Print Friendly and PDF

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDA İNGİLİZLERE ESİR DÜŞEN TÜRK ASKERLERİ 1

 

 

T.C.

İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TÜRKİYAT ARAŞTIRMALARI ANABİLİM DALI

DOKTORA TEZİ

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDA

İNGİLİZLERE ESİR DÜŞEN TÜRK ASKERLERİ

Vedat TÜFEKÇİ

Tez Danışmanı

Prof. Dr. Ali Fuat ÖRENÇ

İSTANBUL -2019 

 

ÖZ

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDA İNGİLİZLERE ESİR DÜŞEN TÜRK ASKERLERİ

Osmanlı Devleti, I. Dünya Savaşı öncesi Tarblusgarb (1911) ve Balkan Savaşları (1912-13) ağır atmosferinden çıkmış ve ekonomisi çökmüş durumdaydı. Balkan Savaşı’nın ülkeye verdiği siyasi, sosyal ve ekonomik yıkımı atlatamayan Osmanlı, bir oldubitti ile kendisini yeni bir büyük savaşın içerisinde bulmuştu. I. Dünya Savaşı (1914-1918) boyunca pek çok cephede verilen şehit, yaralı ve kayıplar dışında 200.000’den fazla Türk esirinin varlığı bilinmektedir. Osmanlı’nın savaşta en çok esir verdiği ülke ise İngiltere’dir. I. Dünya Savaşı sürecinde vatanlarını savunmak için cepheden cepheye koşan bu askerlerin pek çoğu gözü yaşlı annelerini ve babalarını, çocuklarını, yeni evlendikleri eşlerini, nişanlılarını geride bırakmıştı. Bir kısmı ise mallarını, dükkanlarını satmak veya başkasına devretmek zorunda kaldılar. Bu askerler hayatlarının önemli bir bölümünü İngiliz esareti altında geçirdiler.

Birinci Dünya Savaşı sırasında İngilizlere esir düşen Türk askerleri, uzun süre kalacakları kamplara şevklerinde, kamp hayatlarında, kamplardan memleketlerine dönüşlerinde ve savaş sonrası yaşamlarında büyük acılar çekmişlerdi. Çalışmamız, İngilizlerin kamplarda esirlere davranışları uluslararası hukuka aykırı olduğunu ortaya koymakadır. Ayrıca kamp şartları insan onuruna yakışmayacak durumdadır. Pek çoğu cepheden yaralı ve hasta gelen esirlerin sıkıntıları kamplarda devam etmiştir. Bazıları ise bu kamplarda hayatlarını kaybetmiştir. Kamplarda çekilen bu sıkıntılar, esirlerin ruhsal durumlarında telafisi mümkün olmayan yaralar açmıştır. Tüm bu olumsuzluklara rağmen esirler kamplarda yeni bir hayat kurmayı başarmış; sosyal, kültürel ve dini alanda pek çok faaliyet gerçekleştirmişlerdir. Şanslı olup esaret sonrası evlerine dönebilen askerler için sorunlar bitmeyecektir. Kampı aratmayacak yeni sorunlar evlerinde de kendilerini beklemektedir. Kimisi geride bıraktığı anne ve babasının vefat haberini öğrenecek, kimisi eşlerini ve çocuklarını bıraktıkları yerde bulamayacaktır.

Anahtar Kelimeler: Türk, esirler, esir kampları, Ermeni doktorlar, Birinci Dünya Savaşı, Osmanlı Devleti, İngiltere, Mısır, Hindistan, Burma, Kıbrıs, Malta, Selanik, Man Adası.

ABSTRACT

PRISONERS OF TURKISH SOLDIERS IN THE HANDS OF THE BRITISH DURING THE FIRST WORLD WAR

VEDAT TÜFEKÇİ

The Ottoman State had just come out of a war before World War I and its economy collapsed. The Ottoman Empire, unable to survive the political, social and economic destruction of the Balkan War, found itself in a new war. It is known that he gave more than 200.000 prisoners in many front except dead, wounded and missing soldiers. Many of these soldiers, who went from front to front to defend their homeland, left behind their tearful mothers and fathers, their children, their newlyweds, their fiancees and their jobs. Some of them sell their goods and shops or transfer them in to some else. During the war, the most captured country is England.

During the First World War, soldiers who were captured by the British suffered during the transport to camps where they would stay for a long time, in their camp life, on their repatriation from camps to their home town and in their lives after the war. The British attitude to wars prisoners in the camps was contrary to international law. In addition, the conditions of the camp where the prisoners lived are unworthy of human dignity. The problems of the prisoners, many of whom were wounded and sick from the front, continued in the camps. Some of them lost their lives in these camps. These problems in the camps have caused irreparable wounds in the mental state of the prisoners. Despite all these problems, the prisoners managed to establish a new life in the camps and carried out many activities in social, cultural and religious fields. For the lucky soldiers who can return home after captivity, the problems will not end. The new problems like in the camp are waiting for them in their homes. Some of them have got the news of the death of their parents left behind. Some of them could not find their wives and children where they left.

Key Words: Turkish, prisoners, England, camp, The Ottoman Empire, World War I, Egypt, India, Burma, Cyprus, Malta, Thessaloniki, Isle of Man

ÖNSÖZ

Birinci Dünya Savaşı, savaşın en önemli mağdurlardan olan Türk esirler üzerinde psikolojik, sosyal ve ekonomik etkileri büyük olmuştur. Bu konuda yapılan araştırmalarda arşiv belgelerinin yeterince kullanılmadığı dikkati çekmektedir. Nitekim Birinci Dünya Savaşı’nın esirleri ile ilgili çalışmalara bakıldığında, genelde yabancı araştırmalar göze çarpmaktadır. Bu çalışmalarda, Türk esirlerine dair kayda değer hiçbir araştırma yapılmamıştır. Yapılan araştırmalarda ise arşiv kullanımı mahduttur. Bu sebeple, bu çalışmamızda Birinci Dünya Savaşı yıllarında İngiliz esir kampında bulunan Türk esirlerine dair özellikle ayrıntılı arşiv araştırması yaparak Türk esirlerin sağlık, sosyal, kültürel ve ekonomik durumları gün ışığına çıkarılmaya gayret edilmiştir. Bu bağlamda Türk esirlerin bulunduğu kamplardaki esaret hayatı hakkında bilgilere ağılıklı olarak T.C. Başbaklık Osmanlı, Cumhuriyet arşivleri ile Kızılay, İngiliz Milli, Avustralya, Kızılhaç ve Kızılay arşivlerinden yararlanılmıştır. Kamplarda esaret günleri geçirmiş esirlerin esaret sonrası yurda döndükten sonra verdikleri ifadelerin yer aldığı Genelkurmay ATASE Arşivi bu kamplar hakkında başvurulabilecek diğer arşivdir. Ayrıca, devletlerin resmi arşivleri hariç kamu kurum ve kuruluşlar ile özel arşivlere de ulaşılmıştır. Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü ve kişilerin özel arşivlerinde de döneme ait önemli detaylar mevcuttur. Tarafların ve dönemin tarafsız kurumlarının arşivleri incelenerek, arşiv kaynaklarını karşılaştırma imkânı bulunmuştur. Özellikle, Amerika Birleşik Devletleri’nin raporları Osmanlı Devleti’nin iddialarına yeterli cevap vermese de Türk esirlerin kamp yaşantısına dair bilgiler içermektedir. Ayrıca hatıratlar esaret şartlarını ve esaret altında yaşananları yansıtması bakımından çok önemlidir. Döneme ait yazılı basında da esirlerin yaşadığı yerler ve şartları gösteren bilgilere ulaşılmaktadır.

Birinci Dünya Savaşı’nın henüz başlarında, esirlerin durumu ile ilgili pek çok sorumluluk Kızılaya verilmişti. Bu sebeple Kızılay arşivinde esirlere ait listeler, kartlar ve mektuplarında hayatlarına dair önemli belge ve bilgiler bulunmaktadır. Buna rağmen bahsi geçen bu belgelerin tasnifi dahi henüz istenen düzeyde yapılmamıştır. Ayrıca Uluslararası Kızılhaç Teşkilatı da esirlerin durumu ile yakından ilgilenmiş ve savaşan devletler tarafından aracı olarak yetkilendirilmiştir.

Her ne kadar tamamen taraflı da yazılmış olsa Kızılhaçın Mısır, Birmanya, Hindistan ve Selanik raporları kamplara dair önemli bilgiler vermektedir. Savaş süresince ve savaş sonrası Kızılay ve Kızılhaç tarafından yapılan yazışmalar ve kuruma ait belgeler de bahsi geçen konular hakkında önemli bilgiler vermektedir. Çalışmamız esnasında Kızılay ve Kızılhaç dışında, tarafların istekleri üzerine tarafsız devletler tarafından kamplara yapılan ziyaretler sonrası hazırlanan raporlara da ulaşılmıştır.

Mondros Ateşkesi Antlaşmas ile başlayan Mütareke döneminde (1918-1922) meclisin açık bulunduğu süre zarfında esirlerin durumu değişik zamanlarda meclis gündemine gelmiş ve kamplarda bulundukları şartlar tartışılmıştır. Meclis-i Mebusan Zabıt Cerideleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi Zabıt Cerideleri ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Gizli Zabıt Ceridelerinin tamamı gözden geçirilmiştir. Bu zabıt ceridelerinde özellikle esirlerin gözlerinin Mısır kamplarında kasten kör edilmesine dair tartışmalar dikkat çekicidir.

Savaş süresince İngiltere, Osmanlı, Amerika ve Avustralya başta olmak üzere savaşan ve tarafsız ülkelerin gazeteleri taranmış, başta Kızılayın çıkardığı dergiler olmak üzere dönemin tüm yazılı basını incelenmiş ve esirlerle ilgili önemli bilgilere ulaşılmıştır. Döneme ait İstanbul basınında çıkan haberler de dikkatle incelenmiştir.

Birinci Dünya Savaşı’na katılmış ve esareti bizzat yaşamış subay ve yedek subayların anıları, konuyu aydınlatmak açısından en önemli kaynak eserler olarak tezimizde yer bulmuştur. Bu askerler, yıllar süren esaret günlerini, esarette yaşadıklarını, esaret şartlarını günbegün anlatarak ayrıntılı olarak aktarmışlardır.

Doktora çalışmamızda yukarıda zikredilen kaynaklardan istifade edilerek Türk esirlerin hangi cephelerde esarete düştükleri, birliklerinin ne kayıplar verdiği, kamplara nasıl ve ne şartlarda ulaştırıldıkları, esaretlerinin nerede ve ne zaman başlayıp son bulduğu, hangi kamplara gönderildikleri, kamplarda esirlere verilen sağlık hizmetleri, esirlerin kamplarda hangi şartlarda barındıkları, esirlere nasıl davranıldığı bilgilerine ulaşılmıştır. Bunun yanı sıra kampların konumu, şartları ve yöneticileri, uygulanan sansür işlemleri, esirlere verilen cezalar, çalışma ve esaret hayatı, kaldıkları yerler, yiyecek ve giyecek durumu; esirlerin sağlık ve moralleri, aileleriyle haberleşmeleri, aldıkları para havaleleri ve yardımlar arşiv belgelerinde rastlanan konular arasındadır. Tezimizde sadece cephede esir düşen askerler

incelenmiş olup cephe gerisinde esir düşmüş mülki görevlileri ve sivil esirler tezimiz dışında tutulmuştur.

Esirler hem kamplara nakilleri sırasında hem de kamplarda büyük sıkıntılar çekmişti. Bu sıkıntılar arasında beslenme, ailelerinden mektup alamama, parasızlık, ilgisizlik, kötü beslenme ve yaralanmalara bağlı fiziksel rahatsızlıklar, uzun süre esarette kalmanın yarattığı ruhsal bunalımlar bulunmaktadır. Esirlerin çoğu, yaralı ve hasta olarak cepheden alınıp kamplara getirilmiştir. Cepheden hasta ve yaralı getirilen esirlerin önemli bir kısmı kamplarda hayatını kaybetmiştir. Ayrıca, Türk esirlerinin Mısır kamplarında özellikle Ermeni doktorla marifeti ile kasden kör edildikleri iddiaları da ele alınmıştır.

Bunların haricinde yine arşiv ve diğer kaynaklardan yararlanılarak esirlerin günlük hayatları araştırıldı. Kamplardaki sosyal, kültürel, dini ve sportif faaliyetler esirlerin esaret hayatlarında önemli yer tutmuştur. Esirler, kamplarda mesleklerini icra edebilmişler ve yaptıkları el işlerinden az da olsa para kazanmışlardı.

Osmanlı ve İngiltere 1917 yılı sonunda esirlerin mübadelesi konusunda bir sözleşme imzalandı fakat değişik sebeplerle esirlerin değişiminde gecikmeler yaşandı. Osmanlı Devleti’nin savaştan yenik çıkması anlaşmayı fiilen hükümsüz kılmış ve esirlerin dönüşü birkaç yıl daha gecikmiştir. Bu arada Anadolu’yu işgale başlayan Yunanistan’ın, Kurtuluş Savaşı’na katılacakları gerekçesiyle esirlerin serbest bırakılmasına karşı çıkması; esirlerin dönüşünü engellemese de kısmen yavaşlatmıştır.

Nihayet serbest kalıp memleket yolculuğuna çıkan esirler Birmanya, Hindistan gibi uzak diyarlardan uzun gemi yolculuklarında pek çok problem yaşadılar. Türk esirlerin evlerine dönmeleri ve özgür olmaları sorunları bitirmemiş, asıl sıkıntı döndükten sonra başlamıştır.

Bu çalışmanın başından sonuna kadar geçen süreçte; konuyu bana tavsiye eden, konu hakkında pek çok eserlerden beni haberdar eden, çalışma süresince her türlü desteği veren ve her aşamasında önemli katkılar yapan danışman hocam Sayın Prof. Dr. Ali Fuat ÖRENÇ’e teşekkürü bir borç bilirim. Yine yönlendirmeleri, önerileri ve desteklerinden dolayı Prof. Dr. Abid Nazar MAHDUM ve Dr. Öğretim Üyesi Ayna ASKEROĞLU ARSLAN’a müteşekkirim. Ayrıca tezin başından sonuna kadar her aşamasında katkılarını esirgemeyen Doç. Dr. Levent DÜZCÜ’ye teşekkürü viii

bir borç bilirim. Yine bu çalışma süresince, çeşitli vesilelerle tanışmaktan mutlu olduğum ve yardımlarına müracaat ettiğim İbrahim Göksel BAYKAN, Mehmet KORKMAZ, Mehtap BAYKAL ve Onur ÇAPAR’a teşekkür ederim. T.C. Başkanlık Devlet Arşivleri yanı sıra İngiliz Milli, Türk Kızılayı, Cenevre Kızılhaç, Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüt ve Denetleme Başkanlığı, İstanbul Deniz Müzesi bünyesinde bulunan Deniz Tarihi, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Arşivleri ile Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM) Kütüphanesi çalışanlarına şükranlarımı sunarım.

Vedat TÜFEKÇİ

İstanbul, 2019

İÇİNDEKİLER

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDA İNGİLİZLERE ESİR DÜŞEN TÜRK ASKERLERİ 1

ÖZ.. iii

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDA İNGİLİZLERE ESİR DÜŞEN TÜRK ASKERLERİ iii

VEDAT TÜFEKÇİ iii

ABSTRACT. 4

VEDAT TÜFEKÇİ 4

ÖNSÖZ.. 4

Vedat TÜFEKÇİ viii

KISALTMALAR LİSTESİ 25

TABLOLAR LİSTESİ 27

GİRİŞ. 2

BİRİNCİ BÖLÜM... 14

İNGİLİZLERE ESİR DÜŞEN OSMANLI ASKERLERİNİN KAMPLARA İNTİKALİ SORUNLARI VE İSTASYON (GEÇİCİ) KAMPLARININ DURUMU.. 14

1.1          Irak (İstasyon) Esir Kampları 18

1.1.1          Basra Esir Kampı 19

1.1.2 Bağdat Esir Kampı 30

1.2 Esir Osmanlı Askerlerine Karşı Uygulanan Kötü Muamele ve Hukuk İhlalleri 37

1.2.1          Çanakkale Cephesi 38

1.2.2          Irak Cephesi 47

1.2.3 Filistin Cephesi 66

1.2.4          Kanal Cephesi 84

1.2.5          Hicaz ve Yemen Cephesi 93

1.2.6          Esirlerin Hindistan ve Burma Kamplarına İntikali 98

1.2.7          Irak Esir Kamplarında Amele Taburları 102

1.2.8 Irak Esir Kamplarında Firar Olayları 106

1.2.9 Irak Esir Kamplarında Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler. 112

İKİNCİ BÖLÜM... 114

TÜRK ESİRLERİNİN BULUNDUĞU DAİMİ KAMPLAR.. 114

Mısır Savaş Esirleri Kampları: 115

Mısır Kampları: 115

2.1          Hindistan ve Burma’daki Esir Kampları 116

2.1.1          Rajputan Sumerpur Kampı 122

2.1.2          Bombay Ahmed Nagar Kampı 178

2.1.3          Bombay Belgaum Kampı 159

2.1.4          Bombay Bellary Kampı 159

2.1.5          Kalküta İstasyon Kampı (Batı Bengal) 168

2.1.6          Kataphar Kampı (Batı Bengal) 169

2.1.7          Tognung Kampı 170

2.1.8          Burma (Hindiçin) Thatmyo Kampı 170

2.1.9          Burma (Sagaing) Shwebo Nekahet Kampı 180

2.1.10        Burma (Mandalay) Meiktila Kamp. 181

2.1.11        Rangoon (Yangon) Karantina Kampı 185

2.2          Mısır Esir Kampları 187

2.2.1          Kantara Geçici İstasyon Kampı 192

2.2.2          Mısır-ı Cedid Heliopolis Kampı 198

2.2.3          Kahire 2 Numaralı Abbasiye Hastanesi 204

2.2.4          Mısır Kızılay Hastanesi 205

2.2.5          Kahire Kalesi Kampı (Kasr El-Nil) 206

2.2.6          Maadi Kampı 211

2.2.7          Kahire Tura Kampı 218

2.2.8          İsmailiye Bilbeis Kampı 220

2.2.9          Tel El-Kebir Esir Kampı 223

2.2.10        İskenderiye Ras El-Tin Kampı 229

2.2.11        Seydi Beşir Kuveysna Kampı 232

2.3          Kıbrıs Esir Kampı 246

2.4          Selanik Esir Kampı 255

2.4.1          Selanik yakınlarında Dudular Esir Kampı 263

2.4.2          Karaissi Esir Kampı 264

2.4.3          Kalamaria Esir Kampı 264

2.5          Malta Esir Kampı 265

2.5.1          St. Claments Esir Kampı 269

2.5.2          Verdala Esir Kampı 271

2.5.3          Polverista (San Salvator) Esir Kampı 275

2.6          Man Adası Esir Kampı 276

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM... 289

TÜRK ESİRLERİN BULUNDUĞU KAMPLARIN ŞARTLARI 289

3.1          Esirlerin İaşe ve Giyim Durumu. 289

3.1.1          Mısır Esir Kamplarında Esirlerin İaşe ve Giyim Durumu. 289

Tablo 3.1: Maadi Kampında Bulunan Subayların İaşesi 299

Tablo 3.3: Heliopolis Kampında Esirlere Verilen Kıyafet, İaşe ve Ücretler. 311

1.1.2          Hindistan ve Burma Esir Kamplarında Esirlerin İaşe ve Giyim Durumu  312

1.1.3          Kıbrıs Esir Kampında Esirlerin İaşe ve Giyim Durumu. 327

1.1.4          Selanik Esir Kamplarında Esirlerin İaşe ve Giyim Durumu. 329

1.1.5          Malta Esir Kampında Esirlerin İaşe ve Giyim Durumu. 331

3.2          Esirlerin Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler. 333

3.2.1          Mısır Esir Kamplarında Türk Esirlerin Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler. 333

3.2.3          Hindistan ve Burma Esir Kamplarında Türk Esirlerin Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler. 349

3.2.4          Kıbrıs Esir Kampında Türk Esirlerin Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler. 359

3.2.5          Selanik Esir Kamplarında Türk Esirlerin Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler. 362

3.2.6          Malta Esir Kampında Türk Esirlerin Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler  362

3.3          Esir Kamplarında Dini Hayat 364

3.3.1          Mısır Esir Kamplarında Dini Hayat 364

3.3.2          Hindistan ve Burma Esir Kamplarında Dini Hayat 369

3.3.3          Kıbrıs Esir Kampında Dini Hayat 371

3.3.4          Selanik Esir Kamplarında Dini Hayat 373

3.3.5          Malta Esir Kampında Dini Hayat 374

3.4 Kamplarda Esirlere Yapılan Kötü Muamele. 374

3.4.1          Mısır Esir Kamplarında Esirlere Yapılan Kötü Muamele. 374

3.4.2 Hindistan Esir Kamplarında Esirlere Yapılan Kötü Muamele. 405

3.4.3          Kıbrıs Esir Kampında Esirlere Yapılan Kötü Muamele. 481

3.4.4          Selanik Esir Kamplarında Esirlere Yapılan Kötü Muamele. 485

3.4.5          Malta Esir Kampında Esirlere Yapılan Kötü Muamele. 486

3.5 Esir Kamplarında Esirlerin Çalıştırılması 488

3.5.1          Mısır Esir Kamplarında Esirlerin Çalıştırılması 489

3.5.2          Hindistan ve Burma Esir Kamplarında Esirlerin Çalıştırılması 491

1.1.3          Kıbrıs Esir Kampında Esirlerin Çalıştırılması 517

1.1.4          Selanik Esir Kamplarında Esirlerin Çalıştırılması 518

1.1.5          Malta Esir Kampında Esirlerin Çalıştırılması 521

3.6          Esir Kamplarında Esirlerin Mallarına El Konulması 521

3.6.1          Mısır Esir Kamplarında Esirlerin Mallarına El Konulması 521

3.6.2          Hindistan ve Burma Esir Kamplarında Esirlerin Mallarına El Konulması 532

3.6.3          Kıbrıs Esir Kampında Esirlerin Mallarına El Konulması 532

3.6.4          Selanik Esir Kamplarında Esirlerin Mallarına El Konulması 532

3.6.5          Malta Esir Kampında Esirlerin Mallarına El Konulması 533

3.7          Kamplarında Görülen Firar Olayları 534

3.7.1          Mısır Esir Kamplarında Görülen Firar Olayları 534

3.7.2          Hindistan ve Burma Esir Kamplarında Görülen Firar Olayları 542

3.7.3 Kıbrıs Halkının Esirlere Yardımı; Adada İsyan Hareketleri ve Firar Olayları 548

3.7.4          Selanik Esir Kamplarında Görülen Firar Olayları 553

3.7.5          Malta Esir Kampında Görülen Firar Olayları 554

3.8 Esir Kamplarında Yaşanan İç Yönetim, Disiplin, İşbirlikçilik ve Uyum Sorunları 554

3.8.1          Mısır Esir Kamplarında Yaşanan İç Yönetim, Disiplin, İşbirlikçilik ve Uyum Sorunları 555

3.8.2 Hindistan ve Burma Esir Kamplarında Yaşanan İç Yönetim, Disiplin, İşbirlikçilik ve Uyum Sorunları 564

3.8.3          Kıbrıs Esir Kampında Yaşanan İç Yönetim, Disiplin, İşbirlikçilik ve Uyum Sorunları 594

3.8.4          Selanik Esir Kamplarında Yaşanan İç Yönetim, Disiplin, İşbirlikçilik ve Uyum Sorunları 595

3.8.5          Malta Esir Kampında Yaşanan İç Yönetim, Disiplin, İşbirlikçilik ve Uyum Sorunları 595

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM... 601

TÜRK ESİR KAMPLARINDA SAĞLIK ŞARTLARI 601

1         .1 Esirlerin Kamplara İntikalleri Sırasında Karşılaşılan Sağlık Sorunları 603

Tablo 4.1: Madras Hastane Gemisinde Hayatını Kaybeden Esirlerin Ölüm Sebepleri 611

4.2          Hindistan Esir Kamplarında Hastalıklar. 613

4.2.1          Sumerpur Esir Kampının Sağlık Şartları 615

4.2.2          Bellary Esir Kampının Sağlık Şartları 618

4.2.3          Thatmyo Esir Kampının Sağlık Şartları 626

ARAPLAR.. 635

Tablo 4.6: 1915 Yılına Ait Thatmyo Kampında Hastanesinde Hayatını Kaybeden Esirlerin Ölüm Sebepleri ve İstatistikleri 638

Tablo 4.7: 1916 Yılına Ait Thatmyo Kampında Hastanesinde Hayatını 641

Kaybeden Esirlerin Ölüm Sebepleri ve İstatistikleri 641

Tablo 4.8: 1918 Yılına Ait Thatmyo Kampında Hastanesinde Hayatını 642

Kaybeden Esirlerin Ölüm Sebepleri ve İstatistikleri 642

4.2.4          Meiktila Esir Kampının Sağlık Şartları 646

4.2.5          Hindistan’daki Diğer Esir Kamplarının Sağlık Şartları 647

4.3          Mısır Esir Kamplarında Görülen Hastalıklar. 649

4.3.1          Kantara Geçici Esir Kampının Sağlık Şartları 655

4.3.2          Heliopolis Esir Kampının Sağlık Şartları 656

Tablo 4.9: Heliopolis Kampında Vefat Eden Bir Esire Ait Ölüm Raporu. 658

4.3.3          Mısır 2 Nolu Abbasiye Hastanesinin Sağlık Şartları 659

Tablo 4.10: 2 Nolu Abbasiye Hastanesindeki Hastalık ve Hasta Sayısını Gösteren Liste. 661

Tablo 4.11: 2 Nolu Abbasiye Hastanesinde Hastalık sonucu Gerçekleşen. 661

Ölümlerin Listesi 661

4.3.4          Kahire Kızılay Hastanesinin Sağlık Şartları 662

4.3.5          Kahire Kalesi Esir Kampının Sağlık Şartları 664

4.3.6          Maadi Esir Kampının Sağlık Şartları 665

3.3.7 Bilbeis Esir Kampının Sağlık Şartları 667

4.3.8 Tel El-Kebir Esir Kampının Sağlık Şartları 668

4.3.9 Ras El-Tin Esir Kampının Sağlık Şartları 669

4.3.10 Seydi Beşir Esir Kampının Sağlık Şartları 670

4.4          Kıbrıs Esir Kampının Sağlık Şartları 674

4.5          Selanik Esir Kampının Sağlık Şartları 675

4.6          Malta Esir Kampının Sağlık Şartları 677

4.7          Man Adası Esir Kampının Sağlık Şartları 678

4.8          Mısır Esir kamplarında Görülen Hastalıklar. 679

4.8.1          Esaret Sonrası Yurda Dönebilen Esirlerin Sağlık Durumları 681

Tablo 4.14: Esaret Sonrası Yurda Dönen Esirlerde Görülen Göz Hastalıkları 686

İstatistiki 686

4.8.2 Mısır Esir Kamplarında Pellagra Hastalığı 719

Tablo 4.16: Pellegra Hastalığının Protein Değeri Düşük Diyet ile İlişkisini Gösteren Liste. 724

Tablo 4.17: Pellegra Hastalığının Esirlere Uygulanan Diyet ile İlişkisini 724

Gösteren Liste. 724

Tablo 4.18: Doğu Kantara İşçi Kampında Bulunan Türk Savaş Esirlerinin Kan Basıncı 731

Tablo 4.19: Erken Seviyede Pellegra Hastası Türk Savaş Esirlerinin Kan Basıncı ve Hastalığa Ait Bazı Semptomlar. 732

Tablo 4.23: Pellegra Hastası Türk Savaş Esirlerinin İdrar Tahlilleri 742

Tablo 4.24: Pellegra Hastası Türk Savaş Esirlerinin İdrar Tahlilleri 743

4.8.3          Mısır Esir Kamplarında Psikoz Hastalığı 746

4.8.4          Mısır Esir Kamplarında Esirlerin Gözlerinin Kör Edilmesi İddiaları ve Esirlerin Gözlerinin Kör Edilmesinde Ermenilerin Rolü. 751

4.8.5          Esir Kamplarında Diş Tedavisi 775

4.8.6          Esir kamplarında İntihar Vakaları 776

BEŞİNCİ BÖLÜM... 782

TÜRK ESİRLERİN AİLELERİ İLE HABERLEŞMESİ 782

5.1          Haberleşmede Yaşanan Sorunlar. 783

5.2          Sansür İşlemleri 792

5.3          Posta Havale İşlemleri 795

5.4          Paket ve Koli (Kargo) İşlemleri 797

5.5          Haberleşmede Yaşanan Sorunların Çözümüne Yönelik Çabalar. 799

5.6          Türk Esirlere Karşı Yapılan Menfi Propagandalar. 825

5.6.1          Kamplarda Esirlere Yönelik Propaganda Faaliyetleri 825

5.6.2          Cephede Savaşan Askere Yönelik Propaganda Faaliyetleri 830

5.7          Kamplarda Türk Esirlerin Çıkardığı Gazete ve Dergiler. 847

5.8          Türk Esirlerin Mektuplara Yansıyan Duygu ve Düşünceleri 848

5.9          Esir Kamplarında Oluşan Şehitlikler. 848

5.10        Esir Kamplarında Oluşan Şehitlikler. 860

ALTINCI BÖLÜM... 861

İNGİLTERE’NİN ELİNDEKİ TÜRK ESİRLERİN GERİ GETİRİLMELERİ İÇİN YAPILAN FAALİYETLER.. 861

6.1          Esir Mübadelesi Öncesi Tarafların Durumu. 893

6.2          Bern İtilafnamesi Öncesi Osmanlı İngiliz Esir Değişimi Müzakereleri 876

6.3          Bern Barış Konferansı’nda Esirlerin Durumuna dair Müzakereler. 909

6.4          Esir Mübadelesine Dair Bern İtilafnamesi 933

6.5 Bern İtilafnamesi Sonrası Gelişmeler. 945

6.6 Esirlerin Geri dönüşleri 976

6.6.1          Irak ve Suriye Bölgelerindeki Esirlerin Geri dönüşleri 976

6.6.2 Mısır’daki Türk Esirlerin Geri Dönüşü. 986

6.6.3 Hindistan ve Burma’daki Esirlerin Geri Dönüşü. 1028

6.6.4          Kıbrıs Türk Esir Kampının Boşaltılması 1036

6.6.5          Selanik Türk Esir Kamplarının Boşaltılması 1036

6.6.6 Londra Konferansı ve Malta Türk Esir Kampının Boşaltılması 1038

6.7 Türk Esirlerin İstanbul’a ve Anadolu’ya Sevki 1044

6.8          Esirlerin Yurda Dönmesi Sürecinde Yapılan Esirlere Yönelik Diğer Faaliyetler. 1051

6.9          Yurda Dönmeleri Sonrası Esirlerin Durumu. 1057

6.10        Geri Dönen Esirlerin Millî Mücadeleye Katılmaları 1069

6.11        Savaş Süresince ve Savaş Sonrası Esir Listelerin Değişimi 1074

SONUÇ.. 1078

KAYNAKÇA.. 1108

1.        Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Arşivi 1108

2.        Avustralya Savaş Müzesi Arşivi 1108

Muamelat genel müdürlüğü (30.1.0.0.0) 1108

BEO. 1108

DH. EUM. 5. ŞUBE. 1108

DH. EUM. MEM. 1108

DH. EUM. SSM. 1108

DH. İUM. 1108

DH MB. HPS. 1108

HR. İM. 1108

HR. SYS. 1109

HR. TO. 1109

İ. DUİT. 1109

MV. 1109

ŞD. 1109

5.        Deniz Müzesi Komutanlığı Arşivi 1109

6.        Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Arşivi 1110

ATASE Birinci Dünya Harbi Koleksiyonu. 1110

ATASE İstiklal Harbi Koleksiyonu. 1110

7.        İngiliz Deniz Müzesi Arşivi 1110

National Maritime Museum... 1110

8.        İngiliz Milli Arşivi (The National Archive of Britain) 1110

TNA, ADM. 1110

CAB. 1110

CO. 1110

FO. 1110

WO. 1110

MH. 1110

T. 1110

9.        Kızılhaç Arşivi (Comite International De La Croix-Rouge, Geneve) 1111

10.          Kızılaycı Hamid Bey’in Özel Arşivi 1111

11.          Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Milli Arşiv ve Araştırma Dairesi 1111

12.          Sözlü Arşiv (Vedat Tüfekçi Hususi Arşivi) 1111

13.          Türk Kızılayı Arşivi 1111

B.        BASILI KAYNAKLAR VE TEZLER.. 1111

Birinci Dünya Harbi: Hicaz Asir Yemen Cephesi.. Harekâtı, T.C. Genelkurmay. 1112

Britanya Selanik Kuvvetleri Savaş Günlüğü, Cilt 1, Savaş Esirleri Kampı, WO. 95/4945. 1112

Cumberland Argusand Fruitgrowers. 1113

Daily Capital Journal, 2 November 1918. 1113

Doğruyol Gazetesi, 19 Ocak 1920. 1113

Doğumunun 100. Yılında Atatürk’ün Silah. 1113

Arkadaşları:   Yaşayan Çanakkaleli 1113

Dubbo Liberal and Macquarie Advocate, 3 November 1916. 1113

Osmanlı Belgelerinde Birinci Dünya Harbi: 1115

Osmanlı Belgelerinde Birinci Dünya Harbi: 1115

Osmanlı       Belgelerinde Çanakkale. 1115

Osmanlı       Belgelerinde Çanakkale. 1116

Rus ve İngilizlere Karşı Bir Osmanlı Neferi 1917-1918:. Serezli Mehmed Ragıb, Haz. 1117

Western Champion and General Advertiser for the Central-Western, 3 April 1915. 1119

Kıbrıs’ta      Varoluş Mücadelemiz. 1129

Şehitliklerimiz ve Anıtlarımız, İstanbul, 1990. 1129

EKLER.. 1133

ÖZGEÇMİŞ. 1144

2.1.1                                                                      

x

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDA İNGİLİZLERE ESİR DÜŞEN TÜRK ASKERLERİ 1

ÖZ.. iii

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDA İNGİLİZLERE ESİR DÜŞEN TÜRK ASKERLERİ iii

VEDAT TÜFEKÇİ iii

ABSTRACT. 4

VEDAT TÜFEKÇİ 4

ÖNSÖZ.. 4

Vedat TÜFEKÇİ viii

KISALTMALAR LİSTESİ 35

TABLOLAR LİSTESİ 37

GİRİŞ. 2

BİRİNCİ BÖLÜM... 14

İNGİLİZLERE ESİR DÜŞEN OSMANLI ASKERLERİNİN KAMPLARA İNTİKALİ SORUNLARI VE İSTASYON (GEÇİCİ) KAMPLARININ DURUMU.. 14

1.1          Irak (İstasyon) Esir Kampları 18

1.1.1          Basra Esir Kampı 19

1.1.2 Bağdat Esir Kampı 30

1.2 Esir Osmanlı Askerlerine Karşı Uygulanan Kötü Muamele ve Hukuk İhlalleri 37

1.2.1          Çanakkale Cephesi 38

1.2.2          Irak Cephesi 47

1.2.3 Filistin Cephesi 66

1.2.4          Kanal Cephesi 84

1.2.5          Hicaz ve Yemen Cephesi 93

1.2.6          Esirlerin Hindistan ve Burma Kamplarına İntikali 98

1.2.7          Irak Esir Kamplarında Amele Taburları 102

1.2.8 Irak Esir Kamplarında Firar Olayları 106

1.2.9 Irak Esir Kamplarında Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler. 112

İKİNCİ BÖLÜM... 114

TÜRK ESİRLERİNİN BULUNDUĞU DAİMİ KAMPLAR.. 114

Mısır Savaş Esirleri Kampları: 115

Mısır Kampları: 115

2.1          Hindistan ve Burma’daki Esir Kampları 116

2.1.1          Rajputan Sumerpur Kampı 122

2.1.2          Bombay Ahmed Nagar Kampı 178

2.1.3          Bombay Belgaum Kampı 159

2.1.4          Bombay Bellary Kampı 159

2.1.5          Kalküta İstasyon Kampı (Batı Bengal) 168

2.1.6          Kataphar Kampı (Batı Bengal) 169

2.1.7          Tognung Kampı 170

2.1.8          Burma (Hindiçin) Thatmyo Kampı 170

2.1.9          Burma (Sagaing) Shwebo Nekahet Kampı 180

2.1.10            Burma (Mandalay) Meiktila Kamp. 181

2.1.11            Rangoon (Yangon) Karantina Kampı 185

2.2          Mısır Esir Kampları 187

2.2.1          Kantara Geçici İstasyon Kampı 192

2.2.2          Mısır-ı Cedid Heliopolis Kampı 198

2.2.3          Kahire 2 Numaralı Abbasiye Hastanesi 204

2.2.4          Mısır Kızılay Hastanesi 205

2.2.5          Kahire Kalesi Kampı (Kasr El-Nil) 206

2.2.6          Maadi Kampı 211

2.2.7          Kahire Tura Kampı 218

2.2.8          İsmailiye Bilbeis Kampı 220

2.2.9          Tel El-Kebir Esir Kampı 223

2.2.10            İskenderiye Ras El-Tin Kampı 229

2.2.11            Seydi Beşir Kuveysna Kampı 232

2.3          Kıbrıs Esir Kampı 246

2.4          Selanik Esir Kampı 255

2.4.1          Selanik yakınlarında Dudular Esir Kampı 263

2.4.2          Karaissi Esir Kampı 264

2.4.3          Kalamaria Esir Kampı 264

2.5          Malta Esir Kampı 265

2.5.1          St. Claments Esir Kampı 269

2.5.2          Verdala Esir Kampı 271

2.5.3          Polverista (San Salvator) Esir Kampı 275

2.6          Man Adası Esir Kampı 276

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM... 289

TÜRK ESİRLERİN BULUNDUĞU KAMPLARIN ŞARTLARI 289

3.1          Esirlerin İaşe ve Giyim Durumu. 289

3.1.1          Mısır Esir Kamplarında Esirlerin İaşe ve Giyim Durumu. 289

Tablo 3.1: Maadi Kampında Bulunan Subayların İaşesi 299

Tablo 3.3: Heliopolis Kampında Esirlere Verilen Kıyafet, İaşe ve Ücretler. 311

1.1.2          Hindistan ve Burma Esir Kamplarında Esirlerin İaşe ve Giyim Durumu  312

1.1.3          Kıbrıs Esir Kampında Esirlerin İaşe ve Giyim Durumu. 327

1.1.4          Selanik Esir Kamplarında Esirlerin İaşe ve Giyim Durumu. 329

1.1.5          Malta Esir Kampında Esirlerin İaşe ve Giyim Durumu. 331

3.2          Esirlerin Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler. 333

3.2.1          Mısır Esir Kamplarında Türk Esirlerin Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler. 333

3.2.3          Hindistan ve Burma Esir Kamplarında Türk Esirlerin Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler. 349

3.2.4          Kıbrıs Esir Kampında Türk Esirlerin Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler. 359

3.2.5          Selanik Esir Kamplarında Türk Esirlerin Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler. 362

3.2.6          Malta Esir Kampında Türk Esirlerin Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler  362

3.3          Esir Kamplarında Dini Hayat 364

3.3.1          Mısır Esir Kamplarında Dini Hayat 364

3.3.2          Hindistan ve Burma Esir Kamplarında Dini Hayat 369

3.3.3          Kıbrıs Esir Kampında Dini Hayat 371

3.3.4          Selanik Esir Kamplarında Dini Hayat 373

3.3.5          Malta Esir Kampında Dini Hayat 374

3.4 Kamplarda Esirlere Yapılan Kötü Muamele. 374

3.4.1          Mısır Esir Kamplarında Esirlere Yapılan Kötü Muamele. 374

3.4.2 Hindistan Esir Kamplarında Esirlere Yapılan Kötü Muamele. 405

3.4.3          Kıbrıs Esir Kampında Esirlere Yapılan Kötü Muamele. 481

3.4.4          Selanik Esir Kamplarında Esirlere Yapılan Kötü Muamele. 485

3.4.5          Malta Esir Kampında Esirlere Yapılan Kötü Muamele. 486

3.5 Esir Kamplarında Esirlerin Çalıştırılması 488

3.5.1          Mısır Esir Kamplarında Esirlerin Çalıştırılması 489

3.5.2          Hindistan ve Burma Esir Kamplarında Esirlerin Çalıştırılması 491

1.1.3          Kıbrıs Esir Kampında Esirlerin Çalıştırılması 517

1.1.4          Selanik Esir Kamplarında Esirlerin Çalıştırılması 518

1.1.5          Malta Esir Kampında Esirlerin Çalıştırılması 521

3.6          Esir Kamplarında Esirlerin Mallarına El Konulması 521

3.6.1          Mısır Esir Kamplarında Esirlerin Mallarına El Konulması 521

3.6.2          Hindistan ve Burma Esir Kamplarında Esirlerin Mallarına El Konulması 532

3.6.3          Kıbrıs Esir Kampında Esirlerin Mallarına El Konulması 532

3.6.4          Selanik Esir Kamplarında Esirlerin Mallarına El Konulması 532

3.6.5          Malta Esir Kampında Esirlerin Mallarına El Konulması 533

3.7          Kamplarında Görülen Firar Olayları 534

3.7.1          Mısır Esir Kamplarında Görülen Firar Olayları 534

3.7.2          Hindistan ve Burma Esir Kamplarında Görülen Firar Olayları 542

3.7.3 Kıbrıs Halkının Esirlere Yardımı; Adada İsyan Hareketleri ve Firar Olayları 548

3.7.4          Selanik Esir Kamplarında Görülen Firar Olayları 553

3.7.5          Malta Esir Kampında Görülen Firar Olayları 554

3.8 Esir Kamplarında Yaşanan İç Yönetim, Disiplin, İşbirlikçilik ve Uyum Sorunları 554

3.8.1          Mısır Esir Kamplarında Yaşanan İç Yönetim, Disiplin, İşbirlikçilik ve Uyum Sorunları 555

3.8.2 Hindistan ve Burma Esir Kamplarında Yaşanan İç Yönetim, Disiplin, İşbirlikçilik ve Uyum Sorunları 564

3.8.3          Kıbrıs Esir Kampında Yaşanan İç Yönetim, Disiplin, İşbirlikçilik ve Uyum Sorunları 594

3.8.4          Selanik Esir Kamplarında Yaşanan İç Yönetim, Disiplin, İşbirlikçilik ve Uyum Sorunları 595

3.8.5          Malta Esir Kampında Yaşanan İç Yönetim, Disiplin, İşbirlikçilik ve Uyum Sorunları 595

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM... 601

TÜRK ESİR KAMPLARINDA SAĞLIK ŞARTLARI 601

1         .1 Esirlerin Kamplara İntikalleri Sırasında Karşılaşılan Sağlık Sorunları 603

Tablo 4.1: Madras Hastane Gemisinde Hayatını Kaybeden Esirlerin Ölüm Sebepleri 611

4.2          Hindistan Esir Kamplarında Hastalıklar. 613

4.2.1          Sumerpur Esir Kampının Sağlık Şartları 615

4.2.2          Bellary Esir Kampının Sağlık Şartları 618

4.2.3          Thatmyo Esir Kampının Sağlık Şartları 626

ARAPLAR.. 635

Tablo 4.6: 1915 Yılına Ait Thatmyo Kampında Hastanesinde Hayatını Kaybeden Esirlerin Ölüm Sebepleri ve İstatistikleri 638

Tablo 4.7: 1916 Yılına Ait Thatmyo Kampında Hastanesinde Hayatını 641

Kaybeden Esirlerin Ölüm Sebepleri ve İstatistikleri 641

Tablo 4.8: 1918 Yılına Ait Thatmyo Kampında Hastanesinde Hayatını 642

Kaybeden Esirlerin Ölüm Sebepleri ve İstatistikleri 642

4.2.4          Meiktila Esir Kampının Sağlık Şartları 646

4.2.5          Hindistan’daki Diğer Esir Kamplarının Sağlık Şartları 647

4.3          Mısır Esir Kamplarında Görülen Hastalıklar. 649

4.3.1          Kantara Geçici Esir Kampının Sağlık Şartları 655

4.3.2          Heliopolis Esir Kampının Sağlık Şartları 656

Tablo 4.9: Heliopolis Kampında Vefat Eden Bir Esire Ait Ölüm Raporu. 658

4.3.3          Mısır 2 Nolu Abbasiye Hastanesinin Sağlık Şartları 659

Tablo 4.10: 2 Nolu Abbasiye Hastanesindeki Hastalık ve Hasta Sayısını Gösteren Liste. 661

Tablo 4.11: 2 Nolu Abbasiye Hastanesinde Hastalık sonucu Gerçekleşen. 661

Ölümlerin Listesi 661

4.3.4          Kahire Kızılay Hastanesinin Sağlık Şartları 662

4.3.5          Kahire Kalesi Esir Kampının Sağlık Şartları 664

4.3.6          Maadi Esir Kampının Sağlık Şartları 665

3.3.7 Bilbeis Esir Kampının Sağlık Şartları 667

4.3.8 Tel El-Kebir Esir Kampının Sağlık Şartları 668

4.3.9 Ras El-Tin Esir Kampının Sağlık Şartları 669

4.3.10 Seydi Beşir Esir Kampının Sağlık Şartları 670

4.4          Kıbrıs Esir Kampının Sağlık Şartları 674

4.5          Selanik Esir Kampının Sağlık Şartları 675

4.6          Malta Esir Kampının Sağlık Şartları 677

4.7          Man Adası Esir Kampının Sağlık Şartları 678

4.8          Mısır Esir kamplarında Görülen Hastalıklar. 679

4.8.1          Esaret Sonrası Yurda Dönebilen Esirlerin Sağlık Durumları 681

Tablo 4.14: Esaret Sonrası Yurda Dönen Esirlerde Görülen Göz Hastalıkları 686

İstatistiki 686

4.8.2 Mısır Esir Kamplarında Pellagra Hastalığı 719

Tablo 4.16: Pellegra Hastalığının Protein Değeri Düşük Diyet ile İlişkisini Gösteren Liste. 724

Tablo 4.17: Pellegra Hastalığının Esirlere Uygulanan Diyet ile İlişkisini 724

Gösteren Liste. 724

Tablo 4.18: Doğu Kantara İşçi Kampında Bulunan Türk Savaş Esirlerinin Kan Basıncı 731

Tablo 4.19: Erken Seviyede Pellegra Hastası Türk Savaş Esirlerinin Kan Basıncı ve Hastalığa Ait Bazı Semptomlar. 732

Tablo 4.23: Pellegra Hastası Türk Savaş Esirlerinin İdrar Tahlilleri 742

Tablo 4.24: Pellegra Hastası Türk Savaş Esirlerinin İdrar Tahlilleri 743

4.8.3          Mısır Esir Kamplarında Psikoz Hastalığı 746

4.8.4          Mısır Esir Kamplarında Esirlerin Gözlerinin Kör Edilmesi İddiaları ve Esirlerin Gözlerinin Kör Edilmesinde Ermenilerin Rolü. 751

4.8.5          Esir Kamplarında Diş Tedavisi 775

4.8.6          Esir kamplarında İntihar Vakaları 776

BEŞİNCİ BÖLÜM... 782

TÜRK ESİRLERİN AİLELERİ İLE HABERLEŞMESİ 782

5.1          Haberleşmede Yaşanan Sorunlar. 783

5.2          Sansür İşlemleri 792

5.3          Posta Havale İşlemleri 795

5.4          Paket ve Koli (Kargo) İşlemleri 797

5.5          Haberleşmede Yaşanan Sorunların Çözümüne Yönelik Çabalar. 799

5.6          Türk Esirlere Karşı Yapılan Menfi Propagandalar. 825

5.6.1          Kamplarda Esirlere Yönelik Propaganda Faaliyetleri 825

5.6.2          Cephede Savaşan Askere Yönelik Propaganda Faaliyetleri 830

5.7          Kamplarda Türk Esirlerin Çıkardığı Gazete ve Dergiler. 847

5.8          Türk Esirlerin Mektuplara Yansıyan Duygu ve Düşünceleri 848

5.9          Esir Kamplarında Oluşan Şehitlikler. 848

5.10           Esir Kamplarında Oluşan Şehitlikler. 860

ALTINCI BÖLÜM... 861

İNGİLTERE’NİN ELİNDEKİ TÜRK ESİRLERİN GERİ GETİRİLMELERİ İÇİN YAPILAN FAALİYETLER.. 861

6.1          Esir Mübadelesi Öncesi Tarafların Durumu. 893

6.2          Bern İtilafnamesi Öncesi Osmanlı İngiliz Esir Değişimi Müzakereleri 876

6.3          Bern Barış Konferansı’nda Esirlerin Durumuna dair Müzakereler. 909

6.4          Esir Mübadelesine Dair Bern İtilafnamesi 933

6.5 Bern İtilafnamesi Sonrası Gelişmeler. 945

6.6 Esirlerin Geri dönüşleri 976

6.6.1          Irak ve Suriye Bölgelerindeki Esirlerin Geri dönüşleri 976

6.6.2 Mısır’daki Türk Esirlerin Geri Dönüşü. 986

6.6.3 Hindistan ve Burma’daki Esirlerin Geri Dönüşü. 1028

6.6.4          Kıbrıs Türk Esir Kampının Boşaltılması 1036

6.6.5          Selanik Türk Esir Kamplarının Boşaltılması 1036

6.6.6 Londra Konferansı ve Malta Türk Esir Kampının Boşaltılması 1038

6.7 Türk Esirlerin İstanbul’a ve Anadolu’ya Sevki 1044

6.8          Esirlerin Yurda Dönmesi Sürecinde Yapılan Esirlere Yönelik Diğer Faaliyetler. 1051

6.9          Yurda Dönmeleri Sonrası Esirlerin Durumu. 1057

6.10           Geri Dönen Esirlerin Millî Mücadeleye Katılmaları 1069

6.11           Savaş Süresince ve Savaş Sonrası Esir Listelerin Değişimi 1074

SONUÇ.. 1078

KAYNAKÇA.. 1108

1.            Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Arşivi 1108

2.            Avustralya Savaş Müzesi Arşivi 1108

Muamelat genel müdürlüğü (30.1.0.0.0) 1108

BEO. 1108

DH. EUM. 5. ŞUBE. 1108

DH. EUM. MEM. 1108

DH. EUM. SSM. 1108

DH. İUM. 1108

DH MB. HPS. 1108

HR. İM. 1108

HR. SYS. 1109

HR. TO. 1109

İ. DUİT. 1109

MV. 1109

ŞD. 1109

5.            Deniz Müzesi Komutanlığı Arşivi 1109

6.            Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Arşivi 1110

ATASE Birinci Dünya Harbi Koleksiyonu. 1110

ATASE İstiklal Harbi Koleksiyonu. 1110

7.            İngiliz Deniz Müzesi Arşivi 1110

National Maritime Museum... 1110

8.            İngiliz Milli Arşivi (The National Archive of Britain) 1110

TNA, ADM. 1110

CAB. 1110

CO. 1110

FO. 1110

WO. 1110

MH. 1110

T. 1110

9.            Kızılhaç Arşivi (Comite International De La Croix-Rouge, Geneve) 1111

10.          Kızılaycı Hamid Bey’in Özel Arşivi 1111

11.          Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Milli Arşiv ve Araştırma Dairesi 1111

12.          Sözlü Arşiv (Vedat Tüfekçi Hususi Arşivi) 1111

13.          Türk Kızılayı Arşivi 1111

B.           BASILI KAYNAKLAR VE TEZLER.. 1111

Birinci Dünya Harbi: Hicaz Asir Yemen Cephesi      Harekâtı, T.C. Genelkurmay  1112

Britanya Selanik Kuvvetleri Savaş Günlüğü, Cilt 1, Savaş Esirleri Kampı, WO. 95/4945. 1112

Cumberland Argusand Fruitgrowers. 1113

Daily Capital Journal, 2 November 1918. 1113

Doğruyol Gazetesi, 19 Ocak 1920. 1113

Doğumunun 100. Yılında Atatürk’ün Silah. 1113

Arkadaşları:       Yaşayan Çanakkaleli 1113

Dubbo Liberal and Macquarie Advocate, 3 November 1916. 1113

Osmanlı Belgelerinde Birinci Dünya Harbi: 1115

Osmanlı Belgelerinde Birinci Dünya Harbi: 1115

Osmanlı          Belgelerinde Çanakkale. 1115

Osmanlı          Belgelerinde Çanakkale. 1116

Rus ve İngilizlere Karşı Bir Osmanlı Neferi 1917-1918:         Serezli Mehmed Ragıb, Haz. 1117

Western Champion and General Advertiser for the Central-Western, 3 April 1915. 1119

Kıbrıs’ta          Varoluş Mücadelemiz. 1129

Şehitliklerimiz ve Anıtlarımız, İstanbul, 1990. 1129

EKLER.. 1133

ÖZGEÇMİŞ. 1144

2.2                                                          

TÜRK ESİRLERİN BULUNDUĞU KAMPLARIN ŞARTLARI

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDA İNGİLİZLERE ESİR DÜŞEN TÜRK ASKERLERİ 1

ÖZ.. iii

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDA İNGİLİZLERE ESİR DÜŞEN TÜRK ASKERLERİ iii

VEDAT TÜFEKÇİ iii

ABSTRACT. 4

VEDAT TÜFEKÇİ 4

ÖNSÖZ.. 4

Vedat TÜFEKÇİ viii

KISALTMALAR LİSTESİ 43

TABLOLAR LİSTESİ 45

GİRİŞ. 2

BİRİNCİ BÖLÜM... 14

İNGİLİZLERE ESİR DÜŞEN OSMANLI ASKERLERİNİN KAMPLARA İNTİKALİ SORUNLARI VE İSTASYON (GEÇİCİ) KAMPLARININ DURUMU.. 14

1.1          Irak (İstasyon) Esir Kampları 18

1.1.1          Basra Esir Kampı 19

1.1.2 Bağdat Esir Kampı 30

1.2 Esir Osmanlı Askerlerine Karşı Uygulanan Kötü Muamele ve Hukuk İhlalleri 37

1.2.1          Çanakkale Cephesi 38

1.2.2          Irak Cephesi 47

1.2.3 Filistin Cephesi 66

1.2.4          Kanal Cephesi 84

1.2.5          Hicaz ve Yemen Cephesi 93

1.2.6          Esirlerin Hindistan ve Burma Kamplarına İntikali 98

1.2.7          Irak Esir Kamplarında Amele Taburları 102

1.2.8 Irak Esir Kamplarında Firar Olayları 106

1.2.9 Irak Esir Kamplarında Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler. 112

İKİNCİ BÖLÜM... 114

TÜRK ESİRLERİNİN BULUNDUĞU DAİMİ KAMPLAR.. 114

Mısır Savaş Esirleri Kampları: 115

Mısır Kampları: 115

2.1          Hindistan ve Burma’daki Esir Kampları 116

2.1.1          Rajputan Sumerpur Kampı 122

2.1.2          Bombay Ahmed Nagar Kampı 178

2.1.3          Bombay Belgaum Kampı 159

2.1.4          Bombay Bellary Kampı 159

2.1.5          Kalküta İstasyon Kampı (Batı Bengal) 168

2.1.6          Kataphar Kampı (Batı Bengal) 169

2.1.7          Tognung Kampı 170

2.1.8          Burma (Hindiçin) Thatmyo Kampı 170

2.1.9          Burma (Sagaing) Shwebo Nekahet Kampı 180

2.1.10            Burma (Mandalay) Meiktila Kamp. 181

2.1.11            Rangoon (Yangon) Karantina Kampı 185

2.2          Mısır Esir Kampları 187

2.2.1          Kantara Geçici İstasyon Kampı 192

2.2.2          Mısır-ı Cedid Heliopolis Kampı 198

2.2.3          Kahire 2 Numaralı Abbasiye Hastanesi 204

2.2.4          Mısır Kızılay Hastanesi 205

2.2.5          Kahire Kalesi Kampı (Kasr El-Nil) 206

2.2.6          Maadi Kampı 211

2.2.7          Kahire Tura Kampı 218

2.2.8          İsmailiye Bilbeis Kampı 220

2.2.9          Tel El-Kebir Esir Kampı 223

2.2.10            İskenderiye Ras El-Tin Kampı 229

2.2.11            Seydi Beşir Kuveysna Kampı 232

2.3          Kıbrıs Esir Kampı 246

2.4          Selanik Esir Kampı 255

2.4.1          Selanik yakınlarında Dudular Esir Kampı 263

2.4.2          Karaissi Esir Kampı 264

2.4.3          Kalamaria Esir Kampı 264

2.5          Malta Esir Kampı 265

2.5.1          St. Claments Esir Kampı 269

2.5.2          Verdala Esir Kampı 271

2.5.3          Polverista (San Salvator) Esir Kampı 275

2.6          Man Adası Esir Kampı 276

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM... 289

TÜRK ESİRLERİN BULUNDUĞU KAMPLARIN ŞARTLARI 289

3.1          Esirlerin İaşe ve Giyim Durumu. 289

3.1.1          Mısır Esir Kamplarında Esirlerin İaşe ve Giyim Durumu. 289

Tablo 3.1: Maadi Kampında Bulunan Subayların İaşesi 299

Tablo 3.3: Heliopolis Kampında Esirlere Verilen Kıyafet, İaşe ve Ücretler. 311

1.1.2          Hindistan ve Burma Esir Kamplarında Esirlerin İaşe ve Giyim Durumu  312

1.1.3          Kıbrıs Esir Kampında Esirlerin İaşe ve Giyim Durumu. 327

1.1.4          Selanik Esir Kamplarında Esirlerin İaşe ve Giyim Durumu. 329

1.1.5          Malta Esir Kampında Esirlerin İaşe ve Giyim Durumu. 331

3.2          Esirlerin Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler. 333

3.2.1          Mısır Esir Kamplarında Türk Esirlerin Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler. 333

3.2.3          Hindistan ve Burma Esir Kamplarında Türk Esirlerin Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler. 349

3.2.4          Kıbrıs Esir Kampında Türk Esirlerin Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler. 359

3.2.5          Selanik Esir Kamplarında Türk Esirlerin Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler. 362

3.2.6          Malta Esir Kampında Türk Esirlerin Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler  362

3.3          Esir Kamplarında Dini Hayat 364

3.3.1          Mısır Esir Kamplarında Dini Hayat 364

3.3.2          Hindistan ve Burma Esir Kamplarında Dini Hayat 369

3.3.3          Kıbrıs Esir Kampında Dini Hayat 371

3.3.4          Selanik Esir Kamplarında Dini Hayat 373

3.3.5          Malta Esir Kampında Dini Hayat 374

3.4 Kamplarda Esirlere Yapılan Kötü Muamele. 374

3.4.1          Mısır Esir Kamplarında Esirlere Yapılan Kötü Muamele. 374

3.4.2 Hindistan Esir Kamplarında Esirlere Yapılan Kötü Muamele. 405

3.4.3          Kıbrıs Esir Kampında Esirlere Yapılan Kötü Muamele. 481

3.4.4          Selanik Esir Kamplarında Esirlere Yapılan Kötü Muamele. 485

3.4.5          Malta Esir Kampında Esirlere Yapılan Kötü Muamele. 486

3.5 Esir Kamplarında Esirlerin Çalıştırılması 488

3.5.1          Mısır Esir Kamplarında Esirlerin Çalıştırılması 489

3.5.2          Hindistan ve Burma Esir Kamplarında Esirlerin Çalıştırılması 491

1.1.3          Kıbrıs Esir Kampında Esirlerin Çalıştırılması 517

1.1.4          Selanik Esir Kamplarında Esirlerin Çalıştırılması 518

1.1.5          Malta Esir Kampında Esirlerin Çalıştırılması 521

3.6          Esir Kamplarında Esirlerin Mallarına El Konulması 521

3.6.1          Mısır Esir Kamplarında Esirlerin Mallarına El Konulması 521

3.6.2          Hindistan ve Burma Esir Kamplarında Esirlerin Mallarına El Konulması 532

3.6.3          Kıbrıs Esir Kampında Esirlerin Mallarına El Konulması 532

3.6.4          Selanik Esir Kamplarında Esirlerin Mallarına El Konulması 532

3.6.5          Malta Esir Kampında Esirlerin Mallarına El Konulması 533

3.7          Kamplarında Görülen Firar Olayları 534

3.7.1          Mısır Esir Kamplarında Görülen Firar Olayları 534

3.7.2          Hindistan ve Burma Esir Kamplarında Görülen Firar Olayları 542

3.7.3 Kıbrıs Halkının Esirlere Yardımı; Adada İsyan Hareketleri ve Firar Olayları 548

3.7.4          Selanik Esir Kamplarında Görülen Firar Olayları 553

3.7.5          Malta Esir Kampında Görülen Firar Olayları 554

3.8 Esir Kamplarında Yaşanan İç Yönetim, Disiplin, İşbirlikçilik ve Uyum Sorunları 554

3.8.1          Mısır Esir Kamplarında Yaşanan İç Yönetim, Disiplin, İşbirlikçilik ve Uyum Sorunları 555

3.8.2 Hindistan ve Burma Esir Kamplarında Yaşanan İç Yönetim, Disiplin, İşbirlikçilik ve Uyum Sorunları 564

3.8.3          Kıbrıs Esir Kampında Yaşanan İç Yönetim, Disiplin, İşbirlikçilik ve Uyum Sorunları 594

3.8.4          Selanik Esir Kamplarında Yaşanan İç Yönetim, Disiplin, İşbirlikçilik ve Uyum Sorunları 595

3.8.5          Malta Esir Kampında Yaşanan İç Yönetim, Disiplin, İşbirlikçilik ve Uyum Sorunları 595

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM... 601

TÜRK ESİR KAMPLARINDA SAĞLIK ŞARTLARI 601

1         .1 Esirlerin Kamplara İntikalleri Sırasında Karşılaşılan Sağlık Sorunları 603

Tablo 4.1: Madras Hastane Gemisinde Hayatını Kaybeden Esirlerin Ölüm Sebepleri 611

4.2          Hindistan Esir Kamplarında Hastalıklar. 613

4.2.1          Sumerpur Esir Kampının Sağlık Şartları 615

4.2.2          Bellary Esir Kampının Sağlık Şartları 618

4.2.3          Thatmyo Esir Kampının Sağlık Şartları 626

ARAPLAR.. 635

Tablo 4.6: 1915 Yılına Ait Thatmyo Kampında Hastanesinde Hayatını Kaybeden Esirlerin Ölüm Sebepleri ve İstatistikleri 638

Tablo 4.7: 1916 Yılına Ait Thatmyo Kampında Hastanesinde Hayatını 641

Kaybeden Esirlerin Ölüm Sebepleri ve İstatistikleri 641

Tablo 4.8: 1918 Yılına Ait Thatmyo Kampında Hastanesinde Hayatını 642

Kaybeden Esirlerin Ölüm Sebepleri ve İstatistikleri 642

4.2.4          Meiktila Esir Kampının Sağlık Şartları 646

4.2.5          Hindistan’daki Diğer Esir Kamplarının Sağlık Şartları 647

4.3          Mısır Esir Kamplarında Görülen Hastalıklar. 649

4.3.1          Kantara Geçici Esir Kampının Sağlık Şartları 655

4.3.2          Heliopolis Esir Kampının Sağlık Şartları 656

Tablo 4.9: Heliopolis Kampında Vefat Eden Bir Esire Ait Ölüm Raporu. 658

4.3.3          Mısır 2 Nolu Abbasiye Hastanesinin Sağlık Şartları 659

Tablo 4.10: 2 Nolu Abbasiye Hastanesindeki Hastalık ve Hasta Sayısını Gösteren Liste. 661

Tablo 4.11: 2 Nolu Abbasiye Hastanesinde Hastalık sonucu Gerçekleşen. 661

Ölümlerin Listesi 661

4.3.4          Kahire Kızılay Hastanesinin Sağlık Şartları 662

4.3.5          Kahire Kalesi Esir Kampının Sağlık Şartları 664

4.3.6          Maadi Esir Kampının Sağlık Şartları 665

3.3.7 Bilbeis Esir Kampının Sağlık Şartları 667

4.3.8 Tel El-Kebir Esir Kampının Sağlık Şartları 668

4.3.9 Ras El-Tin Esir Kampının Sağlık Şartları 669

4.3.10 Seydi Beşir Esir Kampının Sağlık Şartları 670

4.4          Kıbrıs Esir Kampının Sağlık Şartları 674

4.5          Selanik Esir Kampının Sağlık Şartları 675

4.6          Malta Esir Kampının Sağlık Şartları 677

4.7          Man Adası Esir Kampının Sağlık Şartları 678

4.8          Mısır Esir kamplarında Görülen Hastalıklar. 679

4.8.1          Esaret Sonrası Yurda Dönebilen Esirlerin Sağlık Durumları 681

Tablo 4.14: Esaret Sonrası Yurda Dönen Esirlerde Görülen Göz Hastalıkları 686

İstatistiki 686

4.8.2 Mısır Esir Kamplarında Pellagra Hastalığı 719

Tablo 4.16: Pellegra Hastalığının Protein Değeri Düşük Diyet ile İlişkisini Gösteren Liste. 724

Tablo 4.17: Pellegra Hastalığının Esirlere Uygulanan Diyet ile İlişkisini 724

Gösteren Liste. 724

Tablo 4.18: Doğu Kantara İşçi Kampında Bulunan Türk Savaş Esirlerinin Kan Basıncı 731

Tablo 4.19: Erken Seviyede Pellegra Hastası Türk Savaş Esirlerinin Kan Basıncı ve Hastalığa Ait Bazı Semptomlar. 732

Tablo 4.23: Pellegra Hastası Türk Savaş Esirlerinin İdrar Tahlilleri 742

Tablo 4.24: Pellegra Hastası Türk Savaş Esirlerinin İdrar Tahlilleri 743

4.8.3          Mısır Esir Kamplarında Psikoz Hastalığı 746

4.8.4          Mısır Esir Kamplarında Esirlerin Gözlerinin Kör Edilmesi İddiaları ve Esirlerin Gözlerinin Kör Edilmesinde Ermenilerin Rolü. 751

4.8.5          Esir Kamplarında Diş Tedavisi 775

4.8.6          Esir kamplarında İntihar Vakaları 776

BEŞİNCİ BÖLÜM... 782

TÜRK ESİRLERİN AİLELERİ İLE HABERLEŞMESİ 782

5.1          Haberleşmede Yaşanan Sorunlar. 783

5.2          Sansür İşlemleri 792

5.3          Posta Havale İşlemleri 795

5.4          Paket ve Koli (Kargo) İşlemleri 797

5.5          Haberleşmede Yaşanan Sorunların Çözümüne Yönelik Çabalar. 799

5.6          Türk Esirlere Karşı Yapılan Menfi Propagandalar. 825

5.6.1          Kamplarda Esirlere Yönelik Propaganda Faaliyetleri 825

5.6.2          Cephede Savaşan Askere Yönelik Propaganda Faaliyetleri 830

5.7          Kamplarda Türk Esirlerin Çıkardığı Gazete ve Dergiler. 847

5.8          Türk Esirlerin Mektuplara Yansıyan Duygu ve Düşünceleri 848

5.9          Esir Kamplarında Oluşan Şehitlikler. 848

5.10           Esir Kamplarında Oluşan Şehitlikler. 860

ALTINCI BÖLÜM... 861

İNGİLTERE’NİN ELİNDEKİ TÜRK ESİRLERİN GERİ GETİRİLMELERİ İÇİN YAPILAN FAALİYETLER.. 861

6.1          Esir Mübadelesi Öncesi Tarafların Durumu. 893

6.2          Bern İtilafnamesi Öncesi Osmanlı İngiliz Esir Değişimi Müzakereleri 876

6.3          Bern Barış Konferansı’nda Esirlerin Durumuna dair Müzakereler. 909

6.4          Esir Mübadelesine Dair Bern İtilafnamesi 933

6.5 Bern İtilafnamesi Sonrası Gelişmeler. 945

6.6 Esirlerin Geri dönüşleri 976

6.6.1          Irak ve Suriye Bölgelerindeki Esirlerin Geri dönüşleri 976

6.6.2 Mısır’daki Türk Esirlerin Geri Dönüşü. 986

6.6.3 Hindistan ve Burma’daki Esirlerin Geri Dönüşü. 1028

6.6.4          Kıbrıs Türk Esir Kampının Boşaltılması 1036

6.6.5          Selanik Türk Esir Kamplarının Boşaltılması 1036

6.6.6 Londra Konferansı ve Malta Türk Esir Kampının Boşaltılması 1038

6.7 Türk Esirlerin İstanbul’a ve Anadolu’ya Sevki 1044

6.8          Esirlerin Yurda Dönmesi Sürecinde Yapılan Esirlere Yönelik Diğer Faaliyetler. 1051

6.9          Yurda Dönmeleri Sonrası Esirlerin Durumu. 1057

6.10           Geri Dönen Esirlerin Millî Mücadeleye Katılmaları 1069

6.11           Savaş Süresince ve Savaş Sonrası Esir Listelerin Değişimi 1074

SONUÇ.. 1078

KAYNAKÇA.. 1108

1.            Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Arşivi 1108

2.            Avustralya Savaş Müzesi Arşivi 1108

Muamelat genel müdürlüğü (30.1.0.0.0) 1108

BEO. 1108

DH. EUM. 5. ŞUBE. 1108

DH. EUM. MEM. 1108

DH. EUM. SSM. 1108

DH. İUM. 1108

DH MB. HPS. 1108

HR. İM. 1108

HR. SYS. 1109

HR. TO. 1109

İ. DUİT. 1109

MV. 1109

ŞD. 1109

5.            Deniz Müzesi Komutanlığı Arşivi 1109

6.            Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Arşivi 1110

ATASE Birinci Dünya Harbi Koleksiyonu. 1110

ATASE İstiklal Harbi Koleksiyonu. 1110

7.            İngiliz Deniz Müzesi Arşivi 1110

National Maritime Museum... 1110

8.            İngiliz Milli Arşivi (The National Archive of Britain) 1110

TNA, ADM. 1110

CAB. 1110

CO. 1110

FO. 1110

WO. 1110

MH. 1110

T. 1110

9.            Kızılhaç Arşivi (Comite International De La Croix-Rouge, Geneve) 1111

10.          Kızılaycı Hamid Bey’in Özel Arşivi 1111

11.          Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Milli Arşiv ve Araştırma Dairesi 1111

12.          Sözlü Arşiv (Vedat Tüfekçi Hususi Arşivi) 1111

13.          Türk Kızılayı Arşivi 1111

B.           BASILI KAYNAKLAR VE TEZLER.. 1111

Birinci Dünya Harbi: Hicaz Asir Yemen Cephesi      Harekâtı, T.C. Genelkurmay  1112

Britanya Selanik Kuvvetleri Savaş Günlüğü, Cilt 1, Savaş Esirleri Kampı, WO. 95/4945. 1112

Cumberland Argusand Fruitgrowers. 1113

Daily Capital Journal, 2 November 1918. 1113

Doğruyol Gazetesi, 19 Ocak 1920. 1113

Doğumunun 100. Yılında Atatürk’ün Silah. 1113

Arkadaşları:       Yaşayan Çanakkaleli 1113

Dubbo Liberal and Macquarie Advocate, 3 November 1916. 1113

Osmanlı Belgelerinde Birinci Dünya Harbi: 1115

Osmanlı Belgelerinde Birinci Dünya Harbi: 1115

Osmanlı          Belgelerinde Çanakkale. 1115

Osmanlı          Belgelerinde Çanakkale. 1116

Rus ve İngilizlere Karşı Bir Osmanlı Neferi 1917-1918:         Serezli Mehmed Ragıb, Haz. 1117

Western Champion and General Advertiser for the Central-Western, 3 April 1915. 1119

Kıbrıs’ta          Varoluş Mücadelemiz. 1129

Şehitliklerimiz ve Anıtlarımız, İstanbul, 1990. 1129

EKLER.. 1133

ÖZGEÇMİŞ. 1144

3.1.1                                                                      

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

TÜRK ESİR KAMPLARINDA SAĞLIK ŞARTLARI

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDA İNGİLİZLERE ESİR DÜŞEN TÜRK ASKERLERİ 1

ÖZ.. iii

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDA İNGİLİZLERE ESİR DÜŞEN TÜRK ASKERLERİ iii

VEDAT TÜFEKÇİ iii

ABSTRACT. 4

VEDAT TÜFEKÇİ 4

ÖNSÖZ.. 4

Vedat TÜFEKÇİ viii

KISALTMALAR LİSTESİ 52

TABLOLAR LİSTESİ 54

GİRİŞ. 2

BİRİNCİ BÖLÜM... 14

İNGİLİZLERE ESİR DÜŞEN OSMANLI ASKERLERİNİN KAMPLARA İNTİKALİ SORUNLARI VE İSTASYON (GEÇİCİ) KAMPLARININ DURUMU.. 14

1.1          Irak (İstasyon) Esir Kampları 18

1.1.1          Basra Esir Kampı 19

1.1.2 Bağdat Esir Kampı 30

1.2 Esir Osmanlı Askerlerine Karşı Uygulanan Kötü Muamele ve Hukuk İhlalleri 37

1.2.1          Çanakkale Cephesi 38

1.2.2          Irak Cephesi 47

1.2.3 Filistin Cephesi 66

1.2.4          Kanal Cephesi 84

1.2.5          Hicaz ve Yemen Cephesi 93

1.2.6          Esirlerin Hindistan ve Burma Kamplarına İntikali 98

1.2.7          Irak Esir Kamplarında Amele Taburları 102

1.2.8 Irak Esir Kamplarında Firar Olayları 106

1.2.9 Irak Esir Kamplarında Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler. 112

İKİNCİ BÖLÜM... 114

TÜRK ESİRLERİNİN BULUNDUĞU DAİMİ KAMPLAR.. 114

Mısır Savaş Esirleri Kampları: 115

Mısır Kampları: 115

2.1          Hindistan ve Burma’daki Esir Kampları 116

2.1.1          Rajputan Sumerpur Kampı 122

2.1.2          Bombay Ahmed Nagar Kampı 178

2.1.3          Bombay Belgaum Kampı 159

2.1.4          Bombay Bellary Kampı 159

2.1.5          Kalküta İstasyon Kampı (Batı Bengal) 168

2.1.6          Kataphar Kampı (Batı Bengal) 169

2.1.7          Tognung Kampı 170

2.1.8          Burma (Hindiçin) Thatmyo Kampı 170

2.1.9          Burma (Sagaing) Shwebo Nekahet Kampı 180

2.1.10            Burma (Mandalay) Meiktila Kamp. 181

2.1.11            Rangoon (Yangon) Karantina Kampı 185

2.2          Mısır Esir Kampları 187

2.2.1          Kantara Geçici İstasyon Kampı 192

2.2.2          Mısır-ı Cedid Heliopolis Kampı 198

2.2.3          Kahire 2 Numaralı Abbasiye Hastanesi 204

2.2.4          Mısır Kızılay Hastanesi 205

2.2.5          Kahire Kalesi Kampı (Kasr El-Nil) 206

2.2.6          Maadi Kampı 211

2.2.7          Kahire Tura Kampı 218

2.2.8          İsmailiye Bilbeis Kampı 220

2.2.9          Tel El-Kebir Esir Kampı 223

2.2.10            İskenderiye Ras El-Tin Kampı 229

2.2.11            Seydi Beşir Kuveysna Kampı 232

2.3          Kıbrıs Esir Kampı 246

2.4          Selanik Esir Kampı 255

2.4.1          Selanik yakınlarında Dudular Esir Kampı 263

2.4.2          Karaissi Esir Kampı 264

2.4.3          Kalamaria Esir Kampı 264

2.5          Malta Esir Kampı 265

2.5.1          St. Claments Esir Kampı 269

2.5.2          Verdala Esir Kampı 271

2.5.3          Polverista (San Salvator) Esir Kampı 275

2.6          Man Adası Esir Kampı 276

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM... 289

TÜRK ESİRLERİN BULUNDUĞU KAMPLARIN ŞARTLARI 289

3.1          Esirlerin İaşe ve Giyim Durumu. 289

3.1.1          Mısır Esir Kamplarında Esirlerin İaşe ve Giyim Durumu. 289

Tablo 3.1: Maadi Kampında Bulunan Subayların İaşesi 299

Tablo 3.3: Heliopolis Kampında Esirlere Verilen Kıyafet, İaşe ve Ücretler. 311

1.1.2          Hindistan ve Burma Esir Kamplarında Esirlerin İaşe ve Giyim Durumu  312

1.1.3          Kıbrıs Esir Kampında Esirlerin İaşe ve Giyim Durumu. 327

1.1.4          Selanik Esir Kamplarında Esirlerin İaşe ve Giyim Durumu. 329

1.1.5          Malta Esir Kampında Esirlerin İaşe ve Giyim Durumu. 331

3.2          Esirlerin Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler. 333

3.2.1          Mısır Esir Kamplarında Türk Esirlerin Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler. 333

3.2.3          Hindistan ve Burma Esir Kamplarında Türk Esirlerin Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler. 349

3.2.4          Kıbrıs Esir Kampında Türk Esirlerin Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler. 359

3.2.5          Selanik Esir Kamplarında Türk Esirlerin Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler. 362

3.2.6          Malta Esir Kampında Türk Esirlerin Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler  362

3.3          Esir Kamplarında Dini Hayat 364

3.3.1          Mısır Esir Kamplarında Dini Hayat 364

3.3.2          Hindistan ve Burma Esir Kamplarında Dini Hayat 369

3.3.3          Kıbrıs Esir Kampında Dini Hayat 371

3.3.4          Selanik Esir Kamplarında Dini Hayat 373

3.3.5          Malta Esir Kampında Dini Hayat 374

3.4 Kamplarda Esirlere Yapılan Kötü Muamele. 374

3.4.1          Mısır Esir Kamplarında Esirlere Yapılan Kötü Muamele. 374

3.4.2 Hindistan Esir Kamplarında Esirlere Yapılan Kötü Muamele. 405

3.4.3          Kıbrıs Esir Kampında Esirlere Yapılan Kötü Muamele. 481

3.4.4          Selanik Esir Kamplarında Esirlere Yapılan Kötü Muamele. 485

3.4.5          Malta Esir Kampında Esirlere Yapılan Kötü Muamele. 486

3.5 Esir Kamplarında Esirlerin Çalıştırılması 488

3.5.1          Mısır Esir Kamplarında Esirlerin Çalıştırılması 489

3.5.2          Hindistan ve Burma Esir Kamplarında Esirlerin Çalıştırılması 491

1.1.3          Kıbrıs Esir Kampında Esirlerin Çalıştırılması 517

1.1.4          Selanik Esir Kamplarında Esirlerin Çalıştırılması 518

1.1.5          Malta Esir Kampında Esirlerin Çalıştırılması 521

3.6          Esir Kamplarında Esirlerin Mallarına El Konulması 521

3.6.1          Mısır Esir Kamplarında Esirlerin Mallarına El Konulması 521

3.6.2          Hindistan ve Burma Esir Kamplarında Esirlerin Mallarına El Konulması 532

3.6.3          Kıbrıs Esir Kampında Esirlerin Mallarına El Konulması 532

3.6.4          Selanik Esir Kamplarında Esirlerin Mallarına El Konulması 532

3.6.5          Malta Esir Kampında Esirlerin Mallarına El Konulması 533

3.7          Kamplarında Görülen Firar Olayları 534

3.7.1          Mısır Esir Kamplarında Görülen Firar Olayları 534

3.7.2          Hindistan ve Burma Esir Kamplarında Görülen Firar Olayları 542

3.7.3 Kıbrıs Halkının Esirlere Yardımı; Adada İsyan Hareketleri ve Firar Olayları 548

3.7.4          Selanik Esir Kamplarında Görülen Firar Olayları 553

3.7.5          Malta Esir Kampında Görülen Firar Olayları 554

3.8 Esir Kamplarında Yaşanan İç Yönetim, Disiplin, İşbirlikçilik ve Uyum Sorunları 554

3.8.1          Mısır Esir Kamplarında Yaşanan İç Yönetim, Disiplin, İşbirlikçilik ve Uyum Sorunları 555

3.8.2 Hindistan ve Burma Esir Kamplarında Yaşanan İç Yönetim, Disiplin, İşbirlikçilik ve Uyum Sorunları 564

3.8.3          Kıbrıs Esir Kampında Yaşanan İç Yönetim, Disiplin, İşbirlikçilik ve Uyum Sorunları 594

3.8.4          Selanik Esir Kamplarında Yaşanan İç Yönetim, Disiplin, İşbirlikçilik ve Uyum Sorunları 595

3.8.5          Malta Esir Kampında Yaşanan İç Yönetim, Disiplin, İşbirlikçilik ve Uyum Sorunları 595

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM... 601

TÜRK ESİR KAMPLARINDA SAĞLIK ŞARTLARI 601

1         .1 Esirlerin Kamplara İntikalleri Sırasında Karşılaşılan Sağlık Sorunları 603

Tablo 4.1: Madras Hastane Gemisinde Hayatını Kaybeden Esirlerin Ölüm Sebepleri 611

4.2          Hindistan Esir Kamplarında Hastalıklar. 613

4.2.1          Sumerpur Esir Kampının Sağlık Şartları 615

4.2.2          Bellary Esir Kampının Sağlık Şartları 618

4.2.3          Thatmyo Esir Kampının Sağlık Şartları 626

ARAPLAR.. 635

Tablo 4.6: 1915 Yılına Ait Thatmyo Kampında Hastanesinde Hayatını Kaybeden Esirlerin Ölüm Sebepleri ve İstatistikleri 638

Tablo 4.7: 1916 Yılına Ait Thatmyo Kampında Hastanesinde Hayatını 641

Kaybeden Esirlerin Ölüm Sebepleri ve İstatistikleri 641

Tablo 4.8: 1918 Yılına Ait Thatmyo Kampında Hastanesinde Hayatını 642

Kaybeden Esirlerin Ölüm Sebepleri ve İstatistikleri 642

4.2.4          Meiktila Esir Kampının Sağlık Şartları 646

4.2.5          Hindistan’daki Diğer Esir Kamplarının Sağlık Şartları 647

4.3          Mısır Esir Kamplarında Görülen Hastalıklar. 649

4.3.1          Kantara Geçici Esir Kampının Sağlık Şartları 655

4.3.2          Heliopolis Esir Kampının Sağlık Şartları 656

Tablo 4.9: Heliopolis Kampında Vefat Eden Bir Esire Ait Ölüm Raporu. 658

4.3.3          Mısır 2 Nolu Abbasiye Hastanesinin Sağlık Şartları 659

Tablo 4.10: 2 Nolu Abbasiye Hastanesindeki Hastalık ve Hasta Sayısını Gösteren Liste. 661

Tablo 4.11: 2 Nolu Abbasiye Hastanesinde Hastalık sonucu Gerçekleşen. 661

Ölümlerin Listesi 661

4.3.4          Kahire Kızılay Hastanesinin Sağlık Şartları 662

4.3.5          Kahire Kalesi Esir Kampının Sağlık Şartları 664

4.3.6          Maadi Esir Kampının Sağlık Şartları 665

3.3.7 Bilbeis Esir Kampının Sağlık Şartları 667

4.3.8 Tel El-Kebir Esir Kampının Sağlık Şartları 668

4.3.9 Ras El-Tin Esir Kampının Sağlık Şartları 669

4.3.10 Seydi Beşir Esir Kampının Sağlık Şartları 670

4.4          Kıbrıs Esir Kampının Sağlık Şartları 674

4.5          Selanik Esir Kampının Sağlık Şartları 675

4.6          Malta Esir Kampının Sağlık Şartları 677

4.7          Man Adası Esir Kampının Sağlık Şartları 678

4.8          Mısır Esir kamplarında Görülen Hastalıklar. 679

4.8.1          Esaret Sonrası Yurda Dönebilen Esirlerin Sağlık Durumları 681

Tablo 4.14: Esaret Sonrası Yurda Dönen Esirlerde Görülen Göz Hastalıkları 686

İstatistiki 686

4.8.2 Mısır Esir Kamplarında Pellagra Hastalığı 719

Tablo 4.16: Pellegra Hastalığının Protein Değeri Düşük Diyet ile İlişkisini Gösteren Liste. 724

Tablo 4.17: Pellegra Hastalığının Esirlere Uygulanan Diyet ile İlişkisini 724

Gösteren Liste. 724

Tablo 4.18: Doğu Kantara İşçi Kampında Bulunan Türk Savaş Esirlerinin Kan Basıncı 731

Tablo 4.19: Erken Seviyede Pellegra Hastası Türk Savaş Esirlerinin Kan Basıncı ve Hastalığa Ait Bazı Semptomlar. 732

Tablo 4.23: Pellegra Hastası Türk Savaş Esirlerinin İdrar Tahlilleri 742

Tablo 4.24: Pellegra Hastası Türk Savaş Esirlerinin İdrar Tahlilleri 743

4.8.3          Mısır Esir Kamplarında Psikoz Hastalığı 746

4.8.4          Mısır Esir Kamplarında Esirlerin Gözlerinin Kör Edilmesi İddiaları ve Esirlerin Gözlerinin Kör Edilmesinde Ermenilerin Rolü. 751

4.8.5          Esir Kamplarında Diş Tedavisi 775

4.8.6          Esir kamplarında İntihar Vakaları 776

BEŞİNCİ BÖLÜM... 782

TÜRK ESİRLERİN AİLELERİ İLE HABERLEŞMESİ 782

5.1          Haberleşmede Yaşanan Sorunlar. 783

5.2          Sansür İşlemleri 792

5.3          Posta Havale İşlemleri 795

5.4          Paket ve Koli (Kargo) İşlemleri 797

5.5          Haberleşmede Yaşanan Sorunların Çözümüne Yönelik Çabalar. 799

5.6          Türk Esirlere Karşı Yapılan Menfi Propagandalar. 825

5.6.1          Kamplarda Esirlere Yönelik Propaganda Faaliyetleri 825

5.6.2          Cephede Savaşan Askere Yönelik Propaganda Faaliyetleri 830

5.7          Kamplarda Türk Esirlerin Çıkardığı Gazete ve Dergiler. 847

5.8          Türk Esirlerin Mektuplara Yansıyan Duygu ve Düşünceleri 848

5.9          Esir Kamplarında Oluşan Şehitlikler. 848

5.10           Esir Kamplarında Oluşan Şehitlikler. 860

ALTINCI BÖLÜM... 861

İNGİLTERE’NİN ELİNDEKİ TÜRK ESİRLERİN GERİ GETİRİLMELERİ İÇİN YAPILAN FAALİYETLER.. 861

6.1          Esir Mübadelesi Öncesi Tarafların Durumu. 893

6.2          Bern İtilafnamesi Öncesi Osmanlı İngiliz Esir Değişimi Müzakereleri 876

6.3          Bern Barış Konferansı’nda Esirlerin Durumuna dair Müzakereler. 909

6.4          Esir Mübadelesine Dair Bern İtilafnamesi 933

6.5 Bern İtilafnamesi Sonrası Gelişmeler. 945

6.6 Esirlerin Geri dönüşleri 976

6.6.1          Irak ve Suriye Bölgelerindeki Esirlerin Geri dönüşleri 976

6.6.2 Mısır’daki Türk Esirlerin Geri Dönüşü. 986

6.6.3 Hindistan ve Burma’daki Esirlerin Geri Dönüşü. 1028

6.6.4          Kıbrıs Türk Esir Kampının Boşaltılması 1036

6.6.5          Selanik Türk Esir Kamplarının Boşaltılması 1036

6.6.6 Londra Konferansı ve Malta Türk Esir Kampının Boşaltılması 1038

6.7 Türk Esirlerin İstanbul’a ve Anadolu’ya Sevki 1044

6.8          Esirlerin Yurda Dönmesi Sürecinde Yapılan Esirlere Yönelik Diğer Faaliyetler. 1051

6.9          Yurda Dönmeleri Sonrası Esirlerin Durumu. 1057

6.10           Geri Dönen Esirlerin Millî Mücadeleye Katılmaları 1069

6.11           Savaş Süresince ve Savaş Sonrası Esir Listelerin Değişimi 1074

SONUÇ.. 1078

KAYNAKÇA.. 1108

1.            Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Arşivi 1108

2.            Avustralya Savaş Müzesi Arşivi 1108

Muamelat genel müdürlüğü (30.1.0.0.0) 1108

BEO. 1108

DH. EUM. 5. ŞUBE. 1108

DH. EUM. MEM. 1108

DH. EUM. SSM. 1108

DH. İUM. 1108

DH MB. HPS. 1108

HR. İM. 1108

HR. SYS. 1109

HR. TO. 1109

İ. DUİT. 1109

MV. 1109

ŞD. 1109

5.            Deniz Müzesi Komutanlığı Arşivi 1109

6.            Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Arşivi 1110

ATASE Birinci Dünya Harbi Koleksiyonu. 1110

ATASE İstiklal Harbi Koleksiyonu. 1110

7.            İngiliz Deniz Müzesi Arşivi 1110

National Maritime Museum... 1110

8.            İngiliz Milli Arşivi (The National Archive of Britain) 1110

TNA, ADM. 1110

CAB. 1110

CO. 1110

FO. 1110

WO. 1110

MH. 1110

T. 1110

9.            Kızılhaç Arşivi (Comite International De La Croix-Rouge, Geneve) 1111

10.          Kızılaycı Hamid Bey’in Özel Arşivi 1111

11.          Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Milli Arşiv ve Araştırma Dairesi 1111

12.          Sözlü Arşiv (Vedat Tüfekçi Hususi Arşivi) 1111

13.          Türk Kızılayı Arşivi 1111

B.           BASILI KAYNAKLAR VE TEZLER.. 1111

Birinci Dünya Harbi: Hicaz Asir Yemen Cephesi      Harekâtı, T.C. Genelkurmay  1112

Britanya Selanik Kuvvetleri Savaş Günlüğü, Cilt 1, Savaş Esirleri Kampı, WO. 95/4945. 1112

Cumberland Argusand Fruitgrowers. 1113

Daily Capital Journal, 2 November 1918. 1113

Doğruyol Gazetesi, 19 Ocak 1920. 1113

Doğumunun 100. Yılında Atatürk’ün Silah. 1113

Arkadaşları:       Yaşayan Çanakkaleli 1113

Dubbo Liberal and Macquarie Advocate, 3 November 1916. 1113

Osmanlı Belgelerinde Birinci Dünya Harbi: 1115

Osmanlı Belgelerinde Birinci Dünya Harbi: 1115

Osmanlı          Belgelerinde Çanakkale. 1115

Osmanlı          Belgelerinde Çanakkale. 1116

Rus ve İngilizlere Karşı Bir Osmanlı Neferi 1917-1918:         Serezli Mehmed Ragıb, Haz. 1117

Western Champion and General Advertiser for the Central-Western, 3 April 1915. 1119

Kıbrıs’ta          Varoluş Mücadelemiz. 1129

Şehitliklerimiz ve Anıtlarımız, İstanbul, 1990. 1129

EKLER.. 1133

ÖZGEÇMİŞ. 1144

4.1.1                                                          

TÜRK ESİRLERİN AİLELERİ İLE HABERLEŞMESİ

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDA İNGİLİZLERE ESİR DÜŞEN TÜRK ASKERLERİ 1

ÖZ.. iii

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDA İNGİLİZLERE ESİR DÜŞEN TÜRK ASKERLERİ iii

VEDAT TÜFEKÇİ iii

ABSTRACT. 4

VEDAT TÜFEKÇİ 4

ÖNSÖZ.. 4

Vedat TÜFEKÇİ viii

KISALTMALAR LİSTESİ 61

TABLOLAR LİSTESİ 63

GİRİŞ. 2

BİRİNCİ BÖLÜM... 14

İNGİLİZLERE ESİR DÜŞEN OSMANLI ASKERLERİNİN KAMPLARA İNTİKALİ SORUNLARI VE İSTASYON (GEÇİCİ) KAMPLARININ DURUMU.. 14

1.1          Irak (İstasyon) Esir Kampları 18

1.1.1          Basra Esir Kampı 19

1.1.2 Bağdat Esir Kampı 30

1.2 Esir Osmanlı Askerlerine Karşı Uygulanan Kötü Muamele ve Hukuk İhlalleri 37

1.2.1          Çanakkale Cephesi 38

1.2.2          Irak Cephesi 47

1.2.3 Filistin Cephesi 66

1.2.4          Kanal Cephesi 84

1.2.5          Hicaz ve Yemen Cephesi 93

1.2.6          Esirlerin Hindistan ve Burma Kamplarına İntikali 98

1.2.7          Irak Esir Kamplarında Amele Taburları 102

1.2.8 Irak Esir Kamplarında Firar Olayları 106

1.2.9 Irak Esir Kamplarında Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler. 112

İKİNCİ BÖLÜM... 114

TÜRK ESİRLERİNİN BULUNDUĞU DAİMİ KAMPLAR.. 114

Mısır Savaş Esirleri Kampları: 115

Mısır Kampları: 115

2.1          Hindistan ve Burma’daki Esir Kampları 116

2.1.1          Rajputan Sumerpur Kampı 122

2.1.2          Bombay Ahmed Nagar Kampı 178

2.1.3          Bombay Belgaum Kampı 159

2.1.4          Bombay Bellary Kampı 159

2.1.5          Kalküta İstasyon Kampı (Batı Bengal) 168

2.1.6          Kataphar Kampı (Batı Bengal) 169

2.1.7          Tognung Kampı 170

2.1.8          Burma (Hindiçin) Thatmyo Kampı 170

2.1.9          Burma (Sagaing) Shwebo Nekahet Kampı 180

2.1.10            Burma (Mandalay) Meiktila Kamp. 181

2.1.11            Rangoon (Yangon) Karantina Kampı 185

2.2          Mısır Esir Kampları 187

2.2.1          Kantara Geçici İstasyon Kampı 192

2.2.2          Mısır-ı Cedid Heliopolis Kampı 198

2.2.3          Kahire 2 Numaralı Abbasiye Hastanesi 204

2.2.4          Mısır Kızılay Hastanesi 205

2.2.5          Kahire Kalesi Kampı (Kasr El-Nil) 206

2.2.6          Maadi Kampı 211

2.2.7          Kahire Tura Kampı 218

2.2.8          İsmailiye Bilbeis Kampı 220

2.2.9          Tel El-Kebir Esir Kampı 223

2.2.10            İskenderiye Ras El-Tin Kampı 229

2.2.11            Seydi Beşir Kuveysna Kampı 232

2.3          Kıbrıs Esir Kampı 246

2.4          Selanik Esir Kampı 255

2.4.1          Selanik yakınlarında Dudular Esir Kampı 263

2.4.2          Karaissi Esir Kampı 264

2.4.3          Kalamaria Esir Kampı 264

2.5          Malta Esir Kampı 265

2.5.1          St. Claments Esir Kampı 269

2.5.2          Verdala Esir Kampı 271

2.5.3          Polverista (San Salvator) Esir Kampı 275

2.6          Man Adası Esir Kampı 276

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM... 289

TÜRK ESİRLERİN BULUNDUĞU KAMPLARIN ŞARTLARI 289

3.1          Esirlerin İaşe ve Giyim Durumu. 289

3.1.1          Mısır Esir Kamplarında Esirlerin İaşe ve Giyim Durumu. 289

Tablo 3.1: Maadi Kampında Bulunan Subayların İaşesi 299

Tablo 3.3: Heliopolis Kampında Esirlere Verilen Kıyafet, İaşe ve Ücretler. 311

1.1.2          Hindistan ve Burma Esir Kamplarında Esirlerin İaşe ve Giyim Durumu  312

1.1.3          Kıbrıs Esir Kampında Esirlerin İaşe ve Giyim Durumu. 327

1.1.4          Selanik Esir Kamplarında Esirlerin İaşe ve Giyim Durumu. 329

1.1.5          Malta Esir Kampında Esirlerin İaşe ve Giyim Durumu. 331

3.2          Esirlerin Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler. 333

3.2.1          Mısır Esir Kamplarında Türk Esirlerin Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler. 333

3.2.3          Hindistan ve Burma Esir Kamplarında Türk Esirlerin Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler. 349

3.2.4          Kıbrıs Esir Kampında Türk Esirlerin Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler. 359

3.2.5          Selanik Esir Kamplarında Türk Esirlerin Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler. 362

3.2.6          Malta Esir Kampında Türk Esirlerin Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler  362

3.3          Esir Kamplarında Dini Hayat 364

3.3.1          Mısır Esir Kamplarında Dini Hayat 364

3.3.2          Hindistan ve Burma Esir Kamplarında Dini Hayat 369

3.3.3          Kıbrıs Esir Kampında Dini Hayat 371

3.3.4          Selanik Esir Kamplarında Dini Hayat 373

3.3.5          Malta Esir Kampında Dini Hayat 374

3.4 Kamplarda Esirlere Yapılan Kötü Muamele. 374

3.4.1          Mısır Esir Kamplarında Esirlere Yapılan Kötü Muamele. 374

3.4.2 Hindistan Esir Kamplarında Esirlere Yapılan Kötü Muamele. 405

3.4.3          Kıbrıs Esir Kampında Esirlere Yapılan Kötü Muamele. 481

3.4.4          Selanik Esir Kamplarında Esirlere Yapılan Kötü Muamele. 485

3.4.5          Malta Esir Kampında Esirlere Yapılan Kötü Muamele. 486

3.5 Esir Kamplarında Esirlerin Çalıştırılması 488

3.5.1          Mısır Esir Kamplarında Esirlerin Çalıştırılması 489

3.5.2          Hindistan ve Burma Esir Kamplarında Esirlerin Çalıştırılması 491

1.1.3          Kıbrıs Esir Kampında Esirlerin Çalıştırılması 517

1.1.4          Selanik Esir Kamplarında Esirlerin Çalıştırılması 518

1.1.5          Malta Esir Kampında Esirlerin Çalıştırılması 521

3.6          Esir Kamplarında Esirlerin Mallarına El Konulması 521

3.6.1          Mısır Esir Kamplarında Esirlerin Mallarına El Konulması 521

3.6.2          Hindistan ve Burma Esir Kamplarında Esirlerin Mallarına El Konulması 532

3.6.3          Kıbrıs Esir Kampında Esirlerin Mallarına El Konulması 532

3.6.4          Selanik Esir Kamplarında Esirlerin Mallarına El Konulması 532

3.6.5          Malta Esir Kampında Esirlerin Mallarına El Konulması 533

3.7          Kamplarında Görülen Firar Olayları 534

3.7.1          Mısır Esir Kamplarında Görülen Firar Olayları 534

3.7.2          Hindistan ve Burma Esir Kamplarında Görülen Firar Olayları 542

3.7.3 Kıbrıs Halkının Esirlere Yardımı; Adada İsyan Hareketleri ve Firar Olayları 548

3.7.4          Selanik Esir Kamplarında Görülen Firar Olayları 553

3.7.5          Malta Esir Kampında Görülen Firar Olayları 554

3.8 Esir Kamplarında Yaşanan İç Yönetim, Disiplin, İşbirlikçilik ve Uyum Sorunları 554

3.8.1          Mısır Esir Kamplarında Yaşanan İç Yönetim, Disiplin, İşbirlikçilik ve Uyum Sorunları 555

3.8.2 Hindistan ve Burma Esir Kamplarında Yaşanan İç Yönetim, Disiplin, İşbirlikçilik ve Uyum Sorunları 564

3.8.3          Kıbrıs Esir Kampında Yaşanan İç Yönetim, Disiplin, İşbirlikçilik ve Uyum Sorunları 594

3.8.4          Selanik Esir Kamplarında Yaşanan İç Yönetim, Disiplin, İşbirlikçilik ve Uyum Sorunları 595

3.8.5          Malta Esir Kampında Yaşanan İç Yönetim, Disiplin, İşbirlikçilik ve Uyum Sorunları 595

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM... 601

TÜRK ESİR KAMPLARINDA SAĞLIK ŞARTLARI 601

1         .1 Esirlerin Kamplara İntikalleri Sırasında Karşılaşılan Sağlık Sorunları 603

Tablo 4.1: Madras Hastane Gemisinde Hayatını Kaybeden Esirlerin Ölüm Sebepleri 611

4.2          Hindistan Esir Kamplarında Hastalıklar. 613

4.2.1          Sumerpur Esir Kampının Sağlık Şartları 615

4.2.2          Bellary Esir Kampının Sağlık Şartları 618

4.2.3          Thatmyo Esir Kampının Sağlık Şartları 626

ARAPLAR.. 635

Tablo 4.6: 1915 Yılına Ait Thatmyo Kampında Hastanesinde Hayatını Kaybeden Esirlerin Ölüm Sebepleri ve İstatistikleri 638

Tablo 4.7: 1916 Yılına Ait Thatmyo Kampında Hastanesinde Hayatını 641

Kaybeden Esirlerin Ölüm Sebepleri ve İstatistikleri 641

Tablo 4.8: 1918 Yılına Ait Thatmyo Kampında Hastanesinde Hayatını 642

Kaybeden Esirlerin Ölüm Sebepleri ve İstatistikleri 642

4.2.4          Meiktila Esir Kampının Sağlık Şartları 646

4.2.5          Hindistan’daki Diğer Esir Kamplarının Sağlık Şartları 647

4.3          Mısır Esir Kamplarında Görülen Hastalıklar. 649

4.3.1          Kantara Geçici Esir Kampının Sağlık Şartları 655

4.3.2          Heliopolis Esir Kampının Sağlık Şartları 656

Tablo 4.9: Heliopolis Kampında Vefat Eden Bir Esire Ait Ölüm Raporu. 658

4.3.3          Mısır 2 Nolu Abbasiye Hastanesinin Sağlık Şartları 659

Tablo 4.10: 2 Nolu Abbasiye Hastanesindeki Hastalık ve Hasta Sayısını Gösteren Liste. 661

Tablo 4.11: 2 Nolu Abbasiye Hastanesinde Hastalık sonucu Gerçekleşen. 661

Ölümlerin Listesi 661

4.3.4          Kahire Kızılay Hastanesinin Sağlık Şartları 662

4.3.5          Kahire Kalesi Esir Kampının Sağlık Şartları 664

4.3.6          Maadi Esir Kampının Sağlık Şartları 665

3.3.7 Bilbeis Esir Kampının Sağlık Şartları 667

4.3.8 Tel El-Kebir Esir Kampının Sağlık Şartları 668

4.3.9 Ras El-Tin Esir Kampının Sağlık Şartları 669

4.3.10 Seydi Beşir Esir Kampının Sağlık Şartları 670

4.4          Kıbrıs Esir Kampının Sağlık Şartları 674

4.5          Selanik Esir Kampının Sağlık Şartları 675

4.6          Malta Esir Kampının Sağlık Şartları 677

4.7          Man Adası Esir Kampının Sağlık Şartları 678

4.8          Mısır Esir kamplarında Görülen Hastalıklar. 679

4.8.1          Esaret Sonrası Yurda Dönebilen Esirlerin Sağlık Durumları 681

Tablo 4.14: Esaret Sonrası Yurda Dönen Esirlerde Görülen Göz Hastalıkları 686

İstatistiki 686

4.8.2 Mısır Esir Kamplarında Pellagra Hastalığı 719

Tablo 4.16: Pellegra Hastalığının Protein Değeri Düşük Diyet ile İlişkisini Gösteren Liste. 724

Tablo 4.17: Pellegra Hastalığının Esirlere Uygulanan Diyet ile İlişkisini 724

Gösteren Liste. 724

Tablo 4.18: Doğu Kantara İşçi Kampında Bulunan Türk Savaş Esirlerinin Kan Basıncı 731

Tablo 4.19: Erken Seviyede Pellegra Hastası Türk Savaş Esirlerinin Kan Basıncı ve Hastalığa Ait Bazı Semptomlar. 732

Tablo 4.23: Pellegra Hastası Türk Savaş Esirlerinin İdrar Tahlilleri 742

Tablo 4.24: Pellegra Hastası Türk Savaş Esirlerinin İdrar Tahlilleri 743

4.8.3          Mısır Esir Kamplarında Psikoz Hastalığı 746

4.8.4          Mısır Esir Kamplarında Esirlerin Gözlerinin Kör Edilmesi İddiaları ve Esirlerin Gözlerinin Kör Edilmesinde Ermenilerin Rolü. 751

4.8.5          Esir Kamplarında Diş Tedavisi 775

4.8.6          Esir kamplarında İntihar Vakaları 776

BEŞİNCİ BÖLÜM... 782

TÜRK ESİRLERİN AİLELERİ İLE HABERLEŞMESİ 782

5.1          Haberleşmede Yaşanan Sorunlar. 783

5.2          Sansür İşlemleri 792

5.3          Posta Havale İşlemleri 795

5.4          Paket ve Koli (Kargo) İşlemleri 797

5.5          Haberleşmede Yaşanan Sorunların Çözümüne Yönelik Çabalar. 799

5.6          Türk Esirlere Karşı Yapılan Menfi Propagandalar. 825

5.6.1          Kamplarda Esirlere Yönelik Propaganda Faaliyetleri 825

5.6.2          Cephede Savaşan Askere Yönelik Propaganda Faaliyetleri 830

5.7          Kamplarda Türk Esirlerin Çıkardığı Gazete ve Dergiler. 847

5.8          Türk Esirlerin Mektuplara Yansıyan Duygu ve Düşünceleri 848

5.9          Esir Kamplarında Oluşan Şehitlikler. 848

5.10           Esir Kamplarında Oluşan Şehitlikler. 860

ALTINCI BÖLÜM... 861

İNGİLTERE’NİN ELİNDEKİ TÜRK ESİRLERİN GERİ GETİRİLMELERİ İÇİN YAPILAN FAALİYETLER.. 861

6.1          Esir Mübadelesi Öncesi Tarafların Durumu. 893

6.2          Bern İtilafnamesi Öncesi Osmanlı İngiliz Esir Değişimi Müzakereleri 876

6.3          Bern Barış Konferansı’nda Esirlerin Durumuna dair Müzakereler. 909

6.4          Esir Mübadelesine Dair Bern İtilafnamesi 933

6.5 Bern İtilafnamesi Sonrası Gelişmeler. 945

6.6 Esirlerin Geri dönüşleri 976

6.6.1          Irak ve Suriye Bölgelerindeki Esirlerin Geri dönüşleri 976

6.6.2 Mısır’daki Türk Esirlerin Geri Dönüşü. 986

6.6.3 Hindistan ve Burma’daki Esirlerin Geri Dönüşü. 1028

6.6.4          Kıbrıs Türk Esir Kampının Boşaltılması 1036

6.6.5          Selanik Türk Esir Kamplarının Boşaltılması 1036

6.6.6 Londra Konferansı ve Malta Türk Esir Kampının Boşaltılması 1038

6.7 Türk Esirlerin İstanbul’a ve Anadolu’ya Sevki 1044

6.8          Esirlerin Yurda Dönmesi Sürecinde Yapılan Esirlere Yönelik Diğer Faaliyetler. 1051

6.9          Yurda Dönmeleri Sonrası Esirlerin Durumu. 1057

6.10           Geri Dönen Esirlerin Millî Mücadeleye Katılmaları 1069

6.11           Savaş Süresince ve Savaş Sonrası Esir Listelerin Değişimi 1074

SONUÇ.. 1078

KAYNAKÇA.. 1108

1.            Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Arşivi 1108

2.            Avustralya Savaş Müzesi Arşivi 1108

Muamelat genel müdürlüğü (30.1.0.0.0) 1108

BEO. 1108

DH. EUM. 5. ŞUBE. 1108

DH. EUM. MEM. 1108

DH. EUM. SSM. 1108

DH. İUM. 1108

DH MB. HPS. 1108

HR. İM. 1108

HR. SYS. 1109

HR. TO. 1109

İ. DUİT. 1109

MV. 1109

ŞD. 1109

5.            Deniz Müzesi Komutanlığı Arşivi 1109

6.            Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Arşivi 1110

ATASE Birinci Dünya Harbi Koleksiyonu. 1110

ATASE İstiklal Harbi Koleksiyonu. 1110

7.            İngiliz Deniz Müzesi Arşivi 1110

National Maritime Museum... 1110

8.            İngiliz Milli Arşivi (The National Archive of Britain) 1110

TNA, ADM. 1110

CAB. 1110

CO. 1110

FO. 1110

WO. 1110

MH. 1110

T. 1110

9.            Kızılhaç Arşivi (Comite International De La Croix-Rouge, Geneve) 1111

10.          Kızılaycı Hamid Bey’in Özel Arşivi 1111

11.          Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Milli Arşiv ve Araştırma Dairesi 1111

12.          Sözlü Arşiv (Vedat Tüfekçi Hususi Arşivi) 1111

13.          Türk Kızılayı Arşivi 1111

B.           BASILI KAYNAKLAR VE TEZLER.. 1111

Birinci Dünya Harbi: Hicaz Asir Yemen Cephesi      Harekâtı, T.C. Genelkurmay  1112

Britanya Selanik Kuvvetleri Savaş Günlüğü, Cilt 1, Savaş Esirleri Kampı, WO. 95/4945. 1112

Cumberland Argusand Fruitgrowers. 1113

Daily Capital Journal, 2 November 1918. 1113

Doğruyol Gazetesi, 19 Ocak 1920. 1113

Doğumunun 100. Yılında Atatürk’ün Silah. 1113

Arkadaşları:       Yaşayan Çanakkaleli 1113

Dubbo Liberal and Macquarie Advocate, 3 November 1916. 1113

Osmanlı Belgelerinde Birinci Dünya Harbi: 1115

Osmanlı Belgelerinde Birinci Dünya Harbi: 1115

Osmanlı          Belgelerinde Çanakkale. 1115

Osmanlı          Belgelerinde Çanakkale. 1116

Rus ve İngilizlere Karşı Bir Osmanlı Neferi 1917-1918:         Serezli Mehmed Ragıb, Haz. 1117

Western Champion and General Advertiser for the Central-Western, 3 April 1915. 1119

Kıbrıs’ta          Varoluş Mücadelemiz. 1129

Şehitliklerimiz ve Anıtlarımız, İstanbul, 1990. 1129

EKLER.. 1133

ÖZGEÇMİŞ. 1144

 

KISALTMALAR LİSTESİ

a.g.e.: Adı geçen eser

a.g.m.: Adı geçen makale

ATASE: Genelkurmay Başkanlığı Tarih ve Strateji Etüt Başkanlığı Arşivi

BDHK: Birinci Dünya Harbi Koleksiyonu

İHK: İstiklal Harbi Koleksiyonu

Bkz.: Bakınız

BCA: T.C. Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı Başkanlık Cumhuriyet

Arşivi

cm: Santimetre

BOA: T.C. Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı Başkanlık Osmanlı Arşivi

BEO: Bâb-ı Âlî Evrak Odası

DH MB. HPS: Dahiliye Nezareti Hapishaneler Müdiriyeti

DH. EUM: Dâhiliye Nezareti Emniyet-i Umumiye Müdüriyeti Belgeleri

DH. EUM. SSM: Dâhiliye Nezareti Seyrüsefer Kalemi

DH. İUM: Dâhiliye Nezareti İdare-İ Umumiye

HR. HM. İŞO: Hariciye Nezareti Hukuk Müşavirliği İstişare Odası B

HR. İ: Hariciye Nezareti İstanbul Mutasarrıflığı

HR. MA: Hariciye Nezareti Matbuat Kısmı

HR. MTV: Hariciye Nezareti Mütenevvi Kısmı

HR. SYS: Hariciye Nezareti Siyasî Kısmı

HR. TO: Hariciye Nezareti Tercüme Odası

İ. DUİT: İrade Dosya Usulü

MV: Meclis-i Vükelâ Mazbataları

ŞD: Şura-yı Devlet

DH. EUM. MEM: Dâhiliye Nezareti Memurin Odası

Çev.: Çeviren

Ed.: Editör

Haz.: Hazırlayan

KKTC: Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti

km: Kilometre

m: Metre

TNA: The National Archives of Britian

ADM: The National Archives of Britian, Admiralty Record Office

CAB: The National Archives of Britian, Cabine Office

CO: The National Archives of Britian, Colonial Office

FO: The National Archives of Britian, Foreign Office

MH: The National Archives of Britian, Ministery of Health

T: The National Archives of Britian, Trasury

WO: The National Archives of Britian, War Office

s.: Sayfa

TC: Türkiye Cumhuriyeti

TABLOLAR LİSTESİ

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDA İNGİLİZLERE ESİR DÜŞEN TÜRK ASKERLERİ 1

ÖZ.. iii

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDA İNGİLİZLERE ESİR DÜŞEN TÜRK ASKERLERİ iii

VEDAT TÜFEKÇİ iii

ABSTRACT. 4

VEDAT TÜFEKÇİ 4

ÖNSÖZ.. 4

Vedat TÜFEKÇİ viii

KISALTMALAR LİSTESİ 62

TABLOLAR LİSTESİ 64

GİRİŞ. 2

BİRİNCİ BÖLÜM... 14

İNGİLİZLERE ESİR DÜŞEN OSMANLI ASKERLERİNİN KAMPLARA İNTİKALİ SORUNLARI VE İSTASYON (GEÇİCİ) KAMPLARININ DURUMU.. 14

1.1          Irak (İstasyon) Esir Kampları 18

1.1.1          Basra Esir Kampı 19

1.1.2 Bağdat Esir Kampı 30

1.2 Esir Osmanlı Askerlerine Karşı Uygulanan Kötü Muamele ve Hukuk İhlalleri 37

1.2.1          Çanakkale Cephesi 38

1.2.2          Irak Cephesi 47

1.2.3 Filistin Cephesi 66

1.2.4          Kanal Cephesi 84

1.2.5          Hicaz ve Yemen Cephesi 93

1.2.6          Esirlerin Hindistan ve Burma Kamplarına İntikali 98

1.2.7          Irak Esir Kamplarında Amele Taburları 102

1.2.8 Irak Esir Kamplarında Firar Olayları 106

1.2.9 Irak Esir Kamplarında Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler. 112

İKİNCİ BÖLÜM... 114

TÜRK ESİRLERİNİN BULUNDUĞU DAİMİ KAMPLAR.. 114

Mısır Savaş Esirleri Kampları: 115

Mısır Kampları: 115

2.1          Hindistan ve Burma’daki Esir Kampları 116

2.1.1          Rajputan Sumerpur Kampı 122

2.1.2          Bombay Ahmed Nagar Kampı 178

2.1.3          Bombay Belgaum Kampı 159

2.1.4          Bombay Bellary Kampı 159

2.1.5          Kalküta İstasyon Kampı (Batı Bengal) 168

2.1.6          Kataphar Kampı (Batı Bengal) 169

2.1.7          Tognung Kampı 170

2.1.8          Burma (Hindiçin) Thatmyo Kampı 170

2.1.9          Burma (Sagaing) Shwebo Nekahet Kampı 180

2.1.10            Burma (Mandalay) Meiktila Kamp. 181

2.1.11            Rangoon (Yangon) Karantina Kampı 185

2.2          Mısır Esir Kampları 187

2.2.1          Kantara Geçici İstasyon Kampı 192

2.2.2          Mısır-ı Cedid Heliopolis Kampı 198

2.2.3          Kahire 2 Numaralı Abbasiye Hastanesi 204

2.2.4          Mısır Kızılay Hastanesi 205

2.2.5          Kahire Kalesi Kampı (Kasr El-Nil) 206

2.2.6          Maadi Kampı 211

2.2.7          Kahire Tura Kampı 218

2.2.8          İsmailiye Bilbeis Kampı 220

2.2.9          Tel El-Kebir Esir Kampı 223

2.2.10            İskenderiye Ras El-Tin Kampı 229

2.2.11            Seydi Beşir Kuveysna Kampı 232

2.3          Kıbrıs Esir Kampı 246

2.4          Selanik Esir Kampı 255

2.4.1          Selanik yakınlarında Dudular Esir Kampı 263

2.4.2          Karaissi Esir Kampı 264

2.4.3          Kalamaria Esir Kampı 264

2.5          Malta Esir Kampı 265

2.5.1          St. Claments Esir Kampı 269

2.5.2          Verdala Esir Kampı 271

2.5.3          Polverista (San Salvator) Esir Kampı 275

2.6          Man Adası Esir Kampı 276

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM... 289

TÜRK ESİRLERİN BULUNDUĞU KAMPLARIN ŞARTLARI 289

3.1          Esirlerin İaşe ve Giyim Durumu. 289

3.1.1          Mısır Esir Kamplarında Esirlerin İaşe ve Giyim Durumu. 289

Tablo 3.1: Maadi Kampında Bulunan Subayların İaşesi 299

Tablo 3.3: Heliopolis Kampında Esirlere Verilen Kıyafet, İaşe ve Ücretler. 311

1.1.2          Hindistan ve Burma Esir Kamplarında Esirlerin İaşe ve Giyim Durumu  312

1.1.3          Kıbrıs Esir Kampında Esirlerin İaşe ve Giyim Durumu. 327

1.1.4          Selanik Esir Kamplarında Esirlerin İaşe ve Giyim Durumu. 329

1.1.5          Malta Esir Kampında Esirlerin İaşe ve Giyim Durumu. 331

3.2          Esirlerin Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler. 333

3.2.1          Mısır Esir Kamplarında Türk Esirlerin Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler. 333

3.2.3          Hindistan ve Burma Esir Kamplarında Türk Esirlerin Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler. 349

3.2.4          Kıbrıs Esir Kampında Türk Esirlerin Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler. 359

3.2.5          Selanik Esir Kamplarında Türk Esirlerin Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler. 362

3.2.6          Malta Esir Kampında Türk Esirlerin Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler  362

3.3          Esir Kamplarında Dini Hayat 364

3.3.1          Mısır Esir Kamplarında Dini Hayat 364

3.3.2          Hindistan ve Burma Esir Kamplarında Dini Hayat 369

3.3.3          Kıbrıs Esir Kampında Dini Hayat 371

3.3.4          Selanik Esir Kamplarında Dini Hayat 373

3.3.5          Malta Esir Kampında Dini Hayat 374

3.4 Kamplarda Esirlere Yapılan Kötü Muamele. 374

3.4.1          Mısır Esir Kamplarında Esirlere Yapılan Kötü Muamele. 374

3.4.2 Hindistan Esir Kamplarında Esirlere Yapılan Kötü Muamele. 405

3.4.3          Kıbrıs Esir Kampında Esirlere Yapılan Kötü Muamele. 481

3.4.4          Selanik Esir Kamplarında Esirlere Yapılan Kötü Muamele. 485

3.4.5          Malta Esir Kampında Esirlere Yapılan Kötü Muamele. 486

3.5 Esir Kamplarında Esirlerin Çalıştırılması 488

3.5.1          Mısır Esir Kamplarında Esirlerin Çalıştırılması 489

3.5.2          Hindistan ve Burma Esir Kamplarında Esirlerin Çalıştırılması 491

1.1.3          Kıbrıs Esir Kampında Esirlerin Çalıştırılması 517

1.1.4          Selanik Esir Kamplarında Esirlerin Çalıştırılması 518

1.1.5          Malta Esir Kampında Esirlerin Çalıştırılması 521

3.6          Esir Kamplarında Esirlerin Mallarına El Konulması 521

3.6.1          Mısır Esir Kamplarında Esirlerin Mallarına El Konulması 521

3.6.2          Hindistan ve Burma Esir Kamplarında Esirlerin Mallarına El Konulması 532

3.6.3          Kıbrıs Esir Kampında Esirlerin Mallarına El Konulması 532

3.6.4          Selanik Esir Kamplarında Esirlerin Mallarına El Konulması 532

3.6.5          Malta Esir Kampında Esirlerin Mallarına El Konulması 533

3.7          Kamplarında Görülen Firar Olayları 534

3.7.1          Mısır Esir Kamplarında Görülen Firar Olayları 534

3.7.2          Hindistan ve Burma Esir Kamplarında Görülen Firar Olayları 542

3.7.3 Kıbrıs Halkının Esirlere Yardımı; Adada İsyan Hareketleri ve Firar Olayları 548

3.7.4          Selanik Esir Kamplarında Görülen Firar Olayları 553

3.7.5          Malta Esir Kampında Görülen Firar Olayları 554

3.8 Esir Kamplarında Yaşanan İç Yönetim, Disiplin, İşbirlikçilik ve Uyum Sorunları 554

3.8.1          Mısır Esir Kamplarında Yaşanan İç Yönetim, Disiplin, İşbirlikçilik ve Uyum Sorunları 555

3.8.2 Hindistan ve Burma Esir Kamplarında Yaşanan İç Yönetim, Disiplin, İşbirlikçilik ve Uyum Sorunları 564

3.8.3          Kıbrıs Esir Kampında Yaşanan İç Yönetim, Disiplin, İşbirlikçilik ve Uyum Sorunları 594

3.8.4          Selanik Esir Kamplarında Yaşanan İç Yönetim, Disiplin, İşbirlikçilik ve Uyum Sorunları 595

3.8.5          Malta Esir Kampında Yaşanan İç Yönetim, Disiplin, İşbirlikçilik ve Uyum Sorunları 595

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM... 601

TÜRK ESİR KAMPLARINDA SAĞLIK ŞARTLARI 601

1         .1 Esirlerin Kamplara İntikalleri Sırasında Karşılaşılan Sağlık Sorunları 603

Tablo 4.1: Madras Hastane Gemisinde Hayatını Kaybeden Esirlerin Ölüm Sebepleri 611

4.2          Hindistan Esir Kamplarında Hastalıklar. 613

4.2.1          Sumerpur Esir Kampının Sağlık Şartları 615

4.2.2          Bellary Esir Kampının Sağlık Şartları 618

4.2.3          Thatmyo Esir Kampının Sağlık Şartları 626

ARAPLAR.. 635

Tablo 4.6: 1915 Yılına Ait Thatmyo Kampında Hastanesinde Hayatını Kaybeden Esirlerin Ölüm Sebepleri ve İstatistikleri 638

Tablo 4.7: 1916 Yılına Ait Thatmyo Kampında Hastanesinde Hayatını 641

Kaybeden Esirlerin Ölüm Sebepleri ve İstatistikleri 641

Tablo 4.8: 1918 Yılına Ait Thatmyo Kampında Hastanesinde Hayatını 642

Kaybeden Esirlerin Ölüm Sebepleri ve İstatistikleri 642

4.2.4          Meiktila Esir Kampının Sağlık Şartları 646

4.2.5          Hindistan’daki Diğer Esir Kamplarının Sağlık Şartları 647

4.3          Mısır Esir Kamplarında Görülen Hastalıklar. 649

4.3.1          Kantara Geçici Esir Kampının Sağlık Şartları 655

4.3.2          Heliopolis Esir Kampının Sağlık Şartları 656

Tablo 4.9: Heliopolis Kampında Vefat Eden Bir Esire Ait Ölüm Raporu. 658

4.3.3          Mısır 2 Nolu Abbasiye Hastanesinin Sağlık Şartları 659

Tablo 4.10: 2 Nolu Abbasiye Hastanesindeki Hastalık ve Hasta Sayısını Gösteren Liste. 661

Tablo 4.11: 2 Nolu Abbasiye Hastanesinde Hastalık sonucu Gerçekleşen. 661

Ölümlerin Listesi 661

4.3.4          Kahire Kızılay Hastanesinin Sağlık Şartları 662

4.3.5          Kahire Kalesi Esir Kampının Sağlık Şartları 664

4.3.6          Maadi Esir Kampının Sağlık Şartları 665

3.3.7 Bilbeis Esir Kampının Sağlık Şartları 667

4.3.8 Tel El-Kebir Esir Kampının Sağlık Şartları 668

4.3.9 Ras El-Tin Esir Kampının Sağlık Şartları 669

4.3.10 Seydi Beşir Esir Kampının Sağlık Şartları 670

4.4          Kıbrıs Esir Kampının Sağlık Şartları 674

4.5          Selanik Esir Kampının Sağlık Şartları 675

4.6          Malta Esir Kampının Sağlık Şartları 677

4.7          Man Adası Esir Kampının Sağlık Şartları 678

4.8          Mısır Esir kamplarında Görülen Hastalıklar. 679

4.8.1          Esaret Sonrası Yurda Dönebilen Esirlerin Sağlık Durumları 681

Tablo 4.14: Esaret Sonrası Yurda Dönen Esirlerde Görülen Göz Hastalıkları 686

İstatistiki 686

4.8.2 Mısır Esir Kamplarında Pellagra Hastalığı 719

Tablo 4.16: Pellegra Hastalığının Protein Değeri Düşük Diyet ile İlişkisini Gösteren Liste. 724

Tablo 4.17: Pellegra Hastalığının Esirlere Uygulanan Diyet ile İlişkisini 724

Gösteren Liste. 724

Tablo 4.18: Doğu Kantara İşçi Kampında Bulunan Türk Savaş Esirlerinin Kan Basıncı 731

Tablo 4.19: Erken Seviyede Pellegra Hastası Türk Savaş Esirlerinin Kan Basıncı ve Hastalığa Ait Bazı Semptomlar. 732

Tablo 4.23: Pellegra Hastası Türk Savaş Esirlerinin İdrar Tahlilleri 742

Tablo 4.24: Pellegra Hastası Türk Savaş Esirlerinin İdrar Tahlilleri 743

4.8.3          Mısır Esir Kamplarında Psikoz Hastalığı 746

4.8.4          Mısır Esir Kamplarında Esirlerin Gözlerinin Kör Edilmesi İddiaları ve Esirlerin Gözlerinin Kör Edilmesinde Ermenilerin Rolü. 751

4.8.5          Esir Kamplarında Diş Tedavisi 775

4.8.6          Esir kamplarında İntihar Vakaları 776

BEŞİNCİ BÖLÜM... 782

TÜRK ESİRLERİN AİLELERİ İLE HABERLEŞMESİ 782

5.1          Haberleşmede Yaşanan Sorunlar. 783

5.2          Sansür İşlemleri 792

5.3          Posta Havale İşlemleri 795

5.4          Paket ve Koli (Kargo) İşlemleri 797

5.5          Haberleşmede Yaşanan Sorunların Çözümüne Yönelik Çabalar. 799

5.6          Türk Esirlere Karşı Yapılan Menfi Propagandalar. 825

5.6.1          Kamplarda Esirlere Yönelik Propaganda Faaliyetleri 825

5.6.2          Cephede Savaşan Askere Yönelik Propaganda Faaliyetleri 830

5.7          Kamplarda Türk Esirlerin Çıkardığı Gazete ve Dergiler. 847

5.8          Türk Esirlerin Mektuplara Yansıyan Duygu ve Düşünceleri 848

5.9          Esir Kamplarında Oluşan Şehitlikler. 848

5.10           Esir Kamplarında Oluşan Şehitlikler. 860

ALTINCI BÖLÜM... 861

İNGİLTERE’NİN ELİNDEKİ TÜRK ESİRLERİN GERİ GETİRİLMELERİ İÇİN YAPILAN FAALİYETLER.. 861

6.1          Esir Mübadelesi Öncesi Tarafların Durumu. 893

6.2          Bern İtilafnamesi Öncesi Osmanlı İngiliz Esir Değişimi Müzakereleri 876

6.3          Bern Barış Konferansı’nda Esirlerin Durumuna dair Müzakereler. 909

6.4          Esir Mübadelesine Dair Bern İtilafnamesi 933

6.5 Bern İtilafnamesi Sonrası Gelişmeler. 945

6.6 Esirlerin Geri dönüşleri 976

6.6.1          Irak ve Suriye Bölgelerindeki Esirlerin Geri dönüşleri 976

6.6.2 Mısır’daki Türk Esirlerin Geri Dönüşü. 986

6.6.3 Hindistan ve Burma’daki Esirlerin Geri Dönüşü. 1028

6.6.4          Kıbrıs Türk Esir Kampının Boşaltılması 1036

6.6.5          Selanik Türk Esir Kamplarının Boşaltılması 1036

6.6.6 Londra Konferansı ve Malta Türk Esir Kampının Boşaltılması 1038

6.7 Türk Esirlerin İstanbul’a ve Anadolu’ya Sevki 1044

6.8          Esirlerin Yurda Dönmesi Sürecinde Yapılan Esirlere Yönelik Diğer Faaliyetler. 1051

6.9          Yurda Dönmeleri Sonrası Esirlerin Durumu. 1057

6.10           Geri Dönen Esirlerin Millî Mücadeleye Katılmaları 1069

6.11           Savaş Süresince ve Savaş Sonrası Esir Listelerin Değişimi 1074

SONUÇ.. 1078

KAYNAKÇA.. 1108

1.            Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Arşivi 1108

2.            Avustralya Savaş Müzesi Arşivi 1108

Muamelat genel müdürlüğü (30.1.0.0.0) 1108

BEO. 1108

DH. EUM. 5. ŞUBE. 1108

DH. EUM. MEM. 1108

DH. EUM. SSM. 1108

DH. İUM. 1108

DH MB. HPS. 1108

HR. İM. 1108

HR. SYS. 1109

HR. TO. 1109

İ. DUİT. 1109

MV. 1109

ŞD. 1109

5.            Deniz Müzesi Komutanlığı Arşivi 1109

6.            Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Arşivi 1110

ATASE Birinci Dünya Harbi Koleksiyonu. 1110

ATASE İstiklal Harbi Koleksiyonu. 1110

7.            İngiliz Deniz Müzesi Arşivi 1110

National Maritime Museum... 1110

8.            İngiliz Milli Arşivi (The National Archive of Britain) 1110

TNA, ADM. 1110

CAB. 1110

CO. 1110

FO. 1110

WO. 1110

MH. 1110

T. 1110

9.            Kızılhaç Arşivi (Comite International De La Croix-Rouge, Geneve) 1111

10.          Kızılaycı Hamid Bey’in Özel Arşivi 1111

11.          Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Milli Arşiv ve Araştırma Dairesi 1111

12.          Sözlü Arşiv (Vedat Tüfekçi Hususi Arşivi) 1111

13.          Türk Kızılayı Arşivi 1111

B.           BASILI KAYNAKLAR VE TEZLER.. 1111

Birinci Dünya Harbi: Hicaz Asir Yemen Cephesi      Harekâtı, T.C. Genelkurmay  1112

Britanya Selanik Kuvvetleri Savaş Günlüğü, Cilt 1, Savaş Esirleri Kampı, WO. 95/4945. 1112

Cumberland Argusand Fruitgrowers. 1113

Daily Capital Journal, 2 November 1918. 1113

Doğruyol Gazetesi, 19 Ocak 1920. 1113

Doğumunun 100. Yılında Atatürk’ün Silah. 1113

Arkadaşları:       Yaşayan Çanakkaleli 1113

Dubbo Liberal and Macquarie Advocate, 3 November 1916. 1113

Osmanlı Belgelerinde Birinci Dünya Harbi: 1115

Osmanlı Belgelerinde Birinci Dünya Harbi: 1115

Osmanlı          Belgelerinde Çanakkale. 1115

Osmanlı          Belgelerinde Çanakkale. 1116

Rus ve İngilizlere Karşı Bir Osmanlı Neferi 1917-1918:         Serezli Mehmed Ragıb, Haz. 1117

Western Champion and General Advertiser for the Central-Western, 3 April 1915. 1119

Kıbrıs’ta          Varoluş Mücadelemiz. 1129

Şehitliklerimiz ve Anıtlarımız, İstanbul, 1990. 1129

EKLER.. 1133

ÖZGEÇMİŞ. 1144

 

GİRİŞ

Arap dilinde “savaş tutsağı” olarak bilinen “esîr” (çoğulu üsera) kelimesi, ip ve benzeri şeylerle çok sağlam bir şekilde bağlamak manasındaki “esr” kökünden türemiş bir sıfattır. Osmanlı belgelerinde esir kelimesi savaş tutsağı yanında daha çok köle manasında kullanılmış olup “esirci, esir tüccarı, esir pazarı, esirciler şeyhi” benzeri tabirler köle alım satımıyla ilgilidir.[60]

‘Esir’ kelimesinin kavramsal tanımının yapılması gerekirse en genel manasıyla tutsak, harpte düşmanın eline düşen kimse anlamına gelmektedir. Harp esiri[61] ise savaş usul ve kurallarına göre galip gelen düşmanın esiri olarak adlandırılan muhasım devletin asker ve tebaasıdır.[62]

Eski dönemlerden[63] savaş hukukunun oluştuğu 19. yüzyıla kadar milletlerarası ikili ilişkilerde hukukî teamül ve antlaşmalar oluşmadığından savaşlarda keyfîlik hâkimdi. Galip taraf muharip sivil, kadın erkek, büyük küçük demeden düşmanını imha etmeyi meşru görebiliyor, bu arada esirler de en ağır muameleye maruz kalıyordu. Yahudilik ve Hıristiyanlık gibi semavî dinlerin bile esirlerle ilgili uygulamalarında vahşet ve insafsızlığı terk etmedikleri, aksine bunu dinin bir emri gibi telakki ettikleri görülmektedir. İslâm’dan önce Araplar da esirlere uyguladıkları muamele bakımından diğer milletlerden farklı değillerdi. Esirler bazen toplu halde yakılıyor, çeşitli organları kesilmek suretiyle işkenceyle hayatları son buluyor, öldürülmeleri için düşmanlarına satılıyor veya sağ bırakılıp köle yapılıyordu. Bazen de fidye karşılığında veya mübadele yoluyla serbest bırakılıyordu.[64]

İlk Çağ’da savaş alanında esir alınan askerler genelde savaş meydanında öldürülür ya da köleleştirilirdi. Orta Çağ’da köleleştirme devam etmekle birlikte, fidye karşılığı esirleri serbest bırakmak da tercih edilir başka bir yöntem olmuştu. Fidye karşılığı esirleri serbest bırakma uygulaması 19. Yüzyıla kadar devam etti. 19. yüzyıla gelindiğinde, ilk olarak 1856 Paris Antlaşması’nda esaret hukukunda az da olsa bir ilerleme kaydedildi. Paris Antlaşması’nda savaşta esir olan askerlerin tamamı diğer tarafa iade edileceği hükme bağlanmıştır.[65] Kısa bir süre sonra ise Kızılhaç öncülüğünde gerçekleşen uluslararası konferanslarla savaş hukuku ve esirlere uygulanacak muamelelerde ciddi kazanımlar sağlandı.

Uluslararası Kızılhaç teşkilatı, 1863’de Cenevre’de silahlı çatışma ve çekişme mağdurlarına yardım amacıyla kuruldu. Kızılhaç, bu eylemlerini doğrudan yaptığı gibi, savaşan devletlere ve askerlere daha insani davranılması yönünde telkinler bulunarak da yaptı. Komitenin savaş mağdurlarına karşı yapmış olduğu en önemli fayda ise Cenevre sözleşmelerinin öncülüğünü yapmasıdır. Komitenin ilk toplantısı 1863 yılında gerçekleşti ve bu ilk çalışmanın sonunda yaralılara yardım konusunda bir küçük kitapçık basıldı. 1863 Cenevre Konferansı’nın başarılı sona ermesinin ardından İsviçre Federal Konseyi, Cenevre komitesi girişimiyle, savaş mağdurlarının durumunun iyileştirilmesi için bir kongre düzenlemek amacıyla diplomatik bir konferans tertip etti. Bu konferansa savaşta yaralananların durumu görüşmek üzere pek çok devlet davet edildi. 16 devletin temsil edildiği konferans, 8-22 Ağustos 1864 tarihleri arasında Cenevre komitesi tarafından gerçekleştirildi. Birinci Cenevre Sözleşmelerinde görüşülen başlıca ilkeler arasında milliyet ayrımı yapılmaksızın tüm yaralıların tedavi edilmesi, sağlık personeli, tıbbi kurum ve birimlerin tarafsızlığı ve dokunulmazlığı, tarafsızlık belirtisi olarak bir beyaz zemin üzerine kırmızı haç işareti konulması gibi hususlar öne çıktı. Komitenin birinci görevi, yardımları organize etmek iken komite, zamanla savaşan tarafların tarafsız bir kuruma ihtiyaç duymaları nedeniyle savaş alanındaki işlere daha fazla müdahil olmaya başladı. İkinci diplomatik konferans ise deniz savaş sözleşmesinin uyumu için yapıldı. Bu konferans Ekim 1868 yılında Cenevre’de toplandı. 20 Ekim 1868’de pek çok ilkede anlaşılmış olmasına rağmen sözleşme onaylanmadı ve yürürlüğe girmedi. 1864 Sözleşmesi aynı konularda 1906, 1929 ve 1949 Cenevre Sözleşmeleri ile güncellendi. Ayrıca 20 Ekim 1868’de “Savaş Alanında Yaralanan Askerlerin Durumunun Düzeltilmesi için Ek Sözleşme” de Cenevre’de imzalandı.[66]

Çalışmamızın ana konusuna doğrudan etkisi bulunan ve Cenevre’de 22 Ağustos 1864 tarihinde kabul edilip Osmanlı Devleti tarafından 5 Temmuz 1865 tarihinde onaylanan “Savaş Alanında Yaralıların Durumlarının Düzeltilmesi Sözleşmesi”nin maddeleri şu şekildedir:[67]

Madde 1. Ambulans ve askeri hastaneler tarafsız olarak tanınmalı, yaralı ve hasta kişileri barındırmak şartıyla savaşan devletler tarafından korunmalı ve saygı duyulmalıdır. Adı geçen ambulans veya hastaneler askeri kuvvetler tarafından ele geçirilmesi durumunda tarafsızlık sona erecektir.

Madde 2. Yöneticiler, sağlık personeli, idareci, ulaşım servisindeki görevliler ve din görevlileri dâhil olmak üzere hastane ve ambulans personeli görevde oldukları zaman tarafsızlık hakkından faydalanacaktır. Bu durum getirilen yaralı, hasta ve yardıma muhtaç olanlar için de geçerlidir.

Madde 3. Bu maddelerde adı geçen kişiler düşman işgalinden sonra da hastanelerde ve hizmet ettikleri ambulanslardaki görevlerine devam edecekler veya ait oldukları birliklere katılabileceklerdir. Görevlerini bırakacaklar ise işgal kuvvetleri tarafından karakol birliğine götürüleceklerdir.

Madde 4. Savaş hukukuna konu olan her türlü hastane malzemesi adı geçen hastaneye bağlı kişiler tarafından alınabilecektir. Şahsi eşyaları da buna tabidir. Buna rağmen ambulans ise kendi malzemeleri olarak kalacaktır.

Madde 5. Yaralılara yardım eden ülkenin vatandaşlarına saygı gösterilecek ve özgür kalacaklardır. Savaşan güçlerin generalleri, başvuran vatandaşlara karşı insanca ve tarafsızca görevlerini bildirecektir. Savaşan bir yaralı eğer koruma altına alındı ise veya bir evde tedaviye alındı ise o kişi artık güven altındadır. Bir vatandaş, yaralıya barınma sağlama ve güvenliğini temin etme hakkına sahiptir. Bir yaralıya yer temin eden kişi, mallarına el konulmaktan muaf tutulacaktır.

Madde 6. Milleti ne olursa olsun hasta ve yaralı askerler güvenli bir şekilde toplanıp tedavi edilecektir. Komutanlar, savaşçı savaşan tarafların izin verdiği şartlar dâhilinde çok acil bir şekilde güvenli bir karakola götürüleceklerdir. Kurtarıldıktan sonra güvenliğinin sağlanması için elverişsiz koşullar oluşması durumunda geri gönderilmesi yapılacaktır. Diğerleri de aynı şekilde geri gönderilecek fakat bir daha savaşmama ve düşmanlık etmeme garantisi verecektir. Tahliye edilenlerin tamamı artık tarafsız olarak değerlendirilecektir.

Madde 7. Farklı ve tek tip bayraklar hastane, ambulans ve tahliye edilen birlikler için ayırt edici özellik olarak kabul edilecektir. Her koşul altında bu ‘ulusal bayrak’ adı geçen yerde görülür durumda olacaktır. Tarafsızlığı temsil eden kolluk takan kişinin durumu askeri yetkililere bırakılacaktır. Bu bayrak ve kolluklarda kırmızı haç ve beyaz zemin olacaktır.

Madde 8. Bu sözleşmenin uygulanması savaşan devletlerin komutanları tarafından gerçekleştirilecektir. Kendi Hükûmetleri de bu sözleşmenin maddelerinin uygulanmasında gerekli hassasiyeti gösterecektir.

Madde 9. Konferanstaki en üst yetkili kişiler bu maddeler konusunda anlaşmıştır. Daha üst temsilcilere ulaşılamamıştır. Bundan dolayı sözleşme ucu açık bırakılmıştır.

Madde 10. Önümüzdeki 4 ay içinde mümkünse daha da erken bu sözleşme Bern’de onaylanacaktır. Bu sözleşmenin imzalanması ve mühürlenmesi temenni edilmektedir.

Cenevre Konferansı sonrası 1874’de gerçekleşen Brüksel Barış Konferansı’nda da esirlere yönelik bazı adımlar atıldı. Savaş kuralları ve esirlere karşı uygulanacak muameleler hakkında uluslararası bir düzenleme getirilmesi amacıyla toplanan konferans, Fransa-Prusya savaşı sonrasında Rusya öncülüğünde gerçekleşti. Almanya, Fransa, Avusturya-Macaristan, Osmanlı Devleti, Rusya, İngiltere, Belçika, Danimarka, İspanya, Yunanistan, İtalya, Hollanda, İsveç, Norveç, Portekiz ve İsviçre’nin katıldığı konferansta alınan hükümler bazı devletlerin itirazı nedeniyle yürürlüğe girmedi. Buna rağmen sonraki yıllarda gerçekleşecek savaş hukukuna temel oluşturması bakımında önemli bir adım oldu. [68]

1899 gerçekleşen Birinci Lahey Barış Konferansı’nın amaçlarından biri; 1874’te Brüksel Konferansı’nda hazırlanan ve onaylanmayan savaş yasaları ve geleneklerine ilişkin bildirinin yeniden gözden geçirilmesi oldu. Her ne kadar onaylanmamış ve yürürlüğe konulmamışsa da Brüksel Deklarasyonu, savaş hukukunun ve esirlere uygulanacak muamelelerin düzenlendiği ilk çalışma olması bakımından önemlidir. Lahey Konferansı, kara savaşı üzerinde düzenlemeleri içeren bir sözleşmeyi kabul etmeyi başardı. Sözleşme ve düzenlemeler 1907’de düzenlenen İkinci Uluslararası Barış Konferansı’nda revize edildi ve 4. maddesinde belirtildiği üzere 1899 Sözleşmesi’nin yerini aldı. 1899 Sözleşmesi’ni kabul eden 17 ülke, 1907 tarihli belgeyi onaylamadılar. Arjantin, Bulgaristan, Şili, Kolombiya, Ekvator, Yunanistan, İtalya, Kore, Karadağ, Paraguay, Fars, Peru, Sırbistan, İspanya, Türkiye, Uruguay, Venezuela veya halefleri olan devletler, 1899 Sözleşmesi’ne resmi olarak bağlı kaldılar. İki savaş sözleşmesi de kara savaşlarına dair hükümleri bakımından uluslararası geleneksel hukuk kurallarını şekillendirmede önemli yer tuttu. Bu açıdan bakıldığında, taraf olmayan devletleri de bağlayıcılığı vardı. Osmanlı Devleti, 1907 Lahey Sözleşmesi’ni Birinci Dünya Savaşı’na kadar imzaladı. Trablusgarp Savaşı ve Balkan Savaşları’nda 1899 Lahey Sözleşmesi geçerli oldu.[69]

29 Temmuz 1899 tarihli kara savaşlarını düzenleyen İkinci Lahey Sözleşmeleri 60 maddeden oluşmaktaydı. 4. ile 20. maddeleri savaş esirleri ile ilgiliydi. “Savaşan tarafların silahlı kuvvetleri asker ve sivillerden oluşabilir. Düşman tarafından yakalanma durumunda her ikisinin de savaş esiri olarak muamele görme hakkı vardır.” denilerek 3. maddede savaş esirinin tanımı yapıldı. Esirlere yapılacak muamele sözleşmenin ilgili maddelerinde, aşağıdaki içerikte, yer aldı:[70]

Madde 4. Savaş esirleri, düşman Hükûmetin kontrolü altındadır, fakat onları yakalayan şahısların emrinde değildir. İnsanca muamele görmeleri gerekmektedir. Silahları, atları ve askeri evrakları dışındaki bütün kişisel eşyaları, kendi malları olarak kalacaktır.

Madde 5. Savaş esirleri bir kasabada, kalede, kampta ya da farklı bir mekânda tutuklu bulundurulabilir fakat belli sınırların ötesine gidemezler; ancak güvenliği sağlamanın zorunlu bir yolu olarak hapsedilebilirler.

Madde 6. Devlet, rütbe ve yeteneklerine göre savaş esirlerinin iş gücünden yararlanabilecektir. Verilen görevlerde aşırıya kaçılamaz ve bu görevlerin askeri operasyonlarla bir ilgisi bulunamaz.

Esirlerin kamu görevlerinde, özel şahıslar için ya da kendileri için çalıştırılmaları sağlanabilecektir. Devlet için çalışma karşılığında, ulusal ordunun benzer görevlerde istihdam edilen askerleri için uygulamada olan tarifelere göre ödeme yapılacaktır. Yapılan çalışma kamu hizmetinin diğer dalları veya özel şahıslar için olduğunda, şartlar, askeri yetkililerle yapılan anlaşma ile belirlenecektir. Esirlerin maaşları, konumlarını geliştirmeye yönelik olacak ve paraları, sebep oldukları maliyet düşüldükten sonra serbest bırakılacakları zaman ödenecektir.

Madde 7. Savaş esirlerini yakalayarak elinde bulunduran Hükûmet, onları muhafaza etmekle yükümlüdür. Düşman ülkeler arasında özel bir anlaşma sağlanamaması durumunda, savaş esirleri yiyecek, giyecek gibi konularda onları elinde bulunduran Hükûmetin ordularıyla aynı temelde muamele görecektir.

Madde 8. Savaş esirleri, elinde tutuklu bulundukları devletin ordusunda geçerli olan mevcut kanunlara, düzenlemelere ve emirlere riayet etmek durumundadır. Herhangi bir isyan durumu, gerekli görülmesi halinde konuyu gerçekleştirenlerle ilgili ciddi önlemler alınmasını gerektirir. Kaçan ve kendi ordularına yeniden katılma başarısı gösteremeden tekrar yakalanan ya da kendilerini yakalayan ordu tarafından işgal edilmiş olan bölgeden ayrılamadan yakalanan esirler, disiplin cezasına çarptırılacaktır. Kaçmayı başaran ve sonra tekrar yakalanarak esir olanlar, önceki firarlarından dolayı herhangi bir cezaya çarptırılamazlar.

Madde 9. Sorulması halinde, her savaş esiri gerçek adını ve rütbesini bildirmekle yükümlüdür ve eğer bu kuralı çiğnerse kendi sınıfındaki savaş esirleri için öngörülen avantajlar konusunda kısıtlamaya tabi tutulacaktır.

Madde 10. Savaş esirleri, eğer kendi ülkelerinin kanunları yetkilendiriyorsa, şartlı olarak serbest bırakılacak ve böyle bir durumda hem kendi Hükûmetleri hem de esir eden Hükûmet ile ilgili taahhütleri dürüstlükle gerçekleştirmekle yükümlü olacaktır. Bu tür durumlarda kendi Hükûmetleri, koşulan şarta ters düşecek görevleri bu şahıslardan talep edemez ve kabul edemezler.

Madde 11. Bir savaş esiri, şartlı olarak serbest bırakılmayı kabul etmeye zorlanamaz; benzer şekilde esir tutan Hükûmet, esirin şartlı olarak serbest bırakılma talebine rıza göstermek zorunda olmayacaktır.

Madde 12. Şartlı olarak serbest bırakılan ve sonra şerefi üzerine yemin etmiş olduğu Hükûmete veya bu Hükûmetin müttefiklerine karşı silah kullanarak tekrar yakalanan herhangi bir savaş esiri, savaş esiri olarak muamele görme hakkını kaybetmiş olacak ve mahkeme önüne çıkarılabilecektir.

Madde 13. Bir orduyu takip eden gazete muhabirleri, haberciler, orduya erzak satan seyyar satıcılar, müteahhitler gibi şahıslardan düşman eline düşenler ve gözaltında kalması gerektiği düşünülenler, eşlik ettikleri ordunun askeri yetkilileri tarafından hazırlanmış bir belge sunmaları şartıyla savaş esiri olarak muamele görme hakkına sahiptirler.

Madde 14. Düşmanlıkların başlamasıyla birlikte düşman olan her bir devletin, gerek duyması halinde topraklarında tarafsız ülkeleri savaş esirlerine ilişkin bir danışma bürosu kurulacaktır. Bu büro, savaş esirlerine ilişkin tüm soruları cevaplamakla görevli olacak ve her bir savaş esiri hakkında gerekli bilgileri bulundurmasının sağlanması için çeşitli hizmetlerle donatılacaktır. Hastaneye sevk edilenler ve ölenlerin yanı sıra, tutuklu bulunanların ve yeri değiştirilenlerin bilgileri de mevcut olacaktır.

Savaş alanlarında bulunan ya da hastanede veya ambulansta ölen esirlerin bıraktıkları kişisel ve değerli eşyaları, mektupları vs. toplamak, biriktirmek ve ilgili yerlere göndermek de danışma bürosunun görevi olacaktır.

Madde 15. Savaş esirleri için yardım amaçlı arabulucu olarak hizmet vermek amacıyla ülkenin hukukuna uygun bir şekilde düzenli olarak oluşturulan yardım 8

kuruluşlarına ve onların usulüne uygun olarak resmen tanınmış vekillerine, insani görevlerini etkin bir şekilde yerine getirebilmeleri için taraf ülkeler, askeri ve idari düzenlemeleri ihlal etmeyecek şekilde gerekenleri yapacaktır. Bu kuruluşların delegeleri, askeri yetkililer tarafından kendilerine verilmiş bir izin belgesi olması ve asayişin sağlanması amacıyla yapılan düzenlemelere uyacakları konusunda yazılı bir taahhüt vermeleri halinde, yardımları dağıtmaları için tutukluların bulundukları yerlere ve aynı zamanda geri gönderilecek olan esirlerin beklemekte oldukları yerlere alınabilecektir.

Madde 16. Danışma bürosu, posta ücreti muafiyeti ayrıcalığına sahip olacaktır. Savaş esirlerine ayrılan veya onlar tarafından yollanan posta paketleri gibi mektuplar, para talepleri ve değerli eşyalar da içerisinden geçen ülkeler gibi hem ilk çıkılan hem de varılacak ülkede ücretlendirmeden muaf tutulmalıdır. Savaş esirleri için gönderilen hediyelerin ve yardımların, Hükûmetin demir yolları ile yapılan taşımada ücretsiz olmasının yanı sıra, giriş ücreti ve diğer tüm masraflardan da muaf tutulacaktır.

Madde 17. Esir olan subaylar, gerekli görülmesi halinde, kendi ülkelerinin düzenlemelerine göre söz konusu konumdakilere izin verilen ve kendi Hükûmetleri tarafından geri ödemesi yapılacak olan miktarda ödemeyi tam olarak alabilecektir.

Madde 18. Savaş esirleri, asayişi sağlamak üzere askeri yetkililer tarafından yapılan düzenlemelere uymaları kaydıyla, kendi kilise hizmetlerine katılmak da dâhil olmak üzere, dinlerinin gereklerini yapma hususunda her türlü serbestliğe sahip olabilecektir.

Madde 19. Savaş esirlerinin istekleri, ulusal ordunun askerleriyle aynı koşullar altında alınacaktır. Savaş esirlerinin defin işlemleri gibi, ölüm belgeleriyle ilgili olarak da seviye ve rütbelerine uygun olarak aynı kurallar gözlemlenecektir.

Madde 20. Barışa ulaşıldıktan sonra savaş esirlerinin geri gönderilmeleri mümkün olduğunca hızlı bir şekilde gerçekleştirilmelidir.

Madde 31. Bir casus ait olduğu orduya yeniden katıldıktan sonra düşman tarafından tekrar yakalanması durumunda bir savaş esiri gibi muamele görecek, önceki casusluk icraatlarından dolayı sorumlu tutulamayacaktır.

“Kara Savaşı Hukuku ve Geleneğine İlişkin Düzenlemeler” içeren ve 18 Ekim 1907 tarihinde imzalanan Dördüncü Lahey Sözleşmesi, esirleri ilgilendiren maddeler bakımından 1889 Lahey Sözleşmesi ile neredeyse aynıydı. Savaş esiri tanımı 1907 sözleşmesinde aynen korundu. İlk değişiklik 5. maddede göze çarpmaktaydı. “Savaş esirleri bir kasabada, kalede, kampta ya da farklı bir mekânda tutuklu bulundurulabilirler ve belli sınırların ötesine gidemezler; fakat güvenliği sağlamanın zorunlu bir yolu olarak” denildikten sonra 1907 Sözleşmesi’nde “ve yalnızca önlem alınmasını gerektiren şartlar mevcut olduğu takdirde hapsedilebilirler.” ibaresi eklendi. 6. maddede ise çalışma esaslarına ait bir düzenleme yapıldı. 1889 Sözleşmesinde “Devlet için yapılan çalışma karşılığında, ulusal ordunun benzer görevlerde istihdam edilen askerleri için uygulamada olan tarifelere göre” ödeme yapılması gerekir ifadesi yer alırken 1907 Sözleşmesinde “Böyle bir tarife mevcut değilse yapılan işe göre bir ödeme yapılmalıdır.” ifadesi yer aldı.[71]

14. maddede kurulması öngörülen danışma bürosunun görevi 1907 Sözleşmesinde biraz daha geliştirildi. Bu sözleşmede büronun görevi aşağıdaki şekilde tekrar düzenlendi:[72]

“Çeşitli hizmetlerden, her bir savaş esirinin kişisel bilgilerinin güncel tutulması için tutukluluk, nakil, şartlı salıverme, mübadele, firar, hastaneye kaldırılma, ölüm ve gerekli diğer bilgiler ile ilgili tüm bilgileri alır. Savaş esirlerinin bu kayıtlarında ofis, alay numarası, isim, soy isim, yaş, kaynak yer, rütbe, birlik, yaralanmalar, ele geçirilme yeri ve tarihi, ölüm ve özel olarak yapılan gözlemleri belirtmelidir. Bu bilgiler, savaşın bitiminden sonra diğer Hükûmete gönderilmelidir.”

1868 yılında hazırlanan Cenevre Sözleşmesi’nin ilkelerini deniz savaşlarına uyarlamak için sözleşmenin genişletilmesinde, devletlerarasında bir antlaşma sağlanamadı. Ancak yüzyıl bitmeden maddelerin gözden geçirilmesi ve özellikle deniz savaşlarına uyarlanması kabul gördü. İsviçre Federal Konseyin talebi üzerine Kızılhaç Uluslararası komitesi yeni bir taslak hazırladı. Ancak Cenevre'de toplanacak diplomatik bir konferanstan önce Rusya Çarı, Birinci Lahey Barış Konferansı’nın 1899’da toplanması için öncülük etti. 1864 tarihli Cenevre Sözleşmesi’nin deniz savaşı maddelerinin yeniden değerlendirilmesini önerdi. 1907 yılında ise yeniden bir konferans toplandı ve maddeler gözden geçirildi. Fakat yürürlüğe girmedi.[73]

Yukarıda bahsedilen 1864 tarihli Cenevre Sözleşmesi’nin deniz savaşlarında geçerli olmasına dair 1899 tarihli Üçüncü Lahey Sözleşmesi’nde, esirler ile ilgili pek çok madde bulunmaktaydı. 7. ve 9. maddeleri savaş esirleri hakkındaydı. 7. maddeye göre yakalanan herhangi bir gemideki dini, tıbbi ya da hastane personeli dokunulmazdı ve gemideki bu çalışanlar savaş esiri yapılamazlardı. Gemiden ayrılırken kendi özel malları olan eşyalarını ve cerrahi aletlerini yanlarına alabilirlerdi. Bu çalışanlar, gerekli olduğunda görevlerini yerine getirmeye devam edecekti. Ancak başkumandan uygun görürse ayrılabilecekti. Taraflar, ellerine geçirmiş oldukları bu personellere maaşlarının eksiksiz olarak ödenmesinin teminatını vermesi gerekiyordu. 9. maddeye göre ise gemi kazası geçirmiş, yaralı ya da hasta olup da taraflardan diğerinin eline geçmiş olanlar, savaş esiridir. Şartlara göre kişiyi kendi ülkesinin bir limanına, tarafsız bir limana veya esir tutan ülkenin bir limanına göndermek ve göndermemekten hangisinin daha uygun olduğuna esiri bulunduran ülke karar verecekti. Son olasılıkta, bu şekilde geri gönderilen esirler, savaş devam ettiği müddetçe kendi ordularında hizmet edemeyecekti.[74]

1864 Cenevre Sözleşmesi prensipleri, deniz savaşına adaptasyonu ile ilgili olarak 1899 yılında revize edildi ve genişletildi. 1899 Sözleşmesi’nin 14 maddesinin çoğu ise 1907 sürümünde değiştirilmeden korundu. Ancak, birkaç yeni madde eklenerek madde sayısı 28’e çıkarıldı. Yeni sözleşme içeriği bakımından 1906 Cenevre Sözleşmesine ve hatta daha önce hazırlanmış olan 1864 tarihli sözleşmeye dayanmaktaydı. Ayrıca 18 Ekim 1907 tarihinde imzalanan “Cenevre Sözleşmesi’nin Deniz Savaşına İlişkin İlkelerine Uyum Sağlanmasına Yönelik Sözleşme”sinin aşağıdaki 10 ve 14. maddeleri esirler ile ilgilidir:[75]

Madde 10. Yakalanan herhangi bir gemideki dini, tıbbi ya da hastane personeli dokunulmazdır ve gemideki bu çalışanlar savaş esiri yapılamaz. Gemiden ayrılırken kendi özel malları olan eşyalarını ve cerrahi aletlerini yanlarına alırlar. Bu çalışanlar, gerekli olduğunda görevlerini yerine getirmeye devam etmelidir ve daha sonra başkumandan uygun görürse ayrılabilir. Taraflar, ellerine geçirmiş oldukları bu personellere kendi donanmalarında bu rütbedekilere verilen miktara göre maaşlarının eksiksiz olarak ödenmesinin teminatını vermelidir

Madde 14. Gemi kazası geçirmiş, yaralı ya da hasta olup da taraflardan diğerinin eline geçmiş olanlar, savaş esiridirler. Şartlara göre kişiyi kendi ülkesinin bir limanına, tarafsız bir limana veya esir tutan ülkenin bir limanına göndermek ve göndermemekten hangisinin daha uygun olduğuna esir bulunduran ülke karar verir. Son olasılıkta, bu şekilde geri gönderilen esirleri, savaş devam ettiği müddetçe hizmet edemez.

1864’den 1906 yılına gelinceye kadar Cenevre Sözleşmesi’nin güncellenmesi konusunda değişik adımlar atıldı. 1864 yılından sonra özellikle Kızılhaçın uluslararası konferanslarında, 1864 tarihli Sözleşmenin yenilenmesi için çeşitli öneriler getirildi. Önce 1868 tarihli ek maddeler ve deniz savaşı ile ilgili 1899 sözleşmesinin kabulü gerçekleşti. 1899 Lahey Barış Konferansı’nın sonuç bölümünde, 1864 Cenevre Sözleşmesi’nin yenilenmesi için özel bir konferansın toplanma arzusunu dile getirildi. 1906’da bu konferans, İsviçre Hükûmeti tarafından organize edildi ve 35 devletin katıldığı bir toplantı düzenlendi. Konferans, Uluslararası Kızılhaç komitesi tarafından sunulan tekliflere dayanarak 1864 Sözleşmesi kabul edildi. 1906 Sözleşmesi, 8 bölüm ve 33 maddeden oluşmakta, 1864 tarihli sözleşmenin daha detaylı ve daha kesin kararlarını içermekteydi. Ölülerin defnedilmesi ve bilgi iletimi ile ilgili yeni hükümler dâhil edildi. Gönüllü yardım toplulukları ilk kez açıkça tanındı. Öte yandan, uygulanması mümkün olmayan hükümler değiştirildi. Yaralılara yardım eden halkın ayrıcalıkları daha uygun oranlara düşürüldü ve ileri hizmet için uygun olmayan yaralıların geri gönderilmesi;

sadece bir öneri halinde kaldı. 1906 Sözleşmesi 1929 Cenevre Sözleşmesi ile değiştirildi ve 1970 tarihine kadar yürürlükte kaldı.[76]

6 Temmuz 1906 tarihinde “Savaş Alanında Esir Düşen Hasta ve Yaralıların Durumlarının Düzeltilmesi”ne dair imzalanan 1906 Cenevre Sözleşmesi’nin 2. maddesinde “Bir ordunun düşman eline düşen yaralı ve hastaları savaş esiridir ve uluslararası hukukun esirleri ilgilendiren genel hükümleri onlara uygulanabilir.denildi. Buna rağmen düşman taraflar, uygun gördüklerinde birbirleriyle hasta ve yaralı esirler ile ilgili istisnalar konusunda anlaşmaya varmakta serbestti. Özellikle bir çarpışmadan sonra savaş alanında kalan yaralıların karşılıklı olarak serbest bırakılması, esir olarak bulundurmak istemedikleri hasta ve yaralıların hareket için uygun hale getirdikten ya da iyileştikten sonra geri gönderilmeleri, düşmanın yaralı ve hastalarının düşmanlık sona erene kadar tutuklu bulundurulmaları için rızası olması durumunda tarafsız ülkeye teslim edilmelerinde serbesttirler. 9. maddeye göre yaralı ve hastaların toplanması, taşınması ve onlara uygulanan muameleden ve tıbbi birlik ve kuruluşların idaresinden sorumlu olan personel ve ordulara bağlı papazlar, tüm şartlar altında saygı görmeli ve korunmalıydı. Düşman eline düştüklerinde de savaş esiri olarak nitelendirilemeyeceklerdi. Bu hüküm, silahsız olan tıbbi birlik ve kuruluşların nöbetçilerini de kapsamaktaydı.[77]

1909 yılına gelindiğinde İngiltere, 1907 tarihli Lahey Sözleşmesi’nin aldığı karar gereği “Uluslararası Zoralım (Ceza) Mahkemesi”nin kurulması için deniz gücüne sahip devletleri bir konferansa davet etti. 10 devletin katıldığı bu konferansta alınan kararlar imzalanmadı ve yürürlüğe girmedi. Deniz savaşları kanunları hakkında 26 Şubat 1909’de gerçekleşen “Londra Deniz Konferansının Son Protokolü ve Deklarasyonu”na göre tarafsız bir ticaret gemisinde bulunan düşman silahlı kuvvetlerine mensup kişi, geminin ele geçirilmesi söz konusu olmasa dahi savaş esiri olarak sayılabilecekti.[78]

Cenevre Sözleşmeleri’nin imzalanmasıyla birlikte savaşan tarafların esirlerine, esaret şartlarına ve geri gönderilmeleri konusunda kurumsal, düzenli ve yeterli yardımda bulunulmaya başlandı. Esirlerle aileler arasında haberleşmenin yeterli düzeyde sağlanamaması; uluslararası yardım kurumların ilgilendiği bir sorun oldu. Bu sorunların çözülmesi açısından Mayıs 1912’de toplanan Dokuzuncu Washington Kızılhaç Konferansı bir dönüm noktası oldu. Konferansa, Osmanlı tarafından Dr. Besim Ömer Kızılay (o dönem Hilal-i Ahmer olarak adlandırılmaktaydı) delegesi olarak katıldı.[79] Bu konferansta, Fransa Kızılhaç komitesi tarafından hazırlanan ve harp esirlerine Kızılhaç tarafından yapılabilecek yardımların belirlendiği ayrıntılı rapor sunuldu.[80] Rapor üzerinde yapılan çalışmalar sonucunda savaş esirlerine yardımı kendi asıl görevi addeden Kızılay, 1906’da Londra Konferansı’nda dile getirilen isteklerden de esinlenilerek savaş sırasında esir düşen askerler için kendilerine gönderilen yardımları alma ve yerine ulaştırma görevini üstlendi. Cenevre Uluslararası Komite tarafından alınan kararla özel bir komisyon teşkili gündeme geldi ve tarafsız temsilciler vasıtasıyla yardımların isimleri bildirilen kişiler arasında dağıtılmasına ve diğer hibelerin savaş esirlerinin ihtiyaçlarının giderilmesine karar verildi. Uluslararası Komiteye bu çalışmalardan dolayı gelecek masrafları ülkelerin kendi kurumları üstlenecek ve gerekli tedbirleri alacaktı. Savaş esirleri komisyonları Cenevre Uluslararası Komitesiyle ilişkilerini kesmeyecekti. Bundan başka, Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla Uluslararası Kızılhaç Komitesi, askerler ile aileleri arasındaki bağlantıyı kurmak için Cenevre’de Merkezi Savaş Esirleri Cemiyeti kurdu. Savaş ilerledikçe, Kızılhaç etkinliği daha da arttı. Savaşan taraflara insana acı veren silahların ve zehirli gazların kullanılmaması konularında çağrıda bulundular; esirlerin bulundukları kampları gezerek incelemelerde bulunarak raporlar hazırladılar.[81]

Kısaca esaretin tarihsel sürecine bakıldığında, Avrupa’da esir statüsüne dair düzenlemelerin ancak 19. yüzyılın sonlarından itibaren yapılmaya başladığı dikkati çekmektedir. Nitekim Kırım Harbi sonrasında 1856 Paris Deklarasyonu’nda ve daha sonraki çeşitli sözleşmelerde savaş kurallarıyla ilgili düzenlemelere gidildi. Esirlerine uygulanacak muamele, 1874 Brüksel Deklarasyonu’nda on iki madde halinde ele alındı, ancak bu bildirge onaylanmadı. 1899 Lahey Konferansı’nda İkinci Sözleşme ve 1907 Lahey Konferansı’nda Dördüncü Sözleşme’de esirlere uygulanacak muamele on yedi madde halinde düzenlenerek önemli adımlar atıldı. Birinci Dünya Savaşı sırasında bu düzenlemelerin yetersiz kaldığı görüldü[82] ve 1929 Cenevre Sözleşmesi ile tamamlayıcı tedbirler ilave edildi.[83]

 

BİRİNCİ BÖLÜM

İNGİLİZLERE ESİR DÜŞEN OSMANLI ASKERLERİNİN
KAMPLARA İNTİKALİ SORUNLARI VE İSTASYON (GEÇİCİ)
KAMPLARININ DURUMU

1914 yazında başlayıp 1918 sonbaharında sona eren ve Avrupa merkezli bir cihan savaşı olan Birinci Dünya Savaşı, dünyayı iki kutba böldü. 19. yüzyılın ikinci yarısında, Almanya ve İtalya’nın siyasi birliğini tamamlayıp sömürgecilik yarışına girmesi; 20. yüzyılın başında büyük bir kargaşaya ve karışıklığa soktu. Özellikle Avrupa’da olmak üzere tüm dünyada hâkim olan gerginlik, Avusturya-Macaristan Veliahdı Franz Ferdinand’ın Saraybosna gezisi sırasında uğradığı suikast sonucu hayatı kaybetmesi ile savaşa dönüştü. Çok büyük kayıpların verildiği savaş sonunda İngiltere en büyük rakibi Almanya’yı yenerek Avrupa’da, Ortadoğu’da ve denizlerde hâkimiyeti ilan etti. Dünya Savaşı imparatorlukların da sonu oldu. Osmanlı İmparatorluğu, Avusturya Macaristan İmparatorluğu, Alman İmparatorluğu ve Rus Çarlığı yıkılmış, yerine ulus devletler kuruldu. Bir daha böyle bir savaşın çıkmaması ve sorunları diplomatik yollarla çözmek amacıyla Milletler Cemiyeti kuruldu. Ancak Milletler Cemiyeti beklenilen amaçları gerçekleştiredi ve yeni bir dünya savaşının çıkmasına engel olamadı. Savaşta her iki tarafın insan kaybı ve maddi zararları çok büyük oldu. İttifak Devletleri 22.900.000 askeri seferber etmiş, ölüler dâhil 15.620.000 kayıp vermişti. İtilaf Devletleri ise 42.700.000 milyon askeri seferber etmiş, ölüler dâhil 22.861.000 zayiat vermişti.[84] Savaşın sonuçları, Osmanlı Devleti açısından çok daha ağır oldu. Balkan Savaşı’nda ağır kayıplar veren Osmanlı Devleti, bir savaş yenilgisine daha dayanamayarak topraklarının bir bölümünü İngiliz ve Fransızlara bırakarak savaş sonucu yıkıldı. Genelkurmay Başkanlığının resmi kaynaklarına göre Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşı’nda 2.608.000 kişiyi seferber etti. Bu askerlerden 50.000’i cephede, 35.000’i yaralanmadan, 240.000’i de hastalıktan şehit oldu. Bu sayıya 400.000 yaralı ile 1.560.000 hasta, firari, kayıp ve esir dâhil edildiğinde; toplam 2.285.000 kişi Mütareke imzalandığında savaş dışı kaldı. Çoğu zaman kayıp ve firarilerle birlikte verilen Osmanlı esirleri, Osmanlı Devleti ve Kızılay için savaş süresince haklarının korunması ve hayatlarının kurtulması gereken önemli bir iş oldu.25 [85]

Osmanlı Devleti, 1914 yılı sonlarında resmen katıldığı Birinci Dünya Savaşı boyunca İngilizler ile Çanakkale, Irak, Suriye, Kanal-Filistin, Hicaz, Asir ve Yemen cephelerinde mücadele etti. İngilizler, Çanakkale ve Filistin-Suriye cephelerinde aldıkları Türk esirleri Mısır esir kamplarına, daha sonraları Kanal, Filistin-Suriye ve Irak cephelerinde esir olanları ise Hindistan ve Burma esir kamplarına gönderdi.[86] Çanakkale Cephesi’nde alınan esirler, ilk önce Bozcaada, Gökçeada ve Mondros limanının bulunduğu Limni Adası’na götürüldü, buradan da sürekli olarak kalacakları Mısır ve Kıbrıs kamplarına nakledildi. İngilizler aldıkları esirleri farklı sebeplerle savaş alanından uzaklaştırmak zorundaydı. Bu sebepler arasında: cephede güvenliğin sağlanamaması, firarlara engel olunamaması ve su yetersizliği en önemlilerinden sayılabilir.

Birinci Dünya Savaşı’nın devam ettiği yıllarda Osmanlı esirlerinin nakledildiği Mısır ve Kıbrıs fiili olarak İngiliz işgali altındaydı. Mısır’da yoğun bir İngiliz nüfus da yaşamaktaydı. Mısır, 1882’den 1922 yılında krallık ilan edilinceye kadar İngiliz işgali altında kalmıştı. Kıbrıs da 1914’de Osmanlı Devleti’nin Almanya’nın yanında savaşa girmesiyle İngilizler tarafından ilhak edilmişti. 1914 yılı sonunda, özellikle de Mısır’ın İngilizler tarafından tam olarak işgalinin gerçekleşmesi ardından İngilizler, çok sayıda Türk esirleri kamplara yerleştirilmeden önce Kahire’ye getirmeye başladı.[87]   1915 yılın başından itibaren, Türk esirler

devamlı olarak Kahire’ye ulaşmakta ve yaralı olan esirler Kahire Hastanesine getirilmekteydi. Çeşitli sıkıntıları olan esirlerin kederli ve aç durumda oldukları gözlemlenmekteydi.[88]

İngiliz basınında çıkan haberler ve İngiliz askerlerinin beyanları her ne kadar kendi iç kamuoyuna yönelik propaganda amaçlı olsa da esir düşen Türk askerlerin perişan halleri, savaş boyunca saklanamaz bir durum almıştı. Örneğin 900 kişilik Türk esirinden oluşan bir kalabalık gören bir İngiliz askeri, Türk esirlerini zavallı dilencilere benzetmişti.[89] Bir başka İngiliz askeri, Türk esirlerine dair izlenimlerini anlatırken Türk askerlerinin imkânsızlıklarından bahsetmekteydi. Türk askerleri hem kılıç hem de tüfek taşıyorlardı, ancak yanlarında hiç mermileri yoktu. İki gün üst üste, toplamda 180 Türk askerini esir aldıklarını yazan İngiliz asker, kendileri için tek eğlencenin bu olduğunu anlatmıştı.[90] Savaş sonrası yaşadıklarını dile getiren Şoför Reynolds, Türk esirlerinin İngiliz hatlarından kasten uzak durmadıklarını anılarında anlatmıştır. Tahliye edilen birkaç esir, sığınmak için birkaç kütükle birlikte subayların karargâhına geri dönmüştü. Şoför Reynolds’ un düşüncesine göre Türkler iyi bir savaşçıydı ve kendilerinin tarafında tek bir ölçüsüzlük örneği yoktu. Buna rağmen içinde bulundukları imkânsızlıklar yüzünden teslim olmak zorunda kalıyorlardı.[91] Bir İngiliz makineli silah subayı da savaşa dair anılarında Türklerin siperlerindeki haykırışlarını anlatmıştır. Kasım 1915’de                                                                                                                                     200 Türk esiri ele

geçirdiklerini ve içlerinde zeytin çorbasından başka hiçbir şey yemediğini hüzünlü bir şekilde şikâyet eden bir Türk esirle konuştuğunu anılarına yazmıştı. Türk esirlerin ejderha ve hilal armalı garip iç çamaşırları vardı. Esirlerin çoğu yaralıydı ve İngiliz askerleri künyelerini, su şişelerini ve sigara gibi malzemelerini değiştirirken doktorlar da parmak ve ayak başparmaklarını keserek pansuman yapmaktaydı.[92] Bazı İngiliz askerleri de hatıra olsun diye esirlerden çeşitli eşya aldıkları gibi esirlerin fotoğraflarını çekip saklıyordu. Süvari Eri Pat Ryan, Mısır’dan annesine Kanal’da kamp kurduklarından bahseden mektubunda Kahire’den birkaç mil uzaklıktaki esir kampına kadar muhafızlık ettikleri perişan haldeki Türk esirlerin resminin olduğu bir posta kartı da atmıştı.[93] İngiliz basınında çıkan bir başka askere göre de at üstündeki korkusuz Araplar her gün yüzlerce yorgun, zayıf ve halsiz Türk esirlerini İngilizlere teslim etmekteydi. İngiliz askerlerin gazetelerde çıkan demeçlerinde, hiç kimsenin bu esirlere acımadığı ancak yine de kendilerinin acıdığı haberleri çıkmaktaydı.[94]

Birinci Dünya Savaşı’nın en büyük ordularından birine sahip olan İngilizler, Çanakkale, Kanal ve Filistin cephelerinde ele geçirdikleri esirleri Mısır’ın değişik bölgelerinde hazırladıkları kamplara yerleştirmiş ve savaş süresince esirler, geniş topluluklar halinde çeşitli kamplara taşınmış ve hayatlarının bir kısmını burada idame ettirmişti. Filistin Cephesi’nden getirilen esirler ilk önce kısmen yaya olarak sevk edilmişti. Bilahare esir mevcudu azalınca trenle sevk edilebildiler. Sevkiyat Şam’dan trenle doğruca Kantara’ya oradan Seydi Beşir’e yapıldı. Yaya olanlar Şam’dan şose ile Afule’ye, oradan trenle Mısır’a sevk edildiler. Ordunun Şam’a kadar geri çekilmesi sırasında esir düşenler kısmen yaya olarak kısmen de trenle sevk edildiler. Yollarda iaşenin iyi olduğu ve Liyet’e kadar ki mahallerde birer gece kalındığı belirtilmektedir. Liyet’te tren tedariki ve evvelce sevk edilmişlerin ilerlemeleri için muhtelif günler beklenilmiştir ki bu azamî on gündü. Yürüyenler ciddi sıkıntılar çekse de trenle sevk edilenler bu ölçüde bir zahmet yaşamadılar. Ancak Osmanlı esirleri, bu süreçte sert muamelelere maruz kalmış ve tahkir edilmişti. Hatta İngilizler tarafından soyulan ve mallarına el konulan pek çok subay da bulunmaktaydı.[95]

Çanakkale Cephesi’nden esir alınan Türk esirleri önce Limni, Sakız ve Bozcaada’da geçici kamplarda tutuldular, burada yeterli sayıya ulaşılınca kafileler halinde Mısır’a gönderildiler. Çanakkale’de esir olan askerlerin geçici kamplara nakilleri İngiliz basınına da yansımıştı. Gazetelerde çok sayıda Türk esirin Limni ve Bozcaada’ya getirildiği yazmaktadır.[96] Bölgede var olan askeri kamplara, Filistin ve Kanal Cephesi’nden alınan esirler nakledilmişti. İngilizler, Mısır’daki kampların yetersizliği, cephelerin genişlemesi ve yakalanan esirlerin çoğalması sebebiyle yeni kamp arayışını içerisine girdiler. Bu arada, Irak bölgesinde ele geçirilen esirler için de yeni kamp arayışı sürmekteydi. İngilizler tarafından Irak Cephesi’nde ele geçirilen esirler, Mısır’a deniz veya kara yolu ile sevk edilmişler ya da Bağdat ve Basra istasyon kamplarında geçici süre tutulmuştu. Esir kampının yetersiz hale gelmesiyle Bağdat’taki esirler de Basra istasyon kampına nakledildiler.[97]

İngiltere 3 Kasım 1914’de bir taraftan birliklerini Basra Körfezi’ne çıkararak Osmanlı toprakları işgal etmiş, diğer taraftan aynı gün iki İngiliz ve iki Fransız savaş gemisi Çanakkale Boğazı’ndaki Osmanlı istihkâmlarını ateş altına almıştı. Böylece Osmanlı Devleti için savaş fiilen başlamıştı. 18 Mart 1915 günü tüm gücü ile saldırıya geçen İngiltere ve Fransız donanmaları, deniz harekâtı ile İstanbul’u ele geçiremeyeceğini anlayınca kara harekâtı ile saldırıyı tekrar başlattılar. Tüm bu saldırılara rağmen başarısız olacağını anlayan İngiltere ve Fransa, her şeyden ümidini keserek 9 Ocak 1916 tarihinde Gelibolu’dan tamamen çekilmişlerdir.[98] İlk Türk askeri, 4 Mart 1915 günü Çanakkale Cephesi’nde yaralı olarak ele geçirildi. Bir süre sonra ölen Türk esiri papaz tarafından düzenlenen dini törenin ardından değişik sebeplerle ölen İngiliz askerleri ile geminin güvertesinden denize atıldı.[99]

İngiliz basınında yayınlanan bir İngiliz askerin günlüklerinde Çanakkale Cephesi’nde ele geçirilen Türk esirleri hakkında bilgi verilmektedir. Bu günlüklerde genel manzaraya ilişkin betimlemeler yer almaktadır. Adada, siperdekilerin soluklandığı ve tedavi gördüğü dinlenme kampları ve hastaneler vardı. Türk savaş esirleri de buraya havale edilmekte ve geçici olarak burada tutulmaktaydı.[100]

Associated Press’in 12 Mayıs 1915 tarihli haberine göre çok sayıda Türk esiri Bozcaada’dan Mısır’a gönderilmişti. Türkler, ayrıca üç dört gün gibi kısa bir süre içinde çok büyük kayıplar verdi.[101] Bir başka gazete ise Müttefik kuvvetler tarafından ele geçirilen askerlerin sayısının 200 olduğunu ve Bozcaada’ya götürüldüğünü yazmaktaydı.[102] Aynı haberi başka bir gazete 500 Türk esiri olarak vermiş ve esirlerin Bozcaada’ya nakledildiğini yazmıştı.[103] 6 Mayıs tarihli The Times gazetesi ise Türk ordusunun çok ciddi kayıplar verdiğini, 1.000 esirin bir gün önce Bozcaada’ya gönderildiğini yazmaktadır.[104]

Bunların dışında, İngilizlerin genelde geçici ve sürekli olmak üzere esir aldıkları askerler için hazırladıkları istasyon kampları mevcuttu. Bağdat’ın İngilizler tarafından alınmasıyla Irak Cephesi’nde esir alınan Türk askerleri için bu bölgede esir kampları kuruldu. Türk askerlerinin bazıları bir süre bu kamplarda tutuldu, daha sonra Basra’ya, oradan da gemilerle Hindistan veya Burma'ya gönderildi.[105] Irak, Hindistan ve Mısır’dan başka özellikle Kıbrıs, Malta ve Selanik kampları da Türk esirlerinin bulunduğu yerlerdir. Kampların doluluk oranlarına göre veya değişik sebeplerle kamplar arasında geçiş sık rastlanan bir durumdu.

1.1                                                                          Irak (İstasyon) Esir Kampları

Irak bölgesinde İngilizler ele geçirdikleri esirler için sürekli ve geçici olarak kalacakları istasyon kampları yapmıştır. Esirler ilk ele geçirildiklerinde toplama kamplarına kadar yaya olarak getirilmiş, bazen bu yol günlerce sürmüş; yiyecek ve içecek sıkıntısı hat safhada olmuştu. At ve deve gibi vasıtaya sahip olanlar ise daha şanslıydı. Esirler toplama kamplarından gemi ve tren gibi vasıtalarla önce istasyon kamplarına, oradan da esir kamplarına nakledilmişti.[106]

1.1.1                                                                          Basra Esir Kampı

Basra’da iki farklı esir kampı vardı. Bunlardan birincisi esir gözlem kampı, diğeri bulaşıcı hastalıklara karşı izolasyon kampıydı. Birinci kampta esirler, iki ila dört hafta arasında kalmaktaydı. Tecrit altında tutulan esirler ise iyileşinceye kadar kampta tutulmaktaydı. Bu kamp ile ilgili Genelkurmay Arşivi başta olmak üzere tüm arşivlerde ve hatıratlarda bilgiler bulunabilmektedir.[107] Bu kampta tutulan Latif Said Efendi ülke sınırları içinde yayılan salgın hayvan hastalıklarıyla mücadele edebilmek ve kapasitesinden faydalanabilmek amacıyla 25 Ağustos 1919’da Hariciye Vekâleti tarafından İngiliz Komiserliğinden talep edilmişti. Latif Said Efendi Silivri veterineri iken yedek yüzbaşı veteriner rütbesiyle silâhaltına alınmış, esir düşüp Makine POW’de 40675 numarası ile Basra savaş esirleri garnizonuna yerleştirilmişti.[108]

Türkiye Cumhuriyeti Hariciye Vekâletinin Dersaadet Murahhaslığına (İstanbul Temsilciliği) yazdığı bir yazıda ise Umumi Harp’te İngilizler tarafından esir edilerek Basra karargâhına getirilen Binbaşı İzzet Efendi’nin 1923 sonu itibariyle esaretten dönmediği bildirilmiştir. 10996 numarada kayıtlı 141. Alay 1. Tabur 1. kumandanının künyesi verilen esir hakkında tahkikat yaptırarak bilgi vermesi istenmişti.[109]

Amerika Birleşik Devletleri’nin Londra Büyükelçisi Walter Hines Page tarafından İngiliz Dışişleri Bakanlığına yazılan notada Basra’da esir tutulan Aziz Hasan Hamza Turacanlı’dan bahsedilmektedir. Basra 3. Alay, 113. Bölükte olduğu düşünülen Türk savaş esiri Aziz Hasan Hamza Turacanlı’ya iletilmek üzere 2 poundluk bir makbuz gönderilmiştir. Büyükelçiliğe yazılan mektup, Türk esirlerin Basra kampındaki mevcudiyetlerini doğrulamaktadır. 26 Temmuz 1916 tarihinde İngiltere Dışişleri Bakanlığının cevabi yazısından öğrenilmektedir ki; Türk savaş esirlerine, 2 poundluk bir çek ile birlikte para havalesine ilişkin notasının iletilmesinde Bakan E. Grey görevlendirilmişti. Londra Savaş Esirleri Bürosu, Dışişlerine yazdığı 2 Ağustos 1916 cevaplarında Aziz Hasan Hamza Turacanlı’nın Büronun kayıtlarına göre takip edilemeyeceğini belirtmişti. Buna karşın Er Hamza Aziz Osmancık isminde, Debra doğumlu, önceki ikameti Cosavi Sanjai Üsküp olan 31 yaşında ve Burma, Thatmyo savaş esirleri kampında alıkonulan bir savaş esiri mevcuttur ki söz konusu kişinin bu olabileceği yazılmıştı. Eğer söz konusu iki kişinin aynı olduğu varsayılır ise Basra’daki esirlerin Hindistan’a götürüldükleri gerçeği ile örtüşmektedir.[110]

Türk Kızılayı Arşivinde esirlere ait mektuplar da esirlerin bu kampta tutulduğunu doğrulamaktadır. Bağdat Kerbela Sancağının 4. Tabur Kumandanı Hamid Mirza Ağa’nın oğlu emekli Mülazımısani (Teğmen) Celal Efendi’nin Ankara’da Kızılay Cemiyeti ve Üsera Komisyonu Riyaseti Canim-i Aliyyesine 8

Eylül 341 yazdığı mektuptaki “...Bağdat’a izam kılınarak 6 gün Bağdat’ta sonra mahfuzan Basra’ya iki sene kadar İngilizler Askeri hapishanesinde sonra kefaletle salıverilerek Bağdat’a ve 5 Haziran 340 tarihinde geldim...” şeklindeki ifade, Türklerin Basra esir kampında tutulduğunu göstermektedir.[111]

Hicaz Cephesi’nde esir düşen 1890 doğumlu Çanakkale Bayramiçli Mustafa Gürer, bu kampta kalan başka bir esridir. Bağdat ve Basra esir kamplarında kaldıktan sonra Bombay’a gönderildiğini ve 3 yıl Bağdat, Basra ve Bombay’da esir olarak kaldığını anılarında anlatmaktadır.[112]

Hüseyin Fehmi Genişol anılarında, Basra esir kampına getirilen esirlerin çıplak olarak yüzerli gruplar halinde ikişerli suya girip çıkarıldıklarını ve her çıkan askere bir pantolon, bir fanila, bir gömlek, bir çorap ve bir çift bot ile her 10 kişiye bir çadır verildiğini anlatmıştır. Burada esirlere bir teneke parçası üzerine yazılı numaralar verilmiş ve esirlerin boynuna asılmıştır.[113]

Hüseyin Fehmi Genişol’un anlattıklarına göre her çadıra bir esir erzak için bırakılmış ve sabah 08.00’de bu esirden erzakları almaları istenmişti. Esirlere günlük 75 dirhem un, 25 dirhem pirinç, 25 dirhem yağ ve tuz, 25 dirhem et, 4 dirhem şeker, çay, kahve, hurma ve demirhindi gibi şeyler veriliyordu. Ayrıca ekmek yerine her gün un verildiği için esirler bu unla börek, baklava ve saraylı gibi şeyler yapıyorlardı. Her gün angaryada çalışan esirlere bu yiyecekler yeterli gelmiyordu. Yemek ve istirahat, bir düdükle başlıyor ve bir saat sonra bir düdükle bitiyordu. Dinlenme vaktinin sona ermesiyle esirler yoklama için meydanda toplanıyordu. Yoklamaya gitmeyenler çok şiddetli bir şekilde dövülmekteydi. Kampa geldikleri ilk gün saat 11.00’e gelirken tüm esirler toplanarak esaret numarası alınmıştı. Kampa konulan esirlerin girerken yuttukları paralar haricinde kampa para sokulamamıştı. Bir esirin bir günlük kumanyası bir kuruştu. Tek bir sigaranın fiyatı bir kuruş ya da 20 paraydı.

Bunun için kavga ve hırsızlık gibi olaylar kamplardan eksik olmuyordu. Kampta esirlerin ülkelerinden haber almaları imkânsızdı. Esirler, Ramazan ayını ve bayramları Basra’da buruk geçirmekteydi.[114]

Irak Cephesi’nde Ali İhsan Paşa komutasında İngilizlerle savaşırken esir düşen Mülazım Mehmed Sinan, hatıralarında, esir düştükleri sırada uçakların sürekli uçarak düdük çaldıklarını belirtmektedir. Esirlerin toplanması için uçaktan borular çalınmıştı. Birliklerinin nasıl ele geçirildiğini, esir olduktan sonra Basra esir karargâhına nasıl getirildiklerini ve orada neler yaşadığını anılarından öğrenmekteyiz. Grup komutanı İsmail Hakkı Bey, 29 Ekim 1918 gecesi teslim kararını vermiş ve Yüzbaşı Nazif’i teslim şartlarını konuşmak için 11.000 kişinin teslim olduğunu gösteren yazıyı İngilizlere ulaştırmak için göndermişti. Mütareke imzalanmasına karşın Ali İhsan Paşa, Musul’un elinden çıkacağını anlayınca bir askeri, İngiliz komutana göndererek Mütareke şartları gereği herkesin olduğu yerde durmasını, Musul’un işgal edilemeyeceğini söylemişti. İngiliz kumandan ise kendisine verilen emrin Musul’u işgal etmek olduğunu, uzlaşma için yetkili olmadığını söyleyerek, iki üç saat sonra Musul’u üç taraftan işgal etmişti.[115]

Toplanan bütün Türk subay ve erler, Dicle’nin sağındaki sahile esir düştükleri yere iki saat mesafeye götürülmüş ve orada ordugâh kurulmuştu. Sarıklı ve sakallı beli satırlı eli süngülü Mecusi Banbanlar (Gurkalar), esirleri kordona almıştı. Banbanlar, İngiliz ordusundaki en insafsız ve çetin askerlerdi ve savaş sırasında İngiliz ordusunda on binlerce kayıp vermelerinin de etkisiyle Türklere karşı kin ve nefretle bakmaktaydılar. Yalnız İngiliz hâkimiyeti bu kişiler üzerinde kesindi ve emir haricinde kendi başlarına herhangi bir kötü muamele yapamamaktaydılar. Esirler ise ellerindeki yedek erzakları tükendiğinden günlerdir açtı. Bir İngiliz binbaşısı, esirlere burçak unu ile bol kemik vermiş fakat bunları yiyen tüm askerler sancılı bir ishale yakalanmıştı. İngilizlerin bunu kasten yaptıkları düşünülmemelidir. Musul’u almak için tüm vesaitleriyle hareket halinde olmalarından kaynaklanmıştı. Milli gururlarını korumak ve düşmana minnet etmemek için esirler, orada kaldıkları müddetçe kolan ve bel kemerleriyle ve çarık eskileri ile beslenmişti.[116]

Buradan trenlerle alaylar halinde Bağdat’taki esir kampına kapatılan bu grup ve Kafkasya 5. tümeninin son askeri de geldikten sonra 616 numaralı vapur ile güneye yola çıkarıldılar. Yolculuk sırasında İngiliz subay ve askerleri hatıra olarak madalya, yüzük ve saat gibi hediyeler istemiş fakat bir zorlamada bulunmamıştı. Üç günün sonunda hurma bahçeleri ile çevrilmiş Basra limanına varmışlar, süngülü askerler arasında vapurdan indirilmişler, dekovil ve büyük istasyon arasına esirlere tahsis edilen ve makineli tel adı verilen garnizona İstanbul’un işgal edildiği gün yerleştirilmişlerdi. Garnizonlar iç içe örülmüş yüksek direkli ve dikenli tellerle çevrildikten sonra her iki tel arasında bırakılan boşluklar nöbetçi kulübeleriyle donatılmış ve etraf süngülü sıkı bir kordon altına alınmıştı. Birbirine ekli olan birçok bölümlerin içi esaslı kurutulmuş mahruti ve beşikörtüsü çadırlarla doluydu. Burası, savaşın başından beri esir kampı olarak kullanılmaktaydı. Her sabah ve akşam, bir çavuş ve Ermeni tercümanın yoklama yapmasıyla esirler çadırlara alınıyordu. İaşe için her subaya ayrı erzak ve ekmek veriliyorsa da bu miktar ne yeterli ne de sağlıklıydı. Birkaç ay sonra da her subay için 40 rupi para tahsil edilmişti. Esirler garnizona açılan kantinde her türlü ihtiyaçlarını karşılayabilmekteydiler. Savaş şartlarında bile İngiliz maliyesi aksamadan ve sarsılmadan düzenli bir şekilde işlemekte ve esirlerin her türlü ihtiyaçları eksik de olsa yerine getirebiliyordu. Kampın etrafı dikenli tellerle çevriliydi ve her on beş adımda bir nöbetçi beklemekteydi. Dışarı ile esirlerin tüm teması kesilmişti ve kampa hiçbir canlının yaklaşması mümkün değildi.[117]

Kamp komutanı Berok adında ciddi ve iyi kalpli bir binbaşıdır. İaşe maddesinden başka kendisinden ne istenirse zorluk çıkarmamış ve mümkün olduğunca yerine getirmişti. Mesela Dindar bir kişi olan 22. Alay Komutanı Hacı İbrahim Bey, çadırdan bir cami teşkil etmişti. Caminin içi Topçu Tevfik tarafından resim ve yazılarla süslenmiştir. Konya Muallim Mektebi Müdürü Ziya Bey de bir ilkokul açmış ve 500 er ilköğretime başlamıştı. Bu okuldaki faaliyetler yedek subaylar arasındaki öğretmen askerler tarafından gerçekleştirilmiş ve esaret boyunca da devam etmişti. Daha sonra ayrı bir çadırda pedagoji ile ilgili konferanslar verilmeye başlandı. Konuya hâkim kişiler tarafından edebi bir şekilde verilen bu konferanslar, İngilizlerde şaşkınlık uyandırıyordu. O zamanlar siyasi suçlu olarak bu kampta bulunan, sonradan İran Şahı olacak Rıza Pehlevi de bu konferansları takip etmişti. Haftada iki gün gerçekleşen bu konferanslarda bir çocuğun bedeni teşekkülü, terbiyesi, insan temayüllerinin arz ettiği safhalar ve gençlere vatan sevgisi nasıl verilmeli gibi konular işlenmişti. Bir konferansta, İngiliz ve sömürge halkı misal olarak verilmiş ve incelenmişti. Bu konu, orada bulunan İngiliz askerlerin keyfini kaçırmış ve komutan Berok’a şikâyet edilmişti. Anglo-Sakson milletinin özelliklerinden birisi olan uzlaşma yolu ile bu olay sonradan kapatılmıştı. Garnizonun sorumlusu tarafından Vahit Bey’e âlimleri sevdiklerini, her bilgiye hürmet ettiklerini, bunun İngiliz Devleti’nin bir prensibi olduğunu, Halid Ziya Bey’in daha faydalı ve daha uygun mevzular üzerinde konuşması gerektiği bildirildi.58 [118]

Osmanlı Devleti’nin siyasi ve iktisadi durumunu iyi görmeyen İngilizler, 1920 kışında esirlere verdikleri 40’ar rupi parayı kesince, yiyecek ve içecek sıkıntısı daha da arttı. Gıdasızlıktan tüberküloz (verem) hatta kör olma durumu ile karşı karşıya gelen esirler için kaçmak veya ölmekten başka çare kalmamıştı. Mehmed Sinan Bey ve arkadaşları, kamptan kaçmanın imkânsızlığını bilerek önce kendilerini hastaneye sevk ettirmişler ve bu sayede kaçmayı başaran enden kişilerden olmuşlardır.[119]

Taşköprülü Mehmed Efendi’nin içinde bulunduğu esir kafilesi, 24 Nisan 1916 günü Hintlileri getiren bir İngiliz gemisiyle Şeyh Said nahiyesi, Ali El Garibi kasabası, Amare, Satratülamare, Üzeyir, Kurna, Dicle ve Fırat Nehri’nin birleştiği Şattülarap üzerinden Basra’ya ulaşmıştı. Şattülarap, Basra’ya yaklaşık 2 saat mesafedeydi. Yol boyunca esirlere yeterince yemek verilmemişti. Bazı liman kasabalarında duran esirler ancak hurma yiyerek açlıklarını bastırabildiler.[120]

Basra sahiline gelen askerler, Hintli askerler eşliğinde vapurdan indirilmiş manga kolunda 15 dakika yürütülerek çadırlı bir ordugâh görünümünde bir yerde bir çadıra yerleştirilmişti. Giymeleri için basit birer gömlek ve iç çamaşırı verilmişti. Yedek subay Taşköprülü Mehmed Efendi ve yüzbaşıya ceket ve pantolonları temizlenerek geri verilmişti. Diğer kişilerin elbiseleri ise yakılmıştı.[121]

İki subay, mektep diye adlandırılan esir kumandanlığının çadırına getirilmiştir. Burada kendilerine kırk beş rupi verilmişti. Tel örgülerle çevrili çok dar bir yerde olan bir çadıra sokuldular. Bu kampta 15 gün önce esir edilen bir subay, bir yedek subay ve 100 kadar er bulunmaktaydı. Arap ve Türk subayların aralarına nifak sokmak için tekrar ayrı yerlere gönderilmişlerdi. Arap subay ve erlere siyah, Türk erlere ise kırmızı kefiye[122] verilmişti. Esirler büyük bir çadır içinde rezil bir şekilde geceyi geçirmek zorunda kaldılar. Esirlerin komutanı Yüzbaşı Boudrel esirlere gayet iyi davranmaktaydı. Mehmed Efendi, bir İngiliz binbaşısı tarafından sorguya çekilmiştir. Kurmay Topçu Binbaşı, Mehmed Efendi’ye iyi davranarak ağzından laf almaya çalışmış, Türk ordusu hakkında değişik sorular sormuş ve bir gün sonra öğle yemeğine davet etmişti. Mehmed Efendi nezaketen daveti kabul etmişti. Bu defa da tercüman Diyarbakırlı bir Ermeni’dir. Binbaşı, bulundukları yerin havasının kötü olduğu gerekçesiyle Mehmed Efendi’yi Basra’da Aşar’a götürme teklifinde bulunmuş ayrıca para teklif etmişti. Burada 10 günden fazla kalmışlar ve binbaşı, Mehmed Efendi’nin ağzından tek önemli laf alamamıştır. Aynı binbaşı başka bir yüzbaşıyı da sorguya çekmişti. Bir gün sonra yine öğle yemeğine çağrılmıştı. 6 Mayıs 1916 günü bu defa kampa gelen bir albay, bir kurmay yüzbaşı ve bir kurmay yarbay tarafından tekrar Mehmed Efendi sorguya çekildi. Aslında Mehmed Efendi’nin bulundukları yerden kaçması zor değildi. Yalnız halka güvenmiyor ve dillerini de bilmiyordu. Ayrıca kendi ordusunu bulmak da ayrı bir sorundu. Ara sıra kaçmayı düşünmüş fakat her defasında vazgeçmişti.[123]

1 Mayıs 1916 günü kampta esaret altında üzüntü içindeyken mutlu edecek bir haber geldi. İngilizler, Kut’un düştüğünü, tüm birliklerinin de Türklere esir düştüğünü öğrenmişlerdi. İngilizlerin üzüntüsü her halinden belli olmaktaydı.[124] Ertesi 2 Mayıs günü kampta bir parça et ile birkaç patates esirlere yemek olarak verilmişti. Bir gün sonra esir erlere pirinç verilerek yemek pişirtmeye başladılar. Sık sık İngiliz subaylar ziyaretlerine geliyordu. Ayrıca Basra komutanı kampı ziyarete gelmiş, göze çarpan erlere memleketlerini ve ne işle uğraştıklarını sormuştu. Bir gün sonra kampa bir terzi gelmiş ve bazı esirler elbise sipariş etmişti. Mehmed Efendi de bir pantolon sipariş etmişti.[125]

Şeyh Said Muharebesi’nde yaralanıp esir düşen 50 kadar asker hastaneden taburcu edildikten sonra buradaki kampa getirilmiş ve onlar için yeni çadırlar kurulmuştu. Bunların arasında bir kolsuz, iki de bacaksız esir vardı.[126]

Kamplarda sürekli İngiltere ve Osmanlı Devleti arasında mübadeleye dair söylentiler çıkmaktaydı. Bu söylentilerden birisine göre İngilizler buradaki esirlerin mübadelesi için Osmanlı Devleti’ne başvurmuş fakat Türk tarafı kabul etmemişti. Bir başka duyuma göre de esirler Hindistan’daki esir kamplarına gönderilecekti.[127]

Taşköprülü Mehmed Efendi ile aynı anda esir düşen ve ordugâhları civarında bırakılan 307 esir er, 17 Mayıs 1916’da kampa getirilmişti. Aralarında bir yedek subay da vardı. Fakat kendisi sağır olduğundan herhangi bir bilgi alınamamıştı.[128]

Bu arada yüzbaşı ve Taşköprülü Mehmed Efendi hariç yedi kişi mübadele edilmek üzere 27 Mayıs 1916 günü kamptan gönderilmişti. Mehmed Efendi kendisinin neden mübadele dışı tutulduğunu anlamamış, fakat topçu olduğu için gönderilmediği söylenmekteydi.[129]

Tam bu esnada kampta çok üzücü bir olay gerçekleşmiştir. Türk esirlerden Kayserili Said isminde bir onbaşı, birkaç arkadaşı ile beraber komutanına giderek Türklerden bıktığını, kendisinin isteyerek esir düştüğünü söyleyerek elindeki birkaç lirasını da komutanlığa teslim etmişti. Üstelik bu kişi cephede cesaretle savaşmış ve şerefiyle esir düşmüştü. Bu duruma birkaç asker daha meyletmişse de nasihat ile bu davranışlarından vazgeçirtilmişti. Ayrıca 15 kadar Rumelili esir er de İngilizlere iltica ederek kamp dışında İngilizlere hizmet etmekteydi. Mülteci olan bu Rumelili erler diğer esirlere de propaganda yapıyordu.[130]

Taşköprülü Mehmed Efendi ve yüzbaşı, kamp komutan yardımcısı Teğmen Napht ile beraber ihtiyaçlarını karşılamak üzere Basra’ya gitmişlerdi. Önce bir saat kadar mesafedeki Aşar’ın karşısında vapurdan indikten sonra otomobille 10 dakika uzaklıkta Basra yakınlarında Tennume denilen bir kampa getirilmişlerdi. Burası çadırlardan oluşan tel örgü içinde bir esir kampıydı ve Türk esirlerden çokça yaralı ve hasta bulunuyordu. Buradan nehrin kıyısında, binaları düzenli ve güzel bir yer olan Aşar’a geçilmişti. Yüzbaşı ve Mehmed Efendi’yi kamp esirleri komutanı Aşar Siyasi Daire Başkanı Wilson evinde misafir etmişti. Wilson ile beraber şehri gezmişler ve kamp için ihtiyaçlarını gidermişlerdi. Tıraş oldukları berber ise Türkler tarafından Basra’ya getirilip terk ettiklerini söyleyen bir Ermeni’ydi. Şattülarap’tan vapurla yarım saatlik yolculuk sonrası yürüyerek kendi kamplarının bulunduğu Kuttülfrengi esir karargâhına geldiler.[131]

Esir kampına 31 Mayıs 1916 günü 105. Alay 2. Taburdan Halepli Üsteğmen Cemil Efendi isminde bir subay daha getirilmişti. Bir Türk’ün daha esir düşmesinden üzüntü duysalar da Osmanlı ordusunun durumu hakkında bilgi edinecekleri ve konuşacakları bir arkadaş geldikleri için mutlu olmuşlardı. Bu kişi, Basra’da uzun süredir yedi arkadaşı ile beraber serbest şekilde gezerken tutuklanarak kampa gönderilmişti. Cemil Efendi, birden diğer arkadaşlarına hakaret etmeye onları vatan hainliği ile suçlamaya başlamıştı. Muhtemeldir ki İngilizler Türk subaylarının ağzından laf almak için bu kişiyi kampa göndermişti. esirler Buna rağmen esirler bu şüpheyi doğrulayacak bir kanıt da bulunamadılar. 5 Haziran 1916 günü Hindistan esir kamplarına gitmek üzere esirler kamptan ayrıldı. Bu arada İngiliz yetkililer Hindistan’a gönderilecek Türk ve Kürk esirleri birbirinden ayırmak istemişlerdi. Kürt esirler, biraz da subayların yönlendirmesi ile Türklerden asla ayrılmayacaklarını beyan ettiler.[132]

Mustafa Tütüncü’nün hatıratında Basra esir kampına getirildikleri zaman kampta yaklaşık 3.000 kişinin kaldığı görülmektedir. Esirler burada çadırdan yapılan içi ilaçlı, asit fenikli su ile dolu havuzda çırılçıplak soyularak dezenfekte edilmişti. Mahrem yerlerini mendil gibi şeylerle bir şekilde kapatmak isteyen esirlere İngiliz askerleri mâni oldular. Esirlerin yeni ya da eski tüm eşyaları ellerinden alınmış ve yakılarak imha edilmişti. Bu şekilde aşağılanan esirler, yıkanmaktan ya da arınmaktan değil arkadaşlarının yanında soyunmaktan çok utanmış ve rahatsız olmuştu. Türk gelenekleri ve dini inançlarının yok sayılması Türk esirleri derinden üzmüştü.[133]

İngilizler, esirlerin ellerinden para ve değerli eşyalarını makbuz karşılığı almak istemiş; bazı esirler koltuk altı, bacak arası ya da ağızlarında saklayabilmiş hatta bazıları ellerindeki altınlarını yutmuştur. Dörderli gruplar halinde havuza sokulup arınık edilen her esir, kendisine verilen bir battaniye, bir gömlek, bir pantolon ve bir fotin ile kalacakları çadıra gönderilmişti. Özellikle genç İngiliz askerler, ellerinde bir değnek ile esirlerin çıplak vücutlarına vurmakta, hep beraber esirler ile alay etmekte ve gülüşmekteydiler. Canı yanan esirler, birbirileri üzerine yığılmakta ve bu manzara da İngilizleri eğlendirmekteydi. Üstelik İngiliz askerleri, esirlerin bu halini görüntülemek için fotoğraf çekmekte ve yeni pozlar almak için yeni hallere sokmaktaydılar. Dezenfekte işi bir gün sürmüş; esirler yorgun bir şekilde gece uyumuşlar, sabah ise erkenden kaldırarak sayımları yapılmıştı. Sayımın ardından esirler tekrar çadırlarına sokulmuştu. 20 gün boyunca Basra esir kamplarında kalan Türk esirler bu süre zarfında bir kez daha arınık edilmişti. Burada tıraş olan ve temizlenen esirler bitten kurtulabilmişti.[134]

Basra’da kaldıkları süre boyunca esirler yiyeceklerini düzenli olarak almıştır. 20. günün sonunda aralarında Mustafa Tütüncü’nün de dâhil olduğu yaklaşık 1.000 kişilik kafiye buradan alınarak vapurla uzun süre kalacakları Burma’daki Meiktila esir kampına götürülmek üzere yola çıkarıldılar. Vapur boyunca, esirlere Alman denizaltılarına karşı güvenlikleri için can simidinin yanı sıra yiyecek olarak et konserveleri ve ekmek verildi. Esirler verilen yiyeceklerden memnun kalmış ve umduklarından daha iyi bakım görmüştü. Sekiz gün süren vapur yolculuğundan sonra Bombay’a, Bombay’dan üç günlük yolculuk sonrası Kalküta’ya varılmıştı. Artık İngiliz askerleri Türk esirlere karşı daha anlayışlı davranmaya başlamıştı. Esirlerin istasyonlarda yerli halk ile konuşmaları kesinlikle yasaktı.[135]

Nureddin Peker’in anılarında yazdıklarına göre 25 Temmuz 1920 tarihinde esirler Kûtu’l-Amâre’den ayrılarak 28 Temmuz günü Basra’ya ulaşmıştı. Basra esir kampı Aşre iskelesine yarım saat uzaklıktaydı. Burası, Fırat ve Dicle nehirlerinin Basra Körfezi’ne dökülmeden önce birleştikleri Şattülarap suyunun olduğu yerdi. Kampta subaylara ve askerlere ait iki ayrı yer bulunuyordu. İçeride Dicle grubuna ait 600 kadar rütbeli subay vardı. Burası aynı zamanda Türk esirlerin İstanbul’a gönderildikleri yerdi. Daha önce burada olan Albay Hakkı ve Binbaşı Saffet İstanbul’a gönderilmişti. Kalanlar arasında alay kumandanı Kaymakam (Yarbay) Sıtkı, Kör Emin Rıfat, İbrahim, Mustafa, Zihni, İrfan vardı.[136]

Basra şehri, etrafı bataklıklar çevrili bir yerdi. Bunu bilen İngilizler, işçi taburlar ile Türk esirlerini çalıştırarak büyük kanallar açtırmış, bataklıkları kurutmuş ve buraları canlandırmıştı. Kanalların kenarlarına yüzme, atlama ve banyo düzenekleri yapılmıştı. Makineli tel denilen esir garnizonu ve İngiliz Ordugâhı buraya inşa edilerek etrafı makineli tüfeklerle çevrilmişti. Önce, dikenli tellere elektrik verilmiş, ardından esirlerin kurallara uyulacağının teminatı üzerine elektrik verilmekten vazgeçilmişti.[137]

Nureddin Peker’in, esir askere kefil olmasıyla esirlerin çarşı iznine çıkmasına izin verilmişti. Askerler, Nureddin Peker’e söz verdikleri için asla kaçmaya teşebbüs etmediler. Kampta; kunduracılık, berberlik, bakkallık, çaycılık, kahvecilik yaparak biraz para kazananlar; bu parayla altın ya da gümüş alarak kemerlerine bağladılar. Bazıları saat almış, bazıları da tespih yapmıştı. Parayı gören askerler arasında ara sıra disiplinin bozulduğu da görülmüştü. Bu durum esirler arasında gruplaşmalara yol açmış ve kumar başlamıştı. Bununla beraber Bursalı Sarı Ali, Kayserili İsmail Çavuş, Kastamonulu Mehmed Çavuş gibi kabadayılar türedi. Bu durum kamptan sorumlu olan komutanı zor durumda bıraktı. Üst düzey komutanlar bir araya gelerek yeni bir yapılanmaya giderek yeni bir bölük örgütü kurdu. Esirler dört bölüğe ayrılmış, birinci bölüğe İstanbul, Edirne ve Rumeliler; ikinci bölüğe Konya, Adana ve Antalyalılar; üçüncü bölüğe Kastamonu, Ankara ve Kayserililer; dördüncü bölüğe Karadeniz illeri ve doğulular yerleştirilmişti. Çavuş ve onbaşılar da kamplara eşit dağıtılmıştı.[138]

Irak bölgesinde savaşın başlangıcında esir düşen Osmanlı subay ve erleri, Hindistan Burma’da Thatmyo olarak adlandırılan esir karargâhına getirilmiştir. 37. Tümen Komutanı ve Basra Vali Vekili Albay Suphi Bey, askerlerin beslenme işlerinin milliyet esasına göre düzenlenmesini istemiş ve kabul edilmişti. Bir oyun sırasında bir Türk subayının Arap askerini tokatlaması üzerine subaylar arasında anlaşmazlıklar çıktı. Bunun üzerine İngiltere Hükûmeti, Osmanlı uyruğu altında kayıtlı olup bu duruma itiraz etmeyen Türk ve Arap subaylarını Thatmyo kampına gönderdiler. Kürt ve Arap olarak kendisini tanımlayan subay ve erler ise Sumerpur kampına naklediler. Bu ayrışma sonraki dönemlerde de kendisi gösterdi ve İngilizler kamplara yerleştirmede milliyet esasını göz önünde tuttular.[139]

İngilizler, kamplarda esir tutulan subay ve erleri Osmanlı Hükûmetine başkaldıran ve İngilizlerle iş birliği yapan Mekke Şerifi Hüseyin’in ordusuna göndermek için tercümanlar aracığıyla kışkırtmıştır. Subaylardan bir bölümü bu teklife olumlu bakmış, büyük bir bölümü de onları engellemeye çalışmıştı. Bunun üzerine, İngilizlerin isteklerine taraftar görünen subay ile erler Irak bölgesinde bırakılıp karşıt düşüncede olan 65 kadar subay 26 Kasım 1916 günü ilk olarak Bellary karargâhına gönderildi. Anılan tarihten sonra Kutülammare ve Bağdat civarı ile Deli Abbas ve Karatepe yörelerinde yapılan muharebelerde esir düşen ve kendilerini Türk olarak bildiren üst rütbeli subay, subay ve erler yine Bellary esir kampına gönderildi. Ayrıca düşman işgali içindeki yerlerde kalan memurlar ve emeklilerden Türk olanlar veya Türk din görevlileri ve ileri gelenleri ile halkın bir kısmı, İngiltere Hükümetince savaş esiri olarak tanınmış ve yakalanarak 1917 yılı ortasına kadar Bellary kampına getirilmişti. Remadiye Grubu Komutanı, Türk olarak kaydı yapılmış üst rütbeli subay ve subaylar ve Tatar Taburu, 1918 yılı ortalarında da 50. Tümenin üst rütbeli subay ve subayları yine bu kampa getirilmişti. Kürt ve Arap subaylar üç pavyona yerleştirilmiş ve bir tel örgüsü ile Türk subaylarıyla karışmaları engellenmişti. Her iki kısımdaki subaylara dört Ermeni tercümanı aracılığıyla Şerif ordusuna gitmek için esirleri cesaretlendirmeleri karşılığında rütbelerini yükseltme ve en üst düzeyde görev alma sözü verilmişti. Bunun neticesi olarak iki kısımdan 15 kadar subayı ve o miktar subay adayını kendi tarafına çekme yönünde başarılı oldular. Bunlar birinci kafile olmak üzere 1916 senesi sonunda, yine aynı sayıda subay ve subay adayı 1918 senesi başında Şerif ordusuna gönderildiler. Kamptaki Ermeni tercümanlar, Adana ve Halep illerinden olup askeri yükümlülükleri yerine getirmemek için Kıbrıs’a kaçmış ve orada tercümanlığı kabul ederek Hindistan'a gönderilmişti. Ayrıca Suriyeli ve Bağdatlı biri Hıristiyan diğeri Yahudi asıllı iki Ermeni tercüman da yaptıkları çalışmada başarı sağlamak ve intikam hırsıyla isimlerini Celâl Ahmed, Rabit Zübdi şeklinde değiştirerek Müslüman olduklarını ve Türklerle aynı mezhep ve rütbede bulunduklarını ifade etmeye çalışmışlardı. Doktorlardan Yüzbaşı Gaberil Efendi’nin yardım ve koruyuculuğuyla erlerden 6-7 kadarına Hıristiyanlık dinini kabul ettirmede başarılı oldular.[140]

Ankaralı 35. Fırka, 104. Alay, 2. Tabur, 2. Bölükten Er Hacı Hasan oğlu İbrahim, 7 Haziran 1919 günü verdiği ifadesinde Nisan 1916’da Kûtu’l-Amâre’nin güneyinde Felâhiye mevkiinde iken Üçüncü Felâhiye Muharebesi’nde esir olduğunu ve bu dönemde yaşadıklarını anlatmıştır. Nisan 1916’da Felâhiye mevziinde ileri karakol bölüğünden iken İngilizler, sabah taarruzda bulunarak, ikinci taburunun iki bölüğünü birden esir etmiş; takriben 150 kadar esir verilmişti. Türk askerlerin burada yaraları sarılmış, elbiseleri olanların elbiseleri alınmış ve tümü Basra’ya tel ordugâhına sevk edilmişti. Bu ordugâhta on beş gün kadar kaldıktan sonra vapurla Bombay’a, oradan Kalküta’da Rangoon vilayetine, oradan da Meiktila esir karargâhına gönderilmişlerdi. Arkadaşı Ahmed oğlu Mehmed’le birlikte aynı yolla

Basra’ya ve Basra’dan firar ile kendi birliklerine katılmışlardı. İlk esir olduğu vakit İngiliz askerleri üzerindeki sekiz lira parasını almışlardı. Parası alınmasından başka bir fenalık görmediğini ifadesine eklemiştir.[141]

Dicle Grubu Karargâhı Kumandanı iken esir düşen, Basra’dan firar edip Diyarbakır’a kaçmayı başaran Subay Cavit Bey, 10 Temmuz 1919 tarihinde verdiği ifadesinde, Türk subaylarının Basra’nın bir buçuk saat doğusunda bir çadırlı ordugâhta bulunduklarını ve halk ile karışmalarının yasaklandığını söylemiştir. 4. Dicle Grubu Kumandanı İsmail Hakkı Bey Amare’de bulunmaktaydı. Dicle Grubu, esir olduğu zaman ellerindeki teçhizatların çoğunu tahrip ederek teslim etmişti. Ellerinde hiç erzak yoktu. Hayvanların çoğu Müslüman Hintli askerler tarafından kasten öldürmüştü. Dicle Grubunda esir bir batarya kumandanı, kendisine yardım için Şeyh Mahmud’un yanına firar etmişti. Basra’dan Amare’ye kadar Dicle çöl sahiline ve Kûtu’l-Amâre’den Bağdat’a kadar tren ile gitmişti.[142]

13. Kolordu Kumandanı Miralay Bey’in,10 Eylül 1919 tarihinde Harbiye Nezaretine gönderdiği raporlarda, Musul’dan firar eden askerlerin ifadeleri yer almaktaydı. Raporda esirlerin para ve saatlerinin gasp edildiği söylemekte ve bu iddiayı 7 Temmuz 1919 tarihinde ifadeleri alınan 12 askere dayandırmaktaydı. 3. Alay 1. Bölükten Çavuş Mehmed, 3. Alay 1. Bölükten Mehmed oğlu Ahmed, 37. Alay 8. Bölükten Onbaşı Hasan oğlu Mustafa, 157. Alay 4. Bölükten Çavuş Osman, Topçu Onbaşı İzmir Manisa’dan Hamza oğlu İbrahim, Makineli Tüfek’ten Onbaşı Sivas Tavşanlı köyünden Süleyman oğlu Derviş, Onbaşı Bursa Balıkesir’den İbrahim oğlu Ahmed, Sıhhiye Sabri oğlu Ali ifadeleri alınan askerlerdi. Sorgulamalarında hangi mevkide nasıl esir oldukları, İngilizlerden bir fenalık görüp görmedikleri, esaret vakitlerini nerelerde geçirdikleri, nerelerde çalıştıkları, iaşeleri, maaşları, çalışmaları karşılığı para alıp almadıkları, sivil ahaliyle görüşmelerine izin verilip verilmediği, neden ve nasıl firar ettikleri, nasıl ve kaç günde geldikleri ve yolda nasıl iaşe temin ettikleri sorulmuştu. Öncelikle esirler Bağdat’ta esir düşmüşlerdi. Esaret esnasında, İngilizlerden bir fenalık görmemişler ve misafir gibi kabul edilmişler ve hiçbir cezalandırma olmamıştı. Yalnız para ve saatleri alınmıştı.[143]

Kastamonulu 3. Alay Sahra Topçu Tabur, 2. Bölük, 4. Ahır Çavuşu Ahmed oğlu Mehmed’in 7 Haziran 1919 tarihli ifadesinden kendisinin Nisan 1916’da Irak Cephesi’ndeki Dicle Grubunda 13. Kolordu emrinde iken Beyt-i İsa Muharebesi’nde esir olduğunu ve Basra esir karargâhına kapatıldığımı öğrenmekteyiz. İlk esir düştüğünde bağlanmış ve hemen ardından ifadesi alınmıştı. Aynı gün vapura bindirilmiş ve beş altı günde Basra’ya ulaşmıştı. Basra’ya kadar hiçbir kimse eziyet etmemişti. Basra’da tel örgüyle çevrili çadırlı ordugâhta konuldu. Bu ordugâhta takriben 300 ila 400 kadar esir vardı. Burada on beş gün kadar tutuklu kaldı. On altıncı gün tüm esirler, vapurlara bindirilerek muhafızlarla beraber önce Bombay şehrine, oradan trenle Kalküta şehrine, ardından bir başka trenle Rangoon vilayetine ve son olarak Meiktila esir kampına gönderildiler. 1919’un başına kadar burada ikamet ettirilen esirler, Mütareke’yi müteakip memleketlerine sevk edilmek üzere tekrar aynı yoldan Basra’ya ve tel örgüsü ordugâhına getirildiler. Burada kaldıkları süre içinde her gün 2 kuruş yevmiye için on saat Basra civarında kanal hafriyatında istihdam edildiler. Mart 1919 tarihinde para mukabilinde bir yerli araba elde ederek iş başında iken firar etmişler; Bedre, Minalı, Kızılriyal, Islahiye, Kerkük, Musul, Demirkapı üzerinden yurda dönmüşlerdir.[144]

Erzurum’da 15. Kolordu kumandanı Mirliva (General) Kazım Karabekir Paşa, 9 Ekim 1919’da Irak’tan dönen esirlerin ifadelerinden bahsetmektedir. Kazım Karabekir Paşa’ya göre esaretten dönen subayların, İngilizlerin kendilerine nasıl muamele ettiklerine dair verdikleri bilgiler dikkate değerdi. Esirler, daima kızgın kumlar ortasında veya rutubetli mahallerde kurulan çadırlarda ikamet etmekte ve bakımsızlıktan esirler arasında hastalık fazlaca görülmekteydi. Tüm üst düzey subaylar da dâhil olmak üzere esir askerler Hintli subaylar gibi, İngiliz teğmenine saygı göstermeye mecbur tutuluyordu. Türk subayların İngiliz muhafızlar tarafından gördüğü baskılar tahammül edilemez durumdaydı. Erlerin durumu ise subaylar ile kıyaslanmayacak kadar kötüydü. Yarbay rütbesinde bir alay kumandanı (43. Alay 43 kumandanı Yarbay Rıfat Bey) İngiliz neferinden (rütbesiz asker, er) yumruk yemişti. Çadırların uzak bir yere nakli esnasında bir Türk yüzbaşısı İngiliz çavuşunun sandalyeleri taşımasına yönelik verdiği emri reddetmesi üzerine darp edilmişti.

Tercümanlık vazifesini ifa eden Ermeniler vasıtasıyla Türk askerlere, Türk subayları aleyhinde telkinlerde ve İngiliz uyruğuna girmeleri için sayısız tekliflerde bulunuluyordu. Esirlerden, Hindistan’daki gördükleri baskı karşısında İngiliz uyruğunu kabul edenler de olmuştu.[145]

1.1.2 Bağdat Esir Kampı

Bağdat esir kampı, Türk esirlerinin barındırıldığı Mezopotamya’da bulunan kamplardan birisidir. Burada bulunan kamplara delil olarak esirlerin aileleriyle yazıştıkları mektuplar gösterilebilir. Mesela 14 Ağustos 1920’de Bağdat esir kampının 16. Amele Taburu, 4. Bölükte bulunan Mustafa, Muğla’nın Kavaklıdere nahiyesinde bulunan anne ve babasına gönderdiği mektupta 3 senedir tek bir mektup bile almadığından şikâyet etmektekteydi. Anne babası ise ayda iki mektup yazdıklarını ve oğullarında herhangi bir cevap alamadıklarından dert yanıyorlardı. Savaş yıllarında mektupların taraflara ulaşamadığı kesindir ve sahibine ulaşamayan binlerce mektup bugün Türk Kızılayı Arşivinde bulunmaktadır.[146]

Çorum Vilayeti Tahrirat Müdürlüğünden İstanbul’da Kızılay Cemiyeti Merkez-i Umumisine 17 Mart 1341’de gönderilen tezkerede, Bağdat esir kampında kalmış ve yol harçlığı olmaması sebebiyle evine geri dönememiş bir esire verilecek tahsilâttan bahsetmektedir. Esirin yurda döndürülebilmesi için Çorum’un Burhan Kethüda mahallesinden babası Halil tarafından oğlu İbrahim’e ulaştırılmak üzere Çorum Postanesine 40 lira yatırılmıştı. Çorum Valiliği, paranın ulaştırılması ve gecikme yaşanmadan İbrahim’in evine ulaşması için Kızılay Cemiyetine durumu bildirmişti.[147]

Aynı şekilde Başkanlık Osmanlı Arşivinde yer alan bir başka belgede yine Bağdat esir kampında kalmış ve parasızlıktan geri dönememiş bir esirden bahsetmektedir. Burada durum biraz daha vahimdi. Evlatlarını getirtecek yol ücreti ailesinde de bulunmamaktaydı. Bağdat’tan yazdığı mektuptan anlaşıldığını üzere Bağdat’ta 1924 yılında halen esaretten dönemeyen esirler bulunuyordu. Akhisar Torpidosu mürettebatından ve Karamürsel’in Ereğli köyünden Ahmed oğlu Lütfü, annesinden yardım talebinde bulunmuş, fakat bir diğer oğlunu İstiklal Harbi’nde kaybetmiş annesinin bu parayı göndermesi ise mümkün değildi.[148]

Irak bölgesinde ele geçirilen esirler, önce Bağdat ve Basra’daki esir kamplarına getirildiler, kamptaki esirlerin sayılarının artmasıyla buradan sürekli kalacakları Mısır veya Hindistan’daki esir kamplarına gönderildiler. Bağdat ve Basra’da ayrıca esirlerin kaldıkları sürekli kamplarda mevcuttu. Bir kısım esirler esaretlerinin tamamını burada yaşadılar. Bağdat’taki esir kamplarında kalmış esirlerin anıları o süreç içinde yaşananlara ışık tutmaktadır. Mesela, Muhiddin Erev, buradaki kamplarda neler yaşadıklarını anılarında detaylı bir şekilde anlatmıştır. Esirler Bağdat’ta tel örgülerle çevrili bir kampa yerleştirilmişti. Aynı kampın başka kısımlarında da subaylar bulunmaktaydı. Kampın muhafızları İngiliz, Müslüman Arap ve Hintlilerden oluşmaktaydı. Çadırlarda yaşayan esirlere erzaklar çiğ olarak veriliyor, yemekler esirler tarafından pişiriliyordu. Esirler kendi arasında anlaşarak bir kısmı yemek yapmakla, bir kısmı odun kırmakla, bir kısmı da temizlikle görevlendirilmişti. Görülen işlerin en ağır ve güç olanı odun kırmaktı. Parçalanacak kütük, Hindistan ormanlarının en sert ve kuru ağaçlarındandı. Yarı balta, yarı kazma şeklindeki vesaitle, yazın ortasında, güneşin altında bu işi yapmak esirler için oldukça zordu.[149]

Muhiddin Erev, üç ay kaldığı bu kampta yiyecek bakımından esirlerin hayli zorluklarla karşılaştıklarını hatıratına kaydetmişti. Her defasında tercümanlar vasıtasıyla yapılan müracaatlara, İngiliz yetkililer tarafından, Türk esirlere verilen yemeklerin İngiliz subaylarına verilen yemekle aynı olduğu cevabını veriliyordu.[150]

Muhiddin Bey’in kaldığı kampta Rus ve Alman esirleri de bulunuyordu. Kamp yönetimi, esirlerin bayram kutlamalarına izin vermiş ve esirler de kampın etrafını Türk bayrakları ile donatmıştı. İskoçyalı İngiliz eri de bayram kutlaması için konserveler, kutu süt, tereyağı, bisküvi ve reçel getirmişti.[151]

Muhiddin Bey’in makine kampı adını verdikleri Bağdat istasyon kampındaki rahatı kısa sürmüştü. Pek çok esir emilere bindirilerek Hindistan’daki kamplara sevk edilmek üzere Basra’ya gönderilmişlerdi. Esirlere Bombay’a gönderilecekleri güne kadar Basra’da geçirdikleri sürede günde beş defa yemek vermişti. Muhiddin Erev’in içinde bulunduğu kafile önce Hindistan’a, oradan tren ile Bellary esir kampına nakledilmişti.[152]

İngilizlere esir düşen ve Bağdat esir kampında esaret hayatını yaşayan Hüseyin Fehmi Genişol’un hatıralarında, esirlerin 16 Nisan 1918’de Felluce’ye oradan sonra da Bağdat istasyonuna götürüldükleri yazmıştı. Burada uzun bir tel örgü içine konulmuşlar, dörderli sıralar halinde bir tercüman, bir subay ve birkaç İngiliz askeri başlarında olmak üzere tamamen çıplak olarak soyulmuşlardı. Her asker ve her subaya ikişer numara verilmişti. Askerlerin bu numaraları taşımaları zorunluydu. Esirler, çıplak olarak güçlü bir mikrop giderici madde olan asit fenikli havuza sokulmaktaydı. Her esire yazlık sarı bir pantolon, bir gömlek ve bir çorap verilmişti. Hava soğuk olmasına rağmen palto, kaput, ceket gibi eşyalar yoktu ve esirler üşüdüğünü ifade ediyorlardı. Esirlere ilk başta çadır, odun ve ateş verilmediğinden tel örgü içinde açık havada sabaha kadar birbirlerine sokularak ısınmışlardı. 17 Haziran günü isimlerine karşılık gelen numaralar yazılmış ve esirler mesleklerine göre ayrılmıştı. Hüseyin Fehmi Güneş, telgrafçı olarak dokuz kişi ile beraber farklı bir çadıra konuldu. Diğerleri, vapurla bir gün sonra Basra’ya gönderildi. Kamplarda subaylar hariç diğerleri aynı seviyede görülmekteydi. Esirler birkaç ay bu kampta esaret günlerini geçirdiler.[153]

Esirler burada kaldığı sürede bir İngiliz yüzbaşı tarafından sorguya çekildiler. Sorguda hangi kıtadan oldukları, nerede esir alındıkları gibi sorular sorulmuş, bildikleri sorulara cevap vermişlerdi. Hüseyin Fehmi Genişol, 50. Fırkadan olduğunu Havran’da esir alındığını söylemişti. Ayrıca Osmanlı ordusu ve Irak Cephesi hakkında detaylı sorular sorulmuş, bildiklerini cevaplandırmıştı. Sorgulamadan bir gün sonra tüm esirler eski karargâhlarına gönderildiler.[154]

Karargâhta tercüman olarak çalışan Kumkapılı Ahmed Nedim harita dairesi başçavuşuydu. Bu kişi, savaş esnasında Türk cephesinden kaçarak İngilizlere sığınmış, cephedeki piyade, süvari, makinelilerin yerlerini kroki üzerinde göstermiş ve İngilizler tarafından kendisine maaş bağlanmıştı. Ayrıca savaştaki yenilgiden Türk subaylarını sorumlu tutmuş ve cepheden kaçtığını söylemişti.[155]

600 kişilik esir kafilesi birkaç gün burada kaldıktan sonra Basra’ya gitmek üzere yola çıkarıldı ve Bağdat üzerinden 17 Mayıs 1918 tarihinde vapura bindirilerek bir gün sonra Basra’ya ulaştırıldı. Esirler Bağdat’ta şehrin ortasından geçirilmiş ve tüm halkın görmesi sağlanmıştı. Yerli polisler, halktan tepki verenlerin ve ağlayanların bazılarını dövmüş, bazılarını da alıp götürmüştü. Esirler Fırat ve Dicle nehirlerinin birleştiği Şattülarap’ı geçerek Basra Körfezi’ne ulaşmışlar, buradan 11 km hiç durmadan yürüyerek şehrin dışındaki esir kampına yerleşmişlerdi.[156]

Bu kampa getirilen bir diğer esir Nureddin Peker’di. Nureddin Peker, Irak Cephesi’nde Ekim 1918’de İngilizler tarafından kuşatmada ele geçirilen askerlerden birisiydi. Nureddin Peker’in bulunduğu esir kampı, sık sık general düzeyindeki kişiler tarafından denetlenmekteydi. Bunun için kampta görevli subaylar her zaman kampı temiz, disiplinli ve çalışır bir şekilde tutmak zorundaydı. Bir teftiş sırasında General, İngiliz casus Lawrence[157] ile beraber gelmiş ve kampı denetlemişti. Bu denetleme sırasında tüm eski esirlerin tanıdığı Lawrence, esirlere bir konuşma yapmış; konuşmasından sonra esirler tarafından protesto edilmiş, üzerine bağrışmalar, teneke çalmalar, küfürler edilmiş ve hatta bot fırlatanlar da olmuştu. Lawrence konuşmasında, özetle İttifak Devletlerinin savaşta yenildiğini, İngiltere Krallığı olarak yenik devletlere adil bir şekilde davranılacağını, savaş suçlularının yargılanacağını ve Türkleri savaşa sokan Enver Paşa ve arkadaşlarının yurt dışına kaçtığını söylemişti. İngilizlerin padişahı, Türkleri ve Müslümanları sevdiklerini ve bu sebeple İstanbul’un işgal edildiğini sözlerine eklemişti. Esirlerin savaş esiri olarak kurallara ve kanunlara uymak ve verilen işleri yapmak zorunda olduğunu, aksi takdirde cezalandırılacaklarını esirlere bildirmişti. Konuşmanın buraya kadar olan bölümünde fazla sorun çıkmazken esirlere çadırlarının ve yiyeceklerinin durumu ile fotinlerinin rahat olup olmadığı sorduğu zaman bir kargaşa ortaya çıkmıştı. “F” harfinin “g” şeklinde telaffuz edilmesini yanlış anlayan esirler bu esnada karışıklığa yol açmıştı. Konunun anlaşılmasıyla ortam yatışmış ve General, Ermeni tercüman Hanadosi’yi ve Lawrence’ı şiddetli bir şekilde uyarmıştı. Bu durum Türk esirlerine yaramış ve esirlerin birkaç istekleri yerine getirmişti.[158]

Generalden alınan izinlerden birisi Bağdat çarşı izniydi. Kendilerine izin belgesi verilen esirler, Bağdat’a gidip alışveriş merkezlerine ve kahvelere gidebildiler. Nureddin Peker çarşı iznine Kastamonulu Hüsnü, Kırkağaçlı Arif, Makineli Topçu Takım Subayı Denizlili Ata, Antakyalı Mehmed, Haleli Mustafa, Bursalı İstirati Danyal ile birlikte çıkıyordu. Yalnız, Arapların Türklere bakışları ise çok kindardı. Bu kişilere göre Türkler Irak’ta işgalci, İngilizler ise kurtarıcıydı. İngilizler, eski Bağdat’a dokunmamış ve güneyinde yeni bir yerleşim yeri inşa etmişlerdi Ayrıca güvenlik için yeni jandarma teşkilatı kurmuşlar ve vergiler koymuşlardı. Aşiret hayatına alışık bir kısım Araplar, bu durumdan rahatsız olarak İngilizlere karşı Osmanlı subaylarına yaklaşıyordu. Bu akım, daha sonra Arap aydınlar arasında da yayıldı. Kamptaki esirler, Anadolu’da gerçekleşen Millî Mücadele faaliyetlerini de takip etmekteydiler. Nureddin Peker, esirlere milli duyguları kabarması için kahramanlık dolu konuşmalar yapıyor ve propaganda faaliyetlerinde bulunuyordu. Kısa sürede, isyancı sayısı binleri bulmuş ve İngilizler bu isyanları şiddetli bir şekilde bastırmak için harekete geçmiştir. İngilizlerin korkusu; Arapların Türk esirlerinin kaçmasına yardım etmesi ve isyana Türk esirlerinin de karışmasıydı. Bu durumdan çekinen İngilizler, 16. 17. 18. ve 19. Türk esir taburlarını birkaç parçaya bölerek daha kolay kontrol altında tutmak için Basra Makineli Tel Kampına nakletmişti. Çıkabilecek isyanı bastırmak için amele birlikleri silahlandırıldı. Müslüman kıtaları da geri çekilmiş, onların da yerine Müslüman olmayan Hintliler ile Asyalı “Gurka''lar getirilmiştir. Kamp top ve makineli tüfek ablukasına alınmıştı.[159]

İsyancıların kampı basmasından ve Türklerin de isyancılara katılmasından korkan İngilizler, Türk esirleri toplamış ve isyana destek vereceklerin yok edileceğini bildirmişti. Bu isyanlar karşısında Türk esirlerin arasında görüş ayrılıkları çıktı. Bazı esirler Araplar ile birleşip İngilizleri Irak’tan atmayı savunurken diğerleri İngilizlerden kendilerini serbest bırakmalarını ve bu suretle Arapların yok edilmesini istemekteydiler. Nureddin Peker ve az miktarda esirler ise bu iki fikre de karşı çıkmıştı. Nureddin Peker ve bir kısım esir, asıl amaçlarının buradan kurtulmak ve ülkelerine dönmek olduğunu söyleyerek iki taraf arasındaki savaşa karışmamak gerektiğini ileri sürmüşlerdi. Bu kişilere göre sonuçta her iki taraf da Türklerin düşmanıydı ve binlerce Türk gencinin Irak topraklarında ölmesine sebep olmuşlardı.100 [160]

Nureddin Peker, 11 Haziran 1920 günü Bağdat yakınlarında esirlerin tutulduğu ayrı bir kamp olan Hinadi’ye gönderildi. Kampta değişik işlerde çalıştırıldı. Arap ayaklanması ve kamplardan kaçanların sayısının artması üzerine esirlerin başına güvenlik olarak Gurkalar verilmişti. Türk birlikleri Gurkaların bir tümenini savaş esnasında yok ettiklerinden ötürü Türklere karşı aşırı derece kin beslemekteydiler. Gurkalar, Nepallı askerler olup gözleri çekik, kısa boylu, Hintliler gibi esmer bir milletti. Cesaret ve zalim olmalarıyla meşhurdu. İngilizler esirlerin korkması için Gurkaların yaptıkları zulümleri esirlere anlatıyordu. İddiaya göre Gurkalar, bir karış uzunluğundaki bir bıçağı ağızlarında taşıyabilir ve tam isabet atabilirdi. Bu kişiler, esirleri nefes alamaz hale getirmişti. Tuvalete gidene, su içene, namaz kılana, çadır dışında gezene, kendileri ile göz göze gelene sürekli küfür ve hakaret ediyorlardı.[161]

Hindi’de bulunan esirler, Haziran ayında toplanmış ve büyük bir baskıya maruz kalmıştı. Yiyecekleri kesilmiş ve geceleri çadırlara ateş edilmeye başlanmıştı. Yaralanma ve ölümler artmaya başlayınca çadırlar arasında insan boyu dolambaç şeklinde hendekler kazıldı. Esirler geceleri çadırda değil bu kamplarda yattılar. Bu süreçte esirler arasında intihar edenler olmuş; İngilizlere yapılan hiçbir şikâyet dikkate alınmamıştı.[162]

Türk esirler, 1920 Kurban Bayramı’nda arkadaşları ile bir araya gelip bayram namazı kılmak ve birbirleri ile bayramlaşmak istemiş, özellikle Ermeni tercümanın kışkırtmasıyla isyan çıkarılacağı gerekçesiyle namaza ve bayramlaşmaya izin verilmemişti. Üstelik o gün, inadına tüm esirler toplanıp çalıştırılmak istenmişti. Bu karara karşı gelip bir kenarda toplu duran askerlerin üzerine ateş açılmış, 20 asker orada şehit olmuştu. Yapılan soruşturmada, Ermeni çevirmen alınarak başka kampa gönderilmiş ve yerine İstanbul Nişantaşı’ndan Rum bir tercüman gönderilmişti.103 [163]

İngilizler esirler arasında dini kimlikli kişilere değer vermiş ve onlara daha az angarya yaptırmıştı. Bu durumdan yaralanmak isteyen esirler arasında molla sayısının arttığı görülmüştü. Sarığı saran molla olduğunu iddia ediyordu. Bunun üzerine tedbir alınarak ordudaki hastanelerde tabur imamlığı yapmış Denizlili bir hoca, kampta imamlık görevini üstlenmiş ve molla kılığındaki insanlar sarıklarını çıkartmak zorunda kalmışlardı. Esirler arasında bu ve başka konularda ayrılık olsa da bu tür ihtilaflar İngilizlere mümkün olduğunca yansıtılmamaktaydı. Nureddin Peker, kampta güvenliği sağlamak için 3 komiser ve 16 polis belirleyerek, bunların yetkililerini gösterir kuralları İngiliz komutana sunmuş, komutan esirlere fazla serbestlik getiren hükümler hariç bu uygulamayı onaylamıştı. Onay sonrası, 16 polis ve 3 komiser kollarına görevli olduklarına dair bantlar takmış ve görevlerine başlamıştı. Bu kişiler sayesinde, kamptaki ahlak dışı olaylar da sona ermişti. Kampta Türk esirler arasında erkek erkeğe ilişki az da olsa görülmekteydi. Özellikle, İngiliz ve Hintliler arasında olan bu durum daha sonra Türk esirler arasında ortaya çıkmıştı. 25 yaşından küçük olmayan bu kişiler, uzun süredir düzenli bir aile hayatından uzaktı ve yiyecek ve gıdaları ise tam almaktaydılar. Her yönden rahat eden esirler, bir müddet sonra cinsellik ihtiyaçlarını kendi aralarında gidermeye başlamıştı. Hatta bu tür teklifleri kabul etmeyenlerden saldırıya uğrayanlar ve tecavüz edilenler nadir de olsa olmuştu. Bu tür ilişkilerin artmasıyla çeşitli cinsel hastalıklar ortaya çıkmış, sonrasında ordu emriyle yasaklanmış ve 6 ay hapse mahkûm edilme cezası getirilmişti. Bu tür olaylar sona ermese de biraz azalmıştı.[164]

Kampta banyo için zemini beton olan kabinler kurulmuştu. Her kabinde sıcak ve soğuk su bulunmaktaydı. Genelde bu banyoları İngiliz subay ve erler kullanıyordu. Türklerde pek banyo yapma alışkanlığı olmayıp ancak gusül için kullanılmaktaydı. Esirler arasında ancak şehirli olan birkaç esir bu banyoları düzenli kullanmıştı. Türkler banyoda genelde peştamal kullanıyor, bu duruma alışık olamayan İngiliz askerler bazen şaka ile peştamalları çekip Türk esirlerin sünnetli olup olmadıklarına bakıyor ve neden sünnetli olduklarını soruyorlardı. İngiliz yetkililer, sıcak yerlerde kıllı olmanın zararlarından dolayı kılları tıraş etmeyi istemiş, bunun üzerine İngiliz askerler şarkı ve marş söyleyerek birbirlerini tıraş etmişti. Bu durumu ilk başta garip karşılayan Türk esirler de zamanla alışmıştı. Spor, futbol, atletizm, atçılık gibi faaliyetler bu tür duyguların bastırılmasında etkili olmuştu.[165]

Esirler kendi aralarında bazen eğlenceler düzenlemiştir. Bu tür faaliyetlerden ve disiplinden İngilizler çok memnun kalmış ve daha hoş görülü yaklaşmıştır. İngilizler ilk zamanlar esirlere tahta ayakkabı, bezden işçi ceketi ve pantolonu verdikleri halde daha sonra kendi askerlerine verdikleri ayakkabı, elbise, çorap, battaniye, yazlık ve kışlık giyecek vermeye başladılar. Yiyecek olarak Hintlilere verilen acı yiyecekler esirlere verilmişti. Türklerin de kendileri gibi bu tür yemeklere alışık olmadıklarını anlayınca ve Türk esirlerin de şikâyetleri üzerine un, pirinç, et, sebze, çay, şeker ve sigara vermeye başlandı. Sigara, içki, konserve ve meşrubat kantinde esirlere satılmaktaydı. Esirler, herhangi bir sıkıntı ve çözemedikleri bir durum olduğunda bu durumu komutanlara bildiriyor ve bazen de sonuç elde ediyordu. Esirlerin başında Türkiye’de esir olarak kalmış bir İngiliz de bulunmuş ve kendilerine Türkiye’de çok iyi muamele edildiğini söyleyerek buradaki esirlerin durumuna gerekli hassasiyeti göstermişti.[166]

Arapların Bağdat çevresinde isyanları artınca, esir kampının Hinadi’de kalması tehlikeli görüldü ve 14 Haziran 1920 tarihinde esirler koruma amaçlı istasyona getirildi. Esirler burada sıkı bir kontrol ve sayımdan sonra trenlere bindirildiler. Esirler, bir ay sonra 10 gün kalacakları Kûtu’l-Amâre’ye ulaştılar. Özellikle, bu toprakları savunurken şehit düşen askerler için yapılan anıtlar, bazı Arap gruplar tarafından yakılıp yıkılmıştı. Nureddin Peker, İngilizlerden izin isteyerek bu anıtları tamir etmiş hatta İngilizler de yardım etmişti. Kûtu’l-Amâre’de kaldıkları süre boyunca Nureddin Peker verilen izin belgesiyle dışarıya çıkabilmiş ve

İngilizler ile savaş yapılan yerleri ziyaret etme fırsatı bulmuştu. Verilen belgede şu bilgiler yazmaktadır:[167]

“No: 43941 S.M. Sadık Nora (Sadık oğlu Nureddin) 14.09.1920. Kamptan istediği zaman girmek ve çıkmakta serbesttir. İzin verilmiştir. Geçişte ahbaplık etmesine, dost edinmesine müsaade edilmeyecektir. Komutan Pavlord.”

Esirler, 25 Temmuz 1920 tarihinde Kûtu’l-Amâre’den ayrılarak 28 Temmuz günü Basra’ya ulaştılar. Tüm esirler, sağlık kontrolünden geçirildikten sonra Hindistan’a gönderilmek üzere SS Coconada isimli bir gemi ile 28 Ağustos 1920 günü yola çıkarıldılar. Türkiye’ye gideceklerini sanan esirler geminin rotasının değişmesiyle büyük bir hayal kırıklığı yaşadılar.[168]

1.2 Esir Osmanlı Askerlerine Karşı Uygulanan Kötü Muamele ve Hukuk İhlalleri

Esirlerin esaret altına alındıktan esir kamplarına ulaşmalarına kadar geçen süreçte yaşadıkları uluslararası hukuka aykırı hak ihlallerini ve kendilerine karşı yapılan insanlık dışı muameleyi, esaret dönemine ait yazılan hatıratlarda ve özellikle askerlerinin esaret sonrası verdikleri ifadelerde görmekteyiz. İngilizler esir aldıkları Türk askerlerin tedavileriyle yeterince ilgilenmedikleri gibi askerleri cepheye yakın yerlerde çalıştırmaktaydılar. Kampa kadar geçen dönemde esirlerin yiyecek ve diğer ihtiyaçları karşılanmamış ve esirlere bu süreçte çok kötü davranılmıştır. Esirlerin kamplara sevkleri ise askerlere bir başka eziyet etmek şekli olmuştu. Esirlere nakil için uzun yollar yürütülmüş, araç tahsis edilmemişti. Bazı yerlerde, kullanılan tren gibi araçları, aşırı kalabalık olmalarının yanı sıra havasız ve hatta hayvanların bile yaşayamayacağı kadar pisti. Kamplara yerleştirilen esirlerin daha sonra verileceği söylenerek tüm para ve eşyalarına da el konulmuştur.

1.2.1                                                                          Çanakkale Cephesi

İngilizler, Çanakkale Cephesi’nde pek çok defa Cenevre Sözleşmesi’ni çiğneyerek ele geçirdikleri esirleri öldürmüş veya ölümüne sebep olmuştu. Nitekim 21 Ağustos 1915’te İngilizlerin çekilmek zorunda kaldıkları Yusufçuk Tepesi’nde

elleri arkadan bağlanmış iki Türk askeri şehit edilmişti. Osmanlı Hükûmeti, bu durumun uluslararası hukuk ve insanlık değerlerine aykırı olduğunu belirten bir kınama yayınladı.109 [169] Bunun yanı sıra, uluslararası hukuka göre esir alınan askerler cephe gerisinde güvenli bir bölgeye götürülmeleri gerekirken Çanakkale’de esir düşen Türk askerleri İngiliz askerler ile birlikte kazılan hendeklerde tuttular.[170]

Bu esnada, aşağıda görüleceği gibi, İngiliz askerlerinin o yıllarda basına verdikleri demeçlerde ya da anılarında Türk askerlerinin gönüllü olarak teslim olduklarını iddia edildi:[171]

“Bu savaşta pek bir keyif yok ama bazen ufak bir ışıltı beliriyor. Bu ışıltılardan biri Çanakkale Boğazı’ndan geliyor. Bazı İngiliz subaylar, Türk esirlerinin bazılarının kaçmasına izin verselerdi, onlar yoldaşlarına kendilerine ne kadar iyi davranıldığını anlatacaklardı ve Türk askerler yakalanma konusunda çok da gönülsüz olmayacaklardı. Bu parlak plan suya düştü, çünkü kaçmaları için her türlü fırsat tanınan ve hatta kaçmaları konusunda kendilerine tavsiyelerde bulunulan Türk esirler, kendilerini kodese geri koymalarında ısrarcı oldular.”

Osmanlı Devleti, Çanakkale Muharebeleri boyunca İtilaf Devletleri’nin savaş hukuku ihlali yaptığı iddiasında bulunmuştur. Nitekim Başkumandanlık Vekâleti, uluslararası hukuka aykırı esir almaların gerçekleştiği gerekçesiyle sık sık İngiltere’ye nota vermişti. Verilen notada, savaş hukuku çiğnediği gerekçesiyle misilleme yapılacağı da söylenmişti. New York Times gazetesine “Türkler Düşmanlarını Suçladı: Misilleme Tehdidi” başlığıyla yansıyan bir habere göre Türkler, kendilerinin savaş hukukunu çiğnedikleri iddiasını reddederek asıl savaş hukukunu çiğneyen tarafın İngiliz ve Fransızlar olduğunu ileri sürmüşler, tam 20 maddelik savaş hukukunun çiğnendiğine dair olayları detaylı bir şekilde anlatmışlardı. 10 Ağustos 1915 tarihinde Başkumandan Vekili Enver Paşa tarafından Hariciye Nezaretine yazılan tezkirede bulunan 20 maddelik ihlal notasındaki beşinci

madde, savaş esirlerine uygulanan hukuka aykırı uygulamaya örnek verilebilir. Buna 113

göre:[172]

“9 Mayıs’ta düşman yetkilileri ile ölü askerlerin gömülmesi ile ilgili anlaşmaları yapmak için gönderilen, ateşkes flaması taşıyanlar esir alındı. İstanbul’daki Birleşik Devletler Büyükelçiliğinin savaşan hükûmetler üzerindeki çabalarına rağmen ancak 15 gün sonunda serbest bırakıldılar.”

Hariciye Nezareti Siyasi İşler Müdürlüğünden 27 Eylül 1915 tarihinde Başkumandanlık Vekâletine gönderilen yazıda Çanakkale Muharebeleri sırasında İtilaf Devletleri askerleri tarafından Türk ölülerin gömülmesinin engellendiği ve savaş kurallarının dışına çıkılarak Türk askerlerinin esir edilmesi anlatılmaktadır. Hariciye Nezaretinin iddiasına göre 21 Ağustos’ta bir Osmanlı subayı ile Osmanlı sıhhiye heyeti azasından üç kişi, ellerinde beyaz bayrak olduğu halde Çanakkale’deki İngiliz ordugâhına giderek yaralıların toplanması ve ölülerin defnedilmesi konusunda müzakere icra edeceklerini beyan ettiler. İngilizlere göre bu Osmanlı subayı teslim olmak üzere geldiklerini, geri dönmeyeceklerini ifade etmiş ve yanındaki üç kişiyle birlikte teslim olmuştu. Bu dört kişinin İngiliz savaş yerlerini müşahede etmiş olmaları sebebiyle iadelerinin mümkün olmayacağının Osmanlı Hükûmetine tebliği, İngiltere Dışişleri Bakanlığı tarafından Londra’daki Amerika Elçiliğine 26 Ağustos 1915 tarihli nota ile bildirildi.[173]

İngilizler, Çanakkale Cephesi’nde esir aldıkları askerlerin bir kısmını Limni Adası’ndaki Mondros geçici esir kampına sevk etmişlerdir. Mondros esir kampı, Çanakkale’de İngiliz ve Fransızlar tarafından esir alınıp adaya getirilen esirler için ortak kullanım amacıyla hazırlanmıştı. Bu esir kampı, Fransa idaresinde olsa da İngilizler tarafından alınan esirlerin de bu kampa getirildiği olmuştu.[174]

Osmanlı Devleti değişik zamanlarda verdiği sözlü notalar ile Fransız-İngiliz kuvvetlerinin, Limni Adası’nda bulunan Mondros’ta Osmanlı esirlerine karşı insanlık dışı tutumlarına dikkat çekmiştir.[175] Buradaki savaş ihlalleri hakkında Osmanlı Devleti tarafından yapılan başvurulara Fransa ve İngiltere ayrı ayrı cevap vermişti. Osmanlı Devleti ve İngiltere arasında Mondros esir kamplarındaki esirlere kötü davranıldığına dair Amerika Elçiliği aracılığıyla sık sık yazışmalar gerçekleşti. İngiltere, Mondros’taki Türk esirlerin kötü muameleye tabi tutuldukları iddiasına ve Osmanlı Hükûmeti tarafından uygulanacağı söylenen önlemlere ilişkin sert tepki vermiş ve İstanbul’daki Birleşik Devletler büyükelçisinin, İngiliz esirlere uygulanan kötü muameleyi tüm gücüyle protesto etmesini istemişti. İngiltere Dışişleri Bakanı, Babıâli’nin Mondros’taki Türk esirlere uygulanan muamele ile ilgili iddiaların yer aldığı ve ciddi misilleme tehdidi bulunan diplomatik notası üzerine Çanakkale Boğazı’nda bulunan Akdeniz Askeri Güç Genel Karargâhına bir araştırma yaptırarak konuyu geçiştirmişti.[176]

Esir kamplarının yerlerinin ve tam adreslerinin belirtilmesi açısından esir mektupları önemli bilgiler içermektedir. 25 Ekim 1915 tarihinde Birinci Kolordu elbise ambarında müstahdem çavuş olarak görev yapan bir kişi, kardeşine yazdığı mektupta adres olarak Limni Adası’nın Mondros kasabasını göstermişti. Mektupta, Mondros’ta Osmanlı esiri olarak bulunan Karamürselli Er Saidoğlu, İsmail Efendi’ye ulaştırılmak üzere 90 kuruş gönderdiğini yazmaktaydı. Arşivlerde mevcut bulunan mektuplarda sıklıkla Limni Adası’nda bulunan Mondros esir kamplarından bahsedilmiştir.[177]

Osmanlı Devleti, bir taraftan da İstanbul’un Amerika Büyükelçiliği vasıtasıyla İngiltere Hükümetinden Çanakkale Cephesi’nde kaybolan esirler hakkında bilgi istemektedir. Bu esirlerden birisi, 5. Kolordu, 14. Fırka, 41. Alay, 4. Tabur kumandanı İbrahim Namık Bey’in yaveri Abdulvehhâb oğlu Teğmen Osman Sami Efendi’ydi. Osmanlı Devleti, Ekim 1915’de adı geçen esirin, 8-9 Ağustos günlerinde küçük Anafartalar’daki muharebede kaybolduğunu belirterek kendisinin hayatta olup olmadığı ve eğer esir ise hangi kampta olduğuna dair bilgi istedi.

İngiltere Dışişleri Bakanlığı, yaptıkları tahkikat sonucu 9 Mart 1916 tarihinde gönderdiği notada kayıp Türk askeri Osman Sami Efendi’nin Mısır, Kefalos ve Mondros’taki kayıtlarda yer almadığını bildirdi. Kayıp esirin İngiliz tarafından Mondros esir kampında da aranması; bu kampın yönetiminde İngilizlerin de söz sahibi olduğunu göstermektedir.[178] Çanakkale Cephesi’nde kayıp olarak kayda çeken ve daha sonra esir olduğu anlaşılan bir diğer esir; Ethem Hulûsi oğlu İbrahim Sırrı’dır. İbrahim Sırrı, Çanakkale Muharebesi’nde kaybolmuş ve durumu bilinmediği için Jandarma Personel Başkanlığınca kayıplar arasında sayılmıştı. Ancak annesi Nefise Hanım bir dilekçeyle oğlunun Kahire’de Mehmed Ali Paşa Kalesi’nde esir olduğunu bildirmiş ve İbrahim Sırrı esirler arasına dâhil edildi[179]

Osmanlı Devleti’nin Amerika’nın İstanbul Büyükelçiliği aracılığıyla İngiltere Hükûmetini uluslararası hukuka ve Lahey Konferansı’na aykırı olarak esirlere kötü muamele etmesi sebebiyle pek çok kez protesto ettiği yukarıda zikredilmişti. Osmanlı Arşivinde bulunan belgelerde bu notaların daha çok Çanakkale’de İngilizler ve Fransızlar tarafından esir edilip Mondros ve Sakız Adası’na gönderilenler ile Süveyş Kanalı’nda esir edilip Mısır’a gönderilen subay ve askerlerin oldukları görülmektedir. Ayrıca İngilizler tarafından tutuklanan Karadeniz vapuru mürettebatına dair notalar da arşiv belgelerinde yer almaktadır.[180] Bu yerler, esaret altına alınan askerler için hazırlanan geçici kamplardı.[181]

İngiltere Hükûmeti, 14 Ekim 1915 tarihinde savaş esirlerine yapılan muamele ile ilgili Osmanlı Devleti’nin 15 Eylül ve 10 Ekim tarihli sözlü notalarına cevap olarak yine Amerika Büyükelçiliği aracılığıyla Babıali’ye bir nota iletmişti. Söz konusu notada, Mondros’taki Türk esirleri ile ilgili olarak İngiltere Hükûmeti, kötü muamele iddiasına daha önce detaylı bir biçimde cevap verildiğini bildirdi. İngiltere Hükûmeti, İngiliz güçleri tarafından tutuklanmış Türk esirlerin kötü muameleye maruz kaldıkları iddiasının tamamıyla gerçekdışı olduğunu beyan etti. İngiltere Hükûmeti, kamplarda bulunan Türk esirlerin Amerikan konsolosluklar ve diplomatik görevliler tarafından teftiş edilmesine itiraz etmemekteydi Buna karşılık olarak Osmanlı Hükûmetinden bu diplomatik görevlilere, ne zaman isterlerse Türkiye’de tutuklu bulunan İngiliz savaş esirleri ziyaret etme ve denetlemeleri için her türlü kolaylığı sağlamasını talep etmekteydiler.122 [182]

İngiltere Hükumeti, Limni, Gökçeada ve Bozcaada garnizonlarının durumu hakkındaki planlarını Osmanlı ile yapılacak barış görüşmelere bağlamış ve bu bağlamda adadaki esirlerin durumu da gündeme gelmişti. Ayrıca Osmanlı ile barışın nihayete erdirilmesinde yaşanan gecikmeler sonucunda İngiliz Deniz Kuvvetleri, Limni, Bozcaada ve Gökçeada’nın 1 Kasım 1919’da Yunanistan’a devredilmesini ve bu tarihten önce Limni’de bulunan Türk savaş esirlerinin geri gönderilmesinin mümkün olacağını belirtti. Bir karara varma sürecini hızlandırmak için Paris’te gerekli adımların atılması da talep edildi. Buradaki temel amaç adalarda bulunan Türk esirlerin bir an önce geri gönderilmesi ve sonrasında da adaları geçici veya sürekli olarak ivedilikle Yunan kontrolüne geçirmekti. Fakat Osmanlı ile bir barış antlaşmasının imzalanmasının yıl sonuna kadar mümkün olmayacağı bilinmekteydi. Yunan Hükûmeti, Bozcaada’da 1912’den beri dalgalanan Yunan bayrağının İngiliz yetkililerin emriyle yerinden kaldırılması sebebiyle şikâyet etmekteydi.[183] İngiliz Deniz Kuvvetlerinin İstanbul Yüksek Komiserliğine gönderildiği yazı adada 7.000 savaş esirinden bahsetmektedir. Sıradan savaş esiri oldukları anlaşılan 7.000 Türk esirin 1 Kasım 1919’dan önce Limni’den geri gönderilmesi amaçlanmaktaydı.[184]

Osmanlı Hükumeti, Çanakkale’de İngiliz ve Fransızların eline düşen Türk askerlerinin, Limni Adası’nda bulunan Mondros esir kampına götürüldüğü ve burada savaş kanunlarına aykırı olarak insanlık dışı muameleye maruz kaldıkları konusunda endişelerini sıklıkla dile getirdiği yukarıda söylenmişti. Esir askerlere besin olarak kuru ekmekten başka bir şey verilmemekte, esirler normal bir insanın fiziki kapasitesinin sınırlarını son derece aşan işlerde çalışmaya zorlanmaktaydı. Esirler kamplarda bulundukları süre boyunca ağır işkence ve baskılar altında bırakıldılar. Bu ağır baskı ve işkence, yerel halkın gözleri önünde cereyan ediyordu. Üstelik subaylara işkence yapan gardiyanlara herhangi bir uyarıda bulunulmuyordu. Osmanlı’nın iddiasına göre İngiliz-Rus-Fransız orduları tarafından esir alınmış Osmanlı askerlerine karşı vahşilik bakımından en eski zamanlar bile geride bırakılmıştı. Bu tip davranışlar, Türkiye’ye sempati beslemeyen dış basın ile kimi tarafsız ülke gazetelerinin hoşnutsuzluklarını ifade etmelerine sebep olacak kadar ileri bir seviyeye ulaşmıştı.

İngilizler, Çanakkale Muharebelerinde ele geçirdikleri esirlerin bir kısmını hastane gemileri ile Mısır’a nakletmişti. Esirlerin nakli Dangola, Voldivia, Dover Castle ve Alavinia isimli gemilerle Mısır’a; Soudan ve Morea isimli gemilerle Malta’ya yapılmıştı. Hastane gemileri yetersiz kaldığında Hint şirketlerinden gemiler kiralandı. Seyahat kısa sürse de S.S. Seang Choon ve S.S. Seang Bee isimli kiralanan bu gemilerin şartları çok kötüydü. S.S. Seang Choon gemisi için Anzak askeri dahi pislik içinde, pire, hamamböceği ve farelerle dolu ifadesini kullanmıştı. Hastane gemisi ile nakledilen esirlerin, bu gemilerin güvertelerinde seyahat ettikleri de olmuştu. Her şeye rağmen bu esirler, savaş gemilerinin kapalı, havasız ambarlarında, sıkışık bir vaziyette eziyet içinde seyahat eden askerlere göre daha şanslıydı. Esirlerin taşındığı Seang Bee isimli gemi ise kullanılmayacak kadar eskiydi. Esirler, geminin alt bölümlerine yerleştirilmişti. Bir Türk subayı da esirleri idare etmekle görevlendirilmişti. Her şeye rağmen Türk esirler, sevk sırasında İngilizlere karşı itaatsizlik yapmamışlar, gemi kurallarına aynen uymuşlardı. Nakledildikleri sırasında ambarı ve masaları dahi temizlemişlerdi. Sadece sabahları temiz hava almak için kısa süre güverteye çıkarılmaktaydılar. Muhafızlara, gemide sınırlı sayıda tahliye sandalı bulunması sebebiyle yangın çıkması veya geminin bombalanması durumunda esirlerin bulunduğu ambarın kilitlenmesi ve tüm esirler öldürülmesi emri verilmişti.[185]

Yukarıda bahsedilenler göz önüne alındığında İngilizlerin kendilerinin de kabul ettiği gibi uluslararası anlaşmaları ihlal ettiği anlaşılmaktadır. Oysaki uluslararası hukuk, savaş esirlerinin insani biçimde muamele görmelerini gerektirmekteydi. Ayrıca uluslararası hukuk, savaş esirlerinin ölçüsüz ve aşırı olmamak şartıyla bayındırlık işlerinde çalıştırılabileceğini kabul etmiş, bunun aksine savaş operasyonları ile ilgisi olan işlerde çalıştırılmalarını yasaklamıştı. Esasında, IV. Lahey Sözleşmesi’ne eklenen ek 6. maddesinde, subaylar hariç savaş esirlerinin rütbe ve yeteneklerine göre güçleri nispetinde işçi olarak kullanılabileceği söylemektedir. Bu maddede yapılacak işlerin savaş operasyonları ile ilgili olmayacağı kararı ise açıktır. Aynı yönetmeliğin 7. maddesi, hükûmetin, hükmü altında olan savaş esirlerinin beslenmesinden sorumlu olduğu, taraflar arasında özel bir anlaşmazlık olmadığı sürece, savaş esirlerinin, besin, yatacak yer ve giyim-kuşam bakımından onları tutuklayan birliklerle aynı muameleyi görecekleri şartını getirmişti. Bu durumda, yukarda yazılan sebeplerden ötürü ilgili devletlerin üç kez ihlali söz konusuydu. Sonuç olarak Osmanlı Devleti, tüm bu savaş ihlalleri sebebiyle Anglo-Fransız askeri otoritelerinin Osmanlı savaş esirlerine karşı insanlık dışı tutumlarını şiddetle kınamaktaydı.126 [186]

İngiltere, Balıalinin iddiaları ilgili olarak soruşturmalar yaptığını bildirdi. Çanakkale Boğazı’ndaki kuvvetlerin başındaki komutana göre Babıâlinin ileri sürdüğü, insanlık dışı, aşırı çileli işçilik ve yetersiz yiyecekle ilgili şikâyetler asılsızdı. Yapılan ayrıntılı araştırmalar sonucunda, söz konusu iddialara hiçbir dayanak bulunamadığını söyledi. Esirler arasında sadece iki ölüm gerçekleşmişti. Ölümlerin biri zatürre, diğeri de kalp krizi sonucu olmuştu. Esirler tatminkâr görünmekteydi. Onlara sağlanan en iyi şartlardaki gözetim ve davranışla birlikte durumları çok iyi idi. Ayrıca bisküvi yerine ekmek, daha fazla sigara verilmesi, bazı durumlarda fazladan giyecek gibi küçük isteklerin yerine getirilmesi gibi cömertlikler İngiliz yetkililerinin çabalarıyla gerçekleşti. Esirlere yaptıkları tüm işler karşılığında ödeme yapılmaktaydı ve bu ödemelerde bir sorun yoktu. Lahey Sözleşmesi’nin hükümlerince, savaşın başından beri Türk esirlere yapılan muamele tamamen insani ve kurallara tam uygun bir şekilde devam etmekteydi.[187]

Osmanlı Devleti Bombay’da çatışmada zapt edilen Karadeniz vapuru mürettebatına yapılan muameleyle Mondros’ta tutulan esirlerin tedavisinde gösterilen ihmalden de şikâyet etmiştir. 19 Ocak 1916 tarihinde İngiltere Hükûmeti Savaş Bakanlığından Osmanlı Devleti’nin sözlü notasına karşılık ayrı bir savunma daha gönderildi. Savunma Bakanlığı, 26 Ekim 1915 tarihli Hariciye Nezaretinden gelen Limni’deki Türk savaş esirlerine yapılan sözde kötü muamele ile alakalı olarak Türkler tarafından öne sürülen iddia üzerine bir rapor sundu. Söz konusu raporda, Akdeniz Seferi Kuvvetleri komuta generali tüm iddiaları reddetmişti. Rapora göre bu esirler iyi doyurulmakta, barınma ihtiyaçları iyi bir şekilde karşılanmakta ve her adama ihtiyacı olduğunda bol ve ayrıcalıklı giyecek verilmekteydi. Bu esirlere sert davranıldığı iddiasının kesinlikle hiçbir dayanağı yoktu ve onların genel tavrı gördükleri muameleden memnun olduklarını göstermekteydi.[188]

İngiltere askeri yetkilileri tarafından iki devlet arasından imzalanan antlaşma gereği yurda dönen Gelibolu Seyyar Jandarma Taburundan Mülazımı evvel Abdürrahim Efendi esaretten döndükten sonra 3 Mart 1919 tarihinde esirlerin kamplara nakilleri sırasında yaşadıkları, kamplarda iskânları, iaşe ve giyecekleri hakkında önemli bilgiler vermiştir. Abdürrahim Efendi ifadesinde 3 Ağustos 1918 tarihinde Gelibolu Kireçtepe mevkiinde İngilizlere esir düştüğünü, sevki sırasında üzerinde bulunan 350 kuruş kıymetinde asker kol saatinin, altın olarak 18 Osmanlı lirasının, bir adet Nagant rovelver tabancasının ve altılık dürbününün “souvenir (hatıra)” denilerek İngiliz askerleri tarafından alındığını, büyük bir karargâh içindeki beş altı metre serbestlikte tel örgüsüne sevk edildiklerini anlatmıştır. Abdürrahim Efendi, burada bulunan tabursuz subaylardan Yüzbaşı İbrahim Efendi ile karşılaşmış ve kendisiyle birlikte İmroz Adası’na sevk edilmişti. Adada, esirler için yapılmış 20 ile 30 metre mesafeye sahip bir tel örgüsüne konulmuştu. Orada bulunan beş altı kadar esir subay ile bir hafta sonra Mısır’a hayvan ve nakliye malzemelerine mahsus bir tüccar gemisiyle İskenderiye’ye gönderildi. İskenderiye’den istasyona gelinceye kadar İskenderiye sokaklarının değişik mahallerinden ahaliye teşhir edilerek istasyona ulaştılar. Tren olmadığından sivil esirler mahpushanesine gitmek üzere Kızılhaçın otomobilleri yerine yük otomobili ile sevk edildiler. Orada bir gece kaldıktan sonra esirlerin ısrarıyla gidilecek istasyona kadar Kızılhaçın otomobili kullanıldı. Ardından trenle Kahire’ye yola çıkıldı. Kahire’ye yarım saat mesafede 128

Napolyon Kalesi’nin yakınında bulunan Mehmed Ali Paşa Kalesi’nde hapsedildiler. 40 kadar esir subayın bulunduğu hapishane tel örgüleriyle çevrelenmişti. Bilahare Seydi Beşir’in sahil kısmına ve oradan da sahilden yarım saat mesafede inşa edilmiş kamplara nakledildiler. Abdürrahim Efendi yurda dönüşe kadar bu kamplarda bulunduktan sonra malul olarak (sakat) 14 Aralık 1918 tarihinde Türkiye’ye döndü. Esirler süngülü askerler muhafazası tahtında İskenderiye rıhtımına kadar sevk edildikten sonra Kızılhaç vapuruna bindirilmiş, ardından vapurun iskeleye bakan merdivenine Hintli süngülü bir nöbetçi ikame edilmişti.129 [189]

Prince of Wales gemisinde Yüzbaşı Brian O'Farrell Gregory, tuttuğu günlüğünde bir Türk esirinden bahsetmektedir. Gregory, Nisan 1915’de yapılı bir Türk esirin gemiye getirildiğini yazmaktadır. Türk askeri, hâkî renginde çadır bezini andıran gömlek ve pantolon giymekteydi. Başına bir bez bağlayan Türk askerinin ayağı çıplaktı. Esir İngilizler tarafından esirlerin öldürüleceği fikrindeydi ve her an öldürüleceği korkusuyla yaşıyordu. Gemide alıkonulan esire yemek verilmiş ve karnı doyurulmuştur.[190]

Türk esirlerinin savaş meydanından alınıp sürekli kamplara yerleştirilinceye kadar geçen dönemde, Fransız ve İngiliz birlikler tarafından insanlık dışı muameleye tabi tutulduklarına dair Osmanlı Hükûmetinin iddiaları ve buna dair verdiği notalar dünya basınına da yansımıştır.[191] Türk yetkililerin İngiliz esirlerine karşı muamelesi, İngilizlerin Türk esirlere karşı kötü muamelede bulundukları iddiası sonrası değişmişti. Albay Murdoch’un Londra Hastanesinde Avustralyalılar ile yaptığı görüşmede, bacağından yaralı olan ve Gelibolu’da 1915 Ağustos’ta esir edilen Davern isimli İngiliz esiri, başta orta düzeyde muamele gördüğünü, ancak İngilizlerin Türk esirlere kötü muamele ettikleri ortaya çıkınca, gördüğü muamelenin oldukça sert bir hale geldiğini iddia etmiştir.[192] İngiliz yetkililer ise Türk esirlere Fransız ve İngilizler tarafından insancıl bir şekilde davranıldığını ve zorla çalıştırılmadıklarını ileri sürdüler.[193] İngilizler, yaralı Avusturyalı, Macar ve Türk askerler için çeşitli bakım evleri açmaya yönelik çalışmalar yaptıklarını da Osmanlı Hükümetine ilettiler.[194]

İngiliz askerlerinin Türk esirlere dair izlenimleri savaş sonrası gazetelere verdikleri mülakatlara veya yazdıkları hatıratlara yansımıştır. Türklerin 5.000 askerinin silahları ve yiyecekleriyle birlikte esir olduğunu söyleyen bir İngiliz askeri, gördükleri iki Türk esirin haline acımakta ve açlık sınırında yaşayan askerlerin nasıl savaştıklarını sormaktaydı. Türk ordusundaki askerlere verilen kumanyalar, günlük adam başı, üç matara su ve küçük bir unlu kekten oluşmaktaydı.[195] Bir başka İngiliz askeri, yaklaşık 900 kişilik Türk esirinden oluşan bir kalabalık gördüğünü söyleyerek esirlerin durumunu“Zavallı dilenciler tamamen bitik halde” diyerek açıklıyordu.[196]

İngiliz askerleri, Türk askerlerin ya kendilerinin teslim olduğunu ya da yakalandıklarına sevindiğini iddia etmekteydi. Her ne kadar kendisi teslim olan bir askerin söylediği sözler tam olarak ciddiye alınamasa da İngiliz askerilerine göre Türk askerler yakalandıkları için memnundu. Güvertede duran ve dertlerini anlatacak kadar yeterli İngilizce konuşabilen 18 Türk esiri, İngiliz askerlere savaştıklarını ancak yakalandıklarından memnun olduklarını söylemişti. İngilizler, kendisi teslim olan esirlerin ifadelerini propaganda amaçlı kullanarak düşmanı hor gördüğünü ve düşmandan üstün olduğunu iç kamuoyuna göstermeye çalışmaktaydı. İngiliz yönetimi, sadece cephede değil halkına ve dünyaya karşıda savaş psikolojisini iyi kullanmıştır.[197]

Bir diğer İngiliz askeri, yakalanan iki Türk esirin kendiliğinden teslim olduğunu söylememiştir. Türk esirlerden birisi bir çanta taşımaktadır. Bomba ihtimaline karşı, İngiliz askeri çantayı kontrol etmiş ve çantada gördükleri İngiliz’i çok şaşırtmıştı. Çantada yaklaşık iki haftalık kuru ekmek bulunmaktaydı. Bu durum karşısında karargâhta Türk esirlere 48 saat boyunca yetecek yiyecek verilmişti. Yine İngiliz askerinin anlatımıyla beş saat süresince oldukça dost canlısı olmalarına rağmen Türkler Alman subaylar tarafından tekmelenmiş ve yüzlerine vurulmuştu.[198] Tüm yapılan bu iyiliklere rağmen bir İngiliz subayın ifadesine göre Gelibolu Cephesi’nde bir Türk esiri yaralarıyla ilgilenmekte olan doktoru vurmaya teşebbüs etmişti.[199]

Esir kamplarında görevli Hintli askerlerin İngiliz askerleri ile kıyaslandığında Türk askerlerine karşı çok öfkeli ve acımasız oldukları bir gerçekti. Esir alınan ve güvertede bekleyenler arasında birkaç Hintli asker birçok kez Türk askerleri öldürme girişiminde bulunmuştu. İlk teşebbüste Türklerle konuşmaya çalıştığını söylemiş ve bir süre geçtikten sonra ayağa kalkıp bıçağını hızlıca çekip öldürecekken bazı Avustralyalılar tarafından zamanında yakalanarak engellenmişti.[200]

Anzak Koyu’nda ele geçirilen bütün Türk esirlere istedikleri yere gitme özgürlüğü verilmişti. İngiliz yetkililer, Türk esirlerin kaçmasını ve birliklerindeki arkadaşlarına kendilerine ne kadar iyi davranıldığını anlatmalarını istemişti. Ancak Türklerin hiçbiri kaçmak için endişeli değildi. Hatta bir Türk esiri, fırsat olsa tüm Türk askerlerin silahlarını bırakıp teslim olacaklarından emin olduğunu ifade etmişti. Sonuçta Türk esirler, İngilizlerin kaçma teklifini kabul etmediler. Hatta İngilizler bir adım daha da ileri giderek Türk esirleri uygun bölgelere götürerek kaybolmalarını beklemişti.[201] İngilizlerin bunu yapmaktaki amacı birliğine kaçan her esirin kendisine nasıl davranıldığını anlatmalarını ve onların da teslim olmasını sağlamaktı. Mesela, bu esirlerden birisi de Edebiyat Fakültesi mezunu bir kişidir.[202] Türk esirler savaşı kınamaktadır. Bay Ashmead Barlett, Londra basınına verdiği beyanında, Türk esirler hakkında şu sözleri söylemişti:[203]

“Yüzlerce silah ve binlerce parti küçük cephanelik ele geçirdik. Ele geçirilen her tüfek bir esir kadar iyidir, çünkü düşmanın yalnızca sınırlı sayıda tüfeği vardır... Ele geçirilen esirler çok karışık uyruklarda imparatorluğun her yerinden geliyor, subayların çoğu birkaç aydır görevde ve genç ve tecrübesizdi. Onlar genellikle Gelibolu’da olan hiçbir şeyi kendi çevreleri haricinde önemsemiyordu. Her biri, müttefiklerimizin tüm esirleri öldürdüğü yönünde bilgilendirildiklerini tekrar tekrar söylüyordu. Bu nedenle, kendilerini büyük bir nezaketle iyi muamele görüp iyi beslenir bir durumda bulduklarında, yakalandıkları kişilere sonsuz minnettar oldular ve böyle adil olmayan bir savaşı lanetlediler. Onların çoğu iyi giyimli ve şu an çok iyi beslendiklerini ifade etmektedir.”

İngiliz basınının, Gelibolu’da üstün oldukları propagandasını basın yolu ile yaymaya çalıştığı açıkça anlaşılmaktadır. Mesela Brisbane Courier gazetesi Gelibolu’da Türk kayıplarının çok büyük olduğunu ileri sürmüştü. Türklerin ölülerini gömmekten ve ölülerin kötü kokusundan dolayı duydukları rahatsızlık ve sıkıntı, İngiliz siperlerinden bile rahatlıkla görünüyordu. İngilizlerin ele geçirdiği siperlerden bazılarındaki koku kesinlikle katlanılmazdı. Türklerin bu kokuya nasıl katlandıklarına şaşmaktaydılar. Siperlerde 1.000’den fazla Türk esiri çalıştırılıyor ama iyi de davranılıyordu. İngilizlere göre esirler tatmin olmuş ve yeterince mutlu görünmekteydi.[204]

Daily Chronicle’s’ın Midilli’deki muhabiri, Çanakkale’den getirilen Türk esirlerin iyi beslendiğini ve Gelibolu Yarımadası’ndaki cehennemden kurtulduklarından dolayı neşeli olduklarını ifade etmiştir. Esirler, Türklerin üstünlüğünün azaldığını, bu cephede, yeni birliklerin her zaman cephede olmasını sağlayacak birçok değişiklik yapılması gerektiğini ifade etmişlerdi. Cephe saldırıları artık kesilmişti. Esirlerin sayısı, İtilaf Devletlerinin çalışmalarından korkulduğunun önemli bir göstergesidi. Bazı Türk esirler, Alman karşıtı duygular içindeydi. Birçok Alman esir, duraksayan Türkleri tabancalarıyla öldürdükleri için intikam olarak Türkler tarafından öldürülmüştü. İstanbul’da nüfusun büyük bir bölümü, devrim için yani askeri parti ve Alman amirlerini devirmek için hazırdı. Birçok savaş karşıtı ayaklanma gerçekleşmişti.[205]

Süvari Birliğinden Geo S. Miller Gelibolu’dan yazdığı mektubunda Türk esirlerine karşı davranışları hakkında şunları belirtmişti:[206]

“Gördüğüm ve bildiği kadarıyla Türkler dürüstçe hareket ediyor. Türk esirlerimize iyi davranıyoruz ve bizimkilere de benzer şekilde davranılmasını bekliyoruz. Öğrenebildiğimiz kadarıyla onlar oldukça iyi davranıyor. Sakatlanma hikâyeleri ve özellikle kaybolma hikayeleri ilişkileri daha çok endişeli hale getiriyordu. Anlatılan birçok hikâye çirkin abartılardan ibaretti. Kahire’deki tüm hastanelerde sakatlanan tek bir adam yoktu ve burada da olduğunu hiç duymadım.”

1.2.2                                                                           Irak Cephesi

Değişik sebepler ile esaretten dönen subayların bir kısmının esaret hayatındaki izlenimlerine dair ifadelerini içeren raporlar, kolordular tarafından Başkomutanlık Vekâletine gönderilmiştir. Bu raporların çoğunda, esir olarak muhtelif garnizonlarda bulunan subayların sayı ve isimleri ile hayat ve ölümlerine dair bilgiler yer alıyordu. Bu tür çok sayıda rapor vekâlete gönderilmiş ve esirlerin yaşamak zorunda kaldıkları esaret hayatı hakkında bilgiler elde edilmiştir.[207]

14 Alay Makineli Tüfek Bölüğü Kumandanı Nazım ve Yüzbaşı Sadık efendilerin 7 Temmuz 1919 tarihli ifadelerinden öğrenilmektedir ki alayları teslim olduktan sonra 14. Alay, 7. Bölükten subay adayı Sârim mızrakla şehit edilmişti. Diğer subay adayı Hasan Efendi de mızrakla yaralanmıştı. Ayrıca 14. Alay 1. Bölükten Yusuf Ziya ve Makineli Tüfek Yedek Subay Refik Efendi, İngilizler tarafından darp edilmiş ve yaralanmıştı. Yüzbaşı rütbesinde bulunan bir subaya 1.840 kuruş kadar para verilmiş, bu paradan da yemek parası kesilmişti. Temmuz 1919 tarihi itibariyle Basra’da 500 kadar subay ve 8.000 kadar er bulunuyordu. Bunlardan Iraklı olanlar ve Hıristiyanlar terhis edilmişti. Esir askerler Bağdat ve Basra yollarında çalıştırmıştı. En son esir olan 14. Alay ile birlikte sivil esirler de dâhil Basra kamplarında toplam esir sayısı 50.000-51.000’i bulmuştu. Basralılar Osmanlı Devleti tarafında olup burada Türk Muhipleri Cemiyetini teşkil etmişlerdi. Bu cemiyet esir erlerin işlerini kolaylaştırıyordu. Bağdatlılar İngilizlerden fazlaca korkmakta ve Musul’un, Şerif Hükûmetinin eline geçeceğine kanaat getirmiş olduklarından da Arap Hükûmetini desteklemekteydiler. Bunlardan hariç Kut’ül- Amare ve Bağdat civarında bazı aşiretler ise İngilizler ile çarpışma içindeydi.

Ellerindeki mitralyöz toplarını, firar eden Osmanlı askerleri idare etmişti. Buradaki halk da esir askerlerden kaçanların işlerini kolaylaştırmakta ve yardım etmekteydi.[208]

Esaretten firar ederek Diyarbakır’a gelen Teğmen Hamdi Efendi, 16 Temmuz 1919 tarihinde verdiği ifadesinde Hintli askerlerin esirlere davranışlarını anlatmıştır. Hintli Müslümanlar, Müslümanlar ile savaşmamak ve savaş sonunda Hindistan’a bağımsızlık verilmesi şartıyla İngilizlerin yanında savaşa dâhil olmuş ve ele geçirdikleri Türk esirlere İngilizlere göre kısmen daha iyi davranmışlardı. Hatta Müslüman esirler ile tanıştıkça ilgileri ve yardımları daha da artmıştı. İngiliz askerlerine rağmen Türk esirlere yardımı kesmemişlerdi. İngilizler bunun üzerine Mecusileri muhafız olarak görevlendirdiler.[209]

İngiltere’nin uluslararası hukuka aykırı olarak savaş esirlerini öldürdüğü arşiv belgelerine de yansımıştır. Örneğin, Diyarbakır’dan 13. Kolordu Kumandan Vekili Ahmed Cevded Bey’in Harbiye Nezaretine gönderdiği şifreli telgrafta 27 Nisan 1918’de İngiliz Süvari Kuvvetlerinin Irak Cephesi’nde Tuzhurmatu Muharebesi’nde geri çekilmekte olan 5. Piyade Alayının 1. ve 3. Taburu askerlerini esir aldığı yazılmaktadır. Yaklaşık 250 muharip asker İngilizler tarafından esir edilmesi gerekirken İngiliz Süvarileri tarafından yol üzerinde kılıçtan geçirildi. Bu olay, Babıâli’ye Tabur Kumandanı Yüzbaşı Yusuf Ziya Efendi tarafından bir rapor ile de bildirilmiştir.[210]

İngiliz Süvari Kuvvetleri’nin 27 Nisan 1918’de geri çekilmekte olan 5. Piyade Alayı’nın 1. ve 3. Taburu askerlerini esir aldığı sırada esirler arasında bulunan ve sonradan firar ile orduya dâhil olan Yüzbaşı Şakir Efendi’nin verdiği ifadeye göre Tuzhurmatu’da esir olan subayların cepleri İngilizler tarafından yoklanarak altın paraları alınmıştı. Kolordu Vekili Ahmed Cevded, ifadelerden oluşan raporunda esirlerin yaşadıklarını şöyle anlatmaktadır:[211]

“Bu raporlara nazaran esarete düşen efrâd ve zabıtamızın üzerleri taharri edilmiş ve mûmâileyhimin üzerindeki 30 Osmanlı lira efrâd tarafından alınmıştır. Bundan başka zâbitânımızın üzerlerinde saatler cebri bir sûrette alınmıştır. Hatta bir mülâzım Abdülkadir Efendi’nin gayet büyük Lonjin saatini Ayıntab’da[212] bulunan yüzbaşı rütbeli hâkim siyaseti tarafından cebren alınmıştır.

Esir efrâd ve zâbitânımız hayvan tavlalarında yatırılmış ve şiddetli ve hararetli sıcaklarda yürütülmüştür. Üçüncü kolordu inzibat memuru Bağdatlı Mülâzım-ı evvel Ali Efendi yürüyüşte şemsden vefât etmiştir. [...] şiddetinden dolayı yürüyen koldan ayrılmak isteyen esir zâbitânımız İngilizlerin muhafaza neferleri tarafından el ve ayakla tekmelenmiştir.

Hayvan tavlalarında üstü ve altı açık yatırılan efrâd ve zâbitânımız def-i hacet için hârice gönderılmeyıp tavlada def-i hâcet ettirilerek müzahrafatı efrâdımız vasıtasıyla dışarıya attırılmıştır.”

Esirlerin kamplara nakilleri hakkında bilgi veren 1. Bölük 1. Alay Yüzbaşı Mehmed Şakir Efendi, esir düştüğü günü ve sonrasını tüm detaylarıyla anlatmıştır. 28 Nisan 1918 tarihinde Tuzhurmatu ve Yenice’de İngilizlerle vuku bulan muharebede esir düşen tüm subay ve askerler, otomobillerle Ayn-ı Leyla’ya sevk edildi. Burada, esirlerin üzerleri, kim olduğu bilinmeyen üstünde gömlek altında pantolon bulunan bir İngiliz tarafından aranmıştı. Mehmed Şakir’in üzerindeki 30 Osmanlı lirası saymadan yağma eder gibi alınmıştı. Esirlerin boynuna esaret numarası asılmış, bu muamele tüm subaylara da tatbik edilmişti. Esirlerin el konulan parasından, sorumlu komutanın haberi bile yoktur. Paraları alan kişiler, rütbesiz asker ya da yedek subay olup paraları adeta gasp eder gibi kapmışlardı. Paralarının Bağdat’a ulaşıldığında iade edileceği söylenmiş, fakat bu hiçbir zaman gerçekleşmedi. İngiliz askerleri, Türk askerlerinin paralarıyla beraber değerli saat ve eşyalarına herkesin gözü önünde el koydular. Hatta Mülâzım Abdülkadir Efendi’nin gayet pahalı Lonjin saatini Ayn-ı Leyla’da[213] bulunan bir yüzbaşı tarafından cebren almıştı. Tüm esirler, bir gün sonra Tuzhurmatu’dan yük otomobilleriyle Ayn-ı Leyla’ya sevk olundu. Burada 2 Mayıs’a kadar kalınmış ve subaylar hayvan tavlasında yatırılmıştı. Esirlere günde dört peksimet ve bir konserve kutusu iaşe veriliyordu. Subay ve askerler, tuvalet için dışarı bırakılmamışlar, tavlalar içinde ihtiyaçları gidermişler ve pislikler Türk askerlere taşıttırılarak çöle doldurulmuştu. Mayısın dördüncü günü, 61 subay ve 800 nefer iki postaya bölünerek gönderildi.

Yüzbaşı Mehmed Şakir Efendi, bazı subaylar ve fıtık hastalığından muzdarip 6. Alay 1. Tabur Kumandanı Binbaşı Hasan Salih Bey diğer postada sevk edildi. Çöl sıcağında Halis çayının doğusuna ve Deli Abbas’ın takriben üç kilometre kadar kuzeyindeki bir mahalle nakledildiler. Tüm subaylar, taşınabilir şahsi eşyalarını omzunda taşımak zorunda kalmıştı. Susuzluk tesirini etkili bir şekilde göstermekteydi. Hatta 13. Kolordu Anbâr Memuru Bağdatlı Üsteğmen Ali Efendi susuzluktan yolda vefat etmişti. Bazen sıcaklığın şiddetinden boğulma durumuna gelen subaylar yürüyüşe ara vermek zorunlu kalıyordu. Duruma aldırış etmeyen İngiliz askeri, subayların ensesine yumruk ve arkasına tekme ile vurarak yerine itiyordu. 4/5 Mayıs gecesi Mansûriyyetü’l Cebel’e üç saat mesafede bir yerde yatırılmışlardı. İngilizlerin elinde birçok boş çadır olduğu halde subaylar, şiddetli bir yağmurun altında askerler ile birlikte açık bir alanda yatırıldılar. İki gün sonra 6/7 Mayıs gecesi ise subaylar tel örgü ile çevrilmiş Mansûriyyetü’l-Cebel’de üç direkli çadırda, askerler açıkta yatırıldılar. Yedinci gün tüm askerler Yakube’ye sevk edildiler Burada 7/8 Mayıs’ta tüm subay ve askerler elbiselerini çıkararak temizlendiler.154 [214]

Esaretten dönen esirlerin ifadelerine bakıldığında, İngilizlerin davranışlarında herhangi bir problem görmeyen esirler de mevcuttu. Askeri garnizonlardan gelen ve esaretten dönen esirlerin durumlarını anlatan raporların bazıları bu duruma örnektir. Gemlik Asker Alma Şube Başkanı binbaşı imzalı bir belgede, Ağustos 1919 tarihinde kendi bölgelerinde esarette bulunan subay ve askerin olmadığı belirtildikten sonra esirlere uygulanan işlem konusunda bilgi vermiştir. Binbaşı, tüm diğer esir ifadelerinin aksine daha önceden geri dönen esirlerden alınan bilgilere dayanarak esaret altında bulundukları dönemde esirlere iyi bir suretle bakılmadığına ve iaşelerinin yetersiz olduğuna dair bir bilginin bulunmadığını ileri sürmüştür.[215]

14. Alay Kumandanlığında görevli Süleymaniye hudut taburundan kıdemli yüzbaşı, esaret sonrası Nisan 1919 tarihinde verdiği ifadesinde İngilizlerin esarete düşmüş Türk subay ve erlerine yaptıklarını en ince detayına kadar anlatmıştır. Kendisiyle beraber esir düşen 10 kadar memur ve 10 kadar subay, 27 Kasım 1918’de Kerkük’te süvari kışlasına konulmuştu. Erler ise bir bodruma yerleştirilmişti. Tabur kumandanı yüzbaşı, Kerkük siyasi sorumlusu yüzbaşıya bir Ermeni tercüman aracılığıyla esirlerin kaçmayacağı garantisini vermesine rağmen üstelik yüzbaşının tabur kumandanı olduğunu bildiği halde eli ile iteklemişti. Bu sırada iki taraf arasında ciddi bir arbede yaşanmıştı. İngiliz askerleri subayları zorla odalara yüzbaşıyı ise iterek bodruma kapatmıştı. Olayı pek çok Kerküklü ahali de seyretmişti. Esirler önce dize kadar iki üç adım su içinden geçerek dar ve alçak bir kapıdan bodrumdaki mahpushaneye götürüldüler. Subaylar bir tarafta, erler bir tarafta hepsi tamamen umutsuzluk ve hayal kırıklığı içinde dışarıda ne olduğunu bilmeyerek bir saat kadar bodrumda kaldıktan sonra hâkim yüzbaşı çağrılmış, subaylar bodrumdan çıkarılmış, erler ise tüm ısrarlalar rağmen bu yerde sabaha kadar aç ve susuz bırakılmıştı. Tabur kumandanının ailesi civar bir medreseye gönderilmiş ve İngiliz askerleri çizmedeki mahmuzlar dâhil tüm eşyalarına el koymuştu. Bir ere kendi parası ile çarşıdan ekmek aldırdıktan sonra ailesinin yanına medreseye gitmiştir. Bu arada bir iki İngiliz süvari çavuşu göğsündeki nişanlarla ayağındaki mahmuzları ısrarla istemeye devam etmişti.[216]

Esaretten firar ederek 22 Temmuz 1919 tarihinde birliklerine dönen 12 askerin ifadesi 13. Kolordu komutanı albay tarafından alınmış ve Harbiye Nezaretine 31 Temmuz 1919’da gönderilmişti. Adı geçen kişiler, Mart 1918 tarihinde esir olduklarını ve su ihtiyaçları giderilmeden uzun yol yürütüldüklerini, birçok askerin susuzluktan yollarda baygın bir halde kaldığını söylediler. Hint esir karargâhında açıkta kalan erlerden on dokuzu soğuk ve yağmurdan müteessir olarak bir gecede vefat etmişti. İngilizler, esirleri Bağdat’a getirdiklerinde esirlerin kıyafetlerini kasten pejmürde bir soktular. Bu halde topçu erlerini de ayırarak esirleri topların namluları üzerinde Bağdat’ın merkezinde ve Hıristiyanların yaşadıkları yerlerde gezdirdiler. Askerlerin Ermeniler ve Hıristiyanlar tarafından hakarete uğradıkları, esir oldukları zaman paraları ve kıymetli eşyalarının gasp edildiği ve sonrasında paraları noksan olarak iade edildiği ifadeleri arasında yer aldı.[217]

Hicaz 22. Fırka 125. Alaydan hesap memur yardımcısı Bursalı Halil oğlu Mehmed Nuri Efendi, 30 Eylül 1917’de Kesre’de İngilizlerle yapılan muharebede esir düştüğünü ve esarette yaşadıklarını 2 Ağustos 1919 tarihinde verdiği ifadesinde ayrıntılı olarak anlatmıştır. Esareti esnasında pek çok sefalete maruz bırakıldığını gibi esir olduğu dördüncü güne kadar ekmek ve erzak yüzü de görmemişti. Dördüncü günden sonra verilen ekmek ve katık ise darı ekmeğiydi. Ayrıca esirlere hiç su verilmemesi sebebiyle pek çok esirin susuzluktan baygın bir surette kaldığı görülmüştü. Esirlere çok fazla şiddet uygulandı ve çoğu dövüldü. Ayrıca Mısır’da zorla bir subay yere yatırıp soyulmuş ve paraları alınarak küçük düşürülmüştü. Hatta yolda yürürken herhangi bir esir hasta olup yürüyemez hale gelirse öldürülüyordu. Taburun imamı dahi öldürülmüştü. Kantara’da karantinada kaldıkları dokuz günde subaylara verilen erzak, şekersiz çay, soğan ve biraz sebzeden oluşuyordu.158 [218]

Fırat Grubu 64. Alay, 1. Tabur tabip yüzbaşının, esaret sonrası verdiği ifadesinden 29 Eylül 1917 tarihinde Ramadi’de bütün grubuyla birlikte esir olduğu anlaşılmaktadır. İngilizlerin hatıra diyerek esirlerin eşyalarına el koyma haricinde muameleleri genelde olumsuz değildi. Basra’daki subay ve erlerin hâlleri acınacak duumdaydı.[219]

Esaretten dönen 14. Kolordu emrinde görevli Harputlu Teğmen Hamdi Emin Efendi, 11 Temmuz 1919 tarihli ifadesinde, subay ve erlerin esir bulundukları kamplarda yaşadıklarını kısaca özetlemektedir. 30 Ekim 1918’de İngilizlere esir düşmüş, yaralı olması sebebiyle bir süre Şirkat Hastanesinde tedavi olmuştu. Askerlerin ele geçirilmesi sonrası, İngiliz askerleri önce saat, dürbün ve mahmuz gibi kıymetli eşyaları topladılar. Kısa süre tedavisi sonrası, Tikrit yolu ile önce Bağdat’a, ardından Basra’da İngiliz Hastanesine nakledildi. Seyahat süresince ahali ile görüştürülmediler. Türk askerlerinin esir olmasına sebep, bir Türk subayının düşmana sığınmasıydı. 43. Alaydan bir müfreze Mülâzım-ı evvel Hayri Efendi kumandasındaydı ve sonradan düşmana firar etmişti. Esir karargâhında fotoğraf işleri ile uğraşan Hamdi Emin Efendi, İngiliz subay ve çavuşlarından İngilizlere sığınan Hayri Efendi hakkında bilgi sahibi olmuştu. Hayri Efendi, Türk güçleri hakkında tüm bilgileri en ayrıntılı bir şekilde İngilizlere bir bir anlatmıştı. Bir diğer ihanet eden kişi ise Süleymaniyeli Binbaşı Rıza Bey’di. Grup esir olduktan sonra Bağdat esir karargâhına vardıklarında, Rıza Bey’in, birçok subayı Hükûmet aleyhinde hezeyana sevk ettiği ve hatta Iraklı subayları toplayıp hususi konferans verdiği görülmüştü.[220]

Hamdi Emin Efendi, Basra’da esir karargâhında bulunduğu sıralarda Hintli çavuş, erler ve sivil ahali ile görüşmelerinden öğrenmiştir ki İngilizler, harbe sevk etmezden önce Hintli askerlere, İslamlara karşı harp ettirmeyip sadece Almanlara karşı muharebe ettireceği sözü verilmiş ve harp sonunda Hindistan’a bağımsızlık verileceğini vaat etmiştir. Hint Müslümanların reisi, savaş sırasında bağımsızlık isteğinde bulunduğunda İngiliz valisi tarafından davet edilerek katledilmişti.[221]

Dicle grubu nakliye katarı tabip yardımcısı ve Dicle sıhhiye başçavuş yardımcısı, Ekim 1918 tarihinde Dicle grubunun nasıl esir olduğunu anlatmıştır. 29­30 Ekim 1918 günü sabahı düşmanın taarruzuyla grup alayın 4. Avcı Taburu, teslim olduklarına dair beyaz mendil ve benzeri şeylerle düşmana kendilerini göstermişti. Askerler, silahlarını yere bırakarak gelen müfrezeye teslim olmuştu. Teslimi müteakip esirler düşman tarafından bir hakarete maruz kalmadılar. 31 Ekim günü Şirkat’a sevk edildiler, burada askerlerin ve subayların çoğu muayeneden geçirilerek üzerinde ne varsa el konuldu. Şirkat’ta hastanelerde hasta ve yaralıların tedavileri iki gün içinde yapıldıktan sonra Türk esirleri peyderpey otomobiller ile Bağdat’ın kuzeyinde Tikrit’e sevk edildiler. Tikrit’ten tren ile Bağdat ve bilahare Basra’ya nakledildiler. Cenevre Sözleşmesi gereğince, geri dönüş için önce Musul’a, oradan da 25 Haziran 1919’de arabalar ile üç günde Timurkapı’da teslim edildiler ve Mardin’e getirildiler.[222]

Teslim olan askerler, amele taburları haline getirilerek ve yeniden elbise verilerek, Tikrit-Musul tren hattında ve gerekli görülen yerlerde, kanal açtırmak gibi vazifeler ile görevlendirilmişlerdi. Erlere umumiyetle ihtiyacı olan gıdası günlük olarak verildiği halde subaylara erzak hususunda gayet az ve gıdasız yemekler verilmişti. Para hususunda da 30, 50, 60, 90 rupi veriliyordu ki bir rupi 10 kuruşa karşılık gelmekteydi. Basra’da subaylara gecelik, tabak, çatal gibi Kızılhaçın hediyelerinden verilmiş ise de çoğunlukla Basra’da çadır altında dört tarafı tel ile kapalı bir yerde pek işe yaramamıştı.[223]

Musul ve Halep’ten sorumlu Dicle Grubu nakliye katarı tabip muavini, esaretten sonra yaşadıklarını ifadesinde anlatmıştır. 30 Ekim 1918’de şafakla Grup Kumandanlığından Katar Kumandanlığına telefonla gelen emir üzerine tüm subay ve erler birlikte teslim olmuştu. Çölde bekleyen diğer kıtalar ile birleşerek Şirkat’a hareket edildi. Teslim sırasında hiçbir esirin bir eşyası alınmadığı gibi herhangi tahkir edici söz de sarf edilmemişti. Fakat Bütün Katar subayları binek ve yük hayvanları ile kafileye iştirak etmiş ve yol boyunca ateşperest Hinduların hakaret içeren bakışları altında ilerlenmişti. Esirler Şirkat’a varışta, terk edilmiş hastanelere tedavi amaçlı yerleştirildiler, kısım kısım taburcu edildikten sonra Dicle kenarında bulunan esir karargâhına gönderildiler. Burada 23 gün kadar kalınarak 24 Kasım 1918’de üç postada doktorlar, hastabakıcılar ile bütün askerler otomobiller ile Tikrit’e sevk edildiler. Burada da sağlam ve hastalara Hint erzakı verilmişti. Günlük 30 km yol gidildi. Tikrit’e varışta ilk önce hayvanlar teslim alınmıştı. Tabip muavini menzil hastanesi sertabibi vasıtasıyla hastaneye davet edilmiş ve burada savaş konusu hiç açılmamıştı. Hastanede hasta ve yaralılar rahat etmişlerdi. Tren ile Bağdat’a hareket edildiler ve Kerare esir garnizonuna yerleştirildiler. Burada Musevi, Hıristiyan, Ermeni, Türkler ve sıhhiye askerleri ayrıldılar. Yollarda erzak çok boldu ve kısmen taze sebze de verilmişti. Bağdat esir garnizonunda yarım ekmek, bir patlıcanın üçte biri, yarım soğan, bir çorba kaşığı tereyağı, zayıf ve uygun olmayan kuzu eti, 30 gram kadar peynir, elli gram tatlı ve her hafta kırk kadar sigara veriliyordu. 20 Ocak 1918’de Basra’ya sevk edilmek üzere garnizon terk edilmiş ve Kerare iskelesinde 56 numaralı Hindistan vapuruyla Basra’ya hareket edilmişti. Erzak yine çok boldu. Esirler, Basra’ya yakın ve Makine denilen mevkideki esir garnizonuna konuldu. Ortalık kış ve mevsim yağmurlu olduğundan, kamp pek perişan ve burada yaşamak ise mümkün değildi. Hatta yedek subaylara tahsis edilen yer henüz yapıldığından günlerce yağan şiddetli yağmur toprağı ıslak bir hâle getirmişti. Yedek subaylar, ıslak toprak üzerine çadır kurup bir battaniye ile yatmağa mecbur kaldı. Ancak bir süre sonra tüm ısrarların ardından yedek subaylara da sedye verildi. Subaylar İngiliz erzakı ve yedek subaylar Hint erzakı alıyordu ve bundan dolayı durumları subaylardan daha iyiydi. Asker günlük dörder saat çalıştırılmaktaydı. 2 Ocak 1919 tarihinde iade edilmek üzere esirler kamptan terhis oldi. 11 subay ve 11 er trene binerek Amâre’ye, sonra deniz vapuruyla Kût’e; oradan da yine trenle Bağdat’a ulaştılar. Ne kamplara getirildiklerinde ne de ayrılırken herhangi bir kötü muamele olmamıştı. 16 Ocak 1919’da Musul’a gitmişler, 9 Şubat 1919’da Musul’da terk edilen hasta ve yaralıları teslim almışlardı.[224]

Dicle Grubu başhekiminin ifadesi, esirlerin esaret sonrası yaşadıklarını göstermesi bakımından önemlidir. Başhekimin ifadesine göre esirler Basra’dan esirlerin bulunduğu mahalle kadar on kilometrelik mesafeyi yürüyerek kat ettiler. Karargâhın bulunduğu mahal kurutulmuş bataklık olsa da bir yağmur yağdığı zaman hareket etmek neredeyse imkânsız hale geliyordu Umumiyetle yüksek rütbeli subay ve askerler çadır altındaydı. İaşeler noksan olduğundan insanın hayatını devam ettirmesi âdeta imkânsızdı. İlk başta giden kafilenin yüksek rütbeli subaylarına 70, subaylara 50 rupi verilmiş; yeni gelen kafileye herhangi bir ödeme yapılmamıştı. On üç gün kadar Basra’da kaldıktan sonra başhekim terhis için iki binbaşı, bir yüzbaşı ve bazı subaylarla birlikte Bağdat’a döndü. Bağdat esir karargâhında, Musul, Kerkük, Süleymaniyeli yirmi kadar subay ve er bulunuyordu. Bağdat ve Suriyeliler terhis edilmişti. Yirmi beş gün kadar Bağdat’ta tel örgüsü içerisinde kaldıktan sonra Bağdat’a dönen sıhhiye bölüğü heyeti, tren ile Fetha’ya, oradan da yürüyerek Musul’a sevk edilip serbest bırakıldılar. Başhekim, Basra ve Bağdat ahalisiyle temas edememişti. Buna rağmen elde ettiği kesin bilgiye göre Basra Hükûmeti Osmanlı Hükûmeti tarafındaydı. İslam Cemiyeti adına bir cemiyet teşkil etmişer ve firar eden Osmanlı subaylarına yardım etmişlerdi.[225]

Basra karargâhında on bir gün kalındıktan sonra sıhhiye heyeti trenle Amâre ’ye, Amâre ’den vapurla Kûtu’l-Amâre’ye, buradan da yine trenle Bağdat’a getirilmişlerdi. Basra’da subayların bulundukları muhitin şartları bir insanın yaşayabilmesi açısından çok kötüydü. Teğmen ve yüzbaşılara aylık 90, üst rütbeli subaylara 100 rupi verilmekte, fakat iaşeleri için verilen erzak bu paradan kesilmekteydi. Basra’daki esir subaylar bu şartlar altında ciddi sıkıntılar çektiler. Esir erlere ise herhangi bir ödeme yapılmamıştı. Esirler kısmen çalıştırılmış ve iaşeleri nispeten önceye göre daha iyiydi. Buradan Musul’a getirilen esirler beş ay burada serbest kaldılar. İngilizlerin Irak’ta halka karşı umumiyetle acımasızca davranmaları burada değişik sınıflardan ahali ile temas eden esirleri çok mutsuz etmişti.[226]

İngilizler ellerine geçen Osmanlı esirlerini kamplara yerleştirme veya Hindistan’a sevkleri sırasında Türkler ile diğer milletlerin arasını açmak istemiş, bu amaçla kampları milletlere göre oluşturmuştu. Ayrıca Başkumandanlık Vekâletinin 19 Temmuz 1915 tarihli tezkeresinde İngilizlerin, Osmanlı esirlerini Türk, Arap, Kürt olarak tefrik ettikten sonra Hindistan’a ayrı ayrı mahallere sevk ettiği de görülmektedir. İngilizler Araplara daha gayet iyi davranırken Türklere kötü muamelede bulunmuştu. Subayların Sünni mi?, Şii mi? olduklarını, siyasi cemiyetlerden hangisine mensup bulunduklarını öğrenmek istemişlerdi. İttihatçı ve Sünni olanlara çok şiddetli muamelede bulunulmaktaydı. Tüm bu bilgiler firar edip gelen esirlerin ifadelerinden de açıkça çıkarılmaktadır. Osmanlı Devleti, esirlerin millet ve dinlere göre ayrılmasının uluslararası hukuka uygun olmadığı gerekçesi ile İngiltere’yi protesto notosu vermişti. Arap esirler bir mecidiye karşılığında serbest bırakılmaktaydı. Türk esirler hapsedildiği halde, Arap esirlere fazlasıyla hürriyet bahşedilmekteydi.[227]

Kamplarda esirlerin sevkleri sırasında milletlerine göre ayrılmasından, Diyarbakır’dan 13. Kolordu Kumandan Vekili Ahmed Cevded’in Harbiye Nezaretine gönderdiği şifreli telgrafta da söz edilmektedir. Dicle grubu ile esir olan Yedek Subay Mülâzım Pertev Efendi, bir Hintli askerin yardımıyla 20 Ocak 1919 tarihinde Bağdat’tan firar ederek Urfa’ya gelmişti. Verdiği ifadeye göre 1 Kasım’da Dicle Grubu ile esir olan subay ve askerler Bağdat’ta milliyetlerine göre ayrılarak 20 Kasım 1918 itibaren Basra istikametine sevk edilmiş, oradan da Hindistan’a gönderilmişlerdi.[228]

Osmanlı Devleti, İsveç Devleti aracılığıyla İngiliz Dışişleri Bakanlığına 18 Ekim 1917’de Ramadi’deki İngiliz güçleri tarafından esir edilen Osmanlı subaylarına ve askerlerine uygulanan muameleyi protesto eden diplomatik bir notayı göndermişti. Osmanlı nota ile, Ramadi’de ele geçirilen Türk askerlerinin çoğunun ölüme terk edilmiş olmalarından ve hayatta kalanlara da kötü davranıldığından dolayı şikâyette bulunmuştu. Ramadiye’de esir olan subay ve erlerin büyük çoğunluğunun İngilizler tarafından süngülendikleri, sağ kalanların sağlık koşulları yetersiz şartlarda iskân ve iaşe edildikleri, günlerce aç bırakıldıkları, subayların tahkir ve darp edildikleri Altıncı Ordu Komutanlığından bildirilmişti.[229] Kut’ta hayatta kalanlara uygulanan muamele bakımından Lord Newton, Osmanlı Hükûmetinden gelen bu tür bir yazının münasebetsizlik olduğunu ve Askeri İdare Kurulu tarafından gerekli cevabın verileceğini söylemişti. Lord Newton’a göre Osmanlı Devleti, İngiliz savaş esirlerine uyguladıkları insanlık dışı muameleden dikkatleri başka yöne için böyle bir nota vermekteydi. Lord Newton’un ardından söz konusu nota Askeri İdare Kurulu tarafından 8 Aralık 1917 tarihinde incelenmiş ve 25 Aralık 1917’de Osmanlı Devleti’ne gönderilmişti. Askeri İdare Kuruluna göre Ramadi’de İngiliz birlikleri tarafından ele geçirilen herhangi bir Türk veya başka bir savaş esirinin öldürüldüğü iddiası gerçek dışıydı. Her rütbedeki yaralı ve hasta Türk savaş esiri, İngiliz yaralılar ile aynı şartlarda taşınmışlardı. İngiliz birliklerin işgali sırasında Ramadi’deki sıhhi şartları acınası bir haldeydi. İngilizler tarafından bu bu şartlar ivedilikle iyileştirilmiş ve su temini sağlanmıştı. Türk komutan kendi evinde, subaylar geniş bir kahvehanede ve diğerleri de bir kervansarayda konakladılar. İngiliz bir subay şikâyetleri dinlemesi için görevlendirilmiş ancak esirlerin hiçbiri herhangi bir şikâyette bulunmamıştı. Çok kısa zamanda kendileri için hazırlanmış kalacakları yere gelmeden önce her biri muayene edilmiş ve ardından motor ile taşınmıştı. Görevlilerin istismar edildikleri ve onlara saldırıldığı iddiası bütünüyle temelsiz olup subayların küçük düşürüldükleri iddiası ise temelsizdi. Aksine kendilerine mümkün olan en insancıl şekilde muamelede bulunulmuştu. Bunun aksi hiçbir şekilde iddia edilemezdi. Türk komutan ve onun tuğgenerali Bağdat’ta General Maude tarafından ağırlanmış ve görmüş oldukları iyi muamele için müteşekkir olduklarını bildirmişlerdi. Kurul, Lord Newton’un bu temelsiz iddialara karşı duyduğu üzüntüyü paylaşmaktaydı. Ayrıca Mezopotamya Komuta Genel Subayı tarafından Türk komutana daha önce iletilen Tikrit’te esir alınırken soyulan ve İngiliz güçler tarafından iyileştirilen İngiliz yaralılarla ilgili de şikâyette bulunuldu. İngiltere Hükûmeti Türkler tarafından çoğu öldürülmüş olan Kut Karargâhındaki askerlerden başka Türkiye’deki İngiliz savaş esirlerine uygulanan insanlık dışı kötü muameleye de dikkat çekmek istiyordu. İngiltere Hükûmeti aylar boyunca toplanan kanıtlar neticesinde bu durumdan haberdar olmuştu.[230]

İstanbul’daki Amerika Büyükelçiliği, 8 Aralık 1916 tarihinde Londra’daki Amerika Büyükelçiliğine, Mezopotamya’dan Burma’ya gönderilen Osmanlı savaş esirlerinin yaşadıkları ile ilgili Hilal gazetesinde çıkan bir yazının çevirisini iletmiştir. Bu yazıya göre Burma’dan dönenler hakkında Tanin gazetesinin editörü Cemil Hakkı Bey, Irak’ta tutulan eşit sayıda hasta İngiliz esir karşılığında takas edilen Osmanlı esirlerini ziyaretine dair izlenimlerini taşıyan yazılar yazmıştı. Hayatlarının uzun bir döneminde gördükleri işkence ve kölelik sonrasında anavatanlarına geri dönmüş olan bu mutsuz sürgünlerin aldığı en büyük ödül tahliyeleri olmuştu. Cemil Hakkı Bey, tahliye iznini almış ve apar topar evlerine gitmekte olan bu esirlerden bazılarıyla tanışma fırsatı bulmuştu. Güneş yanığı yüzlerinde beliren kırışıklıklar, doğumlarından esaretlerine kadar uzanan sürede yeteri kadar acıya katlandıklarını anlatmaktaydı. Hakkı Bey’in görüştüğü esirlerden beşi Osmanlı müfrezesindendi. İkisi Cemil Hakkı Bey’in hemşerisi, diğerleri Konya, Perlepe, Üsküp vb. yerlerdendi. Nasıl esir düştükleriyle ilgili neredeyse hepsi aynı olan hüzünlü hikâyelerini Hakkı Bey’e anlatmışlardı. Müfreze komutanı emir subayının anlattığına göre 11/12 Nisan 1914 gecesi düşman Basra yakınlarındaki Chouaibe bölgesine saldırmış, Türk askerler buna ancak üç saat direnebilmiş ve gün batımında dağların yamacına çekilmişlerdi. Düşmana tekrar saldıran Türk birlikleri, İngiliz süvarileri tarafından çevrelenmiş ve esir alınmıştı. Hepsi Türklere karşı çok vahşiydi. Küçük bir birliğin direnişi karşısında çok öfkeliydiler. İngiliz askerler tüm

Türk esirleri öldürmeye niyetlenmişler fakat Müslüman Hintli askerlerinin siperlere gelişi bu vahşete engel olmuştu.[231]

Esir alınan Türk askerlerin etrafı süngülü askerler tarafından çevriliydi. Hintli Müslüman askerler tarafından tutulanlar nispeten mutluydu. Avustralyalı ya da İngiliz askerlerin elinde kalanlar işkence acısını çekiyordu. İngiliz muhafızlar burada esirlerin yağmurluklarını ve para keselerini aldılar. Esirler, sonrasında dikenli telle çevrili bu alandan ayrılarak Chouaibe’ye gönderildiler. Üç gün boyunca yemeksiz ve susuz bırakılıldılar. Günlerdir aç susuz bekleyen esirler, sevinçle birkaç İngiliz askerin su kavanozlarıyla gelişini görmüşler, İngilizler ise Türklerin sabırsızlıkla kavanozları kapışmasını ve ağızlarına götürmelerini alay ederek ve gülerek işlermişlerdi. Verilen su berbat ve çok tuzlu bir karışımdı. İngilizler, esirlerin suyu içemediklerinden ötürü çok eğlenmekteydi. Açlık ve susuzluk esirlere çok acı çektirmiş ve geceleri ortaya çıkan sis, esirleri soğuktan titretiyordu. Bazı esirler yeri kazarak biraz su bulmuş ancak o su da çok tuzlu çıkmıştı. Askerlerin birçoğu susuzluktan hayatını kaybediyor İngilizler ise bu sorunla ilgilenmiyordu. Ancak iki gün sonra esirlere az miktarda içme suyu verilmiş ve dikenli tel üstünden esirlere biraz bisküvi atılmıştı. Bu durum, İngilizleri çok eğlendirmiş ve Türklerin acınacak haldeki hallerinin fotoğraflarını çekmeye başlamışlardı. Dört gün sonra esirlere az miktar un da verilmeye başlanmış fakat esirler ekmek yapmaya vakitleri bulamadan kamptan ayrılmışlardı.[232]

Basra yakınlarında yere uzanmış esirler adeta ölümüne yorgundu. Aniden kaldırılarak ellerine kelepçe vurulmuş ve ikişerli olarak bağlanmışlardı. Gece esirlere biraz içme suyu ile biraz pide da verilekte, yorgunluktan ölen esirler güç bela pideyi ağzına zor koymaktaydı. İngiliz subaylara yine eğlence çıkmıştı. Esirlerin bazıları dizanteriden ve bazıları da kelepçeyle bağlandığı talihsiz refakatçinin sürekli onu çekmeye zorlamasından acı çekmekteydi. Bu durum korkunç bir acıya neden oluyordu. Gecenin sisi gündüzün terini tamamlamış ve esirlerin tamamı içler acısı bir şekilde öksürüğe yakalanmışlardı.[233]

Osmanlı Ordu-yı Hümayunu Başkumandanlığı Vekâleti, 22 Temmuz 1915 tarihinde Hariciye Nezaretine gönderdiği bildiri ile İngilizlerin Türk esirlere karşı yaptıkları vahşetten şikayet etmişlerdir. Bu ayrımcılık devam ederse aynı muamelenin İngiliz esirlerine uygulanacağı Amerikan Elçiliği aracılığıyla İngiltere Hükümetine bildirildi.[234]

Bu karar ardından 9 Ekim 1915 tarihinde Babıâli Hukuk Müşavirliği, İngilizlerin esirlere karşı yaptığı ayrımcılığa yönelik kendilerine sorulan soruya görüş bildirdi. Esirlerin milletlere, mezheplere ve siyasi görüşlerine göre ayrılmasının uluslararası hukuka aykırı olduğu belirtildi. 1907 tarihli İkinci Lahey Konferansı, Dördüncü Mukavelenameye bağlı nizamnamenin dördüncü maddesine göre harp esirlerine insanlığa yakışır şekilde muamele edilmesi, yedinci maddesine göre de harp esirlerine iaşe ve iskân hususunda kendi askerleri ile aynı şartlarda muamele gerektiğini hatırlattıktan sonra İngiltere’nin bu tutumunun protesto edilmesi kararlaştırıldı.[235]

İstanbul Deniz Müzesi Komutanlığı Arşivinde bulunan bir diğer belge, Marmaris Gambot çarkçısı Üsteğmen Bahriyeli Mustafa oğlu Hüseyin (Limni) Efendi hakkındadır. Hüseyin Efendi’nin özlük dosyasından kendisinin Dicle Cephesi’nde 3 Haziran 1915 tarihinde vuku bulan Marmaris Gambotunun muharebesinde esir düştüğü anlaşılmaktadır. 19 Haziran 1920 tarihinde esaretten dönen Hüseyin Efendi için esir kamplarına gidene kadar yolda geçen dönem çok zorlu olmuştu.[236]

Irak’taki esirlerin diğer bölgelerdeki esirlerden bazı farklıkları olmuş ve İngilizler de bu farkı bazen kabul etmiştir. Nitekim 20 Nisan 1917’de savaş esiri Türk askerlerine ve Mezopotamya’da savaş esiri olan sivil görevlilere ödeme yapılması gündeme gelmişti. Mezopotamya’daki esirler diğer bölgelerdekilerden farklı görülmüş, ödeme yapılması için geçerli sebeplerin olduğu kabul edildi. Ancak Mezopotamya’daki bu kişilere ödeme yapılırsa Filistin, Hicaz veya herhangi başka bir ülkedeki savaş ve sivil savaş esirlerinin de benzer taleplerine karşı koyma olanaksız hale gelecekti. Bu sebeple bu bölgedeki esirlere de herhangi bir ödeme yapılamadı.[237]

Bağdat’ın kuzeyinde, Türk esir grupları, çöl üzerinden 1.000 mil yürütülmüşler ve sık sık muhabirler tarafından görüntülenmişlerdi. Bazı durumlarda, esirler hastanelerden az sayıda giyecek eşyasıyla serbest bırakılmışlardı. Ermenistan’dan dönmüş olan Harbord heyetine kinin ve yiyecek için yalvarmışlar ve bazen hasta olan esirler otomobil ile en yakın köye taşınmışlardı.[238]

Osmanlı esirlerine karşı yapılan muamele, İngiliz basınını da meşgul etmiştir. İngiltere Parlamento üyesi Lord Robert Cecil, The Times gazetesine verdiği demeçte, ellerindeki Türk savaş esirlerinin iyi bir muameleye tabi tutulduğunu söylemişti. Ayrıca Osmanlı Hükûmeti bu kamplara ilişkin ABD yetkilileri tarafından hazırlanan ve İstanbul’daki Büyükelçiliği tarafından zaman zaman iletilen raporlarla bilgilendirilmişti.[239]

Teğmen Gani Bey[240], Mısır esir kampları gibi yakın bir kampa değil Burma gibi son derece anavatana uzak bir kampa gönderilmişti. Gani Bey’in Burma’da kaleme aldığı anıların ilk sayfasında yazdıkları esarete düşmeden önce karşılaştıkları manzaraya dair dehşet verici bilgiler vermektedir. Birlikleri, ileri yürüyüşleri sırasında ricat halindeki birlikler ile karşılaşılmışlardı. Türk askerleri kendilerine verilen tayınları paylaşmakta ve yorgunluktan daha lokmalarını yutmadan uyuya kalmaktaydı. Geri çekilen askerler öyle perişan haldedirler ki yorgunluk ve bitkinlikten yemek yememekte ve uygun bir gölgelikte uyumaktaydı. Bu perişan askerlerin durumu hakkında kurmaylar tarafından müzakereler yapılmış ve ileri harekât sırasında birleşen birliklerin harekât tarzı belirlenmişti. Birlikler iki ayrı yöne doğru hareket etmişlerdi. Gani Bey’in birliği askerlerin çekildiği yöne, geri çekilen birlikler ise Gani Bey’in geldikleri tarafa yönelmişti. Boşaltılan bölgeye yönelen Gani Bey’in birlikleri birkaç saatlik yürüyüşten sonra İngiliz birlikleri ile karşılaşmıştı. Fakat İngilizlerle mücadele edecek ellerinde ne yeterli cephane ne de yiyecekleri vardı. Akşama doğru İngilizler ellerinde beyaz bayrakla iki asker gönderip teslim olmalarını istemiş ve başka çareleri kalmayan Gani Bey’in içinde bulunduğu Türk birlikleri 18 Haziran 1915 günü 80 askerle beraber savaştıkları Kûtu’l-Amâre ’de İngilizlere teslim olmuşlardı.

Esirlerin bazıları, özel kuvvetler olarak Teşkilat-ı Mahsusiye tarafından İngilizleri arkadan çevirmek için gönderilmişti. Yiyecek olarak sadece kuru peksimet ve bir yudum sudan başka bir şey bulamayan Osmanlı ordusunun dayanacak gücü de kalmamış ve teslim olan askerler Mısır’a değil Burma’ya gönderilmişlerdi. Kumandanlarla yapılan görüşmeler sonrasında nakliye araçlarına bindirilerek bilmedikleri bir yerdeki esaret kampına götürüldüler. Asker kafilesi ikiye ayrıldı. Üst rütbeli subaylarla yolculuğa dayanamayacak kadar hasta olanlar, Kûtu’l-Amâre’de bırakıldılar. Askerler ya bölgedeki esir kamplarına ya da Mısır’daki kamplara gördürüleceklerini tahmin ediyordu. 107 kişilik esir kafilesinde en üst rütbeli Gani Bey’di. Esirler uzun bir yolculuktan sonra gemilere bindirildiler. Esirlere pranga vurulmamış, gemiye binince İngiliz kumandan uzun bir konuşma yapmış, Mısırlı bir rehber de Türkçeye çevirmişti. Komutan disipline uyulduğu takdirde esirlerin rahat edeceklerini, aksine bir hareketin veya firarın asla affedilmeyeceğini kesin bir dille belirtmişti. 700 kişiden oluşan Türk esir kafilesi Thatmyo’daki İngiliz karargâhının idaresindeki etrafı dikenli tellerle çevrili kampa yerleştirilmişti.[241]

İran, Kafkasya ve Irak cephelerinde çarpışmış ve Irak’ta İngilizlere esir düşmüş Muhiddin Erev’in içinde bulunduğu birlik çok büyük zayiat vermiş, alay subaylarından Nuri Bey, sağ kolunu bir kılıç darbesiyle kaybetmiş, alay kumandanı Aziz Bey ise yine bir Hintli süvarinin kılıcı ile şehit olmuştu. Esaret hatıralarını kaleme alan Muhiddin Erev ise kaçamamış ve teslim olmak zorunda kalmıştı. Muhiddin Bey esirlere uygulanan muamelelere dair çarpıcı bilgiler aktarmaktadır.

Şöyle ki Muhiddin Erev ve arkadaşları Hintli süvarilerin emri ile dörderli bir kol oluşturmuş ve yürüyerek İngiliz zırhlı otomobillerinin bulunduğu yere gelmişlerdi. Sağ kolu bileğinden kesilen bir esirin ilk tedavisi yapılmıştı. Daha önce batarya kumandanıyla birlikte, dağ istikametinde giden dürbüncü Mümin, süvariler tarafından sağ kulağı kesilmiş bir şekilde kanlar içinde yanlarına getirilmişti. Esirlerin üzerindeki bütün topçu düğmeleri İngiliz askerler tarafından “souvenir” denilerek koparıp alındı. Bir müddet sonra da başka bir İngiliz askeri ayakkabılarını bacaklarından çıkarıp aldı. Mevsimin bahar olmasından dolayı bütün bölge ve buğday tarlaları yeşil renge bürünmüştü. Buğday tarlalarının kenarlarında yol bulunmasına rağmen esir kafilesi, ekili tarlalarda yürütülmüş ve kısa bir süre içerisinde esirlerin takatleri kalmamıştı. Akşam olduğunda esirler, bir İngiliz karargâhından esir kamplarına kamyonlar ile dağıtılmıştı. Muhiddin Erev topçu subayı olması sebebiyle sorguya çekildi. Sorgu esnasında limonata ve bisküvide de ikram edildi. Erev’den gerideki kıtalar ve bataryaların mevcudu hakkında bilgi vermesi istenmişti. Muhiddin Erev, İran’dan bu bölgeye geldiğini ve öğrenmek istediği konular hakkında bilgisi olmadığını söylemişti. Kısa bir süre sorguya çeken komutan, bataryanın mevcutlarını, kumandanların isimlerini, fırka subaylarından önemli olanlarının kimliklerini ve diğer kıta mevcudunu bir bir saymış ve bu bilgileri casuslardan aldıklarını söylemişti. Tercümanlığını yapan kişi ise Kadıköylü Andon’du ve geçim parası olarak bu işi yapmak zorunda olduğunu söylemekteydi. Kendisinden herhangi bilgi alamayan İngiliz yetkililerin kendisine olan tavırlarında sorgu sonrası değişme olmuştu. Geceledikleri binada, herkes haşerat istilâsına uğradığından, tekmil elbiselerle çamaşırlar kurutma makinelerine teslim edildi. Subayların sıra halinde ve süblimeli[242] bir su ile doldurulmuş varillere girmeleri emredildi ve bu temizlik yapıldıktan sonra esirlere etüvden çıkan buruşmuş elbiseler giydirildi. Akşam olduğunda ise kampa elinde kalem kâğıt bir tercüman gelmiş, esirlerin doğum yerlerini, isimlerini sorup kâğıda yazmıştı. Subayların doğum yerleri genellikle Edirne, Çatalca, İstanbul, İzmit, Konya gibi yerlerdi. İngilizlerin iddiasına göre Muhiddin Erev’in fırkasının tamamı esir edilmişti. Muhiddin Bey de Cebel-i

Hamrin’de esir edilmiş arkadaşları ile karşılaştı. Bir gün sonra Diyale’yi geçip dekovile bindirildiler ve sıra ile ilaçlı su doldurulan varillere sokuldular. Daha sonra da etüvden geçirilerek kampa yerleştirildiler. Kampa yerleşen esirlerin bir kısmına çatal, bıçak, bisküvi ve muhtelif konserveler verilirken; diğerlerine yağ, un, odun verilmişti. Esirler bu ayrımın sebebini bir müddet sonra öğrendiler. Bu durum esirlerin Avrupa veya Asya’da doğma talihsizliğinden ileri gelmekteydi. İngilizler, esir subaylara gerekli malzemeleri verirken doğum yerlerine göre hareket etmişler ve doğum yeri batı olanlara farklı davranmışlardı. Muhiddin Bey’e göre bu uygulama, tercümanların, subaylar arasına nifak sokmak için yaptığı bir uygulamaydı. Esir kafilesi daha sonra yine dekovil ile Bağdat’a götürüldü. Esir subaylar kafile halinde sokaklarda ve caddelerde gezdirilerek halka teşhir edildi. Müslüman halk ise esirlerin geçişini sessizce seyrettiler.[243]

Irak Cephesi’nde topçu subayı olarak orduda görev yapan Taşköprülü Mehmed Efendi, Kûtu’l-Amâre kuşatmasında 17 Nisan 1916 günü İngilizlere esir düşmüştü. 1916 yılında Burma’daki Rangoon esaret kampına gönderilişine dek yazdığı anıları, esaret günleri hakkında bilgi vermektedir. Mehmed Efendi esir alınır alınmaz silahlı askerler arasında yüzbaşının huzuruna getirilmiş ve sorguya çekilmişti. Sorguda çay, konserve, bisküvi ikram edilmiş, Türk birliklerinin sayısı ve durumu hakkında bilgi istenmiş; fakat herhangi bir zorlama yapılmamıştı. Esirler herhangi bir hayati bilgi vermediler. Bu sırada Irak Komutanı General Gorringe ile karşılaşmışlar ve komutan her askerin esir düşebileceğini söyleyerek kendilerini teselli etmişti. Tüm kamplarda olduğu gibi tercüman bir Ermeni vatandaşıydı. Sorgulandıkları yerde, daha önceden getirilmiş 8 subay ve 200’e yakın asker bulunmasına rağmen onlarla görüştürülmedi. Yalnız bir yüzbaşı ve teğmen ile karşılaştı. Gece çadırda 3 kişinin yanında kaşmıştı. Sonradan bir yedek subay ile bir teğmen de çadıra geldi. Hava ise çok soğuktu ve esirlere üstlerini kapatacak herhangi bir şey de verilmemişti.[244]

Mehmed Efendi, bir gün sonra tekrar bir teğmen ve ardından bir yüzbaşı tarafından iki defa sorgulanmıştı. Esirlerin olduğu yer küçük bir tel içindeydi. Esirlere muamele burada insanlık dışıydı. Tuvalete nöbetçi eşliğinde gidiliyordu.

Esirlere sigara verilmedi. Sadece yiyecek olarak çay, şeker, peksimet, beş altı soğan ile birer kutu konserve verilmişti.185 [245] 16 Nisan 1916 sabahı verdikleri yemek bir öncekinin aynısı olup yetersiz ve kötü bir yemekti. İngilizlerde esirlerin bulunduğu yerin muharebe mıntıkası olduğundan durumun kötülüğünü kendileri de bilmekteydi. Buradaki tercümanların çoğunluğu Mısırlı Müslümanlar veya Osmanlı vatandaşı olup firar ederek İngilizlere sığınan Ermenilerdi. Esirler buradan Hintli askerler eşliğinde hayvanlara dahi yapılmayacak bir muamele ile gemiye bindirildiler. Vapurda yeterli yemek vardı ve sigara bulanabilmekteydi. Nöbetçilerin çoğunluğu İngiliz ve Hintli askerlerdi. Gemide esirlere karşı daha merhametli davranılıyordu. Gece için esirlere iki battaniye verilmiş ve esirler, geceyi önceki iki güne kıyasla daha rahat geçirmişti.[246]

Vapurda 20 Nisan 1916 günü yaklaşık 60 kadar esir er bulunmaktaydı. Vapur ayrıca bir başka yerden esir er ve subayları alarak yoluna devam etti. Konakladıkları bu yer pislik içinde kokudan durulmayan tel örgülü bir kamptı. Her tarafta tuvalet için konulmuş tenekeler vardı. Esirler, istekleri üzerine üç gün sonra tel örgünün dışına çıkarılmış, kısmen de olsa pislik ve kokudan kurtulmuşlardı. Esirler burada tekrar sorgulandılar. Sorguda tercüman olarak bulunan kişi Mardinli bir Ermeni’ydi. Kampta 60 kadar kişiden oluşan son gelen kafile ile birlikte 250 kadar esir er vardı. 23 Nisan günü kampa bir Türk yüzbaşısının da bulunduğu 500’e yakın İngiliz yaralı getirilmişti.Yemek olarak ekmek, soğan ve çiğ et verildi. Kampta sabun bulunmadığından ellerini ve elbiselerini yıkayamayan askerlerde kaşıntı başlamıştı. İngilizler burada askerlerin morallerini bozmak için elinden geleni yaptılar. Mesela, bir İngiliz doktor, askerleri muayene etmek yerine Trabzon’un düştüğü bilgisini vererek askerlerin moralini bozuyordu. İngilizler, ayrıca Arap ve Türkleri birbirine düşürmek için Arap ve Türk subaylara farklı muamelede bulunuyor fakat bunda amacına ulaşamıyordu.[247]

Taşköprülü Mehmed Efendi’nin içinde bulunduğu esir grubu, 24 Nisan 1916 günü Hintlileri getiren bir İngiliz gemisiyle Şeyh Said nahiyesi, Ali El Garibi kasabası, Amare, Satratülamare, Üzeyir, Kurna, Dicle ve Fırat Nehri’nin birleştiği

Şattülarap üzerinden Basra’ya ulaşmıştı. Şattülarap Basra’ya yaklaşık 2 saat mesafedeydi. Yol boyunca bazı liman kasabalarında duran esirler hurma yiyerek açlıklarını bastırmıştı. Burada esirlere yeterince yemek verilmedi.188 [248]

Serezli Mehmed Ragıb Efendi, İstanbul Polis Teşkilatı’nda görevli iken Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla üsteğmen olarak Irak Cephesi’ne savaşmaya gitmişti. İran sınırında Süleymaniye’de Ruslara karşı savaştıktan sonra Rusların 1917’de ihtilal sonrası geri çekilmesiyle birlikte İngilizler ile savaşmaya başladı. Anılarında Irak Cephesi’nin 6 Haziran 1917 ile 1 Mayıs 1918 arasında geçen 14 aylık bölümünü anlatmıştır. Mehmed Ragıb Bey’in günlüğü şu an İngiltere Savaş Müzesi’nde bulunmaktadır. Esarette geçen günleri hakkında bilgilere ulaşılamamış ya da ilk günü hariç esarette not tutmaya fırsat bulamamıştı. Sadece esaretin ilk günü hakkında kısa bilgi vermiştir. Yalnız esir alınan başka bir askerin günlüğünden anlaşıldığına göre bu bölgede esir alınan askerler, önce Tikrit (Dicle), oradan Bağdat’a sevk edildiler. Buradan da nehir yolu ile Basra Körfezi’nde hazırlanan esir kampına gönderildiler. Buradan Hindistan ya da Mısır’a gönderildiği tahmin edilmektedir. 1 Mayıs 1918 günü esir düştüğünü, ilk günde İngilizlerden hakaret gördüğünü, Aynülleyleh’de 60 kadar subayın ahır gibi bir yere tıkıldığını anlatmaktadır. Ne altlarında yatacak bir döşek ne de üzerlerinde örtecek bir battaniyeleri vardı. Zaten yanında getirebildikleri battaniye ve kaputa da İngilizler el koymuştu.[249]

Mustafa Tütüncü ve tüm beraberindeki askerler Kûtu’l-Amâre’de esir olduktan sonra Birmanyalı ve Yeni Zelandalı askerler tarafından toplanarak bir alanda üç gün tutulmuştu. Su ihtiyaçları için ara sıra Fırat Nehri’nin kenarına getirildiler. Üç gün boyunca esirlere ekmek verilmemiş, esirler önceden kalan istihkaklarını kullanmışlar ya da arkadaşlarından aldıkları ile idare etmişlerdi. Üç gün sonra Felluce’ye getirildiler. İngilizler sevkiyattan önce Türk esirlerinin üzerindeki tüm fazlalıkları ve elbiselerı yaktılar, açlıktan iskelet haline gelen hayvanları telef ettiler ve esirlerin ellerinde olan peksimetlerin hepsini nehre attılar. Felluce’de bir gün kalan esirlerin burada karınları doyuruldu ve trenle iki gün süren yolculuk

sonucu Bağdat’a nakledildiler. Yolculuk boyunca esirler aç bırakılmamış, yiyecek ihtiyaçları karşılanmıştı. Daha ilk günlerde sakalı saçı birbirine karışan esirler pislikten bitlenmeye başladılar. Her ne kadar Bağdat’ta esirler temizlense de yine kendi elbiselerini giydiklerinden bite bir çözüm bulunamadı. Birkaç gün Bağdat’ta kalan esirler Dicle Nehri’nden vapurla Basra’ya götürüldüler.190 [250]

Birinci Dünya Savaşı’nda esir kamplarında günlerini geçirmek zorunda olan bir başka esir Nureddin Peker’di. Nureddin Peker’in bağlı olduğu Türk Birliği, Irak Cephesi’nde Ekim 1918’de İngilizler tarafından kuşatıldı, aç ve susuz kalan askerler 30 Ekim 1918 günü yaklaşık 10.000 asker, 600 subay Musul’da esir düştü. Böylece Irak Cephesi kapandı. Her taraftan kuşatılan Türk birliklerinin en büyük korkusu Araplara esir olmaktı. Askerlerde Araplara esir oldukları takdirde, kılıçtan geçirilecekleri korkusu hâkimdi. Eğer askerler İngilizlere esir düşerlerse en azından can güvenlikleri bulunmaktaydı. Esir düşen Türkleri İngiliz ve Hint askeri teslim almış ve Bağdat’ta bulunan 17. Tümene getirmişti. Kasım 1918’de Bağdat’ta tedavisinin ardından Hidaniye, Kûtu’l-Amâre ve Basra’da esir kamplarında çalıştırıldı. Tabur Komutanı Yüzbaşı Dismis’e yardımcılık ve tercümanlık yaptı. Ayrıca yükleme boşaltma ve hastane işlerinde görev aldı.[251]

Hüseyin Fehmi Genişol ile birlikte Havran’da esir düşen askerler, bir yerde toplanarak sabah olduğunda önce ölen arkadaşlarının defin işlemlerini yaptılar. Bir gün sonra 4.000 esir koyun gibi sürülerek Bağdat yönüne hareket etti. 29 Mart günü Hit’in Ramadi yönünde tel örgülerin içine hapsedildiler ve kendisine şiddet uygulandı. Yemek yetersizdi ve sadece ekmek verilmekteydi. Verilen ekmek düzenli dağıtılmadığından bazı esirler almış, bazıları ise alamamıştı. Esirler burada bir hafta karantinada kaldılar. İngilizlerin zulmünden daha çok Türk esirlerin birbirine düşmesi dikkat çekici bir durumdu. Esirler birbirini yağmalıyorlardı. Gruptan ayrılan ve tek kalan her esirin yanına yaklaşan iki üç kişilik esir grubu, esirlerin ekmeklerine ve çantalarına el koymakta, vermek istemeyenleri ise dövmekteydi. Bıçak ve kesici alet olmadığından dövüşler genelde yumruk ve vuruşma ile yapılıyordu. Hüseyin Fehmi Genişol’u Sapancalı Ahmed Efendi hizmetçi olarak almak istemiş, fakat bu işi yapamayacağını anlayınca geri dönmüş, bu esnada arkadaşlarının gittiğini anlamış ve yağmadan korktuğu için yeni arkadaşlar bulmaya çalışmıştı. Bir hafta boyunca yağmur yağmış, bu kötü hava şartlarında her gece bir köşede birkaç esir şehit olmuştu.192 [252]

Ardından 10 Nisan 1918’de 300 kişilik bir esir kafilesi Akabe esir kampına götürülmüş ve burada tel örgü içine yerleştirilmişlerdi. Yolculuk boyunca her üç esire bir Hintli muhafız düşmekteydi. Her bir esire 100 dirhemlik birer bazlama verilmişti. Bir gün sonra buradan ayrılmışlar ve Ebu Rayat’ta tel örgü içine konulmuşlardı. Burada her esire ikişer battaniye verilmişti. Bir gün burada iki gün Ramadi kampında tel örgü içinde kaldıktan sonra Zeban köyü yakınlarındaki istasyona yakın bir esir karargâhına konuldular. 16 Nisan’da Felluce’ye, oradan da Bağdat istasyonuna getirildiler ve burada tel örgü içine bir hapsedildiler.[253]

Irak Cephesi’nde İngilizlere esir düşen 51. Fırka Süvari Bölüğü Subay Adayı Bingazili Tahsin’in esareti sırasında gördüğü işkenceye ait ifadesini içeren rapor, Ordu-yı Humâyun Başkumandanlığının emriyle İstihbarat Şubesi Müdürlüğü tarafından 22 Temmuz 1916’da gazetelere gönderilmiştir. Bingazili Tahsin, esir olduğu gün sorgulanmak için fırka veya kolordu karargâhının olduğu bir ordugâha sevk edildiğini, zayıf ve uzun boylu bir erkân-i harbi subayı önünde sorgulamasının yapıldığını ifade etmişti. Sorgulamada sadece bir aydır bu cephede olduğunu söyleyerek hiçbir bilgisi olmadığını söylemişti. Tahsin, islerine yarayacak bir cevap vermemesi üzerine “Sen bir yalancısın!” denilerek hakarete maruz kalmıştı. Sorgulama sırasında hazır bulunan tercüman, süvari olduğunu hatırlatılarak kısa süre önce İngiliz süvari livasına mensup bir keşif kolundan iki İngiliz askerinin Türkler tarafından esir edilerek feci bir surette öldürüldüğünü iddia etmiş ve kendisin de orada olduğunu ileri sürmüştü. Tahsin burada bulunmadığını ayrıca bulunsa bile harp halinde olduklarını ve her yerde bulunabileceğini beyan ederek Türklerin asla bir esiri öldürmeyeceği karşılığını vermişti. Bunun üzerine tercüman ve süngülü muhafızlar vasıtasıyla kumandanlık çadırından uzaklaştırılmış ve bir hayvana bindirilerek öldürüldüğü iddia edilen İngiliz askerlerinin yerini göstermek üzere

İngiliz livasına götürüldü. Kendisine beş gün kadar İngiliz süvari subaylarının nezdinde kalarak iyi muamele göreceği ve iyi besleneceği söylendi. Süvari livasına gitmek istemediğini, bunun yerine ölmeyi tercih edeceğini söyleyince zorla hayvana bindirilmek istenmiş fakat başarılı olunamamıştı. Bunun üzerine tercüman “Sen delisin, çocukça hareket ediyorsun, neden korkuyorsun!” diyerek kendisini ikna etmeye çalışmıştı. İyi muamele göreceğini ve iyi yemek verileceği tekrar edildi. Bu teklifi de reddetmesi üzerine savaş esirleri hakkında var olan bütün kural ve teamüller ayaklar altına alınarak kendisine her istediklerinin yapabileceği söylendi. Ardından İngiliz subayının işaretiyle bir İngiliz neferi, süngüsünü göğsüne dayayarak tehdit ettiği gibi tercüman da Türkleri, kendi esirlerini cebren istihkâmlara sokmakla ve yaralı subayların gözlerini oymakla suçladı. Ayrıca Türk esirlere karşı her türlü zor kullanma hakları olduğu halde iyilikle ve mutedil hareket ettiklerini iddia ettiler. Söyledikleri yapılmadığı takdirde geleceğinin belirsiz olduğu söylenerek tehdit de edildi. Tahsin ise tehditlere hiç aldırmayarak önceki kararında ısrar etmiş, aciz bir esire her şeyin yapılabileceğini göstermek için göğsünü açarak istediklerini yapmasını söylemişti. Bir kişinin ölmesiyle bir şey elde edemeyeceklerini, böyle bir menfaatin ancak savaş sırasında aranacağını söylemesi üzerine bir İngiliz neferi bu sözlerden alınmış, yerinden fırlayarak iki elleriyle boğazından kavrayarak Tahsin’i yere yatırmıştı. Bu işkenceden ancak bir subayın müdahalesi ile kurtulabildi.[254]

Tüm olan olaylar kumandan tarafından da öğrenilmiş, buna rağmen elleri kelepçelenmiş, sol kolundan bağlanan ipin bir ucu hayvan üzerindeki subayın eline verilmiş ve bu suretle sevkine başlandı. Fakat hayvan hareket eder etmez yere yatarak tüm gücüyle direndi. Bilahare bir araba getirilerek elleri kelepçeli olduğu hâlde araba içine boylu boyuna arkası üstü yatırıldı ve kolları arasından geçirilen iplerle arabaya sımsıkı bağlandı. Bir taraftan da sol omzuma yüklenen arabacı, seyahat sırasında “Türk! Türk!” diyerek başına hafifçe vurmuştu. Kendisini rencide eden bu duruma bir süre sabredebilmiş ise de müteakiben teessürden ağlamış ve İngiliz medeniyetinin icap ettirdiği bu muameleye hedef olmaktan ise bir kurşunla öldürülmeyi daha münasip olacağını düşünerek tüm kuvvetiyle bağırmaya başlamıştı.

Her sözünü alay ve kahkahalarla karşılayan askerlerin aşağılamaları altında araba yoluna devam etmiş ve arabadan indirildikten sonra bir saat kadar yürünerek menzil merkezi olan bir ordugâha ulaşılmıştı. Etrafını İngiliz subay ve askerleri sarmış, vücuduna dolanan ipler çözülmüş, bileklerindeki kelepçe yarım saat uğraşarak ancak kesmek suretiyle çıkarılabilmişti. İstanbul’da askeri ataşelik görevi yapmış bir İngiliz subay neden İngiliz askerlere mukavemet gösterdiğini sormuş ve tüm olan olaylara sebep olarak kendisinin alınan karara muhalefet etmesi gösterilmişti. Tüm yaşananlara ceza olarak bir manga askerin koruması altında üç gün güneş altında bırakıldı. Gündüz iki ve gece üç nöbetçi asker, süngülü tüfekleriyle başında bekledi ve geceleri uykudan uyandırılarak sorguya çekildi. Sorgulamalarda İngilizler hakkında ne gibi fikirler beslediği ve muhalefetinin sebebi soruldu. Bu sorgulamalar sırasında da aşağılama devam etti. Ertesi gün Şeyh Said civarında etrafı tel örgülerle çevrili esir karargâhına gönderildi. Burada da esirlere işkence yapılmaktaydı. İsmi Mehmed olan hasta, çalışmaya gitmek istememesi sebebiyle ayakta olduğu hâlde kollarından bir arabaya bağlanarak iki gün bırakılmış ve hastalığının daha da artması üzerine ancak hastaneye nakledilmişti.[255]

1.2.3 Filistin Cephesi

Cephede esir düşen Türk askerler için cepheden kamplara kadar geçen süreç çok zorlu olmuştur. Esirler yolda gece konakladıkları yerde İngiliz komutan iki adım atan esire vurun emrini vermiş ve gece tuvalet için ayrılan bir Türk askeri başından vurularak kafası parçalanmıştı. Bu yaşanan olumsuzluklara rağmen esirlere su ve bisküviye benzer yağlı peksimet verilmiş ve esirler memnun edilmeye çalışılmıştı. Ancak Almanlar, Türklerin tüm buğdayını alarak aç bırakmış ve psikolojik olarak yıpratmaya çalışmıştı. Türk askerleri Süveyş Kanalı’nda Kantara’da 5 günlük karantinada bekletildikten sonra Mısır-ı Cedid’deki esir kamplarına yerleştirilmiş.[256]

Ali Demirel isimli bir asker, Şam’da 50.000 kişi ile beraber İngilizlerin eline esir düşmüştü. Savaş sırasında açlığın had safhada olduğunu ve bu açlığın esir olmalarından İngilizlerin yiyecek yardımına kadar devam ettiğini söylemişti. İngilizler Türk askerlerine konserve ve ekmek dağıttılar. Esirler buradan 1000’er kişilik kafileler halinde 8 gün yürütülerek Mısır’a götürülmüş ve İsmailiye’de esirlerin kaldığı 12 tel örgünün içine yerleştirilmişti.[257]

Arif Öncel, esaret sonrası verdiği mülakatta Gazze Muharebesi’ni anlatırken İngilizlerin topunun, makineli tüfeğinin ve cephanesinin çok olduğunu, dürbünle bunları gördüklerini, kendilerinin ise cephane ve silahı Çanakkale’den getirdiklerini ve bu cephanenin düşmana katılmasından sonra arkadan yeni takviyelerin gelmediğini söylemişti. Bu imkânsızlıklardan sonra esir olan Türk askeri perişan haldeydi. Bir yıldır aynı elbiseleri giymekte ve üzerlerinden kendi deyimleriyle bozuk para gibi bit akmaktaydı. Tüm bu sıkıntılardan İngilizlere esir düşerek kurtulduklarını, yeni ve temiz elbiseleri burada gördüklerini, İngilizlerin esirlerin tüm ihtiyaçlarını karşıladıklarını itiraf etmişti.[258]

Esaretten dönen esirlerin ifadelerinin alınmasının bir sebebi de esirlerin savaştan kaçma ihtimaline karşı doğruyu söyleyip söylemediğinin anlaşılmak istenmesiydi. Mesela Muamelat-ı Zatiye Ağır Topçu Şubesi Müdüriyetine verdiği ifadesinden anlaşıldığı üzere Ali Naci Efendi, 2 Kasım 1919’da Şam’da esir düşmüştü. Hâlbuki bağlı olduğu birlik Şam’ın bir saat güneyinde son muharebeyi verdikten sonra Şam’a uğramadan 3. Kolordu kumandanıyla birlikte kıtaata çekilmişti. Ali Naci Efendi’nin ifadesindeki tutarsızlıklar sebebiyle kendisinden kuşkulanışmış ve hastanede yattığı ve esaret altında kaldığı kesin olarak anlaşılamamıştı. Bu sebeple kendisi hakkında rapor tutulmuştu.[259]

Yedi arkadaşı ile beraber İngilizlere esir düşen 53. Fırka kumandanı Musa Kazım Bey esaretten dönüşünde verdiği ifadede, nerede ve nasıl esir alındığını, hangi şartlar altında esir olarak tutulduğunu ve nasıl bir muamele gördüğünü anlatmıştır. Musa Kazım Bey, Ramla ile Gazze arasında, Gazze müstahkem mevkiinin 85 kilometre güney doğusunda bulunan Beyt-i Hanuk köyünün şarkında, yol üzerinde düşman süvarisine esir düşmüştü. Fırka Erkan-ı Harbi Yüzbaşı Hüseyin Rahmi, Fırka Mülhakı Yüzbaşı Vasfi, Fırka Yaveri Mülâzım-ı evvel Galib, Fırka Emir Zâbiti

Mülâzım-ı evvel Şamlı Mahmud Efendi, iki silahsız nefer, bir kılavuz ve bir jandarma süvari neferi olmak üzere toplam sekiz kişilerdi. Musa Kazım Bey yaralı değil fakat hastaydı.[260]

Musa Kazım Bey’i esir alan düşman birlikleri 300 nefer kuvvetinde üç bölük kadar süvariydi. Bu bölüklerin yanında bir de general vardı. Gazze’yi kuşatan İngiliz Birliği Türk Birliğinin 10 katı kadardı. Hatta bu kuşatmadan Gazze’deki kuvvetlerin haberi olamamış ve sıradan gün olarak talime çıkmışlardı. Tellü’ş-Şeria’dan bir gün önce Gazze’ye giden amele taburundan Humuslu Mülâzım-ı evvel Ahmed Efendi, Gazze’den çıktığı gün gündüzün geç vakti düşman kuşatması altına girerek esir olmuştu. Gazze kuvvetinin kuşatmadan haberdar olamaması, Gazze, Ramla, Tellü’ş- Şeria yolları üzerinde birçok askerin ve Gazze gerisinde bulunan seyyar hastane ve sıhhiye bölüğünün esir olmalarına yol açmıştı. Musa Kazım Bey’in bölüğünden esir olmaktan kurtulan asker ise Mülâzım Mahmud Efendi, Gazze kuvvetlerinden esir olmaktan kurtulan kişi de Filistin Kumandanı Fon Feresi Paşa’ydı.[261]

Gedikpaşa’da ikamet eden Binbaşı Azmi Bey ise esaret altına alındıktan sonraki olayları anlatmıştır. Şam’dayken yaralı olduğunu, bu sebeple malul kabul edildiğini ve tedavi gördükten sonra takriben 30 subayla beraber taburcu edildiğini, söylemişti. Kafileye yolda takriben 100 kadar daha er ilâve edildiğini de ifade etmişti. Trenle Kantara’ya kadar getirilen Azmi Bey, kendilerinden sonra Filistin tarafından Mısır’a sevk edilen esir kalmadığını beyan etmişti. Kantara’da karantinada bekletildikten sonra Seydi Beşir’de dördüncü üsera kampına (S) teslim edildiler.[262]

Esaretten dönen bir esir Ağustos 1919 tarihindeki ifadesinde, Filistin Cephesi’nde esir düşmesinin ardından Kantara esir kampına kadar yaşadıklarını anlatmıştır. 30 Eylül 1918 tarihinde Şam’da esir düştükten sonra subay ve erlerin tamamı, her gün tehlike içinde yaşamışlar ve hastanede yaralı subay ve erlerin öldürüldüklerini işitmişlerdi. Arap askerler, Şam’da ele geçirdikleri subay ve erleri işkenceye maruz bıraktıktan sonra otellerde subayların paralarıyla üzerlerinde bulunan yüzük ve değerli eşyaları gasp ettiler. Bir karyolada üç subay yatırılıp her birinden bir gece için beşer mecidiye ve yerde döşeme üzerinde yatan subaylardan üçer mecidiye aldılar. Otellerden Şam kalesine giderken saat gibi göze çarpan eşyalar gasp edilmiş ve burada kendi paralarından ekmek tedarikine müsaade edilmemişti. Esirler bu kalede de aç ve susuzluğa mahkûm edildi. 24 saat sonra kalede bulunan binlerce subay henüz dinlenemeden Şam’a yola çıkarıldı. Yolda İngiliz askerleri tarafından esirlerin üzerinde bulunan saat, kordon, yüzük ve paraları alındı ve mukabele edenler de süngü darbelerine maruz kaldılar. Şam’dan Kantara’ya ulaşıncaya kadar aradan geçen bir ay zarfında esirlerin iaşeleri verilmemiş ve yüz dirhem ekmek bir mecidiye ile alınmıştı. Yolda bulundukları sırada İngiliz muhafızlarının, Ukule’de bulundukları zaman da Hintli Mecusilerin hakeretlerine uğradılar. Yeterli su alınmadığı söylenerek esirlere su verilmemiş, esirler susuzluktan baygın bir hale getirilmişti.[263]

14. Kolordu Kumandanlığına Harbiye Nezareti tarafından yazılan ve 18 Mart 1919 tarihinde gönderilen bir tebliğde esirlerin esaret altında yaşadıkları hakkında bilgiler verilmektedir. Değişik sebepler ile iade olunan İngiliz esirlere Osmanlı Devleti tarafından, Türk subay ve erlere de İngiltere tarafından iyi davranılmadığı, esirlerin iaşe ihtiyaçlarının giderilmediği ve yeterli düzeyde tedavi edilmediklerine dair karşılıklı suçlamalar olmuştu. Her ne kadar Türk esirlerinin hepsi iade edilmemişse de hali hazırda gelen sivil ve askeri esirlerden alınan bilgiler Osmanlı Hükümeti açısından bu konuda hüküm vermek için yeterliydi. Esirlere kötü davranılması ve diğer konularda gerekli araştırmanın yapılıp daha fazla bilgi elde etmek için Başkomutanlık Vekâleti, Kızılay ve diğer yetkililerden konunun araştırılmasını da istemişti.[264]

7. Fırka Askere Alma Şubesinden Başvekâlete gönderilen bir esaret raporunda, Bandırmalı Mülâzım-ı evvel Mahmud Esad Efendi’nin 9 Ağustos 1919 tarihli ifadesi bulunmaktadır. Esad Efendi 22/23 Mart 1918’de Kudüs-Nablus Caddesi civarında yaralı bir şekilde esir düşmüştü. O yaralı, ayakta duramaz olduğu halde dahi İngiliz erleri başına toplanarak üzerinde bulunan dürbün, tabanca, para gibi kıymetli eşyaları yağma etmek için esiri çekiştirmişti. Kıymetli eşyasını vermemek için direndiğinde süngü ile tehdit edilmişti. Sıhhiye erleri tarafından alay karargâhlarına götürülmüş, orada ifadesi alınmış ve ancak yarası sarılmıştı.

Karargâhta birçok subay ve doktorlardan mürekkep bir heyetin huzurunda bir İngiliz çavuşu apolet ve mahmuzlarını “souvenir” olarak alınmış, ardından bir çadıra konulmuştu. Başına yüzlerce İngiliz askeri toplanıp her biri ayrı hatıra istemekteydi. Burada tekrar ifadesi alınmıştı. Bir İngiliz yaralı eri ile beraber önce Bire Hastanesine, oradan da Kudüs Hastanesine nakil edildi.205 [265]

Esaretten dönen askerlik şubesi memuru Yüzbaşı Sadık Efendi, yaşadıklarını 8 Mart 1919 tarihinde Ayaş Askerlik Şubesinde anlatmıştır. Esir alındıktan sonra nasıl sevk edildiklerini, esaretleri sırasında iskân ve iaşe-giyecek ihtiyaçlarının nasıl giderildiğini, dini gereksinimleri ve esarette bulundukları müddetçe yaşadıklarını ifadesinde belirtmiştir. 3 Mayıs 1918 tarihinde 3. Tabur Kumandanı Binbaşı Hasan Tahsin Bey’e, yaralı olarak iki yüzbaşıya, dört teğmene, bir yedek subaya, bir kıdemli çavuş subaya ve erlere tokat ve tüfek dipçiği ile vurulmuştu. Süvari askerleri para, saat, nişanlar ve beratlar, revolver, dürbün, çizme ve kalpak ne varsa “souvenir” diyerek almıştı. Esirler yollarda çıplak ve toprak üzerinde konakladılar. Her bir esire üçer adet İngiliz peksimeti ile et konservesi verildi. Sadık Efendi, nereye götürüldükleri nerede kaldıkları hakkında da ayrıca bilgiler vermiştir. İlk gün, yolda yürüyüşleri sırasında, geri kalan esirlere Hindular tarafından sık sık vurulmuş; yolda bir gece Şeria köprüsü yanında açıkta yatırılmışlardı. İkinci gün Eriha’dan otomobiller ile bir karargâha götürülmüşler, orada da taşlar üzerinde bir bina içinde yatırılmışlardı. Üçüncü gün Kudüs’e geldiler. Dairelerde tahta üzerinde bir gece yatırılmışlar; trenle Ramla karargâhına yerleştirilmişler, üç gün de burada kalmışlardı. Subaylar bir battaniye ile toprak üzerinde erler ile beraber yatmak zorunda bırakıldılar. Esirlere her 24 saatte iki kova su, bir okka pirinç, bir okka mercimek, bir miktar çay, bir siyah küflü kuru ekmek veriliyordu. Subay ve erler trenle Kantara’ya karargâha götürüldüler, orada sekiz gün tel örgü içinde kaldılar. Kantara’dan üç yüzbaşı, iki Alman havacı teğmen ve iki Kudüslü Hıristiyan trenle birinci mevkide Seyd-i Caber istasyonuna getirildiler. Salib-i Ahmer otomobilleriyle İskenderiye civarında Seydi Beşir esir karargâhına 26 Haziran 1918 günü ulaştılar.[266]

Kirmasti Asker alma Şubesi 1. Bölük 1. Kumandanı Yüzbaşı Ali Saib Efendi’nin ifadelerinden oluşan raporda, esir olduktan sonra kamplara nakilleri ve esaret altında geçirdiği günler anlatılmaktadır. 13 Kasım 1917 tarihinde Filistin Cephesi’nde Ramla civarında esir olan Ali Saib’in, Mısır’a sevkinde muhafız askerler tarafından üzerinde mevcut 11 lira altın akçe, 1 liralık evrak-ı nakdiye, saat, yüzük, tabaka, dürbün, revolver, muşamba elbisenin kurma ve düğmeleri tamamen alınmıştı. Yedi günde Kahire’de Heliopolis’de esir hastanesine getirilmişti.[267]

Kirmasti’nin Dere mahallesinden Kasap Halil oğlu İbrahim, 2 Ağustos 1919 tarihli ifadesinde 29 Eylül 1918 tarihinde Eriha Cephesi’nden geri dönüşünde Şam’da esir olduğunu söyledikten sonra esir kampına ulaştırılma hikâyesini anlatmıştır. Şam’dan dört saat mesafede Nasıra yolu üzerindeki esir karargâhında 35 gün kadar kalmıştı. İaşesi çok fenaydı. 24 saat zarfında yüz dirhem ekmek, 30 dirhem ağırlığında pestil verilmiş ve bu şartlar altın hastalanmıştı. İngiliz Hastanesine yatırılmış ve burada biraz daha iyi bakıldı. Buradan Tel El-Kebir İngiliz Hastanesine nakledildi. Burası iaşe bakımından kötü olsa da giyecek bakımından daha iyiydi. Taburcu edildikten sonra Tel El-Kebir’de beşinci, sekizinci ve dokuzuncu kamplarda esaret günlerini geçirdi.[268]

Birinci Dünya Savaşı’nda esir olan askerlerin özlük bilgilerine Deniz Müzesi Komutanlığı Arşivindeki belgelerde de rastlanmaktadır. Bu belgelerden birisi, 24. Fırka Şeria Grubu idare memuru Muvazzaf Bahriye Çarkçı Kıdemli Yüzbaşı Kamiloğlu Mehmed Eşref Efendi hakkındadır. Filistin Cephesi’nde 3 Eylül 1918 tarihinde vuku bulan Şam Muharebesi’nde İngilizler tarafından esir edilen adı geçen asker, 23 Nisan 1919 tarihinde esaretten döndü. Esaretten sonra kendisi ile mülakat yapılmış, esareti hakkında sorular sorulmuş ve konu hakkında bilgi verdi. Mehmed Eşref Efendi, Şam’da Arap Hükûmeti tarafından isimlerini bilmediği 300 subay ile esir düşmüştü. Esire, düşman birliklerinin sayısı sorulmuş; fakat bu konu hakkında bir bilgi sahibi olmadığını belirtmişti. Esirin bir kıtası olmadığından ifadesinde pek çok soruya cevap verememişti. Subaylardan şehit, yaralı ve esir olan ya da esaretten kurtulanlar hakkında bir bilgisi mevcut değildi.[269]

Ahmed Altınay, İngiliz müfrezesi tarafından sıraya dizildiklerini, saatine ve Genelkurmay tarafından verilen harp madalyasına el konulduğunu, sadece askere giderken hanımının verdiği 3 altını kurtarabildiğini anılarında yazmıştır. Ahmed Altınay ve beraberindeki esirler teslim olduktan sonra sıraya dizilmişti. Esirler bir adam boyunca içi ilaçlı bir bidona başı da ıslanacak şekilde çıplak olarak sokulduktan sonra etüvden geçirilmiş ve giydirilmişti. Altınay, o sırada Karaman’dan tanıdığı Hacı Rauf Kamer’i görmüş ve esaret boyunca en yakın arkadaşı olmuştu. Ahmed Altınay esaretin ilk günü rahat uyumuş ve üzerinde bit dâhil hiçbir şey kalmamıştı. Orada İngiltere’nin harp malzemeleri ve gücünü görünce hayret etmiş, bu kadar kuvvet karşısında Osmanlı birliklerinin nasıl durduğuna inanamamıştı. Yiyecek, içecek, çay her şey boldu. Esirler hemen sonra Süveyş Kanalı’na getirildiler. Orada, köylüsü küçük Iraz’ın Ömer ile Karamanlı Mahmut Afacan’ı görmüş ve perişan vaziyette olduklarını müşahede etmişti. Bu esirlere yanında bulunan gümüş paraları verdi. Trenle İskenderiye yolu ile Seydi Beşir’e götürülmüşler, 1918 yılının sonbaharında esir kampına yerleştirilmişlerdi. Askerlerin çoğunluğu Osmanlı Genelkurmayı tarafından verilen madalyaları satarak yiyecek almak mecburiyetinde kalmıştı. Esirlerin kaldığı çadırlar 15 kişilikti. Ahmed Altınay, orada Hacı Rauf ile birlikte kalmıştı. 20 ay sonra babasına yazdığı mektuba Kızılay vasıtasıyla ancak cevap gelmişti. Bu arada Hacı Kamer hastalanmış ve Ahmed Altınay’dan önce gönderilmişti.[270]

İngiliz askerleri ve onlara destek veren Araplar, esaret sonrası ele geçirdikleri subay ve erlerin üzerindeki kıymetli eşyaları aldılar. Ahmed Altınay’ın harp madalyasına, saati ile birlikte el koydular. Ahmed Altınay’ın içinde bulunduğu esir kafilesindeki subay ve erler, temizlik işlemleri yapıldıktan sonra Süveyş Kanalı’na kadar getirilmiş, kanala köprü kurularak karşı tarafa geçirilmiş ve İskenderiye’deki esir kampına yerleştirilmişlerdi. Ahmed Altınay aynı mevkide bulunan Seydi Beşir’deki esir kampına aktarılmış ve esaret suresi boyunca bu kampta kalmıştı.[271]

Esirlerin cepheden esir kamplarına getirilişleri ve yollardaki gördükleri eziyet, savaşta er ile astsubay arasında bir yer olan takım çavuşu rütbesiyle görev yapan Emin Çöl’ün[272] anılarına da yansımıştır. Takım çavuşu olması sebebiyle hem erlerle hem de subaylarla ilişki kurma imkânını bulmuş ve bu durum anılarını yazmakta kendisine önemli imkânlar sağlamıştır. İngiliz General Ermund, 24 Ekim 1917’de Birüssebi-Gazze saldırısına başlamış ve saldırının yedinci günü Emin Çöl Birüssebi’de gözlerini kaybederek yaralanmış ve İngilizlere esir düşmüştü. Buradan araba ile Birüssebi’deki hastaneye nakledildi. Hastane Türk tutsaklarla dolu olup Emin Çöl, tıklım tıklım dolu bir odaya yerleştirilmiş ve ilk tedavisi burada yapılmıştı. Burada kendisine çay, et konservesi ve bir kilograma yakın peksimet vermişti. İki gündür aç olan Emin Çöl hepsini yemişti. Hala gözlerini kaybettiğinden habersiz, gözlerine kan dolduğunu zannederek ümitle gözlerinin açılmasını beklemekteydi. O sırada kaybettiği tek şey gözleri değildi. Koku alma duygusunu da kaybetmişti. Cebinden çıkardığı resmin iki gün önce var olan kokusunu alamıyordu. Daha 25 yaşında iken hem görme hem de koku duyusunu kaybetmişti. O sırada iki sıhhiyeci gelerek kendisini muayene etmiş ve artık kör olduğunun tam farkına varmıştı. İki fosforlu saati İngilizler tarafından alındı. Saatlerden birisi çalışır durumdaydı. İngilizler cebinde duran cüzdanı çıkararak içinden 7 banknot lira hariç madalyası, ipek mendillerini de aldılar. Kendisine burada gayet olgun davranıldığını anılarında yazmıştır.[273]

Esirler buradan trenle Mısır ile Osmanlı Devleti’nin sınırında bulunan Kantara’ya götürüldüler. Trende kendisine yataklı bir vagon tahsis edilmiş ve yiyecek olarak da tereyağı sürülü birkaç ekmek, iki lop yumurta, peynir ve çay verilmişti. Hatta görevli, bir müddet sonra yemediğini görünce yemesinde yardım etmiş, yumurtaları soymuş, tuzlamış ve yemeğe zorlanmıştı. Kantara’da bir çadıra konulmuş ve yatak olarak bir karyola verilmişti. Burada esirlere iyi bakılmış, İngiliz askerlerince elbise ve iç çamaşırı verilmişti.[274]

Emin Çöl’ün de içinde bulunduğu esirler Abbas Hilmi Paşa’nın çiftliği iken hastane durumuna getirilen bir kampa götürüldüler. Emin Çöl, buraya arkadaşlarından ayrı olarak getirilmiş ve ancak sabah arkadaşları ile görüşebilmişti. Hatta yemek için istihkakı çıkmamasına rağmen bir İngiliz çavuşu kendi yemeğinden verebileceğini söylemiş ve kahvaltıda bir yumurta, tereyağı sürülmüş iki dilim ekmek, peynir ve çay kendisine verilmişti. Burada da esirlere iyi bakıldı. Kampın yanında Yemen, Hicaz, Ürdün, Filistin, Irak, Suriye’den getirilen subay ve mülkiye memurlarının çocuklarının da bulunduğu bir başka kamp daha vardı. 10 yaşına gelen çocuklar buradan alınıp Heliopolis’te ayrı bir kampta tutulmaktaydı. Emin Çöl’e burada iken memleketine gönderilmek için kaput, giysi, ayakkabı ve baston verildi ve heyete çıkarıldı. Heyetten çıkan sonuç kendisi için olumsuzdu. Kamp yetkilileri kendisine yardım için Kızılaya başvurmuştu.[275]

Bir diğer hatırat sahibi olan Rahmi Apak, iki arkadaşı ile birlikte Filistin Cephesi’nde süvari komutanı Avustralyalı General Arriyeri’nin on beş kadar atlı askerlerine esir düşmüştür. Aramalar sonucunda Apak’ın cebinde vaziyeti gösteren harita ile bir gece önce tümen birliklerine gönderilen şifreli telgraf bulundu. Bu belgeleri çeviren ve ifadede hazır bulunan genç Ermeni tercüman, haritada Türk birliğinin Ramla’den Gamze istikametinde yürüyüş halinde olduğunu söyledi. Telgrafta her alaya, istihdam bölüğüne, topçu alayına ve diğer birliklere tüm güçlerini telgrafla Gazze’ye göndermeleri bildiriliyordu. Ermeni tercüman, bu telgrafı derhal Avustralyalı tugay kumandanına tercüme etmiş ve Apak’a “Nafile geç kaldınız. Bütün kuvvetlerinizi telgraf hızıyla Gazze’ ye çağıyorsunuz, fakat sizi yakaladık. Şimdi sizin birlikleriniz yetişinceye kadar da Gazze’ yi alacağız.” demişti.[276]

İngiliz askerleri kendi askerlerinin moralini yükseltmek için Türk esirleri ihtiyatta bulunan toplu bir piyade alayının içinden geçirmişti. İngiliz erleri, esirlerin üzerine izmaritler atıyorlar ve hakaret ediyorlardı. Apak, kendilerinin hiçbir zaman

İngiliz esirlere bu şekilde muamele yapmadıklarını anılarında yazmaktadır.[277]

Akşama doğru esirler denize yakın ve Refah denilen mevkide kum üstünde yatırıldılar. Yanlarında kırk kadar kirli, bitli Bedevi ve köylü Arap da vardı. Bunlarla yan yana ve sırt sırta yatırıldılar. Bu kişilerden ayrı yatmak isteyenlere burasının otel olmadığı vurgulanarak istekleri geri çevrildi. Bir gün sonra esirler beş kilometre kadar geriye Tih Sahrasını geçip gelen demiryolunun son noktasına götürüldüler. O ana kadar yiyecek bir şey verilmedi.[278]

İngilizler tarafından sorguya alınan tümen yaveri Teğmen Galib’ten tümen hakkında malumat istenmiş, söylememesi üzerine ağzına silah dayanmış ve tehdit edilmişti. Arkasından Apak sorguya çağrılmıştı. Manastır şivesiyle Türkçe konuşan binbaşıya piyade birliklerinde kaç er ve kaç subay olduğu sorulmuş, Apak cevaplamayacağını bildirince kabaca yanlarından kovulmuştu. Akşam olunca tüm esirler üstü açık bir hayvan vagonuna bindirildiler ve Süveyş’ten geçirilerek İskenderiye’deki Şeydi Beşir esir kampına götürüldüler.[279]

İstanbul’dan Halep ve Şam üzerinden Filistin Cephesi’ne 2 Ekim 1917’de gönderilen Mehmed Nuri Efendi, Kudüs civarında Cenin kasabası yakınlarında İngilizlere esir düşmüştü. Esirler, İngilizler tarafından Türklerden aldıkları otomobillere doldurularak bilinmeyen bir yere getirilip açık havada geceyi geçirdiler. Bir gün sonra tüm esirler, insanlık dışı bir uygulamayla sabahtan akşama kadar Hintli muhafızlar eşliğinde yürütüldüler. Hava çok sıcak olup esirlere içecek hiç su olmadığı söylendi. Mehmed Nuri Efendi ölmeyi isteyecek duruma gelmişti. Esirler yürüyemeyecek durumdaydı ve geride kalanlar süngü ile dürtülüp zorla yürütülmekteydi. Gece açık alanda geceleyip bir gün sonra yola devam etmişler ancak yol üstünde su içme imkânı bulabilmişlerdi. Ertesi günü 4 saatlik yolculuk sonunda esirlere peksimet, bir miktar pirinç ve birkaç tane soğan verildi. Sıcaktan bunalmış esirler yemek yiyecek durumda değildi. Bir süre sonra bir portakal bahçesine getirildiler ve esirlere burada ekmek ve su verildi. Esirler arasında mataralardan başka ayağından çizmelerini çıkarıp su dolduranlar bile olmuştu. Esirler buradan Ramla kentine kadar yürütüldüler ve tel örgü içine yerleştirildiler.

Burada esirlere peksimet ile kavurma ikram edildi. Zaten su kıtlığı çeken askerler tuzlu kavurmayı yemişler, sonrasında susuzluktan kıvranacak hale gelmişlerdi. Aynı tel örgünün yanında subayların kaldığı başka bir tel örgü daha vardı. Erler ile subaylar hepsi bir arada toplanıp tekrar peksimet ve kavurma dağıtıldı. Mehmed Nuri Bey, bu sırada subaylar arasında bölük komutanını da görmüştü. Önde subaylar arkada askerlerden oluşan manga halindeki tüm esirler, yarım saat yürütülerek trenlere bindirildiler. Ertesi sabah 27 Eylül 1918’de esirler kendilerini önce Kanal’da ve sonra Kantara’da buldular. Esirler burada 5 gün kaldılar. Subaylar erattan ayrılmış ve ayrı sevk edildiler. Subaylardan 2 gün sonra erler de kanal köprüsünden geçerek buradan trenle İsmailye üzerinden Heliopolis esir kampına yerleştirildiler.[280]

Şükrü Nail Soysal ve arkadaşı Mustafa, 30 Kasım 1918 tarihinde Cebel-i Lübnan’ın Ayınzhayte bucağına bağlı Elbaruk köyünde Abdürrahman adında bir Dürzî tarafından ihbar edilmiş ve subay oldukları ortaya çıkmıştı. Kendilerini teslim almaya bir teğmen, bir çavuş ve bir asker köye gelmiş ve o akşam gözaltına alındığı evde misafir edilmişti. Bu şekilde İngiliz askerlerine teslim edilmeleri Şükrü Nail Bey’i çok üzmüştü. Araplara teslim edilmeleri durumda can güvenlikleri olmayacaklarını çok iyi biliyorladı. Osmanlı Devleti’nin Mondros Ateşkes Antlaşması’nı imzaladığını, boğazların İtilaf Devletleri’ne verildiğini ve Osmanlı Devleti’nin silah bıraktığını o gece teğmenden öğrenmişler ve moralleri çok bozulmuştu.[281]

Şükrü Nail Soysal arkadaşı ile birlikte esir karargâhına getirilmiş ve orada Alaiyye İşgal Komutanı General Sir Aleksandır tarafından sorguya çekilmişti. Özellikle, Türk askerlerinin Mütareke’den sonra bulundukları yerlerden çekildiklerini, kendilerinin neden teslim olmadığı sorulmuştu. Şükrü Nail Bey, Şam’ın İngilizler tarafından işgal edildiğinde hastanede olduğunu, daha sonra hastaneden çıkarıldıklarını, aç ve perişan olarak değişik işlerde çalıştıklarını söylemişti. Nail Bey ifadesinin devamında, Lübnan’a gelerek Bucak Müdürü Ferhan Bey’in çiftliğinde işçi olarak çalıştığına dair yalan beyanatta bulunmuştu. Verilen beyanatın yalan olduğunu anlayan komutan, gerçekleri söylemediği takdirde zor kullanacağını söylemişti. Şükrü Nail Bey, bu tehdit karşısında kendisinin bir Türk olduğunu ve düşmanları olan İngilizlere asla kendi rızası ile teslim olmayacağını itiraf etmişti. Komutanın rütbesinin takım komutanı olduğunu, bu rütbenin teğmen ile başçavuş arasında bir rütbe olduğunu söylemişti. Komutan ise esarette başçavuş olarak muamele göreceğini belirtmişti. Sorgulamanın ardından Şükrü Nail Bey, Hintli askerlere teslim edildi. Esirlerin bulundukları yer bir cami avlusuydu. Ortasında bir şadırvan ve etrafında daha önce medrese odaları olarak kullanılan küçük odalar vardı. Burada İngilizlerin ordusuna hizmet eden Hintliler yaşamaktaydı. Önceleri kendilerine selam vermeyen bu Hintlilerden korkan Şükrü Nail Bey, daha sonra onların da Müslüman olduğunu öğrenince rahatlamıştı. Hatta bir Hintli başçavuş, kendisine Kur’an-ı Kerim hediye etti. Hemen abdest alan Şükrü Nail Bey, Kur’an’ı okumuş ve etrafında toplanan Hintli askerler hep beraber âmin demişlerdi. Hintli askerler eşyalarını alıp kibar bir şekilde odalarına yerleştirdiler. Odalarında yatak yerine kat kat temiz battaniyeler döşenmişti. O gece geç saatlere kadar ziyaretçi akını oldu. Her ziyarette Şükrü Nail Bey’in tüm itirazlarına rağmen Hintli askerler eli boş gelmemişti. Odasında sürekli değişen ziyaretçiler dışında beş altı kadar çavuş ve başçavuş ile vakit geçirmekteydi. Türklerin Müslüman olup olmadığı, Türkiye’de camilerin bulunup bulunmadığı, Türklerin hacca gidip gitmediği ve mezhepleri sohbetin bazı konularındandı. Şükrü Nail Bey mezheplerinin Hanefi olduğu, Türkiye’de çok cami bulunduğu, hatta oralarda gördükleri ve hatta Arabistan’daki camileri Türklerin yaptırdığı cevabını vermişti. Sohbetin ilerleyen safhalarında Şükrü Nail Bey, Türklerin de Hintlilerin de Müslüman olduğunu, neden kendilerine karşı İngilizlere hizmet ettiklerini sordu. Hintli başçavuş ise kara propaganda yapıldığını anlatarak Türklerin artık Müslüman olmadıkları, Alman oldukları ve öldürülmesi gerektiği siyasetinin İngilizler tarafından Hintlilere işlendiği cevabını vermişti. Nail Bey ise bu propagandanın sahte din adamı olan Ağa Han tarafından gerçekleştirildiğini söyledi. Bir gün sonra general kendisini odasına çağırarak 300 Türk esiri ile birlikte Beyrut’ta bulunan Fransız esir kampına gönderileceğini söylemişti. 2 Aralık 1918’de Beyrut’a hareket etti. Oradan Marsilya’daki Fransız esir kampına götürüldü ve uçak fabrikasında çalıştırıldı.[282]

Nablus Muharebesi esnasında 24 Eylül 1918’de Vadi-i Melih’te yaralı olarak İngilizlere esir düşen Hasan Remzi Fertan, Beyt-i Hasan’da esirlerin bulunduğu karargâha getirilmişti. Orada ilk tedavisi yüzbaşı rütbesindeki bir kadın doktor tarafından yapılmıştı. Kendisine giyecek olarak iç çamaşırları, yiyecek olarak ekmek, tereyağı, reçel, süt ve çay verilmişti. İlk tedavisi yapılan Hasan Remzi, buradan Nablus’ a sevk edildi. Oradan kamyon ile Elbire’ye oradan da üstü açık vagonlar ile Kudüs’e gönderildi. Sırtında yazlık bir eşyadan başka hiçbir şeyi olmayan Hasan Remzi, İspanyol nezlesine yakalanmış ve bu durumda Kudüs’ten Lit yolu ile Kantara’ya gönderilmişti. Mısır Kızılhaç Hastanesinde 2 günlük tedavisi sonrası trenle Kahire’deki Abbasi Hastanesine nakledildi.[283]

Mısır’da üç yıl esaret hayatı geçiren Topçu Yarbayı Tevfik Ünal’ın esir düştükten sonraki ilk sorgulaması, tüm kamplarda olduğu gibi bir Ermeni tercüman aracılığıyla Türkçe olarak yapılmıştı. Bu sorgu, İngilizlerin geri çekilmekte olmaları sebebiyle kısa sürdü. Esirler ayrı bir kafile olarak atlı muhafızlarla beraber Tih sahrasının son noktasına kadar yürüterek gönderildi. Burada Hintli Makineli Tüfek Karargâhında mahruti çadırlara yerleştirilip tekrar sorgusu yapıldı. Sorgulamaların ardından diğer esirler ile birlikte üstü açık bir hayvan vagonuyla Süveyş’e gönderildi. Bir gün burada kaldıktan sonra İskenderiye’ye nakledilmiş ve 3 sene kalacağı Seydi Beşir esir kampına teslim edilmişti. Burada Çanakkale’de kaybettiği üç arkadaşı ile karşılaşmış ve sağ olduklarını görmüştü. Arkadaşları Çanakkale Cephesi’nde esir düşmüş, önce Limni Adası’na ardından Kıbrıs’a gönderilmişti. Son olarak da Mağusa’dan Seydi Beşir esir kampına nakledilmişlerdi. Pek çok arkadaşı orada şehit düşmüştü. Kıbrıs’ta bulunan esirlerin Seydi Beşir’e nakilleri de ilginçti. Yerli halkın yani Türklerin esir Türk soydaşlarına ilgisinden rahatsız olunmuştu. Kaçma ihtimallerine karşı Türk esirler, Seydi Beşir’e gönderilmişti.[284]

İngilizlere esir düşüp anılarını kaydeden bir diğer kişi Necmi Seren’dir. Seren, yedek subay olarak askere alınmış ve Filistin Cephesi’ne gönderilmişti. Filistin Cephesi’nde Taberiye şehrinde iken bir Türk’ün evinde alıkonulmuştu. Şehrin tamamen İngilizlerin eline geçmesiyle Necmi Seren teslim olmak zorunda kalmıştı. Alınan esirler, boşaltılmış bir hapishaneye dolduruldu. Hapishanenin duvarlarında tahtakuruları sürüler halinde geziyordu. Durum İngilizlere bildirilmiş ve esirler şehrin kuzeyindeki evlere yerleştirilmişti. Burada bir süre tutulduktan sonra yaya ve bazen de kamyonlar ile Hintli Müslüman muhafızlar eşliğinde Mısır’a gönderildiler. Artık Necmi Seren için Enver Paşa’nın hayalini gerçekleştirme zamanı gelmişti. Türkler asker olarak olmasa da esir olarak kanalı geçmeye muvaffak olmuştu. Esirler daha sonra sürekli kalacakları İskenderiye’deki kamplara gönderildiler.[285]

Bir başka esir Cemil Zeki Bey’dir. Cemil Zeki Bey Haziran 1918’de Filistin Cephesi’nde Telkebir’e gönderilmiş, El-Taiyibe’de başından yaralanmış ve 19 Eylül 1918 günü Avustralya süvarilerine esir düşmüştü. İngiliz sıhhiye otomobili ile 4 saatlik mesafede Resulayn istasyonundaki İngiliz Seyyar Hastanesine nakledildi. Burada 2 gece kalan Cemil Zeki, kendisine çok iyi muamele yapıldığını aktarmıştı. Buradan sıhhiye treni ile başka bir hastaneye gönderilen Cemil Zeki, esirlere yiyecek olarak süt, kakao, bisküvi, çay ve tavuk verildiğini anılarında yazmıştı. Bu hastanede 3 yaralı arkadaşı ile 20 gün kaldı. Arkadaşları Üsteğmen Ali Efendi ve Macid Efendi’ydi. Hastanede yemekler çok kötüydü ve hemen her gün soğanlı mercimek çorbası çıkmaktaydı. 20 gün sonra trenle Kantara’daki çadırlı seyyar hastanesine nakledildi. Yollardaki ve hastanelerdeki doktorların çoğunluğu Rum, Ermeni veya Arap’tı. Bunlar Osmanlı ordusunda görevli iken esir düşmüş, Osmanlı vatandaşlarıydı. Aralarında kasten esir düşenleri de vardı. Bu kampta dört gün kaldı. Esirlere 2 battaniye ile soğanlı mercimek çorbası verildi. Ara sıra da reçel ve çay veriliyordu. Dört gün sonra kanal köprüsü geçilerek İsmaliye’ den trenle bir günlük yol uzaklığında İskenderiye’ye ulaşıldı. Buradan tramvayla Seydi Beşir esir kampına götürüldü ve esaret hayatı 23 Ekim 1918 tarihinde başladı.[286]

48. kolorduya bağlı olarak görev yapan 23. Alayın 1. Makineli Bölüğü kumandanı Sokrat İncesu, Filistin Cephesi’nde Şeria bölgesinde İngilizler tarafından esir alınmıştı. Balkan ve Çanakkale Muharebelerine katılan Rum asıllı Osmanlı vatandaşı Yüzbaşı İncesu, daha önce esir alınan Türk esirlerinin yanına getirilmiş ve burada 48. Kolordu Komutanı Asım Bey ve Alay Komutanı Ahmed Fuad Bey’in de esir olduklarını görmüştü. Komutanlar büyük bir ümitsizlik içinde manen yıkılmış durumdaydılar. Esirler ilk getirildikleri bu yerde 3-5 gün güç şartlar altında yaşamak zorunda kaldılar. Binbaşı ve rütbece daha üst subayların bir başka kampa nakledileceği söylenince komutanlarından ayrılmak istemeyen Yüzbaşı Sokrat kendisine binbaşı süsü vermişti. Toplamda 23. Alaydan 136 üst rütbeli subay esir olmuştur ki bu sayı ümitleri son derece kırmıştı. Bir gün sonra esirler teslim alınmaya gelince sayımda 136 subay yerine 137 subay çıkmış, bu durum İngiliz komutanı son derece kızdırmıştı. Fazla çıkan bir subayı bulmak için çaba gösterilmiş ancak sonuç alınamamış ve 137 kişi Taberiye’ye kamyonlar ile götürülmüştü.[287]

Esirler, Taberiye Gölü kenarında kendileri için özel olarak hazırlanmış kampa yerleştirildi. Kampa gelindiğinde Kolordu Komutanı Asım Bey ve Alay Komutanı Ahmed Fuad Bey açlıktan bitkin bir haldeydi. Sokrat Bey, kamyonların kampın olduğu yere erzakları boşalttığı sırada İngiliz askerlerinin erzak sandıklarındaki kuru peksimet kırıntılarını toplayarak ceplerine doldurmuş, bunları suda ıslatarak komutanlarına ikram etmiş ve komutanlar bu durumdan çok mutlu olmuştu. Bir gün sonra sabah erkenden Ermeni bir tercümanın esir subayların hemen kamyonlara binmesini söylemesiyle yola çıkıldı. Çadırların bulunduğu karargâha vardıklarında önce sekizer kişilik gruplara ayrıldılar. İçlerinden birisi öğle yemeğini alması için çağrıldıı. İngilizlerin her ne kadar ciddi olduğunu bilse de şaka seven insanlar olduğunu öğrenmiş olan Sokrat Bey, İngiliz askerlere taklitler yapmış; İngilizler de kendisine şaka ile karşılık vermişti. Bu durumdan istifade ederek karnının aç olduğunu anlatmış ve bir İngiliz askerinden bir torba yiyecek almıştı. Açlık ve zayıflıktan torbayı kaldıracak gücü kalmamıştı. Aç arkadaşlarını düşünen Sokrat, zorla da olsa torbayı arkadaşlarına ulaştırmıştı. Torbanın içinden 10 okka hurma çıkmıştı. Günlerdir açlık çeken subaylar bu yemek ile biraz olsun rahatlamıştı. Bir müddet sonra ikinci defa gitmiş, yine taklitler yaparak bir torba da kuru üzüm almıştı. Bu sefer diğer arkadaşlarını düşünerek onlara da gizli gizli pay etmişti.

Esirler henüz dinlenemeden öğle yemeğinden sonra tekrar yola çıktılar. Yediklerinin etkisiyle susayan esirler, akşam kamp yerine kadar su içecek bir yer bulamadılar. Yollarda hayvan izi birikintilerinde ve pis sularda susuzluklarını ve hararetlerini giderebildiler Bu arada İngiliz süvari askerleri kılıçlarının tersi ile sırtlarına vurmaktaydılar. Albay, yarbay ve binbaşıdan oluşan 137 kişi ciddi şekilde yorgun düşmüştü. Aylarca süren savaş yorgunluğu ve bitkinlik ile birlikte esaretten sonra uzun yolculuk, kampa giren tüm esirleri hemen yere uzanıp dinlenmeye mecbur bıraktı. Daha esirler kendilerine gelmeden Ermeni tercüman tüm esirlerin sayılacağını ve tel örgünün dışına çıkmalarını söyledi. Sayım yapılmış ve esirler tekrar kampa alınmışken yine dinlenmeye fırsat vermeden aynı tercüman 2 kaçak olduğu gerekçesi ile tekrar sayım yapmak için esirleri tel örgünün dışına çıkardı. Aslında esirlerden kaçak yoktu. İngilizler ikinci sayımı sadece eziyet olsun diye yapmıştı. Akşam esirleri dinlenmek için yine yatırmamışlar ve bu sefer onları yemek için tel örgü dışına çıkarmışlardı. Tel örgüden içeri giren subaylar, aç esirlere yiyecek olarak bir kuru soğan verdi. Bu sırada Sokrat Bey’in aklına Arıburnu’nda İngilizleri nasıl esir aldıkları gelmişti. İngiliz esirleri yavaş yavaş yürütülmüştü.

Yürüyemeyecek durumda olanları sırtlarında taşıyarak sıhhiye görevlilerine teslim etmişlerdi. Hepsi muayeneden geçirilmiş ve ağır yaralı olanlar revir çadırında tedavi altına alınmıştı. Hafif yaralılara pansumanları yapıldıktan sonra kendi yedikleri mercimek çorbasından vermişlerdi. Hatta tahin ve mercimeği bitiren bir İngiliz esiri eli ile sigara işareti yapmış, orada bulunan Kirmastalı Yusuf Efendi belinden sigarayı çıkararak esire vermişti. Türklerin gösterdiği misafirperverliğe karşılık İngilizlerin esirlere karşı tutumu çok manidar gelmekteydi. Subayların çoğunun rütbeleri gereği yaşı ileriydi ve bu zor şartlara dayanacak gücü kalmamıştı. Sokrat Bey henüz 22 yaşında olmasına rağmen bu zor şartlara, açlık ve sefalete dayanamıyordu. İncesu’ya göre İngilizler, kendileri havyar yerken; viski ve soda içerken subay olan esirlere bir baş acı soğan vermeleri ne kadar zalim olduklarını göstermekteydi. Soğanı yiyen esirlerin kısa süre içinde büyük bir susuzluk çekeceği de kesindi.[288]

Sabahın erken saatinde henüz yorgunluklarını atamayan esirler, Ermeni tercümanın sesi ile uyandırılıp tek sıra halinde dizildiler. Ne tuvalet imkânı ne de su içmeye izin verilmişti. Sabah erkenden tekrar esirler yola çıkarılmış, sıcakta kum çölü içinde ilerlemeye çalışmıştı. Esirlerin nereye götürüldükleri, yolculuğun ne kadar süreceği hakkında esirlere hiçbir bilgi verilmiyordu. Akşamüstü Gazze’deki bir istasyon kampına yorgun olarak ulaşıldı. Bu sırada çıplak halde zayıf ve sıska Arapların İngilizlerin kamçısı altında demiryolu inşaatında çalıştırıldıklarını gören Türk esirler, onlara acıyıp kendi durumlarına şükretmeye başlamıştı. Buradan trenler ile Süveyş Kanalı’na doğru yola çıkmışlar ve bir kum vahasında indirilmişlerdi. Zaten üzerindeki elbiseler içinde yarı çıplak olan subaylar burada tamamen soyunduruldular. Bir sıra halinde dizilen esirler, bir elleri ile önlerini, bir elleri ile arkalarını örterek o şekilde mukadderatlarını beklediler. Kendilerini bu halde çırılçıplak gören Osmanlı Devleti’nin subayları ölmeyi tercih ediyordu. Bu şekilde çıplak olarak kum vahasında tek sıra halinde yürümeye devam ettiler. Artık hiçbir Türk esirin ölüm umurunda değildi. Esirleri çıplak bir şekilde çölde gezdirmenin sebebi bir türlü anlaşılamamıştı. Bu sırada dört İngiliz askeri ellerinde fıçı ile kendilerine gelmiş ve her bir esir, sıra ile bu fıçı içine girmeye zorlandı. İlk esir kafasını fıçıya sokmamak için direndiğinden kafasına değnek ile vurularak kafası zorla fıçıya sokuldu. Tüm esirler sıra ile bu fıçıya girdi. Günlerdir çölde giden esirlerin vücutları sıcaktan kavrulmuş ve çatlamış olduğundan kükürtlü suda yanmış ve esirler acı içinde artık mahrem yerlerini saklama gereği duymadan kumlar içinde koşmaya başlamıştı. Bu durumu gören İngilizler ise esirlerin haline bakıp sadece gülüyordu. Esirler, özel olarak aşağılanmıştı. Esirler burada giydirilerek tekrar trenlere bindirildiler ve İskenderiye’ye 6 km mesafede Seydi Beşir esir karargâhına getirildiler. Esaretin birinci halkası, esirler açısından insanlık ve ahlak dışı olarak sonuçlanmıştır.[289]

Filistin Cephesi’nde 19 Eylül 1918 tarihinde İngilizlere esir düşen Hüseyin Aydın, daha önce esir düşmüş ve Cenin kasabasının dışında bekletilen esirlerin yanına getirilmişti. Düşman süvari komutanı, bir Osmanlı vatandaşı tercümanla birlikte gelip esirlerin arasında subayları topladı. İngiliz komutan, 19. Tümene bağlı gece topçularınının hiç beklenmedik bir anda saldırmasıyla kendilerinin çok zor durumda kaldığını söyleyerek Türk topçularının uyanıklığı ve Türk askerlerinin ifa ettiği olağanüstü görev için orada bulunan subayları tebrik etti. Son olarak komutan esirlere, müsterih olmasını, teessüre kapılmamalarını ilave ederek vazifelerini yapan asker olduklarını hatırlattı. Esir kafilesi sabah muhafız olarak görevlendirilen Mecusi Hint Süvari Kıtası ile Mısır’a doğru yola çıktı. Yolda sıcak ve yorgunluktan susayan esirler küçük bir su birikintisi görmüşler ve su içmek için kuyuya saldırmıştı. Esirlerin su içmesine mâni olmak isteyen muhafızlar tabanca ile 4 esiri yaraladı. Yolda son derece gaddar muhafızlar esirlerin yorgunluğunu, susuzluğunu ve açlığını hiç önemsememişti. Sabit görevlerde uzun süre bulunmuş veya yaşlanmış komutanlar esirlerin yürüyüşüne ayak uyduramamış, çoğu zaman diğer esirlerin koluna girerek yürüyebilmişti. Bu yolculuk esnasında esirlere ne bir su veren ne de yardım eden bir muhafız bulunmaktaydı. Bir yudum suya bir sarı lira vereceğim diye bağıran esirlerin sayısı belli değildi. Yolculuğa dayanamayan esirler, sıhhiye ekiplerinin geleceği ümidiyle yol kenarına uzanıp yatmıştı. Arkadan gelen muhafızlar bu durumu görünce yatan esirlerin üzerine mızraklarıyla saldırmış ve mızrağı yiyen esir olduğu yerde bir bağırıştan sonra kıvrılıp kalmıştı. Muhafızların yola devam anlamına gelen “go on” kelimesi ile tüm esirler hemen yürümeye 229 başlıyor, arkada kalanların akıbetini gören esirler son bir gayretle yola devam etmeye çalışıyordu. Bu yorgunluğunda bir sonu vardı ve artık esirler devam edemeyecek noktaya gelmişti. Yola yığılıp kalan esirin sonu ölümle bitiyordu. Esirlerin bu bitkin halini aracında bir komutan görmüş, üzerlerinden geçen telefon teli ile bir konuşma yaparak yardımcı olmuştu. Esirler Beş km ileride bir köyde su içmişler, biraz daha ileride bir tren ile Kantara’ya ulaşmışlardı. Karantina süresini tamamlayan esirler Kuveysna karargâhına götürüldüler. Kamp yerine girerken esirlerin üzerindeki para, kıymetli evrak, hüviyet gibi eşyalar alınmış, beyaz bir torba içine konulmuştu. Her esire bir numara verildi. Esirlerin numarasını gösteren bir levha torbaya, bir levha da esirlerin boynuna asılmış ve esirler bu şekilde kampa gönderilmişti. Ayrıca matara, sabun ve ekmek gibi içine para saklanabilen her şeye de kapıda el konuldu.230 [290]

Eyüb Sabri Akgöl’ün “Esaret Hatıraları” adlı kitabının birinci kısmını teşkil eden “Bir Esirin Hatıraları: Gaziantep’te İngiliz Tecavüzünün Başlangıcı ve Mısır’da Türk Esirlerine Yapılan Zulüm ve İşkenceler” bölümü, Antep’in İngilizler tarafından işgali sırasında, uydurma bahanelerle toplanarak sürgüne gönderilen sivil Türk aydınlarının esaret günlerini anlatmaktadır. Hatıratın sahibi Akgöl, 1876 doğumlu olup Antep’te memurluk yapmaktaydı. 23 Ocak 1919 günü Eyüb Sabri, muhasebeci, evkaf memurları Hakkı, Taşcızâde Abdullah Efendi ve “Antep Haberleri” gazete imtiyaz sahibi Hüseyin Cemil Bey, İngilizler tarafından tutuklanarak Amerikan Koleji’ne götürülmüşler, orada Ermeni tehciri konusunda suçlanmışlar ve sorguya çekilerek Halep’e gönderilmişlerdi. İngilizler tarafından polis karakolu olarak kullanılan zemini rutubetli, hasırsız, toprak kaplı bir binanın alt katına hapsedildiler. Hoca Abdullah Efendi’nin başından sarığı çıkarılmış ve boğazına dolanmıştı. Ayrıca kafasına vurularak fiziki ve sözlü şiddete maruz kaldı. Beş kişi iplerle birbirlerine bağlanarak duvardaki bir demire bağlandı. Bu beş kişiye daha sonra Urfalı Dişikırıkzade Halil Bey ve Muallim Sedat Bey de katıldı. Buraya getirilirken kendisine içinde pirinç ve çay olan bir beyaz torba verilen Halil Bey, bunun ölmeden önce verilen bir erzak olduğunu zannederek pek bir telaşa kapılmıştı.[291]

Eyüb Sabri Bey ve arkadaşları buradan Hamidiye Kışlasına nakledildiler. Halep’e getirilmelerinden 20 gün sonra Hamidiye Kışlası’ndan alınarak Halep çarşı ve sokaklarında teşhir edilmiş, Cedide mahallesinde bulunan Şerbetçi Hanı’ndaki bir hayvan ahırına kapatıldılar. Kapısı kilitli olmasa da penceresiz ve rutubetli bir yer olan hayvan ahırında hayvan ve gübre kokuları arasında 18 gün yaşamaya mecbur bırakıldılar. Bu 18 gün boyunca İngiliz general ve subaylarının gözleri önünde her türlü saldırı ve hakarete maruz kalmışlardı. Her gün sabah akşam erkek ve kadın binlerce Ermeni, ahırın karşısında seyirci olarak toplanmış, bu kişilere karşı her türlü hakareti ederek taş atmışlardı. İngiliz Polis Müdürlüğüne yapılan hiçbir şikâyet dikkate dahi alınmadı.[292]

Daha önceden gözaltına alınan Muhasebeci Besim, Eyüb Sabri Bey, Evkaf memurları Hakkı, Taşcızâde Abdullah Efendi ve Hüseyin Cemil, sonradan aralarına katılan Muallim Sedat Bey ve Urfalı Dişikırıkzâde Halil Ağa ile birlikte Mısır’a gönderilmek üzere Halep’ten 2 Mart 1919’da trenle Riyak’a sevk edildiler. Gece yarısı Şam’a gidecek tren gelmediğinden üç saat yağmur ve soğukta istasyondaki barakaya alınmayarak dışarıda bekletildiler. Yağmur altında ıslanmış bir şekilde Şam’a ulaştılar ve burada 3 gün tutuldular. Üç günün sonunda trenle yine Hintli beş muhafızın süngüleri altında Hayfa’ya ulaşdılar ve orada İngiliz esir karargâhına yerleştirildiler. Karargâh komutanı genç bir İskoçyalı yüzbaşıydı. Kendisi yedi Türk esirine oldukça kolaylıklar göstermiş ve esirler o gece nöbetçisiz yatmıştı. 7 Mart günü Hayfa’dan Mısır’a yola çıktılar, akşama Kantara’daki karargâha yerleştirildiler.[293]

Esirlerden Eceabat-Beşyol köyünden 1890 doğumlu Hüseyin Sürek[294] İngilizlere esir düşünce Gazze’ye götürülmüş ve orada esir kalmıştı. Hüseyin

Sürer’den öğrenildiğine göre bazı Türk askerlerinin gece devriye ya da nöbet esnasında uyuduklarından atla gece devriyesi yapan İngiliz askerlerine esir düşmüşlerdi. İngilizler teslim aldıkları esirleri bağırtarak karargaha getirmişti. Esir kampında iken İngilizler, esirlerin tüm mallarına el koydukları gibi Hüseyin Sürer’in de madalyasına el koymuştu. Kendisi esaret sonrası madalya ile köyünde gezinemediğinden muzdarip olmuştu.[295]

İbrahim Arıkan, beraberinde tabur komutanı Tahir Bey ile birlikte İngilizlere Eylül 1918’de esir olmuştu. Kendileri teslim alan İngilizlerin arasında tercüman olarak bulunan Naim, daha önce Türk ordusunda görev yapmış, Gazze Muharebesi’nde esir düşmüş, İngilizce bildiğinden dolayı İngiliz ordusunda maaşlı olarak göreve başlamış bir Musevi’ydi. İlk esir alındıklarında esirlere karşı herhangi bir kötü muamelede bulunulmamış, su içmelerine müsaade edilmiş ve kendilerine sigara ve bisküvi ikram edilmişti.[296]

Esir Yafa yakınlarında Ramla’da üzerlerinde bulunan tabanca, bıçak ne varsa alınarak kendileri için hazırlanan kampa teslim edildiler. Kampın komutanı çok iyi Türkçe konuşan bir Yunan generaldi. Kampa aralıklarla gelen esirlerle birlikte esir sayısı 1.000’i aşmıştı. Kamp komutanı bizzat gelerek esirleri toplamış, subay ve düşük rütbeli subaylardan bazılarını sorguya çekmişti. Sorguda adı, memleketi, kaçıncı ordu, kaçıncı kolordu, kaçıncı fırka, kaçıncı alay, kaçıncı tabur, rütbesi, sınıfı, doğum tarihi, askere giriş tarihi, harbe katılıp katılmadığı, hangi cephelerde hangi tarihte savaştığı, yaralanıp yaralanmadığı, komutanların ismi gibi pek çok soru sorulmuştu. Küçük ve büyük rütbeli subaylar hatta albay ve yarbaylar kamp küçük olduğundan burada bırakılmamıştı. Kampta ayrıca bir Avusturya topçu binbaşısı ile Türklerden nefret eden, her daim bir bahane ile hareket eden bir Ermeni tercüman da vardı. Her subaya bir emir eri verildiği halde subaylar sıraya girip kendi yemeklerini kendileri alıyordu. Bu durum tüm esir askeri müteessir etmişti. Ramla’dan Kantara’ya 9 Eylül 1918’de hareket edildi.[297]

Gazze Cephesi’nde İngilizlere esir düşerek esaretten dönen 58. Alay 3. Tabur Komutanlığından Üsteğmen Halid Efendi’nin esarette görmüş olduğu muameleyi anlattığı 19 Temmuz 1919 tarihli ifadesini içeren rapor, 20. Kolordu kumandanlığı tarafından Erkan-ı Harbiye’ye iletilmiştir. Raporu içeren tezkerede İtilaf Devletlerine Osmanlı Devleti tarafından iade olunan İngiliz esirlere iyi bakılmadığından dolayı şikâyetler vardı. Fakat aynı şekilde İtilaf Devletlerinin eline esir düşen Türk subay ve erlere de İtilaf Devletleri tarafından iyi bir şekilde bakılmadığına, iaşe verilmediğine ve tedavi edilmediklerine dair şikâyetler de bulunuyordu. 2. Bölük kumandanı Üsteğmen Halid Efendi verdiği ifadesinde gerek esaret hayatı ve gerekse esir karargâhında İngilizlerden görmüş olduğu muameleyi anlatmıştı. Halid Efendi, 13 Kasım 1919 tarihinde Gazze’nin Makara köyü sırtlarında vuku bulan muhaberede yaralı olarak İngilizlere esir düşmüştü. İngiliz askeri, kendisini bir dere içindeki Arap karargâhlarına götürerek yaralı bulunan sol koluna bir sargı sarmış ve ilk tedaviyi gerçekleştirmişti. Üzerinde bulunan kendince çok kıymetli saati, apoletleri ve çizmesinin mahmuzları alınmış fakat eski olan elbise ve çizmesi bırakılmıştı. Halid Efendi’nin karargâhta buluştuğu arkadaşlarından öğrendiğine göre başka taraflarda esir olan subayların bir kısmı da soyulmuştu. İngilizlere şikâyet edildiyse de bir sonuç alamamıştı. Dereke’deki karargâhtan etraflarında süngülü muhafızlarla yaya olarak aç susuz kırk sekiz saat boyunca aynı karargâha doluşturulmuşlar ve nihayet kırk sekiz saat sonra cüzi miktarda peksimet ve su verilerek beş gün gece ve gündüz güneş altında bekletilmişlerdi. Yaralı olan Halid Efendi, bir otomobil ile doğruca trene ve oradan da Kahire’de Mısır Cedid’de 2 Numaralı Üsera-yı Osmaniye Hastanesine götürüldü. Hastanede mümkün mertebe istirahatları temin edilmiş fakat maaş verilmemiştir. Tedavi olduktan sonra İskenderiye civarında iki saat mesafede bir kumluk çölde, Seydi Beşir’de üç kat tel örgüsü ile muhat olan Osmanlı esir karargâhına getirildi.[298]

İngilizler, esir aldıkları askerleri bir daha İngilizlere karşı savaşmayacaklarına dair Kur’an üzerine yemin ettirirdi. Bunu yapmaları halinde kendilerinin İstanbul’a gönderilecekleri sözü verilmekteydi. Buna rağmen bu sözde hiçbir zaman durulmadı. Gazi Mehmed Rıfat’ın da aralarında bulunduğu esir grubuna yemin ettirilmek istendiğinde ilk başta esiler karşı çıktı. Tabur İmamı Fasih Bey, yeminin vatan için yapılacağını, baskı altında yapılan yeminin geçersiz sayılacağını söylemiş ve bunun üzerine tüm askerler yemin etmişti.[299]

İngilizler, esirler arasında bulunan gayrimüslim azınlığa her zaman Müslümanlardan daha farklı davranıyor ve değişik görevler veriyordu. Ayrıca Osmanlı Hükûmetinin azınlıkları zorla savaştırdığını iddia ederek bir taraftan dünyaya Osmanlı topraklarında azınlıkların güvende olmadığı mesajı veriliyordu. Diğer taraftan Osmanlı topraklarındaki ve özellikle de ordudaki azınlıkları etkilemeye çalışılmaktaydı. Savaş süresince pek çok azınlık, cepheden kaçarak İngilizlere teslim olmuş ya da esir düşmesi ardından Osmanlı ordusunda zorla savaştırıldığını söyleyerek İngilizlere sığınmıştı. İngilizler bu durumu fırsata çevirmiş ve propaganda amaçlı kullanmaktan geri durmamıştı. Mesela, Filistin Cephesi’nde alınan bir grup esir arasında bir Yahudi olduğu ve kendisine Türk ordusunda baskı yapıldığı iddiası İngiliz basınına yansımıştı.[300]

1.2.4                                                                           Kanal Cephesi

Kanal Cephesi’nde esir düşmüş olup ismi bilinmeyen bir asker, esaret sonrası verdiği ifadesinde, nakil hikâyesini anlatırken Kahire’de trenden indikten sonra bir buçuk saat yürüyerek Abbasiye kışlasına getirildiklerini anlatmıştır. Burası yirmiden fazla pencereye sahip, üst katta büyük bir koğuşuyla cam ve çerçeve namına hiçbir şeyi olmayan bir yerdi. İçeride üç balya kuru ottan başka bir şey mevcut değildi. Kapıda defalarca arandıktan sonra yine bir İngiliz binbaşısı tarafından tekrar aranarak içeri alınmıştı. İsmailiye’de kendi paraları ile aldırdıkları birer paket sigaralara da el konulmuştu. Nerede yatacakları sorusuna otların bile esirlere fazla olduğu söylenmişti. Yorgun olan askerler hemen otların üzerine uzanarak uyuya kalmıştı. Sabah olunca kumandan Albay Hoker tarafından verilen emirle tüm esirler bir arabaya bindirilerek Nasru’n-Nil kışlasına götürüldüler. Burada kendilerinden bir gün evvel esir olan yedi sekiz subay ile karşılaşdılar. Bulundukları oda, kışlanın en alt katında fevkalade karanlık, demir parmaklıklı ve tek bir pencereli bir yerdi. Bir manga muhafız asker odanın bir kısmını işgal ettiğinden esirler küçük araba minderi üzerinde ikişer kişi yatmak zorunda kalmıştı. Günde yarım saat güneş görmek üzere kışlanın meydanlığına çıkmalarına izin verilmişti. On dört gün sonra Kahire’nin on iki kilometre güneyinde Maadi Kasabası’nın dışında harap bir fabrika binasına, teşhir edilerek yaya olarak sevk edildiler. Orada küçük bir koğuşa dolduruldular. Burada üç buçuk ay kaldıktan sonra Çanakkale Muharebesi’nin başlaması ve bazı esir subayların gelmeleri üzerine yerin küçüklüğü dolayısıyla Kahire’de Mehmed Ali Paşa Kışlası’na nakledildiler. Burası tam bir zindan hayatını andırmaktaydı Odalar hususi yapılmış kilitlerle geceleri üzerlerine kilitleniyordu. Bir hafta sonra başka yere nakledildiler. Fakat burası da aynı şekilde dar ve karanlık asfalt bir koridor üzerinde ışık ve güneşten mahrum ve son derece pis bir yerdi. Sıcaklık 48-50 derecedeydi. Günde bir saat akşamları güneş görmek ve hava almak üzere binanın damına çıkarılıyorlardı. Bir buçuk sene böylece yaşadıktan sonra hepsi 60 kişi olan subaylar değişik hastalıklara yakalandı.[301]

Esarette 51 ay kaldıktan sonra malulen vatanına geri dönen Osman Efendi verdiği ifadesinde, esarette iken Mısır’da İngilizlerden gördüğü muamele hakkında bilgiler akratmıştır. 8. Kolordu 27. Fırka 79. Alay Makineli Tüfekten Üsteğmen Osman Ferid Efendi, 18 Şubat 1914 tarihinde Mısır’a gerçekleştirilen taarruzda Süveyş Kanalı’nda esir olmuştu. Esirler Hint kıtasına esir düştükten sonra kanalın düşman sahiline geçirilmişdi. Taarruz esnasında dost ile düşmanın ayırmak için esir subay ve erlere beyaz birer pazıbent bağlanmıştı. Esirlerin pek çoğu, taarruz sırasında 241 emre karşı gelerek bu bezi yırtmıştı. Osman Efendi, arkadaşı Muhtar Efendi ile önce erlerin bulunduğu bölgeye, akşam olunca da bir manga asker tarafından erlerden üç yüz metre kuzeyde bir kum tepeciğinin arkasına götürülmüştü. Manga erleri Hintli, kumandanları ise İngiliz teğmendi. Orada bir mahruti çadır muhiti kadar toprağı küreklerle kazdıktan sonra her ikisini de çukura arka üstü yatırmıştı. Ellerinde bulunmakta olan bir çamaşır ipi ile Osman Efendi’yi ayak bileğinden Muhtar Efendi’nin sağ ayağının bileğine sekiz şeklinde sararak sıkı sıkıya bağlamışlardı. Ardından ikisinin arasına uzun bir çadır direği koyarak ikinci bir iple Osman Efendi’nin dizinden direğe, hemen ardından Muhtar Efendi’nin dizine çekerek birkaç defa sarmışlardı. Bunu da müteakip üçüncü bir iple bacağının en üst kısmından direğe, ardından yine arkadaşının bacağına sıkıca sararak bağlamışlardı. Sağ ve solları ile baş taraflarına birer süngülü muhafız dikilmiş ve manganın erleri de ayakuçlarına tüfek çatarak oturmuşlardı. İngiliz teğmeni da yanlarına oturarak ve bir süre istihza ederek Fransızca olarak sorgulamaya başlamıştı. Yapılan bu muamelemin sonucunda tüm esirlerin hastalıktan mahvolacağını esirlere söyledikten sonra Türkiye’de bulunan çok sayıda Kûtu’l-Amâre esiri subayın Türkler tarafından iyi bir şekilde muamele gördüğünü hatırlatmıştı. İskenderiye’ye naklileri için yapılan istek sonunda yerine getirilmiş ve İskenderiye’nin on sekiz kilometre doğusunda, sahilde çadırlı ordugâha nakledilmişlerdi. Esirler, sekiz ay burada kaldıktan sonra Seydi Beşir’de gönderildiler.[302]

Esirlere gösterilen bu çağ dışı muamelenin medeniyette ileri gitmiş ve bilhassa öteden beri kendilerini medeni olarak tanıtmış olan İngilizlere yakışmadığı söylendiğinde yetkililer gülerek karşılık vermişlerdi. Bir müddet sonra görevliler kendilerinin kabahati olmadığını, kumandanlarından aldıkları emri ifa ettiklerini söylemişlerdi. Arkadaşları Beşir Efendi, kaçma ihtimaline karşın kumandanın çadırı önünde bağlanmıştı. Türk esirler kendilerinin şerefli bir millet olduklarını, söz verdikten sonra asla kaçmayacaklarını söyleseler de istekleri yerine getirilmedi. İngiliz muhafız, bir buçuk saat kadar esirler ile eğlendikten sonra oradan ayrılmıştı. En azından birer battaniye isteyen esirlerin bu istekleri de reddidilmişti. Bir saat sonra yorgunluk ve soğuğun tesiriyle uyuyup kaldılar. Esirler çıplaktı ve birinin üzeri 242 örtülse diğeri açıkta kalmaktaydı. Ancak Türk esirlere bir Hintli Müslüman muhafız acımış ve titreyen esirlerin üzerlerine kendi battaniyelerinden bir battaniye örtmüştü. Yarım saat sonra İngiliz teğmeni esirlerin ayaklarını çözmüş fakat esirler yürüyemez hale gelmişti. Esirler birbirlerinin koluna girerek ve birer muhafız erin de yardımıyla içi gübre ile dolu açık hayvan vagonlarına bindirildiler. İsmailiye’ye geldiklerinde İngiliz ordugâhının ortasına takım kolu nizamında oturtulduktan sonra on metre gerilerine de subaylar oturtulmuştu. İsmailiye’de mevcut tüm asker ve ahali etraflarına toplanarak seyretmiş ve fotoğraf çekmişti. Gece yatsıya kadar orada teşhir edildikten sonra istasyona getirilip ancak çok ısrar üzerine kendi paraları ile birer paket sigara aldırabilmişlerdi. İkinci mevkide kadınlara mahsus bir kompartımanda kapısı kilitli olarak gece Kahire’ye getirildiler.243 [303]

Kanal Cephesi’nde İngilizlere esir düşen Çanakkale Çınarlı Mehmed Kurtul diğer esirlerle birlikte İskenderiye’ye götürülmüştü. Mehmed Kurtul’un anlattıklarına göre parası olanlar portakal alabilmişti. Kırmızı fesli Arap gençler esirlere su vermiş ve daha sonra da esirler trenle Tel El-Kebir esir kampına götürüldüler[304]

El Ariş ve Magdaba’dan gelen 1.200 Türk esiri Kahire’ye ulaştığını yazan gazeteler esirlerin giyimlerinin perişan ve yalınayak olduklarını ve yaşlarının 18 ila 50 arasında olduğunu yazmıştı.[305]

Kanal Cephesi’ndeki çarpışmalar da 300 Türk esiri gören İngiliz askerinin gazetelerde “Zavallı Türk Esirleri” başlığıyla çıkan beyanatında esirlerin perişan göründükleri ve acının her türlüsünü yaşamış oldukları anlatılmaktadır. Esirler arasında Türkler, Araplar ve birkaç Sudanlı, Ermeni, Bedevi ve her çeşitten insan vardı. Botları tamamen yıpranmıştı. Aynı zamanda bir Türk subay da vardı. İngiliz askeri, 7 subay ve 400 erden oluşan bir grubun Albassiye’de eski kışlalara yerleştirildiğini, üç ay çölde kaldıktan sonra olabildiğince temiz göründüklerini, ancak giysilerinin kötü olduğunu anlatmıştı. Ayrıca Türk esirlerin savaştan çıktıkları için memnun oldukları ve savaşa zorla katıldıkları iddia edildi.[306]

Türk esirlerin kamplara yerleştirilmesinin çok büyük problem olduğunu söyleyen bir İngiliz askeri, esirlerin sayısı ve içindeki bulundukları durumu şöyle anlatmıştır:[307]

“2.000 ya da daha kalabalık, birkaç muhafızın eşliğindeki, tren garına doğru kuru tozlu yollar boyunca yorgun yürüyordu. Birbirini takip eden ve sonu gelmeyen konvoyları görmek çok önemli ve dokunaklı bir manzara oluşturmaktaydı. Adamlar zayıf ve bitkin görünüyor ve düşenlerden birçoğu kamyonlar tarafından alınıyordu. Esirlerin sayısı sürekli olarak artmaktaydı. Tüm yerlerdeki kaçaklar teslim olmaya geliyordu. Türk esirlerin sayıları şu an 45.000’di. Ganimetler de aynı zamanda tahmin edilenin ötesindeydi.”

Esirlerin kamplara nakillerini anlatan bir diğer hatırat, Teşkilat-ı Mahsusanın önemli isimlerinden olan Eşref Kuşçubaşı’ya aittir. İkinci Kanal Harekâtında Hayber’de Faysal’ın kuvvetlerine yaralı olarak esir düşen Eşref Bey’e, Emir Abdullah tarafından Mısır’a gönderileceği, Hilvan’da bir köşk tahsis edileceği, harbin sonuna kadar orada kalacağı ve mevkiine layık bir muamele göreceği bildirilmişti. Eşref Bey, bu kararın alınmasında İngilizlerin de onayı olduğundan emindi. Şerif Hüseyin ve ailesi bütün yaptıklarında İngilizlerden bağımsız hareket etmemekteydi. Eşref Bey’in yanında bulunan 5.000 altın tamamen yağma edilmiş ve kaçmaması için de tüm tedbirler alınmıştı. Emir Abdullah, hareketinden önce Eşref Bey’e şu tavsiye mektubunu vermişti:[308]

“İngiltere Hükûmet-i Muazzamsının büyük memurlarından her kim ki bu vesikayı Eşref Bey’in yedinde gördükte kendisine yapılacak ihtiramın fevkaladeliği bizi memnun edeceği malum olmalıdır. Mısır’a vasıl oldukta, şeref ve haysiyetine layık bir köşkte misafir ettirilecek ve Hilvan’daki ikametinin bütün masarifatı Celalet-ul Mulk-ul Hicaz’a ait olacaktır. Bu husus, Wilson Paşa’ya da yazılmıştır. Her hususta riayetkâr olunması bilhassa rica olunur.”

Develere bindirilen Eşref Bey, sanki bir esir gibi değil aynı davanın ve gayenin müşterek insanları gibi uğurlanmıştı. 28 Ocak 1917 sabahı Yanbuğa ulaşıldı. Halk, yollara dökülmüştü. Hayber’deki destan buralara kadar yayılmıştı. Yanbuğ'da kaymakamlık yapan Şerif’in mutemedi Abdulkadir Efendi, esirleri nezaketle karşıladı. Kendisine bir ev hazırlatmıştı. Yollarda halk, kimisi müteessir ve hürmetkâr, kimisi mütecaviz ve haşin bakışlarka Eşref Bey ve yanındakileri seyretmekteydi.[309]

Bu arada Eşref Bey’in Hayber’de yaralı olarak esir düşmesi bütün Arabistan’da yankı uyandırdı. Şerif Hüseyin’in, kendisine karşı beslediği kin ile Mekke’ye getirilinceye kadar büyük hiddet ve zulüm gördü. Mekke’deki Cürüle kışlasına hapsedildiğinin ertesi günü, Mekke Şerifi’nin resmî gazetesi olan El Kıble’nin başmuharriri Eşref Bey’i ziyaret etmişti. Bu ziyaretin sebebini tam anlayamayan Eşref Bey muhatabına şu şekilde sitem etmiştir:[310]

“Biz harb ettik... Ben, kırk kişi idim. Sizlerinki yirmi beş bin... Bu rakam, resmi tebliğinizin kaydettiği miktardır. Arkadaşlarım, Türklüğe has mertlikle dövüştüler. İçlerinde yara almayan yoktu. Öldürdüklerinizden asgari on misli şehit verdiniz. Din kardeşliği gibi bizim kıymet verdiğimiz rabıtanın kimin tarafından ve nasıl maksatlarla ihlal edildiğini tarih yazacaktır. Bu ayrı bir bahis... Fakat Seyyidina Melik’e lütfen söyleyiniz: Bize hiçbir veçhile hakaret edemez, ettiremez. Öldürtmek elindedir, işkence yaptırmak da elindedir, fakat hakaret etmek ve ettirmek elinde değildir.”

Yanbuğ’a geldiklerinin ikinci günü, Eşref Bey, eski tanıdıkları ile karşılaştı. Medine Muharebelerinde pusuya düşürülerek esir edilen Yüzbaşı İzzet Bey ile on beş asker yaralı, sefil ve tamamen çıplak vaziyetteydi. Esirler bir bodruma atılmıştı. Eşref Bey, hemen müdahale ederek bu esirleri evine getirtti. Emir Abdullah söylediklerinin aksine, Yanbuğ Kaymakamı Abdulkadir’e gelen bir telsiz emrinde, bir İngiliz kruvazörünün Eşref Bey’i almak üzere yolda olduğu, oradan Cidde’ye, ardından Mekke’ye gönderilmesinin kararlaştırıldığı yazılıydı. Eşref Bey bu emir sonrası kaçması muhtemel olduğu düşünülerek İngiliz muavin kruvazörü tarafından 20 Ocak 1917’de Rabuğ limanına getirildi.[311]

Rabuğ’da Şerif Hüseyin’in askeri bir karargâhı vardı. Burada Osmanlı Devleti’ne sadakat yemini etmiş, Kuleli ve Harbiye’de eğitim görmüş, Erkân-ı Harp okumuş sonra Osmanlı’ya karşı cephe almış askerler bulunuyordu. Karargâhın İngiliz irtibat kumandanı, bir kurmay albaydı.[312]

Eşref Bey’i ilk karşılayan Aziz Ali Bey’di. Eski dost şimdinin iki düşmanıydı. Eşref Bey, Divan-ı Harp kendisini idama mahkûm ettiği zaman Enver Paşa üzerinde bütün nüfuzunu kullanarak af edilmesini sağlamıştı. Eşref Bey’i bu halde yaralı ve mahzun gören Aziz Ali, gözyaşlarını tutamamış ve kendisini evinde bir gece misafir etmişti. Eşref Bey’in Şerif Hüseyin’in emri ile Rabluğ'da kalmasına müsaade edilmedi. Acilen Mekke’ye sevk edilmek üzere Cidde’ye hareketi sağlandı. Yolda, İngiliz kaptan ve mürettebatından nazikâne muamele gördü. Cidde limanında ve gümrük önündeki halk yığını, Eşref Bey, yanında bulunan yaralı Yüzbaşı İzzet, Mülazım Etmem Efendi ve diğer yaralı dört askeri izledi. Eşref Bey kendisine tahsis edilen bir hayvan ile beraberindekilerle birlikte çarşıyı geçmiş ve doğruca Cidde’de Naibe-il Mülk’ün vazifesini gören Şerif Muhsin’in evine ulaşmıştı. Kendisine üst katta bir oda ayrılmıştı. Çıplak olan esirlere bir Musevi tüccardan giyecek aldırıldı.[313]

Şerif Muhsin, esirleri makamında kabul etti. Aldığı emir ile sabaha karşı Mekke’ye yola çıkıldı. Mekke’ye ulaşan Eşref Bey, yanındaki esir arkadaşlarından ayrılmak istemesine rağmen arkadaşları yaralı kumandanlarını yalnız bırakma taraftarı değildi. Burada yırtık, et ve kemik ezintileriyle pıhtılaşmış elbisesini kapatan abası alınmış ve bu şekilde halka teşhir edilmişti. Eşref Bey üzerindeki kan izini vatanı ve devleti için döktüğünü belirterek hiç itiraz etmeden abayı çıkartmıştı. Şerif Hüseyin, Eşref Bey’in abasının altında resmi üniforması olduğunu zannederek harap olmuş elbisesinin farkında değildi. Aslında Şerif Hüseyin halka teşhir edilen kişinin Eşref Bey olduğunu ispat etmek için böyle bir uygulama yapmıştı.[314]

Eşref Bey’in sonradan öğrendiğine göre İngilizler, Şerif’e tebligat yaparak, askeri esirlere asla hakaret edilmemesini bildirdi. Bu kararın alınmasında Çanakkale ve Kûtu’l-Amâre’de esir edilen kuvvetlerin, Osmanlı topraklarında hürmet ve insanlık görmesi etki oldu. Eşref Bey Mekke’nin Cürüle kışlasına getirildi. Burada İstanbul Fatihli Yüzbaşı Amir isimli eski bir tanıdıkla karşılaştı. O da ihanet

edenlerdendi. Bu İstanbullu diğerlerinin aksine ihanetinin sebebi olarak Arap bağımsızlığını değil parayı göstermişti.[315]

Aslen Gelibolu Musevilerinden olup 16 yasında İslamiyet’i kabul etmiş ve eczacılık tahsil ederek mülazım rütbesiyle Türk ordusuna iltihak etmiş Hidayet Efendi isimli bir eczacı, elinde ilaç kutuları ile Eşref Bey’in yanına gelerek bazı açıklamalar yapmıştı. İstanbul Türkçesiyle Taif’de esir düştüğünü ve esirlerin yaralarını tedavi ettiğini söylemişti. Giderken de kışlanın kumandanlığını ifa eden Şeyh Mahmut isimli kimseye şöyle demişti:[316]

“Eşref Beyefendi... Şu adamı görüyor musunuz, bu, Şerif Hazretlerinin buradaki Fehim Paşası’dır. Casusun büyüğüdür. Aman beni sizinle görüşürken görmesin. Bütün duvarların arkasından konuştuklarınız dinlenmektedir. Dikkat ediniz.”

Eşref Bey kaldığı yerde geceyi sivrisinek ve çeşitli haşerelere karşı müdafaasız olarak perişan vaziyette geçirdi. Yüzü, gözü şiş içindeydi. Sabah namazından sonra Hicaz Hükûmetinin resmî gazetesi olan El Kıble’nin Başmuharriri Muhiddin El-Hatib ziyaretine gelmiş ve uzun bir görüşme yapmış ve kendisini teselli etmişti.[317]

Metin Kutusu: 256
257
258
Gün geçtikçe, Eşref Bey ve yanındaki esirlere yapılan muamele düzeldi. Hintli bir terzi, kendi ölçüleri ve zevki içinde esirlere yeni elbiseler dikmişti. Kendisine taş taşıtılmış ve çeşitli hakaretlere maruz bırakılmış Yarbay Ali Bey’i de ısrarla davet ve talep ederek yanına getirtmişti. Eşref ve Ali Beyler Hintli terzinin diktiği elbiselerle garip bir kılık içinde binlerce halkın bakışları arasında Beytullah'ın Hamidiye kışlasına bakan kütüphaneye getirildiler ve burada Mekke Şerifi Hüseyin huzuruna kabul edildiler. Mekke Şerifi Hüseyin her ikisine de iltifatta bulunmuş, bunun üzerine Ali Bey Şerif Hüseyin’in elini öpmüştü. Yeni Hicaz Kralı, baş seccadenin sağ önündeydi. Yanında şeyhülislam ve vezirleri vardı. Eşref Bey’e hemen sağ yanında yer ayrılmıştı. Namaz bu şekilde kılındı. Hutbeye çıkan imam duada hem Beşinci Sultan Mehmed Reşat’ın hem de Şerif Hüseyin’in ismini zikretti. Namaz sonrası Şerif Hüseyin, Eşref ve Ali Beyler baş başa kaldılar. Ali Bey’e yaptıkları eza ve cefanın şayia olduğu intibaını vermek istiyordu. Görüşmeden sonra Şerif Hüseyin’in teklifi ile halk tarafından gerçekleşebilecek her türlü terbiyesizliğe ve aşırılığa karşı akşam namazından sonra olmak şartıyla Kâbe’nin tavaf edilmesine müsaade edildi.[318]

Mekke’deki hayatın normalleşmesi ve ilk günlerde gösterilen düşmanlığın kaybolmasıyla Eşref Bey’e Mısır’a hareket edecekleri tebliğ edildi. Eşref Bey ve arkadaşları, okumalarına müsaade edilen El Kıble ve diğer gazetelerden, İngilizlerin, Arap Yarımadası’nın çeşitli yerlerinde ele geçmiş esirlerden istediklerini, himayeleri altında bulundurdukları Hicaz devletinden talep ettiğini ve bunların Mısır’da bir kamp veya kışlada toplanacaklarını öğrendiler. 13 Şubat 1917 günü yola çıkılmıştı. Bu tarihten iki gün önce, Mahmut Gaysımi Efendi, Şerif Hüseyin’in hediye ettiği 120 altını getirmişti. Bu para esirlerin maaşı olarak ödendi.[319]

Esirlerin Mekke’den ayrılması da oraya getirilmeleri kadar halkın tecessüs ve merak tezahürleri arasında olmuştu. Şerif Hüseyin, esirleri uğurlamak için yaver ve mabeyincilerini göndermişti. Cidde’ye kadar esaslı bir vaka olmadan gelindi. Yolda, bir Bedevi taarruzuna uğradılar. Fakat bu esirlerin kaçmasına mâni bir tertipli bir oyun olup muhafızların bağırmalarıyla ateşin kesilmesi birbirini takip etmişti.[320]

Cidde’de yine Şerif Muhsin’in evine misafir edildiler. Burada, kendisine Wilson Paşa denilen ve Mısır’la Arap Yarımadası üzerinde İngiliz askeri kumandanlığını temsil eden General Wilson’un mümessili, Albay Watson ile Eşref Bey’in aralarında sert bir olay meydana geldi. Eşref Bey’e Medine’yi müdafaa eden Türk askerlerinin miktarını sorarak casusluk teklifinde bulunmuş, Eşref Bey “Ben yaralı bir esirim, öldürülebilirim. Fakat casusluk yapabileceğim intibaını size hangi hadise ilham etti?” karşılığını vermişti. Watson, Eşref Bey’i sorgu sırasında ayakta bekletmiş, kendisi ise oturduğu masanın başında ayaklarını havaya kaldırmış, ağzında pipo ile Eşref Bey’i sorgulamıştı.[321]

Esirler 18 Şubat 1917’de Cidde önlerinde bir İngiliz kruvazöründe kamaralara kapatıldılar. Dar kamaranın kapısı ancak esirlerin fotoğraflarını çekmek için açılıyordu. Rabuğ'da Lama adlı yolcu gemisine aktarıldılar. Eşref Bey burada

Müslüman isimli, fesli, Arapçanın her lehçesini kendi öz dili gibi konuşan İngiliz Gizli Servisinin önemli şahsiyetlerinden birisi tarafından karşılanmış ve kendisine “Dünyayı korkuttun.” diyerek iltifat etmişti. Bu kişi, gerçek ismi İngiltere’nin kralı tarafından dahi bilinmeyen, şekli unvanı Şeyh Matem olan, arşivde kendisine kısaca Mr. L; W. denilen ve Mısır ordusunda çalışan sivil bir İngiliz’di. Yolculuk boyunca sohbet etmişler ve her hareketleri İngiliz Gizli Servisi tarafından kontrol altında tutulmuştu. Süveyş’e gelen esirler bir İngiliz yüzbaşısı tarafından teslim alınmıştı. Kapıları kapanmış, pencerelerin perdeleri dışarısının görülmemesi için dikkatle çekilmiş, vagonların içinde hangi istasyondan binildiği, nereye gönderildikleri bilinmeyen bir tren seyahati başlamıştı. Süngülü nöbetçiler, oturdukları tahta sıraların hemen yakınında adeta diz dize seyahat etmekteydiler. Böyle bir korumaya neden gerek duyulduğunu Eşref Bey de anlayamamıştı.262 [322]

Tren durduğunda önce daha çok kömür işçilerine benzeyen büyük bir kalabalık indi. Bu kişiler Eşref Bey ile beraber aynı vapurda, Makine dairesinin altındaki kömürlüklere hapsedilen Medine kahramanlarından esir düsen talihsiz askerlerdi. Aralarında subaylar da vardı. Eşref Bey’i tanımışlar ve etraflarındaki süngülü İngiliz ve Mısırlı muhafızlarını yararak yanına kadar sokulmuşlardı. Eşref Bey etrafındaki bu kişilere şöyle seslenmişti:[323]

“Sizler, nasıl harp meydanlarında Türklüğün şehamet ve faziletini ispat etti iseniz şimdide asla layık olmadığınız muamelelere karsı vakar ve sükûnunuzu muhafaza ederek aynı yolda olduğunuzu göstereceksiniz. Bu da muharebe meydanındaki kadar şerefli vazifedir. Türklüğün hasleti budur.”

Eşref Bey ve yanındakiler, epeyce yürüdükten sonra kumsal bir araziyi geçip yaklaşık yüz metre genişlik ve elli metre uzunluğunda, etrafı tel örgülü açık hava hapishanesine konuldu. Eşref Bey’e özel bir çadır tahsis edilmişti. Arkadaşları açıkta kalmıştı. Hiç kimseye danışmadan çadırını sökmeye başlamış ve hemen bir İngiliz binbaşısı süratle olaya müdahale etmişti. Eşref Bey ise arkadaşları ile aynı şartlarda yaşamak istediğini söylemişti. Bu olay üzerine kısa süre içinde esirlerin birbirleri ile konuşmamaları şartıyla esirlere ayrı çadırlar tahsis edildi. Her şeye rağmen Eşref

Bey, yaralı askerlere çok iyi bakıldığını anılarında belirtmişti. Bir İngiliz cerrah, Eşref Bey’in yaralarımı dikkatlice tetkik ettikten sonra kangren olup ölmediğine şaşırmıştı. Esirler 7 gün kızgın çöl güneşi altında bırakıldılar. İngilizler esirlerin ihtiyaçlarını mümkün olduğu kadar temin ediyorlardı. Para ile her şey halledilmekteydi. Nöbetçi askerler altınları gördüklerinde İngiliz ordusuna ait özel pazardan esirlerin bütün istediklerini yerine getiriyordu.[324]

Sekizinci gün Süveyş’ten Kahire’ye doğru yola çıkıldı. Trende, her bir esirin rütbe ve mevkiine uygun yerler ayrılmıştı. Trenin en son vagonlarında, üst üste yığılmış istiklal mücadelesi hareketine katılmış aydın gençlerin bulunduğu Mısırlılar vardı.[325]

Eşref Bey ve arkadaşları, Hayber’de ağır yaralı olarak Şerif Abdullah’ın kuvvetleri tarafından İngilizlere teslim edilmek üzere Yanbuğ limanına doğru götürüldü. Yaralılara herhangi bir tedavi uygulanmadı. Bu sırada Emir Abdullah, Eşref Bey’in yanına gelerek kendisine, devletine ve milletine karşı İngilizler ile birlikte hareket ederek ihanet teklifinde bulunmuştu. Babasından aldığı bir telgrafla Teşkilat-ı Mahsusa'nın başına geçip İttihat ve Terakkiye karşı birlikte çalışma teklifini yapmış, ayrıca ülkesinde kalan mal ve akarların kendileri tarafından telafi edileceğini belirtmişti. Şeyh Abdullah, kendilerinin Teşkilat-ı Mahsusaya ve halifeye muhalif olmadıklarını, sorunlarının İttihat ve Terakkiciler ile olduğunu söyleyip kendileri ile iş birliği yapmayı tavsiye etmiş ve kendisine başkomutanlık teklifinde bulunmuştu. Eşref Bey şartları kabul ettiği takdirde İngilizlere teslim edilmeyecek veya İngilizlerin tasvibi ile bu makama gelecekti. Eşref Bey ülkesinin en nazik ve buhranlı devrinde kendilerini arkadan vuran, şehit ve yaralılara insani hislerle muamele etmeyen, şefkat ve mürüvvet göstermeyen ve Türk millet ve devletinin nimetiyle bu zamana gelmiş bu kişilerin teklifini şiddetle reddetti. Malta’ya sürülünceye kadar birbiri ile bir daha görüşmediler.[326]

1.2.5                                                                           Hicaz ve Yemen Cephesi

Medine Kahramanı Fahreddin Paşa’nın Medine savunması sonucunda bütün askerleri ile birlikte esir düştüğünde yaşanalar, İngilizlerin esirlere nasıl bir muamelede bulunduklarını göstermesi bakımından önemlidir. Şehrin 13 Ocak 1919’da teslim olmasıyla buradaki tüm askerler istasyon önünde silahsız bir şekilde toplanmıştı. Arap askerlerinin karşısında selam duran Türk esirleri, Şerif Hüseyin oğlu Abdullah tarafından denetlenmişti. Esirlerin hemen yanında iki metre boyunda iki sarık arasına giydirilmiş kaput bezi üzerinde yazılı “Felah buldu, Haşimi Hükûmeti” yazmaktaydı. Bu yazıya rağmen esirler arasında bulunan Hidayet Özkök, Arapların arasında olması sebebiyle hala esir olduğunun farkında değildi.

Teslim alınan Türk esirler, develer ile Yanbu İskelesi’ne dört saat mesafede bulunan El Mübarek adındaki mevkie getirilerek burada dokuz gün bekletildiler. Dokuz gün sonra vapurlara bindirilmek üzere iskeleye götürüldüler. İskele başında kendilerini iki taraflı ve süngülü İngiliz askerleri bekliyordu. Esirler tüfek dipçiği ve kötü sözlerle vapura bindirildi. O ana kadar memlekete gitme ümidini taşıyan esirler artık esir olduklarının farkına vardılar. Esirlerin üzerleri aranmış ve tüm değerli eşyalarına el konulmuştu. 5 Şubat 1919 günü vapur Kızıldeniz’de hareket etti. Hava o kadar sıcaktır ki ter esirlerin bacaklarından ter akıyordu. Esirlerin güverteye çıkması yasaklanmış, içerideki havayı biraz serinletmek için vapurun gittiği tarafa yelken bezinden bir hortum takılmış, hortumun bir ucu da esirlerin olduğu kamaralara verilmişti. Esirler hortumun ucunu tutarak bir nebze serinlemişler, Kızıldeniz’de üç gün devam eden yolculuğun sonunda Süveyş Kanalı’na ulaşmışlardı. Kanal’da şose yolun iki tarafında dizilen muhafız süngülü Hint askerleri tarafından karşılandılar, iki saat burada bekletilmelerinin ardından tel örgülerin içine hapsedildiler. Huni şeklinde mahruti çadırlarda bir gece konakladılar. Her bir çadırda on esir yatıyordu. Burada da esirler diğerleri gibi asit fenikli (ilaçlı) suya çıplak olarak sokulup çıkarılmışlar ve elbiseleri ütülenmişti. Bu esir karargâhında altı gün kaldıktan sonra yine tel örgülü Salihiye esir karargâhına nakledildiler.[327]

Birinci Dünya Savaşı’nda Kafkasya ve Hicaz cephelerinde görev yapmış ardından İngilizlere esir düşmüş olan İhtiyat Zabiti Mehmed, esaret altında yaşadığı dönemi kaleme almıştır. İngilizler, Hicaz Cephesi’ndeki esirleri Abdürrezzak Bey’den bir bir sayarak teslim almış ve kırbaçlarla muhafızların süngüleri altında İngiliz askerinin bulunduğu vapura bindirmişti. Muhafızların 15’i Hintli Müslüman, 15’i Hintli Mecusi’ydi. Özellikle Mecusiler esirlere karşı kötü davranmak istemiş, muhafızların başı Hintli Müslüman Hüseyin Çavuş bu kötü muameleye fırsat vermemişti. Süvari çavuşu olan Hüseyin, hem Mecusilerin kötü davranışlarına engel olmuş hem de esirlere iyi muamelede bulunmuştu. Hüseyin Çavuş’un anlattıklarına göre İngilizler, Almanların Suriye, Filistin ve diğer İslam yerlerini Türklerden aldıklarını, bu yerleri tekrar Almanlardan alarak İslam memleketi eyleyeceklerini söyleyerek Hintlilerin İngiliz ordusunda savaşmalarını sağlamıştı. Sonuçta Müslüman’ın Müslüman ile savaştığını geç de olsa anlamışlardı. Filistin ve Suriye cephelerinde savaştıkları askerlerin, Alman olduklarını sanan Hint askerleri, Halep’e kadar takip ettikleri ve orada savaştıkları askerleri esir aldıklarında ancak Türk olduklarının farkına varmıştı. Halep’te esir alınan askerler, Yenbagil Bahr’dan Süveyş Kanalı’na hareket etmiş ve vapurda bir hafta karantinada bekletilmişti. Bir hafta sonra Süveyş’in yarım saat kadar kuzeyinde, çadırlardan oluşan esir karargâhına yerleştirildiler. Muhafızlar sürekli olarak ellerinde kırbaçlarla sebepsiz yere esirlere küfür ve hakaret ediyorlardı. Bir gün sonra sabah esirler arsenikli sudan geçtikten sonra eşyalarını ütüleyerek aldılar ve çadırlarına döndüler. Her bir esire bir numara verildi. Tercümanlık yapan kişi, Şarkışla kazası Gemenek nahiyesinden 30­35 yaşlarında bir Ermeni’ydi. Bu kişi numara verilirken İngilizlerden daha ağır sözler söyleyerek esirlere hakaretler etmişti. Burada kaldıkları bir hafta boyunca çok ağır şartlarda hakaretlere ve tahriklere maruz kaldılar. Bir hafta sonra esirler Salihiye esir kampına gönderildiler.[328]

Fahreddin Paşa esarette yaşadıklarını kaleme alan bir diğer önemi şahsiyetti. Medine Kuşatması’nda aylarca direnen paşa, esir alınmadan önceki süreçte gerçekleşen olayları ve esarette geçen günlerini günü gününe kaydetmişti. Bu günlüklerden anlaşıldığı üzerine Fahrettin Paşa, 72 günlük bir savunmadan sonra

Kumandan Vekili Necip Bey ve etrafındakiler tarafından ikna edilmesiyle 10 Ocak 1919 günü teslim olmuş ve Harem-i Şerif’ten kendi isteği ile ayrılarak Biriderviş’e getirilmişti. Yolculuğu boyunca kendisine yaveri, doktoru ve birkaç emir eri eşlik etmişti. Geceyi çölde çadırda geçiren paşaya halk büyük teveccüh göstermiş ve kendisi Medine’den büyük bir kalabalık ile uğurlanmıştı. Fahrettin Paşa’dan hariç Medine’de 500 kadar subay ve 6.000 kadar er İngilizler tarafından esir edildi. Esirlerin eşyaları ile nakledilmesi çöl şartlarında çok zordu. Fahreddin Paşa, 27 Ocak’ta savaş esiri olarak Mısır’a gitmek üzere yola çıkarıldı. Esirler, Fahrettin Paşa’nın 5-6 gün içinde aldığı Yenbu yolunu, güvenlik ve yeterli sayıda devenin bulunamaması gibi sebeplerle yaklaşık 20 gün içinde alabilmişti. 11 Şubat günü 80 subay ve yaklaşık 1.000 er, Medine Biriderviş’ten ayrılmış ve 19 gün sonra 28 Şubat günü Yenbu’ya ulaşmıştı. Şubat sonuna kadar burada kalan esirler, Kızıldeniz’de Hintli askerlerin süngüsü altında fotoğrafları çekilerek Abbasiye vapuruna bindirildiler.

Kafile 1 Mart günü önce Mısır’a, oradan yük vagonları ile 20 dakika yolculuk sonrası karargâha ulaşmış ve geceyi 8 kişilik çadırlarda geçirmişti. Sabah akşam günde iki defa yoklama yapıldı. Esirler İstanbul’a gönderileceklerini düşündüklerinden portatif karyola, battaniye ve yastık gibi şahsi eşyalarını denize atmışlar, bu sebeple çadırlarda rutubetli ve yaş kum içinde yatmak zorunda kalmışlardı. Tüm esirler, eski iç çamaşırları çıkararak ilaçlı suya sokularak temizlendi. Neresi olduklarını bilmedikleri bu yerde 15 gün kaldıktan sonra İsmailiye’den Kahire’ye götürüldüler. Buradan iki kamyon ile Tura esir kampına nakledildiler.[329]

Eski Hicaz Fırkası Kumandanı Albay Bey’in esaret sonrası Mart 1921 tarihinde verdiği ifadeden oluşan rapor, Hicaz bölgesinin nasıl esir düştüğü hakkında bilgiler vermektedir. Hicaz’da Şerif Hüseyin tarafından Osmanlı Hükûmetine karşı gerçekleşen isyan dolayısıyla Cidde, Mekke ve Taif’de resmi dairelere, kışlalara ve askeri mekânlara taarruzlar gerçekleştirildi. Cidde mevkii bir hafta, Mekke bir ay ve Taif üç buçuk ay bu taarruzlara karşı savunma yapabildi. Sonuçta Şerif Hüseyin tarruzlarına karşı başarısız olan fırkanın tüm subay ve askerleri ile Hükûmet görevlileri esaret altına alındı. Esirlerin toplam sayısı yaklaşık 4.000 civarındaydı. Şerif Hüseyin tarafından tüm esirler, kafileler halinde Cidde’ye sevk edilerek İngilizlere teslim edilmiş ve oradan da vapurlarla Mısır’a nakledilerek kısmen Seydi Beşir, kısmen Mısır’daki muhtelif esir kamplara veya Malta’ya gönderilmişti. Kamplara nakil için tek vasıta vapur ve trendi. Cidde’den Süveyş’e üç günde ulaşıldı. İngiliz askeri karargâhı civarında karantina mahallinde de bir hafta bekletildikten sonra İskenderiye’deki karargâha nakledildiler.[330]

Esirler Cidde’den vapurla Mısır’a sevk edilirken hiçbir kötü muamele görmedikleri gibi kendilerine karşı iyi davranıldığı söylenebilir. Ancak Süveyş’te karantina müddeti olan bir hafta süresince gerek yatacak ve gerekse yiyecek hususunda epeyce zorluk çekildi. Bu duruma karşı esirler tarafından yapılan şikâyetler dikkate alınmadı. Yetkililer, bulundukları yerin askerî karargâh olduğu, bundan fazla bir imkânın sağlanamayacağı ve birkaç gün sonra İskenderiye’ye nakledileceklerinden orada her şeyin daha iyi olacağı cevabını verdiler. Karantina bölgesindeki zorluk ise suyun azlığıydı. Bir diğer sorun ise subay ve üst rütbeli subayların altı yedi kişilik bir çadır içine konulması ve kendilerine yatak olarak birer portatif çadır bezi ve iki battaniye verilmesiydi. Yemek ise ilk günlerde çok azdı. Esirlere yemek olarak gevrek ile birer konserve çiy kutu eti ve biraz da reçel dağıtılmıştı. Bir iki gün sonra sığır eti ile balkabağı verilmiş ise de yeterince pişirme imkânı bulunamadı.[331]

Süveyş’te vapura bininceye kadar esirlere karşı yapılan muamele göreceli olarak daha iyi olduğu ifade edilebilir. Vapura bindikten sonra bu iyi muamele değişti. Subay ve üst rütbeliler ile fırka kumandanı da dâhil olmak üzere esirler, istimbota (küçük buhar vapuru) bindirilerek kanalın karşı sahiline çıkarıldı. Burada bir bölük İngiliz askerinin süngüleri altında karantina mahalline sevk edildiler. Karantina bölgesinin iskeleye olan uzaklığı, havanın sıcaklığı ve de yolların ziyadesiyle kumlu olması yürümekte olan esirlerin epey müşkilat çekmesine, bazılarının ise bayılmasına yol açmıştı. Karantina mahalli bir tel örgüsü ile çevrilmişti. Bu alan mahruti çadırlardan oluşuyordu. Kapıdan girer girmez esirlerin ellerine birer çinko tabak, birer su maşrapası, ikişer battaniye, birer muşamba verildi. Bu hâl tüm esirleri aşağılamıştı. Böylece yol boyunca esirlere karşı gösterilen iyi muamele burada son bulmuştu.272 [332]

Mekke Şerifi emriyle 16 Temmuz 1916 tarihinde çıkan isyan üzerine Cidde Garnizonu ve yaralı, hasta ve personeli ile beraber Cidde Hastanesi esir düşmüştü. Nasıl esir oldukları bir doktor binbaşı tarafından anlatılmıştır. 13 Ağustos 1916 tarihinde İngilizlere teslim edilen 180 hasta ve yaralılar ile 600 kadar askerden oluşan esir kafilesi, bir muavin kruvazörle Süveyş’e nakledildi. Esirler, gemiden gübre ve süprüntü dubalarıyla çıkarıldılar. Kanalın doğu sahilinde karantina mahalli denilen tel örgülerle çevrili bir kum sahrasında yatak, yorgan ve iki ince battaniyeden ibaret bir sütre ile on altı gün kaldılar. Aç kalmayacak kadar peksimet, kutu et, reçel, sebze ve biraz verilerek asker ve subayların karınları doyuruldu. Bu kadar gıda ile zaten yetersiz beslenen askerler arasında hastaların çoğaldı ve ölümler arttı. Süprüntü dubaları arasında on altı gün geçiren subaylar, Süveyş istasyonundan tren ile üçüncü mevkide, eşyaların üzerinde oturmak suretiyle şehirden 20 km doğuda, bir kum çölü olan İskenderiye Seydi Beşir’de subay karargâhı olarak düzenlenmiş mahalle sevk edildi. Esir subaylara daima birkaç süngülü nefer muhafız olarak refakat ediyordu. İstasyonlarda her dört subaya sekiz süngülü muhafız düşmekteydi.[333]

120. Alay komutanının verdiği ifadeyi içeren 1921 tarihli rapora bakıldığında Osmanlı Hükûmeti ile İtilaf Devletleri arasında imzalanmış Mütareke’nin 16. maddesi uyarınca 7. Kolordu Komutanlığının emriyle tüm askerlerin 9 Mart 1919 tarihinde Hadide’de İngilizlere teslim oldukları görülmektedir. Bu alay, Yemen’deki son Osmanlı kuvvetiydi. Daha önce teslim olan kafileler Mısır’a sevk olundularsa da Aden Vali ve Kumandanlığından gelen bir emirde subay ve üst rütbeli subayların Aden’e, bekâr subayların Kamaran Adası’na nakli kararlaştırıldı. Komutanla beraber 32 subay, 16 mülkiye memuru ve 400’e yakın nefer 23 Mart 1919’da Kamaran Adası’na sevk edildi. Esir kafilesi, Kamaran esir karargâhına varıncaya kadar hiçbir zahmet ve meşakkate maruz kalmadan gerek Hadide’de ve gerek Kamaran’da İngiliz kumandan ve subaylardan iyi bir muamele gördü. Kamaran’daki ordugâh Osmanlı karantina idaresi müesseselerinden oluşuyordu. Esirlere Kamaran köyüne girmemek şartıyla evvela subay ile emir erlerine; bir müddet sonra da umuma karargâh civarında ve hatta bütün adada serbest gezme izni verildi. Esir kafilesinin bir an evvel İstanbul’a sevkine lüzum görüldü. Esirlerin ifadelerine göre esirler esaretleri boyunca İngilizler tarafından hiçbir sûi muameleye maruz kalmadılar. Adada sivil esirlerin iaşesi her sabah Hint taburundan verilen erzakla temin olunmaktaydı. Askerin yemekleri karavanada pişirtilmiş, subayların erzakı ayrıca verilmiştir. yüzbaşı ve yukarı rütbedeki subaylara yevmiye olarak ikişer rupi ve mülâzımlara ikişer rupiden birkaç kuruş noksan verildi.[334]

Balıkesirli hesap memur yardımcısının, esaret sonrası 2 Ağustos 1919 tarihinde verdiği ifadeden; İngiliz donanmasının bombardımanı ve Arapların isyanları neticesi 16 Haziran 1916 tarihinde Cidde’nin düşmesinin ardından taburu ile beraber esir düştüğünü öğrenmekteyiz. Elli altı gün bütün subaylar Cidde’de mevkuf kaldıktan sonra İngiliz vapurlarıyla Süveyş’e çıkarıldılar. Hesap memur yardımcısı ziyadesiyle rahatsız olduğu halde iskeleden yarım saat mesafede bulunan karantina mahalline kadar yürümek mecburiyetine tutuldu. Süveyş’te karantinada elli gün kaldıktan sonra İskenderiye’nin Seydi Beşir mevkiindeki esir karargâhına sevk edildiler. Esirler seyahat sırasında hiç kimse ile temas ettirilmediler. Karargâha vardıklarında üzerleri aranmış, eşyaları ve hatta parası olanların paraları alınmıştı.[335]

Osmanlı askerlerinin İngiliz askerleri tarafından nasıl esir alındıkları ve esaretleri süresinde yaşadıkların raporlara yansıdığı yukarıda ifade edilmişti. Türk hekim subaylarına reva görülen davranışlara ilişkin somut verilere ve ayrıntılara Kızılhaç belgelerinden de ulaşılmıştır. Kızılhaç Arşivinde bulunan Yemen Kolordu Sıhhiye Müfrezesi’nde görevli Binbaşı Dr. Süleyman Sudi’nin raporunda İngilizlerin esirlere uyguladığı hukuk ihlallerinden bahsetmektedir. Süleyman Sudi İngiliz operasyon bölgelerinde İngiliz ordusunun Cenevre Antlaşması’nın belli hükümlerine uymadığını, kimi bölgelerde bu ordunun Rus ordusuna göre daha hoşgörüsüz hareket ettiğini yazmıştı.[336]

Hicaz Sıhhiye Hekimi Binbaşı Faik Fikret’in raporunda ise şu ifadeler yer almaktadır:[337]

“Süveyş’te, açık bir kampta (sıhhiye ofisi) sandıklar kırıldı ve içindekiler yağma edildi. Kumaş parçaları, mercan tespihler, gümüş kaplamalı kamçılar, halı gibi özel eşyalarımıza el konuldu.”

İngiliz ordusu tarafından hekim subaylara uygulanması gereken Cenevre Sözleşmesi hükümleri Osmanlı hekimlere uygulanmamıştır. Sözleşme gereği hastanenin araç ve gereçlerine dokunulmaması gerekiyordu. Buna rağmen İngilizler, hastanenin ve doktorların tüm malzemelerine el koyarak hastanede bulunan yaralı ve hastaların tedavilerini de engellemişti. Doktorlara ait malzemelere dokunulmaması gerektiği halde ilgili maddenin uygulanmadığını, Hicaz sıhhiye müfrezesi doktoru Binbaşı Faik Fikret’in raporu göstermektedir:[338]

“Yüzbaşı Doktor Nevzat Bey in gereçleri için - Cenevre Sözleşmesi’ne uyum konusunda- dikkatini çekmek adına Sisi-Bichr (Seydi Beşir) Kamp Komutanı Yarbay Woods’a başvurdum. Teşebbüslerim olumlu bir sonuç doğurmadı. Yukarıda bahsi geçen hastanenin gereçleri geri verilmedi.”

Kızılhaç Arşivinde bulunan Başhekim Kadri’ya ait bir başka raporda İngilizlerin Cenevre Sözleşmesi’nin 9. ve 12. maddelerine riayet etmedikleri şu ifadelerle anlatılmıştır:[339]

“Bizi esir alan askerler, mensup olduğum kolordunun subaylarının saat ve yüzüklerine el koydular. Su içmek için Khalala’ya kadar yaya vaziyette 17 saat yürümek zorunda kaldık. Su içmek için bize layık görülen, atlar için kullanılan yalaklardı. Atlardan arta kalan suyu içtik, kirli ve saman karışmış bir suydu. Bizi hayvan taşımakta kullanılan vagonlarda gübrelerin üzerine yerleştirdiler. Süveyş yakınlarındaki Kantara’da, demir tellerle çevrilmiş bir arsaya hapsedildik.”

Hicaz Cephesi’nde esir düşen Asir Tümeni Başhekimi Yarbay Rıfat, Kamaran Adası’ndan Mısır esir kamplarına nasıl getirildiğini şu şekilde anlatmaktadır:[340]

“Kamaran Adası’ndan Süveyş’e nakledildik. Sıhhiye subay ve görevlileri, geminin güvertesinde, halatlarla çevirili bir yerde, süngülü Hindu askerlerin nezaretinde, tahtaların üzerinde uyudular. Bu yer öyle dardı ki içlerimizden bazılarının ayakta durması gerekti. Gemi rıhtıma vardığında, yük hayvanları için kullanılan vagonlara nakledildik. Yunan aileleri uzaktan yüzümüze tükürdü. Hindu kampına vardığımızda, bizi dikenli tellerle çevirili bir arsaya koydular. Buradan kamyonla Kahire garına yollandık, eşyalarımızı omuzlarımızda taşıdık.”

1.2.6                                                                           Esirlerin Hindistan ve Burma Kamplarına İntikali

İngilizler, özellikle Irak Cephesi’nde esir aldıkları Türk esirleri öncelikle bu bölgedeki geçici esir kamplarında tutmuştu. Buradaki amele taburlarında çalıştıracakları esirlerin haricindekileri anavatana çok uzak bir yere, Hindistan ve Burma esir kamplarına göndermişti. Sevk işlemi çok uzun sürmese de esirler için bu kısa süre, seyahatin çok ötesinde ömürleri boyunca unutamayacakları felaketleri yaşadıkları bir dönem ol du. Askerler, bu seyahatte çektikleri sıkıntıları ne cephede yokluk içinde savaştıkları dönemde ne de esir kamplarına yerleştirildikleri dönemde çektiler. Bu vapur yolculuğunu anlatan esirle rden birisi Mehmed Efendi’ydi. Kûtu’l-Amâre Kuşatması’nda esir düşüp Basra’ya getirilen Mehmed Efendi’nin içinde bulunduğu Osmanlı esir grubu, Basra’da bir süre kaldıktan sonra 5 Haziran 1916 günü Hindistan’daki esir kamplarına gitmek üzere kamptan ayrıldı. Yüzbaşı, Üsteğmen Cemil Efendi, Yedek Subay Mehmed Efendi ve iki kişi daha ikinci sınıf bir kamaraya yerleştirildiler. Bir gün sonra kahvaltıda patates, et ve pilav verilmişti. Ayrıca Türk subaylardan Yüzbaşı Arif Efendi içkiyi fazla kaçırmış ve bir yüzbaşı ile kavga etmişti. 6 Haziran günü esirler Aşar’dan hareket edildi.[341]

Vapurda yemek işi düzene girmiş ve muntazam esirlere yemek verilmişti. 12 Haziran 1916 günü Hindistan Bombay’a ulaşıldı. Iraklı esirlerin ayrılarak trenle Sumerpur’a gönderileceği söylendi. Aynı devlete ve aynı kanuna bağlı askerler birbirinden burada ayrıldı. Burada vapurdan indirilen esirler, trenle 14 Haziran 1916 günü geçici olarak Kalküta esir kampına getirildi. Esirlerin yollarda yiyecek sorunu olmadı. Burası Ganj Nehri kenarında bir yerdi. Gayet büyük olan bu kışlada, üzerinde Farsça yazan eski zamanlardan kalma toplar bulunuyordu. Bu topların, Farsların Hindistan’ı istilası zamanında getirilmiş ve bırakılmış olduğu söylenmekteydi. Esirler, tel örgüler içinde 1.200 metrelik dikdörtgen bir yere bırakıldı. Bu esnada dışarıdan yemek getirilmiş ve esirler yemeklerden memnun kalmıştı. Akşama ise yemek istedikleri gibi olmadı. Erlere ve subaylara aynı yemeğin verilmesini emreden generalin emri reddedildi ve verilen ekmekler alınmayıp tercüman diye gönderilen kişi de kovuldu. Bir İngiliz doktorunun gelmesiyle yemek sorunları az da olsa çözüldü. Subayların bile yemek ihtiyacı tam olarak giderilmedi. Subaylar parayla dışarıdan yemek söylemek zorunda kaldılar. Burada yoklama yapılmış, bir saatte ancak 200 er sayılabilmişti. Yemekleri getirenler Müslüman Hintlilerdi ve esirlere yardım etmek istiyorlardı. General kampa gelerek kısa süreliğine subayları ziyaret etmiş, sadece bir paket sigara bırakıp gitmişti. 19 Haziran akşamı esirlere yemek çıkmaya başladı. Aynı gün, İngiliz doktorunun yardımıyla yola çıkan üç subay, trende birinci sınıf mevkide seyahat etmişti. 22 Haziran günü Rangoon’a ulaşmışlardı. Üç aylık esaretleri sonunda ancak kalacakları karargâha gelebildiler.[342]

Basra’da kampta dağıtılmak istenen Sultan Vahdeddin’in beyannamesini yırtan Nureddin Peker, Ermeni tercümanın ihbarıyla Millî Mücadele taraftarı olmakla suçlanıp Hindistan Karaçi’de bulunan esir karargâhına gönderilen bir diğer esirdi. Esirlere Hindistan’a sevkleri sırasında gemide verilen yiyecekler çok yetersizdi. Nureddin Peker’in içinde bulunduğu esir kafilesi, 5 Eylül 1920 günü bir ticaret ve liman şehri olan Hindistan Bombay’a ulaştı. Burası görkemli camileri ve mimariyle tam bir İslam şehriydi. Esirler gümrük ve liman işlemlerinden sonra İngiliz memurları eşliğinde gemiden indirildiler ve karantinaya götürüldüler. Burada büyük kazanlarda hazırlanmış ilaçlı sularda tamamen çıplak olarak temizlendiler. Esirlere verilen elbiseler ütü vagonlarında özel olarak hazırlanmış ve esirlere giydirilmişti. Türkiye’ye geldiklerini zanneden esirler, Hindistan’a geldiklerini anlayınca, küçük bir isyan çıkarıp bağırıp çağırmışlar ve bunun cezası olarak esirlerin Hintli halk ile konuşması yasaklanmıştı. Daha önce burada tutulan esirler Türkiye’ye gönderilirken yeni esir kafilesin buraya getirilmesi ilginçti. Bunun sebebi, Mustafa Kemal Paşa taraftarı olan Nureddin Peker gibi kişilerin barış yapılıncaya kadar Anadolu coğrafyasından uzak tutulmak istenmesiydi. Nureddin Peker, burada bir İngiliz subayı ile ağız dalaşına girdiği sırada bir başka subay burnuna yumruk atmış ve küçük bir karışıklık çıkmıştı. Nureddin Peker gemide de boş durmamış, Hintlileri ve Müslümanları bağımsızlığa sevk etmişti. Türk esirler arasında da bir kargaşa başlamıştı. Olay, Irak’tan beraber geldikleri ve Türkleri tanıyan İngiliz çavuşlar sayesinde kısa sürede kapandı. Yalnız Nureddin Peker, Mustafa Kemal Paşa taraftarı ve isyancılık ile suçlanarak gemide ateşçilik cezasına çaptırıldı. Arkadaşlarından ayrılarak Bombay’da bırakıldı ve burada 3 gün hapiste tutuldu. Kendisinden başka gruptan ayrılan Aydınlı Ali ise sopayla bir İngiliz subayını dövdüğü için daha ağır bir cezaya çaptırılmıştı. Gemi Serendip, Madras, Bingale sularında seyrederek tekrar Bombay’a gelecekti. Ceza alan bu kişiler, gemi ocağında üçer saat arayla ateşçilik yapıyordu. Vantilatörler çalıştığı halde içerisi dayanılmayacak kadar sıcaktı ve ikinci günü Nureddin Peker bayıldı. Kısa sürede Nureddin, görevliler sırasında zeybek oynayıp türkü ve marş söylemeye başlamış, bu durum İngilizlerde merak uyandırmıştı. Nureddin, İngiliz sağlık memur ile dost olmuş, kızının ve karısının resimlerini kara kalemle çizmişti. Bu sayede, kendisi ve arkadaşı nöbete gitmekten kurtuldu. Yerlerine ise Hintliler gönderildi Nureddin, günlerini resim ve alüminyum tabaklara armalar ve portreler yaparak ve Osmanlı armaları çizerek geçiriyordu. İlk geldikleri gün kavga ettikleri İngilizler ile dost olmuştu. Akşamları ise Nureddin, Kafkas ve Çerkez havaları çalarak İngilizleri eğlendirmiş, İngilizler ise kendisini asla bırakmayacaklarını söylemişti. Bu durum, geminin 26 Eylül günü Bombay’a dönüşüne kadar devam etti.[343]

Hüseyin Fehmi Genişol’un anlattıklarına göre Basra esir kampından zayıf oldukları için seçilip Hindistan esir kamplarına gönderilen esir kafilesini taşıyan gemi, 8 Eylül 1918 günü yola çıkmıştı. Gemi 7 gün 8 geceden sonra Hindistan’ın güneybatısında bulunan ve Hindistan’ı Avrupa’ya bağlayan büyük ve canlı bir liman şehri Bombay’a ulaştı. Rıhtımda esirlere Hintli Müslümanlar tarafından içinde beyaz renkli iki ceket, iki pantolon, iki don, iki gömlek, iki çift çorap, iki peşkir, bir havlu ve bir mendil bulunan birer bohça ile birlikte Osmanlı arması ve içi yaldızlı fes verildi.[344]

Kûtu’l-Amâre’de esir düşen ve Bağdat üzerinden Basra’ya getirilen Mustafa Tütüncü’nün de içinde bulunduğu esir kafilesi, bir süre burada kaldıktan sonra Bombay’a yola çıkmıştı. Hindistan’a getirilen esirler için çile henüz bitmemişti. Esirleri daimî kalacakları kamplara kadar uzun bir tren yolculuk beklemekteydi. Bir sahil kasabası Bombay mamur bir haldeydi. Kalküta ise Bombay’a göre daha gelişmiş ve büyük bir yerdi. Esirler Kalküta’dan vapurla dört gün süren yolculuk sonrası Rangoon’a getirildi.[345]

Sumerpur esir karargâhında teğmen rütbesinde bir esir, 1915 yılında müstear isimle yazdığı bir yazı ile esirlerin sevkleri ve kamplardaki yaşantıları hakkında bilgiler vermiştir. Esir teğmen, daha sonra gazetelerde de yer bulacak bu şikâyet mektubunda, kendilerine kamplarda sürekli küfürler edildiğini ve esir olarak kamplara getirilirken vapurlarda çok hareketler gördüğünü söylemişti.[346] Gazze Cephesi’nde, Şam’a geri çekildikleri zaman esir düşen 1889 doğumlu Lâpsekili Habib Turgut, Mısır’da 3 yıl esir kaldıktan sonra 36 günlük bir vapur yolculuğuyla 25 ay esir kalacağı Hindistan’a götürülen bir başka esirdi.[347]

Esaret sonrası alınan ifadelere yalnızca Genelkurmay ATASE Arşivinde değil Osmanlı Ordu-yı Hümayunu Başkumandanlığı Vekâletinden Kızılay Cemiyeti Riyasetine yazılan belgelerde de rastlanmaktadır. 1916 yılında Burma’ya sevk edilen esirlerin vapurların ambarlarına doldurularak gıdasız, havasız; hastaların ilaçsız bırakıldığı ve bu suretle birçok ölümün gerçekleştiği bilinmektedir. İngiliz askerlerin esir askerlerden bazılarını vapur direğine bağlayarak dövdükleri, bir subayı vurdukları ve bir başka subayı tel örgüyle çevrili ve pis mahallerde ikame ettirdikleri belgelerde göze çarpmaktadır. Subaylara Çanakkale’nin tahliyesine kadar iki maaş verilmesinden kaçınılmıştı. Bütün mülkiye memurlarına yalnız bir asker tayini vermekle yetinildi. Bu iddialar üzerine başkumandan vekili İngilizlerin Türk esirlere reva gördükleri bu muameleyi şiddetle protesto etmekle beraber bu halin devamında misilleme olarak aynısının İngiliz esirlere uygulanacağını Kızılay vasıtasıyla İngiltere Kızılhaç Cemiyetine tebliğ etti.[348]

Tanin gazetesinin editörü Cemil Hakkı Bey’in mülakat yaptığı bir grup esirin anlattıkları göre Basra’ya getirilen esirler Basra karşısındaki Achare’de demir atan bir geminin ambarına konuldu. Esirler üç gün sonra Bombay’a gitmek üzere ayrılan bir başka gemiye alındı. Denizaltı tehlikesi sebebiyle yolculuk çok daha uzun sürdü. Bombay’da geminin ambarında bir gece geçirdiler ve kötü muameleden dolayı yolda ölenler Bombay’da gömüldü. Esirlerin dini inançlarını hiç dikkate almayan İngilizler, ölüleri Hıristiyan mezarlığına gömmek istemişti. Müslüman Hintlilerin itirazı üzerine İngilizler, bu plandan vazgeçmek zorunda kaldı. Denizaltı tehlikesinden dolayı yirmi gün süren bir yolculuktan sonra esirler Burma’ya ulaştılar.[349]

Kızılhaç heyeti, esirlerin Mezopotamya’dan hangi şartlarda Rangoon karantina kampına getirildiklerini araştırmıştır. Bu amaçla heyet, esirler, kamp doktorları ve en son esir kafilesini Rangoon’a getiren posta buharlı gemisi Bangala kaptanı ile görüştü. Esirler Basra’dan gemi ile önce Bombay’a ve Karaçi’ye, oradan da tren ile Hindistan’dan geçerek Kalküta’ya (Calcutta) getirdi. Esirler, 60 kişilik vagonlarda taşındı. Seyahatleri boyunca günde iki defa esirlere bisküvi, ekmek, peynir, meyve ve çay dağıtıldı. Esirler buradan Rangoon’a bazen direk gemiler ile gönderildi bazen de Kaltüta’da Williams Kalesi’nde bir müddet bekletildi. En son olarak da Hindistan ve Burma esir kamplarına dağıtıldı.[350]

1.2.7                                                                           Irak Esir Kamplarında Amele Taburları

Dicle Grubu Sıhhiye Bölüğü hesap memuru vekilinin esaret sonrası verdiği ifadesinde, 30 Ekim 1918’de esir olduklarını, yaralı ve hastaların, önce Şirkat Hastanesine, ardından Bağdat’a sevk edildini söylemişti. 25 gün Bağdat’ta bırakıldıktan sonra aynı sıhhiye heyeti, vapurla Basra’ya gönderilmişti. Bağdat, Kûtu’l-Amâre, Amâre, Kurna ve Basra şehirleri tamamen değişmiş ve Bağdat-Basra arasındaki Dicle Nehri vapurların seferleri çalışır hale gelmişti. Bağdat, Kûtu’l-

Amâre, Amâre ve Basra iskelelerinin her birinde takriben büyük ve küçük olarak 100-150 vapur vardı. Bağdat ve civarında 13 Osmanlı amele taburu teşkil edilmişti. Esir askerler burada çalıştırılmış ve yevmiye olarak 60 para veya iki kuruş ücret ödenmişti.[351]

64. Alay 1. Tabur tabip yüzbaşının esaret sonrası verdiği ifadesine göre 1919 senesi başlangıcında Hindistan ve Irak’taki askerler taburlara taksim edilmiş, her tabura muvazzaf bir Osmanlı tabibi verilmiş ve Irak’ın değişik yerlerinde düşük yevmiye mukabilinde çalıştırılmıştı. İaşe ve çalışma şartları hakkında ise bir bilgi bilinmemektedir.[352]

Dicle Grubu Karargâhı Kumandanı olup esir iken Basra’dan firar eden Cavit Bey, Türk askerlerinin Bağdat’ta, Kûtu’l-Amâre’de Amele Taburları adı verilen yol, kanal ve saire inşaatlarda günlük iki kuruşa çalıştırıldığını söylemiştir.[353]

Amele taburlarının çoğu Basra civarında kurulmuştu. Musul’dan firar ederek gelen ve 7 Temmuz 1919 tarihinde ifadeleri alınan 12 askerin ifadesine göre Bağdat’a getirilen esirlerden 1.200 kişilik bir tabur teşkil edilmişti. Bu askerler Basra’ya amele taburuna götürülmüşler ve burada bir buçuk iki ay kadar istihdam edilmişti. Buralarda saman, erzak, toprak vesaire taşımakla meşgul oldular. Bu esnada fazla eziyet ve fenalık görmüşler ve dövülüp aşağılanmışlardı. Esirlere güçlerinin üstünde eşya taşıttırıldı. Esirlere iaşe olarak iyi bakılmış fakat maaş verilmeyip 8-9 saat çalışmaları karşılığında yevmiye olarak iki kuruş verilmişti. Bir kısım esir, Kûtu’l-Amâre’ye nakledildi ve orada da aynı şekilde çalıştırıldı. Burada ise iaşe yarı yarıya düştü. Esirler sivil Müslüman ahali ile katiyen görüştürülmedi. Hatta Müslüman askerler ile görüşmek dahi yasaklandı. Aksi davranan ise dövüldü.[354]

Bellary esir kampında bulunmuş Yarbay Hasan Yetimi, Bellary kampındaki 1.000 kadar askerin 1918 yılı ortalarında toprak işlerinde çalıştırılmak üzere Basra kampına gönderildiğini yazmaktadır.[355]

Esaretten dönen esir subayların verdikleri ifadelerde de amele taburlarına dair bilgiler vardır. Esir askerlerden teşkil edilen amele taburları bataklıkları kurutmak için gayet fena ve uygunsuz şartlar altında istihdam edildi. Başka iklimlerin insanı olan Türk askerleri bu şekilde önemli ölçüde zayiata uğradı. Erzak olarak üç subaya bir havuç, bir iki kokmuş soğan, küflenmiş çorbalık konserve ve bir kaşık kadar reçel veriliyordu. Esirlerin rencide ve azap içinde geçirdikleri hal ve hayatı hiçbir İngiliz subay ve memuru önemsemiyordu.[356]

Diyarbakır’dan 13. Kolordu Kumandan Vekili Ahmed Cevded’in Harbiye Nezaretine gönderdiği 13 Mayıs 1919 tarihli şifreli telgrafta, Basra’daki esirlerden firar ederek Nusaybin’de bulunan 24. Alaya iltihak eden 8 askerin ifadesine yer verilmiştir. Askerler verdikleri ifadede, İngilizlerin esirleri toprak işlerinde çalıştırdıklarını anlatmıştır. Esirlerin iaşesi pek kötüydü. .Mütareke’nin akdinden sonra çalışmaktan imtina eden esirlere bir İngiliz bölüğü tarafından ateş edilerek 11 asker yaralanmış, 3 asker ise şehit edilmişti.[357]

Kastamonulu 3. Alay Sahra Topçu Tabur, 2. Bölük, 4. Ahır Çavuşu Ahmed oğlu Mehmed, Basra’da tel örgüyle çevrili çadırlı ordugâhta on beş gün kadar tutuklu bulundu. Bu zaman zarfında Basra civarında yol inşaatında ve rıhtımda nakliyatta çalıştırıldı.[358]

Basra merkez taburunda 1.200 kişi bırakılarak sağlam ve çalışabilecek durumda olanlar Ağustos 1918’de Kûtu’l-Amâre ve Bağdat tarafına; zayıf olanlar başka tarafa ve geri kalanlar daha hafif ve para karşılığı yapılmakta olan istasyon hamallığına gönderilmişti. Bu işte çalışmasına göre günde 10-15 kuruşa kadar para alınıyordu. Hüseyin Fehmi Güneş de zayıfların olduğu kampa gitmiş ve bir ay orada çalışmıştı. Daha sonra Basra esir kampında zayıf olan esirler seçilerek Hindistan esir kamplarına gönderildi.[359]

Hüseyin Fehmi Genişol’un hatıralarında esirlerin angaryaya götürüldükleri yazılıdır. Esirler, Fav Boğazı’ndan Basra, Kurna, Amare, Kut ve Bağdat’a giden demiryolunun kenarından ve Basra’nın 5 km dışından çevrilerek kuzeyden başlayan 20 metre genişliğinde, 12 metre derinliğinde kanal kazma işinde çalıştırıldılar. Kanal

hafriyatında ilk gün 20 kişiye bir vagon verilmişti. Esirlerden kazılan toprakların sepetler ile vagona yüklenmesi ve sabah 07.00’den               11.00’e kadar bitirilmesi

istenmişti. Esirlerin bu işi vaktinden önce yaptılar. Takdir görecekleri yerde bu sefer 10 kişinin bir vagon doldurması istendi. Bir süre sonra 10 kişinin 2 vagon doldurması istenmiş, işçiler zorlansa da bu işi de başarıyla yapmıştı. Birkaç hafta sonra ise öğleden sonra 13.00’den 16.00’e kadar vagon doldurmak için akşam vardiyası konuldu. Esirler buna isyan ederek çalışmadılar. Her türlü hakaret ve dayağa karşı çalışmayı reddetdiler. Kısa süreliğine ara verilen bu angarya bir müddet sonra tekrar başlatıldı.300 [360]

Hüseyin Fehmi Güneş, hatıratında ayrıca Bellary esir kampından seçilen bazı esirlerin amele taburlarında çalıştırılmak üzere Basra kamplarına gönderildiğini yazmaktadır. 24 Eylül 1918 tarihinde 2. 3. ve 4. taburlardan zayıf olanlar ayrılmış ve bunların yerine diğer taburlardan askerler tamamlanarak Basra’ya gönderilmişti. Diğer askerlerin ayaklarında bulunan İngiliz fotinleri gidecek askere verildi. Hüseyin Fehmi Güneş, Basra’ya göre Hindistan esir kampının daha hafif olması sebebiyle bu grubun İngiliz Kumandanlık Dairesine getirildiği sırada bir bahane bularak gruptan kaçmayı başardı. 2. Tabur Pune Girne’ye, 3. ve 4. Tabur Basra’ya gönderildi.[361] Bir başka hatırat yazarı olan Mustafa Tütüncü de esirlerin amele taburlarında ücret karşılığı gün boyunca çalıştırıldığını söylemiştir.[362]

Bağdat esir kamplarında esirleri angaryada çalıştırıldıkları Nureddin Peker’in anılarında da yer almaktadır. Yalnız çalışma karşılığında para verip verilmediği konusunda bir bilgi yoktur. İngilizler genelde angaryada çalıştırdıkları esirlere ücret ödemişti. Birinci ve ikinci esir bölüklerinden 300 esir, Bağdat’ın güneyinde Dicle Nehri kenarında şalupa denilen büyük sandallarla karaya tuğla, çimento ve saç taşıdılar. Esirler bu yükleri güneş altında taşırken İngilizler hiçbir iş yapmadan oturmaktaydı. Nureddin Peker’in bu duruma itiraz etmesi ve askere bildirmesi sonucu kendisine isyancı muamelesi yapılmış ve 150 askerle etrafı kuşatılmıştı. Bu çalışma sırasında İngilizler sürekli küfretmiş, bu küfürlere karşı da Türk esirler İngilizlere küfür sayılan hareketler yapmışlardı. Bu durum, İngilizleri iyice çileden çıkartmış ve esirlere tuvalete gitme izni bile vermemişti. Tuvalet ihtiyaçlarını oldukları yerde yapmaları istenmişti. Her iki tarafı da geren bu olay, ölümle sonuçlanmış ve küçük bir isyana dönüşmüştü. Küçük abdestini diz çökerek yapan ve arkadaşları tarafından Selo diye adlandırılan 1.80 boyunda Haymanalı Salih, bir İngiliz nöbetçi askeri tarafından göğsünden vurularak şehit edilmişti. Türk esirler bu karışıklıktan faydalanarak şehit edilen askerin başındaki İngiliz ve Gurkalardan 15 kadar subay ve eri ele geçirmişti. Esirler eğer istekleri yapılmaz, katiller yargılanmaz, şehit olan arkadaşlarının İslami kurallara göre defnine izin verilmez ve esirlere uluslararası esir antlaşmalarına göre muamele yapılmaz ise çarpışarak öleceklerini söylediler. Bunun üzerine, İngilizler geri adım atarak Türk esirlerin istekleri yerine getirdi. Hemen ardından katil nöbetçi askerin silahı alındı ve palaskası çıkarıldı. Öldürülen esirin cenazesi İslami kurallara göre Türk bayrağı örtülerek hazırlanmış ve Müslüman Hint Süvari Birliğinden süvariler silahsız olarak ve nöbetçi Gurkalardan bir bölük, silahları ters çevrilmiş bir şekilde cenaze törenine katılmışlardı. Buna benzer bir olay yine kampta gerçekleşmiş; namaz kılan bir esir sürünüp tellerden kaçacak diye sarhoş bir İskoçyalı asker tarafından öldürülmüştü. Ayrıca Kûtu’l-Amâre’ye getirilen esirler, yollarda ve ihtiyaç duyulan yerlerde de işçi olarak çalıştırılmıştı.303 [363]

Mısır esir kampından firar edip Diyarbakır’a gelen Dicle Grubu karargâh kumandanının 1 Temmuz 1919 tarihinde verdiği ifadesinden, Dicle Grubu askerlerinin Bağdat ve Kut’ül-Amare’de bir çadırlı ordugâhta kaldıklarını, halka karıştırılmadıklarını, yol, kanal ve diğer bazı inşaatlarda çalıştırıldıklarını öğrenilmektedir. Askerlere çalıştıkları gün yevmiye olarak iki kuruş veriliyordu.[364]

1920 yılının başında Musul’dan gelen istihbarata raporlarına göre de 1.000 kadar Türk esiri, Musul’un 100 km kadar güneyinde bulunan Şirkat’ta yol yapımında çalıştırılmıştı.[365]

Osmanlı Devleti, İngiltere tarafından Türk esirlere sürekli kötü muamelede bulunduğuna dair tarafsız devletler vasıtasıyla notalar vermiştir. Bu notalardan biri Türk savaş esirlerinin cephe önünde çalıştırıldığına dairdi. Amerika Birleşik

Devletleri’nin Londra Büyükelçisi Walter Hines Page, İngiliz Dışişleri Bakanlığına 5 Nisan 1916’de Mezopotamya’daki İngiliz güçleri tarafından Türk savaş esirlerine uygulandığı iddia edilen kötü muameleye ilişkin Osmanlı Devleti’nin notasını iletmişti. İngiliz Savaş Ofisinden gelen cevapta, İngiltere Dışişleri Bakanı Edward Grey, 3. Hindistan Ordu Birliği komuta genel subayı, ilgili tümenler ve süvari tugayları tarafından dikkatli araştırmalar yaptığını bildirdi. Bu araştırmalar sonucunda Türk savaş esirlerine, ateş altındaki savaş alanını temizleme şeklinde bir görev verildiğine dair bir emareye rastlanamadığı ileri sürüldü. Sadece 17 Nisan tarihinde bir grup esir, ateş hattının 2,5 mil arkasındaki İngiliz hastanesine yakın olan bir noktada mezar kazmakla görevlendirilmişti.306 [366]

Yukarıda bahsedilen belgeye Osmanlı Arşivinde de rastlanmış ve olay benzer şekilde anlatılmıştır. 6. Ordu Kumandanlığından Başkumandanlık Vekâletine 21/22 Mart 1916 tarihinde gelen yazı, Dicle Cephesi’nde, İngilizlerin Türk esirlerini ateş hattında nasıl çalıştırdığının detaylarını içermektedir. Osmanlı Devleti’nin iddiasına göre İngilizler, lüzumsuz yere askerin kıtalarından ayrılmasına mâni olmak için harp meydanında bırakılan silah, teçhizat, cephane ve malzemelerin toplatılması için mümkün olduğu kadar esir istihdam etmişti. İngiliz yetkililer tüm bu malzemeleri esirlere taşıttırmıştı. 6 Haziran 1916 tarihinde Irak’ta İngilizler tarafından Osmanlı esirleri hakkında gerçekleşen muameleye dair İngiltere Hariciye Nezaretinden gelen cevapta, ateş hattında hiçbir esirin bulundurulmadığı, yalnız 17 Nisan’da ateş hattının iki buçuk mil gerisinde İngiliz Hastanesi yakınında bir kısım esirlerin mezar hafriyatında istihdam edildiği belirtilmişti. Bu istihdam Lahey Mukavelesi’nin 6. maddesine aykırı değildi. Osmanlı Devleti, bu uygulamadan vazgeçilmediği takdirde elinde bulunan İngiliz esirlerine aynı muamelenin gerçekleşeceğini İngiltere Hükûmetine bildirdi.[367]

Yukarıdaki notadan başka Osmanlı Hariciye Nezareti Mart 1917’de tüm yaşananları özetledikten sonra İngiltere Hükûmetinin uluslararası hukuka aykırı olarak esirlere karşı gösterdiği muameleden vazgeçmediği takdirde elinde bulunan tüm İngiliz esirlerine aynı muamelenin tatbik edileceğini İngiltere Hükûmetine bir kez daha bildirdi.[368]

1.2.8 Irak Esir Kamplarında Firar Olayları

Basra esir kamplarında gününü geçirmiş Mülazım Mehmed Sinan Efendi, İngilizlerin baskısına ve esaretin zorluklarına daha fazla dayanamayıp harp okulundan ve Çanakkale Cephesi’nden arkadaşı Hamdi Bey ile kaçmaya karar vermişti. Kamptan kaçış için iki nöbetçinin arasından fırlayıp tel örgüleri aşmaktan başka çare bulamadı. Gündüzleri tel etrafında zayıf nokta ararken Raşid Çavuş, kaçmak için fırsat kolladığını fark etmişti. Hindistan kamplarını birbirine katarak bu kampa sürgün gelen Kastamonulu Raşid Çavuş’a göre buradan kaçmak neredeyse imkânsızdı. Tek kaçış yolu ise hastalanıp hastaneye yatmak ve oradan kaçmaktı. Hastanede nöbetçiler olmasına rağmen tel örgüler yoktu. Gecenin karanlığından istifade edip kaçabileceklerdi. Hastaneye yatış ise kolay değildi. Bu konuda Raşid Çavuş basit ve tehlikesiz bir yol biliyordu. Hastalanıp hastaneye yatmak için iki tür ilaç vardı.. Birincisi, suni bel soğukluğu, diğeri ateş veren bir maddeydi. Bu ilaçları Hindistan kamplarında öğrenmişti ve tecrübe ettiğine göre bir tehlikesi yoktu. Mehmed Sinan bel soğukluğu için olanı, Hamdi Bey ise ateş yapan ilacı tercih etti. Bu ilaçlar kullanılmış ve sabah viziteye çıkıldığında durumdan hiç şüphelenmeyen doktor esirleri hastaneye sevk etti. Mehmed Sinan doktora hastalığının daha önceden olduğunu ve tam olarak iyileşmediğini söyledi. Yarım saat içinde özel hastane otomobili ile hastaneye götürüldü. Hastane tahta ve kütüklerden yapılmış uzun pavyonlardan ibaretti. Her koğuş elektrikli ve vantilatörlüydü. Hintli ve diğer müstemleke asker ve subaylardan ayrı olarak İngilizlerle Türk subaylarına mahsus bir pavyon daha vardı. Hastanede yapılan tetkiklerde kendisinin bir şeyi olmadığı anlaşılmış ve geri gönderilme tehlikesi baş gösterince ısrar ederek ve çok acı çektiğini söyleyerek bir hafta daha hastanede kalmasına izin verildi. Hamdi Bey ise ilacı içmekten korkmuş kendisini bir evham sarmış ve paniğe kapılmıştı. Gece yarısı telin etrafında dolaşmaya başlamış, nöbetçinin “çelo” diyerek yaptığı ihtarı duymamış ve nöbetçinin silahı ile yere yığılmıştı. Dört Hintli sedye ile doktora götürüldü. Tüfeğin, kurşunla değil de saçma ile dolu olması hayatını kurtarmış fakat kafası boynu ve omuzları tamamen saçma ile dolmuştu. Doktor bir kısmını temizlemiş ve yaraları sarılarak hastaneye sevk etmişti. Hamdi Bey bu talihsiz olayları uğursuzluğa yorarak kaçmaktan vazgeçtiğini söylemiş, bu durum Mehmed Sinan’ın moralini bozmuş, yine de kendisi kaçmaktan vazgeçmemiş ve hastane etrafında kaçış için planlar yapmıştır. Nöbetçilerle gözaltına alınmış olsa da hastanenin etrafı tel örgülerle çevrili değildi. Buna rağmen kaçmak mümkün görünmüyordu. Mehmed Sinan hastanede kendisini ziyarete gelen Ispartalı Salih Bey’e, kamptan kaçmak için hastaneye geldiğini, arkadaşının vazgeçtiğini ve yalnız kaldığını söylemişti. Salih Bey de aynı fikirde olduğunu ve hastaneden kaçmak istediğini anlatmıştı. İlk yürüyecekleri yer Arabistan olacağından Arapça bilmesi sebebiyle Trablus’ta büyümüş Topçu Mehmed Ali’nin de kendileri ile gelmeleri gerektiğini düşündüler.[369]

Sefaletten ve perişanlıktan bıkmış olan Topçu Mehmed bir süre düşündükten sonra teklifi kabul etti. Son olarak kendilerine bölgeyi iyi bilen bir kılavuz gerektiğini düşünülmüş ve bu hususta yardımcı olacak kişi olarak ilk akıllarına hastane civarındaki ikinci üsera kampından Ali Çavuş gelmişti. Mehmed Ali, Salih ve Sinan Bey, Ali Çavuş’a yazdıkları mektupta “Makineli telde geçirdiğimiz hayat sizce malum. Esaretin acı ve sonsuz günleri bizi her an ölüme doğru sürüklüyor.” diyerek kendilerinin yol bilen ve itimada değer bir rehbere ihtiyaçları olduklarını anlattılar. Eğer kaçmayı düşünürse ya da düşünen başka askerler varsa hastanenin etrafındaki hurma bahçesine yakın bir yerde buluşacaklardı. Zamanı kendilerine bilahare bildirilecekti. Ali Çavuş esarette geçen günlerin, çekilmez sıkıntılar ve unutulmaz acılar verdiğini cevap olarak yazmıştı. Kendisinin kaçmak için imkânının olmadığını ama güvenilir yedi erin kaçmaya hazır olduğunu, bir gün sonra denilen yerde hazır olacaklarını ve çalacakları ıslakla kendilerine katılacaklarını bildirdi.[370]

Gece yarısı kaçış sırasında dizanteriden hastanede yatmakta olan makineli tüfek bölük kumandanı, durumu anlayarak kendileri ile beraber kaçmak istedi. “Ya öleyim veya kurtulayım.” diyerek diğer esirlerin peşlerini takıldı. Tüm esirler gündüzden tasarlanan kerpiç çukurlarına doğru yürüyerek ve karanlıktan istifade ederek birer birer hastaneden uzaklaştılar. En son kerpiç çukurunda herkes birleşmiş ve ıssız çölde ilerleyerek hurmalığa ulaşmışlardı. 20 aydır devam eden esaretten kurtuluş zamanıydı. Orada parola gereğince ıslık çalınarak diğer yedi erle buluşulmuş ve tanışma faslından sonra nasıl bir kaçış planı yapılacağı üzerinde anlaşılmıştı. Bu yedi erden Afyon’un Sinan Paşa nahiyesinden Hüseyin Çavuş tecrübesi ve olgunluğu ile diğerlerinden daha farklı görünmekteydi. Gece Şatt’ı geçmek ve o bölgeden uzaklaşmak hususunda hepsi aynı fikirdeydi. Esirler hurmalıktan çöle doğru sekiz on kilometrelik yolu, yürüyerek nehre ulaştılar. Nehri geçecek vasıta bulunamaması üzerine kuzeye doğru yürümüşler ve epeyce uzaklaşmışlardı. Orada bulunan odun yüklü bir kayığın sahibi olan Arap, İngilizlerden korkusuna esirleri nehrin karşına geçiremedi. Bir binanın yanında bulunan iki kayıkla ancak nehrin karşısına geçebildiler. Kayığın sahibi para hususunda çok sorun çıkarmadı. Buna karşın karşı tarafta karşılaştıkları bir sahil güvenlik koruyucusu kaçtıklarını fark etmiş ve kaçaklar var diye bağırmaya başlamıştı. Bu korucu ancak 10 rupi ile bağırmayı bırakmış ve arkadaşların gittiği istikameti göstermişti. Bu sayade esirler birbirlerini bulabilmiş ve alçak duvarlı, çukur bir bahçenin içinde toplanabilmişlerdi.[371]

Burası karpuz, domates ve acurlarla dolu bir tarlaydı. Epeyce dinlendikten ve karınlarını doyurduktan sonra yakınlarda arpa harmanı savuran bir Arap’ın yanına gittiler ve sığınacak bir yere ihtiyacı oldukların söylediler. Arap kaçak esirlere altı saat kadar uzakta Şeyh Abdürrezzak’ın obasının yolunu göstermişti. Şeyh Abdürrezzak’ın çok sayıda adamı vardı. Eğer yanlarına misafir olarak kabul edilirlerse kendileri için bir sorun kalmayacaktı. Araplarda bir kişinin yanına sığınmak önemli bir adet olup bu gerçekleşirse tam bir güven içinde olacaklardı. Orta boylu, kırmızı çehreli ve az konuşan bir kişilik olan Abdürrezzak’ın obasına ulaşıp kendilerini tanıttıklarında hayal kırıklığına uğramışlar, yüzü kıpkırmızı olmuş ve bu ziyaretten pek hoşlanmadığını belli etmişti. Buna rağmen esirleri uzun bir koridordan geçirmiş, zifiri karanlık boş bir odaya sokmuştu. Burada karanlıktan göz gözü görmüyordu. Esirler burada uzun bir süre yalnız bırakmıştı. Esirler uzun süre yalnız başlarına kalmaktan korkmuşlar, hatta İngilizlere teslim edileceklerini dahi 311 düşünmüşlerdi. Arapların paralara göz dikerek küçük kafileleri yok ettikleri bilinen bir gerçekti. Önce bir Arap genç dinlenmeleri için esirlere çavdar sapından örülmüş iki hasır getirmiş ve hemen arkasından da Abdürrezzak yanında iki adamıyla yemek getirmişti. Abdürrezzak öncelikle ilk geldiklerindeki davranışından dolayı özür diledi. Şeyhe göre Araplar çok cahil bir milletti ve para için feda etmeyecekleri şey yoktu. Yemek boyunca hep beraber kaçış planları hakkında konuştular. Şeyh, Şattülarap sonrasında Dicle veya Fırat üzerinden kaçmanın imkânsız olduğunu söyledi. Ne ihbar edecek Araplardan ne de İngiliz neferlerinden kendileri koruyabileceklerdi. Her taraf İngiliz araçları ile doluydu. Sonuçta misafirlerini dört saatlik bir mesafedeki amcası Ebu Talip’in yanına göndermişti. Oradan eğer karşılaşırlarsa Acem kervanları ile İran üzerinden kaçmak mümkündü. Denilen yere gitmek için mutlaka çöl üzerinde geçmek gerekiyordu. Esirlerin üzerlerindeki elbiseler ise felaket derecesindeydi. Çölde yola çıktıktan bir süre sonra iki süvari kendilerine yetişerek Abdürrüzzak’ın yanından geldiklerini, aşiretlerinin Huveyza’ya göç edeceğini ve kendilerine de Şeyh Ebu’l-Hüseyin’e teslim edeceğini söyledi. Ayrıca ellerinde Hüseyin’e Abdürrezzak tarafından yazılmış bir mektup da vardı. Her ne kadar bu kişilere kesinlikle güvenmeseler de ellerinden başka bir şey gelmediğinden ve ellerindeki mektubun kendilerini bağladığından bu süvari ile beraber aşiretin yanına gittiler. Aşiret tam göç halindeydi. Yetmişten fazla çocuk, kadın, erkek çok fakir ve çıplak halde olmalarına rağmen gayet neşeliydiler.[372]

Tüm esirler kervanla beraber çölde yola çıkmıştı. Bir süre sonra kendileri ile beraber kaçan yedi er kafileden ayrılıp kervanın içindeki aşiretle kaynaşmıştı. İki rupi karşılığında yorulduklarında develere biniyorlardı. Develere bindikleri için erlerin üzerindeki kiminin kayışı, kiminin ceketini alınmış ve gizli bir soygun başlamıştı. Diğer dört subay ise birlikte hareket etmiş ve çok uzun olan bu kervanda ne olup bittiğini anlayamamıştı. Yaşlı aksakallı bir Arap subaydan da develer için para istemiş fakat paraları olmadığı için veremeyeceklerini söylemişti. Bu sebeple erlerle arasında kervanın önünde büyük bir arbede meydana gelmişti. Bindikleri develer için 11 rupi daha para isteniyordu. İkişer rupiye binmelerine rağmen kandırılmışlar, ceketlerini ve saatlerini bile kaybetmişlerdi. Paranın ödenmesiyle 312 sorun ortadan kalktı. Sinanpaşalı Hüseyin Çavuş’tan da para istenmiş, o da hiç itiraz etmeden parayı vermişti. Fakat tam parayı verirken Araplardan birisi parayı alıp çöle doğru kaçtı. Para gören diğer Araplar da bu kişilere saldırmış ve paraları almak istemişlerdi. Bu sırada Salih, bir çocuk yakalayarak boğazına bıçak dayamış, Mehmed Ali de eğer kendilerine zarar verirler ve paralarını iade etmezlerse çocuğu öldüreceğini söyleyerek tehdit etmişti. Bu panik halinde Araplar geri adım atmıştı. Araplara güveni kalmayan kafile, Ebu Talip’in yanına dönmeye karar verdiler. Ebu Talip uzun boylu, mütevazi ve düzgün Türkçe bilen bir kişiydi. Yaşananlardan dolayı üzgün olduğunu belirten Ebu Talip, esirlere, kendi adamları tarafından gidecekleri yere kadar refaket etmeyi teklif etti. Arap kıyafeti giymeleri kendileri için daha uygun olacaktı. Fakat erlerden beşi kaçışın artık mümkün olmadığını söyleyerek müsaade edilirse geri dönüp teslim olmak istediklerini söyledi. Esirler yaşadıkları tüm olaylardan sonra İngilizlerin bu vahşilerden daha fazla insan olduklarını düşünmeye başladılar. Diğerleri tebdili kıyafet ederek kefiyeli, etekli entarili bir şekilde yola devam ettiler. Uzunca bir süre kervanın geçmemesi üzerine Ebu Talip esirleri kendi adamları ile göndermeye karar verdi. On adet koyunla üzeri ekmek ve su dolu bir de eşek verdi. Ebu Talip, eğer bu uzun yol sağlam bir şekilde geçilirse artık kendilerinin selamet içinde olduğunu söylemişti.313 [373]

Irak kamplarından kaçmak diğer bölgelere göre daha kolaydı. Öncelikle memlekete yakın olması ve kaçtıktan sonra halkın kendilerini saklayarak yardım etmesi bunda etkili olmuştu. Bu kamplardan kaçmayı başaran bir esir de kampa getirilerek hapsedilen bir yüzbaşı ile arkadaşıydı. Kampa Irak’ta casusluk yapmakla suçlanan ve bu sebeple savaş mahkemesine verilen bir Rus doktor ve Türk yüzbaşı getirilmiş, tel örgü içinde nöbetçi karakolunun köşesinde çadıra hapsedilmiş ve hiç kimse ile görüştürülmemişti. Aynı tarihlerde Süleymaniyeli Şeyh Mahmud da bu kampa getirilerek hapsedilmişti. Tüm engellemelere rağmen akşam karanlığın ve rüzgârın yardımıyla Türk yüzbaşı diğer esirlere bir not iletmiş ve yardım istemişti. Bu yüzbaşının Sivas’tan Heyet-i Temsiliye tarafından gönderildiği söylenmekteydi. Her ikisi de casuslukla suçlandığından idamına kesin gözüyle bakılıyordu. Rus doktor bir ara hastaneye yatırılmış ve orada öldüğü söylenmişti. Kaçmaktan başka çaresi kalmayan yüzbaşı, Arif ile beraber kaçmayı başarmıştı.[374]

Kamptan kaçmayı başaran Arif olayın nasıl olduğu yıllar sonra Nureddin Peker’e mektupla anlatmıştı. Arif’in anlattıklarına göre Yüzbaşı Osman ve kendisi elektrik verilmiş tel örgülerden çıktıktan sonra bir eve sığınmışlar ve ortalık yatışıncaya kadar orada kalmışlardı. Kerrari üzerinden Bağdat’a varmışlar, Kazımiye istasyonu karşısında bir evde bir müddet kalmışlardı. Burada İttihad-ı İslam Cemiyeti ile irtibata geçtiler. Kaçmak için elbise bularak Türk taraftarı olan aşiretler ile iletişim kurdular. Bir istasyondan Bedevi kılığında trene bindiler. Fakat trenin büyük çoğunluğunu Ermeniler oluşturmaktaydı. Bu esnada İzmirli Şükrü, İngiliz polisi olarak kaçan esirleri arıyordu ve Arif’i de fark etti. Buna rağmen esirleri ele vermemiş, hatta başındaki örtüyü gözlerine doğru örtmesini söylemiş ve esirler bu şekilde kurtulmuşlardı. Samarra’da trenden inmişler, sağır dilsiz taklidi yaparak aşiretlerden aldıkları iki deve ile çölde yola devam ettiler. Kırkıncı günde Zaho’ya ulaşmışlar, buradan da Kürt elbiseleri giyerek kurtulmuşlardı. Her yerde kendilerinin arandığını görüyorlardı. Esirler Zaho Suyu’nu geçerek Şırnak, Eruh yolu ile Siirt’e ulaştılar. Burada yeniden teşekkül eden 18. Alaya dâhil oldular. Siirt’te Yüzbaşı Osman, Arif’ten ayrılmış ve Kazım Karabekir birliğine katıldı.[375]

Kampta yapılan tüm konuşmalar ve olaylar, iki Türk esiri ve Bursalı Celal tarafından İngiliz yetkililere aktarılıyordu. Kampta İngilizlerden nefret eden ve bunu sık sık dile getiren Katolik bir İrlandalı çavuş, Nureddin Peker’e olanları bildirmekteydi. Bu iki kişi kısa sürede sırdaş olmuştı. İrlandalı çavuş, İngilizlerin yaptıkları her olayı Nureddin Peker’e ulaştırıyordu. İrlandalının verdiği bir bilgiye göre İngilizler Bağdat, Bakuba, Kerkük, Samara, Rıdvaniye, Mülümiyye’de Ermeni çetelerini silahlandırmış ve kamptan kaçan Türk esirleri yakalayıp yok etmişti. Yakalanıp getirilenler de bu iddiayı doğrulamaktaydı. Aslında İngilizler kamptan kaçan esirleri Ermeni ve Arap çetelerine yok ettiriyordu. Kamptan kaçan yüzlerce esir, Irak ve çevresinde öldürülmüş, çok azı memleketlerine ulaşabilmişti. Çoğu bilmedikleri bir memlekette ve çöllerde hayatlarını kaybetmişti. İngilizler esirleri yok etme işini o kadar abartmıştı ki çoğu kez tellere yaklaşan esirleri dahi kaçma ihtimaline karşı öldürüyordu.[376]

Baskılardan yılan esirler fırsatını buldukları her an kaçmayı düşünüyorlardı. Bu fırsatlardan birisi de sevk sırasında kaçmaktı. 58. Alayın geri çekilmesi sırasında, Şam’da esir edilmiş ve burada kalmış emekliler dâhil bütün üst rütbeli askerler ve Türk subayları Mısır’a gönderilmişti. Bu esirlerden Binbaşı Yanyalı Ahmed Bey, Havran içinde firar ederek Şam’da orduya katıldı. Yanyalı Ahmed Bey, 25 Kasım 1918’de verdiği ifadesinde Şam’ın durumu hakkındaki malumat vermiş ve bu ifade Harbiye Nezaretine gönderilmişti.[377]

İngilizler tarafından esir alınan askerlerin muhafızlar tarafından öldürüldükleri olmuştur. Mesela İngilizler Türkleri esir aldıktan sonra bazı Hintlileri 30 kişilik Türk esir grupların muhafızlığına verilmişti. Bu muhafızlar sebepsiz yere esirlerin tamamını öldürdü. Yaklaşık bir buçuk saat sonra muhafızların çavuşu esirlere ne olduğunu sorduğunda, muhafızlar esirlerin kaçmaya çalıştıkları gerekçesiyle öldürdüğü cevabını vermişti.[378]

Diyarbakır 13. Kolordu Kumandan Vekili Ahmed Cevded Bey’den Harbiye Nezaretine gönderilen 23 Haziran 1919 tarihli şifreli telgrafta, Irak bölgesinde bulunan esirlerden 24 neferin daha firar ederek Nusaybin’e geldiğinden bahsedilmektedir. Bu askerler yolda soyulduklarından çıplak denecek bir surette ülkelerine gelip teslim olmuşlardı.[379] Ayrıca Bağdat ve Basra bulunan esir kamplarından 4 subay, 1 tüfekçi ve erin daha firar etmişti. Son gelenlerin ifadelerine göre Basra’daki esir karargâhından her gün on ile yirmi kadar asker firar ediyor ve bunlardan bazıları Arapların yanında kalıyordu.[380]

Dicle Grubuyla beraber esir olan bir teğmen ile bir subay, 10 Haziran 1919’da Basra’da firar ettikten sonra Bağdat-Musul yoluyla Cezire’deki taburlara katıldı. 27 Temmuz 1919’da verdiği ifadesinde Basra’dan Bağdat’a vapurla, Bağdat’tan Musul’a kadar tren ve kara yolu ile ulaştığını söylemiştir.[381]

Musul kamplarında kalan 12 asker, düşman idaresine ve amele taburlarındaki baskı ve işkencelere dayanamayarak firar etmişti. 7 Temmuz 1919’da verdikleri ifadelerine göre gündüz nöbetçi bulunmadığından ve çalıştıkları mahal serbest olduğundan firar etmek kolaydı. Nöbetçiler tarafından sabahleyin vazifeye çıkarıldıklarında çalıştıkları hurmalıktan kaçmışlardı. Önce çalıştıkları İmam-ı Azam hurma bahçesinde kalmışlar, ardından gece kararlıkta uzaklaşmayı başarmışlardı. Bir iki gün Bağdat içinde kaldıktan sonra Araplar kendilerine yol göstererek yardım etmiş ve para vermişti. Cezire’ye su yolu ile kaçmışlar, otomobil bölüğü tarafından iaşeleri temin edilmişti. Araplar tarafından bir fenalık görmemişler, yalnız paraları alınmıştı. 26 günde birliklerine teslim olmayı başardılar.[382]

14. Kolordu emrinde görevli Harputlu Teğmen Hamdi Emin Efendi’nin 11 Temmuz 1919 tarihli ifadesinde, nasıl firar ettiğinin detayları vardır. Musul’da kimse ile görüşmemiş, Kerkük’e varınca kadar kim olduğu sorulduğu zaman Ermeni olduğu söylemişti. 10 Haziran 1919 tarihinde Musul’a dört saat mesafede Telkih köyünden Türk birliklerinin olduğu yere kaçarak teslim olmuştu. Bu sıralarda Şeyh Mahmud, Altın köprü, Kerkük, Şehriban’ı zapt etmişti.[383]

Irak bölgesinden kaçışların diğer bölgelere göre fazla olmasının bir sebebi, ülkeye yakın olması ve halkın esirlere yardım etmesiydi. Ayrıca kamplarda çalıştırılan esirler, açık havada çalıştırıldıkları amele taburlarından daha kolay kaçabiliyordu. Mütarekeden sonra esirlerin bu bölgeden kaçıp birliklerine teslim olmasının bir sebebi de kamplardaki İngiliz muhafızlarının azalmasıydı.

1.2.9 Irak Esir Kamplarında Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler

Irak bölgesindeki geçici kamplarda gündelik hayat diğer kamplara göre çok çetin geçmiştir. Esirler amele taburlarında ağır şartlarda çalıştırılmış ya da kısa süre burada bekletildikten sonra sürekli kalacakları kamplara gönderilmişti. Bu sebeple, bu kamplarda Mısır ve Hindistan kamplarında olduğu gibi esirlerin gündelik hayatları çok rahat geçmemiş ve kültürel, sanat ve spor faaliyetlerine fazla imkân bulamamıştı. Bu zor şartlara rağmen esirler Basra kampında okul ve konferans çadırları açmaktan başka Temsil Heyeti de kurdular. Burada uzmanları tarafından tarihi eserler ve monologlar temsil edildi. Esirlerin ruh hallerinin yükseltilmesi için yapılan bu temsiller çok ilkel şartlar altında ve dekor yokluğunda icra edilmesine rağmen İngilizleri hayran bırakmıştı. Bundan başka Mildanzade Niyazi Musiki, Baytar Şükrü İngilizce, Topçu Ragıp hesap ve cebir, Temsil Heyeti Reisi Abdulkadir Usul-ı Defteri, Ahmed Rıza Bey Türkçe, Nazif Bey Topografya dersleri verdi. Garnizon Heyet-i Umumiyesi tam bir okul havasına bürünmüş, Hint ve Afgan gibi milletler hayretler içinde faaliyetleri takip etmişti.324 [384]

Bağdat esir kampında da tüm olumsuzlara rağmen esirler günlerini verimli geçirmeyi çalışmıştı. Irak ve Suriye’de bulunan Türk esirlerin nasıl vakit geçirdikleri dönemin gazetelerine yansıdığı görülmektedir. İngilizler ile çalışan bazı Amerikalılar, bu bölgedeki bazı Türk esirlerden sorumluydu. Uzun saatler boyunca Amerikalılar Türk esirlere Amerikan oyunu olan beysbolu öğretmeye çalıştılar.[385]

Kamaran Adası’ndaki esirler, kara kamplarına göre daha rahat olmuştu. Gündelik hayatlarında serbest bırakılan bu esirler arasında sanat sahibi olanlar işleriyle; diğerleri adada gezmekle vakit geçirmişti. Esirlerin güvenliklerinden sorumlu muhafızlar Hintli olduklarından, esirler arasından beş on asker Hintçe öğrenmişti. Subayların bir kısmı edebiyat, diğer kâtip sınıfı da matematik dersleriyle meşgul oluyordu. Lisan öğrenmek için şartların yeterli olmamasından dolayı dil öğrenen çok esir çıkmamış, subayların ise olumsuz bir hali esaret boyunca gözlenmemişti.[386]

İKİNCİ BÖLÜM

TÜRK ESİRLERİNİN BULUNDUĞU DAİMİ KAMPLAR

İngilizler cephede ele geçirdikleri esirleri dünyanın dört bir yanında bulunan sömürgelerindeki kamplara yerleştirdi. Bu kampların arasında Bağdat, Basra, Hindistan, Burma[387], Mısır, Kıbrıs, Selanik, Malta ve Man Adası esir kampları en önemlileriydi. İngilizler esirleri kamplara yerleştirirken öncelikle yakın yerlerdeki kamplara nakletmişlerdi. Daha sonra buradan değişik sebeplerle uzun süre kalacakları daimî kamplara gönderildiler. Irak, Suriye, Filistin, Hicaz, Yemen ve Kanal cephelerinde ele geçirilen esirlerin bir kısmı, Irak istasyon kamplarına; bir kısmı Mısır esir kamplarına getirildi. Irak esir kamplarına getirilen esirlerden bazıları da değişik sebeplerden Hindistan ve Burma esir kamplarına sevk edildi. Mısır kamplarına Suriye, Filistin, Hicaz, Yemen ve Kanal cephelerinin yanı sıra Çanakkale Cephesi’nde ele geçirilen esirler de getirildi. Bu esirlerden bazılarının Selanik, Kıbrıs ve Malta Adası’na gönderildiği de olmuştu.

Burma Savaş Esirleri Kampları:

Thatmyo, Burma, Hindistan

Meiktila, Burma, Hindistan

Rangoon, Burma, Hindistan

Ahmed Nagar, Hindistan

Kolaba Savaş Hastanesi, Poona, Hindistan

Delhi, Hindistan

Hindistan Kampları

Hindistan Askeri Kuvvetleri Savaş Hastanesi, Bombay, Hindistan Deniz Hatları Savaş Hastanesi, Bombay, Hindistan

Poona, Hindistan

Sumerpur, Erinpura, Rajputana, Hindistan

Victoria Savaş Hastanesi, Bombay, Hindistan

34 Numaralı Genel Hastane, Deolali, Bombay, Hindistan

Hindistan Askeri Kuvvetleri Savaş Hastanesi, Deniz Hatları, Bombay, Hindistan

Bellary, Madras, Hindistan

Poona Savaş Hastanesi, Poona, Hindistan

Akıl Hastanesi, Poona (Puna)

İstasyon Hastanesi, Rangoon

Yerodalunatic Asylum.

Yerowda Asylum, Poona.

Mısır Savaş Esirleri Kampları:

Abbasiye Hastanesi, Kahire, Mısır

Abbasiye Akıl Hastanesi, Kahire

İskenderiye Hastanesi, Mısır Bulaşıcı Hastalıklar Hastanesi,

Abbasiye Akıl Hastalıkları Sığınma kampı,

Belbeis, Mısır

Kahire Mısır

Dair el Ballah Hastanesi, Mısır

Mısır Kampları:

Mısır Hastanesi, İsmailiye, Mısır

Mısır Hastanesi, Kantara

El Ferdan, Mısır

Heliopolis, Kahire, Mısır

Kantara, Mısır

Savaş Esirleri Hastanesi, Kantara

Kasr El Aini, Kahire

Kasr El-Nil Hastanesi, Kahire, Mısır

Maadi, Mısır

Matruh, Mısır

Meheriq, Kharga Oasis Minta Hastanesi, Mısır Preston Kışlası, Abbasiye, Mısır Ras El-Tin, İskenderiye, Mısır Kızılhaç Hastanesi, Kahire Mısır Seydi Beşir, İskenderiye, Mısır El Shatt, Mısır Shousha, Mısır

Başka milletlere Ait Toplama Kampı Hastanesi, Seydi Beşir, Mısır.

2.1                                                                           Hindistan ve Burma’daki Esir Kampları

Birinci Dünya Savaşı’nda İngilizlerin İttifak Devletlerinden aldıkları esirlerin bir kısmını yerleştirdikleri Hindistan esir kampları, 1914 yılının sonundan itibaren faaliyete geçti. Savaş esirleri önce Kıbrıs ve Mısır gibi yakın yerlere yerleştirilmiş, buraların yetersiz kalmasıyla Hindistan ve Burma’ya yeni esir kampları kurulmuştu. Türk esirlerin bulunduğu kampların bir kısmı Hindistan’da, bir kısmı ise Arakan[388] eyaletinde bulunuyordu. Mısır ve Kıbrıs’ta kamplar varken Hindistan’ın tercih edilmesinin bir sebebi, İngilizlerin kendileri için tehlikeli gördükleri asker, mülki amir ve önemli kişileri uzak bölgelere göndermek istemesiydi. İngilizler, Türk askerlerini Osmanlı birliklerinin bulunduğu yerlerden uzaklaştırarak askerlerin vatan ile bağlarını tamamen koparmayı amaçlamıştı. Gani Bey’in hatıratında İngilizlerin birinci derece önemli gördüğü kişileri, Mısır yerine Burma’ya gönderdiği anlatılmaktadır.[389] Bu dönemde Hindistan ve Birmanya (Burma) tam kontrol altında tutulan İngiliz sömürgeleriydi.

Türk esirlerin yerleştirildikleri kamplar hakkında yapılan arşiv ve diğer araştırmalarda hiçbir kampın tam olarak nüfusu tespit edilememektedir. Kampın sayısına yönelik günlük raporlar, hastanelerde tutulan istatistikler, karşılıklı devletlerin hazırladıkları ve birbirine gönderdikleri listelerdeki esir sayısını belirten raporlar tam sayıyı verememektedir. Bu belirsizlikte savaş boyunca devam eden özellikle malul, hasta ve sağlık personellerine yönelik esir değişimleri ve kamplar arası esir nakilleri etkili olmaktadır. Kızılhaç heyetinin kampları teftişi sırasında, raporlarına yazdıkları esir sayısı sadece kampın ziyaret edildiği 1917 yılına aittir.

Türk esirlerinin büyük bir çoğunluğu, hayatları boyunca Osmanlı sınırları dışına çıkmamış; dilini, dinini, kültürünü bilmedikleri uzak bir ülke olan Hindistan’a götürüldü. Hindistan’ın ve o zamanlar Hindistan sınırları içinde olan Burma’nın değişik bölgelerinde yıllarca yaşamaya mecbur bırakılan Türk askerleri, buranın iklimine, yiyeceğine, hayat tarzlarına alışamadı. Pek çok esir vatanlarından uzak bu toprak parçasında canlarını vermiş ve bir daha memleketlerine dönemedi.

Hindistan ve Burma’ya Temmuz 1916’da gönderilen esirlerin büyük bir kısmı Irak Cephesi’nde esir düşen Türk askerleriydi. Rangoon’daki Amerika konsolosu tarafından hazırlanan ve Amerika Hariciye Nezaretine gönderilen rapora göre 12 Ocak 1915’de Basra Körfezi ve Fırat çevresindeki savaşlarda İngilizlere esir düşen 74’ü subay, 377’si Türk ve 919’u Arap efrattan oluşan toplam 1.370 kişilik ilk Osmanlı esir kafilesi Burma’nın Thatmyo kentinde hazırlanan esir kampına götürülmüştü.330 [390]

Hindistan’a gönderilen esir kafilesinin en büyüklerinden birisi Basra Vali Vekili Suphi Bey’in birlikleriydi. Süleyman Askerî Bey’den sonra Mustafa Suphi Bey, Basra’nın vali vekili yapılmıştı. Suphi Bey, kalan birkaç bölük askeriyle İngilizlerin vurduğu Kurna’yı aylarca savundu fakat her şeyin bittiğini anlayınca 9 Eylül 1914’de teslim oldu. İstanbul Hükümeti, Basra’da İngilizlere esir düşen birliklerin akıbetinden haftalarca haber alamadı. İngiltere’ye askerlerin nerede olduklarına dair yapılan tüm yazışmalar sonuçsuz kaldı. Askerlerin nerede oldukları ailelerine Burma’dan yollanan esir mektupları sayesinde öğrenilebildi. İngilizler, esir aldıkları askerleri Hindistan’a bağlı Burma’ya götürmüş, değişik kamplara yerleştirmişti. Askerlerin çoğu Burma’nın tropik iklimine ve salgınlara dayanamayarak hayatlarını kaybetti ve kampların bir köşesine defnedildi.[391]

Esirlerin esaret kamplarında yaşadıklarına, gündelik hayata ve kamp şartlarına dair bilgiler Kızılhaç raporlarına yansımıştır. Kızılhaçın esir kamplarını ziyaret edip rapor hazırlaması ise çok da kolay olmamıştı. 27 Aralık 1916’da İngiltere Hükûmeti, Kızılhaç heyetinin Hindistan ve Burma’daki Türk savaş esirlerinin bulunduğu kampları ziyaret etmesine izin verdiğini bildirdi. Bu izin, Türkiye’de bulunan İngiliz esir kamplarının ziyaretine izin verildiği takdirde geçerli olacaktı. 22 Ocak 1917’de Kızılhaç, Hindistan ve Burma’daki kamplara gidilemediğini, Mısır esir kamplarını teftiş edenlerin Cenevre’ye dönüş yolunda olduklarını bildirmişti.332 [392] Bu olumsuzluğa rağmen kısa bir süre sonra Şubat 1917’de İngiliz yetkililerce Kızılhaç delegelerinin Hindistan’da bulunan Alman ve Türk esirlerinin bulunduğu kampları inceleme izni verildi. İngiltere, Kızılhaç ekibinin gidiş ve dönüş ulaşımını ve masraflarını karşılama kararı aldı. Dönüşte ise Kızılhaç ekibi kendi imkânları ile dönmüşler ve bu masraflarını daha sonra İngiliz ekibinden talep etmişlerdi.[393]

Hindistan ve Burma’da bulunan Türk savaş esirleri kampı ve Hindistan sınırları içinde sivil yerleşimcilerin bulunduğu esir kampı, 1917 yılı başında Cenevre’de bulunan Uluslararası Kızılhaç heyetinin 3 yetkili temsilcisi tarafından ziyaret edildi. F. Thormeyer, Emmanuel Schoch ve Dr. F. Blanchod adlı üç yetkili, 1 Şubat 1917’de Süveyş’ten ayrıldılar, 12 Şubat’ta Bombay’a ulaştılar ve burada 20 Mayıs’a kadar kaldılar. Bu üç ay zarfında bölgedeki esir kamplarını teftiş görevini yerine getirdiler. Delegelerin gerçekleştirdiği bu çalışmalar, farklı ülkelerdeki esirlerin durumlarıyla karşılaştırmak için bazı standartlar oluşturmalarını sağladı. Elde edilen sonuçlar F. Thormeyer tarafından bir makale olarak yayımlandı ve resmi rapor olarak Kızılhaç heyetine sunuldu. Rapor yaklaşık 100 sayfa uzunluğunda olup değişik başlıklar halinde ziyaret edilen kamplar hakkında sistematik şu bilgileri vermektedir: Yaşanılan yerleşim yerinin özellikleri ve iklim şartları, esirlerin sınıflandırılması ve sayısı, sorumlu subay ve görevlilerin isimleri, istihkak, egzersiz, giyim, temizlik, yıkanma, aydınlatma, su kaynakları, sağlık düzenlemeleri, dezenfeksiyon, tıbbi bakım, hastaneler, disiplin, posta hizmetleri ve sansür, kargo, para yardımları, tarafsız kişilerce yapılan önceki incelemeler, cami, kilise ve dini hizmetlerdi.

Bu çalışma Hindistan’da bulunan 10 İngiliz esir kampına da ayrı ayrı uygulandı. Bu kamplar,[394] çoğunluğu Türk ırkından olmayan Türk ordusu mensubu Müslüman ve Hıristiyan savaş esirlerinden oluşan Sumerpur kampı, sivil esirlerinin bulunduğu Ahmed Nagar ve Katapahar kampı, düşman uyruklu çocuk ve kadınların bulunduğu Bergaum kampı, Türk savaş esirlerinin bulunduğu Bellary ve Thatmyo kampı, Kalküta istasyon kampı, Shwebo nekahet kampı, Meiktila’daki yeni kamp ve Rangoon’daki karantina kampıydı.[395]

Hindistan Hükûmeti, Kızılhaç heyetini ziyaretleri boyunca ağırlamış ve görevlerini yerine getirmeleri için her türlü yardımda bulunmuştu. Delhi’de, delegeler birçok sivil ve askeri yetkiliyle görüşmüş ve çoğundan aynı yardımı görmüştü. Bu sayade Hindistan’da rahatça seyahat etmeleri için yanlarına bir İngiliz subayı verilmiş, iletişim ve yerel âdetler konularında görevlerini zorlaştıracak birçok sorundan uzak kalmışlardı.[396]

Delegeler kamp incelemeleri sırasında hiçbir kısıtlama ile karşılaşmamış ve tüm kamplara ve toplama bölgelerine serbestçe girebilmişti. Başka ülkelerde bu kadar bir serbestlik tanınmamıştı. Ayrıca delegeler, esirlere özel olarak soru yöneltme, kayıtları ve raporları inceleme, aynı kampa tekrar geri dönerek dilekçe ve şikâyetleri alma serbestliğine sahipti. İngiliz yetkililer, bu ziyaretlerin amacının, esirlerin içinde bulunduğu şartların iyileşip iyileşmediğini anlamak olduğunun farkındaydı. Delegelerden tüm gözlemlerini iletmeleri isteniyor ve tüm önerileri dikkate alınıyordu. Hindistan’da savaş esiri kampları askeri yetkililerin elindeyken toplama kampları sivil eyalet Hükümetlerince kontrol edilmekteydi.[397]

Delegelerin başlıca görevi, savaş esirlerine uygulanan muamelenin uluslararası düzenlemelere uyduğundan emin olmaktı. Yerleşme, hijyen, kıyafet, yiyecek, iş, tıbbi müdahale, haberleşme ile ilgili kurallar delegeler tarafından dikkatle incelendi. Temelde her kamptaki esirlerin genel durumu aynıydı.[398]

Adı geçen raporda, delegelerin gözaltındaki siviller için üzgün olduğu görülmektedir. Esirlerin birçoğu Hindistan’da uzun süredir bulunuyordu. Kimi sivil esir iş hayatına atılmış, kimisi büyük ticarî şirketleri yönetmiş, kimisi ise yüksek maaşlı işlerde çalışmaktaydı. Pek çoğu, rahat Hindu hayatına alışmışlardı. Birkaçı İngiliz kadınlarla evlenmiş, bazıları artık tarafsız olduklarına inanmıştı. Evlerini, işlerini bırakıp toplama kampına yerleştirilmeleri, geleceklerinin ve menfaatlerinin tehlikeye girdiğini görmeleri, gerçekten dayanılması güç bir durumdu ve neden kendi ülkelerine gitmekte ısrarlı olduklarını açıklamaktaydı. Burada yaşananların tüm savaşan ülkelerde olduğu ve savaşın binlerce insanı buradakilerden daha kötü etkilediği bir gerçekti. Diğer insanların çektikleri acıların kendi acılarını hafifletmediği ise ayrı bir gerçekti.[399]

Sivillerin esaret altına alınması, savaşın ortaya çıkardığı bir tedbirdi. İngiltere Hükûmeti, kurallara uygun olmak şartıyla tüm iyileştirmelere müsaade ederek gözaltına alınmanın yarattığı rahatsızlığı en aza indirmeye çalıştı. Her ne kadar çok az kişi, gördükleri muamelenin olanaklar çerçevesinde iyi olduğunu kabul ediyorsa da Kızılhaç raporu, yerleşim, hijyen ve yiyecek koşullarının mükemmel olduğunu, esirleri çalıştırma ve eğlendirme imkânlarının sağlandığını, gözaltındakilere nezaketle davranıldığını ve şikâyetlerin çoğunun kamp yöneticilerinin denetimi dışındaki konularla ilgili olduğunu göstermektedir. Diğer ülkelerdeki toplama kamplarını gezen delegeler için temiz, ferah ve rahat banyoları olan meskenlerde malzemesi bol mutfakları ziyaret etmek, toplantı salonu ve hatta tiyatro bulmak, tenis, futbol maçları, atletizm, eskrim çalışmaları ve konser izlemek ve tüm bunlardan önemlisi gözaltındakilerin görünüş ve kıyafetlerinin iyi bir muameleye tabi tutulduklarına şahit olmak tatmin ediciydi. Hükûmetin sivilleri yerleştirme ve korumada yaşadığı güçlükler düşünüldüğünde, esir değişiminin gerçek bir rahatlama getireceği kuşkusuzdu. Gözaltına alınanların çoğu, Hindistan’da kalmak istemekte ve kendi ülkelerine geri dönmenin başlarına gelebilecek en kötü felaket olduğunu düşünmekteydi. Hindistan’daki kampları iki ay boyunca ziyaret eden delegeler, Irak Cephesi’nden gönderilen Türk esirlerin bulunduğu Burma’ya geçtiler.[400]

Esirleri bu kadar uzun bir mesafeden taşımak dikkatli bir organizasyon gerektirmekteydi. Esirler için özel olarak hazırlanmış botlar, konvoylar halinde Basra’dan Karaçi’ye geliyor, oradan da demiryoluyla Kalküta’ya taşınıyordu. Burada kurulan istasyon kampında esirler birkaç gün kalıyor, yükleme noktasında yapılan muayeneye ek olarak burada da muayene ediliyordu. Hasta ve şüpheli şahıslar özel bir hastaneye gönderiliyor, kalanlar ise buharlı gemilerin çektiği mavnalara bindiriliyordu. Bu küçük filo Irrawaddy (Ayeyarwady River) Nehri’nde akıntıya karşı yol alıyordu. Kamp yerine konvoylar botla ulaşıyor ve yolculuk demiryoluyla tamamlanıyordu.[401]

Savaşın başından beri Kızılhaç heyeti savaşın acılarını biraz da olsa sarmak için kendilerince elinden geleni yapmıştı. Cenevre Savaş Esirleri Ajansı, fazla olmasa da esirlere ve ailelere önemsiz sayılacak yardımlarda bulundu. Savaşan ve tarafsız devletlerce yapılan araştırmalara ve yardımlara destek verdi.[402]

Türk esirlerin tutsak olarak tutuldukları binalar, ya önceden İngiliz veya yerli birliklerinin kaldıkları yerler ya da sadece esirlerin barınması için sonradan yapılan yerlerdi. Her iki tür binalarda sağlık açısından uygun binalardı. Tüm barakalar ve yatakhaneler son derece temizdi. Tuvaletlerin, lavaboların, çamaşırhanelerin temizliği kanalizasyonun boşaltılması ve pis suyun tahliyesi özel bir titizlikle yapılıyordu.[403]

Hindistan ve Burma kamplarını ziyaret eden Kızılhaç heyeti tarafından esirlere kötü muamele gözlenmedi. Disiplin şiddete başvurulmadan sert bir şekilde yerine getiriyordu. Türk esirleri kamp görevlilerinin davranışlarından memnundu. Disiplin ihlalleri için uygulanan cezalar anlaşılabilir düzeydeydi. İşlenen disiplin ihlalleri genelde kavgaya karışma, küçük hırsızlık ve birkaç kaçma teşebbüsüydü. Fiziksel şiddet hiçbir zaman uygulanmadı ve esirlere pratikte zorunlu çalışma görevi verilmedi. Kampta yapılması zorunlu günlük işler hafif olup çok sayıda esire dağıtıldığından esirlere zahmetli gelmiyordu. Esirlerin çalışma atölyelerini, kamp ve çevresini idare etmek çok zordu. Çoğunluğu ticaretten hiç anlamayan ve iş yapmaya isteksiz kişilerdi. Eğer kampta yapılan işler esirlerin ilgisini çeken işlerse başarılı olunmuş, bunun haricinde esirlere zorla gönülsüz iş yaptırılamamıştı.[404]

Üç ay boyunca Mısır, Hindistan ve Burma’daki Türk esirlerinin bulunduğu kamplarda incelemelerde bulunan Kızılhaç heyeti delegeleri, Türk esirlerin, barınmaları, beslenmeleri ve giyinmeleri için İngiliz yetkililer tarafından yapılan düzenlemelerden son derece memnun olduklarını rapor ettiler.[405] İncelemelerde hiçbir bilginin heyetten saklanmadığı iddia edildi. Esirlerin barındırıldığı yerler tam bir özgürlük içinde heyet tarafından incelendi. Esirler ile istenildiği her zaman tercüman aracılığıyla ya da İngilizce, Fransızca, Almanca, Rusça dillerinde doğrudan iletişim kuruldu. Her bir kamp ziyaretinden sonra esir asker ve subayların temsilcileri ile mülakatlar yapıldı. Bu görüşmeler sırasında kamp yetkilileri bulunmamış ve esirler dilediklerini söyleyebilmişti. Esirler mektup ya da dilekçe ile durumlarını anlattılar. Kızılhaç heyeti Osmanlı esirlerin kaldıkları kamplar hakkında her türlü bilgiye sahip olduklarını raporlarında yazdılar.[406]

İngiltere ve Osmanlı Devleti arasında listelerin değişimi konusunda 20 Mayıs 1918 tarihinde yapılan yazışmalarda, esirlerin bulunduğu listelerin teferruatlı olmaması gerektiği dile getirilirken esirlerin tarafsız ülkelere gönderilmesi de gündeme gelmişti. İngiliz ve Türk savaş esirlerinin tarafsız bir ülkede alıkonulmalarına ilişkin gerçekleşen görüşmelerde, uygun bir tarafsız ülke olarak Cava Adası’nın kullanılma ihtimali değerlendirilmiş ve Burma’daki Türk esirlerin oraya nasıl kolayca taşınabilecekleri tartışma konusu olmuştu. Burma’daki Türk esirlerin Cava Adası’nda alıkonulmaları ihtimali değerlendirildi ancak Cava Adası’nın esirlerin alıkonulmakta oldukları yere 2.000 mil kadar uzaklıkta ve mevcut şartlarda oraya sevklerinin ciddi zahmet verecek olması nedeniyle bu yönde bir girişimde bulunulmadı. Osmanlı Hükûmetinin, tarafsız olsa dahi esirlerinin Türkiye’ye ve Burma’ya daha uzak olan ve usandırıcı bir iklime sahip bir yerde alıkonulmalarını kabul etmesi İngilizlere şüpheli göründü. Ayrıca İngiltere Hükümetine, İngiliz esirlerin de uygun iklim şartlarına sahip tarafsız bir ülkeye gönderilmedikçe Türk esirlerin Cava Adası’na gönderilmeleri için bir anlaşma yapmak olası görünmedi. İngiliz ve Türk esirlerin doğrudan değişimleri için bir anlaşmaya varılmıştı. Fakat bu anlaşma tarafsız bir ülkeye sevk konusunda değildi.[407]

Hindistan ve Burma’daki esirlerin çileli esaret hayatlarında, bir nebze de olsa acılarını dindiren ve kendilerine yardım eden Hintli Müslümanlar olmuştu. İtilaf Devletleri’nin eline esir düşen Müslüman Osmanlı esirlerine İtilaf Devletleri emrinde görev yapan Müslüman askerinin yardım etmesi hilafet makamının ‘cihat’ çağrısı dışında Müslümanların geleneksel davranışlarıydı. Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’na giriş şekli, hilafet kurumunun işlevini ve Türk halkının hilafet kurumuna bakışını değiştirmişti. Yabancı bir askeri-siyasi heyetin nüfuzu altında olan İttihat Terakki yöneticilerinin ülkeyi savaşa sokması ve halifenin sancak-ı şerifle cihat ilan etmesi hilafet kurumunun otoritesini sarsmıştı.[408]

Hindistan’daki Türk esirlerin arasında İngilizlere esir düşen Tatar esirler de vardı. Birinci Dünya Savaşı başladıktan sonra Rusya’nın seferberlik ilan etmesiyle Rusya’da silâhaltına alınan Müslümanların çoğunluğu Tatarlardı. Alman Cephesi’nde savaşan bu Tatar askerleri Ruslarla birlikte esir düşmüştü. Tatar askerlerinden Almanlara esir düşenlerinin sayısı 50.000 civarında olduğu tahmin ediliyordu. Tatar askerleri, Berlin yakınlarında Zossen Weinberg kampı ile Wünsdorfdaki Hilal kampına yerleştirilmişti. Bazı Tatar esirler, Türkiye safında savaşmak istediklerini bildirmesi üzerine Teşkilat-ı Mahsusa Abdürreşid İbrahim’i bir süreliğine Berlin’e gönderdi. Abdürreşid İbrahim ve beraberindekiler, Tatar askerlerine vaazlar vererek Türkiye safında savaşmaya ikna etmeye çalıştı. Gönüllü Tatar askerinden oluşan Asya Taburu, Mayıs 1916’da İstanbul’a ulaştı. Tabur, İstanbul’da bir süre eğitim gördükten sonra 1917 yılının kışında Bağdat’a gönderildi. İngilizler ile girilen çatışmalarda çok sayıda şehit ve kayıp verildi. Taburdan geriye kalan 170 kişi İstanbul’a gelerek Fatih Medresesine yerleştirildi. İstanbul Merkez Komutanı Albay Cevded Paşa bu askerlere madalyalar taktı ve beratlarını verdi. İstanbul’a dönebilen yaklaşık 170 kişinin 30 kadarı geri dönmedi. Diğerleri ise Rusya’ya geri döndü. İngilizlere esir düşüp Hindistan’a yollanan 400 kadar esir ise 1920 yılına kadar burada tutulduktan sonra Bombay yolu ile İstanbul'a gönderildi. Bir süre Selimiye Kışlasında kalan esirler Rusya’ya döndüler.349 [409]

Ayrıca arşiv belgeleri incelendiğinde Kızılay Cemiyetine göre Hindistan, Burma ve Mısır’daki esir kampları şöyledir:[410]

2.1.1                                                                           Rajputan Sumerpur Kampı

Sumerpur esir kampı, Erinpura-Road istasyonundan yaklaşık 7 kilometre uzaklıkta, Delhi ve Bombay şehirleri arasında bulunan Rajputana eyaletindeki Bombay Boroda ve Central India demir yolu üzerinde bulunuyordu. Buraya en yakın şehir Ajmer’di. Kampın kumandası Yarbay H.M. Halliday olup yardımcısı Teğmen G. H. Bruce Karr’dı. 3-4 Mart 1917 tarihleri arasında Kızılhaç heyeti tarafından ziyaret sonrası hazırlanan rapor taraflı ve tam gerçeği tam yansıtmasa da esaret dönemine ait önemli bilgiler vermektedir. Kampta Kızılhaç heyetinden ayrı olmak üzere Aralık 1915’de General Mhow tarafından bir genel denetim daha yapılmıştı. Ayrıca Kasım 1915’te sağlık ile ilgili olarak bölüm şefi de bir denetim yapmıştı.[411]

Kızılhaçın ilk ziyaret ettiği kamp Sumerpur’da birkaç bin Türk esiri bulunuyordu. Kampa Eninpura istasyonundan sonra kayalık tepelerle çevrelenmiş ve ortasından kurak mevsimlerde kuruyan bir nehir geçen bir ovadan gidiliyordu. Birbirine paralel olarak birkaç sıra halinde dizilmiş, içinde Türklerin oturduğu kulübeler ile idari binaların bulunduğu büyük bir avlunun etrafı dikenli tellerle çevrilmişti. Sumerpur, geniş sokakları olan tek tip binalı; kendi aydınlatma, su ve kanalizasyon sistemine sahip bir erzak pazarı ve postanesi olan küçük bir kasabaydı.

Türklerin bulunduğu kampta kadın ve çocuk yoktu.[412]

Kızılhaç delegelerinin kampa gelişi, kamp yaşantısının monotonluğuna karşı büyük bir olay olmuştu. Delegeler kulübeleri ziyaret etmiş, yatakları ve battaniyeleri saymış, lavabo ve tuvaletleri incelemiş, beslenme istihkakını öğrenmek için mutfağa, fiyatları öğrenmek için kantine gitmiş, suyun, ekmeğin, etin ve kahvenin tadına bakmış; postanede, revirde ve hastanede uzunca bir süre kalmışlardı. Esirler kısımlara göre sıraya dizildi. Her bölümde Türkçe dışında yabancı bir dil; Fransızca, İngilizce, Almanca ve hatta Rusça bilen birisi vardı. Bu kimseler arkadaşları için tercümanlık yaptılar. Her kampın bir tercümanı vardı. Fakat imkân olduğu sürece esirlerle doğrudan görüşüldü. Delegeler, yakıcı güneşin altında şikâyet ve istekleri dinlediler. Esirlerin şikâyetleri hakkında notlar almışlar, incelemeler yapmışlar, isimleri, tarihleri ve adresleri not etmişlerdi. Çok sayıda tercüman grubunun yardımıyla oldukça fazla sayıda askerle görüşüldü. Daha önemli konular kamp bürosuna taşındı ve daha titiz incelendi. Şikâyetler, başlıklar altında toplandı ve kamp yöneticileriyle tartışıldı. Esirlerin şikâyetleri delegeler tarafından anlayışla karşılandı. Delegelere göre hangi ülkeden olursa olsun, özgürlüğünü kaybeden bir esir acı çektiği için şikâyet edebilirdi. Bu durumun onu üzmesi doğaldı. Bir İngiliz askeriyle aynı istihkaka sahip olsa bile, İstanbullu bir hamalın veya Karadenizli bir balıkçının yiyeceklerden şikâyeti doğal karşılanmalıydı. Koyun etinin ana yemek olduğu yerlerde herkes sığır eti istemekte, sığır etinin çok olduğu yerlerde ise herkes koyun eti istemekteydi.. En fazla şikâyet haberleşme konusundaydı. ‘Ailemden hiçbir haber alamadım’ söylemi sürekli işitiliyordu. Mektup alamayan esirler, posta hizmetlerini sorumlu tutuyordu. Bazı esirler mahvolan işlerinden, boşa heba olan topraklarından endişe duyuyordu. Herkesin ayrı bir derdi vardı. Hafifletemeyecekleri, birkaç yatıştırıcı ve cesaret verici söz söylemekten başka bir şey yapamayacakları bu dertleri dinlemek, delegeler için zor bir durumdu.[413]

Kızılhaç heyetinin kampı ziyaret ettiği sırada içlerinde Mezopotamyalı Arapların çoğunlukta olduğu çoğunluğu Müslüman 3.366 Türk savaş esirleri barınmaktaydı. Basra’da esir alınarak Hindistan-Sumerpur esir kampına götürülen bazı Osmanlı memurları da bu kampta gözaltında tutuluyordu.355 Müslüman ve Müslüman olmayan esirlerin dağılımı şu şekildeydi:

355 Rapports : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 7.

Tablo 2.1: Sumerpur Kampındaki Esir Sayıları

MÜSLÜMAN ESİRLER

Uyruğu

Sivil Esirler

Asker

Toplam

Erkek

Kadın

Çocuk

Afgan

3

-

2

558

563

Mısır Arapları

-

1

1

-

2

Suudi Arapları

-

-

1

-

1

Anadolulu Türkler

-

-

1

3

4

Suriyeli Türkler

-

-

3

15

18

İranlı

-

1

8

11

20

Belucistanlı           (Pakistan)

Yerliler

-

-

-

1

1

Hintliler

-

-

1

1

2

Moğollar Kaşarlılar

-

-

1

-

1

Mezopotamya Arapları

5

7

117

1734

1863

Kürtler

-

2

15

528

545

Toplam

8

11

150

2855

3024

GAYRİMÜSLİM ESİ

RLER

Uyruğu

Sivil Esirler

Asker

Toplam

Erkek

Kadın

Çocuk

Mezopotamya Hıristiyanları

-

-

2

138

563

Mezopotamya Yahudileri

-

-

-

164

2

Ermeniler

-

-

2

-

1

Kürdistan Yahudileri

-

-

-

31

4

Arap ve Kürt Hıristiyanlar

-

-

-

2

18

Anadolu’daki               Türk

Hıristiyanlar

-

-

-

2

20

Yunanistanlı Rumlar

-

-

-

1

1

Toplam

-

-

4

338

345

Genel Toplam

8

11

154

3193

3.366

Kaynak: Rapports: Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A

L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 7.

Sumerpur kampında imamlık yapan ve subay sınıfından olmayan iki müftü ve iki kadı vardı. Devlet yöneticileri, kadılar, dini başkanlar ve bazı yüksek kademe memurlar hariç hemen hemen tüm siviller askerlik hizmetiyle yükümlü tutulmuştu. Neredeyse çocuk yaşlarda bir asker Mezopotamyalı Arapların arasında bulunuyor. Bu kişi Kızılhaç heyetine göre subay olacak bir yaşta değildi. [414]

Kızılhaç heyeti kamp esirlerin barında açısından her türlü ihtiyacı karşılayacak bir şekilde düzenlendiğini düşünmekteydi. Kızılhaç raporunda, kampın fiziksel özellikleri hakkında bilgiler bulunmaktadır. Sumerpur kampının inşaat planları ve o kampın inşası Davies adında bir mühendisin sorumluluğu altında gerçekleştirilmişti. Esirler için yapılan barakaların hepsi de aynı tipti. Bina 55 metre uzunlukta ve 9,75 metre genişlikte olup odaların içerisinde bir duvar odayı ortadan ikiye ayırmaktaydı. Tavanın yüksekliği 7.65 metreydi. Bu tavanlar özellikle bambularla sarılmış ve kaplanmıştı. Ancak bu yöntem güneşin sıcaklığını fazlasıyla odaya çekiyordu. Bu sorunun çözümü için tavanlar toprakla kaplanmaya çalışılmış ancak bu yöntem sürekli onarım gerektirdiğinden işlevsel olmamıştı. Barakaların duvarları tuğlalardan yapılmıştı. Duvarların içinde yapılan delikler esirler tarafından giysilerini koyabilmek için kullanıldı. Yerler taş veya çimento yapılmıştı. Bütün barakalar sokaklarla ayrılmış olup her biri 18 metre genişlikte ve ağaçlarla kaplıydı. Özellikle yüksek rütbeli olmayan Türk esirler için yapılan bazı barakalar farklı yerlerde inşa edilmişti. Bu barakaların içleri de farklıydı. Kendilerine ait bir mutfakları vardı. Bu lojmanların her biri duruma göre 1 veya 4 kişi tarafından kullanılmaktaydı. Kampta lojmanlar dışında memurların ofis olarak kullandıkları geniş girişe sahip ayrı bir yer de mevcuttu.[415]

Her tabur 70 kişiden oluşmaktaydı Odadaki yataklar büyük ve paralel ikişerli olarak düzenlenmişti. Bu şekilde yataklar arasında esirler rahatça geçebiliyordu. Bütün yataklar eski usul ahşaptan ve ayakları yaklaşık 50 santimetre yükseklikte yapılmıştı. Üzerinde hafif bir yatak konulabiliyordu. Bu tür yatakların kolay temizlenmesi, kolay taşınabilmesi ve kolay tamir edilebilmesi esirler açısından avantajlı bir durumdu. Bazen esirler dışarıda uyuyabiliyorlardı. Battaniyeler ise yeterli sayıda olup yatak takımı çok sık temizlenmekteydi. Barakaların içi ve dışı aynı şekilde gaz lambaları ile aydınlatılmaktaydı. Akşam 23.00’dan sonra bütün ışıkların kapatılması zorunluydu.357 [416]

Kızılhaç raporlarında, Sumerpur kampının komutan ve subaylarının esirlere karşı tavrı mükemmel gözükmektedir. Esirler, 40 İngiliz ve 225 Hintli asker tarafından gözetim altında tutuluyordu. Görüşülen birçok esir, muamelelerden dolayı heyete herhangi bir şikâyette bulunmamıştı.[417]

Karargâhta düzeni sağlamak için getirilen kurallar, Hindistan’daki tüm esirler için geçerliydi. Kamp komutanı, her türlü cezayı uygulama hakkına sahipti. Hiçbir esir, kendisine suçu bildirilip savunması alınmadan cezalandırılmıyordu. Komutan, on dört gün hücre hapsi verebilmekteydi. Cezalı durumdaki esir, azaltılmış istihkak alırdı. Fakat hiçbir esir, kamp doktorunun onayı olmadan hücre hapsine ya da 24 saatten fazla azaltılmış istihkaka maruz bırakılamazdı. Hapis cezası kamp hücrelerinde uygulanıyordu. On dört gün ceza almış bir esir, yedi gün geçmeden tekrar hücre cezasına çarptırılamazdı. Hücredeki esirlerin çalışmasına ve günde en az iki saat gezmelerine izin verilebiliyordu.[418]

Kamp komutanı hafif cezalar olarak sigara içilmesini, kamp eğlencelerine katılımı yasaklayabildiği gibi para cezası verme, en ağır kışla hizmetleri yaptırabilme yetkisine sahipti. Ayrıca mektup gönderme ve almalarını sınırlayabilmekteydi. Kampta cezalar en çok kavga, hırsızlık ve idare tarafından sağlanan malların satımından dolayı verilmekteydi. Kampta hiç kimse kaçma girişiminde bulunmadı. Esirlerin ceza aldıklarında kaldığı yer 3x3 metre boyutlarında ve 4 metre yüksekliğindeydi. Hücre hapsinde kapılar açık kalmakta ve esirler bir gardiyan tarafından gözetlenmekteydi. Havanın daha kolay girebilmesi için bir büyük pencere vardı. Bu ceza ciddi olaylar içindi. Altı ay içinde yalnızca altı defa bu ceza verilmişti. Bu ceza en fazla yirmi sekiz gün olabilmekteydi. Ağır cezada para alamadan ağır işlerde çalıştırılmak da vardı.[419]

Esirlerin kampın içinde nereye gitmek isterlerse oraya yürüyerek gidebilme imkânları vardı. Esirleri engelleyecek hiçbir kural yoktu. Ancak özel izin hariç kamp duvarının dışına yürüyüş yapma imkânları bulunmuyordu.[420]

Sumerpur’un havası kuru ve nemliydi, çok az sivrisinek bulunuyordu. Hava sıcaklığı yazın yaklaşık 32 derece ve kışın 13 derece civarındaydı. 1916 yılında yağan yağmurun diğer yıllara göre daha çoktu.[421]

Kampa su iki kuyudan geliyordu. Su oldukça derin yaklaşık 40 metre derinlikten eski petrol kuyulardan çıkarılıyordu. Yapılan birçok analiz suyun temiz olduğunu gösteriyordu. Su bu kampta bol ve taze olarak gelmekte ve herkese dağıtılmaktaydı.[422]

Kampta duş yoktu ancak iki adet havuz vardı. Havuzların suyu her gün düzenli olarak değiştiriliyordu. 1917 yılının başında üçüncü bir havuz yapımına başlandı. Bu havuz 6.840 litrelik bir depoya sahip olup 24 adet duş kabini ile toplamda 16 metre uzunluğunda 9 metre genişliğinde olacaktı. Esirlerin sıcak su isteklerine karşılık düzenli olarak odun gönderiliyordu.[423]

Esirler kendi çamaşırlarını kendileri yıkardı. Hastanenin çamaşırları ise bir görevli tarafından yıkanmaktaydı. Bütün yorganlar ve giysiler de zaman zaman sıcak su ile yıkanıyordu.[424]

Kampta toplam 225 adet Türk usulü tuvalet bulunuyordu. Her 15 esire için 1 tuvalet düşüyordu. Her tuvalet hemen hemen her gün arınık edilmekteydi. Her bir tuvalet için bir duvar örülmüştü. Sinek ve koku yoktu. Tuvaletlerin pisliği Hintliler tarafında 300 metreye kadar gömülürdü. Tuvaletlerin bakımı için 50 tane Hintli personel bulunmaktaydı.[425]

Kızılhaç heyeti kendi bütçelerinden iki esire küçük miktarlarda yardımda bulundu. Birincisi Mısır’dan mesleği gazeteci olan Ermeni bir sivildi. İkinci kişi ise Basra’dan kör ve yaşlı bir adamdı. Çok fakir olduğu için heyet Ermeni’ye 50, gözleri görmeyen adama 20 rupi verdi.[426]

Türk esirlere memleketlerinden uzak diyarda asıl yardımı yapan kişiler Hintli Müslümanlardı. Kûtu’l-Amâre’de esir düşen ve daha sonra Hindistan’dan Mısır, Beyrut, oradan Halep yolu ile Mardin’deki kıtasına iltihak eden 45. Fırka 45. Piyade Alayı'ndan Süleymaniyeli Mehmed Onbaşı, 21 Temmuz 1919 tarihli ifadesinde Hintlilerin yardımına dair bilgiler vermiştir. Kut’ta esir olduktan sonra Sumerpur esir kampına kapatılan Mehmed Onbaşı, bu şehirde esaret altında iken Hintli Müslümanların Osmanlı esirlerine elbise ve para vermek suretiyle yardımda bulunduğunu anlatmıştır. Ayrıca Hindistan’da Mecusilerle İslamlar İngilizler aleyhine birleşmişti. Afganistan, Belucistan, Türkistan’da Hintliler, İngilizlere karşı bir araya gelmiş olmalarına rağmen kendisi Hindistan’dan çıktığı zamana kadar bir ayaklanma olmamıştı. Genel durum İngilizler aleyhindeydi ve bölgede İngiliz askeri azdı. Mısır’dan geçerken trenlerin pencereleri kapalı olduğundan herhangi bir şey görememişti. Beyrut’ta konuştuğu bir tüccar, Mısır’da İngilizlerin kalmadığını söylemişti. Beyrut’ta Arap Hükûmeti vardı. İngiliz ve Fransız askeri de ayrıca bulunmaktaydı. Memur ve jandarmalar Arap ahalidendi. Halep’te Arap Hükûmetinin bir iki tabur askeri olup elbiseleri çok eskiydi.[427]

Kûtu’l-Amâre’de hezimete uğrayan ve çok sayıda esir veren İngilizlerin şaşkınlığı Hindistan esir kamplarında açıkça görülmekteydi. Sumerpur savaş esirleri kamp komutanı 5 Nisan 1917’de Yarbay H.M. Halliday’ye yazılan bir raporda Bağdat’ın düşmesiyle birlikte kendi askerleri ve Osmanlı esirlerinin moral durumunu şöyle anlatmıştır:[428]

“Bağdat’ın düştüğü haberi şaşkınlıkla karşılanmıştır. İlk olarak kampta büyük moral bozukluğuna sebep olmuş ve bir süre savaş esirlerinin çoğu, özellikle de siviller, oldukça üzgün ve kederli görünmüşlerdir.

Tüm savaş esirleri arasında haberi sevinçle karşılayanlar, Kerbela, Necef, El- Hille ve Kadhemein’den gelen pro-Arap partisi ve Şiilerdir.

Bağdat’ın düştüğü haberi hem savaşçı hem sivil savaş esirleri arasında konuşulmaktadır. Bana sıklıkla sorulan bir soru, ‘Müttefikler Mezopotamya ve Suriye’yi Hicaz’a bağlayacaklar mı?’ şeklindedir. Bazı esirler, müttefiklerin Müslüman dünyasına, şerifin bölgesine böyle bir bağlanma konusunda söz verdiklerini söyleyecek kadar ileri gitmekteler. Bu önermenin gerekçesi ise bazı kutsal İslami türbelerin Mezopotamya’da bulunmasıydı.

Eski subay olan sivillerin çoğunluğu, şu anda mutlulardır ama pro-Türk arkadaşlarından korktuklarından dolayı sevinçlerini ifade etme cesaretini gösterememektedirler.

Bağdat’ın düşüşünün diğer bir önemli etkisi de Türkiye’deki pro-Almanlar (İttihat ve Terakki Partisi) tarafından kampta yaşanan popülerliğe vurulan ağır darbe olmuştur. Türk Sadrazam Talat Paşa’ya ve Savaş Bakanı Enver Paşa’ya küfreden çok sayıda hâkim, vali ve müftü gibi sivilin var olduğunu duydum. Çoğunluk şu anda Türkiye’nin bu savaştan çekilmesi gerektiğini anlayıp dile getirmektedir.

Bir diğer etki, Türkiye’deki tüm ümitlerini yitirmiş eski subay olan ve İngiltere Hükûmeti tarafından korunmayı isteyen bazı genç sivillerde pro-İngiliz duyguların oluşmuş olmasıdır. Bu durum Suriye’den gelen daha yaşlı sivillerin bazıları için de geçerlidir.

İşgal edilen topraklardan sınır dışı edilen tüccarlar, bazı istisnalar olmak kaydıyla, haberleri büyük memnuniyetle karşılamışlardır.

Hıristiyan savaş esirleri istisnasız olarak zaferden dolayı sevinmekte ve ailelerinin emniyetinden emin olmak için hevesle Musul’un düşmesini beklemektedirler.

Yahudi savaş esirleri son derece ihtiyatlıdırlar ve asla duygularının kendilerini açığa çıkarmasına izin vermemektedirler.”

Yarbay H.M. Halliday de kaleme aldığı cevap yazısında ellerinde bulunan Osmanlı savaş esirlerinin durumları ile ilgili şu satırları yazmıştır:[429]

“Bağdat’ın düşüşünün benim farkına vardığım ilk etkisi, Arap Hıristiyanların Kral’a bir tebrik telgrafı gönderme talepleriydi. Sanırım anlıyorsunuz. Her halükârda bu önemli ve sevindirici bir haber. Hıristiyan Araplar hiç şüphesiz kendilerini şu anda Kral’ın maiyeti olarak görmekteler. İngilizler Bağdat’ı işgal ettiklerinden beri kendileri Bağdat’ın İngiltere İmparatorluğu’nun bir parçası

olacağını düşünmekteydiler. Doğal bir şekilde Hıristiyanlar olarak sevinmektedirler.

Müslüman Arapların tabi moralleri bozuk. Fakat İngilizlerin fethedilen toprakları, daha sonra tüm Arapların kralı olacak olan şerife devretmelerinin umudu içerisindeler. Bunu yapar ve bir tampon devlet kurarsak, bizim egemenliğimiz altında olsa bile tüm Mezopotamya’nın sadık desteğine dayanabiliriz. Bu umutla bir miktar Müslüman Arap hizmetlerini şerife sunmaktadır. Şerife tabi olma şansını elde etmiş ve reddetmiş olan bazıları şu anda ikinci bir şans verilmesi hususunda endişeliler. Bazıları kendilerine verilmiş olan bu fırsatı neden değerlendirmediklerini sordum. Bunun Arabistan’ın bağımsızlığı anlamına geleceğini anlamamış oldukları şeklinde cevap verdiler. Bu hususlar bana, İngiltere Hükûmetinin değerlendirmelerine sunulmaya değer görünmektedir. Mezopotamya’nın geleceği için yalnızca üç ihtimal var. Topraklara katma, yeniden kurma ve Krallığın bir parçası olarak şerife Sunma. Eğer İmparatorluk konseylerinde bir söz hakkım olursa, benim savunduğum ihtimal sonuncusu olacaktır.

Genel olarak şüphe yok ki tüm esirlerin ortak olarak vardıkları sonuç, Türklerin Almanlar tarafından ihanete uğradıklarıdır. Türklerin Almanlar için Riga gibi uzak bir yere kadar savaştıklarına, fakat Bağdat tehdit edildiğinde orayı savunmak için Almanların bir kişi bile göndermediklerine dikkat çekiyorlar.

Hâlihazırda Bağdat’tan bazı esirlerim mevcut ve sıklıkla, özellikle subaylar, İngilizler tarafından kendilerine uygulanan muameleden bahsetmekteler. Kut’tan Musul’a kadar İngilizlerin muamelelerine ilişkin duyduğum hikâyeler, tahmin ettiğim kadar kötü değil.

Çok sayıda savaş esiri şu anda yeni barakalar üzerinde çalışmaktadır ve yakın gelecekte gelmeleri beklenen esirlerin sayısında önemli bir artış olacağının farkındalar. Aslında sayımız gittikçe artmaktadır ve şu anda 4.000 civarındadır.”

2.1.2                         Bombay Ahmed Nagar Kampı

Bu kamp Ahmed Nagar şehrinden yaklaşık 2 mil uzaklıkta bulunuyordu. Burada yaklaşık 35.000 insan yaşıyordu. Özellikle tarım alanında ünlü bir şehirdi. Geceleri inanılmaz derecede bir sıcaklık vardı ve uyumak çok zordu. Kampta üç bölüm bulunuyordu. A ve B kısımları esirlerin sosyal sınıflarına göre ayrılmıştı. A kampı, Alman gemisinden esir alınan kişilerin ekipmanları ve bazı hasta olan esirler 158

için; B kampı ise yüksek mevkide olan esirler içindi. C kısmında ise şartlı tahliye ile izin verilen esirler barındırılıyordu. Bu kamp duvarla hiçbir şekilde çevrili değildi. Bu nedenle, bu kamp kaçmamaya söz vermiş olan esirler için tahsis edilmişti. Bölgede dolaşmak serbestse de kampın dışına çıkmak yasaktı. A Kampında 850 esir, B kampında 362 esir, C kampında kaçmayacaklarına söz veren 409 esir olmak üzere 1.661 esir bulunuyordu. Bu esirlerden 452’si, savaş esiri statüsündeydi. Kampta kalan Alman esirlerden 49’u subay, 397’si astsubay, 877’si sivildi. Kampta kalan Avusturyalı esirlerden 3’ü subay, 3’ü astsubay, 172’si sivildi. Kampta Türk savaş esiri olduğuna dair herhangi bir bilgi bulunamadı. Kampın komutanı Yarbay Bay Morse’dir. Yardımcıları Yarbay Loudon ve Teğmen Grey’di. Kampın gözetimi yalnızca İngiliz askerler tarafından yapılıyordu. Kamp toplama kampını andırıyordu. Kamp 1915 yılında ve Haziran 1916’da Bay Smith tarafından ziyaret edilmişti. Bombay’dan gelen Bay Baker, 1914 ve 1915 yıllarında, Bay Colman ise 1915 ve 1916 yıllarında kampta incelemelerde bulunmuştu.[430]

2.1.3                        Bombay Belgaum Kampı

Belgaum Kampı Güney Madras-Mahratta demiryolu üzerinde Belgaum şehrine yakın mesafede kurulmuştu. Yükseklik 900 metreydi. Ahmat Nagar’dan daha soğuk iklime sahip olan yer, sanatoryum olarak hizmet vermekte ve sıcak havalarda insanlar buraya gelmekteydi. Belgaum sivil esir kampıydı. Aile kampı olarak da adlandırılmıştı. Sadece kadın ve çocuklardan oluşmakta iken daha sonra kocalarının da eşleri ile bir araya gelmelerine izin verildi. Kamp komutanı Albay M. A. Halliard olup yardımcısı müfettiş Robinson’du. Kamp Kalküta Amerikan Konsolosluğu tarafından iki defa ziyaret edildi. Kampta nöbetçi yoktu ve esirler izlenmiyordu. Güvenlik görevlileri sadece İngiliz askerleriydi. Kampta 214 Avusturya ve Alman esiri bulunmaktaydı. Alman esirleri arasında 3 subay, 2 astsubay, 25 çalışabilir sivil, 12 çalışamaz sivil, 57 kadın, 59 çocuk vardı. Avusturyalı esirler arasında ise 12 çalışabilir sivil, 3 çalışamaz sivil, 18 kadın ve 23 çocuk bulunmaktadır. Bu rakamlar

Kızılhaç heyetinin kampı ziyareti sırasında kaydettikleri verilerdi.[431]

2.1.4                        Bombay Bellary Kampı

Kızılhaç heyetinin, Bellary esir kampını 12 Mart 1917’de ziyareti sırasında kampta 137 Türk esiri bulunmaktaydı. Esirlerin hepsi Osmanlı Devleti vatandaşıydı. 137 esirin 1’i subay, 1’i hekim, 2’si astsubay ve 66’sı erdi. Mart 1917 itibariyle 500 yeni esir bekleniyordu. Mevcut binalar[432] 4.000 kişi barındırabilmekte ve devam eden inşaatlarla 5.000 kişi daha alabilecek kapasitedeydi. Kampın komutanı Yarbay T. M. Kirkwood ve yardımcısı Binbaşı Mackie’di. Kızılhaç heyetinden Dr. Blanchod’un 11 Mart gününde ağır bir hastalığa yakalanmasından dolayı, bu tarihten itibaren bütün kamp ziyaretleri sadece Schoch ve Thormeyer tarafından yapıldı. 1917 yılında faaliyete geçen kamp Bombay bölgesinde, şehrin güneydoğusunda ve Bellary kentinin 3 kilometre uzağında bulunuyordu. Bölge 800 metrelik bir rakımda ve etrafı dağlarla çevrili bir ovaydı.[433]

Kampın yeni yapılmış olmasından dolayı henüz esir ziyaret isteği gerçekleşmemişti. Hâlihazırda Türk subaylar tarafından kullanılan konutların ikisi de tuğla ve taştan yapılmıştı. Binalar üstü kapalı, büyük verandaları ve banyo odaları olan yerlerdi. Odaların büyüklüğü esirler için yeterliydi. Zemin taştan yapılmış, duvarlar kireçle beyazlatılmıştı. Astsubaylara ayrılmış odalar 50 kişi alabilecek ve 120,6 metre küplük bir hacme sahipti. Bütün yan binalar, mutfaklar, temizlik ve çalışma odaları sağlam yapılmış ve kabul edilebilir bir mesafede konuşlandırılmıştı. Konutlar petrol lambalarıyla, caddeler ise kerosen gazıyla çalışan sokak fenerleriyle aydınlatılıyordu. Yönetim esir subaylara demirden bir yatak, sandalye ve masa verilmişti. Esirlerin kendi ceplerinden ödeyerek istedikleri mobilyayı getirtebilme hakları mevcuttu.[434]

Kampın fiziki yapısı hakkında bilgilere esirlerin yazmış oldukları hatıratlarda da rastlanmaktadır. Hüseyin Fehmi Genişol’un hatıratında yazdığına göre Bombay istasyonundan Bellary esir kampına 18 Eylül 1918 günü getirilen esirler şehrin 15 km dışında kalenin önünde tel örgülere konulmuştu. Kamp her biri 500 kişilik otuz pavyondan oluşmaktaydı. Duvarlar aynı hizada ve kesme taşla yapılmış ve bir metre kalınlığındaydı. Her pavyonun önünde büyük çamaşırhaneler, banyolar bulunuyordu. Atık suların pislik yapmaması amacıyla iki tarafa akması için arklar yapılmıştı. Pavyonların çevresi demir hindiye benzeyen ağaçlarla çevriliydi. Esirler öncelikle küçük karantina pavyonlarına konulmuştu. Erler ve subaylar isimleri okunduktan sonra karargâha girmiş ve her bir esire bir numara ve gideceği bölük yazılmıştı. Hüseyin Fehmi Güneş 26. bölüğe 6491 numara ile kaydedilmişti. Her bir bölük 100 kişilikti. Her 100 kişiye 10 rupi yani 80 kuruş maaşla birer çavuş ve her sekiz bölüğe bir başçavuş verilmişti. Tabur çavuşu diye adlandırılan başçavuş 144 kuruş almaktaydı.[435]

Bellary esir kampında 6.000-7.000 esir kalmaktaydı. Kamp kuralları çok katıydı. Emirlerin dışında hareket edenler tek odalı hücrelere konulmakta, daha angarya pavyonuna gönderilip orada sabahtan akşama kadar çalıştırılmakta ve ayrıca sigara verilmemekteydi.[436]

Her bölükteki esirler manga düzenine geçirilerek sabah ve akşam yoklama yapılırdı. Bölüğün önünde çavuş ile beraber 100 esir yoklama yapılan karargâh alanına askeri düzende getirilirdi. Her bölük, ait olduğu taburun önüne onar metre arayla hizaya geçirilirdi. Önce İngiliz başçavuş, ardından karargâh komutanının askerleri esirlere selamlama yapılırdı. Yoklamanın ardından angaryacı tabur angaryaya giderdi. Her bölükten altı aşçı, beş erzakçı, iki süpürgeci ve bir bölük emini günlük işler için ayrılmaktaydı. Kalanlar, karargâh çavuşu tarafından karargâhı, tuvaletleri, arkları temizlemek, otları kesmek ve telleri tamir etmek için görevlendirilirdi. Ayrıca bazıları karargâh dışına çıkarılmakta ve İngiliz subayların ev hizmetlerinde çalıştırılmaktaydı. Erzakçılıkla görevlendirilen asker saat 07.00’de ambara gidip erzakları alır, süpürgeciler pavyonu temizler, aşçılar sabah ve akşam için yemek pişirirdi.[437]

Öğleden sonra saat 16.00’da tekrar yoklama yapılmakta ve yoklama sonrası tekrar angaryaya gidilmekteydi. Akşam saat 18.00’de paydos verilmekte ve akşam yemeği sonrası yemeklerini yedikten sonra tüm işler saat 21.00’da sona ermekteydi. Bölükler altışarlı takımlar halinde düzenlenmişti. Her takımın aşçısı erlerin yemeklerini tabaklarına koyardı. Her bölüğün mevcuduna göre cumartesi ve salı günleri bölüğün erzakları levazım subayı tarafından temin ediliyordu. 06.20’de kalk komutu alan esirler 07.15’de tüm bölük ile yoklama yerine gelmek zorundaydı. Hüseyin Fehmi Güneş’in anılarının başka yerinde kalkış için 06.30, yoklama için 07.00 saati verilmiştir. Yoklama gelmeyen bir asker tespit edilirse derhal bulunup hapse atılırdı.[438]

Ayrıca cuma günleri çamaşır yoklaması yapılır; yeni iki elbiseden en yenisi giyilirdi. Diğer elbise ve çamaşırlar yere serilen bezin üzerine serilir, önde ayakkabı, arkasında tabak çanak, sonra çorap, peşkir, geride ortada iç çamaşırı, sağda ceket, solda pantolon, daha geriye battaniye konulurdu. Ayrıca 100 kişinin eşyalarının ve ayaklarının aynı hizada ve aynı yönde olması gerekirdi. Eğer istenen işler arzu edildiği gibi yapılmamışsa; 3, 5 ve 8 gün peş peşe çamaşır yoklaması tekrarlanırdı.[439]

Şubat 1920’de kampın iaşe amirliğine terfi eden Yüzbaşı Fraser, öğle saatlerinde kampa gelmiş ve tüm esirlerin ne yaptığını izlemiş ve not almıştı. Bundan başka Fraser, Kur’an okuyan, namaz kılan, abdest alan, uyuyan, oturan, oyun oynayan, dikiş diken esirleri toplamış, yoklama alanına getirmiş ve işlerine devam etmelerini istemişti. Tüm yapılanları İngiliz ve Hintli subaylara da izletmişti.[440]

Esirlerin arasındaki milliyet farkı ve esirlerin Müslüman olması İngilizler için önemliydi. Kampın bulunduğu bölgede Müslümanların yaşaması sebebiyle esirlere karşı daha yumuşak davranılması bir İngiliz politikasıydı. Böylece İngilizler, bölge halkını kendi yanına çekmeyi planlanmaktaydı. Esirlerin arasında milliyet farkı esirler için önemli değildi. Sadece İttihatçı ve İtilafçı taraftarları arasında kavgalar çıkmakta ve karşılıklı hakaretler edilmekteydi.[441]

Kampın bulunduğu yer ve esirlerin kampa gelişleri hakkında bir diğer hatırat Muhiddin Erev’e aittir. Muhiddin Erev, hatıratında Madras eyaleti, Bangolor iline bağlı bir fırka merkezi olan Ballary’ye geldiklerinde ilk karşılaştıkları şeyin tepede yazılı bulunan “God Save The King” yazısı olduğunu yazmıştı. Getirildikleri kamp bir hayli büyük olup; subay, sivil ve erlerden oluşuyordu. Kampta bir ofis, hastane, iki satış mağazası ve iki terzi bulunuyordu. Kampa gelen esirler hasırlı kampa yerleştikten sonra kendilerine birer hantal karyola ve battaniye verildi. Esirlerin kaldıkları binalardan başka, daha önceden gelen esirlerin işgal ettiği münferit odalar ve arkasında ufak bir hol bulunan üç tane tek katlı bina daha vardı.[442]

Kampta esirleri üzerinde sıkı bir kontrol vardı. İngiliz yetkililer, belirli zamanlarda esirlerin kaldıkları koğuşları gezerek askerlerin eşya ve temizlik kontrolünü yaparlardı. bir defasında temizlik kontrolü sonrasında bir bölüğün temizlik konusunda kurallara riayet etmediği gören kamp komutanı erlerin çamaşır ve üst baş temizliğine dikkat etmediklerini anlatan bir yazıyı ibret olsun diye emir tahtasına yazmıştı.[443]

Hasan Yetimi’nin anlattıklarına göre esir subay, erler ve sivil esirler her hafta salı günü saat 08.00’de yoklama amacıyla komutan ve yardımcısı tarafından tercüman vasıtasıyla özel bir yerde toplanılırdı. Yarbay ve daha üst rütbede bulunan üst rütbeli subaylar ile birinci sınıf sivil esirler, Mütareke sonrası binbaşı rütbesindeki subaylar yoklamadan muaf tutulmuştu. Subay adayları ve erlerin her gün sabah 06.00 ve akşam 16.00’da komutanlık dairesi önündeki yoklama meydanında bölük ve tabur halinde toplanarak, komutan veya yardımcısı hazır olduğu halde İngiliz başçavuşu tarafından sayımları yapılırdı. Esirler karargâhın iç bölümünde, İngiliz erleri veya askeri polisin gözetimde Hintli askerinin kontrolü altında hizmet yerlerine gönderilerek iki saat kadar çalıştırılır ve yoklama yerlerine getirilirdi. Kampta görevli erler ile hastanelerde görevli sıhhiye erleri angaryadan muaf tutulurdu. İhtiyaç fazlası sıhhiye erleri ile üstsubay yanındaki nöbetçi erleri haftada sadece iki gün yoklamada hazır bulunurdu.

Geri kalan erlere, angarya işleri bitene kadar yoklama alanında ve bazı günler karargâha üç mil uzaklıkta yürüyüş yapmalarına izin verildi. Subay adayları angaryadan aynı tutulmuşlarsa da kamp içi ve kamp dışı gezilerde erlerle bir muamele görürdü. Tutuklanması gerektiğinde de erlerle aynı yere kapatılırlardı. Haftada bir gün, cuma günleri öğleden önce saat 10.00’da bütün erlerin çamaşır ve eşya yoklaması kendi pavyonları önünde, nöbetçi erlerin eşyası yoklama alanında komutanın kendisi ve yardımcısı tarafından birbiri ardınca yapılırdı. Esirler bu yoklama sonrası izinli sayılırdı. Binbaşı ve daha üst rütbedeki subayların emir erleri sadece cuma ve salı günleri sabah yoklaması ile angarya ve yürüyüşten muaf tutulurdu. Yoklama sonrası görev yerlerine giderlerdi. Bütün subayların ve sivillerin emir erleri de akşam yoklamasından muaf tutulmuştu. Erlerin yoklamaları çoğu kez tekrar tekrar yapılırdı. Sayının fazla çıkması veya az çıkması durumunda yoklamalar tekrarlanırdı. Eksik çıkması durumunda firardan şüphelenilirdi. Çoğu zaman yoklamadaki fark komutanın dikkatsizliğinden veya hastaneye sevk edilen askerlerden kaynaklandığı görülürdü. Bazen de silah yoklamaları yapılırdı. Subayların emir erleri de dahil tüm erler yoklama meydanına toplanır ve aranırdı. Böylece subaylar o günlerde askersiz bırakılarak huzursuz edilmeye çalışılırdı. Ramazan ayı, bayramlar ve diğer kutsal günlerde yoklamalar aksatılmaz ve aynen diğer günlerdeki gibi yapılırdı. Esirlere bu günlerde izin verilmezdi. Subay emir erleri akşam yoklamasından muaf tutulurdu. 1919 Ramazan Bayramı’nın ikinci günü esir askerler nöbetçi askerlerle bayramlaşmak için tel örgünün bir noktasından delik açarak geçmişlerdi. Bunun üzerine nöbetçi erlerin 10 gün akşam yoklamasına çıkmaları emri verildi. Bayramlarda ve diğer kutsal günlerde de bu şekilde erler ve subayların rahatsız edildikleri olurdu.[444]

Irak Cephesi'nde savaşırken İngilizlere esir düşen ve 1916-1920 yılları arası Bellary kampında kalan 156. Alay Komutanı Yarbay Hasan Yetimi, döneme ait yazdığı notlarında açılışından başlayarak, esirlerin gelişleri, kamp tercümanları, karargâhın yerleşim yeri, kamp yönetimi, hastalara yapılan muameleler, subay ve erlerin kamptaki durumları, yoklamalar, esirlerin çalıştırılması, kamp içinde ve dışında yapılan geziler, kamp yetkilileri ile ilişkiler, esirlere verilen cezalar, kamplarda kullanılan su, kampın bulunduğu yer, iç düzen, kamp hayatı ve kampın boşaltılmasına ait bilgiler bulunmaktadır. Demirmogor Tahvintakar demiryolu hattı üzerinde olan kamp, 9. İngiliz Tümeninin yerleşimi amacıyla doğudan batıya doğru uzanan ve birbirine paralel hatlar üzerinde kurulmuş otuz kadar binadan oluşmaktaydı. Bunlara daha sonra esirler için 20 kadar pavyon ve türlü türlü depo, mutfak, çamaşırhane, eczane, kapasiteli bir hastane, böbrek tedavi ünitesi, tutuk evi ve diğer birimler eklendi. 1,5 kilometrekarelik bir arazi üzerindeki kampın etrafı iki sıra dikenli tel örgüyle ve nöbetçi devriyeleriyle çevriliydi. Bu kargir pavyonlardan batı tarafındaki altısı üst rütbeli subay ve subaylara, ikisi ikinci ve üçüncü sınıf sivil esirlere, ikisi subay adaylarına, diğer ikisi hastalarla bir miktar sağlık erine, on kadarı erlere aitti. Ayrıca bir pavyon bakkal, terzi, kunduracı gibi esnaflara ayrılmıştı. Bu esnaf pavyonuna yakın diğer bir pavyonda İngiliz Karargâh Komutanlığının yazı işleri dairesi bulunuyordu. Geri kalan pavyonlar ise boş bırakılmıştı. Bu şekilde kısımlara ayrılmış pavyonlar grubuyla mutfak ve çamaşırhane içten tel örgüyle ayrılmıştı. Böylece pavyonların birbiri ile karışması engellendi. Komutanlığa, içteki hastane pavyonlarıyla dışarıdaki hastaneye, dıştan çevrili teller arasındaki yolla ulaşım sağlanıyordu.[445]

1917 yılından itibaren savaşın tüm şiddetiyle devam etmesi ve Osmanlı Devleti’nin cephelerde ağır kayıplar vermesi; Bellary kampı başta olmak üzere tüm kampların nüfusunun hızla artmasına neden oldu. Kendi ihtiyaçlarını kendileri gideremeyen felçli ve yaralı bazı esir subaylar da Şubat 1918’de bu kampa getirildi. Ayrıca Bern Sözleşmesi’nde adı geçen Bağdat Karantina Müfettişi Doktor Mehmed Emin Bey ile 130 kadar malul asker Temmuz 1918’de; 70-80 kadar değişik derecede malul er de Eylül 1918’de değişik kamplardan buraya nakledildi[446]

Kamp yönetimi ve güvenliği yarbay rütbesinde bir İngiliz subaylarına verilmişti. Bu şahıs genel olarak güvenlik ve yönetim konusuna bakmak ve üst makamlarla haberleşmekle görevliydi. Emri altında yardımcı olarak bir yüzbaşı bulunup o da esirlerin kayıtlarını tutmak, güvenliği sağlamak, yoklamalarını yapmak, ödenek ve maaşları ödemek ve angarya erlerini düzenlemek gibi işlere bakmaktaydı.

Yönetim dairesinde komutanın yardımcıları arasında dördü Ermeni, biri Hristiyan ve diğeri Yahudi olan altı er, bir tercüman, birkaç kâtip, yazıcı, posta memuru, askeri polis ve sıhhiye erleri vardı. Ayrıca sadece kapılarda önemli noktaların nöbetçilik görevini yerine getiren bir bölük derecesinde İngiliz muhafızlar ve ikinci derece nöbet yerleriyle angaryaya çıkan erleri muhafaza etmekte görevli iki bölük derecesinde Hintli bulunuyordu.[447]

Eskilerin arasında harbin başında Korna’da esir olan kişiler vardı. Kampa en son gelenler ise Fırat Cephesi’nde esir düşenlerdi. Esirlerin memleketleri ve savaşın son durumu hakkında bilgileri alması ancak yeni kampa yeni gelen esirlerle oluyordu. Memleketlerinde olup bitenler hakkında haber almak isteyen esirlere yeni gelen esirler bildiklerini, duyduklarını anlatıyordu. [448]

Nureddin Peker, esir kampının bulunduğu Bellary kasabası hakkında anılarında bilgiler vermiştir. Basra’da esaret hayatını yaşayan Nureddin Peker, pek çok diğer esir gibi Türkiye’ye gönderileceği yalanı ile Hindistan’a gönderilmişti. Peker’in içinde bulunduğu esir kafilesi, 1 Ekim 1920 günü Bombay’dan yola çıkarılarak 3 Ekim günü Hindistan’ın ortasında Bellary esir kampına getirildi. Kampa vardıklarında, kamp arkadaşları Türkiye’ye gönderilmek üzere hazırlanmıştı. Arkadaşları ile vedalaşmış ve onlardan kalan eşyaları almıştı. Bellary kasabası Müslüman olmayan bir kasabaydı. Kasabasının tam ortasında büyük bir kayalık ve tepesinde hapishane bulunuyordu. Kayanın kuzeyinde İngilizce Allah korusun yazıyordu. Kasabanın kuzeyinde taşkışla mevcuttu. Kampın etrafı dört metre yüksekliğinde dikenli tellerle çevrilmişti.[449]

Bellary esir kampında Aralık 1919’da Rusya’daki Krasnoyarsk kampından kaçarak Türkistan yoluyla Afganistan üzerinden Hindistan’a gelen iki Türk subayı daha vardı. Bu iki esirin kampın bulunduğu yere ve fiziki şartlarına dair verdiği bilgiler Tahsin İybar’ın yazdığı hatıratta yer almıştır. Rus esir kamplarında yaşadıkları her türlü zorluktan sonra bu kampta çok rahat ettiler.[450]

Rus esir kamplarından kaçarak Pakistan’a ulaşan Tahsin İybar, İngiliz askerleri gözetiminde Hintli polisler tarafından bir odaya çekilmiş ve Rus casusu olmadıklarına kanaat getirilince bir otele yerleştirilmişti. Ardından, Hintli polislerce üzerlerindeki nakit para, saat, her türlü evrak ve hatırat geçici olarak alındı ve bunların karşılığında bir senet verildi. Hatırat incelendikten sonra geri verilmiş ve bir Müslüman Hintli polis eşliğinde Peşaver’de gezebilmelerine izin verildi. 2 Aralık 1919’da Bellary esir kampına yerleştirildi. Tren istasyonundan kampın bulunduğu yere kadar yürüyerek gittiler. Bir askeri birliğin pavyonlarından ibaret olan esir kampı, kasabaya hâkim sivri ve münferit bir tepenin eteklerinde, ormanın kenarına kurulmuştu. Pavyonlar taş ve tuğladan (kargir) olup sıcak iklim düşünülerek saçak ve pencereleri yapılmıştı. Etrafı dikenli tellerler ile çevrili kampta Irak’ta esir edilmiş subay ve erler kalmaktaydı. Kamptan kaçmayacaklarına ve krokide belirtilen yerlerin dışına çıkmayacaklarına dair bir parol imzalamışlar ve bu şekilde kampın etrafından gezmeye izin almışlardı. Ellerindeki parol ile sabah kahvaltıdan sonra kapıdan çıkıp kampı gezebilmekteydiler. Tahsin İybar aldığı izinle yerli halk ile görüşebiliyordu. Hintlilerin Türklere karşı sempatisi büyüktü.392 [451]

Kamp, beş taburdan oluşmaktaydı: Birinci tabur Tatarlardan, ikinci tabur sağlam askerlerden, üçüncü tabur sıhhiye askerlerinden, dördüncü tabur subay hizmetlilerinden, beşinci tabur zayıf ve malul askerler meydana gelmişti. Bu taburda çok zayıf askerler olduğu gibi eli ve ayağı olmayan esirler de bulunmaktaydı.[452]

Kampın suyu, yakınlardaki bir tepeden, yeraltından gelen boruların yardımıyla tedarik ediliyor, iyi kalitede olup bakteriyolojik bir analize tabi tutuluyor ve muslukları olan büyük sarnıçlarda bekletiliyordu. Su kaybını önlemek için konutların içinde su tedarik etme noktaları inşa edilmişti. Ancak çamaşırhaneye ve genel temizlik odasına bolca su veriliyordu. Askerler için kurulan temizlik odası, boğaların yardımıyla su çekilen, taştan ve demirden yapılmış büyük bir binaydı. Çamaşırhaneye sıcak su 4 kazandan temin ediliyordu.[453]

Her teldeki asker sayısına göre sabah ve akşam er başına yemek yapmak, çamaşır yıkamak, banyo yapmak dâhil 15 dakika, yarım saat veya bir saat boyunca 200 dirhem su veriliyordu. Subay hizmetine bakan erlerin angaryaya çıkmasıyla sabah sularını subaylar kendileri almak zorunda kaldı. Cuma günü tüm esirlerin çamaşır ve bıçak yoklaması yapılırdı. Bıçakla yakalanan bir esirin en az bir ay hapse mahkûm alması kesindi. Esirlerin yattıkları pavyonların zemini taş olduğundan, esirler ağaç ve tellerle kendilerine karyola ve ottan minder yapmışlardı. Her esire birer battaniye verilmiş, ılıman iklimde bir battaniye yeterli olmuştu.[454]

Bellary kasabası içinde ve yakınında akarsu bulunmuyordu. Kampın içme suyu, üzerinde eski kale kalıntısı bulunan ve tek parça bir kayadan oluşan dağın batı tarafında bulunan 150 metre uzunluğunda, 40 metre eninde, 8-9 metre derinliğinde eski bir su havuzundan sağlanmaktaydı. Bundan başka kasaba etrafındaki birçok küçük havuz ve yerlerde birikmiş büyük sular, hayvanların sulanmasında ve diğer ihtiyaçların giderilmesinde kullanılmaktaydı. İngilizler, su ihtiyacını daha mükemmel şekilde sağlamak amacıyla kasabanın 5-6 mil batı tarafında uzanan dağlardan gelen yağmur sularını, etrafı çevrili bir yere çekmek üzere düzenekler yapmıştı. Dağlardan gelen yağmur sularının yapılan bu havuza akışını sağlamak üzere taş ve tuğladan yapılma bir kanal açıldı. İnsanların büyük havuzu kirletmesini engellemek için etrafı tel örgü ile çevrildi. Halk için bir başka küçük havuz daha yapılmıştı. Küçük havuzun suyu azaldıkça büyük havuzdan takviye yapılıyordu. Halk fıçılı arabalar ve büyük potalarla evlerine su taşıyordu. Adı geçen büyük havuz önünde bir su pompası bulunmakta olup bu pompa ve borular vasıtasıyla karargâha getirilen su, pavyondaki çeşmelere geliyor ve esirler sularını bu çeşmeden alıyordu. Gazın yetersizliği yüzünden pompalar fazla çalıştırılamadığından çeşmelerden su sürekli akmıyordu. Çeşmeler, sabah ve akşam yağmurların yağdığı ölçüde 10-15 dakika, yarım veya en fazla bir saat akıtıldıktan sonra kapatılıyordu. Hintli muhafızların ve İngiliz askerlerinin denetimi altında esirlere nöbetleşe su dağıtılıyordu. Suların yetersizliği sebebiyle çevredeki havuzlardan esirlere fıçı arabaları su çektiriliyordu. Bozuk ve fena kokan sularla, çamaşırların yıkanması ve temizliklerin yapılması zorunlu tutulmuştu. Su yetersizliğinin yanı sıra Hintli muhafızlarla İngiliz askerler, zaman zaman en küçük bir hatadan dolayı su tenekelerini ve su küplerini kırarak esirleri huzursuz etmeye de çalışıyordu. Bu susuzlukta su para ile satılmaya başlanmıştı. Boş bir gaz tenekesi önceleri dört kuruşa ve bir su küpü üç kuruşa karargâh dükkânlarında satılırken son zamanlarda bir teneke 10 ve bir küp su 8 kuruşa çıkmıştı. Pompa ile suyun akıtılacağı zaman çeşme başlarında mikroplara karşı ilaçlama yapılırdı. Karargâhın 500 metre kuzeyinde İngilizler tarafından derin, geniş ve kapalı bir kuyudan pompa ile çıkarılan su, borularla hastaneye ve İngiliz muhafızların askeri pavyonlarına getirilirdi. Hastalar ve İngiliz askerleri, bu suyu içerler ve kullanırlardı. Esir subaylardan bazılarına ve yönetim ile arasını iyi tutanlara bu sudan verilirdi. Su sıkıntısını kısmen de olsa azaltmak için bu kamptan 1.000 kişi 1918 yılı başında Meiktila kampına, 1.000 kişi de Basra’ya toprak işlerinde kullanılmak üzere gönderildi.[455]

Tuvaletler tuğladan yapılmış, zemini taştan ve sayıları da yeterliydi. Ayrıca hasır otundan yapılmış paravanlarla ayrılmış taşınabilir atık depolarına sahipti. Bu atık depoları her gün boşaltılıp dezenfekte edilir ve atıklar fırınlarda yakılırdı.[456]

Esir kampında yoklamalar haftada bir yapılmakta ve subayların bazıları uykuları ağır olduğundan yoklamaya geç kalmaktaydı. Bazen esirler bu kişileri saatlerce ayakta beklemek zorunda kalıyordu. Yoklamaya gelmeyenlere haftada üç gün ya da tüm hafta imza atma cezası veriliyordu. Cezalı kişi günün belli bir zamanından ofisin kapanacağı zamana kadar ofis ile kamp arasındaki mesafeyi yarımşar veya bir saatlik süre ile yürümek ve imza atmak zorundaydı. Ceza hafif görülse de Hindistan güneşi altında bir oyunun ya da önemli bir faaliyetin ortasında yirmi dakikalık yolu gidip gelmek katlanılacak bir durum değildi. Kişinin bir günlük hayat düzeni bozmaktaydı.[457]

Subaylara verilen gazeteler sansür işlemine tabiydi. İstenmeyen haberler İngiliz Madras Times gazetesinden sansür yerleri kesilip verilirdi. 1 Temmuz 1919 günü gazete sansür edilmeden verilmişti. Gazetede çıkan haberde barış yapılacağından ve esirlerin geri döneceğinden söz ediliyordu. 20 Temmuz günü çıkan haberlerde ise Hindistan’da çıkan huzursuzluktan bahsediliyordu. Gandi tarafından yapılan teşvik ve propaganda ile huzursuzluk isyana dönüşmüş ve İngiliz askerleri tarafından baskı altında tutulan Hintliler pek çok yerde ihtilal başlatmıştı. Pek çok Hintli’ye göre İngilizler öldürülmesi gereken ve memleketlerini acil terk etmesi gereken işgalcilerdi.[458]

Mısır’da İngilizlere karşı isyan çıktığını, Mayıs 1919’da Mısır’da yayınlanan gazeteler yazmıştı. Mısır ve İngiltere arasında 1914 tarihinde imzalanan mutabakat uygulanamamış, Mısır halkı İngilizlere karşı isyan etmiş ve pek çok ölümlü vaka gerçekleşmişti. Gazeteler İngiliz yanlısı tutum sergileyerek kamuoyunu ikna için Mısırlıları haksız göstermekteydi. Diğer taraftan, Hintli gazeteciler Mısırlıları haklı bulmuş, Mısırlıları isyan konusunda desteklemiş ve Hindistan’daki İngiliz bölgesinin de tehlikede olduğunu yazmıştı.[459]

2.1.5                        Kalküta İstasyon Kampı (Batı Bengal)

İngiliz askeri yetkililerin Burma’ya gönderdiği esirler, gemiyle Irak kamplarından Karaçi’ye getirilmişler ve sonra trenle Kalküta’ya gönderilmişlerdi. Esirler Kalküta’dan Rangoon’a gönderilmek üzere gemilere bindirilirken bazı gecikmeler olduğu için orada bir istasyon kampı kuruldu. Esirler bu geçici istasyon kampında en fazla 1 ile 4 gün arasında kalırlardı. Esirlerin bu kamptan geçişleri ve kısa süre kalmaları ile ilgili bilgiler daha önceki bölümlerde anlatıldığı için burada sadece kampın kısa özelliklerinin verilmesi ile yetinilecektir.[460]

Bu kamp, Kalküta’nm tarihî kalesi Fort William’daydı ve İngiliz birlikleri için karargâh olarak kullanılmaktaydı. Etrafı ağaçlarla geniş çimler çevriliydi. Üç ayrı bölümden oluşturan bu esir kampı kapalı alan içinde esirlere tahsil edilmişti.[461]

Kızılhaç heyetince 28 Mart 1917’de ziyaret edilen kampın kullanılan iki bölümü yirmisi asker, sekizi subay için ayrılmış yirmi sekiz çadırı içeriyordu. Mart sonunda düzenlenecek üçüncü bölüm kırık civarında çadır barındıracakt. Bu çadırlar İngiliz ordusu tarafından kullanılan modeller ile aynıydı. Çevresi, takılıp çıkartılabilen kumaş parçaları sayesinde sabah açılıp gece kapatılıyordu. Her çadırda 16 ila 20 kişi iki paralel sırada, ortadan bir koridor bırakacak şekilde konaklıyordu. Esirlerin sayısının hiçbir zaman çok büyük olmamasından dolayı çadırların her birinde sadece on civarında kişi kalıyordu. Subaylar ikişerli olarak özel bir sıra halinde konaklıyordu. Demirden bir yatakları, masaları ve sandalyeleri vardı. Kampın kapasitesi 1.200 ile 1.500 arasındaydı. Bu rakama hiçbir zaman ulaşmadı.403 [462]

William kampına su borular tarafından üç şekilde tedarik ediliyordu. Bunlar içmek ve yemek pişirmek için filtrelenen su, tuvalet için depo suyu ve sulama için ırmak suyuydu. Filtrelenmiş su kampın her bölümüne geliyor ve kapalı bir sarnıca takılmış musluktan sürekli dağıtılıyordu. Bu suya hastalık bulaşması mümkün değildi. Tuvalet suyu, çimentodan yapılmış, cepheleri palmiye yaprağı sarmaşıklarından oluşturulmuş, musluklardan geliyordu. Subaylara özel bir yer ayrılmıştı. Bu lavabolar gün boyu kullanılabiliyordu. Suyun kullanımına hiçbir sınırlamaya getirilmiyordu. Konaklamaların kısa süreli olmasından dolayı bir temizlik odası inşa edilmemişti.[463]

Tuvaletler aynı şekilde çimentodan yapılmış mekânlarda kurulmuştu. Dış cepheleri ve iç bölümlendirmeleri sarmaşıklar ile kapatılmıştı. Sistem, çimentodan yapılmış oturtmalıklar arasında gidip gelen ve dışarıdan çıkarılan taşınabilir atık depolarından oluşuyordu. Her gün düzenli bir şekilde boşaltılıp dezenfekte ediliyordu. Kampın bütün sağlık binaları basit ve kullanışlı olması için inşa edilmiş ve hijyen gereksinimlerine tamamen uyulmuştu.[464]

2.1.6                        Kataphar Kampı (Batı Bengal)

Kataphar kampı, Bengal bölgesinde Darjeeling yakınlarında gözaltında tutulan sivil esirler içindi. Kataphar Kampı, 30 Mart 1917 tarihinde Kızılhaç heyeti tarafından ziyaret edildiği sırada, kampta gözaltında tutulan sivil esir sayısı 36 kişiydi. Kampın nüfusu daha ziyade Alman ve Avusturyalılardan oluşmaktaydı.

Alman esirler, 9 çalıştırılabilir, 13 çalıştırılamaz, 7 kadın, 3 çocuk olmak üzere 32 kişiden oluşmuştu. Avusturyalı esirler, 3 çalıştırılabilir, 1 kadın olmak üzere 4 kişiden ibarettir. Ayrıca, uyruğu araştırılmakta olan 2 Yahudi de kampta bulunuyordu. Kamp Himayaların yaklaşık 2.500 metre yüksekliğinde, yüksek mahmuzlarından birinde bulunan Darjeeling kasabası Bengal’in tepe istasyonu vazifesi gördü. Kalküta’daki hava bunaltıcı olur olmaz vali ve tüm personel buraya nakledilirdi. Darjeeling’in iklimi serin ve hoştu. Kışlar soğuk geçse de esirler burada çok sağlıklı iklim koşullarında yaşıyorlardı. Kamp dik bir yamaçta, eğimin suların sürekli akmasını sağladığı kayalık bir yerde kurulmuştu. Binalar yontma taştan kare şeklinde yapılmıştı. Son zamana kadar subaylar ve Hintli askerler için konaklama amacıyla kullanıldı. Çatısı metal oluklu ve kırmızıya boyanmış olup duvarları badanaydı. Zemin tahta döşemeliydi. Geniş verandalar binaların hemen dışındaydı. Pencereler cam ve yeterli büyüklükteydi. Yağmur olukları her bir binadaki yağmur sularını kamp dışına götürüyordu. Değişik büyüklüdeki binalar aile fert sayısına göre tutsaklara konaklama için tahsis edilmişti. Bekârların çoğuna tek oda verilmişti. Buna rağmen iki ya da üç kişi kalan bekârlar da mevcuttu. Evli aileler çocuk sayılarına göre iki ya da üç adalı yerlerde kalıyordu. Her bir dairenin bir şöminesi ve bir banyosu vardı. Tüm kalınan yerler temiz ve sağlıklıydı. Buralarda kalan esirler Kızılhaç heyetine bu konfordan memnun olduklarını söylediler. Diğer kamplarda uygulanan yönetim şekli burada da uygulanmaktaydı. Yönetim tarafından verilen eşyalar dışında, esirler istedikleri eşyaları kendi ceplerinden ödeyerek alabilirdi. Kampın komutanı, Hindistan İmparatorluk Polisi Başkomiser M.C. A. Briscoe, yardımcısı ise M.G. Ryle-Smith’ti. Kamp, ayrıca Kalküta’da bulunan Amerika Birleşik Devletleri Başkonsolosu tarafından 10 Mart 1916’da ziyaret edildi. Kampta Türk esir bulunmadığından kamp hakkında daha fazla detay verilmeyecektir.406 [465]

2.1.7                        Tognung Kampı

Arşiv belgelerinde ve esir hatıratlarında, bu kamp hakkında herhangi bir bilgiye ulaşılamamıştır. Hasan Yetimi’nin raporunda, 1919 yılı sonundan itibaren

Türk ırkından olan esirlerin Tognung esir kampından Bellary esir kampına nakledildiğinden bahsetmiştir.[466]

2.1.8                        Burma (Hindiçin) Thatmyo Kampı

Bugünkü Myanmar sınırları içinde bulunan Burma Thatmyo kampında, 1917 yılının başında, 3.591 esir kalmakta olup neredeyse tamamı Türk’tü.[467] Daha sonra yeni gelenler ile bu sayının 5.000’i geçtiği tahmin edilmektedir. Hindistan Ordu Departmanından 28 Haziran 1916 tarihli gelen telgraftan anlaşıldığı üzere, ilk aşamada Sumerpur esir kampında bulunan tüm Türk esirleri Thatmyo’ya nakledilmiş, kampın mevcudu daha da artmıştı.[468]

İngiltere Savunma Bakanlığı, İngiltere Hükûmetine 26 Aralık 1916’da Hindistan ve Burma’daki Türk savaş esirlerinin tutulduğu kamplara yapılması önerilen teftişle ilgili bir yazı göndermişti. Kızılhaçın 13 Aralık’ta İngiltere Hükûmetinin Bern’deki bakanına gönderdiği mektupta, Osmanlı Hükümeti tarafından Kızılhaç heyetinin Türkiye’deki kamplara giriş izninin, Hindistan ve Burma’daki kampların teftişi için kolaylık sağlanması koşuluyla verileceği yazılıydı. İngiliz Hükümeti de Osmanlı Hükûmetinin sorumluluklarını yerine getirmesi durumunda aynı iznin verileceğini açıkladı. Hindistan ve Burma’daki kampların Kızılhaç delegeleri tarafından yapılması planlanan teftişe izin verilecek ise Anadolu’daki kamplar için de hazırlıkların yapılması için bir an önce gerekli adımlar atılması istendi..[469]

Kampı ziyaret eden heyetin yol harcırahları İngiltere ve Kızılhaç arasında ayrı bir müzakere konusu olmuştu. İngiltere Hükûmeti tarafından 4 Ocak 1917 tarihinde Mısır’da bulunan temsilciliklerine gönderdikleri yazıda, Hindistan esir kamplarını ziyaret edecek Kızılhaç heyetinin yol masraflarının İngiltere tarafından karşılanıp karşılanmayacağı soruldu. Hindistan’a gitmek üzere yola çıkan Kızılhaç delegelerinin, Marsilya’dan Mısır’a kadar olan yol masrafı Savunma Bakanlığı tarafından ödenmişti. Mısır’daki askeri yetkililer Savunma Bakanlığına görüş sormuş ve Savunma Bakanlığı delegelerin Mısır’dan Hindistan’a yapacakları seyahatin masraflarının ödenmeyeceğini bildirdi Ancak, giderleri delegeler tarafından karşılanması koşuluyla bu seyahat uygun görüldü. Kızılhaç delegeleri sivil kamplar da dâhil Hindistan ve Burma’daki tüm savaş esiri kamplarını teftiş etmek için yetkilendirildi. Hindistan Ordusu Yedek Subaylarından Teğmen P.J Patrick teftiş turu boyunca eşlik etmek üzere temsilci olarak atandı.411 [470]

11-14 Nisan 1917 tarihlerinde arasında kampı ziyaret eden Kızılhaç heyeti, askerlerin iyi muamele gördükleri konusunda görüş birliği içindeydi. Fakat Kızılhaç delegeleri önünde küçük dertlerini anlatma fırsatı kaçırılmayacak kadar değerli olduğu için bu fırsatı kullanmaktan geri kalmadılar. Genelde para sorununun ön planda olduğu görülüyordu. Esirlerin dertleri dinlemek için uzun seanslar yapıldı. Şikâyetlerinde yöneticilere karşı bir kötüleme yoktu. Savaşta acı çeken esirler ailelerinden ayrılmışlar, işleri bozulmuştu. Fakat bu esirler için bir kaderdi ve kimsenin suçu değildi. Hareketsiz kamp ortamı esirleri fazla etkilemiyordu. İş verildiği zaman biraz para kazanma isteğiyle uysalca yapıyorlar fakat genelde günlerini kendi istedikleri gibi geçirmeyi tercih ediyorlardı.[471]

Genel olarak Türk esirlerin davranışları iyi ve ciddi olup taşkınlıklar çok azdı. Cepheden kampa yeni gelenler olunca, disiplin kurallarına uymayanlarda dikkat çekici artışlar izlenmekte, ancak birkaç gün sonra yeni gelenler de kurallara uymaya başlamaktaydı. Cezalandırmalar katı bir adalet ve mümkün olan tüm insanlıkla yerine getiriliyordu. Delegeler, kaba ve sert muamele edildiği yolunda bir şikâyet almadılar.[472]

Delegeler, İngilizlerin esirlere yakın gelecekte dostları olacakmış gibi davrandıkları görüşündedirler. Refahlarına harcanan özen, istihkaklarını artırmaya yönelik istekleri, yararsız zorlamalardan kaçınmaları, insanlık ve uygarlık ilkeleriyle uyuşmaktaydı.[473]

Tüm Türk subayları olması gereken içtenlikle saygı görüyorlardı. İngilizler yapabildiklerinin en iyisini Türk esirlere karşı yapmıştı. Thatmyo’da Kızılhaç heyeti,

Türk subayların misafiri olmuş ve eşsiz bir misafirperverlikle karşılanmışlardı. Bu davranış heyettekileri çok memnun etmişti. Kızılhaç heyetine göre Türkler ülkelerine döndüklerinde, İngiliz yetkililerinin kendilerine umdukları gibi iyi muamelede bulunduklarını anlatacaklardı.[474]

Teftiş sonrası kamp hakkında düzenlenen rapor ilgili yerlere gönderildi. Ayrıca 14 Haziran 1917 tarihinde Hindistan’daki Türk kamplarını teftiş eden Kızılhaç delegelerinden M. Thormeyer’in gayri resmi olarak Times gazetesinde yayınlanmak için kaleme aldığı yazısı Hindistan Hükûmeti tarafından İngiltere Hükûmetine gönderilmiş ve yazının yayınlanması için İngiltere Hükûmetinden olay istemişti.[475]

Kılzılhaç Heyeti raporuna göre Thatmyo kampı, Irrawaddy Nehri üstünde, Birmanya’nın başkenti Rangoon’un Kuzey’inde bulunuyordu. Burası 11.000 nüfuslu bir ilçe merkeziydi. Rangoon’dan yolculuk baştan sona Irrawaddy üstünde, gemi filosu aracılığıyla yapılıyordu. 12 saatte Prome’ye kadar demiryoluyla, oradan da nehri gemiyle geçerek Thatmyo’ya kadar gidilebiliyordu. Bu yerleşim yeri yüksek bir kıyıda yer alıyordu. Bitki örtüsü zengin ve gürdü. Oldukça büyük olan kamp Irrawaddy Nehri’nin sağ yakasında kurulmuştu. Yüksek yamaçlar ve oluşan kum adacıkları nehrin akıntısını yönlendiriyordu. Uzakta mavi renkli dağlar ufku sınırlıyordu. Kamp şehrin 1 buçuk mil uzağında bulunuyordu. Komutanı Binbaşı R. J. Hilson, yardımcıları Binbaşı A. P. Sandeman ve Çavuş G. Steele’di.[476]

Amerika Birleşik Devletleri Büyükelçisi, İngiliz Dışişleri Bakanlığına Rangoon’daki Amerika Konsolosu’nun Thatmyo’daki savaş esirleri kampının koşullarına ilişkin 29 Mart 1916 tarihli raporunu göndermişti. Amerika’nın Rangoon Konsolosu Samuel Reat'in raporu, Thatmyo esir kampında esirlerin yaşadığı kamp hayatını ayrıntılı bir şekilde anlatıyordu. Savaş Esirleri Kampının Denetlenmesi başlıklı raporda Konsolos Samuel C. Reat, kampın konumu, fiziki şartları, esir sayısı, esaret şartları, kamp yaşantısı, günlük olaylar, yiyecek giyecek, haberleşme, sosyal ve kültürel faaliyetler gibi pek çok alanda bilgiler veriyordu. Rapor, Kızılhaç raporunu destekleyici nitelikte olmasından dolayı ayrıca önem arz etmektedir. Rapora göre Thatmyo’daki savaş esirleri kampı, Rangoon’un 355 mil kuzeyinde Irrawaddy Nehri’nde bulunmaktadır. Esaret kampının yerinde önceden bazı geçici barakalara ilave olarak İngiliz birlikler için yapılmış barakalar bulunmaktaydı. Binalar büyük ölçüde inşa edilmiş sağlık hizmetleri ve çevre şartları oldukça iyi durumdadır.[477]

Teftiş sırasında subaylar da dâhil olmak üzere toplam savaş esiri sayısı 3.664’tür. Bunların 167’si subay, 420’si Arap’tı. 16 Ocak 1915’te açılan esaret kampının ana odaları, daha önceden İngiliz Birlikler tarafından kullanılan barakalardı. Bir takım geçici barakalar inşa edilmişti. Bunların tamamı geniş ve ferahtı. Subaylar tarafından kullanılan binalar daha önce İngiliz birliklerin askeri aile lojmanlarıydı. İki subay, üç odalı küçük bir eve sahipti.[478]

Osmanlı savaş esiri tarafından cezaevi idaresine az öneme sahip olan iki şikâyet dışında herhangi bir şikâyette bulunulmadı. Esaret kampının yönetimi tatmin ediciydi. Subaylara ve erlere uygulanan muamele takdire şayandı. Az öneme sahip olan iki şikâyetten biri, uzun süredir talep edilen gömlek, ayakkabı, çorap gibi giyinme konusundaydı. Diğer şikâyet ise günlük porsiyona ilişkindi ve daha fazla sebze verilmesi talep ediliyordu. Arap esirler açısından da bazı sebzelerin Hindistan sebzeleri ile değiştirilmesi talebi vardı.[479]

Osmanlı subaylarının çoğu Fransızca konuşabiliyordu. Böylece okur-yazar olanlarla kolayca iletişime geçebilmişti. Araplar, Afganlar, Ermeniler ve Yahudiler de dâhil olmak üzere erlerle mülakat yapılırken bir muhabir görevlendirildi. Tüm araştırma esnasında iyimser yorumlar ortaya çıkmamıştı. Aralarında önemli şahısların da bulunduğu sivil esirlerin çoğunun gıpta edilecek bir durumda olmadığı kesindi. Hiçbir ödeme almıyorlardı ve herhangi bir şekilde ihtiyaçlarını karşılama şansına sahip değillerdi.[480]

Thatmyo esir kampı hakkında bir rapor da İngilizlerin kendisi tarafından hazırlanmıştı. Mezopotamya’dan Burma’ya götürülen Osmanlı savaş esirlerine yapılan muamele ile ilgili belirli iddialar konusundaki Yüzbaşı Baxter’dan bir rapor talep edildi. Konuyla ilgili rapor talep edilen Yüzbaşı Baxter, o tarihte Mezopotamya’da hizmet ettiğinden dolayı raporunun alınmasında biraz gecikme yaşandı. Osmanlı esirlerine yapıldığı iddia edilen muameleyle ilgili istenen rapor, bu esirlerin bir süre kalmış olduğu Thatmyo’daki savaş esirleri kampından da talep edilmişti. Hindistan Hükûmetinden Mayıs 1917 tarihinde gönderilen raporda kampın konumu, esirlerin nereden getirildikleri ve ilk getirilişi, esirlerin yiyecek-içecekleri, kamp kuralları, esirlere uygulanan şiddet, haberleşme ve esirlerin sağlık durumları hakkında bilgiler bulunmaktaydı. Esirlerin sağlıksız tahta kulübelerde konaklatıldığına dair raporda şu ifadeler yer almaktadır: 422 [481]

“Bahsedilen ahşap kulübeler, İngiliz Piyade Kulübeleri sadece son zamanlarda İngiliz birliklerinin konakladığı yerlerdir. Büyük havadar yapılardır.”

Türk esirlerinin kaldığı ahşap kulübeler İstanbul basınına da yansımıştı. Basınında çıkan Türk esirlerinin barındıkları ahşap kulübelere dair yazılar, İstanbul’daki Amerikan Büyükelçiliğinin 8 Aralık 1916 tarihinde Londra’daki Amerikan Büyükelçiliğine gönderdiği yazıda yer bulmuştu. Söz konusu yazıda Tanin gazetesi editörü Cemil Hakkı Bey, Hindistan kamplarından dönen Osmanlı esirlerinden bazılarıyla mülakat yaptığından bahsetmektedir. Hakkı Bey’in görüştüğü esirler Thatmyo esir kampı hakkında hatırladıklarını “Thatmyo’daki Hayatımız” başlığıyla yaşadıkları yeri ve hayatı şu şekilde anlatacaklardır:[482]

“Dikenli telle çevrili bir alanda yapılmış tahta kulübelerde esir tutulduk. Aşırı zor bir hayatımız vardı. Bize bir avuç dolusu un ve yaklaşık 100 dirhem ağırlığında bir dilim ekmek veriliyordu. Çok nadir de olsa az miktarda et veriliyordu. Her 24 saatte bir az miktarda sebze veriliyordu. Thatmyo’da geçirdiğimiz altı ay boyunca sadece bir kez keten elbise verildi. Sadece bizimle birlikte esir alınan doktorların eskortlarla birlikte markete gitmesine izin verilmekteydi. İngiliz askerler tarafından tutulduğumuzda çoğu zaman dayak yiyorduk. İki ayda bir, ‘bana iyi bakılan bir hastanedeyim, Sağlığım iyi, Mektubunu aldım, İlk fırsatta sana bir mektup göndereceğim’ gibi sözler üzerinde yazılı olan posta kartlarını akrabalarımıza göndermemize izin veriliyordu. Hepsinin üzerini çizdim ve sadece ‘sağlığım iyi’ kelimelerini bıraktım.

Kut’ül-Amare’nin Düştüğü Gün,

O gün markete giden doktorlarımızdan Kûtu '--Amâre ’nın düştüğü haberini aldık. Doğal olarak bu habere çok sevindik. İlk olarak İngiliz inanmayı reddetti ve bizim eğlenmemiz onu çok kızdırdı. İntikam olarak bizi tahta kulübemizden çıkardı ve bizi yakıcı güneşin altında aralıksız dört saat bıraktı. Ama ertesi sabah 13.000 İngiliz askerin teslim olduğu haberi doğrulandığında, bize biraz daha iyi muamele edildi. Korunmamızdan sorumlu olan Yüzbaşı Baxter bile sağlığımız hakkında sormaya lütfetmişti. Yazılı posta kartlarının yerine...”

Kampın içinde bulunduğu bölgenin iklimi sıcaktı. Termometre bazen 40 dereceye kadar çıkabilmekteydi. Sıcaklık nemli olmayıp geceler serin geçiyordu. Yağmurlar Mayıs ayında başlar ve Ekim ayına kadar sürerdi. İklim, biraz yorucu olmasına rağmen sağlığa zararlı olmayıp Rangoon veya Kalküta’nınkinden daha tahammül edilebilir bir düzeydeydi.[483]

Kızılhaç heyetinin ziyaret ettiği sırada kampta 187 subay, 9 doktor ve eczacı, 602 astsubay, 15 sağlık astsubayı, 55 hastabakıcı asker, 2.624 asker, 25 çalıştırılabilir sivil, 11 çalıştırılamaz sivil, 59 seferberliğe uygun gemi personeli, 3 seferberliğe uygun olmayan gemi personeli, 1 çalıştırılabilir Alman olmak üzere toplam 3.591 kişi bulunuyordu. Mayıs’ın ilk günlerinde Mezopotamya’dan gelecek yaklaşık 100 subay ve 1.300 askerden oluşan yeni bir esir konvoy bekleniyordu.[484]

Osmanlı esirlerine sağlanan konaklama binaları iki türdü. Birincisi, Thatmyo’da İngiliz askerleri tarafından daha önceden kullanılmış eski binalardı. İkincisi, esirlerin kullanımı için inşa edilmiş yeni binalardı. Eski binalar, açık bir zemin katı oluşturan, aşağı yukarı 1,80 m yüksekliğinde 5 adet ahşaptan sütunlar üstünde inşa edilmişti. Bu zemin katında yaşayan kimse olmamasına rağmen serin ve güneşten korunduğu için esirlerin gün içinde memnuniyetle kaldıkları, hatta isterlerse yatak takımlarını alıp gece de kalabilecekleri bir yerdi.[485]

Esirlerin kaldıkları bina 42 metre uzunluğunda ve yerden 6 metre yükseklikte geniş bir odadan ibaretti ve ikinci katına ahşaptan 4 geniş merdiven ile çıkılmaktaydı. Kireçle beyazlatılmış olan ahşaptan tavan yaklaşık zeminden 6 metre yüksekliğindeydi. Bu odanın her iki tarafında 2 metreye 25 santimetre genişliğinde verandalar bulunuyordu. Binanın çatısı tuğla ve tahtalarla kaplı ve verandayı biraz geçerek güneşten korunmasına olanak sağlıyordu. Odanın cephesine yapılan kapılar ve pencereler sürekli açık tutuluyordu. Bu yapılarda 400 insan barınabilmekteydi. Yakın bir tarihte inşa veya inşa edilmekte olan binalar farklı bir plan ile yapılmıştı. Ülkenin her konaklama binası gibi bir dizi sütun üstünde yükseliyordu. Ancak yer ile zemin arasındaki mesafe yalnızca bir metre kadardı. Bu nedenle, zemin katın yatakhane olarak kullanılması uygun değildi. 5 ile 6 basamaklı merdivenler, 50 metre uzunluğu ve 5,50 metre genişliği odaya götürüyordu. İki eğikli çatı yerin yanına inmekte, böylelikle güneş ışınlarına karşı bir koruma sağlamaktaydı. Çatının üst açısı zeminden 7 metre yükseklikteydi. Odanın iç cephelerinin alt kısmı palmiye yapraklarının birbirine güzelce dolandırılmasıyla yapılmış panolarla kaplı bir yerdi. Bu binaların bir bölümünde, bu panoların ikinci bir sırası cephenin üst kısmını da kaplıyordu. Çatı bambu ve palmiye yapraklarından yapılmış ve suyu kesinlikle geçirmezdi. Birinci türdeki kulübeler gibi, yataklar cephelere 90 derecelik açıyla yerleştirilmiş ve ortadan insanların gidip gelmeleri için yeterli bir alan bırakılmıştı. Bu binalar, 200 adam barındırmak için tasarlanmıştı. Bu tür yapılar, amacına ve iklim koşullarına çok uygundu. Her binanın inşaat masrafı yaklaşık 4.800 franktı.[486]

Subaylar ayrı odalar şeklinde bölünmüş yerlerde birinci türdeki kulübelerde kalıyordu. Geniş ve iyi havalandırılmış odalar bir veya birkaç yüksek rütbeli subay tarafından kullanılıyordu. Odalarda 6 subaydan fazla kalan yoktu. Fazladan mobilya temini esirlerin sorumluluğunda olmasıyla birlikte yönetim esirlere yatak, masa ve sandalye temin ediyordu. Subaylar tarafından kullanılan binalar asker koğuşlarıyla aynı alanda bulunuyordu. Bu şekilde bir yerleştirme, yakınlıktan dolayı rahatsız olan subaylardan birçok şikâyetin gelmesine neden olmuştu. Bu şikâyetler kayda alınmış ve subayların bölgesi erlerin giremeyeceği bir alana çevrilmişti. Subayların tuvaletleri ve banyo odaları erlerinkinden tamamen ayrıydı. Diğer esir kamplarında olduğu gibi subaylar, bu kampta da erlerden kendileri uzak tutmaya çalışmıştı. 428 [487]

Kampın karışık bir nüfusu vardı. Subaylar arasında bile farklı şahıslar ayırt edilebiliyordu. Delegeler, diğer ülkelerde olduğu gibi subayların rütbeleri ne kadar yüksekse fikirlerin de o kadar ılımlı olduğunu, gördükleri muameleyi daha iyi takdir ettiklerini saptamıştı. Genç subaylardan eğitiminde eksiklikler olanlardan bazıları, daha sert eleştirilerde bulunmuş, büyük çoğunluk ise durumlarından memnun olduklarını ifade etmişti.[488]

Kampın çevresi ve yollar petrol lambalarıyla aydınlatılıyordu. 6 ile 14’ü bulan petrol lambaların sayısı alanın büyüklüğüne göre değişiyordu. Subayların yönetmeliğe uygun olarak odalarında lambaları olmasına rağmen kendi ceplerinden ödeyerek fazladan lamba alabilmiş ve tuvaletleri bütün gece aydınlatabilmişti.[489]

Esirler üst üste konulmuş bez parçaları veya ince yataklar üstünde uyuyorlardı. Esirlere 3 ve hatta 4 battaniye veriliyor ki bu kadar sıcak bir iklimde yeterliydi. Subaylar ise metalden yatakları sahip olup yatak takımını kendileri tedarik ediyordu.[490]

Kampa kaliteli su sağlamak için kamp yönetimi elinden geleni yapıyordu. Burma’daki Askeri Sağlık İşleri Komutanı Albay Fooks, Maymyo’daki Kızılhaç Heyetine Irrawaddy Nehri’nden suyun getirilerek ve klor ile arındırılarak içilebilir hale getirilmesi planlandığı söylemişti. Fakat tüm yerel halkın nehir suyunu kullanması bu suyun kamp için kullanılmasını engelliyordu. 5 kuyunun Nisan 1917’de kullanıma açık olduğu görülmüştü. Yaklaşık 8 ile 10 metre derinlikten ve toprak yüzeyinden çekilen su temiz ve soğuktu. Pek çok defa analiz yapılmış ve olumlu sonuçlar alınmıştı. Su kaynağının derinliği, yağmura göre değişiklik göstermekteydi. 1916 yılında 91 cm iken 1917 yılında 2,43 metre derinliğe sahipti. Yağmurlu geçen bir mevsimden sonra kaynak seviyesi 6,1 metreye çıkarak su ihtiyacını yeteri kadar sağlamıştı. Nisan ve Mayıs ayları su seviyesinin en düşük olduğu zamanlardı. Su metal tanklar içinde kapalı manüel makineler ile kaynağından çekilerek dört vana ile dağıtılıyordu.[491]

Kamp yetkilileri, kullanımda olan pompaların istenilen düzeyde çalışmadığını doğrulamıştı. Yetkililer pompa sisteminin çok hassas olduğunu, askerlerin kullanımında sık sık bozulduğunu ve neredeyse çoğu zaman tamirde olduğunu söylüyordu. Her biri 1.600 litre su alan üç adet büyük su tankının yapıldığını açıklayarak gün boyunca çalışan pompalarla bu tankarın sürekli dolu tutulacağının garantisini verdiler. Su işi çözüldüğü zaman esirlerin kuyulardan suları kendilerinin almalarına izin verilmeyeceği, bu durumun kalabalığa ve düzensizliğe yol açtığı ileri sürdüler. Mutfağa su tanklarından borular ile gelen su direk verilecekti. Her bir barakanın kişi başı 8 litre su kapasiteli bir su tankı vardı. Mutfaktaki su tankı yemek hazırlamak için kişi başı 4 litre su tutabiliyordu. Her bir tuvalette günde bir ya da iki defa su ile doldurulan su tekneleri vardı. Türk esirlerin su yokluğundan herhangi bir şikâyetleri yoktu. Kızılhaç heyeti, suyun bol bulunduğu durumda iyi işleyen bir banyo sisteminin olacağını yazmıştı. Ayrıca heyet, yetkililer tarafından bu konuda gösterilen gayretin takdirle karşıladılar. Esirlerin banyo yapacakları ve çamaşırlarını yıkayacakları yeterli düzeyde yerler mevcuttu. Subaylar aynı zamanda çamaşırlarını beyazlatmak için yerel mekâna da gidebiliyordu.[492]

Yüzbaşı Baxter’ın hazırladığı esir kampının şartlarına dair rapora göre kampta talimatlara göre hareket edilmekte ve savaş esiri sıhhiye subaylarına diğer savaş esirleriyle aynı muamele yapılmaktaydı. Zamanla önceki kısıtlamalar kaldırılmış ve bir kez şehre koruma eşliğinde gitmesine izin verilmişti.[493]

Kampta 400 esir için 24 tuvalet vardı. Dışkı depoları, her gün yerel temizleyiciler tarafından boşaltılıp krezol ile dezenfekte edilmekteydi. Tuvaletlerin temizliğinden herhangi bir şikâyet yoktu. Kampın komutanı atıkların el arabalarıyla uzaklara taşınmasını organize ediyordu. Bu angarya esirler tarafından yapılıyordu.[494]

Disiplin yönergesi diğer kamplar ile aynı özellikleri taşımaktaydı. Komutan tarafında verilen cezanın süresi 14 hapishane gününü geçemiyordu. Subaylara sigara içmek için ufak izinler veriliyordu. Kampta 3 çeşit ceza uygulanıyordu. Cezalı esirlerin yemeği hiçbir şekilde değiştirilemezdi. Cezalı esirler günlük 4 saat angarya yapmakta ve gezilere katılamamaktaydı. Doktor onayı olmak şartıyla zoraki iş yaptırılabiliyordu. Cezaların temel nedenleri; küçük kavgalar, tehditler, şiddetli tavırlar ve birkaç firar denemesiydi. Askeri mahkeme tarafından birden fazla vaka incelendi. Kamp kayıtlarında emre itaatsizlik, diğer esirlerden çalma girişimi (56 günlük ceza) ve silahlı saldırı (84 gün ile 6 ay arasında ceza) gibi suçlara cezalar verildiği görüldü.[495]

Thatmyo esirlerinin genel durumları iyi görünmekteydi. Depresyon içinde değillerdi. Kızılhaç heyetine iyi bir izlenim vermişlerdi. Seyfullah Bey’in aracılığıyla heyet ve esir temsilcileri 14 Nisan 1917’de bir araya geldi. Kızılaç heyetine çevirmenlik yapan Türk subaydan başka hiçbir tanık yoktu. Esirlerin istek ve eleştirileri heyet tarafından kamp yetkililerine iletilmiş ve mümkün olanlar karşılanmıştı. Esir temsilcileri dengeli ve sorunsuz insanlar olarak gözlemlendi. Kamp komutanı esirlere mümkün olduğunda nezaket içinde davranmakta ve esirlerin işlerini kolaylaştırmaktaydı. Kamp komutanı Türk subayları ile mükemmel uyum içindeydiler. Kızılhaç heyetine kaba bir dille yazılmış bir dilekçeyle yanlış ve yanıltıcı bilgilerin verildiği de oldu. Bu dilekçeler geri iade edildi. Buna rağmen heyet teşekkür bildiren dilekçeler de almıştı.[496]

İngiltere Hükûmeti Temmuz 1917’de Hindistan Hükûmetinden Hindistan ve Burma’daki Türk esirleri üzerine hazırlanan Kızılhaç raporu ivedikle istedi. İngiltere Hükümeti raporun kendileri için olumlu sonuçlandığını biliyordu ve propaganda amaçlı kullanmak istiyordu. İngilizler, raporun kendileri açısından propaganda amaçlı kullanılacağını “Raporun son derece olumlu olduğunu öğrendik ve onu alabildiğince çabuk kullanmak için istekliyiz.” sözleri ile dile getirdi.[497]

İngiltere, sadece Kızılhaç heyetinin değil Amerikan elçisi tarafından hazırlanan kamp teftiş raporunu da kendi propaganda malzemesi olarak kullanmayı bildi. Amerikan Büyükelçisi, İngiltere Dışişleri Bakanlığına 29 Kasım tarihinde Irak’ta ele geçirilip Hindistan ve Burma’ya gönderilen Osmanlı subayların durumlarıyla ilgili Osmanlı sözlü notasıyla birlikte bir rapor daha gönderdi. İngiltere Dışişleri Bakanlığı da 30 Mayıs 1917’de Amerika Birleşik Devletleri’ne Kızılhaç delegeleri tarafından Türk esir kampları üzerine hazırlanan raporun birkaç kopyasını gönderdi. İngiltere Hükûmeti, ayrıca bu propaganda kopyaları Müslümanlar tarafından okunan “El-Kawkab” ve benzeri gazeteler ile bazı bölümlerinin yayınlanmasını umarak Kahire’deki Arap Bürosuna iletti.[498]

Osmanlı Devleti, Mezopotamya’da esir düşen askerlerin Hindistan ve Burma’daki esir kamplarına götürüldüğünü, uzun süre sonra esir mektuplarından öğrenmişti. Bu konuda ilk resmî belge ise 5 Nisan 1915 tarihli Amerika Birleşik Devletleri Büyükelçiliğinin Osmanlı Devleti’ne gönderdiği bir rapordu. Bu sözlü notada Rangoon’daki Amerikan Konsolosluğu’nun İngiltere Dışişleri Bakanlığına gönderdiği bir rapora göre Burma Thatmyo’da Osmanlı savaş esirleri için bir toplama kampı kurulmuştu. İlk belirlemelere göre Basra Körfezi ve Fırat Nehri kıyısında arazide yakalanan bu askerler Rangoon’a 12 Ocak 1915’te gelmişti. Bunların sayısı 74’ü subay, 377’si Türk, 919’u Arap olmak üzere 1.370’ti.[499]

Hindistan Genel Valiliğinden 30 Aralık 1914 tarihinde Londra Ofisine gönderilen yazı Arapların ve Türklerin tutuklu bulundurulmak için Thatmyo’ya gönderildiğinden bahsetmektedir. Lüzumsuz yere personel ve muhafız görevlendirmeksizin Türkleri ve Arapları mümkün olduğunca birbirlerinden ayrı tutmak amaçlanmıştı. Bu tarihe kadar işgal edilmiş olan bölgelerdeki hiçbir Arap, Hindistan’a savaş esiri olarak gönderilmemişti. Bu gönderilenler, çoğunlukla sıradan üniformalı birliklerdi ve eğer serbest bırakılırlarsa muhtemelen tekrar İngilizlere karşı karşı savaşacakları tahmin edilmekteydi.[500]

Mülazım Gani Bey Thatmyo esir kampının fiziki şartları ve kamp yaşantısı hakkında anılarında önemli bilgiler vermişti. Thatmyo’daki İngiliz karargâhının idaresindeki kampın etrafı dikenli tellerle çevriliydi. Kamp küçük barakalardan meydana getirilmişti. Gani Bey 5,5 yıl kalacağı bu kampın suluboya çizimlerini yapmış ve kampta hatıralarını yazacak kadar da bol vakti olmuştu. Esirler ilk günü yorgunluktan bitap düşerek geçirmişler ve sabah erkenden düdük sesi ile uyandırılmıştı. Tüm kafile kampın orta yerinde toplandı. Binbaşı rütbesinde bir kumandan, kamp hayatına dair talimatları anlatan uzun bir nutuk çekmiş ve asker giyimli bir Malayalı tercüme etmişti. Komutan alaycı bir dille esirlere “Hoş geldiniz.” demişti. Esir kampında yeni gelen bu kafileden başka hiçbir kafile bulunmuyordu. Kampın ilk esirleri Gani Bey ve arkadaşlarıydı. En üst rütbeli asker de Gani Bey’di. Kullanılan malzemeden kampın yeni hazırlandığı belli olmaktaydı. Kamp meydanında gerçekleşen içtimadan sonra kamp komutanı Gani Bey’i odasına çağırmış ve çay ikramında bulunarak nazik bir şekilde şu konuşmayı yapmıştı:

“Ülkelerimiz şu anda savaşmaktadırlar. Bu savaş bitene kadar, aksine hareket etmediğiniz sürece bu kampta tutulacaksınız. Siz kasıtlı olarak bir hadiseye meydan vermediğiniz ve firar teşebbüsünde bulunmadığınız takdirde, mesele yok. Kaçmaya teşebbüs etmediğiniz takdirde canınıza kastedilmeyecektir. Siz bir subay olduğunuz için alınan emrin uygulanması gerektiğini bilirsiniz. Ben verilen görevi ifa edeceğim, siz de bu emrin yerine getirilmesini sağlayacaksınız. Birliğinizin hayatiyeti için burada sükûnetin bozulmaması gerekir. Tersine bir durum benim askerlik hayatıma gölge düşüreceğinden asla böyle bir harekete müsaade etmem. Özet olarak rahatsız edici bir davranışta bulunmadığınız sürece mesele yok. İsteyenler kendi elbiselerini kullanabilirler. Bir süre sonra kendi aşçınızı ve dini liderinizi seçebilirsiniz. Yalnız bize künyelerinizi, nerelerde savaştığınızı ve hangi görevler üstlendiğinizi bildirmeniz lazım. Bunun raporunu istiyoruz.” [501]

Gani Bey kamp serbestliği konusunda yardımlarından dolayı komutana teşekkür etmiş ve künyeleri vermeye razı olduklarını söylemişti. Yalnız askeri bilgileri kesinlikle veremeyeceklerini bu durumda ölmeyi yeğleyeceklerini eklemişti. Kamptaki tüm askerlerin esir olmaktansa ölmeyi tercih ettiklerini de ilave etmişti. Savaşta ölmenin kendilerine nasip olmadığı söyleyerek askerlerin künyelerini içeren listeyi vereceğini ve kampta asayişin sağlanmasında kendisine yardımcı olacağını belirtti. Son olarak komutandan kâğıt, kalem, defter ve kitap gibi esareti unutturacak yardımlar istemiş ve isteği yerine getirilmişti. Burma’dan getirilen Belçika malı defterleri esirler çok beğendi. Malayalı amir sonradan küçük ajandalar da getirtti. Defterler fazla yer tutmaması ve ele sığması açısından esirler tarafından uygun görüldü ve Gani Bey “Hatırat-ı Esareti” adlı eserini bu defterlere yazmaya başladı. Kamp komutanı binbaşı daha önce Hindistan’da bulunmuş ve Pakistan’da Müslümanları tanımış birisiydi. Gani Bey’in konuşmasına ve isteklerine herhangi bir tepki vermemiş ve askerce selam vererek elini sıkmıştı.[502]

2.1.9                        Burma (Sagaing) Shwebo Nekahet Kampı

Kızılhaç heyetince 18 Nisan 1917’de ziyaret edilen Shwebo Nekahet Kampı, neredeyse tamamı Osmanlı 90 savaş esiri barındırmaktaydı. Kamp, 22’si Türk, 1’i Arap, 1’i Kürt, 24 subay; 2’si çavuş, 8’i onbaşı, 10 erbaş; 2 hemşire, 49 er, 1 denizci ve seferber edilemeyen 4 sivilden oluşmaktaydı. Kamp komutanı Teğmen H. Pary idi. Üzerine düşen görevi en iyi şekilde titizlikle yapan biriydi. Shwebo kampı hiçbir zaman tarafsızlar gözlemciler tarafından ziyaret edilmedi[503]

Kamp, Yukarı Burma’da Mandalay’ın 200 km kuzeyinde ve Shwebo kasabasından 2 mil uzaklıkta bulunuyordu. Nekahet dönemindeki esirler için kurulmuştu. İklim sıcak olsa bile kuru ve sağlıklıydı. Ülkenin en iyi yerlerinden biriydi. Hava değişimi alan esirler, bir iki aylığına Thatmyo’dan buraya gönderiliyordu.[504]

Esirler Thatmyo esir kampı ile aynı şartlarda konaklıyordu. Kamp, askerlerin kaldığı barakalar ve yatakhane işlevi gören büyük bir odadan ibaretti. Subaylar için 5x4,5 metre çapında bölmeler ayrılmıştı. İki uçta da daha üst rütbelerdeki subaylara ayrılmış odalar yer alıyordu. 1,35 metre genişliğindeki bir koridor bütün odaları bağlıyordu. Tavanın ortalama yüksekliği 7 metreydi. Makadam ile donatılmış zemin katı gün içinde dinlenme yeri olarak kullanılmaktaydı. Esirler için buraya sandalye ve banklar konulmuştu. Her kulübenin 6 merdiveni olup çatı tuğlalar ile kaplıydı. Askerler de aynı şartlarda düzgün ve rahat bir şekilde konaklıyordu.[505]

Bütün binalar petrol lambalarıyla aydınlatılıyordu. Subayların kendi lambaları vardı. Işıkların söndürülme saati 21.30 olsa da subaylar bu kısıtlamaya tabii tutulmamıştı. Yataklar Thatmyo esir kampı ile aynı durumdaydı. Esirler, Kızılhaç heyetine Thatmyo’dan sadece bir battaniye getirdiklerini ve bunun geceyi geçirmek için yetersiz olduğunu söylediler. Heyet oradayken komutan bir battaniye daha getirilmesi için emir verdi. Subayların yatakları cibinliklerle donatılmıştı.[506]

Su tedarik düzeni Shwebo kampında mükemmeldi. Taş duvarla kapalı 3 kuyu mevcuttu. En büyüğü küçük bir gölün kenarında bulunuyor ve esirler 3 metre su derinliğiyle 1868 litre barındıran bir yeraltı su kaynağından suyunu dolduruyordu. Bu kuyunun yanında her biri 4 yerli tarafından kullanılan 3 kol pompası ve bir petrol ile çalışan motorlu pompa bulunuyordu. Bu pompalar kuyunun suyunu yerden 5 metre yüksekliğinde bulunan 6 metal sarnıca götürüyordu. Dökme demirden altı boru, suyu kampın çeşitli bölgelerine naklediyordu. Her kulübenin kendi su deposu olup kapalı ve musluklarla donatılmıştı. Her çamaşır odasında bir depo vardı ve suyu, duş ve çamaşır yıkama alanlarına taşıyan iç boru teçhizatına sahipti. Subayların temizliği için su emir üzerine getiriliyordu. İçmelik su önce kaynatılıyordu. Atık suları çukurlara çimentodan yapılmış suyolları götürüyordu. Mutfaklar da kendi musluklarına ve kanalizasyona sahipti. Kampın çeşitli noktasından sulama amaçlı su temin ediliyordu. Her kulübenin önüne koyulmuş metal bir sarnıç yangın ihtimaline karşı sürekli dolu bırakılıyordu. Kulübenin çatısında sarkıtılmış kovalar da yangın halinde kullanılmayı bekliyordu. Her iki kulübeye bağlı 1 mutfak, 1 erzak deposu, 1 duşlu temizlenme odası, 1 pisuar, 1 helâ vardı. Tuvaletlerin her biri dışkıların taşınması için 15 adet taşınabilir bölmeye sahipti. Bu pislikler yerliler tarafından taşınıyordu.[507]

Sabah 07.00 ile akşam 18.30 arası, subaylar yanlarında nezaretçi olmaksızın, kamp çevresinde 12 km bir çember içinde dolaşabiliyorlardı. Rütbesiz askerler kampta eksersiz yapıyorlar ve haftada iki sefer, nezaretçi eşliğinde yürüyüşe çıkıyorlardı. Yürüyüşler isteğe bağlıydı ve bazen hiç kimse katılmıyordu. Esirler ile Kızılhaç heyetinin yaptığı görüşmelerden esirlere verilen ayakkabıların bölge şartlarına göre yeterince sağlam olmadığı anlaşılmıştı.[508]

Hindistan’daki diğer esir kamplarının disiplin hükümleri bu kampta da geçerliydi. Yargı tarafından verilen cezalardan askeri mahkemeye 4 vaka sunuldu. Bunlar 2 firar denemesi ile esirler arasında 2 bıçaklı saldırıydı. Esirlere 84 gün ila 6 aylık bir zaman dilimi arasında değişen hücrede angaryalı esirlik cezası verilmişti. Örnek bir tutum sergileyen mahkûmun cezası yarıya indirilmişti. Hücreler nizamiyeyle aynı binada bulunuyordu ve 4,5 x 6 x 7 metre büyüklüğündeydiler. Kızılhaçın ziyareti sırasında hücrede sadece bir esir bulunuyordu.[509]

2.1.10                        Burma (Mandalay) Meiktila Kamp

Meiktila, Maymyo şehri inşa edilinceye kadar Birmanya Hükûmet personelinin yazlık yeri olmuştu. Güneyde bulunan bu bölge, Birmanya’nın en temiz yerlerinden sayılıyordu. İklimi çok ılımandı. Su büyük bir gölden kampın ihtiyaçlarına göre filtrelenerek temin edilmekteydi. Yeni inşa edilmiş kulübeler kampın düzeni açısından mükemmel bir uyum içerisindeydi. Nisan 1917 ayı sonunda, komisyon tarafından ziyaret edildiği sıralarda, esir kampı olarak kullanılmaya başlandı. Heyetin ziyaret ettiği sırada 5.000 Osmanlı esirini konaklatmak amacıyla buraya getirileceği konuşuluyordu. Osmanlı esirlerin çok güzel şartlarda yaşayacağını Kızılhaç yetkilileri düşünmekteydi. Bu sayının sonradan gelenler ile birlikte çok daha fazla olduğu kesindi.[510]

Kızılhaç heyeti, Meiktila esir kampında bulunan esirlerin yaşadığı şartların daha iyi hale getirilmesi için maddi destekte bulundu. Meiktila kampı komutanından Kızılhaç Komitesi Savaş Esirleri Bölümüne 17 Temmuz 1919 tarihli gönderilen yazıda, Osmanlı esirleri namına gönderdikleri 4.640 frank için teşekkür edilmektedir. Burma’daki Osmanlı esirlerinin bir kısmı Meiktila’da toplanmış olup esirler doğu, batı ve subay kamplarına yerleştirilmişti. Doğu kampında 3.200 yetişkin, batı kampında 4.200 kişi, subay kampında ise 250 subay kalmaktaydı. Ayrıca kampta yedek subay, siviller ve 100 erden oluşan ve kampta hizmet gören esirler vardı. Yemekhane için gönderilen paraya bir miktar ekleme yapılmış ve bu şekilde daha kolay bir şekilde yemekler artırılabilmişti. Tekrardan gönderilecek para ile şeker gibi malzemeler alındı. Bayram kutlamaları için de para ile esirleri eğlendirmek amacıyla bir sirk takımı işe alındı.[511]

Kamptaki esirlerin sayısı sürekli değişiklik göstermekle birlikte esir ifadelerinde kamp ve esir sayısı hakkında bilgilere rastlanmaktadır. Er Hacı Hasan oğlu İbrahim, esaret sonrası dönüşünde verdiği ifadesinde esir karargâhında yaklaşık 2.000 kişinin olduğunu söylemektedir. 35. Fırka, 104. Alay, 2. Tabur, 2. Bölükten Ankaralı Er Hacı Hasan oğlu İbrahim Irak Cephesi’nde Kûtu’l-Amâre’nin güneyinde Felâhiye mevkiinde iken Üçüncü Felâhiye Muharebesinde esir olmuş ve Basra esir kampından sonra Meiktila esir karargâhına sevk edilmişti. Arkadaşı Ahmed oğlu Mehmed ile aynı yol ile Basra’ya ve Basra’dan firar ile kendi birliklerine katıldılar.[512]

Mektila esir kampında esaret hayatını yaşamış Mustafa Tütüncü, Hatıra Defteri’nde kampa ilk getirilişlerinde yaşadıkları ve kampın genel özellikleri hakkında önemli bilgiler yazmıştır. Kampa getirilen esirler gece kamp dışında bekletilmişler, ancak çırılçıplak dezenfekte edildikten ve yeni elbiseler verildikten sonra kampa alınmışlardı. Kampın önceki mevcudu yaklaşık 800 kişiydi. Mektila, Mandalay eyaletine bağlı bir kasaba olup esir kampı da Mektila kasabasına üç dört kilometre uzaklıktaydı. Kampın boyutları 2x2 kilometreydi. Etrafı tamamen dikenli tel örgüler ile çevriliydi. Kampın tek bir kapısı vardı. Tel örgülerin 15 metre kadar içinde iki katlı iki yüz kişiyi alabilecek kapasitede pavyonlar inşa edilmişti. Pavyon duvarlarının yarısı açıktı. Buna rağmen iklim ılıman olduğunda esirler üşümüyordu Pavyonun duvarları kamıştan yapılmıştı. Kamışlar kesilerek ince uzun tahtalar yapılmış, bu kamış tahtalar da örülerek duvar haline getirilmişti. Çatı da kamıştan döşenmişti.[513]

Pavyonun karşında bir mutfak bulunuyordu. Mutfakta el yüz yıkama yerleri vardı. Mutfağın girişinde bulunan büyük bir kazan, elleri yıkamak için permanganat
suyu ile doluydu. Pavyonların az ilerisinde içerisinde değişik ölçülerde taş tekneler olan çamaşırhaneler bulunmaktaydı. Burası, esirlerin banyo yaptığı ve çamaşırlarını yıkadığı bir yerdi. Tuvaletler ise o kadar temizdir ki Türk askerleri bu duruma şaşırmıştı. Tuvaletlerin üzeri kapalıydı. Küçük ve büyük abdestler için ayrı tuvaletler konulmuştu. Temizlik her gün üç defa Hintliler tarafından yapılıyordu. Çöpler kapalı demir arabalar ile uzak bir yere götürülmekte ve orada gömülmekteydi. Tuvaletler ise sürekli su ile temizleniyordu. Ayrıca asitfenik sular ile dezenfekte edilmekte ve tek bir sinek görülmemekteydi. Tuvalet içinde ve çevresinde hiçbir koku yoktu. Tel örgülerin etrafında genç İngiliz askerleri silahları ile beklemekteydiler.[514]

Kamplarda hemşericilik önemli rol oynamaktaydı. Kampta önceden bulunan esirler kampa gelen yeni esirlerden hemşerisi olanlar ile tanışmak ve onlara yardım etmek istiyordu. Mustafa Tütüncü, kampta Çorumlu bir hemşiresi ile tanışmıştı. Kendisine çok yardım etmiş, karnını doyurmuş, banyo yaptırmış, ikramlarda bulunmuştu. Mustafa Tütüncü’nün hemşerisi kendisini iyi tanıyor, Mustafa Tütüncü ise onu tanımıyordu.[515]

Kampta sabah erkenden yoklama yapılmaktaydı. Her pavyonda kalan dört esir yoklama yerine çıkıyor ve İngilizler tarafından sayılıyordu. Yoklamanın ardından angaryaya gidecekler, temizlik yapacaklar ve su getirecekler ayrılmakta diğerleri tekrar çadırlarına dönmekteydiler. İngilizler kampın temizliğine özel önem veriyordu. Sabah akşam esirlere mıntıka temizliği yaptırılmakta ve bunun sonucu olarak kampta tek bir çöp görülmemekteydi.[516]

Metin Kutusu: 457
458
459
Kampın 2 km yakınlarında bulunan gölden esirler tulumbalarla su çekiyorlardı. Getirilen sular kamptaki havuza boşaltılıyordu. Sabah ve akşam iki defa esirlerin kaplarını doldurması için havuzlardaki sudan kampa su verilmekteydi. Kampın içinde bir tek dikili ağaç yoktu. Kampın çevresindeki ağaçlar kesilmiş ve çevresi boş bir araziye dönmüştü.[517]

Bölgenin havası ağır ve sıcaktı. Esirlerin içtikleri su ise göl suyuydu. Esirler sabahtan akşama kadar don gömlek pavyonların altında güçlükle zaman geçiriyordu.[518]

Kampın içinde ve civarında yılan ve akrep çoktu. Yılanlardan esirlere hiçbir zarar gelmemişti. Esirleri ise ara sıra akrepler sokmakta ve ilaç tedavisi ile iyileştirilmekteydiler.[519]

Kampın etrafı tel örgüler ile çevriliydi. Tellerin etrafında her 50-100 metrede bir elleri silahlı nöbetçiler mevcuttu. Nöbetçiler yeni askere alınmış genç İngiliz askerleriydi. Laubali bir şekilde esirler ile konuşuyorlardı. Demirhindi’den yapılmış tespih, ağırlık gibi şeyleri esirlerden istiyor ve alıyorlardı.[520]

2.1.11                        Rangoon (Yangon) Karantina Kampı

Rangoon birliklerinin komutanı General Young, Rangoon karantina kampının Türk esirlerinin cephelerde ortaya çıkan şüpheli durumlarının belirlenmesi için açıldığını beyan etmişti. Bu sebeple Kızılhaç heyeti, özellikle kolera hastalığı için kamp yönetiminin aldıkları önlemleri inceledi. Bu amaçla tüketim amaçlı kullanılan su, Rangoon’dan her gün botlar ile su tankları içinde geliyordu. Su gemideki pompaya bağlanan kauçuk pompalar ile demir borular içinde depoya aktarılıyor, oradan binalara veriliyordu. Suyun bu sırada kirlenmesi imkânsızdı ve hiçbir hastalık bulaşma riski yoktur.[521]

Kamp odundan ve 1 metre yüksekliğinde sütunlar üstünde yapılmış, birbirinden ayrı 6 köşkten oluşuyordu. İç tarafı 7x5 metre çapında, kireç ile beyazlatılmış ve temiz tutulan bir odadan oluşuyordu. Ayrı bir binada çok iyi donanımlı bir eczane bulunuyordu. Bir bina İngiliz subayları tarafından konut olarak kullanılıyordu. Bir binada da Türk doktorı konaklıyordu. Kampın tıbbi ekibi Başhekim Kaptan N.S. Peake’di. Yardımcıları bir cerrah ile alt yardımcı cerrahlardan oluşmaktaydı. Heyetin kampı ziyaret ettiği sırada Türk hekim Üsküdarlı Kaptan

Sabih-Settah kampta bulunuyordu. 3 Türk hemşire yine kampta nöbet tutuyordu. Kampı Rangoon’a bağlayan bir telefon hattı da mevcuttu.[522]

Kızılhaç heyeti, 30 Nisan 1917’de kampa gelmiş ve esirlerin Irak’tan hangi şartlarda Rangoon Karantina Kampı’na getirildiklerini araştırmıştı. Bu amaçla heyet; esirler, kamp doktorları ve en son esir kafilesini Rangoon’a getiren buharlı posta gemisi Bangala kaptanı ile görüştü. Basra’da iki esir kampı vardı. Birincisi esir gözlem kampı, diğeri bulaşıcı hastalıklara karşı izolasyon kampıydı. Birinci kampta esirler iki ile dört hafta arasında kalıyordu. Tecrit altında tutulan esirler ise iyileşinceye kadar kampta tutuluyordu. Buradan gemi ile esirler önce Bombay’dan Karaçi’ye, oradan tren ile Hindistan’dan geçerek Kalküta’ya getiriliyordu. Esirler 60 kişilik vagonlarda taşınmıştı. Seyahatleri boyunca esirlere günde iki defa bisküvi, ekmek, peynir, meyve ve çay dağıtılmıştı. Esirler buradan Rangoon’a ya direk gemiler ile gönderiliyor ya da Kaltüta’da Williams Kalesi’nde bir müddet konaklatılıyorlardı. Bu yolculuk normal şartlarda posta buharlı gemisiyle üç gün sürmekteydi Her bir konvoyda doktor ve yeteri kadar mürettebat bulunmaktaydı. Esirleri taşıyan her bir gemi işi sona erdikten sonra dezenfekte edilirdi. Esirler Rangoon’da Irrawaddy (Ayeyarwady) Filosuna ait buharlı gemiler ile çekilen düz platformlara konularak Thatmyo’ya getiriliyordu. Meiktila’ya yolculuk kısmen demiryoluyla yapılmaktaydı. Subaylar rütbelerine göre birinci ya da ikinci sınıfta seyahat ettiler. Gemilerde tuvalet, lavabo ve mutfak bulunuyordu. Her bir buharlı gemi 2.400 esir taşıyabilmekteydi. Fakat Türk esirlerini taşıyan gemilerin mevcudu hiçbir zaman 1.300’ü geçmemişti.[523]

Rangoon kampında bir süre kalmış olan Mustafa Tütüncü buradaki iaşe durumuna ve Türk esirleri arasındaki disipsizliğe dair gördüklerini anılarına kaydetmiştir. Rangoon istasyonunda esirlere yemek pişirmek için kazan, odun; erzak olarak da pirinç, et ve ekmek verildi. Burada pişirilen etler esirler tarafından yağmaya uğramış; ancak bu yağma İngiliz askerinin sopaları ile esirleri trenlere bindirmesiyle son bulmuştu. Türk askerleri arasında düzensizlik hat safhadaydı. Emir komuta sistemi işlememekte, herkes başına buyruk hareket etmekteydi. Askerler bulundukları yerin Türk karargâhı olmadığını ve tüm esirlerin eşit olduğunu söyleyerek üst rütbeleri dinlemiyordu. Esirler, buradan tren ile sürekli kalacakları kamplara götürüldü.465 [524]

Hindistan ve Burma esir kamplarında gerçekleşmiş fakat hangi kampta meydana geldiği bilinemeyen önemli olay daha vardı. Adalet Bakanlığından gelen bir mesaja göre Tendjo’da savaş esiri olan Mehmed Ali ismindeki bir esir, 11 Aralık 1917’de bir kavga sonunda, esir arkadaşlarından Boğazlıyanlı 26. Alay, 1. Tabur, 2. Bölük’ten Er Yusuf Çavuş’u öldürmüştü. Mehmed Ali Türkiye’ye dönüşünde ihbar edilmiş ve soruşturma esnasında, savaş esiri olduğu dönemde beş yıl ceza aldığını söyleyerek cezasını çektiğini iddia etmişti. Yetkili Bakanlık, karar aşamasında sanığın iddiasının gerçeği yansıtıp yansıtmadığını öğrenmek istemişti. Osmanlı Hariciye Nezareti delegasyonu, konunun ayrıntılarını İngiltere Hükûmeti Temsilciler Heyeti’nden sormuş ve bu konu hakkında yetkili makamlarca yapılan soruşturma neticesinin bildirmesini istemişti.[525]

Burma’da hangi kampta esaret hayatını geçirdiği bilinmeyen Hüseyin Çavuş’un esaret sonrası hayatı da çilelidir. Şevket Süreyya Aydemir’in Afyon Kalesi Hapishanesinde iken tanıdığı Hüseyin Çavuş gücü kuvveti yerinde bir insandı. Askerlik süresince rütbe, nişan alan Hüseyin Çavuş, Irak Cephesi’nde esir düşmüş ve Burma kamplarına gönderilmişti. Esareti süresince gördüklerini hapishane arkadaşlarına sürekli anlatmıştı. Burma kadınlarının donsuz gezindiği, İngiliz askerlerinin kısa donla dolaştıkları, yerel insanların çok domates yedikleri gibi sıradan bilgileri önemli olaylar gibi anlatmayı seviyordu. Yine hapishane arkadaşlarına 2 ay süren ve denizde geçen ülkesine dönüş yolculuğu anlatmıştı. Hapishanede yatma nedeni ise karısını bir kağnının tekerleğine bağlayıp sürüyerek ve döverek öldürmekti. Cinayetin sebebini kendisi de hiçbir zaman bulamamış ve “Alnımızın yazısı, Efendi! Ne dersin? Onun tecellisi oymuş, benim kaderim de bu!” deyip geçiştirmişti.[526]

Memleketlerinden çok uzaklara savrulan esirler arasında çok değişik tecrübeler yaşayanlar da olmuştu. Yazar M. Orhan Okay “Bir Başka İstanbul” adlı kitabında büyük amcası Nuri Okay’ın Beyazıt İtfaiye Birliğinde nefer iken Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla Irak’a sevk edildiğini, bir yıl sonra da Bağdat’ın İngilizlerin eline geçtiğini anlatmıştı. Esir düşen amcası Burma’ya esir kampına gönderilmiş, 5 yıl esaretten sonra 1920 yılında ülkesine dönmüştü. Kampta, Nuri Okay’ın da iyi tanıdığı ve Hint Müslümanları arasında nüfuz sahibi olduğu bilinen Mehmed Ali adlı bir kişi vardı. Bu kişi gelecekte Pakistan’ın kurucusu olacak Muhammed Ali Cinnah’tan başkası değildi.[527]

2.2                        Mısır Esir Kampları

Mısır’da askeri ve sivil esirlerin bir süre yaşamak zorunda kaldığı pek çok esir kampı mevcuttu. Hicaz ve Mezopotamya bölgesinde görev yapan memurlar, hac görevini yerine getiren hacı adayları ve bu bölgede bulunan subayların aileleri de bu esir kamplarında tutuldu. Çanakkale, Suriye-Filistin, Kanal, Irak ve Yemen cephelerinde esir düşen Türk askerleri Kıbrıs ve Mısır’da kamplara gönderildi. Çanakkale Cephesi esirleri, önce Limni Adası’na sonra da Mısır’a sevk edilmişti. Filistin-Kanal Cepheleri esirleri ise önce kanaldaki istasyon kamplarında tutulmuş, buradan Kantara kampına getirilerek sağlık kontrolünden geçirilmişti. Daha sonra Mısır-ı Cedid’deki geçici kamplara nakledildiler ve buradan değişik kamplara dağıtıldılar. Çanakkale savaşlarına katılmış ve esir düşmüş askerlerin evlerine dönüş sonrası verdikleri ifadelerden anlaşılmaktadır ki bu cephede esir düşen rütbesiz ve düşük rütbeli askerler Kıbrıs’a, subaylar Mısır esir kamplarına gönderilmişti. Daha sonraları bu askerler de Mısır esir kamplarına sevk edildi. Bu kamplarda yaralı ve hasta esirlerin sayısı azımsanmayacak kadar çoktu.[528]

Osmanlı savaş esirleri, esir düştükleri andan sürekli kalacakları kamplara kadar geçirdikleri sürede gerek Süveyş Kanalı gerekse Çanakkale’de yakıcı güneş altında saatlerce yürümeye zorlandı. Yaralı subaylar için de aynı durum geçerliydi. Kanal civarında esir alınanlardan bazıları çöldeki ağaçlara bağlanmış ve tüm gece o halde bırakılmıştı. Teğmen Ferid Efendi ve bir silah arkadaşı bu muameleye maruz kalan askerlerdendi.[529]

Mısır esir kamplarında Türk savaş esirlerin ve sivil esirlerin çok kötü şartlarda yaşadıkları, dönen esirlerin verdikleri ifadelerde ve hatıratlarda açıkça görülmektedir. Diğer taraftan Mısır’da esirlere uygulanan muamele, Osmanlı Devleti ile İngiltere arasında uzun süren karşılıklı suçlamalara yol açmıştı. Her iki taraf, kendisinin elindeki esirlere iyi davrandığını, diğer tarafın esirlerine kötü davrandığını iddia ediyordu. Bu sebeple, savaş süresince tarafsız devletler ve kuruluşlarca kampların denetimi yapıldı fakat bu sorunlar ortadan kaldırmadı. Hindistan esir kamplarını teftiş eden Kızılhaç heyeti aynı şekilde Mısır esir kamplarını da teftiş etmişti. Kızılhaçın her iki devlette de bulunan kampları ziyaret etmek istemesi üzerine gerekli izinler alındı ve İngiltere tarafından yetkili birimlere bildirildi. Londra Savaş Merkezi, Mısır’daki savaş esirleri kamplarının Kızılhaç Heyet delegeleri tarafından ziyaret edilmesine ilişkin durumu 23 Kasım ve 4 Aralık 1916 tarihli mektuplarında Askeri İdare Kurulu’na bildirdi. 16 Aralık’ta Marsilya’dan Mısır’a hareket eden Dr. F. Blanchod, M. Thormeyer ve M. Schoch için seyahat masrafları İngiltere Hükûmeti tarafından karşılandı. Marsilya’ya ulaştıklarında, seyahate izin veren gerekli belgeler İngiliz Deniz Kuvvetlerinden temin edildi. Mısır’daki Türk savaş esirlerinin alıkonulduğu kampları ziyaret etme konusunda delegelere sağlanacak tüm imkânlar ve ayarlamalar, Mısır İngiliz güçleri Komuta Genel Subayı ile birlikte yapıldı.[530]

Kızılhaç heyeti savaşın başından itibaren muharip ülkelerde bulunan sivil ve askeri esir kamplarını ziyaret etmişti. Daha önce Almanya, Fransa, Moroco ve Rusya’da bulunan kampları inceleyen MM. Dr. F. Blanchod, E. Schoch, and F. Thormeyer, Mısır esir kamplarını da ziyaret etti ve Mısır’da bulunan esirlere karşı davranışları karşılaştırma imkânı buldu. Kızılhaç heyeti Marseilles’deki İngiliz Donanmasına ait gemi ile 19 Aralık günü Marseilles’den yola çıktılar ve 27 Aralık günü Port Said’e ulaştılar. Mısır’daki İngiliz birliklerinin esirlerden sorumlu yetkilileri ile görüşüldü. Albay Simpson’ın yardımı ile kampların ziyaret programı çıkarıldı. Kendilerine bir araba tahsil edilerek fotoğraf çekmelerine, esirlere hediye dağıtmalarına ve serbestçe esirler ile konuşmalarına izin verildi. Heyet, ziyaret sonrası hazırladıkları raporları İngiliz yetkililere sundular ve kamptaki koşullardan dolayı teşekkürlerini ilettiler.472 [531]

Türk esirlerinin yaşadığı Mısır’daki esir kamplarının 1917 yılında Kızılhaç heyeti ziyareti sonrası hazırlanan rapor İngiliz basınında taraflı ve propaganda amaçlı kullanıldı. Fransa, Korsika ve Mısır’da Türk esirlerin bulunduğu kampların denetimi, Dr. F. Blanchord, M. F. Thormeyer ve M. E. Schoch tarafından, Aralık 1916 ve Ocak 1917 aylarında yapılmıştı. Heyet, İngiliz yetkililer tarafından esirlerin barınması, beslenmesi ve giyinmesi ile ilgili yapılan düzenlemelerden son derece memnun kaldığını belirtti. Heyete göre kamplar sağlık açısından sorunsuz bölgelerde kurulmuştu. Kamplarda sıhhi önlemlerin ve sistematik aşılamanın bir sonucu olarak herhangi bir salgın ortaya çıkmadı. Günlük olarak kendi odalarını temizleme işinin dışında esirlerin tüm zamanlarını kendileri için kullanmalarına müsaade edildi. Kampın disiplini de çok iyi durumdaydı. Durumu yakından inceleyen delegeler, görevlilerin esirlere insanca davrandıklarına ve esirlerin sırtlarındaki yükü hafifletmek için ellerinden geleni yaptıklarına ikna olduklarını ifade ettiler. Ocak 1917’de Mısır esir kampların teftişini bitiren Kızılhaç heyeti, Hindistan ve Burma’daki kamplara gitmek amacıyla yola çıktı.[532]

Kızılhaç heyeti Mısır’da Heliopolis, Maadi, Kahire Kalesi (Citadel of Kahire), Ras El-Tin, Seydi Beşir, Abbassiye Hastanesi ve Mısır Kızılay Hastanesini ziyaret etti.[533] Kızılhaç raporlarına göre kampların hepsi sağlıklı yerlerde kurulmuş olup büyüklükleri barındırdıkları esir sayısına göre yeterliydi. Barınma şartları ülke ve iklim koşullarına uygundu. Barakalar esirlerin ihtiyacına göre yapılmış ve taş binalar esirlere uygun hale getirilmişti. Havalandırma her yerde yeterli miktardaydı. Soğuğa karşı barakaları sağlamlaştırmak başka yerlerde zor iken bu bölgenin ikliminin yumuşak olması sebebiyle kampın ısıtılması sorun olmadı. Tahtadan ve sertleştirilmiş topraktan yapılan zemin, kampı yeterince sıcak tutuyordu.[534]

Mısır’ın iklimi diğer bölgelere göre barınma açısından esirlere kolaylık sağlıyordu. İlk kamplara getirildikleri Kasım 1915’de Akdeniz sıcağı, diğer yıllara göre daha yüksekti. Bu durum Türk esirlerin paltolarının içinde geceleri kıvrılıp rahatça yatabilmelerini sağladı. Bu paltolar gri battaniye malzemesinden yapılmış olup su geçirmez ve çok ağırdı. Alman esirlere sağlananlar ile aynıydı.[535]

Er ve erbaşlar ile astsubaylar kendi evlerinde oldukları gibi katlanabilir yer hasırlarında yatmıştı. Bu hasırlar, temiz ve yeniydi. Eskiyince yenileri ile değiştirilebiliyordu. Subaylara, sivil esirlere ve hastalara demirden somya karyola üzerinde, bitkisel liftlerle doldurulmuş yatak verildi. Hastanedekilere ve subaylara yastık ve yatak örtüsü ayrıca temin edildi. Her esire üç ile beş arasında battaniye verilmiş ve başka hiçbir kampta bu sayıda battaniye verilmemişti.[536]

Kızılhaç heyeti, İngiliz yetkililerinin esirlerin her türlü giyecek ihtiyacını karşıladığını raporlarında belirttiler. Esirlere iki adet iç çamaşırı, iki adet fanila, iki çift çorap, bir yün kuşak, bir boyunluk, bir pantolon, bir ceket ve bir mont verilmişti. Tüm bu giyecekler sıcak tutan cinsten, temiz ve iyi kalitedeydi. Türk esirler geleneksel fes giyiyordu. Odalarını istedikleri gibi düzenleyebiliyorlardı. Kızılhaç heyeti kampı kışın ziyaret ettiğinden yazın giyilen giysileri denetleyememiş fakat esirlerden aldıkları bilgiye göre keten takım elbise verildiğini öğrenmişlerdi. Sivil esirlerin elbiseleri eskidiğinde yenileri ile takım olarak değiştirilmekteydi. Tüm sivil esirler en iyi şekilde giydirilmişti. Subaylar şehirdeki terziden istedikleri elbiseyi, masrafları kendilerine ait olmak üzere sipariş edebilmekteydi Er, erbaşlar ve hatta astsubaylar genellikle takunya giyiyordu. Elbiselerin tamirleri kamp yönetimince yapılmaktaydı Tüm esirler uygun ve yeterli düzeyde giydirilmekte ve ceketlerine takılı esir olduklarını gösteren künye olmasa esir olduklarını gösteren bir işaret bulunmamaktaydı. Kampın levazım işlerine bakan görevliler esirlerin tüm ihtiyaçlarını yerine getiriyordu.[537]

Esirlerin yemekleri ise özel bir sözleşmeye göre yapılıyordu.. Kendi menülerini kendileri belirliyordu. Esirler yemeklerini kendi gelenek ve zevklerine göre hazırlayabiliyordu. Yemek miktarı belirli bir ölçüye göre veriliyordu. Verilen ekmek, et ve sebze yeterli miktardaydı. Günlük menü kamp şartlarına göre gayet moderndi. Fiyatı yönetimce belirlenen kantinde subaylar istediklerini bulabilmekte ve satın alabilmekteydiler.[538]

Kızılhaç heyeti kampta hem içme suyunun hem de temizlik için kullanılan suların yeterli miktarda olduğunu rapor ettiler. Duşlarda ve banyolarda su çok bol miktardaydı. Elbise yıkamak için de su ihtiyacı karşılanıyordu. İngiliz ve Türk tarzındaki tuvaletler yeterli sayıda olup düzenli olarak dezenfekte edilmekte ve bu sayede her zaman kokusuzdu. Her kampın özel dezenfekte fırınları vardı. Çamaşırlar ve üst elbiseleri haftada bir sterilize ediliyordu. Kamplarda haşerat yoktu. Kampa yeni gelen esirlerin çektiği acılar kısa sürede giderilmekteydi. Tüm bu önlemler ve esirlere yapılan aşılar sayesinde kamplarda salgın hastalıklar çıkmadı..[539]

Kızılhaç raporuna göre esirlere yönelik dayak gibi fiziksel saldırılar kamplarda hiç görülmemişti. Çok nadir görülse de disiplin suçu olarak esirlere verilen ceza, sadece kamp yönetimince belirlenen bir süre için hapsedilmekti. Türk esirlerinin kamp kurallarına ve disipline uyma durumu mükemmel düzeydeydi. Esirlerin kendi içinden çıkardığı görevliler de disiplini sağlamakta ve görevlerini tam olarak yerine getirmekteydi. Esirler, İngiliz otoritelerinin kendilerine karşı davranışlarından memnundu.[540]

Özetle, Kızılhaç heyeti kamp müfettişlerinin, komutanların ve subaylarının esirlere karşı insanca davranışlarından ve kamptaki şartları yumuşatmak için ellerinden geleni yapmalarından mutluluk duymuştu. İngiliz yetkililer, sivil esirlerin kısa sürede evlerine döneceğini söylerken Kızılhaç heyeti malul esirlerin de geri dönmelerini arzu ettiklerini belirtti. Kızılhaç heyetinin yukarıda yazdığı raporun taraflı olma ihtimali son derece yüksekti. Her şeyden önce gerçekleşecek ziyaret heyet tarafından önceden planlandığı için İngiliz otoriteleri kampları ziyaret için uygun hale getirmişti. Heyet birkaç gün içinde kampı gördükleri kadar teftiş edebilmiş ve sadece ziyaret anını raporlarına yazabilmişti. Örneğin, esirlerin hastanelerdeki durumu veya kasten kör edilmeleri gibi konular raporda hiç dile getirilmedi.[541]

Fransa savaş sırasında Mısır’da İngilizlerin kontrolü altında tutulan Türk esirlerini kendi kontrolünde bulunan kamplara nakletmek istedi. İngiliz Dışişleri Bakanlığı, 23 Kasım 1916’da Fransız Büyükelçiliğine gönderdikleri mektupla Fransa’nın 4 Ekim tarihli talebine cevap verdi. Fransız Hükûmetinin bu konudaki teklifi İngiltere Hükûmeti için ilk başta uygun görünmüştü. Buna rağmen İngiltere, mevcut durumda kayda değer sayıdaki esirlerin bir müttefik devletten diğerine nakillerinin misillemelere sebebiyet vereceği düşüncesindeydi. Osmanlı Hükûmetinin elinde bulundurduğu çok sayıdaki İngiliz savaş esiri riske atılacaktı. Bahsedilen bu hususlardan dolayı, İngiltere Hükûmeti, Fransız Hükûmetinin Osmanlı savaş esirlerinin Mısır’dan Fransa’ya nakillerine ilişkin teklifine yanaşmadı.[542]

Mısır esir kamplarındaki subay, astsubay ve askerlerin sayısı merak konusu olmasına rağmen hiçbir zaman kesin rakam ortaya çıkarılamadı. Bununla birlikte, Seydi Beşir, Bilbeis, Heliopolis, Zakazik, Tura, Tel El-Kebir kamplarını içine alan Mısır esir kamplarında 1 korgeneral, 3 tuğgeneral, 16 albay, 99 yarbay, 226 binbaşı, 701 yüzbaşı, 814 üsteğmen, 2.067 teğmen ve 724 yedek subay olmak üzere toplam 5.839 Türk subayın esaret günlerini geçirdiği; değişik kaynaklarda iddia edilmesine rağmen bu sayı da kesin değildi.[543] Kaldı ki Mısır’da bulunan pek çok esir kampı bu listede yer almamıştı. Genelkurmay ATASE Arşivinde esir sayılarına dair değişik belgeler bulunmakla birlikte hiçbirinde kesin bir sayı verilememekteydi. 16. Fırka kumandanının 8 Mart 1921 tarihli esaret sonrası verdiği ifadesinden esir sayıları hakkında bilgiler elde edilmişti. Mütareke’nin imzalanmasının ardından Mısır’da muhtelif rütbeden toplam 5.000 kadar Osmanlı subay ve memuru ile 80.000 kadar askerin olduğu tahmin edilmekteydi. Yine aynı evrakta adı geçen bu esirlerin kaldıkları esir kamplarının isimleri de verilmişti. Subay olan esirler Seydi Beşir’in üç ayrı kampından başka Zakazik, Kuveysna ve Tura esir kamplarında kalmıştı. Tura kampı aynı zamanda Medine ve Yemen kuvvetlerinin Mütareke sonrası teslim olmasıyla esir düşen esirlerin getirildikleri bir yerdi. Diğer askerler ise Heliopolis, Tel El-Kebir, Kantara, Tura ve Seydi Beşir kamplarında bulunuyordu. Bütün esir kampları kapalı tel örgüler içinde nöbetçilerle çok sıkı bir denetim altına alınmıştı. Bu esirlerin çoğunluğu, Birinci ve İkinci Kanal, Sina ve Filistin Muharebeleri, Hicaz ve Mütareke sonrası Yemen ve Medine’den getirilmişti. Pek azı Burma’dan sevk edilmişti. Sina ve Filistin’den getirilen esirler El-Ariş trenlerinin Filistin tarafından ilk istasyona kadar kara yolu ile buradan Mısır’a trenle nakledildi. Subaylar ilk istasyona kadar otomobillerle sevk edilirken erler yürümek zorunda bırakıldı. Esir kafilelerine yolculuk esnasında muayene yerlerinde ancak temizlik ve ihtiyat karantinası gibi sebeplerle birkaç gün durmalarına ve dinlenmelerine izin verildi. Esaretin ilk zamanlarında muharebe karışıklığının ortaya çıkardığı bazı sebeplerle birtakım uygunsuzluklar, sevkiyatta olağan üstü izdihamlar meydana getirmiş ve bazı rahatsızlıklar ortaya çıkarmıştı. Bunlar istisna edilirse kasti olarak kötü bir muamele ile karşılaşılmadığı gibi buna yönelik bir gözlem veya duyum da alınmadı.485 [544]

İngiliz hasta esirlerin Bağdat’tan Anadolu’daki esir karargâhlarına sevkleri sırasında yollarda maruz kaldıkları zorluklar hakkında iddiaların artması üzerine Osmanlı Hükûmeti de İngilizlerin kendi esirlerine karşı aynı muameleyi yapmakla suçlamıştı. 8 Ekim 1916’da Bursa’da korumaya alınan General Melliss ve General Delamain ile diğer büyük rütbeli subaylara Mısır'daki Osmanlı esir subaylarına İngilizler tarafından kötü muamele edildiğine dair Enver Paşa’nın açıklamaları iletildi.[545]

Mısır esir kamplarında sonradan cumhurbaşkanlığı yapacak askerler de esaret günlerini geçirmişti. Dördüncü Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel ve Beşinci

Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay savaşta esir düşmüş ve Mısır’daki esir kamplarına getirilmişti.[546]

2.2.1                        Kantara Geçici İstasyon Kampı

Kantara Geçici İstasyon kampı, mevcut esirlerin kamplara dağıtıldığı bir yer olmuştu. Bu kampa getirilen esirler kısa bir süre burada karantinada tutuldular. Bu kamp hakkında bilgilere esirlerin yazdıkları hatıratlardan ve esirlerin esaret sonrası verdikleri ifadelerden ulaşabilmekteyiz. İngilizler, Filistin ve Süveyş Cephelerinde esir aldıkları askerleri öncelikle Süveyş yakınlarındaki Kantara kampına, ardından Mısır-ı Cedid’deki geçici kamplara yerleştirmişlerdi. Esirler buradan da daimî kalacakları kamplara sevk edildiler.[547]

Esir ifadelerinde bu kampa dair bilgiler bağlamında Hicaz 22. Fırka 125. Alaydan Hesap Memuru Muavini Bursalı Halil oğlu Mehmed Nuri Efendi esaret sonrasında 2 Ağustos 1919 tarihinde verdiği ifadesinde, 30 Eylül 1917’de Kesre’de İngilizlerle yapılan muharebede esir düştüğünü, esaret esnasında türlü sefalete maruz bırakıldıklarını anlatmıştır. Seydi Beşir kampına sevklerine kadar Kantara’da esirlere çok kötü muamelede bulunulmuştu. Fiziksel şiddet uygulanan esirler muhafızlar tarafından dövülmüş, subaylar zorla yere yatırılıp soyulmuş, paraları alınmış ve akla gelmeyecek hakaretlere maruz kalmıştı. Yolda yürürken herhangi bir esir hasta olup yürüyemez hale gelirse muhafızlar tarafından öldürülmeye çalışıldı. Hatta bir taburun imamı öldürüldü. Kantara’da karantinada kaldıkları dokuz günde subaylara verilen erzak şekersiz çay ve soğanla sınırlı kaldı.[548]

Ağustos 1919’da esaretten dönen bir esirden alınan ifadede, Filistin Cephesi’nde nasıl esir oldukları ve Şam’da esir düştükten sonra Kantara kampında yaşadıkları anlatılmaktadır. Kantara’ya ulaşmalarının ardından iaşe ve idare bakımından biraz rahatlasalar da esirler bir hafta boyunca küflü susam yağı, pirinç ve kuru soğanla ölmeyecek kadar beslendiler. Kantara yönetim tarafından bir dükkân açıldı ve esirler kırk paralık yiyecekleri otuz kuruşa almak zorunda bırakılıldılar.[549]

36. Fırka 59. Alay 2. Taburun 2. Bölük askerlerinden olup Kudüs-Gazze Cephesi’nde taburuyla beraber esir düşen Karacabey’in Şahin köyünden Mehmed oğlu Hasan, 23 Mart 1919’da verdiği ifadesinde esir düştükten sonra doğrudan Kantara’ya sevk edildiklerini, hasta bulunması sebebiyle on gece Kantara’da kaldıklarını anlatmıştır. Bir buçuk ay kadar hastanede yatmış, hastaneden çıktıktan sonra Mısır civarında ve tel örgü içerisinde hiçbir kimseye karışmamak üzere iki ay kadar tel örgülerde tutulmuştu.[550]

Esaretten dönen askerlik şubesi memuru Yüzbaşı Sadık Efendi, Ankara’da 13. Fırka Başkanlığına giden 8 Mart 1919 tarihli gizli bir yazıda, esarette yaşadıklarını dile getirilmişti. 3 Mayıs 1918’de Filistin Cephesi’nde esir düşen Sadık Efendi, uzun bir yürüyüşten sonra Kudüs’e, oradan tren ile önce Ramla’ya sonra da Kantara geçici esir kampına sevk edildi. Tüm esirler, trenle 8 gün süren yolculuk sonrası tel örgü içinde karantinada kalacakları Kantara esir karargâhına götürüldü. Oradan da altı teğmenim emri altında, üç yüzbaşı, iki Alman hava teğmeni ve iki Kudüslü Hıristiyan trenle birinci mevkide Seyd-i Caber istasyonuna çıkarıldı. Kızılhaç otomobilleriyle İskenderiye civarında Seydi Beşir esir karargâhına 26 Haziran 1918’de ulaştılar.[551]

120. Alay komutanının Merkez Kumandanlığı Üsera İşleri Şubesine sunulan 20 Şubat 1921 tarihli ifadesinde, Kantara esir kampındaki düzenden bahsetmektedir. Kâymakam yaralı olduğu için önce Şam’da tedavisi yapıldı. Hastaneden son olarak takriben 30 kadar subay taburcu edilmişti. Kendisi malul olarak adlandırıldı. Yolda eklenen yaklaşık 100 kadar nefer ile trenle Kantara’ya kadar getirildi. Bu kafileden sonra Filistin tarafından Mısır’a sevk edilen esir kalmamıştı. Kantara’da birkaç ay karantinada bekletildiler ve Seydi Beşir’de dördüncü esir kampına sevk edildiler. Filistin Cephesi’nden gelen esirler birinci, ikinci sıra numarasıyla kamplara yerleştirildi. İlk önce kısmen yaya olarak bilahare esir mevcudu azalınca trenle sevk edilmişlerdi. Sevkiyat Şam’dan trenle doğruca Kantara’ya, oradan Seydi Beşir’e yapıldı.493 [552]

Kantara esir kampı hakkında hatıratında bilgi veren Cemil Zeki Bey, 19 Eylül 1918 Avustralya süvarilerine esir düşmüştü. Resulayn İstasyonu’ndaki İngiliz Seyyar Hastanesinde bulunmuş, ardından sıhhiye treni ile başka bir hastaneye gönderilmişti. Burada 20 gün kaldıktan sonra trenle Kantara Çadırlı Seyyar Hastanesine nakledildi. Dört gün kaldığı kampta esirlere 2 battaniye ile soğanlı mercimek çorbası verildi. Ara sıra reçel ve çayın da ikram edildiği olmuştu. Dört gün sonra kanal köprüsü geçilerek İsmaliye’den trenle bir günlük mesafede bulunan İskenderiye’ye ulaşıldı.[553]

Filistin Cephesi’nde Cenin kasabası yakınlarında İngilizlere esir düşen Mehmed Nuri Efendi, Kantara’da günlerini geçirmiş bir diğer esirdi. Esir düştükten sonra uzun ve eziyet dolu bir yolculuk sonunda 27 Eylül 1918’de kendilerini Kantara’da buldular. Esirler burada 5 gün kaldı. Burada subaylar erattan ayrıldı ve ayrı sevk edildi. Subaylardan 2 gün sonra erat, kanal köprüsünden geçmiş, ardından trenle İsmailiye yolu ile Heliopolis esir kampına yerleştirilmişti. Esirlerin daha sonra başka esir kamplarına nakledilecekleri söylentisi çıktı. Tüm esirler muayeneye tabi tutuldular. Muayene sonrası ayrılan 850 esir Kantara’ya geri gönderildi ve 2 gece sonra bir posta gemisiyle Selanik’e götürüldüler.[554]

Hasan Remzi Fertan, Filistin Cephesi’nde Nablus’da yaralı olarak İngilizlere esir düşen ve Kantara’ya gönderilen bir başka esirdi. İlk tedavisi ardından bir öküz arabasıyla önce Nablus’a, oradan kamyon ile Elbire’ye, oradan da üstü açık vagonlar ile Kudüs’e sevk edildi. Fertan, Kudüs’ten Lit yolu ile Kantara’ya gönderilmişti.

Burada, Mısır Kızılhaç Hastanesinde 2 günlük tedavisi sonrası trenle Kahire’deki Abbasi Hastanesine nakledildi.[555]

Ahmed Altınay, İngilizlere karşı başlatılan Kanal Harbi’nde, 6. Ordu emrinde Batı Şeria’da İngilizler yapılan muharebelere katılmış, bu görevi sırasında esir düşerek Kantara esir kampına getirilmiş ve günlerini burada geçirmiş bir başka Türk askeriydi. 1 Kasım 1918’de Port Said’den Kantara’ya getirilen Ahmed Altınay ve içinde bulunduğu esir kafilesi, açık vagonlar içerisinde soğukta ve mezbelelik içinde gözlerini açmış ve etraflarında Hintli Müslüman nöbetçileri görmüşlerdi. İlk gün tuvalet ihtiyaçları için bile izin verilmedi. Bir gün sonra tel örgüye yerleştirilmeden önce sabahın müthiş soğuğu altında titreyen esirlerin künyeleri yazılmış ve yedek subaylar ayrılmıştı. Daha sonra tel örgü içinde bulundukları çadırda Ahmed Altınay, Karamanlı Kamerzade ve Mehmed Rauf Efendi ile karşılaştı. Yemek dağıtımı meselesindeki kapışmalar, gürültü, düzensizlik, kahve kaşıklarıyla yemek ve tatlı dağıtımı Ahmed Altınay’ın kamp hayatındaki ilk izlenimleriydi. Yakında evlerine döneceklerine dair İngilizlerin Türk askerlerine söyledikleri yalan hatıralarında ayrıca yer etmişti. Esarette ilk mektubunu buradan gönderdi. Daha sonra daha büyük bir kampa nakledildi. Kampın içi düzeni bir Türk başçavuşunun eline geçmişti. Her şey çok pahalı olup hariçten bir şey almak mümkün değildi. Bir sigara bir kuruştu. Ahmed Altınay’ın hiç gücü kalmamış, bir deri bir kemik hale gelmişti. Askerler kovalar üzerinde tuvaletini yapıyordu. Sabah olunca herkes sofraya geliyordu. 5 Kasım günü biraz daha iyileşmiş ve artık yemek yemeğe başlamıştı. Fakat Türk subaylarının yemek başındaki mücadeleleri Ahmed Altınay’ı üzmekteydi. Subayların benimki az oldu, onunki çok oldu, benim tabakta et yok gibi yaptığı tartışmalar subayları İngilizler nezdinde küçük düşürüyordu. Kantara’dan kanal köprüsünü yürüyerek geçtiler. Oradan trenle Mısır’ın ovalarını izleyerek Seydi Beşir’e ulaştılar. Yolda iken ve kampa vardıklarında esirlere taze ekmek verildi.[556]

Kantara geçici esir kampı, sadece esir düşen esirlerin Mısır esir kamplarına dağıtılmadan önce karantina altında tutuldukları bir kamp olmayıp Hindistan’dan yurda dönen esirlerin kısa süreli bekletildikleri bir kamp da olmuştu. Uzun süren kamp hayatından sonra geri döneceklerinin hayali ile gemilere bindirilen esirler,

Kızıldeniz’i aşıp Süveyş Kanalı’ndan Kantara’ya getirildiler ve bir kum çölünde gene tel örgülerle çevrili bir kampta hapsedildiler. Yaz güneşinin kasıp kavurduğu bir zamanda bu kampta bir hafta zaman geçirmek zorunda kaldılar.498 [557]

Filistin Cephesi’nde esir olarak ele geçirilen Hüseyin Aydın ve arkadaşları, sabah yanlarında muhafız olarak Mecusi Hint süvari kıtası ile Mısır’a doğru yola çıktılar. Uzun bir yürüyüşten sonra trenle Kantara’ya ulaştılar. Karantina süresini burada geçirdikten sonra Kuveysna esir karargâhına nakledildiler.[558]

İbrahim Arıkan yazdığı hatıratta esir düştükten sonra kampa ulaşıncaya kadar yaşadıklarını ve Kantara’da gördüğü muameleyi anlatmıştır. Kafile, Kantara’ya 9 Eylül 1918’de Ramla’dan hareket etmişti. Ramla’dan Kantara’ya kadar İngilizler kumlu vadide dekovil inşa etmişti. Sayısız koni şeklinde bembeyaz çadırlar yol üzerinde sıralı bulunuyordu. Süveyş Kanalı civarında bulunan Kantara’nın yakınlarında minareli bir köyde birbirine bitişik dört kamp yapılmıştı. Beş yüz kişilik esir grubu istasyondan manga nizamındaki bu kampa yerleştirildi. Kampın komutanı, yüzbaşı rütbesinde bir İngiliz’di. Kampta elli adet koni şeklinde çadır bulunuyordu. Kampta bulunan 500 esir 100’er esir olarak beş bölüğe yerleştirilmiş ve her bölüğün başına bir başçavuş tayin edilmişti. Her çadırda on esir kalmaktaydı. Her bölüğe onar çadır verilmişti. Subaylar diğer esirlerin yanında fakat ayrı çadırda kalmaktaydı. Esirlere odun ve balta ile beraber pirinç, karavana, kazan, yağ gibi erzaklar bol ve çiğ olarak veriliyor, yemekler esirlerin kendileri tarafından akşama kadar pişiriliyordu. Akşamdan sonra ise ateş yakılması yasaktı. Ayrıca su israf edilmemesi özellikle istenmişti. Tuvalet ihtiyaçları için kampın kenarına Türk adet ve geleneklerine aykırı tuvaletler inşa edilmiş, bu durum Türk esirlerini çok utandırmıştı. Abdest alınmasında ve namaz kılınmasında esirlere herhangi bir engelleme getirilmedi. Kurallara uymayanlar ise şiddetli bir şekilde cezalandırılacağı söylendi. İbrahim Arıkan da bir bölüğün başçavuşu olarak atanmıştı.[559]

Kampta ilk başta tam bir düzensizlik hâkimdi. Akşama kadar yemekler pişirilememekte gece yarısı olduğu halde yasağa rağmen ateş yakılmaktaydı. Esir olan bir başçavuşu hiçbir esir ciddiye almıyordu. Bir defasında gece yarısı ise bir

asker musluğun yanındaki demir çubuğu çıkardığından tüm çadırları su basmıştı. Gece yarısı kapak bulunamamış, battaniyeyle delik kapatılmış ama pek çok çadır su altında kalmıştı. Burada kalan esirler, arkadaşlarının yanında ya da bir yerlerde sabahlamak zorunda kalmıştı. Esirler sabah olduğunda baltaların saplarını, ibadethanenin tahtalarını, kısmen hasırları yakmışlardı. İbadethaneden geriye bir şey kalmadı. Tuvaletlerin yanına yaklaşılamamış, yıllar sonra ilk defa bol yağlı pirinç lapası yiyen askerler her yeri tuvalete çevirmişti. Tuvaletlerin durumunu, su baskınını, balta saplarının, ibadethanenin, hasırların yakıldığını gören komutan şaşkına dönmüştü. Kendilerine bir günlük bisküvi verilen esirler kısa süre içinde Mısır’daki esir kamplara dağıtıldılar.501 [560]

Bu yolculukta önce Süveyş Kanalı yürüyerek geçilmişti. Buradan trenle İsmailiye, Salihiye ve Tel El-Kebir yolu ile Mısır-ı Cedid’e ulaşıldı. Süveyş Kanalı’ndan Mısır’a kadar esirler çok büyük bir susuzluk çektiler. Araplar, Türk esirlerinin bu susuzluğunu fırsat bilerek din kardeşi Müslüman esirlere bir bardak suyu 5 hatta 10 kuruş gümüş para ya da bir harp madalyasına sattılar. Askerin aylık maaşı ise 5 kuruştu. Vagondan kesinlikle inmesi yasak olan askerler susuzluğa fazla dayanamayarak ve hatta hayatlarını tehlikeye atarak trenden indiler. Araplara saldırarak teneke ve bakraçlardaki suları yağmaladılar ve karşı gelenlere zor kullandılar. İngiliz müdahalesine kadar bu durum devam etti ve zorlukla vagonlara bindirildiler.[561]

Tutuklanmaları ve esir olarak gözaltına alınmaları sonrası Halep, Şam ve Hayfa’dan geçerek Kantara karargâhına yerleştirilen Eyüb Sabri ve sivil esirler için zor günler burada da bitmedi. Kantara’daki karargâh çölün içinde etrafı dikenli tellerle çevrili yalnız çadırlardan oluşan bir kamptı. Kampta bir miktar Arap esir de mevcuttu. Eyüb Sabri ve arkadaşları, burada yedi çadırlık bir tel örgüye hapsedildiler. Sabah olduklarında kendilerine kuru fasulye pişirmek için bir miktar pamuk yağı, kuru fasulye ve bir soğan verildi. Bu uzun süredir gördükleri ilk yemekti. Tutsaklıkları boyunca Ermenilerin tacizlerinden hiçbir şey yiyemeyen esirlerin ilk defa karınları doymuştu. Kampta su sorunu bulunmuyordu. İngilizler çölde olmasına rağmen demir borularla istasyon ve karargâhlara Nil Nehri’nden su getirmiş ve esirlere susuzluk çektirmemişti. İki aydır yıkanmayan esirler burada yıkandılar ve elbiselerini temizlediler. Üç gün burada kaldıktan sonra dördüncü gün Mısır’a doğru yola çıkıldı. İstasyondan Kantara’ya otomobille getirilmelerine rağmen dönüşte istasyona ulaşım için ne komutan tarafından otomobil tahsil edildi ne de kendi paraları ile hamal tutmalarına izin verildi. Bir buçuk saatlik yolu sırtlarında otuz kilo şahsi eşyaları ile yaya olarak gittiler. Beş Müslüman Hintli asker eşliğinde trene bindirilerek dört saatlik yolculuk sonunda Kahire’ye yarım saat mesafedeki Zeytun istasyonuna ulaştılar. Yürüyerek Heliopolis esir kampına götürüldüler. Beraberlerindeki muhafızlar Müslüman olduklarından kendilerine çok iyi davranıldı ve yolda istediklerini almaya izin verildi. Ayrıca yol boyunca yerli halka konuşmalarına da müdahale edilmedi. Yalnız Hintli muhafızlar İngilizce bilmediklerinden kampı bulmakta oldukça zorlanmışlar ve kendilerine esirler yardım etmişti.[562]

Birüssebi’de muharebe esnasında gözlerini kaybeden ve esir düşen Emin Çöl’ün kampa gitmesi pek de kolay olmadı. Kantara’ya nakli sırasında trende kendisine yataklı bir vagon tahsis edildi ve yiyecek olarak da tereyağlı birkaç ekmek, iki yumurta, peynir ve çay verilmişti. Emin Çöl’ün yemediğini gören görevli yumurtaları soymuş, tuzlamış ve yemeğe yardım etmişti. Kantara’da bir çadıra konulan Çöl’e yatak olarak bir karyola ile İngiliz askerinin elbiseleri ve iç çamaşırları verildi. Burada kendilerine iyi bakılmıştı.[563]

2.2.2                        Mısır-ı Cedid Heliopolis Kampı

Heliopolis esir kampı, Mısır-ı Cedid tren istasyonunun dört beş kilometre kuzeyinde inşa edilmişti. Mısır’ın en eski şehirlerinden birisiydi. Kızılhaç heyeti, 2 Ocak 1917’de Mısır’da ilk olarak bu kampı ziyaret etti. Kamp, 1905’de villa ve oteller merkezi niteliğinde düzenlenen Heliopolis vahasındaki yerleşmeye yakın bir yere kurulmuştu. Kahire’den seviye olarak 40 metre yükseklikteydi. Kampta ziyaret sırasında 3.906 Türk askeri ve astsubayı vardı. 15.000 kişiyi barındırabilecek şekilde düzenlenen kampta, ayrıca 3 sağlıkçı Türk, 2 Osmanlı ordusunda subay olarak görev yapan Ermeni askeri tabip bulunmaktaydı.[564]

Hilopolis’de karargâhında sivillerin kampından[565] başka Osmanlı esirlerine özel yedi bölümden oluşan ve numara sırasına göre on beş kamp bulunmaktaydı. Esirler için telden yapılmış olan hapishanelere kamp denilmişti. Bu kampların araları yalnız bir yaya yolu genişliğinde olup içlerinde on altı ve bazılarında yirmi kadar tahta koğuş bulunuyordu. Kamplar geniş ve etrafları ikişer üçer kat tellerle örülmüş ve on beş adım mesafelerle yapılmış nöbetçi kulübeleriyle çevriliydi. 1.500-3.000 arası esir bulunuyordu. Eyüb Sabri Bey yalnız Helopolis’de 30.000’den az olmamak üzere Türk esirinin mevcut olduğunu söylemiştir.[566]

Kampta 13 metre uzunluğundaki ve 9 metre genişliğindeki barakalar, paralel şekilde bölümler halinde düzenlenmiş, her bölüm arasına 20 metre genişliğinde geçitler konulmuştu. Esirlerin kaldığı 50 kişilik barakalar tek tipti. Ahşaptan yapılan binaların arası kamışla örtülmüştü. Çatıları kamış ve kartonla kapatılmıştı. Yerde nem ve rutubet yoktu. Barakaların içi, sertleştirilmiş toprak olup temizlenmesi kolaydı. Kamptaki bütün koridorlarda muhtemel bir yangına karşı hazırlanmış su bidonları vardı. Kampta yangın çıkmaması için esirlere ancak açık havada sigara içme izni verilmişti. Ayrıca hava sıcak olduğundan soba yakmaya da gerek yoktu.[567]

Esirler kamıştan örülmüş bir hasır üzerinde yatmaktaydı. Yönetim tarafından kendisine 4 battaniyeye verilmişti. Sabahları hasırlar fırçalanarak rulo şeklinde sarılmak ve battaniyeler katlanmak zorundaydı. Böylece barakaların içi, gündüzleri boş birer alan oluştururdu. Esirlerin gözaltına alındığı hücrelerde de aynı uyku şartları geçerliydi.[568]

Kampın fiziki şartları esirlerin hatıratlarında da yer bulmuştu. Bu esir kampında erlerin hayatlarını anlatması bakımından erler arasında yaklaşık iki yıl geçiren Emin Çöl’ün yazdıkları önemlidir. Emin Çöl’ün anlattıklarına göre kamp geniş bir alanda kurulmuş olup çevresi dikenli tellerle çevrili on iki bölümden oluşmaktaydı. Ara yerde hafif tel örgülü, her kampa açılan bir kapı bulunuyordu. Bu kapılardan ziyaret yapmak mümkündü. Her kampın yönetimi bir başçavuşa aitti. Kamp çavuşlarının Osmanlı ordusunda astsubay ya da çavuş olması gerekmez herhangi bir gözü açık ya da İngilizlere yaranmak isteyen birisi kamp çavuşu olabilirdi. Aynı zamanda her birinin ayrı yerleri, çifte istihkak sofrası, çay ocağı ve küçük de olsa bir kantini bulunmaktaydı. Bu kantinde esirler için kâğıt, kalem, defter, sigara, zarf ve çeşitli renklerde boncuklar satılırdı[569] Aşırıya kaçan çavuşlar, esirlere değişik baskılar uygulamış, bunun sonucu olarak da aralarından dövülenler olmuştu.[570]

Her kampta uzunlamasına yapılan koğuşların üstü ve yanları kamış, tuğla ve kerpiçten olup kapıların ve pencerelerin kapağı yoktu. Koğuşların içinde iki yanı çamurdan yapılmış, üzerinde de esirlerin yattığı kaldırım vardı. Ara yer, gelip geçenler için yol olarak planlanmıştı. Kaldırımın üstü hasır olup onun üzerinde birer kilim birer de battaniye vardı. Battaniyeler sabah süzgün olarak katlanır, baş tarafa aynı hizaya gelecek şekilde konurdu. Battaniyelerin altında birer ot yastık vardı. Sabahları bu düzen için de yoklama yapılırdı. Mısır’ın iklimi gereği kış ayları çok soğuk olmaz ve yağmur pek yağmazdı. Bu sebeple esirlerin fazla örtünmesi gerekmezdi.[571]

Bu kamp hakkında hatıratında bilgi kaydeden bir diğer kişi Eyüb Sabri Efendi’dir. Eyüb Bey ve arkadaşları, esir kampında tel örgülere geçinceye kadar Heliopolis’te on beş gün boyunca hapishanede tutulmuştu. Kaldıkları hapishanenin etrafı da başka hapishaneler ile çevriliydi. Burada kendilerinden başka Türk esirleri, İngiliz çavuş ve askeri de tutuklu bulunuyordu. Türk esirleri firara teşebbüsten, İngiliz askerleri ise ambardan battaniye ve elbise çalarak bunları satmaktan hapis yatmaktaydılar. Aynı gün İngiliz binbaşısı komutanın yanına getirilmişler ve karşında çırılçıplak soyundurulmuşlardı. Böylece kireçli ve soğuk suya sokularak sterilize edildiler. İçlerinde bulundukları durumun İslam dinine göre uygun olmadığını, en azından edep yerlerinin bir mendille kapatmak istedikleri söylemişler fakat dinleyen olmamıştı. Tüm eşyalarına ve paralarına el konuldu. Bunun yerine bir don bir gömlek, ayakkabı olarak sarı bir çift yemeni, başlarına yırtık bir fes ve uyumaları için altlarına iki adet battaniye verilerek tekrar hücrelerine gönderildiler. Bulundukları hücre, çölün ortasında taştan, etrafı duvarlarla çevrili kapı ve penceresi kapalı bir yerdi. Sıcaktan nefes alacak imkânları yoktu. Besim Bey, tüm aramalarına rağmen saklamayı başardığı altın saatini feda etmiş ve İngiliz çavuşuna ancak bir pencere açtırabilmişti. On beş gün sonra tel örgüler içinde diğer esirlerle beraber yaşama imkânı buldular. Artık daha serbest ve rahat uyuyabilmekteydiler. Tel örgü içinde bir tahta koğuşlardan birisine yerleştirildiler Kampta Türk, Arap, Çerkez, Arnavut, Kürt her milletten ve vilayetten binlerce insan vardı. Eyüb Sabri Bey ve arkadaşları kendileri gibi pek çok Antepli hemşerisi ile bu kampta tanıştı.[572]

Heliopolis esir kampında kalıp, kamp hakkında bilgiler veren bir diğer hatırat sahibi Yedek Subay Mehmed Efendi’dir. Daha önceden yazılan dilekçelerine cevap gelmesi ve subay olduğunun kendi komutanları tarafından tasdik edilmesi üzerine yedi arkadaşı ile beraber Heliopolis esir kampına nakledilmişti. Mehmed Efendi, bir üsteğmen, bir çavuş, bir onbaşı ve bir er de Mehmed Efendi ile birlikte Kahire’nin kuzey doğusunda bulunan Yeni Mısır diye adlandırılan Heliopolis kampına getirilmişti. 14. kampta 500 kadar teğmen, yedek subay, küçük rütbeli subaylar ve subay adayları bulunuyordu. Yedi kişilik esir kafilesini de 25 Mayıs 1919 günü bu kampa konuldu. Kampta ayrıca 80 Alman yedek subayı ile 100 Alman er bulunmaktaydı. Kampta toplamda 23.000 esir vardı.[573]

İbrahim Arıkan’ın yazdığı hatırattan da esirlerin kampa girdikten sonra başına gelenleri de öğrenebilmekteyiz. Arıkan’ın içinde bulunduğu esir grubu Tel El-Kebir esir kampına götürülmeden önce Mısır-ı Cedid’te bulunan Heliopolis esir kampına bir kilometre kala durdurulmuş ve üzerlerindeki tüm elbiselerin, kabalak ve potinlerinin çıkarmaları emredilmişti. Daha önce açıkta bulunan tuvaletlerden utanan esirlerin, anadan doğma çırılçıplak bir şekilde zorla soyunmaları aşırı derecede rencide etmişti. Üzerlerindeki paralar hariç bir kilometre yürüyerek kampa ulaşan esriler ikişerli sıra ile yazıhaneye alındılar. Esirlerin bulunduğu kapının sağ ve soluna iki adet asfinikli su dolu varil konulmuştu. Hemen yanında ise bir süzgeçli banyo daha vardı. Askerler önce süzgeçli banyoya giriyor, vücudu tamamen ıslandıktan sonra elinde fırça bulunan İngiliz askerlerinden birisi esirin ön tarafını yüzü hariç yukarıdan aşağıya ve diğer İngiliz askeri ise arka tarafını enseden topuğa kadar ıslatıyordu. Bu dezenfektenin ardından, her bir esire elbise, ayakkabı, keçe, külah, battaniye, kaput, beylik, hasır, karavana, kaşık, çatal, havlu, iç fanila, dış fanila verilerek bir çadıra on esir olacak şekilde yerleştirildi. Bir süre sonra kamp daha çok düzene sokuldu ve askerler yüzer kişilik bölüklere ayrıldı.515 [574]

İbrahim Arıkan hatıratında kampta sabah akşam olmak üzere günde 2 defa yoklama yapıldığından bahsetmektedir. Burası, genelde esirlerin sürekli kaldığı bir kamp değildi. Arıkan’ın içinde bulunduğu esir kafilesi, 25 gün burada kaldıktan sonra 5 Ekim 1918’de İsmailiye’ye yakın Nil kenarında kanal boyunca 35 bin kişilik bir kampa yerleştirildi.[575]

Mısır’daki esir kamplarından sorumlusu Müfettiş Yarbay G. Garner, kampın hijyen ve sağlık hizmetlerinden de sorumluydu. Kamptaki su, Heliopolis şehrinden kanallarla gelmekte olup hem kalitesi hem de miktarı yeterliydi. Esirler günde iki defa duşu ve çeşme suyunu kullanabiliyordu. Kampın bulunduğu bölge, aşağı doğru eğimli olarak çimentolanmıştı. Su, bu sayede iki duş dizisi arasındaki kanaldan akmaktaydı. Mutfakta esirler için ihtiyaç duyulan sıcak su vardı. Esirler sabunu istediği kadar alabiliyordu. Kirli çamaşırların yıkanması için özel yerler vardı. Haftada bir kere, esirlerin çamaşırları ve battaniyeleri sıcak odaya alınmakta ve iyi bir şekilde sterilize edilmekteydi. Bu tedbir sayesinde kampta haşerat izine rastlanmıyordu. İyice düzenlenmiş bir bölümde on berber, Osmanlı esirlerinin saç ve sakallarını tıraş ediyordu. Tuvaletler temiz ve yeteri kadar mevcuttu. Bunların bir kısmı İngiliz usulü, bir kısmı ise Türk usulüydü. Tuvaletler her gün carbolineum ile dezenfekte edilmekte ve tuvaletlerin boşaltılması kanalizasyon düzeni ile yapılmaktaydı.[576]

Kampta bulunan esirlerden Emin Çöl’ün verdiği bilgiler, kampın ve tuvaletlerin temizliği bakımından Kızılhaç heyetinin yazdıklarını doğrulamaktadır. Emin Çöl’e göre tuvaletlerin temizlenme yerleri betondan yapılmıştı ve düzenli olarak temizliği yapılmaktaydı. Kamp içinde izmarit ve kibrit çöpü atmak yasaktı. Esirlerden kurulu bir ekip, kampın her yerini gezip temizlik işini yerine getirmekteydi. Banyo da olsun tuvaletlerde olsun su boldu. Bundan dolayı, 60.000 tutsağın kaldığı Heliopolis esir kampında hiçbir hastalık çıkmamıştı. Ayrıca temizlenme havuzu vardı. Burada yeni gelen esirler çırılçıplak soyulur, dar bir koridordan geçirilerek içi asitle dolu bu havuzun başına getirildi. Ağız içi dâhil her yerleri aranır, altın ve para var mı diye kontrol edilirdi. Asitle dolu sıvının yüzeyine değen bir yere bir ağaç parçası konulurdu. Havuza giren her esir bu ağacın altından geçmek zorunda olduğundan tüm vücudu batmış olurdu. Havuzdan çıkanlar duştan sonra İngiliz erlerinin elbiseleri giymişti. Havuza girenler, vücudun ince derili yerlerin yandığını söylemişti. Heliopolis’teki kampların hepsi aynı standartlarda değildi. Emin Çöl, Heliopolis’de daha konforlu, duşu, kantini ve suyu bol olan başka bir kampa yerleştirildi. Burada her bakımdan çok rahat etmişti.[577] Yedek Subay Mehmed Efendi de kamp yönetiminin çok düzenli olduğunu, subayların hizmetleri için aşçı ve temizlik görevlisi olarak 150 er verildiğini hatıratında yazmıştır. Bu erlerin yerleri ihtiyaca göre 10-20 günde bir değiştirmişti.[578]

Kampta esirlere yardım heyeti yoktu. Esirlere hiçbir toplu yardım olmadı. İstanbullu Başçavuş Hasan Hüseyin’in Kızılhaç heyetine verdiği bilgiye göre kampta her ne kadar fakir esir varsa da yardım göndermenin bir gereği yoktu. Zira, bütün esirler iyi beslenmekte, iyi giyinmekte ve tütün alabilmekteydi.[579]

Kamp yetkilileri gözleri görmeyen Emin Çöl için Kızılaydan para istemiş ve bu isteğe Kızılay cevap vererek 60, 40 ve 20 frank göndermişti. Para kendisine Türk ya da Mısır parası olarak verilmemiş; kantinden yaptıkları alışverişten düşülmüştü. Paranın kendisine verilmeyeceğini fark eden Emin Çöl, kantinden kokulu sabun, mendil, havlu, çikolata gibi şeyler almış fakat yine de hesabı kapatamamıştı. Bunun üzerine dilekçeyle bir kilo tereyağı, iki süt kutusu, sekiz adet et kutusu, reçel ve iki kilo peksimet istedi. İngilizler, bu isteği yerine getirmiş fakat bu yiyecekleri kendi askerlerine bile vermediklerini söylemişti. Tüm bu yiyecekleri arkadaşlarına dağıtmış ve kamptan hesabını kapatarak ayrılmıştı.[580]

Kampa ilk girişte dikkati çeken şey düzen ve temizlikti. Esirler arasından bir başçavuş barakalar grubundan, bir çavuş da koğuşlardan sorumluydu. Esirlerin kampta sorun çıkarmayan iyi bir tavrı vardı. Esirler askerce selam verirler ve yetkililerin her geçişinde esas duruşa geçerlerdi. Ankaralı Başçavuş Hasan Muhammed ve Konyalı Başçavuş Hamid Abdullah, Kızılhaç heyetine, arkadaşları adına hiçbir şikâyetleri olmadığını bildirmişler ve kendilerine iyi davranıldığını doğrulamışlardı. Öte yandan, İngiliz subay ve astsubayları da esirlerin çok iyi niyetli ve disiplinli olduğunu belirtmişlerdir[581]

Hindistan esir kamplarında Müslüman Hintliler ve kamplardaki muhafızlar ellerinden geldiği kadar Türk esirlerine yardım ediyordu. Buna rağmen Müslüman Mısırlılar biraz da İngilizler tarafından çok korkutulmuş olduklarından, Türk esirleri gördükleri zaman bakamamakta ancak selam verebilmekteydiler. En ufak bir saygısızlıklarında en ağır bir şekilde cezalandırılacaklarının farkındaydılar.[582]

Bu kamp hakkında hatıratında bilgi veren bir diğer esir de Mehmed Nuri Efendi’dir. Mehmed Nuri Efendi, kampın şehrin dışında tel örgüler içerisinde olduğunu yazmaktadır. Esirler daha kampa girerken çırılçıplak soyundurularak banyo yaptırılmıştı. Esirlere katranlı ilaçlar sürülmüş ve elbise ve çamaşır verilerek koğuşlara yerleştirilmişti. 15 gün burada kalan esirler daha sonra başka tel örgüye nakledilmişti. Esirlere bir esaret numarası ile haberleşmek için kampın adresi verilmişti. Esirlerin bir ara Selanik’e sevk edileceği dedikoduları çıkmış fakat başka bir kampa nakledilmelerdi. Tüm esirler burada muayeneye edildiler. Muayene sonrası ayrılan 850 esir Kantara’ya geri gönderildi.[583]

Filistin Cephesi’nde Gazze’de esir düşen, esirler Ramla yolu ile kanaldaki geçici kamplara getirilmiş ve Süveyş Kanalı’nda Kantara’da beş günlük karantinada bekletilmişti. Kantara’dan sonra Mısır-ı Cedid’deki esir kamplarına yerleştirilen tüm askerler soyunmuş bir şekilde, paraları olanların paraları elinde ayakta bekletilmiş ve kontrolden geçirilmişti. Daha sonra içi ilaçlı su ile dolu havuza ikişer ikişer sokuldular. Havuzda, uzun süpürgeye benzer bir şeyle esirlerin kafasına ilaç sürüldü. Elinde fırça olan bir İngiliz de kovadaki siyah renkli su ile esirlerin koltuk altları ve edep yerlerini ilaçladı. Koğuşlarda her askere ayrı bir yatak, iki battaniye, herkese ayrı yemek kapı, havlu, kaşık ve birer takke verildi. Burada yirmi gün kalan esirler Tel El-Kebir’e nakledildi.[584]

Bu esir kampında esaret günlerini geçiren diğer bir esir Yafa’da esir düşen Çanakkale Biga Adile köyünden Osman Ertaş’tı. Esir düştükten sonra peksimet ile karınları doyurulmuş, ardından tren ile Süveyş Kanalı üzerinden Mısır’a götürülmüştü. Kantara’da esirler için hazırlanan çadırlara yerleştirildi. Esirlere burada herhangi bir baskı olmamış, esirlerin ekmek, soğan gibi temel ihtiyaçları karşılanmıştı. 20 gün sonra kanal geçilerek Mısır-ı Cedid esir kampında 4. tel örgüye konuldu. Burada üzerlerinden ne varsa alındı ve karşılığında bir makbuz verildi. Tüm esirler çırılçıplak soyunmuş bir şekilde asit fenikli beyaz bir sıvı dolu fıçıya sokuldu. Bacak araları ve koltuk altları elinde fırça olan askerler tarafından iyice temizlendi. Önce Amerikan fanilası verilen esirlere bir hafta sonra banyo sonrası yazlık elbiseler de temin edildi Osman Ertaş, burada bir İngiliz binbaşıya hizmetçilik etmiş ve İngilizcesini geliştirmişti. Bu sayede, kendini sevdirmiş; çok büyük ikramlar elde etmişti. Kendisi gibi 2 ayrı Türk daha hizmetçi olarak subayların yanında çalıştırılmış fakat sigara, içki çalmışlar ve sarhoş olmuşlardı. Hemen ardından ikisi de kovulmuştu. Bu kampta, İngiliz subayların kaldığı 40-50 kadar baraka vardı. Tüm Türk esirlere Osman diye hitap edilmekteydi.[585]

Kampın adı esirlere yazılan mektuplarda sık sık geçmektedir. Mesela Adana’nın Şeyhzade mahallesinden Maliye Tahsildarı Ali Efendi’nin ailesi tarafından 27 Kasım 1918’de Kızılay Cemiyeti Üsera Komisyonuna yazılan mektupta Filistin Cephesi’ne gönderilen oğulları Onbaşı Ahmed Turan’ın harp esiri olarak Mısır-ı Cedide’de tutulduğu yazmaktadır. Hatta, aynı taburdan iki esir daha aynı yerdeydi. Hacı İsmail oğlu Bekir Sıtkı Onbaşı’nın esir bulunduğu, sıhhatte olduğu, kendisine para ve mektup gönderilmesinin istendiği de mektupta dile getirilmişti. Diğer esir ise 31. Alay 1. Tabur 2. Bölükten Adana vilayeti Kayıbağ Mahallesi Müslim oğullarından Onbaşı Müslim oğlu Hasan’dı.[586] Mısır-ı Cedid kampı hakkında bilgi veren bir diğer mektup, Yüksek Dolap Mahallesinden esir annesi Zeynep Hanım tarafından Kızılay Cemiyeti Üsera Komisyonuna 17 Mart 1917’de gönderildi. Mektuptan Mısır-ı Cedid’de Osmanlı esirleri karargâhı 6. koğuşta kalan esirin Adana’nın Kara İsalı kazasının Çatalaki köyünden Mehmed oğlu Yusuf Ağa olduğu anlaşılmaktadır.[587]

2.2.3                        Kahire 2 Numaralı Abbasiye Hastanesi

Kızılhaç heyeti tarafından 2 Ocak 1917’de ziyaret edilen Kahire yakınlarındaki 2 No’lu Abbasiye Hastanesi, modern ihtiyaçlarına göre düzenlenen pavyon sistemiyle özellikle Alman, Avusturya, Bulgar ve Türk esirlere tahsis edilmişti. Başhekim Wickermann’a dört İngiliz doktor yardım ediyordu. Kızılhaçtan birkaç hemşireyle 18 Türk hastabakıcı, yaralı ve hastalarla ilgilenmekteydi. Bunlar, sadece tedavi ile uğraşmakta, temizliği ve diğer işleri Mısırlı yerli işçiler yapmaktaydı. Pavyonlar taş yapılar olup birbirinden 10 metre genişliğinde bir yol ile ayrılmıştı. Çatı çimentodandı. Büyük pencereli, iki katlı ranzalarda metalik somya ve yataklar bulunan hastanede dezenfekte odası, elbise dolabı ve çamaşırhane vardı. Gerekli olan hastalar için yatak ve koltuklar esirlerin için temiz hava alacak şekilde yerleştirilmişti. Yer çimento ve talaşlarla kaplanmış ve palmiye hasırları ile çevriliydi. Pencereler geniş ve her bir hastaya yetecek kadardı. Yataklar iki sıra halinde olup yaylı şilteydi ve hastalara doldurulmuş minder de verilmişti. Battaniye kullanımı sınırsızdı. Tüm odalar temiz olup hastanelerin temizlik servisi elbiseleri temizledikten sonra elbise dolabına koyup sahibine teslim ediyordu.529 [588] İngiliz Arşiv belgelerine göre Kızılhaç heyeti yazdıkları raporda kampın durumunu mükemmel olarak rapor ettiler.[589]

Kampın suyu iyiydi ve Kahire’den kanallarla geliyordu. Esirlerin kullanabilecekleri sıcak ve soğuk duşlar vardı. Hastalar küvetlerde yıkanıyor, iyileşme durumunda olanlar musluklara gidebiliyordu. Tuvaletler Türk usulüydü ve pis su, şehir kanalizasyonuna gidiyordu.[590]

Hastanedeki esirler İngiliz askerlerinin giydiği türden pijama giyiyorlardı. İyileşmeye yüz tutanlar, yine İngiliz askerleri gibi kolları beyaz, açık mavi bir takım giymekte, beyaz hasta gömleği ve kırmızı boyunluk takmaktaydılar. Oturabilecek durumda olan hastalar için katlanır sandalyeler vardı.[591]

Esirlerin esaretleri sırasında veya sonrasında kaleme aldıkları hatıratlarda bu hastane hakkında başka detaylar vardır. Bu esirlerden birisi olan Hasan Remzi (Fertan) esir düştükten sonra Mısır Kızılhaç Hastanesindeki 2 günlük tedavisi ardından trenle Kahire’deki Abbasi Hastanesine nakledildi. Hastanede iyi bir tedavisi görmüş ve 28 gün sonra taburcu edilerek Seydi Beşir Kuveysna esir kampına gönderilmişti.[592]

Bir İngiliz askeri ailesine gönderdiği bir mektupta, Kahire Abbasiye Hastanesinde kalan hasta Türk savaş esirlerini ziyaret için bu hastaneye gittiğinden bahsetmektedir. Esirlerin hepsi oldukça neşeli ve canlı görünmekteydi. Esirlerin her biri, içeri girdiğinde kendisini selamlamış, her birine onları sevdiğinden bir paket sigara vermişti. Hastane gece ve gündüz süngülü nöbetçiler tarafından korunuyordu. Geceleri de ayrıca hastanenin etrafında Kızılhaç deposunu korumakla görevli birkaç takım nöbetçi bulundurulmaktaydı.[593]

Bursa’da yaşayan Muhafız Taburu askerlerinden Dağıstanlı Zakir esaret sonrası verdiği ifadesinde Şam’da esir düştüğünü, esir hastanesinde beş ila altı ay kadar bulunduğunu anlattıktan sonra subay ve diğer askerlere fevkalade iyi bakıldığını ifade etmişti.535 [594]

İngiltere Hükûmetine esir düşen Yedek Subay Mülâzımısâni Tevfik Efendi, ifadesinde Kudüs’te yaralı olarak esir düştüğünü ve Kahire Hastanesine sevkleri sırasında bir miktar esirlere sıkıntı verildiğini belirtmişti. Hastanede mevcut yaralı subayların vefatlarına sebebiyet verilmiş ve İskenderiye civarında Seydi Beşir Osmanlı subay esir karargâhına gönderilmişti.[595]

Mısır esir kamplarında yaşayan esirlerin gözlerinin çıkarıldıkları iddia edilen hastanelerin başında 2 Nolu Abbasiye Hastane gelmektedir. Gerek arşiv belgelerinde gerekse anılarda görülmektedir ki Mısır bölgesinin fiziki şartları dolayısıyla esirlerin gözleri rahatsızlanmakta ve Ermeni tercümanların kışkırtma ve kandırmalarıyla da doktorlar tarafından esirlerin gözleri gerekmediği halde çıkarılmaktaydı.[596]

2.2.4                        Mısır Kızılay Hastanesi

Kahire’de bulunan Mısır Kızılhaç Hastanesi, Mısır Prensi Fuad Paşa tarafından kuruldu. Mart 1915’te açılan bu hastanenin asıl amacı, savaşta yaralanan ve hastalanan dindaşları Osmanlı askerlerinin tedavilerinin yaptırılmasıydı. Açıldıktan sonra Osmanlı Kızılay Cemiyetinin kontrolüne verildi. Aynı zamanda, bu hastane Kahire’deki Tip Fakültesinden Profesör İngiliz Tabip Dr. Kaetinge ile de irtibatlıydı.[597] Hastane, Kızılhaç heyeti tarafından 4 Ocak 1917’de ziyaret edildi. Kızılhaç heyeti hazırladığı raporda, Mısır Kızılhaç Hastanesi hakkında mükemmel olduğu kanaatine varmıştı.[598]

Ömer Lütfi Paşa’nın geniş, düzenli ve yeşillikler içinde bulunan eski sarayı hastaneye dönüştürülmüştü. Binanın geniş salonlarında hava akımı fevkaladeydi. Bina hastane olarak yapılmadığından, servisler biraz dağınık olmakla birlikte, mümkün olan en pratik usulde kullanıldı. Koğuşlar arasında geniş bir koridor olup esirler arasında iletişim sağlanabilmekteydi. Hastane 7x7 metre boyutunda ve 8 metre yüksekliğindeydi. En büyük koğuş bu ölçülerin üzerindeydi. Tüberkülozlu hastalar, birinci kattaki dört yatak alabilen 4x5x5 metre boyutundaki küp şeklindeki odalara yerleştirilmişti. Odaların çoğu ağaçlarla çevrili bahçeye açılıyordu. Hastanenin her yerinde elektrik bulunmaktaydı.[599]

İçme suyu, kanallarla şehirden gelmekte ve kullanımdan önce filtre edilmekteydi. Hastanede musluklu lavabolar, banyolar, soğuk ve sıcak duşlar ve Türk hamamları vardı. Türk usulü tuvaletler de sarayın yanına yapılmıştı. Çamaşır yıkama ve ütü işini yerli Mısırlılar yapmaktaydı.[600]

2.2.5                        Kahire Kalesi Kampı (Kasr El-Nil)

Kamp kalenin ana binalarından biri olan Mücevher (Bijou) Sarayı’nda kurulmuştu. Sadece Mekke yakınlarında esir alınan ve Hicaz’dan gelen kadınlarla çocukları barındırmaktaydı. Çocuk ve kadınlardan oluşan esirler ayrı ayrı kafileler halinde kampa getirilmişti. 1. kafilede 123 kadın ve çocuk (11 Eylül 1916), 2. kafilede 66 kadın ve çocuk (16 Ekim 1916), 3. kafilede 26 kadın ve çocuk (28 Ekim 1916), 4. kafilede 82 kadın ve çocuk (7 Kasım 1916) ve son kafilede 132 kadın ve çocuk (29 Kasım 1916) bulunmaktaydı. Toplam olarak Kızılhaç heyetinin 3 Ocak 1917’de ziyaret ettiği kampta, 229 kadın ve 207 çocuk vardı ki bu çocukların 7’si kampta doğmuştur. 1917 yılı Ocak ayı başında 200 kadınlık bir kafile daha beklenmektedir. Kamptaki esirler üç kategoriye ayrılmıştı: Subayların eşleri ve çocukları, astsubayların eşleri ve çocukları, erlerin ve hizmetlilerin eşleri ve çocuklardır. Bu ayrım, koğuşlara mümkün olduğu ölçüde aynı sosyal çevreden gelen insanları yerleştirmek amacıyla yapılmıştı. Kızılhaç heyetine göre görünüşe bakılırsa rahatları son derece yerindedir.[601]

Kamp başhemşiresi Bayan Lewis’di. Kızılhaç heyetine göre çeşitli sınıflardan, halklardan ve dinlerden oluşan bu kamptaki insanları yönetmek büyük sabır, ustalık ve iyi niyet gerektiriyordu. Tüm bu özellikler Kzılhaç heyetine göre başhemşirede mevcuttu. Bayan Lewis kendisi tüm gücü ve yeteneğiyle bu zor göreve adamıştı.[602]

“Selahaddin” adını taşıyan büyük ve geniş yapı, pek çok süslemeli salonu kapsıyordu. Bu binaların odaları süslü olup pencerelerinden; camileriyle, minareleriyle ve çölün mistik geçmişiyle Kahire izlenebilmekteydi. 40 oda 3 bölüme ayrılmış ve sosyal sınıflarına göre tutsak kadınlar için tahsis edilmişti. Oda ve koridorlar mermerle kaplıydı ve ayrıca hasır ve halı ile de süslenmişti. Odaların büyüklüğü, kalan az sayıda kişi ile kıyaslandığında esirlere çalışma ve eksersiz için yeterliydi. Aydınlatma gazla yapılıyordu. Hol ve koridorlar odaları birbirine bağlıyordu ve esirler geniş bahçeye istedikleri zaman çıkabiliyordu.[603]

Esirlere demir karyola; yatak, yastık, çarşaf ve battaniye ile beraber verilmişti. İşlemeli pikeler, döşemeler binalara ayrı bir hava veriyordu. Kamp yönetimince tüm mobilya ve uyku setleri sağlanmıştı. Bunlardan başka, aileler masraflarını karşılamak kaydıyla başka eşyalar da kullanabilmekteydi. Kadınlara ve çocuklara giyecekleri İngiliz yönetimince verilmişti.[604]

Kampın suyu şehrin kanallarından geliyordu. Koğuşların yanında lavabolar bulunmaktaydı. Esirler her gün soğuk ve sıcak duş alabiliyordu. Bulaşık işini, durumu iyi olanlardan bazıları (birinci kategori) ücreti karşılığında diğerlerine yaptırmaktaydı. Tuvaletler Türk usulüydü ve kresol çözelti barındırıyordu. Tuvaletlerin pisliği her gün Kahire temizlik idaresi tarafından kalenin kuyularına boşaltılıyordu[605]

Kampta zorunlu çalışma olmayıp tamamen isteğe bağlıdır. Eski kamp yöneticisi B. McMahon’un eşi başhemşire, kampta bir dikiş atölyesi oluşturmuştu. 10 pounda gerekli malzemeler alınabilmekteydi. Fakat kamptaki kadınların çoğunun yeterince parası olduğundan, bu faaliyete istekli kişi sayısı sınırlı kaldı.[606]

Esirlerin çoğunun, kampa getirildikleri zaman üzerlerinde yüklü miktarlarda paraları vardı. Diğer kampların aksine bu paralara el konulmamış, esirlere bırakılmıştı. Kadınların bazıları, İngiliz subaylar aracılığıyla subay eşlerine sık sık para göndermekteydi. Kadınların bazıları da eşlerinden para almaktaydı. Kızılhaç Cemiyeti kanalı ile de kampa para geldiği de oluyordu.[607]

Kızılhaç heyeti temsilcilerinin ziyareti sırasında kampta bulunan kadınların heyetten değişik istekleri oldu. Kamptaki esir kadınlar, eşlerini sık sık görme istediklerini belirtmişlerdi. Esir kadınların eşleri ile buluşması genelde ayda en az bir defa gerçekleşmekteydi. Bazı kadınlar da diğer kamplarındaki çocuklarını veya kardeşlerini görmek istediklerini söylemişti. Çoğunun eşleri, çocukları veya kardeşleri Maadi veya Seydi Beşir kampındaydı. İngiliz yönetimi, bu istekleri anlaşılır ve meşru bulmuştu. Değişik zamanlarda pek çok kere demiryolu ile dört saatlik mesafede olan bu kamplardan kadınların; eşleri, çocukları, kardeşleri getirtilmiş ve üç dört gün kampta, yakınlarının yanında kalmaları sağlamıştı. On iki odalı bir apartman bu ziyaretler için tahsis edilmişti. Ancak bunun çok sık tekrarlanması masraf, muhafız ve organizasyon bakımından kolay bir iş değildi.[608]

Kızılhaç heyeti tarafından ziyaret edilen kamplar arasında bu kampın adı geçmemektedir. Kahire’nin 5 km güneyinde bulunan bu kamp hakkında bilgilere arşiv belgelerinden ve bu kampta günlerini geçiren esirlerin hatıratlarından ulaşılabilmektedir. Bu esirlerden biri bir süre Seydi Beşir esir karargâhında kalmış ve orada yaşadığı sorunlardan sonra Kasr El-Nil esir karargâhına sevk edilmiş Rahmi Apak’tı. Apak, önce tren ile Kahire’ye, oradan da kamyonla Selimiye Kışlası’na benzer üç katlı, üç cepheli ve bir cephesi nehre karşı Kasr-ı Nil Kışlası’na getirilmişti. Kampa Kitchener teşkilatından bir alay yerleştirilmişti. Bu kişiler yirmi yaş altı gönüllü gençlerden oluşuyordu.[609]

Kışlanın doğu cephesinde Nil Nehri’ne bitişik sol kenarında ve üst katta, bazı tutuklular için bir koridor üstünde yan yana altı oda ayrılmıştı. Bu koridorun batıya ve avluya bakan camsız ve geniş pencereleriyle güneye nehre bakan pencereleri dikenli tellerle örülmüştü. Odalarda birer ikişer karyola vardı. Aynı koridorun ters tarafında ve diğer bir koridor üzerinde beş altı oda daha vardı. Fakat bir koridordan diğerine geçmek yasaktı. Tutuklu bulunan esirler burada tecrit ediliyorlardı.[610]

Apak ve arkadaşları kışlanın üst katında batıya bakan tek pencereli dar bir odaya yerleştirilmiş ve demir kapı üzerlerine kilitlenmişti. Her biri ayrı ayrı odaya konulmuştu. Odada tek bir karyola ve bir de sandalye vardı. Pencereden sokaktan geçen Mısırlılar görülebilirdi. Bir Mısırlı uzakta duvar dibine dikilmiş Apak’a bakmış, haline acıyormuş gibi bazı işaretler yaparak tahrik etmeye çalışmıştı. Gece boyunca esirlere bir lokma yiyecek verilmemişti.[611]

Ertesi sabah Müfettiş Albay Wilson, yanında bir Ermeni tercümanla içeri girmiş, fakat Apak sandalyeden kalkmamıştı. Wilson omuzlarından tutarak sandalyeden kaldırmaya çalışmış fakat başaramamıştı. Apak, Seydi Beşir esir kampında gizli bir terör cemiyeti kurmakla, adamları ile iki genç Türk subayını ağır surette yaralamakla ve Ermeni tercümanı boğmaya ve öldürmeye kışkırtmakla suçlandı. En son olarak asıl hedeflerinin kamp Kumandanı Yarbay Coates ile diğer İngiliz subaylarını öldürmek olduğu kendilerine söylendi ve bütün bu suçlardan dolayı askeri mahkemeye çıkacakları yüzlerine bildirildi. Bu sözleri hayretle dinleyen Apak tüm suçlamaları reddetti. Tüm bu iftiraları atan kişi olarak Çingen Mehmed Ali gösterilmişti. Apak, Coates’in Ermeni tercümanların elinde oyuncak haline geldiğini görmüştü. Kendisinin tel örgüleri içinde hapsedilmiş aciz bir insan olduğunu, bu kadar ağır hareketlerin idam cezasına mal olacağını bildiğini eğer bir İngiliz subayı öldürmek isterse bunu barıştan sonra İngilizlerle tekrar karşı karşıya geldiklerinde kavga meydanında yapacağını söyledi. Wilson, Tümen Kumandanı Kazım Bey’in Apak hakkında güzel sözler söylediğini hatırlatarak diğer iki arkadaşının kışlada münferit odalarda bulunacaklarını, kendisinin yedi sekiz tutuklu[612] ile beraber kalacağını ve iyi muamele edilmesini tavsiye edeceğini

söyledi.[613]

Üçüncü ayın ortasında, esirlerin yemeklerini yapan Mısırlı aşçıya kızan Yüzbaşı Vasfi yemek tabağını aşçının kafasına atmış ve kafasını yarmıştı. Esirlere nezaret eden İngiliz çavuşu, birkaç askerle Vasfi’nin elini, kolunu yere yatırarak karyolanın demirlerine bağlamıştı. Hemen arkasından İngiliz çavuşu Apak’a, Yüzbaşı Vasfi’nin hareketini haksız bulup bulmadığını sormuş; Apak dört ay aynı odanın içinde kalan bir insanın sinirlerinin bozulabileceğini söyleyerek haksız olmadığını söylemişti. Bunun üzerine, onun da eli ve kolu yere yatırarak karyolanın demirlerine bağlandı. Yarım saat sonra tekrar gelerek kendisinin maruz görülmesini istemiş ve emirleri uyguladığını alaycı bir şekilde söylemişti. Dört saat orada bağlı kaldılar. Sonra kışla ve alay kumandanı albayın yanına götürüldüler ve durumlarının düzeltileceği, ara sıra dışarı çıkmalarına izin verileceği vaat edildi.[614]

Eşref Bey hatıratında yaşadığı Kasr El-Nil esir kampının detaylarını veren bir diğer isimdir. Eşref Bey ve yanındaki esirler, esaret sonrası Süveyş Kanalı yolu ile Kahire’de bulunan Kasr El-Nil Kışlası’na getirilmişler ve kendileri için Kasr El-Nil Kışlası’nın ikinci katında üç oda ayrılmıştı. Ortadaki büyük oda Eşref Bey’in, sağında Yarbay Ali Bey, İsmail ve Ethem beylerin, soldaki odalar ise diğer subaylarındı. Odalarda en basit ihtiyaçları bile karşılayacak eşya konulmamıştı. Kapıda süngülü muhafızlar nöbet tutmaktaydı. Esir kampından çok bir hapishaneyi andırıyordu. Esirler, tuvalete dört süngülü asker arasında çıkıyor ve tuvalet sırasında kapının açık olmasında ısrar ediyorlardı. Esirler, Türk örf ve geleneklerine aykırı olduğundan durumu kamp komutanı Albay Nikolay’a anlatarak tuvalet kapısının kapanmasına müsaade alabildiler.[615]

Eşref Bey’i sorgulamak için yapılan ziyaretlerin ardı kesilmemekteydi. Yapılan sorgulamada İbn-i Resid, İbn-i Suud ve Mısır’daki Teşkilat-ı Mahsusa faaliyeti hakkında sorular sorulmuştu. Ayrıca Ermeni tehciri, Enver Paşa’nın yaveri Mümtaz Beyin Mısır’da bir kız kardeşinin olup olmadığı, Kudüs’teki Siyonist çalışmaların Türkler tarafından nasıl değerlendirildiği gibi sorular da kendisine yöneltilmişti. Eşref Bey, Ermeni tehciri başta olmak üzere tüm soruları yanıtlamıştı.[616]

İngilizler Eşref Bey ve yanındaki arkadaşlarına esaretleri boyunca büyük ilgi ve alaka gösterildi. Kendilerine karşı iyi muamelede bulunulmuştu. Örneğin, Kamp Komutanı Albay Nikolay, çoğu Türkçe ve Arapça olan birçok kitap ve dergiden başka ayrıca bir de katalog getirtti. Geniş bir odanın döşemesine ait resimleri içeren bu katalogdan esirler istedikleri seçebilecekti. Ayrıca Eşref Bey’in çevresindeki kontrol azalmıştı. Bahçeye inebilmekte ve arkadaşları ile görüşebilmekte, hatta yeni dostluklar kurabilmekteydi. Diğer esirlerin aksine Seydi Beşir, esir kampına nakledilmedi. Londra, Eşref Bey’in Arap Yarımadası’nın hiçbir yerinde bulundurulmamasını istemedi ve bu sebeple genelde olduğu gibi üst rütbeli Osmanlı esirlerini gönderdikleri Malta Adası’na sevk etmişti. O andan Malta’ya yolculuğuna kadarki tüm kaçma teşebbüsüne karşı tedbirler alınmıştı.[617]

Malta Adası’na nakli öncesi Kasr El-Nil kampında bir sürpriz gelişme oldu. Eşref Bey’in odasına aslen Diyarbakırlı olup Hidiv ailesine mensup bir prensesle evlenerek Mısır’a yerleşen Ata Hüsnü Bey getirildi. Bu kişi Eşref Bey gibi Malta’ya sürgün edilmiş fakat tutuklanma sebebini bir türlü öğrenememişti. Bu iki kişi arasında kısa sürede dostluk kuruldu. Eşref Bey, bu kişiden Mısır’da meydana gelen hadiseleri öğrenmiş ve kendisinin yaralı olarak ele geçirilip esir edildiği haberlerini dinlemişti. Teşkilat-ı Mahsusa, Mısır’ın yeni münevver gençliği üzerindeki etkilerini göstermeye başlamıştı.[618]

Bazı esirler Kasr El-Nil karargâhından Malta’ya sevk edilirken Malta’dan da Kasr El-Nil’e siyasi esirler getirildi. Bunlar arasında, Malta Adası’nın İngiliz hâkimiyetinden kurtarılarak müstakil olmasına çalışan hürriyetçiler de vardı. Dumek

Kasr El-Nil’e gelen bu kişilerden birisiydi. İngilizlerin bu kişiye fena kızmış oldukları en basit ihtiyaçlardan bile mahrum etmelerinden anlaşılıyordu. Eşref Bey Hintli bir Müslüman nöbetçi ile kendisine sigara, çamaşır, yiyecek, hatta para gönderdi.[619]

İngilizler, Arap Yarımadası’nın dışında ele geçirdikleri ve şahsiyetlerine önem verdikleri esirleri Kasr El-Nil’de toplamıştı. Eşref Bey’e göre bunun sebebi, Mısır istiklalcilerine, kendi arzu ve gayelerine aykırı yol takip edenlerin akıbetini göstermek ve hallerinden memnun olmayanları bir araya toplayarak keder ve nefreti sadece bir esir kampının duvarlarının arasına sıkıştırmaktı.[620]

Medine’de esir edilen Fahrettin Paşa da 188 gün esaret hayatı geçirdiği bu kamp hakkında bilgiler vermiştir. Kendisine sadece bir emir eri verilmiş, diğer paşalara verilen haklar paşadan esirgenmişti. Ayrıca refakatine bir İngiliz subayı verilmiş, onunla şehri gezmesine müsaade edilmişti. Haftanın belirli günleri otomobil ile gezintiye çıkan Fahrettin Paşa’yı üniforma için de tanıyan halkın “Yaşa Paşa” diye bağırmaları İngilizleri rahatsız etmiş, ilk başlarda bir şey diyememişlerdi. Bu çeşit gösterilerin artması üzerine sivil giyinmesi istenmiş, paşa bunu şiddetle reddederek kendisinin harbiye mektebinden beri üniformasını çıkarmadığını ve çıkarmayacağını söylemişti. Olayın büyümemesi için Mısır’da kaldığı 7 ay boyunca Nil Nehri’ndeki karargâhından dışarı çıkmadı.[621] Paşa bu kampta hastalanmış, hastalığı tam geçmeden savaş suçlusu olarak Malta’ya gönderilmişti.[622]

2.2.6                        Maadi Kampı

Kahire’nin 15 km güneyinde bulnan ve Türk esirleri açısından önemli kamplardan biri olan Maadi kampı, Nil Nehri’nin sağ kıyısındadır. Birinci Dünya Savaşı sırasında, İngilizlerin aldıkları bütün esirler önce bu kampa getirildiler ve buradan Mısır’daki diğer kamplara dağıtıldılar.[623]

Kızılhaç heyetinin 3 Ocak 1917 tarihinde kampı ziyareti sırasında kampta 5.556 Osmanlı astsubayı ve askeri (yedek subay altı) bulunmaktaydı. Bunların arasından 1.200’ü Sina Yarımadası’ndaki El-Ariş’ten Ocak 1917’de getirilen esirlerdi. Kampta hiç subay yoktu. Üç imam, er gibi görev yaptıklarından subay sayılmadı.[624] Kızılhaç heyeti ziyaret sonrası tuttuğu raporda kampı düzenlemeler açısından mükemmel olarak kaydetmişti.[625]

Kamp, dört mahalle şeklinde 41 bölüm ve 4 karargâhtan oluşuyordu. Her bir karargâh dikenli tellerle ayrılmıştı. Türk temsilcileri, savaş boyunca yaptıkları yazışmalarda Türk esirlerin bulunduğu kampların etrafında dikenli telin yerine düz tel olması gerektiğinde ısrar etti. Fakat bu tür taleplere hiçbir zaman olumlu cevap verilmedi.[626] Esirler arasında Türklerden başka Araplar, Ermeniler, Rumlar, Filistin ve Mezopotamya Yahudileri ve biraz da Senusiler vardı. Esirlerin küçük bir grubu, savaşın başından beri esaret altındaydı. Büyük bir kısmı Çanakkale’den getirilmişti. Bu esirler arasında Abdülmuhsin adında sekiz yaşında bir erkek çocuk da vardı ve babasıyla birlikte kalıyordu.[627]

Maadi kampında Osmanlı esirleri için iki tip lojman bulunmaktaydı. Birinci tip, önceleri bir müzik okulu olarak yapılmış ve daha sonra fabrika olarak kullanılmış ilkel eski binalar; ikinci tip ise sonradan savaş esirleri için yapılmış yeni binalardı. Birinci tipteki olan eski binalar, 80 metre uzunluğunda, 15 metre genişliğinde, taş duvarlarla kaplı geniş salonlara sahipti. Yükseklikleri 10 metreydi. Bütün salon boyunca su boruları vardı. Bunlara bazı yeni binalar da eklenmişti ki bunlar depo ve idare binaları olarak kullanıldı. Kampın diğer bölümlerindeki yeni binalar, 30x12 metre boyutlarında ahşap çiftlik evleri olarak inşa edilmişti. Duvarların yan tarafları ve çatı kamış ve tahta ile kaplıydı. Yer sertleştirilmiş zemin olup kamp odaları temiz ve hava için dışarıya açıktı. Odaların havalandırma problemi yoktu.[628]

Bütün yerleşim birimleri, 2 metre uzunluğunda çamurdan yapılmış bir zemin üzerindeydi. Bu zeminden 25 cm yükseklikte, yine sert çamurdan yapılmış yatak şeklinde yükseltiler vardı. Yatak yerine kullanılan hasırlar, bu yükseltilere serilirdi. Her esirin üç battaniyesi vardı. Geceleyin hava çok soğursa ek battaniyeler de verilirdi. Ranzalar arasında esirlerin şahsi eşyalarını koyabilecekleri küçük masalar bulunmaktaydı.[629]

Esirler kampa gelir gelmez geniş bir avluya alınmış, burada ayakkabıları ve bütün giyim eşyaları çıkarttırılmıştı. Bir sağlık tedbiri olarak esirlerin tüm giysileri atıldı. Esirlere dezenfekte olduktan sonra yeni elbiseler verildi. Esirlere verilen kıyafetler iki iç çamaşırı, iki fanila, gömlek, bir kumaş kemer, çorap, pantolon, açık mavi kumaştan yapılmış düğmeli üniforma benzeri bir ceket ve kırmızı bir festen ibaretti. Ayrıca erler için deri pabuç, çavuş ve onbaşılar için iskarpin verildi. 12 derece sıcaklıkta bazı esirlerin kalın kumaştan pardösüsü vardı. Her esir, ceketinin yakasında kayıt numarasını gösteren küçük metal plâkaları taşımak zorundaydı. Astsubaylar, kollarına taktıkları beyaz bir kolluk ile ayırt edilebiliyordu. Onbaşılar bu bez üzerine mavi bir bant, çavuşlar ise kırmızı bir bant sarmaktaydı. Başçavuşların kolunda, kolluk olarak kırmızı bir bez vardı.[630]

Kamptaki içme suyu, Nil Nehri kıyısına kazılmış bir kuyudan, buharla çalışan iki pompayla sağlanıyordu. Nil Nehri’nin suyu doğal bir filtreden geçerek kampa hâkim bir depoya getiriliyor ve oradan basınçla dağıtılıyordu. Suyun bakteriyolojik özellikleri her hafta kontrol ediliyordu. Kullanma suyu neredeyse sınırsızdı. Soğuk ve sıcak duşlar her yere yerleştirilmişti. Esirler haftada bir duşlara gelmek mecburiyetindeydi. Ancak isteyenler günde dört kez de duş alabiliyordu. Duşlar yazın hiç boş kalmıyordu. Esirlere yeterince sabun veriliyordu. Esirler çamaşırlarını, muslukların altında oluşturulmuş tahta küvetlerde kendileri yıkıyordu. Kampta, basınçlı buharla çalışan iki sterilizasyon odası vardı. Battaniyeler haftada bir bu odalara gönderiliyordu. Kampta bit, pire gibi haşerat yoktu.[631]

Gündüz kullanılan tuvaletler barakaların yaklaşık 100 metre uzağındaydı. Hepsi Türk usulü yapılmıştı. Her on esire bir küçük tuvalet teknesi düşecek şekilde düzenlenmişti. Her bir tuvalet teknesi krezol çözelti içermekteydi. Kahire temizlik idaresi her gün buraları temizliyor ve atıklar gübreye dönüştürülüyordu. Barakaların hemen yanında bulunan tuvaletler sadece gece kullanımı içindi ve gündüz kaldırılıyordu.573 [632]

Kampta disiplin açısından bir şikâyet yoktu. Ceza çok ender olarak verildi. Kaçma teşebbüsünün cezası üç ay hapisti. Olayın tekrarı halinde bir esir ikinci defa hâkim karşısına çıkıyorsa 6 ay hapis cezası almaktaydı. Hapis cezası alan esirlerin istihkakı aynen devam ediyordu. Sadece tütün alamıyordu. Hapishane olarak kullanılan yerler betonarme odalardı ve üstten parmaklıklı iki pencere ile aydınlatılıyordu.[633]

Kamp komutanı her hafta bir genel teftiş yapmıştı. Bu teftiş sırasında her esirin sıranın önüne çıkarak şikâyetini veya isteğini söyleme hakkı vardı. Ayrıca esirler, kampı sık sık teftiş eden kampların genel komutanına ve İngiliz General Casson’a başvurma hakkına da sahipti. Maadi kampında daha fazla tütün ve kahve almak için para isteyen birkaç kişi ayrı tutulursa yoksul denebilecek kimse yoktu.[634]

Kızılhaç tarafından hazırlanan rapor hakkında Osmanlı Devleti’nin yetkili kurumları tarafından inceleme ve araştırmalar yapılmış; raporun taraflı olduğu ve raporda pekçok yanlışın olduğu kaatine varılmıştır. Osmanlı subaylarına tahsis edilen yerleşimler raporun aksine bir kişinin yaşayamayacağı kadar dar ve az sayıda küçük odadan oluşmaktaydı. Havalandırma olarak sadece tavanda bir çatı penceresi vardı. Bahsi geçen subayların odalarından çıkmaları yasaktı. Bu odalar saat 10.00’dan itibaren kilitli tutuluyordu. Dışarı çıkmak gerektiğinde Osmanlı subayları nöbetçi askere seslenmek zorundaydı ve bu izin de oradaki görevlinin keyfine bağlıydı. Kimi zaman esirlerin bir araba gezintisi yapmalarına izin vermesine rağmen bu arabada en küçük bir havalandırma ya da ışık boşluğu yoktu. Ayrıca araçta tüfekleri süngülü askerler subaylara eşlik ediyordu. Esirlere bu izin verilirken esirlerin sağlıklarının gözetildiğini düşünmek sadece iyimserlikti. Bu gezintilerin tek amacı vardı o da orada yaşayan nüfusa İngiliz kuvvetlerinin yeni esirler almaya devam ettiklerini sanmalarını sağlamaktı.[635]

Osmanlı Devleti’nin kendi esirlerine kötü muamelede bulunulduğunu iddia ettiği Maadi esir kampı, sadece Kızılhaç heyeti tarafından değil Mısır’da bulunan Amerikan Konsolosluk yetkilileri tarafından da ziyaret edilip kamp hakkında raporlar tutulmuştu. Amerikan diplomatik temsilcileri Maadi esir kampındaki Türk esirlerinin durumunu görmek üzere Kahire’deki komuta subayı Kaptan Louis tarafından Haziran 1915’de davet edilmişti. Amerikan diplomatik temsilcileri ziyaret sonrası kamptan iyi düşüncelerle ayrıldı. Bu konuda Başkumandanlık Vekâletine 5 Temmuz 1915’de Amerikan Elçiliğinden gelen yazıda, ziyaret sonrası kamp şartlarının detayları sunulmuştu. Esir subayların istirahati için yapılan düzenlemeler, Amerika diplomatik temsilcisi üzerinde iyi bir izlenim bırakmıştı. Esir subaylara İngiliz subaylarına verilen yemeklerden yedirildiği ve yiyeceklerin iyi kalitede olduğu, her birine yaylı yatak ve şilte verildiği, Kahire Amerikan elçisi tarafından yazılan raporda belirtmişti.[636] Aynı yılın sonunda bir başka raporda önceki raporda Türk esirlerin yaşadığı şartlar tekrar edilmiş ve mevcut koşullar altında esirler ile iyi ilgilenildiği ileri sürmüştü. Bu rapora göre de esirler iyi yataklara, iyi havalandırılan yatakhanelere ve uygun yiyeceklere sahipti ve kendilerine yapılan muameleden son derece memnundu.[637]

Amerikan Elçiliği tarafından kampa yapılan bir diğer ziyaret ve sonrasında hazırlanan rapor 1915’in son aylarıdır. Osmanlı Ordû-yı Hümayunundan Hariciye Nezaretine Başkumandan Vekili Enver Paşa imzalı 4 Kasım 1915 tarihinde giden yazıda, Mısır ve diğer yerlerdeki Osmanlı esirleri hakkında Amerikan siyasi memurları ve konsolosu tarafından hazırlanan bu rapordan bahsedilmekteydi. Raporda, Türk esirlere karşı gerçekleşen muamelelerin olması gerektiği gibi mükemmel olduğundan ve Arap esirlere ayrıcalıklı davranılmadığından söz edilmekteydi. Osmanlı Hükümetine göre bu rapor derin bir araştırma sonucu hazırlanmış olmayıp bazı Arap ve Rum askerlere ait ifadelerden ibaretti. İngilizlerin Arap esirlere karşı maksatlı olarak ılımlı davrandıkları, Irak’ta ele geçirdikleri esirlere karşı gösterilen muameleler ile sabitti. Amerikan yetkililerine göre Osmanlı Devleti kendi topraklarındaki İngiliz esirlere uyguladıkları baskılar son zamanlarda hafifletmişti. Amerika siyasi ve konsolosluk memurları tarafından yapılacak ziyaret Osmanlı Hükûmetince kabul edilebilir olsa da İngiliz topraklarındaki Osmanlı esirlerinin bilinen hâlleri tam olarak aydınlatılmadığından Osmanlı Devleti, topraklarındaki İngiliz esirlere misilleme uygulamaya devam edecek görünüyordu. Amerikan konsolosu gerçekleştirdiği ziyarette esirlerin gıdasına, haklarında edilen muameleye ve kendilerine gördürülen işle alakalı hususların en ince ayrıntısına varıncaya kadar her şeyi tetkik etmiş ve bir Türk tercüman vasıtasıyla esirlerden bazısı ile görüşmüştü. Teftişin gerçekleştiği sırada elçilik personellerinden birinin Türkiye’de İngiliz esirlerin bulunduğu Afyonkarahisar, Ankara, Çankırı ve Sivas’taki esir karargâhlarına gönderilmesi gündeme geldi. İngiltere Hükûmeti, Osmanlı Devleti topraklarında bulunan İngiliz ve Fransız esirlerinin ayda bir kere Amerikan elçilik memurlarından biri tarafından ziyaret edilmelerine müsaade edildiği takdirde kendi topraklarındaki Türk esirlerin de Amerikan memurları tarafından ziyaret edilmelerine müsaade edileceğini ifade etti. Bahsi geçen kamplardaki esirlerinin durumunun istenilen düzeyde olduğu Osmanlı Hükümetine inandırıcı gelmedi. Raporda, sayıları 10-12 futbol oynayan Türk askerlerin fotoğraflarından bahsedilmekte ve Türk esirleri hallerinden gayet memnun gösterilmekteydi. Enver Paşa, futbol oynarken çekilen fotoğraflarda görülen 10 ila 12 kişinin teşhisinin mümkün olmadığını belirtti. Gerçekte bu garnizonda bulunduğu kesin olan 48 subaydan konsolosun ziyareti sırasında 6’sı izinli olarak kasabaya gitmişti. Osmanlı Hükûmeti, geri kalan esirlerin tamamının fotoğraflarının çekilmesi gerekirken yalnız teşhis edilemeyen 12’sinin resimde görülmesine şüpheyle yaklaşmıştı. Mısır’daki esirlerine iyi muamele edildiğine dair kendisine verilen belgeleri yeterli görmedi. Osmanlı Devleti’nin topraklarındaki İngiliz esir kamplarının teftişini engellediği iddiası da yalanladı. Amerika Elçiliği Müsteşarı Philip Hoffman, iki defa Afyonkarahisar ve Ankara’ya gelerek İngiliz esirlerini ziyaret ettiği gibi daha sonra da ziyaretine müsaade edilmesi için de kendisine fotoğraflı ve onaylı belge verildi. Hoffman, bu iki ziyaretindeki gözlemlerini rapor ile bildirdi.[638]

Mısır’daki Amerikan diplomatik temsilcileri tarafından Maadi esir kampı hakkında 1915 yılında hazırlanan raporlarda, Osmanlı esirleri, Kahire’den birkaç mil uzak Nil kenarında Maadi adında muntazam ve ferah bir bahçede ikamet eden kişiler 579 olarak tasvir edilmişti. Kampın ziyaret edildiği gün itibariyle kampta 1.500 Türk ve Arap esir ikamet etmekteydi. Esirler kampta fevkalade rahat olup ikamet ettikleri taş ve tuğladan yapılmış daire gayet havadar ve elektrik ile aydınlatılıyordu. Her bir esire ayrı ayrı yatak tahsis edilmişti. Esir subaylar için ayrı daireler tahsis edilmiş ve kendilerine karyola, battaniye, çarşaflar, sandalye, kanepe, masa ve lazım olan diğer eşyalar verilmişti. Subayların yatak odası çok rahat olup her türlü istirahatleri tesis edilmekteydi. Kendilerine mahsus ayrıca hizmetçiler de görevlendirilmişti. Esir subay ve erler ile muhafazalarına memur olan görevliler arasında muhabbet ve samimiyet mevcuttu. Esirlerle görüşmek için her gün müracaat eden ziyaretçilerin kabulüne müsaade ediliyordu. Esirlerin gördüğü muameleden dolayı gerek esirlerin ve gerek ziyaretçilerin memnun oldukları anlaşılmaktadır.[639]

Osmanlı Hariciyesi, 19 Ocak 1916’da Londra Savunma Bakanlığına Mısır ve Limni’deki Türk savaş esirlerine yapılan kötü muamele ile alakalı bir nota vermiştir. Akdeniz Sefer Kuvvetler Karargâhından ve Mısır’daki komuta generalinden Türkler tarafından öne sürülen iddia üzerine bir rapor daha hazırlanması istendi. Raporun hazırlanması için kampa ziyaret gerçekleşdi ve İngilizce veya Fransızca konuşabilen esirlerle doğrudan diğerleri ile tercüman aracılığıyla görüşüldü. General Maxwell’in talimatıyla sorumlu İngiliz subaylar, temsilciye her türlü kolaylığı sağlamış, her şeyi göstermiş ve sormak istediği her soruya izin vermişti. Esirlerin barınma şartlarının çok kötü olduğu, iyi doyurulmadığı ve zorunlu ihtiyaçlarının giderilmediği Osmanlı Devleti tarafından iddia edilmişti. Akdeniz Seferi Kuvvetler Komuta Generali bu iddiaları reddetmiş ve dikkatli bir araştırma yapılırsa bu esirlerin iyi doyurulduğunu, barınma ihtiyaçlarının iyi şekilde karşılandığını ve her adama ihtiyacı olduğunda bol ve ayrıcalıklı giyecek verildiğini ileri sürdü. Bu esirlere sert davranıldığı iddiasının hiçbir dayanağı yoktu ve onların genel tavrı gördükleri muameleden memnun olduklarını göstermekti. Mısır’daki Türk esirlerle ilgili olarak 19 Ekim ve 15 Kasım tarihli önceki iki mektuba dikkat çekilerek, Akdeniz Sefer Kuvvetleri karargâhından ve Mısır’daki komuta generalinden gelen Mısır’daki Türk savaş esirlerine yapılan muamele üzerine ayrı bir rapor daha sunuldu. Raporda sıralanan yiyecek başlıkları, sağlık subayının fikrine göre tatmin edici bir beslenme diyeti olduğunu 580 göstermekteydi. İngiliz askerlerin yiyeceklerini Müslüman olan Türk askerlerine vermek uygun değildi. Mısır’daki Amerikan diplomatik temsilcisi tarafından yazılmış mektuplarda, subayların yemeklerinin ve kışlalarının her şekilde tatmin edici olduğunu söyleniyordu. Subayların bulunduğu odalar iyi havalandırılmaktaydı ve havanın sadece üstten geldiği doğru değildi. Tüm odaların açılıp kapanabilen pencereleri vardı. Otomobillerin temin edilmesi, seyahatlerin sürekli olması ve onlarla birlikte gidecek silahsız eskortların bulunması; otomobil gezilerinin tekrarlanmasını zor hale getirmişti. Bununla birlikte, Amerikan diplomatik temsilcisi piyano, masa tenisi, boks eldiveni, eskrim sopaları ve lobutları olan bir aktivite odası ile futbol oynanabilecek bir alanlarının subayların kullanımı için tahsis edildiğini belirtti. Subay adaylarının da günde iki kez futbol oynanan bir alanı, boks eldiveni, eskrim sopaları ve lobutları olan bir alanı vardı. Esirler kendi sebze bahçesine, geniş bir eğlence sahasına ve günde iki kez acılan, yiyecek, tütün vb. satın alabilecekleri bir kantine sahipti. Tüm esirlere sıcak tutacak giysiler, montlar ve üç battaniye sağlanmıştı. Aynı zamanda orada bir cami, bir berber dükkânı ve geniş bir hamam vardı. Süveyş Kanalı yakınlarında yakalanan esirlerin uzun süre yakıcı güneş altında yürütülmeleri, yetersiz bir dayanak olarak iddiadan öteye geçmemekteydi. Kısa yürüyüş, silah ve ekipman taşımak zorunda olan eskortlar için; hiçbir şey taşımayan esirler için olduğundan daha yorucuydu Esirlerin otomobiller ile sevk edilmesi, İngiltere Hükûmetince gülünç bulunmuştu. Türk askerlerinin tedavilerinin yapılmadığı söylentileri kabul edilemez bir gerçekti. Türk ve İngiliz yaralılarının aralarında fark olmaksızın aynı zamanda tedavi edildiler. Gerekli olduğu yerlerde, yaralı esirler deniz yoluyla ya da ambulans trenle gönderilmişti. Esirlere yönelik iddia edilen kötü muamele kapsamında dikkatli bir araştırma yapılmıştı. Araştırma sonucu bulguları şunu göstermiştir ki; esirlere büyük bir kararlılıkla en iyi muamele yapılmıştı. Esirler, tutuklu bulunmalarından başka hiçbir rahatsızlık verici duruma maruz bırakılmadılar. Esirlerin ağaca zincirlendiğini gösteren hiçbir delil yoktu. Bazen esirler tüm gece diğer esirler ile bir arada tutulmaktaydı. Bu, yalnızca * yakalanma noktasından uzaklaşmalarından ve tamamen askeri gerekliliklerinden kaynaklanmaktaydı.[640]

Maadi esir kampında esirlerin kaldığı kışlaları, genel muameleleri ve yaptıkları işleri kapsayan raporda esirlere zorla herhangi bir iş yaptırılmadığı anlatılmaktadır. Günde iki saat sağlığı yerinde olanlar, kışlalarının yakınındaki yolları düzeltmekteydiler. Teftişi yapan diplomatik temsilci, Türk esirler tarafından yapılan bu işi çok fazla veya sert görmemiş ve yapılan işin esirleri iyi bir kondisyonda tuttuğunu ve biraz işçilik yapmalarının onları incitmeyeceğini rapor etmişti.[641]

Teftiş ile görevli temsilci İstanbul’daki askeri okul öğrencileri ile konuşmuş ve onlara nasıl muamele edildiğini sormuştu. Verilen işlere itirazları olmadıklarını öğrenmişti. Konforlu görünen bambu yataklarında yatan tüm askeri öğrenciler kendilerine günde birden fazla kez kullanabilecekleri özel banyoların verildiğini ve yiyeceklerin İngiliz askerlerine sağlananlarla aynı olduğunu anlatmıştı. Bu askeri öğrenciler, şehir merkezinde tutulan Türk subaylarla birlikte olmaları gerektiğini düşünüyordu.[642]

Raporda Maadi esir kampında bulunan esirlerin ırklarından da bahsedilmiştir. Kampta Türk, Ermeni, Suud (zenci) ve Mısırlı (doğum yeri) yirmiden fazla askeri öğrenci vardı. Bunların yüzeysel bir gözlemle fiziksel kondisyonları iyi görünüyordu.[643]

Diplomatik temsilci, kampta bulunan 17 koğuşun Türk çavuşlarıyla konuşmuş, Türk askerlerinin aldığı yiyecek, iş, banyo, giysi ve benzeri her şeyin söylendiği şekilde olduğunu doğrulatmıştı.[644]

Kahire’de bulması çok zor ya da imkânsız olmayan belirli Türkçe kitaplara ve gazetelere izin verilmişti. Bir askeri öğrenci diplomatik temsilciye okuması için yerel Arapça gazete vermiş fakat temsilci okumayı reddetmişti. Kampta bu tür huzur ve disiplini bozucu tüm yayınların bulundurulması ve okunması sakıncalı görülmüş ve yasaklanmıştı. Diplomatik temsilci bu yasağı makul karşılamıştı.[645]

Kamplarda gerçek anlamıyla esirler tarafından yapılan ciddi bir şikâyet yoktu. Bunun kanıtı olarak da birkaç ay boyunca İstanbul’a Mısır’daki Türk esirleri tarafından haftada 2.000’den fazla yazılmış mektup gösterilmişti. Diplomatik temsilciler tarafından okunan mektupların hiçbirinde şikâyet bulunamamıştı. Teftişi yapan diplomatik temsilci de çok iyi bilmektedir ki Türk esirleri tarafından yazılan tüm mektuplar çok sıkı sansüre tabiydi ve şikayet içeren mektuplar sansür heyetince yok ediliyordu.[646]

İngiltere, esirlerin tutulduğu tüm kampların, karşılıklı olmak şartıyla tarafsız bir devlet veya kuruluş tarafından ziyaretine izin vermeye istekli olduğunu belirtmişti. Bu amaçla da tercihen Birleşik Devletler vatandaşı, reddi durumunda diğer uluslardan bir sağlık subayının seçilmesini istedi. İngiltere Hükûmeti, sözlerininin arkasında olduğunu ve Babıâli’nin bahaneler üretilerek üstüne düşeni yapmaması durumunda Eyüb Sabri, Zennun ve seçilen diğer esirlerden bazıları için misillemeye başvuracaklarını söyleyerek Babıâli’yi tehdit etti.[647]

2.2.7                        Kahire Tura Kampı

Mısır’da Türk esirlerin yaşadığı bir kamp da Tura’dır. Süveyş Kanalı boyunca gerçekleşen çarpışmalarda, İngilizler 1915’in başında 1.000 civarı Türk esiri almış ve daha önce Mısır Hükûmetinin küçük silah fabrikası olarak kullandığı Tura esir karargâhına yerleştirmişti. İngiliz basını 17 Nisan 1915’de Süveyş’te alınan 1.000 civarında Türk esirin bu kampta olduğunu yazmıştı. Esirler arasında ayrı bir bölümde kalan 12 subay bulunuyordu. Subaylar geniş odalarda kalmaktaydı. Subayların odalarında kilim, yatak, yatak takımları, günlük eşyaları ve elbiseleri için rafları ve dolapları mevcuttu. Odaların rahatlığı ve banyoların büyüklüğü İngiliz subaylar ile eşit düzeydeydi. Arapça kâğıt ve kitaplar isteyenlere temin edildi. Subaylar rütbelerine göre para ile elbise siparişi yapabiliyordu. Esirler kendi ülkelerinden bütçeleri gelinceye kadar kamptan avans çekebilmişti. Subayların kaldığı bölümler büyük bir hol ve küçük odalardan oluşmaktaydı. Her bir bölüğün bir çavuşu bulunuyordu.[648] Diğer esirlerin odaları geniş bir yatakhane holü ve daha küçük birkaç odadan oluşmaktaydı. Esirler büyük gruplar halinde ve her biri bir çavuşun denetimi altındaydı.[649]

Bu kamp, Kızılhaç heyetinin ziyaret ettiği kamplardan birisi değildir. Genelkurmay ATASE Arşivi’nde kampa dair bilgilere rastlanmaktadır. Birinci Dünya Savaşı sırasında Yemen Cephesi’nde esir düşen doktor, eczacı ve sıhhiye görevlilerinin esir düştükten sonra bu kampa getirildiklerini arşiv belgelerinden bilmekteyiz.[650]

Tura esir kampında kalan Türk esirler hakkında haberlere İngiliz basınında da rastlanmaktadır. Dönemin gazeteleri tarandığında kampta kalan esir sayıları hakkında önemli bilgiler elde edilebilmektedir. The Times sayıları 600’den fazla olan Türk savaş esirlerinin Kasr El-Nil Kışlasından Tura esir kampına Şubat 1915’de nakledildiğinden bahsetmektedir. Esirlerin görünümleri ciddi şekilde farklılık göstermekteydi. Gazete haberine göre Türklerin çoğu iyi insandı, iyi üniformaya ve ayakkabılara sahipti. Esirlerin hepsi esarette geçirdikleri süreden memnun kalmışlar ve gördükleri iyi muameleden dolayı şaşırmışlardı.[651]

Mısır’da İngilizler tarafından ele geçirilen yaklaşık 700 civarında esirin 2 Şubat 1915’de Tura’da bulunan çöl esir kampına nakledildikleri El Paso Herald gazetesine haber olmuştu. Sayı diğer gazetelerde 600 olarak da verilmişti. Gazeteye göre esirlerin çoğu Suriyeli Türklerdi. Esirlerin bazıları Alman modeli üniforma giymekteydi. Bir kısmı ise haki giyerken diğerlerinin elbiseleri çok kötü durumdaydı.[652] Suriyeli Türkler dışında ilk olarak Türkler tarafından yakalanan, kendi kuvvetlerine katılan ve daha sonra ilk fırsatta İngilizlere teslim edilen birkaç Bedevi ve iki Hintli esir de vardı.[653]

Tura esir kampında esaret günlerini geçirmiş en önemli asker Medine müdafi Fahrettin Paşa’dır. 10 Ocak 1919 günü teslim olan Fahrettin Paşa ve beraberindekiler, 11 Şubat günü 80 subay ve yaklaşık 1.000 asker ile Medine Biriderviş’ten ayrılmış ve 28 Şubat günü Yenbu’a, 1 Mart günü Mısır’a ulaşmışlardı. Esirler buradan yük vagonları ile 20 dakika yolculuk sonrası neresi olduklarını bilmedikleri bir yerde 15 gün bekletildiler. Önce İsmailiye’den Kahire’ye, buradan iki kamyon ile Tura esir kampına nakledildiler. Buradan da Kasr El-Nil esir kampına sevk edildiler.[654]

Tura esir kampında kalan önemli bir diğer şahsiyet de Binbaşı Mehmed Arif (Seyhun)’du. Binbaşı Mehmed Arif Yemen Cephesi’nde Mütareke hükümleri gereğince Mütareke’den beş ay sonra 5 Mart 1919’da Yemen’de İngilizlere teslim olmuştu. Esaret sonrası Hudeyde’de Yemen Kolordusu ve 40. Tümenden çoğu binbaşı ve yarbay 50 kadar subay, 50 kadar sivil memur ve 500 erden oluşan esir kafilesinin başına geçirilmişti. 66 gün Süveyş Karantina kamplarında kaldıktan sonra Tura kampına sevk edildiler. Bu kampta Albay Ragıp Bey’in emriyle subay koğuşunun sorumlusu yapıldı. Kampta eğitim faaliyetleri kapsamında coğrafya dersleri verdi. 22 Kasım 1919’da Kuveysna Kampına nakledildi ve oradan yurda döndü[655]

Tura kampında esaret günlerini geçirmiş bir başka esir de Hidayet Özkök’tü. Hidayet Özkök, cephede esir alınan askerlerin kampa girdikten hemen sonra hastalıklara karşı temizlendiğini ve barakalara düzenli bir şekilde yerleştirildiğini anılarında kaydetmişti.[656]

Hicaz Cephesi’nde Hicaz Kuvve-i Seferiyesi 58. Fırka Mıntıkası istasyonunda görev yaparken Mondros Ateşkes Antlaşması’nın ilgili maddeleri gereğince İngilizler tarafından 9 Mart 1919 tarihinde Mekke yakınlarındaki Yenbü’l Bahr İskelesinde esir alınan Mülâzımısâni Mahmud Efendi (Pınar)[657], bu kampta kalmış bir diğer subaydı. Esarette kaldığı süre içinde ailesini Mısır’a getirmek için çaba gösterdi. Esirliği sırasında maddi açıdan da büyük sıkıntılar çekmiş, ilgili makamlara gerekli başvuruda bulunarak bu süre zarfında biriken parasını istemişti.[658]

2.2.8                        İsmailiye Bilbeis Kampı

Kahire’nin 65 km kuzeydoğusunda Nil deltası üzerinde kurulmuş bulunan Bilbeis kampı, 1916 yılı Ağustos ayında açılmıştı.16 Ocak 1917 tarihinde Kızılhaç heyeti tarafından ziyareti sırasında kamp 540 esiri barındırmaktaydı. Birinci bölümdekilerin 135’i doğudan Sina Yarımadası’ndan gelen Bedeviler ve El-Ariş’ten gelen sivillerdi. 9’u Osmanlı ordusundaki Arap askerler, 5’i Suriyeli Türk asker ve 30’u Mısırlıydı.[659] Rapora göre kampın düzenlemeleri mükemmel ve esirler oldukça memnundu. Heyetin sonuç genelgesinde övgüden başka bir şey olmayan gözlemler mevcuttu.[660] İkinci bölüme 175 Libyalı asker ve Sünusi ile 185 batıdan gelen Bedevi ve değişik milliyetlerden siviller yerleştirilmişti. Bunlar arasında anne babasının yanında olan birkaç genç erkek çocuk da vardı. Bu kampın en karakteristik özelliği çok uluslu olmasıydı. Kızılhaç heyeti, Türk esir sayısının az olmasına rağmen diğer kamplardaki esirlere davranışla kıyaslamak için bu kampı da ziyaret etmişlerdi.[661]

Kamp komutanı Albay Collins’ti. Kampın etrafı dikenli telle çevrilmişti. Esirler sekiz kişilik çadırlarda barınmaktaydı. Daha sonraları, her biri 250 kişiyi alabilecek havalandırmalı iki büyük baraka daha yapıldı. Kumlu toprak hiçbir rutubet izi göstermiyordu. Çadırlar arasında suyun bol olmasının da imkânıyla meyve ve sebze yetiştirilebilmekteydi. Kamp gazlı sokak lambaları ile aydınlatılıyordu. Kampta esirler gece hasır üzerinde yatmakta ve her esire 3 battaniye verilmekteydi. Esirler kamp boş alanlarda gezebilecekleri geniş alanları mevcuttu. Gezi alanları eksersiz amaçlı kullanılabiliyordu.[662]

Banyoda, lavaboda ve duşlarda bol miktarda su vardı. Temizlik amacıyla sular borular vasıtasıyla duşa, banyoya ve lavabolara veriliyordu. Esirler eşyalarını özel olarak hazırlanmış lavabolarda yıkıyordu. Ayrıca haftada bir kez, esirlerin bütün eşyası dezenfekte ediliyordu. Kampta tuvaletler Türk usulüydü. Her gün boşaltılan ve kresol ve kireçle dezenfekte edilen tuvaletlerde koku yoktu.[663]

İngilizler için kampta düzen son derece önemliydi. Buna rağmen kampta disiplini bozacak bir olay olmadı. Kaçma girişimi çok nadir görüldü. Farklı milliyetlerden gelmiş olmalarına karşın hemen hemen hiç kavga çıkmadı. Kamp yönetimi çok az müdahale etme zorunluluğu hissetti. Kızılhaç heyeti kampta kalan bir şeyh ile görüşmüş ve şeyh kamp hayatından ve kendilerine davranışlardan memnun olduğunu söylemişti.[664]

Bu kampta günlerini geçiren esirlerden birisi Hidayet Öztürk’tü. Hidayet Özkök ve arkadaşları, Süveyş geçici esir kamplarında 6 gün kaldıktan sonra Salihiye esir karargâhına nakledilmiş, orada dört ay sürecek bir sıkıntılı dönem yaşamış ve İsmailiye şehri içindeki Bilbeis kasabasına getirilmişti. Bu kasaba civarında 14 adet tel örgülü esir kampı bulunuyordu. Sadece bu kampta 2.500 adet esir bulunmaktaydı. Her esire bir numara verildi. Verilen bu numara esirin boynuna tenekeye yazılı bir levha olarak asıldı.[665]

Esirler kampa girdikten hemen sonra hastalıklara karşı temizlenip barakalara yerleştirildi. Tel örgülerin hemen dışında asitli su havuzuna esirler tamamen çıplak olarak sıra ile batırılıp çıkarıldı. Elbiseleri ise ütü vagonuna dolduruldu. Esirler bir kumluk üzerinde çıplak olarak birbirlerine sarılarak elbiselerinin ütü müddeti doluncaya kadar tam bir saat titreyerek bekletildiler. Elbiselerinin alınan esirler tel örgüye döndüler. Esirlerin başlarında bulunan Ermeni tercüman, İngilizlerin Türk esirlere hakaret etmesi için kasıtlı olarak yanlış çeviri yapdı. Esirlerin bu durumdan sonradan haberi oldu. Bu durum anlaşıldığında Ermeni tercümanın yerine bir Rum tercüman verildi.[666]

Hindistan Bellary esir kampından İstanbul’a döneceklerini sanarak getirilen esirler, 9 Ağustos 1920 günü Bilbeis esir kampına yerleştirildi. Esirlere burada son derece sert davranıldı. Görevliler esirlerin ellerindeki bavul, sandık, torba ne varsa şiddet ve kötü söz kullanarak ellerinden almışlar, sağa sola atmışlardı. Bütün esirler küçük bir tel örgü içine dolduruldu. Ayrıca ellerinden tüm paralar makbuz

karşılığında alındı. Teslim edilmediği takdirde, sonradan bulunan paraların geri verilmeyeceği söylendi. Tüm esirler, bir kat çamaşırdan başka ellerindeki eşyaları bıraktırılarak detaylı bir aramadan geçirildi. Her on esire huni şeklinde bir çadır verildi ve tümü ikinci bir tele sokuldu. Ayrcıa esirlere birer battaniye, kaşık ve tabak verildi.608 [667]

Bilbeis kampı, 12 bolümden meydana gelen bir esir kampıdı. Birinci tele Hindistan Bellary esir kampından ikinci kafile ile gönderilen esirler yerleştirildi. Hüseyin Fehmi Güneş’in getirildiği kafile 2. tele konmuştu. Bu tel örgü içinde kumdan yapılmış aslan, kaplan, fil, kedi, porsuk gibi hayvanların vapur, sandal gibi deniz araçlarının, dağlar, nehirler, göller, bağ ve bahçelikler, boğazlar, trenler, istasyonlar, şoseler gibi nesnelerin boyalı maketleri bulunmaktaydı.[668]

Biga-Aksaz köyünden Mehmed Şanlı, komutanların kaldığı kampın Belbis olduğunu söylemektedir. Mehmed Şanlı’nın ifadesine göre Ali İhsan Paşa, Nureddin Paşa ve Kazım Paşa bu kampta kalmıştı.[669]

Şam’da İngilizlerin eline esir düşüp Bilbeis kampına yerleştirilen Ali Demirel’in ifadesine göre 12 tel örgünün her birinde 3.000 esir kalmaktaydı. Ali Demirel, 4. tel örgüde 2 yıl kalmıştı. Tüm Türk esirler ayakta beklerken bastonlu topal bir İngiliz komutan Çanakkale’de 27. Alaydan kim var diye sormuş, Ali Demirel de kendisinin orada bulunduğunu söylemesi üzerine komutan kendisine saygı göstermiş ve Ali Demirel’in rahat bir esirlik geçirmesini sağlamıştı. Öyle ki ayrı bir çadır kurdurmuş ve istediği 2 arkadaşını yanına almasına izin vermişti. Arıburnu’nda bulunan İngiliz komutan, Türklerin tüm İngilizleri bir kişi kalmayıncaya kadar öldüreceklerini düşünmüş, bu gerçekleşmeyince, Türklere karşı fikri değişmişti. Ali Demirel her ay 200 İngiliz parası maaş almaktaydı. Her hafta 8 paket filli sigara verilmiş ve satmasına da müsaade edilmişti. Ali Demirel de İngiliz komutana Alman kaputlarından kadife saplı bir çeyiz sandığına benzer bir sandık yapmıştı. Komutan üzerine ‘esirler tarafından yapıldı’ yazdırmış ve bu sandığı İngiltere’ye götürmüştü. Ayrıca İngiliz potinlerini söküp iki çift yarım potin yapmıştı. Bu işlerinin karşılığı iki Osmanlı altını ücret de almıştı. İngilizlerin bir kere verdikleri koyun eti hariç genelde at eti yediler. Tel örgülerde 1.000 kişi kalıncaya kadar Ali Demirel gönderilmemişti.[670]

Bu kampta kalmış esirlerden birisine dair bir başka belge Osmanlı Arşivinde bulunmaktadır. Hariciye Vekâletinden Haziran 1925’de İngiltere’ye gönderilen tezkere, Birinci Dünya Savaşı’nda İngilizlere esir düşerek Bilbeis esir karargâhının 6. teline konulduğu anlaşılan ve memleketine celbi istenen Meğisa’nın Dileşkar mahallesi ahalisinden Belenli Mehmed oğlu Onbaşı Mehmed hakkındaydı.[671]

2.2.9                        Tel El-Kebir Esir Kampı

Tel El-Kebir esir kampı, Mısır kampları içerisinde belki de esirlerin en fazla mağdur edildiği yerdi. Burası adeta gözleri görmeyen esirlerin bulunduğu bir hapishaneye dönüştü. Üstelik esirlerin kampa geldiğinde gözleri ile hiçbir sorunları da yoktu. Kısa süre içerisinde pek çok esir bu kampta gözlerini kaybetti. Göz hastalığının bu kampta çok fazla görülmesi, yiyecek ve içeceğin yetersiz ve kötü kalitede olmasından kaynaklanmaktaydı. Bu kampta esaret günlerini geçiren ve maluliyetleri sebebiyle geri gönderilen yüzlerce asker evlerine gözleri kör edilmiş şekilde döndüler.[672] Bu esirlerden alınan ifadelere göre İngilizler hastaneye götürülecekleri vakit daha sonra verilmek üzere esirlerin paralarına el koymuş, kendilerine bir senet vermişti. Pek çoğu esaret sonrası bu paralarının peşine düşdü fakat başarılı olamadılar.[673]

Tel El-Kebir esir kampına dair pek çok belge bugün Genelkurmay ATASE Arşivinde de bulunmaktadır. Mısır’dan esaretten iki gözünü kaybederek dönen Boyabad kazasının İspirli köyünden 1898 doğumlu Ali oğlu Fehmi bu esirlerden sadece birisidir. 26 Temmuz 1919 tarihli ifadesinde, esirlere nasıl davranıldığı ve gayrimüslim esirlerin durumu hakkında bilgiler mevcuttu. Nablus civarında Alman sahra bataryasında görev yapan Ali oğlu Fehmi’nin esir olmazdan evvel gözlerinden hiçbir sorun yoktu. Aradan geçen birkaç ay içinde gözleri kör oldu. Yalnız kendisinin bildiği büyük on iki çadır dolusu sadece gözleri âmâ asker vardı. Bu çadırların her biri yüz nefer alabilmekteydi. Esirin bulunduğu yerde bir Ermeni nefer de vardı. Tercümanların hepsi neredeyse Ermeni’ydi. İlk esir düştüklerinde Kantara’ya sevk edildikleri zaman askerlerin içinde mevcut olan Hristiyan, Musevi ve Arap askerler ayırmış, hepsi başka tarafa gönderilmişti. Kamptaki Ermeni âmâ askere hemşerisi olan tercümanlardan biri ilgiyi eksik etmiyordu.615 [674]

Mısır’da esarette her iki gözünü de kaybeden bir diğer asker İskilip kazasının Karaviran köyünden Kel Pehlivan oğullarından 1893 doğumlu evli ve 2 kız çocuğu sahibi Mustafa oğlu Ali Çavuş’tu. 26 Temmuz 1919 tarihli ifadesinde gayrimüslim askerlerden, kamp tercümanlarından ve kamp yaşantısından bahsetmektedir. 1918 Kurban Bayramın dördüncü günü Salt Cephesi’nde düşman taarruzu sırasında İngilizlere esir düştüğünde, Kafkas süvari 2. Livâ, 11. Alay, 2. Bölükte bulunuyordu. Önce Kantara’ya gönderilen esirler, sonrasında bu kampa sevk edilmişti. Esir olmadan önce gözünden hiçbir rahatsızlığı yoktu. Kampa gelişinden kısa süre sonra gözleri tedavi gerekçesiyle kör edildi. Yalnız bir çadırın içinde yetmiş dört âmâ bulunmaktaydı. Diğer çadırların da hepsi doluydu. Kamplardan birinde gözleri görmeyen Ohannes isimli bir Ermeni nefer de vardı. Koğuşlarda Türk esirlerden sıhhiye neferleri hasta ve gözleri görmeyen Türk esirlerine hizmet ettiler. Bütün âmâ koğuşlarında İngilizlerin anlaşmak için kullandıkları tercümanlar Ermeni’ydi. Kampın etrafı teller ile çevrili olup esirlerin ahali ile görüşmesi yasaktı. Esirlerin dışarı çıkmasına müsaade edilmemişti.[675]

Kirmasti’nin Dere mahallesinden Kasap Halil oğlu İbrahim ve Hüseyin oğlu Cevad da yemek içmek hususunda esirlerin çok çektiklerini, esirlere verilen yemeklerin yetersiz ve çok kalitesiz olduğunu ifadelerine eklediler. Beypazarlı Ömer oğlu Abdullah Kantara’dan sonra getirildiği Tel El-Kebir’de aç kaldıklarını, esirlere neredeyse yemek verilmediğini söylemişti.[676]

Gönen Asker Alma Şubesinde esaret sonrası ifade veren Sadi oğlu Salih, 3 Ağustos 1919’da Tel El-Kebir esir karargâhında yaşadıklarını anlatmıştı. 7. Fırka Sıhhiye Bölüğünde müstahdem iken Filistin Cephesi’nde Tulkarm mevkiinde 19 Eylül 1918’de İngiltere Hükûmetine esir düşen Sadi oğlu Salih, aynı fırkanın 19.

Alay, 2. Taburundan Gönen’in Malkoç mahallesinden müstahdem Emin oğlu Asaf ile beraber esir düşmüştü. Esirlerin ahali ile karışmaları yasaklanarak kampın etrafında tel kafes örgüleri konulmuştu. Esaret günlerinin bu kampta çok kötü geçtiğinden yakınan esirler, İngilizlerin kendilerine ölmeyecek kadar yiyecek ve içecek verildiğini ifade ettiler.618 [677]

4. Ordu-yı Hümayunun 2. Kolordu emrinde 24. Telsiz Telgraf Müfrezesinde görevli Karacabey’in Tavşanlı mahallesinden Hüseyin Efendi’nin oğlu Cevad, 23 Mart 1919 tarihli ifadesinde, Suriye’nin Umman kazasında müfrezeleri ile birlikte esir düştüğüni, Kudüs, Kantara yolu ile Tel El-Kebir’e sevk edildiğini söylemişti. Tel El-Kebir’de tel örgüler içinde tutulan esirler hiç kimse ile görüştürülmedi. İngilizler, kampla esirlerin üzerinde bulunan paraları talep ettiler. Verenlere mukabilinde makbuz verilmiş, vermeyenlerin üzerlerini aranarak makbuzsuz bir şekilde paralarına zorla el konulmuştu. Geri dönüşlerinde bu paraları iade edilmedi. Bu paraların yüklü miktarda para olduğu esirler tarafından dile getirilmişti.[678]

Tel El-Kebir kampında tam üç yılını geçiren Çanakkale Çınarlı Mehmed Kurtul da kampa dair anlattıklarında, yemeklerin kalitesizliğinden ve miktarının yetersiz olduğundan bahsetmişti. Esirlerin kamplarda sık sık hastalanması, gözlerinin kör olması ve hatta hayatlarını kaybetmeleri esirlere verilen iaşenin yetersiz ve çok kötü kalitede olmasından kaynaklanmaktaydı.[679]

Kampta yaşadıkları hakkında günümüze bilgileri ulaştıran bir diğer esir de Ezine-Gökçebayır köyünden Ahmed Ercan’dı. Ahmed Ercan, Filistin Cephesi’nde esir düşmüş ve Tel El-Kebir kampına götürülmüştü. Burada 5 ayrı kamp vardı. Esirler kırk beşer kişilik takımlara ayrılmış, her takımın başına da bir kişi çavuş yapmıştı. Bu çavuşlar kendilerinin rastgele seçtiği kişiler olmuş, askerde iken çavuş ya da onbaşı olduğuna bakılmamıştı. Sabah temizliğinden sonra toplanma yerinde toplanılmakta, sayım yapılmakta ve arkasından 45 kişilik takımlara ayrılmaktaydılar. Tuvalet olarak kullanılan yerde zehirli boya ile boyanmış kovalar vardı ve içindeki pislikler samanla tutuşturularak yakılıyordu. 15 ay kaldığı kampta her sabah çadırda tırnak kontrolü yapılmıştı. Çadırın içinde yerde bir kâğıt parçası görülse esirlere güneşte bekleme cezası veriliyordu. Ahmed Ercan “İyi baktı gâvur.” diye tanımladığı İngilizlerin, başka bir iş yaptırmadığı, sadece ara sıra 5-10 kişilik bir grup alarak hastane işine götürüldüklerini söylemişti. Her gün yaklaşık hastaneden on civarında cenaze çıkıyordu. Ölüler ayakları açıkta kalacak şekilde battaniye ile kefenleniyordu.[680]

Bu kampa 5 Ekim 1918’de getirilen ve kampa dair en detaylı bilgileri veren İbrahim Arıkan, kampta 11 ayrı tel örgünün olduğundan bahsetmektedir. Arıkan, İsmailiye’ye yakın Nil kenarında kanal boyunca bir yerde 35.000 kişilik bir kampa yerleştirilmişti. Kampın yönetimi, esirlerden oluşmak üzere alay çavuşu, tabur çavuşu, bölük çavuşu, bölük emini, polis, aşçı, sıhhiye, berber, temizlikçi gibi görevlilerin oluşturduğu bir idareden ibaretti. Ayrıca Heliopolis kampında aranmadan direk buraya gelen esirlerin üzerlerinde paraları mevcuttu. İbrahim Arıkan’ın bulunduğu kampın idari teşkilatına bakıldığında alay komutanı İzmirli Başçavuş Celal, 1. Tabur Komutanı Kırklareli’nin Osmancık köyünden Hamdi, 2. Tabur Komutanı İzmirli Mehmed Ali, 3. Tabur Komutanı Edirneli Bahriyeli Celal’di. İngilizler kampta günde iki defa yoklama yapmış ve esirlerin günlük iaşe ihtiyacı karşılamıştı. Bunun haricinde kampın iç işlerine karışmadı. Tel içinde esir sayısı 7.500, polis sayısı ise 100’dü.[681]

Kampta kalan esirler saat 07.00’de uyanmak ve tüm eşyalarını havalandırmak için çadırın önüne koymak zorundaydı. Her sabah 08.00’de içtima yapılıyordu. İki saat burada kalan eşyaların sonradan içeri alınması gerekiyordu.[682]

Kampta sadece Türk uyruğundan esirler bulunmamaktaydı. Birinci telin yanında Alman ve Avusturyalıların kaldırdıkları kamp bulunuyordu. Ayrıca Osmanlı Devleti’nin müttefiki olan Almanya’nın, Fransa ve Rus cephelerinde eline geçen Müslüman esirlerin bir kısmı, hem esaretten kurtulmak hem de Müslüman Türk kardeşlerine yardım etmek için Türkiye’de gönüllü askerlik yapmak için başvurmuş ve Osmanlı Hükûmetiyle varılan mutabakat sonucunda Türkiye’ye getirilmişti. Türk ordusunda görev yaparken Filistin’de Türkler ile beraber İngilizlere esir düştüler.

Fas, Tunus, Cezayir, Trablusgarp, Bingazi, İşkodra, Kırım gibi ülke vatandaşları olan bu esirler dili, geleneği ve adetleri Türk esirlerinden çok başkaydı ve Türk esirler ile iletişim kurmakta zorlanıyordu. Türkler hakkında Türkiye’ye gelmeden önceki intibaları müspet iken Türkiye’ye geldikten sonra fikirleri değişmiş ve Türklere karşı menfi fikir beslemeye başlamışlardı. Bu esirler, durumlarını İngiliz yetkililerine bir dilekçe ile bildirildiler ve kısa sürede kamptan ayrıldılar.[683]

Esirlerin temizliğine özen gösterilmiş ve elbiseleri on beş günde bir ütüye verilmişti. Ütülerin buharı lokomotiften elde edilmekte ve vagonlara konularak ütü yapılmaktaydı. İstasyon yakınlarında ise 20-25 kişiyi alabilecek içi asfinikli su ile dolu bir havuz vardı ve askerler burada 10-15 günde bir yıkanıyorlardı. Kamp içinde esirlerin tıraş olmaları için berber barakaları kurulmuş ve 20-30 berber görev yapmıştı. Esirlerin sakal bırakmasına, düğmesi kopuk ve elbisesi sökük gezmesine müsaade edilmedi.[684]

Kamp komutanı mutadın dışında bir defasında tüm esirleri toplamış ve Çanakkale’de savaşan esirlerin 10 adım öne çıkmasını istemişti. 7.500 esiri büyük bir korku almış, komutanın orada savaşmış olabileceği ihtimali ile kendilerinden intikam alınacağını ve kötü muamelede bulunacağını düşünmüşlerdi. Komutanın ısrarı üzerine çekingen bir şekilde 7.500 kişiden sadece 100 kişi öne çıkmıştı. Pek çoğu korkudan Çanakkale’de olduğunu gizlemişti. Komutan herhangi bir kötülük yapmayacağını, kendisinden de orada görev yaptığını, hatta bir kolunu orada kaybettiğini, sadece kiminle savaştığını merak ettiğini, savaşta esir olmanın da esir almanın da normal olduğunu ve bu askerleri görmek istediğini söylemişti. Hediye olarak da bu 100 esire beşer paket sigara vermişti.[685]

Metin Kutusu: 625
626
627
Yedek Subay Mehmed’in kampa dair anlattıklarına bakılırsa esirlerin tüm paraları heyet tarafından alındıktan sonra Ermeni tercümanın başında bulunduğu başka bir masada künyeleri yazılmış ve boyunlarına numaralarının yazılı olduğu levha takılmıştı. Hemen ardından tüm esirler teker teker asfinikli sudan geçirilerek elbiseleri giydirilmişti. Ardından beşinci tele getirilen askerlerin önde uzun boyluları arkada kısa boyluları yürütülmüş, arkada kalan ve kumda zor yürüyen esirlere katara atı üzerindeki İngiliz subayları tarafından sürekli fil kırbaçları ile vurulmuştu. Ermeni tercümanlar ise fırsatı değerlenmişler, esirlere çarparak ortaya çıkan manzaraya gülüp eğlenmişlerdi.[686]

Bir süre sonra Hicaz’da bulunan yaklaşık 1.000 esir bu kampa getirilmiş ve beşinci tele yerleştirilmişti. Kampta ise bu sırada 8 tel olup toplamda 16.000 esir bulunuyordu. Bu karargâhta bulunan esirler, Yemen ve Hicaz’da esir edip getirilen askerlerdi. Beşinci kampta, Yemen ve Hicaz’da esir edilmiş takım subayları, takım başı ve kıdemli küçük subaylardan yedi kişi bulunmaktaydı. Komutan, esirlerin rütbe durumlarının Tura esir karargâhından sorulacağını, eğer tasdik edilirse subay olarak oradaki esir kampına gönderileceklerini söylemişti. Fakat yazılan dilekçeler, Mısırlılar tarafından çıkarılan isyan ile gecikti. Mısır’da posta ve haberleşme uçak ile sağlanmaktaydı. Subay olduklarına dair belgenin gecikmesiyle bir ay kadar bu kampta kalacakları kendilerine bildirildi. Bu sürede ise kendi kamplarında değişik görevlerde çalıştırıldılar. Görevler, İngilizler tarafından verilmiş fakat kimin hangi görevi yapacağı Türk esirlere bırakılmıştı. Bu seçime göre Mehmed Efendi kamp komutanlığına, Yemen esirlerinden Nizipli Ali Efendi depo memurluğuna ve yine Yemen esirlerinden Mehmed Efendi iaşe memurluğuna verildiler. Ayrıca Fatihli Cafer Efendi, Çemişkezekli Nazmi Efendi, Manavgatlı Bahaddin Efendi, Yedek subay Mehmed Efendi ve üç diğer kişi 16.000 esirin temizlik ve ütü işleri görevine getirildi. Ütüden sorumlu dört kişiden ikisi bir gün, diğer ikisi bir gün esirleri dönüşümlü ütü yerine getiriyorlar ve esirlerin üzerindeki tüm elbise, çamaşır ve eşyaları çıkararak tamamen çıplak olarak esirlerin temizliği yapıyorlardı. Esirlerin, tamamen çıplak bir şekilde elbiselerini bir bohça içinde ütü makinesine atması ve kendilerinin de çıplak olarak asfinikli suya girmeleri zorunluydu. Yedek Subay Mehmed Efendi, bu durumun hem İslam’a hem de Türk geleneklerine göre mümkün olmadığını, en azından avret yerlerinin kapatılması gerektiğini söylemişti. Fakat esirler uzun süredir cephedeydi ve mikroplu olma durumları söz konusuydu. Bu sebeple istekleri önce reddedilmiş fakat daha sonra bir havlu ile kapatılmasına razı olmuşlardı. Günde yaklaşık 1.500 sabahtan, 1.500 öğleden sonra olmak üzere 3.000 kişi ütü odasına gidip elbiselerini temizlemekte ve asfinikli suya girmekteydi. Bir askere haftada bir kere sıra geliyordu. Bu sırada, az bir düzensizlikte bile İngiliz onbaşı ve görevliler ellerinde kırbaçlarla esirlere vuruyordu. Ermeni tercüman, esirlerin çıplak vücutlarına çarpmakta ve esirlerin ellerinde teslim edilmeyen altın yüzük, saat gibi eşyaları tehdit ile almaktaydılar. Üstelik bu şiddet içeren davranışlar, İngilizler tarafından kesin olarak yazılı bir şekilde yasaklanmasına rağmen inzibatlar ve tercüman bu yasağı ciddiye almıyorlardı. Hatta İngiliz askerleri, çıplak Türk esirlerinin fotoğraflarını çektiler. Esirler, şiddet görmelerini ve çıplak fotoğraflarının çekilmesini komutanlığa itiraz etmiş, bu istek dikkate alınarak bir daha bu tür fotoğraf çekilmesi yasaklanmıştı. Yalnız bu zamana kadar pek çok kampta buna benzer fotoğraflar çekilmişti. Ayrıca kamp yetkilileri tarafından neferlere yazılı olarak verilen emirle, askerlerin saklayıp vermediği eşyalarının Yedek Subay Mehmed Efendi’ye vermeleri istenmiş, buna rağmen bir İngiliz askeri Mehmed Efendi’den zorla bu eşyaları almak istemişti. Mehmed Efendi ise direnip vermemişti. Bu andan itibaren esirlere karşı şiddet bir ölçüde durdu.[687]

Kampın iç ve dış idaresi, kısmen birbirinden farklıydı. Bir telin iç yönetimi bir subay, bir çavuş, bir onbaşı, bir tercüman ve birkaç erden ibaretti. Telin dışında bulunan dış muhafızlar, birbirlerine eşit olmak üzere Hintli Müslüman, Hintli Mecusi ve Burma müstemlekelerindendi. İngilizlerin Hintli Müslüman askerlere güveni olmadığından, hiçbir zaman Türk esrilerinin başında yalnız bırakmamışlar ve bir Müslüman nöbetçiye karşılık mutlaka diğer tarafta örneğin bir Mecusi muhafız koymuşlardı. Ayrıca Avustralyalı askerler de vardı fakat bunların büyük kısmı süvari olarak görev yapmaktaydılar. Ermeni doktorlara ve Ermeni tercümanlara geniş yetkiler verilmiş ve bu kişiler yetkilerini kötüye kullanmıştı. Mısır’da isyan çıktığında, tedbir olarak tüm Müslüman Hintli askerler görevden alınmış; yerlerine Burma’dan muhafızlar yerleştirilmişti. Bu muhafızlar çok gaddar askerlerdi. Türk askerlerine sigara gösterip sigarayı satmak için tellere çağırdıkları ve parayı alıp sigarayı vermediği gibi bir de tellere yaklaştı diye öldürdükleri bile olmuştu. Aslında esirlere akşamdan sonra tellere yaklaşmamaları kesin olarak tembih edilmiş olsa bile tiryaki olan esirler dayanamayıp bu oyuna gelmişti. Bu tür keyfi adam öldürmeler, kamp komutanına söylense de hiçbir sonuç alınamadı. Kamp komutanı görevli askerlerin de vahşi olduklarını, söz dinlemediklerini söyleyerek işi geçiştirmişti.[688]

Esirler ser sabah erken kalkmak, tellerin etrafında gerekli temizlikleri yapmak, eşyalarını düzene sokmak, ardından battaniyelerini, kaputlarını, yüz havlularını katlayıp yemek kaplarını, kaşıklarını çadırın önünde eşyalarının üzerlerine düzgün bir şekilde dizmek zorundaydı. Çadırlardaki bu düzenden sonra esirler yoklama alanına gidrt ve orada İngiliz komutanı karşısında yoklama alınmasını beklerdi. Burada esirlerin sürekli bir kusuru bulunur ve ceza olarak da akşama kadar güneş altında bekletilirdi.[689]

İki buçuk ay bu esir kampında kalan Yedek Subay Mehmed Efendi, daha önceden yazılan dilekçelerine cevap gelmesi ve subaylıklarının kendi komutanları tarafından tasdik edilmesi sonrası yedi arkadaşı ile beraber Heliopolis esir kampına nakledildiler. Yedek Subay Mehmed Efendi, Kahire’den trenden inip tramvaya binerken Fransızca bir gazetede dizgici olarak çalışan bir Ermeni’nin sözlü saldırısına maruz kalmış, bu kişi ile bir arbede yaşanmış ve bu kişiyi tramvaydan aşağıya itmişti. İngiliz subay olanları öğrendiği vakit Ermeni’yi değil haklı olan Türk’ün yanında yer almış, herhangi bir kötü muamelede bulunmamıştı.[690]

2.2.10                        İskenderiye Ras El-Tin Kampı

Kızılhaç heyetinin 5 Ocak 1917 tarihinde incelemelerde bulunarak rapor yazdığı bu kamp, İskenderiye şehrinin 5 km yakınında, deniz kıyısındaki bir küçük tepede kurulmuştu. Kampta sivil esirler kaldı. Kızılhaç heyetinin raporuna göre burada 70 Osmanlı sivil esiri vardı ki bunların 45’i askerlik yaşında ve tekrar silâhaltına alınabilecek gençler, 24’ü ise hastalık ve yaşlılık sebebiyle askerlikten hariç tutulanlardı. Ayrıca bir de imam vardı. 400 kadar Avusturyalı-Alman tutsak vardır ki bunlar savaş başladığında Mısır’da bulunan kişilerdi. Kampa giden Kızılhaçın asıl görevi, Türk esirleri ziyaret etmek olsa da Avusturyalı ve Alman esirler ile de görüşülmüş ve onlar da dinlenmişti. Teftiş raporuna göre kampta düzenlemeler çok iyiydi. Fakat kamp dağıtılmıştı. Kızılhaç yetkililerinin ziyaret ettiği sırada 1917 Ocak ayının başında kamp tahliye edilmek ve tüm esirler Seydi Beşir kampına nakledilmek üzereydi. Bunun için gerekli hazırlıklar yapılmakta ve 5.000 kişi için yer hazırlanmaktaydı. Ayrıca sivil esirler için ayrı bir yer tahsil edilecekti.[691]

Bu kamptaki sivil esir Türklerin çoğu, hac görevlerini yerine getirmek için Mekke’ye giden ve Mekke Şerifi Hüseyin birlikleri tarafından esir edilip İngilizlere teslim edilen hacı adaylarıydı. İngilizler de bu sivil hacıları Ras El-Tin kampına getirmişlerdi.[692]

Ras El-Tin kampının komutanı Binbaşı F. G. Owens’di. Esir erlerle şahsi olarak da ilgilenmekte, her gün istek ve şikâyetleri bizzat kendisi dinlemekteydi. Bu kamp, 1916 yılında İskenderiye’deki Amerikan konsolosu ve Atina’daki Amerikan maslahatgüzarı tarafından da ziyaret edildi.[693]

Bu kamptaki esirler çadırlarda kaldılar. Üç kişinin kalabildiği oval çadırlar, kum üzerine veya beton zemine kurulmuştu. Her çadırda 3 esir kalıyordu. Osmanlı esirlerini barındıran 24 çadır bir yerde gruplandırılmıştı. Çadırların ortasında kişisel eşyanın konulduğu tel dolaplar vardı. Çadırlar üç yatağı rahatça alabilecek büyüklükteydi. Bazı esirlerin çadırlarında hasır veya küçük halılar vardı. Esirlere yeteri kadar somya, yatak ve battaniye dağıtılmıştı. Tüm bu eşyaların temizliği titizlikle yapılıyordu. Kamptaki avluyu çevreleyen taş binalardan bazılarında hasta ve yaşlı esirler kalmaktaydı. Her odada üç kişi barındırıldı. Diğer odalar mutfak, yemekhane, kantin, idare binaları olarak kullanıldı. Bazı İngiliz muhafızlar da özel bir bölümde kurulmuş olan brandalarda yaşıyorlardı. Kampta aydınlatma elektrikle sağlanıyordu.[694]

Kampın içme suyu bol olup kanallarla İskenderiye şehrinden geliyordu. Lavaboların yanı sıra, sıcak ve soğuk duşu olan dört de banyo vardı. Ayrıca esirler, İngiliz muhafızlar yönetiminde, hemen kampın yanındaki denize gruplar halinde götürülüyordü. Esirler, özel ayrılmış yerlerde eşyalarını kendileri yıkıyorlardı. Bu iş için uygun yerler temin edilmişti. Tuvaletlerin bir kısmı İngiliz usulü (alafranga), bir
kısmı Türk usulüydü. 10 kişiye bir tuvalet düşmekteydi. Tuvaletler her gün dezenfekte edilmekte ve pislikler denize atılmakta veya yakılmaktaydı.[695]

Kampta nadiren de olsa kural ihlali yapan esirler oluyordu. Disiplini bozan esirler bir iki gün ceza alıyordu. Gözaltı hücrelerinde geçirdikleri sürede özel diyetle uygulanmaktaydı. Bununla birlikle, disiplin açısından ciddi bir problem olmamış ve askeri otoriteler esirlerin kurallara uymasından gayet memnun kalmıştı.[696]

Esirler tarafından Kızılhaç heyetine kıyafetler konusunda birkaç şikayet iletilmişti. Kampta İngilizce ve Fransızcayı kusursuz konuşan Osmanlı tercümanı aracılığıyla Kızılhaç heyetine gelen şikâyetlerden birisi kendilerini verilen palto gibi sıcak tutacak giyeceklerin değiştirilmemesiydi. Bazı esirlerin bu giyecekleri satın alacak durumu yoktu. Bir başka şikâyetleri de hiç alışamadıkları topuksuz deri pabuçlardı. Esirler memleketlerinde giydikleri potini (bot) giymek istiyorlardı. Kızılhaç heyeti, raporunda bu ihtiyaç sahiplerinin listesinin yapıldığını, bunların kamp komutanınca doğrulandığını ve Kızılayın 2.000 franklık bir meblağı bu yoksul esirlere elbise, potin (bot) ve tütün alımı için kullanılmak üzere ulaştırmasına karar verdiğini belirtti.[697]

Metin Kutusu: 637
638
639
Mısır’dan Savaş Merkezine gönderilen gizli bir yazıda, 19 Şubat’ta Midilli’de Deniz Kuvvetleri yetkilileri tarafından ele geçirilen 7 Türk esirin muayene için Ras el-Tin’e gönderildiğinden bahsetmektedir. 4 kişinin serbest bırakılmasına ve 3 kişinin savaş süresince alıkonulmasına karar verilmişti. Amiral vekili tarafından serbest bırakılan 4 kişinin savaş süresi boyunca Ege’ye dönmemeleri şart koşuldu. Midilli’de tutuklanan 7 Türk esire misilleme olarak İstanbul’da 7 İngiliz esir tutuklandı. İngiliz yetkililer İngiliz esirlerin serbest bırakılması durumunda 4 Türk’ün de Midilli’ye dönmelerine izin verileceği bilgisini verdi. Ayrıca diğer 3 kişinin serbest bırakılması konusunda da anlaşıldı. 7 Türk’ün tamamı verilen teminatlara rağmen serbest bırakılmdı ve tutuklulukları devam etti. Londra Savaş Merkezinden çıkan 2 Eylül 1916 tarihli yazıda Mısır Komuta Genel Subayı arasında yanlış bir anlaşılma olduğu bilgisi bulunmaktadır. Midilliye geri gönderilmeleri mümkün olmadığı takdirde İsviçre’ye gönderilmeleri uygun görülmüştü. Buna rağmen bu şahısların İsviçre’ye gönderilmeleri kurula uygulanabilir görünmedi. Türkiye’ye nakilleri için düzenlemeler yapılana kadar onlar için tek çarenin Mısır’da alıkonulmak olduğunu ve bu işlemin de muhtemelen malul Türk esirlerle birlikte gerçekleşeceğini belirtilmişti. İki devlet arsındaki soruna bir çözüm bulunamadı ve kurul Osmanlı Hükûmetini yanlış bir şekilde bilgilendirdikleri için özürlerini ifade etti.[698]

İngiltere Dışişleri Bakanı, Birleşik Devletler Büyükelçisi’ne Kamaran Adası’nda yakalanan ve Ras El-Tin’de tutulan Osmanlı subayları ile ilgili yazdığı bir yazıda bu subayların akıbeti hakkında bilgi vermiştir. İngiltere’nin verdiği bilgiye göre başlangıçta bu subaylar sekiz kişiydi. İkisi doğal nedenlerden vefat etmişti. Müdür, posta subayı ve gümrük subayı olmak üzere üçü de Cenevre Antlaşması altında serbest bırakılmak için hiçbir hak iddia etmedi. Kalan diğer üçü; sıhhiyeye üye, gardiyan, baş sekreter ve eczacının, anlaşma tarafından sağlanan bir korunma talebi yoktu. Ancak İngiltere Hükûmeti, umumi af olarak onları serbest bırakmaya hazır olduğunu bildirdi. Bu sıhhiye subaylarının isimleri Ali, Halil Behçet ve Hudut Hasan’dı. Bu esirlerin hepsi Ras El-Tin’de bulunmaktaydı. İlk müsait gemiyle Atina’ya gönderileceklerdi. Bu şartlar altında İngiltere Hükûmeti kararlı bir şekilde, Afyonkarahisar’da tutulan sekiz İngiliz esirin serbest bırakılmasını beklemekteydi. İngiltere Hükûmeti, ayrıca iki Osmanlı subayının doğal nedenlerden ötürü ölmesinden dolayı Osmanlı Hükûmetinin tutuklu bulunan İngiliz esirlerden iki ya da daha fazlasını serbest bırakmakta tereddüt etmeyeceğini düşünüyordu.[699]

2.2.11                        Seydi Beşir Kuveysna Kampı

Seydi Beşir esir kampının kuruluşu, İngiltere Hükûmetinin Mısır’daki Konsolosluğu ile gerçekleştirdiği yazışmalara bakılırsa Temmuz 1916’dır.[700] Kızılhaç heyetince 6 Ocak 1917’de gerçekleşen ziyaret sonrası kamp hakkında bir rapor hazırlanmıştı. Raporda verilen bilgilere göre kamp, İskenderiye şehrinin 15 km doğusunda, deniz kıyısında, sağlık şartlarına uygun bir yerde, küçük bir vadi ile kum tepelerinin kesiştiği bir noktada kurulmuştu. Etraf taze esintilere açık palmiyelerle doluydu. Kamp, yüksek bir noktadan bakıldığında etrafı açık her yeri gören bir konumdaydı. Yeni yapılmış bir yol, kampı şehre bağlamaktaydı. Esirlerin barınmaları için hemen hemen her şey düşünülmüştü. Mutfak bahçesi kapalı bir yer olarak tasarlanmıştı. Esirlerin palmiyelerle çevrili futbol, tenis vs. gibi oyunlar için hazırlanmış alanları vardı. Kamp komutanı Yarbay Coates’di.[701]

İngiltere Savaş Esirleri Departmanı yöneticisi tarafından Kızılhaç heyetinin Mısır’daki savaş esirleri kamplarına yaptıkları ziyaret sonrası hazırlanan raporun bir kopyası İngiltere Hükûmetine sunulmuş, oradan Osmanlı Devleti’ne iletilmişti. Raporun bazı bölümleri, İsviçreli yetkililer tarafından çıkarıldıktan sonra İngiltere Hükûmeti tarafından Osmanlı Devleti’ne gönderilmişti. İngiltere kendisini rahatsız eden bölümleri raporundan çıkarmıştı. Bu açıdan bakıldığında raporun tarafsızlığı tartışmaya açıktır.[702]

İngiltere Savunma Bakanlığı, raporun kendileri için sakıncalı bölümlerini çıkararak yayınlamış ve raporu propaganda amaçlı olarak değişik yerlere göndermişti. Aslında bu bölümlerin İngiltere’nin isteği ile Kızılhaç yetkilileri tarafından daha önce rapordan çıkarılma ihtimali büyüktü. Buradan anlaşılmaktadır ki kamuoyuna sunulan ve Osmanlı Devleti’ne de gönderilen bu rapor, daha yayınlanmadan sansüre uğramış taraflı bir rapordu. İngiltere, Kızılhaç heyetinden gelen raporu kendi propaganda malzemesi olarak kullandı. İngiliz yetkililer, heyetin raporuna göre kamptaki tüm düzenlemelerin tam anlamıyla mükemmel göründüğünü, hiçbir şikâyet almadıklarını, esirlerin yazışmaları üzerine hiçbir kısıtlamanın bulunmadığını ve esirlerin rahatı için fazladan bir şey sağlamaya gerek olmadığını iddia etmişti. Rapor ayrıca Amerika Hükümetine de iletildi.[703]

Kızılhaç heyetinden hariç olmak üzere Amerika’nın Mısır Dışişleri görevlisi, kampı iki defa ziyaret etmişti. Amerika Birleşik Devletleri’nin Kahire Sorumlu Yardımcı ve Kahire Diplomatik Temsilcisi Konsolos Paul Knabenshuf, 24 Ağustos 1916’da Mısır’da alıkoyulan Türk savaş esirleri konulu Amerika Dışişleri Bakanı’na yazdığı yazıda Mısır’da bulunan Türk savaş esirlerini ziyaret etmek istediğinden bahsetmişti. Kahire’deki Mısır Seferi Güçleri komutanı E.A. Altham’dan bu konuda yardım istemişti. Paul Knabenshuf, Amerika’nın Mısır’daki Türk menfaatlerinden sorumlu olmadığını bu menfaatlerin İngiltere’nin istekleri içerisinde olduğunu söylemişti. Knabenshuf yetkili organların onayı sonrası Türk subaylarının bulunduğu Seydi Beşir’deki yeni toplama kampını ziyaret edebildi. Seydi Beşir esir kampına yapılan ziyaret sonrası bir rapor hazırlanarak ilgili devletlere iletildi.645 [704]

Amerika’nın Mısır Temsilcisi Paul Knabenshue, Seydi Beşir’deki Türk subay esirlerinin kampını ziyaret için istediği iznin verilmesi üzerine teşekkür etmiş ve 21 Temmuz 1916 tarihinde İskenderiye’nin birkaç mil doğusundaki Seydi Beşir kampını ziyaret etmişti. Kampta bulunduğu süre boyunca kendisine yeterince ilgi gösterildiğini, hürmetkâr bir şekilde ağırlandığını ve kıdemli subay esirlerle konuşmasına engel olunmadığını söylemişti. Bu subaylar bu kampa Temmuz ortasında Kahire Kalesi’nden nakledilmişti. Rütbeli subay esirlerle serbest bir şekilde konuşabilmiş ve ziyaret sonrasında esirler için yapılan düzenlemeler için kamp yetkililerini kutlamıştı. Subay esirlerin rahatı için yapılan düzenlemeler hayranlık vericiydi ve onların mutlak memnuniyetini sağlamıştı. Yiyecekler iyi ve bol miktarda sağlanmaktaydı. Raporunda kamp hakkında şu sözleri söylemişti:[705]

“Bu esirler için yapmış olduğunuz takdire şayan düzenlemelerden ötürü sizi tebrik etmeme izin veriniz. Bu kampın, denize birkaç metre uzaklıkta olması ve esirlerin serbest bir şekilde yüzmelerine izin verilmesi açısından, bir yaz kampı olarak ideal olduğunu söylemek isterim. Hasır ile örtülü bir ek yapının gölgesinde kurulmuş olan çadırlar, ferah deniz esintisiyle serin tutulmaktadırlar. Tıbbi müdahaleler ve hastane hizmetleri için olduğu gibi, mutfak ve yemek odası için de yeni inşa edilmiş binalar oldukça tatmin edici durumdalar. Temiz su havuzları ve duşlar çekici bir özelliğe sahipler ve sıhhi düzenlemeler mükemmel durumda.

Türk subaylar bulundukları yerden ve kendi rahatları için yapılan düzenlemelerden memnun görünmektedirler. Dahası, her bir subaya hizmet vermek üzere bir Türk er esire sahip olma fırsatı verilmektedir.

Hiçbir şikâyet almadım ve kampa ve kendilerine uygulanan muameleye ilişkin bana ulaştırılan tek talep, esaretten dolayı oluşan monotonluğu biraz gidermek için eğlence türlerine ilişkin birtakım ayrıcalıklar tanınması oldu. Binbaşı Coates bu konuda, memnuniyetlerini dile getiren subaylara açıkladığı bazı düzenlemeler yaptı. Komutan Binbaşı Coates ile onurlarını kaybetmeyecek ve disiplinden uzaklaşmayacak şekilde muamele gören esir Türk subaylar arasındaki samimi ilişkileri bildirmekten memnuniyet duymaktayım.”

Ziyareti sırasında üç subay esirin durumu Kızılhaç heyetinin dikkatini çekmişti. Heyet bu kişilerin ülkelerine iade edilmesini, bu mümkün değilse en azından mübadele edilmesini istedi. Bu esirlerden birisi 70 yaşında, yaşlı ve askeri görev için sağlıklı olmayan Maraşlı Mehmed oğlu Mehmed Mirza’ydı. Bir diğer esir 3. Kolordu 7. Bölük, 19. Alay, 2. Bataryadan Ali oğlu Yusuf Ziya Efendi’ydi. Sonuncu esir 19. Takım, 64. Alay, 1. Batarya, 1. Alaydan Araştırma subayı Veysi Zade Ali oğlu Hüseyin Avni Efendi’ydi. Kaba Tepe’de Mayıs’ta ele geçirilmiş, sağ bacağı şarapnel ile kopmuş, 28 Eylül 1915’te sakat kalmıştı.647 [706]

Kahire Mısır Seferi Kuvvetleri Komutanı, 11 Ağustos 1916’da Knabenshue’e gönderdiği yazıda Seydi Beşir kampındaki Türk esirleri için yapılan düzenlemelerden memnuniyetine dair hazırladığı raporun İngiliz, Fransız ve Arap basınında yayınlanması için izin istedi. Bu izin kısa sürede verildi.[707]

Bu rapor kamp için hazırlanan tek rapor değildi. 1916 sonuna kadar İstanbul’daki Amerika Elçiliği, Başkumandanlık Vekâletine Londra ve İngiltere’nin bazı bölgeleri ile İskenderiye’de bulunan Osmanlı esirleri karargâhlarının teftişini içeren 10’a yakın rapor sunmuştu. Bu raporlardan birisi 23 Eylül 1916’da Kahire’deki Amerikan Diplomatik Ajansının başında bulunan başkonsolos tarafından Osmanlı Devleti’ne iletildi.[708]

İngiltere Hükûmeti elinde ve özellikle İskenderiye’de bulunan beş Osmanlı esir karargâhındaki Türk esirlerinin durumuna dair Amerika Büyükelçiliği görevlileri tarafından başka bir rapor daha hazırlandı. Başkumandanlık Vekâletine 19 Haziran 1917’de sunulan bu rapor ile Osmanlı Devleti’nin esirlerine karşı uygulandığını iddia ettiği kötü muameleye cevap verildi. İngiltere Hükûmeti, daha önce Kızılhaç heyeti tarafından teftiş sonrası hazırlanan raporlara da atıfta bulunarak Mısır’daki ve diğer

İngiliz sömürgelerindeki tüm Müslüman esirlerin ve imamların, tüm isteklerinde serbestçe müracaat etme hakları olduğunu söyledi. Ayrıca Osmanlı Devleti’nin elinde bulunan İngiliz savaş esirlerini ziyaret etmek isteğini de yeniledi.650 [709]

Arşiv belgelerinden, bağımsız devlet ve kurumlarca hazırlanan raporlardan veya esir hatıratlarından çıkan bilgilere göre Seydi Beşir kampı Mısır’da bulunan kampların içinde Türk esirlerinin sayısı bakımından en büyüğü ve en önemlisiydi. Kızılhaç raporlarına göre Seydi Beşir esir kampında Ocak 1917 itibariyle 3.906 Türk rütbelisi ve askeri, 3 Sıhhiye kâtibi, 2 Ermeni sıhhiye subayı bulunmaktaydı.[710] 1917 yılı başında Seydi Beşir kampında 430 subay mevcuttu. Bunların 60’ı Şubat 1915’den beri kampta bulunuyordu. 410 kişi, bu subayların emir eri olarak seçilmişti. Ayrıca kampta 10 imam ile Mekke Şerifi Hüseyin tarafından yakalanarak esir edilen ve sonradan İngilizlere verilen 20 sivil vardı. Esirler çok iyi durumdaydı.[711] Rahmi Apak, hatıratında Seydi Beşir esir kampında üç yüz kadar Çanakkale, Hicaz ve Filistin’de ele geçirilmiş Türk subayı olduğundan bahsetmektedir. 29 kadar Alman subayı, Hicazda tutuklanmış Türk devlet memurları ve bunların aileleri ile birlikte ayrı bir kampa yerleştirilmişti.[712] Necmi Seren ise kampın A, B, ve C bölümlerinde Türklerin, D bölümünde ise Almanların kaldığını söylemektedir. Her gün bir süre kamp kapıları açılmakta, esirler istedikleri bölüme gidebilmekteydi. Bu kampta çadırlar yoktu. Kamp çuval bezlerinden yapılıp üstüne kireç sürülmüş pavyonlardan oluşmaktaydı. Duş yerleri daha organize edilmiş olup ihtiyacı karşılıyordu.[713]

120. Alay Kumandanı yarbayın ifadesinden oluşan ve Merkez Kumandanlığından Üsera İşleri Şubesine sunulan 20 Şubat 1921 tarihli raporda, esir kampının nüfusundan bahsetmekteydi. Şam’da İngilizlerin eline düştükten sonra Seydi Beşir dördüncü esir (S) kampına yerleştirilen esir, burada daha önce Yemen’den gelmiş takriben 30-40 subay olduğunu söylemişti. Son gelen kafile ile toplam 100 kişi kadar oldular ve son gelenleri başka kampa nakledildiler. Bilahare diğer kalabalık kamplardan subaylar getirildi ve bu kampın toplamı 300 kişiyi buldu. Diğer kamplar da yaklaşık aynı sayıdaydı.[714]

Seydi Beşir kampında bulunan esirlerin kimler olduğuna dair bir diğer bilgi Cemil Zeki Bey’in hatıratında zikredilmektedir Seydi Beşir kampındaki esaret hayatı 23 Ekim 1918’de başlayan ve karargâhının (S) kısmında yerleştirilen Cemil Zeki Bey, 75. Alay 2. Tabur subayları ile 1. Tabur subayların bir kısmının da bu kampta bulunduğundan bahsetmişti.[715]

Kızılhaç raporlarına göre kampta subaylara ayrılan lojmanlarda günlük ihtiyaç duyulan birkaç mobilya dışında her şey tamdı. Kamptaki yerleşim çalışmaları 1917 yılı ortalarına kadar devam etti. Kızılhaç heyeti kampı ziyaret ettiklerinde inşaat çalışmaları devam etmekteydi. Barakaların ana yapısı ahşap binalar olup bazı bölümleri kamptaki yerli işçiler tarafından tahtadan ya da çimentodan yapıldı. 25 metre uzunluğunda ve 8 metre genişliğinde olan barakaların odalara açılan 1,75 metre genişliğinde koridorları vardı. Odalar 3,5x4 metre boyutunda, 4 metre yüksekliğinde ve yerden tavana kadar tahtadan yapılmıştı. Yan duvarları kireçlenmişti. Her odada iki pencere ve her pencerede de bir sineklik vardı. Çatıda bir baca olup katranlanmış keçe ile kaplanmıştı.[716]

Kamp kurallarına göre odalarda kalan esir sayısı esirlerin rütbelerine göre değişmekteydi. Odalarda yüzbaşı rütbesine kadar olan subaylar dört, yüzbaşılar üç, albaylar iki kişi olarak kalmaktaydı. Birkaç yüksek rütbeli subaya ayrı birer oda verilmişti. Emir erleri ayrıca yerleştirildi. Kamp elektrik ile aydınlatılmaktaydı.[717] Odalar her ne kadar elektrik ile aydınlatılmakta ise de çoğunlukla kasten söndürülüp esirler karınlıkta bırakılıyordu.[718]

Odalarda metal somyalar, ot yataklar, yastıklar, battaniyeler yer alıyordu. Bazı subaylar, kendileri odalarına perde ve kilim ilave ettirmişti. Masa, sandalye ve sandalye gibi diğer mobilyalar yeterli düzeydeydi.[719]

Seydi Beşir kamplarının konumuna ve esirlerin ikamet ettikleri barakaların durumuna dair bilgiler sadece Kızılhaç belgelerinde mevcut değildi. Pek çok esir kampın konumu ve barınakların şartlarını esaret hatıratlarında anlatmıştır. Bu esirlerden birisi Gelibolu’da İngilizlere esir düşen ve İngiltere askeri yetkilileri tarafından malul esirler arasında yurda iade edilen Gelibolu Seyyar Jandarma Taburundan Abdürrahim’di. Seydi Beşir’in sahil kısmına ve oradan sonra sahilden yarım saat mesafede inşa edilmiş kamplara yerleştirilen Abdürrahim, geri dönünceye kadar yaşamak zorunda kaldığı barınakları detaylı bir şekilde anlatmıştı. Mehmed Ali Paşa Kalesi’nde bir sene geçirdikten sonra Sudan’a giden pencereleri tamamen kapalı bir tren ile süngülü askerlerin muhafazası altında İskenderiye’ye iki saat mesafede, köy vesaireden tamamen uzak bir sahil kenarına getirildiler. Örümcek ağına benzeyen bir kesif tel örgüsü ile koruma altına alınmış bir mahalde kurulan çadırlar içinde beş ay tutuldular. Bu süre sonunda sahilden yarım saat geride ve Seydi Beşirden uzak fakat Seydi Beşir’e bağlı olan hücre bir mahalde hasırdan odalar ve pencereleri çuvalın iyi cinsinden yapılmış barakalara nakledildiler. 400 metre uzunluğunda ve 200 metre genişliğinde bir tel örgüsü içine tüm esirler sıkıştırıldılar. Vesika olmaksızın ne tel örgünün içine girmek ne de tel örgüden dışarı çıkmak mümkün değildi. Esasen, esir karargâhı mezra bir mahal seçilerek kurulmuştu. Harp sırasında hiç kimsenin bu bölgeye yaklaşamayacağı düşünülmüştü. Seydi Beşir, Osmanlı subay esir karargâhında bulunan dört kamp 18 nöbetçi ile muhafaza edilmekteydi.[720]

Tablo 2.2: Seydi Beşir Kampının Krokisi

Kaynak: Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/1.

Esirlerin yaşadığı kampların fiziki özelliklerini anlatan bir diğer belge, yine Genelkurmay ATASE Arşivinde bulunan esir ifadelerinde saklıdır. Hicaz Fırkası Kumandanı albayın esaret sonrası Mart 1921’de verdiği ifadesinden oluşan raporda, Seydi Beşir esir kampının kumluk bir mahalde, büyük bir sahada, iki kat tel örgülerle çevrili ve içinde tahta pavyonlardan müteşekkil olduğunu yazılmıştı. Her pavyon, Mısır hasırı ile sekiz ve onar odaya ayrılmıştı. Binbaşılara birer, yüzbaşı ve teğmenlere üçer dörder kişi olmak üzere birer oda verildi. Her subaya birer karyola, üçer battaniye ve birer de sandalye tahsis edildi. Bir başka esir, ifadesinde yazın ikişer, kışın ise üçer battaniyenin verildiğinini söylemişti. Daha yüksek rütbeli subaylara (ümera) arzuları dairesinde büyük çadır veya oda içinde karyola, birkaç sandalye ile masa, konsol, el yüz yıkamak için leğen vesaire de verildi. Karargâh içerisinde mutfak, cami ve tuvaletler mevcuttu. Tuvaletler alaturka yapıldığı gibi ayrıca duş yerleri de vardı. Tuvaletler her sabah asit fenikli sular ile temizleniyor ve süprüntü vesaire için de muhtelif kovalar konuluyordu.[721]

Cidde Hastanesinde doktor olarak görev yaparken esir düşüp ilk kafilede yurda dönen bir binbaşının verdiği ifadede yine esirlerin yaşadıkları karargâh anlatılmaktadır. Cidde Grubu bu karargâha ulaştığında ilk Kanal Harekâtı’ndan ve Çanakkale Muharebesi’nden esir edilen yaklaşık 60-80 kadar esir subay bulunmaktaydı. Subayların yerleştirildiği bu karargâh iki buçuk metre yüksekliğinde, iki sıra tel örgülerle kapalı ve bu iki sıranın araları da açılmış, kangal hâlinde (tel, kurşun boru gibi uzun ve bükülebilir şeylerin halka biçiminde sarılmasıyla yapılan bağ) helezon ve iri dikenli tel ile doldurulmuştu. Subayların ikametgâhı ikişer, üçer kişilik çadırlı ve ikişer battaniyeli karyolalardı. Karargâh 150-200 kişilik kısımlara bölünmüş, her kısım birer kilitli çifte kapılarla diğerinden ayrılmıştı. Esirler ancak günde iki saat birbiri ile görüşebilmekteydi. Zamanla Kanal Cephesi’nden grup grup esirler geldikçe sahilde kurulmuş bu esir karargâhı yetersiz kalmıştı. esirler kampın yetersiz kalmasıyla hemen beş kilometre güneydoğuda eski hastane barakalarından vücuda getirilmiş, daha kuvvetli teller ile kapatılmış ve dört kısımdan ibaret büyük bir karargâha nakledildi.[722]

18 Şubat 1914’de Süveyş Kanalı Tosum mevkiinde esir olan 8. Fırka 27. Alay 79. Makineli Tüfenk Mülâzımı evveli Osman Ferid, 1918’de yurda dönüşte kampın fiziki şartlarını anlatan diğer bir esirdi. 51 ayını burada geçiren Osman Ferid, kampın üç metre yüksekliğinde, on beş metre genişliğinde iki sıra tel örgüsüyle çevrili olduğunu söylemişti. Esirlerin oturduğu pavyonların bir katı taş ve tuğladan yapılmıştı. Arazi kumluktu ve zemini topraktı. Pencereleri çuval bezinden, bölmeleri ise hasırdandı. Geçirilen hayat pek istenen bir hayattı. Ordugâhlar arasında birer kapı mevcut olup bunlar haftada iki defa iki saat açılır ve esirler birbirleri ile görüşebilirdi.[723]

Mahmud Esad, 9 Ağustos 1919 tarihli ifadesinde Seydi Beşir civarındaki kamplara geldiklerinde, şahit olduklarını anlatırken kampların etrafının ıssız, kum tepelerle çevrilmiş bir mahalde bulunduğunu ve üç adam boyu yüksekliğinde dikenli tellerle iki sıra olarak çevrilmiş olduğunu söylemişti. Subaylar kamplarda kısmen pavyonlarda ve kısmen de çadırlarda yatmaktaydı. Her dört subaya bir Türk erinden hizmetçi verilmiştir Ayrıca kampın dışında süngülü nöbetçiler ikame edilmiştir.[724]

Nöbetçiler genellikle Müslüman Hintlilerdi. Ara sıra Mecusi Hintliler ile İngilizler de nöbet tutmaktaydı.[725]

Teğmen Ahmed Rıfat, esarette yaşadıklarını ve kampın özelliklerini anlatan bir diğer isimdi. Ahmed Rıfat’ın 3 Nisan 1919 tarihli ifadesine göre tel örgü diye adlandırılan İskenderiye Seydi Beşir esir kampından kuşun bile geçmesi istisnai bir olaydı. Esirler, depo karargâhta mahruti çadırlarda oturuyor ve izin verilen zamanlar dışında tel örgüden dışarıya katiyen çıkamıyorlardı. Burada sekiz ay kadar kaldıktan sonra sahilden dört kilometre uzaklıkta ve kumluk bir arazide inşa edilen yine tel örgüyle çevrilmiş, başka bir esir karargâhına nakledildi. Buradaki pavyonlarda dört metrekare bir odada dört kişi kalmaktaydı. Esirlerin yaşadıkları pavyonlar ise korunaklı olmayıp cam yerine pencerelere ince çuval takılmıştı. Rütbesiz askerler ise mahruti çadırlarda kum üzerine serpilmiş hasır üzerinde iki battaniye ile yatmak zorunda bırakıldı.[726]

Esaretten dönen askerlik şubesi memuru Yüzbaşı Sadık Efendi, 8 Mart 1919’da verdiği ifadesinde esarette yaşadıklarını anlatırken tel örgü dâhilinde dört kampa ayırmış, her kampta on sekiz pavyon, her pavyonda altışar oda ve her odada dört karyola olduğundan bahsetmişti.[727]

Seydi Beşir kampının esaret şartlarını anlatan bir esir de Yedek Subay Mülâzımısâni Tevfik Efendi’ydi. 6 Mart 1919 tarihli telgrafa cevaben Ankara’da 13. Fırka Asker Alma Kalemi Başkanlığına yazılan yazıda kampın bir tarafının tel örgülerle kapalı olduğu yazılıydı. Esirlerin kamptan çıkmalarına ve kimse ile görüşmelerine müsaade edilmiyordu. Günde iki defa yoklama yapılarak esirlere zulmedilmekteydi. Bu durum, birçok subay ve askerin hastalanmasına sebebiyet verilmişti. Esirler son derecede baskıcı bir düzen altında bulundurulmuştu.[728]

Barakalarının damlarının aktığına dair şikâyetler Kızılhaç raporlarına da girdi. Esirler Kızılhaç heyeti üyelerine barakaların yağmurda su aldığından şikâyet etmişti. Kamptaki bazı barakalara yağmur suyu girdiği tespit edilmiş fakat Kızılhaç heyetine göre sızıntı fazla değildi ve önemsizdi.[729] Osmanlı Ordu-yı Humayun Başkumandanlığı Vekâletinden Hariciye Nezaretine giden 8 Nisan 1917 tarihli yazıda da Osmanlı esir subayların ikamet ettirildikleri barakaların damlarının akmakta olduğunu bilgisini verildi.[730]

Bu döneme ait hatıratlardan birisine sahip olan Mehmed Ubeydullah Efendi’nin[731] her ne kadar savaş esiri olmasa da esir kamplarında geçirdiği günlerde kampa ait bilgiler vermesi döneme ait şartları öğrenmek açısından önemlidir. Seydi Beşir kampına yerleştirilen Ubeydullah Efendi, burada kendisine çok iyi davranıldığını ve esir muamelesi yapılmadığını söylemektedir. Tel örgülerin hemen dışında kendisine özel bir çadır tahsis edilmişti. Dört gün sonra yanına Asir mutasarrıfı ve kolordusu komutanı Muhiddin Paşa gelmiş ve ona da ayrı bir çadır kurulmuştu. Burada Topçu Albay Selimiyeli Fuad ile beraber kalmıştı. Ubeydullah Efendi’nin anlattıklarına göre Seydi Beşir kampı İskenderiye’ye karadan yaklaşık 20 km uzaklıkta bir köydü. Kamp köyün ön tarafında kumluk alanda kurulmuş karargâhlardan oluşmaktaydı. Karargâhlarda 400 kadar değişik rütbelerde Osmanlı subayları bulunuyordu. Subayların karargâhı ayrı olup subay karargâhında bulunan erler subaylara hizmet için bulunmaktaydı. Üst düzey subaylar için ise çadırlar ayrı olup her birine bir çadır verilmişti. Muhiddin Paşa’nın çadırı iki direkli dört köşeli bir general çadırı olup doğusunda, caddenin sonunda askeri yarbay olarak kaydedilen

Ubeydullah Efendi’nin çadırı bulunmaktaydı. Bu çadırların batısında ise Erkan-ı Harp Yarbayı Gümülcineli Hüseyin Bey’e ve hizmetçilerine mahsus çadırlar bulunuyordu. Kampın iç işleri idare etmekteydi. Güneybatı tarafında üst düzey subayların çadırları, güneydoğu tarafında ise subayların çadırları arasında diğer çadırlar mevcuttu. Çadırların kapıları caddeye yani güneye bakıyordu. Subayların çadırları büyük ve 12 kişilikti. Her subaya temiz, sağlam, demir subay karyolaları, temiz yataklar ve üçer adet battaniye verilmişti. Karargâh etrafı iki kat tel örgü ile çevrilmiş ve yaklaşık 20 dönümlük bir araziydi. Karargâhın sonunun güneyinde müstakil zemin üzerinde inşa edilmiş üç adet baraka vardı. Doğudaki baraka içten bir duvarla orta yerinden ikiye bölünmüş, güneyi mescit olarak düzenlenmişti. Batısında ise abdest almak için bol sulu musluklar ve banyo bulunmaktaydı. Barakanın diğer kısmı ise bir dükkân olup burada yiyecek, içecek ve giyecekler satılmaktaydı. Bu barakanın doğusundan 10 metre mesafede daha uzun ikinci ve 10 metre daha doğuda ikinci barakayla aynı büyüklükte üçüncü bir baraka daha vardı. Ortadaki bakara kulüp olarak adlandırılmaktaydı. Burası kahvehane olarak kullanılan bir yerdi. En sondaki ise yemekhaneydi. Kulüp ile yemekhane arasındaki alan ise mutfak ve kiler olarak kullanılan, zemini asfalt üstü de örtülü bir yerdi. [732]

Esarete ait yaşadıklarını yazan bir başka hatırat sahibi asker Necmi Seren’di. Filistin Cephesi’ne esir düşen Necmi Seren, esir olarak ele geçirildikten sonra önce İskenderiye yakınındaki bir kampa getirildi. Kampta büyük çadırlar kurulmuş ve bu çadırların içinde kumların üzerinde esirler için portatif karyolalar yerleştirilmişti. Kampın etrafı tel örgülerle çevrili olup köşelerinde sakallı Hintli Müslüman muhafızlar bulunmaktaydı. Esirlerin İngilizler ile hiçbir teması yoktu. Sadece akşam üzeri bir İngiliz subayı beraberince Ermeni tercüman ile birlikte gelip doğru dürüst bir sıraya dahi sokmadan esirleri sayıp giderdi. İngilizler, kampları kendilerini göstermeden idare ediyordu. Esirler tel örgüler içinde tamamen özgür olup serbestçe hareket etmekte ve kendi kendilerini yönetmekteydiler. Kapının iç idaresi de esirlere aitti. Savaş ilerledikçe kampın sayısı arttı. Yemen’den gelen esirler bu kampın az yukarısında başka bir kampa nakledildi. Gelenler arasında Yemen Müdafii Muhiddin Paşa, Kurmay Hüseyin Hüsnü Emir gibi önemli kişiler bulunmaktaydı.[733]

Emin Çöl de Seydi Beşir’de yaşadığı kampı tasvir eden esirlerden birisidi. Çöl, 1918 yılı Ocak ayının ilk haftası İskenderiye yakınlarındaki Heliopolis esir kampından Seydi Beşir kampına nakledilmişti. Burada kamp dört bölümden oluşmakta ve her bölümde birden dörde kadar sıra numarası bulunmaktaydı. Birincisinde Almanlar, diğerinde Türkler kalıyordu. Her ne kadar barakada subaylar rütbelerine göre otursalar da aralarında birlik ve beraberlik mevcuttu. Önce yapılan üçüncü barakanın tabanı yarım metre yüksekliğinde tahtadan, sonradan yapılan dördüncü barakanın tabanı betondandı. Odalar dört kişili olup duvarları tek sıra kesme taştan yapılmış ve üstleri muşambaydı.[734]

Kesre’de İngilizlerle yapılan muharebede 30 Eylül 1917’de esir düşen Hicaz 22. Fırka 125. Alaydan Hesap Memuru Muavini Bursalı Halil oğlu Mehmed Nuri Efendi, esaret sonrası verdiği ifadesinde Seydi Beşir karargâhına nakledildikten sonra yaşadıkları 2 Ağustos 1919’da ifadesinde anlatılmıştı. Subay karargâhını, İskenderiye’den yani şehir merkezinden uzak bir mesafede bulunan, kum deryaları üzerinde bir takım mahruti çadırlardan oluşan, etrafı tel örgüsü ile kapalı bir yer olarak tasvir etmişti. Her bir çadırda 3 kişi kalmaktaydı.[735]

Yine, Ağustos 1919’da esaretten dönen bir esirden alınan ifadede Filistin Cephesi’nde nasıl esir olduğunu, Şam’da esir düştükten sonra esirlerin Seydi Beşir kampına nasıl getirildiği anlatılmaktadır. Esirler Kantara’dan Seydi Beşir esir karargâhına vardıklarında henüz çadırlar kurulmamıştı. Çadırların kurulmasından sonra sınıfına göre subaylar çadırlara taksim edilmişti. Çadırların kurulmasına kadar esirler bir müddet kumlar üzerinde karyolada yatırılmıştı.[736]

İsmi belli olmayan bir esirin İkdam gazetesinde yayınladığı hatıratında, kampın detaylı bir şekilde tasviri yapılmıştı. Gazetede yayınlanan hatırat şu şekildeydi:[737]

“Mısır’ın cidden pek mühim ve en güzel yeri olan İskenderiye şehrine otomobil ile iki saat mesafede bulunan Seydi Beşir’de ikametimize tahsil olunan mahal sahilden üç kilometre kadar uzak tenha bir yerde idi.

İlk başta bir kısımdan ibaret olan bu yere daha sonra esirlerin çoğalmasıyla üç kısım daha ilave edilmişti. Hemen hemen aynı büyüklükte olan bu kısımlar 150 metre uzunluğunda ve 100 metre genişliğindedir. Etrafı tamamıyla tel örgülerle çevrilidir.

Subaylar, ‘pavyon’ adı verilen altışar odadan oluşan barakalar dâhilinde, her kısma ortalama 350 kişi düşecek şekilde yerleştirilmişlerdi. Rütbelerine göre bir odaya bir, iki, üç ya da dört subay veriliyordu.

Subay bölgesinde bulunmak üzere karargâhta mevcut neferler de ‘mahruti’ ya da büyük çadırlarda bulunduruluyordu. Bunlardan hariç yemekhane, bakkal ve duş mahalleri de kampta bulunmaktaydı. Bir kısım diğer kısım ile haftada ancak birkaç gün belirli saatlerde kapılar açılarak temas edilebiliyordu.”

Karl Curzon’un İsveç Kızılhaçına yazdığı Mart 1919 tarihli yazıda, her ne kadar doğrudan Türk esirlerinin durundan bahsetmese de esirlerin barınmaları ile ilgili bilgi verilmekte ve şartların hiç de istenildiği gibi olmadığı itiraf edilmekteydi. Geri dönen esirlerle sayının azılmasına rağmen Kahire yakınlarındaki Maadi ve Tura esir kampının şartlarında dikkate değer bir değişikliğin olmadığı açıklanmıştı. Aynı türden şikâyetler Seydi Beşir esir kampında bulunan subaylar tarafından da yapılmaktaydı. İngilizler Seydi Beşir kampında düzenleme yapmalarına rağmen subaylar için barınma yerinin standartların çok altında olduğunu ifade etmişlerdi. Esirlerin kaldıklarını barınaklar her ne kadar havadar olsa da barınakların sıcağa ve soğuğa karşı herhangi bir yalıtımı bulunmuyordu. Ayrıca barakaların çatıları çok kötü olup her yağmurda kulübe su almaktaydı. Kaldıkları barakaların yaşanacak şartlarda olmaması bir yana, barakalarda herhangi masa ya da yatak dahi bulunmuyordu. Tüm bu düzensizlikler, Dışişleri yetkilileri tarafından Kızılhaça da bildirilmişti.[738]

Seydi Beşir kampında her şeyin istenildiği gibi olmadığını gösteren bir başka belge İngiliz Milli Arşivinde yer almaktadır. E.A. Altham, 14 Temmuz 1916’da

Knabenshue’e yazdığı yazıda Türk subaylarına karşı yeterince ilgi gösteremediklerini “Türk subaylara şartların elverdiği kadar iyi muamele edemediğimizden endişeliyiz.” sözleri ile itiraf etmişti.[739]

Kampın fiziki şartlarının yerinde olduğu varsayılsa bile Mısır iklimi ve deniz kıyısında konuşlandırılmış kamp, esirlerin yaşaması bakımından hiç uygun bir yer değildi. Havaların sıcak olduğu zaman geceleri sivrisinekten uyunmuyordu. Mısır çöllerinde kışın soğuk ve yağmurdan hariç olmak üzere kum fırtınaları görülmekteydi. Esirlerin her tarafı kum oluyordu. Aralık ayında şiddetli fırtınaya maruz kalan esirlerin üzerlerinde kaput vesaire hiçbir şey olmadığından soğuktan müteessir oluyorlardı.[740]

Topçu Yarbayı Tevfik Ünal esaret günlerini Seydi Beşir kampında geçiren ve döneme ait notlarını kaydeden bir diğer kişidir. Tevfik Ünal’ın yazdıklarından kamp hayatının yanı sıra esirlerin bu kampa getiriliş hikâyesini de öğrenmekteyiz. Filistin Cephesi’nde esir düşen Topçu Yarbayı Tevfik Ünal Süveyş’te bir gün konaklamanın ardından İskenderiye’ye gönderilmiş ve 3 sene kalacağı Seydi Beşir kampına teslim edilmişti. Burada Çanakkale’de kaybettiği üç arkadaşı ile karşılaşmış ve sağ olduklarını görmüştü. Çanakkale Cephesi’nde esir düşmen arkadaşları önce Limmi Adası’na, ardından Kıbrıs’a gönderilmişti. Son olarak da Mağusa’dan Seydi Beşir esir kampına nakledilmişlerdi. Kıbrıs’ta bulunan esirlerin Seydi Beşir’e nakilleri de ilginçti. İngilizler yerli halkın yani Türklerin esir Türk soydaşlarına ilgisinden rahatsız olmuşlardı. Yerli halkın esir Türkleri kaçıracaklarından korkan İngilizler, buradaki esirleri Seydi Beşir’e gönderdiler. Kampta Çanakkale, Filistin, Hicaz’da esir edilen yaklaşık 300 kadar esir bulunmaktaydı. Ayrıca Hicaz’da Medine’nin düşmesinden sonra tutuklanan memurlar da burada aileleri ile kalıyorlardı. Yalnız aileler esir kampının yanında başka bir kampta ikamet ediyorlardı.[741]

Hicaz Fırkası Kumandanı albayın esaret sonrası Mart 1921’de verdiği ifadesinde, kendi kaldığı Seydi Beşir kampından hariç olmak üzere diğer bir kamp olarak Kuveysa esir kapından da bahsetmektedir. Raporda Kuveysna esir kampının

Kahire ile İskenderiye arasında olduğunu, kampı bizzat gördüğünü ve Seydi Beşir karargâhının aynısı olduğu yazmıştı.[742]

Kuveysa esir kampı hakkında bilgi veren bir diğer esir de Hüseyin Aydın’dı. Filistin Cephesi’nde esir olarak ele geçirilen Hüseyin Aydın Kantara’dan sonra Kuveysna esir karargâhına götürülmüştü. Kamp yerine girerken esirlerin üzerindeki para, kıymetli evrak, hüviyet gibi eşyalar alınmış, beyaz bir torba içine konulmuştu. Bir numara torbaya, bir numara da esirlerin boynuna asılmış ve esirler de kampa gönderilmişti. Ayrıca matara, sabun ve ekmek gibi içine para saklanabilen herşey de kapıda değiştirildi. Bunu daha önceki tecrübelerinden bilen İngilizler, haklı da çıkmış ve matara ve sabunun arkasından parası giden esirlerden bağıranlar çıkmıştı.[743] Esir edilen Hasan Remzi (Fertan) Küveysna kampında günlerini dolduran bir diğer esirdi. Burada bir süre kaldıktan sonra Seydi Beşir kampına nakledildi.[744]

Seydi Beşir kampına bağlı Kuveysna esir kampının adı esirlerin aileleri tarafından veya esirler tarafından ailelerine yazılan mektuplarda sık sık geçmekteydi. Eylül 1920’de Hayriye Hanım’ın eşi hakkında yazdığı mektupta, maaşla geride kalanların geçinemediğini yazılıydı. Aileleri tarafından yetkililere yazılan mektuplarda genelde savaşta kaybolmuş ya da esir düşmüş kişilerden haber alınamamasından dolayı yetkililerden yardım isteniyordu. Seydi Beşir kamplarından yetkililere yazılan mektuplarda ailelerinin nerede oldukları sorulmaktaydı. Mesela Mısır Kuveysna B kampında esir bulunan 146 nolu Recep Çavuş, 1919’da yetkililere yazdığı mektupta, iki senedir bu esir kampında bulunduğunu ve süre içinde bir defa olsun ailesinden haber alamadığını yazmıştı:[745] Seydi Beşir kampından babasına yazdığı mektuplarda paraya acil ihtiyacı olduğunu belirten Cemil Zeki Bey de yazdığı mektuplarına cevap alamayınca mektuplarının ailesine ulaşmadığından şüphe etmişti.[746]

Filistin Cephesi’nde Nablus Muharebesi’nde esir düşen İbrahim Sorguç[747] anılarında Seydi Beşir kampında kaldığını belirttikten sonra kampın adını “Seydi Beşir Kuveysna Dört Numaralı Osmanlı Üserayı Harbiye Kampı” olarak vermişti. Nablus Muharebesi’nde teslim olmaktan başka çareleri kalmayan askerler 21 Eylül 1918 sabahı etraflarının düşman askerleri tarafından çevrili olduğunu görmüşler ve aralarında Türkçe konuşan İngilizler gezinmeye başlamıştı. Neferleri bir tarafa, subayları bir tarafa, ayırmışlar ve esaret dönemi böylece başlamıştı. İskenderiye şehrinin 15 km yakınında bu kamp Seydi Beşir kampında biraz uzak ama Seydi Beşir kampının bir bölümü olarak geçmekteydi. 16. Tümenin 48. Alayına mensup subayların çoğu bu kampta toplanmıştı. İbrahim Sorguç’un topçu subayı olan ağabeyi Muharrem Akif de esir olarak bu kampa bulunmuştu. Kendisiyle İstiklal Harbi’nde Garp Cephesi’nde tekrar karşılaşacaktır. Ayrıca İbrahim Sorguç bu kampta Antalyalı arkadaşları Durali Mehmed, Hasan Basri, Bilal Efendi ve Cemil Efendiler ile bir araya geldi.[748] Kampta Türk esirlerinden başka esir Alman subayları da vardı.[749]

Seydi Beşir’in havası güzel ve suyu boldu.[750] İçme suyu şehirden kanallarla geliyordu. Tuvalet ve temizlik için su betondan yapılmış zemin üzerinde lavabolardan sağlanmaktaydı. Atıklar kampın yakınındaki bir göle yapılmaktaydı. Subaylar, sabahları banyo ve duş yapabiliyorlardı. Bunlar için barakaların yanında, birbirinden hasırdan örme duvarlarla ayılmış tertibat yapılmıştı. Subayların çamaşırları emir erleri tarafından tahta ve çimentodan yapılmış çamaşırhanelerde yıkanmaktaydı. Kampta Türk usulü 44 tuvalet bulunuyordu. Lojmanların uzağında, çimento ile yapılan bu tuvaletlerin kuyuları yaklaşık 5,5 metre derinliğinde olduğundan ve her gün kireç ve kresol ile dezenfekte edildiğinden kampta hiç koku yoktu.692 [751]

Cidde Hastanesinde doktor olarak görev yaparken esir düzen bir binbaşı özellikle yazları kamplarda su kıtlığının yaşandığını ifade etmişti. Karargâhlarda yatak barakalarından başka tuvaletlerle bir çatı altında duşlar vardı. Ara sıra özellikle yaz mevsimindeki sıcağın en çok etkisini gösterdiği, suya en çok ihtiyaç bulunduğu zaman suyollarının bozukluğu veya suyun azlığı bahanesiyle günlerce bazen aylarca duş suları kesiliyordu.[752] Cemil Zeki Bey su sıkıntısı dolayısıyla zaman zaman bir bardak su ile banyo yaptığını anlatmıştı.[753]

İngilizler kampları idare ederken kampın iç işlerine karışmamışlar, iç idareyi tamamen Türklere bırakmışlardı. Her karargâhta muhtelif harp mevki ve cephesinden esir düşerek gelen esir subayların en büyük rütbelisi o grubun başkanı sayıldığından kampta tüm emir ve idareler o kişiye havale edilmekteydi. Grup kumandanları, subayların her türlü ihtiyaçlarını gidermek için İngiliz kumandanına müracaat etmesi gerekiyordu. Mart 1921’de Eski Hicaz Fırkası Kumandanı albayın esaret sonrası verdiği ifadesinde, Seydi Beşir karargâhında esarette bulunduğu müddet zarfında askerlerin tüm ihtiyaçları için kendisine müracaatta bulundukları söylemişti. Subayların uygun olan önemli talepleri İngiliz kumandanına iletildi.[754]

Rum asıllı Osmanlı vatandaşı Sokrat İncesu, bu kampta esaret günlerini geçiren ve kamp yaşantısına dair bilgi veren önemli bir esirdi. Sokrat İncesu kampa getirilirken yaşadıklarının dışında kamp hayatında çok da sıkıntı çekmediğini söylemektedir. Esir düşmesinin ardından uzun ve meşakkatli bir yol sonrası İskenderiye’ye 6 km mesafede Seydi Beşir karargâhına getirilmişti. Sokrat Bey için Seydi Beşir kampına gelinmesiyle beraber, esaretinin ikinci safhası başlamıştı. Burada daha önce esir düşmüş subaylar ile karşılaşdı. Büyük bir misafirperverlik ile karşılanan İncesu’ya yemeklerden ikram edildi. İngilizler esaret kampına ulaşıncaya kadar geçen acımasız tavırlarını burada biraz daha yumuşatmış ve daha insani bir şekilde davranmıştı. Kampta esirler için nispeten daha iyi bir ortam sağlanmış ve günler iyi bir şekilde geçmişti.[755]

Kamplarda kaza olayları da hiç eksik olmamıştı. Pek çok esir kampa zaten hasta veya yaralı olarak gelmişti. Bazı esirler ise kampa sağlam gelmişken kaza veya ihmal sonucu kamplarda sakat kaldı. Teğmen İsmail Şevket Efendi, bu kampa sağlam olarak gelen fakat kampta sakat kalan esirlerden yalnızca birisiydi. Osmanlı Devleti olayın takipçisi olmuş ve Şevket Efendi’nin gözünü kaybetme olayında bir ihmalin olup olmadığının araştırılmasını İngiltere Hükûmetinden talep etmişti. İngiliz Dışişleri Bakanlığı, 26 Ağustos 1918’de Osmanlı Hükûmetine gönderdiği notada İsmail Şevket Efendi’nin sağ gözünü kaybetmesini kaza olarak nitelendirdi.[756]

Osmanlı Devleti, değişik zamanlarda sadece subayların değil eşlerinin de kamplardaki huzuruna dair bilgiler toplamaya çalışdı. Osmanlı Hükûmeti, Mısır’daki esirlerin ailelerinin, kötü muameleye tabi tutulmalarına dair şikâyetleri Amerikan Elçiliğine iletti. Amerika’nın İskenderiye Konsolosluğu tarafından yapılan subayların ailelerinin durumlarının iyi olduğuna dair araştırmalar hem Osmanlı Hükûmetine hem de Britanya Hükûmetine 1916 yılının sonunda gönderildi. İngiltere’nin Washington Büyükelçisi Cecil Spring Rice’dan 16 Ocak 1917’de İngiltere Dışişleri Bakanlığına giden bu araştırmalardan anlaşılmaktadır ki Birleşik Devletlerin ilgili diplomatları ve konsolosluk görevlilerine göre Mısır’daki Türk esirleri en iyi şartlarda muamele görüyorlardı. Buna rağmen Babıâli, Amerika’nın İskenderiye Konsolosluğunun Seydi Beşir’deki esirlerin sağlıklarının iyi durumda olduğu yönündeki beyanını kabul etmedi. Amerika Hükûmeti ise bahsedilen raporların doğruluğuna güven duyduğunu belirterek Osmanlı Hükûmetini ikna etmeye çalıştı.[757]

2.3                        Kıbrıs Esir Kampı

Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla Osmanlı İmparatorluğu, İngiltere’nin tarafsız kalması telkinlerine karşı savaşa girince İngiltere, Osmanlı Devleti’nin bu hamlesine 5 Kasım 1914’de Kıbrıs’ı ilhak ederek cevap verdi. Bu tarihten itibaren İngiltere adada sıkıyönetim ilân etmiş ve bu uygulama ile beraber özellikle Türklere karşı almış olduğu olağanüstü tedbirleri artırmıştı. Osmanlı Devleti, bu oldubitti karşısında bir şey yapamamış, sadece protesto etmekle yetinerek durumu kabullenmek zorunda kalmıştır. Bu konseyin emri doğrultusunda 4 Mart 1915 günü The Cyprus Gazette’de İngiliz Yüksek Komiserliğinin bir bildirgesi yayınlandı. Bildiride işgal tarihi olan 5 Kasım 1914’de Kıbrıs’ta bulunan tüm Osmanlı tebaasının İngiliz tebaası olduğu yazılmıştı. Bildirgede isteyenlerin ise Osmanlı tebaasında kalabileceği söylendi. Osmanlı tebaasından kalacakların bu durumu Yüksek Komiserliğe bildirmesi ve 2 ay içinde adayı terk etmesi gerekiyordu. Bunun üzerinde çok sayıda Türk adadan ayrılarak Anadolu’ya göç etti.[758]

Birinci Dünya Savaşı sürecinde Çanakkale, Irak, Hicaz ve Kanal cephelerinde esir alınan Türk askerleri, öncelikle Mısır esir kamplarına yerleştirilmişti. İngilizler, Mısır esir kamplarının yetersiz kalması ve cepheden sürekli yeni esirlerin gelmesi sebebiyle Birinci Dünya Savaşı sırasında esir aldıkları Türklerin büyük bir kısmını Hindistan ve Birmanya gibi Anadolu’dan oldukça uzak yerlerde kurdukları kamplara sevk ettiler. Basra, Bağdat, Mısır, Hindistan ve Birmanya kamplarından başka Malta, Selanik, Adalar, Suriye, Man Adası’nda da esir kampları tesis edilmişti.[759] Bunlardan hariç Anadolu’ya uzak olmamasına rağmen esirlerin yerleştirildikleri bir diğer kamp Kıbrıs adası oldu. Mısır esir kampının yetersiz kalmasıyla Anadolu Hareketi için tehlikeli görülen subaylar, Hindistan’a gönderilirken daha zararsız görülen rütbesiz veya düşük rütbeli askerler Anadolu’ya nispeten daha yakın bir yer olan Kıbrıs’a nakledildi. Anadolu’ya yakın bir yerin esir kampı olarak tercih edilmesinin bir diğer sebebi ise Kıbrıs’ın o dönemde İngilizlerin kontrolünde ve sıkı denetimi altında olmasıydı. Türk esirleri Kıbrıs adasında Gazimağusa şehri yakınlarında bulunan Karakol denilen bölgedeki esir kamplarına yerleştirildiler. Türk esirlerin Kıbrıs’taki İngiliz savaş esirleri kampına getirildikleri tarih kesin olarak bilinmese de İngiliz Savaş Bakanlığı arşivlerinden ve adı geçen kamp komutanlığının Kıbrıs’ta bulunan İngiliz Genel Valiliği ile yaptıkları yazışmalardan bazı bilgilere ulaşabilmekteyiz. Burada elde edilen bilgilerde, ilk kafilenin adaya gelişi 26 Ekim 1916 olarak belirtilmektedir. Esirler arasında ilk şehidin 14 Kasım 1916 verilmesi dikkate alınırsa bu tarihten kısa bir süre önce adaya geldikleri sonucuna da varılabilir. Esirlerin Eylül 1916’dan sonra getirildikleri ise kesin gibidir.701 [760] Ayrıca Hicaz Cephesi’nde Medine’yi savunmak için uzun süre mücadele eden Fahrettin Paşa’nın askerlerinin bir kısmı da Kıbrıs esir kampına getirildi. 7 Ocak 1919’da teslim olmak ve Medine’yi teslim etmek zorunda kalan Fahrettin Paşa, birlikleri ile beraber bir ay içinde üç kafile halinde, Mısır ve Kıbrıs’taki kamplara nakledildiler.[761]

Kıbrıs esir kamplarına Çanakkale, Hicaz ve Kanal cephelerinde esir düşmüş küçük rütbeli subaylar ve neferler gönderildi. Kamptaki esirler er, onbaşı, çavuş ve başçavuşlardan ibaretti. Aralarında sadece birkaç başçavuş vardı. Ayrıca kampta Hicaz Cephesi’nden gelen subay ve siviller de bulunuyordu. Kampta İngilizler için önemli sayılacak özel bir esir bulunuyordu. Esirlerle beraber Dr. Şevket adında bir subay da getirilmişti. Esirlerin rütbesine bakıldığında en büyük rütbenin başçavuş olduğu görülmekteydi. İngilizlerin bu esir kampında Türk subaylarını barındırmamalarının nedenlerinden birisi, komutanlarıyla aynı kampta kalacak erlerin komutanları tarafından verilecek emir ve direktifleri uygulayacak olmalarıydı. Türk esirleri kontrol altında tutmanın daha zor olacağı kaygısı ile İngilizler rütbeli Türk askerleriyle er ve erbaşları farklı esir kamplarına sevk etmişti. Subay olan esirler Mısır’a, rütbesiz esirler ise Kıbrıs’a gönderildi.[762]

Türk Kızılayı Arşivi’nde bulunan esir kartları, esir mektuplarıve hatıratlar incelendiğinde çok sayıda esirin Kıbrıs’ta esaret günlerini geçirmiş oldukları görülmektedir. Esir kartları esirlerin genelde Çanakkale, Hicaz Cephesi ve Kanal Cephesi’nde esir düştüklerini veya Maadi esir kampından nakledildiklerini ortaya koymaktadır. İngilizler aldıkları esirleri ilk önce Mısır’daki esir kamplarına yerleştirdi. Zamanla buranın yetersiz gelmesiyle Hindistan ve Burma’daki esir kamplarına gönderdi. 1916 yılından itibaren Mısır kamplarının dolmasıyla burada

bulunan esirlerin bir kısmı Kıbrıs’ta inşa edilen Mağusa esir kampına nakledildi. Örneğin, Bursa vilayetinin Karacabey kazasının Tavşanlı Mahallesinde Bursalı Kebapçı Ali Osman Ağa’nın oğlu Mehmed Onbaşı 1915’de Çanakkale Muharebesi’nde İngilizlere esir düşmüştü.[763] 1894 doğumlu Yenice-Nevruz köyünden olan Osman Kocabaş, Mağusa’dan hariç başka bir kampın daha varlığından bahsetmişti. Çanakkale Muharebesi’ne katılmış daha sonra Kudüs’te İngilizlerle savaşırken esir düşmüş Kocabaş 25 gün Süveyş’teki esir kamplarında tutulduktan sonra Kıbrıs’taki Larnaka esir kampına gönderilmiş ve burada 2 yıl esir kalmıştı.[764] Yemen’de piyade ve topçu olarak görev yapan Biga Çömlekçi köyünden Şakir Doğan, Taif’te İngilizlere esir düşmüş ve Kıbrıs’ta 2 yıl esir kalmıştı.[765] Kızılay Londra Savaş Esirleri İstihbarat Bürosundan nerede olduğu bilinmeyen Hasan Mustafa hakkında bilgi istemiş, Savaş Esirleri İstihbarat Bürosu Mart 1917’de adı geçen esirin önceden Maadi kampında tutulurken oradan Kıbrıs’a nakledildiği bilgisini vermişti.[766] Kızılhaça 16 Mart 1917’de gönderilen yazıda Ethem İbrahim’in savaş esiri olarak Maadi kampında tutulmakta iken Kıbrıs’a gönderildiği anlatılmaktaydı.[767] Mısır’dan getirilen esirler Kıbrıs’tan Mısır’a askeri malzeme götüren gemilerin boş olarak dönüşlerinde taşınmışlardı. Yük gemileri yüklerini güney limanlarından yüklendiği için esir Osmanlı askerleri bu limanlarda gemiden indirildikten sonra yaya olarak kampa ulaştırıldı.[768]

Çanakkale ve diğer cephelerden getirilen Türk savaş esirlerinden hariç Kıbrıs kampında 4. Ordu Komutanlığınca adada cereyan eden askeri faaliyetleri ve adanın son hali hakkında bilgi toplamak üzere kayıklarla Taşucu’ndan adaya gönderilen ve yakalanarak diğer esirlerin yanına konulan 3 asker daha vardır.[769] Bu kampta bulunan bir diğer Türk esiri de Kıbrıslı Hasan Hilmi Bey’di. Mağusalı Osman Bey’in oğlu olan Hilmi Bey, çalışmak üzere Beyrut’a gitmiş ve orada bir postanede çalışmaya başlamıştı. Savaşın başlaması ile silâhaltına alınan Hilmi Bey Medine

Cephesi’ne gönderilmiş ve orada İngilizlere karşı savaşırken ayağından yaralanarak esir düşmüştü. Hilmi Bey, kendi doğduğu ve büyüdüğü yere esaret hayatını yaşamak için geri dönmüştü. Serbest kaldıktan sonra Larnaka’ya yerleşen ve 1945 yılında ölümüne kadar orada yaşayan Hilmi Bey’in mezarı halen Mağusa’da bulunmaktadır.711 [770]

Kıbrıs Mağusa esir kampı, Karakol bölgesinde bugünkü Gülseren Eğitim Kampının bulunduğu yerde kuruldu. Kampın güvenliği İngiliz askerleri tarafından sağlanmaktaydı. Esirler için yapılan barakalar her sırada 9 veya 12 olmak üzere üç sıra halinde yapılmıştı. Söz konusu barakaların her birisi 9 metre genişliğinde, 15 metre uzunluğundaydı. Esir kampı, Karakol bölgesinin güney batısında bulunuyordu. Esirler için yapılan barakalar kamp yerinin batısından geçen yoldan başlayarak halen deniz fenerinin bulunduğu noktaya kadar devam etmekteydi.[771]                                                                         4. Ordu

Komutanlığına bağlı 4. Tayyare Müfrezesince yapılan istihbaratta, Türk esirlerin Mağusa’ya çeyrek saat uzaklıkta kuzeyde barakalarda olduğu bilgisini verildi. Sayıları iki üç bin kişi kadardır. Barakaların etrafı tel örgülerle çevriliydi. Esirlerin bazıları adadan başka yerlere nakledildi. Esir karargâhında yaklaşık beş yüz kadar İngiliz muhafız bulunmaktaydı.[772]

Kıbrıs esir kampı ilk açılan kamplardan biri olma özelliğinin yanı sıra, aynı zamanda en son kapanan kamptı. Kamptaki esir sayısı değişik zamanlarda farklılık göstermişti. Ekim 1916’da kurulan Mağusa’daki Türk savaş esirleri kampı 5.400 kişi alabilecek büyüklükteydi. Kamp, 1916 Eylül ayından 1920 yılının sonuna kadar aktif halde kaldı. Arşiv belgelerine göre kurulduğu günden itibaren bu kamptan 10.000’in üstünde esir gelip geçmişti. Esir sayısı aynı anda 2.000 ile 7.000 arasında değişiklik gösterdi. Rakamların daha fazla olabileceğine dair önemli bir işaret de esir kampında bulunmuş Mehmed Said’e ait İngilizler tarafından tutulan listedeki sicil numarasıdır. Yemen’e asker olarak gitmiş Mehmed Said, 1917 yılında Sina

Cephesi’nde esir düşmüştü. Mehmed Said’in esaret numarası 10.446’dı. Eğer İngilizler kampa gelen esirlere düzenli bir esir numara vermişler ise Kıbrıs kamplarından 10.000’in üzerinde esir bulunmuştu.714 [773] 250 kişinin adı şehitlikteki listede vardı. Kıbrıs Milli Arşivi ise tasnif edilmediğinden burada yapılan arşiv çalışmalarında esirlere dair herhangi bir belge elde edilmedi.[774]

Kıbrıs’a ilk getirilen kafilede 215 esir bulunmaktaydı. Sayının 4.000’e kadar çıktığı tahmin edilmekle birlikte getirildikleri kesin tarih bilinmemektedir. İlk kafilenin en erken Eylül 1916’da gelmiş olduğu kuvvetli ihtimaldir. Esirlerin hepsi bitap durumda görünüyorlardı. Hatırat-ı Esaret[775] adlı eserde Ali Kemâl[776], esarette 4 yılını doldurup 5. yıla girdiklerinden bahsetmektedir. En sonda tarih olarak Milâdi 1 Ocak 1919 verildiğine göre en azından Ali Kemâl’in 1916’da Kıbrıs’a getirildiği anlaşılmaktadır.[777]

Kıbrıs Genel Valiliği tarafından Mağusa Kaza Komiserliğine gönderilen 12 Aralık 1916 tarihli mesajda esirlerin hangi kamptan geldiği bilgisi vardı. Mesajda İskenderiye’den Victorian isimli İngiliz savaş gemisiyle esir kampına Çanakkale Cephesi’nden 1.300 Türk savaş esirinin getirildiği, bu esirlere 88 İngiliz askerinin de refakat ettiği yazılıydı.[778]

Türk savaş esirlerinin 26 Ekim ve 29 Kasım’da olmak üzere iki ayrı grup halinde adaya geldikleri bilinmektedir. Adaya getirilen esirlerin ilk çıktıkları yer günümüzdeki Magusa limanıdır.[779] Sayıları 2.000 civarında tahmin edilen Türk esirleri, on gün arayla, iki ayrı vapur kafilesi halinde ve İngiliz harp gemilerinin refakatinde Eylül 1916’da limana ulaştı. Esirler ilk limana getirildiklerinde kasaların içinde ölülerin ve yaralıların olduğu görülmüştü. Esirler, İngiliz savaş gemileri eşliğinde henüz yapımı bitmemiş Mağusa limanında bulunan Cafer Sokağı ile Shakespeare caddesinin kesiştiği bölgede bulunan Othello Kulesi bölgesine indirildi. Kuleye yanaşan gemilerden karaya çıkarılan Türk esirleri sıra halinde ve süngülü İngiliz askerlerinin sıkı güvenlik tedbirleri altında yaya olarak liman, tren istasyonu, Mağusa kapısı, Karpaz yoluyla Karakol bölgesine götürüldü ve daha önceden hazırlanan Türk esir kampına yerleştirildi.[780]15 Ekim 1918’de Kıbrıs Genel Valiliğinden Mağusa Kaza Komiserliğine gönderilen bir yazıda bir gün önce Mağusa’ya Türk savaş esirlerinin geldiği belirtilmektedir. Aynı gün Port-Sait’ten Wear isimli savaş gemisi refakatinde Theseus isimli İngiliz gemisiyle 1.002 Türk savaş esiri getirildi.[781] Döneme ait başka belge ve kaynaklarda esir kampının yapımına 1916 yılında başlandığına ve ilk esir kafilesinin 23 Ekim 1916’da geldiğine dair bilgiler de bulunuyordu.[782] Ayrıca 23 Ekim 1916’da Mağusa kampı komutanlığı tarafından Lefkoşa Genel Valiliğine gönderilen telgrafta Türk savaş esirlerinin Mağusa limanına eskortlar halinde getirildiğinden bahsetmekteydi.[783]

Hâtırât-ı Esâret adlı hatıratta yayınlanan bir dörtlükte, Kıbrıs’taki Türk esirlerin sayısına dair önemli bir kayıt vardı. Şiirin 3. mısrasında “İngiliz zulm ü istibdâdı altında inler yedi bin esîr-i Osmânî” denilmektedir. Bu sebeple dörtlüğün yazıldığı sırada 7.000 esirin olduğu tahmin edilmektedir.[784] Sayıları konusunda farklı iddialar olmakla birlikte Kıbrıs esir kamplarında 7.000 veya üzerinde esir olduğuna dair kayıtlar bulunmaktadır.[785] 16. Fırka Kumandanı albay, 8 Mart 1921 tarihli esaret sonrası verdiği ifadesinde Kıbrıs ve Malta adalarında asker ve subayların bulunduğunu fakat miktarının kesin olmadığını belirtmişti.[786]

Esir kamplarının kurulması ve hazırlanması için Rum ve Türk köylülerinin toprakları alınarak kamulaştırıldı. Halkın durumdan rahatsız olduğunu ve halk arasında huzursuzlukların başladığını anlayan Mağusa Kaza Komiseri, Kıbrıs Genel Valiliğine ve Mağusa’daki askeri yetkililere 15 Eylül 1916’da bir yazı gönderdi. Komiser, bu bölgede son 3 hafta içerisinde, Kraliyet Alayına bağlı subaylar tarafından Mağusa’nın yaklaşık 1,5 mil kuzeyinde birtakım çalışmalar yürütüldüğünü, kulübeler inşa edildiğini, dikenli tellerin çekildiğini söyleyerek Türk savaş esirleri için esir kampı kurulacağına dair söylentilerinin doğru olup olmadığını sormuştu.[787]

Adada Türk esirleri barındıracak bir kampın yapılmakta olduğu söylentilerinin çıkmasının hemen ardından yaşananları, olayın şahitlerinden İbrahim Kalliga anlatmıştı. İbrahim Kalliga’nın anlattıklarına göre 1914 yılında Mağusa kapısından başlayarak Karpaz yolu boyunca ‘T’ şeklinde tahtalar dizilmişti. Bu zamana kadar görülmemiş vapurlar kereste yüklü olarak adaya gelmekteydi. Liman boydan boya kereste ile dolduruldu. İbrahim Kalliga da arabasıyla Karakol’a kereste taşımıştı. Kısa sürede kamp inşaatı başladı. Başlangıçta avlu ve 7 oda yapıldı. Her bir avluya 9 veya 12 olmak üzere yapılan barakanın uzunluğu 45 ayaktı. Üst tarafta iki avlu için bir tahtadan cami yapıldı. Bir cami de 7. barakaya inşa edildi. Bunların hepsi deniz fenerine kadar uzanmaktaydı. Bunların yapılması uzunca bir vakit almıştı. Türk esirleri buraya getirileceği söylentileri halk arasında dolaşmaktaydı. Çok geçmeden vapurlar limana girmiş ve esirler altışarlı olarak sahilden yaya olarak kampa sevk edilmişti. Esirlerin gelmelerinden az önce halkın kampa girmesi yasaklanmıştı.[788]

Esir kampı komutanı Yüzbaşı E. A. Howe tarafından Mağusa Komiserliğine gönderilen “Türk Savaş Esirlerinin Gelişi” başlıklı 11 Ekim 1916 tarihli gizli bir yazıda yaklaşık 3.000 civarında Türk esirin 15-20 Ekim tarihleri arasında Mağusa limanına gelecekleri belirtilmişti. Yaklaşık 3.000 kişilik esir grubunun gemilerden indirileceği sırada adada bulunan asker sayısının yeterli olmayacağı düşünüldü. Bu sebeple esirlerin gemilerden indirilmesi esnasında bölgenin sivil halktan temizlenmesi, esirlerin gemiden indirilmesi ve kampa sevklerinin aksaklıklara yol açmadan yerine getirilmesi için yeterli polis gücünün de bölgede bulundurulması kararlaştırıldı. Kamp bölgesinde bulunan deniz fenerinde çalışan Türk fenerci görevinden uzaklaştırıldı ve yerine başka bir milletten bir kişi yerleştirildi.[789]

Yüzbaşı E. A. Howetarafından Mağusa Komiserliğine 11 Ekim 1916’da gönderilen “Siviller ve Savaş Esirleri” başlıklı ikinci bir yazıda yine esirlerin adaya getirildiğinde yapılması gerekenlerden bahsedilmekteydi. Türk savaş esirlerinin daha önce belirtilen esir kampında tecrit edileceği sebebiyle özellikle Mağusa bölgesinde yaşayan çok sayıda Türk’ün meraklı bakışlarından ve sorularından kurtulmak amaçlandı. Bu bölgede yaşayan Türklere ve sivil halka kamp bölgesinin askeri bölgede olduğu ilan edildi. Askeri bölge kurallara karşı davranarak kamp civarında bulunanların askeri yetkililerce tutuklanacağı bildirildi. Ayrıca kamp bölgesi civarında sivillerin teknelerle dolaşılması, avlanması ve bölgede karaya çıkması yasaklandı.[790]

İngiliz Kamp Komutanı yarbayın Mağusa Komiserliğine 29 Ekim 1916’da gizli ibaresiyle gönderdiği yazıda, 900 Türk savaş esirlerinin Kıbrıs’a getirilişinden bahsedilmekteydi. Yazıda Türk savaş esirlerini taşıyan geminin aynı gün saat 15.00 sularında Mağusa’da bulunacağı bilgisi verildi. Türk savaş esirlerinin gemiden indirilmesi muhtemelen bir gün sonra saat 09.00’da gerçekleşebilecekti.[791]

Türk esirlerin adaya gelecekleri bilgisi 1916 yılı Aralık ayı başlarında polis müdürlüğüne bildirilmişti. İngiliz Kamp Komutanı yarbayın Mağusa Komiserliğine gönderdiği 26 Ocak 1917 tarihli gizli ibareli bir başka yazıda 1.900 savaş esiri Türk’ün aynı gün öğleden sonra gemilerden indirileceği söylenerek Mağusa İngiliz Komiserliğince gerekli tedbirlerin alınması istendi.[792] Bu dönemde esirlerle ilgili önemli bir tedbir daha alındı. Bu tedbirlerin en göze çarpanı İngiliz polisine Lewis Gun makineli tüfek dağıtılması oldu.[793]

Kıbrıs’ta yaşayan Türkler, savaş esiri soydaşlarına destek olmak amacıyla Mağusa limanına gelmiş fakat Türk savaş esirleri ile konuşmalarına hatta doğru dürüst görüşmelerine dahi izin verilmemişti. İngiliz yetkililer esirleri görmeye gelen soydaşların yaratacağı izdihamdan çekinerek esirlerle görüşmelerine izin vermedi ve esirleri limandan derhal kampa sevk etmeye çalıştı. Bu sırada, Türk esirlerini taşıyan araçlardan birisi devrilerek iki Türk askeri şehit oldu. Türk esirlerinin Kıbrıs'a getirilişi ve Kıbrıslı soydaşlarıyla görüşememesi İngiliz yetkililer ile Kıbrıslı Türkler arasında sürtüşmeye yol açtı ve arbede yaşandı.[794] Tüm bu yaşananlar, o günleri yaşayan Kıbrıslı Türklerin acıyla andıkları olaylar oldu ve esirlerle ilgili pek çok öykü kuşaktan kuşağa nakledildi.[795]

Kampa yerleştirildikten sonra bir müddet esirlerin halk ile iletişim kurmalarına izin verildi, daha sonra bu izin kaldırıldı. Türk savaş esirlerinin adaya gelişini bizzat gören Kıbrıs Türklerinden 1904 doğumlu Hamide Akil esirlerin vapurlarla ve ayakları zincirli olarak Mağusa limanına getirildiklerini hisar üzerinden seyrettiğini aktarmıştı. Sıkı güvenlik önlemleri halinde gemiden indirilen Türk esirlerin, indirilişini izleyen yerli Türklerle konuşmalarına izin verilmemişti. Esirlerin geldiği gün Kıbrıslı Türklerin limana girişleri ve çalışmaları da ayrıca yasaklandı. O günü yaşayanlardan Pembe Hasan isimli Kıbrıslı bir Türk’ün anlattığına göre esirler şimdiki limandan karaya çıkarıldı. Zavallı esirler yaya olarak askerlerin nezareti altında Karakol’a götürüldü. Üstlerinde parça parça elbiseler vardı. Ada halkı iyice örgütlenerek hisarlara çıkmıştı. Hıçkırıklar etrafı kaplamış ve esirler kendilerini unutarak “Ağlamayın anneler, yakın vakitte kurtulacağız.” diyerek ada halkını teselli etmeye çalışmışlardı.[796]

Bu kampta değişik cephelerde Osmanlı ordusu ile birlikte çarpışan Suriye ve Irak uyruklu Araplar ve Ermeniler de bulunmaktaydı.[797] Bu esirler kampın zor şartlarından kurtulmak amacıyla ya da İngiliz propagandası etkisiyle Ermeni terör örgütüne katılmıştı. Osmanlı ordusundan firar ederek İngiliz ve Fransızlara teslim olan Ermeni ve Arap kökenli askerler, soruşturmalar tamamlanıncaya kadar İngiliz esir kampında tutulmuş, tahkikat sonucunda haklarında olumlu rapor verilen firari askerler buradan Boğaztepe (Monarga)’deki Ermeni terör kampına sevk edilmişti.[798]

İngiliz Genel Valiliği, Arapları ve Ermeni asıllı vatandaşları Anadolu’da Türklere karşı savaşmaları için Fransız Ermeni kampına göndermişti. Zaman zaman söz konusu kamptaki Ermeniler, çalışmak, İngilizlere yardım etmek veya destek sağlamak amacıyla Türklerin esir tutulduğu kamplara getirildi. Kampta görev yapan bazı Ermeniler, kamptaki Türk esirlerle anlaşmak suretiyle kamptan kaçtılar, bazı Ermeni askerler de Türk askerlerin esir kamplarından kaçmalarına yardım etti. Türk esirler, kaçan Ermenilerin Anadolu’daki evlerine dönünceye kadar civardaki Türk köylerinde saklanıp barınmalarını sağladı. Bu şekilde köylerde saklanmak suretiyle Türkiye’ye kaçma imkânı bulan Ermeniler daha çok Çanakkale, Gaziantep, Adana ve Kahraman Maraş bölgelerinde yaşayan Ermeni gençleriydi.[799]

2.4                        Selanik Esir Kampı

Yunanistan’ın Birinci Dünya Savaşı’na 26 Ekim 1917’de girdiği bilgisi göz önüne alınırsa, Selanik esir kamplarının da bu tarihten sonra açıldığı kabul edilmelidir. Ayrıca kamplara ait yazışmalar ve esir kampı günlükleri bu öngörüyü doğrulamaktadır. Diğer esir kampları ile karşılaştırıldığında ister arşiv belgeleri ister ise hatıratlar olsun kampa ait bilgiler çok kısıtlı olup çok az bilgiye ulaşılabilmiştir. Özellikle Osmanlı Arşivi, Kızılay Arşivi ve Genelkurmay ATASE Arşivinde herhangi kayda değer bir belgenin olmaması dikkat çekicidir. Bunda en büyük etken kampın diğer kamplardan sayı bakımından küçük olmasıdır. Bu kampa dair kısıtlı bilgilere İngiliz Arşiv belgelerinde bulunan İngiliz Selanik Kuvvetleri Savaş Günlüğünde ve Kızılhaç heyetinin kampı ziyaret sonrası hazırladığı kamp raporunda rastlanılmıştır. Tüm bunlardan hariç olmak üzere Makedonya Cephesi’nde esir düşen askerlerin Selanik kamplarına getirildikleri düşünülmektedir.[800]1 Ocak 1916 ila 30 Haziran 1917 arası Makedonya sınırında yakalanan 144 asker kaçağı dâhil toplam 180 asker de Selanik kamplarında esir olarak tutuldu.[801] Bunların dışında Mısır’da yaşayan 300 kadar Alman, batırılan Alman kruvazörlerinin mürettebatı, Selanik Cephesi’nde esir düşen Almanlar, Avusturyalı bazı subay ve siviller de bu kampta bulundu.[802]

Kızılhaç adına Paul Schazmann ve Dr. Roger Steinmetz, Haziran-Eylül 1919 tarihleri arasında Selanik, Makedonya ve Sırbistan’da bulunan savaş esirleri kamplarını ziyaret etmişler ve izlenimlerini bir rapor olarak ziyaret sonrası açıkladılar. Selanik ve Makedonya’da bulunan Kızılhaç heyetinin asıl görevi, esir Alman askerleri ile ilgilenmekti. Buna rağmen Kızılhaç temsilcileri İngiliz kampına giderek esirlerin durumları konusunda önemli bilgiler elde ettiler. Barış imzalandığında esirlerin hemen gönderilecekleri söylemişti. Nasıl gönderilecekleri ise ayrı bir sorun oldu. Öncelikle ziyaret sırasında sadece hasta ve çalışamayanların geri gönderilmeleri üzerinde duruldu. Selanik’teki heyetin tüm mesaisi esir kamplarını, şantiyeleri, hastaneleri ve son olarak mezarları kontrol etmekle geçti.[803]

Ziyaret sırasında Kızılhaç yetkililerince kamp komutanı Yarbay Stevenson’dan kamplar ve kamplarda bulunan esir sayıları hakkında önemli bilgiler öğrenildi. İngiliz idaresinde Selanik’te 6 farklı savaş esiri kampı bulunuyordu. Bu kamplar Marsh Pier (Liman) kampı (6,965 Türk), Dudular kampı (1.216 Türk), Novorossisk kampı (478 Türk), Dudular kampı (1.054 Macar), Seres kampı (1.329 Macar), İstanbul Kampı (96 Macar)’ydı. Ziyaretin gerçekleştiği 1919 Haziran-Eylül 1919 tarihleri arasında toplam olarak Selanik esir kamplarında İngilizlerin elinde 9.491 Türk, 4.225 Bulgar, 41 Alman, 4 Avusturyalı ve 64 milliyeti şüpheli esir vardı. Her ne kadar son üç kampta Türk olduğu söylenmese de Kızılhaç heyetinin teftişinden önce veya sonra bu kamplarda Türk esirlerin bulunup bulunmadığı kesin değildi.[804] 1919 yılının başından itibaren savaşan devletler tarafından tutulan

istatistiksel bilgiler de bu sayıyı doğrulamaktaydı. 1919 yılının başı itibariyle Selanik kamplarında 10.592 Türk, 6,882 Bulgar, 20 Alman ve 18 diğer olmak üzere toplam 17.512 esir bulunuyordu. Kızılhaç heyetinin verdiği bilgiler ile karşılaştırıldığında sayılar arasında büyük bir benzerlik görülmektedir.[805]

Selanik’te bulunan İngiliz esir kamplarında Türklerin bulunduğuna dair başka belgeler de mevcuttur. Kıbrıs savaş esir kamp komutanı yarbayın Mağusa Polis Müdürlüğüne gönderdiği Mart 1919 tarihli bir yazıda kendisinden bilgi istenilen Türk esirinin Selanik kampına gönderildiği yazılmıştı. İzmirli İbrahim Osman Bornova’nın Selanik kampına gönderilmesi sebebiyle bu kişinin akrabalarına verilen kampa giriş kartının iptal edilmesi istendi.[806]

Selanik esir kamplarında şehit olan ve Korfu ile Pire şehitliklerine defnedilen askerler, Türklerin bu esir kamplarında esaret günlerini geçirdiğine bir başka delildir. Korfu Türk Şehitliği Osmanlı-Yunan Savaşı, Balkan Savaşı, Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşında esir Türk askerlerinden ölenlerin defnedildiği bir mezarlık iken Pire Türk Şehitliği Balkan Savaşı, Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşında esir olarak alınıp Atina’ya götürülen ve orada hayatlarını kaybeden Türk askerlerinin bulunduğu bir mezarlıktı.[807]

Esaret sırasında veya esaret sonrası anılarında Selanik kampında kaldıklarını belirtenler olmuşsa da bu kişiler yaşadıkları kamp hakkında ayrıntılı bilgi vermemişlerdi. Çanakkale Bayramiç Yiğitler köyünden Muharrem Arlı, Arabistan'da İngilizlere esir düştüğünü ve Selanik’te üç buçuk yıl esir kaldığını anlatmıştı.[808]

Bu kamplarda esaret günlerini geçiren bir başka esir Çanakkale Biga Adile köyünden Osman Ertaş’tı. Yafa’da esir düşen Ertaş, önce Mısır-ı Cedid esir kampında bulunmuş, buradan Port Said limanına getirilmiş, oradan da bir haftalık yolculuk sonunda Selanik'e nakledilmişti. Esirler kamyonlar ile Serez’e götürüldüler ve ovalara kurulan çadırlara yerleştirildiler. Bu kamplarda at eti vermelerine rağmen esirler yemeklerden memnun kalmıştı.[809]

Mehmed Nuri Bey’in hatıratının dışında Dudular esir kampı ve genel olarak Selanik kampları hakkında bilgi veren başkaca hatırat yoktur. 2 Ekim 1917’de İstanbul’dan Filistin Cephesi’ne gitmek üzere yola çıkan esirler, esir düşmesinin ardından muayene sonrası ayrılan 850 esir ile birlikte önce Kantara’ya, oradan 2 gece sonra bir posta gemisiyle Selanik’e götürülmüşlerdi. 7 Kasım 1918’de esirler Beyazkule önünde karaya çıkarılmış, Rumlar, Museviler, İngilizler dâhil tüm Selanik halkı, esirleri rıhtımda seyretmeye gelmişti. Esirler halkın önünde manga kolunda bir saat yürütülerek gece vakti kendileri için hazırlanmış karargâha fırtına ve yağmur altında getirildi. 50’şerli gruplara ayrılan her bir esir gruba bir mahruti çadır verildi. Her bir çadırda 17-18 kişi yatmak zorunda kalmıştı. Esirler 15 gün boyunca çadırlarda dinlenip kendilerine ancak gelebildi. 7 Mart’ta esirler arasından 7 takım seçilerek gruplar halinde Dudular esir kampı’na gönderildi. Mehmed Nuri Efendi, burada birkaç defa firara teşebbüs etmeye kalkışmış fakat başarılı olamamıştı.[810]

İngiliz Selanik Kuvvetleri tarafından Selanik esir kamplarında meydana gelen tüm olaylar ve hareketlilikler “İngiliz Selanik Kuvvetleri Savaş Günlüğü” başlığıyla kaleme alınmıştı. 1 Ekim 1918’den    1919 yılının sonuna kadar Selanik esir

kamplarında gerçekleşen olaylar günlükte gün be gün yazılmıştı. Yalnız bu günlüğün büyük kısmı el yazısı ile yazıldığından ve bir kısmı da silik olduğundan pek çok yeri okunamadı. Günlüğe genel olarak bakıldığında, esirlerin kampa yerleştirilmesi, maden ocakları, yol yapımı gibi işlerde çalıştırılması, kampta meydana gelen hastalıklar ve ölüm olayları, firarlar ve kampın boşaltılması dikkati çeken konular arasındaydı. Günlükler iyi incelendiğinde esirlerin yaşadıkları kamplar ile çalışmak üzere gönderildikleri kamplar birbirinden çok da farklı değildi. Kızılhaç heyeti tarafından ziyaret edilen raporda üç kampın adı geçmektedir. Kalamaris, Dudular ve Karaissi kampları hariç diğer kamplar muhtemelen esirlerin çalıştırılmak için gönderildikleri kamplar veya bu kamplara bağlı küçük kamplardı. Adı geçen tüm kamplar Selanik ve çevresindeydi. Kamplar arasında Dranista linyit madeni kampı, Pernik maden ocağı, Pazarkia çalışma kampı, Randomir kömür madeni, Serez yol inşaatı, Salamanlı çalışma kampı, Langevuk kampı (Selanik ve Stavroz yolundaki çalışma kampı), ve Ajvasil çalışma kampı vardı. Bunlardan hariç Marsh Pier, Ekaterina, Kilo, Naresh, Araklı, Bralo, Devikran, Govesne kamplarının adları da günlüklerde geçmektedir. Günlüklerde Novorossik kampında Türklerin kaldığı yazdığı halde okunabilen kısmında Türk esirler hakkında herhangi bir bilgiye ulaşılamadı. Bunun yanı sıra Türk esirlerin bulunup bulunmadığı anlaşılamayan Dedeagatch esir kampı da günlükte adı geçen diğer bir kamptı. Günlüklerden kampa geliş gidişler ve kamplar arası nakiller de öğrenilebilmektedir. Buna göre 24 Ekim 1918’de 4 Subay, 52 İngiliz yedek subay ve 595 Türk savaş esiri, Dranista’daki Decaville tren hattından trene bindirildiler. İlk tren Dranista’dan saat 06.00’da ayrılmış ve son tren aynı gün saat yaklaşık 13.30’da Ekaterini’ye, bir gün sonra da Doiran’a ulaşabilmişti. Başkumandanlıktan 14 günlük ve Yeniköy’e gidinceye kadar yarım birimlik kumanya alınmasının ardından Teğmen Duncan ve 23 İngiliz yedek subay, 309 Türk ile yola çıktılar. Bir gün sonra 27 İngiliz yedek subay ve 286 Türk savaş esirinden oluşan ikinci parti E.H. Alexander’in komutası altında Dorian’dan ayrıldı ve Yeniköy’e gitti. 27 Ekim 1918 günü ASM Witheridge emri altındaki 17 İngiliz yedek subay ve 159 Türk savaş esiri Yeniköy’den, Radomir’e trenle gitmek üzere ayrıldı. Takip eden günde EH., Alexander emri altındaki 16 İngiliz yedek subay ve 181 Türk savaş esiri Yeniköy’den iki parti halinde birer gün arayla Radomir’e ulaştı. 15 Kasım 1918’de Türk savaş esirleri kamptan Pernik yerleşkesine taşındı. 1 Kasım 1919 günü de Türk savaş esirleri Sezer’de 13 numaralı savaş esirleri kampına ulaştı. 6 Şubat 1919 günü Teğmen Thompson ve Buck L.I., 372 Türk savaş esiri ile 18 numaralı savaş esirleri kampı, Seres’ten Kilos’a geldi. 18 Şubat 1919’da 35 muhafız, 1 subay ve 737 Türk denizci savaş esiri Serez yolu ile 2 numaralı esir kampı Marsh Pier’e yola çıktı. 20 Nisan 1919’de 100 Türk savaş esiri, 5 numaralı savaş esirleri kampından Selanik’e nakledidi. 25 Nisan 1919’da ise 346 Türk savaş esiri James’e getirildi. Bir gün sonra da 321 Türk savaş esiri James’ten döndü. 19 Şubat 1919’da 3 Türk savaş esiri, Selanik’teki 17 numaralı savaş esirleri kampına nakledildikleri sırada Saragol’de kayboldu. 1 Aralık 1917’de 499 Türk esiri, Karaissi kampından Ajvasıl esir kampına geldi. 14 Mart 1918’de 302 Türk ve İngiliz personel Pazarkia’dan Langevuk’a gönderildi. 13 Kasım 1918’de 580 Türk savaş esiri Marsh Pier’e gitti. 1 Nisan 1918’de 100 Türk savaş esiri 7 numaralı esir kampı Kilo’dan Narech’e gönderildi. Selanik Karaissi savaş esirleri kampına ait günlükler ise Mart 1918- Aralık 1919’da arasında tutulmuştu. Günlükten anlaşıldığına göre kampta Alman, Bulgar ve Türk esirler kalmaktaydı. 27 Aralık 1919’da kamp kapatıldı. Kamptaki temizlik görevlileri hariç tüm İngiliz, Hintli subay ve diğer görevli askerler ile birlikten savaş esirleri Marsh Pier’deki 1 numaralı kampa nakledildi. Bu tarihler arasında kampta meydana gelen geliş ve gidişler aşağıdaki gibidir:753

Tablo 2.3: Marsh Pier Kampına Gelen Giden Türk Esir Sayıları

Tarih

Sayı

Açıklama

01.04.1918

251 Türk esir

Ekaterina kampına gönderilmiştir.

03.04.1918

50 Türk esir

Kilo 7 kampına gönderilmiştir.

753 “İngiliz Selanik Kuvvetleri Savaş Günlüğü, Cilt 1, Savaş Esirleri Kampı”, TNA, WO., 95/4945.


 

09.04.1918

33 Türk

Naresh kampına gönderildi.

11.04.1918

188 Türk

Araklı kampından geldi.

13.04.1918

239 Türk

Ekaterina kampına gönderildi.

16.04.1918

90 Türk

Kilo 34 kampına gönderildi.

17.04.1918

308 Türk

Pazarkia kampından geldi.

18.04.1918

295 Türk

Ekaterina kampına gönderildi.

18.04.1918

77 Türk

Dudular kampına gönderildi.

01.05.1918

14 E.E.F (Mısır Sefer Kuvvetleri) Türk

Ekaterina kampına gönderildi.

06.05.1918

28 Türk

Kalamaria kampına gönderildi.

08.06.1918

46 E.E.F Türk

Dudular kampına gönderildi.

12.06.1918

40 E.E.F Türk

Navesh kampına gönderildi.

29.06.1918

13

Türk kampından (?) den kampa getirildi.

01.07.1918

4 Türk

Transfer için PM’ye gönderildi.

02.07.1918

18 Türk

(?) den kampa geldi.

02.07.1918

2 Türk

Navesh kampına gönderildi.

04.07.1918

17 Türk

Hp? den kampa geldi.

06.07.1918

11 Türk

Dudular kampına gönderildi.

09.07.1918

17 Türk

Hp den geldi.

11.07.1918

14? Türk

Dudular kampına gönderildi

16.07.1918

12 Türk

HP den kampa geldi

17.07.1918

10 EEF Türk

Dudular kampına gönderildi.

24.07.1918

179? EEF

Türk

Ekaterina kampından getirildi.

27.07.1918

11 Türk

HP den kampa geldi

12.08.1918

1226 Savaş esiri Türk

ile 3 savaş esiri Türk subayı Mısır’dan kampa getirildi.

16.08.1918

400

Savaş esiri Türk Kıbrıs’tan kampa getirildi.


 

18.08.1918

100 Savaş esiri Türk

Mars Pier’e sevk edildi. 122 artı 23 savaş esiri asker ile 1 Türk savaş esiri Türk subayı Bralo’ya sevk edildi.

19.08.1918

200 Savaş esiri Türk

Dudular kampına sevk edildi. 114 tüccar ise Marsh Pier’e gönderildi.

21.08.1918

100 Savaş esiri

Dudular kampına gönderildi

27.08.1918

450 Savaş esiri

Dudular kampına gönderildi

30.08.1918

246 Savaş esiri

Dudular kampından geldi

06.09.1918

350 Türk

Bralo’ya gönderildi.

07.09.1918

206 Türk ve 2 Türk subayı

Marsh Pier’e gönderildi.

08.09.1918

350 Türk

Bralo’ya gönderildi.

09.09.1918

44 Türk

Dudular kampına gönderildi.

14.09.1918

400 Türk

Kıbrıs’ta kampa getirildi.

17.09.1918

27 Türk

Dudular kampına gönderildi.

18.09.1918

200 Türk

Dudular kampına gönderildi.

23.09.1918

57 Türk

Marsh Pier’e gönderildi.

03.10.1918

113 Türk

Marsh Pier’e gönderildi.

11.10.1918

26 Türk

Marsh Pier’e gönderildi.

12.10.1918

122 Türk

Dudular kampına gönderildi.

14.10.1918

33 Türk

Dudular kampına gönderildi.

27.10.1918

19 Türk

Dudular kampına gönderildi.

12.11.1918

45 Türk

5 numaralı Dudular kampına gönderildi.

12.11.1918

25 Türk

Marsh Pier’e gönderildi.

12.11.1918

Yüzbaşı

Keenan?

Eğer Türk ise Border Regt. No 19 Dranista kampına gönderildi.

15.11.1918

Yüzbaşı

Keenan?

Yukarıdaki kampta geri geldi


 

15.11.1918

Binbaşı

Keenan?

Kilo 74 20 numaralı kampa gönderildi.

12.11.1918

35 Türk

Türk 5 numaralı Dudular kampına, 42 2 numaralı Marsh Pier kampına gönderildi.

30.11.1918

48 Türk

2 numaralı Marsh Pier, 17 savaş esiri de 5 numaralı Dudular esir kampına gönderilmişlerdir.

10.12.1918

65 Türk

2 numaralı kampa, 20 Türk 5 numaralı kampa gönderildi.

17.12.1918

20 Türk

Piyade Eğitim Okulunda kışlaya gönderildi.

22.12.1918

67 Türk

2 numaralı kampa, 15 Türk 5 numaralı kampa gönderildi

27.12.1918

46 Türk

2 numaralı kampa gönderildi.

31.12.1918

64 Türk

2 numaralı kampa, 20 Türk 5 numaralı kampa gönderildi

13.01.1919

32 Türk

2 numaralı kampa gönderildi.

29.01.1919

37 Türk

2 numaralı kampa, 19 Türk 5 numaralı kampa gönderildi.

13.02.1919

-

Devikran’daki 18 numaralı kamptan getirildi

19.02.1919

461 Türk

Marsh Pier kampına gönderildi.

25.02.1919

131 Türk

Marsh Pier kampına gönderildi.

25.03.1919

14 Türk

Marsh Pier’de bulunan 1 numaralı kampa gitti

04.04.1919

5 Türk

Dudular’da bulunan 5 numaralı kamptan geldi

08.04.1918

7 Türk

Marsh Pier’de bulunan 1 numaralı kamptan geldi.

22.04.1919

8 Türk

600 M.T.’de bulunan kıtadan getirildi.

27.04.1919

6 Türk

Dudular’da bulunan 2 numaralı kampa


 

 

 

gitti.

14.05.1919

9 Türk

1 numaralı kamptan geldi

25.05.1919

14 Türk

1 numaralı kampa gönderildi.

26.05.1919

6 Türk

1 numaralı kampa gönderildi.

04.06.1919

6 Türk

Dudular’da bulunan 2 numaralı kamptan geldi

08.06.1919

12 Türk

Marsh Pier’de bulunan 1 numaralı kamptan geldi.

12.06.1919

7 Türk

2 numaralı kampa gitti.

13.06.1919

101 Türk

(Marsh Pier’de bulunan) 1 numaralı kamptan geldi.

17.06.1919

8 Türk

1 numaralı kampa, 7 Türk 2 numaralı kampa gitti

07.07.1919

97 Türk

Marsh Pier’de bulunan 1 numaralı kampa gitti

09.07.1919

18 Türk

1 numaralı kampa, 8 Türk 2 numaralı kampa gitti

18.07.1919

459 Türk

Marsh Pier’de bulunan 1 numaralı kamptan geldi.

19.07.1919

43 Türk

Lembet’te kışlaya gönderildi.

04.08.1919

200 Türk

Dudular kampından geldi.

05.08.1919

42 Türk

Lembet Kışlasından geldi.

30.08.1919

20 Türk

1 numaralı kamptan geldi.

08.09.1919

Dudular

5 numaralı kamptan geldi.

22.09.1919

34 Türk

Lembet Kışlasından geldi

23.09.1919

97 Türk

Marsh Pier’de bulunan 1 numaralı kampa gitti.

24.09.1919

20 Türk

Marsh Pier’de bulunan 1 numaralı kampa gitti.

25.09.1919

24 Türk

Marsh Pier’de bulunan 1 numaralı kampa gitti.

 

01.10.1919

8 Türk

1 numaralı kamptan geldi.

04.10.1919

9 Türk

1 numaralı kampa gitti

07.10.1919

8 Türk

1 numaralı kamptan geldi.

10.10.1919

12 Türk

1 numaralı kamptan geldi.

24.10.1919

25 Türk

Lembet Kışlasından geldi.

09.12.1919

-

Kampın izolasyonuna son verilmiştir.

11.12.1919

47 Türk

Marsh Pier’de bulunan 1 numaralı kampa gitti.[811]

Kaynak: “İngiliz Selanik Kuvvetleri Savaş Günlüğü, Cilt 1, Savaş Esirleri Kampı”, TNA,

WO., 95/4945.

2.4.1                        Selanik yakınlarında Dudular Esir Kampı

Kızılhaç heyeti tarafından 11 Temmuz 1919’da ziyaret edilen kampta, 1.054 Bulgar savaş esiri, 1.216 Türk savaş esiri bulunuyordu. Üst Sorumlu Komutan Yarbay Steveson, kampın komutanı ise Binbaşı Alexander’dı. Ayrıca kampta politik nedenlerle tutulan sivil esirler de vardı. Yerleşkeler, sekiz kilometre yükseklikte Selanik’in kuzeydoğu tarafında sıcak fakat kapalı bir alanda yer alıyordu. Kampın bulunduğu yer büyük bir alan olup etrafı tel örgülerle kaplıydı. Kamp temiz ve sağlam tutulur ve her gün kontrol edilirdi. Lojmanlar dikey çadırlardan oluşmaktaydı. Her çadırda 8 esir kalıyordu. Bu çadırların konforu ve yapılışları diğer kamplara örnek olarak gösterildi. Üst tarafı az da olsa açılabilen çadırlar sayesinde aşırı sıcak havalarda içeri hava girebilmekte, bu sayede çadırın içi ferah olmakta ve dışarıdaki sıcaklığın girmesi engellenmekteydi. Kampın güvenliğinde Hint askerleri de görev almıştı.[812]

İçme suları ve diğer sular yakınlarda yapılan kanalizasyon borularından temin ediliyordu. Bu kanalizasyon sistemi bütün bölgeye su sağlamaktaydı. Pratik inşa edilmiş yerleşkeler sayesinde esir askerler lavabo ve tuvaletleri temiz bir şekilde kullanabildi. Tuvalet ve lavabo zaman zaman dezenfekte edilmekte olup her gün yıkanmaktaydı. Bu nedenle, diğer kamplarda görülen temizlik ve hijyen konusunda sıkıntılar bu kampta görülmedi. Duşların her biri düzgün bir şekilde monte edilmiş, duvar parçalarıyla etrafları dolandırılmıştı. Kampta herkesin en azından haftada bir kez duş alabilecekleri kadar yeterli sayıda banyo vardı. Bunların dışında kapalı bir alanda tuvaletler ve çöpleri yakabilmek için bir fırın bulunmaktaydı.[813]

Kızılhaç heyetine göre mutfaklar ilginç bir şekilde bir esir kampından beklenmeyecek kadar aşırı temizdi. Kızılhaç heyeti, kamptaki aşırı temizliğe şaşırdığını raporlarına yazdı. Herkes çok rahat görünmekte ve garip bir şekilde kapalı alanlardaki yerlerde çok sayıda halı bulunmaktaydı.[814]

Bu kampta kalan esirlerden birisi Mehmed Nuri Bey’di. Kasım 1918’de Selanik esir kampına yerleştirilen Mehmed Nuri Bey, 7 Mart 1919’de esirler arasından seçilen 7 takım ile birlikte Dudular esir kampına gönderilmişti. Mehmed Nuri Efendi, burada birkaç defa firara teşebbüs etmeye kalkışmış fakat başarılı olamamıştı. Dudular esir kampında esirler vilayetlere göre toplandı.[815]

2.4.2                        Karaissi Esir Kampı

Selanik yakınlarında bulunan bu kampın komutanı Yarbay Stevenson’du. 11 Temmuz 1919’da kampı ziyaret eden Kızılhaç heyeti, kampta bulunan esir sayılarını ve kampın fiziki şartlarını raporlarında ifade etmişlerdi. Kamptaki 1.746 Bulgar esirinden 783’ü 15-18 Temmuz 1919’da kampa getirildi. Kampta ayrıca 832 Türk, 41 Alman ve 4 Avusturyalı esir bulunup Alman esirlerinin 13’ü Kalamaria karargâhındaydı. Durumları şüpheli 64 esir vardı ki bunlar şartlı olarak kamp dışına çıkabiliyorlardı. Bunların 15’i Türk, 60’ı Bulgar’dı. Karaissi kampı ayrı bir kamp değildi. Fakat ana kamp olarak görülmekteydi. Yüksekte kurulan kamp, Selanik’in batı tarafında kalıyordu. Lojmanlar Dudular esir kampı ile aynıydı.[816]

İçme suyu için kampta su depoları bulunuyordu. Banyo ve temizlik için ise ayrı su depoları vardı. Her hafta sonu esirlere çok miktarda sabun dağıtılıyordu.

Tuvaletler temiz tutulmakta ve ayrı bir yerde kurulmuştu. Bu nedenle tuvaletlerde hiçbir koku yoktu.[817]

2.4.3                        Kalamaria Esir Kampı

Kızılhaç heyeti yetkilisi Schazam tarafından 16 Temmuz 1919’da gerçekleşen ziyaret sonrası hazırlanan rapora göre bu kampta 230 Türk Askeri ve 13 Alman asker bulunmaktaydı. Kampın yapısı diğerlerden daha farklıydı. İki bölümden oluşmakta ve aralarında yaklaşık 300 metrelik bir mesafe bulunmaktaydı. Kamp, Serez yolu üzerinde Selanik’ten çok uzak olmayan ve yaklaşık olarak denizden bir buçuk kilometre uzak bir yerde kurulmuştu. Kampın etrafında bolca yeşil alan ve ağaç türleri bulunmaktaydı. Bu nedenle buradaki esirler yiyecek sıkıntısı çekmedi. Selanik’i gören bir yerde kurulan kampta, İngiliz subaylar için tenis oynanabilecek iki alan düzenlenmişti. Esirlerin kaldıkları lojmanlar, hastane ve hastanede kullanılan bütün malzemeler çok temizdi. Kamptaki Alman esirlerin hepsi profesyonel makinistlerdi. Alman esirler Kalamaria kampındaki bütün arabaları tamir etmiş ve bu sebeple de yetkililer kendilerinden her zaman memnun kalmıştı.[818]

2.5                        Malta Esir Kampı

Malta Adası’nın en belirgin özelliği, 30 Ekim 1918’de imzalan Mondros Ateşkes Antlaşması ardından 1919 sonrası adaya getirilen siyasi suçluların tutulduğu yer olmasıdır. İstanbul’u fiilen işgal eden İngiltere, Mütareke’nin ilk aylarında kendileri için tehlikeli gördükleri kişileri ele geçirmeye çalıştı. Bu amaçla, İngiltere Mütareke’ye direnen veya direnme ihtimali olan kişileri, gözaltında tutulması gereken üst düzey askerleri, devlet memurlarını, yazarları, aydınları, İttihat ve Terakki Parti önderleri başta olmak üzere üyelerini, İngiliz esirlere kötü muamele yaptığı iddia edilen görevlileri, Ermeni tehcirine karışanları, Türk Milletini işgale karşı direnişe teşvik edecek ve yol gösterecek Milli Mücadele’nin önde gelenlerini Malta Adası’nda tutmaya karar verdi.[819] İzmir işgali sonucu halkın bu hukuksuz tutuklanmalara karşı protestoların artması üzerine bu önemli şahsiyetler Malta’ya gönderildi.[820] Diğer taraftan ada sadece siyasi suçluların tutulduğu bir esir kampı olmayıp savaş süresince esir düşen er, erbaş ve subayların da getirildiği bir yer olmuştu. Mısır’ın değişik kamplarından farklı sebepler ile Malta Adası’na çok sayıda savaş esiri nakledildi. Bu kişiler, genelde Mısır’dan getirilen Türk esirleri olup sayıları çok olmasa da pek çoğunun Mısır esir kamplarında kendileri için tehlikeli olan önemli kişiler olduğu görülmekteydi.[821] İngilizler daha 1914’ün Eylül ayında savaş başlarken ilk Türk esir kafilesini Malta’ya yerleştirdi. Her ne kadar savaş esiri olmasa da Eyüb Sabri Bey adanın en kıdemlileri arasındaydı. Gelenleri karşılamış ve ev sahipliği yapmıştı. İngilizlerin amacı, yöneticileri ve ileri gelenleri tutuklayarak Türk halkının direniş gücünü kırmaktı.[822]

İngilizlerin Malta’ya gönderdikleri kişiler, savaş esirleri ve siyasi şahıslar ile de sınırlı kalmadı. Yenbulbahir ve Raca’da esir edilen memurlar, Port Said Kömür Memurluğu kitabetinde müstahdem iken İngilizler tarafından esir alınan işçiler[823], Mısır’da yakalanan eczacı, Mısır belediye başkanı vs. ile bölgede ticaret yapanlar da esir olarak Malta’ya getirildi.[824] Mısır’da tutuklanmak için Osmanlı tabiiyetinde olmak İngilizler için yeterliydi. Pek çok kişi Bulgar olduğunu iddia ederek tutuklanmaktan kurtulmaya çalışmış fakat kendilerini dinleyen olmamış ve adaya esir olarak nakledilmişti.[825] Süleymaniye, Yunanistan ve Venedik gibi değişik ülkelerdeki konsoloslar da bulundukları yerlerde tutuklandı ve Malta’da mahkûm edildi.[826] Ayrıca 1915 yılında Yemen’den geri dönerken subay ve subay adayları da tutuklanarak adaya gönderilen esirler arasındaydı.[827]

Malta Adası savaş süresince değişik sebepler ile tutuklananların alıkonulduğu bir merkez haline geldi. Tahran vapurunun başmakinisti Ali Tahir imzası ile Malta’dan Harbiye Nezaretine gelen 7 Şubat 1915 tarihli mektupta görülmektedir ki Akdeniz’de yolcu ve eşya nakleden Tahran vapuru İstanbul’a döndüğü sırada Urla açıklarında bir Fransız kruvazörü tarafından durdurulmuş; gemi harp esiri addedilerek Malta’ya sevk edilmiş ve içindekiler üç ay burada hapsedilmişti. Burada geçimlerini sağlayamayan esirlerin İngiltere Hükûmetine yaptıkları müracaat sonuçsuz kaldı. Yazdıkları mektuplarda maaşlarının ödenmesi için şirket müdürlüğü tarafından gerekli teşebbüslerin yapılması aksi takdirde kendilerinin ve ailelerinin iaşelerini temin edemeyeceklerini söylediler. Esirler arasında Üsküdar Bülbülderesi’nde oturan Hacı Emine Hanım’ın damadı Ali Tahir’den başka Hüseyin (lostromo), Hüseyin (kazancı), Veysel (kazancı), Şaban (kazancı), ve Mecid (kazancı) de bulunmaktaydı.[828]

Malta Adası’nda esaret günlerini geçirmiş askerlerden birisi Mirliva (General) Said Paşa’ydı. Said Paşa, Meşrutiyeti müteakip Yemen’e gitmiş ve orada görev yapmış cesur ve dirayetli bir askerdi. Aden’den gelen düşman saldırıları sonucu kolordusunun anavatan ile her türlü ulaşımı kesilmiş olmasına rağmen dört sene kadar harbi kendi başına idame ettirmiş ve hatta arazi dahi kazanmıştı. Siyasetle ile hiçbir alâka ve münasebeti olmayan Said Paşa Mısır’da bir müddet esir olarak bulunduktan sonra İstanbul’a döndü. Aden Savaşı’nda kendisini yenemeyen İngilizler büyük bir intikam hırsıyla evini bastılar ve cebren Malta'ya gönderdiler.[829]

Malta hapishanelerinde tutulmuş kişiler arasında savaş sırasında önemli görevler yapan kamu görevlileri de vardı. Birinci Dünya Savaşı başlarında Atina Büyükelçisi Galib Kemali Efendi, Enver Paşa’dan aldığı emirle o sırada Atina’da bulunan Macid Efendi’ye önemli bir görev vermişti. Mısır ve Trablusgarp arasında emrinde ciddi bir kuvvet bulunan Nuri Paşa maddi sıkıntılara girmiş ve İstanbul Hükûmetinden yardım istemişti. Arnavutluk yolu ile Nuri Paşa’ya ulaştırılmak üzere biner liralık torbalar halinde binlerce lira Atina’ya getirilmiş fakat kuzey yolu tamamen kapalı olduğundan bu paralar yerine ulaştırılamamıştı. Galib Kemali Efendi’nin isteği üzerine bu para Girit yolu ile Macid Bey tarafından Nuri Paşa’ya ulaştırıldı. Macid Bey ayrıca Nuri Paşa’nın yanında bulunan Alman subaylara da para götürme işini başarıyla yerine getirdi. Bu amaçla ondan fazla Mısır Atina arasında gidip geldi. Macid Bey’in Alman Elçiliğine de önemli evraklar götürdüğü olmuştu. Yalnız seyahatleri İngiliz casusları tarafından fark edildi ve Alman Elçiliğinden çıkarken görüldü, ve ardından Atina’ya giderken İngilizler tarafından derdest edildi. 13 gün sonra Malta’da Verdala Hapishanesine gönderildi. Malta’yı kuşatan Turgut Reis tarafından kışla olarak inşa edilen hapishane ıssız bir yerde yüksekçe bir alanda kurulmuştu. Virdullah olan ismi, İngilizlerce Verdala olarak değiştirildi. 27 ay burada mahzun bir şekilde kaldıktan sonra Mısır İngiliz Yüksek Divanı tarafından İskenderiye’de Gabbari Hapishanesine nakledild,. Nuri Paşa ve Macid Bey arasındaki tüm ilişki sonradan bir anlaşmazlığa düşülmesi üzerine Nuri Paşa’ya erzak taşıyan bir kişi tarafından ihbar edilmişti. Macid Bey bu hapishanede küçücük, karanlık ve demir kapılı bir odada günlerce yalnız kaldıktan sonra İngiliz Yüksek Divanı tarafından savaş mahkemesine çıkarıldı ve idama mahkûm edildi. Macid Bey’in idama mahkûm edilmesinde Nuri Paşa’ya getirdiği altınlardan çok Almalara yardım etmesi rol oynamış ve kurşuna dizileceği kendisine tebliğ edilmişti. İdama mahkûm olmasından dolayı içinde hiçbir üzüntü olmamasına rağmen evlenmemiş bir kız kardeşi için müteessir olmuştu. İki ay sonra aynı divan infaz kararını vermek için toplandı ve Macid Bey’in tüm yaptığı işler, o vakitte savaşa iştirak etmemiş olan Yunanistan üzerinden yapılması hafifletici sebep sayıldı ve savaş bitimine kadar hapis tutulması şartıyla beraat etti. Mütareke sonrası da serbest bırakıldı.[830]

Yukarıda açıklandığı gibi Malta Adası’nda, sadece siyasi değil Osmanlı ordusunda görev yapmış er ve erbaşlar da bulunmuştu. Arşiv kayıtlarında Malta Adası Osmanlı savaş esirlerinin bulunduğu esir kampları arasında gösterildi.[831] 1 6. Fırka Kumandanı, 8 Mart 1921 tarihli esaret sonrası verdiği ifadesinde Kıbrıs ve Malta Adalarında asker ve subayların az bir miktar bulunduğunu fakat kesin sayının bilinmediğini söylemişti.[832]

Malta Adası’nda asker esirlerin de bulunduğu Malta esir kamplarından ailelerine yazılan mektuplarda da görülmektedir. 6 Mayıs 1916’da Malta Adası’nda bulunan bir askerin St. Claments Kalesi’nden annesine yazdığı mektupta sağlık durumunun iyi olduğunu fakat esir kaldığı kampta ailesinden 8 aydır haber alamadığından söz etmektedir. “Burada çektiğimiz bunca sefalet ve ızdırâbât yetişmiyormuş gibi bir de sizi düşünmek felâketine tahammül için kendimde kuvvet bulamıyorum. Acaba kürre-i arzda Malta’daki Osmanlı üserasını düşünen, hiç olmazsa aklına getiren bir kimsede mi yok?” diyerek kendilerini esir kamplarında unutan yetkililere sitem ediyordu.775 [833]

Esaret sırasında esirlere verilen borç paralar hakkında iki devlet arasında gerçekleşen yazışmalar, Malta Adası’nda savaş esirlerinin barındırıldığına bir başka delildi. Ankara Müdafaa-i Milliye Vekili adına Ali Hikmet tarafından 9 Ocak 1922’de gönderilen bir telgrafta Malta’dan dönen esir subayların esarette aldıkları borç paraların ödenmesi için İngiltere Hükûmeti tarafından verilmiş olan şilin akçelerin Osmanlı parası ile kaç kuruşa karşılık geldiği öğrenilmek istenmekteydi. Bir İngiliz parasının 6 kuruş olduğu bilgisi verilmişti.[834]

Cidde Hastanesinde doktor olarak görev yaparken esir düşüp ilk kafilede yurda dönen bir binbaşının esaret sonrası verdiği ifadesinde Mısır esir kamplarında sorun çıkaran esirlerin Malta’ya sürüldüğünden bahsedilmektedir. Albay Ali Fıtrî Bey, Yarbay Halil Bey, bir binbaşı, alay kumandanları ile iki doktor, diğerleri yüzbaşı, çoğunluğu da tabur kumandanı olmak üzere toplam 27 subay karargâhta İngiltere Hükûmetinin takip ettiği siyasete mâni olduğu ve kampın huzurunu bozduğu gerekçesiyle Malta’ya sevk edilmişti. Bu esirler arasında bu ifadeyi veren bir doktor binbaşı da vardı. Esirler on sekiz ay boyunca Malta’da Vauban usulünde yapılmış, dışarı ile irtibatı tamamen kesilmiş, mazgal pencereleri tahta ile kapatılarak esirlerin dışarı bakması bile engellenmiş bir kampta yaşamak zorunda bırakıldı. Uzun bir süre burada kalan esirler bir süre sonra Seydi Beşir esir karargâhına geri gönderildi.[835]

Malta esir kamplarına dair Kızılay Arşivinde de çok sayıda belge bulunmaktadır. Bu belgeler genelde esirlerin ve ailelerinin birbirlerine yazdıkları ya da birbirinden haber alamaması sebebiyle Kızılaya veya ilgili yerlere yazdıkları esirlerin veya ailelerin akıbetleri ile ilgili mektuplardı. Konu hakkında sonraki bölümde ayrıntılı bilgi verilecek olup burada birkaç örnekle yetinilecektir. Aydın Vilayeti Polis Müdüriyeti Tahrirat Kaleminden Kızılay Cemiyeti Üsera Komisyonu Başkanlığına gelen 25 Aralık 1916 tarihli yazıdan Malta’da esir olduğu bildirilen Selanik muhacirlerinden İsa oğlu Senik Hüseyin’in aile efradının İzmir’de bulunamadığı ve nerede olduklarına dair bir malumat elde edilemediği anlaşılmaktadır.778 [836] Üsera Komisyonu Başkanlığına gelen 5 Nisan 1917 tarihli mektupta da Malta’da esir olarak bulunan Abdussamed’den bahsedilmektedir.[837] Ayrıca Beyrut Dârülmallimînden Ziraat Muallimi, Dersaadete yazdığı 12 Haziran 1915 tarihli mektubunda Malta Adası’nda esir bulunan eniştesi Ali Bey’e, takriben bir seneden beri her hafta mektup yazdığını, buna rağmen kendisinden bir satırlık bir mektup bile alamadığından söz etmektedir. Ailesine gönderilmesi gereken yarı maaş dâhil kendisinden bir haber alınamamıştı.[838] Kızılay arşiv belgelerinde Malta esir kamplarında bulunan yardıma muhtaç Osmanlı esirlerine yardım edilmeye çalışıldığı da görülmektedir. Bu konuya da ayrıca ilgili bölümde yer verilecektir.[839] Büyük Millet Meclisi Umur-ı Hariciye Vekâleti 13 Temmuz 1921’de Kızılay Temsilciliğine Mısır’da 15.000 Türk esirinin İngiliz doktorları tarafından değişik bahaneler ile kör edilmesi konulu bir yazı göndermişti. Yazıda Malta ve Mısır’da görülen değişik hastalıklardan bahsedilmekte ve bunun da en önemli sebebinin esirlerin bakımsızlığı ve kötü muamele olduğuna değinilmekteydi.[840]

İngilizlerin pek çok zaman tutukladıkları Osmanlı askerlerine sivil esir muamelesi yaptıkları olmuştu. Mehmed Efendi oğlu Teğmen Çarşambalı Tahsin, Yedek Subay Yahya İsmail Hakkı Efendi ve Onbaşı Mustafa, Mısır’da bulunan İngiliz yetkililer tarafından tutuklandıktan sonra sivil esir muamelesi görerek Malta’ya gönderilmişti. 28 Eylül 1915’de bu durum İstanbul Amerikan Büyükelçiliği vasıtasıyla İngiliz Dışişleri Bakanlığına iletildi. Söz konusu üç savaş esirinin

Osmanlı İmparatorluğu donanması personeli olması sebebiyle askeri esir olarak rütbelerine göre muamele görmeleri gerektiği İngiltere Hükûmetine bildirildi.[841]

Özetle çalışmanın konusu Birinci Dünya Savaşı’nda esir düşen Osmanlı savaş esirleri olması sebebiyle Mondros Ateşkes Antlaşması sonrası İstanbul’dan adaya gönderilen siyasi şahıslar ve savaş sırasında esir alınsa dahi sivil esir sayılan Eyüb Sabri Bey gibi kişiler ayrı bir çalışma konusu olduğu için tez dışı tutuldu.

2.5.1                        St. Claments Esir Kampı

Osmanlı Hükûmeti, tüm esir kamplarında olduğu gibi Malta esir kampında bulunan esirlerin de akıbetini öğrenmek için farklı devletlerin aracılığıyla teşebbüslerde bulundu. Özellikle Amerikan Elçiliği, Osmanlı esirlerin durumu hakkında İngiliz yetkililer ile diplomatik ilişkilerde arabulucu oldu. Malta’daki Amerikan Konsolosluğundan Osmanlı Hükûmetine gelen bir tezkireye göre bu şehirdeki İngiliz otoriteler, konsolosa, kendileri ile her temas kurmak istediğinde yahut bir ricada bulunduğunda Osmanlı savaş esirleri ile serbest ve güvenilir biçimde görüşmesi için her türlü kolaylığın sağlanacağı konusunda güvence verdi. Amerikan Konsolosu bu esirlerin kendisinin iyi niyetli hizmetine başvurmaya çok az ihtiyaç duyduklarını, yaşamlarını elverişli bir hale getirmek isteyen İngiliz otoritelerin çabalarından memnunmuş gibi göründüklerini açıkladılar.[842]

Osmanlı Devleti’nin kendi askerleri hakkında güncel bilgi alma teşebbüsleri savaş süresince devam etti fakat her defasında istenilen sonuca ulaşılamadı. Malta’daki Osmanlı esirlerine ilişkin İngiltere Hükûmetinden istenen cevap çoğu zaman gelmedi. Mesela İstanbul Amerikan Büyükelçiliği, 26 Ağustos 1916’da Osmanlı Hariciye Nezaretinden kendisine gelen Malta’daki belirli Osmanlı esirlerine yapılan muamele ile ilgili sözlü notasını İngiltere Hükûmetine bildirmiş ancak İngiltere Hükûmeti bu notaya herhangi cevap vermemişti.[843] Bir yıl sonra 26 Mart 1917’de İkinci Ordu Genel Komutanlığı Malta’da gözaltında tutulan Osmanlı savaş esirlerinin kötü muameleye maruz kaldıkları bilgisini almıştı. Bunun üzerine Osmanlı Devleti iddiaları İngiltere Hükûmetinin bilgisine sunmasını, ayrıca Osmanlı Devleti’nin bu olayları protesto ettiğini kendilerine bildirmesini ve bu olaylara bir son verilmesi için gerekli tedbirlerin alınmasını bir kez daha Amerikan Büyükelçiliğinden talep etti.[844]

Osmanlı Devleti’nin diplomatik notaları sonrası İsveç Konsolosluğu 1917 sonunda bir rapor hazırlamış ve ilgili devletlere 1918 yılının başında ulaştırmıştı. Kampa yapılan sık ziyaretler sonucu hazırlanan ve Türk savaş esirlerinin durumları hakkında bilgi veren rapora göre esir kampının konaklama şartları bir esirin yaşaması için uygun olarak gözlemlenmişti. Malta’daki kamplardan birisi olan Verdala Kışlası, Valletta’dan büyük limanla Cottonera Tepesi arasında uzanmakta ve sağlıklı bir konumda yer almaktaydı.[845] Raporda genel olarak esir kamplarının şartlarının iyi olduğu vurgulandı. İngiltere Hükûmeti, Osmanlı Hükûmetinin dikkatinin özel olarak bu rapora çekilmesini istedi. Raporu hazırlayanlar raporda tüm esirleri memnun etmek ve kamptaki görevlerini yerine getirmek için kamp kumandanının, subayların ve tüm personelin her zaman yardıma hazır olduklarını söylemişti. Esirler raporu hazırlayan heyete bazı önemsiz istisnalar haricinde memnuniyetlerini belirtmiş, kamp kumandanı, subaylar ve tüm askeri yetkililer konsolosluk temsilcilerine tüm kolaylığı göstermişti. Esirlerin kaldıkları yerin teftişinde hiçbir baskı ve kısıtlama, esirler ile görüşme hiçbir engelleme olmadığı kaydedildi.[846]

Raporda Malta esir kampındaki Türk esirlerin sayısı 307 gösterilmiş olup 219’u kışla bölümlerinde barakalarda ve 88’i de bez çadırlarda konaklıyorlardı. Esirlerin 42’sinin asker, 265’nin ise sivil olduğu söylenmekteydi. Türk esirlerin kamplara göre dağılımı şu şekildeydi:[847]

Tablo 2.4: Malta Kamplarındaki Türk Esirlerin Sayıları

Kampın Adı

Adet

St. Claments kampında bez çadırlarda

22

Polverista’daki kışla bölümlerinde

60

Verdala kampı

35

St. Claments kampı

124

RockGate kampında bez çadırlarda

66

Kaynak: TNA, FO., 383/458; BOA, HR. SYS., 2201/51.

Her ne kadar İngiliz Milli Arşivinde bulunan rapor Malta esir kampının genel özelliklerinden bahsetse de Osmanlı Arşivinde bulunan nüshasından St. Claments kampının kastedildiği anlaşılmaktadır. Esirlerin kampta mesire ve spor için geniş bir alanı vardı. Grup olarak alınıp gezinme ve egzersiz için izin verilmekteydi. Yaz boyunca gruplar banyo için denize alınıyordu. Kışlalar konforlu olup bölümlerde veya bez çadırlarda lavabo ve 1 sandalye bulunmaktaydı. Her esire 2 minder, çift katlı 3 battaniye, yastık ve demir aksamlı yatak veriliyordu. Esirlere adil bir şekilde çamaşır temin ediliyordu. Hizmetçiler, garsonlar, aşçılar vb. esirlerin alt sınıflarından seçilmiş ve ücretleri sözleşmeli işveren tarafından ödenmişti. Birtakım esirler kamp düzenlemelerinin yerine getirilmesinden sorumlu tutulmuştu.[848]

İngiliz yetkililer kamplarda hayatın çok güzel olduğunu kamuoyuna göstermek için kendi görevlendirdikleri kişilere kampın şartları anlatan raporlar hazırlattı. Hazırlanan bu raporlardan birisne göre kampta, lavabolar, banyolar ve çamaşır yıkama yerleri yeterli sayıdaydı. Sıhhi düzenlemeler mükemmeldi ve esirlerin sıhhi durumları çok iyiydi. Medikal yardım ücretsiz sağlanmakta ve hastalara hastanede çok iyi bakılmaktaydı. İçme suyu kaynatılmış olarak bol miktarda veriliyordu.[849]

Esirlere posta aracılığıyla gazete almalarına izin verilmedi. Ancak kamp kumandanı tarafından esirlerin yaşlarına göre temin edilen belirli gazeteleri okumalarına müsaade edildi. Esirlerin para gönderme imkânı olup aynı zamanda çamaşır ve yiyecek malzemesi de isterlerse gönderebiliyorlardı. Esirlerin nakit olarak bir pound taşımasına, beş pounda kadar daha büyük birikimleri için yirmi şilin değerinden daha pahalı şeyleri satın da yine izin verilmekteydi.[850]

2.5.2                        Verdala Esir Kampı

Malta Amerikan Konsolosu Malta’daki Verdala sivil ve askeri toplama kamplarını 1915 yılının sonunda ziyaret ettiğini ve esirlerin gördükleri muameleden memnun bulduğunu ifade eden bir rapor düzenlemiş ve bu raporu ilgili devletlere 1916’da iletmişti. İngiliz yetkilileri gerekli olduğu her zaman Amerikan konsolosluk yetkililerine Osmanlı savaş esirleri ile özel olarak ve serbestçe konuşabilme imkânı sağlamıştı. Konsolos Wilbur Keblinger tarafından yazılmış Malta Verdala sivil ve askeri esir kampı hakkında bu raporda son ziyaret tarihi olarak 15 Aralık 1915 yazmaktadır. Bu rapor sonrası Binbaşı E. C. Arnold’un yerini, savaş esirleri kampı kumandanı olarak Batı Yorkshire Piyade birliklerinden Yarbay Edward Neale almıştır. Kamp aktif olup kampa sürekli esir gelmeye devam etmekteydi. Rapor esir kampının reviri hakkında bilgi vererek başlamaktadır.[851]

Kampın genel durumu iyi olmakla beraber şiddetli yağmur ve fırtına sonrası çadırda konaklayan esirlerin bir geceliğine ciddi sorunlar yaşadığı da oldu. Ancak çadırlar onarılarak hasar derhal giderilmiş ve gelecekteki tekrarlarından kaçınmak için daha fazla önlem alındı.[852]

Esirlerden oluşan kamp komiteleri, kamp içindeki işlerin yürütülmesinden genel olarak memnuniyetlerini bildirmişlerdi. Kampın işleyişi hakkında şikâyetler çok nadirdi. Buna rağmen tamamen kişisel nedenlerle yardım için konsolosluğa yapılan istekler hiçbir zaman eksik olmadı.[853]

Kamplardan serbest bırakılarak memleketlerine gönderilen esirlerin gönderiliş tarihlerine bakıldığında kampın 1915 yılından beri aktif olduğu görülmektedir. 29 Ağustos 1915’de serbest bırakılan Arnavut Mahmut Ali’den sonra Malta’da esir tutulan Karl Hofman kanser hastalığından 23 Ekim 1915’de, Bulgar tebaasından olduğu ispat eden Ali Tahir 2 Ekim 1915’de, Murtaza Osman ve Mahmud Hayri ise namusları üzerine verdiği sözleri üzerine şartlı tahliye edilerek 8 Ekim 1915’de serbest bırakıldı. Çanakkale Muharebelerinde derdest edilip Malta’da esir tutulan aşağıdaki ismi yazılı kişiler 10 Ağustos 1915’de “Karva” nakliye gemisi ile Mısır’a gönderildi:[854]

Efrâddan Halil Hüseyin, Osmanlı

Efrâddan Yusuf Mustafa, Osmanlı

Efrâddan VasilLazaros, Rum

Efrâddan Mehmed Mustafa, Osmanlı

Mülâzım Sinem Ekrem, Osmanlı (Arnavut) Zâbit (Gedikli Subay) Mehmed Zeki, Türk Onbaşı Hasan İsmail, Türk

Onbaşı Kerem Osman, Türk

Ayrıca 1915 yılında Malta esir kamplarında geri gönderilecekleri günü bekleyen aşağıdaki isimleri yazılı esirler de bulunmaktaydı:[855]

Adalı Dimitro Aristidi

Adres Verilmemiş

Adalı Elias Aristidi

Adres Verilmemiş

Abariotis George

Adres Verilmemiş

Bayram Mustafa

Adres Verilmemiş

Condoyannis Serafin

Mondros

Kahiri Mahmut

Kahire, Mısır.

Kouremetis Panteleimon

Kalimnos Adası

Kuremettis Aristides

Kalimnos Adası

Mortada Osman Paşa

Kahire, Mısır

Navar Abdülfettah

Benha, Mısır

Saltas Joannis

Büyük İngiliz Oteli, Midilli

Salim Hüseyin

Hamdi Mahmut Paşa Kahire

Yusuf Mehmed Bey

Demir Hisar, Yunanistan.

 

Konsolos Wilbur Keblinger tarafından yazılan Verdala askeri ve sivil esir kampı hakkında raporda son ziyaret tarihi olarak 6 Kasım 1915 olarak görülmektedir. Malta’daki esir kampındaki koşullar 5 Ekim 1915 tarihli son rapordan bu yana aşağıda belirtilecek durumlar haricinde aynı kalmıştı. Kampa yeni esirler gelmeye devam etmekte olup 13 Alman, 16 Bulgar ve 13 Osmanlı esiri daha kampa getirilmişti. Bu süre zarfında ise 5 esir serbest bırakıldı.[856] tekrar

Raporun devamında raporu hazırlayanların gözlemleri yer almaktadır. Kampa yapılan ziyarete kadar çadırlarda yaşayan esirlerin, İngiliz Ordu Yönetmeliklerine göre çarşaf almaya hakkı yoktu. İngiliz yetkililere iletilen durum kısa sürede çözüldü ve çadırlarda yaşayan esirlere de çarşaf verilmesine karar verildi.[857]

Değişimle veya diğer nedenlerle geri gönderilmeyen esirler kamp şartlarının askeri hizmet için fiziksel olarak uygun olmadığını iddia ederek şikâyet ettiler. Yetkililer ise esir değişimi meselesindeki düzenlemelerin Savunma Bakanlığı tarafından yapılması sebebiyle kendi takdirlerinin olmadığını ve Savunma Bakanlığına bu istekleri ilettiklerini ifade ettiler.[858]

Malta’da bulunan Verdala Kışlası 60 metre uzunluğunda, 25 metre genişliğinde, iki katlı tarihi şatoydu. Bir kaleyi andıran bu kışla, A ve B blok olarak ikiye ayrılmış ve Türk esir kampı haline getirilmişti. Esirler açısından Malta esir kampında günlük hayat sorunsuzdu. Kışlanın A ve B bölümlerinde birer gazino, büyük bir banyo ve yemek salonları vardı. Subay, er, bürokrat ve siviller dâhil bütün esirlerin birer asker tayın hakkı vardı. Ayrıca her subay esire rütbe farkı gözetmeden 5 İngiliz lirası aylık ücret ödeniyordu. Kızılayın yardımları da zaman zaman kampa ulaştı. Bunun yanı sıra esirlerin ailelerinden de yardım geliyordu. Harcanmasına müsaade edilen para, haftada 2 İngiliz lirasıydı. Zaman zaman harcanacak yer açıkça belirtilerek daha fazla para çekme imkânı da bulunuyordu.[859] Siyasi ve askeri esirlerden önemli görülenler A bloğa yerleştirilmiş; bu esirlere daha hoşgörülü davranılmıştı.

Kampta sabah saat 09.00 ve akşam saat 17.00’de olmak üzere iki defa yoklama yapılırdı. Üst seviyedeki asker ve siviller, yoklama için avluya çıkıp sıraya geçirilmedi. Kamp yönetimince görevlendirilen İngiliz çavuş veya subaylar, sabah esir subayların odalarına giderek yoklamaları alır, esirlere bir istekleri olup olmadığını sorarlardı. Kamp yönetimi her esir için biri resmi, diğeri özel olmak üzere iki dosya düzenlemişti.[860]

Malta Adası’na ilk gelen Türk esirler arasında Yemen yolunda, İngiliz kontrolündeki Şerif Hüseyin ve Emir Abdullah’ın komutasında bulunan 25.000 kişilik Hicaz ordusu ile karşılaşan ve esir düşen Teşkilat-ı Mahsusa Başkanı Eşref (Kuşçubaşı) Bey ve onunla birlikte olan 40 kişiden sağ kalan birkaç kişi vardı.

Hayber’deki çarpışmalarda, Eşref Bey ve birkaç arkadaşı ağır yaralı olarak esir düştü. Daha sonra İngilizlere teslim edildi ve Mısır’da Kasr El-Nil kışlasında üç ay tutuldu. 1917’de Malta Adası’nda Verdala Barraks kampına getirdi.803 [861] Eşref Kuşçubaşı’nın Malta esareti üç yıl, üç ay, yedi gün sürdü. Öz vatanı buhran içinde bir ölüm kalım mücadelesi yaşarken kendisinin esaret altında olması ve vatanı için bu zor günlerde mücadele edememesi Eşref Bey’i kederlendirmişti.[862]

Malta kamplarında bulunmuş Rahmi Apak kampta kalan esirlerden söz ederken ilginç esirlerden birisinin de Jandarma Yüzbaşı Kuşçubaşı Eşref olduğunu yazmaktadır. Mekke Şerifi Hüseyin aleyhine bazı Bedevileri ayaklandırmak amacıyla bir miktar altın ile Hicaz’a gönderildiği gerekçesiyle Bedeviler tarafından yakalanarak İngilizlere teslim edilen Eşref Bey, yakalandığında kendisini albay olarak tanıtmıştı. Kendisine kampta Kölnel Eşref deniliyordu. Yalnız başına geniş bir odada oturmaktaydı. Odasının duvarlarına Arapça ayetler yazdırmış ve odasını bir ibadethane haline sokmuştu. Cuma günleri, bitişik kampta bulunan ve siyasi mevkuf olarak tutulan Müslüman Hintliler onun ziyaretine gelip elini öperlerdi. Eşref Bey, Millî Mücadele esnasında çetecilik yapmış ve büyük hizmetleri dokunmuş fakat Çerkez Ethem’in isyanı üzerine diğerleri gibi Yunanistan’a sığınmıştı.[863]

Rahmi Apak da pek çok esir gibi Mısır kamplarında bir süre tutulduktan sonra Malta esir kampına getirilen askerlerdendi. Malta Adası’nın merkezi Valletta’nın kenarında bulunan ve birbirlerinden tel örgü ve duvarlarla ayrılmış esir kampından birisi olan Verdala Kışlası’nda, Lütfi Barudi ve bir Avusturyalı askeri veteriner ile beraber esaret günlerini geçirdi. Rahmi Apak Verdala kampı hakkında önemli bilgileri yazdığı hatıratında kampta 700 kadar esir bulunduğunu söylemişti. Bunların 300 kadarı Mısır’da yaşayan Almanlar, bir kısmı İngilizler tarafından Çanakkale Boğazı dışında batırılmış Breslav Alman kruvazöründen kurtulan mürettebattı. Ayrıca Selanik Cephesi’nde esir alınmış Alman, Avusturyalı subayların

yanı sıra 30 kadar sivil Mısırlı, 10 kadar Türk subayı ve bir o kadar da er kampta bulunmaktaydı.[864]

2.5.3                        Polverista (San Salvator) Esir Kampı

Birinci Dünya Savaşı sırasında veya hemen ardından esir düşerek adaya getirilen Osmanlı savaş esirleri, genelde üst düzey komutanlardı. Bunların başında Mısır kamplarında kaldıktan sonra Malta’ya gönderilen Fahrettin Paşa gelmektedir. Fahrettin Paşa’dan başka İngilizlerin davranışlarına boyun eğmeyen Türk esirleri de Malta’ya sürülmüştü.[865] Mısır Kasr El-Nil kışlasında 188 gün esir kaldıktan sonra hasta olmasına rağmen 5 Ağustos 1919’da Malta’ya sürgün edilen paşa, burada iki yıl Polverista yakınlarındaki Salvator Kışlası’nda tutuklu kaldı ve 8 Nisan 1921’de Malta’daki esaretten kurtuldu.[866]

Fahreddin Paşa Malta’ya getirildiğinde, İspanyol nezlesi paşayı zayıf düşürmüş; ayakta duramayacak hale getirmişti. Malta’ya gelen tüm esirlerin üstü titizlikle aranırken Fahrettin Paşa buna izin vermemiş; üstünü ve çantasını aratmamıştı. İngiliz subayı da bir süre sonra boyun eğeceğini düşünerek ısrar etmedi. Paşa İngilizlerin karşısında asla hastalığını belli etmemiş ve dimdik durmuştu.[867]

Fahreddin Paşa’ya kalenin sıralı binaların az ilerisinde ağaçların arasında iki odalı bir ev tahsis edilmişti. Mısır’daki kötü muameleden sonra böyle bir konforlu ev vereceklerini hiç düşünmeyen Fahrettin Paşa’nın bu şekilde morali biraz olsun yerine geldi. Fahreddin Paşa sabah bir İngiliz yüzbaşısının perdeleri açma sesiyle uyanmış ve kendisine kahvaltı ikramı yapılmıştı. İngiliz subayı tüm esirler gibi sabah sayımına katılmasını istemişti. Fahreddin Paşa kendisinin paşa olduğunu hatırlatarak kedisini saymak isterlerse odasına gelip sayabileceklerini ama asla sayım için avluya inmeyeceğini kesin bir dil ile ifade etti.[868]

Fahreddin Paşa, yoklamaya çıkmayı reddettiği gibi üzerinden paşa kıyafetinin çıkarılmasını ve sivil elbise giydirilmesini de şiddetle reddetti. Hatta bu hususta kendisini yumuşatmaya çalışan ve saygıda kusur etmeyen yüzbaşının gönderdiği yemeği de yemedi. İngilizler Türklerin Medine’de aç ve sefalet içinde yaşadıklarını bilmekteydi. Açlık ve susuzluktan kıvrılan Türkler toz toprak içinde çekirge ve hurma çekirdeği yemek zorunda kalmıştı. İngilizlerin verdiği bu yemeği kendilerinin yola gelmesi ve kamp kurallarına uyması için bir rüşvet sayan paşa, ilk gün İspanyol nezlesi sebebiyle ağır bir hastalık geçirmesine rağmen yemeği geri çevirmiş, İngilizlerin karşısında asla hastalığını belli etmemiş ve dimdik durmuştu. Bir gün sonra sabah kahvaltıda çorbayı bizzat yüzbaşının kendisi getirmiş, öğlen hava alması için avluya çıkmasını rica etmişti. Öğlen avluya çıkan paşa bu isteğin sebebini de anlamıştı. Türk subaylarının önünde baskı kurularak üzerinden elbisesi çıkarılmak istenen paşa, Türk subaylarının da desteği ile bu isteğe karşı geldi.811 [869]

Bu esir kampında kalan bir diğer ünlü Osmanlı komutanı Ali İhsan Sabis’ti. 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi’nin imzalandığı sırada Musul ve çevresi Ali İhsan Paşa[870] komutasındaki Türk birliklerinin idaresindeydi. İngilizler, Türk birliklerinin Musul’u terk etmesini istemiş, Ali İhsan Paşa, bu isteği önce reddetmesine rağmen İstanbul Hükûmetinden gelen talimat doğrultusunda şehri İngiliz işgaline bırakmak zorunda kalmıştı. İngiliz Yüksek Komiserliğinin emriyle Ali İhsan Paşa 23 Şubat 1919’da Konya’da trene binerken gözaltına alınmış, İstanbul Haydarpaşa Garı’na vardığında tutuklanmış ve Mart ayının sonunda Malta’ya sürgün gönderilmişti. Malta’ya gelince ilk olarak San Salvator, ardından da Polverista Kışlası’na yerleştirildi.[871]

2.6                        Man Adası Esir Kampı

İngiliz Hükümeti, Osmanlı Devleti’nin savaşa girmesinin ardından tedbir amaçlı İngiltere dahil olmak üzere egemenliği altındaki tüm sömürgelerde bulunan Osmanlı Devleti vatandaşlarını önce tehlikeli kişiler olarak ilan etmiş sonra sivil esirlerin bulunduğu entegre denilen toplama kamplarına göndermişti. Osmanlı Devleti vatandaşları milletine ve dinine bakılmaksızın toplama kamplarına alındı. Toplama kamplarında tutulanların bir kısmı bu kamplarda can verdi. Savaş sonrası bazıları ülkelerine dönerken bazıları oralarda kalıp kendilerine yeni bir hayat kurdu. Bu uygulama, sadece Osmanlı Devleti vatandaşlarına değil Almanya ve Avusturya- Macaristan dahil tüm düşman devletin bütün vatandaşlarına uygulandı. Osmanlı Devleti biraz da kendisine yük getireceği gerekçesiyle kendi topraklarındaki İngiliz vatandaşlarını sadece gözlem altında tutmakla yetindi. İngiltere dominyonu Kanada’da bulunan Türk işçileri esir alınarak toplama kamplarında tutsak edildi. Bu kişiler savaş öncesi Amerika’ya Osmanlı Devleti’nin farklı topraklarından göç etmiş ve bir kısmı da Kanada’ya giderek değişik şirketlerde iş bulmuştu.

İngiltere, Osmanlı ve diğer düşman devletlerin vatandaşlarını İngiltere ile İrlanda adaları arasında, Birleşik Krallığa bağlı küçük bir ada olan Man Adası’na yerleştirdi. Gözaltına alınan sivil esirlerin hiçbirinin savaş ile bir ilgisi yoktu. Kimisi ticaret ile uğraşmakta, kimisi ise devlet adına diplomatik görev için buralarda bulunmaktaydı. Her ne kadar savaş esiri olmasalar da İngiltere bu kişileri savaş esiri saymış ve savaş esirlerine bile uygulamadıkları en acımasız muameleyi buradaki sivillere uygulamıştı. Bu kişilerin pek çoğu savaşamayacak durumda olup askerlik yaşının dışında veya hasta kişilerdi. Sivil esir saydıkları kişiler aileleri ile beraber bu kamplara getirildiği için kampta çok sayıda kadın ve çocuk da bulunmaktaydı. Pek çoğu savaş sonuna kadar serbest bırakılmadı.[872] Bu kişilerin bir kısmı Müslüman olmayan Osmanlı tebaasından Yahudi ve Hristiyan kişilerdi. Aralarında yaşı geçmiş kadınlar da vardı. İngiliz topraklarında varlıklı bir şekilde yaşarken tüm mallarına ve değerli eşyalarına el konularak toplama kamplarına götürüldüler ve bundan sonraki hayatlarını sefalet içinde geçirmek zorunda bırakıldılar.[873] Bern elçisi, Fuad Bey’in 1 Temmuz 1916’da Hariciye Nezaretine gönderdiği şifreli telgraf, İngiltere ve Fransa’da bazı Müslüman kadınların esir karargâhlarına sevk edilerek esir muamelesine maruz kaldıklarının belgeli olarak ispatlandığını yazmaktadır. Amerika Elçiliği vasıtasıyla bu kadınların nerede bulundukları ve kimler oldukları öğrenilmeye çalışıldı.[874]

İki devletin karşılıklı olarak birbirlerine savaş ilanı sonrası İngiltere, topraklarında ikamet eden Osmanlı tebaasının mahalli polis komiserliğine giderek

kayıtlarını yaptırmalarını istedi. Kayıt işlemlerinden hemen sonra kolluk güçleri tarafından evlerine ve işyerlerine ziyaret yapılmış, mal varlıkları hakkında incelemelerde bulunulmuş ve kendileri bu şekilde baskı altına alınmıştı. Osmanlı vatandaşlarının sahip oldukları otomobillere, arabalara, fotoğraf makinelerine, lambalarına, silah ve cephanelerine, büyük bıçaklarına polis tarafından el konuldu. Bundan hariç olmak üzere Osmanlı vatandaşları gece saat 21.00’de evlerinde bulunmak zorundaydı. Ayrıca umumi toplantılar düzenlemek, bu toplantılara katılmak, gece veya gündüz evlerinden 7 km uzaklaşmak, polisten izinsiz başkasının evinde gecelemek, düşman ülkelerden biri ile haberleşmek kesinlikle yasaktı. Aksine davrananlara para veya hapis cezası uygulanacaktı. Şubat 1915’de çıkan bir kanun ile Osmanlı Hristiyanları ve Ermenileri bu kısıtlamaların dışında tutuldu. Aynı kanunla 55 yaş üstü İslam ve Musevi Osmanlı tebaasının memleketlerine iadesine, diğerlerinin esir kamplarına yollanmasına karar verildi. Mart 1915’ten itibaren İngilizler kendi topraklarında yaşayan Osmanlı tebaasını gece evlerinden bir bir alarak tutuklamış ve üç gün sonra esir kamplarına hapsetmişti.818 Örneğin 1915 yılının sonunda İngiltere Hükûmeti İngiltere ve sömürgelerinde bulunan 421 Osmanlı vatandaşını savaş esiri olarak tutukladı. Osmanlı Hükûmeti de misilleme olarak topraklarındaki 421 İngiliz vatandaşını tutuklayarak Çorum’daki esir kampına gönderdi.[875]

İngilizler ayrıca Birinci Dünya Savaşı sırasında esir aldıkları Osmanlı askerlerinden bazılarını da bu adaya getirdi. Ancak Man Adası’nda savaş esirleri için ayrı bir esir kampının olmadığından esir Türk askerlerinin çok az bir kısmının çalıştırılmak üzere bu adaya getirildiği tahmin edilmektedir. Bu adaya getirilen Türk esirlerinin nereden alındığı veya hangi esir kampından bu adaya getirildiği, sayılarının ne kadar olduğu hakkında bir bilgiye sahip değiliz. 4 Nisan 1916’da Ordu-yı Hümayun Başkomutanlığına gelen bir yazıda, bu esirlerden birisi hakkında az da olsa bir bilgi bulunmaktadır. Knockaloe, Compound 6, IV numaralı kampta bulunan, Osmanlı savaş esiri Muhammed Ali, Londra’daki Amerika Büyükelçiliği aracılığıyla Trabzon vilayeti Rize sancağı Kurtuluş köyünde bulunan Ali Dayı oğlu Hacı Zekeriya adıyla bilinen ailesinden bir haber almayı istemişti. Kendisinden de bahseden Muhammed Ali, sağlığının yerinde olduğunu bildirmişti.819 [876] Man Adası’nda kalmış bir başka esire Mustafa Şevket örnek olarak verilebilir. 27 Temmuz 1918’de Harbiye Nezaretine gelen bir yazı, İngilizler tarafından Sakız Adası’nda esir edilerek Knockaloe kampına götürülen Mustafa Şevket’in yardım talebi hakkındaydı. Mustafa Şevket mübadele suretiyle tahliye isteğini İsveç Elçiliği aracılığıyla yetkililere iletmişti. Sağlık durumunun hakem tarafından özel olarak muayene edilip gerekli görüldüğü takdirde serbest bırakılacağı kendisine bildirildi. İsveç Dışişleri Bakanlığından 27 Eylül 1917’de gelen cevapta sağlık otoritelerden alınan rapor bulunmaktaydı. Rapor, Mustafa Şevket’in kamptaki olanaklar dışında bir tedaviye ihtiyaç duymadığı ve herhangi bir acil durumunun olmadığı yönündeydi. İsveç Elçiliği, 14 Kasım 1918’de İngiltere’den Mustafa Şevket Efendi ve Ali Ahmed adlı iki Türk esiri serbest bırakılmasını bir kez istedi. İngiltere uzatılmış hapisten muzdarip olmuş ve ülkelerine iade edilmek isteyen bu iki esire, 21 Ocak 1918’de bir kez daha olumsuz cevap verdi. Tıbbi hakem her ne kadar esirler açısından olumlu rapor verip iki esirin malul ve yaşlı olduklarını belirtse de esirler serbest bırakılmadı. Alman olsalar kesinlikle ülkelerine iade edilecek bu iki esir, iki devlet arasında mübadele anlaşması yapılmadığı gerekçesiyle serbest bırakılmadılar. İngiltere Hükûmeti, her şeye rağmen anlaşmalardan hariç olmak üzere insanlık adına esirlerin göndermesinin de muhtemel olduğunu beyan etti. Fakat bu istekte bulunmanın Türk esirler açısından bir yararı da olmadı. Bütün uygun gemiler Alman ve Avusturyalılar tarafından doldurulmuş durumdaydı. Esirlerin bu şartlar altında serbest kalmaları iki devlet arasında yapılacak anlaşmaya kaldı.[877]

Man Adası, Birinci Dünya Savaşı başladığında kısa süre içinde İngilizlere esir düşen esirlerin kaldığı bir kampa dönüştü ve Knockaloe esir kampı olarak adlandırıldı. İlk esir kafilesi savaşın ilk yılında gelmişti. 200 kişiden oluşan kafilenin 115’i Türk, geri kalanı Alman ve Avusturyalıydı. Bu 115 Türk esirin hangi cephelerden geldikleri bilinmemektedir. Esirlerden 14’ü adanın doğusunda Douglas’a, 111’i ise adanın batısında Knockaloe esir kampına götürüldü. 11 Kasım 1915’de kampta 24.250 kişi vardı. Esir sayısının savaş süresince 28.000’e kadar

ulaştığını söylenmekteydi.[878] Gözaltı kampı diye adlandırılan bu toplama

kamplarında tutulan kişiler 1919’a kadar burada yaşamak zorunda kaldı.[879]

Osmanlı Hükûmeti Knockaloe kampındaki esirlerine reva görülen muameleyle ilgili İngiltere Hükûmetine sık sık şikayetlerde bulundu. Osmanlı Hükûmeti tarafından dile getirilen iddialar İngiliz yetkililer tarafından zaman zaman ciddiye alınmış ve gerekli cevaplar verilmişti. İngiltere Hükûmeti, ellerinde bulunan savaş esirlerinden hiçbirinin kötü muameleye tâbi tutulmadığını ve bu konuya dair Amerikan Elçiliğinin raporlarının Osmanlı Hükûmetine sunulduğunu söylemişti. Bu raporların yeterli olduğunu düşünmekteydi. İngiltere Hükûmeti, Osmanlı topraklarında bulunan İngiliz savaş esirlerine yapılan muameleye dair hiçbir bilgi elde edemediğini ise Osmanlı Hükûmetine bir nota ile bildirdi. Knockaloe esir karargâhında biri intihar, diğeri kaza sonucu vefat eden esirlerin tâbiiyeti hakkında tahkikat yapılmakta olduğunu ve kısa sürede bir sonuca varılarak gerekli cevabın verileceği tezkerede ayrıca dile getirildi.[880] Yapılan soruşturma sonucunda esirlerin değişik hastalıklardan öldüğü tespit edilmiş, bunlar dışında hiçbir Türk’ün intihar ettiği ya da kazara öldüğü belirlenmemişti.[881]

Knockaloe esir kampında 18 Mayıs 1917’de vefat etmiş olan Harput ahalisinden ve Osmanlı tebaasından Bahriyeli Hasan Derviş’in ölüm belgesi 8 Kasım 1917 tarihli tezkire ile Başkumandanlık Vekâletine ulaştı. Bu kişilerin durumu hakkındaki bilgiler akrabalarına ulaştırılmaya çalışıldı.[882] Hasan Derviş’in kim olduğu ve ailesinin nerede bulunduğu bilinememesi sebebiyle bu şahsın kimliğine dair bilgi alınması için Kızılay ve Hariciye Nezareti ile birlikte tahkikat yapıldı.[883]

İngiltere sınırlarında Osmanlı vatandaşlarının nakledildikleri esir kampları; Man Adası’nda Knockaloe, Londra’da Alexandra Palace ve Feltham, Yorkshire’de Wakefield’di. Esir kampları tel örgüler ile çevrili bulunmakta, her 10 metrede süngülü birer asker muhafızlık görevini yerine getirmekteydi. Esirler tahta kulübelerde yatıyorlardı. Her kulübede 150-200 esir bulunuyordu. Yatak 3 parça tahta ile 3 battaniyeden ibaretti. Her esire tahsis edilen dinlenme alanı 1,35 metre genişliğinde ve uzunluğunda bir alandı. Her esir yatma, uyuma, giyinme, soyunma gibi her türlü işini bu alanda yapmak zorundaydı. Esirlere verilen günlük iaşe 230 gram ekmek, 13 gram tuzlu et ve 25 gram margarin ile bir fincan çaydan ibaret olup bazen de sebze verilmekteydi. Yemekler özellikle de ekmek o kadar kötüdür ki esirler aç kalmayı bu yemeklere tercih etmişlerdi. Esirlerin dışarıdan erzak getirmeleri de yasaklanmış, esirler kampın kötü yemeklerine mahkûm bırakılmıştı. Kampın sağlık şartları da çok kötü olup su çoğunlukla bulunmuyordu. Bunun yanında kulübelerin aydınlatması yeterli değildi. Bu sebeple esirlerin okuma ve yazmaları mümkün olmuyordu. Isınmak için verilen yakıt da yetersizdi. Her şeyden kötüsü, acınacak şartlarda yaşayan esirlere İngiltere Hükûmeti hiçbir şey yapmıyordu.[884]

Kampın fiziki koşulları, esirlerin yaşamını olumsuz etkilemiş ve yaşamı esirler için katlanılmaz bir hale getirmişti. Esir kulübelerinin su geçirmez olmadığı, içeriye giren yağmur sularından dolayı esirlerin giysi ve diğer eşyalarının küflendiği 1915’de kampı gezen Amerikan Elçiliği görevlileri tarafından bizzat belgelendi. Aynı görevliler esirlerin nefes almak için kullandıkları kamp alanının da yağmur sularıyla bataklığa dönüştüğüne şahit oldular.[885]

Kamplar savaş süresince tarafsız devletlerin görevlendirdikleri yetkililer tarafından pek çok defalar denetim amaçlı ziyaret edildi. Londra’nın Amerika Birleşik Devletleri Elçiliği görevlileri L. H. Littlefield ve Bay F. E. Brantingham tarafından 15 Ağustos tarihli Douglas kampı, 12 Ağustos tarihli Knockaloe savaş esirleri gözaltı kampı ve 28 Ağustos tarihli Man Adası savaş esirleri kampı çalışma istasyonlarına dair teftiş raporları hazırlandı. Bu teftiş raprolarından oluşan Knockaloe (Man Adası) kampı raporundan başka, Lofhouse Park (Wakefield) ve Stratford (Londra) raporları aynı dönemde hazırlandı. İngiltere’deki gözaltı kamplarına yapılan ziyaretler sonrası hazırlan bu üç rapor 19 Eylül 1916’da Osmanlı Devleti’ne ulaştırıldı.[886] Kamp sivil esir kampı olduğu için burada raporun detayı verilmeyecektir. Bunlardan birinci kamp olan Knockaloe Kampı, İngiliz İçişleri Bakanlığının genel nezaretindeydi ve kumandanı, Binbaşı H.W. Madoo’ydu. Ziyaret sırasında, kampta 1968’i Alman, 759’u Avusturyalı, 14’ü Türk ve 3’ü diğer uluslardan olmak üzere 2.744 esir bulunmaktaydı. Bu Kampta, Lowry isimli Yahudi meselelerini düzenleyen bir Yahudi Komitesi, Kamp hakları ile ilgili iç meselelerle ilgilenen Kamp Özel Hak Komitesi, Spor Komitesi, Eğlence Komitesi ve Noel Komitesi vardı. Bu komitelerin tamamı esirlerin kendileri tarafından seçilmekte ve yürütülmekteydi. Raporda detaylı bir şekilde sivil esirlerin barınması, sıhhi düzenlemeleri, yiyecek ve içecek durumları, çalışma şartları ve egzersizlerinin yanı sıra kampı teftiş eden kişilerin kişisel gözlemleri de yer almaktaydı.[887]

Aynı esir kampına bir yıl sonra bir ziyaret daha yapıldı. Man Adası üzerindeki Osmanlı sivil esirlerinin de bulunduğu Douglas kampına teftiş için yapılan 4 Mayıs-18 Mayıs 1917 tarihlerinde ziyaretin ardından hazırlanan raporda tüm kamp şartları detaylı bir şekilde anlatıldı. İngiltere ve İrlanda’daki Osmanlı savaş esirlerinin Man Adası’ndaki sayısı siviller hariç olarak 110’du. Bu sayıdan 90’ı Knockaloe kampında ve 15’i de Douglas kampında esir tutuluyordu. Ayrıntılı olarak hazırlanan rapor sivil esirleri konu edinmesi sebebiyle çalışma dışı tutulmuştur. Raporun ana başlıkları şu şekildedir: Kampın tanımı ve genel organizasyonu, konum ve boyutu, askeri personel sayısı, esir sayısı ve uyrukları, yönetim birimleri, konaklama ve benzer meseleler, sıhhi düzenlemeler, hastane, yiyecek, kantin, kişisel ekipman, esirlerin günlük yaşam rutini, esaret koşulları, dini hizmet, mektup ve paketlerin dağıtımı, iş ve çeşitli meslekler, eğlence ve spor, çeşitli amaçlar için esir komiteleri ve organizasyonları, çalışma, finansal meseleler vb. Douglas kampı, yaklaşık 1-1/2 kilometre mesafede, Man Adası’nın başkenti olan Douglas’ın kuzey batısında yer almaktaydı. Denizin yukarısında yaklaşık 60-70 metre kayalıklar üzerinde uzanması sebebiyle havası da oldukça temizdi. Ziyaret sırasında kampta 107 Avusturyalı, 12 Macar, 443 Alman, 5 Osmanlı, 2 Yunanlı olmak üzere toplam 569 kişinin olduğu tespit edilmişti. Diğer bölümünde ise 529 Avusturyalı, 60 Macar, 1.470 Alman, 10 Osmanlı olmak üzere toplam 2.069 kişi vardı. Esirlerin yaklaşık 600’ü Yahudi’ydi. Esirler çiftlik işleri, yol yapımı, tarım, taşocağı, inşaat,

marangozluk, tesisat, elektrik, tuvalet temizliği, terzilik, hastane hizmetlileri, posta, tezgahtarlık, kömür işleri, çöp fırını, tren yolu inşaatı, bahçıvanlık, katran, kargo ve çorak arazilerin ıslah edilmesi gibi işlerde çalıştırıldı. Kampı ziyaret eden görevliler esirler ile görüşmüşlerdi. Esirler kendilerinin neden kampta tutulduklarını bilmediklerini söylemişler ve acilen serbest bırakılmalarını ya da ülkelerine iade edilmesi için mümkün olan tüm gerekli adımların atılmasını ifade etmişlerdi. Esirler, Osmanlı Hükûmetinin kendi topraklarında yaşayan İngilizleri, esir alma imkanları olduğu halde esir almadığına, İngiliz gazetelerinden okudukları kadarıyla Türkiye’de bulunan İngiliz askeri esirlerin iyi muamele gördüklerine dikkat çektiler. Esirlerden birisi kendilerinin serbest bırakılması için aşağıdaki açıklamayı yapmıştı:832

Biz yaklaşık 60 adamız. Tamamımız Türk esiri, büyük çoğunluğumuz denizci diğerlerimiz de diğer mesleklerden. Tamamen cahiliz ve de politika hakkında en küçük fikrimiz yok. Bizim işlerimiz yaşam mücadelesi içerisinde bizleri ülkemizden uzaklara gitmeye mecbur bıraktı. Bu nedenle çoğumuz, Avrupa’nın bu bölgesinde yaklaşık 10 yıl ila 30 yıldan beri çalışmaktaydık. Sonuç olarak Türkiye’deki dostlarımız ve yakınlarımız gözümüzden uzak kaldı. Bu bizim ülkemizden herhangi bir haber ya da yardımdan mahrum kaldığımızın nedenidir. Biz şimdiden 3 yıl aşan esaretimiz süresince tamamen kendi çabalarımızla ayakta kaldık. Dışardayken rahat yaşadık ve neredeyse hepimizin kendine ait küçük birikim hesapları vardı. Bu hesaplar esir tutulduğumuz süre içinde ekstra yiyecek temini ve ödemek zorunda olduğumuz yüksek fiyatlardan dolayı şu an tükendi.

Yukarıda dile getirilen gerçekleri Hükûmetimizin bilgisine sunmayı ve bizim için acilen bağış talep etmenizi sizden hürmetle rica ederiz. Müracaatımızın, sizin cömert yüreğinizde yankılanacağını ve sizin bu meseleyi uygun makamlara taşıyacağınızı içtenlikle ümit ederiz.

Bizler, serbest bırakılan ya da hiç esir alınmayan Türkler kadar masumuz. Bu, hala esir tutulan az sayıdaki Türkler olarak bize, tamamen bilinmeyen nedenlerle bazı şüpheler duyuluyor gibi görünmektedir. Biz gerçekten bu durumun aynı şekilde tamamen haksız olduğuna inanmaktayız. Bizim durumumuzun tarafsız bir grup tarafından araştırılması durumunda, daha fazla esir tutulmamızın haksızlık olduğunun ortaya çıkacağına inancımız tamdır. Şundan da eminiz ki; biz, durumumuz hakkında yapılacak araştırmanızın sonucu olarak bizim hızlı bir şekilde İngiliz yetkililer tarafından serbest bırakılma hakkımızı elde edeceğimizi biliyoruz. En ufak bir dayanak olmaksızın zan altında kaldığımız talihsizliğimiz, bizim esir tutulmamıza neden olmaktadır. Aksi halde birkaç Yahudi Türk’ün, yüzlercesi dışarıda özgürce yaşarken esir tutulmasını açıklayamayız. Bizim serbest bırakılmamız, İngiltere adalet anlayışı ile masumiyet ve alıkoymanın gibi tamamen haksız zorluklarına karşı kabul ettikleri özgürlük politikaları ile mutabakat içinde olacaktır.”

Esirlerin serbest bırakılmaları için belirttiği bir başka neden de içinde bulundukları uzun esaret döneminin onların akıl sağlığını etkilemesiydi. İçinde bulundukları koşullar altında daha fazla acı çekdikleri bir gerçekti. Her geçen gün endişeleri gittikçe artmakta ve aynı zamanda görme duyuları da büyük ölçüde zayıflamaktaydı.833

Man Adası’ndaki bir diğer kamp Knockaloe esir kampı, adanın batı tarafında Douglas’tan 13 km ve Peel kasabasından 2,5 km mesafede konumlanmıştı. Peel- Duglas hattı üzerinde en yakın tren istasyonuna yaklaşık 2,5 km mesafede olmasına rağmen kampa uzanan bir hat yapılmıştı. Kampın bulunduğu zemin önceden bir çiftlik tarafından mesken olarak kullanılmıştı. Kamp killi topraklı bir zemin üzerinde bir çukurda bulunmaktaydı. Kampın konumu, İrlanda Denizi’nden gelen ve sık sık esen oldukça sert rüzgarlara karşı pek fazla koruma sağlamamaktaydı. Kamp, içerisinde dört ayrı kampa ayrılmıştı. Kamplarından her biri, yaklaşık 13 hektardan oluşuyordu. Dördüncü Kamp ise yaklaşık 18 hektardı. Bu alanların toplamı yaklaşık 57 hektardı. Kampta 16, 8 ve 7,5 hektar yüz ölçümüne sahip üç eğlence alanı bulunuyordu. Kampta tüm esirlerin sayısı 20.918’di. Farklı kamplarda esirlerin milletlere göre dağılımını gösteren tablo aşağıda verilmiştir:

Tablo 2.5: Man Adası Esir Kampındaki Esir Sayıları

Kamp Adı

Osmanlılar

Avusturyalılar ve Macarlar

Bulgarlar

Almanlar

Diğer

Toplam

Kamp 1

3

1028

-

48/

14

5913

 

Kamp 11

4

434

1

4279

84

4802

Kamp 111

18

419

17

4237

31

4722

Kamp 1V

65

1119

2

4244

51

5481

Toplam

90

3000

20

17628

180

20918

Kaynak: BOA, HR. SYS. 2189/6.

Knockaloe kampı idari açıdan İngiltere ve İrlanda’daki kampların büyük çoğunluğunun bağlı olduğu Savunma Bakanlığının idaresi altındaki kamplar kategorisinde uygulanan esaslara bağlı olarak İçişleri Bakanlığının yetki alanındaydı. Man Adası Hükûmeti, kamp üzerinde belirli oranda yetkiye sahipti ancak İngiltere Hükûmeti, esirler ve onlar için yapılan düzenlemelerin sorumlusu olarak dikkate alınmaktaydı. Tamamen askeri meselelerde kamp, İngiltere’deki Batı Komutanlığının yetki alanına giriyordu. Kampta her pazar günü her bir kamptaki bir kışlada diğer kışlalardaki esirlerin katılımıyla günah çıkarma ayini yapılırdı. Bu ayinlere Müslümanlar iştirak etmemekte birlikte diğer Hristiyan esirler için ayin, memnun edici bir şekilde yürütülüyordu.834

Esirlerin beslenme ve esirlere verilecek ödeneklerle ilgili 1915 yılının ortasında kararlar alındı. Bu konu ile ilgili Amerikan Elçiliğinin 30 Temmuz 1915 tarihli yazısında İngiltere Hükûmetinin esir maaşları hakkındaki cevabı yer almaktadır. İngiltere Hükûmetinin yüzbaşıdan küçük subaylara günlük dört şilin, yüzbaşı ve daha yüksek rütbeli subaylara günlük dört buçuk şilin verdiği dile getirilmişti. Yazıda, esir Osmanlı tabipleriyle sağlık memurlarının maaşlarının tam verildiği, esirlerin ailelerine para gönderilmesi konusunda Osmanlı Hükûmetiyle bir anlaşmaya varılması halinde subayların maaşlarının tam olarak verileceği belirtilmişti. İngiltere Hükûmeti aynı muamelenin Osmanlı Hükûmeti tarafından uygulanmasını da temenni ettiği ifade etmişti. Hariciye Nezaretinden Amerikan Elçiliği aracılığıyla 5 Eylül 1915’de İngiltere Hükûmetine gönderilen cevapta Osmanlı Devleti’nin bu konudaki uygulamalarını gösterildi. Söz konusu yazıda

Osmanlı topraklarında esir sıfatıyla bulunan İngiliz subaylara aynı rütbedeki Osmanlı subaylarının aldığı maaşın tamamının verildiği belirtildi. İngiltere Hükûmetinin uygulamaları eleştirilerek esir Osmanlı subaylarına günlük 4,5 şilin gibi cüzi bir meblağın verilmesinin üzücü olduğu dile getirildi. İngiltere’nin uygulamalarının eşitlik ilkesine aykırı olduğu söylenerek İngiliz tabiplerine ve sağlık memurlarına mütebakiyet esasına göre verilecek paranın çok yetersiz kalacağı, müstahdemlere hiçbir şey verilmemesi halinde bunların perişan olacakları ifade edildi. Bütün bu nedenlerden ötürü Osmanlı Devleti’nin insaniyet gereği bu gibi esirlere geçici olarak Osmanlı nefer maaşı ve tayını verileceği açıkladı. Osmanlı Hükûmeti, İngiliz esirlere ordusundaki karşılıkları olan rütbeye göre her ayın sonunda aylık vermeyi kabul etmişti. Konaklaması kamp dışında olan esirlerin yemekleri devlet tarafından karşılandığı takdirde masrafları söz konusu aylıklardan kesilecekti. Ayrıca esirlerin savaştan dolayı ortaya çıkan hastalık ve yaralarının tedavileri esir eden devlet tarafından üstlenilecekti. Söz konusu yazıda subayların maaşlarının ödenmesinde yaşanacak sorunlar da görüldü. Osmanlı Hükûmeti, elinde bulunan düşman devletlere mensup subaylara 1907 tarihli 4. Lahey Sözleşmesi’nin 17. maddesi gereğince esir edildikleri günden itibaren sahip oldukları rütbenin Osmanlı ordusunda muadili bulunan aynı rütbeye ait subaylara verilen maaşın verildiği hazırlattı. Oysaki Osmanlı esir subayları, aynı sözleşmenin hükümlerine göre esir tutuldukları ülkenin aynı rütbesine sahip subaylar ile aynı maaşı almaları gerekirken bir subayın sahip olması gereken haysiyet ve şereflerinin korunmasına asla yeterli olmayacak bu maaş almaktaydı. İngiltere Hükûmeti, Osmanlı subaylarına yüzbaşı rütbesine günlük 4 şilin, yüzbaşı rütbesinden itibaren ise 6 peni ilave ederek vermekteydi. Bu durumun devam etmesi durumunda Osmanlı Hükûmeti İngiliz esirlerine aynı muameleyi yapacağını bildirdi. Ayrıca şu ana kadar İngiliz esirlere ödenen paralar da esirlerden tahsil edilecekti. İngiltere Hükûmeti, Osmanlı topraklarında savaş esiri olup maaşlarını Osmanlı Hükûmetinden tam alan İngiliz subaylarının aile ve akrabalarına para gönderebilmeleri hususunda yaşanan zorluklarını bahane ederek kendi esirleri tam maaş aldıkları halde Türk esirlere günlük 4 veya 4,5 şilin gibi bir ücreti reva görmekteydiler. Üstelik İngiliz subayları hem kendi hükûmetlerinden hem de kendilerini esir eden ülkeden maaş aldıkları bilinen başka bir gerçekti. Osmanlı Hükûmeti ise bu konuda İngiliz esirlere bir

zorluk çıkarılmadığını, kendilerini esir eden hükûmete yani Osmanlı Hükûmeti yetkililerine havale için bilgi vermesinin yeterli olduğunu söylemişti. Osmanlı Hükûmeti, esirlerine esir edildikleri günden itibaren maaşlarının uluslararası hukuka uygun ve bir subayın onur ve haysiyetine yanaşır bir maaşın verilmesi durumunda iki hükûmet arasında sorunların çözüleceğini bildirdi. Osmanlı Hükûmeti, İngiltere Hükûmetinin sıhhiye subay ve memurlarına verilmesi istenen maaşa da cevap vermişti. İngiltere Hükûmeti, İngiliz sıhhiye subay ve hizmetlilere da subaylara olduğu gibi 4 ve 4,5 şilin verilmesini, daha alt düzeydeki hizmetlilere ise bir ücretinin ödenmemesini teklif etmişti. Osmanlı sıhhiye subayı ile diğer sıhhiyeye personeli, Cenevre Sözleşmesi’nin 13. maddesine uygun olarak İngiltere ordusunda müstahdem İngiltere sıhhiye memurları aynı maaş almıştı. Osmanlı Hükûmeti bu maaşı da çok yetersiz gördü. Herhangi bir ücret almayan alt düzeydeki hizmetlilere de Osmanlı askerlerine verilen para verilecek ve kendilerine her türlü gıda yardımı yapılacaktı.835

İsveç elçiliği, Osmanlı esirlerine yapılan yardımlar konusunda 7 Ağustos 1917’de bazı bilgiler vermişti. Elçilik, Osmanlı menfaatleri ile ilgilenmeye başladığından beri yoksul bir halde olan sivil Osmanlı esirlerinden pek çok yardım talebi aldığını ifade etmişti. Man Adası’ndaki Douglas ve Knockaloe kamplarının Mayıs 1917’de Yarbay Mossberg tarafından teftişini fırsat bilen çok sayıda sivil Osmanlı esiri, topluca ya da şahsen taleplerini İsveç Elçiliği’ne iletti. Fakat yardım konusu İsveç Elçiliği’nin yetkisini aştığından; hiçbir şekilde bu taleplere bir yanıt verilemedi. Gözaltındakilerin öncelikli ilk talepleri tamamen serbest bırakılmaktı. Bu zamana kadar beslenmede yaşanan sorunları iyileştirmeye yönelik hiçbir tedbir alınmamıştı. Şüphe yok ki gözaltındakilerin sağlık durumlarının kötü olmasının nedeni, esirlerin kendilerine sağlanan besinlere takviye yapılmasını talep etmelerine rağmen İngiliz otoritelerince bu sorunun düzeltilmemesiydi. Osmanlı esirlerinin aldığı besin onların gündelik beslenme alışkanlıklarına ve ihtiyaçlarına pek uygun değildi. Gözaltındaki Osmanlıların yaşam koşullarını düzeltebilmek için Osmanlı tarafından uygulanabilecek iki yöntem vardı. Para yardımıyla kantinlerden günlük yiyeceklerine takviye yapabilmeleri veya anavatandan veyahut tarafsız bir ülkeden

yiyecek içeren posta kargosu trafiğinin organize edilmesiydi. İkinci alternatifin pek çok güçlüğü beraberinde getireceği muhtemel olduğu için doğrudan para gönderilmesi daha tercih edilebilir göründü. Savaş alanı dışında kalmış askeri esirlere ancak yardım edilebilmekteydi. Bu da teğmen ve yüzbaşılar için günlük 4 şilin, binbaşı ve yüksek rütbeliler için günlük 4,5 şilindir. Tüm bu şartlar altında, elinden bir şey gelmeyen İsveç Elçiliği, Osmanlı Hükûmetine ancak tavsiyede bulunabilmişti. Elçiliğe göre Osmanlı esirlerine özel teşebbüslerle düzenli bir biçimde gönderi yapmak imkânsız görünüyordu. Bunun için esirlerin taleplerine yanıt vermek konusunda Osmanlı Hükûmetine düşen görev, Almanya’nın yaptığı gibi muhtaç durumdaki uyruklarına para yardımı yapmayı üstlenmekti. Osmanlı Hükûmetine bu teklifin bu zamana kadar yapılmamasının nedeni, esirlerden bir kısmının bu zamana dek kişisel kaynaklarından faydalanmalarıydı. Tüm kaynaklarını tüketmiş olan esirler muhtaç duruma düşmüşlerdi.836

Uluslararası kuruluşların ve tarafsız devletlerin iddialarının aksine Osmanlı Devleti’nin elinden geldiği imkanlar ölçüsünde kendi esirlerine yardım ettiği görülmekteydi. Man Adası’ndaki sivil Osmanlı esirleri hakkında Harbiye Nezaretine gelen bir yazıdan adada perişan halde bulundukları anlaşılan sivil esirlerin zaruri ihtiyaçları için 1917 yılında gönderilen 500 lira gönderildiği anlaşılmaktadır. 1918 yılında da esirlere yardım gönderilme kararı alındı Bundan hariç, Osmanlı Devleti, daha sonra da yardım göndermeye gücü nispetinde devam etti.[888]

Osmanlı esirlerinin Man Adası’nda türlü eziyetlere maruz kalması İstanbul basının da gündemine yansımıştı. Reşid Sadi imzalı İngiltere’deki sivil esirleri konu alan bir yazı 17 Temmuz 1917’de Sabah gazetesinde yayınlandı. Yazı yurt içi ve yurt dışında geniş bir etki uyandırdı. Bu yazının Sabah gazetesinde çıkmasının ardından Osmanlı Devleti, Hollanda Elçiliği aracılığıyla İngiliz Dışişleri Bakanlığından konunun araştırılması talep etti. İngiltere’deki sivil esir kamplarında 109 sivil Osmanlı esiri ile bir bahriyeli savaş esiri bulunuyordu. Hollanda Kraliyet Ortaelçiliği, Sabah’ta 17 Temmuz’da yayınlanan İngiltere’deki Osmanlı vatandaşlarının maruz kaldığı muameleyi konu alan haber hakkında İngiltere Hükûmetinin dikkatini çekmek için teşebbüslerde bulundu. İngiltere Hükûmeti, ellerinde bulunan Osmanlı savaş esirlerine yapılan muamele hakkında ciddi ithamlar içeren notaya 9 Kasım 1917’de cevap verdi. Buna göre gazetede yayınlanan söz konusu makalenin bütünüyle dayanaksız olduğunu iddia edildi. Sadece düşman bir millete mensup ve daha önce hiç tutuklanmamış kişiler için geçerli olan “Yabancılara Kısıtlama Kanunu” gereği İngiliz topraklarındaki tüm yabancılar gözlem kamplarına konuldu. Sadece Osmanlı vatandaşlarına yönelik bir uygulama söz konusu değildi. İngiltere, Sabah gazetesinde yayımlanan Türk savaş esirlerine yapılan muamele ile ilgili Man Adası esir kamplarının şartlarına dair 19 Temmuz tarihli elçilik raporunu Osmanlı Devleti’ne ulaştırılmak üzere 21 Eylül 1917’de Hollandalı yetkililere gönderdi. Raporun özeti aşağıda kısaca verilmiştir:837 [889]

İngiltere Hükûmeti, söz konusu makalenin çirkin bir şekilde yalan haberlerle donatıldığını belirtmekten memnuniyet duymaktadır. Bu konudaki tek istisna, yalnızca Osmanlı değil, tüm düşman uyrukların tutuklu bulunmayan bireyleri için uygulanan yabancılar hakkındaki kısıtlama ile ilgili düzenleme konusunda nispeten doğru bir bilgi içeren ikinci paragraftır.

Şu anda İngiltere’de savaş esiri olan yalnızca 109 Türk sivil şahıs ve bir deniz subayı tutuklu bulunmaktadır. İngiltere’de bulunan ve sayıları yaklaşık 830 (tamamı yalnızca yabancılara uygulanan kısıtlamalara maruz kalan Ermeni, Suriyeli ve diğer tüm Hıristiyanlar ve Mezopotamya yerlileri dışında) olan diğer Türklerin hiçbiri tutuklu değildi. 110 tutuklu, ülkelerin düşmanlarına karşı duydukları şüpheden dolayı şartları tarafsız büyükelçilikler tarafından sıklıkla ve kararlılıkla denetlenmekte olan Man Adası’nda veya diğer kamplarda bulunan Alman ve Avusturyalı savaş esirleri ile aynı muameleye tabi tutulmaktadır.

Kamplardaki su ve elektrik imkânları ile ilgili ifadeler tamamen asılsızdır ve tutukluların sağlık durumları ile ilgili olarak ölüm oranı bu ülkenin genel nüfusunun ortalamasının altındadır. Sivil esirlere, bu ülkenin nüfusunun tüketmesi beklenen ortalama yiyecek miktarı ile aynı miktarda yiyecek verilmektedir.

En büyük esir kampı olan ve Man Adası’nda bulunan Knockaloe 'deki yemek listesinin bir örneği ilişiktedir.

Osmanlı Hükûmetine ulaşan ve İngilizlerin elinde bulunan Türk esirlerin durumlarıyla ilgili olan sayısız rapora binaen, Sabah gazetesinde yayımlanan makaleye inanılması imkânsızdır ve bu makale Türkiye’de kamuoyunu yanlış bir şekilde yönlendirmek için kasıtlı bir girişimdir. Ya da Osmanlı Hükûmeti bu makaledeki iddiaların yanlışlığının farkına varamamıştır. Buna rağmen İngiltere Hükûmeti yukarıda belirtilen düzeltmelerle ilgili olarak kibar bir şekilde Babıâlinin bilgilendirilmesi halinde müteşekkir olacaktır.”

İngiliz yetkililer çoğu zaman şüpheli ölüm olaylarını ya saklamışlar ya da bir şekilde ortaya çıkmışsa kapatmaya çalışmışlardı. Knockaloe esir karargâhında bir asker intihar etmiş, bir asker ise kaza sonucu hayatını kaybetmişti. Osmanlı Hükûmeti tarafından bu esirlerin kazara öldüklerine ya da intihar ettiklerine inanılmamış ve bu esirlerle ilgili soruşturma yapılması istenmişti. Bunun üzerine İngiltere Hükûmeti esirlerin tâbiiyetleri hakkında araştırmalar yapmış ve kısa süre içinde 16 Eylül 1917’de tahkikat sonucunu göndermişti.[890] İngiliz yetkililerce doğruluğu tespit edildiği üzere Knockaloe kampındaki Türklerden sadece 3 esir hayatını kaybetmişti. 17 Aralık 1916’da Ramazan Muhammed çıban, 16 Şubat 1917’de H. Halid İbrahim tüberküloz, 20 Nisan 1917’de Hüseyin Ali beynindeki damar tıkanıklığı sebebiyle vefat etmişti. Bunlar dışında hiçbir Türk’ün intihar ettiği ya da kazara öldüğü belirlenememişti.[891]

İngiltere Hükûmeti, Osmanlı Hükûmetinin veya tarafsız devletlerin uyarıları zaman zaman dikkate almış ve kamplarda bazı şikâyet konularını gidermeye çalışmıştı. Mesela, hükûmet, Man Adası’ndaki Osmanlı esirlerinin İngiltere dahilinde diğer bir karargâha naklinin mümkün olmadığını söylemiş; fakat yeni usul iaşe tahsisinde gıdanın esirler için önceye göre daha iyi olduğun bildirmişti. Bu düzenlemeden sonra herhangi bir şikâyet olmamıştı.[892]

Esirlerin dini vecibelerini yerine getirme hususunda bir kısıtlama yoktu. Osmanlı esirlerinin teşekkül ettiği dört numaralı karargâhta esirler diğer esirlerden ayrı olarak kendi tebaaları ile beraber ibadet etmekteydiler. Diğer karargahlarda bulunan birkaç Osmanlı esiri de kendi milletlerinin olduğu yere konulmaları için müracaat etmişti.[893]

Savaşın sona ermesiyle birlikte kamptaki esirler tahliye edilmeye başlandı. İngiltere’de oturma izni alan küçük bir bölümü hariç diğerlerinin doğdukları topraklara gönderilmeleri bir yıl sürdü.



[60] Ahmet Özel, “Esir”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Cilt 11, 1995, s.382.

[61] Ayrıca Kamus-ı Türkî hariç diğer sözlüklerde de harpte düşman eline düşen, düşman elinde bulunan adam, düşman elinde bulunan tutsak anlamlarına gelmektedir. Bkz. Muallim Ömer Naci, “Esir”, Lügat-i Naci, İstanbul, 1310, s. 74; Mehmed Salahi, “Esir”, Kamus-i Osmani, İstanbul, 1329, s. 109; M. Bahaeddin, “Esir”, Yeni Türkçe Lügat, İstanbul, [t.y.], s. 44.

[62] Şemseddin Sami, “Esir”, Kamus-ı Türkî, İstanbul, 1317, s. 115.

[63] Eski Yunanlılar ve Romalılar esirlere yapılan türlü türlü işkenceyi reva görüyor, vücutlarını parçalıyor, büyük küçük, kadın erkek ayırımı gözetmeksizin hepsini dehşet bir şekilde öldürüyorlardı. Fakat bu durumdan vazgeçilerek elde edilen esirler zaman içerisinde köleleştirip onlardan yarar sağlamaya yoluna gidilmiştir. Esirlere yapılan kötü muamele her dönemde varlığını devam ettirmekle beraber köle haline getirme yine de bir iyileştirme sayılabilmelidir. Romalılarla diğer toplumlar ikileminde uygulanan hukuk esaslarına göre savaş esirlerinin öldürülmesi meşru olmakla beraber satılması ya da hizmetlerinden yararlanılması daha avantajlı görüldüğünden esirler kumandanların emriyle açık arttırmaya çıkarılıyor ve satın alanın kölesi oluyordu. Bkz. Ahmet Özel, a.g.e., s. 382.

[64] Ahmet Özel, a.g.e., s. 382.

[65] Nihat Erim, Devletlerarası Hukuku ve Siyasi Tarih Metinleri, Cilt 1, Ankara, Türk Tarih Kurumu, 1953, s. 345.

[66] “Additional Articles relating to the Condition of the Wounded in War. Geneva, 20 October 1868”, Haz. Dietrich Schindler, Jiri Toman, TheLaws of Armed Conflicts, Cenevre, Martinus Nihjoff Publisher, 1988, s. 279, 285-288.

[67] “Convention for the Amelioration of the Condition of the Wounded in Armies in the Field, Geneva, 22 August 1864”, Haz. Dietrich Schindler, Jiri Toman, The Laws of Armed Conflicts, Cenevre, Martinus Nihjoff Publisher, 1988, s. 280-282; “Hilal-i Ahmerin Tarihçesi”, Hilâl-i Ahmer Mecmuası, Sayı:1, 15 Eylül 1921, s. 17-18.

[68] Tracey Leigh Dowdeswell, “The Brussels Peace Conference of 1874 and the Modern Laws of Belligerent Qualification”, Osgoode Hall Law Journal, Volume 54, Issue 3, Spring 2017, s. 806, 809, 818-827, 843-847.

[69] The Laws of Armed Conflicts, Haz. Dietrich Schindler, Jiri Toman, Cenevre, Martinus Nihjoff Publisher, 1988, s. 63.

[70] “Convention (II) with Respect to the Laws and Customs of War on Land and its annex: Regulations concerning the Laws and Customs of War on Land. The Hague, 29 July 1899.”, Haz. Dietrich Schindler, Jiri Toman, The Laws of Armed Conflicts, Cenevre, Martinus Nihjoff Publisher, 1988, s. 76-85.

[71] “Convention (II) with Respect to the Laws and Customs of War on Land and its annex: Regulations concerning the Laws and Customs of War on Land. The Hague, 29 July 1899”, s. 76-77.

[72] a.g.e., s. 79.

[73] “Convention (III) for the Adaptation to Maritime Warfare of the Principles of the Geneva Convention of 22 August 1864, The Hague, 29 July 1899”, a.g.e., s. 289.

[74] a.g.e., s. 291.

[75] “Convention (X) for the Adaptation to Maritime Warfare of the Principles of the Geneva Convention, The Hague, 18 October 1907”, s. 316.

[76] “Convention for the Amelioration of the Condition of theWounded and Sick in Armies in the Field. Geneva, 6 July 1906”, a.g.e., s. 301.

[77] a.g.e., s. 304.

[78] “Declaration concerning the Laws of Naval War, London, 26 February 1909”, A. PearceHiggins, The Hague Peace Conferances; And The Other International Conferances Concerning the Laws and Usage of War, Cambridge UniversityPress, Cambridge, 1909, s. 557.

[79]                                       1864’te Cenevre’de toplanan konferans sonrası imzalanan sözleşme ile beraber Kızılhaç

Cemiyetinin temelleri atılmıştır. Osmanlı Devleti bu sözleşmeyi 1865 yılında imzaladı. 1868 yılında kurulan Mecruhin ve Marza-yı Askeriyeye İmdat ve Muavenet Cemiyetinin bugünkü Kızılay kuruluşun tarihi kabul edilmektedir. İlk başta herhangi bir sembol ya da simge kullanılmamıştı. Haç Hıristiyan simgesi sayıldığından kullanılması reddedilmişti. Osmanlı Devleti resmi olarak olmasa da Rus Savaşı’ndan sonra haç yerine hilali simge kullanmaya başlamıştı. Savaş döneminde diğer devletler bu filli duruma ses çıkarmamıştı. 1907’de Londra’da Kızılhaç tarafından organize edilen 8. Milletlerarası Kızılhaç Konferansı’nda haçın yerine hilalin kullanılması kararı verildi. Osmanlı Devleti artık bu simgenin kullanılmaya başlanmasıyla hilali taşıyan ambulans ve diğer sağlık araçları dokunulmazlığa sahip olmuştu. Bkz. Comite International De La Croix-Rouge, C G1 A 15-40, Geneve.

[80] Seçil Karal Akgün, Murat Uluğtekin, Hilal-i Ahmer’den Kızılay’a, Cilt 2, Ankara, Türk Hava Kurumu, [y.y.], s. 32.

[81] Besim Ömer Akalın, IX. Washington Salib-iAhmer Konferansı’na Memuriyetim ve Osmanlı Hilal-i Ahmer Cemiyeti’ne Tekliflerim Hakkında, İstanbul, Ahmet İhsan ve Şükerası, 1328, s. 12; Seçil Karal Akgün, Murat Uluğtekin, a.g.e., s. 32.

[82] İkinci Dünya Savaşı’nda bu sözleşmenin gözden geçirilmesi zaruret haline gelmiş ve 12 Ağustos 1949 Cenevre Sözleşmesi ile bu konudaki en kapsamlı düzenleme gerçekleştirilmiştir. 143 maddeden oluşan sözleşme 1929 Sözleşmesi’nin savaşın gerçekleşmesinde meydana gelen değişiklikler nedeniyle birkaç noktada revize etmek gerekliliğinden doğmuş ve bir öncekinden farklı olarak insanların yaşam koşulları üzerinde de durmuştur. 1949 yılına gelindiğinde o zamana kadar esirler konusunda yaşanan tecrübeler esirlerin günlük yaşamlarının yetkililerin genel düzenlemelere getirdikleri yoruma bağlı olduğunu göstermiş ve esirlerin durumu sözleşmede daha açık hale getirilmeye çalışılmıştır. Savaş esiri statüsü olan kişilerin hakları daha öncekilere göre genişletiliştir. Esirlerin yaşam ve şartları ve yaşadıkları yerler, özellikle esirlerin çalıştırılmaları, mali hakları, dinlenme hakları ve onlara karşı açılan adli işlemler açısından daha net bir şekilde tanımlanmıştır. Bu sözleşmede savaş esirlerinin aktif düşmanlıkların sona ermesinden sonra gecikmeksizin serbest bırakılması ve geri gönderilmesi ilkesi benimsenmiştir. İkinci Dünya Savaşı’nın tecrübelerinden istifade edilerek aynı tarihte “Sivil Esirlerin Korunmasına Yönelik” ayrı bir sözleşme daha imzalanmıştır. 1974 yılında Cenevre’de düzenlenen ve 1977’ye kadar dört oturum yapan bu konferansın sonunda iki ek protokol imzalanmıştır. Bkz. “Convention (III-IV) relative to the Treatment of Prisoners of War. Geneva, 12 August 1949”, Haz. Dietrich Schindler, Jiri Toman, The Laws of Armed Conflicts, s. 423; Ahmet Özel, a.g.e., s. 388.

[83] “Convention (III-IV) Relative to the Treatment of Prisoners of War, Geneva, 12 August 1949”, s. 423; Ahmet Özel, a.g.e., s. 388.

[84] “Birinci Dünya Savaşı'nda İttifak ve İtilaf Devletlerinin Genel Durumları”, Hayat Tarih Mecmuası, Sayı 2, Mart 1970, s. 9.

[85] Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi Osmanlı Devri Birinci Dünya Harbi İdari Faaliyetler ve Lojistik, Cilt 10, T.C. Genelkurmay Başkanlığı Tarih ve Strateji Etüt Başkanlığı, Ankara, 1985, s. 509-510.

[86] Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), HR. SYS., 2200/56.

[87] New-York Tribune, 5 February, 1915, s. 2.

[88] Evening Star, 7 February, 1915, s. 15.

[89] Western Champion and General Advertiser for the Central-Western Districts (Barcaldine, Qld.: 1892- 1922), 3 April 1915, s. 9.

[90] Cairns Post (Qld.: 1909- 1954), 9 April 1915, s. 6.

[91] Morning Bulletin (Rockhampton, Qld.: 1878- 1954), 14 October 1915, s. 7.

[92] Advertiser (Adelaide SA: 1889- 1931), 6 November 1915, s. 12.

[93] Dubbo Liberal and Macquarie Advocate (NSW: 1894- 1954), 3 November 1916, s. 5.

[94] The Bridgeport Evening Farmer, 11 August, 1917, s. 7.

[95] Genelkurmay Başkanlığı Tarih ve Strateji Etüt Başkanlığı Arşivi (ATASE), Birinci Dünya Harbi Koleksiyonu (BDHK), 4609/13.

[96] New-York Tribune, 30 April, 1915, s. 1.

[97] Rapports: Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, Haz. F. Thormeyer, Emmanuel Schoch, F. Blanchod, Comite International de la Croix-Rouge, G1 A 19- 01.14, Geneve, 1917, s. 82-83.

[98] İbrahim Artuç, 1915 Çanakkale Savaşı, İstanbul, Kastaş Yayınları, 2015, s.

[99] The National Archive of Britain (TNA), WO., 95/4290.

[100] West Australian (Perth, WA: 1879- 1954), 15 December 1915, s. 8.

[101] Arizona Republican, 13 May 13, 1915, s. 1.

[102] Evening Star, 5May 5, 1915, s. 1.

[103] Cairns Post (Qld.: 1909- 1954), 24 May 1915, s. 5; The Times, 22 May 1915, s. 7.

[104] The Times, 22 May 1915, s. 8.

[105] Doğumunun 100. Yılında Atatürk’ün Silah Arkadaşları: Yaşayan Çanakkaleli Muharipler, Haz. Cahit Önder, İstanbul, Yazır Matbaacılık, [t.y.], s. 17.

[106] Cepheden Mektuplar, Haz. Hülya Yarar Mustafa Delialioğlu, Ankara, Millî Savunma Bakanlığı, 1999, s. 161.

[107] Genelkurmay ATASE Arşivinde Basra’da kurulan esir kampı “El-Cezire Karargâhları: Basra Elmacil” olarak geçmektedir. Bkz. Genelkurmay ATASE, BDHK., 2494/19.

[108] BOA, HR. SYS., 2210/35.

[109] BOA, HR. İM., 39/10.

[110] TNA, FO., 383/235.

[111] Türk Kızılayı Arşivi, 1363/1.

[112] Doğumunun 100. Yılında Atatürk’ün Silah Arkadaşları: Yaşayan Çanakkaleli Muharipler, s. 17.

[113] 1894 yılında Kırım’da doğan Hüseyin Fehmi Genişol 1904 yılında Türkiye gelerek Adapazarı’na yerleşti. Askere gidinceye kadar hiç okula gitmeyen Genişol 1914 yılında askere alındı. Çanakkale, Bulgaristan ve Irak cephelerinde savaştı. 25 Mart 1918’de Irak’ta İngilizlere esir düştü. 16 Eylül 1920’de Türkiye’ye iade edildi. Kurtuluş Savaşı’na katılan Hüseyin Fehmi Genişol savaş sonrası memleketine dönerek ticarette uğraştı ve 1954 yılında hayatını kaybetmiştir. Hüseyin Fehmi Genişol, Çanakkale’den Bağdat’a Esaretten Kurtuluş Savaşı’na: Cephede Sekiz Yıl Sekiz Ay (1914­1923), Haz. Mustafa Yeni, İstanbul, Türkiye İş Bankası, 2014, s. 71-72.

[114] a.g.e., s. 73-74.

[115] Mülazım Mehmet Sinan, Harp Hatıralarım, Çanakkale-Irak-Kafkas Cephesi, Haz. Hasan Babacan, Servet Avşar, Muharrem Bayar, Ankara, Vadi, 2006, s. 116-117. Kitabın diğer baskısı için bkz. Mehmet Sinan Özgen, Bolvadinli Mehmet Sinan Bey’in Harp Hatıraları, Haz. Hasan Babacan, Servet Avşar, Muharrem Bayar, Türkiye İş Bankası, İstanbul, 2011.

[116] Mülazım Mehmet Sinan, a.g.e., s. 114-115.

[117] Mülazım Mehmet Sinan, a.g.e., s. 118-121.

[118] Mülazım Mehmet Sinan, a.g.e., s. 121-122.

[119] Mülazım Mehmet Sinan, a.g.e., s. 122-123.

[120] Taşköprülü Mehmet Efendi, Irak Cephesi’nden Burmaya Savaşın ve Esaretin Günlüğü, Haz. Mesut Uyar, Ahmet Özcan, İstanbul, Türkiye İs Bankası Kültür Yayınları, 2015, s. 67-70.

[121] Taşköprülü Mehmet Efendi, a.g.e., s. 71-73.

[122] Daha çok Arapların kullandığı başa sarılan ve omuzların üzerine kadar gelen, uçları püsküllü ince başörtüsü.

[123] Taşköprülü Mehmet Efendi, a.g.e., 73-76.

[124] a.g.e., s. 74.

[125] Taşköprülü Mehmet Efendi, a.g.e., s. 75.

[126] a.g.e., s. 76.

[127] a.g.e., s. 76.

[128] a.g.e., s. 78.

[129] a.g.e., s. 79.

[130] a.g.e., s. 79-80.

[131] Taşköprülü Mehmet Efendi, a.g.e., s. 80-82.

[132] Taşköprülü Mehmet Efendi, a.g.e., s. 82-84.

[133] Mustafa Tütüncü 1893 Çorum doğumludur. Mekteb-i İbtidaiyi bitirmiştir. Birinci Dünya Savaşı’nda Irak Cephesi’nde Kut’ül-Amare’de savaşmış ve esir düşmüştür. Mustafa Tütüncü cephedeki ve Hindistan’da Mektila esir kampında geçen esaret günlerini hatırat olarak yazmıştır. 1921 yılında esaretten dönmüş ve esaret sonrası ticaret ile uğraşmıştır. Bkz. Mustafa Tütüncü, Hatıra Defteri, Haz. Abdülkadir Ozulu, Çorum, Lider Matbaacılık, 2006, s. 3-4.

[134] Mustafa Tütüncü, a.g.e., s. 55-56.

[135] Mustafa Tütüncü, a.g.e., s. 57-58.

[136] Nureddin Peker 1893 tarihinde İstanbul’da doğmuştur. 1908’de Beşiktaş Askeri Ortaokulu ve Mekteb-i Osmaniye’den mezun olmuştur. 1912 yılında Kıdemli Küçük Zabit okulunu bitirmiş ve tüm sınıfı ile Balkan Savaşına katılmıştır. 1915’de Çanakkale Muharebesi’nde yaralanmış ve Haydarpaşa Askeri Hastanesinde tedavi altına alınmıştır. Nureddin Peker sırasıyla Birinci Dünya Savaşı’nda, Irak Cephesi’nde İngilizlerle, İran sınırında Ruslarla savaşmış ve kahramanlıklar göstererek ödül ve madalyalar almıştır. Bkz. Nurettin Peker, Tüfek Omza: Balkan Savaşı’ndan Kurtuluş Savaşı’na Ateş Hattında Bir Ömür, Haz. Orhan Peker, Hilal Akkartal, İstanbul, Doğan Kitap, 2009, s. 206­207.

[137] Nurettin Peker, a.g.e., s. 208.

[138] Nurettin Peker, a.g.e., s. 208.

[139] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13’den aktaran Cemalettin Taşkıran, Ana Ben Ölmedim Birinci Dünya Savaşı’nda Türk Esirleri, İş Bankası, İstanbul, 2001, s. 103-104.

[140] Cemalettin Taşkıran, a.g.e., s. 105.

[141] Genelkurmay ATASE Arşivi, İstiklal Harbi Koleysiyonu (İHK), 90/ 33.

[142] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 85/41.

[143] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/133.

[144] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 90/ 33.

[145] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 60/53.

[146] Cepheden Mektuplar, s. 161.

[147] Türk Kızılayı Arşivi, 1363/5.

[148] BOA, HR. İM., 39/10.

[149] Muhittin Erev, “Birinci Dünya Savaşı’nda Bir Yedek Subayın Hatıraları-4”, Hayat Tarih Mecmuası, 1 Ağustos 1967, Yıl 3, Cilt 2, Sayı 7, s. 62-63.

[150] Muhittin Erev, a.g.m., s. 63.

[151] a.g.m., s. 63.

[152] Muhittin Erev, a.g.m., s. 63.

[153] Hüseyin Fehmi Genişol, a.g.e., s. 68-69.

[154] a.g.e., s. 69-70.

[155] Hüseyin Fehmi Genişol, a.g.e., s. 70-71.

[156] a.g.e., s. 71-72.

[157] Thomas Edward Lawrence, I. Dünya Savaşı başlayınca Hogarth’ın tavsiyesi üzerine Kahire’deki Askeri Haber Alma Örgütünde görevlendirildi. Sonradan Arap Bürosu adı verilen bu örgütte teğmen rütbesiyle çalışmaya başlayan Lawrence, askeri haritalar hazırlama ve özellikle Kanal Harekâtı’nın ardından İngilizlerin eline geçen Osmanlı esirlerini sorgulama ve bilgi toplama çalışmalarında görev yaptı. Bkz. Orhan Koloğlu, “Thomas Edward Lawrence”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Cilt 27, Ankara, Türkiye Diyanet Vakfı, 2003, s. 115.

[158] Nurettin Peker, a.g.e., s. 179-182.

[159] Nurettin Peker, a.g.e., s. 182.

[160] a.g.e., s. 182-184.

[161] a.g.e., s. 188.

[162] Nurettin Peker, a.g.e., s. 188.

[163] Nurettin Peker, a.g.e., s. 190.

[164] a.g.e., s. 201-203.

[165] Nurettin Peker, a.g.e., s. 203-204.

[166] a.g.e., s. 204-205.

[167] a.g.e., s. 206.

[168] a.g.e., s. 214-216.

[169] Süleyman Beyoğlu, “Bir Efsanenin Sonu: Çanakkale’de Kayıp İngiliz Askerleri”, Çanakkale Savaşları Tarihi, Cilt 4, Haz. Mustafa Demir, Değişim Yayınları, İstanbul, 2008, s. 2325.

[170] C. E. W. Bean, The Official History of Australia in the War Of 1914-1918: The Story of Anzac: From 4 May 1915 to the Evacuation, Volume II, Australia, Australia Angus and Robertson Ltd., 1941, s. 532.

[171] Omaha Daily Bee, 15 December 1915, s. 6.

[172] BOA, HR. SYS., 2099/9; New York Times, 30 November 1915.

[173] BOA, HR. SYS., 2413/43.

[174] Atina’da çıkan Astrapi gazetesinin 17 Haziran sene 1915 tarihli nüshasında Çanakkale harekâtının ilk safhasında Seddülbahir’de Fransızlar tarafından iki yüz kadar Türk neferi esir edilmişti. Bunların kırktan fazlası Hıristiyanlardan oluşuyordu. Bu Türk askerlerinin teslim olmasına da bu Hristiyan efrâd sebebiyet vermişlerdir. Bunlar birkaç gün devam eden aralıksız propagandalarıyla bu küçük Türk müfrezesini teslim olmağa ikna etmişlerdi. Hristiyan askerler esir düğdükleri andan itibaren Osmanlı askerleri aynı gün Mondros’a nakledilmişlerdir. Bunlar arasındaki Hristiyan erler Türk olmadıkları ve Rum bulundukları Osmanlı ordusunda kerhen hizmet ettikleri beyan etmelerine rağmen aynı sonu yaşamışlardı. Bkz. BOA, HR. HMŞ. İŞO., 43/23.

[175] BOA, HR. SYS., 2214/1; BOA, HR. HMŞ. İŞO., 43/23.

[176] TNA, FO., 383/101.

[177] BOA, HR. SYS., 2194/66.

[178] BOA, HR. SYS., 2194/64.

[179] Hüseyin Işık, Şehitlerimiz ve Gazilerimiz, Jandarma Genel Komutanlığı, Ankara, 1994, s. 106.

[180] BOA, DH. EUM., 17/46.

[181] BOA, HR. SYS., 2194/64.

[182] BOA, HR. SYS., 2189/3.

[183] İstanbul Yüksek Komiserliği cevap olarak bu üç adanın statülerinin benzer olmadığı söyledi. Müttefik kuvvetlerin 1914 yılında Mondros’u işgali ve bu işgali meşrulaştırmak için o dönemde yapılan açıklamalar bakımından Limni Adası, savaştan önce de Yunanlara ait olma özelliğini taşımaktaydı. Öte yandan Londra Büyükelçiler Konferansı’nda Yunanistan’a devredilecek adalar belirlenirken Gökçeada ve Bozcaada dışarıda bırakılmıştı. Bu adalar her zaman İstanbul ve boğazlar üzerinde egemenlik hakkı olan güce ait olarak görüldü. Bu yüzden, Limni Adası’na ilişkin uygun olan düzenlemeyi yapmak için her türlü hakka sahipken Gökçeada ve Bozcaada bakımından şu anki durumlarında herhangi bir değişiklik yapılmadan önce konferanstan çıkan karar beklenecekti. Bkz. TNA, FO., 608/30.

[184] TNA, FO., 608/30.

[185] Uğur Vantholf, “Esir Türk Askerleri Denizaşırı Ülkelere Nasıl Götürüldüler, Çanakkale 1915, Yıl 2, Sayı 5, Nisan 2010, s. 30-32.

[186] BOA, HR. SYS., 43/23.

[187] TNA, FO., 383/223.

[188] TNA, FO., 383/223.

[189] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/1;123/82.

[190] “Yüzbaşı Brian O'Farrell Gregory”, Brian O'Farrell Gregory, National Maritime Museum Greenwich Archive, No: MS93/009.

[191] Evening Public Ledger, 17 December 1915, Night Extra, s. 2.

[192] West Australian (Perth, WA: 1879- 1954), 25 February 1918, s. 5; Singleton Argus (NSW: 1880- 1954), 28 February 1918, s. 4.

[193] Rock Island Argus, 17 December 1915, s. 1.

[194] The Barre Daily Times, 6 March 1915, s. 3.

[195] Singleton Argus (NSW: 1880- 1954), 3 April 1915, s. 7; Advertiser (Adelaide SA: 1889- 1931), 6 November 1915, s. 12.

[196] Western Champion and General Advertiser for the Central-Western Districts (Barcaldine, Qld.: 1892- 1922), 3 April 1915, s. 9.

[197] Sun (Sydney, NSW: 1910- 1954), 27 June 1915, s. 1.

[198] Barrier Miner (Broken Hill, NSW: 1888-1954), 14 November 1915, s. 2.

[199] Kilmore Free Press (Kilmore, Vic.: 1870-1954), 11 November 1915, s. 1.

[200] West Australian (Perth, WA: 1879- 1954), 7 July 1915, s. 8.

[201] Sydney Morning Herald (NSW: 1842- 1954), 9 August 1915, s. 5.

[202] West Gippsland Gazette (Warragul, Vic.: 1898- 1930), 31 August 1915, s. 7.

[203] Sun (Sydney, NSW: 1910- 1954), 13 August 1915, s. 8.

[204] Brisbane Courier (Qld.: 1864- 1933), 15 July 1915, s. 8.

[205] Bunbury Herald (WA: 1892- 1919), 10 July 1915, s. 3.

[206] Brisbane Courier (Qld.: 1864- 1933), 28 September 1915, s. 8.

[207] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/151.

[208] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 105/90; 48/75.

[209] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 105/90.

[210] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 8/129; İHK., 123/99.

[211] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 8/129; İHK., 123/99.

[212] Belgenin başka yerlerinde Ayn-ı Leyla diye geçmektedir.

[213] Belgenin başka yerlerinde Ayntab diye geçmektedir.

[214] Genelkurmay ATASE Arşivi,İHK., 123/99.

[215] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/137.

[216] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/75.

[217] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 100/26.

[218] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/140.

[219] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/80.

[220] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 89/111.

[221] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 89/111.

[222] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/81.

[223] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/81.

[224] Tabip yardımcısının verdiği ifadeye göre Musullular kısmen Osmanlı ve kısmen Şerif tarafındaydı. Süryaniler ise kendilerine fazla teveccüh gösterdiğinden İngiliz tarafındaydılar. Katolik Keldaniler ise Fransız emelleri ile mütehassıs olduklarından Fransa’ya temayül görülmekteydiler. Iraklı subay ve askerler jandarma hizmetinde görevlendirildiler. Bkz. Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/81.

[225] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/81.

[226] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/83.

[227] BOA, HR. SYS., 2412/79.

[228] Ayrıca Dicle grubu kumandanı Yarbay İsmail Hakkı Bey’in yaralı olmadığı öğrenilen diğer bir bilgiydi. Bkz. Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 8/111.

[229] BOA, HR. SYS., 2189/7; HR. SYS., 2227/44.

[230] BOA, HR. SYS., 2198/8; HR. SYS., 2189/8; TNA, FO., 383/345.

[231] TNA, FO., 383/339.

[232] TNA, FO., 383/339.

[233] TNA, FO., 383/339.

[234] BOA, HR. SYS., 2411/34.

[235] BOA, HR. SYS., 2411/34.

[236] Deniz Müzesi Komutanlığı Arşivi, 164/3707.

[237] TNA, FO., 383/352.

[238] Evening Public Ledger, 29 October 1919, Night Extra Financial, s. 9; He Topeka State Journal, October 30, 1919, Home Edition, s. 12.

[239] The Times, 9 June 1916, s. 10.

[240] 1887/1888 yılında Yugoslavya’nın Genebe şehrinde doğan Gani Bey’in babası Yazıcızadelerden Timur annesi Gülsüm Hanım’dır. 1910’da Harbiye Mektebinden mezun olan Gani Bey 3. Ordu’nun 23. Alay 4. Takım zabitliğine tayin olmuştur. Alay yaverliği yapmış ve Kırkgeçit savaşlarına katılmıştır. 1933 yılında binbaşılığı yükseldi. Mülazim Gani Efendi daha önce Trakya Cephesi’nde savaşmış Selanik’in düşmesiyle ilk esaretini yaşamıştır. 1915’de üsteğmen rütbesine yükselmiş ve İstanbul İtfaiyesi Fatih Grubunda 8. takım zabiti olmuştur. Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla Irak Cephesi’ne gönderilmiştir. Gençliğinin yaklaşık 1 yılı Yunanistan’da, 5,5 yılı ise Burma esir olarak geçirmiştir. Burma’da 261 esirden ancak 107 sağ olarak ülkelerine dönebilmiştir. Hatıratta 65 esirin adı yazmaktadır ve bu kişilerin bir kısmı Teşkilat-ı Mahsusiye’de görevli kişilerdir. Bkz. Ergun Hiçyılmaz, “Mülazim Gani Efendi’nin Anıları, Hindiçin’de Esir Türkler’’, Yeni Yüzyıl, 30 Aralık 1996, s. 14-15; Ergun Hiçyılmaz, Esir Kampları Bana Biraz Hürriyet Yollar mısın? İstanbul, Bilge Karınca, 2010, s. 199-201.

[241] Ergun Hiçyılmaz, a.g.m., s. 14-15; Ergun Hiçyılmaz, a.g.e., s. 20-23.

[242] Süblimleştirme yoluyla elde edilen ürün. Ak sülümen. Cıva klorür. Bkz.

http://tdk.gov.tr/index.php?option=com_bts&arama=kelime&guid=TDK.GTS.5da1f5e02a3ac2.81485 007.

[243] Muhittin Erev, a.g.m., s. 57-62.

[244] Taşköprülü Mehmet Efendi, a.g.e., s. 60-62.

[245] a.g.e., s. 63.

[246] a.g.e., s. 63-64.

[247] a.g.e., s. 65-66.

[248] Taşköprülü Mehmet Efendi, a.g.e., s. 67-70.

[249] Rus ve İngilizlere Karşı Bir Osmanlı Neferi 1917-1918: Serezli Mehmed Ragıb, Haz. Ahmet Efiloğlu Raif İvecan, İstanbul, Timaş, 2011, s. 8-11, 211.

[250] Mustafa Tütüncü, a.g.e., s. 53-54.

[251] Nurettin Peker, a.g.e., s. 13-17.

[252] Hüseyin Fehmi Genişol, a.g.e., s. 65-68.

[253]a.g.e., s. 68-69.

[254] BOA, HR. MTV.,                                              768/26. Ayrıca Bkz. BOA, HR. MA.,                                                                               1228/43’den aktaran Osmanlı

Belgelerinde Birinci Dünya Harbi, II, Çanakkale Muharebeleri I, T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı Yayın No:131, İstanbul, 2013, s. 263.

[255] BOA, HR. MTV.,                                              768/26. Ayrıca Bkz. BOA, HR. MA.,                                                                               1228/43’den aktaran Osmanlı

Belgelerinde Birinci Dünya Harbi, II, Çanakkale Muharebeleri I, T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı Yayın No:131, İstanbul, 2013, s. 263.

[256] Doğumunun 100. Yılında Atatürk’ün Silah Arkadaşları: Yaşayan Çanakkaleli Muharipler, s. 125-138.

[257] a.g.e., s. 21-23.

[258] a.g.e., s. 104.

[259] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 98/119.

[260] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/11.

[261] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/11.

[262] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13.

[263] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/139.

[264] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/131.

[265] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/146.

[266] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/62.

[267] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/155.

[268] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/134.

[269] Deniz Müzesi Komutanlığı Arşivi, 18963/58.

[270] Ahmet Altınay, Katran Kazanında Sterilize: Bir Türk Subayının İngiliz Esir Kampında Üç Yılı, İstanbul, Tarih Düşünce Kitapları, 2004, s. 57-60

[271] Ahmet Altınay, a.g.e., s. 50.

[272] Emin Çöl, eğitimine 12 yaşında başlamış ve ortaokulu bitirdikten sonra Beyrut’a astsubay okuluna gitmiştir. Okulu 1914 yılında bitirir bitirmez savaşa gönderilmiştir. 16. Tümen ile önce Çanakkale’de sonra Sina’da Gazze-Şeria ve Birüssebi cephelerinde savaşmıştır. Çöl Çanakkale Cephesi’ne gitmek üzere Adana’dan savaşmak üzere ayrıldığı zaman anılarını yazmaya başlamış ve gözlerini kaybettiği zamana kadar yazmaya devam etmiştir. Yakalandığında anıları düşman eline geçmemesi için yanındaki askere çölün ortasına gömdürmüştür. Savaş sonrası ise aklında kalanları tekrar kızlarına dikte ettirerek anılarını ikinci defa olarak yazdırmıştır. Bu açıdan bakıldığında bir günlük şeklinde değildir ama erler arasında hayatı geçtiğinden erlerin yaşadıklarını anlatması bakımından dikkate değer anılardır. Emin Çöl okumayı seven kör olduktan sonra da askerlere gazeteleri okutan bir kişidir. Aldığı Harp malulü aylığından artırdıkları ile kitabı yazmaya muvaffak olmuştur. Yazdığı hatırat kızı Ülgen ve damadı Cemil Sönmez çabasıyla bastırılmıştır. Anıların bir kısmı 8 Ağustos 1964 tarihinde Vatan gazetesinde yayınlanmıştır. Bkz. Emin Çöl, Çanakkale- Sina Savaşları: Bir Erin Anıları, Haz. Celal Kozdağlı, İstanbul, Nöbetçi Yayınevi, 2009. s. 7-13

[273] Emin Çöl, a.g.e., s. 106-110.

[274] a.g.e., s. 110-111.

[275] a.g.e., s. 111-112.

[276] Rahmi Apak, Yetmişlik Bir Subayın Hatıraları, Ankara, Türk Tarih Kurumu, 1988, s. 160.

[277] a.g.e., s. 161.

[278] a.g.e., s. 161-162.

[279] Rahmi Apak, a.g.e., s. 162-163.

[280] Mehmet Nuri, “Birinci Dünya Savaşı’nda Bir Erin Hatıraları: Büyük Bozgun”, Hayat Tarih

Mecmuası, Sayı 2, s. 68-72, Mart 1970, s. 68-71.

222 Şükrü Nail Soysal, Esaretten Zafere: Uşaklı Bir Muharip Gazi Nail’in (Soysal) Birinci Dünya Savaşı ve Millî Mücadele Dönemi Hatıraları, Haz. Barış Metin, İstanbul, AKY, 2012, s. 193-196.

[282] Şükrü Nail Soysal, a.g.e., s. 197-204.

[283] Hasan Remzi Fertan aslen Niğdeli olup Askeri liseyi bitirdikten sonra Harbiye Mektebinde eğitim görmüştür. Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla yedek subay olarak İstanbul’da bulunmuş ve 1. Tümende görevli olarak Birinci Dünya Savaşı’nın değişik cephelerinde görev yapmıştır. Önce Çanakkale Muharebesine katılmış ardından Kafkasya Cephesinde görev almıştır. 1917 Devrimi sonrası Rusya’nın savaştan çekilmesiyle bağlı bulunduğu birlik İngilizlere karşı mücadele etmiştir. Esaret sonrası İstanbul’a dönmüş ve daha sonrasında Millî Mücadeleye katılmıştır. Bkz. Hasan Remzi Fertan, Hasan Remzi Fertan’ın Harp Hatıraları: Çanakkale Kafkas Filistin Cepheleri ve İstiklal Harbi, Haz. Lokman Erdemir, İstanbul, Bağcılar Belediyesi, 2016, s. 86-89.

[284] Topçu Yarbayı Tevfik Ünal 15 yaşında Edirne Askeri İdadisi son sınıf öğrencisi iken savaşın başlaması üzerine İstanbul’da üç ay topçu eğitimi almış ve teğmen namzedi olarak Çanakkale Muharebesi’ne iştirak etmiş ardından Filistin Cephesi’nde görev yapmıştır. Filistin Cephesi’nde Şam’da 4. orduya bağlı Halep’te yeni kurulmakta olan 53. Fırka emrine verilmiştir. Daha sonra bağlı bulunduğu fırkası Filistin’e gönderilmiştir. Bkz. Hüseyin Mümtaz, “Bir mülazım-ı evvelin Harb ve Esaret günleri: İmparatorluktan Cumhuriyet’e Bir Ömür”, Tarih ve Medeniyet, Sayı 3, s. 28-33, Ağustos-Eylül 1996, s. 28-32.

[285] Necmi Seren 1897’de Soma’da doğmuştur. Babası ilkokul öğretmenidir. O sırada askere alınanlar genelde Yemen’e gönderilmekte ve hiçbir geri dönmemekteydi. Ayrıca askere gitmek istemeyeler medreseye yazılırdı. Medreseye devam etme dahi kaydı orada bulunanlar askere alınmazdı. Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla bu imtiyaz kalktı ve okuma yazma bilenler yedek subay olarak asker yapılmak için eğitime alınmıştır. Rüştiye ve Darulmuallim okulunu bitirtmiştir. Bkz. Necmi Seren, “Yılların Ötesinden Okul, Askerlik ve Esirlik Hatıraları”, Tarih ve Edebiyat Mecmuası, Sayı 7, s. 75-79, Temmuz 1982, s. 77.

[286] 1896 yılında Manastır’da doğan Cemil Zeki Bey Manastır Rüştiyesi bitirdi. Manastır’ın Sırp güçlerinin eline geçmesiyle önce Yunanistan’a sonra İstanbul’a göçmüştür. Bursa Ziraat Mektebi 3. Sınıfta okurken Birinci Dünya Savaşı başlamış ve 1915 Ekim ayında yedek subay olarak Yakacık İhtiyat Zabiti Okuluna başlamıştır. 19 yaşındayken Çanakkale’ye yedek subay olarak sevk edilen Cemil Zeki Bey oradan birliği ile beraber Romanya Cephesi’ne gitmiş ve yaralanmıştır. Bkz. Cemil

Zeki Yoldaş, Kendi Kaleminden Teğmen Cemil Zeki (Yoldaş) Anılar-Mektuplar, Haz. Engin Berber, İstanbul, Arba Yayınları, 1994, s. 25-26.

228 Sokrat İncesu, “Birinci Dünya Savaşı’nda Çanakkale-Arıburnu Hatıralarım”, Çanakkale

Hatıraları, Cilt 1, Haz. Metin Martı, Arma Yayınları, İstanbul, 2001, s. 326-327.

[288] a.g.e., s. 327-330.

[289] Sokrat İncesu, a.g.e., s. 330-333.

[290] Hüseyin Aydın, Acı Hatıralar, Sinan Matbaası, İstanbul, 1965, s. 39-44.

[291] Eyüb Sabri Akgöl, Esaret Hâtıraları: Bir Esirin Hâtıraları ve Matbuat ve İstihbarat Müdüriyet-i Umumiyesi: Yunan İllerinde Zavallı Esirlerimiz, Haz. Nejat Sefercioğlu, İstanbul, Tercüman, 1978, s. 13-41.

[292] Burada kendilerine daha önceleri Arap subaylarının nezareti altında bulunan Antepli Batbatzade Nuri, Diyarbakırlı Abdülvehhab, arkadaşı Celil ve Sabri, Hazireli Hacı Mehmed, Mardin polislerinden Hacı Süleyman Efendi, Antakya jandarma çavuşlarından Yusuf Çavuş ve Halep Şube Başkanlığından emekli Binbaşı Hüseyin Bey’in katılımıyla sayıları on altıya ulaştı. Bkz. Eyüb Sabri Akgöl, a.g.e., s. 41-43.

[293] a.g.e., s. 44-54.

[294] 11 yıl askerlik görevini yapmış, dört cephede savaşmış bir askerdi. Önce Yanya’da Yunanlılara esir düşmüş ve 9 ay Atina yakınlarında esir kalmıştı. Ardından, 9 ay Arıburnu’nda, bir o kadar da Galiçya Cephesi’nde bulunmuştu. Son olarak Konya, Adana üzerinden Kudüs’e gitmiş ve Gazze Cephesi’nde İngilizlere karşı savaşmıştı. Bir Alman madalyası vardı. Hatta bu madalya yerine 5 kuruşu olmadığı için 5 lira para istemiş ama madalyanın daha değerli olduğunu söylediklerinden madalyayı kabul etmişti. Bkz. Doğumunun 100. Yılında Atatürk’ün Silah Arkadaşları: Yaşayan Çanakkaleli Muharipler, s. 110-112.

[295] Doğumunun 100. Yılında Atatürk’ün Silah Arkadaşları: Yaşayan Çanakkaleli Muharipler, s. 110-112.

[296] İbrahim Arıkan 1893 yılında Kırklareli’nin Akviran köyünde doğmuş Birinci Balkan Savaşı’nda Kırklareli’nin işgali ile önce İstanbul’a sonrasında İzmit’e göç etmiş İkinci Balkan Savaşı ile Kırklareli’nin geri alınması ardından köyüne dönebilmiştir 1914 yılında gönüllü olarak jandarma okuluna yazılmıştır. 1917 yılında Filistin Cephesi’ne gönderilmiş burada Yıldırım Orduları Grup Komutanlığında emrinde İngilizlere karşı mücadele etmiş ve Türk ordusunun mağlubiyetiyle pek çok asker gibi kendisi de Eylül 1918 tarihinde esir düşmüştür: İbrahim Arıkan, Harp Hatıralarım: Bir Mehmetçiğin Çanakkale-Galiçya-Filistin Cephesi Anıları, Haz. Selman Soydemir, Abdullah Satun, İstanbul, Timaş, 2007, s. 233-234.

[297] İbrahim Arıkan, a.g.e., s. 235-237.

[298] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 90/40.

[299] 1 0 yıl aralıksız süren savaş yıllarında 3 bacanağın esir düştüğü ve üç kız kardeşin kocasız zor şartlar altında hayat mücadelesi vermek zorunda kaldığı olmuştur. Gürcüzade İbrahim, Gazi Mehmed Rıfat ve Naibzade Gazi Talat beyler Birinci Dünya Savaşı’nda Filistin Cephesi, Kafkasya Cephesi ve İstiklal Savaşı’nda esir düşmüş 3 bacanaktır. Filistin Cephesi’nde esir düşen ve Seydi Beşir kampında kalan Gazi Mehmed Rıfat Diyarbakır Sulnanisinden mezun olur olmaz Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte 1915 yılında silah altına alınmıştır. Yedek subay olarak Filistin Cephesi’nde İngilizlere karşı mücadele ederken Şeria Nehri civarında alayı ile birlikte İngilizlere teslim olmak zorunda kalmıştır. Kendisiyle beraber esir olanlar arasında daha sonra cumhurbaşkanı olacak Cemal Gürsel ve Cevdet Sunay ile babası Tabur İmamı ve Binbaşı Fasih Bey de vardır. 1915-1923 yılları arasında bizzat cephelerde savaşan Mehmed Rıfat terhis sonrası kısa bir süre öğretmenlik yapmış fakat daha sonra orduya tekrar girerek muvazzaf subay olarak orduda görev almıştır. Bkz. Mardinli Üç Esir Bacanak, Der. Halil Yazgı, İstanbul, Kutup Yıldızı Yayınları, 2016, s. 29-39.

[300] New-York Tribune, December 21, 1919, s. 5.

[301] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/85.

[302] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/85.

[303] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/85.

[304] Doğumunun 100. Yılında Atatürk’ün Silah Arkadaşları: Yaşayan Çanakkaleli Muharipler, s. 95-97.

[305] Register (Adelaide SA: 1901- 1929), 4 January 1917, s. 5; Brisbane Courier (Qld.: 1864- 1933), 4 January 1917, s. 7.

[306] Terang Express (Vic.: 1914- 1918), 20 April 1915, s. 4.

[307] Portland Observer and Norman by Advertiser (Vic.: 1914- 1918), 30 September 1918, s. 2.

[308] Cemal Kutay, Birinci Dünya Harbinde Teşkilat-ı Mahsusa ve Hayber’de Türk Cengi, Ercan Matbaası, İstanbul, 1962, s. 138.

[309] Cemal Kutay, a.g.e., s. 139.

[310] a.g.e., s. 140.

[311] a.g.e., s. 141-142.

[312] Cemal Kutay, a.g.e., s. 142.

[313] a.g.e., s. 142-144.

[314] a.g.e., s. 145-146.

Cemal Kutay, a.g.e., s. 144-146.

a.g.e., s. 146.

a.g.e., s. 148-150.

[318] Cemal Kutay, a.g.e., s. 150.

[319] a.g.e., s. 150.

[320] a.g.e., s. 150.

[321] Cemal Kutay, a.g.e., s. 150-151.

[322] a.g.e., s. 151-152.

[323] a.g.e., s. 152.

[324] Cemal Kutay, a.g.e., s. 152-153.

[325] a.g.e., s. 153.

[326]Cemal Kutay, a.g.e., s. 153-155.

[327] Hidayet Özkök, Çanakkale'den Hicaz’a: Harp Hatıraları, Kayseri Valiliği İl Kültür Müdürlüğü, Kayseri, 1992, s. 51-55, 58.

[328] İhtiyat Zabiti Mehmet, Hicaz Çöllerinde Bir Avuç Türk’ün Kahramanlığı: Kafkas, Hicaz

Cepheleri ve Esaret Anıları, Haz. Salih Özkan, Konya, Kömen Yayınları, 2012, s. 225-228.

[329] Feridun Kandemir, Medine Müdafaası: Peygamberimizin Gölgesinde Son Türkler, İstanbul, Nehir Yayınları, 1991, s. 229-247.

[330] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13.

[331] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13.

[332] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13.

[333] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 313/1269.

[334] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13.

[335] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/138.

[336] “Dr. Süleyman Sudi’nin raporu”, Comite International De La Croix-Rouge, C 9 D 28, Cenevre.

[337] “Binbaşı Faik Fikret’in Raporu”, Comite International De La Croix-Rouge, C 9 D 28, Cenevre.

[338] “Binbaşı Faik Fikret’in Raporu”, Comite International De La Croix-Rouge, C 9 D 28, Cenevre.

[339] “Başhekim Kadri’nin Raporu”, Comite International De La Croix-Rouge, C 9 D 3, Cenevre.

[340] “Yarbay Rıfat Raporu”, Comite International De La Croix-Rouge, C 9 D 28, Cenevre.

[341] Taşköprülü Mehmet Efendi, a.g.e., s. 84-94.

[342] Taşköprülü Mehmet Efendi, a.g.e., s. 84-94.

[343] Nurettin Peker, a.g.e., s. 17, 214-216.

[344] Hüseyin Fehmi Genişol, a.g.e., s. 74-75.

[345] Mustafa Tütüncü, a.g.e., s. 57-59.

[346] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 313/1269.

[347] Doğumunun 100. Yılında Atatürk’ün Silah Arkadaşları: Yaşayan Çanakkaleli Muharipler, s. 138.

[348] Türk Kızılayı Arşivi, 196/106.

[349] TNA, FO., 383/339.

[350] Rapports : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 82-83.

[351] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/83.

[352] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/80.

[353] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., K 85/41.

[354] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/133.

[355] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13’den aktaran Cemalettin Taşkıran, a.g.e., s. 176. (Belge, adı geçen dosyada bulunamamıştır.)

[356] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 60/53.

[357] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 30/28.

[358] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 90/33.

[359] Hüseyin Fehmi Genişol, a.g.e., s. 74-75.

[360] a.g.e., s. 72-73

[361] a.g.e., s. 87.

[362] Mustafa Tütüncü, a.g.e., s. 55-56.

[363] Nurettin Peker, a.g.e., s. 189-190, 206.

[364] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., K 101/65.

[365] Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Arşivi, 318/21.

[366] TNA, FO., 383/232.

[367] BOA, HR. SYS., 2421/74.

[368] BOA, HR. SYS., 2418/119.

[369] Mülazım Mehmet Sinan, a.g.e., s. 123-135.

[370] a.g.e., s. 123-135.

[371] a.g.e., s. 123-135.

[372]Mülazım Mehmet Sinan, a.g.e., s. 123-135.

[373] Mülazım Mehmet Sinan, a.g.e., s. 135-140.

[374] Nurettin Peker, a.g.e., s. 192-196.

[375] a.g.e., s. 192-196.

[376] a.g.e., s. 184-186, 189-190.                                             .

[377] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., K 4/10.

[378] Singleton Argus (NSW: 1880- 1954), 12 June 1915, s. 5.

[379] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 30/46.

[380] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 105/90; İHK., 48/75.

[381] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 101/81.

[382] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/133.

[383] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 89/111.

[384] Mülazım Mehmet Sinan, a.g.e., s. 121.

[385] The Brattleboro Daily Reformer, 16 October 1918, s. 3.

[386] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13.

[387] Diğer ismiyle Birmanya. Bugünkü Myanmar.

[388] Eski adı ile Burma, bugünkü adıyla Myanmar’ın Rakhine eyaleti.

[389] Ergun Hiçyılmaz, a.g.m., s. 14.

[390] BOA, HR. SYS., 2193/25.

[391] Murat Bardakçı, “Müslümanların Katledildiği Burma’daki Şehitliklerimizde Şimdi Fasulye Ekiliyor”, Habertürk, 29 Temmuz 2012, s. 22.

[392] TNA, FO., 383/332; 383/228.

[393] TNA, FO., 383/347.

[394] Genelkurmay ATASE Arşivinde bulunan bir belgede Hindistan ve Burma’da Osmanlı askerlerinin bulunduğu esir kampları şu şekilde sıralanmıştır: Hindistan esir karargâhları: Belary; Burma esir karargâhları: Thayetmyo, Meiktila, Sumerpur. Bkz. Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 2494/19.

[395] Rapports : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 5-6. Ayrıca raporun İngilizce özet olarak da basılmıştır. Bkz. British Prison-Camps in India and Burma, Haz. M.F. Thormeyer, Comite International de la Croix-Rouge, G1 A 19- 01.14, Geneve, 1917.

[396] British Prison-Camps in India and Burma, Comite International de la Croix-Rouge, Geneve, G1 A 19- 01.14, 1917, s. 8-9.

[397] British Prison-Camps in India and Burma, s. 8-9.

[398] a.g.e., s. 11-12.

[399] a.g.e., s. 12-13.

[400] British Prison-Camps in India and Burma, a.g.e., s. 13.

[401] British Prison-Camps in India and Burma, s. 14-15.

[402] a.g.e., s. 7.

[403] Rapports : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 84.

[404] a.g.e., s. 85.

[405] The Butte Daily Post, 16 May 1917, s. 11; El Paso Herald, 19 May 1917, Home Edition, Cable News And Automobile Section, s. 13; He Bridge Port Evening Farmer, 9 May 1917, s. 2.

[406] Rapports : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 84.

[407] TNA, FO., 383/461.

[408] İlber Ortaylı, “Hilafet Nasıl kaldırıldı?”, Popüler Tarih, Sayı 12, s. 52-57, Mayıs 2001, s. 54.

[409] Lütfullahoğlu, “Asya Taburu-Türkiyeni Saklau Yulında İdil-Ural Türk-Tatarları”, Yanğa Milli Yul, sayı 12, 1931, s. 13-15.

[410] BOA, HR. SYS., 2242/2.

[411] Rapports: Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 7, 16.

[412] British Prison-Camps in India and Burma, s. 8-9.

[413] a.g.e., 10-11.

[414] Rapports: Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 8.

[415] a.g.e., s. 8-9.

[416] Rapports: Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 9.

[417] a.g.e., s. 16-17.

[418] a.g.e., s. 16-17.

[419] a.g.e., s. 17.

[420] Rapport : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 9.

[421] a.g.e., s. 13.

[422] a.g.e., s. 15.

[423] a.g.e., s. 15.

[424] a.g.e., s. 15-16.

[425] a.g.e., s. 16.

[426] a.g.e., s. 20.

[427] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 85/48.

[428] TNA, FO., 383/344.

[429] TNA, FO., 383/344.

[430] Rapports: Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 21.

[431] Rapports: Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 38-39.

[432] Esirlerin kaldığı binalar bugün Sağlık Enstitüsü tarafından kullanılmaktadır: “Kimimiz Şehit Olduk Kimimiz Esir: Birinci Dünya Savaşı Türk Esirleri”, NTV Tarih Dergisi, Sayı: 37, 1 Şubat 2012, s.

[433] Rapports : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 46.

[434] a.g.e., s. 46-47.

[435] Hüseyin Fehmi Genişol, a.g.e., s. 76-77.

[436] a.g.e., s. 77-80.

[437] a.g.e., s. 80.

[438] Hüseyin Fehmi Genişol, a.g.e., s. 80-81, 117.

[439] a.g.e., s. 142.

[440] a.g.e., s. 123.

[441] a.g.e., s. 81.

[442] Muhittin Erev, a.g.m., s. 64.

[443] Muhittin Erev, a.g.m., s. 55.

[444] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13’den aktaran Cemalettin Taşkıran, a.g.e., s. 108- 109.

[445] Cemalettin Taşkıran, a.g.e., s. 105-106.

[446] a.g.e., s. 135-136.

[447] a.g.e., s. 106.

[448] Muhittin Erev, a.g.m., s. 64.

[449] Nurettin Peker, a.g.e., s. 216-218.

[450] Tahsin İybar, Sibirya’dan Serendib’e, Ankara, CHP Halkevleri Bürosu, 1950, s. 109.

[451] Tahsin İybar, a.g.e., s. 108-109.

[452] Hüseyin Fehmi Genişol, a.g.e., 2014, s. 119.

[453] Rapports: Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 47.

[454] Hüseyin Fehmi Genişol, a.g.e., s. 101-102.

[455] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13’den aktaran Cemalettin Taşkıran, a.g.e., s. 116­118.

[456] Rapports : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 47.

[457] Muhittin Erev, a.g.m., s. 53.

[458] Hüseyin Fehmi Genişol, a.g.e., s. 103-105.

[459] Hüseyin Fehmi Genişol, a.g.e., s. 98-99.

[460] Rapports: Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 52.

[461] a.g.e., s. 52.

[462] Rapports: Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 53.

[463] a.g.e., s. 53.

[464] a.g.e., s. 53-54.

[465] a.g.e., s. 55-56.

[466] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13’den aktaran Cemalettin Taşkıran, a.g.e., s. 93.

[467] Rapports : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 60.

[468] TNA, FO., 383/223

[469] TNA, FO., 383/339.

[470] TNA, FO., 383/339.

[471] British Prison-Camps in India and Burma, s. 16-17.

[472] a.g.e., s. 17.

[473] a.g.e., s. 17.

[474] Rapports : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 86.

[475] TNA, FO., 383/339.

[476] Rapports : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 59-60 ; British Prison-Camps in India and Burma, s. 15.

[477] TNA, FO., 383/332.

[478] TNA, FO., 383/239.

[479] TNA, FO., 383/239.

[480] TNA, FO., 383/239.

[481] TNA, FO., 383/239.

[482] TNA, FO., 383/239.

[483] Rapports : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 59-60.

[484] Rapports: Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 60.

[485] a.g.e., s. 60-61.

[486] a.g.e., s. 61.

[487] a.g.e., s. 61-62.

[488] British Prison-Camps in India and Burma, s. 16.

[489] Rapports: Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 62.

[490] a.g.e., s. 62.

[491] a.g.e., s. 62-63.

[492] a.g.e., s. 63- 64.

[493] TNA, FO., 383/339.

[494] Rapports : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 64.

[495] a.g.e., s. 72-73.

[496] a.g.e., s. 76.

[497] TNA, FO., 383/339.

[498] TNA, FO., 383/339.

[499] BOA, HR. HMŞ. İŞO., 43/23.

[500] TNA, FO., 383/88.

[501] Ergun Hiçyılmaz, a.g.m., s. 15; Ergun Hiçyılmaz, a.g.e., s. 21-23

[502] Ergun Hiçyılmaz, a.g.e., s. 23-24.

[503] Rapports : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 77.

[504] a.g.e., s. 77.

[505] a.g.e., s. 77.

[506] a.g.e., s. 77-78.

[507] a.g.e., s. 77-78.

[508] a.g.e., s. 78.

[509] Rapports : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 80.

[510] a.g.e., s. 81.

[511] Comite International De La Croix-Rouge, C G1 C 08-01, Geneve.

[512] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 90/33.

[513] Mustafa Tütüncü, a.g.e., s. 59-61.

[514] Mustafa Tütüncü, a.g.e., s. 61-62.

a.g.e., s. 62.

a.g.e., s. 63.

a.g.e., s. 63.

[518] a.g.e., s. 64.

[519] a.g.e., s. 64.

[520] a.g.e., s. 69.

[521] Rapports : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 81-82.

[522] a.g.e., s. 82.

[523] a.g.e., s. 82-83.

[524] Mustafa Tütüncü, a.g.e., s. 57-59.

[525] BOA, HR. İM., 92/2.

[526] Şevket Süreyya Aydemir, Suyu Arayan Adam, İstanbul, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1965, s. 425­426.

[527] M. Orhan Okay, Bir Başka İstanbul, Kubbealtı, İstanbul, 2002, s. 23.

[528] Doğumunun 100. Yılında Atatürk’ün Silah Arkadaşları: Yaşayan Çanakkaleli Muharipler, s. 141-142.

[529] BOA, HR. SYS., 2214/1.

[530] TNA, FO., 383/228.

[531] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la Guerre 1914-1917, Haz. F. Blanchod, F. Thormeyer, Emmaunel Schoch, Comite International de la Croix-Rouge, G1 A 19- 01.13, Geneve, 1917, s. 84.

[532] The Times, 18 April 1917, s. 6; TNA, FO., 383/332.

[533] Genelkurmay ATASE Arşivinde bulunan bir belgede Mısır’da Osmanlı askerlerinin bulunduğu esir kampları şu şekilde sıralanmıştır: Mısır Karargâhları: Seydi Beşir, Kuveysna, Zekazik, Tura, Tel El- Kebir, Heliopolis, Bilbeis. Bkz. Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 2494/19

[534] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la Guerre 1914-1917, s. 84.

[535] Argus (Melbourne, Vic. : 1848 - 1957), 2 November 1915, s. 8.

[536] Rapports: Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la Guerre 1914-1917, s. 84-85.

[537] a.g.e., s. 85.

[538] Rapports: Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la Guerre 1914-1917, s. 85.

[539] a.g.e., s. 86.

[540] a.g.e., s. 87.

[541] a.g.e., s. 87-88.

[542] TNA, FO., 383/235.

[543] Ahmet Altınay, a.g.e., s. 12; Orhan Koloğlu, “Mısır Esir Kamplarındaki Türklerin Gazetesi Badiye ve Esaret Albümü”, Tarih ve Toplum Dergisi, Cilt 4, No 199, Temmuz 2000.

[544] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13.

[545] Charles F., Townshend, Esir İngiliz Generalin Kaleminden Kûtü'l-Amare Zaferi Irak Seferi ve Esaret, Çev. Recep Ahıskalı, İstanbul, Yedi Tepe, 2007, s. 632.

[546] Erzincan Askeri İdadisini ve İstanbul Kuleli Askerî Lisesi’ni bitirdikten sonra 1915’te Harp Okulunda daha öğrenci iken savaş dolayısıyla subay yapılan Cemal Gürsel topçu yedek subayı olarak orduya katıldı. Çanakkale Savaşları sırasında Anafartalar ve Seddülbahir Muharebelerine katılan Gürsel, 1917’de Filistin Cephesi’ne gönderilmiş ve Gazze Muharebelerinde savaştı.                                                               1918’de

İngilizlere esir düştü ve Mısır’daki esir kampında bir yıl geçirdi. 1919’da serbest kaldı ve esaret sonrası 1920 başlarında Anadolu’ya geçerek Kurtuluş Savaşı’na katıldı. Bkz. Atilla Çetin, “Cemal Gürsel Maddesi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Cilt 14, Ankara, Türkiye Diyanet Vakfı, 1996, s. 326. Kuleli Askerî Lisesi’nde öğrenim gören Beşinci Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay ise Birinci Dünya Savaşı’nda topçu yedek subayı olarak göreve başladı. 1917’de Filistin Cephesi’nde İngilizlere esir düştü. Bir yıl süren esirlik günlerini Mısır’da geçirdi ve esaret sonrası Millî Mücadele’ye katıldı. Millî Mücadele yıllarında Maraş ve Antep’te Fransızlara karşı çarpışan Sunay, Eskişehir ve Sakarya Muharebeleri, Büyük Taarruz ve İzmir’in kurtarılmasında önemli görevler aldı. Bkz. Şerafettin Can Erdem, “Cevdet Sunay Maddesi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Cilt 37, Ankara, Türkiye Diyanet Vakfı, 2009, s. 526.

[547] Doğumunun 100. Yılında Atatürk’ün Silah Arkadaşları: Yaşayan Çanakkaleli Muharipler, s. 125-138.

[548] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/140.

[549] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/139.

[550] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/129.

[551] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/62.

[552] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13.

[553] Cemil Zeki Yoldaş, a.g.e., s. 25-26.

[554] Mehmet Nuri, a.g.m., s. 68-71.

[555] Hasan Remzi Fertan, a.g.e., s. 5-12, 86-89.

[556] Ahmet Altınay, a.g.e., s. 49, 63-64

[557] Muhittin Erev, a.g.m., s. 57.

[558] Hüseyin Aydın, a.g.e., s. 40-44.

[559] İbrahim Arıkan, a.g.e., s. 238-240.

[560] a.g.e., s. 242-244.

[561] İbrahim Arıkan, a.g.e., s. 242.

[562] Eyüb Sabri Akgöl, a.g.e., s. 54-60.

[563] Emin Çöl, a.g.e., s. 54-60, 110-11.

[564] Rapports: Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la Guerre 1914-1917, s. 41.

[565] Sivil esir kampında bulunanların çoğunluğu muhtelif yerlerden siyasi suçluydu. İçlerinde bir miktar da Türk vardı. İngilizler, Mısır’a gelen sivilleri bir tel örgü içine koyarlar veya İskenderiye’ye sevk ederlerdi. Eyüb Sabri Bey ve birkaç kişi istisna olarak eziyet olsun diye asker arasında bırakılmıştı. Her ne kadar askerler gibi angaryaya gönderilmemelerine karşın bütün kısıtlama ve muamelelere tâbi tutulmuşlar ve her şeyden mahrum bırakılmışlardı. İaşe hususunda esirlere bir şey verilmediği gibi üzerlerindeki paralar da alın ve perişan duruma düşürülmüşlerdi. Bkz. Eyüb Sabri Akgöl, a.g.e., s. 66-68.

[566] Eyüb Sabri Akgöl, a.g.e., s. 66.

[567] Rapports: Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la Guerre 1914-1917, s. 41-42.

[568] a.g.e., s. 42.

[569] Emin Çöl, a.g.e., s. 118.

[570] a.g.e., s. 118.

[571] a.g.e., s. 119.

[572] Eyüb Sabri Akgöl, a.g.e., s. 65-66.

[573] İhtiyat Zabiti Mehmet, a.g.e., s. 251, 260-261.

[574] İbrahim Arıkan, a.g.e., s. 243.

[575] İbrahim Arıkan, a.g.e., s. 243-244.

[576] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la Guerre 1914-1917, s. 44.

[577] Emin Çöl, a.g.e., s. 119, 121.

[578] İhtiyat Zabiti Mehmet, a.g.e., s. 262-263.

[579] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la Guerre 1914-1917, s. 46-47.

[580] Emin Çöl, a.g.e., s. 122.

[581] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la Guerre 1914-1917, s. 47.

[582] İhtiyat Zabiti Mehmet, a.g.e., s. 264.

[583] Mehmet Nuri, a.g.m., s. 68-71.

[584] Doğumunun 100. Yılında Atatürk’ün Silah Arkadaşları: Yaşayan Çanakkaleli Muharipler, s. 125-138.

[585] a.g.e., s. 39-41.

[586] Türk Kızılayı Arşivi, 922/129.

[587] Türk Kızılayı Arşivi, 778/215.

[588] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la Guerre 1914-1917, s. 47-48.

[589] TNA, FO., 383/339.

[590] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la Guerre 1914-1917, s. 49.

[591] a.g.e., s. 48.

[592] Hasan Remzi Fertan, a.g.e., s. 85-89.

[593] Barrier Miner (Broken Hill, NSW: 1888- 1954), 26 March 1916, s. 3.

[594] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/136.

[595] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 123/80.

[596] Bu konu ilgili bölümde detaylı bir şekilde verilecektir.

[597] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la Guerre 1914-1917, s. 58.

[598] TNA, FO., 383/339.

[599] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la Guerre 1914-1917, s. 58-59.

[600] a.g.e., s. 60.

[601] a.g.e., s. 62-63 ; TNA, FO., 383/339.

[602] Rapports: Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la Guerre 1914-1917, s. 63.

[603] a.g.e., s. 63-64.

[604] a.g.e., s. 64.

[605] a.g.e., s. 64-65.

[606] Rapports: Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la Guerre 1914-1917, s. 66.

[607] a.g.e., s. 66.

[608] a.g.e., s. 66-67.

[609] Rahmi Apak, a.g.e., s. 160-163, 171.

[610] a.g.e., s. 171-172.

[611] a.g.e., s. 172.

[612] Bu kişilerden ikisi diğerlerinden farklı olarak bilgi verilmeye değer kişilerdi. Odaya girdiğinde koridorda ilginç sarkık bıyıklı bir Yugoslav ile karşılaşmıştı. Bu kişi İstanbul’da küçük Bebek’te doğmuş, çocukluğunu Türkiye’de geçirmiş, Rusya’da beş altı ay kalmış, Almanya’da tahsil görmüş Mısır’da yapı kalfalığı yapmıştı. Arapça, İngilizce, İtalyanca, Rumca, Türkçe, Almanca ve Fransızca biliyordu. Bundan başka madeni ve kâğıt para basmakta uzmandı. Marifetini göstermek için kurşun, kalay ve alçı tedarik ederek beş on Mısır kuruşu basmıştı. Mısır’da komünistlik propagandası yaptığı gerekçesiyle hapsedilmişti. Hiç rahat durmamakta, kendilerini beklemeye gelen İngiliz nöbetçilere solcu fikirler aşılamaktaydı. Bir iki dakika sonra İngiliz Kralına küfürler savuran İngiliz askerleri görülebiliyordu. Odadaki bir diğer arkadaşı Harp Okulundan 1905 yılımda subay olarak mezun olan Şumnulu Hakkı isimli bir kişiydi. Bu subay, Balkan Harbi çıkmadan önce erlerinin emanet paralarını

zimmetine geçirmekten mahkemeye verilince memleketi Bulgaristan’a kaçmıştı. Bulgar ordusunun taarruza geçmesinden bir gün önce tekrar Bulgaristan’dan kaçarak Türkiye’ye gelmiş ve Bulgarların taarruz için hududa doğru ilerlemekte olduğunu söylemişti. Bulgar casusu olacağından şüphelenilmemiş ve affedilerek orduya tekrar alınmıştı. İki yıl sonra Birinci Dünya Savaşı’nda İngilizlerin eline esir olarak geçmiş ve kampta casus olarak bulunmuştu. Portatif Hakkı lakaplı bu kişi bir İngiliz denizaltısı ile derviş kıyafeti giydirilerek İzmir’e gönderilmişti. Şehirdeki İngiliz casusu ile irtibata geçerek bilgi almış, Mısır’daki Kasr El-Nil’e geri dönmüştü. İzmir’deki casusluk yuvası eskiden beri burada bulunan Vitol Ticaret Firması tarafından idare edilmekteydi. Portatif Hakkı daha sonraları Selanik’e, oradan da Arnavutluk kıyılarına çıkmış, Bulgar ve Türk ordularının gerisine geçmiş ve orada kendisine malumat toplama görevi verilmişti. Bu kişiden bir müddet sonra haber alınamadı. Bkz. Rahmi Apak, a.g.e., s. 173-175.

555 Rahmi Apak, a.g.e., s. 173.

556 a.g.e., s. 175.

557 Cemal Kutay, a.g.e., s. 153.

[616] a.g.e., s. 157.

[617] Cemal Kutay, a.g.e., s. 158-163.

[618] a.g.e., s. 159.

[619] a.g.e., s. 159-160.

[620] a.g.e., s. 160.

[621] Feridun Kandemir, a.g.e., s. 248-250.

[622] İsmail Bilgin, Medine müdafaası: Çöl Kaplanı Fahrettin Paşa, İstanbul, Timaş Yayınları, 2011, s. 12-15.

[623] Rapports: Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la Guerre 1914-1917, s. 51.

[624] a.g.e., s. 51.

[625] TNA, FO., 383/339.

[626] Argus (Melbourne, Vic. : 1848 - 1957), 26 April 1918, s. 7.

[627] Rapports: Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la Guerre 1914-1917, s. 51-52.

[628] a.g.e., s. 52.

[629] a.g.e., s. 52.

[630] a.g.e., s. 53.

[631] Rapports: Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la Guerre 1914-1917, s. 53-54.

[632] a.g.e., s. 54.

[633] a.g.e., s. 56.

[634] a.g.e., s. 56-57.

[635] BOA, HR. SYS., 2214/1.

[636] BOA, HR. SYS., 2250/23; TNA, FO., 383/88; FO., 383/101.

[637] TNA, FO., 383/223.

[638] BOA, HR. SYS., 2195/2; TNA, FO., 383/88.

581 TNA, FO., 383/101.

[640] TNA, FO., 383/223.

[641] TNA, FO., 383/223.

[642] TNA, FO., 383/223.

[643] TNA, FO., 383/223.

[644] TNA, FO., 383/223.

[645] TNA, FO., 383/223.

[646] TNA, FO., 383/223.

[647] TNA, FO., 383/223.

[648] El Paso Herald, 17 April 1915, s. 9.

[649] Evening Star, 12 April 1915, s. 19.

[650] Birinci Dünya Harbi: Hicaz Asir Yemen Cephesi Harekâtı, Genelkurmay ATASE Yayınları, Ankara, 1967, s. 616; Cemalettin Taşkıran, a.g.e., s. 116.

[651] The Times, 16 February 1915, s. 7.

[652] El Paso Herald., 9 March 1915, Home Edition, s. 1.

[653] El Paso Herald, 9 March 1915, Home Edition, s. 1.

[654] Feridun Kandemir, a.g.e., s. 229-247.

[655] Mehmet Arif Seyhun, Katıldığım Dört Savaş ve Yaşam Öyküm, Haz. Müşerref Seyhun, Ankara, Kültür bakanlığı, 2000, s. 138.

[656] Hidayet Özkök, a.g.e., s. 58.

[657] Emekli Yüzbaşı Mahmud Bey, 1893 yılında Niğde-Çamardı İlçesinde doğdu. Rüşdiye ve İdadi tahsilinden sonra Birinci Dünya Savaşı’nın hemen başında yedek subay olarak orduya alındı. Birinci Dünya Savaşı’nın teğmen rütbesinde Yemen Cephesi’nde 128. Alay, 3. Taburda görev aldı. Bu görevinden emekliliğe ayrılmasından sonra 1914 senesinin sonunda memleketi Niğde’ye geri döndü. 1917 yılında ihtiyaca binaen tekrar orduya çağrıldı. Bkz. TNA, FO., 383/505.

[658] TNA, FO., 383/505.

[659] Rapports: Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la Guerre 1914-1917, s. 80.

[660] TNA, FO., 383/339.

[661] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la Guerre 1914-1917, s. 80-81.

[662] a.g.e., s. 81.

[663] a.g.e., s. 82.

[664] a.g.e., s. 83.

[665] Hidayet Özkök, a.g.e., s. 54-55.

[666] a.g.e., s. 58.

[667] Hüseyin Fehmi Genişol, a.g.e., s. 152.

[668] a.g.e., s. 152-154.

[669] Doğumunun 100. Yılında Atatürk’ün Silah Arkadaşları: Yaşayan Çanakkaleli Muharipler, s. 25-26.

[670] a.g.e., s. 21-23.

[671] BOA, HR. İM., 146/74.

[672] Kamplarda esirlerin kör edildiğine yönelik iddialar ilgili bölümde verilecektir.

[673] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 90/44.

[674] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 90/44.

[675] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 90/44.

[676] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 90/32; 90/39; 90/44; 96/128; 96/134; 96/143.

[677] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/143.

[678] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/128.

[679] Doğumunun 100. Yılında Atatürk’ün Silah Arkadaşları: Yaşayan Çanakkaleli Muharipler, s. 95-97, 125-138.

[680] a.g.e., s. 125-138.

[681] İbrahim Arıkan, a.g.e., s. 243-244, 247.

[682] a.g.e., s. 251.

a.g.e., s. 246-247, 250.

a.g.e., s. 248-249.

a.g.e., s. 249-250.

[686] İhtiyat Zabiti Mehmet, a.g.e., s. 230-231.

[687] a.g.e., s. 234-240.

[688] a.g.e., s. 241-242, 246-248.

[689] a.g.e., s. 242.

[690] a.g.e., s. 251-254, 260-261.

[691] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la Guerre 1914-1917, s. 69 ; TNA, FO., 383/339.

[692] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la Guerre 1914-1917, s. 69.

[693] a.g.e., s. 69.

[694] a.g.e., s. 70.

a.g.e., s. 72.

a.g.e., s. 73.

a.g.e., s. 74-75.

[698] TNA, FO., 383/235.

[699] TNA, FO., 383/223.

[700] TNA, FO., 383/223.

[701] Rapports: Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la Guerre 1914-1917, s. 75.

[702] TNA, FO., 383/236.

[703] TNA, FO., 383/339.

[704] TNA, FO., 383/223; Rapports: Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers Turcs en France, en Corse et en Egypte: Documents Publies A L'occasion de la Guerre 1914-1917, s. 75.

[705] TNA, FO., 383/223; FO., 383/226.

[706] TNA, FO., 383/223.

[707] TNA, FO., 383/223.

[708] BOA, HR. SYS., 2214/1.

[709] BOA, HR. SYS., 2214/3.

[710] TNA, FO., 383/339.

[711] Rapports: Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la Guerre 1914-1917, s. 75; TNA, FO., 383/236.

[712] Rahmi Apak, a.g.e., s. 163.

[713] Necmi Seren, a.g.m., s. 78.

[714] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13.

[715] Cemil Zeki Yoldaş, a.g.e., s. 12-14, 25-27.

[716] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la Guerre 1914-1917, s. 75-76.

[717] a.g.e., s. 76.

[718] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/146.

[719] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la Guerre 1914-1917, s. 76.

[720] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/1.

[721] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13; İHK., 96/138.

[722] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 313/1269.

[723] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/85.

[724] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/146.

[725] Cemil Zeki Yoldaş, a.g.e., s. 12-14, 25-27.

[726] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/76.

[727] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/62.

[728] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 123/80.

[729] Rapports: Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la Guerre 1914-1917, s. 79-80.

[730] BOA, HR. SYS., 2201/10.

[731] 10 Ocak 1858’de İzmir’de dünyaya gelen Mehmed Ubeydullah Efendi Paris’te bulunduğu sıralar Jön Türkler ile tanıştı. İstanbul’da çıkan Saadet gazetesine yazılar ve mektuplar gönderdi. 1888’de Şam’a Maarif Müdürü olarak gönderildi fakat “Hakk-ı Şahaneye dil uzattı” denilerek 10 yıl hapse mahkûm oldu. Tutukluluk süresinin ardından İstanbul’a gönderildi. İngiltere’ye giderek oradaki Müslümanlar ile iyi ilişkiler kurdu. Değişik gazete ve dergilerde siyasi ve dini konularda makaleler yazan Ubeydullah Efendi Sofya’ya geçti. 1898’de Jön Türkler, Meşrutiyet ve Kanun-ı Esasî’nin şeriata ayıkırı olduğuna dair beyanatlarını sonrası Abdülhamid’in özel izniyle İstanbul’a geldi. 1908 ve 1912 seçimlerinde yılında Aydın’dan mebus seçildi. İttihatçılarla çok yakın olmasına rağmen İttihat ve Terakkiyeye kaydolmamıştı. Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’nda Almanya’nın yanında savaşa girmesiyle birlikte 8 Nisan 1915 günü Afgan halklını Osmanlı Devleti’nin yanına çekmek maksadıyla elçi olarak bir heyetin başında Afganistan’a gönderildi. 28 Ağustos 1918’de Tahran’da olağanüstü elçi görevi görmekte iken İngiliz tarafından tutuklandı. Bir müddet Irak ve Hindistan’da kaldıktan sonra Mısır Seydi Beşir kampına gönderilmiş, burada 2 ay tutuklu kalmıştı. 7 Mayıs 1919’da bir kez daha tutuklanarak Malta’ya götürüleceği Bekirağa Bölüğü’ne konuldu. 28 Mayıs 1919’da Malta Adası’ndan kurtulmuş fakat 22 Nisan 1920’de tekrar tutuklanmıştı. Bir sene daha Malta Adası’nda esaret altında tutuldu. 30 Nisan 1921’de serbest bırakılmış, bir müddet Avrupa’da kaldıktan sonra yurda dönmüştü. Esaret sonrası değişik yayın organlarında yazılar yazdı.

Bkz. Ömer Hakan Özalp, Mehmet Ubeydullah Efendi’nin Malta Afganistan ve İran Hatıraları, İstanbul, Dergâh yayınları, 2002, s. 62-67.

[732] Ömer Hakan Özalp, a.g.e., s. 95, 232-233.

[733] Necmi Seren, a.g.m., s. 77-78.

[734] Emin Çöl, a.g.e., s. 112.

[735] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/140.

[736] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/139.

[737] “Esaret Hayatından Birkaç Sahife”, İkdam Gazetesi, 16 Temmuz 1337 (1921), No 8742, s. 3.

[738] TNA, FO., 383/505.

[739] TNA, FO., 383/223.

[740] Ahmet Altınay, a.g.e., s. 80, 117-122.

[741] Hüseyin Mümtaz, a.g.m., s. 28-32.

[742] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13.

[743] Hüseyin Aydın, a.g.e., s. 40-44.

[744] Hasan Remzi Fertan, a.g.e., s. 85-89.

[745] Cepheden Mektuplar, s. 122-123.

[746] Cemil Zeki Yoldaş, s. 48-49.

[747] 1897’de Antalya’da doğan İbrahim Sorguç Mora göçmenlerindendi. 8 yıllık eğitimden sonra Darülmuallim Erkek Öğretmen Okuluna giren Sorguç mezun olmasına bir sene kala Birinci Dünya Savaşı çıkmış ve askere alınmıştı. 30 Ekim 1916’da İhtiyat Zabit Namzetleri talimgâhına alındı ve burada bir yıl eğitim görerek Filistin Cephesi’ne 8. Ordu emrine verildi. Filistin Cephesi’nde İngilizlere esir düştü. Esaret sonrası 1920 yılının başında Antalya’ya geri döndü. Subay ve öğretmen olan İbrahim Sorguç Vakıflar Genel Müdürlüğünde kâtip olarak işe başladı. Sakarya Meydan Muharebesi’ne de katılan İbrahim Sorguç savaş sonrası eski işine döndü. Buradan sonra değişik memuriyetlerde bulunmuş ve 1974’de hayatını kaybetti. Bkz. İbrahim Sorguç, Yd. P. Tğm. İbrahim Sorguç’un Anıları İstiklal Harbi Hatıratı: Kaybolan Filistin, Haz. Erdoğan Sorguç, İzmir, İzmir Yayıncılık ve Tanıtım Hizmetleri, 1995. s. 11-13, 49.

[748] İbrahim Sorguç, a.g.e., s. 36-49.

[749] İbrahim Ethem, kendi el yazısı ile yazdığı anılarında Kuveysna esir kampında B kampının 3/2 koğuşundaki subayların listesini verdi. Kendisinden başka bu kampta kalan esirler şu şekildeydi: Üsteğmen Ahmed Hulusi Efendi, Teğmen Piyade Şeref Efendi, Teğmen Nakliye Hamza Efendi, Teğmen M. Tüfek Nuri Efendi, Teğmen Piyade Hüsnü Efendi, Teğmen Mesahacı Ziya Efendi, Zabit Vekili (Yedek Subay) Piyade İbrahim Efendi, Yedek Subay Topçu Mustafa Efendi, Yedek Subay Piyade Fehmi Efendi, Takım Başı Topçu Behçet Efendi, Teğmen Osman Efendi, Nefer Necip, Nefer Mustafa. Bkz. İbrahim Sorguç, Bu Defa Niçin Harp Edeceğimi Biliyorum: Filistin Cephesi ve İstiklal Savaşı Anıları, Ed. Emre Yalçın, İstanbul, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2010, s. 261.

[750] Ömer Hakan Özalp, a.g.e., s. 234; Cemil Zeki Yoldaş, a.g.e., s. 93-94.

[751] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la Guerre 1914-1917, s. 77.

[752] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 313/1269.

[753] Cemil Zeki Yoldaş, a.g.e., s. 34-35.

[754] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13.

[755] Sokrat İncesu, a.g.e., s. 330-333, 335-336.

[756] TNA, FO., 383/462.

[757] TNA, FO., 383/342.

[758] The Cyprus Gazette (Extraordinary),               1 June 1916, No 1227; Nuri Çevikel, “Çanakkale

Muharebelerine Dair Gayriresmi Yeni Bir Belge: Hatırat-ı Esaret”, History Stories International Journal of History, Volume 2, Issue 3, s. 85-123, s. 92.

[759] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 2494/19.

[760] Aydın Ayhan, Çanakkale Ah Çanakkale, İzmir, Özden Ofset, 2004, s. 82-83.

[761] Feridun Kandemir, a.g.e., s. 229-247.

[762] Ahmed Sami, Magaso’da Toprağa Verilen Şehitlerimiz, Mağusa, 1964, s. 2-3; Doğumunun 100. Yılında Atatürk’ün Silah Arkadaşları: Yaşayan Çanakkaleli Muharipler, s. 141-142; Jeff Ertughrul, The Postal Services Of Military Forces in Cyprus, Londra, 1996, s. 7; Hüseyin Metin, Kıbrıs Tarihine Toplu Bir Bakış, Lefkoşa, 1959, s. 241; Halil Aytekin, Kıbrıs’ta Monarga (Boğaztepe) Ermeni Lejyonu Kampı, Ankara, Türk Tarih Kurumu, 2000, s. 73; Ulvi Keser, Kıbrıs 1914-1923 Fransız Ermeni Kampları İngiliz Esir Kampları ve Atatürkçü Kıbrıs Türkü, Lefkoşa, A.H.A. Yayınları, 2000, s. 8.

[763] Türk Kızılayı Arşivi, 778/265.

[764] Doğumunun 100. Yılında Atatürk’ün Silah Arkadaşları: Yaşayan Çanakkaleli Muharipler, s. 141-142.

[765] a.g.e., s. 50.

[766] Türk Kızılayı Arşivi, 778/223.

[767] Türk Kızılayı Arşivi, 778/214.

[768] Halil Aytekin, a.g.e., s. 77.

[769] Türk Havacılık Tarihi, Cilt 2, Kitap 2, Uçuş Okulları Basımevi, Eskişehir, 1951, s. 185; Ulvi Keser, a.g.e., s. 82.

[770] Metin Akar-Oğuz Karakartal, Kıbrıs’taki Türk Savaş Esirleri ve Gazi Mağusa Çanakkale Şehitliği, Lefkoşa, 1997, s. 10; Ulvi Keser, a.g.e., s. 82.

[771] Ulvi Keser, “Kıbrıs’ta Çanakkale’nin Bilinmeyen Kahramanları; Karakol (Caraolos) Esir Kampı ve Türk Savaş Esirleri”, Savaş Tarihi Araştırması Uluslararası Kongresi, 100. Yılında Birinci Dünya Savaşı ve Mirası, Editör Halil Çetin Lokman Erdemir, Cilt 1, Çanakkale Valiliği Yayınları, İstanbul, 2015, s. 455-456.

[772] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 2680/210’den aktaran Cemalettin Taşkıran, a.g.e., s. 176.

[773] Halil Aytekin, a.g.e., s. 77.

[774] Ahmet Gazioğlu “Osmanlı’dan Cumhuriyet'e Kıbrıs”, Türkler Ansiklopedisi, Editör H. Celal Güzel K. Çiçek, s. Koca, Cilt 19, Ankara, Yeni Türkiye Yayınları, 2002, s. 1497-1498.

[775] Kıbrıs esir kamplarında Türk esirlerinden bazılarının esaret altındayken kaleme aldığı harp günlüğüdür. Bkz. Nuri Çevikel, a.g.m., s. 85-123.

[776] Hatırat-ı Esaret Ali Kemâl’in haberleşme adreslerinin sürekli değiştiği görünmektedir. Ali Kemâl’in kamptaki zaman zaman değişen adresleri şunlardır: Kıbrıs Adası Üsera Karargâhı 2. Tel 5. Baraka Memuru, 2. Tel 4. Bölük, 2. Telde 12. Baraka Muavini, 2. Tel 5. Bölük 17. Takım, Safer Tel 8. Takım Çavuşu Başçavuş, Safer Tel 8.Takım. Bkz. Nuri Çevikel, a.g.m., s. 93.

[777] Aydın AYHAN, a.g.e., s. 82-83; Halil Aytekin, a.g.e., s. 74; Halil Sadrazam, Kıbrıs’ta Varoluş Mücadelemiz Şehitliklerimiz ve Anıtlarımız, İstanbul, 1990, s. 203; Hüseyin Metin, a.g.e., s. 239­240.

[778] Ulvi Keser, a.g.e., s. 462.

[779] Hüseyin Metin, a.g.e., s. 239-240.

[780] Ahmed Sami, a.g.e., s. 2-3; Halil Aytekin, a.g.e., s. 74.

[781] Ahmed Sami, a.g.e., s. 2; Ulvi Keser, a.g.e., s. 462.

[782] Haşmet M. Gürkan, Tarih İçinde Kıbrıs: Toplu Eserler 4, Haz. Remzi Yektaoğlu, Galeri Kültür Yayınları, Lefkoşa, 2000, s. 142.

[783] Jeff Ertughrul, “World War I, Turkish Prisoners Held in Cyprus”, Turcoman International, London, Winter, 1996, s. 7; Halil Sadrazam, a.g.e., s. 203; Ulvi Keser, Kıbrıs 1914-1923 Fransız Ermeni Kampları İngiliz Esir Kampları ve Atatürkçü Kıbrıs Türkü, s. 77.

[784] Nuri Çevikel, a.g.m., s. 85-123.

[785] Halil Aytekin, a.g.e., s. 74.

[786] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13.

[787] Ulvi Keser, “Kıbrıs’ta Çanakkale’nin Bilinmeyen Kahramanları; Karakol (Caraolos) Esir Kampı ve Türk Savaş Esirleri”, a.g.e., s. 450.

[788] Ulvi Keser, a.g.e., s. 450-451; Kıbrıs Postası, 1-6 Kasım 1986.

[789] Ulvi Keser, Kıbrıs 1914-1923 Fransız Ermeni Kampları İngiliz Esir Kampları ve Atatürkçü

Kıbrıs Türkü, s. 78.

[790] a.g.e., s. 78.

[791] a.g.e., s. 79; Halil Aytekin, a.g.e., s. 77.

[792] Ulvi Keser, a.g.e., s. 79.

[793] a.g.e., s. 27.

[794] a.g.e., s. 81.

[795] Haşmet Muzaffer Gürkan, Kıbrıs'ın Sisli Geçmişi, Galeri Kültür Yayınları, Lefkoşa, 2008, s. 179.

[796] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK. 2680/210.; Kıbrıs Postası, 5 Kasım 1986; Güvenlik Kuvvetleri Dergisi, Lefkoşa, Mart 1998, Sayı 4, s. 14; Halil Aytekin, a.g.e., s. 74; Halil Sadrazam, a.g.e., s. 203; Ulvi Keser, a.g.e., s. 80-81.

[797] Kıbrıs’ta İngiliz esir kamplarından hariç Monarga’da Fransız yönetiminde Ermeni Lejyonu kampı da kurulmuştu. Kampta Fransız subaylarca eğitilen Ermenilere askeri eğitimin yanında sabotaj teknikleri, propaganda ve casusluk konularında da bilgiler verildi. Ayrıca kamptaki Ermeni ve Araplara milliyetçilik duygusu aşılanarak savaşta Fransızlara rehberlik ve kılavuzluk edebilmeleri de sağlandı. Ancak Fransızların Ermenilerin yanında başka milletlere mensup Cezayirli ve Suriyeli Araplar gibi insanları da kullanma istekleri kampta huzursuzluklara yol açtı. Ermeni terör kamplarının kurulabilmesi için Kıbrıs’ta bulunan Rum ve Ermeni cemaatini ikna eden ve bu kampın kuruluşunu adada yaşayan Türklerden gizleyen Fransızlar, bir süre sonra Kıbrıs İngiliz Yüksek Komiserliği tarafından da istenmemeye başladı. 5 Ağustos 1914’de İngiliz Yüksek Komiseri ve Kıbrıs Genel Komutanı John Eugene Clauson imzasıyla adada sıkıyönetim ilan edildi. Bu çerçevede adada başka bir ülkeye ait bir askeri kampın bulunmasını istemeyen İngilizler, adanın güvenliğini bahane ederek

bu kampın kapatılmasını gündeme getirdiler. Ermeni terör kampındaki Fransız subayları Ermenilere daha sıcak ve sempatik yaklaşıyorlardı. Buna karşılık, İngilizler için önemli olan tek şey kendi güvenlikleriydi. Böyle bir dönemde Ermenilerin Trikomo isimli bir Rum köyünü basıp soymaya çalışmaları ve Kraliyet Muhafız Alayından bir İngiliz askerin Ermeniler tarafından öldürülmesi adadaki gerginliğin bir anda artmasına sebep oldu. Kampın kuruluş aşamasında İngiliz Genel Valisi John Clauson’un Fransız yetkili Albay Louis Romieu’dan Ermenilerin kamp dışına çıkmalarının yasaklanması ve civar köylerde bulunan Rumlar ve Türklerle herhangi bir irtibatlarının olmaması konusundaki isteği zaman içinde göz ardı edilince Ermenilerin sebep olduğu taşkınlıklar adada yayılmaya başladı. Kampta bulunan Ermeniler adadaki Ermeni azınlığa her zaman yardım edip dostluk elini uzatmış Türk köylerine de saldırmaları, özellikle Karpaz bölgesindeki Türklerin güvenli bir şekilde Mağusa’'ya gidip gelememeleri, ayrıca bir seferinde Rum ahalinin Ermenilere yardım ederken Türk esir kampını taşa tutmaları İngilizlerin sabrını taşıran olaylar oldu. Özellikle İngiliz esir kampı civarında bu tür olayların yaşanması İngiliz Yüksek Komiseri ve Kıbrıs Genel Komutanı John Eugene Clausonun bir bildiri yayımlayarak adada özel yetkilerle donatılmış başka bir ülkeye ait bir askeri kamp bulunmasına karşı çıktılar. Ayrıca Kıbrıs'ta kanuni tek yetkilinin valilik makamının olduğunu, Ermeni askeri kamp yetkilileri de dâhil olmak üzere bütün adada her türlü deniz ulaşım araçlarının uygun görünmeyen kişi veya kuruluşlara devredilmesinin yasaklandığını, sıkıyönetim uygulamasına aykırı hareket edenlerin hapse atılacağını, bu uygulamanın savaş boyunca yürürlükte kalacağını, Kıbrıs’a getirilecek askeri amaçlı her türlü malzemenin de valilik bilgisi dâhilinde getirileceğini ilan ettiler. İngilizlerin başka bir ülkeye ait bir kampı adada istemesinin yanı sıra kampın kapanmasında başka gelişmeler de etkili oldu. Öncelikle Fransa’mım dünyanın değişik yerlerinden Ermeni gençlerini Kıbrıs’taki bu kampta toplaması Amerika’yı da rahatsız etti. Amerikan Hükümeti Osmanlı Devleti ile savaş halinde olmadığını açıklayarak Amerikan vatandaşı Ermenilerin Türklere karşı savaşması için Kıbrıs’a gönderilmesine müsaade etmedi. Brezilya ve Arjantin’deki Ermeni gençlerinin kampa getirilememesi, Ermeni gençlerin Türk savaş esirlerinin kamptan kaçmalarına yardım etmesi ve bu durumun kampta bulunanlar üzerinde olumsuz etki yapması gibi pek çok sebep kampı kapanma noktasına getirdi. 20 Ekim 1921 tarihli Ankara Antlaşması imzalanması da gerek gösterilerek Ermeni kampı kapatıldı ve tüm mallarına İngiliz Esir Kampı Komutanı Yarbay Mothelwell el koydu. Bkz. The Cyprus Gazette, 2 Temmuz .1915, Sayı 9020, Karar No 13067, Lefkoşa; Ali Nesim, “İmam Mustafa Nuri Efendi, Yeni Kıbrıs, Lefkoşa, Nisan 1990, s. 28; Justin McCarty, Ölüm ve Sürgün, İnkılâp Yayınevi, İstanbul, 1998, s. 236; Ulvi Keser, a.g.e., s. 91-92: Halil Aytekin, “Kıbrıs Ermeni Askeri Kampları”, Kıbrıs’ın Dünü Bugünü, Ankara, 1993, s. 309-315. 740 Halil Aytekin, Kıbrıs’ta Monarga (Boğaztepe) Ermeni Lejyonu Kampı, s. 85; Ulvi Keser, a.g.e., s. 82-83; Halil Aytekin, “Kıbrıs Ermeni Askeri Kampları”, a.g.e., s. 309.

[799] Halil Aytekin, a.g.m., s. 314-315; Ulvi Keser, a.g.e., s. 84.

[800] Cemalettin Taşkıran, a.g.e., s. 42.

[801] Statistics of the Military Effort of The British Empire during the Great war 1914-1920, His Majesty’s Stationery Office, London, 1922, s. 633.

[802] Rahmi Apak, a.g.e., s. 177.

[803] Rapport : Sur Leurs Visites aux Prisonniers de Guerre en Grece a Salonique en Macedoine et en Serbie : Documents publies A L'occasion de la Guerre 1914-1919, Haz. Paul Schazmann, Dr Roger Steinmetz, Comite International De La Croix-Rouge, Geneve, C G1 A 19- 01.29, 1920, s. 11, 21.

[804] a.g.e., s. 41.

[805] Statistics of the Military Effort of The British Empire during the Great War 1914-1920, s. 630-631.

[806] Güvenlik Kuvvetleri Dergisi, Lefkoşe, Mart 1990, Sayı 10, s. 21; İngiliz Esir Kamp Komutanlığının Magusa Polis Karakoluna bazı esirlerin başka kamplara nakilleri hakkında gönderdiği Mart 1919 tarih ve 3947/2 sayılı yazısı hakkında bkz. Ulvi Keser, a.g.e., s. 86.

[807] Yurtdışı Şehitlikler, Haz. Hülya Yarar, Cengiz Eroğlu, Musa Türker, Ankara, Millî Savunma Bakanlığı, 1999, s. 112-115.

[808] Doğumunun 100. Yılında Atatürk’ün Silah Arkadaşları: Yaşayan Çanakkaleli Muharipler, s. 15.

[809] a.g.e., s. 39-41.

[810] Mehmet Nuri, a.g.m., s. 68-72.

[811] Belge el yazısı ile yazıldığı ve silik olduğu için (?) ile gösterilen yerler okunamadı. Bkz. “İngiliz Selanik Kuvvetleri Savaş Günlüğü, Cilt 1, Savaş Esirleri Kampı”, TNA, WO., 95/4945.

[812] Rapport: Sur Leurs Visites aux Prisonniers de Guerre en Grece a Salonique en Macedoine et en Serbie : Documents publies A L'occasion de la Guerre 1914-1919, s. 38-40.

[813] a.g.e., s. 38-39.

[814] a.g.e., s. 39-40.

[815] Mehmet Nuri, a.g.m., s. 71-72.

[816] Rapport: Sur Leurs Visites aux Prisonniers de Guerre en Grece a Salonique en Macedoine et en Serbie : Documents publies A L'occasion de la Guerre 1914-1919, s. 40-41.

[817] a.g.e., s. 41.

[818] a.g.e., s. 57-58.

[819] İngilizlerin Malta Adası’na sürgüne ve esarete gönderdiği Osmanlı esirlerinin toplam sayısı 146'dır. Bu sayıya Millî Mücadele sırasında tutuklanarak Malta’ya sürülenler de dâhildir. Bkz. Cemal Kutay, Siyasi Mahkûmlar Adası: Malta, İstanbul, Tarih Yayınları, 1963, s. 107.

[820] Bilal N. Şimşir, Malta Sürgünleri, İstanbul, Bilgi Yayınevi, 1976, s. 20-26.

[821] Türk Kızılayı Arşivi, 921/9.

[822] Cemal Kutay, a.g.e., s. 95.

[823] BOA, HR. SYS., 2204/25; BOA, HR. SYS., 2195/12.

[824] BOA, HR. HMŞ. İŞO., 43/11.

[825] BOA, HR. SYS. İŞO., 2194/1.

[826] BOA, HR. SYS., 2158/4.

[827] BOA, HR. SYS., 2234/5.

[828] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 1819/383.

[829] Türkiye Büyük Millet Meclisi Zabıt Ceridesi, Devre 1, Cilt 20, İçtima Senesi 3, 6 Haziran 1338 (1922), s. 265.

[830] Ekmel Molla, “İngilizlerin İdama Mahkûm Ettiği Türk Ajanı”, Türk Dünyası, 1 Ağustos 1950, Sayı 8, s. 337-339.                                          .

[831] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 2494/19

[832] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13.

[833] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 313/1269.

[834] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 1742/100.

[835] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 313/1269.

[836] Türk Kızılayı Arşivi, 778/183.

[837] Türk Kızılayı Arşivi, 778/76.

[838] Türk Kızılayı Arşivi, 778/73.

[839] Türk Kızılayı Arşivi, 951/ 106, 107; Ayrıca Cemiyet değişik sebeplerden dolayı Malta’da tutulan ve ihtiyaç sahiplerine verilmek üzere kişilere her ay düzenli olarak 20 İngiliz liralık bir çek göndermiştir. Bkz. “Osmanlı-Fransız-İngiliz Esirlerinin Mübadelesi”, Hilal-ı Ahmer Mecmuası, 15 Teşrinisani 1921, Sayı 3, s. 82.

[840] Türk Kızılayı Arşivi, 1156/6.

[841] TNA, FO., 383/88.

[842] BOA, HR. SYS., 2189/3; HR. SYS., 2198/3.

[843] BOA, HR. SYS., 2198/25.

[844] BOA, HR. SYS., 2201/51.

[845] TNA, FO., 383/458;BOA, HR. SYS., 2201/51.

[846] TNA, FO., 383/458; BOA, HR. SYS., 2201/51.

[847] TNA, FO., 383/458; BOA, HR. SYS., 2201/51.

[848] TNA, FO., 383/458; BOA, HR. SYS., 2201/51.

[849] TNA, FO., 383/458; BOA, HR. SYS., 2201/51.

[850] TNA, FO., 383/458; BOA, HR. SYS., 2201/51.

[851] TNA, FO., 383/223; BOA, HR. SYS., 2196/13; HR. SYS., 2201/51; HR. SYS., 2202/60; HR. SYS., 2214/1.

[852] BOA, HR. SYS., 2196/13.

[853] BOA, HR. SYS., 2196/13.

[854] BOA, HR. SYS., 2196/13.

[855] BOA, HR. SYS., 2196/13.

[856] BOA, HR. SYS., 2196/13.

[857] BOA, HR. SYS., 2196/13.

[858] BOA, HR. SYS., 2196/13.

[859] Cemal Kutay, a.g.e., s. 8, 16.

[860] a.g.e., s. 18.

[861] a.g.e., s. 10.

[862] Cemal Kutay, Birinci Dünya Harbinde Teşkilat-ı Mahsusa ve Hayber’de Türk Cengi, s. 162­163.

[863] Rahmi Apak, a.g.e., s. 184.

[864] Rahmi Apak, a.g.e., s. 160-163, 177.

[865] a.g.e., s. 182.

[866] Süleyman Yatak, “Fahrettin Paşa Maddesi”, İslam Ansiklopedisi, Cilt 12, Türk Diyanet Vakfı, İstanbul, 1995, s. 88; Cemal Kutay, Siyasi Mahkûmlar Adası Malta, s. 195-196.

[867] İsmail Bilgin, a.g.e., s. 12-15.

[868] a.g.e., s. 12-15, 20-21

[869] a.g.e., s. 12-15,22-32, 295-297.

[870] Ali İhsan Sabis, Harp Hatıralarım: Birinci Dünya Harbi, Cilt 4, İstanbul, Nehir Yayınları, 1991, s. 6.

[871] a.g.e., s. 338-341.

[872] TNA, FO., 383/339; FO., 383/345.

[873] TNA, FO., 383/232.

[874] BOA, HR. SYS., 2197/55.

[875] BOA, HR. SYS., 2978/27.

[876] BOA, HR. SYS., 2196/33.

[877] BOA, HR. SYS., 2205/33.

[878] Ali Özuyar, “Knockaloe Esir Kampı; Uzaklarda Bir Türk şehitliği”, Popüler Tarih, Sayı 50, s. 40­41, Ekim 2004, s. 40.

[879] Margery West, Island at War: The Remarkable Role Played by the Small Manx Nation in the Great War 1914-1918, Laxey, Western Book, 1986, s. 106-107.

[880] BOA, HR. SYS., 2214/3.

[881] BOA, HR. SYS., 2203/16.

[882] BOA, HR. SYS., 2204/78; HR. SYS., 2203/48.

[883] BOA, HR. SYS., 2205/6.

[884] BOA, HR. SYS., 2189/5.

[885] Ali Özuyar, a.g.m., s. 40.

[886] BOA, HR. SYS., 2214/1.

[887] BOA, HR. SYS., 2195/51.

[888] BOA, HR. SYS., 2189/8; HR. SYS., 2209/15.

[889] BOA, HR. SYS., 2189/8; DH.EU. 5. ŞB., 55/22.

[890] BOA, HR. SYS., 2214/3.

[891] BOA, HR. SYS., 2203/16.

[892] BOA, HR. SYS., 2189/8.

[893] BOA, HR. SYS., 2189/8.


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar