişmektedir. Pa ranın işlem güdüsüyle elde tutulduğuna dayalı teoriler, pa ranın bir değişim aracı olduğu için talep edildiği görüşüne ağırlık vermektedirler(85). Bu teorilere göre, iktisadi faa liyetlerde hemen kabul edilebilme ve el değiştirebilme (li kidite) özelliğine sahip olan iki aktif, halkın elindeki na kit para ve ticari bankalardaki vadesiz mevduatlardır(86). Bu, geleneksel "dar para tanımı"nı yansıtmaktadır.
Parayı diğer aktiflerden ayıran üstün akışkanlık (li kidite) özelliği tüm çağdaş teorisyenlerce kabul edilse de, bir değişim aracı olarak para kavramından, değer deposu ola rak paraya geçiş, yani, paranın diğer alternatif finansal ak tiflerle ikamesinin kabulü, teorisyenler arasında(87) uygun
-para tanımının ne olduğu tartışmasını daha ciddi biçimde gün deme getirir: Eğer para bir değişim aracı olmanın dışında bir değer deposu olma (Friedman'ın deyişiyle 'satın alma gücünün geçici bir mekanı' olma) fonksiyonunu içeriyorsa, işlem güdü sünün yanı sıra ihtiyat amacıyla da tutuluyor demektir. O za man, parayı bu amaç için kullanılabilen, depolanması kolay, paraya çevrilebilmesi ucuz ve risksiz olan aktif veya aktif ler seti olarak tanımlamak gerekir(88). Nakit para ve vadesiz mevduatın, tam ikame olmasalar bile, ihtiyat amacıyla tutula bileceğine şüphe yoktur. Fakat herhangi bir ani gereksinmeyi karşılamakta vadeli mevduatların kullanımı da söz konusu ol maktadır. Bu durumda, vadeli mevduatın vadesiz mevduata akta rılma maliyetinin düşük olduğu kabul edilirse, ticari banka-
(85) D.LAIDLER (1983): s.104.
(86) D.LAIDLER (1971): "The Definition of Money", W.E.GIBSON and G.G.KAUFMAN (1971): Monetary Economics: Readings on Current Issues, McGraw Hill, Landon, s.183.
(87) H.G.JOHNSON (1970): s.34.
(88) D.LAIDLER (1971): s.185.
lardaki vadeli mevduatlar da para tanımına dahil edilir. Bu düşünceyi benimseyen görüş açısından nakit para ile vadesiz mevduatın nasıl yakın ikame oldukları kabul edilebiliyorsa, vadeli ve vadesiz mevduatın da yakın ikame edilebilirliği dü şünülebilir. En azından önceden kestirilebilen a priori bir sonuç olarak değil, ampirik bir konu olarak değerlendiri l r(89).
Uygun para tanımı sorunu, aynı zamanda daha temel so-. runlara, özellikle para teorisi ve politikasında para mikta rının önemi sorununa yol açmaktadır. Çünkü para talebi, bir kaç anahtar değişkenin istikrarlı bir fonksiyonu olarak gös terilmedikçe, para miktarı, iktisadi faaliyetlerin açıklan ması ve kontrolünde bağımlı ve önemsiz bir değişken olmakta dır(90). Bu durumda daha istikrarlı bir talep fonksiyonunun, sınırlı sayıda değişkenin fonksiyonu olması gerekir(91).
Şu halde sorulacak soru, vadeli mevduatları da kapsa yan geniş bir para tanımının, para talebi fonksiyonunun is tikrarlılığını sağlamak için gerekli ve yeterli bir koşul olup olmadığı sorusudur(92). Bu nedenle para tanımı üzerine yapılan araştırmaların çoğu, farklı para tanımları altında para talebi fonksiyonunun istikrarlılığını araştırmıştır.
Friedman'ın 1959'da yaptığı çalışması parasal iktisa dın diğer önem_li konularında olduğu kadar, kullandığı para tanımı dolayısıyla vardığı sonuçlar açısından da eleştirile rin ve yeni araştırmaların odağı olmuştur.
Friedman ve arkadaşlarının ampirik çalışmalarda kul- (89) Bkz. D.LAIDLER (1971): s.185 ve D.LAIDLER (1983): s.106.
(90) H.G.J0HNS0N (1970): s.34.
(91) M.FRIEDMAN (1956): s.16. (92) D.LAIDLER (1971): s.188.
landıkları para tanı.mı, nakit ve ticari bankalardaki tüm (va deli ve vadesiz) "ayarlanmış" mevduatların toplamıdır(93).
Friedman'ın bu para tanımını kullanması, teorisine en fazla uyan tanımı, kişisel bir tercihle seçmesinin sonucunudur(94). O'na göre, "satın alma gücünün geçici mekanı o lan ve para olarak adlandırdığımız şeylerle ''para benzerleri" veya "likit aktif" dediklerimiz arasındaki sınır büyük ölçüde keyfi ola rak çizilmektedir"95); Ve Friedman farklı para tanımlarının farklı ampirik sonuçlar vereceğini de kabul etmektedir(96).
Friedman, para teorisinde tartışılan para talebi mo tifleri arasında "muamele" ve "spekülasyon" motiflerine kuş kuyla bakarken, "ihtiyat" motifine farklı bir yer vermekte dir(97). İhtiyat motifi (Friedman bana aktifler motifi de de mektedir), tüketim ve gelir motiflerine özdeş olarak yorum lanmakta(98), tüketim fonksiyonu için geliştirilmiş olan ve toplam servetin bir indeksi olarak kabul edilen "sürekli ge lir" kavramı "aktif motifi" açısından da büyük önem taşımak tadır(99). Sürekli gelir yükselirken, tüketiciler bazı mallar için harcamalarını oransız olarak arttırırlar. "Lüks" olarak adlandırılan bu kalemler arasında paranın sunduğu hizmetler de vardır(lOO): Friedman, sürekli gelire göre para talebinin elastikiyetini yaklaşık 1,8 olarak bulurken, faiz oranları ile para talebi ilişkisinin istikrarsız olduğunu ve fonksiyon içindeki öneminin çok küçük olduğunu da belirtmiştir(lOl).
(93) Bkz. M.FRIEDMAN and A.SCHWARTZ (1963): "Money and Business Cycles", A.A.WALTERS (1973): Money and Banking Penguin, s.129.
(94) E-BUTLER (1985): s.73.
(95) M.FRIEDMAN and A.SCHWARTZ (1963): s.130.
(96) a.g.m. s.129.
(97) M.FRIEDMAN (1959): s.349.
(98) a.g.m., s.349.
(99) Bkz. M.FRIEDMAN (1956): s.19 ve M.FRIEDMAN (1957): A
The.ory of the Consumption Function, Princeton Univer sity Press, Princeton.
(100) M.FRIEDMAN (1959): s.349. (101) a.g.m., s.328-329.
Friedman'ın bu bulguları, pek çok iktisatçının saldı rısına hedef olmuştur ve genellikle bu sonuçlarından, kullan dığı para tanımı sorumlu tutulmuştur. 'Faiz oranlarının önemi nin bu kadar düşük çıkması, faiz getirisi sağlay n vadeli mevduatların para tanımı içine içerilmesine atfedilmiş tir(102). Friedman'ın kendisi de Latane'ın çalışmasında faiz oranlarının rolünün fazla çıkmasını, para tanımlarındaki farklılığa bağlamaktadır(103).
Ancak yapılan bazı çalışmalar(104)1 Friedman' ın geniş
para tanımını kullanmalarına rağmen_, faiz oranları ve para talebi arasında istikrarlı bir ilişki bulabilmektedirler. Friedman'ın bu ilişkiyi bulamamasının nedeni, izlemiş olduğu test prosedürünün bir sonucu olarak yorumlanır(l0S).
Sonuç olarak, yapılan araştırmalar, para tanımı ister geniş ister dar olsun, genellikle istikrarlı bir para talebi fonksiyonunu vermektedir. Farklı para tanımları ile elde edi len sonuçlardaki farklılıklar, vadeli mevduatların para tanı mında içerilip içerilmemesine karar verebilecek kadar kesin bir sonuç vermemektedir(106).
(2) Para Talebi Fonksiyonunun Değişkenleri
Para talebi fonksiyonunun bağımlı değişkeni üzerinde durduktan sonra_, bu bölü ü, fonksiyonun bağımsız değişkenleri olarak bilinen değişkenlere (başta ölçek değişkeni olarak ad-
Bkz. A.MELTZER (1963): s.226 ve R.T.TEIGEN (1983): "Pa ra Talebi ve Para Arzı", S.ÖKSÜZ (Çev.) (1983): Para Teori ve Politika-Seçme Yazılar, Eskişehir, s.21.
M.FRIEDMAN nd A.SCHWARTZ (1963): s l29.
D.LAIDLER (1966b): "The Rate of Interest and the Demand far Money", JPE, 74(1), s.544.
(105) a.g.m., s.551.
(106) D.LAIDLER (1971): s.190.
landırılan sürekli gelir ve/veya servet, ardından faiz oran ları ve fiyat seviyesi değişiklikleri gibi alternatif maliyet değişkenlerine) ayırıyoruz.
Sürekli Gelir
Para talebi için uygun sınırın ne olacağı -servet mi gelir mi yoksa bunların bir bileşimi mi- sorusu, önemli bir tartışma konusudur. Bilindiği gibi, Friedman bütçe sınırlama sına benzer bu sınırlama için, beşeri ve beşeri olmayan kı sımları içeren toplam serveti kullanılır(l07). Servet, gele cekte beklenen gelirin iskonto edilmiş şimdikideğeri olduğuna göre, iskonto oranı sabit olarak düşünüldüğü sürece, servet tümüyle beklenen gelirle birlikte hareket etmektedir(l08). Böylece Friedman, sürekli geliri kullanarak serveti, faiz oranlarını, nüfusu ve gecikmiş geliri bütünleştirmekte ve ay rı ayrı etkilerini birleştirmektedir(l09).
Sürekli gelir,·geçmiş ve şimdiki (ölçülmüş) gelirlerin üstel olarak ağırlıklı bir ortalamasıyla ölçülmektedir(ll0). Bu ölçme, bireylerin gelecek hakkında tahmin yaparken, yakın geçmişe daha fazla, uzak geçmişe daha az ağırlık vererek geç miş deneylerini hesaba kattıkları (hata yapma-öğrenme veya uyumcu bekleyişler) varsayımı altında, bir değişkenin gele cekte alması umulan değerinin, bu değişkenin şimdiki ve geç mişteki değerlerinin üstel olarak ağırlıklandırılmış ortalama değerleri aratılığıyla hesaplanması yoluyla yapılmakta dır(lll):
(107) M.FRIEDMAN (1956): s.4 ve s.19. (108) D.LAIDLER (1983): s.108.
Friedman bu şekilde hesaplanmış bir sürekli gelirle, reel para talebi arasında önemli bir korelasyon bulmaktadır: Kişi başına reel sürekli gelirde% l'lik bir artış, kişi ba şına reel nakit balanslarda % l.8'lik bir artışa neden olmak tadır. Bu ilişki onu, paranın "lüks" bir mal olduğu sonucuna götürür(l12). Bnna göre uzun dönemli talep eşitliği,
şeklinde yazılır ki,
bu kişi başına reel balansların, kişi başına sürekli gelirin bir fonksiyonu olduğunu açıklar(113).
Friedman'ın talep edilen para miktarını açıklamakta, tüketim hizmetleri miktarının belirlenmesinde yaptığı gibi, milli gelir hesaplarıyla "ölçülmüş" geliri değil de "sürek li gelir" kavramını benimsemesi(l14), ortalama bir değer ola rak hesaplanan·"sürekli gelirin" konjonktür dalgaları içinde daha istikrarlı ve daha az dalgalanır olması nedeniyledir. Sürekli gelirin istikrarlılığı, daha sonra göreceğimiz gibi para talebi fonksiyonu ve dolanım hızının açıklanışında önem li roller üstlenmektedir.
(112) M.FRIEDMAN (1959): s.329.
(113) a.g.m., s.336. Burada M = nominal para stoku; N = nü- fus;Yp = toplam nominal sürekli gelir; Pp = sü- rekli fiyat seviyesi; '6 ve b parametrelerdir.
(114) a.g.m., s.333.
Yapılan pek çok çalışma da, sürekli gelir veya servet (beşeri olmayan) değişkeninin, ölçülmüş gelire göre daha iyi bir açıklayıcı değ işken old uğ unu göstermekle beraber( 115), Friedman'ın sürekli gelirle para talebi ilişkisini bu kadar yüksek bulmuş olması eleştirilmektedir. Bu, Friedman'ın kon jonktür dalgaları nedeniyle kullandığı ortalama regresyon he sabında faiz oranlarını hesap dışı bırakması sonucu, sürekli gelirle faiz oranı arasındaki negatif ilişkiyi gözardı etme sine atfedilir. Sonuç olarak, bu tahmin hatası, sürekli ge lir elastikiyetinin fazla yüksek çıkmasına neden olmuş tur(ll6).
Faiz Oranları ve Para Talebi
Makroiktisat modellerinde temel bir konu olan para ta lebi-faiz oranı ilişkisi, en az üç tartışmayı beraberinde ge tirir: Para talebinin faiz oranlarının bir fonksiyonu olup olmadığı; eğer böyleyse hangi faiz oranlarıyla (kısa dönem veya uzun-dönem) daha yakın ilişkili olduğu; ve para talebi nin faize karşı sonsuz elastik olduğu Keynesyen likidite tu zağı durumunun olup olmadığı(117).
Çeşitli ülkelerde yapılan pek çok araştırma, faiz oranlarıyla para talebi arasında anlamlı bir negatif ilişki nin varlığını kanıtlamaktadır. Örneğin Latane 1960'da yaptı ğı ve dar para anımını kullandığı çalışmasında nakit balans ların faiz esnekliğini -0.85 olarak buluyordu(118). 1900-1958 yılları için, çeşitli para tanımlarını ve yirmi yıl vadeli
(115) D.LAIDLER (1966a): Money" JPE, 74(1), ( 1966): ;:-121.
"Some s.55;
Evidence on the Demand f or A.MELTZER (1963) ve G.C.CHOW
(116) D.LAIDLER (1971): s.189, d.n.13.
(117) D.LAIDLER (1966b): s.543.
(118) G.MACESICH (1983): Monetarism, Prager Publishers, N.Y.,
s.67.
tahvil faizlerini (uzun-dönem faiz oranlarını) kullanan Meltzer (1963), hangi para tanımıyla olursa olsun, arada an lamlı bir ilişki buluyor ve elastikeyitin -0.7 civarında bir değer aldığını gözlemliyordu(ll9). Aynı dönem için Brunner Meltzer'in yaptığı bir çalışma da, para talebi faiz esnekli ğinin oldukça istikrarlı kaldığını gösteriyordu(l20).
Diğer değişken olarak sürekli gelir kavramını ve hem uzun hem de kısa dönem faiz oranlarını kullanan ve geniş para tanımıyla çalışan Laidler, 1892-1960 dönemi için, para tale binin faiz elastikiyetini uzun dönem faiz oranı için -0.7 ve kısa dönem faiz. oranı için -0.15 değerlerini buluyordu(l21). Amerika dışında yapılan daha pek çok çalışma da bu bulguları doğrular nitelikteydi.
Belki de yukarıda saymış olduğumuz tüm çalışmalar için bir başlangıç zemini hazırlayan Frıedman'ın 1959'daki makale si ise, bütün bu bulguların tersine Amerika'da 1870-1957 dö nemi için, faiz oranlarının para talebi açısından istatistik sel çok küçük bir önemi olduğunu vurgulamaktadır(l22). Bulgu larına göre, kısa dönem faiz oranları, uzun dönem oranlarına göre daha fazla dalgalanma göstermektedir(123). Fakat kısa dönem faiz oranlarının elastikiyeti, uzun dönem faiz oranla rınınkinden de çok daha azdır(l24). Genel olarak faiz oranla rının önemi düşük bulunduğu için faizlerin dönem ayrımı da aslında önem taşımamaktadır.
(119) A.MELTZER (1963): s.
(120) G.MACESICH (1983): s.81.
(121) D.LAIDLER (1966b): s.549.
(122) M.FRIEDMAN (1959): s.329 (Mutlak değerinin tüm bulgula rında l'den küçük olduğunu belirtmektedir. Ancak bazı yazarların belirttiği gibi, Friedman faiz elastikiyeti için sıfır değeri vermemektedir. Bkz. M.FRIEDMAN, (1969).
(123) a.g.m., s.346.
(124) M.FRIEDMAN (1969): s.146.
Daha önce de belirtmiş olduğumuz gibi, Friedman'ın faiz oranlarının rolünü bu kadar düşük bulması, onun kullan dığı yöntem nedeniyledir. Friedman faiz oranlarındaki değiş melerin büyük ölçüde konjonktürel dalgalar içinde ortaya çık tığını düşündüğü için, konjonktürel hareketlerden soyutlan mış bir para talebi fonksiyonunun faiz oranları ve dolaşım hızıyla ilgili yanlış tahminlere yol açacağını varsayıyordu. Çünkü konjonktür dönemlerinde dolaşım hızıyla faiz oranları benzer hareket kalıpları gösteriyordu( 125). Bu nedenle her bir konjonktür dalgası içinde, ilgili değişkenlerin ortalama değerlerini aldı. Kullandığı sürekli gelir ve geniş para de ğişkenlerini, logaritmik -doğrusal ( log.-linea r) bir r egresyon denklemine uygulayarak, bunu dolanım hızının değişmelerini tahmin etmekte kullandı(126). Sonuçta tahmin hatalarıyla faiz oranlarının ilişkisi bulunmadığından çalışma başarılıydı.
Ancak sözü geçen dönemde (1869-1957) faiz oranları ha fif bir düşme göstermekteydi ve ortalama değerleri alma yön temi ile faiz oranlarının hesap dışı tutulması sonucu, bu düşmenin para talebi üzerindeki etkisi gözden kaçıyor; para talebindeki değişme tümüyle sürekli gelire bağlanıyordu. Oysa Friedman'ınkine çok benzer bir testi Laidler, faiz oranları nı da dahil ederek yapıyor ve anlamlı bir sonuç buluyordu.
Friedman 1966'da yazdığı makalesinde, 1959 makalesinde faiz oranlarının öneminin küçük olduğunun belirtilmesinin, onun faiz oranlarını para talebi fonksiyonunda hiç önemseme diği anlamına gelmemesi gerektiğini belirtir. Faiz elastiki yetinin mutlak değer olarak küçük bulmak onun değerinin sıfır olduğunu öylemek olmadığını ifade ederek, aslında· -makalede çeşitli şekillerde faiz oranlarının rolünden bahsettiğini vurgular. Ayrıca bu çalışmasının sonuçlarının kesin olmaktan
(125) M.FRIEDMAN (1959): s.346.
(126) Bkz. G.MACESJ;.CH (1983): s.83; H.VISSER (1974): s.122;
D.LAIDLER (1983): s.130-131.
çok, öneri getiren sonuçlar olduğunu ve tersine farklı sonuç ların her zaman mümkün olabileceğini belirtir(l27).
Bu açıklamalara rağmen, Friedman' da faiz oranlarının rolü karmaşık kalmaktadır(128).
Fiyatlar Seviyesi ve Para Talebi
Eğer istikrarlı bir para talebi fonksiyon undan söz ediliyorsa, bu, para talebinin fiyat esnekliğinin bire eşit olduğunun bir göstergesidir ve fiyat seviyesinin elde tutulan reel balansları etkilemediğini belirtmekte ir(l29).
Oysa fiyatlar seviyesindeki değişikliklerin para tale bini etkilemekte olduğu sonucunda, pek çok araştırma birleş mektedir. Fiyatlar seviyesi konusundaki belirsizlik nedeniyle halk parad,an beklediği hizmetin aynı·düzeyde sürmesini sağ lamak için daha fazla para tutmayı yeğleyecektir(l30).
(3) Para Talebi Fonksiyonu ve Dolaşım Hızının İstikrarlılığı
Friedman, modern miktar teorisyenlerinin (monetarist lerin) para talebinin istikrarlı olduğu ampirik hipotezini kabul ettiğini söyler. Bu hipotezin benimsenmesiyle para sto ku ile parasal. gelir seviyesi arasında doğrudan bir ilişki kurulabilmektedir. Ancak bu hipotez iki sınırı gerektirmekte-
M.FRIEDMAN (1969): "Interest Rates and- Demand for Money", The Optimum Quantity of Money, Chicago, Aldine, s.142-143 d.n.1.
R.SELDEN (1977): "Monetarism'', S.WEINTRAUB (1977) (ed.) Modern Economic Thought, University of Pennsylvania Press, s.259.
(129) H.VISSER (1974): s.120.
(130) D.LAIDLER (1983): s.139-141.
dir: Biri, talep edilen para miktarının veya paranın dolanım hızının sayısal bir sabit olarak alınmamasıdır. Bir ilk yak laşım olarak küçümsenmeyecek bir önemi olsa bile(l31), istik rarlılık için böyle bir gereklilik söz konusu olmamaktadır. İkincisi, fonksiyonda ampirik olarak önemli olan değişken sa yısının sınırlandırılması gereğidir. Çünkü istikrarsız bir para talebi fonksiyonuyla sonsuz sayıda değişkenin istikrarlı bir fonksiyonu arasında çok az fark vardır(132).
Para talebi fonksiyonunun istikrarlılığı ampirik bir sorundur. Bilindiği gibi, teorik düzeyde fonksiyona çok sayı da değişken girmektedir. Ancak Friedman'ın ampirik bulgula
rında, para talebini belirlemekte öne, mli olan değişkenin sü- rekli gelir olduğunu görüyoruz. Faiz oranları, fonksiyonu et-
kileme gücünden yoksun kabul edilmektedir. Faiz oranlarının etkinliği az da olsa (ki Friedman faiz oranları elastikiyeti nin -0.1, -0.5 veya en çok -2.0 olabildiğini belirtmekte dir(l33) Fonksiyona dahil edilmesi ise, fonksiyonun istik rarlılığını bozmaz. Fonksiyona giren reel faiz oranlarının istikrarlı kabul edilmesi yeterlidir(134). Böylece faiz oran larının fonksiyona dahil edilmesiyle, uzun dönemde reel ke sim-parasal kesim ayrımı (paranın yansızlığı) da ortadan kalkmamaktadır.
Para talebi fonksiyonu istikrarlı olmasa (örneğin 'li kidite tuzağı' gibi özel durumlar olsa) miktar teorisinin bü yük ölçüde sa sıntıya uğrayacağı açıktır. Çünkü para mikta rıyla, parasal gelir arasındaki zorunlu bağ ortadan kalkacak ve bu iki önemli büyüklüğün oranı olan dolaşım hızı (Y/M) da, para miktarındaki her değişmeyi dengeleyecek şekilde kolayca
( 131) M.FRIEDMAN-A. SCHWARTZ ( 1982): Monetary Trend s in the United State and the United Kingdom: Their relation to income prices and interest rates 1967-1975, Chicago and London, U. of Chicago Press, s.215.
(132) M.FRIEDMAN (1956): s.16.
(133) M.FRIEDMAN (1972): "Comments on the Critics", JPE, 80 (S), s.912; M.FRIEDMAN (1969): s.155.
(134) M.FRIEDMAN (1969): s.146.
değişebilip, herhangi bir değer alabilecektir(l35).
Oysa, Friedman'ın doksan yıllık bir dönem için yaptığı ampirik çalışmalar, hızda kısa dönemde dalgalanmalar olsa da, uzun dönemde genellikle para ve gelir arasında istikrarlı (steady) bir ilişki olduğunu göstermektedir(136). Uzun dönem de, genellikle para stoku, parasal gelirden daha hızlı oranda artar. Dolayısıyla reel gelir yükselirken, dolaşım hızı (yani Y/M) azalmaktadır. Ancak bu düşüş yavaş seyretmektedir. Elde edilen bulgular, kişi başına reel nakit balansları % 1.8 ar tarken, kişi başına reel gelirin% 1 artmakta olduğunu göste rir.
Konjonktüre! dalgalanmalarda ise, genişleme dönemle rinde, para stoku, parasal gelirden daha düşük oranda artmak ta; dolayısıyla gelir hızı yükselmekte, daralma dönemlerin de ise para stoku genellikle parasal gelirden daha düşük oranda azaldığından hız da azalmaktadır. Görüldüğü gi-bi, uzun dönemde reel gelirle hız ters yönde hareket ederken, kısa dö nemde bu hareket . aynı yönde olmaktadır. Bu bulgular açıkça çelişmektedir(l37).
Uzun ve kısa dönemde dolaşım hızının hareketlerini uyumlulaştırmak için Friedman, tüketim fonksiyonu alanında geliştirmiş olduğu "ölçülmüş gelir" ve "sürekli gelir" ayrı mını para taleqine de uygular(138). Para da bir hizmet akımı
(135) E.BUTLER (1985): s.65.
(136) M.FRIEDMAN (1982).
(137) M.FRIEDMAN (1959): s.327-329.
Friedman, tüketim konusunda yaptığı araştırmalarda da, kesit veri lerinin (cross-section <lata) ortalama tüketim eğiliminin yüksek gelir seviyelerinde daha düşük olduğunu ortaya koyarken; zaman se rilerinin gelir artarken ortalama tüketim eğiliminde bir düşme göstermediğini bulmuştur. Uzun ve kısa dönem tüketim eğilimindeki bu uyumsuzluk da sürekli gelirin kullanılmasıyla giderilir. Bkz. M.FRIEDMAN (1957).
sağlayan dayanıklı bir tüketim malı olarak yorumlandığinda, talep edilen para miktarı "ölçülen" gelire göre değil, sü rekli gelire göre belirlenmektedir. Aslında ortalama bir de ğer olan sürekli gelir de, kısa dönem içinde tamamıyla istik rarlı değildir; genişleme dönemlerinde yükselip, daralma dö nemlerinde düşebilmektedir. Fakat bu düşme ve yükselmeler "ölçülmüş gelir"den çok azdır(139). Bu yüzden para talebi açısından sürekli gelir benimsenirse, sonuç olarak para mik tarı uzun dönem sonuçlarının gerektirdiği biçimde sürekli ge lire göre daha fazla yükselip düşecek, kısa dönem sonuçları nın gerektirdiği gibi "ölçülmüş gelire" göre de daha az yük selip düşecektir.
Sonuç olarak, ölçülmüş hız konjonktür dalgalarında po zitif ilişkiliyken, sürekli hız tersine negatif ilişkilidir. Dolayısıyla bu şekilde uzun dönemde hızın ters yöndeki iliş kisiyle kısa dönem hareketleri uyumlu hale gelmektedir(l40).
M.FRIEDMAN (1959): s.332-335. Friedman sürekli gelirin ölçülmüş gelirden ne kadar az dalgalandığı konusunu da inceler. Sürekli gelir ılımlı depresyonlarda% 23, de rin depresyonlarda ise% 37 az dalgalanmaktadır. Bkz. a.g.e., s.336-339.
(140) M.FRIEDMAN (1959): s.334.
SÜREKLİ GELİR HİPOTEZİ VE TÜKETİM FONKSİYONU
Önceki alt bölümde ele aldıklarımız, Friedman anl mın da bir para talebi fonksiyonunda sürekli gelirin ne kadar önemli bir rolü olduğunu ortaya koymaktadır. Analizin temeli olan para talebinin istikrarlılığı, bu istikrarlı (sürekli) gelir kavramını analize girmesiyle mümkün olabilmektedir.
O halde, Friedman'ın tüketim fonksiyonu açısından ge liştirip, para talebi fonksiyonuna da uyguladığı(l41) Sürekli Gelir (Permanent Income) Hipotezinin daha ayrıntılı incelen mesi yerinde olacaktır.
Tüketim kararları ile ilgili olan sürekli gelir kavra mının, nakit balans kararları için de aynen geçerli olup ola madığı (yani kavramın tekliği) tartışmalı bir konudur. Friedman da, "toplam tüketim harcamalarının belirlenmesiyle ilgili olan sürekli gelir kavramının, nakit balansların belir leyicisi olması için hiçbir zorunluluk olmadığını, fakat böy le olursa da, bunun yanıltıcı olmayacağını" belirtir(l42). Yapılan ampirik çalışmaların çoğu, kavramı her iki fonksiyon için de aynı şekilde açıklayıcı bulurlar(l43).
Bu alt bölümde sürekli gelir kavramını tüketim fonksi yonu açısından ele alacağız.
Bilindiği gibi, Keynesgil sistem, cari tüketimi cari gelirin bir fonksiyonu olarak değerlendirmekte ve "temel psi kolojik yasa" olarak adlandırılan bir varsayımla, gelir yük seldiğinde tüketimin de artacağını, fakat bu artışın gelirde ki artıştan düşük kalacağını, dolayısıyla da gelir yükselir ken marjinal tüketim eğiliminin gittikçe azalacağını belirt-
(141) Bkz. M.FRIEDMAN (1959): s.333. (142) a.g.e., s.336.
Bkz. U.R.KOHLI (1981): "Permanent Income in the Con sumption and the Demand for Money Function", JME, 7, s.228.
mektedir(l44). Sonuç olarak kısa dönemde gelirle tüketim ara sında oransal olmayan bir ilişki mevcuttur(l45). Bu yaklaşım dan kolayca, uzun dönemde tasarruf eğiliminin artacağı yargı sı çıkarılabilir. Oysa, yapılan bazı araştırmalar (örneğin Kuznetz'in 1869-1938 dönemini içeren araştırması) uzun dönem içinde tüketimle gelir arasında oransal bir ilişkinin varlı ğını ortaya koyduğu gibi, tasarruf eğiliminin de sanıldığı gibi· artmadığını göstermiştir. Bu durumda, ya kısa ve uzun dönem içinde tüketici davranış kalıpları arasında farklılık vardır; ya da bulgular çelişkilidir.
Friedman'ın Sürekli Gelir Hipotezi de diğer başka ana lizler gibi(l46) bu çelişkinin çözümünü aramaktadır ve burada anahtar kavram da "sürekli gelir"dir.
Friedman, gelir tüketim ilişkisini ele alırken basit bir örnek verir: Haftada 100 $ alan bir kişinin, ödeme günü büyük bir gelir elde ederken, o gün bu gelirin bir kısmını harcayıp, geri kalanı haftanın diğer altı gününe yaydığını, bu altı gün içinde de hiçbir gelir elde etmeden harcamada bu lunduğunu düşünerek, böyle bir durumda herbir gün için tüke ticinin davranışlarını ölçmeye kalkışmanın ne kadar biçimsiz sonuçlar vereceğini belirtir(l47). Yaşam da, yukardaki küçük örnekteki gibi sakınmadan yapılan harcamaları izleyen aşırı tutumluluklarla dolu sonsuz sayıda iniş çıkışlar zinciri gibi görülebilir. Fakat, gerçekte insanlar gelirlerini haftaya (aya veya yıla)" yaydıklarını bilmektedirler. Gelirlerinin çe şitli faktörlerle (ikramiyeler, hastalık, işsizlik v.s.) dal galandığını da kabul etmektedirler; ve geçici iniş çıkışların
Bkz. H.G.JOHNSON (1970): "Recent Development in Monetary Theory", H.G.JOHNSON (1970): Essays in Monetary Economics, George Allen and Unwin Ltd., s.85. H.G.JOHNSON (1978): Macroeconomics and Monetary Theory, Basil Blackwell, Oxford, s.23.
Y:P.VENIERIS and F.D.SEBOLD (1977): s.365.
Duessenberry'nin geliştirdiği Nisbi Gelir Hipotezi veya Modigliani Brumberg ve Ando'nun geliştirdiği Life-Cycle Hipotezi gibi. Bkz. M.FRIEDMAN (1957).
M.FRIEDMAN (1957): A Theory of the Consumption Function, Princeton University Press, s.220.
dışında sürekli bir gelirleri olduğunun farkındadırlar.
Öyleyse Friedman için önemli olan, gelir ve tüketimin uygun tanımlarının yapılmasıdır. Buna göre Friedman, ölçülmüş
olan gelirle, tüketicinin davranışlarını ayarladığı sürekli
geliri birbirinden kesin şekilde
ayırır
(Tüketim de benzer
bir ayrıma tabidir)(l48). Böylece geçici kısımlardan oluşmuş kabul
ölçülmüş gelir, sürekli ve edilmektedir: Yp ve Yt sü-
rekli ve geçici gelirleri; Cp ve Ct de sürekli ve geçici tü ketimleri göstermek üzere, ölçülmüş gelir ve tüketim aşağıda ki gibi gösterilebilir(149):
Friedman, sürekli gelirin genel ifadelerle belirtilme sinin kolay, fakat kesin tanımının zor ve doğrudan gözlenemez olduğunu belirtir(150). Bundan dolayı da gözlenebilir gelirle (ölçülmüş gelir) temsil etmeyi bir analiz biçimi olarak be nimser.
İlk yaklaşım olarak Friedman, iki dönemli Fisher di yagramını kullanarak bir bireyin tüketimini belirleyen fak törleri saptar. Birey, şimdi ve gelecekteki tüketimleri ara sındaki tercihini belirleyen kayıtsızlık eğrileri setiyle ilişkili olan bir bütçe (servet) çizgisine sahiptir. Bu bütçe çizgisi, bireyin birinci ve ikinci yıllardaki gelirlerinin
Sürekli ve geçici tüketim ayırımı iki temel nedenden yapılır: İlki ölçülen tüketimin her zaman reel tüketimi yansıtmadığıdır. Örneğin dayanıklı bir tüketim malının kullanımı uzun zamana yayılırken, harcama bir kere de yapılmaktadır. İkincisi, tüketiciler istisnai koşullara tepki olarak normal davranışlarından ayrılabilirler. Bu farklı davranışların, onların temel tüketim-gelir ilişkisini yansıttığı düşünülemez. Bkz. Y.P.VENERIS and F.D.SEB0LD (1977): s.377.
(149) M.FRIEDMAN (1957): s.21-22.
(150) a.g.e., s.221.
(R1 ve R2) sonsuz sayıda kombinasyonunu beliı:tmektedir. Bu kombinasyonun herhangi birinde bireyin tüketimini doğrudan
belirleyen geliri değil, serveti (bütç ) olacaktır. Bunun ya nında, gelirin harcanmayıp elde tutulmasının maliyeti de (faiz) vardır; bu da bireyin tüketimini belirleyen bir diğer değişkendir. Dolayısıyla tüketim (C), servet ve faiz oranının fonksiyonu olmaktadır(lSl).
C = f(W,i)
Friedman bu iki dönemli analizden, bir dönemler dizi sine geçmektedir. Buradaki zorluk ise, servet kavramından uy gun bir gelir kavramı elde etmektir. Servet, cari faiz ora nında gelecekte beklenen gelirin kapitalize edilmiş değeri olarak düşünülmektedir:
Bu toplam değer yıllık değere dönüştürüldüğünde W=Y p/i veya Y p=iW olarak gösterilebilir. Y p , bir dönemden diğerine dalgalanan nakit gelirlerden farklı olan sürekli gelirdir.
Y p =iw olduğundan tüketim fonksiyonunu yeniden yazarsak(l52):
Tüketimin sürekli gelir seviyesinin bir parçası (k) olduğunu, yani tüketimin gelirle orantılı olarak artacağını öne sürerek, bu ilişkiyi daha ileri götürebilmek mümkündür. Sürekli gelirin bu kısmı ise faiz oranları ve kişilerin zevk ve tercihlerinin bir fonksiyonu olmaktadır.
(151) a.g.e., s.221.
(152) a.g.e., s.11.
Bu basit fonksiyon, ekonomide tam belirliliğin olduğu durum için geçerli olmakla birlikte, Friedman'ın tüketim fonksiyonu teorisinde bir köşe taşıdır(153) ve belirsizliğin analize dahil edilmesi onu temelde değiştirmez. Belirsizliğin fonksiyona girmesiyle, beşeri olmayan servetin sürekli gelire oranı (w) dahil edilir. Bu oran ne kadar yüksekse gelecek be lirsizlikleri için ayrılması gereken rezerv o kadar az ola cak, dolayısıyla tüketim de daha yüksek olacaktır. Buna göre sürekli tüketim fonksiyonu
Cp = k(i,w,u) Yp
şeklinde yazılabilecektir.
Tek birey için geçerli olan bu fonksiyon, tüm toplum için de geçerlidir. Özetle, Friedman'ın tüketimle ilgili hi potezi en genel şekilde, üç eşitlikle ifade edilmekte dir(l54):
Gelirin ve tüketimin sürekli kısımları, hiçbir zaman doğrudan gözlenernezler. Bu nedenle sürekli ve geçici kısımlar hakkında bazı kesin varsayımlar yaparak, gözlenen verilerden sürekli kısımlar hakkında çıkarsamalar yapılabilir(155). Friedman bu nedenle üç varsayım yapar: Sürekli ve geçici ge lirin birbirinden bağımsız olduğu; sürekli ve geçici tüketi min birbirinden bağımsız olduğu ve geçici gelirle geçicl tü ketimin bağımsız olduğu. Friedman açısından özellikle üçüncü varsayım. hipoteze anlam katan güçlü bir varsayım ka bul edilir:
Bu varsayımlarla Friedman, uzun ve kısa dönem tüketim davranışları arasındaki çelişkiyi uyumlu hale getirmektedir: Uzun dönem içinde her iki değişkenin (gelir ve tüketim) de geçici kısımları ortadan kalkmakta, böylece gözlenen ilişki ler, sürekli kısımlar arasındaki oransal ilişkiye karşılık gelmektedir(l57). Friedman bu durumu şekille daha açık hale getirir(l58).
C
45° doğrusu, tüketimle gelirin eşit olduğu yerdir; faiz oranlarının pozitif olmasından dolayı, fiili tüketim fonksiyonu 45° doğrusunun aşağıdasında olacaktır. Bilindiği gibi, tüketim sürekli gelirin bir fonksiyonudur; fakat fiili olarak gözlenen gelir, sürekli gelir olmayıp, sürekli ve ge çici gelirlerin toplamı olan ölçülen gelirdir. Ölçülen gelir de geçici kısımlardan dolayı sürekli gelirden sapmalar göste recektir(l59).
Şekilde D noktası, toplumun ortalama ölçülmüş gelirini verir ve bu ortalama gelire sahip ailelerin arızi geliri sı fırdır. Yani bu noktada, sürekli gelir ölçülmüş gelire eşit tir. Bu noktanın sağında ailelerin geçici gelirleri pozitif
ken, sol tarafında ise geçici gelir negatiftir. Y1 gibi bir üst gelir seviyesinde olan ailelerin pozitif geçici gelirle
rine rağmen, geçici gelirle geçici tüketim arasında korelas yon olmadığı varsayımından dolayı, tüketimleri Cml gibi bir seviyenin aşağısında olacak ve tüketim sürekli gelirin bir
fonksiyonu olduğundan YPı sürekli gelirine karşılık gelen CPı lik bir tüketimleri olacaktır (Şekilde F noktasıyla gösteri len).
Benzer şekilde Y2 gibi bir alt gelir seviyesinde ve geçici gelirleri negatif olan ailelerin tüketimleri ise, ge çici gelir ve geçici tüketimin ilişkisi olmadığından, ger
çekte gözlenen-tüketimlerinden daha fazla olacaktır ve sürek li gelirle orantılı olacaktır.
Görülen o ki, yüksek gelirlerin ölçülmüş tüketim dü zeyleri, uzun dönemde gerçekte göründüğünden daha düşük olur ken, düşük gelirlilerin ölçülmüş tüketimleri de gerçekte gö ründüğünden daha yüksek olmaktadır( 160). Şekil deki, C=a+b Y
(159) H.G.J0HNS0N (1978): s.32.
T.F.DERNBURG and D.M.McD0UGALL (1976): Macroeconomics, McGraw Hill, N.Y., s.78.
doğrusu gelirle tüketim arasındaki oransal olmayan bir ilişki sergilerken, uzun dönemde gelir ve tüketimin geçici kısımla
rının "ortalamaya" yönelmesiyle C p
bir ilişki hakim olmaktadır.
ve Y p
arasında oransal
Tüketim, daha ziyade uzun dönemli düşüncelerle belir lendiğinden, gelirin geçici değişmeleri (pozitif veya nega tif olsun) tüketimden çok, aktiflerin arttırılması veya borç ların azaltılması (veya tersi) yoluyla tasarrufları etkile mektedir(161).
İNTİKAL (TRANSMİSYON) SÜRECİ VE NOMİNAL GELİRİN BELİRLENMESİ TEORİSİ
Friedman, 1956'da yazdığı Restatement'ta geliştirdiği teorinin yetersizliklerinin açıkça farkındadır. Bölüm I.C(I)' deki eşitlik (S)'in parasal (nominal) geliri belirlemek için yeterli olmadığıriı bilmektedir(l62). Tam anlamıyla bir nomi nal gelir modeli elde etmek için, faiz oranlarının, reel ge lirin ve fiyat seviyesinin belirleyici etkenlerini ve ayar lanmalarını belirtmek gerekmektedir. Eşitlik (5) en uygun ko şullar altında bile (para talebi V'deki değişkenlere göre ta mamen inelastik olsa bile) sadece bir parasal gelir teorisi vermektedir ve parasal gelirdeki değişmelerin nomfnal para miktarındaki değişmeleri yansıttığını belirtmektedir. Nomi nal gelir {Y )_deki değişmelerin ne kadarının reel üretim ve fiyatlarda yansıtıldığı hakkında da hiçbir şey söylememekte dir(l63).
Bkz. M.FRIEDMAN (1957): s.28 ve 221; M.FRIEDMAN (1959): s.333.
M.FRIEDMAN (1956): "Restatement", s.15. (163) a.g.m., s.15.
Bu eksikliği gidermek için Friedman, kısa dönemde no minal para miktarındaki değişmelerin reel değişkenleri nasıl etkilediğini araştırdığı bir teorik çatı kurmaktadır.
Ekonomide para miktarında herhangi bir şekilde meydana gelen değişiklikler, uzun dönemde sadece fiyatlar ve nominal geliri etkilemektedir. Bu bağlantı etkinin yönü hakkında bir şey söylemese de, Friedman bu ilişkinin daha çok paradan fi yatlara doğru olduğunun ampirik sonuçlarla doğrulandığını be lirtmektedir(164). Bu, bilinen klasik paranın yansızlığı (nötralitesi) koşulundan başka bir şey değildir.
Ancak para stoku ile fiyatlar arasındaki bu ilişkinin, uzun dönemde geçerli olsa da, kesin ve mekanik bir ilişki ol madığı vurgulanarak, iki önemli fak törün bu i1işkinin oran sallığ ında farklılık yarattığı belirtilir: Bunlar, üretimdeki değişmeler ve halkın gelirine göre tutmayı arzu ettiği para miktarındaki değişmelerdir(l65). Bu etkenler kısa dönem için de para ve fiyatlar arasındaki bağlantıyı bozarken, para, ekonominin reel değişkenlerini de etkilemeye başlar. İktisadi ajanların fiili olarak ellerinde bulunan para miktarı, tutmak istedikleri (arzu edilen) para miktarını aştığında, bir bütün olarak toplum, mevcut toplam para miktarını etkileyemese de, bireylerin fiili para miktarıyla arzu et·tikleri para miktarı nı (para talebini) denkleştirme çabası, harcama artışları yo luyla bir ayarlama mekanizmasını işletecek ve bu süreç, arzu ettikleri para miktarını elde edene kadar devam edecek tir(166).
(164) M .FRIEDMAN ( 1969): "The Supply of Money and Change in Prices and Output", M.FRIEDMAN (1969): The Optimum Quantity of Money, Chicago, Aldine, s.173.
(165) a.g.m., s.174.
Bkz. M.FRIEDMAN (1970): "A Theoretical Framework far Monetary Analysis", JPE, 78(2). M.FRIEDMAN (1973a): "Money: Quantity Theory", A.A.WALTERs (1973) (ed.): Money and Banking, Penguin.
Friedman'ın 1970 ve 1971'de yazdığı iki makale, eko nomide kısa dönem para, fiyatlar vereel gelir ilişkisi üze rinde yoğunlaşarak, nominal gelirdeki artışların ne kadarının reel gelir ve ne kadarının fiyatlar arasında bölündüğünün analizini yapmaya çalışır. Aynı zamanda bu çalışmalar, klasik miktar teorisi ile keynesyen gelir-harcama teorisine alterna tif bir çatı kurma çabasına yöneliktirler.
1956'da yazılan "Restatement"tan başlayarak Friedman, tüm çalışmalarında aşama aşama adeta bu çatının oluşumuna ça lışmaktadır.Örneğin1966' dakimakalesi "I n teres tRatesand DemandfarMoney", adeta1970-71'deki çatınındahakısa ve dahaeksiksözelbir ifadesidir.FakatFriedman' ın kurduğu bu çatının da amacı açısından mükemmelve eksiksiz bir aşama ya vardığını söylemek kolay değildir. Kendisi de eleştirileri yanıtlarken,"çat-ı" nın ( f ramework)birdeneme ve bitmemiş bir çabaolduğunukabul etmektedir(167). Friedman bu çalışmala rında, başlangıçtaki amacını (nominal gelirdeki değişmelerin reel gelir ve fiyatlar arasında dağılımı) tam olarak gerçek leştirememekte, sonuçta "Nominal Gelirin Bir Parasal Teori si"ni kurmaya yönelmektedir.
Biz bu alt bölümde, önce Friedman'ın parasal etkilerin ekonomiye nasıl yayıldığı üzerine geliştirdiği "transmisyon (intikal) süreci" taslağını inceleyip, daha sonra yukarıda sözünü ettiğimiz "Teorik Çatı "nın incelenmesine geçeceğiz. İkinci kısım, ilkinin daha teknik ve ayrıntılı bir sergileme si olmaktadır.
M.FRIEDMAN(1972):"CommentsontheCritics",JPE, 80(5).
İntikal (Transmisyon) Süreci
Para stokunun değişme oranında beklenmedik bir artışın ortaya çıktığını varsayalım. Bu artış çok çeşitli biçimler de olabilir. Fakat biz Merkez Bankasının açık piyasa satın alımları yaparak para miktarını arttırdığını düşünelim.
Ellerindeki menkul değerleri gönüllü olarak satan ti cari bankaların veya kişilerin şimdi istedik!erinden daha fazla rezervleri ve parasal balansları olmuştur. Bu durumda bankalar fazla rezervlerini yatırımlarını genişletmekte kul lanmayı düşünürken, banka-dışı kesimdekiler ise nakitlerini azaltmak için ellerindeki fazla parayı bankalara mevduat ola rak yatırmayı düşüneceklerdir. Bu durumda da bankaların li kitleri çok artmaktadır. Her iki kesim de portföylerini yeni den ayarlama v dengeye getirme çabası içine gireceklerdir. Hem bankalar, hem banka-dışı kesimin fazla balanslarını ilkin riski az, sabit faizli para benzeri akitler (tahvillerle) ikame edecekleri makul görünür(l68). Fakat onlar bu aktifleri satın almayı düşünürken onların fiyatlarını yükseltmekte, faiz oranlarını da düşürmektedirler. Tahvillerin fiyatları yükselirken, kişiler ve bankalar para ve tahvillerini, bu kez daha riskli tahviller, hisse senetleri, reel aktifler ve da yanıklı tüketim mallarıyla ikame etmek isteyeceklerdir. Böy lece finansal aktiflerin fiyatları yükselip faiz oranları dü şerken, finansal olmayan aktifler (dayanıklı ve doğrudan tü ketim malları)·daha cazip hale gelmektedir (Likidite Etkisi).
Görüldüğü gibi, süreç devam ederken ilk etkiler yayıl maktadır(l69): Bir kere aktifler dizisi genişlemekte, ikinci si açık piyasa işlemleriyle ilk olarak etkilenenlerin elle-
M.FRIEDMAN (1969): "Money and Business Cycles", Optimum Quantity of Money, Aldine, Chicago, s.230. H.VISSER (1974): s.229.
(169) M.FRIEDMAN (1969): s.231.
rindeki fazla nakitler tüm ekonomiye yaygınlaşmakta, parasal bir etki finansal piyasalardan mal ve hizmet piyasalarına doğru akmaktadır.
Talepteki artış nedeniyle mevcut malların fiyatların daki artışlar daha yüksek hale gelirken, henüz üretim mali yetleri yükselmemiş olduğundan kar bekleyişleri düzelen müte şebbisler için üretimlerini (yatırımlarını) genişletme cazip hale gelebilir. Aynı zamanda düşen faiz oranları da kredi ta lebini genişletmektedir. Fakat gerçekte, fiyatlardaki yüksel melerin sonucunun ne olacağı, faktör fiyatlarının etkilenip etkilenmeyeceği, kar marjlarının değişip değişmeyeceği, üre tim ve faktör piyasalarının yapısına bağlıdır(l70).
Hem düşük faiz oranlarının yatırımlar üzerin etkisi (dolaylı etki), hem de arzu edilenden daha yüksek nakit ba lansların nispi fiyatlar ve diğer harcamalar üzerine etkisi
.yoluyla tüketim harcamaları uyarılmakta ve nominal gelirler artmaktadır(l71) Bir kişinin harcaması diğerinin gelirini oluşturmaktadır.
Nominal gelir üzerine para politikasının (para arzı artışının) etkileri reel gelir ve fiyat seviyesi yoluyla yan sıdığından, nominal gelirdeki değişmeler, reel gelir ve fi yatlardaki değişmelere bağlı olarak para talebi ve paranın dolanım hızını da etkileyecektir. Şimdi bu sürecin işleyişini görelim(l72):
Genişletici bir para politikası sonucu, nihai mal ve hizmetlere artan talep, ilkin stokların azaltılarak üretimin
(170) a._g.e., s.232.
(171) M.FRIEDMAN (1968): "The Role of Monetary Policy", AER, LVIII(l), s.6.
(172) M.DARBY (1976): s.157-160.
arttırılmasıyla karşılanır. Bilindiği gibi, bir firmanın üre timini arttırabilmesi, üretim faktörlerinin kullanımının art masıyla mümkündür. Fakat nominal fiyatları açısından üretim faktörlerinin arz eğrisinin istikrarlı olması, endüstrinin arz eğrisinin daha yüksek fiyatlarda üretimde artış olmadan yeni bir dengeye yükselmesini engeller. Nominal ücretlerin büyüme oranının yavaş değişmesinin sonucu olarak, artan ta leple karşılaştıkları için üretimlerini arttırmak isteyen firmalar, başlangıçta aynı nominal ücretten daha fazla işçi kiralayabilirler. Kısa dönemde değişebilen tek faktör emek olduğundan, kısa dönem arz eğrisinin değişmesi sadece ücret oranları değişirse mümkün olmaktadır. Bu yüzden, nominal üc retlerdeki yavaş ayarlanma nihai mal ve hizmet arz eğrisinin başlangıçta katı olmasının temel nedenidir. Ayrıca, kısa-dö nemde reel gelir üzerine etkilerin temel belirleyicisidir.
Tüm endüstrilerin artan mek talebinin etkisiyle, eme ğin ücretleri artmakta ve arz eğrisi de yukarı kaymaktadır. Bu kayma maliyet artışlarından ileri gelen fiyat artışları yaratır, fakat maliyetlerdeki artışlar ve firmaların bu mali yetleri karşılama çabası, artan mal ve hizmet talebiyledir.
Maliyetler hemen artmış olsaydı, endüstri arz eğrisi (şekilde
görüldüğü gibi) S
0
dan s1
'e kayacak ve talep artar artmaz
üretim üzerine bir etki olmadan sadece fiyatlarda bir artış olacaktı. Bu dengeye, ücretlerdeki değişme oranı katı olduğu için varılamamıştır. İlkin talep eğrisi kaymakta ve daha sonra zaman içinde arz eğrisi kaymaya başlamaktadır. Arz
eğrisi yukarı kayarken, fiyatlar dengeyedoğru
üretim dengeye doğru azalmakta ve artmaktadır (Bkz. Şekil 2a-2b).
Üretimdekibudeğişmeler,reelgelirindeğişimlerini
yansıtmaktadır.
Şekil : ..
Sonuç olarak, nihai mal ve hizmet talebindeki bu ar tışlar, kısa dönemde hem reel geliri, hem fiyatlar seviyesini arttırmaktadır. Başlangıçta uzun-dönem denge büyüme oranın dan daha hızlı oranda artan reel gelir daha sonra denge ora nına varmakta; fiyat değişme oranları ise başlangıçta daha az artarken dengeye varmadan önce denge oranından daha hızlı bir artış göstermektedir. Nominal gelir büyüme oranı da, reel gelir büyüme oranı ile fiyat artış oranlarının toplamına eşit olmaktadır.
Reel gelirin geçici artışı, reel para talebini arttı rarak, geçici olarak dolaşım hızını da düşürmektedir. Fiili dolaşım hızı, arzu edilen hıza ayarlanırken, nominal gelir de bunlara bağlı olarak dalgalanmakta; ancak geçici etkiler ortadan kalktığında bir dengeye varmaktadır. Dolayısıyla bir para politikası değişikliği, nominal gelirin yeni bir denge ye ayarlanma sürecinin başlatıcısı olmaktadır.
Görüldüğü gibi, sürecin başlangıcında portföyü ayarla ma ile başlayan ilk etki (likidite veya ikame etkisi), süreç ilerledikçe harcama ve gelirler üzerine etkiye dönüşmektedir
(Gelir Etkisi)(l73).
Parasal büyüme hızının, hem düşük faiz oranlarıyla ya tırımlar üzerine yaptığı etkiyle, hem de arzu edilenden fazla nakit balansların nispi fiyatlar ve diğer harcamalar üzerine etkisiyle teşvik edilen harcamalar ve dolayısıyla yükselen gelir, likidite tercihi şedülünü ve borçlanma talebini art tırmaktadır (Finansal Etki). Para talebi artarken faiz oran ları da yükselmeye başlamaktadır(l74).
Başlangıçta likidite etkisinden dolayı faiz oranların daki düşme eğiliminin, gelir ve-finansman etkisiyle tersine dönerek yükselmeye başladığı görülmekte ve nominal faiz oran ları başlangıç seviyesine eri dönmektedir(l75). Ancak dör düncü bir etki (bekleyişler etkisi) varsa (yani beklenen enf lasyon oranı artıyorsa) bu durumda daha yüksek bir parasal genişleme oranı, daha yüksek bir faiz oranına karşılık gele cektir. Bu etkiden dolayı, reel faiz oranlarının denge düze yine varması nominal faiz oranına göre biraz daha fazla zaman alır(176).
Varılan yeni nihai dengede, daha yüksek fiyat artış oranlarında, gelir veya servete göre talep edilen para mikta rı, başlangıçta olduğundan daha düşük olacaktır. Yani bir dengeden yeni bir dengeye gitme sürecinde, fiyatlar nihai oranlarından daha hızlı bir oranda artmaktadır(l77).
M.FRIEDMAN (1982): "Para Teorisinde Karşı-Devrim", Çev. Suat Öksüz (1982): Para Teorisinde Devrim ve Karşı Dev rim, s.34.
M.FRIEDMAN (1968): "The Role of Monetary Policy", s.5-
6.
(175) M.DARBY (1976): s.167-168.
(176) M.FRIEDMAN (1968): s.6.
(177) M.FRIEDMAN (1969): s.233
Friedman'a göre, aktarma sürecinin temel elemanı, ar zuedilen ve fiili stoklar arasındaki ayarlanmaların, akımlar üzerine etki1erinin sonucu olarak ortaya çıkan konjonktür dalgaları kavramıdır. Zaman :içinde ortaya çıkan şokların ya yılması ve konjonktür dalgalarına neden olması, akımlarla stoklar arasındaki bu bağdan kaynaklanır. Stoklar, "normal" veya "arzu.edilen" durumlarından saparak, akımlardaki ilk de ğişme etkilerini emen bir tampon görevi üstlenirler ve para sahipleri yeniden denge kurmaya çalışırken, diğer akımlar da yavaşça değişime uğrarlar(l78).
Yukarıdan beri yaptığımız açıklamalar Friedman1ın para teorisinin temel prensiplerini şekill ndirmektedir(l79):
Nominal ve reel para miktarları arasındaki ayrımın analizde çok temel bir rolü olduğu.
Aynı şekilde önemli olarak, harcama ve gelir top lamlarının eşit olduğunu belirten akım özdeşliği ile; nakit balans toplamı ile toplam mevcut para stoğunun eşit olduğunu belirten stok özdeşliği ayrımının dikkate alınması.
Exante ve Expost ayrımı. Herhangi bir anda, ilave nakit arttığı n da a rz u ed i1en harcama , b ek1 enen g e1ir1eri aşar (exante harcamalar kazançları aşmıştır). Expost, ikisi bir birine eşit olmalıdır.
Nihai durumla, nihai duruma geçiş ayrımı: Uzun dönem statik durumuyla; kısa-dönem dinamik durumu ayrımı.
(178) M.FRIEDMAN (1969): s.234.
M.FRIEDMAN (1969): "The Optimum Quantity of Money",
s. 7.
İNTİKAL SÜRECİNİN SEMBOLİK İFADESİ
Üstte yapılan açıklamalar Friedman'ın temel olarak üç noktayı(180);
Kı a dönemde, nominal gelirdeki değişmelerin fiyat lar ve üretim arasında bölünüşü,
Kısa dönemde, nominal gelirin otonom değişkenlerde ki değişmelere ayarlanması,
Kısa dönem il uzun dönem denge durumları arasında ki geçişi,
açıklamayı ,hedefleyen bir teoriyi kurmak için bekleyişler (expectations) teorisine dayanan bir model tasarlamaktadır.
Bu amaç için Friedman, fiili (actual) ve beklenen (anticipated) büyüklükler arasında ayırım yapmaktadır: Bu ay rıma ampirik düzeyde karşılık gelen (aynı olması gerekmese de öyle kabul edilen) ölçülmüş ve sürekli büyüklükler kulla nılır.
Friedman, klasik miktar teorisi ve Walrasgil genel denge eşitlikleriyle belirlenen bir uzun dönem dengesini ka bul eder. Kısa dönem dengesi ise, değişkenlerin ayarlanma oranının, bu değişkenlerin ölçülmüş ve beklenen değerleri veya değişme oranları arasındaki farkın bir fonksiyonu olarak belirlenen bir dengedir. Beklenen değerler ise, geçmişte göz lenen değerlerin feedback süreciyle belirlenmesiyle elde edi lir(181).
Bu modelde nominal gelirdeki bir değişmenin, fiyatlar la çıktı (output) arasında bölüşümü iki önemli faktöre bağlı-
M.FRIEDMAN (1970): "A Theoretical Framework for Monetary Analysis", JPE, 78(2), s.223.
(181) a.g.e., s.223.
dır: Bunlar, fiyatlar hakkındaki bekleyişler; tam istihdam üretim ve istihdam seviyesiyle, .cari üretim ve istihdam sevi yesi arasındaki farktır.
o('nın büyüklüğüne bağlı olacaktır. Fiyatlar ve nominal gelir deki yükselme, geriye-beslenen (4), (5) ve (7) eşitlikleri ve (8), (9) eşitlikleri kanalıyla beklenen değişme oranlarını etkilemeye başlayacaktır.
Başlangıçta değişkenlerin seviyeleri üzerinde herhangi bir etkilenme yokken, süreç ilerledikçe seviyeler de etkilen meye başlayacaktır. Eşitlik (7) 'de, logMS, logMD'yi aşmaya başlar, böylece eşitlik (7)'nin ikinci teriminin dlogY/dt üzerine yaptığı artma etkisi, daha da artar. Aynı zamanda, eşitlik (4) ve (S)'de logy, logy*yi aşmaya ve bu suretle ge lirin fiyatlarla absorbe edilen kısmı artıp, üretim tarafın dan emilen kısmı da azalmaya başlar. y ve P'nin değişen sevi yeleri eşitlik (10) ve (ll)'i etkileyerek y* ve P*nin değiş mesini başlatır.
Tüm bu değişkenlerdeki değişmeler doğrudan, ayrıca da faiz oranları gibi değişkenler de dolaylı olarak para talebi fonksiyonunu etkilemeye başlamakta, sonuç olarak eşitlik (7)1deki (dlogMD/dt) ve MD değişmektedir. Kuşkusuz ki süreç, ilgili değişkenlerin ölçülmüş değerlerinin sürekli değerleri ne eşit olduğu zaman tamamlanacaktır( 184). Kesin ay arlanma yolu, sistemin kayıp elemanının nasıl belirlendiğine ve para metrelerin sayısal değerlerine bağlıdır.
Bu bağlamda Friedman'ın basit miktar teorisi ve key nesgil basit gelir-harcama teorisine alternatif olarak geliş tirdiği, IS-LM çerçevesine bağlı kalan modelini ele alabili riz.
NOMİNAL GELİRİN PARASAL TEORİSİ (NOMİNAL GELİRİN
BELİRLENMESİ)
Friedman' ın bu modelde, nominal gelir değişmelerinin fiyatlar ve çıktı arasında bölünmesi sorununu tam olarak
cevaplandırılmamış biçimde bırakarak, sadece nominal gelirin kısa dönem ayarlanmalarının açıklanmasına geçtiği görülmek tedir.
Bu basit modelde, devlet harcama ve gelirleri dikkate alınmayarak devletin mali rolü ve kapalı bir ekonomi varsayı mı yapılarak da dış ticaret ihmal edilmektedir. Üzerinde yo ğunlaşan konular, milli gelirin uyarılmış ve otonom yat¼rım lar arasında bölünüşü ile p ra arz ve talebinin ayarlanması dır.
Eşitlik (12)-(14) yatırım-tasarruf (reel) kesimi, (15) ve (17) ise parasal esimi belirler.
Bu sistemde 6 eşitlik, 7 .bilinmeye·n söz konusudur: C,I,Y,r,P,M D,MS. Bir kayıp eşitlik vardır. O halde değişken-
(185) Burada C - tüketim harcamaları, I = yatırım harcamala rı, Y = nominal gelir, P = fiyatlar genel_ seviyesi, r = nominal faiz oranı, S = tasarruflar, M"= para tale bi ve M =-para arzıdır.
lerden biri sistemin dışından belirlenmelidir.
Friedman bu kayıp eşitliği, basit miktar teorisinin
y
7>= Y = Yo(18)
(tam istihdam varsayımı) eşitliğini; keynesgil basit-gelir harcama teorisinin de,
P = Po(19)
(fiyat rijidliği varsayımı) eşitliğini ilave ederek çözdüğünü ifade eder. Yani, ilkinde reel gelir, ikincisinde fiyatlar sistemin dışında belirlenmektedir. Bu suretle, her iki teori de bilinmeyen sayısını 6'ya indir.erek sistemi çözmektedir.
Friedman'ın alternatif olarak önerdiği üçüncü yol ise, kendi deyişiyle "daha dolaylı bir yoldur11(186) ve nominal ge lirin fiyatlar ve reel gelir arasında ayrımını geçiştirerek daha ziyade bir nominal gelir teorisi türetmek amacıyla mik tar teorisinin kullanılmasını kapsar(187).
İlk olarak, reel gelirin para talebi elastikiyeti bi rim varsayılmaktadır. bu suretle eşitlik (15),
MD = Y.l(r)(20)
şeklini alır ve_bu eşitlikte l'nin sembolize ettiği fonksiyo nel ilişkide reel gelir ve fiyatlar elimine edilebilmektedir.
İkinci olarak yapılan, Fisher'in reel-nominal faiz oranı ayrımı fikrini, Keynes'in cari piyasa faiz oranının daha uzun zaman içinde hakim olacağı beklenen (r*) oranı ta rafından belirlendiği fikrini birleştirmektir.
( 186))M.FRIEDMAN ( 1971a): "A Monetary Theory of Nominal
Incpfl!a.",.JPE,_7-9(2). s.325.
(187) M.FRIEDMAN (1971c): A Theoretical Framework for Monetary Analysis, NBER, s.34.
( 25). eşitliği varsayım olarak alalım; yani beklenen reel faiz oranı ve beklenen reel büyüme oranı arasındaki fark, sistemin dışından belirlensin. Bu varsayım, modelin basit miktar teorisin-in eşitlik (18) ve basit gelir harcama teori sinin eşitlik (19)'daki varsayımlarına karşılık gelmektedir. Bu varsayımın geçerliliği için iki yol vardır:
yüzden nominal faiz oranlarındaki değişmelerle karşılaştırın ca küçük olduğudur.
Friedman fizik ve beşeri sermaye stoklarının ve tekno lojinin kısa dönem içinde çok az değiştiğini ve bu yüzden g*nin değerinin de çok yavaş değişeceğini belirtmektedir. Ay nı şekilde reel faiz oranlarının da aşırı şekilde istikrarlı olduğu ampirik kanıtlara dayanarak ifade edilmektedir(l88).
Ancak Friedman, tasarruf-yatırım sektörünü incelerken, reel faiz oranlarını sabit kabul etmeyi aşırı şekilde hatalı görür..Para talebi için reel faiz oranı, en fazla destekleyi ci bir faktör olduğundan sabit kabul etmek tamamen tatminkar bir yolken; yatırım-tasarruf ilişkisinde böyle bir kabul cid di hatalara yol açar·(Friedman buna "Hamlet'i dışarda bırak mak" diyor).
Daha önceki çalışmalarında bu yaklaşımı benimsemeye eğilimli .olmasına rağmen, Friedman bu modelde reel ve nominal değişkenleri bu şekilde birleştirme yolunu kabul etmemekte ve bu yüzden yatırım-tasarruf sektörünü "bitmemiş bir iş" olarak kabul etmektedir(189).
Şimdi, özelliklerini açıklamaya ·çalıştığımız modelin ilgili eşitliklerini, başta yazılan basit modelde yerine koy mak için, eşitlik ( 15) yerine ( 20)'yi ikame ederek ( 16) ve (17)'yi aynen bırakarak ve (24)-(2S)'i birleştirerek yazalım:
Bu, dört denklemli ve dört bilinmeyenli (MD, M8, Yver) bir sistemdir. Fiyatlar ve miktarlar modele ayrı ayrı girme mekte, denklemler seti bir nominal gelir modeli oluşturmakta dır. Basitlik için, nominal para arzını faiz oranının bir fonk siyonu olarak değil, egzojen olarak düşünerek M(t) diye gös tere.lim Eşitlik (20), (16) ve (17)'den aşağıdaki eşitlikleri elde edebiliriz:
yan kaynaklar gibi) belirlediği/ayarladığı uzun dönemli bir trend etrafında nominal gelirin hareketlerini açıklamaktadır.
ğişme oranının, gelirin değişme oranını belirlediğidir. Eğer paranın değişme oranı, gelirin beklenen değişme oranına eşit se, nominal gelir, parayla aynı oranda değişmektedir. Paranın değişme oranı, nominal gelirin beklenen değişme oranını aşar sa, nominal gelirin fiili değişme oranı, paranın değişme ora nını da aşacak şekilde artacaktır. Hız bir "boom" döneminde artıp; "resesyon"da azalacaktır. Bu sonuç, Friedman'ın 1959 daki makalesinde vardığı sonucun bir tamamlayıcısı olmakta; ve burada, hızın döngüsel hareketleri ölçülmüş ve sürekli ge lir arasında ayrım yapılarak açıklanmaktadır(190).
Kısaca belirtmek gerekirse, Nominal Gelirin Parasal Teorisi'nin temel elemanları şunlardır:
Para talebinin reel gelire göre elastikiyetinin bi rim olması
Nominal piyasa faiz oranının beklenen reel oran ar tı fiyatlarda beklenen değişim oranına eşit olması
Beklenen reel faiz oranı ile uzun dönemli reel bü yüme oranı arasındaki farkın sistemin dışından belirlenmesi,
Para arzına, tam ve eşanlı olarak ayarlanan para talebi miktarı.
DEĞERLENDİRME
Friedman Basit Miktar Teorisi ve Gelir-Harcama Teori si'ne alternatif olarak sunduğu modelinin, diğer iki modele göre daha tatminkar olduğunu (özellikle kısa dönem dalgalan malarının ardındaki güç olarak beklentilere verdiği önem açı-
(190) a.g.e., s.332.
sından) belirtmesine rağmen, kendi modelinin de açmazları ol duğunu belirtmektedir. Herşeyden önce modelinin, diğer iki modelle paylaştığı ortak unsuru, nominal gelirdeki bir deği şimin fiyat ve miktar (çıktı) değişmeleri arasında bölüneceği oranlar ve bunu belirleyen faktörler hakkında doğrudan birşey söyleyememesidir(l91). Başlangıçta bu amaçla yola çıkılmasına rağmen,Friedman'ın bundan ayrılıp nominal gelirin kısa dönem dalgalanmalarının açıklanmasına yöneldiğini daha öncede be lirtmiştik.
Sonuç olarak Friedman'ın "teorik çatısı"na getirilen pek çok eleştirinin toplu bir değerlendirmesini yapmak yarar lı olacaktır:
Friedman'ın modeli,reel oranları sabit tutarak, ma li değişkenleri (vergi oranları, hükümet harcamaları) ve nis pi fiyatları önemsemeyerek, kısa dönemdeki harcamaları ve pi yasa faiz oranlarındaki değişmeleri açıklayabilecek pek çok değişkeni ihmal etmektedir(l92).
Gerçekten de Friedman'ın makro değişkenlerle çalışan modeli, nispi fiyat analizinin ayrıntılarına inmemektedir. Temel olarak, mikro temellerden hareket edilmesine rağmen, modelde makro ve mikro ayrımında, kaynesyen analizde olduğu gibi bir bulanıklığın mevcut olduğu dikkati çeker(193). Nispi fiyat analizinin tümüyle yok farzedildiğini söylemek ağır ve yanıltıcı bir eleştiridir; sunulan modelde bir para arzı ar tışı karşısında nispi fiyatların dayanıklı tüketim malları lehine olduğunu söylemek mümkün olsa da bu yetersizdir.
(191) a.g.e., s.333 ve s.337.
(192) K.BRQNNER-A.MELTZER (1972).
(193) M.H.WILLES (1981): s.83.
Faiz oranlarının para talebi ve dolaşım hızı fonk siyonlarına dahil edilmesi çeşitli eleştirilere açık olmakta dır: Bir kere, faiz oranlarının para talebi fonksiyonuna da hil edilmesinin, monetarist analizdeki reel-parasal kesim ayrımını ( paranın yansızlığını) ortadan kaldırdığı, aynı za manda böyle bir kabülün Keynes'in miktar teorisine saldırı larını kabul etmek olduğu ileri sürülebilir(l94).
İkincisi, faiz oranlarından bağımsız olmayan bir hız fonksiyonu durumunda, monetari st kur ala bağ 1ı politikaların çekLciliği de kaybolmaktadır.
Friedman, pür teori sorunu olarak bu eleştirilerin ek sik ve yanlış olduğunu belirtmekte ve reel. ve parasal kesim ayrımı için faiz oranlarının dışlanmasının gerekli bir koşul olmadığını öne sürmektedir(195). Eğer faiz oranları istikrar lıysa, onların para talebi f nksiyonuna dahil edilmesi, nomi nal gelir ve fiyat değişmelerini öngörmek için bir engel oluşturmamaktadır. Reel-parasal kesim ayrımı için yeterli ko
§J!l_ ise, nominal gelir ve fiyatlar için ayrı ayrı düşünülme lidir: Nominal gelirdeki değişmeler açısından, fonksiyona da hil olan reel faktörlerin istikrarlı olması yeterlidir (Somut düzeyde düşünülürse, kişi başına reel gelire göre reel para miktarının talep elastikiyet nin birim olması yeterlidir).
Fiyatlar seviyesi ise sadece parasal büyüklüklere de ğil, aynı zamanda reel üretime bağlı olduğundan, fiyatlardaki değişmelere tamamıyla parasal olarak bakabilmek için, toplam reel üretimi sabit kabul etmek gerekmektedir(l96).
(194) H.G.JOHNSON (1965): "A Quantity Theorist's Monetary History of the United States", EJ, 75(298)·s.388-396' dan aktaran M.FRIEDMAN (1969i s.143.
(195) M.FRIEDMAN (1969): s.146-147.
(196) a.g.e., s.148.
· Bu suretle model, para talebinin faize duyarlılığını kabul eden, fakat faiz oranlarını sabitleştirerek kestirme bir yolla miktar teorisini koruyan bir model olmaktadır(197).
Ayrıca modelin para talebiyle ilgili nominal faiz
oranlarındaki dalgalanmaların bağlantılı olduğu (reel faiz
sadece enflasyon pirimi ile oranının sabit olduğu) temel
varsayımının, yatırım oranların kısa dönemde olduğu da sorgulanmaya
ve tasarruf kararlarıyla ilgili reel değiştiği kabulüyle ne ölçüde tutarlı açıktır(198).
Friedman ise bu şekilde davranmanın, kendi Marshallyen yöntemi ile hiçbir çelişkisi olmadığını belirtmekte; Marshall yen bir yaklaşım açısından tek bir "teori" değil, farklı problem ve amaçlara uygun farklı teorilerin olduğu, bu neden le de nominal gelirdeki dalgalanmaların analizinde reel faiz oranlarını sabit tutan bir teoriyi kullanmakla, reel gelirde ki dalgalanmaların analizinde ise reel faiz oranlarının de ğişken olduğu bir teoriyi kullanmanın tutarsızlık olmayacağı nı, dolayısıyla Tobin'in eleştirilerinin haksız olduğunu id dia eder(199).
Yine de bu konuda Friedman' ın sorunu tam çözülmemiş bıraktığını söylemek gerekir. Kendisinin de yatırım-tasarruf kesimi değerlendirmesini "bitmemiş bir teşebbüs" olarak de ğerlendirdiğini hatırlatalım. O'na göre, faiz oranları para talebi fonksiyonuna girsin veya girmesin, yatırım-tas rruf
eğilimlerindeki dalgalanmalar denge faiz oranlarını etkileye- cektir. B' u duruma göre, para stoku seviyesi reel değişkenleri etkileyemese de, reel değişkenler veri bir para stoku ile tutarlı olan . nominal gelir ve fiyatlar seviyesini etkileye-
(197) J.TOBIN (1972a): "Friedman's Theoretical Framework", JPE, 80(5), s.856.
(198) a.g. ., s.857.
M.FRIEDMAN (1972):
bilecektir(200).
Friedman, nominal gelirdeki önemli değişmelerin, hemen hemen kaçınılmaz şekilde nominal para arzındaki değiş melerin sonucu olduğunu, para arzının egzojen olduğunu varsa yarak, vurgulamaktadır. Nedenselliğin yönünün neden paradan gelire doğru(201) olduğu ise, ampirik delillere dayandırılır. Oysa, para arzının da birkaç değişkenin (başta faiz oranları ve gelir) fonksiyonu olduğunu gösteren deliller de mevcuttur. piyasa faiz haddi, servet veya gelirden paraya doğru olan "feedback" zayıf olsa bile, bu paranın tümüyle otonom olarak kabul edilmesiyle farklı bir sonuçtur(202).
.
ENFLASYON ANALİZİ
ENFLASYONUN TANIMI: TALEP VE MALİYET ENFLASYONU
Bilindiği gibi II. Dünya Savaşı sonrasındaki iktisadi sorun, sanıldığının tersine, depresyon değil, enflasyon süre cinin ortaya çıkması olmuştur. Savaşın finansman yöntemi, te mel olarak ucuz para politikasının benimsenmesi; bunun enf lasyonist fiyat artışlarına yol açmasını önlemek için de üc ret ve fiyat kontrollerine (faiz oranlarının düşük tutulması) başvurulması ve bu suretle hükümet borçlanmalarının artması olmuştur.
Ancak bu yöntemle savaş döneminde önemli bir enflasyo nun önlenmesi, savaş sonrası dönemde giderek artan rahatsız-
M.FRIEDMAN (i969); s.l Ö.
- .
Ancak etkinin yönü kı a dönemde, uzun döneme göre daha muğlak bir yapı göstermektedir. Para stokundaki değiş meler, kısa döne de gelir ve fiyatlardaki değişmelerin bağımsız bir nedeni olduğu kadar, aynı zamanda bir so nucu da olmaktadırlar. Bkz. M.FRIEDMAN (1969): s.179.
K.BRUNNER-A.MELTZER (1972): s.846.
lıkların birikmesi pahasına başarılmıştır(203). Savaş sonra sında şiddetli bir resesyonun yaşanacağı korkusu, savaştaki politikaların daha sonra da aynen sürdürülmesinin itici gücü olmuştur. Bir yandan bu politikalar, diğer yandan savaş _sı rasında halkın elinde birikmiş likit aktif fazlası, enflasyo nist bir talebin ortaya çıkmasını kolaylaştırmıştır.
Bu likit aktif fazlasının bazı parasal reformlarla dengelenmemesinin sonucu, kapitalist batı dünyasında, özel likle İngilte e ve Amerika'da enflasyon sorununu ortaya çıka rırken, doğal olarak, iktisatçıların da dikkatlerini enflas yon analizine yöneltmeleri kaçınılmaz olmuştur.
Enflasyonun, 1950'ler ve 60'larda da sürmesinin bir sonucu olarak, mevcut enflasyonun nedenlerinin sorgulanması ve enflasyonla savaşmak için parasal bir sınırlamanın uygun olup olmadığı üzerine yoğun bir tartışma başlamıştır. Bu tar tışmanın bir yanı, aşırı talep olmadığı halde, sendikaların pazarlık güçleriyle ücretleri ve tekelci firmaların da idari faaliyetleriyle fiyatları yukarı iterek fiyat artışları ya rattıklarını öne süren Maliyet Enflasyonu (Cost-push) görüşü; diğer yanı ise, .enflasyonun nedeninin sadece aşırı talep ol duğunu öne süren Talep Enflasyonu (demand-pull) görüşüdür(204). İlk görüş, enflasyonu parasal olmayan (sosyolojik) faktörler le açıklarken, ikincisi için parasal faktörler ön planda dır(205).
Maliyet enflasyonunun gerisinde yatan temel faktör, bazı piyasaların serbest rekabet koşullarından uzakta çalış-
(203))H.G.JOHNSON (1970): "A Survey of Theories of Inflation", H.G.JOHNSON (1970): Essays in Monetary Economics, Sec. Ed., George Allen and Unwin Ltd., s.112.
(204) a.g.e., s.114.
H.R.VANE and J.L.THOMPSON (1979): Monetarism, Theory, Evid nce and policy, Martin Robertson, Oxford, s.72 ve G.G.MACESICH (1983): s.139.
tıkları ve talepten etkilenmedikleridir. Dolayısıyla enflas yonu başlatan güç olarak kabul·edilen ücret artışları (veya karların arttırılması amacıyla yapılan fiyat artışları) emek piyasasının arz ve talep koşullarından bağımsız olarak ortaya çıkmaktadır(206).
Cari fiyatlarda toplam talebin, toplam mal ve hizmet arzını aştığı durumlarda ortaya çıkan fiyat artışları ise, talep enflasyonu olarak adlandırılır(207).
Bu geleneksel ayrıma göre, talep enflasyonu etkin ol duğu zaman, Müteşebbislerin kazançları maliyetlerinden daha hızlı artmakta olduğundan talep enflasyonu karların yüksek olduğu bir durumu belirtirken, maliyet enflasyonu etkin oldu ğunda, maliyetler kazançlardan daha hızlı artmakta ve karlar ile iktisadi faaliyetler düşerek işsizlik tehlikesi ortaya çıkmaktadır(208).
Eriflasyonun nedenleri üzerine bu çok bilinen ayrımın her zaman çok açıklayıcı olmadığı ve enflasyonu tiplere ayır manın ampirik olarak da mümkün olmadığı gerekçesiyle, her iki görüşü birleştir eye çalışan eklektik açıklamaların var oldu ğunu da belirtelim.
Bu görüşler açısından, talep artışlarının mı, maliyet artışlarının mı enflasyonun nedeni olduğu konusunda "tavuk yumurta" benzet.mesindeki gibi açıklık yoktur. Örneğin sadece tekelci güçlerin veya sendikaların, sürekli bir fiyat artışı yaratmak için yeterli olmadığı, bir maliyet enflasyonunun an cak talep enflasyonuyla birleşirs sürebileceği, dolayısıyla
H.R.VANE and J.L.THOMPSON (1979): s.72 ve Ö.ULUATAM (1980): Makroiktisat, S yayınları, Ankara, s.275.
bir ücret-fiyat sarmalının olduğu belirtilmektedir(209).
Monetaristler yukarıda kısaca sözünü ettiğimiz enflas yon görüşlerini ve geleneksel ikili ayrımı genellikle reddet meseler de, temelde onlar için enflasyon, fiyatlar genel se viyesinde bir yükselmeye yol açan bir talep artışına dayanır. Talep artışlarını yaratan temel neden ise, parasal genişleme oranındaki bir artıştır. Ancak arzedilen mal ve hizme·t mikta rı (kısaca üretim), artan para miktarı kadar hızla artıyorsa, fiyatlar istikrarlı kalaiaktır. Enflasyon, para miktarı, üre timden çok daha hızlı bir şekilde arttığında ortaya çıkar ve üretim birimi başına para miktarı ne kadar fazla artıyorsa, enflasyon oranı da o kadar yüksek olacaktır(210).
Friedman parasal olmayan diğer bazı faktörlerin, fi yatlar genel seviyesini veya özel fiyatları geçici bir süre için etkileyebileceğini kabul eder. Örneğin maliyetleri artmış bir üretici ürününü yüksek fiyatlarla satabilir, ancak tüm üreticiler bunu birlikte gerçekleştiremezier; çünkü böyle bir durumda para miktarı değişmezse tüketicilerin daha önce satın aldıkları kadar alım güçleri olmayacaktır. Para miktarı de ğişmedikçe, sad e nisbi fiyatlarda değişme olabilir. Fakat bu enflasyonist bir trend değildir. Maliyetlerdeki artış, sa dece onları finanse· etmek için para yaratılırsa süren bir enflasyona neden olabilecektir(211).
( 209) Enflasyon konusunda eklektik görüşler için Bkz. C.L. SCHULTZ (1969): "Sectoral Shifts and Inflation", R.J. BALL and P.D0YLE (1969) (eds): Inflation, Penguin, s.209-218 ve M.MACHLUP (1969): "Cost push and Demand pull", R.J.BALL and P.D0YLE (1969) içinde, s.149-176.
Shultz sek törel talep enflasyonunu geliştirirken, Machlup talep ve maliyet enflasyonlarının herbirini üç başlık altında incelemektededir. Ayrıca Bkz. G.MACESICH (1983)0 s.140-150.
(210) M.FRIEDMAN and R.FRIEDMAN (1980): Free to Choose, Pengüin, s.299.
(211) E:BUTLER (1985): s.114-115.
Kısacası Friedman, uzun süreli bir enflasyonun, "her zaman ve her yerde parasal bir olgu" olduğunu açıkça belirt mektedir(212).
Transmisyon sürecinin açıklanmasında çok ayrıntılı bi çimde belirttiğimiz gibi, kısa ve uzun-dönem ayırımı, fiyat değişmeleri ve para miktarı açısından önem taşımaktadır. Kısa dönemde ekonomide fiyatların gelecekteki seyri ile ilgili bekleyişler ve fiili üretim seviyesi ile beklenen üretim sevi yesi arasındaki farklılıklar, parasal değişmelerin, fiyat ya da reel üretim (gelir) artışları şeklindeki bölünüşünü etki lemektedir.
Fiyat seviyesi, bir yandan para miktarının zaman için deki a tışına, diğer yandan da fiil! (cari) gelir seviyesinin beklenen gelir seviyesine göre farkına bağlı olarak artarken; reel gelir de cari gelir ve beklenen gelir arasındaki farka bağlı olarak art abi1ecek tir. Fiyatlar ve gelirler konusunda geçmişte edinilen tecrübeler kişilerin uzun dönemde bekleyiş lerini etkileyecektir. Para ve gelir seviyelerindeki değişme lerin beklenen değerleri, geçmiş dönemlerin değişmelerine eşitleneceğinde , fiili ve beklenen değerler arasındaki fark kalkacak ve uzun dönemde fiyat seviyesini belirleyen temel etken para miktarı olacaktır.
Görüldüğü gibi, Friedman'ın analizinde, parasal bir değişmenin ardından fiyatlar, üretim, nominal gelirin ayar lanma sürecinin belirlenmesinde bekleyişler büyük önem taşı maktadır. "Bir fiyat artışı, bekleyişler üzerine yaptığı et kiye bağlı olarak tamamıyla ters etkiler yaatabilir. Bir fi yat artışı, fiyatların daha da çok artacağının habercisi ola rak yorumlanırsa, insanların nakit paradan kaçışını hızlandı rabilirken, geçici bir artış olarak yorumlandığında onların
M.FRIEDMAN and R.FRIEDMAN (1980): s.299.
gelirlerine göre daha fazla nakit tutmak istemelerine yol açacaktır"(213).
Friedman, enflasyonun parasal bir olgu olduğu önerisi nin enflasyonun nedenleri ve tedavisinin anlaşılması için önemli bir başlangıç oluşturduğunu; ancak hükümetlerin neden parasal bir aşırı genişlemeye yöneldiği konusunun çok daha önemli bir sorun olduğunu belirtir(214).
Friedman, aslında enflasyonla çözülmesi mümkün olmayan bazı·hedefler için hükümetlerin aşırı parasal bir genişlemeye giriştiğini belirtir: Bunların başında, daha fazla hükümet harcamaları için, vergiler ve halktan borçlanma gibi cazip olmayan finansman yollarındansa, parasal gen şlemenin tercih edilmesi gelir. Enflasyonun cazip tarafı, özel yasalara gerek olmadan empoze edilebilir gizli bir vergi olmasıdır(215). Fazladan basılmış para, parasal balanslardan alınan bir ver giye eşittir. Denge durumunda bu vergide elde edilen reel ge tiri, reel para stokuyla fiyat değişim oranının çarpımına eşittir. Yani, reel fiyat artış oranı vergi oranıyken, reel para stokuysa vergi tabanıdır(216).
Ayrıca enflasyon, gelirleri artırıp daha yüksek dilim lere iterek vergi oranlarını yükseltir ve bu suretle dolaylı olarak da gelir (revenue) sağlar. Enflasyon üçüncü bir kanal dan hükümet borçlarının bir kısmını temizleyerek de gelir ge tirmektedir( 217). Ancak enflasyon vergi sinin ne kadar gelir
M.FRIEDMAN and A.J.SCHWARTZ (1963): A Monetary History of the United States, 1867-1960, Princeton Un.Press, Princeton, s.583.
(217) M.FRIEDMAN and R.FRIEDMAN (1980): s.314-315.
sağlayacağı para otoritelerince doğruda belirlenemez, bu ge lir halkın ve bankaların tutumlarından önemli ölçüde etkile nir(218).
Enflasyonun ekonomide gerçekleştireceğine inanılan, fakat Friedman'ın karşı olduğu hedeflerden biri, enflasyonla servet ve gelirin yeniden dağılımının sağlanacağı, ücretler den karlara doğru olan gelir akımının ekonomide yatırımları teşvi edeceği düşüncesidir. Friedman bunun tersine işleyece
.ğini belirtmektedir(219). Üçüncü bir hedef ise, enflasyon ya rata.rak işsizliğin önlenmesidir. Friedman' ın bunu tamamıyla geçici bulduğunu; uzun dönemde parasal büyüklüklerle ( para miktarı) reel değişkenleri (istihdam) değiştirmenin mümkün olmadığını belirtir. Bu son nokta bizi k ynesyen ve moneta rist iktisat arasında temel tartışma konularından biri olan enflasyon-işsizlik trade-off'unun (Philips Analizi) reddi ko nusuna götürür.
NEGATİF EĞİMLİ PHILLIPS EĞRİSİNİN BAŞARISIZLIĞI VE DOĞAL İŞSİZLİK ORANI HİPOTEZİ
H.G.Johnson, savaş sonrasında keynesyen teorinin para sal analize yaptığı en önemli katkının, ücret enflasyon ora nıyla işsizlik seviyesini ilişkilendiren Phillips Eğrisi Ana lizi olduğunu belirtir(220). Bu analizin temeli, A.W.Phillips in 1958'de yazdığı ünlü makalesinde(221) İngiltere'nin 1861- 1957 gibi uzun bir dönemine ilişkin verilere dayanarak vardı ğı ve işsizlikle parasal ücret değişim oranları arasında is-
(218) G.MACESICH (1983): s.150. (219) E.BUTLER (1985): s.129.
H.G.JOHNSON (1972b): lnflation and monetarist Contraversy North Holland Publishing Company, s.58.
) A.W.PHILLIPS ( 1958): "The Relationshi p between Un employment and the Rate of Change of Money Wage Rates in the Uni ted Kingdom 1861-1957", Economica, 25( 100) ayrıca R.J.BALL and P.DOYLE (1970) içinde s.277-297.
tikrarlı, negatif bir ampirik ilişkinin olduğunu belirten Phillips Eğrisidir. Phillips, ampirik analizinde, parasal ücret oranlarının tıpkı mal fiyatlarının mal arz ve talebine göre oluşumu gibi, emek arz ve talebine göre belirlendiğini varsaymakta(222), dolayısıyla (statik) arz-talep eğrilerine dayanmaktadır. Ele alınan dönemin verilerine göre, işsizlik düşük olduğunda parasal ücret değişim oranlarının yüksek, iş sizlik yüksek olduğunda ise parasal ücret değişim oranlarının düşük olma eğilimi kesin görülmektedir(223). Buna göre çizi len Phillips Eğrisi doğrusal olmayan negatif eğimli bir eğri dir -(Şekil 3).
Şekil 3
Bu eğri, sadece iki değişken arasındaki ilişkinin bir
•
resmini sergile ekte, ilişkinin nedenselliğini açıklamamakta-
dır. Lipsey (1960), Phillips analizini geliştiren bir açıkla mayla analizi teorik bir temele oturtmaya çalıştı(224). Para sal ücret artış oranları ve aşırı talep a·rasındaki pozitif
(222) a.g.e.,.s.277.
(223) a.g.e., s.281.
(224) H.R.VANE and J.L.THOMPSON (1979): s.80. Ayrıca Bkz. D.LAIDLER (1973): "The Phillips Curve, Expectations and Incomes Policy", H.G.JOHNSON and A.R.NOBAY (1973): The Current Inflation. Macmillan Press Ltd .• s.77-78.
doğrusal ilişki ile aşırı talep ve işsizlik arasındaki nega tif doğrusal-olmayan ilişkiyi birleştirerek parasal ücret ar tış oranları ile işsizlik arasındaki negatif doğrusal-olmayan ilişkiye açıklık getirdi.
Kısaca, Plillips ve Lipsey'in geliştirmiş olduğu, Phillips analizinin iki nedenle keynesyen teoride çok önemli bir yere sahip olduğunu görüyoruz. İlki, analizin önemli ikti-: sat politikası çıkarsamalarına sahip olmasıdır. Analizin öne sürdüğü temel nokta, yüksek istihdamla fiyat istikrarının birlikte başarılamayacağıdır(225). Politika yapımcıları bu iki hedeften birini, diğerinin aleyhine seçebilirler. Örneğin
Şekil 2'de gösterildiği gibi, u1 gibi bir düşük işsizlik hede
fi, ancak A oranında bir enflasyonu kabul etmekle mümkün ola bilmektedir(226).
Phillips yaklaşımının keynesyen teoride hızla önem ka zanmasının diğer nedeni ise, eksik olduğu herkesçe kabul edi len keynesyen sistemin reel kesimle parasal kesimi bağlayan kayıp eşitliğini Phillips eğrisinin sağladığı ·inancıydı(227). Friedman' a göre bu yanlış bir inançtı; çünkü keynesyen sis temde kayıp olan eşitllik denge fiyat seviyesiydi ve Phillips eğrisi bunu sağlayamıyordu.
Phillips Analizi ilk şekillendiğinden itibaren çeşitli nedenlerle artan kuşkuların odağı olmuştur. Herşeyden önce, ampirik bir ilişkinin doğru bir iktisadi yasa (Engel Eğrisi veya Pareto Dağılım Yasası gibi) olarak sunulması kuşku yara tan bir konu olmuştur. İkincisi, Phillips Eğrisinin ardındaki
(225) D.LAIDLER (1973): s.77.
M.FRIEDMAN (1977): "Nobel Lecture: Inflation and Un employment", JPE, 85(3), s.455.
M.FRIEDMAN (1975): Unemployment versus Inflation? An Evolution of Phillips Curve, IEA, Lecture, No: 2, s.18.
teori, iktisadi piyasaların dinamikleri hakkında çok ham, çok sade, karmaşık olmayan bir açıklama getirmektedir. Birke re, belli bir piyasada fiyat ayarlamaları diğer piyasalardaki gelişmelere bakılmadan aşırı arz ve talebe bağlı olarak be lirlenmekte, ikinci olarak, bu amaç için parasal fiyat ayar lamaları ile reel nisbi fiyat ayarlamalarının özdeş olduğu varsayılmaktadır. Üçüncüsü, bilimsel önemi az olsa da, pratik önemi fazla olan Phillips eğrisi yaklaşımının, 60'1arın sonu ve 70'1erden itibaren daha hızlı enflasyon ve daha fazla iş sizliğin birlikte ortaya çıkması (stagflasyon) karşısında açıklayıclığını tamamiyle yitirdiğidir(228).
Friedman'a göre, Phillips analizindeki en büyük hata, A.Smith'den beri bütün iktisatçılaın emek arz ve talebi ana lizinde, ilgili değişken olarak reel ücretleri almasına kar şın, Phillips eğrisini parasal (nominal) ücret hareketleri hakkında bir hipotez olmasıdır(229). Bu iki kavramın birbiri yerine geçebilmesi ancak fiyat seviyesinin istikrarlılığı ile mümkündür. Friedman'a göre, Philli ps'in böyle bir yaklaşıma yönelmesi, genel entellektüel havadan etkilenip, keynesyen devrimin temel elemanlarından olan fiyatların rij.idliği varsa yımını benimsemiş olmasındandır(230).
Eğer emek talebi fazlası, işsizlikle ters yönde, reel ücret değişim oranıyla da pozitif ilişkiliyse, o zaman reel ücretlerle işsizlik seviyesi arasında istikrarlı bir ters ilişkiden söz edilebilir. Fakat bu ilişki Phillips eğrisi de ğildir; buradan Phillips eğrisini elde edebilmek için, bekle nen fiyat enflasyon oranının dahil edilmesi gerekir(231). Beklenen enflasyon oranı ise cari oran değil, uzun bir dönem
(228) H.G.JOHNSON (1972b): s.58-59.
(229) M.FRIEDMAN (1975: s.15. (230) a.g. ., s.17.
(231) D.LAIDLER (1973): s.79-80.
için yapılan ücret sözleşmelerinin yapıldığı dönem içinde olacağı beklenen fiyatlar seviyesidir.
Analizde bir kez emek arz ve talebinin reel ücretleri belirlediği; ve ilgili reel ücretin belirlenmesinde cari fi yatlar değil, beklenen fiyatların gözönüne alındığı kabul edilirse, tek bir makro Phillips eğrisi değil, her beklenen enflasyon seviyesine karşılık gelen farklı bir Phillips eğri si olacaktır(232). Beklenen enflasyon oranı arttıkça Phillips eğrisi yukarı kayacaktır.
•
Friedman'ın ve Phelps'in geliştirdiği beklentilerin dahil edilmiş olduğu Phillips analizinde, bekleyişlerin be lirlenmesi deneme-yanılma (error-learning) ya da aynı anlama gelen (adaptive expectations) uyumcu bekleyişler hipoteziyle açıklanmaktadır(233). Bu hipoteze göre, geçmiş tecrübelerin den bilgilenen birey, gelecek hakkındaki bekleyişlerini ilgi li değişkenin beklenen ve fiili değerleri arasındaki farka göre düzenlemektedir. Matematiksel olarak beklenen enflasyon oranı, tüm geçmiş enflasyon oranlarının ağırlıklı bir ortala ması olarak ve geçmişe gittikçe ağırlıklar azalarak hesaplan maktadır(234).
Şimdi, Friedman ve Phelps'in alternatif olarak geliş tirdiği, toplam nominal talepte ortaya çıkan beklenmedik (unanticipated)· değişmelerin kısa ve uzun-dönem etkileri arasında ayrım yapan Doğal Oran Hipotezine bakabiliriz(235).
Ekonomide istikrarlı bir denge durumundan başlayalım.
H.R.VANE and J.L.THOMPSON (1979): s.84.
D.LAIDLER (1975): "The End of Demand Management: : How to Reduce Unemployment in the 19704s'', M.FRIEDMAN (1975) içinde, s.39.
(234) M.FRIEDMAN (1975): s.25. (235) M.FRIEDMAN (1977): s.456-459.
Toplam nominal talepte beklenmedik bir hızlanma olsun. Her bir üretici bu değişimin kendine özel mi yoksa genel mi oldu ğunu bilemeyecek ve durumu kendi ürününe olan talepte bir ar tış olarak değerlendirme eğiliminde olacaktır. Böyle bir du rumda üretici, ürününü gelecekte beklenen piyasa fiyatından daha yüksek olacağını sandığı fiyattan satmak için daha çok üretmek isteyecek, bunun için de yeni işçileri çekebilmek amacıyla daha yüksek bir nominal ücret ödemeye gönüllü ola caktır. Üretici için önemli olan reel ücret, kendi ürününün fiyatı açısından ücrettir ve fiyatları daha yüksek olacağın dan, yüksek bir nominal ücret ona göre daha düşük bir reel üc ret olarak algılanacaktır. İşçiler açısından ise önemli olan, ürettikleri özel mal açısından değil, genelde tüm mallar açı sından, ücretlerinin satınalma gücüdür. Fakat işverenler (üreticiler) gibi, onların da genel fiyatları algılamaları zaman aldığından, önerilen yüksek bir nominal ücret, onlar için de reel ücretlerde bir yükselme olarak anlaşılarak, on ları daha fazla emek arz etmeye yöneltecektir.
Ancak bu durum geçicidir: Toplam nominal talep ve fi yat artışları sürerken, her iki kesimin de beklenen enflasyon oranı tahminleri yükselecektir. Sonuç olarak, ilk etkiler or tadan kalkmaya başlayacak, hem işçiler hem de işverenler ken dilerini uygun olmayan sözleşmelerle bağlanmış bulacaklardır. İstihdam, toplam nominal talepte beklenmedik hızlanma olmadan önce hakim olan seviyeye geri dönecektir.
Görüldüğü gibi, kısa dönemde enflasyonla işsizlik ara sında bir trade-off varken, uzun dönemde böyle bir ilişkiden söz etmek mümkün değildir(236).
Bu alternatif hipotezi Şekil 4'de görelim.
(236) M.FRIEDMAN (1975): s.21.
Şekil 4 KAYNAK: M.FRIEDMAN (1975):s.22.
M.FRIEDMAN (1977): s.457.
Başlangıç noktası olarak hiç kimsenin enflasyon bekle mediği UN noktasını alalım. Daha düşük bir işsizlik seviyesi nin (UL) hedeflendiğini düşünelim. Bu amaç A kadar bir enf lasyon yaratılarak gerçekl ştirilir. Başlangıçta enflasyon beklenmediği için, bu duruma karşılık gelen Phillips Eğrisi üzerinde hareket ederek ekonomi F noktasına varır. Ancak za man içinde insanlar bekleyişlerini A kadarlık diyelim(% 2) enflasyona ayarlayacaklarından ekonomi F noktasında kalmaya cak, kısa d6nem e Philli s Eğrisi yukarı kayacaktır. İşsizlik de yavaş yavaş F noktasından başladığı düzeye geri dönecek tir.
Görülen o ki-, burada temel olan noktalar, başta, enf lasyonun olması değil, beklenir olup olmadığıdır. İkinci ola rak, enflasyon ve işsizlik arasında bir trade-off'un olmadı ğı, buna Rarşılık reel güçler ve doğru algılamalarla tutarlı
bir "doğal işsizlik oranının" (UN) olduğudur; işsizlik sadece hızlanan bir enflasyonla bu oranın aşağısında veya hızlanan bir deflasyonla üstünde tutulabilir.
Friedman Wisksell·'deki "doğal fa-iz oranı II kavramına koşut olarak(23) kullandığı "doğal işsizl'ik oranı"nın değiş tirilemez bir sayısal sabit olmadığını, daha çok emek piyasa sındaki mevcut reel koşullara bağlı bir istihdam oranı oldu ğunu belirtmektedir(238).
Friedman, "doğal oran" veya "hızlandırmacı" (acceler ationist) ve "beklentilerle düzenlenmiş Phillips eğrisi" hi potezinin, evrensel kabul görmese de, pek çok iktisatçı tara fından geniş ölçüde kabul edilmiş olduğunu ifade etmektedir. Buna rağmen son yıllarda yüksek enflasyon, daha yüksek işsiz likle birlikte görülmekte olduğundan, bu gibi dönemler için basit bir istatistiksel Phillips eğrisi dikey değil, pozitif eğimli olarak görülebilir.
Friedman, pozitif eğimli Phillips eğrisi yaklaşımına ılımlı yaklaşmakla beraber, doğal oran hipoteziyle, nasıl ne gatif eğimli Phillips eğrisi ekonomik ajanların beklentilerini gerçeğe ayarlarken ortadan kalkacak geçici bir olgu olarak değerlendiriliyorsa; pozitif eğimli Phillips eğrisinin de ekonomik ajanların sadece kendi beklentilerini değil, fakat kurumsal ve politik düzenlemeler yen:;i. bir realiteye ayarla nırken ortadan 'kalkacak bir geçiş olgusu olarak nitelendiri lebileceğini belirtir.
(237) M.FRIEDMAN (1968): "The Role of Monetary Policy", AER, LVIII(l), s.7-8.
(238) M.FRIEDMAN (1977): s.458 ve M.FRIEDMAN (1975): s.24. Bir işsizliğin en önemli kaynağı insanların iş değiş tirmesidir. Bundan başka (ABD'deki gibi) işsizlik si gortasının olması; kadın, çocuk ve part-time çalışanla rın az veya çok olması, doğal işsizlik oranının değiş mesine neden olmaktadır. Bkz. M.Friedman (1977).
III. BÖLÜM
MONETARIST-KEYNESYEN İKTİSAT TARTIŞMASI
GİRİŞ
Önceki bölümlerde, hem akademik düzeyde, hem politik düzeyde Keynesyen İktisadi düşünceyi ciddi biçimde sarsıntıya u ratan ve pek çok iktisatçının "karşı-devrim" olarak nite lendirdiği( 1) Monetarist paradigmanın düşünce. temellerini, oluşmaya başladığından itibaren geçirdiği dönüşümü, içinde taşıdığı yaklaşımların ayrıntılardaki farklılıklarını belirt meye çalıştık.
İktisada az çok aşina olan herkesin bildiği gibi, Ka pitalizmin ikinci büyük krizi olarak nitelenen(2) ve 1970'li, 1980'li yıllara damgasını vuran stagflasyon krizi, 1930'lar dan beri etkin paradigma olan Keyne yen iktisatın önemli öl çüde sorgulanmasına neden olmuştur. Bir yandan, teoride bir krizden sözedilmeye başlanması, öte yandan söz konusu krize talep yönetimine dayalı Keynesyen iktisat politikalarının ne den olduğu(3) düşünceleri, iktisat teorisi ve politikası alanlarında farklı yaklaşımların farklı tartışmalarını günde me getirmiştir.
Bu tartışmalardan, unutulmaya yüz tutan Neoklasik İk tisatı Keynesyen iktisattan da etkilenerek yeniden değerlen diren Monetarizm, etkin bir yaklaşım olarak ortaya çıkarken; Keynesyen İktisat ·da, Keynes'i farklı yönleriyle değerlendi ren çeşitli yorumlarıyla tartışmanın karşı kaiadı olmayı sürdürmektedir.
"Karşı-Devrim" nitelendirmelerine karşı olanlar da var dır: Bkz. J.HERMAN (1984): "Monetarism: A Paradoxical Counter-Revolution", HOPE, 16(4).
J.ROBINSON (1972): "The Second Ctisis of Economic Theory" AER, 62(2).
A.MELTZER (1981): "Monetarism and the Crisis in Economics" D.BELL and I.KRISTOL (198İ): Crisis in Economic Theory.
Son yıllarda artık tek bir Keynesyen İktisattan söz edilemeyeceğine göre, Monetarist eleştirilerin hedefi olan Keynesyen yaklaşımın hangisi olduğu sorulması gereken soru dur. Eğer bir Monetarist-Keynesyen İktisat tartışması varsa, bunun hangi eksen etrafında döndüğünü bilmek gerekmekte, bu da araştırmacıyı Keynes ve Keynesyen İktisatı daha iyi anla ma çabasına götürmektedir.
"KEYNES'İN İKTİSAT! VE KEYNESYEN İKTİSAT"
Bu amaçla 1930'lara geri dönüp bakıldığında, 1930'lu yılların etkin, popüler ve entellektüel İktisatçısı J.M. KEYNES'in üstüste yazdığı Treatise on Money (1931) ve General Theory of Em.ployment-Interest and Money (1936) ile, iktisat dünyasında yepyeni bir tartışmayı başlattığı ve kısa bir za man içinde Atlas Okyanusunun her iki yakasında (özellikle İngiltere ve A.B.D.'de) "Klasik" iktisatın(4) sorgulanmasına yol açtığı görülmektedir.
Keynes, Genel Teori üzerine Hicks' e 1935'te yazdığı bir mektupta "yakında çıkacak ölan kitabımda bir şeyi ısrarla sürdürmekten kaçınıyorum ve amacım bazı temel düşünceleri olabildiğince vurgulamak, daha fazlası değil"(5) derken, B. Shaw'a ise daha iddialı bir ifadeyle "... yazdığım kitabın, dünyanın iktisadi sorunlar üzerine düşünme biçiminde - belki hemen değil, ama önümüzdeki on yıl içinde - büyük bir devrim
Keynes, Marx'dan ödünç aldığı ve Ric rdo,J.Mill ve önce- sini kapsayan "Klasik" İktisatçılar terimini Ricardo'yu izleyenleri de (J.S.Mill, Marshall, Edgeworth ve Pigou) içine alacak şekilde genişletiyordu. Ricardo'cular ve Marjinalistler işsizliğin nedenlerine bak şlarında farklı yaklaşımlara sahip olsalar da, hepsinin ortak noktası olan Say Kanunu'na bağlılıkları ve efektif talep kavramı nı ele almamaları, Keynes'in onları tümüyle "Klasik" ola rak nitelendirip reddetmeye götürmüştü. Bkz. J.M.KEYNES (1936): The General Theory of Empolyment Interest and
Money, ·Macmillan Cambridge University Press, Ch.1, s.3, d.n·.ı.
( 5) D.E. MOGGRTDGE ( 1985): K ey nes, Afa Yayın1arı , İs tan bu1 , Çev.: Umur Talu-Yavuz Güney, s.89.
yapacağına inandığımı bilmeniz gerekir"(6) diye yazıyordu.
Görülüyor ki, Keynes de yazdığı kitabın önemini bilme sine rağmen John Robinson'un da belirttiği gibi(7) aslında "devrim"inin tam anlamıyla farkında değildi. Hatta Samuelson, "Meade, Lange, Hicks ve Harrod'un matematiksel modelleri or taya çıkıncaya kadar, Keynes'in kendi analizini tam olarak anladığına inanmanın güç olduğunu"(8) belirtiyordu.
Genel Teori'nin çok karmaşık, şaşırtıcı ve okunup an laşılması çok güç bir kitap olması, kısmen Keynes'in "gele neksel düşünce ve açıklama kalıplarından uzun bir kaçış müca delesi" vermesinden, kısmen de yeni ve radikal bir teorik ya pıyı üretirken geliştirdiği bir dizi yeni-kavramın (tüketim eğilimi, yatırımların marjinal etkinliği, çarpan, likidite tercihi, toplam arz ve toplam talep gibi) tanımlanma güçlü ğünden kaynaklanıyordu(9). Anlaşılması ve yorumlanması ne ka dar güç olursa olsun. Genel Teori'nin temel hedefi, "Klasik" ik ti'satın "denge kozası II nın( 1O) kırılması; yani ekonomik sis temin reel güçlerinin uzun dönemde ekonomiyi tam istihdam dengesine götüreceğini öne süren SAY KANUNU'nun şiddetle eleştirilmesiydi. Keynes, "uzun-dönemde hepimiz ölüyüz" di yerek vurguyu kısa-döneme kaydırıyordu. Ona göre, Say Kanunu Statik bir modelde geçerli olsa bile, zaman içinde dengenin yerini, dengeye doğru hareket eden bir süreç aldığı için, di-
B.FINE (19B7): Keynescilik: Bir Eleştiri'' Çev: Nail Sat lıgan, İ.D., Mart 1987, s.17.
J.ROBINSON, (1975): "What has become of the Keynesian Revolution" M.KEYNES, (1975) Essays on John Maynard Keynes içinde, s.123-131.
D.BELL (1981): "Models and Reality in Economic Dis cüourse", D.BELL-J.KRISTOL (1981): (ed.) içinde.
Bkz. P.WELLS (1977): "Keynes' Disequilibrium Theory of Empl_oyment" S.WEINTRAUB (1977: Modern Economic Thought University of Pennsylvania Press içinde, s.93. Ayrıca D.E.MOGGRIDGE (1985): a.g.e., s.88.
(10) ROBINSON,J. (1972): s.3.
namik olarak geçerliliği kabul edilemezdi(ll). Burada temel sorun, belirsizlikti; Geçmişin değiştirilemez ve geleceğin bilinmez olması.
Geleceğin belirsiz olduğu bir dünyada, para bugünle gelecek arasında bağ kurduğu için, ekonominin zorunlu bir özelliği oluyordu. Keynes, "reel" ve "parasal" teori ayrımı nı ortadan kaldırıyor, parasal ve finansal kurumların "reel" ekonominin işleyişinde ne kadar önemli bir rol oynadığını gösteriyordu(12). Bu, Keynes'in Analizinin temel köşe taşla-
rından olan faiz teorisinin güdüsüyle talep edilmesinin amacıyla da tutulabilirdi.
özüydü: Para, muamele ve ihtiyat yanısıra gömüleme (spekülasyon) Asıl dikkate değer olan da,
Keynes'e göre buydu. Bu güdü, toplam para miktarındaki veya cari parasal gelirdeki değişmelerle değişebilirdi; fakat asıl toplumdaki güven derecesi ve faiz oranındaki değişmelerin ne yönde olacağı yolundaki bekleyişler gömüleme·eğilimini etki leyecekti. Gömülemeye (Hoarding) verilen bu önem, para mikta rıyla fiyatla seviyesi arasındaki doğrudan oransal bağı (ge li hızı yoluyla) ortadan kaldırıyor; gömüleme (spekülasyon) eğilimindeki değişme (veya likidite tercihindeki değişme) il kin faiz oranlarını etkiliyor; fiyatlar ise faiz oranlarında ki değişmelerin nihaı sonucu olarak geri tepmelerle etkilene biliyordu(13).
Keynes'e göre, kısa dönemli analizinin amacı istihdam hacmini belirleyen faktörlerin keşfedilmesiydi: Toplam talep ile toplam arz fonksiyonlarının kesişmesi istihdam hacmini
(11) D,BELL (1981): s.63.
(12) J.ROBINSON (1972): s.3.
·(13) J.M.KEYNES (1937): "The General Theory: Fundamental Concepts and Ideas". CLOWER (1971) (ed): Monetary Theory, Penguin Books içinde, s.219. Ayrıca Bkz. V.F. SAVAŞ (1963): Keynes'in Genel Teorisi, İkt. ve Tic. Bil. Akademisi, Eskişehir, s.118.
belirliyordu. Toplam talep (efektif talep) ise, tüketim ve yatırım harcamalarının toplamı olarak görülüyordu. Tüketim harcamaları, analizi iki önemli köşe taşına (marjinal tüketim eğilimi ve çarpan) götürürken; yatırım harcamaları ise serma
yenin mar iinal etkinliği kavramına götürüyordu( 14). Tüketim
eğilimi, 'temel psikolojik yasa'yla açıklanıyor ve gelir yük seldiği zaman tüketim harcamalarının da daha az ölçüde olmak la beraber yükseldiği kabul ediiyordu.
Toplam talebin ikinci önemli unsuru olan yatırım har camalarında da, günlük üretim kararlarından çok, beklentiler odak noktayı ·oluşturuyordu. Bir sermaye malının gelecekteki getirisi, bugünkü fiyatını (maliyetini) aşıyorsa yatırım ka rarı alınacağı için, bu iki değeri eşit kılan iskonto oranı önem taşıyordu: Mutlak bir rakam olmayan bu oran, sermayenin marjinal etkinliğini veriyordu(15).
Özetle, Keynes1e·göre, sermaye malları endüstrisindeki üretimin fizik koşulları, gelecekteki kazançlar konusundaki gü_ven durumu, psikolojik likidite davranışı ve para miktarı yeni yatırım oranını birlikte belirlemektedir. Yatırımlar bu etkiler altında, sermayenin marjinal etkinliği faiz oranına eşit oluncaya kadar artmakta, yatırım oranındaki bir artış (veya azalış)tüketim oranında da bir artışa (azalışa) yol aç maktadır. Tüketim oranındaki değişmeler genellikle gelirdeki değişmelerle aynı yönde olmaktadır. Gelirin tüketimle tasar ruf arasında bölünüşünü marjinal tüketim eğilimi belirlerken, yatırım artışı ile gelir artışı ilişkisini ise yatırım çoğal tanı (çarpan) belirlemektedir(16). Görülüyor ki Keynes'in Modelinde, belirsizliğin, güvenin, psikolojik ve sosyal fak törlerin rolü önemle vurgulanmaktadır(17).
(14) Bkz. J.M.KEYNES (1936): Bölüm 8-9-10 (1937): s.222. D.E.MOGGRIDGE (1985): (1953): A Guide to Keynes McGraw-Hill
(15) J.M.K YNES (1936): s.135-137.
(16) J.M.KEYNES (1936): s.248-249.
(17) Bkz. J.M.KEYNES (1937): s.223.
ve 11. J.M.KEYNES s.93-96. A.HANSEN
Book Company, Inc.
Yukarda çok genel hatlarını özetlemeye ça.lıştığımız Genel Teori, 1936'da yayınlanmasıyla birlikte, özellikle İn gilizce konuşan ülkelerde çok büyük bir ilginin odağı oluyor du. Moggridge'in ifadesiy,le, "hiç bir şey hiç bir zaman bu ölçüde etkili" olmamıştı(18). Bu güçlü ilginin yaratılmasın da, kitabın ilginçliğinin yanısıra, 193O'1arın kitlesel iş sizliğini açıklamaktan yoksun ve hala ekonomilerin tam istih dama doğal bir eğilimi olduğunu önesüren "Klasik" paradigma nın çaresizliği yatıyordu. Oysa Keynes, ekonomilerin tam is tihdam dengesinin altında dengeye gelebildiğini, yan bir ek sik istihdam dengesinde kilitlenebileceğini belirtiyordu. Buna neden, ücret rijitliği olabilirdi. Bu zaten "Klasik"le rin de kabul ettiği bir işsizlik nedeniydi. Oysa Keynes'e gö re ücretler fleksibl (esnek) olsa da eksik istihdam olabi lirdi: Bu emek arzı fazlası (gönülsüz işsizlik) nın ücretleri ve fiyatları düşürerek reel para miktarını arttırıp, bu faz la paranın tahvillere yönelmesi sonucu faiz oranlarını düşür mesi ve yatırımları teşvik etmesi (Keynes Etkisi) ve dolayı sıyla toplam talebi arttırması mümkündü, fakat bu çok dolay lı mekanizma yatırımların faize elastikiyetinin çok düşük ol ması durumunda işleyemezdi. Ayrıca, likidite tercihinin faiz oranlarına karşı elastikiyetinin sonsuz olduğu (likidite tu zağı) durumu da, istisnai bir durum olsa da, tam istihdamı engelleyen bir durumdu(19). Keynes için asıl sorun, yatırım ların faize duyarlılığının az olmasıydı.
Genel Teori'ye ilk değerlendirme ve yorumlar Keynes'in yakın çevresinden (John Robinson, Roy Harrod, Hawtrey) gelmiş; övgüler yanında düşmanlıklara (D.Robertson) varan değerlen dirmeler yapılm:ı,ştır. Bu iki ucun dışında daha ılımlı, "kar ma" bir yaklaşım, Hicks, Hansen ve J.Viner'den gelmiştir. İlk yaklaşımı kayıtsız olmasına rağmen Hansen birkaç yıl içinde
(18) D.E.MOGGRIDGE (1985): s.1O4. (19) J.M.KEYNES (1936): s.2O7-2O8.
Keynes iktisatının Amerika'daki önde gelen yorumcusu olmuş tur. J.Viner(20) ve Hicks'in tartışmaları ise daha önemlidir, fakat her ikisinde de Keyn s'deki belirsizliği gözardı etme eğilimi vardır(21). Hicks, 1937'de Economica'da çıkan makale sinde Genel Teori'yi aşağıdaki şekilde(22)
M = L(Y,i); J = C(2); ·r = S(Y)
özetlemekte ve Keynes'in gerçekte Marshallgil Teorilerden ayırdedilemez olduğunu vurgulamaktadır. Hicks'in ve daha son ra A.Hansen'in(23) çalışmalarıyla, Keynes'in analizi, artık çok bilinen ve her ders kitabında bulunabilen IS-LM çatısı içine yerleştirilmektedir. Bu basitleştirilmiş teknik göste rim, Keynes'in Neo-Klasik İktisatla bağdaştırılmış bir sunu munu vermektedir. daha doğrusu, P.Davidson'un ifadesiyle, Neo-Klasik İktisatın, Keynes'in "makro" diliyle yeniden de ğerlendirilmesi olmakta(24); yeni bir makro-mikro teori(25) oluşturulmaktadır. Başlangıçta Hicks-Hansen'e atfedilen ve daha sonra Patinkin, Samuelson, Okun, Ackley, Solow, Modigli ani ve Tobin gibi ünlü iktisatçıların(26) geliştirdiği Neo-
(20) J.VINER ve Chicago Okulu ile Keynes Tartışması için bkz. D.PATINKIN (1979): "Keynes and Chicago" J.L.E., 22(2), s.213-232.
(21) D.E.MOGGRIDGE (1985): s.103.
J.R.HICKS (1937: "Mr.Keynes and the 'Classics': A Suggested Interpretation". M.G.MUELLER (1967): Readings in Macroeconomics, Halt, Rinehart and Winston, Inc., içinde, s.141. Hicks geliri I ve yatırımları da I ile göstermektedir, ancak biz günümüzde yerleşmiş olanxsem bolleri kullanmayı tercih ettik.
A.HANSEN (1949): Monetary Theory and Fiscal Policy, McGraw Hill, New York. A.HANSEN (1953): A Guide to Keynes, McGraw Hill, New York
P.DAVIDSON (1981): "Post-Keynesian Economics: Solving the Crisis in Economic Theory". D.BELL-J.KRISTOL (1981): Crisis in Economic Theory içinde, s.151.
J.ROBINSON (1972): s.S.
Solow; bu grubun sadece düşünsel beraberliklerle değil, dostlukla da birbirine bağlanmış bir grup olduğunu be lirtmektedir. Bkz. SOLOW'la görüşme, İ.D·., Şubat 1988, Sayı 279, S.7. Ayrıca H.VISSER (1974): s.196.
Klasik Sentez veya Standart Keynesyenizm diye adlandırılan bu yaklaşım(27), kolay okunabilir, kolay anlaşıla ilir ve en önemlisi mevcut iktisadi düşünce içinde kolay sindirilebilir olmasından dolayı, kısa zamanda Keynes'in Genel Teori'sinin yerini alarak hakim iktisadi yaklaşımı oluşturmuştur. Teori nin aynadaki yansıması olan Keynesyen iktisat politikaları da savaş sonrası yıllardan 1970'1ere kadar (özellikle 1950 ve 60'larda A.B.D. ve İngiltere'de) "iktisatın altın çağı"nı yaşamasına katkıda bulunmuşlardır. Bu iktisat politikalarının özetle şu görüşleri kapsadığını söylemek mümkündür(28):
Talep genişlemesi yaratarak, işsizlik oranının Keynes'in normal karşıladığı işsizlik oranının da altına dü şürülebileceğini öne süren tam istihdam görüşü. Bu görüş, da ha sonraları enflasyon için de tersine döndürülerek aynen sa vunulmuştur. Yani bir işsizlik durumunda vergilere göre hükü met harcamalarını arttırarak; enflasyonda ise hükümet harca malarını kısarak; kısacası malı araçlarla toplam talebin "in ce-ayar"lanmasının(29) mümkün olduğu görüşü.
Potansiyel büyümeyi maksimum kılma görüşü.
Fiyat istikrarının iktisat politikası amacı olarak önemsiz kılınması; enflasyon tehlikesinden söz etmek yerine, büyüme avantajları nedeniyle enflasyondan bir hastalık olarak bahsetmenin tehlikelerinden söz edilmesi.
Bu yaklaşımı, J.ROBINSON gayrimeşru Keynescilik, A. CODDINGTON ise Hidrolik Keynescilik diye adlandırmaktadır.
T.YAY (1985): "Keynesgil İktisat Politikaları Üzerine", U.Ü.İ.İ.B.D., VI(l), s.78-79.
WEINTRAUB,S. ( 1977: "Hicksiyan Keynesianism: Dominance and Decline". S.WEINTRAUB (1977): içinde, s.52. Ayrıca J.DEAN (1981): "The Dissolution of the Keynesian Consensus". D.BELL-I.KRISTOL (1981) içinde.
Tam istihdamın sağlanması amacıyla, devletin toplam talebi arttırmak için ekonomiye müdahalesi ile birlikte, ABD ve İngiltere'de geniş tüketim kredileri, ucuz para, yaygın sosyal güvenlik kurumları, sübvansiyon p_olitikası, savunma giderleri ve kamu harcamalarının hızlandırılması Keynesyen politikaların temel ögeleri olurken; ABD'nin üçüncü dünya ül kelerine geniş krediler açmasıyla IMF ve Dünya Bankası kana lıyla Gelişen ülkeler de Keynesyen politikalardan paylarını almışlardır(30).
Oysa 1960 sonları ve 1970 başlarında, tehlike olarak görülmeyen enflasyonun hızla artışı, üstelik durgunluk, iş sizlik ve yapısal dış açıklarla birlikte gitmesi, uzun zaman dır unutulan kriz kavramını tekrar gündeme getirmiştir. Kriz le birlikte, Keynesyen Teori ve Keynesyen politikalar çok yönlü saldırıların hedefi olmuşlardır. IS-LM yaklaşımının ya ratacıları ve 1970'lere kadar uygulanan politikaların sorum luları(31) sayılan Neo-Klasik Sentez Keynescileri bile, "yeni teorilere ihtiyaçları" olduğundan sözeder olmuşlardır(32). Hicks, "IS-LM'in Keynes'in ,Genel Teorisini bir genel denge iktisatına indirgediğini ve Keynes'in bir özetini sunmasına rağ men , K ey nes'.in b ütü nünü v er emediğ ini ifad e ed iy ord u( 3 3 ) .
G.KAZGAN (1982): "Çağdaş Bunalım J.M.Keynes'i Tahtından İndiriyor". Para-Kredi, Sayı 15, s.8.
Solow, İktisat politikasının yanıldığı noktanın 1968'de Vietnam savaşının finansmanı olduğunu vurgulayarak; bu konudaki şorumluluğun iktisat mesleğine ait olmadığını ve dönemin başkanı Johnson'u iktisadi danışmanları olan Okun ve Ackley'in uyarmış olduğunu ifade ediyor. SOLOW' la görüşme. İ.D., Sayı: 279, Şubat 1988, s.7.
(31) Hicks'in 1974'te yayınlanan kitabının adı bile bunun bir göstergesidir: The Crisis in Keynesian Economics. Hicks, 1983'te yazdığı "IS-LM: An Explanation" adlı makalede ise IS-LM'in - içsel tutarlılığını sorgulayıp reddedi yor. Bunun için Bkz. H.KİRMANOc'.;LU (1987: "IS-LM: Bir Açıklama: Yarım Yüzyıl sonra" İ.D., Sayı: 270.
Bkz. P.DAVIDSON (1977): "Post-Keynesian Monetary Theory and I.nflation". WEINTRAUB (1977) içinde, s.278. Ayrıca W.R.BRAZELTON (1980/81): "A Survey of Some Textbook Mis interpretation of Keynes", J.P.K.E., 3(2), s.260.
Bu itiraflar ve içsel eleştirilerin yanısıra, asıl eleştiri ler bir yandan tutucu-liberal kanat diye nitelenen Moneta ristlerden; diğer taraftan, Keynes'in tüm eserlerini (Genel Teoriyle beraber) yeniden değerlendiren Yeni Keynescilerden (Post-Keynesians) geldi.
Monetaristlerin saldırılarının hedefi olan Keynesgil iktisat, işte sözünü ettiğimiz standart Makro İktisattır(34). Daha sonraları Post-Keynesyenlerle de çeşitli tartışmaları olduysa da biz bunlara ayrıntılara inmeden değinip; asıl Standart Keynesyenlerle olan tartışmaları incelemeyi amaçlı yoruz. Bu tartışmayı daha sonraki alt b51üme bırakarak, şimdi Post-Keynesyen İktisatı ve onların Standart Keynesyenlere yö nelttikleri temel eleştirileri özetlemeye çalışacağız.
Heterojen bir iktisatçılar grubunu kapsayan ve farklı düşünce yapıları olan Post-Keynesyenlerin, Neo-Klasik Sentezi eleştirme ve yeni tutucu akımların Keynes iktisatına karşı saldırılarını karşılama(35) gibi iki temel ortak noktaları vardır(36). Bu ortak özellik ve amaca sahip olan Post-Keynes y enleri temel o larak üç ayrı akımda sınıflandırmak mümkün dür(37).
ÖzKeynesciler(FundamentalistKeynesianism): Keynes'in Quarterly Journal of Economics (1937)'de çıkan "The
H.P.MINSKY. (1977): "An 'Economics of Keynes' Perspective on Money". S.WEINTRAUB (1977) içinde, s.296.
T.ARIN (1987): "Genel Teorinin Ellinci Yılında Keynesci lik", İ.D.·, Sayı 268, s.4.
SOLOW, Post-Keynesyenleri neye karşı olduklarını iyi bi len, fakat olumlu bir teori olarak tarif edilebilecek sistemli bir şey önermeyen bir topluluk olarak değerlen dirmektedir. SOLOW'la görüşme, İ.D., Şubat 1988, Sayı: 279, s.10.
Bu ayrım için T.YAY (1985)1i kullandık. Daha fazla ay rıntı için A.CODDINGTON (1976); P.DAVIDSON (1981) ve Türkçe Literatürde T.ARIN (1987)'ye bakılabilir.
General Theory of Employment" makalesini ve Genel Teori'nin
12. ve kısmen 17. bölümlerini Keynes'in ·analizinin özü ola rak alan ve bu özün kesinlikle Neo-Klasik yaklaşımla uyuşma dığını vurgulayan, G.L.S.Shackle'ın öncülük ettiği ve P.Davidson, H.Minsky, S.Weintraub'un da içinde bulunduğu akım.
Dengesizlik Keynesciliği: Keynes'i, Genel Denge Analizi Çerçevesinde ve fakat, Walrascı olmayan bir temelde, eksik ve yetersiz bilgi, yanlış fiyatlar ve miktar intibakı kavramlarıyla yorumlayan. A.Lejionhufvud, R.Clower'in temsil ettiği akım.
Ricardocu Keynesciler: J.Robinson, N.Kaldor, Passinetti gibi Cambridge kaynaklı iktisatçıların oluşturdu ğu, Sraffa ve Kalecki'nin analizleri ile Keynes'in görüşleri ni büyüme ve bölüşüm modelleri içinde ele alan akım.
Bu Post-Keynesyen akımların tümünün ortak görüşü, Neo Klasik Sentezin, Keynes'in Devrimini "çirkinleştirdiği"(38) ve onun fikirlerinin yetersiz bir yorumu olduğudur. Teori ve iktisat politikası düzeyindeki eleştirilerini sırasıyla aşa ğıdaki gibi toparlamak mümkün olabilir:
Keynes'in dengeye karşı olan analizinin, IS-LM ça tısı içinde bir denge yaklaşımına dönüştürülmüş olması.
Neo-Klasik iktisatın tatonment süreci, piyasaların tüm alıcı ve satıcılarının denge fiyatlarını bildiği, sadece alıp satacağı miktarlara karar verdiği, kesin bilginin olduğu, zamanın olmadığı bir genel denge dünyasını yansıtmakta ve herkes bugün ve gelecekteki faaliyetlerinin kararını tek bir
(38) P.DAVIDSON (1981): s.151.
zaman anında alabilmektedir. Keynes'in sunduğu analiz ise, iktisadi faaliyetlerin bir zaman süreci içinde olduğu, belir sizlik ve sürprizlerin kaçınılmaz olduğu, geleceğin bilinmez liği ve insanların bekleyişlerinin iktisadi sonuçlar üzerinde önemli etkilerinin olduğu ideal değil, gerçek bir dünyanın analizidir. Neo-Klasik Sentez İktisatçıları, Keynes' i genel denge açısından yeniden değerlendirirken belirsizliği kesin liğe dönüştürmekte ve Keynes Devriminin en önemli kısmını (dengesizliği) budamaktadırlar(39).
Neo-Klasik Sentezin, Neo-Klasik İktisatı Keynes'in "makro" diliyle yeniden ifade etmiş olduğu ve birbiri içine geçmeyen bir makro-mikro ayrımının yapıldığ:ı. Bu şekilde oluş muş bir makro-mikro teoride, fiyat-teorik içeriği ayırdetme nin güç olduğu(40).
Tek mallı modelle çalışan Standart Modelin, "Genel Teori"nin tüketim malları, sermaye malları ayrımını ve para sal olmayan aktifler ayrımını unuttuğu; dolayısıyla Keynes'in fiyat-teorik karakterini yok saydığı(41).
Stanqart Keynesyenlerin, tüm diyagram ve eşitlik lerin reel terimlerle açıklandığı ve fiyatların bastırıldığı (sabit tutulduğu) analizleriyle enflasyon tartışmasına giriş melerinin çelişkili olduğu(42).
( 5) Standart Keynesyenlerin Keynes' in "ücret birimi 11 ni, "ortalama parasal ücret" yerine "reel" terimlerle yorum lama çabaları, parasal ücretin, fiyat seviyesi teorisi ve pa ra politikası açısından önemini gözden kaçırmalarına neden
(39) P.DAVIDSON (1981): s.158-159.
(40) J.ROBINSON (1972): s.3-4.
( 41) A.LEIJONHUFVUD( 1971):"Keynesand
SuggestedInterpretation" R.W.CLOWER s.303:
(42) S.WEINTRAUB (1977): s.53.
Keynesians:A (1971) içinde,
olmuştur(43).
(6) Keynes, gelir (y) ve istihdam (N) değişirken, para arzının (M) sabit kalacağını düşünmemekte ve para arzının ba zen endojen olacağını gösterirken, Keynesyen Model, M'yi eg zojen olarak almaktadır.
Post-Keynesyenler,· iktisat politikaları düzeyinde de standart Keynesyenleri Keynes'i tam anlamamakla, onun politi ka çözümlerinin sadece yarısını kabul etmekle suçladılar(44). Keynes, sürekli olarak tam istihdama yakın bir durumu, gele neksel kurumlar ve kurumsal ilişkilerde değişiklik yapmadan sürdürmenin kaçınılmaz bir enflasyon baskısına yol açacağını biliyordu. Onun, tam istihdama varmış, tüm sermaye donatımı karşılanmış, fakirliğin yok olduğu ve uygar bir yaşamın baş ladığı bir dünya düşü vardı. Fakat, onun politika önerileri yoğun işsizliğin, düşük karların olduğu savaş sonrası yıllar için alındığında, hükümetlerin harcamalarını (sınai ve aske ri) alabildiğine arttırması biçiminde değerlendirildi. Bütçe açıklarının zararsız olduğu görüşü ve askeri-sınai harcamala rın şiddetle desteklenmesi politikası, Keynes'in tatlı düşünü bir karabasana çeviriyordu. Robinson, şiddetli bir dille, bu anlamda bir Keynesyen Devrimi kabul etmediğini, işsizliğin tedavisinde böyle bir yolu Hitler'in daha önce uygulamış ol duğunu, dolayısıyla bu politikaların gecikmiş bir trajedi ol duğunu belirtmektedir(45).
Ayrıca, enflasyona karşı, ters olarak uygulanması önerileri
depresyon politikalarının ve Phillips Enflasyon-İş-
sizlik trade-off' unun savunulması da şiddetle eleştirilmek- tedir(46).
(43) y.a.g.m., s.53.
(44) J.ROBINSON (1972): s.5-7.
(45) J.ROBlNSON (1972): s.8. (46) S.WEINTRAUB (1977): s.52-57.
MONETARİS-T VE IEYNESYEN İKTİSAT TARTIŞMASI
Monetarizmin ilk aşamada, Keynesyen iktisatın "paranın önemli olmadığı" veya hiç değilse fazla önemli olmadığı "money does not matter" görüşüne tepki olduğunu(47) çeşitli defalar vurguladık. İktisat teorisi ve politikası, Keynesyen iktisatla birlikte, yatırım, maliye politikası ve tüketim harcamaları ile gelir arasındaki ilişki üzerine yoğunlaşmış tı. Ekonomide paranın da önemli olduğu konusu adeta unutul muştu.
Keynes, para, fiyatlar ve gelir arasında ilişki kuran miktar eşitliklerinin g çerliliğini reddetmese de, eksik is tihdam dengesi koşullarında, miktar eşitliklerindeki V (dola nım hızı) ve k'nın çok istikrarsız olduğunu ve ayrıca parasal gelir veya para stokundaki değişmelere pasif biçimde uyum sağladığını öne sürüyordu. Bu koşullar altında, miktar eşit likleri geçerli olsa bile, iktisat politikası ve ileriye dö nük tahminler açısından yararsız görülüyordu. Öyle ki, eksik istihdam dengesi koşulları altında, hakim olacağı düşünülen düşük faiz oranlarında ( para ile tahvillerin birbirine tam ikame edilebildiji mutıak likidite tercihi) (M) de bir değiş me olmadan gelir; gelirde bir değişme olmadan M değişebili yordu(48).
Keynesyen iktisatçılar ise Keynes'den daha ileri gidip mutlak likidite·tercihi (likidite tuzağı) durumunu normal bir durum olarak kabul etmeye yöneldiler. Likidite tuzağı olmadı ğında da, para miktarındaki (M) herhangi bir değişmenin sade ce tahviller üzerindeki faiz oranlarını ekilediği; faiz oran larındaki bu değişmelere ise yatırım ve tüketim harcamaları nın duyarlılığının çok zayıf olması nedeniyle M'deki değişme-
(47) M.FRIEDMAN (1973: s.47. P.CAGAN (1978): s.85.
(48) M.FRIEDMAN (1973): s.49.
lerin P ve y'yi hemen hemen hiç etkilemeden (V)'yi ters yönde (k'yı aynı yönde) değiştirdiğini ileri sürdüler. kısacası bu sav, parayla sadece finansal ·aktiflerin ikame edilebileceği, reel aktiflerin ise paraya ikame olmadıkları anlamına geli yordu:
Miktar Teorisinin yeniden değerlendirilmesi çabasıyla ortaya konan en önemli şey, unutulmuş olan çok basit bir ger çeğin, "paranın önemli olduğu"nun hatırlatılması olmuştur. Para miktarındaki değişmelerin, parasal gelirdeki - fiyatlar daki - değişmelerin temel nedeni olduğu alamındaki Miktar Teorisi(49). Keynesyenlerin tersine, V (dolanım hızı) ve para talebinin istikrarlılığını da -ifade etmektedir.
Friedman, 1970'1er e Miktar Teorisinin çok reddedilen ve unutulan savları kabul görmeye başladığında bu durumu şöy le ifade etmektedir:
"Çok bilinen bir kalıp vardır: Herhangi biri, bir ortodoxy I yi tehdit etmeye baş ladığında, ilk tepki bu kişiyi görmezden gelmek olur... Eğer bu kişi sesini duyur mayı ve (ortodoxy'yi) rahatsız etmeyi ba şarırsa, ikinci tepki onunla alay etmek ve aptalca fikirlere sahip aşırı bir adam kabul ederek onunla eğlenmektir. Bu evre geçtikten sonra, asıl önemli olan evre, onun giysilerini giymek, onun fikirlerini benimsemek ve onµ sadece paranın önemli olduğuna inanan aşırı bir adam larak ni teleyip, zaten herkesin paranın önemli olduğunu bildiğini vurgulayarak onun fi kirlerini karikatürize etmektir"(SO).
Bkz. M.FRIEDMAN (1970); D.LAIDLER (1983) ve K.BRUNNER (1970).
M.FRIEDMAN (1982b): "Para Teorisinde Karşı-Devrim", Çev.: .S.ÖKSÜZ (1982) Para Teorisinde Devrim ve Karşı dev rim, Eskişehir, s.31.
Gerçekten de bugün, Post-Keynesyenler istikrarsız bir para talebi fonksiyonu olasılığını, Monetaristlere göre daha ciddi olarak ele alsalar da, para talebinin aşırı şekilde is tikrarsız olduğuna çok fazla inanmamaktadırlar(Sl).
Bugün monetarist-keynesyen t rtışmasının geldiği nok tanın, basite indirgenerek, IS-LM eğrilerinin eğimleri hak kındaki tartışmaya dönüştüğü biçiminde değerlendirmeler ya pılmakta ve aradaki farklı konular, ampirik olarak testedile bilen bir öneriler setine indirgenebilmektedir. Hatta Post Keynesyenler, monetarizm ve standart keynesyenizmi aynı kefe ye koyarak, neo-klasik iktisatın iki ayrı yaklaşımı olarak değerlendirmek eğilimindedirler(S2).
Tartışmanın başlangıcında birbirine tamamıyla zıt ku tuplar olarak görünen monetarist ve keynesyen yaklaşımların günümüzde yakınlaşmış olmaları, bi e göre tartışmanın öriemsiz olduğunu değil, her iki kariattaki iktisatçıların birbirlerin den etkilenmelerini ve paradigmaları içindeki boşlukları bu etkilenimlerle doldurma çabalarının varlığını gösterir(53).
Buna rağmen, monetarist ve keynesyen düşünce okulları nın anlaşmazlık içinde oldukları iki temel konu, tartışmanın hala önemli olduğunu ortaya koymaktadır. İlki, ekonomiyi et kileyen temel rahatsızlıkların kaynağının ne olduğu üzerine olan anlaşmazlıktır. Bu anlaşmazlık, ekonomideki rahatsızlık lıkların, piyaianın kendi içsel sorunlarından mı (içsel şok-
H.R.VANE ande J.L.THOMPSON (1979): s.10. (52) Bkz. H.MINSKY (1977): s.297.
(53) Modigliani, Friedman'ın "şimdi hepimiz keynesyeniz" de diğini belirterek kendisinin de buna karşılık olarak "eğer Monetarizm, üretim ve fiyatların belirlenmesinde para stokunun temel bir rol oynadığını ifade etmekse, bu anlamda bizde şimde hepimiz monetaristiz" demekte-· dir. F.MODIGLIANI (1977): "The Monetarist Controversy or, Should We Forsake Stabilization Policies?", AER, 67(2), s.1.-
lar), yoksa piyasaya yapılan müdahalelerden mi (dışsal şok lar) kaynaklandığı tartışmasını, yani piyasa ekonomisinin is tikrarlılığı sorununu gündeme getirmekte; bu ise miktar teo risine olan inancın, transmisyon mekanizmasının yapısının, para talebi fonksiyonunun istikrarlılığının ve daha bir dizi konunun sorgulanmasına yol açmaktadır. İkinci tartışmalı konu ise, işsizlik ve enflasyon arasında uzun dönemde bir trade off'un var olup olmadığı konusudur. Her iki konu da, keynes yen ve monetaristler tarafından savunulan önemli iktisat po litikası sônuçları yaratmaktadır.
PİYASANIN İSTİKRARI SORUNU
Keynesyenler, ekonomiyi dengeden uzaklaştıran rahat sızlıkların reel kesimden kaynaklandığı görüşündedirler. Ge nellikle ekonominin özel kesimi istikrarsız kabul edilmekte dir: Müteşebbislerin kar beklentileri düzensiz dalgalanmalar göstermekte, bekleyişlerin kötü olduğu durumda (depresyonda) yatırımların marjinal etkinliği eğrisi sola kaymakta, yatı rımlardan beklenen net getiri düşmektedir. Bu durumda sermaye malı talebi, ancak piyasa faiz oranı düşürse sürdürülebilir. Yani faiz oranı düşürse, yatırımlardan beklenen gelecek net getirisi daha düşük bir iskonto oranında kapitalize edilebi lir ve bu yolla gelecek net getirisinin bugünkü değeri sabit tutulabilir(54). Aksi takdirde, yatırımlar azalmakta, IS eğ risi de sola kaymaktadır.
Diğer bir olasılık ise ekonomide tasarruf eğiliminin artıp, tüketim eğiliminin azalması durumudur. Bilindiği gibi, temel psikolojik yasaya dayanılarak açıklanan tüketim fonksi yonu, tüketimin cari gelir arttıkça artacağını, fakat tüketim harcamaları artış oranının gelir artış oranından düşük oldu ğunu, dolayısıyla tüketim eğiliminin giderek düşeceğini be-
(54) H.VISSER (1974): s.217 ve 241.
lirtir(SS).
Herhangi bir nedenle piyasadaki cari fiyatlar toplam üretimi masedemeyince, ekonomiyi dengeden uzaklaştıran kümü latif bir süreç başlamaktadır: Toplam talebin düşük olması karşısında üreticilerin işçi çıkarması ttiketi i bu ise top lam talebi; toplam talep ise yatırım harcamalarını düşürmekte ve böylece sistemi denged n uzaklaştıran süreç devam etmekte dir. Mekanizmayı işleten teorik unsur ise, görüldüğü gibi, cari tüketime bağlı tüketim harcamalarıdır(56).
Ancak tüketim harcamalarının cari gelire bağımlı oldu ğu hipotezi kaldırılırsa dengeden uzaklaşma sürecini açıkla mak güçleşmektedir.
Nitekim Friedman'ın Sürekli Gelir Hipotezi, konjonk türden az etkilenen, istikrarlı ve uzun dönemli bir gelir kavramını kullanarak, tüketime bağlı olarak ekonomide denge sizliğe yol açılacağı düşüncesini etksiz bırakmıştır.
Monetaristlerin ise ekonomiyi dengeden uzaklaştırıcı etken olarak pa asal faktörleri gördüklerini ve düzensiz bir parasal dalgalanma olmadıkça ekonomilerin doğal olarak istik rarlı Ölduğunu öne sürdüklerini biliyoruz. Parasal faktörle rin etkin olduğu görüşü, geleneksel ve modern miktar teorisi çerçevesinde şekillenmektedir.
Daha önce çok ayrıntıyla ele almış olduğumuz gibi, pa ra stoku ile parasal gelir-fiyatlar arasında doğrudan ilişki yi belirten miktar teorisi, monetarist anlamda bir para tale bi teorisidir. Ve para talebi de, içlerinde en önemlisi "sü rekli gelir" olan sınırlı sayıda de'ğişkenin istikrarlı bir
.;.
(55) T.F.DERNBURG and D.M.MCDOUGAL (1976): s.61.
(56) M.PAYA (1981): s.104.
fonksiyonudur. Para talebi ( ve dolaşım hızı) fonksiyonunun sürekli gelire bağlı olarak istikrarlı olması, para talebinin faiz oranlarına duyarlılığının az olduğu ampirik savları, mo netaristlerle keynesyenler arasında tartışmalı konular olarak kalmaktadır.
Özetle, monetarist-keynesyen tartışmasının bu yönünü IS-LM çatısı içinde ele aldığımızda(57), aşağıdaki şekiller den görüleceği üzere, monetaristler keynesyenlere göre IS eğ risini daha yatık ve LM eğrisini de daha dik eğimli olarak kabul etmektedirler(58
ŞEKİL 1- a) Monetarist Durum, b) Keynesye Durum
Eğrilerin eğimlerine göre şu sonuçları çıkarabilmek mümkün olabilir:
(1) IS eğris.inde··.,.yukarı doğru· bir kayma, keynesgil ,'du rumda, denge reel gelir üzerinde daha büyük bir etkiye sahipken;
Bkz. H.R.VANE and J.L.THOMPSON (1979): s.20-21 ve M.DARBY (1976): s.306.
Bu eğimler, en ekstrem biçimde, monetaristler için LM'in tamamen dik ve IS'in yatık; keynesyenler ıçın LM'in .tümüyle yatık, IS'in dik olduğu durumlar şeklinde de ifade edilebilir.
(2)· LM eğrisinde sağa doğru bir k yma, monetarist du rumda, denge reel gelir üzerinde daha önemli bir etki yarat maktadır.
PARA VE MALİYE POLİTİKALARININ ETKİNLİCİ
Keynesyenler için piyasanın k ndi dinamiğ-inden doğan istikrarsızlıklar önemli olunca, devletin ekonomiye müdahale sinin gerekliliği ortaya çıkar. Oysa Monearistler, içsel is tikrarsızlıkları·önemsemelerine rağmen, piyasanın bu iç şok ları dengeye yöneltebileceğine inanmaktadırlar. İstikrarın sağlanmasıhdaki gecikme bilginin ve uyum sağlamanın zaman al masından kaynaklanmaktadır.
Buna karşılık, Monetaristler devletin ekonomiye para ve maliye politikaları ile yaptığı müdahalelerin, sistemin dengeye dönmesini engelleyen "dış şoklar yarattığını öne sür mektedirler.
Buna göre, keynesyenler için ekonominin tam istihdama yakın bir dengeye ulaşması devlet müdahalesini gerektirirken, monetaristler için, ekonomiye müdahale sistemi istikrarsızlı ğa itmektedir. Bakış açısındaki bu fark, iktisat politikaları yaklaşımlarında da önemli farklılıklar yaratmakadır. Şunu da hemen belirtelim ki, monetaristler için istikrar konusunda hedef fonksiyonu, "fiyat istikrarı"nın sağlanmasıyken, key nesyenler için "tam istihdam"dır.
Şimdi para ve maliye·politikalarını ayrı ayrı ele alalım.
PARA POLİTİKASI
Key esyenler, faiz oranları, bir minimum seviyede de ğilse (likidite tuzağı), para arzındaki bir artışın (yani LM
eğrisinde sağa doğru bir kaymanın) harcamaları.dolaylı bir mekanizmayla arttırabileceğini kabul etmektedirler; ancak bu dolaylı mekanizma, yatırımlar faiz oranlarına duyarlıysa (ya ni IS eğrisi makul bir düzeyde yatıksa) işleyebilir. Bu iki durum yani, likidite tuzağı ve yatırımların faize inelastik liği) keynesyenlerce önemli görüldüğünden genellikle para po litikasına güven duyulmamaktadır. Parasal etkilerin tamamıyla öne siz görüldüğü (Fiskalist) yaklaş mın dışında, bugün artık Keynesyenler de7 piyasaya müdahalede para plitikasının rolünü teslim etmektedirler. Böyle olsa da, para politikasındaki he def gösterge faiz oranları olmaktadır(59).
Monetaristlerin genel olarak ekonomiye müdahaleye kar şı olduklarını biliyoruz. Ancak para poliikasının (yani, para stokunun kontrolünün) ekonomide toplam talep seviyesini etki lemekte, otonom harcamalara göre çok daha etkin olduğuna ilişkin, ampirik kanıtlarla(60) desteklenen bir güvenleri vardır ..
L.C.Andersen ve J.L.Jordan'ın bulguları, ekonominin maliye politikasına.tepkisinin ikinci üç ayda zayıf bir doru ğa vardığı ve iki yıl sonunda (uzun dönemde) ise kaybolduğu şeklindedir(61). Friedman da para arzındaki değişmelerle des teklenmemiş maliye .politikasının etki1erinin II geçici" ve muh temel en "çok küçük" olacağını ifade etmektedir(62).
T.MAYER (-1978) (ed.): The Structure of Monetarism, W.W.Norton Company, Landon, s.4-5.
Özellikle FRIEDMAN-MEISELMAN çalışması bunun bir ifade sidir. Bkz. Y.P.VENIERIS and F.D.SEBOLD (1977): s.470. Ayrıca ANDERSEN-JORDAN'ın çalışmaları. L.C.ANDERSEN and J.L.JORDAN (1971): "A Test of their Relative İmportance in Economic Sta biliza tion", W.E.GIBSON and G.G.KAUFMAN (1971): Monetary Economics, Readings on Current Issues, McGraw-Hill_ s.114-131.
a.g.e., s.114 ve L.C.ANDERSEN (1973): "The State of the Monetarist Debate'' Fed.Res.Bank. St.Louis, Rev., 55(9), s. 5. '
(62) M.FRIEDMAN (1972): s.913-915.
Monetarist özellikler taşıyan bir IS-LM yapısı içinde, eğrilerdeki kaymaların etkilerini aşağıdaki Şekil 2 yardımıy la görelim(63):
ŞEKİL 2
Başlangıçta (yo, ro) denge durumunda olan ekonomide genişleyici bir maliye politikasının IS eğrisini AB kadar
kaydırdığını varsayalım. Üretim seviyesi Y1 kadar artacaktır. Oysa LM eğrisini AB kadar kaydıran bir genişleyici para poli
tikası gelir seviyesini Y2'ye yükseltecektir. Bu koşullar al
tında para politikası, maliye politikasından daha etkin gö rülmektedir.
Ancak Monetaristler tarafından para politikasının öneminin kabulü, onun herşeye gücü yeten bir alet olarak düşünüldüğü şeklinde yorumlanmamalıdı!. Friedmanın para politikasının ba şaracağına inanmadığı üç amaç vardır(64): Faiz oranlarının sabitleştirilmesi; istihdam seviyesinin sabitleştirilmesi ve gelirdeki konjonktürel dalgalanmaların stabilizasyonu.
(63) M.MORGAN (1978): s.69.
(64) M.FRIEDMAN (1968): s.5 ve ayrıca Bkz. E.BUTLER (1985): s.177.
Keynesyenler faiz oranını para politikasının iyi bir göstergesi olarak değerlendirirken, monetaristler bunu çeşit li nedenlerle kabul etmezler: Bir kere, faiz oranları önemli ölçüm sorunları taşımaktadır(65). İkinci ve daha önemlisi, Keynesyenlerin yüksek ve düşük faiz oranlarını, sırasıyla sı kı ve genişleyici para politikasıyla bağlantılı olarak değer lendirmelerinin aksine, monetaristler için bu durum, sürecin sadece başlangıcıdır. Daha önce ayrıntıyla ele aldığımız gi bi, parasal büyüme oranındaki bir artış, ilkin, nominal faiz oranlarını düşürürken, sürecin ilerlemesiyle bu ilk düşme et kisi tersine çevrilmektedir. Bu nedenle genişleyici bir para politikasının sonucu, kısa dönemde faiz oranlarının düşmesi fakat uzun dönemde yükselmesi olacaktır. Sonuç olarak, yükse len ve düşen nominal fai·z oranları para politikasının "sıkı" veya "genişleyici" olup olmadığının iyi bir göstergesi olmadı ğı gibi, bu durum para politikasının faiz oranlarını neden sabitleştiremediğini de açıklamaktadır(66).
Faiz oranları gibi, işsizlik de, piyasa seviyesinin (doğal işsizlik oranının) altında sabitleştirilememektedir.
Ayrıca Friedman'a- göre para politikasının iktisadi faaliyetler üzerindeki etkilerinin gecikmeleri uzun ve değiş ken(67) olduğu için, konjonktüre! faaliyetlerin düzeyi ve
(65) T.MAYER (1978): s.10.
(66) M.FRIEDMAN (1968): s.7.
(67) Friedman, Schwartz'la Amerika için yaptığı 75 yıllık bir zamanı kapsayan çalışmasında, para arzı artışının dönüm noktalarının konjonktürün dönüm noktalarını öncelediği ni bulmuş tur. Bu dönem içinde görülen 16 konjonktür dalgasında, para arzı artışının üst dönüm noktasını or talama 16 ay sonra (ki bu 6 ay ile 29 ay arasında deği şebilir) konjonktürün üst dönüm noktası (zirve) nın ta kip ettiği; para arzı artışının alt dönüm noktasını ise ortalama 12 ay sonra (bu süre de 4 ila 22 ay arasında olabilir) konjonktürün çukur noktasının izlediği görül müştür. Görüldüğü gibi, gecikmeler uzun ve değişken ol maktadır. Bkz.M.FRIEDMAN and A.SCHWARTZ(l963). Ancak daha sonra Friedman, para arzının büyüme oranı ile
gelirin "ince ayarlanması" çabasında da kul!anılmamalıdır. "i'nce ayar", işsizlik veya enflasyon oranı, hedef değerlerin den saptığında ekonominin yakınen kontrol edilmesidir. Ancak alınan para politikasının ekonomiye etkisinin aktarılması uzun ve belirsiz (değişken) bir zaman aldığından, önlemin ne olacağı ve ne zaman alınacağının belirlenmesi, politikanın zamanının, yönünün ve hacminin doğruluğunun saptanması, bu günkü bilgi düzeyinde büyük sorunlar yaratabilecek ve başarı lı bir ayara izin vermeyecektir. Sonuçta istikrar politikala rı, tersine istikrarsızlık yaratabilecektir(68).
Kısaca, para otoriteleri, para politikası ile reel faiz oranları, reel işsizlik oranı, reel gelir seviyesi veya reel para miktarı gibi, reel miktarları sabitleştirememekte, ancak nominal miktarları kontrol edebilmektedirler(69).
Monetaristler için önemli olan ve kontrol edilebilir olan parasal büyüklük, para stokudur. Para atari teleri, baz parayı (high power rnoney) doğrudan ve halkın elindeki nakit mevduat oranı ile bankaların rezerv-mevduat oranlarını(70)
( •.) gelir arasında bağ kurduğunda bu gecikme sürelerinin 6-9 ay olduğunu kabul etmiştir. Bkz. M.FRIEDMAN (1983): "Para Teorisinde Karşı devrim", Para Teorisinde Devrim ve Karşı Devrim. Çev. S.ÖKSÜZ, Eskişehir, s.32.
(68) E.BUTLER (1985): s.178.
(69) M.FRIEDMAN (1960): s.9.
R.T.SELDEN (1977): "Monetarism", S.WEINTRAUB (1977) içinde, s.266. Para stoğunu M, paranın mevduat kısmını D, nakit kısmını C, bankaların yasal rezervlerini R ve baz parayı ise Hile gösterirsek şu tanımları elde ederiz:
ise dolaylı (rezerv gerekleri, iskonto oranları veya açık pi yasa işlemleri) olarak belirleyip kontrol edebilirler(71).
Aslında Monetaristler açısından en arzulanır politika, baştan hatalardan kayçınarak istikrarın bozulmasına engel ol maktır. Bunun için de, para arzı büyüme oranlarının hızla de ğiştirilmemesi ve para otoritelerinin politikada keskin deği şiklikler yapmaktan kaçınmaları gerekir. Friedman bu nedenle, para politikasının yönetiminde basit bir parasal kuralın be nimsenmesini önermiştir(72). Bu kur l, konjonktüre! ihtiyaç ları karşılamak için artış oranlarını değiştirmeden, yıldan yıla sabit bir oranda para stokunun arttırılmasıdır. Bu oran kullanılan para tanımına göre arttırılıp azaltılabilir. Friedman, ABD için bu oranının% 3-5 arasında olması gerekti ğini belirtmektedir.
Genellikle monetaristler, isteğe-bağlı (discretionary) ''fine-tune" politikalara karşı olmakla beraber, tümünün sabit bir parasal kuralı benimsediğini söylemek yanıltıcı olur. Et kilerindeki gecikmeler, kısa ve öngörülebilir olursa, para politikasının anlamsız olmadığını belirten ve para miktarında ılımlı değişiklikleri onaylayan "gradualism" anlayışını be nimsemiş monetaristler de vardır(73).
( ..) Bu ifade, para hacminin büyüklüğü naki t-dep ozit oranı ve rezerv-depozit oranına bağlı olan bir çarpan ile baz paranın çarpımına eşit olduğunu belirtmektedir. Bkz. M.FRIEDMAN-A.SCHWARTZ (1963a): s.790.
M.FRIEDMAN (1960): A Program for Monetary Stability, Fordham Un.Press, N.Y., s.31.
G.MACESICH(1983):s.124veM.FRIEDMAN(1960): s.90-91.
K.BRUNNER (1971): "The Monetarist View of Keynesian Ideas", LBR, No: 102, s.37.
MALİYE POLİTİKASI: CROWDING-OUT ETKİSİ
Keynesyenlerin, bir depresyon durumunda, maliye poli tikasını yardıma çağırdıklarını biliyoruz: "paranın önemli olmadığı" durumlarda ve depresyon korkusu olduğu zamanlarda ekonomideki toplam talebin düzenlenmesinde Maliye Politikası etkin bir düzenleme aracı olarak görülmektedir. Maliye poli tikasını, kısaca, hükümet harcamalarının ve vergilerin birle şimlerinin, zamanlamasının ve seviyelerinin ve böylece bütçe dengesinin değiştirilmesi olarak tanımlamak mümkündür(74). Bilindiği gibi, genişleyici bir maliye politikası, ya artan hükümet harcamaları veya azalan vergiler yoluyla bütçe açık larının arttırılması; anti-enflasyonist bir maliye politikası ise, tersine vergilerin arttırılarak veya harcamaların kısı larak bütçe fazlaları yaratılmasıdır.
Monetaristler ise maliye politikasının etkilerinin kısa-döneme özgü ve zayıf olarak değerlendirip; uzun dönemde yok olduğunu; dolayısıyla maliye politikasını etkin olmayan bir politika ve para politikası gibi çeşitli gecikmeler nede niyle "dışsal şoklar"ın kaynağı olarak değerlendirirler.
Örneğin bir resesyon döneminde , hükümet talebi teşvik etmek için vergileri azaltıp harcamaları arttırdığında, bütçe açığı borçlanmayla finanse ediliyorsa; vergi ödeyenler artık daha çok harcaıpa yapabilseler bile, borç verenlerin daha az harcaması söz konusu olacağından ve iki etki birbirini az çok dengeleyeceğinden harcamaların hacmi değil, şekli değişecek tir( 75). Dolayısıyla maliye politikasının teşvik edici yönü zayıftır. Buna göre, Friedman, maliye politikasını savunanla rın bütçe açıklarının nasıl finanse edildiği temel sorusunu ihmal ettiklerini öne sürer(76). Monetaristler açısından,
H.R.VANE and J.L.THOMPSON 51979): s.126. (75) E.BUTLER (1985): s.165.
(76) M.FRIEDMAN (1972): s.914.
açıkların finanse ediliş yöntemleri farklı etkiler yaratmakta olduğundan maliye politikasında pür ve pür olmayan ayrımı ya pılmaktadır. Bütçe açıklarının vergiler veya piyasaya borçla narak finanse edilmesi "pür maliye politikası", oysa parasal bir genişlemeyi beraberinde getiren maliye politikası ise "pür olmayan" diye nitelendirilmektedir(77).
Parasal düzenleme olmadan uygulanan pür maliye politi kası, milli geliri kısa dönemde etkileyebilmekte, fakat uzun dönemde devlet harcamalarının özel harcamaları dışlaması ne deniyle reel gelir değişmeden kalmaktadır: Bu, iktisat lite ratüründe "Crowding-Out" (dışlama) diye bilinen etkidir. Eğer özel harcamalardaki azalış devlet harcamalarındaki artışa eşitse, mali çarpan sıfır olurken, crowding-out etkisi tam olacaktır. Bu durum para talebi faize karşı tamamen duyarsız sa ve yatırımların faiz elastikiyeti sonsuzsa gerçekle şir (Dikey LM veya yatay IS)(78). Eğer gelir hükümet harcama larındaki artıştan daha az miktarda artıyorsa, crowding out etkisi kısmidir ve çarpan değeri O ile 1 arasında olacaktır. Aşırı crowding-out durumunda ise, mali çarpan negatif olacak tır(79).
Crowding-out etkisinin ortaya çıkış nedenleri konusun da Monetaristler arasında farklı yaklaşımlar söz konusudur. Bu durumları kısaca belirtirsek crowding-out olgusu daha net bir biçimde açı lığa kavuşabilir:
( 77) D.I. FAND
Process", Economics N.Y.
(1971): "AMonetaristModelofMonetary W.E.GIBSON and G.G.KAUFMAN (1971): Monetary
Readings on Current Issues, McGraw Hill,
İlk durum klasik crowding-out durumu, ikincisi ise F.Knight'ın yazdıklarına atfedilmektedir.
(79) G.MACESICH (1983): s.168.
Ekonomik olmaktan çok politik kararlarla millileş tirilmiş endüstrilerde,' kamu sektörünü özel sektörün yerini alması, toplam üretimin azalmasına neden olabilir: Özel sek törün yatırım projelerinin yönetiminde daha etkin çalışması; kamu sektörünün doğal olarak israfçı olması ve sermaye, ham madde ve kalifiye işgücünü daha az etkin kullanmasıdır.
Tahvil çıkararak finanse edilen hükümet harcamala rındaki artış, faiz oranlarının yükselmesine neden olmakta, bu da özel sektör yatırımlarında bir azalmaya, böylece ekono minin büyüme-kapasitesinde bir düşüşe qeden olmaktadır. Mone taristler para talebinin faize tamamıyla duyarsız olmadığını ( LM'in dikey olmadı:ğını) kabul ettikleri için crowding-ou t etkisi bu durumda tam olmayacaktır(Şekil 3).
Friedman'a göre ayrıca hüktimet tahvilleriyle özel ke sim tahvillerinin yakın ikame olması nedeniyle, artan hükümet tahvili satışı, özel tahvil satışlarının önemli ölçüde azal masına yol açarak, portföylerde özel tahillerin azalmasına
dışlanmasına neden de ola bilecektir( 80) ( Finansal Cr·ofd ing 0ut).
Hükümet tahvill rinin Hzel kesim portfHylerinde gittikçe artması, aynı zamanda Hzel serveti arttırmaktadır. Bu, kısa dönemde bir yandan tüketimi, dğer yandan da para ta lebini arttırarak IS eğrisini sağa, LM'i ise sola kaydırmak tadır. Bu durumda gelirin genişleyip daralması, iki eğrinin nisbi kaymalarına bağlıdır.
Uzun dHnemde ise, artan mal talebini karşılamak için yeterince kullanılmamış kaynak yoksa, fiyatların artması söz konusu olacaktır. Fiyat artışı, reel servetin ve para arzının reel değerinin azalmasına yol açacaktır. Bu durumda özel sek tHr servetlerinin reel değerini yeniden düzenlemek için tah vil satarlarken faiz oranlarının yükselmesine yol açarken, bir yandan da tüketim azalmaya başlayacaktır. Yani IS eğrisi geri kayarken, LM'de sola yukarı kaymaya başlamakta ve sonuç
olarak, mali genişlemeyle gelir Hnce Y1'den Y2'ye kayarken, uzun dHnemde Y1'e geri dHnmektedir (Şekil 4). Diyebiliriz ki, mali genişlemeye fiyatların tepkisi ne kadar fazla olursa ve
genel fiyat seviyesindeki artışa Hzel harcamaların tepkisi ne kadar faz1a o1 ursa, crow di ng- out o kad ar faz1a o1acak tır( 81).
Aynı zamanda, mali bir politikanın özel sektörün bekleyişlerini ve güven durumunu da etkileyerek, "crowding out" etkisi yaratabileceğini söylemek gerekir. Özel sektHrün ekonominin geleceğine ait güvenleri maliye politikasından tersine etkileniyorsa, o zaman para talebinin artıp, yatırım yapma eğiliminin azalacağını, dolayısıyla, hükümet harcamala rıyla artan gelir düzeyinin tekrar düşmeye başlayacağı sHyle-
(80) M.FRIEDMAN (1972).
(81) H.R.VANE and J.L.TH0MPS0N (1979): s.141-142.
nebilir.
Yukarıdaki açıklamalardan çıkacak sonuç, pür m·aliye politikasının etkisinin kısa dönemde sınırlı, uzun dönemde sıfır ve fiyat yükselişlerine yol açtığında ise negatif ola bileceğidir.
Monetaristler, parasal genişlemeye yol açan pür olma yan maliye politikalarının ise genişletici etkilerini kabul etmektedirler.
Bugün artık monetaristler de, mali tedbirlerin, özel likle işsizliğin giderilmesinde hükümet harcamalarının, kısa dönemde etkileri olduğunu kabul etmektedirler(82).
İNTİKAL SÜRECİ
Parasal etkilerin ekonominin reel kesimine yayılma sü reci üzerine eski bir literatür olduğunu biliyoruz. Tezimizin ilk bölümünde Fisher-Marshall'a atfetli 1 en II d alaysız" nakit denge süreci ile, Wicksell'e atfedilen "dolaylı" gelir-harca ma süreçleri(83) üzerinde oldukça ayrıntılı durmuştuk. Belki biraz kaba hatlarıyla bakarak, sürecin işleyiş mekanizması üzerine geliştirilen bu iki ayrı analizin, günümüzdeki Mone tarist-Keynesyen transmisyon süreçlerine bakışın öncülü oldu ğu söylenebilir_.
Her iki yaklaşım açısından da parasal etkilerin ekono miye yayılma mekanizması; harcama ve gelirlerin etkilenmesi, bir portföy ayarlaması süreci kanalıyla işlemektedir: Para
P.CAGAN (1978): "Monetarism in Historical Perspective", T.MAYER (1978): The Structure of Monetarism, W.W.Norton,
N.Y. s.91.
H.G.JOHNSON (1980): "Comment on Mayer on Monetarism", T.MAYER (1978): içinde s.128.
stoğundaki bir değişme, arzu edilen ve fiili parasal balans lar arasında dengesizlik yarattığı ve iktisadi birimlerin op timum portföy yapısını değiştirdiğinden, yeni oluşan faiz oranları ve portföydeki aktif getirilerine uygun olarak port föyün yapısının yeniden düzenlenmesine yol açmaktadır.
Sürecin bu yapısı konusunda Monetaristler ve Keynes yenler arasında önemli bir fark olmamakla birlikte(84), port föydeki aktiflerin çeşidi konusunda her iki yaklaşım farklı laşırlar. Keynesyenler için para sadece finansal aktiflerle yakın ikame olduğu halde, Monetaristler paranın sadece finan sal aktiflerle değil, reel aktiflerle de yakın ikame olduğunu kabul etmektedirler(85). Bu yaklaşımın sonucu, monetaristler, para arzındaki artışla portföy dengeleri değişen ki9iler, ak tiflerin marjinal getirilerini eşitlemeye çalışırken, fazla balanslarını tahvillere, hisse senetlerine, sermaye mallarına ve tüketim mallarına harcayacaklarını; dolayısıyla tüketim harcamalarının doğrudan etkilenerek fiyatlara ve gelire yan sıyacağını düşünürler. Buna karşılık Keynesyenlerde para arzı artışının sadece yatırımları etkileyeceği görüşü hakimdir; faiz oranları ödünç almanın maliyeti olarak yorumlanınca(86), faiz oranlarındaki düşmenin sadece yatırımları teşvik edeceği düşünülür. Tüketim eğilimi faiz oranlarından doğrudan etki lenmemektedir(87).
Görüldüğü gibi, Keynesyenler açısından mekanizma faiz oranları kanalıyla dolaylı olarak işlemektedir; monetaristler ise para miktarı ile parasal gelir arasındaki doğrudan iliş-
(84) M.FRIEDMAN (1983): s.35.· (85) B.MORGAN (1978): s. 77-78
Keynesyenler faiz oranlarını paranın fiyetı olarak yo rumlarken; Friedman, miktar teorisyenlerinin faiz oranına kredinin fiyatı olarak,· fiyat değişim oranların paranın fiyatı olarak baktıklarını belirtir. E.BUTLER (1985): s.79.
T.MAYER (1980): The Structure of Monetarism, W.W.Norton, N.Y., s.12.
kiyi, bir yandan para talebi fonksiyonunun istikrarlılığına, bir yandan da aktif yelpazesinin genişliğine dayandırmakta dırlar.
Şunu da hemen belirtelim ki, Brunner-Meltzer'in mone tarist yaklaşımları, daha önce ayrıntıyla ele aldığımız gibi, nisbi fiyat ve stok etkilerini vurgulayan çok daha ayrıntılı bir transmisyon süreci analizi sunmaktadır.
ENFLASYON-İŞSİZLİK (PHILLIPS) TRADE OFF'U
Monetarist ve Keynesyen Düşünce Okulları arasında 1950 ve 1960'lar boyunca, "paranın önemli olduğu", para ve maliye politikalarının nisbi etkinliği, transmisyon sürecinin yapısı konularındaki tartışmalara, 1960 sonları ve 1970'lerde, belki da3a önemli olarak Phillips Eğrisi'nin şekli hakkındaki tar tışmalar eklendi. Solow'un da belirttiği gibi, tartışmaların ilk boyutu aşırı fiskalistlere çok şey öğretse de, keynesyen iktisat kendini (Tobin, Mc-digliani) paranın önemi konusunda yenilemişti; fakat asıl düşünsel meydan okuma Friectman'ın 1968'de Amerikan İktisat Derneği1nde verdiği(88) söylevin ko nusuydu(89). Bu da Phillips eğrisinin kararlılığı ve bu eğri nin dikey hale gelme hızı yani doğal işsizlik oranı kavramıy dı. Ekonomiyi bu doğal orandan uzak tutmak hızlanan bir enf lasyon veya hızlanan bir deflasyonu gerektiriyordu.
Daha önceki bölümde, enflasyon-işsizlik (Phillips) trade-off'u konusunda ayrintııı bilgi vermiştik. Burada tar tışmayı kısaca ele alacağız:
Phillips Eğrisine ilişkin literatürde üç durum ortaya
M.FRIEDMAN (1968): "The Role of Monetary Policy", AER, LVIII(l), s.l.
Solow'la görüşme, İD, s.8.
çıkmıştır(90). İlk tez; kısa ve uzun dönemde işsizlikle enf lasyon arasında sürekli bir trade-off'un olduğunu savunan ve Phillips'in ampirik çalışmasına atfedilen durumdur. Bu ilk tez, Monetaristlerce genellikle kabul edilmeyen karakteristik bir keynesgil durumu gösterir. İlginç olan husus da, keynes yenlerin genel analiz yön temlerinin tersine ampirik kökenli olmasıdır(91).
Phillips trade-off'unun Keynes'in analizi ile tutarlı olduğu söylenir(92). Keynes, rel ücretler düşse ve işçiler bunun farkında olsa bile, eğer toplam talepte bir artış varsa ve reel ücretler emeğin marjinal zahmetini aşıyorsa, emek ar zının artacağını, dolayısıyla istihdamın da·artacağını savu nuyordu. İstihdamdaki artış, parasal ücretlerde ve fiyatlarda artış yapabilirdi (Ekonomi am istihdama varmadan önce bile). O halde, enflasyonla işsizlik arasında negatif bir ilişki olabilirdi.
İkinci tez, kısa dönemde işsizlik-enflasyon trade-off' unun olabileceğini kabul etse de, uzun dönemde böyle bir ilişkinin olmadığını öne süren "doğal işsizlik oranı" hipote zidir. Üçüncüsü ise, hiç bir zaman boyutunda (kısa veya uzun) böyle bir trade-off'un olmadığının ifadesidir.
Monetaristlerin ikinci ve üçüncü tezleri benimsedikle rini biliyoruz. Üç hipotez arasındaki temel farklar özellikle bekleyişlerin rolü hakkındaki görüş ayrılıklarını yansıtmak tadır.
K.BRUNNER (1978): "Issues of Post-Keynesian Monetary Analysis", T.MAYER (1978) içinde, s.66.
L.C.ANDERSEN (1973): "The State of Monetarist Debate", Fed.Res.Bank of St.louis, s.6.
C.B.GARRISON (1980): "Friedman versus Keynes on the Theory of Employment", JPKE.
Enflasyon-işsizlik trade-off'u konusuna bakış farklı lığı, iktisat politikaları açısından da önem kazanır. Moneta ristler, politika yapıcılarının doğal işsizlik oranının sevi yesi konusunda kesin bilgi sahibi olmadıkları için, hükümet lerin işsizlik oranını bir hedef olarak almamaları gerektiği ni savunurlar. Daha yüksek istihdam seviyelerinin elde edil mesi için, makro politikalardan çok, mikro politikalara baş vurulması gereklidir.
Keynesyenler ise fiyat ve gelirler politikalarıyla uzun dönemde de negatif eğimli Phillips eğrisinin yukarı doğ ru kayabileceğine (yani herhangi bir işsizlik seviyesinde daha düşük bir enflasyon oranının başarılabileceğine) inan maktadırlar(93).
Friedman çeşitli kereler monetaristlerle keynesyenle rin aralarındaki farklılıkların teorik değil, ampirik olduğu nu söylemektedir. Fakat şu noktayı da belirtmektedir: Teorik farklılığın olmadığını söylemek, aynı teorilerin kullanıldığı anlamına gelmemelidir. Friedman, farklı ampirik varsayımla rın, farklı teorik yapılar oluşturduğunu ifade ederek, kendi sinin sadece teoriler arasında iletişimi güçlendirmek için, çok uygun olmadığı halde monetarist analizi IS-LM çerçevesin de ele aldığını; aslında uygun olanın miktar teorisi çatısı olduğunu belirtmektedir(94).
H.R.VANE and J.L.THOMPSON (1979): s.192-193.
M.FRIEDMAN (1976): "Comments on Tobin and ·Buiter", J.STEIN (1976): Monetarism, North Holland Publishing Comp., s.315.
SONUÇ
Konusu, toplum ve karmaşık insan ilişkileri olan Sos yal Bilimler (iktisat) ilgilendikleri olguların çok boyutlu (çok değişkenli) olması, değişkenlerin zaman içinde sürekli değişmesi ve olguyu araştıran bilim adamının bizzat araştır dığı konunun bir parçası olması gibi zorluklarla karşı karşı yadır.
İnsan ilişkilerinin üretim, tüketim, gelir ve kaynak dağılımı cephesine bakan iktisat bilimi ise bu çok boyutlu ilişkiler bütününü, zaman içinde karşılaşılan değişiklikler doğrultusunda anlamak ve açıklamak durumundadır. Ancak olgu ların çok değişkenli olması, onların her yönünün görülmesini güçleştirmekte; bu nedenle de farklı düşünce okulları, olgu ların sadece kendilerinin önem verdiği ya da görebildiği yö nüne eğilmektedirler. Buna göre, her düşünce okulu geliştir diği analiz çerçevesinde, reel hayatta karşılaşılan herhangi bir soruna çözüm üretmektedir.
Görüldüğü gibi, düşünce okulları olguların anlaşılma sı, açıklanması, tahmin edilmesi ve sorunlara çözüm üretil mesi düzeylerinde hareket etmektedirler. Sözünü ettiğimiz bu aşamaların bütünleştirilebilmesi, her düşünce okulunun geliş tirdiği teorinin, teknik boyutunun yanısıra ideolojik/poli tik, metodolojik ve iktisat politikası boyutlarının uyum sağ lamasıyla mümkün olabilmektedir. Tezimiz boyunca sözünü-etti ğimiz paradigma (veya araştırma programı) kavramı, düşünce okullarının işte bu çok yönlü bütünlüğünü ifade etmektedir.
19701lerde iki önemli iktisadi paradigma, (Monetarist ve Keynesyen) dönemin göze çarpan İktisadi Sorunu üzerinde ciddi bir tartışmaya girişmiştir.
1930'lardan 1960'ların ortalarına kadar etkin paradig ma olan Keynesyen İktisat, Neo-Klasik iktisatın temel varsa yımlarının ve onu destekleyen yardımcı hipotezlerinin çoaunu reddedip değiştirmiştir. Piyasanın kendi haline bırakılırsa istikrarı ve dengeyi sağladığı görüşü şiddetle eleştirilmiş; ekonomilerin belirsizliklerinden (bilgi eksikliklerinden) kaynaklanan bir "eksik istihdam dengesi" teorisi kurulmuştur.
Bu teori, marjinal tüketim eğilimi, çarpan, spekülatif para talebi, yatırımların marjinal etkinliği gibi bir dizi yeni kavramla zenginleştirilmektedir. Ekonomilerde istikrar sızlığı, bilgi eksikliğinden doğan yatırım-tasarruf uyumsuz lukları ve talep yetersizliği yarattığından, bu sorunun devlet müdahalesiyle çözülebileceği kabul edilmektedir. Keynesyen iktisat, gerçekten de 1930'ların temel sorununa (işsizlik) hem bir açıklama hem de çözüm getirebilme açısından Lakatos anlamında bir ilerleyici bilimsel araştırma programı olmuş tur.
1970'lerde ise sorun bambaşkadır: Genellikle keynes yenlerin sorun olarak görmedikleri enflasyon giderik ciddi boyutlara ulaşmakta ve bu durumdan keynesyen politikalar so rumlu tutulmaktadır. Bu koşullar, otuz yıllık bir süre içinde unutulmaya yüz tutan Neo-Klasik İktisatın tekrar yeni boyut lar katılarak iktisadi düşünce sahnesinde boy göstermesine yol açmıştır.
Monetarizm, keynesyen bir dünyada hala miktar teorisi ni savunan, paranın ve para politikasının önemini vurgulayan Chicago Okulu ortamından yeşermiştir. Neo-Klasik İktisat, (belirsizlik kabul edilse de) temel varsayımları korunarak, ama bu temeli çevreleyen kavramlar yeni hipotezlerle (sürekli gelir hipotezi, doğal işsizltk oranı hipotezi, adaptif bekle yişler) zenginleştirilerek, Monetarizm adı altında yozlaşan bir paradigmadan ilerleyici bir paradigmaya dönüşmektedir.
Monetarizm, temel olarak piyasanın kendi haline bıra kılırsa istikrarı sağlayacağına inandığından, ekonomilerde istikrarsızlığı yaratanın devletin iktisadi düzeye müdahalesi olduğu görüşünü benimsemektedir. Keynesyenlerin dengeye geti rici güç olarak öne sürdükleri devlet müdahalesi ( para ve ma liy e po1itik a1arı) t ersine sorun1arın kaynağı o1 mak ta , y ara- tılan fazla para istikrarsızlığın (konjonktürel dalgaların) nedenini oluşturmaktadır. Friedman, devletin ekonomiye müda halesinin dışında refah devletinin getirdiği çeşitli devlet desteklerine de karşıdır. Ekonomilerde etkinliğin sağlanması, ancak rekabetin olduğu bir ortamda mümkün görünmektedir.
Bu temel tartışma konusu analitik düzeyde tartışmalar la desteklenir. Ekonomide para miktarının nominal gelirin te mel belirleyicisi olduğu anlamında miktar teorisinin savunul ması, bir yandan para talebinin (dolaşım hızının) istikrarlı olduğuna, bir yandan da portföy ayarlanma sürecinde gözönüne alınan aktiflerin çeşitliliğine (hem finansal hem reel aktif lerin parayla ikame edilebilir olması) dayandırılır. Bu bağ lamda monetarizm bir iktisat politikası teorisi üretmekte dir.
1970'lerde gündeme gelen diğer ciddi bir tartışma ko nusu ise, enflasyon-işsizlik trade-off'unun reddi olmuştur. İşsizliği çok fazla ciddi bir sorun olarak görmeyip "doğal işsizlik oranı" kavramına dayalı olan bir enflasyon-işsizlik analizi Monetarist İktisatın önemli bir çıkış yapmasını sağ lamıştır.
19561da miktar teorisinin farklı bir değerlendirmesini yapan ve bunu ampirik çalışmalarla destekleyen Friedman'ın 1968'de ve 1976'da yazdığı makalelerle geliştirdiği enflas yon-işsizlik analizi, monetarizmin ikinci önemli gelişimini sağlamaktadır. Ayrıca Monetarist Analizin uluslararası boyu tunun H.G.Johnson'un çalışmalarıyla zenginleştirilmesi, önem-
li diğer bir gelişmedir. Denilebilir ki, ampirik içeriğinin geniş olması ve gündemdeki soruna (enflasyon) politika öneri leri üretebilmesi, Monetarizmi 1970'lerin etkin paradigması haline getirmiştir.
Olguları zamanında ve uygun koşullarda değerlendirebi len, açıklayabilen ve öneri getirebilen paradigma etkin ola bilmektedir. Bize göre, hem Keynes'in Analizinin, hem de Friedman öncülüğündeki Monetarist Analizin başarısı burada yatmaktadır. Her iki paradigma da H.G.Johnson'un belirttiği gibi, kendilerinden önceki hakim iktisadi düşünceden etkilen seler de, onun temel önerisine yeni ve kabul edilir bir ana lizle saldırmayı, bu analizlerini yeni kavramlarla destekle meyi, günün temel iktisadi sorunu üzerinde odaklanıp öneriler getirmeyi ve aynı zamanda bilim adamlarına yeni bir metodolo ji ile birlikte uygulamalı çalışma alanı sunmayı başarmışlar dır.
Somut dünyada ciddi bir kriz olduğunda, genellikle pa radigmalar olaya kendi çerçevelerinden bakmakta, tartışmaları kendi aletleri ve terminolojileri ile sürdürmektedirler. Bu nedenle de genellikle tartışmalar bir sağırlar diyaloğuna dö nüşmektedir. Solow'un da belirttiği gibi, tartışmalarda kendi çerçevesinden ayrılan yenilgiyi göze almaktadır. Friedm n ise daha iyi iletişim kurmak için kendisinin IS-LM çatısı içinde analizini yürütmekten kaçınmadığını belirtmektedir. Biraz da bu nedenle Standart Keynesyenlerle Monetaristlerin tartışma larının farkları son yıllarda gözlerden kaçmaya başlamakta ve yeni Post-Keynesyen Akım her iki yaklaşımı aynı kefeye koymaya çalışmaktadır. Bize göre söz konusu yakınlaşma, ge çen süre içinde Keynesyenler ve Monetaristlerin karşılıklı etkileşimle teorilerindeki boşlukları doldurma çabalarıyla açıklanabilir. Tartışmalarda yine herkes kendi cephesini sa vunmakta devam etmektedir.
Solow, iktisatçıların çoğu zaman gerçekleri değil, bağlı oldukları mevzileri savunduklarını açıklıkla belirtmek tedir. Her düşünce okulu, olgunun görebildiği boyutunu (diğer bir ifadeyle madalyonun tek yüzünü) değerlendirmektedir. Farklı paradigmaların birbirlerinin görüşlerini değerlendir meleri veya benimsemeleri çok zaman alsa da, uygun zaman ve koşullar, madalyonun hiç görülmeyen veya ihmal edilen yüzünün de görülmesini zorunlu kılabilmektedir.
Monetarizm de, ekonomilerin keynesyen iktisatla unu tulan paranın öneminin tekrar hatırlatılmasına bir zemin ha zırlamıştır.
1970'lerin ortalarından beri Monetarizmin ampirik içe riğinin zayıflamaya başladığı kabul edilse de hAlA, rakip pa radigmalara göre tercih edilebilir durumdadır. Ayrıca bize göre, Monetarizm 1970'lerin ortalarından beri yeni bir isimle (Yeni-Klasik Makro İktisat Okulu) birlikte tekrar gündemde dir. Şimdi, keynesyenlerle tartışmayı üstlenenler, Friedıiıan Monetarizmini çıkış noktası yapan Yeni-Klasik Makro İktisat Okulu'dur. Bu okul hem ampirik içeriği genişletirken, hem de soyut bir analizi ince detaylarıyla ve teknik bir dille ge liştirmektedir.
Ekonomilerde temel sorunun enflasyon olduğunu düşünen Monetarist görüş, kaynak dağılımında ve üretimde, etkinlik ve verimliliği ön plana almaktadır. Buna göre kaynakların et kin dağılımını sağlayan piyasa aynı zamanda gelir bölüşümü sorununu da çözmektedir. Kaynakların dağılımı ile gelir bölü şümü sorunu birbirleriyle bağlantılı bir bütün olarak düşü nülmektedir.
Keynesyen goruş açısından ise temel sorun, işsizlik ve gelirin adil bölüşümüdür. Kaynaklar piyasada dağıtılsada, gelir bölüşümüne devletin müdahalesi gerekmektedir.
Friedman kaynak ve gelir bölüşümünü iki ayrı sorun olarak görmeyi "teorinin sınıfta kalması" biçiminde değerlen dirip, karşı çıkmaktadır. O'na göre devlet gelir bölüşümüne müdahale ettiğinde, kaynak dağılımını da bozmaktadır. Etkin kaynak dağılımı ön plana alınıp adil gelir bölüşümü ikinci plana itildiğinde, sosyal refah devletinin getirilerinin reddedilmesi ve rekabeti engelleyen tekellerin, sendikaların eleştirilmesi de kaçınılmaz olmaktadır. Bu Friedman'ın en çok vurguladığı ve en çok da eleştirilen yanıdır. Gerçekten de, adil bir gelir bölüşümü ve işsizlik sorununu önemseyen görüş açısından, Friedman savunulması mümkün görünmeyen görüşler savunmaktadır.
Bize göre, bu temel tartışma konusu (etkinlik ve adil gelir bölüşümünün birlikte gerçekleşmesi), iktisatın bugün hala çözümsüz kaldığı bir sorundur. Sorunun sadece iktisadi değil, politik, ideolojik boyutlar içermesi bunda önemli rol oynamaktadır. Görülen o ki, reel dünyanın konjonktürü neyi gerektiriyorsa, ona ağırlık veren görüş ön plana çıkmaktadır.
KAYNAKÇA
ABAÇ,S. (1980): Para Teorisinde Faiz Oranları ve Türkiye'deki Uygulama, İstanbul.
ACKLEY,G. (1970): MacroeconomicTheory, 2ndpr.-McMillan Company, New York.
AKAT,A.S. (1980): İktisadi Analiz, İ.Ü.İktisat Fak.Yayını, İstanbul.
ANDERSEN,L. (1973): "The State of the Monetarist Debate" Fed.
Res.Bank of St.Louis Rev., 55(9), ss.2-8.
ANDERSEN,L.-JORDAN,J. (1971): ''Monetary and Fiscal Action: A test of Their Relative Importance in Economic Stabi lization", GIBSON,W.E. and G.G.KAUFMAN (1971) (ed.)
Monetary Economics Readings on Current Issues, McGraw Hill, Inc. ss.114-131.
ARIN ,T. ( 1987): "Gene1 Teorinin E11inci Yı1 ı n da K ey nesci1ik11 ,
İ.D., 268, Mart, s.3-13.
BALL,R.J.-DOYLE,P. (1969): Inflation, Penguin Books.
BARRO,R. (1984): "RationalExpectationsandMacroeconomics
in 1984" AER, 74(2),ss.
BARRO,R.-FISCHER,S. (1976): "Recent Developments in Monetary Theory", JME, 2, ss.133-167.
BELL,D.-KRISTOL,J. (1981): The Crisis in Economic Theory, Basic Books Publishers, N.Y.
BLAUG,M. (1975): "Kuhn versus Laka tos or Paradigms Versus Research Programmes in the History of Economics", H0PE, 7(4), ss.399-433.
BLAUG,M. (1978): Economic Theory in Retrospect, Third Edition Cambridge Univ. Press.
BLAUG,M. (1980): The Methodology of Economics, Cambridge Univ. Press.
B0LAND,L.A.(1979): "A Critique of Friedman's Critics", JEL,
XVII, June, ss.503-522.
BRANS0N,W.( 197 5) : "Monetaris tandKeyne sia nMode 1sof TransmissionofInflation", AER,May,65(2),ss.115- 120.
BRAZELT0N ,R.( 1980-81): "A Survey of Some Textbook Misinter prea·tions of Keynes" JPKE,III(2), ss.256-270.
BRIMMER,A.(1983):"Mone'taryPolicyand Economic Activity: Benefits and Costs of Monetarism",AER,May,73(2).
BRIMMER,A.-SINAI,A. (1981): "Rational Expectations and the Conduct of Monetary Policy". AER, 71(2), ss.259-265.
BRUCE,N. (1977): "The IS-LM Model of Macroec-onomic Equilib rium and the Monetarist Controversy", JPE, 0ctober, 85(5), ss.1049-1062.
BRUNNER, K. ( 1970): "The Monetarist Revolution in Monetary Theory", WA, 105 ( 1), ss .1-30.
BRUNNER,K. (1971): "The Monetarist View of Keynesian Ideas", LBR, 102, ss.35-49.
BRUNNER,K. (1978): "Issu-es 'of Post-Keynesian Monetary An lysis", MAYER,T. (1978): Structure of Monetarism, W.W.Norton Company, N.Y., ss.56 84.
BRUNNER,K.-MELTZER,A. (1972a): "Friedman's Monetary Theory" JPE, 80(5), ss.837-851.
BRUNNER,K.-MELTZER,A. (1972b): "Money, Debt and Economic Activity", JPE, 80(5), ss.951-977.
BRUNNER,K.-MELTZER,A.(1973): "Mr.Hicks and Monetarists",Ec.
N.S. 40(157),ss.44-59.
BRUNNER,K.-MELTZER,A. (1976): "Aggregative Theory for a Closed Economy" STEIN,J. (1976) (ed.): Monetarism, North Holland Publishing Company, ss.69-103.
BUTLER,E. (1985)_: Milton Friedman: A Guide to his Econornic Thought, Aldershot, Gower.
CALDWELL,B. (1980): "A Critique of Friedman's Methodological Instrumentalism" SEJ, 47(2), ss.366-374.
CARGILL,T.F. (1979): "Clark Warburton and the Development of Monetarism since Great Depression", HOPE, 11(3), ss. 425-449.
CHOW,G.C.(1966):"On thelong-runand short-runDemandfor Money",JPE,74(2), ss.111-131.
COHEN,A.J. (1984): "The Methodological Resolution of the Cambridge Controversy", JPKE, 6(4), ss.612-625.
CLOWER,R.W.(1971)(ed.): Monetary Theory,Penguin Books.
CROSS ,R. (1982): "The Duhem-Quine Thesis, Laka tos and the Appraisal of Theories in Macroeconomics", EJ, 92, ss.320-340.
DARBY,M. (1974): "The Permanent Income Theory of Consumption: A Restatement", QJE, 88(2), ss.229-250.
DARBY ,M. ( 1976): Macroeconomics. McGraw-Hill Book Company, N.Y.
DAVIDSON,P. (1972a): "Money and the Real World", EJ, March, 82(325), ss.101-115.
DAVIDSON,P. (1972b): "A 'Keynesian View of Friedman's Theore tical Framework far Monetary Analysis", JPE, 80(5), ss.864-881.
DAVIDSON ,P. (1977): "Post-Keynesian Monetary Theory and Inflation", WEINTRAUB,S. (1977) (ed.): Modern Economic Thought, Univ. of Pennsylvania Press, ss.275-293.
DAVIDSON,P. (1981): "Post-Keynesian Economics: Solving the Crisis in Economic Theory", BELL,B.-KRISTOL,I. (1981) içinde, ss.151-173.
DEAN ,J. (1981): "The Dissolution of the Keynesian Consensus", BELL,D.-KRISTOL,I. (1981) içinde, ss.19-34.
DERNBURG,T.F.-McDOUGALL,D.M.(1976):Macroeconomics,5thed.
McGraw Hill Book Company.
DOW,S.C. (1983): "Schools of Thought in Macroeconomics: The Method is the Message", AEP, June, ss.30-47.
DOW,S.C.-EARL,P.E. (1982): Money Matters: A Keynesian Approach to Monetary Economics, Martin Robertson, Oxford.
DUGGER,W. (1983): "Two Twists in Economic Methodology: Posi tivism and Subjectivism", AJES, 42(1), ss.75-91.
EREN,E. (1984): Para Talebi Fonksiyonu, Yayınlanmamış Doktora Tezi, İst.Üniv.İkt.Fakül esi.
EREN,E. (1986a): İktisatta Yöntem, Teksir, UÜ.İİBF, Bursa.
EREN,E. (1986b): "M.Friedman'da Paranın Yansızlığı ve Ekono miye Müdahale", Maliye Yazıları, ss.67-80.
ERGİN,F. ( 1981): Para ve Faiz Teorileri, İ.Ü.İ.Fak.Yayını, İstanbul.
FAZZARY,S.-MINSKY,H. (1984): Domestic Monetary Policy: If not Monetarism, What?" JEI, 18(1), ss.101-116.
FINE,B. (1987): "Keynescilik: Bir Eleştiri", Çev.N.Satlıgan İ.D., Mart, 268, ss.17-33.
FISCHER,S. (1977): "Long-term Contracts, Rational Expecta tions and the Optimal Money Suppl'y Rule", JPE, 85(1), ss.191-205.
FISHER,I. (1946): Paranın Satın Alma Gücü, Çev.: M.H.Onaran,
İ. Ü.Yayını.
FRAZER,W.J.-BOLAND-L.A. (1983): "An Essay on the Foundations of Friedman's Methodology", AER, March, ss.129-144.
FRIEDMAN,B.M. (1975): "Targets, Instruments and Indicators of Monetary Policy" JME, 1, ss.443-473.
FRIEDMAN,B.M.(1984): "Monetarism: Lessons from 1979-82 Mone tary Policy Experiment",AER, May,74(2).
FRIEDMAN,M.(1953): EssaysinPositive Economics.Uı:l.iv.of Chicago Press, Chicago & Landon.
FRIEDMAN, M.(1956): (ed.):StudiesintheQuantityTheory of Money,Chicago Un. Press.
FRIEDMAN, M.(1957): A Theory of Consumption Function,Prin- ceton University Press, Princeton.
FRIEDMAN, M.(1959): "The Demand forMoney: Some Theoretical and Empirical Results",JPE, 67(4), ss.327-351.
FRIEDMAN, M.(1960): _A P_r_o g r_a_m f_o_r M_o_n_e_t_a_r_y _S_t_a_b_i_l_i_t_y,Fordham Univ. Press, N.Y.
FRIEDMAN, M.(1968): "THeRoleofMonetaryPolicy",AER, March,58(1), ss.1-17.
FRIEDMAN, M.(1969)(ed.): The OptimumQuantityofMoney, Chicago,Aldine.
FRIEDMAN, M. ·(1970): "ATheoreticalFrameworkforMonetarv Analysis",JPE,78(2), March-April,ss.193-238.
FRIEDMAN, M. (1971a) ·: "AMonetaryTheoryofNominalIncome" JPE,79(2), March-April,ss.328-33 .
FRIEDMAN, M •.(1971b): "GovernmentRevunefromInflation" JPE, 79(4), s ••846-856.
FRIEDMAN, M.(1971c): ATheoreticalFrameworkfor Monetary Analysis, Occasional Paper, 112, NBER,N.Y.
FRIEDMAN, .M.(1972): "CommentsontheCritics",JPE,80(5), ss.906-950.
FRIEDMAN,M.(1973a): "Money: Quantity Theory",WALTERS,A.A. ( 1973) ( ed.):MoneyandBanking,Penguin Books,ss. 36-66.
FRIEDMAN, .M.( 19 73 b) : .:...:Mc...co..c.n-'e-y a.a_n""'d --E_c_o;;_n_o_m_i_cPraeger, New York. D_e_v_e_l_o_p m_e_n_t,
FRIEDMAN, .M.(1975): Unemployment versusInflation? Evolution of Phillips Curve,rn·A, Lecture,No.2.
FRIEDMAN,M.(1977): "Nobel Lecture: Inflation and Unemploy- ment",JPE, 85(3), ss.451-472.
FRIEDMAN, M. (1982a): "Para Teorisinde Karşı-Devrim". Çev. S.ÖKSÜZ (1982): Para Teorisinde Devrim ve Karşı Devrim Eskişehir, ss.11-39.
FRIEDMAN, M. (1982b): "Monetary Policy: THeory and Practice" JMCB, XIV(l), ss.98-118.
FRIEDMAN, M.(1983):· "TheKeynesCentenary:AMonetarist Reflect" ECO,4-10 June, ss.35-37.
FRIEDMAN,M.(1987): "Economists andEcononıicPolicy", Economic Impact, 1,No.57,ss.71-75.
FRIEDMAN,M.-FRIEDMAN,R.(1962):Capitalismand Freedom,Uni versity of Chicago Press, Chicago.
FRIEDMAN, M. -FRIEDMAN, R. ,( 1980) Free to Choose,Penguin Books.
FRIEDMAN,M.-SCHWARTZ,A.,(1963):AMonetaryHistoryofthe UnitedStates,1867-1960, Princeton N.J. Pri ncetonUniv.Press.
FRIEDMAN,M.-SCHWARTZ,A. (1969): "Money and Business Cycles" FRIEDMAN,M. (1969) içinde, ss.189-236.
FRIEDMAN,M.-SCHWARTZ,A. (1982): Monetary Trendsin the United States and the United Kingdom: Their relation to in come, prices and interest rates 1867-1975, Un. of Chicago Press, Chicago & London.
GARBOVA,V.L.-MAAREK,G. (19827: "Les Paradigmes Monetaries Keynes, Friedman et les Autres", EA, XXXV(4), ss.599- 643.
GEBAUER,W. (1973): "The Theory of Monetarism", ZGS, 129(1), February, ss.23-45.
GIBSON,W.E.-KAUFMAN,G.G.(1971): Monetary Economics: Readings on Current Issues, McGraw Hill Book Company.
HABERLER,G.(1980): "CriticalNotes on RationalExpectations" JMCB,12(4), ss.833-836.
HARRINGTON,R.(1971): "The Monetarist Controversy",MS,39(4) December,ss.269-292.
HAHN,A.(1971): "ProffessorFriedman'sViews on Money",Ec., Feb. 38(149),ss.
HELM,D. (1984): "Predictions and Causes: A Comparison of Friedrnan and Hicks on Method", OEP, Supplement, 36, ss.118-133.
HERMAN,J.(1984): "Monetarism:A Paradoxical Counter-Revolu tion", HOPE, 16(4), 583-590.
HICKS,J .R. (1967): "Mr.Keynes and the 'Classics': A Suggested Interpretation", M.G.MULLER (1967): Readings in Macro economics, Holt, Rinehart and Winston Inc., ssl37-145.
HICK S ,J.R • ( 1975): "What's Wrong with M one tarism" , LBR , October, No.118, ss.1-13.
HİÇ,M. (1978): Para Teorisi, İ.Ü.İkt.Fak.Yayını, İstanbul.
HIRSCH,A.-MARCHI,N. (1984): "Methodology: A Comment on Frazer and Boland,I." AER, 74(4), ss.782-788.
HOOVER,K. (1984): "Two Types of Monetarism", JEL, March, XXII(l), ss.58-76.
HOWITT,A. (1981): "Activist Monetary Policy under Rational Expectations", JPE, 89(2).
JOHNSON,H.G. (1970): Essays in Monetary Economics, Sec.Ed., George Allen and Unwin Ltd.
JOHNSON ,H.G. (1972a): Further Essays in Monetary Economics, George Allen and Unwin Ltd., London.
JOHNSON ,H.G. (1972b): Inflation and the Monetarist Contro v- rsy, ·i!orth Holland, Amsterdam and London.
JOHNSON,H.G. (1978): Macroeconomics and Monetary Theory, basil Blackwell, Oxford.
JOHNSON,H.G.-NOBAY,A.R.McMillan Press.(1971):TheCurrent Inflation,
JOHNSON,H.G.-NOBAY,A.R. (1974): Issues in Monetary Economics, Oxford Un. Press.
JOHNSON,H.G.-NOBAY,A.R. (1977): "Monetarism: A Historic- Theoretic Perspective" JEL, XV(2), June, ss.469-483.
KALDOR,N. (19827: "Yeni Monetarizm", Çev. S.ÖKSÜZ, Para Teo risinde Devrim ve Karşı Devrim, Eskişehir, ss.43-65.
KATOUZİAN,H. (1980): Ideology and Method in Economics, New York Un. press, N.Y. and Landon.
KAZGAN,G. (1974): İktisadi Düşünce veya Politik İktisadın Ev rimi, Bilgi Yay., Ankara.
KAZGAN,G.·(1982): "Çağdaş Bunalım J.M.Keynes'i Tahtından İn diriyor", Para Kredi, 15, Mart.
KEYNES,J.M. (1936): The General Theory of Employment Interest and Money, McMillan, Cambridge Un.Press, 1981.
KEYNES,J.M. (1937): "The General Theory of Employment", CLOWER,R.W. (1969): Monetary Theory, Penguin Books, ss.215-225.
KİRMANOĞLU,H. (198): "IS-LM: Bir Açıklama: Yarım Yüzyıl Son ra", İD, Sayı:270, ss.10-15.
KOHLİ,U. ( 1981): "Permanent Income in the Consumption and Demand for Money Function", JME, 7, ss.227-238.
KUHN,T.S. (1982): Bilimsel Devrimlerin Yapısı, Çev.: N.Kuyaş, Alan Yay., İstanbul.
LAIDLER,D.E.W. (1966a): "Some Evidene on the Demand for Money", JPE, 74, February, 55-68.
LAIDLER,D.E.W. (1966b): "The Rate of Interest and the Demand for Money: Some Empirical Evidence" JPE, 74 (December) 545-555.
LAIDLER,D.E.W. (1968): "The Permanent Income Concept in a Macroeconomic Model", OEP, March, 20(1), ss.11-23.
LAIDLER,D.E.W.(1971): "The Definitonof Money";GIBSON,W.E.
KAUFMAN, G. G.( 1971):MonetaryEconomics,McGrawHill
Book içinde, ss.183-195.
LAIDLER,D.E.W. (1977): Essays on Money and Inflation, University of Chicago Press.
LAIDLER,D.E.W. (1981): "Monetarism: An Interpretation andan Assesment", EJ, March, 91(361), ss.1-28.
LAIDLER,D.E.W.(1982): Monetarist Perspectives,HarvardUniv.Press, Cambridge,Massachusetts.
LAIDLER,D.E.W. (1983): Para Talebi, Çev.: H.F.Gürsel, İş Ban kası Kültür Yayınları, Ankara.
LAUMAS,G.-RAM,R. (1980): "Human and Non-human Wealth in Demand for Money Function", JPE, LXXXVIII, February, ss.186-193.
LEIJ0NHUFVUD,A. (1969): "Keynes and Keynesians: A Suggested Interpretation", CL0WER,R.W. (1969-) (ed.): Monetary Theory, Penguin Books, ss.298-310.
LUCAS,R.Jr. (1980): "Methods and Problems in Business Cycle Theory", JMCB, 12(4), ss.696-715.
LUCAS,R.Jr. (1981):."Tobin and Monetarism: A Review Article", JEL, XlX, June, ss.558-567.
MACESlCH,G. (1983): Monetarism, Praeger Publishers.
MAGEE,B. (1982): Karl Popper'in Bilim Felsefesi ve Siyaset Kuramı, Çev.: M.Tunçay, Remzi Kitabevi, İstanbul.
MASON,W. (1981): "Some Negative Thoughts on Friedman's Positive Economics", JPKE, 111(2), ss.235-255.
MAYER,T. (1978) (ed.): The Structure of Mon tarism, W.W. Norton & Company, N.Y. - London.
MC CALLUM-B. ( 1981): "Mone'tarist Principles and Money Stock Growth Rule", AER, 71(2), ss.134-138.
MC CULLOCH (1975): Money and Inflation: A Monetarist Approach· Academic Press.
MELTZER,A.H. (1963): "The Demand for Money: The Evidence from the Time Seri es", JPE, 71 (June), 219-246.
MELTZER,A. (1978):"Monetarist,
Theories", MAYER,T. (1978)
KeynesianandQuantity (ed.): The Structure of
Monetar{sm, W.W.NORTON, ss.145-175.
MELTZER,A. ( 1981): "Monetarism and the Crisis in Economics'-', BELL,D.-KRlSTOL,J. (1981) içinde, ss.35-45.
MlLL,J.S. (1985): Özgürlük Üstüne, Belge Yayınları.
MINSKY,H. (1977): ,"An 'Economics of Keynes Perspective on Money", WEINTRAUB,S. ( 1977) ( ed.): Modern Economic Thought, Un.of Pennsylvania Press, ss.295-307.
MODIGLIANI ,F. ( 1977): "The M·onetarist Controversy or Should We Forsake Stabilization Policies", AER, 67(2), ss.1- 19.
MOGGRIDGE,D.E. (1985): Keynes, Çev.: U.TALU-Y.GÜNEY, Afa Ya
yınları, İstanbul.
MORGAN,B. (1978): Monetarists and Keynesians, North Holland.
MULLER,M.G. (1967): Readings in Macroeconomics, Holt, Rinehart and Winston, Inc., N.Y.
MUSGRAVE,A. (1981): "Unreal Assumptions in Economic Theory: the F-twist Untwisted", KYK, 34, Fasc·.3, ss.377-387.
O'DRISCOLL,G.P. (1977): Economics asa Coordination Problem, Sheed Andrews and McMeel Inc., Kansas City.
ÖKSÜZ,S. ( 1983) ( Çev.) : Para , teori ve po1itika , s eç me Yazı- lar, Cilt I, Eskişehir.
PARASIZ,İ. (1982): Para ve Banka, İktisadi ve ticari İlimler Akademisi yayını, Bursa.
PARASIZ,İ. (1983): "Paranın Yansızlığı ve Patinkin Sistemi", U.Ü.İ.İ.B.F.IV(l), ss.45-53.
PARASIZ,İ.(1985a): "Monetarist-Keynesgil U.Ü.İ.B.F., VI(l), ss.1-20.Tartışması",
PARASIZ,İ. (1985b): Para olitikası: Monetarist Keynesyen Tartışması, Haşet, Bursa.
PATINKIN,D.(1972a): "The Chicago Tradition, the Quantity Theory and Friedman", Studies in Monetary Economics, Harper International Edition, Harper & Row.
PATINKIN ,D. (1972b): "Friedman on the Quantity Theory and Keynesian Economic s", JPE, 80( 5).,· ss.883-905.
PATINKIN,D. (1979): "Keynes and Chicago", JLE, 22(2), ss.213- 232.
PATINKIN,D. (1981): "More on the Chicago Monetary Tradition", Essays On and In the Chicago Tradi tion, Duke Uni v. Press.
PAQUE,K.H. (1985): "How far is Vienne from Chicago", KYK,
38(3), ss.412-434.
PAYA,M. (1981): Para Talebi Teorisinin Evrimi, Yayınlanmamış Doçentlik Tezi, İst.Üni .İkt.Fak.
PERLMAN ,M. (1971): "The Role of Money in an Economy and Optimum quantity of Money", EC, 38(151), ss.233-252.
PHILLIPS,A.W. (1969): Unemployment and Wage Rates, BALL-R.J. DOYLE,P. (1969), Inflation içinde, ss.277-297.
PURVİS,D.D. ( 1980): "Monetarism: A Review" CJE, February, 13(1), ss.96-121.
REDER,M.W. (1982): Chicago Economics: Permanance and Change'' JEL, XX, March, ss.1-38.
RITTER,L.-SILBER,W.(1970):Koney, Publishers, New York & London•BasicBooks,Inc.
.ROBİNSON ,J. (1970): "Quantity Theories Old and New: A Comment" JMCB, November, 2(4),.ss.502-512.
ROBINSON ,J. (1972): "The Second Crisis of Economic Theory" AER, May 62(2), ss.1-11.
SAVAŞ,V. (1963): Keynes'in Genel Teorisi, Eskişehir İTİA Yay.
SAVAŞ,V. (1984): Keynezyen İktisat Yıkılırken, Fatih Yayın evi, İstanbul.
SCHEIDE,J. (1986): "New Classical and Austrian Business Cycle Theory: Is there a Difference." WA, 122(3), ss.575-598.
SCHULTZ,C.L. (1969): "Sectoral Shifts and Inflation" BALL,
R.J.-DOYLE,P. ss.209-218. (1969):Inflation,PenguinBooks,
SELDEN,R. (1977): "Monetarism", WEINTRAUB,S. (1977) (ed.)
içinde, ss.253-274.
STEIN,J. (1970): "The Optimum Quantity of Money" JMCB, II(4), ss.397-419.
STEIN,J. (1976): Monetarism, North Holland Publishing Company, New York, Oxford.
STEIN,J. (1978): "Inflation, Employment and Stagflation" JME, 4, 193-228.
STEIN ,J. (1981): "Monetarists, Keynesians and New Classical Economics" AER, 71(2), _ss.139-145.
TAVLAS,G.S. (1981): "Keynesian and Monetarist Theories of Monetary Tr.ansmission Process" JME, 7, ss.317-337.
TEIGEN,R.L. (1983): "Para Talebi ve Para Arzı" Çev: S.ÖKSÜZ. Para, Teori ve Politika, Eskişehir, ss.1-38.
TOBIN ,J. (1972a): Friedman's Theoretical Framework" JPE, 80(5), ss.853-863.
TOBIN ,J. (1972b): "Inflation and Unemployment" AER, March, 62, ss .1-18-.
TOBIN ,J. (1981): "The _Monetarist Counter -Revolution An Appraisaıi: EJ, 91( 361), ss.29-42.
Today-
TSIANG,S.C. (1980): Keynes's 'Finance' Demand for Liquidity Robertson's Loanable Funds Theory and Friedman's Monetarism" OJE, May, ss.467-491.
ULUATAM,Ö. (1980): Makroiktisat, S Yayınları, Ankara.
VANE,H.R.-THOMPSON,J.L. (1979): Monetarism: Theorv, Evidence, and Policy, Martin Robertson, Oxford.
VENIERIS,Y.P.-SEBOLD,F.D. (1977): Macroeconomic -Models and Policy, John Viley & sons, N.Y.
VISSER H. ( 1974): The Quantity of Money, Martin ober_tson, Oxford.
WALTERS,A.A. (1973): Money and Banking, penguin Education.
WEINTRAUB,S. (1971): "Keynes and Monetarists", CJE, Feb, 4(1).
WEINTRAUB, S. ( 1977) ( ed.): Modern Economic Though t, Un. of Pensylvania Press.
WEINTRAUB,S. (1978): Capitalism' s Inflation and Unemployment Crisis: Beyond Monetarism and Keynesianism, Addison Wesley Publishing Company.
WIBLE,J. (1984): "The Instrumentalism of Dewey and Friedman" JEJ, XVIII(4), ss.1049-1070.
WILBER,C.(1979): "Emprical Verification and TheorySelectiord. The Keynesian-Monetarist Debate''XVIII(4),ss.973- 982.
WILBER,C-WISMAN (1975): "The Chicago School: Posivitism or Ideal Type "JEI, IX(4), December, ss.665-679.
WILLES,M.H. (1981): "Rational Expectations as a Counter Revolution" BELL,D.,KRISTOL-I. (1981) içinde, ss.81- 96.
YAY,T. (1985):"KeynesgilİktisatPolitikalarıÜzerine" UÜİİBF,VI(l), Nisan, s.75-82.
YAY,T. (1987): F.A.Hayek İktisadı Üzerine Bir İnceleme Hayek ve Keynes/Keynesciler Tartışması, Yayınlanmamış Dokto ra Tezi, İst.Üniv.Sos.Bil. Enstitüsü, İstanbul.
ZARNOWITZ,V.(1985):"RecentWork OnBusinessCycles in HistoricalPerspective: AReviewofTheoriesand Evidence", JEL, June, ss.523-580.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar