BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDA İNGİLİZLERE ESİR DÜŞEN TÜRK ASKERLERİ 1
T.C.
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TÜRKİYAT ARAŞTIRMALARI ANABİLİM DALI
DOKTORA TEZİ
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDA
İNGİLİZLERE ESİR DÜŞEN TÜRK ASKERLERİ
Vedat TÜFEKÇİ
Tez Danışmanı
Prof. Dr. Ali Fuat ÖRENÇ
İSTANBUL -2019
ÖZ
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDA
İNGİLİZLERE ESİR DÜŞEN TÜRK ASKERLERİ
Osmanlı Devleti, I. Dünya Savaşı öncesi Tarblusgarb (1911) ve Balkan Savaşları (1912-13) ağır atmosferinden çıkmış ve ekonomisi çökmüş durumdaydı. Balkan Savaşı’nın ülkeye verdiği siyasi, sosyal ve ekonomik yıkımı atlatamayan Osmanlı, bir oldubitti ile kendisini yeni bir büyük savaşın içerisinde bulmuştu. I. Dünya Savaşı (1914-1918) boyunca pek çok cephede verilen şehit, yaralı ve kayıplar dışında 200.000’den fazla Türk esirinin varlığı bilinmektedir. Osmanlı’nın savaşta en çok esir verdiği ülke ise İngiltere’dir. I. Dünya Savaşı sürecinde vatanlarını savunmak için cepheden cepheye koşan bu askerlerin pek çoğu gözü yaşlı annelerini ve babalarını, çocuklarını, yeni evlendikleri eşlerini, nişanlılarını geride bırakmıştı. Bir kısmı ise mallarını, dükkanlarını satmak veya başkasına devretmek zorunda kaldılar. Bu askerler hayatlarının önemli bir bölümünü İngiliz esareti altında geçirdiler.
Birinci
Dünya Savaşı sırasında İngilizlere esir düşen Türk askerleri, uzun süre
kalacakları kamplara şevklerinde, kamp hayatlarında, kamplardan memleketlerine
dönüşlerinde ve savaş sonrası yaşamlarında büyük acılar çekmişlerdi.
Çalışmamız, İngilizlerin kamplarda esirlere davranışları uluslararası hukuka
aykırı olduğunu ortaya koymakadır. Ayrıca kamp şartları insan onuruna
yakışmayacak durumdadır. Pek çoğu cepheden yaralı ve hasta gelen esirlerin sıkıntıları
kamplarda devam etmiştir. Bazıları ise bu kamplarda hayatlarını kaybetmiştir.
Kamplarda çekilen bu sıkıntılar, esirlerin ruhsal durumlarında telafisi mümkün
olmayan yaralar açmıştır. Tüm bu olumsuzluklara rağmen esirler kamplarda yeni
bir hayat kurmayı başarmış; sosyal, kültürel ve dini alanda pek çok faaliyet
gerçekleştirmişlerdir. Şanslı olup esaret sonrası evlerine dönebilen askerler
için sorunlar bitmeyecektir. Kampı aratmayacak yeni sorunlar evlerinde de
kendilerini beklemektedir. Kimisi geride bıraktığı anne ve babasının vefat
haberini öğrenecek, kimisi eşlerini ve çocuklarını bıraktıkları yerde
bulamayacaktır.
Anahtar
Kelimeler: Türk,
esirler, esir kampları, Ermeni doktorlar, Birinci Dünya Savaşı, Osmanlı
Devleti, İngiltere, Mısır, Hindistan, Burma, Kıbrıs, Malta, Selanik, Man Adası.
PRISONERS OF TURKISH SOLDIERS IN
THE HANDS OF THE BRITISH DURING THE FIRST WORLD WAR
The Ottoman State had just come
out of a war before World War I and its economy collapsed. The Ottoman Empire,
unable to survive the political, social and economic destruction of the Balkan
War, found itself in a new war. It is known that he gave more than 200.000
prisoners in many front except dead, wounded and missing soldiers. Many of
these soldiers, who went from front to front to defend their homeland, left
behind their tearful mothers and fathers, their children, their newlyweds,
their fiancees and their jobs. Some of them sell their goods and shops or
transfer them in to some else. During the war, the most captured country is
England.
During the
First World War, soldiers who were captured by the British suffered during the
transport to camps where they would stay for a long time, in their camp life,
on their repatriation from camps to their home town and in their lives after
the war. The British attitude to wars prisoners in the camps was contrary to
international law. In addition, the conditions of the camp where the prisoners
lived are unworthy of human dignity. The problems of the prisoners, many of
whom were wounded and sick from the front, continued in the camps. Some of them
lost their lives in these camps. These problems in the camps have caused
irreparable wounds in the mental state of the prisoners. Despite all these
problems, the prisoners managed to establish a new life in the camps and
carried out many activities in social, cultural and religious fields. For the
lucky soldiers who can return home after captivity, the problems will not end.
The new problems like in the camp are waiting for them in their homes. Some of
them have got the news of the death of their parents left behind. Some of them
could not find their wives and children where they left.
Key
Words: Turkish,
prisoners, England, camp, The Ottoman Empire, World War I, Egypt, India, Burma,
Cyprus, Malta, Thessaloniki, Isle of Man
Birinci Dünya
Savaşı’nın henüz başlarında, esirlerin durumu ile ilgili pek çok sorumluluk
Kızılaya verilmişti. Bu sebeple Kızılay arşivinde esirlere ait listeler,
kartlar ve mektuplarında hayatlarına dair önemli belge ve bilgiler
bulunmaktadır. Buna rağmen bahsi geçen bu belgelerin tasnifi dahi henüz istenen
düzeyde yapılmamıştır. Ayrıca Uluslararası Kızılhaç Teşkilatı da esirlerin
durumu ile yakından ilgilenmiş ve savaşan devletler tarafından aracı olarak
yetkilendirilmiştir.
Her ne kadar tamamen taraflı da
yazılmış olsa Kızılhaçın Mısır, Birmanya, Hindistan ve Selanik raporları
kamplara dair önemli bilgiler vermektedir. Savaş süresince ve savaş sonrası
Kızılay ve Kızılhaç tarafından yapılan yazışmalar ve kuruma ait belgeler de
bahsi geçen konular hakkında önemli bilgiler vermektedir. Çalışmamız esnasında
Kızılay ve Kızılhaç dışında, tarafların istekleri üzerine tarafsız devletler
tarafından kamplara yapılan ziyaretler sonrası hazırlanan raporlara da
ulaşılmıştır.
Mondros Ateşkesi Antlaşmas ile
başlayan Mütareke döneminde (1918-1922) meclisin açık bulunduğu süre zarfında
esirlerin durumu değişik zamanlarda meclis gündemine gelmiş ve kamplarda
bulundukları şartlar tartışılmıştır. Meclis-i Mebusan Zabıt Cerideleri, Türkiye
Büyük Millet Meclisi Zabıt Cerideleri ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Gizli
Zabıt Ceridelerinin tamamı gözden geçirilmiştir. Bu zabıt ceridelerinde
özellikle esirlerin gözlerinin Mısır kamplarında kasten kör edilmesine dair
tartışmalar dikkat çekicidir.
Savaş süresince İngiltere,
Osmanlı, Amerika ve Avustralya başta olmak üzere savaşan ve tarafsız ülkelerin
gazeteleri taranmış, başta Kızılayın çıkardığı dergiler olmak üzere dönemin tüm
yazılı basını incelenmiş ve esirlerle ilgili önemli bilgilere ulaşılmıştır.
Döneme ait İstanbul basınında çıkan haberler de dikkatle incelenmiştir.
Birinci Dünya Savaşı’na katılmış
ve esareti bizzat yaşamış subay ve yedek subayların anıları, konuyu aydınlatmak
açısından en önemli kaynak eserler olarak tezimizde yer bulmuştur. Bu askerler,
yıllar süren esaret günlerini, esarette yaşadıklarını, esaret şartlarını
günbegün anlatarak ayrıntılı olarak aktarmışlardır.
Doktora çalışmamızda yukarıda
zikredilen kaynaklardan istifade edilerek Türk esirlerin hangi cephelerde
esarete düştükleri, birliklerinin ne kayıplar verdiği, kamplara nasıl ve ne
şartlarda ulaştırıldıkları, esaretlerinin nerede ve ne zaman başlayıp son
bulduğu, hangi kamplara gönderildikleri, kamplarda esirlere verilen sağlık
hizmetleri, esirlerin kamplarda hangi şartlarda barındıkları, esirlere nasıl
davranıldığı bilgilerine ulaşılmıştır. Bunun yanı sıra kampların konumu,
şartları ve yöneticileri, uygulanan sansür işlemleri, esirlere verilen cezalar,
çalışma ve esaret hayatı, kaldıkları yerler, yiyecek ve giyecek durumu;
esirlerin sağlık ve moralleri, aileleriyle haberleşmeleri, aldıkları para
havaleleri ve yardımlar arşiv belgelerinde rastlanan konular arasındadır.
Tezimizde sadece cephede esir düşen askerler
incelenmiş olup cephe gerisinde
esir düşmüş mülki görevlileri ve sivil esirler tezimiz dışında tutulmuştur.
Esirler hem kamplara nakilleri
sırasında hem de kamplarda büyük sıkıntılar çekmişti. Bu sıkıntılar arasında
beslenme, ailelerinden mektup alamama, parasızlık, ilgisizlik, kötü beslenme ve
yaralanmalara bağlı fiziksel rahatsızlıklar, uzun süre esarette kalmanın
yarattığı ruhsal bunalımlar bulunmaktadır. Esirlerin çoğu, yaralı ve hasta
olarak cepheden alınıp kamplara getirilmiştir. Cepheden hasta ve yaralı
getirilen esirlerin önemli bir kısmı kamplarda hayatını kaybetmiştir. Ayrıca,
Türk esirlerinin Mısır kamplarında özellikle Ermeni doktorla marifeti ile
kasden kör edildikleri iddiaları da ele alınmıştır.
Bunların haricinde yine arşiv ve
diğer kaynaklardan yararlanılarak esirlerin günlük hayatları araştırıldı.
Kamplardaki sosyal, kültürel, dini ve sportif faaliyetler esirlerin esaret
hayatlarında önemli yer tutmuştur. Esirler, kamplarda mesleklerini icra
edebilmişler ve yaptıkları el işlerinden az da olsa para kazanmışlardı.
Osmanlı ve İngiltere 1917 yılı
sonunda esirlerin mübadelesi konusunda bir sözleşme imzalandı fakat değişik
sebeplerle esirlerin değişiminde gecikmeler yaşandı. Osmanlı Devleti’nin
savaştan yenik çıkması anlaşmayı fiilen hükümsüz kılmış ve esirlerin dönüşü
birkaç yıl daha gecikmiştir. Bu arada Anadolu’yu işgale başlayan Yunanistan’ın,
Kurtuluş Savaşı’na katılacakları gerekçesiyle esirlerin serbest bırakılmasına
karşı çıkması; esirlerin dönüşünü engellemese de kısmen yavaşlatmıştır.
Nihayet serbest kalıp memleket
yolculuğuna çıkan esirler Birmanya, Hindistan gibi uzak diyarlardan uzun gemi
yolculuklarında pek çok problem yaşadılar. Türk esirlerin evlerine dönmeleri ve
özgür olmaları sorunları bitirmemiş, asıl sıkıntı döndükten sonra başlamıştır.
Bu çalışmanın başından sonuna
kadar geçen süreçte; konuyu bana tavsiye eden, konu hakkında pek çok eserlerden
beni haberdar eden, çalışma süresince her türlü desteği veren ve her aşamasında
önemli katkılar yapan danışman hocam Sayın Prof. Dr. Ali Fuat ÖRENÇ’e teşekkürü
bir borç bilirim. Yine yönlendirmeleri, önerileri ve desteklerinden dolayı
Prof. Dr. Abid Nazar MAHDUM ve Dr. Öğretim Üyesi Ayna ASKEROĞLU ARSLAN’a
müteşekkirim. Ayrıca tezin başından sonuna kadar her aşamasında katkılarını
esirgemeyen Doç. Dr. Levent DÜZCÜ’ye teşekkürü viii
bir borç
bilirim. Yine bu çalışma süresince, çeşitli vesilelerle tanışmaktan mutlu
olduğum ve yardımlarına müracaat ettiğim İbrahim Göksel BAYKAN, Mehmet KORKMAZ,
Mehtap BAYKAL ve Onur ÇAPAR’a teşekkür ederim. T.C. Başkanlık Devlet Arşivleri
yanı sıra İngiliz Milli, Türk Kızılayı, Cenevre Kızılhaç, Genelkurmay Askerî
Tarih ve Stratejik Etüt ve Denetleme Başkanlığı, İstanbul Deniz Müzesi
bünyesinde bulunan Deniz Tarihi, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi
Enstitüsü Arşivleri ile Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi
(İSAM) Kütüphanesi çalışanlarına şükranlarımı sunarım.
İstanbul,
2019
İÇİNDEKİLER
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDA İNGİLİZLERE
ESİR DÜŞEN TÜRK ASKERLERİ
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDA İNGİLİZLERE
ESİR DÜŞEN TÜRK ASKERLERİ
1.1 Irak
(İstasyon) Esir Kampları
1.2 Esir Osmanlı Askerlerine Karşı
Uygulanan Kötü Muamele ve Hukuk İhlalleri
1.2.6 Esirlerin
Hindistan ve Burma Kamplarına İntikali
1.2.7 Irak
Esir Kamplarında Amele Taburları
1.2.8 Irak Esir Kamplarında Firar
Olayları
1.2.9 Irak Esir Kamplarında Gündelik
Hayatları ve Kültürel Faaliyetler
TÜRK ESİRLERİNİN BULUNDUĞU DAİMİ
KAMPLAR
Mısır Savaş Esirleri Kampları:
2.1 Hindistan
ve Burma’daki Esir Kampları
2.1.2 Bombay
Ahmed Nagar Kampı
2.1.5 Kalküta
İstasyon Kampı (Batı Bengal)
2.1.6 Kataphar
Kampı (Batı Bengal)
2.1.8 Burma
(Hindiçin) Thatmyo Kampı
2.1.9 Burma
(Sagaing) Shwebo Nekahet Kampı
2.1.10 Burma
(Mandalay) Meiktila Kamp
2.1.11 Rangoon
(Yangon) Karantina Kampı
2.2.1 Kantara
Geçici İstasyon Kampı
2.2.2 Mısır-ı
Cedid Heliopolis Kampı
2.2.3 Kahire
2 Numaralı Abbasiye Hastanesi
2.2.5 Kahire
Kalesi Kampı (Kasr El-Nil)
2.2.10 İskenderiye
Ras El-Tin Kampı
2.2.11 Seydi
Beşir Kuveysna Kampı
2.4.1 Selanik
yakınlarında Dudular Esir Kampı
2.5.3 Polverista
(San Salvator) Esir Kampı
TÜRK ESİRLERİN BULUNDUĞU KAMPLARIN
ŞARTLARI
3.1 Esirlerin
İaşe ve Giyim Durumu
3.1.1 Mısır
Esir Kamplarında Esirlerin İaşe ve Giyim Durumu
Tablo 3.1: Maadi Kampında Bulunan
Subayların İaşesi
Tablo 3.3: Heliopolis Kampında
Esirlere Verilen Kıyafet, İaşe ve Ücretler
1.1.2 Hindistan
ve Burma Esir Kamplarında Esirlerin İaşe ve Giyim Durumu
1.1.3 Kıbrıs
Esir Kampında Esirlerin İaşe ve Giyim Durumu
1.1.4 Selanik
Esir Kamplarında Esirlerin İaşe ve Giyim Durumu
1.1.5 Malta
Esir Kampında Esirlerin İaşe ve Giyim Durumu
3.2 Esirlerin
Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler
3.2.1 Mısır
Esir Kamplarında Türk Esirlerin Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler
3.2.3 Hindistan
ve Burma Esir Kamplarında Türk Esirlerin Gündelik Hayatları ve Kültürel
Faaliyetler
3.2.4 Kıbrıs
Esir Kampında Türk Esirlerin Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler
3.2.5 Selanik
Esir Kamplarında Türk Esirlerin Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler
3.2.6 Malta
Esir Kampında Türk Esirlerin Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler
3.3 Esir
Kamplarında Dini Hayat
3.3.1 Mısır
Esir Kamplarında Dini Hayat
3.3.2 Hindistan
ve Burma Esir Kamplarında Dini Hayat
3.3.3 Kıbrıs
Esir Kampında Dini Hayat
3.3.4 Selanik
Esir Kamplarında Dini Hayat
3.3.5 Malta
Esir Kampında Dini Hayat
3.4 Kamplarda Esirlere Yapılan Kötü
Muamele
3.4.1 Mısır
Esir Kamplarında Esirlere Yapılan Kötü Muamele
3.4.2 Hindistan Esir Kamplarında
Esirlere Yapılan Kötü Muamele
3.4.3 Kıbrıs
Esir Kampında Esirlere Yapılan Kötü Muamele
3.4.4 Selanik
Esir Kamplarında Esirlere Yapılan Kötü Muamele
3.4.5 Malta
Esir Kampında Esirlere Yapılan Kötü Muamele
3.5 Esir Kamplarında Esirlerin
Çalıştırılması
3.5.1 Mısır
Esir Kamplarında Esirlerin Çalıştırılması
3.5.2 Hindistan
ve Burma Esir Kamplarında Esirlerin Çalıştırılması
1.1.3 Kıbrıs
Esir Kampında Esirlerin Çalıştırılması
1.1.4 Selanik
Esir Kamplarında Esirlerin Çalıştırılması
1.1.5 Malta
Esir Kampında Esirlerin Çalıştırılması
3.6 Esir
Kamplarında Esirlerin Mallarına El Konulması
3.6.1 Mısır
Esir Kamplarında Esirlerin Mallarına El Konulması
3.6.2 Hindistan
ve Burma Esir Kamplarında Esirlerin Mallarına El Konulması
3.6.3 Kıbrıs
Esir Kampında Esirlerin Mallarına El Konulması
3.6.4 Selanik
Esir Kamplarında Esirlerin Mallarına El Konulması
3.6.5 Malta
Esir Kampında Esirlerin Mallarına El Konulması
3.7 Kamplarında
Görülen Firar Olayları
3.7.1 Mısır
Esir Kamplarında Görülen Firar Olayları
3.7.2 Hindistan
ve Burma Esir Kamplarında Görülen Firar Olayları
3.7.3 Kıbrıs Halkının Esirlere
Yardımı; Adada İsyan Hareketleri ve Firar Olayları
3.7.4 Selanik
Esir Kamplarında Görülen Firar Olayları
3.7.5 Malta
Esir Kampında Görülen Firar Olayları
3.8 Esir Kamplarında Yaşanan İç
Yönetim, Disiplin, İşbirlikçilik ve Uyum Sorunları
3.8.1 Mısır
Esir Kamplarında Yaşanan İç Yönetim, Disiplin, İşbirlikçilik ve Uyum Sorunları
3.8.3 Kıbrıs
Esir Kampında Yaşanan İç Yönetim, Disiplin, İşbirlikçilik ve Uyum Sorunları
3.8.4 Selanik
Esir Kamplarında Yaşanan İç Yönetim, Disiplin, İşbirlikçilik ve Uyum Sorunları
3.8.5 Malta
Esir Kampında Yaşanan İç Yönetim, Disiplin, İşbirlikçilik ve Uyum Sorunları
TÜRK ESİR KAMPLARINDA SAĞLIK
ŞARTLARI
1 .1
Esirlerin Kamplara İntikalleri Sırasında Karşılaşılan Sağlık Sorunları
Tablo 4.1: Madras Hastane Gemisinde
Hayatını Kaybeden Esirlerin Ölüm Sebepleri
4.2 Hindistan
Esir Kamplarında Hastalıklar
4.2.1 Sumerpur
Esir Kampının Sağlık Şartları
4.2.2 Bellary
Esir Kampının Sağlık Şartları
4.2.3 Thatmyo
Esir Kampının Sağlık Şartları
Tablo 4.7: 1916 Yılına Ait Thatmyo
Kampında Hastanesinde Hayatını
Kaybeden Esirlerin Ölüm Sebepleri ve
İstatistikleri
Tablo 4.8: 1918 Yılına Ait Thatmyo
Kampında Hastanesinde Hayatını
Kaybeden Esirlerin Ölüm Sebepleri ve
İstatistikleri
4.2.4 Meiktila
Esir Kampının Sağlık Şartları
4.2.5 Hindistan’daki
Diğer Esir Kamplarının Sağlık Şartları
4.3 Mısır
Esir Kamplarında Görülen Hastalıklar
4.3.1 Kantara
Geçici Esir Kampının Sağlık Şartları
4.3.2 Heliopolis
Esir Kampının Sağlık Şartları
Tablo 4.9: Heliopolis Kampında Vefat
Eden Bir Esire Ait Ölüm Raporu
4.3.3 Mısır
2 Nolu Abbasiye Hastanesinin Sağlık Şartları
Tablo 4.10: 2 Nolu Abbasiye
Hastanesindeki Hastalık ve Hasta Sayısını Gösteren Liste
Tablo 4.11: 2 Nolu Abbasiye
Hastanesinde Hastalık sonucu Gerçekleşen
4.3.4 Kahire
Kızılay Hastanesinin Sağlık Şartları
4.3.5 Kahire
Kalesi Esir Kampının Sağlık Şartları
4.3.6 Maadi
Esir Kampının Sağlık Şartları
3.3.7 Bilbeis Esir Kampının Sağlık
Şartları
4.3.8 Tel El-Kebir Esir Kampının
Sağlık Şartları
4.3.9 Ras El-Tin Esir Kampının
Sağlık Şartları
4.3.10 Seydi Beşir Esir Kampının
Sağlık Şartları
4.4 Kıbrıs
Esir Kampının Sağlık Şartları
4.5 Selanik
Esir Kampının Sağlık Şartları
4.6 Malta
Esir Kampının Sağlık Şartları
4.7 Man
Adası Esir Kampının Sağlık Şartları
4.8 Mısır
Esir kamplarında Görülen Hastalıklar
4.8.1 Esaret
Sonrası Yurda Dönebilen Esirlerin Sağlık Durumları
Tablo 4.14: Esaret Sonrası Yurda
Dönen Esirlerde Görülen Göz Hastalıkları
4.8.2 Mısır Esir Kamplarında
Pellagra Hastalığı
Tablo 4.16: Pellegra Hastalığının
Protein Değeri Düşük Diyet ile İlişkisini Gösteren Liste
Tablo 4.17: Pellegra Hastalığının
Esirlere Uygulanan Diyet ile İlişkisini
Tablo 4.18: Doğu Kantara İşçi
Kampında Bulunan Türk Savaş Esirlerinin Kan Basıncı
Tablo 4.23: Pellegra Hastası Türk
Savaş Esirlerinin İdrar Tahlilleri
Tablo 4.24: Pellegra Hastası Türk
Savaş Esirlerinin İdrar Tahlilleri
4.8.3 Mısır
Esir Kamplarında Psikoz Hastalığı
4.8.5 Esir
Kamplarında Diş Tedavisi
4.8.6 Esir
kamplarında İntihar Vakaları
TÜRK ESİRLERİN AİLELERİ İLE
HABERLEŞMESİ
5.1 Haberleşmede
Yaşanan Sorunlar
5.4 Paket
ve Koli (Kargo) İşlemleri
5.5 Haberleşmede
Yaşanan Sorunların Çözümüne Yönelik Çabalar
5.6 Türk
Esirlere Karşı Yapılan Menfi Propagandalar
5.6.1 Kamplarda
Esirlere Yönelik Propaganda Faaliyetleri
5.6.2 Cephede
Savaşan Askere Yönelik Propaganda Faaliyetleri
5.7 Kamplarda
Türk Esirlerin Çıkardığı Gazete ve Dergiler
5.8 Türk
Esirlerin Mektuplara Yansıyan Duygu ve Düşünceleri
5.9 Esir
Kamplarında Oluşan Şehitlikler
5.10 Esir
Kamplarında Oluşan Şehitlikler
İNGİLTERE’NİN ELİNDEKİ TÜRK
ESİRLERİN GERİ GETİRİLMELERİ İÇİN YAPILAN FAALİYETLER
6.1 Esir
Mübadelesi Öncesi Tarafların Durumu
6.2 Bern
İtilafnamesi Öncesi Osmanlı İngiliz Esir Değişimi Müzakereleri
6.3 Bern
Barış Konferansı’nda Esirlerin Durumuna dair Müzakereler
6.4 Esir
Mübadelesine Dair Bern İtilafnamesi
6.5 Bern İtilafnamesi Sonrası
Gelişmeler
6.6.1 Irak
ve Suriye Bölgelerindeki Esirlerin Geri dönüşleri
6.6.2 Mısır’daki Türk Esirlerin Geri
Dönüşü
6.6.3 Hindistan ve Burma’daki
Esirlerin Geri Dönüşü
6.6.4 Kıbrıs
Türk Esir Kampının Boşaltılması
6.6.5 Selanik
Türk Esir Kamplarının Boşaltılması
6.6.6 Londra Konferansı ve Malta
Türk Esir Kampının Boşaltılması
6.7 Türk Esirlerin İstanbul’a ve
Anadolu’ya Sevki
6.8 Esirlerin
Yurda Dönmesi Sürecinde Yapılan Esirlere Yönelik Diğer Faaliyetler
6.9 Yurda
Dönmeleri Sonrası Esirlerin Durumu
6.10 Geri
Dönen Esirlerin Millî Mücadeleye Katılmaları
6.11 Savaş
Süresince ve Savaş Sonrası Esir Listelerin Değişimi
1. Ankara
Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Arşivi
2. Avustralya
Savaş Müzesi Arşivi
Muamelat genel müdürlüğü
(30.1.0.0.0)
5. Deniz
Müzesi Komutanlığı Arşivi
6. Genelkurmay
Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Arşivi
ATASE Birinci Dünya Harbi
Koleksiyonu
ATASE İstiklal Harbi Koleksiyonu
7. İngiliz
Deniz Müzesi Arşivi
8. İngiliz
Milli Arşivi (The National Archive of Britain)
9. Kızılhaç
Arşivi (Comite International De La Croix-Rouge, Geneve)
10. Kızılaycı
Hamid Bey’in Özel Arşivi
11. Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Milli Arşiv ve Araştırma Dairesi
12. Sözlü
Arşiv (Vedat Tüfekçi Hususi Arşivi)
Birinci Dünya Harbi: Hicaz Asir
Yemen Cephesi.. Harekâtı, T.C. Genelkurmay
Britanya Selanik Kuvvetleri Savaş
Günlüğü, Cilt 1, Savaş Esirleri Kampı, WO. 95/4945.
Cumberland Argusand Fruitgrowers
Daily Capital Journal, 2 November
1918.
Doğruyol Gazetesi, 19 Ocak 1920.
Doğumunun 100. Yılında Atatürk’ün
Silah
Arkadaşları: Yaşayan
Çanakkaleli
Dubbo Liberal and Macquarie
Advocate, 3 November 1916.
Osmanlı Belgelerinde Birinci Dünya
Harbi:
Osmanlı Belgelerinde Birinci Dünya
Harbi:
Osmanlı Belgelerinde
Çanakkale
Osmanlı Belgelerinde
Çanakkale
Rus ve İngilizlere Karşı Bir Osmanlı
Neferi 1917-1918:. Serezli Mehmed
Ragıb, Haz.
Western Champion and General
Advertiser for the Central-Western, 3 April 1915.
Şehitliklerimiz ve Anıtlarımız,
İstanbul, 1990.
2.1.1
x
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDA İNGİLİZLERE
ESİR DÜŞEN TÜRK ASKERLERİ
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDA İNGİLİZLERE
ESİR DÜŞEN TÜRK ASKERLERİ
1.1 Irak (İstasyon) Esir Kampları
1.2 Esir Osmanlı Askerlerine Karşı
Uygulanan Kötü Muamele ve Hukuk İhlalleri
1.2.6 Esirlerin Hindistan ve Burma
Kamplarına İntikali
1.2.7 Irak Esir Kamplarında Amele
Taburları
1.2.8 Irak Esir Kamplarında Firar
Olayları
1.2.9 Irak Esir Kamplarında Gündelik
Hayatları ve Kültürel Faaliyetler
TÜRK ESİRLERİNİN BULUNDUĞU DAİMİ
KAMPLAR
Mısır Savaş Esirleri Kampları:
2.1 Hindistan ve Burma’daki Esir
Kampları
2.1.2 Bombay Ahmed Nagar Kampı
2.1.5 Kalküta İstasyon Kampı (Batı
Bengal)
2.1.6 Kataphar Kampı (Batı Bengal)
2.1.8 Burma (Hindiçin) Thatmyo Kampı
2.1.9 Burma (Sagaing) Shwebo Nekahet
Kampı
2.1.10 Burma (Mandalay) Meiktila
Kamp
2.1.11 Rangoon (Yangon) Karantina
Kampı
2.2.1 Kantara Geçici İstasyon Kampı
2.2.2 Mısır-ı Cedid Heliopolis Kampı
2.2.3 Kahire 2 Numaralı Abbasiye
Hastanesi
2.2.5 Kahire Kalesi Kampı (Kasr
El-Nil)
2.2.10 İskenderiye Ras El-Tin Kampı
2.2.11 Seydi Beşir Kuveysna Kampı
2.4.1 Selanik yakınlarında Dudular
Esir Kampı
2.5.3 Polverista (San Salvator) Esir
Kampı
TÜRK ESİRLERİN BULUNDUĞU KAMPLARIN
ŞARTLARI
3.1 Esirlerin İaşe ve Giyim Durumu
3.1.1 Mısır Esir Kamplarında
Esirlerin İaşe ve Giyim Durumu
Tablo 3.1: Maadi Kampında Bulunan
Subayların İaşesi
Tablo 3.3: Heliopolis Kampında
Esirlere Verilen Kıyafet, İaşe ve Ücretler
1.1.2 Hindistan ve Burma Esir
Kamplarında Esirlerin İaşe ve Giyim Durumu
1.1.3 Kıbrıs Esir Kampında Esirlerin
İaşe ve Giyim Durumu
1.1.4 Selanik Esir Kamplarında
Esirlerin İaşe ve Giyim Durumu
1.1.5 Malta Esir Kampında Esirlerin
İaşe ve Giyim Durumu
3.2 Esirlerin Gündelik Hayatları ve
Kültürel Faaliyetler
3.2.1 Mısır Esir Kamplarında Türk
Esirlerin Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler
3.2.3 Hindistan ve Burma Esir
Kamplarında Türk Esirlerin Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler
3.2.4 Kıbrıs Esir Kampında Türk
Esirlerin Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler
3.2.5 Selanik Esir Kamplarında Türk
Esirlerin Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler
3.2.6 Malta Esir Kampında Türk
Esirlerin Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler
3.3 Esir Kamplarında Dini Hayat
3.3.1 Mısır Esir Kamplarında Dini
Hayat
3.3.2 Hindistan ve Burma Esir
Kamplarında Dini Hayat
3.3.3 Kıbrıs Esir Kampında Dini Hayat
3.3.4 Selanik Esir Kamplarında Dini
Hayat
3.3.5 Malta Esir Kampında Dini Hayat
3.4 Kamplarda Esirlere Yapılan Kötü
Muamele
3.4.1 Mısır Esir Kamplarında Esirlere
Yapılan Kötü Muamele
3.4.2 Hindistan Esir Kamplarında
Esirlere Yapılan Kötü Muamele
3.4.3 Kıbrıs Esir Kampında Esirlere
Yapılan Kötü Muamele
3.4.4 Selanik Esir Kamplarında
Esirlere Yapılan Kötü Muamele
3.4.5 Malta Esir Kampında Esirlere
Yapılan Kötü Muamele
3.5 Esir Kamplarında Esirlerin
Çalıştırılması
3.5.1 Mısır Esir Kamplarında
Esirlerin Çalıştırılması
3.5.2 Hindistan ve Burma Esir
Kamplarında Esirlerin Çalıştırılması
1.1.3 Kıbrıs Esir Kampında Esirlerin
Çalıştırılması
1.1.4 Selanik Esir Kamplarında
Esirlerin Çalıştırılması
1.1.5 Malta Esir Kampında Esirlerin
Çalıştırılması
3.6 Esir Kamplarında Esirlerin
Mallarına El Konulması
3.6.1 Mısır Esir Kamplarında
Esirlerin Mallarına El Konulması
3.6.2 Hindistan ve Burma Esir
Kamplarında Esirlerin Mallarına El Konulması
3.6.3 Kıbrıs Esir Kampında Esirlerin
Mallarına El Konulması
3.6.4 Selanik Esir Kamplarında
Esirlerin Mallarına El Konulması
3.6.5 Malta Esir Kampında Esirlerin
Mallarına El Konulması
3.7 Kamplarında Görülen Firar
Olayları
3.7.1 Mısır Esir Kamplarında Görülen
Firar Olayları
3.7.2 Hindistan ve Burma Esir
Kamplarında Görülen Firar Olayları
3.7.3 Kıbrıs Halkının Esirlere
Yardımı; Adada İsyan Hareketleri ve Firar Olayları
3.7.4 Selanik Esir Kamplarında
Görülen Firar Olayları
3.7.5 Malta Esir Kampında Görülen
Firar Olayları
3.8 Esir Kamplarında Yaşanan İç
Yönetim, Disiplin, İşbirlikçilik ve Uyum Sorunları
3.8.1 Mısır Esir Kamplarında Yaşanan
İç Yönetim, Disiplin, İşbirlikçilik ve Uyum Sorunları
3.8.3 Kıbrıs Esir Kampında Yaşanan İç
Yönetim, Disiplin, İşbirlikçilik ve Uyum Sorunları
3.8.4 Selanik Esir Kamplarında
Yaşanan İç Yönetim, Disiplin, İşbirlikçilik ve Uyum Sorunları
3.8.5 Malta Esir Kampında Yaşanan İç
Yönetim, Disiplin, İşbirlikçilik ve Uyum Sorunları
TÜRK ESİR KAMPLARINDA SAĞLIK
ŞARTLARI
1 .1 Esirlerin Kamplara
İntikalleri Sırasında Karşılaşılan Sağlık Sorunları
Tablo 4.1: Madras Hastane Gemisinde
Hayatını Kaybeden Esirlerin Ölüm Sebepleri
4.2 Hindistan Esir Kamplarında
Hastalıklar
4.2.1 Sumerpur Esir Kampının Sağlık
Şartları
4.2.2 Bellary Esir Kampının Sağlık
Şartları
4.2.3 Thatmyo Esir Kampının Sağlık
Şartları
Tablo 4.7: 1916 Yılına Ait Thatmyo
Kampında Hastanesinde Hayatını
Kaybeden Esirlerin Ölüm Sebepleri ve
İstatistikleri
Tablo 4.8: 1918 Yılına Ait Thatmyo
Kampında Hastanesinde Hayatını
Kaybeden Esirlerin Ölüm Sebepleri ve
İstatistikleri
4.2.4 Meiktila Esir Kampının Sağlık
Şartları
4.2.5 Hindistan’daki Diğer Esir
Kamplarının Sağlık Şartları
4.3 Mısır Esir Kamplarında Görülen
Hastalıklar
4.3.1 Kantara Geçici Esir Kampının
Sağlık Şartları
4.3.2 Heliopolis Esir Kampının Sağlık
Şartları
Tablo 4.9: Heliopolis Kampında Vefat
Eden Bir Esire Ait Ölüm Raporu
4.3.3 Mısır 2 Nolu Abbasiye
Hastanesinin Sağlık Şartları
Tablo 4.10: 2 Nolu Abbasiye
Hastanesindeki Hastalık ve Hasta Sayısını Gösteren Liste
Tablo 4.11: 2 Nolu Abbasiye
Hastanesinde Hastalık sonucu Gerçekleşen
4.3.4 Kahire Kızılay Hastanesinin
Sağlık Şartları
4.3.5 Kahire Kalesi Esir Kampının
Sağlık Şartları
4.3.6 Maadi Esir Kampının Sağlık
Şartları
3.3.7 Bilbeis Esir Kampının Sağlık
Şartları
4.3.8 Tel El-Kebir Esir Kampının
Sağlık Şartları
4.3.9 Ras El-Tin Esir Kampının
Sağlık Şartları
4.3.10 Seydi Beşir Esir Kampının
Sağlık Şartları
4.4 Kıbrıs Esir Kampının Sağlık
Şartları
4.5 Selanik Esir Kampının Sağlık
Şartları
4.6 Malta Esir Kampının Sağlık
Şartları
4.7 Man Adası Esir Kampının Sağlık
Şartları
4.8 Mısır Esir kamplarında Görülen
Hastalıklar
4.8.1 Esaret Sonrası Yurda Dönebilen
Esirlerin Sağlık Durumları
Tablo 4.14: Esaret Sonrası Yurda
Dönen Esirlerde Görülen Göz Hastalıkları
4.8.2 Mısır Esir Kamplarında
Pellagra Hastalığı
Tablo 4.16: Pellegra Hastalığının
Protein Değeri Düşük Diyet ile İlişkisini Gösteren Liste
Tablo 4.17: Pellegra Hastalığının
Esirlere Uygulanan Diyet ile İlişkisini
Tablo 4.18: Doğu Kantara İşçi
Kampında Bulunan Türk Savaş Esirlerinin Kan Basıncı
Tablo 4.23: Pellegra Hastası Türk
Savaş Esirlerinin İdrar Tahlilleri
Tablo 4.24: Pellegra Hastası Türk
Savaş Esirlerinin İdrar Tahlilleri
4.8.3 Mısır Esir Kamplarında Psikoz
Hastalığı
4.8.5 Esir Kamplarında Diş Tedavisi
4.8.6 Esir kamplarında İntihar
Vakaları
TÜRK ESİRLERİN AİLELERİ İLE
HABERLEŞMESİ
5.1 Haberleşmede Yaşanan Sorunlar
5.4 Paket ve Koli (Kargo) İşlemleri
5.5 Haberleşmede Yaşanan Sorunların
Çözümüne Yönelik Çabalar
5.6 Türk Esirlere Karşı Yapılan
Menfi Propagandalar
5.6.1 Kamplarda Esirlere Yönelik
Propaganda Faaliyetleri
5.6.2 Cephede Savaşan Askere Yönelik
Propaganda Faaliyetleri
5.7 Kamplarda Türk Esirlerin
Çıkardığı Gazete ve Dergiler
5.8 Türk Esirlerin Mektuplara
Yansıyan Duygu ve Düşünceleri
5.9 Esir Kamplarında Oluşan
Şehitlikler
5.10 Esir Kamplarında Oluşan
Şehitlikler
İNGİLTERE’NİN ELİNDEKİ TÜRK
ESİRLERİN GERİ GETİRİLMELERİ İÇİN YAPILAN FAALİYETLER
6.1 Esir Mübadelesi Öncesi
Tarafların Durumu
6.2 Bern İtilafnamesi Öncesi
Osmanlı İngiliz Esir Değişimi Müzakereleri
6.3 Bern Barış Konferansı’nda
Esirlerin Durumuna dair Müzakereler
6.4 Esir Mübadelesine Dair Bern
İtilafnamesi
6.5 Bern İtilafnamesi Sonrası
Gelişmeler
6.6.1 Irak ve Suriye Bölgelerindeki
Esirlerin Geri dönüşleri
6.6.2 Mısır’daki Türk Esirlerin Geri
Dönüşü
6.6.3 Hindistan ve Burma’daki
Esirlerin Geri Dönüşü
6.6.4 Kıbrıs Türk Esir Kampının
Boşaltılması
6.6.5 Selanik Türk Esir Kamplarının
Boşaltılması
6.6.6 Londra Konferansı ve Malta
Türk Esir Kampının Boşaltılması
6.7 Türk Esirlerin İstanbul’a ve
Anadolu’ya Sevki
6.8 Esirlerin Yurda Dönmesi
Sürecinde Yapılan Esirlere Yönelik Diğer Faaliyetler
6.9 Yurda Dönmeleri Sonrası
Esirlerin Durumu
6.10 Geri Dönen Esirlerin Millî
Mücadeleye Katılmaları
6.11 Savaş Süresince ve Savaş
Sonrası Esir Listelerin Değişimi
1. Ankara Üniversitesi Türk
İnkılap Tarihi Enstitüsü Arşivi
2. Avustralya Savaş Müzesi
Arşivi
Muamelat genel müdürlüğü
(30.1.0.0.0)
5. Deniz Müzesi Komutanlığı
Arşivi
6. Genelkurmay Askeri Tarih ve
Stratejik Etüt Başkanlığı Arşivi
ATASE Birinci Dünya Harbi
Koleksiyonu
ATASE İstiklal Harbi Koleksiyonu
7. İngiliz Deniz Müzesi Arşivi
8. İngiliz Milli Arşivi (The
National Archive of Britain)
9. Kızılhaç Arşivi (Comite
International De La Croix-Rouge, Geneve)
10. Kızılaycı Hamid Bey’in Özel
Arşivi
11. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
Milli Arşiv ve Araştırma Dairesi
12. Sözlü Arşiv (Vedat Tüfekçi
Hususi Arşivi)
Birinci Dünya Harbi: Hicaz Asir
Yemen Cephesi Harekâtı,
T.C. Genelkurmay
Britanya Selanik Kuvvetleri Savaş
Günlüğü, Cilt 1, Savaş Esirleri Kampı, WO. 95/4945.
Cumberland Argusand Fruitgrowers
Daily Capital Journal, 2 November
1918.
Doğruyol Gazetesi, 19 Ocak 1920.
Doğumunun 100. Yılında Atatürk’ün
Silah
Arkadaşları: Yaşayan Çanakkaleli
Dubbo Liberal and Macquarie
Advocate, 3 November 1916.
Osmanlı Belgelerinde Birinci Dünya
Harbi:
Osmanlı Belgelerinde Birinci Dünya
Harbi:
Osmanlı Belgelerinde Çanakkale
Osmanlı Belgelerinde Çanakkale
Rus ve İngilizlere Karşı Bir Osmanlı
Neferi 1917-1918: Serezli
Mehmed Ragıb, Haz.
Western Champion and General
Advertiser for the Central-Western, 3 April 1915.
Şehitliklerimiz ve Anıtlarımız,
İstanbul, 1990.
2.2
TÜRK ESİRLERİN BULUNDUĞU KAMPLARIN ŞARTLARI
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDA İNGİLİZLERE
ESİR DÜŞEN TÜRK ASKERLERİ
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDA İNGİLİZLERE
ESİR DÜŞEN TÜRK ASKERLERİ
1.1 Irak (İstasyon) Esir Kampları
1.2 Esir Osmanlı Askerlerine Karşı
Uygulanan Kötü Muamele ve Hukuk İhlalleri
1.2.6 Esirlerin Hindistan ve Burma
Kamplarına İntikali
1.2.7 Irak Esir Kamplarında Amele
Taburları
1.2.8 Irak Esir Kamplarında Firar
Olayları
1.2.9 Irak Esir Kamplarında Gündelik
Hayatları ve Kültürel Faaliyetler
TÜRK ESİRLERİNİN BULUNDUĞU DAİMİ
KAMPLAR
Mısır Savaş Esirleri Kampları:
2.1 Hindistan ve Burma’daki Esir
Kampları
2.1.2 Bombay Ahmed Nagar Kampı
2.1.5 Kalküta İstasyon Kampı (Batı
Bengal)
2.1.6 Kataphar Kampı (Batı Bengal)
2.1.8 Burma (Hindiçin) Thatmyo Kampı
2.1.9 Burma (Sagaing) Shwebo Nekahet
Kampı
2.1.10 Burma (Mandalay) Meiktila
Kamp
2.1.11 Rangoon (Yangon) Karantina
Kampı
2.2.1 Kantara Geçici İstasyon Kampı
2.2.2 Mısır-ı Cedid Heliopolis Kampı
2.2.3 Kahire 2 Numaralı Abbasiye
Hastanesi
2.2.5 Kahire Kalesi Kampı (Kasr
El-Nil)
2.2.10 İskenderiye Ras El-Tin Kampı
2.2.11 Seydi Beşir Kuveysna Kampı
2.4.1 Selanik yakınlarında Dudular
Esir Kampı
2.5.3 Polverista (San Salvator) Esir
Kampı
TÜRK ESİRLERİN BULUNDUĞU KAMPLARIN
ŞARTLARI
3.1 Esirlerin İaşe ve Giyim Durumu
3.1.1 Mısır Esir Kamplarında
Esirlerin İaşe ve Giyim Durumu
Tablo 3.1: Maadi Kampında Bulunan
Subayların İaşesi
Tablo 3.3: Heliopolis Kampında
Esirlere Verilen Kıyafet, İaşe ve Ücretler
1.1.2 Hindistan ve Burma Esir
Kamplarında Esirlerin İaşe ve Giyim Durumu
1.1.3 Kıbrıs Esir Kampında Esirlerin
İaşe ve Giyim Durumu
1.1.4 Selanik Esir Kamplarında
Esirlerin İaşe ve Giyim Durumu
1.1.5 Malta Esir Kampında Esirlerin
İaşe ve Giyim Durumu
3.2 Esirlerin Gündelik Hayatları ve
Kültürel Faaliyetler
3.2.1 Mısır Esir Kamplarında Türk
Esirlerin Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler
3.2.3 Hindistan ve Burma Esir
Kamplarında Türk Esirlerin Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler
3.2.4 Kıbrıs Esir Kampında Türk
Esirlerin Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler
3.2.5 Selanik Esir Kamplarında Türk
Esirlerin Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler
3.2.6 Malta Esir Kampında Türk
Esirlerin Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler
3.3 Esir Kamplarında Dini Hayat
3.3.1 Mısır Esir Kamplarında Dini
Hayat
3.3.2 Hindistan ve Burma Esir
Kamplarında Dini Hayat
3.3.3 Kıbrıs Esir Kampında Dini Hayat
3.3.4 Selanik Esir Kamplarında Dini
Hayat
3.3.5 Malta Esir Kampında Dini Hayat
3.4 Kamplarda Esirlere Yapılan Kötü
Muamele
3.4.1 Mısır Esir Kamplarında Esirlere
Yapılan Kötü Muamele
3.4.2 Hindistan Esir Kamplarında
Esirlere Yapılan Kötü Muamele
3.4.3 Kıbrıs Esir Kampında Esirlere
Yapılan Kötü Muamele
3.4.4 Selanik Esir Kamplarında
Esirlere Yapılan Kötü Muamele
3.4.5 Malta Esir Kampında Esirlere
Yapılan Kötü Muamele
3.5 Esir Kamplarında Esirlerin
Çalıştırılması
3.5.1 Mısır Esir Kamplarında
Esirlerin Çalıştırılması
3.5.2 Hindistan ve Burma Esir
Kamplarında Esirlerin Çalıştırılması
1.1.3 Kıbrıs Esir Kampında Esirlerin
Çalıştırılması
1.1.4 Selanik Esir Kamplarında
Esirlerin Çalıştırılması
1.1.5 Malta Esir Kampında Esirlerin
Çalıştırılması
3.6 Esir Kamplarında Esirlerin
Mallarına El Konulması
3.6.1 Mısır Esir Kamplarında
Esirlerin Mallarına El Konulması
3.6.2 Hindistan ve Burma Esir
Kamplarında Esirlerin Mallarına El Konulması
3.6.3 Kıbrıs Esir Kampında Esirlerin
Mallarına El Konulması
3.6.4 Selanik Esir Kamplarında
Esirlerin Mallarına El Konulması
3.6.5 Malta Esir Kampında Esirlerin
Mallarına El Konulması
3.7 Kamplarında Görülen Firar
Olayları
3.7.1 Mısır Esir Kamplarında Görülen
Firar Olayları
3.7.2 Hindistan ve Burma Esir
Kamplarında Görülen Firar Olayları
3.7.3 Kıbrıs Halkının Esirlere
Yardımı; Adada İsyan Hareketleri ve Firar Olayları
3.7.4 Selanik Esir Kamplarında
Görülen Firar Olayları
3.7.5 Malta Esir Kampında Görülen
Firar Olayları
3.8 Esir Kamplarında Yaşanan İç Yönetim,
Disiplin, İşbirlikçilik ve Uyum Sorunları
3.8.1 Mısır Esir Kamplarında Yaşanan
İç Yönetim, Disiplin, İşbirlikçilik ve Uyum Sorunları
3.8.3 Kıbrıs Esir Kampında Yaşanan İç
Yönetim, Disiplin, İşbirlikçilik ve Uyum Sorunları
3.8.4 Selanik Esir Kamplarında
Yaşanan İç Yönetim, Disiplin, İşbirlikçilik ve Uyum Sorunları
3.8.5 Malta Esir Kampında Yaşanan İç
Yönetim, Disiplin, İşbirlikçilik ve Uyum Sorunları
TÜRK ESİR KAMPLARINDA SAĞLIK
ŞARTLARI
1 .1 Esirlerin Kamplara
İntikalleri Sırasında Karşılaşılan Sağlık Sorunları
Tablo 4.1: Madras Hastane Gemisinde
Hayatını Kaybeden Esirlerin Ölüm Sebepleri
4.2 Hindistan Esir Kamplarında
Hastalıklar
4.2.1 Sumerpur Esir Kampının Sağlık
Şartları
4.2.2 Bellary Esir Kampının Sağlık
Şartları
4.2.3 Thatmyo Esir Kampının Sağlık
Şartları
Tablo 4.7: 1916 Yılına Ait Thatmyo
Kampında Hastanesinde Hayatını
Kaybeden Esirlerin Ölüm Sebepleri ve
İstatistikleri
Tablo 4.8: 1918 Yılına Ait Thatmyo
Kampında Hastanesinde Hayatını
Kaybeden Esirlerin Ölüm Sebepleri ve
İstatistikleri
4.2.4 Meiktila Esir Kampının Sağlık
Şartları
4.2.5 Hindistan’daki Diğer Esir
Kamplarının Sağlık Şartları
4.3 Mısır Esir Kamplarında Görülen
Hastalıklar
4.3.1 Kantara Geçici Esir Kampının
Sağlık Şartları
4.3.2 Heliopolis Esir Kampının Sağlık
Şartları
Tablo 4.9: Heliopolis Kampında Vefat
Eden Bir Esire Ait Ölüm Raporu
4.3.3 Mısır 2 Nolu Abbasiye
Hastanesinin Sağlık Şartları
Tablo 4.10: 2 Nolu Abbasiye
Hastanesindeki Hastalık ve Hasta Sayısını Gösteren Liste
Tablo 4.11: 2 Nolu Abbasiye
Hastanesinde Hastalık sonucu Gerçekleşen
4.3.4 Kahire Kızılay Hastanesinin
Sağlık Şartları
4.3.5 Kahire Kalesi Esir Kampının
Sağlık Şartları
4.3.6 Maadi Esir Kampının Sağlık
Şartları
3.3.7 Bilbeis Esir Kampının Sağlık
Şartları
4.3.8 Tel El-Kebir Esir Kampının
Sağlık Şartları
4.3.9 Ras El-Tin Esir Kampının
Sağlık Şartları
4.3.10 Seydi Beşir Esir Kampının
Sağlık Şartları
4.4 Kıbrıs Esir Kampının Sağlık
Şartları
4.5 Selanik Esir Kampının Sağlık
Şartları
4.6 Malta Esir Kampının Sağlık
Şartları
4.7 Man Adası Esir Kampının Sağlık
Şartları
4.8 Mısır Esir kamplarında Görülen
Hastalıklar
4.8.1 Esaret Sonrası Yurda Dönebilen
Esirlerin Sağlık Durumları
Tablo 4.14: Esaret Sonrası Yurda
Dönen Esirlerde Görülen Göz Hastalıkları
4.8.2 Mısır Esir Kamplarında
Pellagra Hastalığı
Tablo 4.16: Pellegra Hastalığının
Protein Değeri Düşük Diyet ile İlişkisini Gösteren Liste
Tablo 4.17: Pellegra Hastalığının
Esirlere Uygulanan Diyet ile İlişkisini
Tablo 4.18: Doğu Kantara İşçi
Kampında Bulunan Türk Savaş Esirlerinin Kan Basıncı
Tablo 4.23: Pellegra Hastası Türk
Savaş Esirlerinin İdrar Tahlilleri
Tablo 4.24: Pellegra Hastası Türk
Savaş Esirlerinin İdrar Tahlilleri
4.8.3 Mısır Esir Kamplarında Psikoz
Hastalığı
4.8.5 Esir Kamplarında Diş Tedavisi
4.8.6 Esir kamplarında İntihar
Vakaları
TÜRK ESİRLERİN AİLELERİ İLE
HABERLEŞMESİ
5.1 Haberleşmede Yaşanan Sorunlar
5.4 Paket ve Koli (Kargo) İşlemleri
5.5 Haberleşmede Yaşanan Sorunların
Çözümüne Yönelik Çabalar
5.6 Türk Esirlere Karşı Yapılan
Menfi Propagandalar
5.6.1 Kamplarda Esirlere Yönelik
Propaganda Faaliyetleri
5.6.2 Cephede Savaşan Askere Yönelik
Propaganda Faaliyetleri
5.7 Kamplarda Türk Esirlerin
Çıkardığı Gazete ve Dergiler
5.8 Türk Esirlerin Mektuplara
Yansıyan Duygu ve Düşünceleri
5.9 Esir Kamplarında Oluşan
Şehitlikler
5.10 Esir Kamplarında Oluşan
Şehitlikler
İNGİLTERE’NİN ELİNDEKİ TÜRK
ESİRLERİN GERİ GETİRİLMELERİ İÇİN YAPILAN FAALİYETLER
6.1 Esir Mübadelesi Öncesi
Tarafların Durumu
6.2 Bern İtilafnamesi Öncesi
Osmanlı İngiliz Esir Değişimi Müzakereleri
6.3 Bern Barış Konferansı’nda
Esirlerin Durumuna dair Müzakereler
6.4 Esir Mübadelesine Dair Bern
İtilafnamesi
6.5 Bern İtilafnamesi Sonrası
Gelişmeler
6.6.1 Irak ve Suriye Bölgelerindeki
Esirlerin Geri dönüşleri
6.6.2 Mısır’daki Türk Esirlerin Geri
Dönüşü
6.6.3 Hindistan ve Burma’daki
Esirlerin Geri Dönüşü
6.6.4 Kıbrıs Türk Esir Kampının
Boşaltılması
6.6.5 Selanik Türk Esir Kamplarının
Boşaltılması
6.6.6 Londra Konferansı ve Malta
Türk Esir Kampının Boşaltılması
6.7 Türk Esirlerin İstanbul’a ve
Anadolu’ya Sevki
6.8 Esirlerin Yurda Dönmesi
Sürecinde Yapılan Esirlere Yönelik Diğer Faaliyetler
6.9 Yurda Dönmeleri Sonrası
Esirlerin Durumu
6.10 Geri Dönen Esirlerin Millî
Mücadeleye Katılmaları
6.11 Savaş Süresince ve Savaş
Sonrası Esir Listelerin Değişimi
1. Ankara Üniversitesi Türk
İnkılap Tarihi Enstitüsü Arşivi
2. Avustralya Savaş Müzesi
Arşivi
Muamelat genel müdürlüğü
(30.1.0.0.0)
5. Deniz Müzesi Komutanlığı
Arşivi
6. Genelkurmay Askeri Tarih ve
Stratejik Etüt Başkanlığı Arşivi
ATASE Birinci Dünya Harbi
Koleksiyonu
ATASE İstiklal Harbi Koleksiyonu
7. İngiliz Deniz Müzesi Arşivi
8. İngiliz Milli Arşivi (The
National Archive of Britain)
9. Kızılhaç Arşivi (Comite
International De La Croix-Rouge, Geneve)
10. Kızılaycı Hamid Bey’in Özel
Arşivi
11. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
Milli Arşiv ve Araştırma Dairesi
12. Sözlü Arşiv (Vedat Tüfekçi
Hususi Arşivi)
Birinci Dünya Harbi: Hicaz Asir
Yemen Cephesi Harekâtı,
T.C. Genelkurmay
Britanya Selanik Kuvvetleri Savaş
Günlüğü, Cilt 1, Savaş Esirleri Kampı, WO. 95/4945.
Cumberland Argusand Fruitgrowers
Daily Capital Journal, 2 November
1918.
Doğruyol Gazetesi, 19 Ocak 1920.
Doğumunun 100. Yılında Atatürk’ün
Silah
Arkadaşları: Yaşayan Çanakkaleli
Dubbo Liberal and Macquarie
Advocate, 3 November 1916.
Osmanlı Belgelerinde Birinci Dünya
Harbi:
Osmanlı Belgelerinde Birinci Dünya
Harbi:
Osmanlı Belgelerinde Çanakkale
Osmanlı Belgelerinde Çanakkale
Rus ve İngilizlere Karşı Bir Osmanlı
Neferi 1917-1918: Serezli
Mehmed Ragıb, Haz.
Western Champion and General
Advertiser for the Central-Western, 3 April 1915.
Şehitliklerimiz ve Anıtlarımız,
İstanbul, 1990.
3.1.1
TÜRK ESİR KAMPLARINDA SAĞLIK ŞARTLARI
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDA İNGİLİZLERE
ESİR DÜŞEN TÜRK ASKERLERİ
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDA İNGİLİZLERE
ESİR DÜŞEN TÜRK ASKERLERİ
1.1 Irak (İstasyon) Esir Kampları
1.2 Esir Osmanlı Askerlerine Karşı
Uygulanan Kötü Muamele ve Hukuk İhlalleri
1.2.6 Esirlerin Hindistan ve Burma
Kamplarına İntikali
1.2.7 Irak Esir Kamplarında Amele
Taburları
1.2.8 Irak Esir Kamplarında Firar
Olayları
1.2.9 Irak Esir Kamplarında Gündelik
Hayatları ve Kültürel Faaliyetler
TÜRK ESİRLERİNİN BULUNDUĞU DAİMİ
KAMPLAR
Mısır Savaş Esirleri Kampları:
2.1 Hindistan ve Burma’daki Esir
Kampları
2.1.2 Bombay Ahmed Nagar Kampı
2.1.5 Kalküta İstasyon Kampı (Batı
Bengal)
2.1.6 Kataphar Kampı (Batı Bengal)
2.1.8 Burma (Hindiçin) Thatmyo Kampı
2.1.9 Burma (Sagaing) Shwebo Nekahet
Kampı
2.1.10 Burma (Mandalay) Meiktila
Kamp
2.1.11 Rangoon (Yangon) Karantina
Kampı
2.2.1 Kantara Geçici İstasyon Kampı
2.2.2 Mısır-ı Cedid Heliopolis Kampı
2.2.3 Kahire 2 Numaralı Abbasiye
Hastanesi
2.2.5 Kahire Kalesi Kampı (Kasr
El-Nil)
2.2.10 İskenderiye Ras El-Tin Kampı
2.2.11 Seydi Beşir Kuveysna Kampı
2.4.1 Selanik yakınlarında Dudular
Esir Kampı
2.5.3 Polverista (San Salvator) Esir
Kampı
TÜRK ESİRLERİN BULUNDUĞU KAMPLARIN
ŞARTLARI
3.1 Esirlerin İaşe ve Giyim Durumu
3.1.1 Mısır Esir Kamplarında
Esirlerin İaşe ve Giyim Durumu
Tablo 3.1: Maadi Kampında Bulunan
Subayların İaşesi
Tablo 3.3: Heliopolis Kampında
Esirlere Verilen Kıyafet, İaşe ve Ücretler
1.1.2 Hindistan ve Burma Esir
Kamplarında Esirlerin İaşe ve Giyim Durumu
1.1.3 Kıbrıs Esir Kampında Esirlerin
İaşe ve Giyim Durumu
1.1.4 Selanik Esir Kamplarında
Esirlerin İaşe ve Giyim Durumu
1.1.5 Malta Esir Kampında Esirlerin
İaşe ve Giyim Durumu
3.2 Esirlerin Gündelik Hayatları ve
Kültürel Faaliyetler
3.2.1 Mısır Esir Kamplarında Türk
Esirlerin Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler
3.2.3 Hindistan ve Burma Esir
Kamplarında Türk Esirlerin Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler
3.2.4 Kıbrıs Esir Kampında Türk Esirlerin
Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler
3.2.5 Selanik Esir Kamplarında Türk
Esirlerin Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler
3.2.6 Malta Esir Kampında Türk
Esirlerin Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler
3.3 Esir Kamplarında Dini Hayat
3.3.1 Mısır Esir Kamplarında Dini
Hayat
3.3.2 Hindistan ve Burma Esir
Kamplarında Dini Hayat
3.3.3 Kıbrıs Esir Kampında Dini Hayat
3.3.4 Selanik Esir Kamplarında Dini
Hayat
3.3.5 Malta Esir Kampında Dini Hayat
3.4 Kamplarda Esirlere Yapılan Kötü
Muamele
3.4.1 Mısır Esir Kamplarında Esirlere
Yapılan Kötü Muamele
3.4.2 Hindistan Esir Kamplarında
Esirlere Yapılan Kötü Muamele
3.4.3 Kıbrıs Esir Kampında Esirlere
Yapılan Kötü Muamele
3.4.4 Selanik Esir Kamplarında
Esirlere Yapılan Kötü Muamele
3.4.5 Malta Esir Kampında Esirlere
Yapılan Kötü Muamele
3.5 Esir Kamplarında Esirlerin
Çalıştırılması
3.5.1 Mısır Esir Kamplarında
Esirlerin Çalıştırılması
3.5.2 Hindistan ve Burma Esir
Kamplarında Esirlerin Çalıştırılması
1.1.3 Kıbrıs Esir Kampında Esirlerin
Çalıştırılması
1.1.4 Selanik Esir Kamplarında
Esirlerin Çalıştırılması
1.1.5 Malta Esir Kampında Esirlerin
Çalıştırılması
3.6 Esir Kamplarında Esirlerin
Mallarına El Konulması
3.6.1 Mısır Esir Kamplarında
Esirlerin Mallarına El Konulması
3.6.2 Hindistan ve Burma Esir
Kamplarında Esirlerin Mallarına El Konulması
3.6.3 Kıbrıs Esir Kampında Esirlerin
Mallarına El Konulması
3.6.4 Selanik Esir Kamplarında
Esirlerin Mallarına El Konulması
3.6.5 Malta Esir Kampında Esirlerin
Mallarına El Konulması
3.7 Kamplarında Görülen Firar
Olayları
3.7.1 Mısır Esir Kamplarında Görülen
Firar Olayları
3.7.2 Hindistan ve Burma Esir
Kamplarında Görülen Firar Olayları
3.7.3 Kıbrıs Halkının Esirlere
Yardımı; Adada İsyan Hareketleri ve Firar Olayları
3.7.4 Selanik Esir Kamplarında
Görülen Firar Olayları
3.7.5 Malta Esir Kampında Görülen
Firar Olayları
3.8 Esir Kamplarında Yaşanan İç
Yönetim, Disiplin, İşbirlikçilik ve Uyum Sorunları
3.8.1 Mısır Esir Kamplarında Yaşanan
İç Yönetim, Disiplin, İşbirlikçilik ve Uyum Sorunları
3.8.3 Kıbrıs Esir Kampında Yaşanan İç
Yönetim, Disiplin, İşbirlikçilik ve Uyum Sorunları
3.8.4 Selanik Esir Kamplarında
Yaşanan İç Yönetim, Disiplin, İşbirlikçilik ve Uyum Sorunları
3.8.5 Malta Esir Kampında Yaşanan İç
Yönetim, Disiplin, İşbirlikçilik ve Uyum Sorunları
TÜRK ESİR KAMPLARINDA SAĞLIK
ŞARTLARI
1 .1 Esirlerin Kamplara
İntikalleri Sırasında Karşılaşılan Sağlık Sorunları
Tablo 4.1: Madras Hastane Gemisinde
Hayatını Kaybeden Esirlerin Ölüm Sebepleri
4.2 Hindistan Esir Kamplarında
Hastalıklar
4.2.1 Sumerpur Esir Kampının Sağlık
Şartları
4.2.2 Bellary Esir Kampının Sağlık
Şartları
4.2.3 Thatmyo Esir Kampının Sağlık
Şartları
Tablo 4.7: 1916 Yılına Ait Thatmyo
Kampında Hastanesinde Hayatını
Kaybeden Esirlerin Ölüm Sebepleri ve
İstatistikleri
Tablo 4.8: 1918 Yılına Ait Thatmyo
Kampında Hastanesinde Hayatını
Kaybeden Esirlerin Ölüm Sebepleri ve
İstatistikleri
4.2.4 Meiktila Esir Kampının Sağlık
Şartları
4.2.5 Hindistan’daki Diğer Esir
Kamplarının Sağlık Şartları
4.3 Mısır Esir Kamplarında Görülen
Hastalıklar
4.3.1 Kantara Geçici Esir Kampının
Sağlık Şartları
4.3.2 Heliopolis Esir Kampının Sağlık
Şartları
Tablo 4.9: Heliopolis Kampında Vefat
Eden Bir Esire Ait Ölüm Raporu
4.3.3 Mısır 2 Nolu Abbasiye
Hastanesinin Sağlık Şartları
Tablo 4.10: 2 Nolu Abbasiye
Hastanesindeki Hastalık ve Hasta Sayısını Gösteren Liste
Tablo 4.11: 2 Nolu Abbasiye
Hastanesinde Hastalık sonucu Gerçekleşen
4.3.4 Kahire Kızılay Hastanesinin
Sağlık Şartları
4.3.5 Kahire Kalesi Esir Kampının
Sağlık Şartları
4.3.6 Maadi Esir Kampının Sağlık
Şartları
3.3.7 Bilbeis Esir Kampının Sağlık
Şartları
4.3.8 Tel El-Kebir Esir Kampının
Sağlık Şartları
4.3.9 Ras El-Tin Esir Kampının
Sağlık Şartları
4.3.10 Seydi Beşir Esir Kampının
Sağlık Şartları
4.4 Kıbrıs Esir Kampının Sağlık
Şartları
4.5 Selanik Esir Kampının Sağlık
Şartları
4.6 Malta Esir Kampının Sağlık
Şartları
4.7 Man Adası Esir Kampının Sağlık
Şartları
4.8 Mısır Esir kamplarında Görülen
Hastalıklar
4.8.1 Esaret Sonrası Yurda Dönebilen
Esirlerin Sağlık Durumları
Tablo 4.14: Esaret Sonrası Yurda
Dönen Esirlerde Görülen Göz Hastalıkları
4.8.2 Mısır Esir Kamplarında
Pellagra Hastalığı
Tablo 4.16: Pellegra Hastalığının
Protein Değeri Düşük Diyet ile İlişkisini Gösteren Liste
Tablo 4.17: Pellegra Hastalığının
Esirlere Uygulanan Diyet ile İlişkisini
Tablo 4.18: Doğu Kantara İşçi
Kampında Bulunan Türk Savaş Esirlerinin Kan Basıncı
Tablo 4.23: Pellegra Hastası Türk
Savaş Esirlerinin İdrar Tahlilleri
Tablo 4.24: Pellegra Hastası Türk
Savaş Esirlerinin İdrar Tahlilleri
4.8.3 Mısır Esir Kamplarında Psikoz
Hastalığı
4.8.5 Esir Kamplarında Diş Tedavisi
4.8.6 Esir kamplarında İntihar
Vakaları
TÜRK ESİRLERİN AİLELERİ İLE
HABERLEŞMESİ
5.1 Haberleşmede Yaşanan Sorunlar
5.4 Paket ve Koli (Kargo) İşlemleri
5.5 Haberleşmede Yaşanan Sorunların
Çözümüne Yönelik Çabalar
5.6 Türk Esirlere Karşı Yapılan
Menfi Propagandalar
5.6.1 Kamplarda Esirlere Yönelik
Propaganda Faaliyetleri
5.6.2 Cephede Savaşan Askere Yönelik
Propaganda Faaliyetleri
5.7 Kamplarda Türk Esirlerin
Çıkardığı Gazete ve Dergiler
5.8 Türk Esirlerin Mektuplara
Yansıyan Duygu ve Düşünceleri
5.9 Esir Kamplarında Oluşan
Şehitlikler
5.10 Esir Kamplarında Oluşan
Şehitlikler
İNGİLTERE’NİN ELİNDEKİ TÜRK
ESİRLERİN GERİ GETİRİLMELERİ İÇİN YAPILAN FAALİYETLER
6.1 Esir Mübadelesi Öncesi
Tarafların Durumu
6.2 Bern İtilafnamesi Öncesi
Osmanlı İngiliz Esir Değişimi Müzakereleri
6.3 Bern Barış Konferansı’nda
Esirlerin Durumuna dair Müzakereler
6.4 Esir Mübadelesine Dair Bern
İtilafnamesi
6.5 Bern İtilafnamesi Sonrası
Gelişmeler
6.6.1 Irak ve Suriye Bölgelerindeki
Esirlerin Geri dönüşleri
6.6.2 Mısır’daki Türk Esirlerin Geri
Dönüşü
6.6.3 Hindistan ve Burma’daki
Esirlerin Geri Dönüşü
6.6.4 Kıbrıs Türk Esir Kampının
Boşaltılması
6.6.5 Selanik Türk Esir Kamplarının
Boşaltılması
6.6.6 Londra Konferansı ve Malta
Türk Esir Kampının Boşaltılması
6.7 Türk Esirlerin İstanbul’a ve
Anadolu’ya Sevki
6.8 Esirlerin Yurda Dönmesi
Sürecinde Yapılan Esirlere Yönelik Diğer Faaliyetler
6.9 Yurda Dönmeleri Sonrası
Esirlerin Durumu
6.10 Geri Dönen Esirlerin Millî
Mücadeleye Katılmaları
6.11 Savaş Süresince ve Savaş
Sonrası Esir Listelerin Değişimi
1. Ankara Üniversitesi Türk
İnkılap Tarihi Enstitüsü Arşivi
2. Avustralya Savaş Müzesi
Arşivi
Muamelat genel müdürlüğü
(30.1.0.0.0)
5. Deniz Müzesi Komutanlığı
Arşivi
6. Genelkurmay Askeri Tarih ve
Stratejik Etüt Başkanlığı Arşivi
ATASE Birinci Dünya Harbi
Koleksiyonu
ATASE İstiklal Harbi Koleksiyonu
7. İngiliz Deniz Müzesi Arşivi
8. İngiliz Milli Arşivi (The
National Archive of Britain)
9. Kızılhaç Arşivi (Comite
International De La Croix-Rouge, Geneve)
10. Kızılaycı Hamid Bey’in Özel
Arşivi
11. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
Milli Arşiv ve Araştırma Dairesi
12. Sözlü Arşiv (Vedat Tüfekçi
Hususi Arşivi)
Birinci Dünya Harbi: Hicaz Asir
Yemen Cephesi Harekâtı,
T.C. Genelkurmay
Britanya Selanik Kuvvetleri Savaş
Günlüğü, Cilt 1, Savaş Esirleri Kampı, WO. 95/4945.
Cumberland Argusand Fruitgrowers
Daily Capital Journal, 2 November
1918.
Doğruyol Gazetesi, 19 Ocak 1920.
Doğumunun 100. Yılında Atatürk’ün
Silah
Arkadaşları: Yaşayan Çanakkaleli
Dubbo Liberal and Macquarie
Advocate, 3 November 1916.
Osmanlı Belgelerinde Birinci Dünya
Harbi:
Osmanlı Belgelerinde Birinci Dünya
Harbi:
Osmanlı Belgelerinde Çanakkale
Osmanlı Belgelerinde Çanakkale
Rus ve İngilizlere Karşı Bir Osmanlı
Neferi 1917-1918: Serezli
Mehmed Ragıb, Haz.
Western Champion and General
Advertiser for the Central-Western, 3 April 1915.
Şehitliklerimiz ve Anıtlarımız,
İstanbul, 1990.
4.1.1
TÜRK ESİRLERİN AİLELERİ İLE
HABERLEŞMESİ
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDA İNGİLİZLERE
ESİR DÜŞEN TÜRK ASKERLERİ
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDA İNGİLİZLERE
ESİR DÜŞEN TÜRK ASKERLERİ
1.1 Irak (İstasyon) Esir Kampları
1.2 Esir Osmanlı Askerlerine Karşı
Uygulanan Kötü Muamele ve Hukuk İhlalleri
1.2.6 Esirlerin Hindistan ve Burma
Kamplarına İntikali
1.2.7 Irak Esir Kamplarında Amele
Taburları
1.2.8 Irak Esir Kamplarında Firar
Olayları
1.2.9 Irak Esir Kamplarında Gündelik
Hayatları ve Kültürel Faaliyetler
TÜRK ESİRLERİNİN BULUNDUĞU DAİMİ
KAMPLAR
Mısır Savaş Esirleri Kampları:
2.1 Hindistan ve Burma’daki Esir
Kampları
2.1.2 Bombay Ahmed Nagar Kampı
2.1.5 Kalküta İstasyon Kampı (Batı
Bengal)
2.1.6 Kataphar Kampı (Batı Bengal)
2.1.8 Burma (Hindiçin) Thatmyo Kampı
2.1.9 Burma (Sagaing) Shwebo Nekahet
Kampı
2.1.10 Burma (Mandalay) Meiktila
Kamp
2.1.11 Rangoon (Yangon) Karantina
Kampı
2.2.1 Kantara Geçici İstasyon Kampı
2.2.2 Mısır-ı Cedid Heliopolis Kampı
2.2.3 Kahire 2 Numaralı Abbasiye
Hastanesi
2.2.5 Kahire Kalesi Kampı (Kasr
El-Nil)
2.2.10 İskenderiye Ras El-Tin Kampı
2.2.11 Seydi Beşir Kuveysna Kampı
2.4.1 Selanik yakınlarında Dudular
Esir Kampı
2.5.3 Polverista (San Salvator) Esir
Kampı
TÜRK ESİRLERİN BULUNDUĞU KAMPLARIN
ŞARTLARI
3.1 Esirlerin İaşe ve Giyim Durumu
3.1.1 Mısır Esir Kamplarında
Esirlerin İaşe ve Giyim Durumu
Tablo 3.1: Maadi Kampında Bulunan
Subayların İaşesi
Tablo 3.3: Heliopolis Kampında
Esirlere Verilen Kıyafet, İaşe ve Ücretler
1.1.2 Hindistan ve Burma Esir
Kamplarında Esirlerin İaşe ve Giyim Durumu
1.1.3 Kıbrıs Esir Kampında Esirlerin
İaşe ve Giyim Durumu
1.1.4 Selanik Esir Kamplarında
Esirlerin İaşe ve Giyim Durumu
1.1.5 Malta Esir Kampında Esirlerin
İaşe ve Giyim Durumu
3.2 Esirlerin Gündelik Hayatları ve
Kültürel Faaliyetler
3.2.1 Mısır Esir Kamplarında Türk
Esirlerin Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler
3.2.3 Hindistan ve Burma Esir
Kamplarında Türk Esirlerin Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler
3.2.4 Kıbrıs Esir Kampında Türk
Esirlerin Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler
3.2.5 Selanik Esir Kamplarında Türk
Esirlerin Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler
3.2.6 Malta Esir Kampında Türk
Esirlerin Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler
3.3 Esir Kamplarında Dini Hayat
3.3.1 Mısır Esir Kamplarında Dini
Hayat
3.3.2 Hindistan ve Burma Esir
Kamplarında Dini Hayat
3.3.3 Kıbrıs Esir Kampında Dini Hayat
3.3.4 Selanik Esir Kamplarında Dini
Hayat
3.3.5 Malta Esir Kampında Dini Hayat
3.4 Kamplarda Esirlere Yapılan Kötü
Muamele
3.4.1 Mısır Esir Kamplarında Esirlere
Yapılan Kötü Muamele
3.4.2 Hindistan Esir Kamplarında
Esirlere Yapılan Kötü Muamele
3.4.3 Kıbrıs Esir Kampında Esirlere
Yapılan Kötü Muamele
3.4.4 Selanik Esir Kamplarında
Esirlere Yapılan Kötü Muamele
3.4.5 Malta Esir Kampında Esirlere
Yapılan Kötü Muamele
3.5 Esir Kamplarında Esirlerin
Çalıştırılması
3.5.1 Mısır Esir Kamplarında
Esirlerin Çalıştırılması
3.5.2 Hindistan ve Burma Esir
Kamplarında Esirlerin Çalıştırılması
1.1.3 Kıbrıs Esir Kampında Esirlerin
Çalıştırılması
1.1.4 Selanik Esir Kamplarında
Esirlerin Çalıştırılması
1.1.5 Malta Esir Kampında Esirlerin
Çalıştırılması
3.6 Esir Kamplarında Esirlerin
Mallarına El Konulması
3.6.1 Mısır Esir Kamplarında
Esirlerin Mallarına El Konulması
3.6.2 Hindistan ve Burma Esir
Kamplarında Esirlerin Mallarına El Konulması
3.6.3 Kıbrıs Esir Kampında Esirlerin
Mallarına El Konulması
3.6.4 Selanik Esir Kamplarında
Esirlerin Mallarına El Konulması
3.6.5 Malta Esir Kampında Esirlerin
Mallarına El Konulması
3.7 Kamplarında Görülen Firar
Olayları
3.7.1 Mısır Esir Kamplarında Görülen
Firar Olayları
3.7.2 Hindistan ve Burma Esir
Kamplarında Görülen Firar Olayları
3.7.3 Kıbrıs Halkının Esirlere
Yardımı; Adada İsyan Hareketleri ve Firar Olayları
3.7.4 Selanik Esir Kamplarında
Görülen Firar Olayları
3.7.5 Malta Esir Kampında Görülen
Firar Olayları
3.8 Esir Kamplarında Yaşanan İç Yönetim,
Disiplin, İşbirlikçilik ve Uyum Sorunları
3.8.1 Mısır Esir Kamplarında Yaşanan
İç Yönetim, Disiplin, İşbirlikçilik ve Uyum Sorunları
3.8.3 Kıbrıs Esir Kampında Yaşanan İç
Yönetim, Disiplin, İşbirlikçilik ve Uyum Sorunları
3.8.4 Selanik Esir Kamplarında
Yaşanan İç Yönetim, Disiplin, İşbirlikçilik ve Uyum Sorunları
3.8.5 Malta Esir Kampında Yaşanan İç
Yönetim, Disiplin, İşbirlikçilik ve Uyum Sorunları
TÜRK ESİR KAMPLARINDA SAĞLIK
ŞARTLARI
1 .1 Esirlerin Kamplara
İntikalleri Sırasında Karşılaşılan Sağlık Sorunları
Tablo 4.1: Madras Hastane Gemisinde
Hayatını Kaybeden Esirlerin Ölüm Sebepleri
4.2 Hindistan Esir Kamplarında
Hastalıklar
4.2.1 Sumerpur Esir Kampının Sağlık
Şartları
4.2.2 Bellary Esir Kampının Sağlık
Şartları
4.2.3 Thatmyo Esir Kampının Sağlık
Şartları
Tablo 4.7: 1916 Yılına Ait Thatmyo
Kampında Hastanesinde Hayatını
Kaybeden Esirlerin Ölüm Sebepleri ve
İstatistikleri
Tablo 4.8: 1918 Yılına Ait Thatmyo
Kampında Hastanesinde Hayatını
Kaybeden Esirlerin Ölüm Sebepleri ve
İstatistikleri
4.2.4 Meiktila Esir Kampının Sağlık
Şartları
4.2.5 Hindistan’daki Diğer Esir
Kamplarının Sağlık Şartları
4.3 Mısır Esir Kamplarında Görülen
Hastalıklar
4.3.1 Kantara Geçici Esir Kampının
Sağlık Şartları
4.3.2 Heliopolis Esir Kampının Sağlık
Şartları
Tablo 4.9: Heliopolis Kampında Vefat
Eden Bir Esire Ait Ölüm Raporu
4.3.3 Mısır 2 Nolu Abbasiye
Hastanesinin Sağlık Şartları
Tablo 4.10: 2 Nolu Abbasiye
Hastanesindeki Hastalık ve Hasta Sayısını Gösteren Liste
Tablo 4.11: 2 Nolu Abbasiye
Hastanesinde Hastalık sonucu Gerçekleşen
4.3.4 Kahire Kızılay Hastanesinin Sağlık
Şartları
4.3.5 Kahire Kalesi Esir Kampının
Sağlık Şartları
4.3.6 Maadi Esir Kampının Sağlık
Şartları
3.3.7 Bilbeis Esir Kampının Sağlık
Şartları
4.3.8 Tel El-Kebir Esir Kampının
Sağlık Şartları
4.3.9 Ras El-Tin Esir Kampının
Sağlık Şartları
4.3.10 Seydi Beşir Esir Kampının
Sağlık Şartları
4.4 Kıbrıs Esir Kampının Sağlık
Şartları
4.5 Selanik Esir Kampının Sağlık
Şartları
4.6 Malta Esir Kampının Sağlık
Şartları
4.7 Man Adası Esir Kampının Sağlık
Şartları
4.8 Mısır Esir kamplarında Görülen
Hastalıklar
4.8.1 Esaret Sonrası Yurda Dönebilen
Esirlerin Sağlık Durumları
Tablo 4.14: Esaret Sonrası Yurda
Dönen Esirlerde Görülen Göz Hastalıkları
4.8.2 Mısır Esir Kamplarında
Pellagra Hastalığı
Tablo 4.16: Pellegra Hastalığının
Protein Değeri Düşük Diyet ile İlişkisini Gösteren Liste
Tablo 4.17: Pellegra Hastalığının
Esirlere Uygulanan Diyet ile İlişkisini
Tablo 4.18: Doğu Kantara İşçi
Kampında Bulunan Türk Savaş Esirlerinin Kan Basıncı
Tablo 4.23: Pellegra Hastası Türk
Savaş Esirlerinin İdrar Tahlilleri
Tablo 4.24: Pellegra Hastası Türk
Savaş Esirlerinin İdrar Tahlilleri
4.8.3 Mısır Esir Kamplarında Psikoz
Hastalığı
4.8.5 Esir Kamplarında Diş Tedavisi
4.8.6 Esir kamplarında İntihar
Vakaları
TÜRK ESİRLERİN AİLELERİ İLE
HABERLEŞMESİ
5.1 Haberleşmede Yaşanan Sorunlar
5.4 Paket ve Koli (Kargo) İşlemleri
5.5 Haberleşmede Yaşanan Sorunların
Çözümüne Yönelik Çabalar
5.6 Türk Esirlere Karşı Yapılan
Menfi Propagandalar
5.6.1 Kamplarda Esirlere Yönelik
Propaganda Faaliyetleri
5.6.2 Cephede Savaşan Askere Yönelik
Propaganda Faaliyetleri
5.7 Kamplarda Türk Esirlerin
Çıkardığı Gazete ve Dergiler
5.8 Türk Esirlerin Mektuplara
Yansıyan Duygu ve Düşünceleri
5.9 Esir Kamplarında Oluşan
Şehitlikler
5.10 Esir Kamplarında Oluşan
Şehitlikler
İNGİLTERE’NİN ELİNDEKİ TÜRK
ESİRLERİN GERİ GETİRİLMELERİ İÇİN YAPILAN FAALİYETLER
6.1 Esir Mübadelesi Öncesi
Tarafların Durumu
6.2 Bern İtilafnamesi Öncesi
Osmanlı İngiliz Esir Değişimi Müzakereleri
6.3 Bern Barış Konferansı’nda
Esirlerin Durumuna dair Müzakereler
6.4 Esir Mübadelesine Dair Bern
İtilafnamesi
6.5 Bern İtilafnamesi Sonrası
Gelişmeler
6.6.1 Irak ve Suriye Bölgelerindeki
Esirlerin Geri dönüşleri
6.6.2 Mısır’daki Türk Esirlerin Geri
Dönüşü
6.6.3 Hindistan ve Burma’daki
Esirlerin Geri Dönüşü
6.6.4 Kıbrıs Türk Esir Kampının
Boşaltılması
6.6.5 Selanik Türk Esir Kamplarının
Boşaltılması
6.6.6 Londra Konferansı ve Malta
Türk Esir Kampının Boşaltılması
6.7 Türk Esirlerin İstanbul’a ve
Anadolu’ya Sevki
6.8 Esirlerin Yurda Dönmesi
Sürecinde Yapılan Esirlere Yönelik Diğer Faaliyetler
6.9 Yurda Dönmeleri Sonrası
Esirlerin Durumu
6.10 Geri Dönen Esirlerin Millî
Mücadeleye Katılmaları
6.11 Savaş Süresince ve Savaş
Sonrası Esir Listelerin Değişimi
1. Ankara Üniversitesi Türk
İnkılap Tarihi Enstitüsü Arşivi
2. Avustralya Savaş Müzesi
Arşivi
Muamelat genel müdürlüğü
(30.1.0.0.0)
5. Deniz Müzesi Komutanlığı
Arşivi
6. Genelkurmay Askeri Tarih ve
Stratejik Etüt Başkanlığı Arşivi
ATASE Birinci Dünya Harbi
Koleksiyonu
ATASE İstiklal Harbi Koleksiyonu
7. İngiliz Deniz Müzesi Arşivi
8. İngiliz Milli Arşivi (The
National Archive of Britain)
9. Kızılhaç Arşivi (Comite
International De La Croix-Rouge, Geneve)
10. Kızılaycı Hamid Bey’in Özel
Arşivi
11. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
Milli Arşiv ve Araştırma Dairesi
12. Sözlü Arşiv (Vedat Tüfekçi
Hususi Arşivi)
Birinci Dünya Harbi: Hicaz Asir
Yemen Cephesi Harekâtı,
T.C. Genelkurmay
Britanya Selanik Kuvvetleri Savaş
Günlüğü, Cilt 1, Savaş Esirleri Kampı, WO. 95/4945.
Cumberland Argusand Fruitgrowers
Daily Capital Journal, 2 November
1918.
Doğruyol Gazetesi, 19 Ocak 1920.
Doğumunun 100. Yılında Atatürk’ün
Silah
Arkadaşları: Yaşayan Çanakkaleli
Dubbo Liberal and Macquarie
Advocate, 3 November 1916.
Osmanlı Belgelerinde Birinci Dünya
Harbi:
Osmanlı Belgelerinde Birinci Dünya
Harbi:
Osmanlı Belgelerinde Çanakkale
Osmanlı Belgelerinde Çanakkale
Rus ve İngilizlere Karşı Bir Osmanlı
Neferi 1917-1918: Serezli
Mehmed Ragıb, Haz.
Western Champion and General
Advertiser for the Central-Western, 3 April 1915.
Şehitliklerimiz ve Anıtlarımız,
İstanbul, 1990.
a.g.e.:
Adı geçen eser
a.g.m.:
Adı geçen makale
ATASE:
Genelkurmay Başkanlığı Tarih ve Strateji Etüt Başkanlığı Arşivi
BDHK:
Birinci Dünya Harbi Koleksiyonu
İHK:
İstiklal Harbi Koleksiyonu
Bkz.:
Bakınız
BCA:
T.C. Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı Başkanlık Cumhuriyet
Arşivi
cm: Santimetre
BOA: T.C. Cumhurbaşkanlığı Devlet
Arşivleri Başkanlığı Başkanlık Osmanlı Arşivi
BEO: Bâb-ı Âlî Evrak Odası
DH MB. HPS: Dahiliye Nezareti Hapishaneler
Müdiriyeti
DH. EUM: Dâhiliye Nezareti Emniyet-i
Umumiye Müdüriyeti Belgeleri
DH.
EUM. SSM:
Dâhiliye Nezareti Seyrüsefer Kalemi
DH. İUM: Dâhiliye Nezareti İdare-İ
Umumiye
HR. HM.
İŞO: Hariciye
Nezareti Hukuk Müşavirliği İstişare Odası B
HR. İ: Hariciye Nezareti İstanbul
Mutasarrıflığı
HR. MA: Hariciye Nezareti Matbuat Kısmı
HR. MTV: Hariciye Nezareti Mütenevvi
Kısmı
HR. SYS: Hariciye Nezareti Siyasî Kısmı
HR. TO: Hariciye Nezareti Tercüme Odası
İ. DUİT: İrade Dosya Usulü
MV: Meclis-i Vükelâ Mazbataları
ŞD: Şura-yı Devlet
DH.
EUM. MEM:
Dâhiliye Nezareti Memurin Odası
Çev.: Çeviren
Ed.: Editör
Haz.: Hazırlayan
KKTC: Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
km:
Kilometre
m:
Metre
TNA:
The National Archives of Britian
ADM:
The National Archives of Britian, Admiralty Record Office
CAB:
The National Archives of Britian, Cabine Office
CO:
The National Archives of Britian, Colonial Office
FO:
The National Archives of Britian, Foreign Office
MH: The
National Archives of Britian, Ministery of Health
T:
The National Archives of Britian, Trasury
WO:
The National Archives of Britian, War Office
s.:
Sayfa
TC:
Türkiye Cumhuriyeti
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDA İNGİLİZLERE
ESİR DÜŞEN TÜRK ASKERLERİ
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDA İNGİLİZLERE
ESİR DÜŞEN TÜRK ASKERLERİ
1.1 Irak (İstasyon) Esir Kampları
1.2 Esir Osmanlı Askerlerine Karşı
Uygulanan Kötü Muamele ve Hukuk İhlalleri
1.2.6 Esirlerin Hindistan ve Burma
Kamplarına İntikali
1.2.7 Irak Esir Kamplarında Amele
Taburları
1.2.8 Irak Esir Kamplarında Firar
Olayları
1.2.9 Irak Esir Kamplarında Gündelik
Hayatları ve Kültürel Faaliyetler
TÜRK ESİRLERİNİN BULUNDUĞU DAİMİ
KAMPLAR
Mısır Savaş Esirleri Kampları:
2.1 Hindistan ve Burma’daki Esir
Kampları
2.1.2 Bombay Ahmed Nagar Kampı
2.1.5 Kalküta İstasyon Kampı (Batı
Bengal)
2.1.6 Kataphar Kampı (Batı Bengal)
2.1.8 Burma (Hindiçin) Thatmyo Kampı
2.1.9 Burma (Sagaing) Shwebo Nekahet
Kampı
2.1.10 Burma (Mandalay) Meiktila
Kamp
2.1.11 Rangoon (Yangon) Karantina
Kampı
2.2.1 Kantara Geçici İstasyon Kampı
2.2.2 Mısır-ı Cedid Heliopolis Kampı
2.2.3 Kahire 2 Numaralı Abbasiye
Hastanesi
2.2.5 Kahire Kalesi Kampı (Kasr
El-Nil)
2.2.10 İskenderiye Ras El-Tin Kampı
2.2.11 Seydi Beşir Kuveysna Kampı
2.4.1 Selanik yakınlarında Dudular
Esir Kampı
2.5.3 Polverista (San Salvator) Esir
Kampı
TÜRK ESİRLERİN BULUNDUĞU KAMPLARIN
ŞARTLARI
3.1 Esirlerin İaşe ve Giyim Durumu
3.1.1 Mısır Esir Kamplarında
Esirlerin İaşe ve Giyim Durumu
Tablo 3.1: Maadi Kampında Bulunan
Subayların İaşesi
Tablo 3.3: Heliopolis Kampında
Esirlere Verilen Kıyafet, İaşe ve Ücretler
1.1.2 Hindistan ve Burma Esir
Kamplarında Esirlerin İaşe ve Giyim Durumu
1.1.3 Kıbrıs Esir Kampında Esirlerin
İaşe ve Giyim Durumu
1.1.4 Selanik Esir Kamplarında
Esirlerin İaşe ve Giyim Durumu
1.1.5 Malta Esir Kampında Esirlerin
İaşe ve Giyim Durumu
3.2 Esirlerin Gündelik Hayatları ve
Kültürel Faaliyetler
3.2.1 Mısır Esir Kamplarında Türk
Esirlerin Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler
3.2.3 Hindistan ve Burma Esir
Kamplarında Türk Esirlerin Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler
3.2.4 Kıbrıs Esir Kampında Türk
Esirlerin Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler
3.2.5 Selanik Esir Kamplarında Türk
Esirlerin Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler
3.2.6 Malta Esir Kampında Türk
Esirlerin Gündelik Hayatları ve Kültürel Faaliyetler
3.3 Esir Kamplarında Dini Hayat
3.3.1 Mısır Esir Kamplarında Dini
Hayat
3.3.2 Hindistan ve Burma Esir
Kamplarında Dini Hayat
3.3.3 Kıbrıs Esir Kampında Dini Hayat
3.3.4 Selanik Esir Kamplarında Dini
Hayat
3.3.5 Malta Esir Kampında Dini Hayat
3.4 Kamplarda Esirlere Yapılan Kötü
Muamele
3.4.1 Mısır Esir Kamplarında Esirlere
Yapılan Kötü Muamele
3.4.2 Hindistan Esir Kamplarında
Esirlere Yapılan Kötü Muamele
3.4.3 Kıbrıs Esir Kampında Esirlere
Yapılan Kötü Muamele
3.4.4 Selanik Esir Kamplarında
Esirlere Yapılan Kötü Muamele
3.4.5 Malta Esir Kampında Esirlere
Yapılan Kötü Muamele
3.5 Esir Kamplarında Esirlerin
Çalıştırılması
3.5.1 Mısır Esir Kamplarında
Esirlerin Çalıştırılması
3.5.2 Hindistan ve Burma Esir
Kamplarında Esirlerin Çalıştırılması
1.1.3 Kıbrıs Esir Kampında Esirlerin
Çalıştırılması
1.1.4 Selanik Esir Kamplarında
Esirlerin Çalıştırılması
1.1.5 Malta Esir Kampında Esirlerin
Çalıştırılması
3.6 Esir Kamplarında Esirlerin
Mallarına El Konulması
3.6.1 Mısır Esir Kamplarında
Esirlerin Mallarına El Konulması
3.6.2 Hindistan ve Burma Esir
Kamplarında Esirlerin Mallarına El Konulması
3.6.3 Kıbrıs Esir Kampında Esirlerin
Mallarına El Konulması
3.6.4 Selanik Esir Kamplarında
Esirlerin Mallarına El Konulması
3.6.5 Malta Esir Kampında Esirlerin
Mallarına El Konulması
3.7 Kamplarında Görülen Firar
Olayları
3.7.1 Mısır Esir Kamplarında Görülen
Firar Olayları
3.7.2 Hindistan ve Burma Esir
Kamplarında Görülen Firar Olayları
3.7.3 Kıbrıs Halkının Esirlere
Yardımı; Adada İsyan Hareketleri ve Firar Olayları
3.7.4 Selanik Esir Kamplarında
Görülen Firar Olayları
3.7.5 Malta Esir Kampında Görülen
Firar Olayları
3.8 Esir Kamplarında Yaşanan İç Yönetim,
Disiplin, İşbirlikçilik ve Uyum Sorunları
3.8.1 Mısır Esir Kamplarında Yaşanan
İç Yönetim, Disiplin, İşbirlikçilik ve Uyum Sorunları
3.8.3 Kıbrıs Esir Kampında Yaşanan İç
Yönetim, Disiplin, İşbirlikçilik ve Uyum Sorunları
3.8.4 Selanik Esir Kamplarında
Yaşanan İç Yönetim, Disiplin, İşbirlikçilik ve Uyum Sorunları
3.8.5 Malta Esir Kampında Yaşanan İç
Yönetim, Disiplin, İşbirlikçilik ve Uyum Sorunları
TÜRK ESİR KAMPLARINDA SAĞLIK
ŞARTLARI
1 .1 Esirlerin Kamplara
İntikalleri Sırasında Karşılaşılan Sağlık Sorunları
Tablo 4.1: Madras Hastane Gemisinde
Hayatını Kaybeden Esirlerin Ölüm Sebepleri
4.2 Hindistan Esir Kamplarında
Hastalıklar
4.2.1 Sumerpur Esir Kampının Sağlık
Şartları
4.2.2 Bellary Esir Kampının Sağlık
Şartları
4.2.3 Thatmyo Esir Kampının Sağlık
Şartları
Tablo 4.7: 1916 Yılına Ait Thatmyo
Kampında Hastanesinde Hayatını
Kaybeden Esirlerin Ölüm Sebepleri ve
İstatistikleri
Tablo 4.8: 1918 Yılına Ait Thatmyo
Kampında Hastanesinde Hayatını
Kaybeden Esirlerin Ölüm Sebepleri ve
İstatistikleri
4.2.4 Meiktila Esir Kampının Sağlık
Şartları
4.2.5 Hindistan’daki Diğer Esir
Kamplarının Sağlık Şartları
4.3 Mısır Esir Kamplarında Görülen
Hastalıklar
4.3.1 Kantara Geçici Esir Kampının
Sağlık Şartları
4.3.2 Heliopolis Esir Kampının Sağlık
Şartları
Tablo 4.9: Heliopolis Kampında Vefat
Eden Bir Esire Ait Ölüm Raporu
4.3.3 Mısır 2 Nolu Abbasiye
Hastanesinin Sağlık Şartları
Tablo 4.10: 2 Nolu Abbasiye
Hastanesindeki Hastalık ve Hasta Sayısını Gösteren Liste
Tablo 4.11: 2 Nolu Abbasiye
Hastanesinde Hastalık sonucu Gerçekleşen
4.3.4 Kahire Kızılay Hastanesinin
Sağlık Şartları
4.3.5 Kahire Kalesi Esir Kampının
Sağlık Şartları
4.3.6 Maadi Esir Kampının Sağlık
Şartları
3.3.7 Bilbeis Esir Kampının Sağlık
Şartları
4.3.8 Tel El-Kebir Esir Kampının
Sağlık Şartları
4.3.9 Ras El-Tin Esir Kampının
Sağlık Şartları
4.3.10 Seydi Beşir Esir Kampının
Sağlık Şartları
4.4 Kıbrıs Esir Kampının Sağlık
Şartları
4.5 Selanik Esir Kampının Sağlık
Şartları
4.6 Malta Esir Kampının Sağlık
Şartları
4.7 Man Adası Esir Kampının Sağlık
Şartları
4.8 Mısır Esir kamplarında Görülen
Hastalıklar
4.8.1 Esaret Sonrası Yurda Dönebilen
Esirlerin Sağlık Durumları
Tablo 4.14: Esaret Sonrası Yurda
Dönen Esirlerde Görülen Göz Hastalıkları
4.8.2 Mısır Esir Kamplarında
Pellagra Hastalığı
Tablo 4.16: Pellegra Hastalığının
Protein Değeri Düşük Diyet ile İlişkisini Gösteren Liste
Tablo 4.17: Pellegra Hastalığının
Esirlere Uygulanan Diyet ile İlişkisini
Tablo 4.18: Doğu Kantara İşçi
Kampında Bulunan Türk Savaş Esirlerinin Kan Basıncı
Tablo 4.23: Pellegra Hastası Türk
Savaş Esirlerinin İdrar Tahlilleri
Tablo 4.24: Pellegra Hastası Türk
Savaş Esirlerinin İdrar Tahlilleri
4.8.3 Mısır Esir Kamplarında Psikoz
Hastalığı
4.8.5 Esir Kamplarında Diş Tedavisi
4.8.6 Esir kamplarında İntihar
Vakaları
TÜRK ESİRLERİN AİLELERİ İLE
HABERLEŞMESİ
5.1 Haberleşmede Yaşanan Sorunlar
5.4 Paket ve Koli (Kargo) İşlemleri
5.5 Haberleşmede Yaşanan Sorunların
Çözümüne Yönelik Çabalar
5.6 Türk Esirlere Karşı Yapılan
Menfi Propagandalar
5.6.1 Kamplarda Esirlere Yönelik
Propaganda Faaliyetleri
5.6.2 Cephede Savaşan Askere Yönelik
Propaganda Faaliyetleri
5.7 Kamplarda Türk Esirlerin
Çıkardığı Gazete ve Dergiler
5.8 Türk Esirlerin Mektuplara
Yansıyan Duygu ve Düşünceleri
5.9 Esir Kamplarında Oluşan
Şehitlikler
5.10 Esir Kamplarında Oluşan
Şehitlikler
İNGİLTERE’NİN ELİNDEKİ TÜRK
ESİRLERİN GERİ GETİRİLMELERİ İÇİN YAPILAN FAALİYETLER
6.1 Esir Mübadelesi Öncesi
Tarafların Durumu
6.2 Bern İtilafnamesi Öncesi
Osmanlı İngiliz Esir Değişimi Müzakereleri
6.3 Bern Barış Konferansı’nda
Esirlerin Durumuna dair Müzakereler
6.4 Esir Mübadelesine Dair Bern
İtilafnamesi
6.5 Bern İtilafnamesi Sonrası
Gelişmeler
6.6.1 Irak ve Suriye Bölgelerindeki
Esirlerin Geri dönüşleri
6.6.2 Mısır’daki Türk Esirlerin Geri
Dönüşü
6.6.3 Hindistan ve Burma’daki
Esirlerin Geri Dönüşü
6.6.4 Kıbrıs Türk Esir Kampının
Boşaltılması
6.6.5 Selanik Türk Esir Kamplarının
Boşaltılması
6.6.6 Londra Konferansı ve Malta
Türk Esir Kampının Boşaltılması
6.7 Türk Esirlerin İstanbul’a ve
Anadolu’ya Sevki
6.8 Esirlerin Yurda Dönmesi
Sürecinde Yapılan Esirlere Yönelik Diğer Faaliyetler
6.9 Yurda Dönmeleri Sonrası
Esirlerin Durumu
6.10 Geri Dönen Esirlerin Millî
Mücadeleye Katılmaları
6.11 Savaş Süresince ve Savaş
Sonrası Esir Listelerin Değişimi
1. Ankara Üniversitesi Türk
İnkılap Tarihi Enstitüsü Arşivi
2. Avustralya Savaş Müzesi
Arşivi
Muamelat genel müdürlüğü
(30.1.0.0.0)
5. Deniz Müzesi Komutanlığı
Arşivi
6. Genelkurmay Askeri Tarih ve
Stratejik Etüt Başkanlığı Arşivi
ATASE Birinci Dünya Harbi
Koleksiyonu
ATASE İstiklal Harbi Koleksiyonu
7. İngiliz Deniz Müzesi Arşivi
8. İngiliz Milli Arşivi (The
National Archive of Britain)
9. Kızılhaç Arşivi (Comite
International De La Croix-Rouge, Geneve)
10. Kızılaycı Hamid Bey’in Özel
Arşivi
11. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
Milli Arşiv ve Araştırma Dairesi
12. Sözlü Arşiv (Vedat Tüfekçi
Hususi Arşivi)
Birinci Dünya Harbi: Hicaz Asir
Yemen Cephesi Harekâtı,
T.C. Genelkurmay
Britanya Selanik Kuvvetleri Savaş
Günlüğü, Cilt 1, Savaş Esirleri Kampı, WO. 95/4945.
Cumberland Argusand Fruitgrowers
Daily Capital Journal, 2 November
1918.
Doğruyol Gazetesi, 19 Ocak 1920.
Doğumunun 100. Yılında Atatürk’ün
Silah
Arkadaşları: Yaşayan Çanakkaleli
Dubbo Liberal and Macquarie
Advocate, 3 November 1916.
Osmanlı Belgelerinde Birinci Dünya
Harbi:
Osmanlı Belgelerinde Birinci Dünya
Harbi:
Osmanlı Belgelerinde Çanakkale
Osmanlı Belgelerinde Çanakkale
Rus ve İngilizlere Karşı Bir Osmanlı
Neferi 1917-1918: Serezli
Mehmed Ragıb, Haz.
Western Champion and General
Advertiser for the Central-Western, 3 April 1915.
Şehitliklerimiz ve Anıtlarımız,
İstanbul, 1990.
Arap
dilinde “savaş tutsağı” olarak bilinen “esîr” (çoğulu üsera)
kelimesi, ip ve benzeri şeylerle çok sağlam bir şekilde bağlamak manasındaki “esr”
kökünden türemiş bir sıfattır. Osmanlı belgelerinde “esir”
kelimesi savaş tutsağı yanında daha çok köle manasında kullanılmış olup “esirci,
esir tüccarı, esir pazarı, esirciler şeyhi” benzeri tabirler köle alım
satımıyla ilgilidir.[60]
‘Esir’ kelimesinin kavramsal
tanımının yapılması gerekirse en genel manasıyla tutsak, harpte düşmanın eline
düşen kimse anlamına gelmektedir. Harp esiri[61]
ise savaş usul ve kurallarına göre galip gelen düşmanın esiri olarak
adlandırılan muhasım devletin asker ve tebaasıdır.[62]
Eski dönemlerden[63]
savaş hukukunun oluştuğu 19. yüzyıla kadar milletlerarası ikili ilişkilerde
hukukî teamül ve antlaşmalar oluşmadığından savaşlarda keyfîlik hâkimdi. Galip
taraf muharip sivil, kadın erkek, büyük küçük demeden düşmanını imha etmeyi
meşru görebiliyor, bu arada esirler de en ağır muameleye maruz kalıyordu.
Yahudilik ve Hıristiyanlık gibi semavî dinlerin bile esirlerle ilgili
uygulamalarında vahşet ve insafsızlığı terk etmedikleri, aksine bunu dinin bir
emri gibi telakki ettikleri görülmektedir. İslâm’dan önce Araplar da esirlere
uyguladıkları muamele bakımından diğer milletlerden farklı değillerdi. Esirler
bazen toplu halde yakılıyor, çeşitli organları kesilmek suretiyle işkenceyle
hayatları son buluyor, öldürülmeleri için düşmanlarına satılıyor veya sağ bırakılıp
köle yapılıyordu. Bazen de fidye karşılığında veya mübadele yoluyla serbest
bırakılıyordu.[64]
İlk Çağ’da savaş alanında esir
alınan askerler genelde savaş meydanında öldürülür ya da köleleştirilirdi. Orta
Çağ’da köleleştirme devam etmekle birlikte, fidye karşılığı esirleri serbest
bırakmak da tercih edilir başka bir yöntem olmuştu. Fidye karşılığı esirleri
serbest bırakma uygulaması 19. Yüzyıla kadar devam etti. 19. yüzyıla
gelindiğinde, ilk olarak 1856 Paris Antlaşması’nda esaret hukukunda az da olsa
bir ilerleme kaydedildi. Paris Antlaşması’nda savaşta esir olan askerlerin
tamamı diğer tarafa iade edileceği hükme bağlanmıştır.[65]
Kısa bir süre sonra ise Kızılhaç öncülüğünde gerçekleşen uluslararası
konferanslarla savaş hukuku ve esirlere uygulanacak muamelelerde ciddi
kazanımlar sağlandı.
Uluslararası Kızılhaç teşkilatı,
1863’de Cenevre’de silahlı çatışma ve çekişme mağdurlarına yardım amacıyla
kuruldu. Kızılhaç, bu eylemlerini doğrudan yaptığı gibi, savaşan devletlere ve
askerlere daha insani davranılması yönünde telkinler bulunarak da yaptı.
Komitenin savaş mağdurlarına karşı yapmış olduğu en önemli fayda ise Cenevre
sözleşmelerinin öncülüğünü yapmasıdır. Komitenin ilk toplantısı 1863 yılında
gerçekleşti ve bu ilk çalışmanın sonunda yaralılara yardım konusunda bir küçük
kitapçık basıldı. 1863 Cenevre Konferansı’nın başarılı sona ermesinin ardından
İsviçre Federal Konseyi, Cenevre komitesi girişimiyle, savaş mağdurlarının
durumunun iyileştirilmesi için bir kongre düzenlemek amacıyla diplomatik bir
konferans tertip etti. Bu konferansa savaşta yaralananların durumu görüşmek
üzere pek çok devlet davet edildi. 16 devletin temsil edildiği konferans, 8-22
Ağustos 1864 tarihleri arasında Cenevre komitesi tarafından gerçekleştirildi.
Birinci Cenevre Sözleşmelerinde görüşülen başlıca ilkeler arasında milliyet
ayrımı yapılmaksızın tüm yaralıların tedavi edilmesi, sağlık personeli, tıbbi
kurum ve birimlerin tarafsızlığı ve dokunulmazlığı, tarafsızlık belirtisi
olarak bir beyaz zemin üzerine kırmızı haç işareti konulması gibi hususlar öne
çıktı. Komitenin birinci görevi, yardımları organize etmek iken komite, zamanla
savaşan tarafların tarafsız bir kuruma ihtiyaç duymaları nedeniyle savaş
alanındaki işlere daha fazla müdahil olmaya başladı. İkinci diplomatik
konferans ise deniz savaş sözleşmesinin uyumu için yapıldı. Bu konferans Ekim
1868 yılında Cenevre’de toplandı. 20 Ekim 1868’de pek çok ilkede anlaşılmış
olmasına rağmen sözleşme onaylanmadı ve yürürlüğe girmedi. 1864 Sözleşmesi aynı
konularda 1906, 1929 ve 1949 Cenevre Sözleşmeleri ile güncellendi. Ayrıca 20
Ekim 1868’de “Savaş Alanında Yaralanan Askerlerin Durumunun Düzeltilmesi
için Ek Sözleşme” de Cenevre’de imzalandı.[66]
Çalışmamızın ana konusuna
doğrudan etkisi bulunan ve Cenevre’de 22 Ağustos 1864 tarihinde kabul edilip
Osmanlı Devleti tarafından 5 Temmuz 1865 tarihinde onaylanan “Savaş Alanında
Yaralıların Durumlarının Düzeltilmesi Sözleşmesi”nin maddeleri şu
şekildedir:[67]
Madde 1. Ambulans ve askeri
hastaneler tarafsız olarak tanınmalı, yaralı ve hasta kişileri barındırmak
şartıyla savaşan devletler tarafından korunmalı ve saygı duyulmalıdır. Adı
geçen ambulans veya hastaneler askeri kuvvetler tarafından ele geçirilmesi
durumunda tarafsızlık sona erecektir.
Madde 2. Yöneticiler, sağlık
personeli, idareci, ulaşım servisindeki görevliler ve din görevlileri dâhil
olmak üzere hastane ve ambulans personeli görevde oldukları zaman tarafsızlık
hakkından faydalanacaktır. Bu durum getirilen yaralı, hasta ve yardıma muhtaç
olanlar için de geçerlidir.
Madde 3. Bu maddelerde adı geçen
kişiler düşman işgalinden sonra da hastanelerde ve hizmet ettikleri
ambulanslardaki görevlerine devam edecekler veya ait oldukları birliklere
katılabileceklerdir. Görevlerini bırakacaklar ise işgal kuvvetleri tarafından
karakol birliğine götürüleceklerdir.
Madde 4. Savaş hukukuna konu olan
her türlü hastane malzemesi adı geçen hastaneye bağlı kişiler tarafından
alınabilecektir. Şahsi eşyaları da buna tabidir. Buna rağmen ambulans ise kendi
malzemeleri olarak kalacaktır.
Madde 5. Yaralılara yardım eden
ülkenin vatandaşlarına saygı gösterilecek ve özgür kalacaklardır. Savaşan
güçlerin generalleri, başvuran vatandaşlara karşı insanca ve tarafsızca
görevlerini bildirecektir. Savaşan bir yaralı eğer koruma altına alındı ise
veya bir evde tedaviye alındı ise o kişi artık güven altındadır. Bir vatandaş,
yaralıya barınma sağlama ve güvenliğini temin etme hakkına sahiptir. Bir
yaralıya yer temin eden kişi, mallarına el konulmaktan muaf tutulacaktır.
Madde 6. Milleti ne olursa olsun
hasta ve yaralı askerler güvenli bir şekilde toplanıp tedavi edilecektir.
Komutanlar, savaşçı savaşan tarafların izin verdiği şartlar dâhilinde çok acil
bir şekilde güvenli bir karakola götürüleceklerdir. Kurtarıldıktan sonra
güvenliğinin sağlanması için elverişsiz koşullar oluşması durumunda geri
gönderilmesi yapılacaktır. Diğerleri de aynı şekilde geri gönderilecek fakat
bir daha savaşmama ve düşmanlık etmeme garantisi verecektir. Tahliye
edilenlerin tamamı artık tarafsız olarak değerlendirilecektir.
Madde 7. Farklı ve tek tip
bayraklar hastane, ambulans ve tahliye edilen birlikler için ayırt edici
özellik olarak kabul edilecektir. Her koşul altında bu ‘ulusal bayrak’ adı
geçen yerde görülür durumda olacaktır. Tarafsızlığı temsil eden kolluk takan
kişinin durumu askeri yetkililere bırakılacaktır. Bu bayrak ve kolluklarda
kırmızı haç ve beyaz zemin olacaktır.
Madde 8. Bu sözleşmenin
uygulanması savaşan devletlerin komutanları tarafından gerçekleştirilecektir.
Kendi Hükûmetleri de bu sözleşmenin maddelerinin uygulanmasında gerekli
hassasiyeti gösterecektir.
Madde 9. Konferanstaki en üst
yetkili kişiler bu maddeler konusunda anlaşmıştır. Daha üst temsilcilere
ulaşılamamıştır. Bundan dolayı sözleşme ucu açık bırakılmıştır.
Madde 10. Önümüzdeki 4 ay içinde
mümkünse daha da erken bu sözleşme Bern’de onaylanacaktır. Bu sözleşmenin
imzalanması ve mühürlenmesi temenni edilmektedir.
Cenevre Konferansı sonrası
1874’de gerçekleşen Brüksel Barış Konferansı’nda da esirlere yönelik bazı
adımlar atıldı. Savaş kuralları ve esirlere karşı uygulanacak muameleler
hakkında uluslararası bir düzenleme getirilmesi amacıyla toplanan konferans,
Fransa-Prusya savaşı sonrasında
Rusya öncülüğünde gerçekleşti. Almanya, Fransa, Avusturya-Macaristan,
Osmanlı Devleti, Rusya, İngiltere, Belçika, Danimarka, İspanya, Yunanistan,
İtalya, Hollanda, İsveç, Norveç, Portekiz ve İsviçre’nin katıldığı konferansta
alınan hükümler bazı devletlerin itirazı nedeniyle yürürlüğe girmedi. Buna
rağmen sonraki yıllarda gerçekleşecek savaş hukukuna temel oluşturması
bakımında önemli bir adım oldu. [68]
1899 gerçekleşen Birinci Lahey
Barış Konferansı’nın amaçlarından biri; 1874’te Brüksel Konferansı’nda
hazırlanan ve onaylanmayan savaş yasaları ve geleneklerine ilişkin bildirinin
yeniden gözden geçirilmesi oldu. Her ne kadar onaylanmamış ve yürürlüğe
konulmamışsa da Brüksel Deklarasyonu, savaş hukukunun ve esirlere uygulanacak
muamelelerin düzenlendiği ilk çalışma olması bakımından önemlidir. Lahey
Konferansı, kara savaşı üzerinde düzenlemeleri içeren bir sözleşmeyi kabul
etmeyi başardı. Sözleşme ve düzenlemeler 1907’de düzenlenen İkinci Uluslararası
Barış Konferansı’nda revize edildi ve 4. maddesinde belirtildiği üzere 1899
Sözleşmesi’nin yerini aldı. 1899 Sözleşmesi’ni kabul eden 17 ülke, 1907 tarihli
belgeyi onaylamadılar. Arjantin, Bulgaristan, Şili, Kolombiya, Ekvator,
Yunanistan, İtalya, Kore, Karadağ, Paraguay, Fars, Peru, Sırbistan, İspanya,
Türkiye, Uruguay, Venezuela veya halefleri olan devletler, 1899 Sözleşmesi’ne
resmi olarak bağlı kaldılar. İki savaş sözleşmesi de kara savaşlarına dair
hükümleri bakımından uluslararası geleneksel hukuk kurallarını şekillendirmede
önemli yer tuttu. Bu açıdan bakıldığında, taraf olmayan devletleri de
bağlayıcılığı vardı. Osmanlı Devleti, 1907 Lahey Sözleşmesi’ni Birinci Dünya
Savaşı’na kadar imzaladı. Trablusgarp Savaşı ve Balkan Savaşları’nda 1899 Lahey
Sözleşmesi geçerli oldu.[69]
29 Temmuz 1899 tarihli kara
savaşlarını düzenleyen İkinci Lahey Sözleşmeleri 60 maddeden oluşmaktaydı. 4.
ile 20. maddeleri savaş esirleri ile ilgiliydi. “Savaşan tarafların silahlı
kuvvetleri asker ve sivillerden oluşabilir. Düşman tarafından yakalanma
durumunda her ikisinin de savaş esiri olarak muamele görme hakkı vardır.”
denilerek 3. maddede savaş esirinin tanımı yapıldı. Esirlere yapılacak muamele
sözleşmenin ilgili maddelerinde, aşağıdaki içerikte, yer aldı:[70]
Madde 4. Savaş esirleri, düşman
Hükûmetin kontrolü altındadır, fakat onları yakalayan şahısların emrinde
değildir. İnsanca muamele görmeleri gerekmektedir. Silahları, atları ve askeri
evrakları dışındaki bütün kişisel eşyaları, kendi malları olarak kalacaktır.
Madde 5. Savaş esirleri bir
kasabada, kalede, kampta ya da farklı bir mekânda tutuklu bulundurulabilir
fakat belli sınırların ötesine gidemezler; ancak güvenliği sağlamanın zorunlu
bir yolu olarak hapsedilebilirler.
Madde 6. Devlet, rütbe ve
yeteneklerine göre savaş esirlerinin iş gücünden yararlanabilecektir. Verilen
görevlerde aşırıya kaçılamaz ve bu görevlerin askeri operasyonlarla bir ilgisi
bulunamaz.
Esirlerin kamu görevlerinde, özel
şahıslar için ya da kendileri için çalıştırılmaları sağlanabilecektir. Devlet
için çalışma karşılığında, ulusal ordunun benzer görevlerde istihdam edilen
askerleri için uygulamada olan tarifelere göre ödeme yapılacaktır. Yapılan
çalışma kamu hizmetinin diğer dalları veya özel şahıslar için olduğunda,
şartlar, askeri yetkililerle yapılan anlaşma ile belirlenecektir. Esirlerin
maaşları, konumlarını geliştirmeye yönelik olacak ve paraları, sebep oldukları
maliyet düşüldükten sonra serbest bırakılacakları zaman ödenecektir.
Madde 7. Savaş esirlerini
yakalayarak elinde bulunduran Hükûmet, onları muhafaza etmekle yükümlüdür.
Düşman ülkeler arasında özel bir anlaşma sağlanamaması durumunda, savaş
esirleri yiyecek, giyecek gibi konularda onları elinde bulunduran Hükûmetin
ordularıyla aynı temelde muamele görecektir.
Madde 8. Savaş esirleri, elinde
tutuklu bulundukları devletin ordusunda geçerli olan mevcut kanunlara,
düzenlemelere ve emirlere riayet etmek durumundadır. Herhangi bir isyan durumu,
gerekli görülmesi halinde konuyu gerçekleştirenlerle ilgili ciddi önlemler
alınmasını gerektirir. Kaçan ve kendi ordularına yeniden katılma başarısı
gösteremeden tekrar yakalanan ya da kendilerini yakalayan ordu tarafından işgal
edilmiş olan bölgeden ayrılamadan yakalanan esirler, disiplin cezasına
çarptırılacaktır. Kaçmayı başaran ve sonra tekrar yakalanarak esir olanlar,
önceki firarlarından dolayı herhangi bir cezaya çarptırılamazlar.
Madde 9. Sorulması halinde, her
savaş esiri gerçek adını ve rütbesini bildirmekle yükümlüdür ve eğer bu kuralı
çiğnerse kendi sınıfındaki savaş esirleri için öngörülen avantajlar konusunda
kısıtlamaya tabi tutulacaktır.
Madde 10. Savaş esirleri, eğer
kendi ülkelerinin kanunları yetkilendiriyorsa, şartlı olarak serbest
bırakılacak ve böyle bir durumda hem kendi Hükûmetleri hem de esir eden Hükûmet
ile ilgili taahhütleri dürüstlükle gerçekleştirmekle yükümlü olacaktır. Bu tür
durumlarda kendi Hükûmetleri, koşulan şarta ters düşecek görevleri bu
şahıslardan talep edemez ve kabul edemezler.
Madde 11. Bir savaş esiri, şartlı
olarak serbest bırakılmayı kabul etmeye zorlanamaz; benzer şekilde esir tutan
Hükûmet, esirin şartlı olarak serbest bırakılma talebine rıza göstermek zorunda
olmayacaktır.
Madde 12. Şartlı olarak serbest
bırakılan ve sonra şerefi üzerine yemin etmiş olduğu Hükûmete veya bu Hükûmetin
müttefiklerine karşı silah kullanarak tekrar yakalanan herhangi bir savaş
esiri, savaş esiri olarak muamele görme hakkını kaybetmiş olacak ve mahkeme
önüne çıkarılabilecektir.
Madde 13. Bir orduyu takip eden
gazete muhabirleri, haberciler, orduya erzak satan seyyar satıcılar,
müteahhitler gibi şahıslardan düşman eline düşenler ve gözaltında kalması
gerektiği düşünülenler, eşlik ettikleri ordunun askeri yetkilileri tarafından
hazırlanmış bir belge sunmaları şartıyla savaş esiri olarak muamele görme
hakkına sahiptirler.
Madde 14. Düşmanlıkların
başlamasıyla birlikte düşman olan her bir devletin, gerek duyması halinde
topraklarında tarafsız ülkeleri savaş esirlerine ilişkin bir danışma bürosu
kurulacaktır. Bu büro, savaş esirlerine ilişkin tüm soruları cevaplamakla
görevli olacak ve her bir savaş esiri hakkında gerekli bilgileri
bulundurmasının sağlanması için çeşitli hizmetlerle donatılacaktır. Hastaneye
sevk edilenler ve ölenlerin yanı sıra, tutuklu bulunanların ve yeri
değiştirilenlerin bilgileri de mevcut olacaktır.
Savaş alanlarında bulunan ya da
hastanede veya ambulansta ölen esirlerin bıraktıkları kişisel ve değerli
eşyaları, mektupları vs. toplamak, biriktirmek ve ilgili yerlere göndermek de
danışma bürosunun görevi olacaktır.
Madde 15.
Savaş esirleri için yardım amaçlı arabulucu olarak hizmet vermek amacıyla
ülkenin hukukuna uygun bir şekilde düzenli olarak oluşturulan yardım 8
kuruluşlarına
ve onların usulüne uygun olarak resmen tanınmış vekillerine, insani görevlerini
etkin bir şekilde yerine getirebilmeleri için taraf ülkeler, askeri ve idari
düzenlemeleri ihlal etmeyecek şekilde gerekenleri yapacaktır. Bu kuruluşların
delegeleri, askeri yetkililer tarafından kendilerine verilmiş bir izin belgesi
olması ve asayişin sağlanması amacıyla yapılan düzenlemelere uyacakları
konusunda yazılı bir taahhüt vermeleri halinde, yardımları dağıtmaları için
tutukluların bulundukları yerlere ve aynı zamanda geri gönderilecek olan
esirlerin beklemekte oldukları yerlere alınabilecektir.
Madde 16. Danışma bürosu, posta
ücreti muafiyeti ayrıcalığına sahip olacaktır. Savaş esirlerine ayrılan veya
onlar tarafından yollanan posta paketleri gibi mektuplar, para talepleri ve
değerli eşyalar da içerisinden geçen ülkeler gibi hem ilk çıkılan hem de
varılacak ülkede ücretlendirmeden muaf tutulmalıdır. Savaş esirleri için
gönderilen hediyelerin ve yardımların, Hükûmetin demir yolları ile yapılan
taşımada ücretsiz olmasının yanı sıra, giriş ücreti ve diğer tüm masraflardan
da muaf tutulacaktır.
Madde 17. Esir olan subaylar,
gerekli görülmesi halinde, kendi ülkelerinin düzenlemelerine göre söz konusu
konumdakilere izin verilen ve kendi Hükûmetleri tarafından geri ödemesi
yapılacak olan miktarda ödemeyi tam olarak alabilecektir.
Madde 18. Savaş esirleri, asayişi
sağlamak üzere askeri yetkililer tarafından yapılan düzenlemelere uymaları
kaydıyla, kendi kilise hizmetlerine katılmak da dâhil olmak üzere, dinlerinin
gereklerini yapma hususunda her türlü serbestliğe sahip olabilecektir.
Madde 19. Savaş esirlerinin
istekleri, ulusal ordunun askerleriyle aynı koşullar altında alınacaktır. Savaş
esirlerinin defin işlemleri gibi, ölüm belgeleriyle ilgili olarak da seviye ve
rütbelerine uygun olarak aynı kurallar gözlemlenecektir.
Madde 20. Barışa ulaşıldıktan
sonra savaş esirlerinin geri gönderilmeleri mümkün olduğunca hızlı bir şekilde
gerçekleştirilmelidir.
Madde 31. Bir casus ait olduğu
orduya yeniden katıldıktan sonra düşman tarafından tekrar yakalanması durumunda
bir savaş esiri gibi muamele görecek, önceki casusluk icraatlarından dolayı
sorumlu tutulamayacaktır.
“Kara Savaşı Hukuku ve Geleneğine
İlişkin Düzenlemeler”
içeren ve 18 Ekim 1907 tarihinde imzalanan Dördüncü Lahey Sözleşmesi, esirleri
ilgilendiren maddeler bakımından 1889 Lahey Sözleşmesi ile neredeyse aynıydı.
Savaş esiri tanımı 1907 sözleşmesinde aynen korundu. İlk değişiklik 5. maddede
göze çarpmaktaydı. “Savaş esirleri bir kasabada, kalede, kampta ya da farklı
bir mekânda tutuklu bulundurulabilirler ve belli sınırların ötesine gidemezler;
fakat güvenliği sağlamanın zorunlu bir yolu olarak” denildikten sonra 1907
Sözleşmesi’nde “ve yalnızca önlem alınmasını gerektiren şartlar mevcut
olduğu takdirde hapsedilebilirler.” ibaresi eklendi. 6. maddede ise çalışma
esaslarına ait bir düzenleme yapıldı. 1889 Sözleşmesinde “Devlet için
yapılan çalışma karşılığında, ulusal ordunun benzer görevlerde istihdam edilen
askerleri için uygulamada olan tarifelere göre” ödeme yapılması gerekir
ifadesi yer alırken 1907 Sözleşmesinde “Böyle bir tarife mevcut değilse
yapılan işe göre bir ödeme yapılmalıdır.” ifadesi yer aldı.[71]
14. maddede kurulması öngörülen
danışma bürosunun görevi 1907 Sözleşmesinde biraz daha geliştirildi. Bu
sözleşmede büronun görevi aşağıdaki şekilde tekrar düzenlendi:[72]
“Çeşitli hizmetlerden, her bir
savaş esirinin kişisel bilgilerinin güncel tutulması için tutukluluk, nakil,
şartlı salıverme, mübadele, firar, hastaneye kaldırılma, ölüm ve gerekli diğer
bilgiler ile ilgili tüm bilgileri alır. Savaş esirlerinin bu kayıtlarında ofis,
alay numarası, isim, soy isim, yaş, kaynak yer, rütbe, birlik, yaralanmalar,
ele geçirilme yeri ve tarihi, ölüm ve özel olarak yapılan gözlemleri
belirtmelidir. Bu bilgiler, savaşın bitiminden sonra diğer Hükûmete
gönderilmelidir.”
1868 yılında hazırlanan Cenevre
Sözleşmesi’nin ilkelerini deniz savaşlarına uyarlamak için sözleşmenin
genişletilmesinde, devletlerarasında bir antlaşma sağlanamadı. Ancak yüzyıl
bitmeden maddelerin gözden geçirilmesi ve özellikle deniz savaşlarına
uyarlanması kabul gördü. İsviçre Federal Konseyin talebi üzerine Kızılhaç
Uluslararası komitesi yeni bir taslak hazırladı. Ancak Cenevre'de toplanacak
diplomatik bir konferanstan önce Rusya Çarı, Birinci Lahey Barış Konferansı’nın
1899’da toplanması için öncülük etti. 1864 tarihli Cenevre Sözleşmesi’nin deniz
savaşı maddelerinin yeniden değerlendirilmesini önerdi. 1907 yılında ise
yeniden bir konferans toplandı ve maddeler gözden geçirildi. Fakat yürürlüğe
girmedi.[73]
Yukarıda bahsedilen 1864 tarihli
Cenevre Sözleşmesi’nin deniz savaşlarında geçerli olmasına dair 1899 tarihli
Üçüncü Lahey Sözleşmesi’nde, esirler ile ilgili pek çok madde bulunmaktaydı. 7.
ve 9. maddeleri savaş esirleri hakkındaydı. 7. maddeye göre yakalanan herhangi
bir gemideki dini, tıbbi ya da hastane personeli dokunulmazdı ve gemideki bu
çalışanlar savaş esiri yapılamazlardı. Gemiden ayrılırken kendi özel malları
olan eşyalarını ve cerrahi aletlerini yanlarına alabilirlerdi. Bu çalışanlar,
gerekli olduğunda görevlerini yerine getirmeye devam edecekti. Ancak başkumandan
uygun görürse ayrılabilecekti. Taraflar, ellerine geçirmiş oldukları bu
personellere maaşlarının eksiksiz olarak ödenmesinin teminatını vermesi
gerekiyordu. 9. maddeye göre ise gemi kazası geçirmiş, yaralı ya da hasta olup
da taraflardan diğerinin eline geçmiş olanlar, savaş esiridir. Şartlara göre
kişiyi kendi ülkesinin bir limanına, tarafsız bir limana veya esir tutan
ülkenin bir limanına göndermek ve göndermemekten hangisinin daha uygun olduğuna
esiri bulunduran ülke karar verecekti. Son olasılıkta, bu şekilde geri
gönderilen esirler, savaş devam ettiği müddetçe kendi ordularında hizmet
edemeyecekti.[74]
1864 Cenevre Sözleşmesi
prensipleri, deniz savaşına adaptasyonu ile ilgili olarak 1899 yılında revize
edildi ve genişletildi. 1899 Sözleşmesi’nin 14 maddesinin çoğu ise 1907
sürümünde değiştirilmeden korundu. Ancak, birkaç yeni madde eklenerek madde
sayısı 28’e çıkarıldı. Yeni sözleşme içeriği bakımından 1906 Cenevre
Sözleşmesine ve hatta daha önce hazırlanmış olan 1864 tarihli sözleşmeye
dayanmaktaydı. Ayrıca 18 Ekim 1907 tarihinde imzalanan “Cenevre
Sözleşmesi’nin Deniz Savaşına İlişkin İlkelerine Uyum Sağlanmasına Yönelik
Sözleşme”sinin aşağıdaki 10 ve 14. maddeleri esirler ile ilgilidir:[75]
Madde 10. Yakalanan herhangi bir
gemideki dini, tıbbi ya da hastane personeli dokunulmazdır ve gemideki bu
çalışanlar savaş esiri yapılamaz. Gemiden ayrılırken kendi özel malları olan
eşyalarını ve cerrahi aletlerini yanlarına alırlar. Bu çalışanlar, gerekli
olduğunda görevlerini yerine getirmeye devam etmelidir ve daha sonra
başkumandan uygun görürse ayrılabilir. Taraflar, ellerine geçirmiş oldukları bu
personellere kendi donanmalarında bu rütbedekilere verilen miktara göre
maaşlarının eksiksiz olarak ödenmesinin teminatını vermelidir
Madde 14. Gemi kazası geçirmiş,
yaralı ya da hasta olup da taraflardan diğerinin eline geçmiş olanlar, savaş
esiridirler. Şartlara göre kişiyi kendi ülkesinin bir limanına, tarafsız bir
limana veya esir tutan ülkenin bir limanına göndermek ve göndermemekten
hangisinin daha uygun olduğuna esir bulunduran ülke karar verir. Son
olasılıkta, bu şekilde geri gönderilen esirleri, savaş devam ettiği müddetçe
hizmet edemez.
1864’den 1906 yılına gelinceye
kadar Cenevre Sözleşmesi’nin güncellenmesi konusunda değişik adımlar atıldı.
1864 yılından sonra özellikle Kızılhaçın uluslararası konferanslarında, 1864
tarihli Sözleşmenin yenilenmesi için çeşitli öneriler getirildi. Önce 1868
tarihli ek maddeler ve deniz savaşı ile ilgili 1899 sözleşmesinin kabulü
gerçekleşti. 1899 Lahey Barış Konferansı’nın sonuç bölümünde, 1864 Cenevre
Sözleşmesi’nin yenilenmesi için özel bir konferansın toplanma arzusunu dile
getirildi. 1906’da bu konferans, İsviçre Hükûmeti tarafından organize edildi ve
35 devletin katıldığı bir toplantı düzenlendi. Konferans, Uluslararası Kızılhaç
komitesi tarafından sunulan tekliflere dayanarak 1864 Sözleşmesi kabul edildi.
1906 Sözleşmesi, 8 bölüm ve 33 maddeden oluşmakta, 1864 tarihli sözleşmenin
daha detaylı ve daha kesin kararlarını içermekteydi. Ölülerin defnedilmesi ve
bilgi iletimi ile ilgili yeni hükümler dâhil edildi. Gönüllü yardım
toplulukları ilk kez açıkça tanındı. Öte yandan, uygulanması mümkün olmayan
hükümler değiştirildi. Yaralılara yardım eden halkın ayrıcalıkları daha uygun
oranlara düşürüldü ve ileri hizmet için uygun olmayan yaralıların geri
gönderilmesi;
sadece bir öneri halinde kaldı.
1906 Sözleşmesi 1929 Cenevre Sözleşmesi ile değiştirildi ve 1970 tarihine kadar
yürürlükte kaldı.[76]
6 Temmuz 1906 tarihinde “Savaş
Alanında Esir Düşen Hasta ve Yaralıların Durumlarının Düzeltilmesi”ne dair
imzalanan 1906 Cenevre Sözleşmesi’nin 2. maddesinde “Bir ordunun düşman
eline düşen yaralı ve hastaları savaş esiridir ve uluslararası hukukun esirleri
ilgilendiren genel hükümleri onlara uygulanabilir.”denildi. Buna
rağmen düşman taraflar, uygun gördüklerinde birbirleriyle hasta ve yaralı
esirler ile ilgili istisnalar konusunda anlaşmaya varmakta serbestti. Özellikle
bir çarpışmadan sonra savaş alanında kalan yaralıların karşılıklı olarak
serbest bırakılması, esir olarak bulundurmak istemedikleri hasta ve yaralıların
hareket için uygun hale getirdikten ya da iyileştikten sonra geri
gönderilmeleri, düşmanın yaralı ve hastalarının düşmanlık sona erene kadar
tutuklu bulundurulmaları için rızası olması durumunda tarafsız ülkeye teslim
edilmelerinde serbesttirler. 9. maddeye göre yaralı ve hastaların toplanması,
taşınması ve onlara uygulanan muameleden ve tıbbi birlik ve kuruluşların
idaresinden sorumlu olan personel ve ordulara bağlı papazlar, tüm şartlar
altında saygı görmeli ve korunmalıydı. Düşman eline düştüklerinde de savaş
esiri olarak nitelendirilemeyeceklerdi. Bu hüküm, silahsız olan tıbbi birlik ve
kuruluşların nöbetçilerini de kapsamaktaydı.[77]
1909 yılına gelindiğinde
İngiltere, 1907 tarihli Lahey Sözleşmesi’nin aldığı karar gereği “Uluslararası
Zoralım (Ceza) Mahkemesi”nin kurulması için deniz gücüne sahip devletleri
bir konferansa davet etti. 10 devletin katıldığı bu konferansta alınan kararlar
imzalanmadı ve yürürlüğe girmedi. Deniz savaşları kanunları hakkında 26 Şubat
1909’de gerçekleşen “Londra Deniz Konferansının Son Protokolü ve
Deklarasyonu”na göre tarafsız bir ticaret gemisinde bulunan düşman silahlı
kuvvetlerine mensup kişi, geminin ele geçirilmesi söz konusu olmasa dahi savaş
esiri olarak sayılabilecekti.[78]
Cenevre Sözleşmeleri’nin
imzalanmasıyla birlikte savaşan tarafların esirlerine, esaret şartlarına ve
geri gönderilmeleri konusunda kurumsal, düzenli ve yeterli yardımda bulunulmaya
başlandı. Esirlerle aileler arasında haberleşmenin yeterli düzeyde sağlanamaması;
uluslararası yardım kurumların ilgilendiği bir sorun oldu. Bu sorunların
çözülmesi açısından Mayıs 1912’de toplanan Dokuzuncu Washington Kızılhaç
Konferansı bir dönüm noktası oldu. Konferansa, Osmanlı tarafından Dr. Besim
Ömer Kızılay (o dönem Hilal-i Ahmer olarak adlandırılmaktaydı) delegesi olarak
katıldı.[79]
Bu konferansta, Fransa Kızılhaç komitesi tarafından hazırlanan ve harp
esirlerine Kızılhaç tarafından yapılabilecek yardımların belirlendiği ayrıntılı
rapor sunuldu.[80]
Rapor üzerinde yapılan çalışmalar sonucunda savaş esirlerine yardımı kendi asıl
görevi addeden Kızılay, 1906’da Londra Konferansı’nda dile getirilen
isteklerden de esinlenilerek savaş sırasında esir düşen askerler için
kendilerine gönderilen yardımları alma ve yerine ulaştırma görevini üstlendi.
Cenevre Uluslararası Komite tarafından alınan kararla özel bir komisyon teşkili
gündeme geldi ve tarafsız temsilciler vasıtasıyla yardımların isimleri
bildirilen kişiler arasında dağıtılmasına ve diğer hibelerin savaş esirlerinin
ihtiyaçlarının giderilmesine karar verildi. Uluslararası Komiteye bu
çalışmalardan dolayı gelecek masrafları ülkelerin kendi kurumları üstlenecek ve
gerekli tedbirleri alacaktı. Savaş esirleri komisyonları Cenevre Uluslararası
Komitesiyle ilişkilerini kesmeyecekti. Bundan başka, Birinci Dünya Savaşı’nın
başlamasıyla Uluslararası Kızılhaç Komitesi, askerler ile aileleri arasındaki
bağlantıyı kurmak için Cenevre’de Merkezi Savaş Esirleri Cemiyeti kurdu. Savaş
ilerledikçe, Kızılhaç etkinliği daha da arttı. Savaşan taraflara insana acı
veren silahların ve zehirli gazların kullanılmaması konularında çağrıda
bulundular; esirlerin bulundukları kampları gezerek incelemelerde bulunarak
raporlar hazırladılar.[81]
Kısaca esaretin tarihsel sürecine
bakıldığında, Avrupa’da esir statüsüne dair düzenlemelerin ancak 19. yüzyılın
sonlarından itibaren yapılmaya başladığı dikkati çekmektedir. Nitekim Kırım
Harbi sonrasında 1856 Paris Deklarasyonu’nda ve daha sonraki çeşitli
sözleşmelerde savaş kurallarıyla ilgili düzenlemelere gidildi. Esirlerine
uygulanacak muamele, 1874 Brüksel Deklarasyonu’nda on iki madde halinde ele
alındı, ancak bu bildirge onaylanmadı. 1899 Lahey Konferansı’nda İkinci
Sözleşme ve 1907 Lahey Konferansı’nda Dördüncü Sözleşme’de esirlere uygulanacak
muamele on yedi madde halinde düzenlenerek önemli adımlar atıldı. Birinci Dünya
Savaşı sırasında bu düzenlemelerin yetersiz kaldığı görüldü[82]
ve 1929 Cenevre Sözleşmesi ile tamamlayıcı tedbirler ilave edildi.[83]
BİRİNCİ BÖLÜM
İNGİLİZLERE ESİR DÜŞEN OSMANLI ASKERLERİNİN
KAMPLARA İNTİKALİ SORUNLARI VE İSTASYON (GEÇİCİ)
KAMPLARININ DURUMU
1914 yazında başlayıp 1918
sonbaharında sona eren ve Avrupa merkezli bir cihan savaşı olan Birinci Dünya
Savaşı, dünyayı iki kutba böldü. 19. yüzyılın ikinci yarısında, Almanya ve
İtalya’nın siyasi birliğini tamamlayıp sömürgecilik yarışına girmesi; 20.
yüzyılın başında büyük bir kargaşaya ve karışıklığa soktu. Özellikle Avrupa’da
olmak üzere tüm dünyada hâkim olan gerginlik, Avusturya-Macaristan Veliahdı
Franz Ferdinand’ın Saraybosna gezisi sırasında uğradığı suikast sonucu hayatı
kaybetmesi ile savaşa dönüştü. Çok büyük kayıpların verildiği savaş sonunda
İngiltere en büyük rakibi Almanya’yı yenerek Avrupa’da, Ortadoğu’da ve
denizlerde hâkimiyeti ilan etti. Dünya Savaşı imparatorlukların da sonu oldu.
Osmanlı İmparatorluğu, Avusturya Macaristan İmparatorluğu, Alman İmparatorluğu
ve Rus Çarlığı yıkılmış, yerine ulus devletler kuruldu. Bir daha böyle bir
savaşın çıkmaması ve sorunları diplomatik yollarla çözmek amacıyla Milletler Cemiyeti
kuruldu. Ancak Milletler Cemiyeti beklenilen amaçları gerçekleştiredi ve yeni
bir dünya savaşının çıkmasına engel olamadı. Savaşta her iki tarafın insan
kaybı ve maddi zararları çok büyük oldu. İttifak Devletleri 22.900.000 askeri
seferber etmiş, ölüler dâhil 15.620.000 kayıp vermişti. İtilaf Devletleri ise
42.700.000 milyon askeri seferber etmiş, ölüler dâhil 22.861.000 zayiat
vermişti.[84]
Savaşın sonuçları, Osmanlı Devleti açısından çok daha ağır oldu. Balkan
Savaşı’nda ağır kayıplar veren Osmanlı Devleti, bir savaş yenilgisine daha
dayanamayarak topraklarının bir bölümünü İngiliz ve Fransızlara bırakarak savaş
sonucu yıkıldı. Genelkurmay Başkanlığının resmi kaynaklarına göre Osmanlı
Devleti, Birinci Dünya Savaşı’nda 2.608.000 kişiyi seferber etti. Bu
askerlerden 50.000’i cephede, 35.000’i yaralanmadan, 240.000’i de hastalıktan
şehit oldu. Bu sayıya 400.000 yaralı ile 1.560.000 hasta, firari, kayıp ve esir
dâhil edildiğinde; toplam 2.285.000 kişi Mütareke imzalandığında savaş dışı
kaldı. Çoğu zaman kayıp ve firarilerle birlikte verilen Osmanlı esirleri,
Osmanlı Devleti ve Kızılay için savaş süresince haklarının korunması ve
hayatlarının kurtulması gereken önemli bir iş oldu.25 [85]
Osmanlı Devleti, 1914 yılı
sonlarında resmen katıldığı Birinci Dünya Savaşı boyunca İngilizler ile
Çanakkale, Irak, Suriye, Kanal-Filistin, Hicaz, Asir ve Yemen cephelerinde
mücadele etti. İngilizler, Çanakkale ve Filistin-Suriye cephelerinde aldıkları
Türk esirleri Mısır esir kamplarına, daha sonraları Kanal, Filistin-Suriye ve
Irak cephelerinde esir olanları ise Hindistan ve Burma esir kamplarına
gönderdi.[86]
Çanakkale Cephesi’nde alınan esirler, ilk önce Bozcaada, Gökçeada ve
Mondros limanının bulunduğu Limni Adası’na götürüldü, buradan da sürekli olarak
kalacakları Mısır ve Kıbrıs kamplarına nakledildi. İngilizler aldıkları
esirleri farklı sebeplerle savaş alanından uzaklaştırmak zorundaydı. Bu
sebepler arasında: cephede güvenliğin sağlanamaması, firarlara engel
olunamaması ve su yetersizliği en önemlilerinden sayılabilir.
Birinci
Dünya Savaşı’nın devam ettiği yıllarda Osmanlı esirlerinin nakledildiği Mısır
ve Kıbrıs fiili olarak İngiliz işgali altındaydı. Mısır’da yoğun bir İngiliz
nüfus da yaşamaktaydı. Mısır, 1882’den 1922 yılında krallık ilan edilinceye
kadar İngiliz işgali altında kalmıştı. Kıbrıs da 1914’de Osmanlı Devleti’nin
Almanya’nın yanında savaşa girmesiyle İngilizler tarafından ilhak edilmişti.
1914 yılı sonunda, özellikle de Mısır’ın İngilizler tarafından tam olarak
işgalinin gerçekleşmesi ardından İngilizler, çok sayıda Türk esirleri kamplara
yerleştirilmeden önce Kahire’ye getirmeye başladı.[87] 1915 yılın başından itibaren, Türk esirler
devamlı olarak Kahire’ye
ulaşmakta ve yaralı olan esirler Kahire Hastanesine getirilmekteydi. Çeşitli
sıkıntıları olan esirlerin kederli ve aç durumda oldukları gözlemlenmekteydi.[88]
İngiliz
basınında çıkan haberler ve İngiliz askerlerinin beyanları her ne kadar kendi
iç kamuoyuna yönelik propaganda amaçlı olsa da esir düşen Türk askerlerin
perişan halleri, savaş boyunca saklanamaz bir durum almıştı. Örneğin 900
kişilik Türk esirinden oluşan bir kalabalık gören bir İngiliz askeri, Türk
esirlerini zavallı dilencilere benzetmişti.[89]
Bir başka İngiliz askeri, Türk esirlerine dair izlenimlerini anlatırken Türk
askerlerinin imkânsızlıklarından bahsetmekteydi. Türk askerleri hem kılıç hem
de tüfek taşıyorlardı, ancak yanlarında hiç mermileri yoktu. İki gün üst üste,
toplamda 180 Türk askerini esir aldıklarını yazan İngiliz asker, kendileri için
tek eğlencenin bu olduğunu anlatmıştı.[90]
Savaş sonrası yaşadıklarını dile getiren Şoför Reynolds, Türk esirlerinin
İngiliz hatlarından kasten uzak durmadıklarını anılarında anlatmıştır. Tahliye
edilen birkaç esir, sığınmak için birkaç kütükle birlikte subayların
karargâhına geri dönmüştü. Şoför Reynolds’ un düşüncesine göre Türkler iyi bir
savaşçıydı ve kendilerinin tarafında tek bir ölçüsüzlük örneği yoktu. Buna
rağmen içinde bulundukları imkânsızlıklar yüzünden teslim olmak zorunda
kalıyorlardı.[91]
Bir İngiliz makineli silah subayı da savaşa dair anılarında Türklerin
siperlerindeki haykırışlarını anlatmıştır. Kasım 1915’de 200
Türk esiri ele
geçirdiklerini ve içlerinde
zeytin çorbasından başka hiçbir şey yemediğini hüzünlü bir şekilde şikâyet eden
bir Türk esirle konuştuğunu anılarına yazmıştı. Türk esirlerin ejderha ve hilal
armalı garip iç çamaşırları vardı. Esirlerin çoğu yaralıydı ve İngiliz
askerleri künyelerini, su şişelerini ve sigara gibi malzemelerini değiştirirken
doktorlar da parmak ve ayak başparmaklarını keserek pansuman yapmaktaydı.[92]
Bazı İngiliz askerleri de hatıra olsun diye esirlerden çeşitli eşya aldıkları
gibi esirlerin fotoğraflarını çekip saklıyordu. Süvari Eri Pat Ryan, Mısır’dan
annesine Kanal’da kamp kurduklarından bahseden mektubunda Kahire’den birkaç mil
uzaklıktaki esir kampına kadar muhafızlık ettikleri perişan haldeki Türk
esirlerin resminin olduğu bir posta kartı da atmıştı.[93]
İngiliz basınında çıkan bir başka askere göre de at üstündeki korkusuz Araplar
her gün yüzlerce yorgun, zayıf ve halsiz Türk esirlerini İngilizlere teslim
etmekteydi. İngiliz askerlerin gazetelerde çıkan demeçlerinde, hiç kimsenin bu
esirlere acımadığı ancak yine de kendilerinin acıdığı haberleri çıkmaktaydı.[94]
Birinci Dünya Savaşı’nın en büyük
ordularından birine sahip olan İngilizler, Çanakkale, Kanal ve Filistin
cephelerinde ele geçirdikleri esirleri Mısır’ın değişik bölgelerinde
hazırladıkları kamplara yerleştirmiş ve savaş süresince esirler, geniş
topluluklar halinde çeşitli kamplara taşınmış ve hayatlarının bir kısmını burada
idame ettirmişti. Filistin Cephesi’nden getirilen esirler ilk önce kısmen yaya
olarak sevk edilmişti. Bilahare esir mevcudu azalınca trenle sevk
edilebildiler. Sevkiyat Şam’dan trenle doğruca Kantara’ya oradan Seydi Beşir’e
yapıldı. Yaya olanlar Şam’dan şose ile Afule’ye, oradan trenle Mısır’a sevk
edildiler. Ordunun Şam’a kadar geri çekilmesi sırasında esir düşenler kısmen
yaya olarak kısmen de trenle sevk edildiler. Yollarda iaşenin iyi olduğu ve
Liyet’e kadar ki mahallerde birer gece kalındığı belirtilmektedir. Liyet’te
tren tedariki ve evvelce sevk edilmişlerin ilerlemeleri için muhtelif günler
beklenilmiştir ki bu azamî on gündü. Yürüyenler ciddi sıkıntılar çekse de
trenle sevk edilenler bu ölçüde bir zahmet yaşamadılar. Ancak Osmanlı esirleri,
bu süreçte sert muamelelere maruz kalmış ve tahkir edilmişti. Hatta İngilizler
tarafından soyulan ve mallarına el konulan pek çok subay da bulunmaktaydı.[95]
Çanakkale Cephesi’nden esir
alınan Türk esirleri önce Limni, Sakız ve Bozcaada’da geçici kamplarda tutuldular,
burada yeterli sayıya ulaşılınca kafileler halinde Mısır’a gönderildiler.
Çanakkale’de esir olan askerlerin geçici kamplara nakilleri İngiliz basınına da
yansımıştı. Gazetelerde çok sayıda Türk esirin Limni ve Bozcaada’ya getirildiği
yazmaktadır.[96]
Bölgede var olan askeri kamplara, Filistin ve Kanal Cephesi’nden alınan esirler
nakledilmişti. İngilizler, Mısır’daki kampların yetersizliği, cephelerin
genişlemesi ve yakalanan esirlerin çoğalması sebebiyle yeni kamp arayışını
içerisine girdiler. Bu arada, Irak bölgesinde ele geçirilen esirler için de
yeni kamp arayışı sürmekteydi. İngilizler tarafından Irak Cephesi’nde ele
geçirilen esirler, Mısır’a deniz veya kara yolu ile sevk edilmişler ya da
Bağdat ve Basra istasyon kamplarında geçici süre tutulmuştu. Esir kampının
yetersiz hale gelmesiyle Bağdat’taki esirler de Basra istasyon kampına
nakledildiler.[97]
İngiltere 3 Kasım 1914’de bir
taraftan birliklerini
Basra Körfezi’ne çıkararak Osmanlı toprakları işgal etmiş, diğer taraftan
aynı gün iki İngiliz ve iki Fransız savaş gemisi Çanakkale Boğazı’ndaki Osmanlı
istihkâmlarını ateş altına almıştı. Böylece Osmanlı Devleti için savaş fiilen
başlamıştı. 18 Mart 1915 günü tüm gücü ile saldırıya geçen İngiltere ve Fransız
donanmaları, deniz harekâtı ile İstanbul’u ele geçiremeyeceğini anlayınca kara
harekâtı ile saldırıyı tekrar başlattılar. Tüm bu saldırılara rağmen başarısız
olacağını anlayan İngiltere ve Fransa, her şeyden ümidini keserek 9 Ocak 1916
tarihinde Gelibolu’dan tamamen çekilmişlerdir.[98]
İlk Türk askeri, 4 Mart 1915 günü Çanakkale Cephesi’nde yaralı olarak ele
geçirildi. Bir süre sonra ölen Türk esiri papaz tarafından düzenlenen dini
törenin ardından değişik sebeplerle ölen İngiliz askerleri ile geminin
güvertesinden denize atıldı.[99]
İngiliz basınında yayınlanan bir
İngiliz askerin günlüklerinde Çanakkale Cephesi’nde ele geçirilen Türk esirleri
hakkında bilgi verilmektedir. Bu günlüklerde genel manzaraya ilişkin
betimlemeler yer almaktadır. Adada, siperdekilerin soluklandığı ve tedavi
gördüğü dinlenme kampları ve hastaneler vardı. Türk savaş esirleri de buraya
havale edilmekte ve geçici olarak burada tutulmaktaydı.[100]
Associated Press’in 12 Mayıs 1915
tarihli haberine göre çok sayıda Türk esiri Bozcaada’dan Mısır’a gönderilmişti.
Türkler, ayrıca üç dört gün gibi kısa bir süre içinde çok büyük kayıplar verdi.[101]
Bir başka gazete ise Müttefik kuvvetler tarafından ele geçirilen askerlerin
sayısının 200 olduğunu ve Bozcaada’ya götürüldüğünü yazmaktaydı.[102]
Aynı haberi başka bir gazete 500 Türk esiri olarak vermiş ve esirlerin
Bozcaada’ya nakledildiğini yazmıştı.[103]
6 Mayıs tarihli The Times gazetesi ise Türk ordusunun çok ciddi kayıplar
verdiğini, 1.000 esirin bir gün önce Bozcaada’ya gönderildiğini yazmaktadır.[104]
Bunların
dışında, İngilizlerin genelde geçici ve sürekli olmak üzere esir aldıkları
askerler için hazırladıkları istasyon kampları mevcuttu. Bağdat’ın İngilizler
tarafından alınmasıyla Irak Cephesi’nde esir alınan Türk askerleri için bu
bölgede esir kampları kuruldu. Türk askerlerinin bazıları bir süre bu kamplarda
tutuldu, daha sonra Basra’ya, oradan da gemilerle Hindistan veya Burma'ya
gönderildi.[105]
Irak, Hindistan ve Mısır’dan başka özellikle Kıbrıs, Malta ve Selanik kampları
da Türk esirlerinin bulunduğu yerlerdir. Kampların doluluk oranlarına göre veya
değişik sebeplerle kamplar arasında geçiş sık rastlanan bir durumdu.
1.1
Irak
(İstasyon) Esir Kampları
Irak
bölgesinde İngilizler ele geçirdikleri esirler için sürekli ve geçici olarak kalacakları
istasyon kampları yapmıştır. Esirler ilk ele geçirildiklerinde toplama
kamplarına kadar yaya olarak getirilmiş, bazen bu yol günlerce sürmüş; yiyecek
ve içecek sıkıntısı hat safhada olmuştu. At ve deve gibi vasıtaya sahip olanlar
ise daha şanslıydı. Esirler toplama kamplarından gemi ve tren gibi vasıtalarla
önce istasyon kamplarına, oradan da esir kamplarına nakledilmişti.[106]
Basra’da iki farklı esir kampı
vardı. Bunlardan birincisi esir gözlem kampı, diğeri bulaşıcı hastalıklara
karşı izolasyon kampıydı. Birinci kampta esirler, iki ila dört hafta arasında
kalmaktaydı. Tecrit altında tutulan esirler ise iyileşinceye kadar kampta
tutulmaktaydı. Bu kamp ile ilgili Genelkurmay Arşivi başta olmak üzere tüm
arşivlerde ve hatıratlarda bilgiler bulunabilmektedir.[107]
Bu kampta tutulan Latif Said Efendi ülke sınırları içinde yayılan salgın hayvan
hastalıklarıyla mücadele edebilmek ve kapasitesinden faydalanabilmek amacıyla
25 Ağustos 1919’da Hariciye Vekâleti tarafından İngiliz Komiserliğinden talep
edilmişti. Latif Said Efendi Silivri veterineri iken yedek yüzbaşı veteriner
rütbesiyle silâhaltına alınmış, esir düşüp Makine POW’de 40675 numarası ile
Basra savaş esirleri garnizonuna yerleştirilmişti.[108]
Türkiye Cumhuriyeti Hariciye Vekâletinin
Dersaadet Murahhaslığına (İstanbul Temsilciliği) yazdığı bir yazıda ise Umumi
Harp’te İngilizler tarafından esir edilerek Basra karargâhına getirilen Binbaşı
İzzet Efendi’nin 1923 sonu itibariyle esaretten dönmediği bildirilmiştir. 10996
numarada kayıtlı 141. Alay 1. Tabur 1. kumandanının künyesi verilen esir
hakkında tahkikat yaptırarak bilgi vermesi istenmişti.[109]
Amerika Birleşik Devletleri’nin
Londra Büyükelçisi Walter Hines Page tarafından İngiliz Dışişleri Bakanlığına
yazılan notada Basra’da esir tutulan Aziz Hasan Hamza Turacanlı’dan
bahsedilmektedir. Basra 3. Alay, 113. Bölükte olduğu düşünülen Türk savaş esiri
Aziz Hasan Hamza Turacanlı’ya iletilmek üzere 2 poundluk bir makbuz
gönderilmiştir. Büyükelçiliğe yazılan mektup, Türk esirlerin Basra kampındaki
mevcudiyetlerini doğrulamaktadır. 26 Temmuz 1916 tarihinde İngiltere Dışişleri
Bakanlığının cevabi yazısından öğrenilmektedir ki; Türk savaş esirlerine, 2
poundluk bir çek ile birlikte para havalesine ilişkin notasının iletilmesinde
Bakan E. Grey görevlendirilmişti. Londra Savaş Esirleri Bürosu, Dışişlerine
yazdığı 2 Ağustos 1916 cevaplarında Aziz Hasan Hamza Turacanlı’nın Büronun
kayıtlarına göre takip edilemeyeceğini belirtmişti. Buna karşın Er Hamza Aziz
Osmancık isminde, Debra doğumlu, önceki ikameti Cosavi Sanjai Üsküp olan 31
yaşında ve Burma, Thatmyo savaş esirleri kampında alıkonulan bir savaş esiri
mevcuttur ki söz konusu kişinin bu olabileceği yazılmıştı. Eğer söz konusu iki
kişinin aynı olduğu varsayılır ise Basra’daki esirlerin Hindistan’a
götürüldükleri gerçeği ile örtüşmektedir.[110]
Türk Kızılayı Arşivinde esirlere
ait mektuplar da esirlerin bu kampta tutulduğunu doğrulamaktadır. Bağdat
Kerbela Sancağının 4. Tabur Kumandanı Hamid Mirza Ağa’nın oğlu emekli
Mülazımısani (Teğmen) Celal Efendi’nin Ankara’da Kızılay Cemiyeti ve Üsera
Komisyonu Riyaseti Canim-i Aliyyesine 8
Eylül 341 yazdığı mektuptaki “...Bağdat’a
izam kılınarak 6 gün Bağdat’ta sonra mahfuzan Basra’ya iki sene kadar
İngilizler Askeri hapishanesinde sonra kefaletle salıverilerek Bağdat’a ve 5
Haziran 340 tarihinde geldim...” şeklindeki ifade, Türklerin Basra esir
kampında tutulduğunu göstermektedir.[111]
Hicaz Cephesi’nde esir düşen 1890
doğumlu Çanakkale Bayramiçli Mustafa Gürer, bu kampta kalan başka bir esridir. Bağdat
ve Basra esir kamplarında kaldıktan sonra Bombay’a gönderildiğini ve 3 yıl
Bağdat, Basra ve Bombay’da esir olarak kaldığını anılarında anlatmaktadır.[112]
Hüseyin Fehmi Genişol anılarında,
Basra esir kampına getirilen esirlerin çıplak olarak yüzerli gruplar halinde
ikişerli suya girip çıkarıldıklarını ve her çıkan askere bir pantolon, bir
fanila, bir gömlek, bir çorap ve bir çift bot ile her 10 kişiye bir çadır
verildiğini anlatmıştır. Burada esirlere bir teneke parçası üzerine yazılı
numaralar verilmiş ve esirlerin boynuna asılmıştır.[113]
Hüseyin Fehmi Genişol’un
anlattıklarına göre her çadıra bir esir erzak için bırakılmış ve sabah 08.00’de
bu esirden erzakları almaları istenmişti. Esirlere günlük 75 dirhem un, 25
dirhem pirinç, 25 dirhem yağ ve tuz, 25 dirhem et, 4 dirhem şeker, çay, kahve,
hurma ve demirhindi gibi şeyler veriliyordu. Ayrıca ekmek yerine her gün un
verildiği için esirler bu unla börek, baklava ve saraylı gibi şeyler
yapıyorlardı. Her gün angaryada çalışan esirlere bu yiyecekler yeterli gelmiyordu.
Yemek ve istirahat, bir düdükle başlıyor ve bir saat sonra bir düdükle
bitiyordu. Dinlenme vaktinin sona ermesiyle esirler yoklama için meydanda
toplanıyordu. Yoklamaya gitmeyenler çok şiddetli bir şekilde dövülmekteydi.
Kampa geldikleri ilk gün saat 11.00’e gelirken tüm esirler toplanarak esaret
numarası alınmıştı. Kampa konulan esirlerin girerken yuttukları paralar
haricinde kampa para sokulamamıştı. Bir esirin bir günlük kumanyası bir
kuruştu. Tek bir sigaranın fiyatı bir kuruş ya da 20 paraydı.
Bunun için kavga ve hırsızlık
gibi olaylar kamplardan eksik olmuyordu. Kampta esirlerin ülkelerinden haber
almaları imkânsızdı. Esirler, Ramazan ayını ve bayramları Basra’da buruk
geçirmekteydi.[114]
Irak Cephesi’nde Ali İhsan Paşa
komutasında İngilizlerle savaşırken esir düşen Mülazım Mehmed Sinan,
hatıralarında, esir düştükleri sırada uçakların sürekli uçarak düdük
çaldıklarını belirtmektedir. Esirlerin toplanması için uçaktan borular
çalınmıştı. Birliklerinin nasıl ele geçirildiğini, esir olduktan sonra Basra
esir karargâhına nasıl getirildiklerini ve orada neler yaşadığını anılarından
öğrenmekteyiz. Grup komutanı İsmail Hakkı Bey, 29 Ekim 1918 gecesi teslim
kararını vermiş ve Yüzbaşı Nazif’i teslim şartlarını konuşmak için 11.000
kişinin teslim olduğunu gösteren yazıyı İngilizlere ulaştırmak için
göndermişti. Mütareke imzalanmasına karşın Ali İhsan Paşa, Musul’un elinden
çıkacağını anlayınca bir askeri, İngiliz komutana göndererek Mütareke şartları
gereği herkesin olduğu yerde durmasını, Musul’un işgal edilemeyeceğini
söylemişti. İngiliz kumandan ise kendisine verilen emrin Musul’u işgal etmek
olduğunu, uzlaşma için yetkili olmadığını söyleyerek, iki üç saat sonra Musul’u
üç taraftan işgal etmişti.[115]
Toplanan bütün Türk subay ve
erler, Dicle’nin sağındaki sahile esir düştükleri yere iki saat mesafeye
götürülmüş ve orada ordugâh kurulmuştu. Sarıklı ve sakallı beli satırlı eli
süngülü Mecusi Banbanlar (Gurkalar), esirleri kordona almıştı. Banbanlar,
İngiliz ordusundaki en insafsız ve çetin askerlerdi ve savaş sırasında İngiliz
ordusunda on binlerce kayıp vermelerinin de etkisiyle Türklere karşı kin ve
nefretle bakmaktaydılar. Yalnız İngiliz hâkimiyeti bu kişiler üzerinde kesindi
ve emir haricinde kendi başlarına herhangi bir kötü muamele yapamamaktaydılar.
Esirler ise ellerindeki yedek erzakları tükendiğinden günlerdir açtı. Bir
İngiliz binbaşısı, esirlere burçak unu ile bol kemik vermiş fakat bunları yiyen
tüm askerler sancılı bir ishale yakalanmıştı. İngilizlerin bunu kasten
yaptıkları düşünülmemelidir. Musul’u almak için tüm vesaitleriyle hareket
halinde olmalarından kaynaklanmıştı. Milli gururlarını korumak ve düşmana
minnet etmemek için esirler, orada kaldıkları müddetçe kolan ve bel
kemerleriyle ve çarık eskileri ile beslenmişti.[116]
Buradan trenlerle alaylar halinde
Bağdat’taki esir kampına kapatılan bu grup ve Kafkasya 5. tümeninin son askeri
de geldikten sonra 616 numaralı vapur ile güneye yola çıkarıldılar. Yolculuk
sırasında İngiliz subay ve askerleri hatıra olarak madalya, yüzük ve saat gibi
hediyeler istemiş fakat bir zorlamada bulunmamıştı. Üç günün sonunda hurma
bahçeleri ile çevrilmiş Basra limanına varmışlar, süngülü askerler arasında
vapurdan indirilmişler, dekovil ve büyük istasyon arasına esirlere tahsis
edilen ve makineli tel adı verilen garnizona İstanbul’un işgal edildiği gün
yerleştirilmişlerdi. Garnizonlar iç içe örülmüş yüksek direkli ve dikenli
tellerle çevrildikten sonra her iki tel arasında bırakılan boşluklar nöbetçi
kulübeleriyle donatılmış ve etraf süngülü sıkı bir kordon altına alınmıştı.
Birbirine ekli olan birçok bölümlerin içi esaslı kurutulmuş mahruti ve
beşikörtüsü çadırlarla doluydu. Burası, savaşın başından beri esir kampı olarak
kullanılmaktaydı. Her sabah ve akşam, bir çavuş ve Ermeni tercümanın yoklama
yapmasıyla esirler çadırlara alınıyordu. İaşe için her subaya ayrı erzak ve
ekmek veriliyorsa da bu miktar ne yeterli ne de sağlıklıydı. Birkaç ay sonra da
her subay için 40 rupi para tahsil edilmişti. Esirler garnizona açılan kantinde
her türlü ihtiyaçlarını karşılayabilmekteydiler. Savaş şartlarında bile İngiliz
maliyesi aksamadan ve sarsılmadan düzenli bir şekilde işlemekte ve esirlerin
her türlü ihtiyaçları eksik de olsa yerine getirebiliyordu. Kampın etrafı
dikenli tellerle çevriliydi ve her on beş adımda bir nöbetçi beklemekteydi.
Dışarı ile esirlerin tüm teması kesilmişti ve kampa hiçbir canlının yaklaşması
mümkün değildi.[117]
Kamp komutanı Berok adında ciddi
ve iyi kalpli bir binbaşıdır. İaşe maddesinden başka kendisinden ne istenirse
zorluk çıkarmamış ve mümkün olduğunca yerine getirmişti. Mesela Dindar bir kişi
olan 22. Alay Komutanı Hacı İbrahim Bey, çadırdan bir cami teşkil etmişti.
Caminin içi Topçu Tevfik tarafından resim ve yazılarla süslenmiştir. Konya
Muallim Mektebi Müdürü Ziya Bey de bir ilkokul açmış ve 500 er ilköğretime
başlamıştı. Bu okuldaki faaliyetler yedek subaylar arasındaki öğretmen askerler
tarafından gerçekleştirilmiş ve esaret boyunca da devam etmişti. Daha sonra
ayrı bir çadırda pedagoji ile ilgili konferanslar verilmeye başlandı. Konuya
hâkim kişiler tarafından edebi bir şekilde verilen bu konferanslar,
İngilizlerde şaşkınlık uyandırıyordu. O zamanlar siyasi suçlu olarak bu kampta
bulunan, sonradan İran Şahı olacak Rıza Pehlevi de bu konferansları takip
etmişti. Haftada iki gün gerçekleşen bu konferanslarda bir çocuğun bedeni
teşekkülü, terbiyesi, insan temayüllerinin arz ettiği safhalar ve gençlere vatan
sevgisi nasıl verilmeli gibi konular işlenmişti. Bir konferansta, İngiliz ve
sömürge halkı misal olarak verilmiş ve incelenmişti. Bu konu, orada bulunan
İngiliz askerlerin keyfini kaçırmış ve komutan Berok’a şikâyet edilmişti.
Anglo-Sakson milletinin özelliklerinden birisi olan uzlaşma yolu ile bu olay
sonradan kapatılmıştı. Garnizonun sorumlusu tarafından Vahit Bey’e âlimleri
sevdiklerini, her bilgiye hürmet ettiklerini, bunun İngiliz Devleti’nin bir
prensibi olduğunu, Halid Ziya Bey’in daha faydalı ve daha uygun mevzular
üzerinde konuşması gerektiği bildirildi.58 [118]
Osmanlı Devleti’nin siyasi ve
iktisadi durumunu iyi görmeyen İngilizler, 1920 kışında esirlere verdikleri
40’ar rupi parayı kesince, yiyecek ve içecek sıkıntısı daha da arttı.
Gıdasızlıktan tüberküloz (verem) hatta kör olma durumu ile karşı karşıya gelen
esirler için kaçmak veya ölmekten başka çare kalmamıştı. Mehmed Sinan Bey ve
arkadaşları, kamptan kaçmanın imkânsızlığını bilerek önce kendilerini hastaneye
sevk ettirmişler ve bu sayede kaçmayı başaran enden kişilerden olmuşlardır.[119]
Taşköprülü Mehmed Efendi’nin
içinde bulunduğu esir kafilesi, 24 Nisan 1916 günü Hintlileri getiren bir
İngiliz gemisiyle Şeyh Said nahiyesi, Ali El Garibi kasabası, Amare,
Satratülamare, Üzeyir, Kurna, Dicle ve Fırat Nehri’nin birleştiği Şattülarap
üzerinden Basra’ya ulaşmıştı. Şattülarap, Basra’ya yaklaşık 2 saat mesafedeydi.
Yol boyunca esirlere yeterince yemek verilmemişti. Bazı liman kasabalarında
duran esirler ancak hurma yiyerek açlıklarını bastırabildiler.[120]
Basra sahiline gelen askerler,
Hintli askerler eşliğinde vapurdan indirilmiş manga kolunda 15 dakika
yürütülerek çadırlı bir ordugâh görünümünde bir yerde bir çadıra
yerleştirilmişti. Giymeleri için basit birer gömlek ve iç çamaşırı verilmişti.
Yedek subay Taşköprülü Mehmed Efendi ve yüzbaşıya ceket ve pantolonları
temizlenerek geri verilmişti. Diğer kişilerin elbiseleri ise yakılmıştı.[121]
İki subay, mektep diye
adlandırılan esir kumandanlığının çadırına getirilmiştir. Burada kendilerine
kırk beş rupi verilmişti. Tel örgülerle çevrili çok dar bir yerde olan bir
çadıra sokuldular. Bu kampta 15 gün önce esir edilen bir subay, bir yedek subay
ve 100 kadar er bulunmaktaydı. Arap ve Türk subayların aralarına nifak sokmak
için tekrar ayrı yerlere gönderilmişlerdi. Arap subay ve erlere siyah, Türk
erlere ise kırmızı kefiye[122]
verilmişti. Esirler büyük bir çadır içinde rezil bir şekilde geceyi geçirmek
zorunda kaldılar. Esirlerin komutanı Yüzbaşı Boudrel esirlere gayet iyi
davranmaktaydı. Mehmed Efendi, bir İngiliz binbaşısı tarafından sorguya
çekilmiştir. Kurmay Topçu Binbaşı, Mehmed Efendi’ye iyi davranarak ağzından laf
almaya çalışmış, Türk ordusu hakkında değişik sorular sormuş ve bir gün sonra
öğle yemeğine davet etmişti. Mehmed Efendi nezaketen daveti kabul etmişti. Bu
defa da tercüman Diyarbakırlı bir Ermeni’dir. Binbaşı, bulundukları yerin
havasının kötü olduğu gerekçesiyle Mehmed Efendi’yi Basra’da Aşar’a götürme
teklifinde bulunmuş ayrıca para teklif etmişti. Burada 10 günden fazla
kalmışlar ve binbaşı, Mehmed Efendi’nin ağzından tek önemli laf alamamıştır.
Aynı binbaşı başka bir yüzbaşıyı da sorguya çekmişti. Bir gün sonra yine öğle
yemeğine çağrılmıştı. 6 Mayıs 1916 günü bu defa kampa gelen bir albay, bir
kurmay yüzbaşı ve bir kurmay yarbay tarafından tekrar Mehmed Efendi sorguya
çekildi. Aslında Mehmed Efendi’nin bulundukları yerden kaçması zor değildi.
Yalnız halka güvenmiyor ve dillerini de bilmiyordu. Ayrıca kendi ordusunu
bulmak da ayrı bir sorundu. Ara sıra kaçmayı düşünmüş fakat her defasında
vazgeçmişti.[123]
1 Mayıs 1916 günü kampta esaret
altında üzüntü içindeyken mutlu edecek bir haber geldi. İngilizler, Kut’un
düştüğünü, tüm birliklerinin de Türklere esir düştüğünü öğrenmişlerdi.
İngilizlerin üzüntüsü her halinden belli olmaktaydı.[124]
Ertesi 2 Mayıs günü kampta bir parça et ile birkaç patates esirlere yemek
olarak verilmişti. Bir gün sonra esir erlere pirinç verilerek yemek pişirtmeye
başladılar. Sık sık İngiliz subaylar ziyaretlerine geliyordu. Ayrıca Basra
komutanı kampı ziyarete gelmiş, göze çarpan erlere memleketlerini ve ne işle
uğraştıklarını sormuştu. Bir gün sonra kampa bir terzi gelmiş ve bazı esirler
elbise sipariş etmişti. Mehmed Efendi de bir pantolon sipariş etmişti.[125]
Şeyh Said Muharebesi’nde
yaralanıp esir düşen 50 kadar asker hastaneden taburcu edildikten sonra
buradaki kampa getirilmiş ve onlar için yeni çadırlar kurulmuştu. Bunların
arasında bir kolsuz, iki de bacaksız esir vardı.[126]
Kamplarda sürekli İngiltere ve
Osmanlı Devleti arasında mübadeleye dair söylentiler çıkmaktaydı. Bu
söylentilerden birisine göre İngilizler buradaki esirlerin mübadelesi için
Osmanlı Devleti’ne başvurmuş fakat Türk tarafı kabul etmemişti. Bir başka
duyuma göre de esirler Hindistan’daki esir kamplarına gönderilecekti.[127]
Taşköprülü Mehmed Efendi ile aynı
anda esir düşen ve ordugâhları civarında bırakılan 307 esir er, 17 Mayıs
1916’da kampa getirilmişti. Aralarında bir yedek subay da vardı. Fakat kendisi
sağır olduğundan herhangi bir bilgi alınamamıştı.[128]
Bu arada yüzbaşı ve Taşköprülü
Mehmed Efendi hariç yedi kişi mübadele edilmek üzere 27 Mayıs 1916 günü kamptan
gönderilmişti. Mehmed Efendi kendisinin neden mübadele dışı tutulduğunu
anlamamış, fakat topçu olduğu için gönderilmediği söylenmekteydi.[129]
Tam bu esnada kampta çok üzücü
bir olay gerçekleşmiştir. Türk esirlerden Kayserili Said isminde bir onbaşı,
birkaç arkadaşı ile beraber komutanına giderek Türklerden bıktığını, kendisinin
isteyerek esir düştüğünü söyleyerek elindeki birkaç lirasını da komutanlığa
teslim etmişti. Üstelik bu kişi cephede cesaretle savaşmış ve şerefiyle esir
düşmüştü. Bu duruma birkaç asker daha meyletmişse de nasihat ile bu
davranışlarından vazgeçirtilmişti. Ayrıca 15 kadar Rumelili esir er de
İngilizlere iltica ederek kamp dışında İngilizlere hizmet etmekteydi. Mülteci
olan bu Rumelili erler diğer esirlere de propaganda yapıyordu.[130]
Taşköprülü Mehmed Efendi ve
yüzbaşı, kamp komutan yardımcısı Teğmen Napht ile beraber ihtiyaçlarını
karşılamak üzere Basra’ya gitmişlerdi. Önce bir saat kadar mesafedeki Aşar’ın
karşısında vapurdan indikten sonra otomobille 10 dakika uzaklıkta Basra
yakınlarında Tennume denilen bir kampa getirilmişlerdi. Burası çadırlardan
oluşan tel örgü içinde bir esir kampıydı ve Türk esirlerden çokça yaralı ve
hasta bulunuyordu. Buradan nehrin kıyısında, binaları düzenli ve güzel bir yer
olan Aşar’a geçilmişti. Yüzbaşı ve Mehmed Efendi’yi kamp esirleri komutanı Aşar
Siyasi Daire Başkanı Wilson evinde misafir etmişti. Wilson ile beraber şehri
gezmişler ve kamp için ihtiyaçlarını gidermişlerdi. Tıraş oldukları berber ise
Türkler tarafından Basra’ya getirilip terk ettiklerini söyleyen bir Ermeni’ydi.
Şattülarap’tan vapurla yarım saatlik yolculuk sonrası yürüyerek kendi
kamplarının bulunduğu Kuttülfrengi esir karargâhına geldiler.[131]
Esir kampına 31 Mayıs 1916 günü
105. Alay 2. Taburdan Halepli Üsteğmen Cemil Efendi isminde bir subay daha
getirilmişti. Bir Türk’ün daha esir düşmesinden üzüntü duysalar da Osmanlı
ordusunun durumu hakkında bilgi edinecekleri ve konuşacakları bir arkadaş
geldikleri için mutlu olmuşlardı. Bu kişi, Basra’da uzun süredir yedi arkadaşı
ile beraber serbest şekilde gezerken tutuklanarak kampa gönderilmişti. Cemil
Efendi, birden diğer arkadaşlarına hakaret etmeye onları vatan hainliği ile
suçlamaya başlamıştı. Muhtemeldir ki İngilizler Türk subaylarının ağzından laf
almak için bu kişiyi kampa göndermişti. esirler Buna rağmen esirler bu şüpheyi
doğrulayacak bir kanıt da bulunamadılar. 5 Haziran 1916 günü Hindistan esir
kamplarına gitmek üzere esirler kamptan ayrıldı. Bu arada İngiliz yetkililer
Hindistan’a gönderilecek Türk ve Kürk esirleri birbirinden ayırmak
istemişlerdi. Kürt esirler, biraz da subayların yönlendirmesi ile Türklerden
asla ayrılmayacaklarını beyan ettiler.[132]
Mustafa
Tütüncü’nün hatıratında Basra esir kampına getirildikleri zaman kampta yaklaşık
3.000 kişinin kaldığı görülmektedir. Esirler burada çadırdan yapılan içi
ilaçlı, asit fenikli su ile dolu havuzda çırılçıplak soyularak dezenfekte
edilmişti. Mahrem yerlerini mendil gibi şeylerle bir şekilde kapatmak isteyen
esirlere İngiliz askerleri mâni oldular. Esirlerin yeni ya da eski tüm eşyaları
ellerinden alınmış ve yakılarak imha edilmişti. Bu şekilde aşağılanan esirler,
yıkanmaktan ya da arınmaktan değil arkadaşlarının yanında soyunmaktan çok
utanmış ve rahatsız olmuştu. Türk gelenekleri ve dini inançlarının yok
sayılması Türk esirleri derinden üzmüştü.[133]
İngilizler, esirlerin ellerinden
para ve değerli eşyalarını makbuz karşılığı almak istemiş; bazı esirler koltuk
altı, bacak arası ya da ağızlarında saklayabilmiş hatta bazıları ellerindeki
altınlarını yutmuştur. Dörderli gruplar halinde havuza sokulup arınık edilen
her esir, kendisine verilen bir battaniye, bir gömlek, bir pantolon ve bir
fotin ile kalacakları çadıra gönderilmişti. Özellikle genç İngiliz askerler,
ellerinde bir değnek ile esirlerin çıplak vücutlarına vurmakta, hep beraber
esirler ile alay etmekte ve gülüşmekteydiler. Canı yanan esirler, birbirileri
üzerine yığılmakta ve bu manzara da İngilizleri eğlendirmekteydi. Üstelik
İngiliz askerleri, esirlerin bu halini görüntülemek için fotoğraf çekmekte ve
yeni pozlar almak için yeni hallere sokmaktaydılar. Dezenfekte işi bir gün
sürmüş; esirler yorgun bir şekilde gece uyumuşlar, sabah ise erkenden
kaldırarak sayımları yapılmıştı. Sayımın ardından esirler tekrar çadırlarına
sokulmuştu. 20 gün boyunca Basra esir kamplarında kalan Türk esirler bu süre
zarfında bir kez daha arınık edilmişti. Burada tıraş olan ve temizlenen esirler
bitten kurtulabilmişti.[134]
Basra’da kaldıkları süre boyunca
esirler yiyeceklerini düzenli olarak almıştır. 20. günün sonunda aralarında
Mustafa Tütüncü’nün de dâhil olduğu yaklaşık 1.000 kişilik kafiye buradan
alınarak vapurla uzun süre kalacakları Burma’daki Meiktila esir kampına
götürülmek üzere yola çıkarıldılar. Vapur boyunca, esirlere Alman
denizaltılarına karşı güvenlikleri için can simidinin yanı sıra yiyecek olarak
et konserveleri ve ekmek verildi. Esirler verilen yiyeceklerden memnun kalmış
ve umduklarından daha iyi bakım görmüştü. Sekiz gün süren vapur yolculuğundan
sonra Bombay’a, Bombay’dan üç günlük yolculuk sonrası Kalküta’ya varılmıştı.
Artık İngiliz askerleri Türk esirlere karşı daha anlayışlı davranmaya
başlamıştı. Esirlerin istasyonlarda yerli halk ile konuşmaları kesinlikle
yasaktı.[135]
Nureddin Peker’in anılarında
yazdıklarına göre 25 Temmuz 1920 tarihinde esirler Kûtu’l-Amâre’den ayrılarak
28 Temmuz günü Basra’ya ulaşmıştı. Basra esir kampı Aşre iskelesine yarım saat
uzaklıktaydı. Burası, Fırat ve Dicle nehirlerinin Basra Körfezi’ne dökülmeden
önce birleştikleri Şattülarap suyunun olduğu yerdi. Kampta subaylara ve
askerlere ait iki ayrı yer bulunuyordu. İçeride Dicle grubuna ait 600 kadar
rütbeli subay vardı. Burası aynı zamanda Türk esirlerin İstanbul’a
gönderildikleri yerdi. Daha önce burada olan Albay Hakkı ve Binbaşı Saffet
İstanbul’a gönderilmişti. Kalanlar arasında alay kumandanı Kaymakam (Yarbay)
Sıtkı, Kör Emin Rıfat, İbrahim, Mustafa, Zihni, İrfan vardı.[136]
Basra şehri, etrafı bataklıklar
çevrili bir yerdi. Bunu bilen İngilizler, işçi taburlar ile Türk esirlerini
çalıştırarak büyük kanallar açtırmış, bataklıkları kurutmuş ve buraları
canlandırmıştı. Kanalların kenarlarına yüzme, atlama ve banyo düzenekleri
yapılmıştı. Makineli tel denilen esir garnizonu ve İngiliz Ordugâhı buraya inşa
edilerek etrafı makineli tüfeklerle çevrilmişti. Önce, dikenli tellere elektrik
verilmiş, ardından esirlerin kurallara uyulacağının teminatı üzerine elektrik
verilmekten vazgeçilmişti.[137]
Nureddin Peker’in, esir askere
kefil olmasıyla esirlerin çarşı iznine çıkmasına izin verilmişti. Askerler,
Nureddin Peker’e söz verdikleri için asla kaçmaya teşebbüs etmediler. Kampta;
kunduracılık, berberlik, bakkallık, çaycılık, kahvecilik yaparak biraz para
kazananlar; bu parayla altın ya da gümüş alarak kemerlerine bağladılar.
Bazıları saat almış, bazıları da tespih yapmıştı. Parayı gören askerler
arasında ara sıra disiplinin bozulduğu da görülmüştü. Bu durum esirler arasında
gruplaşmalara yol açmış ve kumar başlamıştı. Bununla beraber Bursalı Sarı Ali,
Kayserili İsmail Çavuş, Kastamonulu Mehmed Çavuş gibi kabadayılar türedi. Bu durum
kamptan sorumlu olan komutanı zor durumda bıraktı. Üst düzey komutanlar bir
araya gelerek yeni bir yapılanmaya giderek yeni bir bölük örgütü kurdu. Esirler
dört bölüğe ayrılmış, birinci bölüğe İstanbul, Edirne ve Rumeliler; ikinci
bölüğe Konya, Adana ve Antalyalılar; üçüncü bölüğe Kastamonu, Ankara ve
Kayserililer; dördüncü bölüğe Karadeniz illeri ve doğulular yerleştirilmişti.
Çavuş ve onbaşılar da kamplara eşit dağıtılmıştı.[138]
Irak bölgesinde savaşın
başlangıcında esir düşen Osmanlı subay ve erleri, Hindistan Burma’da Thatmyo
olarak adlandırılan esir karargâhına getirilmiştir. 37. Tümen Komutanı ve Basra
Vali Vekili Albay Suphi Bey, askerlerin beslenme işlerinin milliyet esasına
göre düzenlenmesini istemiş ve kabul edilmişti. Bir oyun sırasında bir Türk
subayının Arap askerini tokatlaması üzerine subaylar arasında anlaşmazlıklar
çıktı. Bunun üzerine İngiltere Hükûmeti, Osmanlı uyruğu altında kayıtlı olup bu
duruma itiraz etmeyen Türk ve Arap subaylarını Thatmyo kampına gönderdiler.
Kürt ve Arap olarak kendisini tanımlayan subay ve erler ise Sumerpur kampına
naklediler. Bu ayrışma sonraki dönemlerde de kendisi gösterdi ve İngilizler
kamplara yerleştirmede milliyet esasını göz önünde tuttular.[139]
İngilizler, kamplarda esir
tutulan subay ve erleri Osmanlı Hükûmetine başkaldıran ve İngilizlerle iş
birliği yapan Mekke Şerifi Hüseyin’in ordusuna göndermek için tercümanlar
aracığıyla kışkırtmıştır. Subaylardan bir bölümü bu teklife olumlu bakmış, büyük
bir bölümü de onları engellemeye çalışmıştı. Bunun üzerine, İngilizlerin
isteklerine taraftar görünen subay ile erler Irak bölgesinde bırakılıp karşıt
düşüncede olan 65 kadar subay 26 Kasım 1916 günü ilk olarak Bellary karargâhına
gönderildi. Anılan tarihten sonra Kutülammare ve Bağdat civarı ile Deli Abbas
ve Karatepe yörelerinde yapılan muharebelerde esir düşen ve kendilerini Türk
olarak bildiren üst rütbeli subay, subay ve erler yine Bellary esir kampına
gönderildi. Ayrıca düşman işgali içindeki yerlerde kalan memurlar ve
emeklilerden Türk olanlar veya Türk din görevlileri ve ileri gelenleri ile
halkın bir kısmı, İngiltere Hükümetince savaş esiri olarak tanınmış ve
yakalanarak 1917 yılı ortasına kadar Bellary kampına getirilmişti. Remadiye
Grubu Komutanı, Türk olarak kaydı yapılmış üst rütbeli subay ve subaylar ve
Tatar Taburu, 1918 yılı ortalarında da 50. Tümenin üst rütbeli subay ve
subayları yine bu kampa getirilmişti. Kürt ve Arap subaylar üç pavyona
yerleştirilmiş ve bir tel örgüsü ile Türk subaylarıyla karışmaları
engellenmişti. Her iki kısımdaki subaylara dört Ermeni tercümanı aracılığıyla
Şerif ordusuna gitmek için esirleri cesaretlendirmeleri karşılığında
rütbelerini yükseltme ve en üst düzeyde görev alma sözü verilmişti. Bunun
neticesi olarak iki kısımdan 15 kadar subayı ve o miktar subay adayını kendi
tarafına çekme yönünde başarılı oldular. Bunlar birinci kafile olmak üzere 1916
senesi sonunda, yine aynı sayıda subay ve subay adayı 1918 senesi başında Şerif
ordusuna gönderildiler. Kamptaki Ermeni tercümanlar, Adana ve Halep illerinden
olup askeri yükümlülükleri yerine getirmemek için Kıbrıs’a kaçmış ve orada
tercümanlığı kabul ederek Hindistan'a gönderilmişti. Ayrıca Suriyeli ve
Bağdatlı biri Hıristiyan diğeri Yahudi asıllı iki Ermeni tercüman da yaptıkları
çalışmada başarı sağlamak ve intikam hırsıyla isimlerini Celâl Ahmed, Rabit
Zübdi şeklinde değiştirerek Müslüman olduklarını ve Türklerle aynı mezhep ve
rütbede bulunduklarını ifade etmeye çalışmışlardı. Doktorlardan Yüzbaşı Gaberil
Efendi’nin yardım ve koruyuculuğuyla erlerden 6-7 kadarına Hıristiyanlık dinini
kabul ettirmede başarılı oldular.[140]
Ankaralı 35. Fırka, 104. Alay, 2.
Tabur, 2. Bölükten Er Hacı Hasan oğlu İbrahim, 7 Haziran 1919 günü verdiği
ifadesinde Nisan 1916’da Kûtu’l-Amâre’nin güneyinde Felâhiye mevkiinde iken
Üçüncü Felâhiye Muharebesi’nde esir olduğunu ve bu dönemde yaşadıklarını
anlatmıştır. Nisan 1916’da Felâhiye mevziinde ileri karakol bölüğünden iken
İngilizler, sabah taarruzda bulunarak, ikinci taburunun iki bölüğünü birden
esir etmiş; takriben 150 kadar esir verilmişti. Türk askerlerin burada yaraları
sarılmış, elbiseleri olanların elbiseleri alınmış ve tümü Basra’ya tel
ordugâhına sevk edilmişti. Bu ordugâhta on beş gün kadar kaldıktan sonra
vapurla Bombay’a, oradan Kalküta’da Rangoon vilayetine, oradan da Meiktila esir
karargâhına gönderilmişlerdi. Arkadaşı Ahmed oğlu Mehmed’le birlikte aynı yolla
Basra’ya ve Basra’dan firar ile
kendi birliklerine katılmışlardı. İlk esir olduğu vakit İngiliz askerleri
üzerindeki sekiz lira parasını almışlardı. Parası alınmasından başka bir
fenalık görmediğini ifadesine eklemiştir.[141]
Dicle Grubu Karargâhı Kumandanı
iken esir düşen, Basra’dan firar edip Diyarbakır’a kaçmayı başaran Subay Cavit
Bey, 10 Temmuz 1919 tarihinde verdiği ifadesinde, Türk subaylarının Basra’nın
bir buçuk saat doğusunda bir çadırlı ordugâhta bulunduklarını ve halk ile
karışmalarının yasaklandığını söylemiştir. 4. Dicle Grubu Kumandanı İsmail
Hakkı Bey Amare’de bulunmaktaydı. Dicle Grubu, esir olduğu zaman ellerindeki teçhizatların
çoğunu tahrip ederek teslim etmişti. Ellerinde hiç erzak yoktu. Hayvanların
çoğu Müslüman Hintli askerler tarafından kasten öldürmüştü. Dicle Grubunda esir
bir batarya kumandanı, kendisine yardım için Şeyh Mahmud’un yanına firar
etmişti. Basra’dan Amare’ye kadar Dicle çöl sahiline ve Kûtu’l-Amâre’den
Bağdat’a kadar tren ile gitmişti.[142]
13. Kolordu Kumandanı Miralay
Bey’in,10 Eylül 1919 tarihinde Harbiye Nezaretine gönderdiği raporlarda,
Musul’dan firar eden askerlerin ifadeleri yer almaktaydı. Raporda esirlerin
para ve saatlerinin gasp edildiği söylemekte ve bu iddiayı 7 Temmuz 1919
tarihinde ifadeleri alınan 12 askere dayandırmaktaydı. 3. Alay 1. Bölükten
Çavuş Mehmed, 3. Alay 1. Bölükten Mehmed oğlu Ahmed, 37. Alay 8. Bölükten Onbaşı
Hasan oğlu Mustafa, 157. Alay 4. Bölükten Çavuş Osman, Topçu Onbaşı İzmir
Manisa’dan Hamza oğlu İbrahim, Makineli Tüfek’ten Onbaşı Sivas Tavşanlı
köyünden Süleyman oğlu Derviş, Onbaşı Bursa Balıkesir’den İbrahim oğlu Ahmed,
Sıhhiye Sabri oğlu Ali ifadeleri alınan askerlerdi. Sorgulamalarında hangi
mevkide nasıl esir oldukları, İngilizlerden bir fenalık görüp görmedikleri,
esaret vakitlerini nerelerde geçirdikleri, nerelerde çalıştıkları, iaşeleri,
maaşları, çalışmaları karşılığı para alıp almadıkları, sivil ahaliyle
görüşmelerine izin verilip verilmediği, neden ve nasıl firar ettikleri, nasıl
ve kaç günde geldikleri ve yolda nasıl iaşe temin ettikleri sorulmuştu.
Öncelikle esirler Bağdat’ta esir düşmüşlerdi. Esaret esnasında, İngilizlerden
bir fenalık görmemişler ve misafir gibi kabul edilmişler ve hiçbir cezalandırma
olmamıştı. Yalnız para ve saatleri alınmıştı.[143]
Kastamonulu 3. Alay Sahra Topçu
Tabur, 2. Bölük, 4. Ahır Çavuşu Ahmed oğlu Mehmed’in 7 Haziran 1919 tarihli
ifadesinden kendisinin Nisan 1916’da Irak Cephesi’ndeki Dicle Grubunda 13.
Kolordu emrinde iken Beyt-i İsa Muharebesi’nde esir olduğunu ve Basra esir
karargâhına kapatıldığımı öğrenmekteyiz. İlk esir düştüğünde bağlanmış ve hemen
ardından ifadesi alınmıştı. Aynı gün vapura bindirilmiş ve beş altı günde
Basra’ya ulaşmıştı. Basra’ya kadar hiçbir kimse eziyet etmemişti. Basra’da tel
örgüyle çevrili çadırlı ordugâhta konuldu. Bu ordugâhta takriben 300 ila 400
kadar esir vardı. Burada on beş gün kadar tutuklu kaldı. On altıncı gün tüm
esirler, vapurlara bindirilerek muhafızlarla beraber önce Bombay şehrine,
oradan trenle Kalküta şehrine, ardından bir başka trenle Rangoon vilayetine ve
son olarak Meiktila esir kampına gönderildiler. 1919’un başına kadar burada
ikamet ettirilen esirler, Mütareke’yi müteakip memleketlerine sevk edilmek
üzere tekrar aynı yoldan Basra’ya ve tel örgüsü ordugâhına getirildiler. Burada
kaldıkları süre içinde her gün 2 kuruş yevmiye için on saat Basra civarında
kanal hafriyatında istihdam edildiler. Mart 1919 tarihinde para mukabilinde bir
yerli araba elde ederek iş başında iken firar etmişler; Bedre, Minalı,
Kızılriyal, Islahiye, Kerkük, Musul, Demirkapı üzerinden yurda dönmüşlerdir.[144]
Erzurum’da 15. Kolordu kumandanı
Mirliva (General) Kazım Karabekir Paşa, 9 Ekim 1919’da Irak’tan dönen esirlerin
ifadelerinden bahsetmektedir. Kazım Karabekir Paşa’ya göre esaretten dönen
subayların, İngilizlerin kendilerine nasıl muamele ettiklerine dair verdikleri
bilgiler dikkate değerdi. Esirler, daima kızgın kumlar ortasında veya rutubetli
mahallerde kurulan çadırlarda ikamet etmekte ve bakımsızlıktan esirler arasında
hastalık fazlaca görülmekteydi. Tüm üst düzey subaylar da dâhil olmak üzere
esir askerler Hintli subaylar gibi, İngiliz teğmenine saygı göstermeye mecbur
tutuluyordu. Türk subayların İngiliz muhafızlar tarafından gördüğü baskılar
tahammül edilemez durumdaydı. Erlerin durumu ise subaylar ile kıyaslanmayacak
kadar kötüydü. Yarbay rütbesinde bir alay kumandanı (43. Alay 43 kumandanı
Yarbay Rıfat Bey) İngiliz neferinden (rütbesiz asker, er) yumruk yemişti.
Çadırların uzak bir yere nakli esnasında bir Türk yüzbaşısı İngiliz çavuşunun
sandalyeleri taşımasına yönelik verdiği emri reddetmesi üzerine darp edilmişti.
Tercümanlık
vazifesini ifa eden Ermeniler vasıtasıyla Türk askerlere, Türk subayları
aleyhinde telkinlerde ve İngiliz uyruğuna girmeleri için sayısız tekliflerde
bulunuluyordu. Esirlerden, Hindistan’daki gördükleri baskı karşısında İngiliz
uyruğunu kabul edenler de olmuştu.[145]
Bağdat esir kampı, Türk esirlerinin
barındırıldığı Mezopotamya’da bulunan kamplardan birisidir. Burada bulunan
kamplara delil olarak esirlerin aileleriyle yazıştıkları mektuplar
gösterilebilir. Mesela 14 Ağustos 1920’de Bağdat esir kampının 16. Amele
Taburu, 4. Bölükte bulunan Mustafa, Muğla’nın Kavaklıdere nahiyesinde bulunan
anne ve babasına gönderdiği mektupta 3 senedir tek bir mektup bile almadığından
şikâyet etmektekteydi. Anne babası ise ayda iki mektup yazdıklarını ve
oğullarında herhangi bir cevap alamadıklarından dert yanıyorlardı. Savaş
yıllarında mektupların taraflara ulaşamadığı kesindir ve sahibine ulaşamayan
binlerce mektup bugün Türk Kızılayı Arşivinde bulunmaktadır.[146]
Çorum Vilayeti Tahrirat
Müdürlüğünden İstanbul’da Kızılay Cemiyeti Merkez-i Umumisine 17 Mart 1341’de
gönderilen tezkerede, Bağdat esir kampında kalmış ve yol harçlığı olmaması
sebebiyle evine geri dönememiş bir esire verilecek tahsilâttan bahsetmektedir.
Esirin yurda döndürülebilmesi için Çorum’un Burhan Kethüda mahallesinden babası
Halil tarafından oğlu İbrahim’e ulaştırılmak üzere Çorum Postanesine 40 lira
yatırılmıştı. Çorum Valiliği, paranın ulaştırılması ve gecikme yaşanmadan
İbrahim’in evine ulaşması için Kızılay Cemiyetine durumu bildirmişti.[147]
Aynı
şekilde Başkanlık Osmanlı Arşivinde yer alan bir başka belgede yine Bağdat esir
kampında kalmış ve parasızlıktan geri dönememiş bir esirden bahsetmektedir.
Burada durum biraz daha vahimdi. Evlatlarını getirtecek yol ücreti ailesinde de
bulunmamaktaydı. Bağdat’tan yazdığı mektuptan anlaşıldığını üzere Bağdat’ta
1924 yılında halen esaretten dönemeyen esirler bulunuyordu. Akhisar Torpidosu
mürettebatından ve Karamürsel’in Ereğli köyünden Ahmed oğlu Lütfü, annesinden
yardım talebinde bulunmuş, fakat bir diğer oğlunu İstiklal Harbi’nde kaybetmiş
annesinin bu parayı göndermesi ise mümkün değildi.[148]
Irak bölgesinde ele geçirilen
esirler, önce Bağdat ve Basra’daki esir kamplarına getirildiler, kamptaki
esirlerin sayılarının artmasıyla buradan sürekli kalacakları Mısır veya
Hindistan’daki esir kamplarına gönderildiler. Bağdat ve Basra’da ayrıca
esirlerin kaldıkları sürekli kamplarda mevcuttu. Bir kısım esirler
esaretlerinin tamamını burada yaşadılar. Bağdat’taki esir kamplarında kalmış
esirlerin anıları o süreç içinde yaşananlara ışık tutmaktadır. Mesela, Muhiddin
Erev, buradaki kamplarda neler yaşadıklarını anılarında detaylı bir şekilde
anlatmıştır. Esirler Bağdat’ta tel örgülerle çevrili bir kampa
yerleştirilmişti. Aynı kampın başka kısımlarında da subaylar bulunmaktaydı.
Kampın muhafızları İngiliz, Müslüman Arap ve Hintlilerden oluşmaktaydı.
Çadırlarda yaşayan esirlere erzaklar çiğ olarak veriliyor, yemekler esirler
tarafından pişiriliyordu. Esirler kendi arasında anlaşarak bir kısmı yemek
yapmakla, bir kısmı odun kırmakla, bir kısmı da temizlikle görevlendirilmişti.
Görülen işlerin en ağır ve güç olanı odun kırmaktı. Parçalanacak kütük,
Hindistan ormanlarının en sert ve kuru ağaçlarındandı. Yarı balta, yarı kazma
şeklindeki vesaitle, yazın ortasında, güneşin altında bu işi yapmak esirler
için oldukça zordu.[149]
Muhiddin Erev, üç ay kaldığı bu
kampta yiyecek bakımından esirlerin hayli zorluklarla karşılaştıklarını
hatıratına kaydetmişti. Her defasında tercümanlar vasıtasıyla yapılan
müracaatlara, İngiliz yetkililer tarafından, Türk esirlere verilen yemeklerin
İngiliz subaylarına verilen yemekle aynı olduğu cevabını veriliyordu.[150]
Muhiddin Bey’in kaldığı kampta
Rus ve Alman esirleri de bulunuyordu. Kamp yönetimi, esirlerin bayram
kutlamalarına izin vermiş ve esirler de kampın etrafını Türk bayrakları ile
donatmıştı. İskoçyalı İngiliz eri de bayram kutlaması için konserveler, kutu
süt, tereyağı, bisküvi ve reçel getirmişti.[151]
Muhiddin Bey’in makine kampı
adını verdikleri Bağdat istasyon kampındaki rahatı kısa sürmüştü. Pek çok esir
emilere bindirilerek Hindistan’daki kamplara sevk edilmek üzere Basra’ya
gönderilmişlerdi. Esirlere Bombay’a gönderilecekleri güne kadar Basra’da
geçirdikleri sürede günde beş defa yemek vermişti. Muhiddin Erev’in içinde
bulunduğu kafile önce Hindistan’a, oradan tren ile Bellary esir kampına nakledilmişti.[152]
İngilizlere esir düşen ve Bağdat
esir kampında esaret hayatını yaşayan Hüseyin Fehmi Genişol’un hatıralarında,
esirlerin 16 Nisan 1918’de Felluce’ye oradan sonra da Bağdat istasyonuna
götürüldükleri yazmıştı. Burada uzun bir tel örgü içine konulmuşlar, dörderli
sıralar halinde bir tercüman, bir subay ve birkaç İngiliz askeri başlarında
olmak üzere tamamen çıplak olarak soyulmuşlardı. Her asker ve her subaya ikişer
numara verilmişti. Askerlerin bu numaraları taşımaları zorunluydu. Esirler,
çıplak olarak güçlü bir mikrop giderici madde olan asit fenikli havuza
sokulmaktaydı. Her esire yazlık sarı bir pantolon, bir gömlek ve bir çorap
verilmişti. Hava soğuk olmasına rağmen palto, kaput, ceket gibi eşyalar yoktu
ve esirler üşüdüğünü ifade ediyorlardı. Esirlere ilk başta çadır, odun ve ateş
verilmediğinden tel örgü içinde açık havada sabaha kadar birbirlerine sokularak
ısınmışlardı. 17 Haziran günü isimlerine karşılık gelen numaralar yazılmış ve
esirler mesleklerine göre ayrılmıştı. Hüseyin Fehmi Güneş, telgrafçı olarak
dokuz kişi ile beraber farklı bir çadıra konuldu. Diğerleri, vapurla bir gün
sonra Basra’ya gönderildi. Kamplarda subaylar hariç diğerleri aynı seviyede
görülmekteydi. Esirler birkaç ay bu kampta esaret günlerini geçirdiler.[153]
Esirler burada kaldığı sürede bir
İngiliz yüzbaşı tarafından sorguya çekildiler. Sorguda hangi kıtadan oldukları,
nerede esir alındıkları gibi sorular sorulmuş, bildikleri sorulara cevap
vermişlerdi. Hüseyin Fehmi Genişol, 50. Fırkadan olduğunu Havran’da esir
alındığını söylemişti. Ayrıca Osmanlı ordusu ve Irak Cephesi hakkında detaylı
sorular sorulmuş, bildiklerini cevaplandırmıştı. Sorgulamadan bir gün sonra tüm
esirler eski karargâhlarına gönderildiler.[154]
Karargâhta tercüman olarak
çalışan Kumkapılı Ahmed Nedim harita dairesi başçavuşuydu. Bu kişi, savaş
esnasında Türk cephesinden kaçarak İngilizlere sığınmış, cephedeki piyade,
süvari, makinelilerin yerlerini kroki üzerinde göstermiş ve İngilizler
tarafından kendisine maaş bağlanmıştı. Ayrıca savaştaki yenilgiden Türk
subaylarını sorumlu tutmuş ve cepheden kaçtığını söylemişti.[155]
600 kişilik esir kafilesi birkaç
gün burada kaldıktan sonra Basra’ya gitmek üzere yola çıkarıldı ve Bağdat
üzerinden 17 Mayıs 1918 tarihinde vapura bindirilerek bir gün sonra Basra’ya
ulaştırıldı. Esirler Bağdat’ta şehrin ortasından geçirilmiş ve tüm halkın
görmesi sağlanmıştı. Yerli polisler, halktan tepki verenlerin ve ağlayanların
bazılarını dövmüş, bazılarını da alıp götürmüştü. Esirler Fırat ve Dicle
nehirlerinin birleştiği Şattülarap’ı geçerek Basra Körfezi’ne ulaşmışlar,
buradan 11 km hiç durmadan yürüyerek şehrin dışındaki esir kampına
yerleşmişlerdi.[156]
Bu kampa getirilen bir diğer esir
Nureddin Peker’di. Nureddin Peker, Irak Cephesi’nde Ekim 1918’de İngilizler tarafından
kuşatmada ele geçirilen askerlerden birisiydi. Nureddin Peker’in bulunduğu esir
kampı, sık sık general düzeyindeki kişiler tarafından denetlenmekteydi. Bunun
için kampta görevli subaylar her zaman kampı temiz, disiplinli ve çalışır bir
şekilde tutmak zorundaydı. Bir teftiş sırasında General, İngiliz casus Lawrence[157]
ile beraber gelmiş ve kampı denetlemişti. Bu denetleme sırasında tüm eski
esirlerin tanıdığı Lawrence, esirlere bir konuşma yapmış; konuşmasından sonra
esirler tarafından protesto edilmiş, üzerine bağrışmalar, teneke çalmalar,
küfürler edilmiş ve hatta bot fırlatanlar da olmuştu. Lawrence konuşmasında,
özetle İttifak Devletlerinin savaşta yenildiğini, İngiltere Krallığı olarak
yenik devletlere adil bir şekilde davranılacağını, savaş suçlularının
yargılanacağını ve Türkleri savaşa sokan Enver Paşa ve arkadaşlarının yurt
dışına kaçtığını söylemişti. İngilizlerin padişahı, Türkleri ve Müslümanları
sevdiklerini ve bu sebeple İstanbul’un işgal edildiğini sözlerine eklemişti.
Esirlerin savaş esiri olarak kurallara ve kanunlara uymak ve verilen işleri
yapmak zorunda olduğunu, aksi takdirde cezalandırılacaklarını esirlere
bildirmişti. Konuşmanın buraya kadar olan bölümünde fazla sorun çıkmazken
esirlere çadırlarının ve yiyeceklerinin durumu ile fotinlerinin rahat olup
olmadığı sorduğu zaman bir kargaşa ortaya çıkmıştı. “F” harfinin “g”
şeklinde telaffuz edilmesini yanlış anlayan esirler bu esnada karışıklığa yol
açmıştı. Konunun anlaşılmasıyla ortam yatışmış ve General, Ermeni tercüman
Hanadosi’yi ve Lawrence’ı şiddetli bir şekilde uyarmıştı. Bu durum Türk
esirlerine yaramış ve esirlerin birkaç istekleri yerine getirmişti.[158]
Generalden alınan izinlerden
birisi Bağdat çarşı izniydi. Kendilerine izin belgesi verilen esirler, Bağdat’a
gidip alışveriş merkezlerine ve kahvelere gidebildiler. Nureddin Peker çarşı
iznine Kastamonulu Hüsnü, Kırkağaçlı Arif, Makineli Topçu Takım Subayı
Denizlili Ata, Antakyalı Mehmed, Haleli Mustafa, Bursalı İstirati Danyal ile
birlikte çıkıyordu. Yalnız, Arapların Türklere bakışları ise çok kindardı. Bu
kişilere göre Türkler Irak’ta işgalci, İngilizler ise kurtarıcıydı. İngilizler,
eski Bağdat’a dokunmamış ve güneyinde yeni bir yerleşim yeri inşa etmişlerdi
Ayrıca güvenlik için yeni jandarma teşkilatı kurmuşlar ve vergiler koymuşlardı.
Aşiret hayatına alışık bir kısım Araplar, bu durumdan rahatsız olarak
İngilizlere karşı Osmanlı subaylarına yaklaşıyordu. Bu akım, daha sonra Arap
aydınlar arasında da yayıldı. Kamptaki esirler, Anadolu’da gerçekleşen Millî
Mücadele faaliyetlerini de takip etmekteydiler. Nureddin Peker, esirlere milli
duyguları kabarması için kahramanlık dolu konuşmalar yapıyor ve propaganda
faaliyetlerinde bulunuyordu. Kısa sürede, isyancı sayısı binleri bulmuş ve
İngilizler bu isyanları şiddetli bir şekilde bastırmak için harekete geçmiştir.
İngilizlerin korkusu; Arapların Türk esirlerinin kaçmasına yardım etmesi ve
isyana Türk esirlerinin de karışmasıydı. Bu durumdan çekinen İngilizler, 16.
17. 18. ve 19. Türk esir taburlarını birkaç parçaya bölerek daha kolay kontrol
altında tutmak için Basra Makineli Tel Kampına nakletmişti. Çıkabilecek isyanı
bastırmak için amele birlikleri silahlandırıldı. Müslüman kıtaları da geri
çekilmiş, onların da yerine Müslüman olmayan Hintliler ile Asyalı “Gurka''lar
getirilmiştir. Kamp top ve makineli tüfek ablukasına alınmıştı.[159]
İsyancıların kampı basmasından ve
Türklerin de isyancılara katılmasından korkan İngilizler, Türk esirleri
toplamış ve isyana destek vereceklerin yok edileceğini bildirmişti. Bu isyanlar
karşısında Türk esirlerin arasında görüş ayrılıkları çıktı. Bazı esirler
Araplar ile birleşip İngilizleri Irak’tan atmayı savunurken diğerleri
İngilizlerden kendilerini serbest bırakmalarını ve bu suretle Arapların yok
edilmesini istemekteydiler. Nureddin Peker ve az miktarda esirler ise bu iki
fikre de karşı çıkmıştı. Nureddin Peker ve bir kısım esir, asıl amaçlarının
buradan kurtulmak ve ülkelerine dönmek olduğunu söyleyerek iki taraf arasındaki
savaşa karışmamak gerektiğini ileri sürmüşlerdi. Bu kişilere göre sonuçta her iki
taraf da Türklerin düşmanıydı ve binlerce Türk gencinin Irak topraklarında
ölmesine sebep olmuşlardı.100 [160]
Nureddin Peker, 11 Haziran 1920
günü Bağdat yakınlarında esirlerin tutulduğu ayrı bir kamp olan Hinadi’ye
gönderildi. Kampta değişik işlerde çalıştırıldı. Arap ayaklanması ve kamplardan
kaçanların sayısının artması üzerine esirlerin başına güvenlik olarak Gurkalar
verilmişti. Türk birlikleri Gurkaların bir tümenini savaş esnasında yok
ettiklerinden ötürü Türklere karşı aşırı derece kin beslemekteydiler. Gurkalar,
Nepallı askerler olup gözleri çekik, kısa boylu, Hintliler gibi esmer bir
milletti. Cesaret ve zalim olmalarıyla meşhurdu. İngilizler esirlerin korkması
için Gurkaların yaptıkları zulümleri esirlere anlatıyordu. İddiaya göre
Gurkalar, bir karış uzunluğundaki bir bıçağı ağızlarında taşıyabilir ve tam
isabet atabilirdi. Bu kişiler, esirleri nefes alamaz hale getirmişti. Tuvalete
gidene, su içene, namaz kılana, çadır dışında gezene, kendileri ile göz göze
gelene sürekli küfür ve hakaret ediyorlardı.[161]
Hindi’de bulunan esirler, Haziran
ayında toplanmış ve büyük bir baskıya maruz kalmıştı. Yiyecekleri kesilmiş ve
geceleri çadırlara ateş edilmeye başlanmıştı. Yaralanma ve ölümler artmaya
başlayınca çadırlar arasında insan boyu dolambaç şeklinde hendekler kazıldı.
Esirler geceleri çadırda değil bu kamplarda yattılar. Bu süreçte esirler
arasında intihar edenler olmuş; İngilizlere yapılan hiçbir şikâyet dikkate
alınmamıştı.[162]
Türk esirler, 1920 Kurban
Bayramı’nda arkadaşları ile bir araya gelip bayram namazı kılmak ve birbirleri
ile bayramlaşmak istemiş, özellikle Ermeni tercümanın kışkırtmasıyla isyan
çıkarılacağı gerekçesiyle namaza ve bayramlaşmaya izin verilmemişti. Üstelik o
gün, inadına tüm esirler toplanıp çalıştırılmak istenmişti. Bu karara karşı
gelip bir kenarda toplu duran askerlerin üzerine ateş açılmış, 20 asker orada
şehit olmuştu. Yapılan soruşturmada, Ermeni çevirmen alınarak başka kampa
gönderilmiş ve yerine İstanbul Nişantaşı’ndan Rum bir tercüman gönderilmişti.103
[163]
İngilizler esirler arasında dini
kimlikli kişilere değer vermiş ve onlara daha az angarya yaptırmıştı. Bu
durumdan yaralanmak isteyen esirler arasında molla sayısının arttığı
görülmüştü. Sarığı saran molla olduğunu iddia ediyordu. Bunun üzerine tedbir
alınarak ordudaki hastanelerde tabur imamlığı yapmış Denizlili bir hoca, kampta
imamlık görevini üstlenmiş ve molla kılığındaki insanlar sarıklarını çıkartmak
zorunda kalmışlardı. Esirler arasında bu ve başka konularda ayrılık olsa da bu
tür ihtilaflar İngilizlere mümkün olduğunca yansıtılmamaktaydı. Nureddin Peker,
kampta güvenliği sağlamak için 3 komiser ve 16 polis belirleyerek, bunların
yetkililerini gösterir kuralları İngiliz komutana sunmuş, komutan esirlere
fazla serbestlik getiren hükümler hariç bu uygulamayı onaylamıştı. Onay
sonrası, 16 polis ve 3 komiser kollarına görevli olduklarına dair bantlar
takmış ve görevlerine başlamıştı. Bu kişiler sayesinde, kamptaki ahlak dışı
olaylar da sona ermişti. Kampta Türk esirler arasında erkek erkeğe ilişki az da
olsa görülmekteydi. Özellikle, İngiliz ve Hintliler arasında olan bu durum daha
sonra Türk esirler arasında ortaya çıkmıştı. 25 yaşından küçük olmayan bu
kişiler, uzun süredir düzenli bir aile hayatından uzaktı ve yiyecek ve gıdaları
ise tam almaktaydılar. Her yönden rahat eden esirler, bir müddet sonra
cinsellik ihtiyaçlarını kendi aralarında gidermeye başlamıştı. Hatta bu tür
teklifleri kabul etmeyenlerden saldırıya uğrayanlar ve tecavüz edilenler nadir
de olsa olmuştu. Bu tür ilişkilerin artmasıyla çeşitli cinsel hastalıklar
ortaya çıkmış, sonrasında ordu emriyle yasaklanmış ve 6 ay hapse mahkûm edilme
cezası getirilmişti. Bu tür olaylar sona ermese de biraz azalmıştı.[164]
Kampta banyo için zemini beton
olan kabinler kurulmuştu. Her kabinde sıcak ve soğuk su bulunmaktaydı. Genelde
bu banyoları İngiliz subay ve erler kullanıyordu. Türklerde pek banyo yapma
alışkanlığı olmayıp ancak gusül için kullanılmaktaydı. Esirler arasında ancak
şehirli olan birkaç esir bu banyoları düzenli kullanmıştı. Türkler banyoda
genelde peştamal kullanıyor, bu duruma alışık olamayan İngiliz askerler bazen
şaka ile peştamalları çekip Türk esirlerin sünnetli olup olmadıklarına bakıyor
ve neden sünnetli olduklarını soruyorlardı. İngiliz yetkililer, sıcak yerlerde
kıllı olmanın zararlarından dolayı kılları tıraş etmeyi istemiş, bunun üzerine
İngiliz askerler şarkı ve marş söyleyerek birbirlerini tıraş etmişti. Bu durumu
ilk başta garip karşılayan Türk esirler de zamanla alışmıştı. Spor, futbol,
atletizm, atçılık gibi faaliyetler bu tür duyguların bastırılmasında etkili
olmuştu.[165]
Esirler kendi aralarında bazen
eğlenceler düzenlemiştir. Bu tür faaliyetlerden ve disiplinden İngilizler çok
memnun kalmış ve daha hoş görülü yaklaşmıştır. İngilizler ilk zamanlar esirlere
tahta ayakkabı, bezden işçi ceketi ve pantolonu verdikleri halde daha sonra
kendi askerlerine verdikleri ayakkabı, elbise, çorap, battaniye, yazlık ve
kışlık giyecek vermeye başladılar. Yiyecek olarak Hintlilere verilen acı
yiyecekler esirlere verilmişti. Türklerin de kendileri gibi bu tür yemeklere
alışık olmadıklarını anlayınca ve Türk esirlerin de şikâyetleri üzerine un,
pirinç, et, sebze, çay, şeker ve sigara vermeye başlandı. Sigara, içki,
konserve ve meşrubat kantinde esirlere satılmaktaydı. Esirler, herhangi bir
sıkıntı ve çözemedikleri bir durum olduğunda bu durumu komutanlara bildiriyor
ve bazen de sonuç elde ediyordu. Esirlerin başında Türkiye’de esir olarak
kalmış bir İngiliz de bulunmuş ve kendilerine Türkiye’de çok iyi muamele
edildiğini söyleyerek buradaki esirlerin durumuna gerekli hassasiyeti
göstermişti.[166]
Arapların Bağdat çevresinde
isyanları artınca, esir kampının Hinadi’de kalması tehlikeli görüldü ve 14
Haziran 1920 tarihinde esirler koruma amaçlı istasyona getirildi. Esirler
burada sıkı bir kontrol ve sayımdan sonra trenlere bindirildiler. Esirler, bir
ay sonra 10 gün kalacakları Kûtu’l-Amâre’ye ulaştılar. Özellikle, bu toprakları
savunurken şehit düşen askerler için yapılan anıtlar, bazı Arap gruplar
tarafından yakılıp yıkılmıştı. Nureddin Peker, İngilizlerden izin isteyerek bu
anıtları tamir etmiş hatta İngilizler de yardım etmişti. Kûtu’l-Amâre’de
kaldıkları süre boyunca Nureddin Peker verilen izin belgesiyle dışarıya
çıkabilmiş ve
İngilizler ile savaş yapılan
yerleri ziyaret etme fırsatı bulmuştu. Verilen belgede şu bilgiler yazmaktadır:[167]
“No: 43941 S.M. Sadık Nora (Sadık
oğlu Nureddin) 14.09.1920. Kamptan istediği zaman girmek ve çıkmakta
serbesttir. İzin verilmiştir. Geçişte ahbaplık etmesine, dost edinmesine
müsaade edilmeyecektir. Komutan Pavlord.”
Esirler,
25 Temmuz 1920 tarihinde Kûtu’l-Amâre’den ayrılarak 28 Temmuz günü Basra’ya
ulaştılar. Tüm esirler, sağlık kontrolünden geçirildikten sonra Hindistan’a
gönderilmek üzere SS Coconada isimli bir gemi ile 28 Ağustos 1920 günü yola
çıkarıldılar. Türkiye’ye gideceklerini sanan esirler geminin rotasının
değişmesiyle büyük bir hayal kırıklığı yaşadılar.[168]
1.2 Esir Osmanlı Askerlerine Karşı Uygulanan Kötü Muamele ve Hukuk
İhlalleri
İngilizler,
Çanakkale Cephesi’nde pek çok defa Cenevre Sözleşmesi’ni çiğneyerek ele
geçirdikleri esirleri öldürmüş veya ölümüne sebep olmuştu. Nitekim 21 Ağustos
1915’te İngilizlerin çekilmek zorunda kaldıkları Yusufçuk Tepesi’nde
elleri arkadan bağlanmış iki Türk
askeri şehit edilmişti. Osmanlı Hükûmeti, bu durumun uluslararası hukuk ve
insanlık değerlerine aykırı olduğunu belirten bir kınama yayınladı.109 [169]
Bunun yanı sıra, uluslararası hukuka göre esir alınan askerler cephe gerisinde
güvenli bir bölgeye götürülmeleri gerekirken Çanakkale’de esir düşen Türk
askerleri İngiliz askerler ile birlikte kazılan hendeklerde tuttular.[170]
Bu esnada, aşağıda görüleceği
gibi, İngiliz askerlerinin o yıllarda basına verdikleri demeçlerde ya da
anılarında Türk askerlerinin gönüllü olarak teslim olduklarını iddia edildi:[171]
“Bu savaşta pek bir keyif yok ama
bazen ufak bir ışıltı beliriyor. Bu ışıltılardan biri Çanakkale Boğazı’ndan
geliyor. Bazı İngiliz subaylar, Türk esirlerinin bazılarının kaçmasına izin
verselerdi, onlar yoldaşlarına kendilerine ne kadar iyi davranıldığını
anlatacaklardı ve Türk askerler yakalanma konusunda çok da gönülsüz
olmayacaklardı. Bu parlak plan suya düştü, çünkü kaçmaları için her türlü
fırsat tanınan ve hatta kaçmaları konusunda kendilerine tavsiyelerde bulunulan
Türk esirler, kendilerini kodese geri koymalarında ısrarcı oldular.”
Osmanlı Devleti, Çanakkale
Muharebeleri boyunca İtilaf Devletleri’nin savaş hukuku ihlali yaptığı
iddiasında bulunmuştur. Nitekim Başkumandanlık Vekâleti, uluslararası hukuka
aykırı esir almaların gerçekleştiği gerekçesiyle sık sık İngiltere’ye nota
vermişti. Verilen notada, savaş hukuku çiğnediği gerekçesiyle misilleme
yapılacağı da söylenmişti. New York Times gazetesine “Türkler Düşmanlarını
Suçladı: Misilleme Tehdidi” başlığıyla yansıyan bir habere göre Türkler,
kendilerinin savaş hukukunu çiğnedikleri iddiasını reddederek asıl savaş
hukukunu çiğneyen tarafın İngiliz ve Fransızlar olduğunu ileri sürmüşler, tam
20 maddelik savaş hukukunun çiğnendiğine dair olayları detaylı bir şekilde
anlatmışlardı. 10 Ağustos 1915 tarihinde Başkumandan Vekili Enver Paşa
tarafından Hariciye Nezaretine yazılan tezkirede bulunan 20 maddelik ihlal
notasındaki beşinci
madde,
savaş esirlerine uygulanan hukuka aykırı uygulamaya örnek verilebilir. Buna 113
göre:[172]
“9 Mayıs’ta düşman yetkilileri
ile ölü askerlerin gömülmesi ile ilgili anlaşmaları yapmak için gönderilen,
ateşkes flaması taşıyanlar esir alındı. İstanbul’daki Birleşik Devletler
Büyükelçiliğinin savaşan hükûmetler üzerindeki çabalarına rağmen ancak 15 gün
sonunda serbest bırakıldılar.”
Hariciye Nezareti Siyasi İşler
Müdürlüğünden 27 Eylül 1915 tarihinde Başkumandanlık Vekâletine gönderilen
yazıda Çanakkale Muharebeleri sırasında İtilaf Devletleri askerleri tarafından
Türk ölülerin gömülmesinin engellendiği ve savaş kurallarının dışına çıkılarak
Türk askerlerinin esir edilmesi anlatılmaktadır. Hariciye Nezaretinin iddiasına
göre 21 Ağustos’ta bir Osmanlı subayı ile Osmanlı sıhhiye heyeti azasından üç
kişi, ellerinde beyaz bayrak olduğu halde Çanakkale’deki İngiliz ordugâhına
giderek yaralıların toplanması ve ölülerin defnedilmesi konusunda müzakere icra
edeceklerini beyan ettiler. İngilizlere göre bu Osmanlı subayı teslim olmak
üzere geldiklerini, geri dönmeyeceklerini ifade etmiş ve yanındaki üç kişiyle
birlikte teslim olmuştu. Bu dört kişinin İngiliz savaş yerlerini müşahede etmiş
olmaları sebebiyle iadelerinin mümkün olmayacağının Osmanlı Hükûmetine tebliği,
İngiltere Dışişleri Bakanlığı tarafından Londra’daki Amerika Elçiliğine 26
Ağustos 1915 tarihli nota ile bildirildi.[173]
İngilizler, Çanakkale Cephesi’nde
esir aldıkları askerlerin bir kısmını Limni Adası’ndaki Mondros geçici esir
kampına sevk etmişlerdir. Mondros esir kampı, Çanakkale’de İngiliz ve
Fransızlar tarafından esir alınıp adaya getirilen esirler için ortak kullanım
amacıyla hazırlanmıştı. Bu esir kampı, Fransa idaresinde olsa da İngilizler
tarafından alınan esirlerin de bu kampa getirildiği olmuştu.[174]
Osmanlı Devleti değişik
zamanlarda verdiği sözlü notalar ile Fransız-İngiliz kuvvetlerinin, Limni
Adası’nda bulunan Mondros’ta Osmanlı esirlerine karşı insanlık dışı tutumlarına
dikkat çekmiştir.[175]
Buradaki savaş ihlalleri hakkında Osmanlı Devleti tarafından yapılan
başvurulara Fransa ve İngiltere ayrı ayrı cevap vermişti. Osmanlı Devleti ve
İngiltere arasında Mondros esir kamplarındaki esirlere kötü davranıldığına dair
Amerika Elçiliği aracılığıyla sık sık yazışmalar gerçekleşti. İngiltere,
Mondros’taki Türk esirlerin kötü muameleye tabi tutuldukları iddiasına ve
Osmanlı Hükûmeti tarafından uygulanacağı söylenen önlemlere ilişkin sert tepki
vermiş ve İstanbul’daki Birleşik Devletler büyükelçisinin, İngiliz esirlere
uygulanan kötü muameleyi tüm gücüyle protesto etmesini istemişti. İngiltere
Dışişleri Bakanı, Babıâli’nin Mondros’taki Türk esirlere uygulanan muamele ile
ilgili iddiaların yer aldığı ve ciddi misilleme tehdidi bulunan diplomatik
notası üzerine Çanakkale Boğazı’nda bulunan Akdeniz Askeri Güç Genel
Karargâhına bir araştırma yaptırarak konuyu geçiştirmişti.[176]
Esir kamplarının yerlerinin ve
tam adreslerinin belirtilmesi açısından esir mektupları önemli bilgiler içermektedir.
25 Ekim 1915 tarihinde Birinci Kolordu elbise ambarında müstahdem çavuş olarak
görev yapan bir kişi, kardeşine yazdığı mektupta adres olarak Limni Adası’nın
Mondros kasabasını göstermişti. Mektupta, Mondros’ta Osmanlı esiri olarak
bulunan Karamürselli Er Saidoğlu, İsmail Efendi’ye ulaştırılmak üzere 90 kuruş
gönderdiğini yazmaktaydı. Arşivlerde mevcut bulunan mektuplarda sıklıkla Limni
Adası’nda bulunan Mondros esir kamplarından bahsedilmiştir.[177]
Osmanlı Devleti, bir taraftan da
İstanbul’un Amerika Büyükelçiliği vasıtasıyla İngiltere Hükümetinden Çanakkale
Cephesi’nde kaybolan esirler hakkında bilgi istemektedir. Bu esirlerden birisi,
5. Kolordu, 14. Fırka, 41. Alay, 4. Tabur kumandanı İbrahim Namık Bey’in yaveri
Abdulvehhâb oğlu Teğmen Osman Sami Efendi’ydi. Osmanlı Devleti, Ekim 1915’de
adı geçen esirin, 8-9 Ağustos günlerinde küçük Anafartalar’daki muharebede
kaybolduğunu belirterek kendisinin hayatta olup olmadığı ve eğer esir ise hangi
kampta olduğuna dair bilgi istedi.
İngiltere Dışişleri Bakanlığı,
yaptıkları tahkikat sonucu 9 Mart 1916 tarihinde gönderdiği notada kayıp Türk
askeri Osman Sami Efendi’nin Mısır, Kefalos ve Mondros’taki kayıtlarda yer
almadığını bildirdi. Kayıp esirin İngiliz tarafından Mondros esir kampında da
aranması; bu kampın yönetiminde İngilizlerin de söz sahibi olduğunu
göstermektedir.[178]
Çanakkale Cephesi’nde kayıp olarak kayda çeken ve daha sonra esir olduğu
anlaşılan bir diğer esir; Ethem Hulûsi oğlu İbrahim Sırrı’dır. İbrahim Sırrı,
Çanakkale Muharebesi’nde kaybolmuş ve durumu bilinmediği için Jandarma Personel
Başkanlığınca kayıplar arasında sayılmıştı. Ancak annesi Nefise Hanım bir
dilekçeyle oğlunun Kahire’de Mehmed Ali Paşa Kalesi’nde esir olduğunu bildirmiş
ve İbrahim Sırrı esirler arasına dâhil edildi[179]
Osmanlı Devleti’nin Amerika’nın
İstanbul Büyükelçiliği aracılığıyla İngiltere Hükûmetini uluslararası hukuka ve
Lahey Konferansı’na aykırı olarak esirlere kötü muamele etmesi sebebiyle pek
çok kez protesto ettiği yukarıda zikredilmişti. Osmanlı Arşivinde bulunan belgelerde
bu notaların daha çok Çanakkale’de İngilizler ve Fransızlar tarafından esir
edilip Mondros ve Sakız Adası’na gönderilenler ile Süveyş Kanalı’nda esir
edilip Mısır’a gönderilen subay ve askerlerin oldukları görülmektedir. Ayrıca
İngilizler tarafından tutuklanan Karadeniz vapuru mürettebatına dair notalar da
arşiv belgelerinde yer almaktadır.[180]
Bu yerler, esaret altına alınan askerler için hazırlanan geçici kamplardı.[181]
İngiltere Hükûmeti, 14 Ekim 1915
tarihinde savaş esirlerine yapılan muamele ile ilgili Osmanlı Devleti’nin 15
Eylül ve 10 Ekim tarihli sözlü notalarına cevap olarak yine Amerika
Büyükelçiliği aracılığıyla Babıali’ye bir nota iletmişti. Söz konusu notada,
Mondros’taki Türk esirleri ile ilgili olarak İngiltere Hükûmeti, kötü muamele iddiasına
daha önce detaylı bir biçimde cevap verildiğini bildirdi. İngiltere Hükûmeti,
İngiliz güçleri tarafından tutuklanmış Türk esirlerin kötü muameleye maruz
kaldıkları iddiasının tamamıyla gerçekdışı olduğunu beyan etti. İngiltere
Hükûmeti, kamplarda bulunan Türk esirlerin Amerikan konsolosluklar ve
diplomatik görevliler tarafından teftiş edilmesine itiraz etmemekteydi Buna
karşılık olarak Osmanlı Hükûmetinden bu diplomatik görevlilere, ne zaman
isterlerse Türkiye’de tutuklu bulunan İngiliz savaş esirleri ziyaret etme ve
denetlemeleri için her türlü kolaylığı sağlamasını talep etmekteydiler.122
[182]
İngiltere Hükumeti, Limni,
Gökçeada ve Bozcaada garnizonlarının durumu hakkındaki planlarını Osmanlı ile
yapılacak barış görüşmelere bağlamış ve bu bağlamda adadaki esirlerin durumu da
gündeme gelmişti. Ayrıca Osmanlı ile barışın nihayete erdirilmesinde yaşanan
gecikmeler sonucunda İngiliz Deniz Kuvvetleri, Limni, Bozcaada ve Gökçeada’nın
1 Kasım 1919’da Yunanistan’a devredilmesini ve bu tarihten önce Limni’de bulunan
Türk savaş esirlerinin geri gönderilmesinin mümkün olacağını belirtti. Bir
karara varma sürecini hızlandırmak için Paris’te gerekli adımların atılması da
talep edildi. Buradaki temel amaç adalarda bulunan Türk esirlerin bir an önce
geri gönderilmesi ve sonrasında da adaları geçici veya sürekli olarak
ivedilikle Yunan kontrolüne geçirmekti. Fakat Osmanlı ile bir barış
antlaşmasının imzalanmasının yıl sonuna kadar mümkün olmayacağı bilinmekteydi.
Yunan Hükûmeti, Bozcaada’da 1912’den beri dalgalanan Yunan bayrağının İngiliz
yetkililerin emriyle yerinden kaldırılması sebebiyle şikâyet etmekteydi.[183]
İngiliz Deniz Kuvvetlerinin İstanbul Yüksek Komiserliğine gönderildiği yazı
adada 7.000 savaş esirinden bahsetmektedir. Sıradan savaş esiri oldukları
anlaşılan 7.000 Türk esirin 1 Kasım 1919’dan önce Limni’den geri gönderilmesi
amaçlanmaktaydı.[184]
Osmanlı Hükumeti, Çanakkale’de
İngiliz ve Fransızların eline düşen Türk askerlerinin, Limni Adası’nda bulunan
Mondros esir kampına götürüldüğü ve burada savaş kanunlarına aykırı olarak
insanlık dışı muameleye maruz kaldıkları konusunda endişelerini sıklıkla dile getirdiği
yukarıda söylenmişti. Esir askerlere besin olarak kuru ekmekten başka bir şey
verilmemekte, esirler normal bir insanın fiziki kapasitesinin sınırlarını son
derece aşan işlerde çalışmaya zorlanmaktaydı. Esirler kamplarda bulundukları
süre boyunca ağır işkence ve baskılar altında bırakıldılar. Bu ağır baskı ve
işkence, yerel halkın gözleri önünde cereyan ediyordu. Üstelik subaylara
işkence yapan gardiyanlara herhangi bir uyarıda bulunulmuyordu. Osmanlı’nın
iddiasına göre İngiliz-Rus-Fransız orduları tarafından esir alınmış Osmanlı
askerlerine karşı vahşilik bakımından en eski zamanlar bile geride
bırakılmıştı. Bu tip davranışlar, Türkiye’ye sempati beslemeyen dış basın ile
kimi tarafsız ülke gazetelerinin hoşnutsuzluklarını ifade etmelerine sebep olacak
kadar ileri bir seviyeye ulaşmıştı.
İngilizler, Çanakkale
Muharebelerinde ele geçirdikleri esirlerin bir kısmını hastane gemileri ile
Mısır’a nakletmişti. Esirlerin nakli Dangola, Voldivia, Dover Castle ve
Alavinia isimli gemilerle Mısır’a; Soudan ve Morea isimli gemilerle Malta’ya
yapılmıştı. Hastane gemileri yetersiz kaldığında Hint şirketlerinden gemiler
kiralandı. Seyahat kısa sürse de S.S. Seang Choon ve S.S. Seang Bee isimli
kiralanan bu gemilerin şartları çok kötüydü. S.S. Seang Choon gemisi için Anzak
askeri dahi pislik içinde, pire, hamamböceği ve farelerle dolu ifadesini
kullanmıştı. Hastane gemisi ile nakledilen esirlerin, bu gemilerin
güvertelerinde seyahat ettikleri de olmuştu. Her şeye rağmen bu esirler, savaş
gemilerinin kapalı, havasız ambarlarında, sıkışık bir vaziyette eziyet içinde
seyahat eden askerlere göre daha şanslıydı. Esirlerin taşındığı Seang Bee
isimli gemi ise kullanılmayacak kadar eskiydi. Esirler, geminin alt bölümlerine
yerleştirilmişti. Bir Türk subayı da esirleri idare etmekle görevlendirilmişti.
Her şeye rağmen Türk esirler, sevk sırasında İngilizlere karşı itaatsizlik
yapmamışlar, gemi kurallarına aynen uymuşlardı. Nakledildikleri sırasında
ambarı ve masaları dahi temizlemişlerdi. Sadece sabahları temiz hava almak için
kısa süre güverteye çıkarılmaktaydılar. Muhafızlara, gemide sınırlı sayıda
tahliye sandalı bulunması sebebiyle yangın çıkması veya geminin bombalanması
durumunda esirlerin bulunduğu ambarın kilitlenmesi ve tüm esirler öldürülmesi
emri verilmişti.[185]
Yukarıda bahsedilenler göz önüne
alındığında İngilizlerin kendilerinin de kabul ettiği gibi uluslararası
anlaşmaları ihlal ettiği anlaşılmaktadır. Oysaki uluslararası hukuk, savaş
esirlerinin insani biçimde muamele görmelerini gerektirmekteydi. Ayrıca
uluslararası hukuk, savaş esirlerinin ölçüsüz ve aşırı olmamak şartıyla
bayındırlık işlerinde çalıştırılabileceğini kabul etmiş, bunun aksine savaş
operasyonları ile ilgisi olan işlerde çalıştırılmalarını yasaklamıştı.
Esasında, IV. Lahey Sözleşmesi’ne eklenen ek 6. maddesinde, subaylar hariç
savaş esirlerinin rütbe ve yeteneklerine göre güçleri nispetinde işçi olarak
kullanılabileceği söylemektedir. Bu maddede yapılacak işlerin savaş
operasyonları ile ilgili olmayacağı kararı ise açıktır. Aynı yönetmeliğin 7.
maddesi, hükûmetin, hükmü altında olan savaş esirlerinin beslenmesinden sorumlu
olduğu, taraflar arasında özel bir anlaşmazlık olmadığı sürece, savaş
esirlerinin, besin, yatacak yer ve giyim-kuşam bakımından onları tutuklayan
birliklerle aynı muameleyi görecekleri şartını getirmişti. Bu durumda, yukarda
yazılan sebeplerden ötürü ilgili devletlerin üç kez ihlali söz konusuydu. Sonuç
olarak Osmanlı Devleti, tüm bu savaş ihlalleri sebebiyle Anglo-Fransız askeri
otoritelerinin Osmanlı savaş esirlerine karşı insanlık dışı tutumlarını
şiddetle kınamaktaydı.126 [186]
İngiltere, Balıalinin iddiaları
ilgili olarak soruşturmalar yaptığını bildirdi. Çanakkale Boğazı’ndaki
kuvvetlerin başındaki komutana göre Babıâlinin ileri sürdüğü, insanlık dışı,
aşırı çileli işçilik ve yetersiz yiyecekle ilgili şikâyetler asılsızdı. Yapılan
ayrıntılı araştırmalar sonucunda, söz konusu iddialara hiçbir dayanak
bulunamadığını söyledi. Esirler arasında sadece iki ölüm gerçekleşmişti.
Ölümlerin biri zatürre, diğeri de kalp krizi sonucu olmuştu. Esirler tatminkâr
görünmekteydi. Onlara sağlanan en iyi şartlardaki gözetim ve davranışla
birlikte durumları çok iyi idi. Ayrıca bisküvi yerine ekmek, daha fazla sigara
verilmesi, bazı durumlarda fazladan giyecek gibi küçük isteklerin yerine
getirilmesi gibi cömertlikler İngiliz yetkililerinin çabalarıyla gerçekleşti.
Esirlere yaptıkları tüm işler karşılığında ödeme yapılmaktaydı ve bu ödemelerde
bir sorun yoktu. Lahey Sözleşmesi’nin hükümlerince, savaşın başından beri Türk
esirlere yapılan muamele tamamen insani ve kurallara tam uygun bir şekilde
devam etmekteydi.[187]
Osmanlı Devleti Bombay’da
çatışmada zapt edilen Karadeniz vapuru mürettebatına yapılan muameleyle
Mondros’ta tutulan esirlerin tedavisinde gösterilen ihmalden de şikâyet
etmiştir. 19 Ocak 1916 tarihinde İngiltere Hükûmeti Savaş Bakanlığından Osmanlı
Devleti’nin sözlü notasına karşılık ayrı bir savunma daha gönderildi. Savunma
Bakanlığı, 26 Ekim 1915 tarihli Hariciye Nezaretinden gelen Limni’deki Türk
savaş esirlerine yapılan sözde kötü muamele ile alakalı olarak Türkler
tarafından öne sürülen iddia üzerine bir rapor sundu. Söz konusu raporda,
Akdeniz Seferi Kuvvetleri komuta generali tüm iddiaları reddetmişti. Rapora
göre bu esirler iyi doyurulmakta, barınma ihtiyaçları iyi bir şekilde
karşılanmakta ve her adama ihtiyacı olduğunda bol ve ayrıcalıklı giyecek
verilmekteydi. Bu esirlere sert davranıldığı iddiasının kesinlikle hiçbir
dayanağı yoktu ve onların genel tavrı gördükleri muameleden memnun olduklarını
göstermekteydi.[188]
İngiltere askeri yetkilileri
tarafından iki devlet arasından imzalanan antlaşma gereği yurda dönen Gelibolu
Seyyar Jandarma Taburundan Mülazımı evvel Abdürrahim Efendi esaretten döndükten
sonra 3 Mart 1919 tarihinde esirlerin kamplara nakilleri sırasında yaşadıkları,
kamplarda iskânları, iaşe ve giyecekleri hakkında önemli bilgiler vermiştir.
Abdürrahim Efendi ifadesinde 3 Ağustos 1918 tarihinde Gelibolu Kireçtepe
mevkiinde İngilizlere esir düştüğünü, sevki sırasında üzerinde bulunan 350
kuruş kıymetinde asker kol saatinin, altın olarak 18 Osmanlı lirasının, bir
adet Nagant rovelver tabancasının ve altılık dürbününün “souvenir
(hatıra)” denilerek İngiliz askerleri tarafından alındığını, büyük bir
karargâh içindeki beş altı metre serbestlikte tel örgüsüne sevk edildiklerini
anlatmıştır. Abdürrahim Efendi, burada bulunan tabursuz subaylardan Yüzbaşı
İbrahim Efendi ile karşılaşmış ve kendisiyle birlikte İmroz Adası’na sevk
edilmişti. Adada, esirler için yapılmış 20 ile 30 metre mesafeye sahip bir tel
örgüsüne konulmuştu. Orada bulunan beş altı kadar esir subay ile bir hafta
sonra Mısır’a hayvan ve nakliye malzemelerine mahsus bir tüccar gemisiyle
İskenderiye’ye gönderildi. İskenderiye’den istasyona gelinceye kadar İskenderiye
sokaklarının değişik mahallerinden ahaliye teşhir edilerek istasyona ulaştılar.
Tren olmadığından sivil esirler mahpushanesine gitmek üzere Kızılhaçın
otomobilleri yerine yük otomobili ile sevk edildiler. Orada bir gece kaldıktan
sonra esirlerin ısrarıyla gidilecek istasyona kadar Kızılhaçın otomobili
kullanıldı. Ardından trenle Kahire’ye yola çıkıldı. Kahire’ye yarım saat
mesafede 128
Napolyon Kalesi’nin yakınında
bulunan Mehmed Ali Paşa Kalesi’nde hapsedildiler. 40 kadar esir subayın bulunduğu
hapishane tel örgüleriyle çevrelenmişti. Bilahare Seydi Beşir’in sahil kısmına
ve oradan da sahilden yarım saat mesafede inşa edilmiş kamplara nakledildiler.
Abdürrahim Efendi yurda dönüşe kadar bu kamplarda bulunduktan sonra malul
olarak (sakat) 14 Aralık 1918 tarihinde Türkiye’ye döndü. Esirler süngülü
askerler muhafazası tahtında İskenderiye rıhtımına kadar sevk edildikten sonra
Kızılhaç vapuruna bindirilmiş, ardından vapurun iskeleye bakan merdivenine
Hintli süngülü bir nöbetçi ikame edilmişti.129 [189]
Prince of Wales gemisinde Yüzbaşı
Brian O'Farrell Gregory, tuttuğu günlüğünde bir Türk esirinden bahsetmektedir.
Gregory, Nisan 1915’de yapılı bir Türk esirin gemiye getirildiğini yazmaktadır.
Türk askeri, hâkî renginde çadır bezini andıran gömlek ve pantolon giymekteydi.
Başına bir bez bağlayan Türk askerinin ayağı çıplaktı. Esir İngilizler
tarafından esirlerin öldürüleceği fikrindeydi ve her an öldürüleceği korkusuyla
yaşıyordu. Gemide alıkonulan esire yemek verilmiş ve karnı doyurulmuştur.[190]
Türk esirlerinin savaş
meydanından alınıp sürekli kamplara yerleştirilinceye kadar geçen dönemde,
Fransız ve İngiliz birlikler tarafından insanlık dışı muameleye tabi
tutulduklarına dair Osmanlı Hükûmetinin iddiaları ve buna dair verdiği notalar
dünya basınına da yansımıştır.[191]
Türk yetkililerin İngiliz esirlerine karşı muamelesi, İngilizlerin Türk
esirlere karşı kötü muamelede bulundukları iddiası sonrası değişmişti. Albay
Murdoch’un Londra Hastanesinde Avustralyalılar ile yaptığı görüşmede,
bacağından yaralı olan ve Gelibolu’da 1915 Ağustos’ta esir edilen Davern isimli
İngiliz esiri, başta orta düzeyde muamele gördüğünü, ancak İngilizlerin Türk
esirlere kötü muamele ettikleri ortaya çıkınca, gördüğü muamelenin oldukça sert
bir hale geldiğini iddia etmiştir.[192]
İngiliz yetkililer ise Türk esirlere Fransız ve İngilizler tarafından insancıl
bir şekilde davranıldığını ve zorla çalıştırılmadıklarını ileri sürdüler.[193]
İngilizler, yaralı Avusturyalı, Macar ve Türk askerler için çeşitli bakım
evleri açmaya yönelik çalışmalar yaptıklarını da Osmanlı Hükümetine ilettiler.[194]
İngiliz askerlerinin Türk
esirlere dair izlenimleri savaş sonrası gazetelere verdikleri mülakatlara veya
yazdıkları hatıratlara yansımıştır. Türklerin 5.000 askerinin silahları ve
yiyecekleriyle birlikte esir olduğunu söyleyen bir İngiliz askeri, gördükleri
iki Türk esirin haline acımakta ve açlık sınırında yaşayan askerlerin nasıl
savaştıklarını sormaktaydı. Türk ordusundaki askerlere verilen kumanyalar,
günlük adam başı, üç matara su ve küçük bir unlu kekten oluşmaktaydı.[195]
Bir başka İngiliz askeri, yaklaşık 900 kişilik Türk esirinden oluşan bir
kalabalık gördüğünü söyleyerek esirlerin durumunu“Zavallı dilenciler tamamen
bitik halde” diyerek açıklıyordu.[196]
İngiliz askerleri, Türk
askerlerin ya kendilerinin teslim olduğunu ya da yakalandıklarına sevindiğini
iddia etmekteydi. Her ne kadar kendisi teslim olan bir askerin söylediği sözler
tam olarak ciddiye alınamasa da İngiliz askerilerine göre Türk askerler
yakalandıkları için memnundu. Güvertede duran ve dertlerini anlatacak kadar
yeterli İngilizce konuşabilen 18 Türk esiri, İngiliz askerlere savaştıklarını
ancak yakalandıklarından memnun olduklarını söylemişti. İngilizler, kendisi
teslim olan esirlerin ifadelerini propaganda amaçlı kullanarak düşmanı hor
gördüğünü ve düşmandan üstün olduğunu iç kamuoyuna göstermeye çalışmaktaydı.
İngiliz yönetimi, sadece cephede değil halkına ve dünyaya karşıda savaş
psikolojisini iyi kullanmıştır.[197]
Bir diğer İngiliz askeri,
yakalanan iki Türk esirin kendiliğinden teslim olduğunu söylememiştir. Türk
esirlerden birisi bir çanta taşımaktadır. Bomba ihtimaline karşı, İngiliz
askeri çantayı kontrol etmiş ve çantada gördükleri İngiliz’i çok şaşırtmıştı.
Çantada yaklaşık iki haftalık kuru ekmek bulunmaktaydı. Bu durum karşısında
karargâhta Türk esirlere 48 saat boyunca yetecek yiyecek verilmişti. Yine
İngiliz askerinin anlatımıyla beş saat süresince oldukça dost canlısı
olmalarına rağmen Türkler Alman subaylar tarafından tekmelenmiş ve yüzlerine
vurulmuştu.[198]
Tüm yapılan bu iyiliklere rağmen bir İngiliz subayın ifadesine göre
Gelibolu Cephesi’nde bir Türk esiri yaralarıyla ilgilenmekte olan doktoru
vurmaya teşebbüs etmişti.[199]
Esir kamplarında görevli Hintli
askerlerin İngiliz askerleri ile kıyaslandığında Türk askerlerine karşı çok
öfkeli ve acımasız oldukları bir gerçekti. Esir alınan ve güvertede bekleyenler
arasında birkaç Hintli asker birçok kez Türk askerleri öldürme girişiminde
bulunmuştu. İlk teşebbüste Türklerle konuşmaya çalıştığını söylemiş ve bir süre
geçtikten sonra ayağa kalkıp bıçağını hızlıca çekip öldürecekken bazı
Avustralyalılar tarafından zamanında yakalanarak engellenmişti.[200]
Anzak Koyu’nda ele geçirilen
bütün Türk esirlere istedikleri yere gitme özgürlüğü verilmişti. İngiliz
yetkililer, Türk esirlerin kaçmasını ve birliklerindeki arkadaşlarına
kendilerine ne kadar iyi davranıldığını anlatmalarını istemişti. Ancak
Türklerin hiçbiri kaçmak için endişeli değildi. Hatta bir Türk esiri, fırsat
olsa tüm Türk askerlerin silahlarını bırakıp teslim olacaklarından emin
olduğunu ifade etmişti. Sonuçta Türk esirler, İngilizlerin kaçma teklifini
kabul etmediler. Hatta İngilizler bir adım daha da ileri giderek Türk esirleri
uygun bölgelere götürerek kaybolmalarını beklemişti.[201]
İngilizlerin bunu yapmaktaki amacı birliğine kaçan her esirin kendisine nasıl
davranıldığını anlatmalarını ve onların da teslim olmasını sağlamaktı. Mesela,
bu esirlerden birisi de Edebiyat Fakültesi mezunu bir kişidir.[202]
Türk esirler savaşı kınamaktadır. Bay Ashmead Barlett, Londra basınına verdiği
beyanında, Türk esirler hakkında şu sözleri söylemişti:[203]
“Yüzlerce silah ve binlerce parti
küçük cephanelik ele geçirdik. Ele geçirilen her tüfek bir esir kadar iyidir,
çünkü düşmanın yalnızca sınırlı sayıda tüfeği vardır... Ele geçirilen esirler
çok karışık uyruklarda imparatorluğun her yerinden geliyor, subayların çoğu
birkaç aydır görevde ve genç ve tecrübesizdi. Onlar genellikle Gelibolu’da olan
hiçbir şeyi kendi çevreleri haricinde önemsemiyordu. Her biri,
müttefiklerimizin tüm esirleri öldürdüğü yönünde bilgilendirildiklerini tekrar
tekrar söylüyordu. Bu nedenle, kendilerini büyük bir nezaketle iyi muamele
görüp iyi beslenir bir durumda bulduklarında, yakalandıkları kişilere sonsuz
minnettar oldular ve böyle adil olmayan bir savaşı lanetlediler. Onların çoğu
iyi giyimli ve şu an çok iyi beslendiklerini ifade etmektedir.”
İngiliz basınının, Gelibolu’da
üstün oldukları propagandasını basın yolu ile yaymaya çalıştığı açıkça
anlaşılmaktadır. Mesela Brisbane Courier gazetesi Gelibolu’da Türk kayıplarının
çok büyük olduğunu ileri sürmüştü. Türklerin ölülerini gömmekten ve ölülerin
kötü kokusundan dolayı duydukları rahatsızlık ve sıkıntı, İngiliz siperlerinden
bile rahatlıkla görünüyordu. İngilizlerin ele geçirdiği siperlerden
bazılarındaki koku kesinlikle katlanılmazdı. Türklerin bu kokuya nasıl
katlandıklarına şaşmaktaydılar. Siperlerde 1.000’den fazla Türk esiri
çalıştırılıyor ama iyi de davranılıyordu. İngilizlere göre esirler tatmin olmuş
ve yeterince mutlu görünmekteydi.[204]
Daily Chronicle’s’ın Midilli’deki
muhabiri, Çanakkale’den getirilen Türk esirlerin iyi beslendiğini ve Gelibolu
Yarımadası’ndaki cehennemden kurtulduklarından dolayı neşeli olduklarını ifade
etmiştir. Esirler, Türklerin üstünlüğünün azaldığını, bu cephede, yeni
birliklerin her zaman cephede olmasını sağlayacak birçok değişiklik yapılması
gerektiğini ifade etmişlerdi. Cephe saldırıları artık kesilmişti. Esirlerin
sayısı, İtilaf Devletlerinin çalışmalarından korkulduğunun önemli bir
göstergesidi. Bazı Türk esirler, Alman karşıtı duygular içindeydi. Birçok Alman
esir, duraksayan Türkleri tabancalarıyla öldürdükleri için intikam olarak
Türkler tarafından öldürülmüştü. İstanbul’da nüfusun büyük bir bölümü, devrim
için yani askeri parti ve Alman amirlerini devirmek için hazırdı. Birçok savaş
karşıtı ayaklanma gerçekleşmişti.[205]
Süvari Birliğinden Geo S. Miller
Gelibolu’dan yazdığı mektubunda Türk esirlerine karşı davranışları hakkında
şunları belirtmişti:[206]
“Gördüğüm
ve bildiği kadarıyla Türkler dürüstçe hareket ediyor. Türk esirlerimize iyi
davranıyoruz ve bizimkilere de benzer şekilde davranılmasını bekliyoruz. Öğrenebildiğimiz kadarıyla onlar oldukça iyi
davranıyor. Sakatlanma hikâyeleri ve özellikle kaybolma hikayeleri ilişkileri
daha çok endişeli hale getiriyordu. Anlatılan birçok hikâye çirkin abartılardan
ibaretti. Kahire’deki tüm hastanelerde sakatlanan tek bir adam yoktu ve burada
da olduğunu hiç duymadım.”
Değişik sebepler ile esaretten
dönen subayların bir kısmının esaret hayatındaki izlenimlerine dair ifadelerini
içeren raporlar, kolordular tarafından Başkomutanlık Vekâletine gönderilmiştir.
Bu raporların çoğunda, esir olarak muhtelif garnizonlarda bulunan subayların
sayı ve isimleri ile hayat ve ölümlerine dair bilgiler yer alıyordu. Bu tür çok
sayıda rapor vekâlete gönderilmiş ve esirlerin yaşamak zorunda kaldıkları
esaret hayatı hakkında bilgiler elde edilmiştir.[207]
14 Alay
Makineli Tüfek Bölüğü Kumandanı Nazım ve Yüzbaşı Sadık efendilerin 7 Temmuz
1919 tarihli ifadelerinden öğrenilmektedir ki alayları teslim olduktan sonra
14. Alay, 7. Bölükten subay adayı Sârim mızrakla şehit edilmişti. Diğer subay
adayı Hasan Efendi de mızrakla yaralanmıştı. Ayrıca 14. Alay 1. Bölükten Yusuf
Ziya ve Makineli Tüfek Yedek Subay Refik Efendi, İngilizler tarafından darp
edilmiş ve yaralanmıştı. Yüzbaşı rütbesinde bulunan bir subaya 1.840 kuruş
kadar para verilmiş, bu paradan da yemek parası kesilmişti. Temmuz 1919 tarihi
itibariyle Basra’da 500 kadar subay ve 8.000 kadar er bulunuyordu. Bunlardan Iraklı
olanlar ve Hıristiyanlar terhis edilmişti. Esir askerler Bağdat ve Basra
yollarında çalıştırmıştı. En son esir olan 14. Alay ile birlikte sivil esirler
de dâhil Basra kamplarında toplam esir sayısı 50.000-51.000’i bulmuştu.
Basralılar Osmanlı Devleti tarafında olup burada Türk Muhipleri Cemiyetini
teşkil etmişlerdi. Bu cemiyet esir erlerin işlerini kolaylaştırıyordu.
Bağdatlılar İngilizlerden fazlaca korkmakta ve Musul’un, Şerif Hükûmetinin
eline geçeceğine kanaat getirmiş olduklarından da Arap Hükûmetini
desteklemekteydiler. Bunlardan hariç Kut’ül- Amare ve Bağdat civarında bazı
aşiretler ise İngilizler ile çarpışma içindeydi.
Ellerindeki mitralyöz toplarını,
firar eden Osmanlı askerleri idare etmişti. Buradaki halk da esir askerlerden kaçanların
işlerini kolaylaştırmakta ve yardım etmekteydi.[208]
Esaretten firar ederek
Diyarbakır’a gelen Teğmen Hamdi Efendi, 16 Temmuz 1919 tarihinde verdiği
ifadesinde Hintli askerlerin esirlere davranışlarını anlatmıştır. Hintli
Müslümanlar, Müslümanlar ile savaşmamak ve savaş sonunda Hindistan’a
bağımsızlık verilmesi şartıyla İngilizlerin yanında savaşa dâhil olmuş ve ele
geçirdikleri Türk esirlere İngilizlere göre kısmen daha iyi davranmışlardı.
Hatta Müslüman esirler ile tanıştıkça ilgileri ve yardımları daha da artmıştı.
İngiliz askerlerine rağmen Türk esirlere yardımı kesmemişlerdi. İngilizler
bunun üzerine Mecusileri muhafız olarak görevlendirdiler.[209]
İngiltere’nin uluslararası hukuka
aykırı olarak savaş esirlerini öldürdüğü arşiv belgelerine de yansımıştır.
Örneğin, Diyarbakır’dan 13. Kolordu Kumandan Vekili Ahmed Cevded Bey’in Harbiye
Nezaretine gönderdiği şifreli telgrafta 27 Nisan 1918’de İngiliz Süvari
Kuvvetlerinin Irak Cephesi’nde Tuzhurmatu Muharebesi’nde geri çekilmekte olan
5. Piyade Alayının 1. ve 3. Taburu askerlerini esir aldığı yazılmaktadır.
Yaklaşık 250 muharip asker İngilizler tarafından esir edilmesi gerekirken
İngiliz Süvarileri tarafından yol üzerinde kılıçtan geçirildi. Bu olay,
Babıâli’ye Tabur Kumandanı Yüzbaşı Yusuf Ziya Efendi tarafından bir rapor ile
de bildirilmiştir.[210]
İngiliz Süvari Kuvvetleri’nin 27
Nisan 1918’de geri çekilmekte olan 5. Piyade Alayı’nın 1. ve 3. Taburu
askerlerini esir aldığı sırada esirler arasında bulunan ve sonradan firar ile
orduya dâhil olan Yüzbaşı Şakir Efendi’nin verdiği ifadeye göre Tuzhurmatu’da
esir olan subayların cepleri İngilizler tarafından yoklanarak altın paraları
alınmıştı. Kolordu Vekili Ahmed Cevded, ifadelerden oluşan raporunda esirlerin
yaşadıklarını şöyle anlatmaktadır:[211]
“Bu raporlara nazaran esarete
düşen efrâd ve zabıtamızın üzerleri taharri edilmiş ve mûmâileyhimin üzerindeki
30 Osmanlı lira efrâd tarafından alınmıştır. Bundan başka zâbitânımızın
üzerlerinde saatler cebri bir sûrette alınmıştır. Hatta bir mülâzım Abdülkadir
Efendi’nin gayet büyük Lonjin saatini Ayıntab’da[212]
bulunan yüzbaşı rütbeli hâkim siyaseti tarafından cebren alınmıştır.
Esir efrâd ve zâbitânımız hayvan
tavlalarında yatırılmış ve şiddetli ve hararetli sıcaklarda yürütülmüştür.
Üçüncü kolordu inzibat memuru Bağdatlı Mülâzım-ı evvel Ali Efendi yürüyüşte
şemsden vefât etmiştir. [...] şiddetinden dolayı yürüyen koldan ayrılmak
isteyen esir zâbitânımız İngilizlerin muhafaza neferleri tarafından el ve
ayakla tekmelenmiştir.
Hayvan tavlalarında üstü ve altı
açık yatırılan efrâd ve zâbitânımız def-i hacet için hârice gönderılmeyıp
tavlada def-i hâcet ettirilerek müzahrafatı efrâdımız vasıtasıyla dışarıya
attırılmıştır.”
Esirlerin kamplara nakilleri
hakkında bilgi veren 1. Bölük 1. Alay Yüzbaşı Mehmed Şakir Efendi, esir düştüğü
günü ve sonrasını tüm detaylarıyla anlatmıştır. 28 Nisan 1918 tarihinde
Tuzhurmatu ve Yenice’de İngilizlerle vuku bulan muharebede esir düşen tüm subay
ve askerler, otomobillerle Ayn-ı Leyla’ya sevk edildi. Burada, esirlerin
üzerleri, kim olduğu bilinmeyen üstünde gömlek altında pantolon bulunan bir
İngiliz tarafından aranmıştı. Mehmed Şakir’in üzerindeki 30 Osmanlı lirası
saymadan yağma eder gibi alınmıştı. Esirlerin boynuna esaret numarası asılmış,
bu muamele tüm subaylara da tatbik edilmişti. Esirlerin el konulan parasından,
sorumlu komutanın haberi bile yoktur. Paraları alan kişiler, rütbesiz asker ya
da yedek subay olup paraları adeta gasp eder gibi kapmışlardı. Paralarının
Bağdat’a ulaşıldığında iade edileceği söylenmiş, fakat bu hiçbir zaman
gerçekleşmedi. İngiliz askerleri, Türk askerlerinin paralarıyla beraber değerli
saat ve eşyalarına herkesin gözü önünde el koydular. Hatta Mülâzım Abdülkadir
Efendi’nin gayet pahalı Lonjin saatini Ayn-ı Leyla’da[213]
bulunan bir yüzbaşı tarafından cebren almıştı. Tüm esirler, bir gün sonra
Tuzhurmatu’dan yük otomobilleriyle Ayn-ı Leyla’ya sevk olundu. Burada 2 Mayıs’a
kadar kalınmış ve subaylar hayvan tavlasında yatırılmıştı. Esirlere günde dört
peksimet ve bir konserve kutusu iaşe veriliyordu. Subay ve askerler, tuvalet
için dışarı bırakılmamışlar, tavlalar içinde ihtiyaçları gidermişler ve
pislikler Türk askerlere taşıttırılarak çöle doldurulmuştu. Mayısın dördüncü
günü, 61 subay ve 800 nefer iki postaya bölünerek gönderildi.
Yüzbaşı Mehmed Şakir Efendi, bazı
subaylar ve fıtık hastalığından muzdarip 6. Alay 1. Tabur Kumandanı Binbaşı
Hasan Salih Bey diğer postada sevk edildi. Çöl sıcağında Halis çayının doğusuna
ve Deli Abbas’ın takriben üç kilometre kadar kuzeyindeki bir mahalle
nakledildiler. Tüm subaylar, taşınabilir şahsi eşyalarını omzunda taşımak
zorunda kalmıştı. Susuzluk tesirini etkili bir şekilde göstermekteydi. Hatta
13. Kolordu Anbâr Memuru Bağdatlı Üsteğmen Ali Efendi susuzluktan yolda vefat
etmişti. Bazen sıcaklığın şiddetinden boğulma durumuna gelen subaylar yürüyüşe
ara vermek zorunlu kalıyordu. Duruma aldırış etmeyen İngiliz askeri, subayların
ensesine yumruk ve arkasına tekme ile vurarak yerine itiyordu. 4/5 Mayıs gecesi
Mansûriyyetü’l Cebel’e üç saat mesafede bir yerde yatırılmışlardı. İngilizlerin
elinde birçok boş çadır olduğu halde subaylar, şiddetli bir yağmurun altında
askerler ile birlikte açık bir alanda yatırıldılar. İki gün sonra 6/7 Mayıs
gecesi ise subaylar tel örgü ile çevrilmiş Mansûriyyetü’l-Cebel’de üç direkli
çadırda, askerler açıkta yatırıldılar. Yedinci gün tüm askerler Yakube’ye sevk
edildiler Burada 7/8 Mayıs’ta tüm subay ve askerler elbiselerini çıkararak
temizlendiler.154 [214]
Esaretten dönen esirlerin
ifadelerine bakıldığında, İngilizlerin davranışlarında herhangi bir problem
görmeyen esirler de mevcuttu. Askeri garnizonlardan gelen ve esaretten dönen
esirlerin durumlarını anlatan raporların bazıları bu duruma örnektir. Gemlik
Asker Alma Şube Başkanı binbaşı imzalı bir belgede, Ağustos 1919 tarihinde
kendi bölgelerinde esarette bulunan subay ve askerin olmadığı belirtildikten
sonra esirlere uygulanan işlem konusunda bilgi vermiştir. Binbaşı, tüm diğer
esir ifadelerinin aksine daha önceden geri dönen esirlerden alınan bilgilere
dayanarak esaret altında bulundukları dönemde esirlere iyi bir suretle
bakılmadığına ve iaşelerinin yetersiz olduğuna dair bir bilginin bulunmadığını
ileri sürmüştür.[215]
14. Alay Kumandanlığında görevli
Süleymaniye hudut taburundan kıdemli yüzbaşı, esaret sonrası Nisan 1919
tarihinde verdiği ifadesinde İngilizlerin esarete düşmüş Türk subay ve erlerine
yaptıklarını en ince detayına kadar anlatmıştır. Kendisiyle beraber esir düşen
10 kadar memur ve 10 kadar subay, 27 Kasım 1918’de Kerkük’te süvari kışlasına
konulmuştu. Erler ise bir bodruma yerleştirilmişti. Tabur kumandanı yüzbaşı,
Kerkük siyasi sorumlusu yüzbaşıya bir Ermeni tercüman aracılığıyla esirlerin
kaçmayacağı garantisini vermesine rağmen üstelik yüzbaşının tabur kumandanı
olduğunu bildiği halde eli ile iteklemişti. Bu sırada iki taraf arasında ciddi
bir arbede yaşanmıştı. İngiliz askerleri subayları zorla odalara yüzbaşıyı ise
iterek bodruma kapatmıştı. Olayı pek çok Kerküklü ahali de seyretmişti. Esirler
önce dize kadar iki üç adım su içinden geçerek dar ve alçak bir kapıdan
bodrumdaki mahpushaneye götürüldüler. Subaylar bir tarafta, erler bir tarafta
hepsi tamamen umutsuzluk ve hayal kırıklığı içinde dışarıda ne olduğunu
bilmeyerek bir saat kadar bodrumda kaldıktan sonra hâkim yüzbaşı çağrılmış,
subaylar bodrumdan çıkarılmış, erler ise tüm ısrarlalar rağmen bu yerde sabaha
kadar aç ve susuz bırakılmıştı. Tabur kumandanının ailesi civar bir medreseye
gönderilmiş ve İngiliz askerleri çizmedeki mahmuzlar dâhil tüm eşyalarına el
koymuştu. Bir ere kendi parası ile çarşıdan ekmek aldırdıktan sonra ailesinin
yanına medreseye gitmiştir. Bu arada bir iki İngiliz süvari çavuşu göğsündeki
nişanlarla ayağındaki mahmuzları ısrarla istemeye devam etmişti.[216]
Esaretten firar ederek 22 Temmuz
1919 tarihinde birliklerine dönen 12 askerin ifadesi 13. Kolordu komutanı albay
tarafından alınmış ve Harbiye Nezaretine 31 Temmuz 1919’da gönderilmişti. Adı
geçen kişiler, Mart 1918 tarihinde esir olduklarını ve su ihtiyaçları
giderilmeden uzun yol yürütüldüklerini, birçok askerin susuzluktan yollarda
baygın bir halde kaldığını söylediler. Hint esir karargâhında açıkta kalan
erlerden on dokuzu soğuk ve yağmurdan müteessir olarak bir gecede vefat
etmişti. İngilizler, esirleri Bağdat’a getirdiklerinde esirlerin kıyafetlerini
kasten pejmürde bir soktular. Bu halde topçu erlerini de ayırarak esirleri
topların namluları üzerinde Bağdat’ın merkezinde ve Hıristiyanların yaşadıkları
yerlerde gezdirdiler. Askerlerin Ermeniler ve Hıristiyanlar tarafından hakarete
uğradıkları, esir oldukları zaman paraları ve kıymetli eşyalarının gasp edildiği
ve sonrasında paraları noksan olarak iade edildiği ifadeleri arasında yer aldı.[217]
Hicaz 22. Fırka 125. Alaydan
hesap memur yardımcısı Bursalı Halil oğlu Mehmed Nuri Efendi, 30 Eylül 1917’de
Kesre’de İngilizlerle yapılan muharebede esir düştüğünü ve esarette
yaşadıklarını 2 Ağustos 1919 tarihinde verdiği ifadesinde ayrıntılı olarak
anlatmıştır. Esareti esnasında pek çok sefalete maruz bırakıldığını gibi esir
olduğu dördüncü güne kadar ekmek ve erzak yüzü de görmemişti. Dördüncü günden
sonra verilen ekmek ve katık ise darı ekmeğiydi. Ayrıca esirlere hiç su
verilmemesi sebebiyle pek çok esirin susuzluktan baygın bir surette kaldığı
görülmüştü. Esirlere çok fazla şiddet uygulandı ve çoğu dövüldü. Ayrıca
Mısır’da zorla bir subay yere yatırıp soyulmuş ve paraları alınarak küçük
düşürülmüştü. Hatta yolda yürürken herhangi bir esir hasta olup yürüyemez hale
gelirse öldürülüyordu. Taburun imamı dahi öldürülmüştü. Kantara’da karantinada
kaldıkları dokuz günde subaylara verilen erzak, şekersiz çay, soğan ve biraz sebzeden
oluşuyordu.158 [218]
Fırat Grubu 64. Alay, 1. Tabur
tabip yüzbaşının, esaret sonrası verdiği ifadesinden 29 Eylül 1917 tarihinde
Ramadi’de bütün grubuyla birlikte esir olduğu anlaşılmaktadır. İngilizlerin
hatıra diyerek esirlerin eşyalarına el koyma haricinde muameleleri genelde
olumsuz değildi. Basra’daki subay ve erlerin hâlleri acınacak duumdaydı.[219]
Esaretten dönen 14. Kolordu
emrinde görevli Harputlu Teğmen Hamdi Emin Efendi, 11 Temmuz 1919 tarihli
ifadesinde, subay ve erlerin esir bulundukları kamplarda yaşadıklarını kısaca
özetlemektedir. 30 Ekim 1918’de İngilizlere esir düşmüş, yaralı olması
sebebiyle bir süre Şirkat Hastanesinde tedavi olmuştu. Askerlerin ele
geçirilmesi sonrası, İngiliz askerleri önce saat, dürbün ve mahmuz gibi kıymetli
eşyaları topladılar. Kısa süre tedavisi sonrası, Tikrit yolu ile önce Bağdat’a,
ardından Basra’da İngiliz Hastanesine nakledildi. Seyahat süresince ahali ile
görüştürülmediler. Türk askerlerinin esir olmasına sebep, bir Türk subayının
düşmana sığınmasıydı. 43. Alaydan bir müfreze Mülâzım-ı evvel Hayri Efendi
kumandasındaydı ve sonradan düşmana firar etmişti. Esir karargâhında fotoğraf
işleri ile uğraşan Hamdi Emin Efendi, İngiliz subay ve çavuşlarından
İngilizlere sığınan Hayri Efendi hakkında bilgi sahibi olmuştu. Hayri Efendi,
Türk güçleri hakkında tüm bilgileri en ayrıntılı bir şekilde İngilizlere bir
bir anlatmıştı. Bir diğer ihanet eden kişi ise Süleymaniyeli Binbaşı Rıza
Bey’di. Grup esir olduktan sonra Bağdat esir karargâhına vardıklarında, Rıza Bey’in,
birçok subayı Hükûmet aleyhinde hezeyana sevk ettiği ve hatta Iraklı subayları
toplayıp hususi konferans verdiği görülmüştü.[220]
Hamdi Emin Efendi, Basra’da esir
karargâhında bulunduğu sıralarda Hintli çavuş, erler ve sivil ahali ile
görüşmelerinden öğrenmiştir ki İngilizler, harbe sevk etmezden önce Hintli
askerlere, İslamlara karşı harp ettirmeyip sadece Almanlara karşı muharebe
ettireceği sözü verilmiş ve harp sonunda Hindistan’a bağımsızlık verileceğini
vaat etmiştir. Hint Müslümanların reisi, savaş sırasında bağımsızlık isteğinde
bulunduğunda İngiliz valisi tarafından davet edilerek katledilmişti.[221]
Dicle grubu nakliye katarı tabip
yardımcısı ve Dicle sıhhiye başçavuş yardımcısı, Ekim 1918 tarihinde Dicle
grubunun nasıl esir olduğunu anlatmıştır. 2930 Ekim 1918 günü sabahı düşmanın
taarruzuyla grup alayın 4. Avcı Taburu, teslim olduklarına dair beyaz mendil ve
benzeri şeylerle düşmana kendilerini göstermişti. Askerler, silahlarını yere
bırakarak gelen müfrezeye teslim olmuştu. Teslimi müteakip esirler düşman
tarafından bir hakarete maruz kalmadılar. 31 Ekim günü Şirkat’a sevk edildiler,
burada askerlerin ve subayların çoğu muayeneden geçirilerek üzerinde ne varsa
el konuldu. Şirkat’ta hastanelerde hasta ve yaralıların tedavileri iki gün
içinde yapıldıktan sonra Türk esirleri peyderpey otomobiller ile Bağdat’ın
kuzeyinde Tikrit’e sevk edildiler. Tikrit’ten tren ile Bağdat ve bilahare
Basra’ya nakledildiler. Cenevre Sözleşmesi gereğince, geri dönüş için önce
Musul’a, oradan da 25 Haziran 1919’de arabalar ile üç günde Timurkapı’da teslim
edildiler ve Mardin’e getirildiler.[222]
Teslim olan askerler, amele
taburları haline getirilerek ve yeniden elbise verilerek, Tikrit-Musul tren
hattında ve gerekli görülen yerlerde, kanal açtırmak gibi vazifeler ile
görevlendirilmişlerdi. Erlere umumiyetle ihtiyacı olan gıdası günlük olarak
verildiği halde subaylara erzak hususunda gayet az ve gıdasız yemekler
verilmişti. Para hususunda da 30, 50, 60, 90 rupi veriliyordu ki bir rupi 10
kuruşa karşılık gelmekteydi. Basra’da subaylara gecelik, tabak, çatal gibi
Kızılhaçın hediyelerinden verilmiş ise de çoğunlukla Basra’da çadır altında
dört tarafı tel ile kapalı bir yerde pek işe yaramamıştı.[223]
Musul ve Halep’ten sorumlu Dicle
Grubu nakliye katarı tabip muavini, esaretten sonra yaşadıklarını ifadesinde
anlatmıştır. 30 Ekim 1918’de şafakla Grup Kumandanlığından Katar Kumandanlığına
telefonla gelen emir üzerine tüm subay ve erler birlikte teslim olmuştu. Çölde
bekleyen diğer kıtalar ile birleşerek Şirkat’a hareket edildi. Teslim sırasında
hiçbir esirin bir eşyası alınmadığı gibi herhangi tahkir edici söz de sarf
edilmemişti. Fakat Bütün Katar subayları binek ve yük hayvanları ile kafileye
iştirak etmiş ve yol boyunca ateşperest Hinduların hakaret içeren bakışları
altında ilerlenmişti. Esirler Şirkat’a varışta, terk edilmiş hastanelere tedavi
amaçlı yerleştirildiler, kısım kısım taburcu edildikten sonra Dicle kenarında
bulunan esir karargâhına gönderildiler. Burada 23 gün kadar kalınarak 24 Kasım
1918’de üç postada doktorlar, hastabakıcılar ile bütün askerler otomobiller ile
Tikrit’e sevk edildiler. Burada da sağlam ve hastalara Hint erzakı verilmişti.
Günlük 30 km yol gidildi. Tikrit’e varışta ilk önce hayvanlar teslim alınmıştı.
Tabip muavini menzil hastanesi sertabibi vasıtasıyla hastaneye davet edilmiş ve
burada savaş konusu hiç açılmamıştı. Hastanede hasta ve yaralılar rahat
etmişlerdi. Tren ile Bağdat’a hareket edildiler ve Kerare esir garnizonuna
yerleştirildiler. Burada Musevi, Hıristiyan, Ermeni, Türkler ve sıhhiye
askerleri ayrıldılar. Yollarda erzak çok boldu ve kısmen taze sebze de
verilmişti. Bağdat esir garnizonunda yarım ekmek, bir patlıcanın üçte biri,
yarım soğan, bir çorba kaşığı tereyağı, zayıf ve uygun olmayan kuzu eti, 30
gram kadar peynir, elli gram tatlı ve her hafta kırk kadar sigara veriliyordu.
20 Ocak 1918’de Basra’ya sevk edilmek üzere garnizon terk edilmiş ve Kerare
iskelesinde 56 numaralı Hindistan vapuruyla Basra’ya hareket edilmişti. Erzak
yine çok boldu. Esirler, Basra’ya yakın ve Makine denilen mevkideki esir
garnizonuna konuldu. Ortalık kış ve mevsim yağmurlu olduğundan, kamp pek
perişan ve burada yaşamak ise mümkün değildi. Hatta yedek subaylara tahsis
edilen yer henüz yapıldığından günlerce yağan şiddetli yağmur toprağı ıslak bir
hâle getirmişti. Yedek subaylar, ıslak toprak üzerine çadır kurup bir battaniye
ile yatmağa mecbur kaldı. Ancak bir süre sonra tüm ısrarların ardından yedek
subaylara da sedye verildi. Subaylar İngiliz erzakı ve yedek subaylar Hint
erzakı alıyordu ve bundan dolayı durumları subaylardan daha iyiydi. Asker
günlük dörder saat çalıştırılmaktaydı. 2 Ocak 1919 tarihinde iade edilmek üzere
esirler kamptan terhis oldi. 11 subay ve 11 er trene binerek Amâre’ye, sonra
deniz vapuruyla Kût’e; oradan da yine trenle Bağdat’a ulaştılar. Ne kamplara
getirildiklerinde ne de ayrılırken herhangi bir kötü muamele olmamıştı. 16 Ocak
1919’da Musul’a gitmişler, 9 Şubat 1919’da Musul’da terk edilen hasta ve
yaralıları teslim almışlardı.[224]
Dicle Grubu başhekiminin ifadesi,
esirlerin esaret sonrası yaşadıklarını göstermesi bakımından önemlidir.
Başhekimin ifadesine göre esirler Basra’dan esirlerin bulunduğu mahalle kadar
on kilometrelik mesafeyi yürüyerek kat ettiler. Karargâhın bulunduğu mahal
kurutulmuş bataklık olsa da bir yağmur yağdığı zaman hareket etmek neredeyse
imkânsız hale geliyordu Umumiyetle yüksek rütbeli subay ve askerler çadır
altındaydı. İaşeler noksan olduğundan insanın hayatını devam ettirmesi âdeta
imkânsızdı. İlk başta giden kafilenin yüksek rütbeli subaylarına 70, subaylara
50 rupi verilmiş; yeni gelen kafileye herhangi bir ödeme yapılmamıştı. On üç
gün kadar Basra’da kaldıktan sonra başhekim terhis için iki binbaşı, bir
yüzbaşı ve bazı subaylarla birlikte Bağdat’a döndü. Bağdat esir karargâhında,
Musul, Kerkük, Süleymaniyeli yirmi kadar subay ve er bulunuyordu. Bağdat ve
Suriyeliler terhis edilmişti. Yirmi beş gün kadar Bağdat’ta tel örgüsü
içerisinde kaldıktan sonra Bağdat’a dönen sıhhiye bölüğü heyeti, tren ile
Fetha’ya, oradan da yürüyerek Musul’a sevk edilip serbest bırakıldılar.
Başhekim, Basra ve Bağdat ahalisiyle temas edememişti. Buna rağmen elde ettiği
kesin bilgiye göre Basra Hükûmeti Osmanlı Hükûmeti tarafındaydı. İslam Cemiyeti
adına bir cemiyet teşkil etmişer ve firar eden Osmanlı subaylarına yardım
etmişlerdi.[225]
Basra karargâhında on bir gün
kalındıktan sonra sıhhiye heyeti trenle Amâre ’ye, Amâre ’den vapurla
Kûtu’l-Amâre’ye, buradan da yine trenle Bağdat’a getirilmişlerdi. Basra’da
subayların bulundukları muhitin şartları bir insanın yaşayabilmesi açısından
çok kötüydü. Teğmen ve yüzbaşılara aylık 90, üst rütbeli subaylara 100 rupi
verilmekte, fakat iaşeleri için verilen erzak bu paradan kesilmekteydi.
Basra’daki esir subaylar bu şartlar altında ciddi sıkıntılar çektiler. Esir
erlere ise herhangi bir ödeme yapılmamıştı. Esirler kısmen çalıştırılmış ve
iaşeleri nispeten önceye göre daha iyiydi. Buradan Musul’a getirilen esirler
beş ay burada serbest kaldılar. İngilizlerin Irak’ta halka karşı umumiyetle
acımasızca davranmaları burada değişik sınıflardan ahali ile temas eden
esirleri çok mutsuz etmişti.[226]
İngilizler ellerine geçen Osmanlı
esirlerini kamplara yerleştirme veya Hindistan’a sevkleri sırasında Türkler ile
diğer milletlerin arasını açmak istemiş, bu amaçla kampları milletlere göre
oluşturmuştu. Ayrıca Başkumandanlık Vekâletinin 19 Temmuz 1915 tarihli
tezkeresinde İngilizlerin, Osmanlı esirlerini Türk, Arap, Kürt olarak tefrik
ettikten sonra Hindistan’a ayrı ayrı mahallere sevk ettiği de görülmektedir.
İngilizler Araplara daha gayet iyi davranırken Türklere kötü muamelede
bulunmuştu. Subayların Sünni mi?, Şii mi? olduklarını, siyasi cemiyetlerden
hangisine mensup bulunduklarını öğrenmek istemişlerdi. İttihatçı ve Sünni
olanlara çok şiddetli muamelede bulunulmaktaydı. Tüm bu bilgiler firar edip
gelen esirlerin ifadelerinden de açıkça çıkarılmaktadır. Osmanlı Devleti,
esirlerin millet ve dinlere göre ayrılmasının uluslararası hukuka uygun
olmadığı gerekçesi ile İngiltere’yi protesto notosu vermişti. Arap esirler bir
mecidiye karşılığında serbest bırakılmaktaydı. Türk esirler hapsedildiği halde,
Arap esirlere fazlasıyla hürriyet bahşedilmekteydi.[227]
Kamplarda esirlerin sevkleri
sırasında milletlerine göre ayrılmasından, Diyarbakır’dan 13. Kolordu Kumandan
Vekili Ahmed Cevded’in Harbiye Nezaretine gönderdiği şifreli telgrafta da söz
edilmektedir. Dicle grubu ile esir olan Yedek Subay Mülâzım Pertev Efendi, bir
Hintli askerin yardımıyla 20 Ocak 1919 tarihinde Bağdat’tan firar ederek
Urfa’ya gelmişti. Verdiği ifadeye göre 1 Kasım’da Dicle Grubu ile esir olan
subay ve askerler Bağdat’ta milliyetlerine göre ayrılarak 20 Kasım 1918
itibaren Basra istikametine sevk edilmiş, oradan da Hindistan’a
gönderilmişlerdi.[228]
Osmanlı Devleti, İsveç Devleti
aracılığıyla İngiliz Dışişleri Bakanlığına 18 Ekim 1917’de Ramadi’deki İngiliz
güçleri tarafından esir edilen Osmanlı subaylarına ve askerlerine uygulanan
muameleyi protesto eden diplomatik bir notayı göndermişti. Osmanlı nota ile,
Ramadi’de ele geçirilen Türk askerlerinin çoğunun ölüme terk edilmiş
olmalarından ve hayatta kalanlara da kötü davranıldığından dolayı şikâyette
bulunmuştu. Ramadiye’de esir olan subay ve erlerin büyük çoğunluğunun
İngilizler tarafından süngülendikleri, sağ kalanların sağlık koşulları yetersiz
şartlarda iskân ve iaşe edildikleri, günlerce aç bırakıldıkları, subayların
tahkir ve darp edildikleri Altıncı Ordu Komutanlığından bildirilmişti.[229]
Kut’ta hayatta kalanlara uygulanan muamele bakımından Lord Newton, Osmanlı
Hükûmetinden gelen bu tür bir yazının münasebetsizlik olduğunu ve Askeri İdare
Kurulu tarafından gerekli cevabın verileceğini söylemişti. Lord Newton’a göre
Osmanlı Devleti, İngiliz savaş esirlerine uyguladıkları insanlık dışı
muameleden dikkatleri başka yöne için böyle bir nota vermekteydi. Lord
Newton’un ardından söz konusu nota Askeri İdare Kurulu tarafından 8 Aralık 1917
tarihinde incelenmiş ve 25 Aralık 1917’de Osmanlı Devleti’ne gönderilmişti.
Askeri İdare Kuruluna göre Ramadi’de İngiliz birlikleri tarafından ele
geçirilen herhangi bir Türk veya başka bir savaş esirinin öldürüldüğü iddiası
gerçek dışıydı. Her rütbedeki yaralı ve hasta Türk savaş esiri, İngiliz
yaralılar ile aynı şartlarda taşınmışlardı. İngiliz birliklerin işgali
sırasında Ramadi’deki sıhhi şartları acınası bir haldeydi. İngilizler
tarafından bu bu şartlar ivedilikle iyileştirilmiş ve su temini sağlanmıştı.
Türk komutan kendi evinde, subaylar geniş bir kahvehanede ve diğerleri de bir
kervansarayda konakladılar. İngiliz bir subay şikâyetleri dinlemesi için görevlendirilmiş
ancak esirlerin hiçbiri herhangi bir şikâyette bulunmamıştı. Çok kısa zamanda
kendileri için hazırlanmış kalacakları yere gelmeden önce her biri muayene
edilmiş ve ardından motor ile taşınmıştı. Görevlilerin istismar edildikleri ve
onlara saldırıldığı iddiası bütünüyle temelsiz olup subayların küçük
düşürüldükleri iddiası ise temelsizdi. Aksine kendilerine mümkün olan en
insancıl şekilde muamelede bulunulmuştu. Bunun aksi hiçbir şekilde iddia
edilemezdi. Türk komutan ve onun tuğgenerali Bağdat’ta General Maude tarafından
ağırlanmış ve görmüş oldukları iyi muamele için müteşekkir olduklarını
bildirmişlerdi. Kurul, Lord Newton’un bu temelsiz iddialara karşı duyduğu
üzüntüyü paylaşmaktaydı. Ayrıca Mezopotamya Komuta Genel Subayı tarafından Türk
komutana daha önce iletilen Tikrit’te esir alınırken soyulan ve İngiliz güçler
tarafından iyileştirilen İngiliz yaralılarla ilgili de şikâyette bulunuldu.
İngiltere Hükûmeti Türkler tarafından çoğu öldürülmüş olan Kut Karargâhındaki
askerlerden başka Türkiye’deki İngiliz savaş esirlerine uygulanan insanlık dışı
kötü muameleye de dikkat çekmek istiyordu. İngiltere Hükûmeti aylar boyunca
toplanan kanıtlar neticesinde bu durumdan haberdar olmuştu.[230]
İstanbul’daki Amerika
Büyükelçiliği, 8 Aralık 1916 tarihinde Londra’daki Amerika Büyükelçiliğine,
Mezopotamya’dan Burma’ya gönderilen Osmanlı savaş esirlerinin yaşadıkları ile
ilgili Hilal gazetesinde çıkan bir yazının çevirisini iletmiştir. Bu yazıya
göre Burma’dan dönenler hakkında Tanin gazetesinin editörü Cemil Hakkı Bey,
Irak’ta tutulan eşit sayıda hasta İngiliz esir karşılığında takas edilen
Osmanlı esirlerini ziyaretine dair izlenimlerini taşıyan yazılar yazmıştı.
Hayatlarının uzun bir döneminde gördükleri işkence ve kölelik sonrasında
anavatanlarına geri dönmüş olan bu mutsuz sürgünlerin aldığı en büyük ödül
tahliyeleri olmuştu. Cemil Hakkı Bey, tahliye iznini almış ve apar topar
evlerine gitmekte olan bu esirlerden bazılarıyla tanışma fırsatı bulmuştu.
Güneş yanığı yüzlerinde beliren kırışıklıklar, doğumlarından esaretlerine kadar
uzanan sürede yeteri kadar acıya katlandıklarını anlatmaktaydı. Hakkı Bey’in
görüştüğü esirlerden beşi Osmanlı müfrezesindendi. İkisi Cemil Hakkı Bey’in
hemşerisi, diğerleri Konya, Perlepe, Üsküp vb. yerlerdendi. Nasıl esir
düştükleriyle ilgili neredeyse hepsi aynı olan hüzünlü hikâyelerini Hakkı Bey’e
anlatmışlardı. Müfreze komutanı emir subayının anlattığına göre 11/12 Nisan
1914 gecesi düşman Basra yakınlarındaki Chouaibe bölgesine saldırmış, Türk
askerler buna ancak üç saat direnebilmiş ve gün batımında dağların yamacına
çekilmişlerdi. Düşmana tekrar saldıran Türk birlikleri, İngiliz süvarileri
tarafından çevrelenmiş ve esir alınmıştı. Hepsi Türklere karşı çok vahşiydi.
Küçük bir birliğin direnişi karşısında çok öfkeliydiler. İngiliz askerler tüm
Türk esirleri öldürmeye
niyetlenmişler fakat Müslüman Hintli askerlerinin siperlere gelişi bu vahşete
engel olmuştu.[231]
Esir alınan Türk askerlerin
etrafı süngülü askerler tarafından çevriliydi. Hintli Müslüman askerler
tarafından tutulanlar nispeten mutluydu. Avustralyalı ya da İngiliz askerlerin
elinde kalanlar işkence acısını çekiyordu. İngiliz muhafızlar burada esirlerin
yağmurluklarını ve para keselerini aldılar. Esirler, sonrasında dikenli telle
çevrili bu alandan ayrılarak Chouaibe’ye gönderildiler. Üç gün boyunca yemeksiz
ve susuz bırakılıldılar. Günlerdir aç susuz bekleyen esirler, sevinçle birkaç
İngiliz askerin su kavanozlarıyla gelişini görmüşler, İngilizler ise Türklerin
sabırsızlıkla kavanozları kapışmasını ve ağızlarına götürmelerini alay ederek
ve gülerek işlermişlerdi. Verilen su berbat ve çok tuzlu bir karışımdı.
İngilizler, esirlerin suyu içemediklerinden ötürü çok eğlenmekteydi. Açlık ve
susuzluk esirlere çok acı çektirmiş ve geceleri ortaya çıkan sis, esirleri soğuktan
titretiyordu. Bazı esirler yeri kazarak biraz su bulmuş ancak o su da çok tuzlu
çıkmıştı. Askerlerin birçoğu susuzluktan hayatını kaybediyor İngilizler ise bu
sorunla ilgilenmiyordu. Ancak iki gün sonra esirlere az miktarda içme suyu
verilmiş ve dikenli tel üstünden esirlere biraz bisküvi atılmıştı. Bu durum,
İngilizleri çok eğlendirmiş ve Türklerin acınacak haldeki hallerinin
fotoğraflarını çekmeye başlamışlardı. Dört gün sonra esirlere az miktar un da
verilmeye başlanmış fakat esirler ekmek yapmaya vakitleri bulamadan kamptan
ayrılmışlardı.[232]
Basra yakınlarında yere uzanmış
esirler adeta ölümüne yorgundu. Aniden kaldırılarak ellerine kelepçe vurulmuş
ve ikişerli olarak bağlanmışlardı. Gece esirlere biraz içme suyu ile biraz pide
da verilekte, yorgunluktan ölen esirler güç bela pideyi ağzına zor koymaktaydı.
İngiliz subaylara yine eğlence çıkmıştı. Esirlerin bazıları dizanteriden ve
bazıları da kelepçeyle bağlandığı talihsiz refakatçinin sürekli onu çekmeye
zorlamasından acı çekmekteydi. Bu durum korkunç bir acıya neden oluyordu.
Gecenin sisi gündüzün terini tamamlamış ve esirlerin tamamı içler acısı bir
şekilde öksürüğe yakalanmışlardı.[233]
Osmanlı Ordu-yı Hümayunu
Başkumandanlığı Vekâleti, 22 Temmuz 1915 tarihinde Hariciye Nezaretine
gönderdiği bildiri ile İngilizlerin Türk esirlere karşı yaptıkları vahşetten
şikayet etmişlerdir. Bu ayrımcılık devam ederse aynı muamelenin İngiliz
esirlerine uygulanacağı Amerikan Elçiliği aracılığıyla İngiltere Hükümetine
bildirildi.[234]
Bu karar ardından 9 Ekim 1915
tarihinde Babıâli Hukuk Müşavirliği, İngilizlerin esirlere karşı yaptığı
ayrımcılığa yönelik kendilerine sorulan soruya görüş bildirdi. Esirlerin
milletlere, mezheplere ve siyasi görüşlerine göre ayrılmasının uluslararası
hukuka aykırı olduğu belirtildi. 1907 tarihli İkinci Lahey Konferansı, Dördüncü
Mukavelenameye bağlı nizamnamenin dördüncü maddesine göre harp esirlerine
insanlığa yakışır şekilde muamele edilmesi, yedinci maddesine göre de harp
esirlerine iaşe ve iskân hususunda kendi askerleri ile aynı şartlarda muamele
gerektiğini hatırlattıktan sonra İngiltere’nin bu tutumunun protesto edilmesi
kararlaştırıldı.[235]
İstanbul Deniz Müzesi Komutanlığı
Arşivinde bulunan bir diğer belge, Marmaris Gambot çarkçısı Üsteğmen Bahriyeli
Mustafa oğlu Hüseyin (Limni) Efendi hakkındadır. Hüseyin Efendi’nin özlük
dosyasından kendisinin Dicle Cephesi’nde 3 Haziran 1915 tarihinde vuku bulan
Marmaris Gambotunun muharebesinde esir düştüğü anlaşılmaktadır. 19 Haziran 1920
tarihinde esaretten dönen Hüseyin Efendi için esir kamplarına gidene kadar
yolda geçen dönem çok zorlu olmuştu.[236]
Irak’taki esirlerin diğer
bölgelerdeki esirlerden bazı farklıkları olmuş ve İngilizler de bu farkı bazen
kabul etmiştir. Nitekim 20 Nisan 1917’de savaş esiri Türk askerlerine ve
Mezopotamya’da savaş esiri olan sivil görevlilere ödeme yapılması gündeme
gelmişti. Mezopotamya’daki esirler diğer bölgelerdekilerden farklı görülmüş,
ödeme yapılması için geçerli sebeplerin olduğu kabul edildi. Ancak
Mezopotamya’daki bu kişilere ödeme yapılırsa Filistin, Hicaz veya herhangi
başka bir ülkedeki savaş ve sivil savaş esirlerinin de benzer taleplerine karşı
koyma olanaksız hale gelecekti. Bu sebeple bu bölgedeki esirlere de herhangi
bir ödeme yapılamadı.[237]
Bağdat’ın kuzeyinde, Türk esir
grupları, çöl üzerinden 1.000 mil yürütülmüşler ve sık sık muhabirler
tarafından görüntülenmişlerdi. Bazı durumlarda, esirler hastanelerden az sayıda
giyecek eşyasıyla serbest bırakılmışlardı. Ermenistan’dan dönmüş olan Harbord
heyetine kinin ve yiyecek için yalvarmışlar ve bazen hasta olan esirler
otomobil ile en yakın köye taşınmışlardı.[238]
Osmanlı esirlerine karşı yapılan
muamele, İngiliz basınını da meşgul etmiştir. İngiltere Parlamento üyesi Lord
Robert Cecil, The Times gazetesine verdiği demeçte, ellerindeki Türk savaş
esirlerinin iyi bir muameleye tabi tutulduğunu söylemişti. Ayrıca Osmanlı
Hükûmeti bu kamplara ilişkin ABD yetkilileri tarafından hazırlanan ve
İstanbul’daki Büyükelçiliği tarafından zaman zaman iletilen raporlarla
bilgilendirilmişti.[239]
Teğmen Gani Bey[240],
Mısır esir kampları gibi yakın bir kampa değil Burma gibi son derece anavatana
uzak bir kampa gönderilmişti. Gani Bey’in Burma’da kaleme aldığı anıların ilk
sayfasında yazdıkları esarete düşmeden önce karşılaştıkları manzaraya dair
dehşet verici bilgiler vermektedir. Birlikleri, ileri yürüyüşleri sırasında
ricat halindeki birlikler ile karşılaşılmışlardı. Türk askerleri kendilerine
verilen tayınları paylaşmakta ve yorgunluktan daha lokmalarını yutmadan uyuya
kalmaktaydı. Geri çekilen askerler öyle perişan haldedirler ki yorgunluk ve
bitkinlikten yemek yememekte ve uygun bir gölgelikte uyumaktaydı. Bu perişan
askerlerin durumu hakkında kurmaylar tarafından müzakereler yapılmış ve ileri
harekât sırasında birleşen birliklerin harekât tarzı belirlenmişti. Birlikler
iki ayrı yöne doğru hareket etmişlerdi. Gani Bey’in birliği askerlerin
çekildiği yöne, geri çekilen birlikler ise Gani Bey’in geldikleri tarafa
yönelmişti. Boşaltılan bölgeye yönelen Gani Bey’in birlikleri birkaç saatlik
yürüyüşten sonra İngiliz birlikleri ile karşılaşmıştı. Fakat İngilizlerle
mücadele edecek ellerinde ne yeterli cephane ne de yiyecekleri vardı. Akşama
doğru İngilizler ellerinde beyaz bayrakla iki asker gönderip teslim olmalarını
istemiş ve başka çareleri kalmayan Gani Bey’in içinde bulunduğu Türk birlikleri
18 Haziran 1915 günü 80 askerle beraber savaştıkları Kûtu’l-Amâre ’de
İngilizlere teslim olmuşlardı.
Esirlerin bazıları, özel
kuvvetler olarak Teşkilat-ı Mahsusiye tarafından İngilizleri arkadan çevirmek
için gönderilmişti. Yiyecek olarak sadece kuru peksimet ve bir yudum sudan
başka bir şey bulamayan Osmanlı ordusunun dayanacak gücü de kalmamış ve teslim
olan askerler Mısır’a değil Burma’ya gönderilmişlerdi. Kumandanlarla yapılan
görüşmeler sonrasında nakliye araçlarına bindirilerek bilmedikleri bir yerdeki
esaret kampına götürüldüler. Asker kafilesi ikiye ayrıldı. Üst rütbeli
subaylarla yolculuğa dayanamayacak kadar hasta olanlar, Kûtu’l-Amâre’de
bırakıldılar. Askerler ya bölgedeki esir kamplarına ya da Mısır’daki kamplara
gördürüleceklerini tahmin ediyordu. 107 kişilik esir kafilesinde en üst rütbeli
Gani Bey’di. Esirler uzun bir yolculuktan sonra gemilere bindirildiler.
Esirlere pranga vurulmamış, gemiye binince İngiliz kumandan uzun bir konuşma
yapmış, Mısırlı bir rehber de Türkçeye çevirmişti. Komutan disipline uyulduğu
takdirde esirlerin rahat edeceklerini, aksine bir hareketin veya firarın asla
affedilmeyeceğini kesin bir dille belirtmişti. 700 kişiden oluşan Türk esir
kafilesi Thatmyo’daki İngiliz karargâhının idaresindeki etrafı dikenli tellerle
çevrili kampa yerleştirilmişti.[241]
İran, Kafkasya ve Irak
cephelerinde çarpışmış ve Irak’ta İngilizlere esir düşmüş Muhiddin Erev’in
içinde bulunduğu birlik çok büyük zayiat vermiş, alay subaylarından Nuri Bey,
sağ kolunu bir kılıç darbesiyle kaybetmiş, alay kumandanı Aziz Bey ise yine bir
Hintli süvarinin kılıcı ile şehit olmuştu. Esaret hatıralarını kaleme alan
Muhiddin Erev ise kaçamamış ve teslim olmak zorunda kalmıştı. Muhiddin Bey
esirlere uygulanan muamelelere dair çarpıcı bilgiler aktarmaktadır.
Şöyle ki Muhiddin Erev ve
arkadaşları Hintli süvarilerin emri ile dörderli bir kol oluşturmuş ve
yürüyerek İngiliz zırhlı otomobillerinin bulunduğu yere gelmişlerdi. Sağ kolu
bileğinden kesilen bir esirin ilk tedavisi yapılmıştı. Daha önce batarya kumandanıyla
birlikte, dağ istikametinde giden dürbüncü Mümin, süvariler tarafından sağ
kulağı kesilmiş bir şekilde kanlar içinde yanlarına getirilmişti. Esirlerin
üzerindeki bütün topçu düğmeleri İngiliz askerler tarafından “souvenir” denilerek
koparıp alındı. Bir müddet sonra da başka bir İngiliz askeri ayakkabılarını
bacaklarından çıkarıp aldı. Mevsimin bahar olmasından dolayı bütün bölge ve
buğday tarlaları yeşil renge bürünmüştü. Buğday tarlalarının kenarlarında yol
bulunmasına rağmen esir kafilesi, ekili tarlalarda yürütülmüş ve kısa bir süre
içerisinde esirlerin takatleri kalmamıştı. Akşam olduğunda esirler, bir İngiliz
karargâhından esir kamplarına kamyonlar ile dağıtılmıştı. Muhiddin Erev topçu
subayı olması sebebiyle sorguya çekildi. Sorgu esnasında limonata ve bisküvide
de ikram edildi. Erev’den gerideki kıtalar ve bataryaların mevcudu hakkında
bilgi vermesi istenmişti. Muhiddin Erev, İran’dan bu bölgeye geldiğini ve
öğrenmek istediği konular hakkında bilgisi olmadığını söylemişti. Kısa bir süre
sorguya çeken komutan, bataryanın mevcutlarını, kumandanların isimlerini, fırka
subaylarından önemli olanlarının kimliklerini ve diğer kıta mevcudunu bir bir
saymış ve bu bilgileri casuslardan aldıklarını söylemişti. Tercümanlığını yapan
kişi ise Kadıköylü Andon’du ve geçim parası olarak bu işi yapmak zorunda
olduğunu söylemekteydi. Kendisinden herhangi bilgi alamayan İngiliz
yetkililerin kendisine olan tavırlarında sorgu sonrası değişme olmuştu.
Geceledikleri binada, herkes haşerat istilâsına uğradığından, tekmil
elbiselerle çamaşırlar kurutma makinelerine teslim edildi. Subayların sıra
halinde ve süblimeli[242]
bir su ile doldurulmuş varillere girmeleri emredildi ve bu temizlik yapıldıktan
sonra esirlere etüvden çıkan buruşmuş elbiseler giydirildi. Akşam olduğunda ise
kampa elinde kalem kâğıt bir tercüman gelmiş, esirlerin doğum yerlerini,
isimlerini sorup kâğıda yazmıştı. Subayların doğum yerleri genellikle Edirne,
Çatalca, İstanbul, İzmit, Konya gibi yerlerdi. İngilizlerin iddiasına göre
Muhiddin Erev’in fırkasının tamamı esir edilmişti. Muhiddin Bey de Cebel-i
Hamrin’de esir edilmiş
arkadaşları ile karşılaştı. Bir gün sonra Diyale’yi geçip dekovile
bindirildiler ve sıra ile ilaçlı su doldurulan varillere sokuldular. Daha sonra
da etüvden geçirilerek kampa yerleştirildiler. Kampa yerleşen esirlerin bir
kısmına çatal, bıçak, bisküvi ve muhtelif konserveler verilirken; diğerlerine
yağ, un, odun verilmişti. Esirler bu ayrımın sebebini bir müddet sonra
öğrendiler. Bu durum esirlerin Avrupa veya Asya’da doğma talihsizliğinden ileri
gelmekteydi. İngilizler, esir subaylara gerekli malzemeleri verirken doğum
yerlerine göre hareket etmişler ve doğum yeri batı olanlara farklı
davranmışlardı. Muhiddin Bey’e göre bu uygulama, tercümanların, subaylar
arasına nifak sokmak için yaptığı bir uygulamaydı. Esir kafilesi daha sonra
yine dekovil ile Bağdat’a götürüldü. Esir subaylar kafile halinde sokaklarda ve
caddelerde gezdirilerek halka teşhir edildi. Müslüman halk ise esirlerin
geçişini sessizce seyrettiler.[243]
Irak Cephesi’nde topçu subayı
olarak orduda görev yapan Taşköprülü Mehmed Efendi, Kûtu’l-Amâre kuşatmasında
17 Nisan 1916 günü İngilizlere esir düşmüştü. 1916 yılında Burma’daki Rangoon
esaret kampına gönderilişine dek yazdığı anıları, esaret günleri hakkında bilgi
vermektedir. Mehmed Efendi esir alınır alınmaz silahlı askerler arasında
yüzbaşının huzuruna getirilmiş ve sorguya çekilmişti. Sorguda çay, konserve,
bisküvi ikram edilmiş, Türk birliklerinin sayısı ve durumu hakkında bilgi
istenmiş; fakat herhangi bir zorlama yapılmamıştı. Esirler herhangi bir hayati
bilgi vermediler. Bu sırada Irak Komutanı General Gorringe ile karşılaşmışlar
ve komutan her askerin esir düşebileceğini söyleyerek kendilerini teselli
etmişti. Tüm kamplarda olduğu gibi tercüman bir Ermeni vatandaşıydı.
Sorgulandıkları yerde, daha önceden getirilmiş 8 subay ve 200’e yakın asker
bulunmasına rağmen onlarla görüştürülmedi. Yalnız bir yüzbaşı ve teğmen ile
karşılaştı. Gece çadırda 3 kişinin yanında kaşmıştı. Sonradan bir yedek subay
ile bir teğmen de çadıra geldi. Hava ise çok soğuktu ve esirlere üstlerini
kapatacak herhangi bir şey de verilmemişti.[244]
Mehmed Efendi, bir gün sonra
tekrar bir teğmen ve ardından bir yüzbaşı tarafından iki defa sorgulanmıştı.
Esirlerin olduğu yer küçük bir tel içindeydi. Esirlere muamele burada insanlık
dışıydı. Tuvalete nöbetçi eşliğinde gidiliyordu.
Esirlere sigara verilmedi. Sadece
yiyecek olarak çay, şeker, peksimet, beş altı soğan ile birer kutu konserve
verilmişti.185 [245]
16 Nisan 1916 sabahı verdikleri yemek bir öncekinin aynısı olup yetersiz ve
kötü bir yemekti. İngilizlerde esirlerin bulunduğu yerin muharebe mıntıkası
olduğundan durumun kötülüğünü kendileri de bilmekteydi. Buradaki tercümanların
çoğunluğu Mısırlı Müslümanlar veya Osmanlı vatandaşı olup firar ederek
İngilizlere sığınan Ermenilerdi. Esirler buradan Hintli askerler eşliğinde
hayvanlara dahi yapılmayacak bir muamele ile gemiye bindirildiler. Vapurda
yeterli yemek vardı ve sigara bulanabilmekteydi. Nöbetçilerin çoğunluğu İngiliz
ve Hintli askerlerdi. Gemide esirlere karşı daha merhametli davranılıyordu.
Gece için esirlere iki battaniye verilmiş ve esirler, geceyi önceki iki güne
kıyasla daha rahat geçirmişti.[246]
Vapurda 20 Nisan 1916 günü
yaklaşık 60 kadar esir er bulunmaktaydı. Vapur ayrıca bir başka yerden esir er
ve subayları alarak yoluna devam etti. Konakladıkları bu yer pislik içinde
kokudan durulmayan tel örgülü bir kamptı. Her tarafta tuvalet için konulmuş
tenekeler vardı. Esirler, istekleri üzerine üç gün sonra tel örgünün dışına
çıkarılmış, kısmen de olsa pislik ve kokudan kurtulmuşlardı. Esirler burada
tekrar sorgulandılar. Sorguda tercüman olarak bulunan kişi Mardinli bir
Ermeni’ydi. Kampta 60 kadar kişiden oluşan son gelen kafile ile birlikte 250
kadar esir er vardı. 23 Nisan günü kampa bir Türk yüzbaşısının da bulunduğu
500’e yakın İngiliz yaralı getirilmişti.Yemek olarak ekmek, soğan ve çiğ et
verildi. Kampta sabun bulunmadığından ellerini ve elbiselerini yıkayamayan
askerlerde kaşıntı başlamıştı. İngilizler burada askerlerin morallerini bozmak
için elinden geleni yaptılar. Mesela, bir İngiliz doktor, askerleri muayene
etmek yerine Trabzon’un düştüğü bilgisini vererek askerlerin moralini
bozuyordu. İngilizler, ayrıca Arap ve Türkleri birbirine düşürmek için Arap ve
Türk subaylara farklı muamelede bulunuyor fakat bunda amacına ulaşamıyordu.[247]
Taşköprülü Mehmed Efendi’nin
içinde bulunduğu esir grubu, 24 Nisan 1916 günü Hintlileri getiren bir İngiliz
gemisiyle Şeyh Said nahiyesi, Ali El Garibi kasabası, Amare, Satratülamare,
Üzeyir, Kurna, Dicle ve Fırat Nehri’nin birleştiği
Şattülarap üzerinden Basra’ya
ulaşmıştı. Şattülarap Basra’ya yaklaşık 2 saat mesafedeydi. Yol boyunca bazı
liman kasabalarında duran esirler hurma yiyerek açlıklarını bastırmıştı. Burada
esirlere yeterince yemek verilmedi.188 [248]
Serezli Mehmed Ragıb Efendi,
İstanbul Polis Teşkilatı’nda görevli iken Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla
üsteğmen olarak Irak Cephesi’ne savaşmaya gitmişti. İran sınırında
Süleymaniye’de Ruslara karşı savaştıktan sonra Rusların 1917’de ihtilal sonrası
geri çekilmesiyle birlikte İngilizler ile savaşmaya başladı. Anılarında Irak
Cephesi’nin 6 Haziran 1917 ile 1 Mayıs 1918 arasında geçen 14 aylık bölümünü
anlatmıştır. Mehmed Ragıb Bey’in günlüğü şu an İngiltere Savaş Müzesi’nde
bulunmaktadır. Esarette geçen günleri hakkında bilgilere ulaşılamamış ya da ilk
günü hariç esarette not tutmaya fırsat bulamamıştı. Sadece esaretin ilk günü
hakkında kısa bilgi vermiştir. Yalnız esir alınan başka bir askerin günlüğünden
anlaşıldığına göre bu bölgede esir alınan askerler, önce Tikrit (Dicle), oradan
Bağdat’a sevk edildiler. Buradan da nehir yolu ile Basra Körfezi’nde hazırlanan
esir kampına gönderildiler. Buradan Hindistan ya da Mısır’a gönderildiği tahmin
edilmektedir. 1 Mayıs 1918 günü esir düştüğünü, ilk günde İngilizlerden hakaret
gördüğünü, Aynülleyleh’de 60 kadar subayın ahır gibi bir yere tıkıldığını
anlatmaktadır. Ne altlarında yatacak bir döşek ne de üzerlerinde örtecek bir
battaniyeleri vardı. Zaten yanında getirebildikleri battaniye ve kaputa da İngilizler
el koymuştu.[249]
Mustafa
Tütüncü ve tüm beraberindeki askerler Kûtu’l-Amâre’de esir olduktan sonra
Birmanyalı ve Yeni Zelandalı askerler tarafından toplanarak bir alanda üç gün
tutulmuştu. Su ihtiyaçları için ara sıra Fırat Nehri’nin kenarına getirildiler.
Üç gün boyunca esirlere ekmek verilmemiş, esirler önceden kalan istihkaklarını
kullanmışlar ya da arkadaşlarından aldıkları ile idare etmişlerdi. Üç gün sonra
Felluce’ye getirildiler. İngilizler sevkiyattan önce Türk esirlerinin
üzerindeki tüm fazlalıkları ve elbiselerı yaktılar, açlıktan iskelet haline
gelen hayvanları telef ettiler ve esirlerin ellerinde olan peksimetlerin
hepsini nehre attılar. Felluce’de bir gün kalan esirlerin burada karınları
doyuruldu ve trenle iki gün süren yolculuk
sonucu Bağdat’a nakledildiler.
Yolculuk boyunca esirler aç bırakılmamış, yiyecek ihtiyaçları karşılanmıştı.
Daha ilk günlerde sakalı saçı birbirine karışan esirler pislikten bitlenmeye
başladılar. Her ne kadar Bağdat’ta esirler temizlense de yine kendi elbiselerini
giydiklerinden bite bir çözüm bulunamadı. Birkaç gün Bağdat’ta kalan esirler
Dicle Nehri’nden vapurla Basra’ya götürüldüler.190 [250]
Birinci Dünya Savaşı’nda esir
kamplarında günlerini geçirmek zorunda olan bir başka esir Nureddin Peker’di.
Nureddin Peker’in bağlı olduğu Türk Birliği, Irak Cephesi’nde Ekim 1918’de
İngilizler tarafından kuşatıldı, aç ve susuz kalan askerler 30 Ekim 1918 günü
yaklaşık 10.000 asker, 600 subay Musul’da esir düştü. Böylece Irak Cephesi
kapandı. Her taraftan kuşatılan Türk birliklerinin en büyük korkusu Araplara
esir olmaktı. Askerlerde Araplara esir oldukları takdirde, kılıçtan
geçirilecekleri korkusu hâkimdi. Eğer askerler İngilizlere esir düşerlerse en
azından can güvenlikleri bulunmaktaydı. Esir düşen Türkleri İngiliz ve Hint askeri
teslim almış ve Bağdat’ta bulunan 17. Tümene getirmişti. Kasım 1918’de
Bağdat’ta tedavisinin ardından Hidaniye, Kûtu’l-Amâre ve Basra’da esir
kamplarında çalıştırıldı. Tabur Komutanı Yüzbaşı Dismis’e yardımcılık ve
tercümanlık yaptı. Ayrıca yükleme boşaltma ve hastane işlerinde görev aldı.[251]
Hüseyin Fehmi Genişol ile
birlikte Havran’da esir düşen askerler, bir yerde toplanarak sabah olduğunda
önce ölen arkadaşlarının defin işlemlerini yaptılar. Bir gün sonra 4.000 esir
koyun gibi sürülerek Bağdat yönüne hareket etti. 29 Mart günü Hit’in Ramadi
yönünde tel örgülerin içine hapsedildiler ve kendisine şiddet uygulandı. Yemek
yetersizdi ve sadece ekmek verilmekteydi. Verilen ekmek düzenli
dağıtılmadığından bazı esirler almış, bazıları ise alamamıştı. Esirler burada
bir hafta karantinada kaldılar. İngilizlerin zulmünden daha çok Türk esirlerin
birbirine düşmesi dikkat çekici bir durumdu. Esirler birbirini yağmalıyorlardı.
Gruptan ayrılan ve tek kalan her esirin yanına yaklaşan iki üç kişilik esir
grubu, esirlerin ekmeklerine ve çantalarına el koymakta, vermek istemeyenleri
ise dövmekteydi. Bıçak ve kesici alet olmadığından dövüşler genelde yumruk ve
vuruşma ile yapılıyordu. Hüseyin Fehmi Genişol’u Sapancalı Ahmed Efendi
hizmetçi olarak almak istemiş, fakat bu işi yapamayacağını anlayınca geri
dönmüş, bu esnada arkadaşlarının gittiğini anlamış ve yağmadan korktuğu için
yeni arkadaşlar bulmaya çalışmıştı. Bir hafta boyunca yağmur yağmış, bu kötü
hava şartlarında her gece bir köşede birkaç esir şehit olmuştu.192 [252]
Ardından 10 Nisan 1918’de 300
kişilik bir esir kafilesi Akabe esir kampına götürülmüş ve burada tel örgü
içine yerleştirilmişlerdi. Yolculuk boyunca her üç esire bir Hintli muhafız
düşmekteydi. Her bir esire 100 dirhemlik birer bazlama verilmişti. Bir gün
sonra buradan ayrılmışlar ve Ebu Rayat’ta tel örgü içine konulmuşlardı. Burada
her esire ikişer battaniye verilmişti. Bir gün burada iki gün Ramadi kampında
tel örgü içinde kaldıktan sonra Zeban köyü yakınlarındaki istasyona yakın bir
esir karargâhına konuldular. 16 Nisan’da Felluce’ye, oradan da Bağdat
istasyonuna getirildiler ve burada tel örgü içine bir hapsedildiler.[253]
Irak Cephesi’nde İngilizlere esir
düşen 51. Fırka Süvari Bölüğü Subay Adayı Bingazili Tahsin’in esareti sırasında
gördüğü işkenceye ait ifadesini içeren rapor, Ordu-yı Humâyun
Başkumandanlığının emriyle İstihbarat Şubesi Müdürlüğü tarafından 22 Temmuz
1916’da gazetelere gönderilmiştir. Bingazili Tahsin, esir olduğu gün
sorgulanmak için fırka veya kolordu karargâhının olduğu bir ordugâha sevk
edildiğini, zayıf ve uzun boylu bir erkân-i harbi subayı önünde sorgulamasının
yapıldığını ifade etmişti. Sorgulamada sadece bir aydır bu cephede olduğunu
söyleyerek hiçbir bilgisi olmadığını söylemişti. Tahsin, islerine yarayacak bir
cevap vermemesi üzerine “Sen bir yalancısın!” denilerek hakarete maruz
kalmıştı. Sorgulama sırasında hazır bulunan tercüman, süvari olduğunu
hatırlatılarak kısa süre önce İngiliz süvari livasına mensup bir keşif kolundan
iki İngiliz askerinin Türkler tarafından esir edilerek feci bir surette
öldürüldüğünü iddia etmiş ve kendisin de orada olduğunu ileri sürmüştü. Tahsin
burada bulunmadığını ayrıca bulunsa bile harp halinde olduklarını ve her yerde
bulunabileceğini beyan ederek Türklerin asla bir esiri öldürmeyeceği
karşılığını vermişti. Bunun üzerine tercüman ve süngülü muhafızlar vasıtasıyla
kumandanlık çadırından uzaklaştırılmış ve bir hayvana bindirilerek öldürüldüğü
iddia edilen İngiliz askerlerinin yerini göstermek üzere
İngiliz livasına götürüldü.
Kendisine beş gün kadar İngiliz süvari subaylarının nezdinde kalarak iyi
muamele göreceği ve iyi besleneceği söylendi. Süvari livasına gitmek
istemediğini, bunun yerine ölmeyi tercih edeceğini söyleyince zorla hayvana
bindirilmek istenmiş fakat başarılı olunamamıştı. Bunun üzerine tercüman “Sen
delisin, çocukça hareket ediyorsun, neden korkuyorsun!” diyerek kendisini
ikna etmeye çalışmıştı. İyi muamele göreceğini ve iyi yemek verileceği tekrar
edildi. Bu teklifi de reddetmesi üzerine savaş esirleri hakkında var olan bütün
kural ve teamüller ayaklar altına alınarak kendisine her istediklerinin
yapabileceği söylendi. Ardından İngiliz subayının işaretiyle bir İngiliz
neferi, süngüsünü göğsüne dayayarak tehdit ettiği gibi tercüman da Türkleri,
kendi esirlerini cebren istihkâmlara sokmakla ve yaralı subayların gözlerini
oymakla suçladı. Ayrıca Türk esirlere karşı her türlü zor kullanma hakları
olduğu halde iyilikle ve mutedil hareket ettiklerini iddia ettiler.
Söyledikleri yapılmadığı takdirde geleceğinin belirsiz olduğu söylenerek tehdit
de edildi. Tahsin ise tehditlere hiç aldırmayarak önceki kararında ısrar etmiş,
aciz bir esire her şeyin yapılabileceğini göstermek için göğsünü açarak
istediklerini yapmasını söylemişti. Bir kişinin ölmesiyle bir şey elde
edemeyeceklerini, böyle bir menfaatin ancak savaş sırasında aranacağını
söylemesi üzerine bir İngiliz neferi bu sözlerden alınmış, yerinden fırlayarak
iki elleriyle boğazından kavrayarak Tahsin’i yere yatırmıştı. Bu işkenceden
ancak bir subayın müdahalesi ile kurtulabildi.[254]
Tüm olan olaylar kumandan
tarafından da öğrenilmiş, buna rağmen elleri kelepçelenmiş, sol kolundan
bağlanan ipin bir ucu hayvan üzerindeki subayın eline verilmiş ve bu suretle
sevkine başlandı. Fakat hayvan hareket eder etmez yere yatarak tüm gücüyle
direndi. Bilahare bir araba getirilerek elleri kelepçeli olduğu hâlde araba
içine boylu boyuna arkası üstü yatırıldı ve kolları arasından geçirilen iplerle
arabaya sımsıkı bağlandı. Bir taraftan da sol omzuma yüklenen arabacı, seyahat
sırasında “Türk! Türk!” diyerek başına hafifçe vurmuştu. Kendisini rencide
eden bu duruma bir süre sabredebilmiş ise de müteakiben teessürden ağlamış ve
İngiliz medeniyetinin icap ettirdiği bu muameleye hedef olmaktan ise bir
kurşunla öldürülmeyi daha münasip olacağını düşünerek tüm kuvvetiyle bağırmaya
başlamıştı.
Her
sözünü alay ve kahkahalarla karşılayan askerlerin aşağılamaları altında araba
yoluna devam etmiş ve arabadan indirildikten sonra bir saat kadar yürünerek
menzil merkezi olan bir ordugâha ulaşılmıştı. Etrafını İngiliz subay ve
askerleri sarmış, vücuduna dolanan ipler çözülmüş, bileklerindeki kelepçe yarım
saat uğraşarak ancak kesmek suretiyle çıkarılabilmişti. İstanbul’da askeri
ataşelik görevi yapmış bir İngiliz subay neden İngiliz askerlere mukavemet
gösterdiğini sormuş ve tüm olan olaylara sebep olarak kendisinin alınan karara
muhalefet etmesi gösterilmişti. Tüm yaşananlara ceza olarak bir manga askerin
koruması altında üç gün güneş altında bırakıldı. Gündüz iki ve gece üç nöbetçi
asker, süngülü tüfekleriyle başında bekledi ve geceleri uykudan uyandırılarak sorguya
çekildi. Sorgulamalarda İngilizler hakkında ne gibi fikirler beslediği ve
muhalefetinin sebebi soruldu. Bu sorgulamalar sırasında da aşağılama devam
etti. Ertesi gün Şeyh Said civarında etrafı tel örgülerle çevrili esir
karargâhına gönderildi. Burada da esirlere işkence yapılmaktaydı. İsmi Mehmed
olan hasta, çalışmaya gitmek istememesi sebebiyle ayakta olduğu hâlde
kollarından bir arabaya bağlanarak iki gün bırakılmış ve hastalığının daha da
artması üzerine ancak hastaneye nakledilmişti.[255]
Cephede esir düşen Türk askerler
için cepheden kamplara kadar geçen süreç çok zorlu olmuştur. Esirler yolda gece
konakladıkları yerde İngiliz komutan iki adım atan esire vurun emrini vermiş ve
gece tuvalet için ayrılan bir Türk askeri başından vurularak kafası
parçalanmıştı. Bu yaşanan olumsuzluklara rağmen esirlere su ve bisküviye benzer
yağlı peksimet verilmiş ve esirler memnun edilmeye çalışılmıştı. Ancak
Almanlar, Türklerin tüm buğdayını alarak aç bırakmış ve psikolojik olarak
yıpratmaya çalışmıştı. Türk askerleri Süveyş Kanalı’nda Kantara’da 5 günlük
karantinada bekletildikten sonra Mısır-ı Cedid’deki esir kamplarına
yerleştirilmiş.[256]
Ali Demirel isimli bir asker,
Şam’da 50.000 kişi ile beraber İngilizlerin eline esir düşmüştü. Savaş sırasında
açlığın had safhada olduğunu ve bu açlığın esir olmalarından İngilizlerin
yiyecek yardımına kadar devam ettiğini söylemişti. İngilizler Türk askerlerine
konserve ve ekmek dağıttılar. Esirler buradan 1000’er kişilik kafileler halinde
8 gün yürütülerek Mısır’a götürülmüş ve İsmailiye’de esirlerin kaldığı 12 tel
örgünün içine yerleştirilmişti.[257]
Arif Öncel, esaret sonrası
verdiği mülakatta Gazze Muharebesi’ni anlatırken İngilizlerin topunun, makineli
tüfeğinin ve cephanesinin çok olduğunu, dürbünle bunları gördüklerini,
kendilerinin ise cephane ve silahı Çanakkale’den getirdiklerini ve bu
cephanenin düşmana katılmasından sonra arkadan yeni takviyelerin gelmediğini
söylemişti. Bu imkânsızlıklardan sonra esir olan Türk askeri perişan haldeydi.
Bir yıldır aynı elbiseleri giymekte ve üzerlerinden kendi deyimleriyle bozuk
para gibi bit akmaktaydı. Tüm bu sıkıntılardan İngilizlere esir düşerek
kurtulduklarını, yeni ve temiz elbiseleri burada gördüklerini, İngilizlerin
esirlerin tüm ihtiyaçlarını karşıladıklarını itiraf etmişti.[258]
Esaretten dönen esirlerin
ifadelerinin alınmasının bir sebebi de esirlerin savaştan kaçma ihtimaline
karşı doğruyu söyleyip söylemediğinin anlaşılmak istenmesiydi. Mesela
Muamelat-ı Zatiye Ağır Topçu Şubesi Müdüriyetine verdiği ifadesinden
anlaşıldığı üzere Ali Naci Efendi, 2 Kasım 1919’da Şam’da esir düşmüştü.
Hâlbuki bağlı olduğu birlik Şam’ın bir saat güneyinde son muharebeyi verdikten
sonra Şam’a uğramadan 3. Kolordu kumandanıyla birlikte kıtaata çekilmişti. Ali
Naci Efendi’nin ifadesindeki tutarsızlıklar sebebiyle kendisinden kuşkulanışmış
ve hastanede yattığı ve esaret altında kaldığı kesin olarak anlaşılamamıştı. Bu
sebeple kendisi hakkında rapor tutulmuştu.[259]
Yedi arkadaşı ile beraber
İngilizlere esir düşen 53. Fırka kumandanı Musa Kazım Bey esaretten dönüşünde
verdiği ifadede, nerede ve nasıl esir alındığını, hangi şartlar altında esir
olarak tutulduğunu ve nasıl bir muamele gördüğünü anlatmıştır. Musa Kazım Bey,
Ramla ile Gazze arasında, Gazze müstahkem mevkiinin 85 kilometre güney doğusunda
bulunan Beyt-i Hanuk köyünün şarkında, yol üzerinde düşman süvarisine esir
düşmüştü. Fırka Erkan-ı Harbi Yüzbaşı Hüseyin Rahmi, Fırka Mülhakı Yüzbaşı
Vasfi, Fırka Yaveri Mülâzım-ı evvel Galib, Fırka Emir Zâbiti
Mülâzım-ı evvel Şamlı Mahmud
Efendi, iki silahsız nefer, bir kılavuz ve bir jandarma süvari neferi olmak
üzere toplam sekiz kişilerdi. Musa Kazım Bey yaralı değil fakat hastaydı.[260]
Musa Kazım Bey’i esir alan düşman
birlikleri 300 nefer kuvvetinde üç bölük kadar süvariydi. Bu bölüklerin yanında
bir de general vardı. Gazze’yi kuşatan İngiliz Birliği Türk Birliğinin 10 katı
kadardı. Hatta bu kuşatmadan Gazze’deki kuvvetlerin haberi olamamış ve sıradan
gün olarak talime çıkmışlardı. Tellü’ş-Şeria’dan bir gün önce Gazze’ye giden amele
taburundan Humuslu Mülâzım-ı evvel Ahmed Efendi, Gazze’den çıktığı gün gündüzün
geç vakti düşman kuşatması altına girerek esir olmuştu. Gazze kuvvetinin
kuşatmadan haberdar olamaması, Gazze, Ramla, Tellü’ş- Şeria yolları üzerinde
birçok askerin ve Gazze gerisinde bulunan seyyar hastane ve sıhhiye bölüğünün
esir olmalarına yol açmıştı. Musa Kazım Bey’in bölüğünden esir olmaktan
kurtulan asker ise Mülâzım Mahmud Efendi, Gazze kuvvetlerinden esir olmaktan
kurtulan kişi de Filistin Kumandanı Fon Feresi Paşa’ydı.[261]
Gedikpaşa’da ikamet eden Binbaşı
Azmi Bey ise esaret altına alındıktan sonraki olayları anlatmıştır. Şam’dayken
yaralı olduğunu, bu sebeple malul kabul edildiğini ve tedavi gördükten sonra
takriben 30 subayla beraber taburcu edildiğini, söylemişti. Kafileye yolda
takriben 100 kadar daha er ilâve edildiğini de ifade etmişti. Trenle Kantara’ya
kadar getirilen Azmi Bey, kendilerinden sonra Filistin tarafından Mısır’a sevk
edilen esir kalmadığını beyan etmişti. Kantara’da karantinada bekletildikten
sonra Seydi Beşir’de dördüncü üsera kampına (S) teslim edildiler.[262]
Esaretten dönen bir esir Ağustos
1919 tarihindeki ifadesinde, Filistin Cephesi’nde esir düşmesinin ardından
Kantara esir kampına kadar yaşadıklarını anlatmıştır. 30 Eylül 1918 tarihinde
Şam’da esir düştükten sonra subay ve erlerin tamamı, her gün tehlike içinde
yaşamışlar ve hastanede yaralı subay ve erlerin öldürüldüklerini işitmişlerdi.
Arap askerler, Şam’da ele geçirdikleri subay ve erleri işkenceye maruz
bıraktıktan sonra otellerde subayların paralarıyla üzerlerinde bulunan yüzük ve
değerli eşyaları gasp ettiler. Bir karyolada üç subay yatırılıp her birinden
bir gece için beşer mecidiye ve yerde döşeme üzerinde yatan subaylardan üçer
mecidiye aldılar. Otellerden Şam kalesine giderken saat gibi göze çarpan
eşyalar gasp edilmiş ve burada kendi paralarından ekmek tedarikine müsaade
edilmemişti. Esirler bu kalede de aç ve susuzluğa mahkûm edildi. 24 saat sonra
kalede bulunan binlerce subay henüz dinlenemeden Şam’a yola çıkarıldı. Yolda
İngiliz askerleri tarafından esirlerin üzerinde bulunan saat, kordon, yüzük ve
paraları alındı ve mukabele edenler de süngü darbelerine maruz kaldılar.
Şam’dan Kantara’ya ulaşıncaya kadar aradan geçen bir ay zarfında esirlerin
iaşeleri verilmemiş ve yüz dirhem ekmek bir mecidiye ile alınmıştı. Yolda
bulundukları sırada İngiliz muhafızlarının, Ukule’de bulundukları zaman da
Hintli Mecusilerin hakeretlerine uğradılar. Yeterli su alınmadığı söylenerek
esirlere su verilmemiş, esirler susuzluktan baygın bir hale getirilmişti.[263]
14. Kolordu Kumandanlığına
Harbiye Nezareti tarafından yazılan ve 18 Mart 1919 tarihinde gönderilen bir
tebliğde esirlerin esaret altında yaşadıkları hakkında bilgiler verilmektedir.
Değişik sebepler ile iade olunan İngiliz esirlere Osmanlı Devleti tarafından,
Türk subay ve erlere de İngiltere tarafından iyi davranılmadığı, esirlerin iaşe
ihtiyaçlarının giderilmediği ve yeterli düzeyde tedavi edilmediklerine dair
karşılıklı suçlamalar olmuştu. Her ne kadar Türk esirlerinin hepsi iade edilmemişse
de hali hazırda gelen sivil ve askeri esirlerden alınan bilgiler Osmanlı
Hükümeti açısından bu konuda hüküm vermek için yeterliydi. Esirlere kötü
davranılması ve diğer konularda gerekli araştırmanın yapılıp daha fazla bilgi
elde etmek için Başkomutanlık Vekâleti, Kızılay ve diğer yetkililerden konunun
araştırılmasını da istemişti.[264]
7. Fırka Askere Alma Şubesinden
Başvekâlete gönderilen bir esaret raporunda, Bandırmalı Mülâzım-ı evvel Mahmud
Esad Efendi’nin 9 Ağustos 1919 tarihli ifadesi bulunmaktadır. Esad Efendi 22/23
Mart 1918’de Kudüs-Nablus Caddesi civarında yaralı bir şekilde esir düşmüştü. O
yaralı, ayakta duramaz olduğu halde dahi İngiliz erleri başına toplanarak
üzerinde bulunan dürbün, tabanca, para gibi kıymetli eşyaları yağma etmek için esiri
çekiştirmişti. Kıymetli eşyasını vermemek için direndiğinde süngü ile tehdit
edilmişti. Sıhhiye erleri tarafından alay karargâhlarına götürülmüş, orada
ifadesi alınmış ve ancak yarası sarılmıştı.
Karargâhta birçok subay ve
doktorlardan mürekkep bir heyetin huzurunda bir İngiliz çavuşu apolet ve
mahmuzlarını “souvenir” olarak alınmış, ardından bir çadıra konulmuştu. Başına
yüzlerce İngiliz askeri toplanıp her biri ayrı hatıra istemekteydi. Burada
tekrar ifadesi alınmıştı. Bir İngiliz yaralı eri ile beraber önce Bire
Hastanesine, oradan da Kudüs Hastanesine nakil edildi.205 [265]
Esaretten dönen askerlik şubesi
memuru Yüzbaşı Sadık Efendi, yaşadıklarını 8 Mart 1919 tarihinde Ayaş Askerlik
Şubesinde anlatmıştır. Esir alındıktan sonra nasıl sevk edildiklerini, esaretleri
sırasında iskân ve iaşe-giyecek ihtiyaçlarının nasıl giderildiğini, dini
gereksinimleri ve esarette bulundukları müddetçe yaşadıklarını ifadesinde
belirtmiştir. 3 Mayıs 1918 tarihinde 3. Tabur Kumandanı Binbaşı Hasan Tahsin
Bey’e, yaralı olarak iki yüzbaşıya, dört teğmene, bir yedek subaya, bir kıdemli
çavuş subaya ve erlere tokat ve tüfek dipçiği ile vurulmuştu. Süvari askerleri
para, saat, nişanlar ve beratlar, revolver, dürbün, çizme ve kalpak ne varsa “souvenir”
diyerek almıştı. Esirler yollarda çıplak ve toprak üzerinde konakladılar. Her
bir esire üçer adet İngiliz peksimeti ile et konservesi verildi. Sadık Efendi,
nereye götürüldükleri nerede kaldıkları hakkında da ayrıca bilgiler vermiştir.
İlk gün, yolda yürüyüşleri sırasında, geri kalan esirlere Hindular tarafından
sık sık vurulmuş; yolda bir gece Şeria köprüsü yanında açıkta yatırılmışlardı.
İkinci gün Eriha’dan otomobiller ile bir karargâha götürülmüşler, orada da
taşlar üzerinde bir bina içinde yatırılmışlardı. Üçüncü gün Kudüs’e geldiler.
Dairelerde tahta üzerinde bir gece yatırılmışlar; trenle Ramla karargâhına
yerleştirilmişler, üç gün de burada kalmışlardı. Subaylar bir battaniye ile
toprak üzerinde erler ile beraber yatmak zorunda bırakıldılar. Esirlere her 24
saatte iki kova su, bir okka pirinç, bir okka mercimek, bir miktar çay, bir
siyah küflü kuru ekmek veriliyordu. Subay ve erler trenle Kantara’ya karargâha
götürüldüler, orada sekiz gün tel örgü içinde kaldılar. Kantara’dan üç yüzbaşı,
iki Alman havacı teğmen ve iki Kudüslü Hıristiyan trenle birinci mevkide Seyd-i
Caber istasyonuna getirildiler. Salib-i Ahmer otomobilleriyle İskenderiye
civarında Seydi Beşir esir karargâhına 26 Haziran 1918 günü ulaştılar.[266]
Kirmasti Asker alma Şubesi 1.
Bölük 1. Kumandanı Yüzbaşı Ali Saib Efendi’nin ifadelerinden oluşan raporda,
esir olduktan sonra kamplara nakilleri ve esaret altında geçirdiği günler
anlatılmaktadır. 13 Kasım 1917 tarihinde Filistin Cephesi’nde Ramla civarında
esir olan Ali Saib’in, Mısır’a sevkinde muhafız askerler tarafından üzerinde
mevcut 11 lira altın akçe, 1 liralık evrak-ı nakdiye, saat, yüzük, tabaka,
dürbün, revolver, muşamba elbisenin kurma ve düğmeleri tamamen alınmıştı. Yedi
günde Kahire’de Heliopolis’de esir hastanesine getirilmişti.[267]
Kirmasti’nin Dere mahallesinden
Kasap Halil oğlu İbrahim, 2 Ağustos 1919 tarihli ifadesinde 29 Eylül 1918
tarihinde Eriha Cephesi’nden geri dönüşünde Şam’da esir olduğunu söyledikten
sonra esir kampına ulaştırılma hikâyesini anlatmıştır. Şam’dan dört saat
mesafede Nasıra yolu üzerindeki esir karargâhında 35 gün kadar kalmıştı. İaşesi
çok fenaydı. 24 saat zarfında yüz dirhem ekmek, 30 dirhem ağırlığında pestil
verilmiş ve bu şartlar altın hastalanmıştı. İngiliz Hastanesine yatırılmış ve
burada biraz daha iyi bakıldı. Buradan Tel El-Kebir İngiliz Hastanesine
nakledildi. Burası iaşe bakımından kötü olsa da giyecek bakımından daha iyiydi.
Taburcu edildikten sonra Tel El-Kebir’de beşinci, sekizinci ve dokuzuncu
kamplarda esaret günlerini geçirdi.[268]
Birinci Dünya Savaşı’nda esir
olan askerlerin özlük bilgilerine Deniz Müzesi Komutanlığı Arşivindeki
belgelerde de rastlanmaktadır. Bu belgelerden birisi, 24. Fırka Şeria Grubu
idare memuru Muvazzaf Bahriye Çarkçı Kıdemli Yüzbaşı Kamiloğlu Mehmed Eşref
Efendi hakkındadır. Filistin Cephesi’nde 3 Eylül 1918 tarihinde vuku bulan Şam
Muharebesi’nde İngilizler tarafından esir edilen adı geçen asker, 23 Nisan 1919
tarihinde esaretten döndü. Esaretten sonra kendisi ile mülakat yapılmış,
esareti hakkında sorular sorulmuş ve konu hakkında bilgi verdi. Mehmed Eşref
Efendi, Şam’da Arap Hükûmeti tarafından isimlerini bilmediği 300 subay ile esir
düşmüştü. Esire, düşman birliklerinin sayısı sorulmuş; fakat bu konu hakkında
bir bilgi sahibi olmadığını belirtmişti. Esirin bir kıtası olmadığından
ifadesinde pek çok soruya cevap verememişti. Subaylardan şehit, yaralı ve esir
olan ya da esaretten kurtulanlar hakkında bir bilgisi mevcut değildi.[269]
Ahmed Altınay, İngiliz müfrezesi
tarafından sıraya dizildiklerini, saatine ve Genelkurmay tarafından verilen
harp madalyasına el konulduğunu, sadece askere giderken hanımının verdiği 3
altını kurtarabildiğini anılarında yazmıştır. Ahmed Altınay ve beraberindeki
esirler teslim olduktan sonra sıraya dizilmişti. Esirler bir adam boyunca içi
ilaçlı bir bidona başı da ıslanacak şekilde çıplak olarak sokulduktan sonra
etüvden geçirilmiş ve giydirilmişti. Altınay, o sırada Karaman’dan tanıdığı
Hacı Rauf Kamer’i görmüş ve esaret boyunca en yakın arkadaşı olmuştu. Ahmed
Altınay esaretin ilk günü rahat uyumuş ve üzerinde bit dâhil hiçbir şey
kalmamıştı. Orada İngiltere’nin harp malzemeleri ve gücünü görünce hayret
etmiş, bu kadar kuvvet karşısında Osmanlı birliklerinin nasıl durduğuna
inanamamıştı. Yiyecek, içecek, çay her şey boldu. Esirler hemen sonra Süveyş
Kanalı’na getirildiler. Orada, köylüsü küçük Iraz’ın Ömer ile Karamanlı Mahmut
Afacan’ı görmüş ve perişan vaziyette olduklarını müşahede etmişti. Bu esirlere
yanında bulunan gümüş paraları verdi. Trenle İskenderiye yolu ile Seydi Beşir’e
götürülmüşler, 1918 yılının sonbaharında esir kampına yerleştirilmişlerdi.
Askerlerin çoğunluğu Osmanlı Genelkurmayı tarafından verilen madalyaları
satarak yiyecek almak mecburiyetinde kalmıştı. Esirlerin kaldığı çadırlar 15
kişilikti. Ahmed Altınay, orada Hacı Rauf ile birlikte kalmıştı. 20 ay sonra babasına
yazdığı mektuba Kızılay vasıtasıyla ancak cevap gelmişti. Bu arada Hacı Kamer
hastalanmış ve Ahmed Altınay’dan önce gönderilmişti.[270]
İngiliz askerleri ve onlara
destek veren Araplar, esaret sonrası ele geçirdikleri subay ve erlerin
üzerindeki kıymetli eşyaları aldılar. Ahmed Altınay’ın harp madalyasına, saati
ile birlikte el koydular. Ahmed Altınay’ın içinde bulunduğu esir kafilesindeki
subay ve erler, temizlik işlemleri yapıldıktan sonra Süveyş Kanalı’na kadar
getirilmiş, kanala köprü kurularak karşı tarafa geçirilmiş ve İskenderiye’deki
esir kampına yerleştirilmişlerdi. Ahmed Altınay aynı mevkide bulunan Seydi
Beşir’deki esir kampına aktarılmış ve esaret suresi boyunca bu kampta kalmıştı.[271]
Esirlerin cepheden esir
kamplarına getirilişleri ve yollardaki gördükleri eziyet, savaşta er ile
astsubay arasında bir yer olan takım çavuşu rütbesiyle görev yapan Emin Çöl’ün[272]
anılarına da yansımıştır. Takım çavuşu olması sebebiyle hem erlerle hem de
subaylarla ilişki kurma imkânını bulmuş ve bu durum anılarını yazmakta
kendisine önemli imkânlar sağlamıştır. İngiliz General Ermund, 24 Ekim 1917’de
Birüssebi-Gazze saldırısına başlamış ve saldırının yedinci günü Emin Çöl
Birüssebi’de gözlerini kaybederek yaralanmış ve İngilizlere esir düşmüştü.
Buradan araba ile Birüssebi’deki hastaneye nakledildi. Hastane Türk tutsaklarla
dolu olup Emin Çöl, tıklım tıklım dolu bir odaya yerleştirilmiş ve ilk tedavisi
burada yapılmıştı. Burada kendisine çay, et konservesi ve bir kilograma yakın
peksimet vermişti. İki gündür aç olan Emin Çöl hepsini yemişti. Hala gözlerini
kaybettiğinden habersiz, gözlerine kan dolduğunu zannederek ümitle gözlerinin
açılmasını beklemekteydi. O sırada kaybettiği tek şey gözleri değildi. Koku
alma duygusunu da kaybetmişti. Cebinden çıkardığı resmin iki gün önce var olan
kokusunu alamıyordu. Daha 25 yaşında iken hem görme hem de koku duyusunu
kaybetmişti. O sırada iki sıhhiyeci gelerek kendisini muayene etmiş ve artık
kör olduğunun tam farkına varmıştı. İki fosforlu saati İngilizler tarafından
alındı. Saatlerden birisi çalışır durumdaydı. İngilizler cebinde duran cüzdanı
çıkararak içinden 7 banknot lira hariç madalyası, ipek mendillerini de aldılar.
Kendisine burada gayet olgun davranıldığını anılarında yazmıştır.[273]
Esirler buradan trenle Mısır ile
Osmanlı Devleti’nin sınırında bulunan Kantara’ya götürüldüler. Trende kendisine
yataklı bir vagon tahsis edilmiş ve yiyecek olarak da tereyağı sürülü birkaç
ekmek, iki lop yumurta, peynir ve çay verilmişti. Hatta görevli, bir müddet
sonra yemediğini görünce yemesinde yardım etmiş, yumurtaları soymuş, tuzlamış
ve yemeğe zorlanmıştı. Kantara’da bir çadıra konulmuş ve yatak olarak bir
karyola verilmişti. Burada esirlere iyi bakılmış, İngiliz askerlerince elbise
ve iç çamaşırı verilmişti.[274]
Emin Çöl’ün de içinde bulunduğu
esirler Abbas Hilmi Paşa’nın çiftliği iken hastane durumuna getirilen bir kampa
götürüldüler. Emin Çöl, buraya arkadaşlarından ayrı olarak getirilmiş ve ancak
sabah arkadaşları ile görüşebilmişti. Hatta yemek için istihkakı çıkmamasına
rağmen bir İngiliz çavuşu kendi yemeğinden verebileceğini söylemiş ve
kahvaltıda bir yumurta, tereyağı sürülmüş iki dilim ekmek, peynir ve çay
kendisine verilmişti. Burada da esirlere iyi bakıldı. Kampın yanında Yemen,
Hicaz, Ürdün, Filistin, Irak, Suriye’den getirilen subay ve mülkiye
memurlarının çocuklarının da bulunduğu bir başka kamp daha vardı. 10 yaşına
gelen çocuklar buradan alınıp Heliopolis’te ayrı bir kampta tutulmaktaydı. Emin
Çöl’e burada iken memleketine gönderilmek için kaput, giysi, ayakkabı ve baston
verildi ve heyete çıkarıldı. Heyetten çıkan sonuç kendisi için olumsuzdu. Kamp
yetkilileri kendisine yardım için Kızılaya başvurmuştu.[275]
Bir diğer hatırat sahibi olan
Rahmi Apak, iki arkadaşı ile birlikte Filistin Cephesi’nde süvari komutanı
Avustralyalı General Arriyeri’nin on beş kadar atlı askerlerine esir düşmüştür.
Aramalar sonucunda Apak’ın cebinde vaziyeti gösteren harita ile bir gece önce
tümen birliklerine gönderilen şifreli telgraf bulundu. Bu belgeleri çeviren ve
ifadede hazır bulunan genç Ermeni tercüman, haritada Türk birliğinin Ramla’den
Gamze istikametinde yürüyüş halinde olduğunu söyledi. Telgrafta her alaya,
istihdam bölüğüne, topçu alayına ve diğer birliklere tüm güçlerini telgrafla
Gazze’ye göndermeleri bildiriliyordu. Ermeni tercüman, bu telgrafı derhal
Avustralyalı tugay kumandanına tercüme etmiş ve Apak’a “Nafile geç kaldınız.
Bütün kuvvetlerinizi telgraf hızıyla Gazze’ ye çağıyorsunuz, fakat sizi
yakaladık. Şimdi sizin birlikleriniz yetişinceye kadar da Gazze’ yi alacağız.”
demişti.[276]
İngiliz askerleri kendi
askerlerinin moralini yükseltmek için Türk esirleri ihtiyatta bulunan toplu bir
piyade alayının içinden geçirmişti. İngiliz erleri, esirlerin üzerine
izmaritler atıyorlar ve hakaret ediyorlardı. Apak, kendilerinin hiçbir zaman
İngiliz
esirlere bu şekilde muamele yapmadıklarını anılarında yazmaktadır.[277]
Akşama doğru esirler denize yakın
ve Refah denilen mevkide kum üstünde yatırıldılar. Yanlarında kırk kadar kirli,
bitli Bedevi ve köylü Arap da vardı. Bunlarla yan yana ve sırt sırta
yatırıldılar. Bu kişilerden ayrı yatmak isteyenlere burasının otel olmadığı
vurgulanarak istekleri geri çevrildi. Bir gün sonra esirler beş kilometre kadar
geriye Tih Sahrasını geçip gelen demiryolunun son noktasına götürüldüler. O ana
kadar yiyecek bir şey verilmedi.[278]
İngilizler tarafından sorguya
alınan tümen yaveri Teğmen Galib’ten tümen hakkında malumat istenmiş,
söylememesi üzerine ağzına silah dayanmış ve tehdit edilmişti. Arkasından Apak
sorguya çağrılmıştı. Manastır şivesiyle Türkçe konuşan binbaşıya piyade
birliklerinde kaç er ve kaç subay olduğu sorulmuş, Apak cevaplamayacağını
bildirince kabaca yanlarından kovulmuştu. Akşam olunca tüm esirler üstü açık
bir hayvan vagonuna bindirildiler ve Süveyş’ten geçirilerek İskenderiye’deki
Şeydi Beşir esir kampına götürüldüler.[279]
İstanbul’dan Halep ve Şam
üzerinden Filistin Cephesi’ne 2 Ekim 1917’de gönderilen Mehmed Nuri Efendi,
Kudüs civarında Cenin kasabası yakınlarında İngilizlere esir düşmüştü. Esirler,
İngilizler tarafından Türklerden aldıkları otomobillere doldurularak bilinmeyen
bir yere getirilip açık havada geceyi geçirdiler. Bir gün sonra tüm esirler,
insanlık dışı bir uygulamayla sabahtan akşama kadar Hintli muhafızlar eşliğinde
yürütüldüler. Hava çok sıcak olup esirlere içecek hiç su olmadığı söylendi.
Mehmed Nuri Efendi ölmeyi isteyecek duruma gelmişti. Esirler yürüyemeyecek
durumdaydı ve geride kalanlar süngü ile dürtülüp zorla yürütülmekteydi. Gece
açık alanda geceleyip bir gün sonra yola devam etmişler ancak yol üstünde su
içme imkânı bulabilmişlerdi. Ertesi günü 4 saatlik yolculuk sonunda esirlere
peksimet, bir miktar pirinç ve birkaç tane soğan verildi. Sıcaktan bunalmış
esirler yemek yiyecek durumda değildi. Bir süre sonra bir portakal bahçesine
getirildiler ve esirlere burada ekmek ve su verildi. Esirler arasında
mataralardan başka ayağından çizmelerini çıkarıp su dolduranlar bile olmuştu.
Esirler buradan Ramla kentine kadar yürütüldüler ve tel örgü içine
yerleştirildiler.
Burada esirlere peksimet ile
kavurma ikram edildi. Zaten su kıtlığı çeken askerler tuzlu kavurmayı yemişler,
sonrasında susuzluktan kıvranacak hale gelmişlerdi. Aynı tel örgünün yanında
subayların kaldığı başka bir tel örgü daha vardı. Erler ile subaylar hepsi bir
arada toplanıp tekrar peksimet ve kavurma dağıtıldı. Mehmed Nuri Bey, bu sırada
subaylar arasında bölük komutanını da görmüştü. Önde subaylar arkada
askerlerden oluşan manga halindeki tüm esirler, yarım saat yürütülerek trenlere
bindirildiler. Ertesi sabah 27 Eylül 1918’de esirler kendilerini önce Kanal’da
ve sonra Kantara’da buldular. Esirler burada 5 gün kaldılar. Subaylar erattan
ayrılmış ve ayrı sevk edildiler. Subaylardan 2 gün sonra erler de kanal
köprüsünden geçerek buradan trenle İsmailye üzerinden Heliopolis esir kampına yerleştirildiler.[280]
Şükrü Nail Soysal ve arkadaşı
Mustafa, 30 Kasım 1918 tarihinde Cebel-i Lübnan’ın Ayınzhayte bucağına bağlı
Elbaruk köyünde Abdürrahman adında bir Dürzî tarafından ihbar edilmiş ve subay
oldukları ortaya çıkmıştı. Kendilerini teslim almaya bir teğmen, bir çavuş ve
bir asker köye gelmiş ve o akşam gözaltına alındığı evde misafir edilmişti. Bu
şekilde İngiliz askerlerine teslim edilmeleri Şükrü Nail Bey’i çok üzmüştü.
Araplara teslim edilmeleri durumda can güvenlikleri olmayacaklarını çok iyi biliyorladı.
Osmanlı Devleti’nin Mondros Ateşkes Antlaşması’nı imzaladığını, boğazların
İtilaf Devletleri’ne verildiğini ve Osmanlı Devleti’nin silah bıraktığını o
gece teğmenden öğrenmişler ve moralleri çok bozulmuştu.[281]
Şükrü Nail Soysal arkadaşı ile
birlikte esir karargâhına getirilmiş ve orada Alaiyye İşgal Komutanı General
Sir Aleksandır tarafından sorguya çekilmişti. Özellikle, Türk askerlerinin
Mütareke’den sonra bulundukları yerlerden çekildiklerini, kendilerinin neden
teslim olmadığı sorulmuştu. Şükrü Nail Bey, Şam’ın İngilizler tarafından işgal
edildiğinde hastanede olduğunu, daha sonra hastaneden çıkarıldıklarını, aç ve
perişan olarak değişik işlerde çalıştıklarını söylemişti. Nail Bey ifadesinin
devamında, Lübnan’a gelerek Bucak Müdürü Ferhan Bey’in çiftliğinde işçi olarak
çalıştığına dair yalan beyanatta bulunmuştu. Verilen beyanatın yalan olduğunu
anlayan komutan, gerçekleri söylemediği takdirde zor kullanacağını söylemişti.
Şükrü Nail Bey, bu tehdit karşısında kendisinin bir Türk olduğunu ve düşmanları
olan İngilizlere asla kendi rızası ile teslim olmayacağını itiraf etmişti.
Komutanın rütbesinin takım komutanı olduğunu, bu rütbenin teğmen ile başçavuş
arasında bir rütbe olduğunu söylemişti. Komutan ise esarette başçavuş olarak
muamele göreceğini belirtmişti. Sorgulamanın ardından Şükrü Nail Bey, Hintli
askerlere teslim edildi. Esirlerin bulundukları yer bir cami avlusuydu.
Ortasında bir şadırvan ve etrafında daha önce medrese odaları olarak kullanılan
küçük odalar vardı. Burada İngilizlerin ordusuna hizmet eden Hintliler
yaşamaktaydı. Önceleri kendilerine selam vermeyen bu Hintlilerden korkan Şükrü
Nail Bey, daha sonra onların da Müslüman olduğunu öğrenince rahatlamıştı. Hatta
bir Hintli başçavuş, kendisine Kur’an-ı Kerim hediye etti. Hemen abdest alan
Şükrü Nail Bey, Kur’an’ı okumuş ve etrafında toplanan Hintli askerler hep
beraber âmin demişlerdi. Hintli askerler eşyalarını alıp kibar bir şekilde
odalarına yerleştirdiler. Odalarında yatak yerine kat kat temiz battaniyeler
döşenmişti. O gece geç saatlere kadar ziyaretçi akını oldu. Her ziyarette Şükrü
Nail Bey’in tüm itirazlarına rağmen Hintli askerler eli boş gelmemişti.
Odasında sürekli değişen ziyaretçiler dışında beş altı kadar çavuş ve başçavuş
ile vakit geçirmekteydi. Türklerin Müslüman olup olmadığı, Türkiye’de camilerin
bulunup bulunmadığı, Türklerin hacca gidip gitmediği ve mezhepleri sohbetin
bazı konularındandı. Şükrü Nail Bey mezheplerinin Hanefi olduğu, Türkiye’de çok
cami bulunduğu, hatta oralarda gördükleri ve hatta Arabistan’daki camileri
Türklerin yaptırdığı cevabını vermişti. Sohbetin ilerleyen safhalarında Şükrü
Nail Bey, Türklerin de Hintlilerin de Müslüman olduğunu, neden kendilerine
karşı İngilizlere hizmet ettiklerini sordu. Hintli başçavuş ise kara propaganda
yapıldığını anlatarak Türklerin artık Müslüman olmadıkları, Alman oldukları ve
öldürülmesi gerektiği siyasetinin İngilizler tarafından Hintlilere işlendiği
cevabını vermişti. Nail Bey ise bu propagandanın sahte din adamı olan Ağa Han
tarafından gerçekleştirildiğini söyledi. Bir gün sonra general kendisini
odasına çağırarak 300 Türk esiri ile birlikte Beyrut’ta bulunan Fransız esir
kampına gönderileceğini söylemişti. 2 Aralık 1918’de Beyrut’a hareket etti.
Oradan Marsilya’daki Fransız esir kampına götürüldü ve uçak fabrikasında
çalıştırıldı.[282]
Nablus Muharebesi esnasında 24
Eylül 1918’de Vadi-i Melih’te yaralı olarak İngilizlere esir düşen Hasan Remzi
Fertan, Beyt-i Hasan’da esirlerin bulunduğu karargâha getirilmişti. Orada ilk
tedavisi yüzbaşı rütbesindeki bir kadın doktor tarafından yapılmıştı. Kendisine
giyecek olarak iç çamaşırları, yiyecek olarak ekmek, tereyağı, reçel, süt ve
çay verilmişti. İlk tedavisi yapılan Hasan Remzi, buradan Nablus’ a sevk
edildi. Oradan kamyon ile Elbire’ye oradan da üstü açık vagonlar ile Kudüs’e
gönderildi. Sırtında yazlık bir eşyadan başka hiçbir şeyi olmayan Hasan Remzi,
İspanyol nezlesine yakalanmış ve bu durumda Kudüs’ten Lit yolu ile Kantara’ya
gönderilmişti. Mısır Kızılhaç Hastanesinde 2 günlük tedavisi sonrası trenle
Kahire’deki Abbasi Hastanesine nakledildi.[283]
Mısır’da üç yıl esaret hayatı
geçiren Topçu Yarbayı Tevfik Ünal’ın esir düştükten sonraki ilk sorgulaması,
tüm kamplarda olduğu gibi bir Ermeni tercüman aracılığıyla Türkçe olarak
yapılmıştı. Bu sorgu, İngilizlerin geri çekilmekte olmaları sebebiyle kısa
sürdü. Esirler ayrı bir kafile olarak atlı muhafızlarla beraber Tih sahrasının
son noktasına kadar yürüterek gönderildi. Burada Hintli Makineli Tüfek
Karargâhında mahruti çadırlara yerleştirilip tekrar sorgusu yapıldı. Sorgulamaların
ardından diğer esirler ile birlikte üstü açık bir hayvan vagonuyla Süveyş’e
gönderildi. Bir gün burada kaldıktan sonra İskenderiye’ye nakledilmiş ve 3 sene
kalacağı Seydi Beşir esir kampına teslim edilmişti. Burada Çanakkale’de
kaybettiği üç arkadaşı ile karşılaşmış ve sağ olduklarını görmüştü. Arkadaşları
Çanakkale Cephesi’nde esir düşmüş, önce Limni Adası’na ardından Kıbrıs’a
gönderilmişti. Son olarak da Mağusa’dan Seydi Beşir esir kampına
nakledilmişlerdi. Pek çok arkadaşı orada şehit düşmüştü. Kıbrıs’ta bulunan
esirlerin Seydi Beşir’e nakilleri de ilginçti. Yerli halkın yani Türklerin esir
Türk soydaşlarına ilgisinden rahatsız olunmuştu. Kaçma ihtimallerine karşı Türk
esirler, Seydi Beşir’e gönderilmişti.[284]
İngilizlere esir düşüp anılarını
kaydeden bir diğer kişi Necmi Seren’dir. Seren, yedek subay olarak askere
alınmış ve Filistin Cephesi’ne gönderilmişti. Filistin Cephesi’nde Taberiye
şehrinde iken bir Türk’ün evinde alıkonulmuştu. Şehrin tamamen İngilizlerin
eline geçmesiyle Necmi Seren teslim olmak zorunda kalmıştı. Alınan esirler,
boşaltılmış bir hapishaneye dolduruldu. Hapishanenin duvarlarında tahtakuruları
sürüler halinde geziyordu. Durum İngilizlere bildirilmiş ve esirler şehrin
kuzeyindeki evlere yerleştirilmişti. Burada bir süre tutulduktan sonra yaya ve
bazen de kamyonlar ile Hintli Müslüman muhafızlar eşliğinde Mısır’a
gönderildiler. Artık Necmi Seren için Enver Paşa’nın hayalini gerçekleştirme
zamanı gelmişti. Türkler asker olarak olmasa da esir olarak kanalı geçmeye
muvaffak olmuştu. Esirler daha sonra sürekli kalacakları İskenderiye’deki
kamplara gönderildiler.[285]
Bir başka esir Cemil Zeki
Bey’dir. Cemil Zeki Bey Haziran 1918’de Filistin Cephesi’nde Telkebir’e
gönderilmiş, El-Taiyibe’de başından yaralanmış ve 19 Eylül 1918 günü Avustralya
süvarilerine esir düşmüştü. İngiliz sıhhiye otomobili ile 4 saatlik mesafede Resulayn
istasyonundaki İngiliz Seyyar Hastanesine nakledildi. Burada 2 gece kalan Cemil
Zeki, kendisine çok iyi muamele yapıldığını aktarmıştı. Buradan sıhhiye treni
ile başka bir hastaneye gönderilen Cemil Zeki, esirlere yiyecek olarak süt,
kakao, bisküvi, çay ve tavuk verildiğini anılarında yazmıştı. Bu hastanede 3
yaralı arkadaşı ile 20 gün kaldı. Arkadaşları Üsteğmen Ali Efendi ve Macid
Efendi’ydi. Hastanede yemekler çok kötüydü ve hemen her gün soğanlı mercimek
çorbası çıkmaktaydı. 20 gün sonra trenle Kantara’daki çadırlı seyyar
hastanesine nakledildi. Yollardaki ve hastanelerdeki doktorların çoğunluğu Rum,
Ermeni veya Arap’tı. Bunlar Osmanlı ordusunda görevli iken esir düşmüş, Osmanlı
vatandaşlarıydı. Aralarında kasten esir düşenleri de vardı. Bu kampta dört gün
kaldı. Esirlere 2 battaniye ile soğanlı mercimek çorbası verildi. Ara sıra da
reçel ve çay veriliyordu. Dört gün sonra kanal köprüsü geçilerek İsmaliye’ den
trenle bir günlük yol uzaklığında İskenderiye’ye ulaşıldı. Buradan tramvayla
Seydi Beşir esir kampına götürüldü ve esaret hayatı 23 Ekim 1918 tarihinde
başladı.[286]
48. kolorduya bağlı olarak görev
yapan 23. Alayın 1. Makineli Bölüğü kumandanı Sokrat İncesu, Filistin
Cephesi’nde Şeria bölgesinde İngilizler tarafından esir alınmıştı. Balkan ve Çanakkale
Muharebelerine katılan Rum asıllı Osmanlı vatandaşı Yüzbaşı İncesu, daha önce
esir alınan Türk esirlerinin yanına getirilmiş ve burada 48. Kolordu Komutanı
Asım Bey ve Alay Komutanı Ahmed Fuad Bey’in de esir olduklarını görmüştü.
Komutanlar büyük bir ümitsizlik içinde manen yıkılmış durumdaydılar. Esirler
ilk getirildikleri bu yerde 3-5 gün güç şartlar altında yaşamak zorunda
kaldılar. Binbaşı ve rütbece daha üst subayların bir başka kampa nakledileceği
söylenince komutanlarından ayrılmak istemeyen Yüzbaşı Sokrat kendisine binbaşı
süsü vermişti. Toplamda 23. Alaydan 136 üst rütbeli subay esir olmuştur ki bu
sayı ümitleri son derece kırmıştı. Bir gün sonra esirler teslim alınmaya
gelince sayımda 136 subay yerine 137 subay çıkmış, bu durum İngiliz komutanı
son derece kızdırmıştı. Fazla çıkan bir subayı bulmak için çaba gösterilmiş
ancak sonuç alınamamış ve 137 kişi Taberiye’ye kamyonlar ile götürülmüştü.[287]
Esirler, Taberiye Gölü kenarında
kendileri için özel olarak hazırlanmış kampa yerleştirildi. Kampa gelindiğinde
Kolordu Komutanı Asım Bey ve Alay Komutanı Ahmed Fuad Bey açlıktan bitkin bir
haldeydi. Sokrat Bey, kamyonların kampın olduğu yere erzakları boşalttığı
sırada İngiliz askerlerinin erzak sandıklarındaki kuru peksimet kırıntılarını
toplayarak ceplerine doldurmuş, bunları suda ıslatarak komutanlarına ikram
etmiş ve komutanlar bu durumdan çok mutlu olmuştu. Bir gün sonra sabah erkenden
Ermeni bir tercümanın esir subayların hemen kamyonlara binmesini söylemesiyle
yola çıkıldı. Çadırların bulunduğu karargâha vardıklarında önce sekizer kişilik
gruplara ayrıldılar. İçlerinden birisi öğle yemeğini alması için çağrıldıı.
İngilizlerin her ne kadar ciddi olduğunu bilse de şaka seven insanlar olduğunu
öğrenmiş olan Sokrat Bey, İngiliz askerlere taklitler yapmış; İngilizler de
kendisine şaka ile karşılık vermişti. Bu durumdan istifade ederek karnının aç
olduğunu anlatmış ve bir İngiliz askerinden bir torba yiyecek almıştı. Açlık ve
zayıflıktan torbayı kaldıracak gücü kalmamıştı. Aç arkadaşlarını düşünen
Sokrat, zorla da olsa torbayı arkadaşlarına ulaştırmıştı. Torbanın içinden 10
okka hurma çıkmıştı. Günlerdir açlık çeken subaylar bu yemek ile biraz olsun
rahatlamıştı. Bir müddet sonra ikinci defa gitmiş, yine taklitler yaparak bir
torba da kuru üzüm almıştı. Bu sefer diğer arkadaşlarını düşünerek onlara da
gizli gizli pay etmişti.
Esirler henüz dinlenemeden öğle
yemeğinden sonra tekrar yola çıktılar. Yediklerinin etkisiyle susayan esirler,
akşam kamp yerine kadar su içecek bir yer bulamadılar. Yollarda hayvan izi
birikintilerinde ve pis sularda susuzluklarını ve hararetlerini giderebildiler
Bu arada İngiliz süvari askerleri kılıçlarının tersi ile sırtlarına vurmaktaydılar.
Albay, yarbay ve binbaşıdan oluşan 137 kişi ciddi şekilde yorgun düşmüştü.
Aylarca süren savaş yorgunluğu ve bitkinlik ile birlikte esaretten sonra uzun
yolculuk, kampa giren tüm esirleri hemen yere uzanıp dinlenmeye mecbur bıraktı.
Daha esirler kendilerine gelmeden Ermeni tercüman tüm esirlerin sayılacağını ve
tel örgünün dışına çıkmalarını söyledi. Sayım yapılmış ve esirler tekrar kampa
alınmışken yine dinlenmeye fırsat vermeden aynı tercüman 2 kaçak olduğu
gerekçesi ile tekrar sayım yapmak için esirleri tel örgünün dışına çıkardı.
Aslında esirlerden kaçak yoktu. İngilizler ikinci sayımı sadece eziyet olsun
diye yapmıştı. Akşam esirleri dinlenmek için yine yatırmamışlar ve bu sefer
onları yemek için tel örgü dışına çıkarmışlardı. Tel örgüden içeri giren
subaylar, aç esirlere yiyecek olarak bir kuru soğan verdi. Bu sırada Sokrat
Bey’in aklına Arıburnu’nda İngilizleri nasıl esir aldıkları gelmişti. İngiliz
esirleri yavaş yavaş yürütülmüştü.
Yürüyemeyecek durumda olanları
sırtlarında taşıyarak sıhhiye görevlilerine teslim etmişlerdi. Hepsi muayeneden
geçirilmiş ve ağır yaralı olanlar revir çadırında tedavi altına alınmıştı.
Hafif yaralılara pansumanları yapıldıktan sonra kendi yedikleri mercimek
çorbasından vermişlerdi. Hatta tahin ve mercimeği bitiren bir İngiliz esiri eli
ile sigara işareti yapmış, orada bulunan Kirmastalı Yusuf Efendi belinden
sigarayı çıkararak esire vermişti. Türklerin gösterdiği misafirperverliğe
karşılık İngilizlerin esirlere karşı tutumu çok manidar gelmekteydi. Subayların
çoğunun rütbeleri gereği yaşı ileriydi ve bu zor şartlara dayanacak gücü
kalmamıştı. Sokrat Bey henüz 22 yaşında olmasına rağmen bu zor şartlara, açlık
ve sefalete dayanamıyordu. İncesu’ya göre İngilizler, kendileri havyar yerken;
viski ve soda içerken subay olan esirlere bir baş acı soğan vermeleri ne kadar
zalim olduklarını göstermekteydi. Soğanı yiyen esirlerin kısa süre içinde büyük
bir susuzluk çekeceği de kesindi.[288]
Sabahın erken saatinde henüz
yorgunluklarını atamayan esirler, Ermeni tercümanın sesi ile uyandırılıp tek
sıra halinde dizildiler. Ne tuvalet imkânı ne de su içmeye izin verilmişti.
Sabah erkenden tekrar esirler yola çıkarılmış, sıcakta kum çölü içinde
ilerlemeye çalışmıştı. Esirlerin nereye götürüldükleri, yolculuğun ne kadar
süreceği hakkında esirlere hiçbir bilgi verilmiyordu. Akşamüstü Gazze’deki bir
istasyon kampına yorgun olarak ulaşıldı. Bu sırada çıplak halde zayıf ve sıska
Arapların İngilizlerin kamçısı altında demiryolu inşaatında çalıştırıldıklarını
gören Türk esirler, onlara acıyıp kendi durumlarına şükretmeye başlamıştı.
Buradan trenler ile Süveyş Kanalı’na doğru yola çıkmışlar ve bir kum vahasında
indirilmişlerdi. Zaten üzerindeki elbiseler içinde yarı çıplak olan subaylar
burada tamamen soyunduruldular. Bir sıra halinde dizilen esirler, bir elleri
ile önlerini, bir elleri ile arkalarını örterek o şekilde mukadderatlarını
beklediler. Kendilerini bu halde çırılçıplak gören Osmanlı Devleti’nin
subayları ölmeyi tercih ediyordu. Bu şekilde çıplak olarak kum vahasında tek
sıra halinde yürümeye devam ettiler. Artık hiçbir Türk esirin ölüm umurunda
değildi. Esirleri çıplak bir şekilde çölde gezdirmenin sebebi bir türlü
anlaşılamamıştı. Bu sırada dört İngiliz askeri ellerinde fıçı ile kendilerine
gelmiş ve her bir esir, sıra ile bu fıçı içine girmeye zorlandı. İlk esir
kafasını fıçıya sokmamak için direndiğinden kafasına değnek ile vurularak
kafası zorla fıçıya sokuldu. Tüm esirler sıra ile bu fıçıya girdi. Günlerdir
çölde giden esirlerin vücutları sıcaktan kavrulmuş ve çatlamış olduğundan kükürtlü
suda yanmış ve esirler acı içinde artık mahrem yerlerini saklama gereği
duymadan kumlar içinde koşmaya başlamıştı. Bu durumu gören İngilizler ise
esirlerin haline bakıp sadece gülüyordu. Esirler, özel olarak aşağılanmıştı.
Esirler burada giydirilerek tekrar trenlere bindirildiler ve İskenderiye’ye 6
km mesafede Seydi Beşir esir karargâhına getirildiler. Esaretin birinci
halkası, esirler açısından insanlık ve ahlak dışı olarak sonuçlanmıştır.[289]
Filistin Cephesi’nde 19 Eylül
1918 tarihinde İngilizlere esir düşen Hüseyin Aydın, daha önce esir düşmüş ve
Cenin kasabasının dışında bekletilen esirlerin yanına getirilmişti. Düşman
süvari komutanı, bir Osmanlı vatandaşı tercümanla birlikte gelip esirlerin
arasında subayları topladı. İngiliz komutan, 19. Tümene bağlı gece
topçularınının hiç beklenmedik bir anda saldırmasıyla kendilerinin çok zor
durumda kaldığını söyleyerek Türk topçularının uyanıklığı ve Türk askerlerinin
ifa ettiği olağanüstü görev için orada bulunan subayları tebrik etti. Son
olarak komutan esirlere, müsterih olmasını, teessüre kapılmamalarını ilave
ederek vazifelerini yapan asker olduklarını hatırlattı. Esir kafilesi sabah
muhafız olarak görevlendirilen Mecusi Hint Süvari Kıtası ile Mısır’a doğru yola
çıktı. Yolda sıcak ve yorgunluktan susayan esirler küçük bir su birikintisi
görmüşler ve su içmek için kuyuya saldırmıştı. Esirlerin su içmesine mâni olmak
isteyen muhafızlar tabanca ile 4 esiri yaraladı. Yolda son derece gaddar
muhafızlar esirlerin yorgunluğunu, susuzluğunu ve açlığını hiç önemsememişti.
Sabit görevlerde uzun süre bulunmuş veya yaşlanmış komutanlar esirlerin
yürüyüşüne ayak uyduramamış, çoğu zaman diğer esirlerin koluna girerek
yürüyebilmişti. Bu yolculuk esnasında esirlere ne bir su veren ne de yardım
eden bir muhafız bulunmaktaydı. Bir yudum suya bir sarı lira vereceğim diye
bağıran esirlerin sayısı belli değildi. Yolculuğa dayanamayan esirler, sıhhiye
ekiplerinin geleceği ümidiyle yol kenarına uzanıp yatmıştı. Arkadan gelen
muhafızlar bu durumu görünce yatan esirlerin üzerine mızraklarıyla saldırmış ve
mızrağı yiyen esir olduğu yerde bir bağırıştan sonra kıvrılıp kalmıştı.
Muhafızların yola devam anlamına gelen “go on” kelimesi ile tüm esirler hemen
yürümeye 229 başlıyor, arkada kalanların akıbetini gören esirler son
bir gayretle yola devam etmeye çalışıyordu. Bu yorgunluğunda bir sonu vardı ve
artık esirler devam edemeyecek noktaya gelmişti. Yola yığılıp kalan esirin sonu
ölümle bitiyordu. Esirlerin bu bitkin halini aracında bir komutan görmüş,
üzerlerinden geçen telefon teli ile bir konuşma yaparak yardımcı olmuştu.
Esirler Beş km ileride bir köyde su içmişler, biraz daha ileride bir tren ile
Kantara’ya ulaşmışlardı. Karantina süresini tamamlayan esirler Kuveysna
karargâhına götürüldüler. Kamp yerine girerken esirlerin üzerindeki para,
kıymetli evrak, hüviyet gibi eşyalar alınmış, beyaz bir torba içine konulmuştu.
Her esire bir numara verildi. Esirlerin numarasını gösteren bir levha torbaya,
bir levha da esirlerin boynuna asılmış ve esirler bu şekilde kampa
gönderilmişti. Ayrıca matara, sabun ve ekmek gibi içine para saklanabilen her
şeye de kapıda el konuldu.230 [290]
Eyüb Sabri Akgöl’ün “Esaret
Hatıraları” adlı kitabının birinci kısmını teşkil eden “Bir Esirin Hatıraları:
Gaziantep’te İngiliz Tecavüzünün Başlangıcı ve Mısır’da Türk Esirlerine Yapılan
Zulüm ve İşkenceler” bölümü, Antep’in İngilizler tarafından işgali sırasında,
uydurma bahanelerle toplanarak sürgüne gönderilen sivil Türk aydınlarının
esaret günlerini anlatmaktadır. Hatıratın sahibi Akgöl, 1876 doğumlu olup
Antep’te memurluk yapmaktaydı. 23 Ocak 1919 günü Eyüb Sabri, muhasebeci, evkaf
memurları Hakkı, Taşcızâde Abdullah Efendi ve “Antep Haberleri” gazete imtiyaz
sahibi Hüseyin Cemil Bey, İngilizler tarafından tutuklanarak Amerikan Koleji’ne
götürülmüşler, orada Ermeni tehciri konusunda suçlanmışlar ve sorguya çekilerek
Halep’e gönderilmişlerdi. İngilizler tarafından polis karakolu olarak
kullanılan zemini rutubetli, hasırsız, toprak kaplı bir binanın alt katına
hapsedildiler. Hoca Abdullah Efendi’nin başından sarığı çıkarılmış ve boğazına
dolanmıştı. Ayrıca kafasına vurularak fiziki ve sözlü şiddete maruz kaldı. Beş
kişi iplerle birbirlerine bağlanarak duvardaki bir demire bağlandı. Bu beş
kişiye daha sonra Urfalı Dişikırıkzade Halil Bey ve Muallim Sedat Bey de
katıldı. Buraya getirilirken kendisine içinde pirinç ve çay olan bir beyaz
torba verilen Halil Bey, bunun ölmeden önce verilen bir erzak olduğunu
zannederek pek bir telaşa kapılmıştı.[291]
Eyüb Sabri Bey ve arkadaşları
buradan Hamidiye Kışlasına nakledildiler. Halep’e getirilmelerinden 20 gün
sonra Hamidiye Kışlası’ndan alınarak Halep çarşı ve sokaklarında teşhir
edilmiş, Cedide mahallesinde bulunan Şerbetçi Hanı’ndaki bir hayvan ahırına
kapatıldılar. Kapısı kilitli olmasa da penceresiz ve rutubetli bir yer olan
hayvan ahırında hayvan ve gübre kokuları arasında 18 gün yaşamaya mecbur
bırakıldılar. Bu 18 gün boyunca İngiliz general ve subaylarının gözleri önünde
her türlü saldırı ve hakarete maruz kalmışlardı. Her gün sabah akşam erkek ve
kadın binlerce Ermeni, ahırın karşısında seyirci olarak toplanmış, bu kişilere
karşı her türlü hakareti ederek taş atmışlardı. İngiliz Polis Müdürlüğüne
yapılan hiçbir şikâyet dikkate dahi alınmadı.[292]
Daha önceden gözaltına alınan
Muhasebeci Besim, Eyüb Sabri Bey, Evkaf memurları Hakkı, Taşcızâde Abdullah
Efendi ve Hüseyin Cemil, sonradan aralarına katılan Muallim Sedat Bey ve Urfalı
Dişikırıkzâde Halil Ağa ile birlikte Mısır’a gönderilmek üzere Halep’ten 2 Mart
1919’da trenle Riyak’a sevk edildiler. Gece yarısı Şam’a gidecek tren gelmediğinden
üç saat yağmur ve soğukta istasyondaki barakaya alınmayarak dışarıda
bekletildiler. Yağmur altında ıslanmış bir şekilde Şam’a ulaştılar ve burada 3
gün tutuldular. Üç günün sonunda trenle yine Hintli beş muhafızın süngüleri
altında Hayfa’ya ulaşdılar ve orada İngiliz esir karargâhına yerleştirildiler.
Karargâh komutanı genç bir İskoçyalı yüzbaşıydı. Kendisi yedi Türk esirine
oldukça kolaylıklar göstermiş ve esirler o gece nöbetçisiz yatmıştı. 7 Mart
günü Hayfa’dan Mısır’a yola çıktılar, akşama Kantara’daki karargâha
yerleştirildiler.[293]
Esirlerden Eceabat-Beşyol
köyünden 1890 doğumlu Hüseyin Sürek[294]
İngilizlere esir düşünce Gazze’ye götürülmüş ve orada esir kalmıştı.
Hüseyin
Sürer’den öğrenildiğine göre bazı
Türk askerlerinin gece devriye ya da nöbet esnasında uyuduklarından atla gece
devriyesi yapan İngiliz askerlerine esir düşmüşlerdi. İngilizler teslim
aldıkları esirleri bağırtarak karargaha getirmişti. Esir kampında iken
İngilizler, esirlerin tüm mallarına el koydukları gibi Hüseyin Sürer’in de madalyasına
el koymuştu. Kendisi esaret sonrası madalya ile köyünde gezinemediğinden
muzdarip olmuştu.[295]
İbrahim Arıkan, beraberinde tabur
komutanı Tahir Bey ile birlikte İngilizlere Eylül 1918’de esir olmuştu.
Kendileri teslim alan İngilizlerin arasında tercüman olarak bulunan Naim, daha
önce Türk ordusunda görev yapmış, Gazze Muharebesi’nde esir düşmüş, İngilizce
bildiğinden dolayı İngiliz ordusunda maaşlı olarak göreve başlamış bir
Musevi’ydi. İlk esir alındıklarında esirlere karşı herhangi bir kötü muamelede bulunulmamış,
su içmelerine müsaade edilmiş ve kendilerine sigara ve bisküvi ikram edilmişti.[296]
Esir Yafa yakınlarında Ramla’da
üzerlerinde bulunan tabanca, bıçak ne varsa alınarak kendileri için hazırlanan
kampa teslim edildiler. Kampın komutanı çok iyi Türkçe konuşan bir Yunan
generaldi. Kampa aralıklarla gelen esirlerle birlikte esir sayısı 1.000’i
aşmıştı. Kamp komutanı bizzat gelerek esirleri toplamış, subay ve düşük rütbeli
subaylardan bazılarını sorguya çekmişti. Sorguda adı, memleketi, kaçıncı ordu,
kaçıncı kolordu, kaçıncı fırka, kaçıncı alay, kaçıncı tabur, rütbesi, sınıfı,
doğum tarihi, askere giriş tarihi, harbe katılıp katılmadığı, hangi cephelerde
hangi tarihte savaştığı, yaralanıp yaralanmadığı, komutanların ismi gibi pek
çok soru sorulmuştu. Küçük ve büyük rütbeli subaylar hatta albay ve yarbaylar
kamp küçük olduğundan burada bırakılmamıştı. Kampta ayrıca bir Avusturya topçu
binbaşısı ile Türklerden nefret eden, her daim bir bahane ile hareket eden bir
Ermeni tercüman da vardı. Her subaya bir emir eri verildiği halde subaylar
sıraya girip kendi yemeklerini kendileri alıyordu. Bu durum tüm esir askeri
müteessir etmişti. Ramla’dan Kantara’ya 9 Eylül 1918’de hareket edildi.[297]
Gazze Cephesi’nde İngilizlere
esir düşerek esaretten dönen 58. Alay 3. Tabur Komutanlığından Üsteğmen Halid
Efendi’nin esarette görmüş olduğu muameleyi anlattığı 19 Temmuz 1919 tarihli
ifadesini içeren rapor, 20. Kolordu kumandanlığı tarafından Erkan-ı Harbiye’ye
iletilmiştir. Raporu içeren tezkerede İtilaf Devletlerine Osmanlı Devleti
tarafından iade olunan İngiliz esirlere iyi bakılmadığından dolayı şikâyetler
vardı. Fakat aynı şekilde İtilaf Devletlerinin eline esir düşen Türk subay ve
erlere de İtilaf Devletleri tarafından iyi bir şekilde bakılmadığına, iaşe
verilmediğine ve tedavi edilmediklerine dair şikâyetler de bulunuyordu. 2.
Bölük kumandanı Üsteğmen Halid Efendi verdiği ifadesinde gerek esaret hayatı ve
gerekse esir karargâhında İngilizlerden görmüş olduğu muameleyi anlatmıştı.
Halid Efendi, 13 Kasım 1919 tarihinde Gazze’nin Makara köyü sırtlarında vuku
bulan muhaberede yaralı olarak İngilizlere esir düşmüştü. İngiliz askeri,
kendisini bir dere içindeki Arap karargâhlarına götürerek yaralı bulunan sol
koluna bir sargı sarmış ve ilk tedaviyi gerçekleştirmişti. Üzerinde bulunan
kendince çok kıymetli saati, apoletleri ve çizmesinin mahmuzları alınmış fakat
eski olan elbise ve çizmesi bırakılmıştı. Halid Efendi’nin karargâhta buluştuğu
arkadaşlarından öğrendiğine göre başka taraflarda esir olan subayların bir
kısmı da soyulmuştu. İngilizlere şikâyet edildiyse de bir sonuç alamamıştı.
Dereke’deki karargâhtan etraflarında süngülü muhafızlarla yaya olarak aç susuz
kırk sekiz saat boyunca aynı karargâha doluşturulmuşlar ve nihayet kırk sekiz
saat sonra cüzi miktarda peksimet ve su verilerek beş gün gece ve gündüz güneş
altında bekletilmişlerdi. Yaralı olan Halid Efendi, bir otomobil ile doğruca
trene ve oradan da Kahire’de Mısır Cedid’de 2 Numaralı Üsera-yı Osmaniye
Hastanesine götürüldü. Hastanede mümkün mertebe istirahatları temin edilmiş
fakat maaş verilmemiştir. Tedavi olduktan sonra İskenderiye civarında iki saat
mesafede bir kumluk çölde, Seydi Beşir’de üç kat tel örgüsü ile muhat olan
Osmanlı esir karargâhına getirildi.[298]
İngilizler, esir aldıkları
askerleri bir daha İngilizlere karşı savaşmayacaklarına dair Kur’an üzerine
yemin ettirirdi. Bunu yapmaları halinde kendilerinin İstanbul’a
gönderilecekleri sözü verilmekteydi. Buna rağmen bu sözde hiçbir zaman
durulmadı. Gazi Mehmed Rıfat’ın da aralarında bulunduğu esir grubuna yemin
ettirilmek istendiğinde ilk başta esiler karşı çıktı. Tabur İmamı Fasih Bey,
yeminin vatan için yapılacağını, baskı altında yapılan yeminin geçersiz
sayılacağını söylemiş ve bunun üzerine tüm askerler yemin etmişti.[299]
İngilizler,
esirler arasında bulunan gayrimüslim azınlığa her zaman Müslümanlardan daha
farklı davranıyor ve değişik görevler veriyordu. Ayrıca Osmanlı Hükûmetinin
azınlıkları zorla savaştırdığını iddia ederek bir taraftan dünyaya Osmanlı
topraklarında azınlıkların güvende olmadığı mesajı veriliyordu. Diğer taraftan
Osmanlı topraklarındaki ve özellikle de ordudaki azınlıkları etkilemeye
çalışılmaktaydı. Savaş süresince pek çok azınlık, cepheden kaçarak İngilizlere
teslim olmuş ya da esir düşmesi ardından Osmanlı ordusunda zorla
savaştırıldığını söyleyerek İngilizlere sığınmıştı. İngilizler bu durumu
fırsata çevirmiş ve propaganda amaçlı kullanmaktan geri durmamıştı. Mesela,
Filistin Cephesi’nde alınan bir grup esir arasında bir Yahudi olduğu ve
kendisine Türk ordusunda baskı yapıldığı iddiası İngiliz basınına yansımıştı.[300]
Kanal Cephesi’nde esir düşmüş
olup ismi bilinmeyen bir asker, esaret sonrası verdiği ifadesinde, nakil
hikâyesini anlatırken Kahire’de trenden indikten sonra bir buçuk saat yürüyerek
Abbasiye kışlasına getirildiklerini anlatmıştır. Burası yirmiden fazla pencereye
sahip, üst katta büyük bir koğuşuyla cam ve çerçeve namına hiçbir şeyi olmayan
bir yerdi. İçeride üç balya kuru ottan başka bir şey mevcut değildi. Kapıda
defalarca arandıktan sonra yine bir İngiliz binbaşısı tarafından tekrar
aranarak içeri alınmıştı. İsmailiye’de kendi paraları ile aldırdıkları birer
paket sigaralara da el konulmuştu. Nerede yatacakları sorusuna otların bile
esirlere fazla olduğu söylenmişti. Yorgun olan askerler hemen otların üzerine
uzanarak uyuya kalmıştı. Sabah olunca kumandan Albay Hoker tarafından verilen
emirle tüm esirler bir arabaya bindirilerek Nasru’n-Nil kışlasına götürüldüler.
Burada kendilerinden bir gün evvel esir olan yedi sekiz subay ile
karşılaşdılar. Bulundukları oda, kışlanın en alt katında fevkalade karanlık, demir
parmaklıklı ve tek bir pencereli bir yerdi. Bir manga muhafız asker odanın bir
kısmını işgal ettiğinden esirler küçük araba minderi üzerinde ikişer kişi
yatmak zorunda kalmıştı. Günde yarım saat güneş görmek üzere kışlanın
meydanlığına çıkmalarına izin verilmişti. On dört gün sonra Kahire’nin on iki
kilometre güneyinde Maadi Kasabası’nın dışında harap bir fabrika binasına,
teşhir edilerek yaya olarak sevk edildiler. Orada küçük bir koğuşa
dolduruldular. Burada üç buçuk ay kaldıktan sonra Çanakkale Muharebesi’nin
başlaması ve bazı esir subayların gelmeleri üzerine yerin küçüklüğü dolayısıyla
Kahire’de Mehmed Ali Paşa Kışlası’na nakledildiler. Burası tam bir zindan
hayatını andırmaktaydı Odalar hususi yapılmış kilitlerle geceleri üzerlerine
kilitleniyordu. Bir hafta sonra başka yere nakledildiler. Fakat burası da aynı
şekilde dar ve karanlık asfalt bir koridor üzerinde ışık ve güneşten mahrum ve
son derece pis bir yerdi. Sıcaklık 48-50 derecedeydi. Günde bir saat akşamları
güneş görmek ve hava almak üzere binanın damına çıkarılıyorlardı. Bir buçuk
sene böylece yaşadıktan sonra hepsi 60 kişi olan subaylar değişik hastalıklara
yakalandı.[301]
Esarette 51 ay kaldıktan sonra
malulen vatanına geri dönen Osman Efendi verdiği ifadesinde, esarette iken
Mısır’da İngilizlerden gördüğü muamele hakkında bilgiler akratmıştır. 8.
Kolordu 27. Fırka 79. Alay Makineli Tüfekten Üsteğmen Osman Ferid Efendi, 18
Şubat 1914 tarihinde Mısır’a gerçekleştirilen taarruzda Süveyş Kanalı’nda esir
olmuştu. Esirler Hint kıtasına esir düştükten sonra kanalın düşman sahiline
geçirilmişdi. Taarruz esnasında dost ile düşmanın ayırmak için esir subay ve
erlere beyaz birer pazıbent bağlanmıştı. Esirlerin pek çoğu, taarruz sırasında 241
emre karşı gelerek bu bezi yırtmıştı. Osman Efendi, arkadaşı Muhtar Efendi ile
önce erlerin bulunduğu bölgeye, akşam olunca da bir manga asker tarafından
erlerden üç yüz metre kuzeyde bir kum tepeciğinin arkasına götürülmüştü. Manga
erleri Hintli, kumandanları ise İngiliz teğmendi. Orada bir mahruti çadır
muhiti kadar toprağı küreklerle kazdıktan sonra her ikisini de çukura arka üstü
yatırmıştı. Ellerinde bulunmakta olan bir çamaşır ipi ile Osman Efendi’yi ayak
bileğinden Muhtar Efendi’nin sağ ayağının bileğine sekiz şeklinde sararak sıkı
sıkıya bağlamışlardı. Ardından ikisinin arasına uzun bir çadır direği koyarak
ikinci bir iple Osman Efendi’nin dizinden direğe, hemen ardından Muhtar
Efendi’nin dizine çekerek birkaç defa sarmışlardı. Bunu da müteakip üçüncü bir
iple bacağının en üst kısmından direğe, ardından yine arkadaşının bacağına
sıkıca sararak bağlamışlardı. Sağ ve solları ile baş taraflarına birer süngülü
muhafız dikilmiş ve manganın erleri de ayakuçlarına tüfek çatarak oturmuşlardı.
İngiliz teğmeni da yanlarına oturarak ve bir süre istihza ederek Fransızca olarak
sorgulamaya başlamıştı. Yapılan bu muamelemin sonucunda tüm esirlerin
hastalıktan mahvolacağını esirlere söyledikten sonra Türkiye’de bulunan çok
sayıda Kûtu’l-Amâre esiri subayın Türkler tarafından iyi bir şekilde muamele
gördüğünü hatırlatmıştı. İskenderiye’ye naklileri için yapılan istek sonunda
yerine getirilmiş ve İskenderiye’nin on sekiz kilometre doğusunda, sahilde
çadırlı ordugâha nakledilmişlerdi. Esirler, sekiz ay burada kaldıktan sonra
Seydi Beşir’de gönderildiler.[302]
Esirlere gösterilen bu çağ dışı
muamelenin medeniyette ileri gitmiş ve bilhassa öteden beri kendilerini medeni
olarak tanıtmış olan İngilizlere yakışmadığı söylendiğinde yetkililer gülerek
karşılık vermişlerdi. Bir müddet sonra görevliler kendilerinin kabahati
olmadığını, kumandanlarından aldıkları emri ifa ettiklerini söylemişlerdi.
Arkadaşları Beşir Efendi, kaçma ihtimaline karşın kumandanın çadırı önünde
bağlanmıştı. Türk esirler kendilerinin şerefli bir millet olduklarını, söz
verdikten sonra asla kaçmayacaklarını söyleseler de istekleri yerine
getirilmedi. İngiliz muhafız, bir buçuk saat kadar esirler ile eğlendikten
sonra oradan ayrılmıştı. En azından birer battaniye isteyen esirlerin bu
istekleri de reddidilmişti. Bir saat sonra yorgunluk ve soğuğun tesiriyle
uyuyup kaldılar. Esirler çıplaktı ve birinin üzeri 242 örtülse
diğeri açıkta kalmaktaydı. Ancak Türk esirlere bir Hintli Müslüman muhafız
acımış ve titreyen esirlerin üzerlerine kendi battaniyelerinden bir battaniye
örtmüştü. Yarım saat sonra İngiliz teğmeni esirlerin ayaklarını çözmüş fakat
esirler yürüyemez hale gelmişti. Esirler birbirlerinin koluna girerek ve birer
muhafız erin de yardımıyla içi gübre ile dolu açık hayvan vagonlarına
bindirildiler. İsmailiye’ye geldiklerinde İngiliz ordugâhının ortasına takım
kolu nizamında oturtulduktan sonra on metre gerilerine de subaylar
oturtulmuştu. İsmailiye’de mevcut tüm asker ve ahali etraflarına toplanarak
seyretmiş ve fotoğraf çekmişti. Gece yatsıya kadar orada teşhir edildikten
sonra istasyona getirilip ancak çok ısrar üzerine kendi paraları ile birer
paket sigara aldırabilmişlerdi. İkinci mevkide kadınlara mahsus bir
kompartımanda kapısı kilitli olarak gece Kahire’ye getirildiler.243 [303]
Kanal Cephesi’nde İngilizlere
esir düşen Çanakkale Çınarlı Mehmed Kurtul diğer esirlerle birlikte
İskenderiye’ye götürülmüştü. Mehmed Kurtul’un anlattıklarına göre parası
olanlar portakal alabilmişti. Kırmızı fesli Arap gençler esirlere su vermiş ve
daha sonra da esirler trenle Tel El-Kebir esir kampına götürüldüler[304]
El Ariş ve Magdaba’dan gelen
1.200 Türk esiri Kahire’ye ulaştığını yazan gazeteler esirlerin giyimlerinin
perişan ve yalınayak olduklarını ve yaşlarının 18 ila 50 arasında olduğunu
yazmıştı.[305]
Kanal Cephesi’ndeki çarpışmalar
da 300 Türk esiri gören İngiliz askerinin gazetelerde “Zavallı Türk Esirleri”
başlığıyla çıkan beyanatında esirlerin perişan göründükleri ve acının her
türlüsünü yaşamış oldukları anlatılmaktadır. Esirler arasında Türkler, Araplar
ve birkaç Sudanlı, Ermeni, Bedevi ve her çeşitten insan vardı. Botları tamamen yıpranmıştı.
Aynı zamanda bir Türk subay da vardı. İngiliz askeri, 7 subay ve 400 erden
oluşan bir grubun Albassiye’de eski kışlalara yerleştirildiğini, üç ay çölde
kaldıktan sonra olabildiğince temiz göründüklerini, ancak giysilerinin kötü
olduğunu anlatmıştı. Ayrıca Türk esirlerin savaştan çıktıkları için memnun
oldukları ve savaşa zorla katıldıkları iddia edildi.[306]
Türk esirlerin kamplara
yerleştirilmesinin çok büyük problem olduğunu söyleyen bir İngiliz askeri,
esirlerin sayısı ve içindeki bulundukları durumu şöyle anlatmıştır:[307]
“2.000 ya da daha kalabalık,
birkaç muhafızın eşliğindeki, tren garına doğru kuru tozlu yollar boyunca
yorgun yürüyordu. Birbirini takip eden ve sonu gelmeyen konvoyları görmek çok
önemli ve dokunaklı bir manzara oluşturmaktaydı. Adamlar zayıf ve bitkin
görünüyor ve düşenlerden birçoğu kamyonlar tarafından alınıyordu. Esirlerin
sayısı sürekli olarak artmaktaydı. Tüm yerlerdeki kaçaklar teslim olmaya
geliyordu. Türk esirlerin sayıları şu an 45.000’di. Ganimetler de aynı zamanda
tahmin edilenin ötesindeydi.”
Esirlerin kamplara nakillerini
anlatan bir diğer hatırat, Teşkilat-ı Mahsusanın önemli isimlerinden olan Eşref
Kuşçubaşı’ya aittir.
İkinci Kanal Harekâtı’nda Hayber’de Faysal’ın
kuvvetlerine yaralı olarak esir düşen Eşref Bey’e, Emir Abdullah tarafından
Mısır’a gönderileceği, Hilvan’da bir köşk tahsis edileceği, harbin sonuna kadar
orada kalacağı ve mevkiine layık bir muamele göreceği bildirilmişti. Eşref Bey,
bu kararın alınmasında İngilizlerin de onayı olduğundan emindi. Şerif Hüseyin
ve ailesi bütün yaptıklarında İngilizlerden bağımsız hareket etmemekteydi.
Eşref Bey’in yanında bulunan 5.000 altın tamamen yağma edilmiş ve kaçmaması
için de tüm tedbirler alınmıştı. Emir Abdullah, hareketinden önce Eşref Bey’e
şu tavsiye mektubunu vermişti:[308]
“İngiltere Hükûmet-i Muazzamsının
büyük memurlarından her kim ki bu vesikayı Eşref Bey’in yedinde gördükte
kendisine yapılacak ihtiramın fevkaladeliği bizi memnun edeceği malum
olmalıdır. Mısır’a vasıl oldukta, şeref ve haysiyetine layık bir köşkte misafir
ettirilecek ve Hilvan’daki ikametinin bütün masarifatı Celalet-ul Mulk-ul
Hicaz’a ait olacaktır. Bu husus, Wilson Paşa’ya da yazılmıştır. Her hususta
riayetkâr olunması bilhassa rica olunur.”
Develere bindirilen Eşref Bey,
sanki bir esir gibi değil aynı davanın ve gayenin müşterek insanları gibi
uğurlanmıştı. 28 Ocak 1917 sabahı Yanbuğa ulaşıldı. Halk, yollara dökülmüştü.
Hayber’deki destan buralara kadar yayılmıştı. Yanbuğ'da kaymakamlık yapan
Şerif’in mutemedi Abdulkadir Efendi, esirleri nezaketle karşıladı. Kendisine
bir ev hazırlatmıştı. Yollarda halk, kimisi müteessir ve hürmetkâr, kimisi
mütecaviz ve haşin bakışlarka Eşref Bey ve yanındakileri seyretmekteydi.[309]
Bu arada Eşref Bey’in Hayber’de
yaralı olarak esir düşmesi bütün Arabistan’da yankı uyandırdı. Şerif Hüseyin’in,
kendisine karşı beslediği kin ile Mekke’ye getirilinceye kadar büyük hiddet ve
zulüm gördü. Mekke’deki Cürüle kışlasına hapsedildiğinin ertesi günü, Mekke
Şerifi’nin resmî gazetesi olan El Kıble’nin başmuharriri Eşref Bey’i ziyaret
etmişti. Bu ziyaretin sebebini tam anlayamayan Eşref Bey muhatabına şu şekilde
sitem etmiştir:[310]
“Biz harb ettik... Ben, kırk kişi
idim. Sizlerinki yirmi beş bin... Bu rakam, resmi tebliğinizin kaydettiği
miktardır. Arkadaşlarım, Türklüğe has mertlikle dövüştüler. İçlerinde yara
almayan yoktu. Öldürdüklerinizden asgari on misli şehit verdiniz. Din
kardeşliği gibi bizim kıymet verdiğimiz rabıtanın kimin tarafından ve nasıl
maksatlarla ihlal edildiğini tarih yazacaktır. Bu ayrı bir bahis... Fakat
Seyyidina Melik’e lütfen söyleyiniz: Bize hiçbir veçhile hakaret edemez,
ettiremez. Öldürtmek elindedir, işkence yaptırmak da elindedir, fakat hakaret
etmek ve ettirmek elinde değildir.”
Yanbuğ’a geldiklerinin ikinci
günü, Eşref Bey, eski tanıdıkları ile karşılaştı. Medine Muharebelerinde pusuya
düşürülerek esir edilen Yüzbaşı İzzet Bey ile on beş asker yaralı, sefil ve
tamamen çıplak vaziyetteydi. Esirler bir bodruma atılmıştı. Eşref Bey, hemen
müdahale ederek bu esirleri evine getirtti. Emir Abdullah söylediklerinin
aksine, Yanbuğ Kaymakamı Abdulkadir’e gelen bir telsiz emrinde, bir İngiliz
kruvazörünün Eşref Bey’i almak üzere yolda olduğu, oradan Cidde’ye, ardından
Mekke’ye gönderilmesinin kararlaştırıldığı yazılıydı. Eşref Bey bu emir sonrası
kaçması muhtemel olduğu düşünülerek İngiliz muavin kruvazörü tarafından 20 Ocak
1917’de Rabuğ limanına getirildi.[311]
Rabuğ’da Şerif Hüseyin’in askeri
bir karargâhı vardı. Burada Osmanlı Devleti’ne sadakat yemini etmiş, Kuleli ve
Harbiye’de eğitim görmüş, Erkân-ı Harp okumuş sonra Osmanlı’ya karşı cephe
almış askerler bulunuyordu. Karargâhın İngiliz irtibat kumandanı, bir kurmay
albaydı.[312]
Eşref Bey’i ilk karşılayan Aziz
Ali Bey’di. Eski dost şimdinin iki düşmanıydı. Eşref Bey, Divan-ı Harp
kendisini idama mahkûm ettiği zaman Enver Paşa üzerinde bütün nüfuzunu
kullanarak af edilmesini sağlamıştı. Eşref Bey’i bu halde yaralı ve mahzun
gören Aziz Ali, gözyaşlarını tutamamış ve kendisini evinde bir gece misafir
etmişti. Eşref Bey’in Şerif Hüseyin’in emri ile Rabluğ'da kalmasına müsaade
edilmedi. Acilen Mekke’ye sevk edilmek üzere Cidde’ye hareketi sağlandı. Yolda,
İngiliz kaptan ve mürettebatından nazikâne muamele gördü. Cidde limanında ve
gümrük önündeki halk yığını, Eşref Bey, yanında bulunan yaralı Yüzbaşı İzzet,
Mülazım Etmem Efendi ve diğer yaralı dört askeri izledi. Eşref Bey kendisine
tahsis edilen bir hayvan ile beraberindekilerle birlikte çarşıyı geçmiş ve
doğruca Cidde’de Naibe-il Mülk’ün vazifesini gören Şerif Muhsin’in evine
ulaşmıştı. Kendisine üst katta bir oda ayrılmıştı. Çıplak olan esirlere bir
Musevi tüccardan giyecek aldırıldı.[313]
Şerif Muhsin, esirleri makamında
kabul etti. Aldığı emir ile sabaha karşı Mekke’ye yola çıkıldı. Mekke’ye ulaşan
Eşref Bey, yanındaki esir arkadaşlarından ayrılmak istemesine rağmen
arkadaşları yaralı kumandanlarını yalnız bırakma taraftarı değildi. Burada
yırtık, et ve kemik ezintileriyle pıhtılaşmış elbisesini kapatan abası alınmış
ve bu şekilde halka teşhir edilmişti. Eşref Bey üzerindeki kan izini vatanı ve
devleti için döktüğünü belirterek hiç itiraz etmeden abayı çıkartmıştı. Şerif
Hüseyin, Eşref Bey’in abasının altında resmi üniforması olduğunu zannederek
harap olmuş elbisesinin farkında değildi. Aslında Şerif Hüseyin halka teşhir
edilen kişinin Eşref Bey olduğunu ispat etmek için böyle bir uygulama yapmıştı.[314]
Eşref Bey’in sonradan öğrendiğine
göre İngilizler, Şerif’e tebligat yaparak, askeri esirlere asla hakaret
edilmemesini bildirdi. Bu kararın alınmasında Çanakkale ve Kûtu’l-Amâre’de esir
edilen kuvvetlerin, Osmanlı topraklarında hürmet ve insanlık görmesi etki oldu.
Eşref Bey Mekke’nin Cürüle kışlasına getirildi. Burada İstanbul Fatihli Yüzbaşı
Amir isimli eski bir tanıdıkla karşılaştı. O da ihanet
edenlerdendi. Bu İstanbullu
diğerlerinin aksine ihanetinin sebebi olarak Arap bağımsızlığını değil parayı
göstermişti.[315]
Aslen Gelibolu Musevilerinden
olup 16 yasında İslamiyet’i kabul etmiş ve eczacılık tahsil ederek mülazım
rütbesiyle Türk ordusuna iltihak etmiş Hidayet Efendi isimli bir eczacı, elinde
ilaç kutuları ile Eşref Bey’in yanına gelerek bazı açıklamalar yapmıştı.
İstanbul Türkçesiyle Taif’de esir düştüğünü ve esirlerin yaralarını tedavi
ettiğini söylemişti. Giderken de kışlanın kumandanlığını ifa eden Şeyh Mahmut
isimli kimseye şöyle demişti:[316]
“Eşref Beyefendi... Şu adamı
görüyor musunuz, bu, Şerif Hazretlerinin buradaki Fehim Paşası’dır. Casusun
büyüğüdür. Aman beni sizinle görüşürken görmesin. Bütün duvarların arkasından
konuştuklarınız dinlenmektedir. Dikkat ediniz.”
Eşref Bey kaldığı yerde geceyi
sivrisinek ve çeşitli haşerelere karşı müdafaasız olarak perişan vaziyette
geçirdi. Yüzü, gözü şiş içindeydi. Sabah namazından sonra Hicaz Hükûmetinin
resmî gazetesi olan El Kıble’nin Başmuharriri Muhiddin El-Hatib ziyaretine
gelmiş ve uzun bir görüşme yapmış ve kendisini teselli etmişti.[317]
Gün geçtikçe, Eşref Bey ve
yanındaki esirlere yapılan muamele düzeldi. Hintli bir terzi, kendi ölçüleri ve
zevki içinde esirlere yeni elbiseler dikmişti. Kendisine taş taşıtılmış ve
çeşitli hakaretlere maruz bırakılmış Yarbay Ali Bey’i de ısrarla davet ve talep
ederek yanına getirtmişti. Eşref ve Ali Beyler Hintli terzinin diktiği
elbiselerle garip bir kılık içinde binlerce halkın bakışları arasında
Beytullah'ın Hamidiye kışlasına bakan kütüphaneye getirildiler ve burada Mekke
Şerifi Hüseyin huzuruna kabul edildiler. Mekke Şerifi Hüseyin her ikisine de
iltifatta bulunmuş, bunun üzerine Ali Bey Şerif Hüseyin’in elini öpmüştü. Yeni
Hicaz Kralı, baş seccadenin sağ önündeydi. Yanında şeyhülislam ve vezirleri
vardı. Eşref Bey’e hemen sağ yanında yer ayrılmıştı. Namaz bu şekilde kılındı.
Hutbeye çıkan imam duada hem Beşinci Sultan Mehmed Reşat’ın hem de Şerif
Hüseyin’in ismini zikretti. Namaz sonrası Şerif Hüseyin, Eşref ve Ali Beyler
baş başa kaldılar. Ali Bey’e yaptıkları eza ve cefanın şayia olduğu intibaını
vermek istiyordu. Görüşmeden sonra Şerif Hüseyin’in teklifi ile halk tarafından
gerçekleşebilecek her türlü terbiyesizliğe ve aşırılığa karşı akşam namazından
sonra olmak şartıyla Kâbe’nin tavaf edilmesine müsaade edildi.[318]
Mekke’deki hayatın normalleşmesi
ve ilk günlerde gösterilen düşmanlığın kaybolmasıyla Eşref Bey’e Mısır’a
hareket edecekleri tebliğ edildi. Eşref Bey ve arkadaşları, okumalarına müsaade
edilen El Kıble ve diğer gazetelerden, İngilizlerin, Arap Yarımadası’nın
çeşitli yerlerinde ele geçmiş esirlerden istediklerini, himayeleri altında
bulundurdukları Hicaz devletinden talep ettiğini ve bunların Mısır’da bir kamp
veya kışlada toplanacaklarını öğrendiler. 13 Şubat 1917 günü yola çıkılmıştı.
Bu tarihten iki gün önce, Mahmut Gaysımi Efendi, Şerif Hüseyin’in hediye ettiği
120 altını getirmişti. Bu para esirlerin maaşı olarak ödendi.[319]
Esirlerin Mekke’den ayrılması da
oraya getirilmeleri kadar halkın tecessüs ve merak tezahürleri arasında
olmuştu. Şerif Hüseyin, esirleri uğurlamak için yaver ve mabeyincilerini
göndermişti. Cidde’ye kadar esaslı bir vaka olmadan gelindi. Yolda, bir Bedevi
taarruzuna uğradılar. Fakat bu esirlerin kaçmasına mâni bir tertipli bir oyun
olup muhafızların bağırmalarıyla ateşin kesilmesi birbirini takip etmişti.[320]
Cidde’de yine Şerif Muhsin’in
evine misafir edildiler. Burada, kendisine Wilson Paşa denilen ve Mısır’la Arap
Yarımadası üzerinde İngiliz askeri kumandanlığını temsil eden General Wilson’un
mümessili, Albay Watson ile Eşref Bey’in aralarında sert bir olay meydana
geldi. Eşref Bey’e Medine’yi müdafaa eden Türk askerlerinin miktarını sorarak
casusluk teklifinde bulunmuş, Eşref Bey “Ben yaralı bir esirim,
öldürülebilirim. Fakat casusluk yapabileceğim intibaını size hangi hadise ilham
etti?” karşılığını vermişti. Watson, Eşref Bey’i sorgu sırasında ayakta
bekletmiş, kendisi ise oturduğu masanın başında ayaklarını havaya kaldırmış,
ağzında pipo ile Eşref Bey’i sorgulamıştı.[321]
Esirler 18 Şubat 1917’de Cidde
önlerinde bir İngiliz kruvazöründe kamaralara kapatıldılar. Dar kamaranın
kapısı ancak esirlerin fotoğraflarını çekmek için açılıyordu. Rabuğ'da Lama
adlı yolcu gemisine aktarıldılar. Eşref Bey burada
Müslüman isimli, fesli, Arapçanın
her lehçesini kendi öz dili gibi konuşan İngiliz Gizli Servisinin önemli
şahsiyetlerinden birisi tarafından karşılanmış ve kendisine “Dünyayı
korkuttun.” diyerek iltifat etmişti. Bu kişi, gerçek ismi İngiltere’nin
kralı tarafından dahi bilinmeyen, şekli unvanı Şeyh Matem olan, arşivde
kendisine kısaca Mr. L; W. denilen ve Mısır ordusunda çalışan sivil bir
İngiliz’di. Yolculuk boyunca sohbet etmişler ve her hareketleri İngiliz Gizli
Servisi tarafından kontrol altında tutulmuştu. Süveyş’e gelen esirler bir
İngiliz yüzbaşısı tarafından teslim alınmıştı. Kapıları kapanmış, pencerelerin
perdeleri dışarısının görülmemesi için dikkatle çekilmiş, vagonların içinde
hangi istasyondan binildiği, nereye gönderildikleri bilinmeyen bir tren
seyahati başlamıştı. Süngülü nöbetçiler, oturdukları tahta sıraların hemen
yakınında adeta diz dize seyahat etmekteydiler. Böyle bir korumaya neden gerek
duyulduğunu Eşref Bey de anlayamamıştı.262 [322]
Tren durduğunda önce daha çok
kömür işçilerine benzeyen büyük bir kalabalık indi. Bu kişiler Eşref Bey ile
beraber aynı vapurda, Makine dairesinin altındaki kömürlüklere hapsedilen
Medine kahramanlarından esir düsen talihsiz askerlerdi. Aralarında subaylar da
vardı. Eşref Bey’i tanımışlar ve etraflarındaki süngülü İngiliz ve Mısırlı
muhafızlarını yararak yanına kadar sokulmuşlardı. Eşref Bey etrafındaki bu
kişilere şöyle seslenmişti:[323]
“Sizler, nasıl harp meydanlarında
Türklüğün şehamet ve faziletini ispat etti iseniz şimdide asla layık
olmadığınız muamelelere karsı vakar ve sükûnunuzu muhafaza ederek aynı yolda
olduğunuzu göstereceksiniz. Bu da muharebe meydanındaki kadar şerefli
vazifedir. Türklüğün hasleti budur.”
Eşref Bey ve yanındakiler, epeyce
yürüdükten sonra kumsal bir araziyi geçip yaklaşık yüz metre genişlik ve elli
metre uzunluğunda, etrafı tel örgülü açık hava hapishanesine konuldu. Eşref
Bey’e özel bir çadır tahsis edilmişti. Arkadaşları açıkta kalmıştı. Hiç kimseye
danışmadan çadırını sökmeye başlamış ve hemen bir İngiliz binbaşısı süratle
olaya müdahale etmişti. Eşref Bey ise arkadaşları ile aynı şartlarda yaşamak
istediğini söylemişti. Bu olay üzerine kısa süre içinde esirlerin birbirleri
ile konuşmamaları şartıyla esirlere ayrı çadırlar tahsis edildi. Her şeye
rağmen Eşref
Bey, yaralı askerlere çok iyi
bakıldığını anılarında belirtmişti. Bir İngiliz cerrah, Eşref Bey’in yaralarımı
dikkatlice tetkik ettikten sonra kangren olup ölmediğine şaşırmıştı. Esirler 7
gün kızgın çöl güneşi altında bırakıldılar. İngilizler esirlerin ihtiyaçlarını
mümkün olduğu kadar temin ediyorlardı. Para ile her şey halledilmekteydi.
Nöbetçi askerler altınları gördüklerinde İngiliz ordusuna ait özel pazardan
esirlerin bütün istediklerini yerine getiriyordu.[324]
Sekizinci gün Süveyş’ten
Kahire’ye doğru yola çıkıldı. Trende, her bir esirin rütbe ve mevkiine uygun
yerler ayrılmıştı. Trenin en son vagonlarında, üst üste yığılmış istiklal
mücadelesi hareketine katılmış aydın gençlerin bulunduğu Mısırlılar vardı.[325]
Eşref Bey ve arkadaşları,
Hayber’de ağır yaralı olarak Şerif Abdullah’ın kuvvetleri tarafından
İngilizlere teslim edilmek üzere Yanbuğ limanına doğru götürüldü. Yaralılara
herhangi bir tedavi uygulanmadı. Bu sırada Emir Abdullah, Eşref Bey’in yanına
gelerek kendisine, devletine ve milletine karşı İngilizler ile birlikte hareket
ederek ihanet teklifinde bulunmuştu. Babasından aldığı bir telgrafla Teşkilat-ı
Mahsusa'nın başına geçip İttihat ve Terakkiye karşı birlikte çalışma teklifini
yapmış, ayrıca ülkesinde kalan mal ve akarların kendileri tarafından telafi
edileceğini belirtmişti. Şeyh Abdullah, kendilerinin Teşkilat-ı Mahsusaya ve
halifeye muhalif olmadıklarını, sorunlarının İttihat ve Terakkiciler ile
olduğunu söyleyip kendileri ile iş birliği yapmayı tavsiye etmiş ve kendisine
başkomutanlık teklifinde bulunmuştu. Eşref Bey şartları kabul ettiği takdirde
İngilizlere teslim edilmeyecek veya İngilizlerin tasvibi ile bu makama
gelecekti. Eşref Bey ülkesinin en nazik ve buhranlı devrinde kendilerini
arkadan vuran, şehit ve yaralılara insani hislerle muamele etmeyen, şefkat ve
mürüvvet göstermeyen ve Türk millet ve devletinin nimetiyle bu zamana gelmiş bu
kişilerin teklifini şiddetle reddetti. Malta’ya sürülünceye kadar birbiri ile
bir daha görüşmediler.[326]
Medine Kahramanı Fahreddin
Paşa’nın Medine savunması sonucunda bütün askerleri ile birlikte esir
düştüğünde yaşanalar, İngilizlerin esirlere nasıl bir muamelede bulunduklarını
göstermesi bakımından önemlidir. Şehrin 13 Ocak 1919’da teslim olmasıyla
buradaki tüm askerler istasyon önünde silahsız bir şekilde toplanmıştı. Arap
askerlerinin karşısında selam duran Türk esirleri, Şerif Hüseyin oğlu Abdullah
tarafından denetlenmişti. Esirlerin hemen yanında iki metre boyunda iki sarık
arasına giydirilmiş kaput bezi üzerinde yazılı “Felah buldu, Haşimi Hükûmeti”
yazmaktaydı. Bu yazıya rağmen esirler arasında bulunan Hidayet Özkök, Arapların
arasında olması sebebiyle hala esir olduğunun farkında değildi.
Teslim alınan Türk esirler,
develer ile Yanbu İskelesi’ne dört saat mesafede bulunan El Mübarek adındaki
mevkie getirilerek burada dokuz gün bekletildiler. Dokuz gün sonra vapurlara
bindirilmek üzere iskeleye götürüldüler. İskele başında kendilerini iki taraflı
ve süngülü İngiliz askerleri bekliyordu. Esirler tüfek dipçiği ve kötü sözlerle
vapura bindirildi. O ana kadar memlekete gitme ümidini taşıyan esirler artık
esir olduklarının farkına vardılar. Esirlerin üzerleri aranmış ve tüm değerli
eşyalarına el konulmuştu. 5 Şubat 1919 günü vapur Kızıldeniz’de hareket etti.
Hava o kadar sıcaktır ki ter esirlerin bacaklarından ter akıyordu. Esirlerin
güverteye çıkması yasaklanmış, içerideki havayı biraz serinletmek için vapurun
gittiği tarafa yelken bezinden bir hortum takılmış, hortumun bir ucu da
esirlerin olduğu kamaralara verilmişti. Esirler hortumun ucunu tutarak bir
nebze serinlemişler, Kızıldeniz’de üç gün devam eden yolculuğun sonunda Süveyş
Kanalı’na ulaşmışlardı. Kanal’da şose yolun iki tarafında dizilen muhafız
süngülü Hint askerleri tarafından karşılandılar, iki saat burada
bekletilmelerinin ardından tel örgülerin içine hapsedildiler. Huni şeklinde
mahruti çadırlarda bir gece konakladılar. Her bir çadırda on esir yatıyordu.
Burada da esirler diğerleri gibi asit fenikli (ilaçlı) suya çıplak olarak
sokulup çıkarılmışlar ve elbiseleri ütülenmişti. Bu esir karargâhında altı gün
kaldıktan sonra yine tel örgülü Salihiye esir karargâhına nakledildiler.[327]
Birinci
Dünya Savaşı’nda Kafkasya ve Hicaz cephelerinde görev yapmış ardından İngilizlere
esir düşmüş olan İhtiyat Zabiti Mehmed, esaret altında yaşadığı dönemi kaleme
almıştır. İngilizler, Hicaz Cephesi’ndeki esirleri Abdürrezzak Bey’den bir bir
sayarak teslim almış ve kırbaçlarla muhafızların süngüleri altında İngiliz
askerinin bulunduğu vapura bindirmişti. Muhafızların 15’i Hintli Müslüman, 15’i
Hintli Mecusi’ydi. Özellikle Mecusiler esirlere karşı kötü davranmak istemiş,
muhafızların başı Hintli Müslüman Hüseyin Çavuş bu kötü muameleye fırsat
vermemişti. Süvari çavuşu olan Hüseyin, hem Mecusilerin kötü davranışlarına
engel olmuş hem de esirlere iyi muamelede bulunmuştu. Hüseyin Çavuş’un
anlattıklarına göre İngilizler, Almanların Suriye, Filistin ve diğer İslam
yerlerini Türklerden aldıklarını, bu yerleri tekrar Almanlardan alarak İslam memleketi
eyleyeceklerini söyleyerek Hintlilerin İngiliz ordusunda savaşmalarını
sağlamıştı. Sonuçta Müslüman’ın Müslüman ile savaştığını geç de olsa
anlamışlardı. Filistin ve Suriye cephelerinde savaştıkları askerlerin, Alman
olduklarını sanan Hint askerleri, Halep’e kadar takip ettikleri ve orada
savaştıkları askerleri esir aldıklarında ancak Türk olduklarının farkına
varmıştı. Halep’te esir alınan askerler, Yenbagil Bahr’dan Süveyş Kanalı’na
hareket etmiş ve vapurda bir hafta karantinada bekletilmişti. Bir hafta sonra
Süveyş’in yarım saat kadar kuzeyinde, çadırlardan oluşan esir karargâhına
yerleştirildiler. Muhafızlar sürekli olarak ellerinde kırbaçlarla sebepsiz yere
esirlere küfür ve hakaret ediyorlardı. Bir gün sonra sabah esirler arsenikli
sudan geçtikten sonra eşyalarını ütüleyerek aldılar ve çadırlarına döndüler.
Her bir esire bir numara verildi. Tercümanlık yapan kişi, Şarkışla kazası
Gemenek nahiyesinden 3035 yaşlarında bir Ermeni’ydi. Bu kişi numara verilirken
İngilizlerden daha ağır sözler söyleyerek esirlere hakaretler etmişti. Burada
kaldıkları bir hafta boyunca çok ağır şartlarda hakaretlere ve tahriklere maruz
kaldılar. Bir hafta sonra esirler Salihiye esir kampına gönderildiler.[328]
Fahreddin
Paşa esarette yaşadıklarını kaleme alan bir diğer önemi şahsiyetti. Medine
Kuşatması’nda aylarca direnen paşa, esir alınmadan önceki süreçte gerçekleşen
olayları ve esarette geçen günlerini günü gününe kaydetmişti. Bu günlüklerden
anlaşıldığı üzerine Fahrettin Paşa, 72 günlük bir savunmadan sonra
Kumandan Vekili Necip Bey ve
etrafındakiler tarafından ikna edilmesiyle 10 Ocak 1919 günü teslim olmuş ve
Harem-i Şerif’ten kendi isteği ile ayrılarak Biriderviş’e getirilmişti.
Yolculuğu boyunca kendisine yaveri, doktoru ve birkaç emir eri eşlik etmişti.
Geceyi çölde çadırda geçiren paşaya halk büyük teveccüh göstermiş ve kendisi
Medine’den büyük bir kalabalık ile uğurlanmıştı. Fahrettin Paşa’dan hariç
Medine’de 500 kadar subay ve 6.000 kadar er İngilizler tarafından esir edildi.
Esirlerin eşyaları ile nakledilmesi çöl şartlarında çok zordu. Fahreddin Paşa,
27 Ocak’ta savaş esiri olarak Mısır’a gitmek üzere yola çıkarıldı. Esirler,
Fahrettin Paşa’nın 5-6 gün içinde aldığı Yenbu yolunu, güvenlik ve yeterli
sayıda devenin bulunamaması gibi sebeplerle yaklaşık 20 gün içinde alabilmişti.
11 Şubat günü 80 subay ve yaklaşık 1.000 er, Medine Biriderviş’ten ayrılmış ve
19 gün sonra 28 Şubat günü Yenbu’ya ulaşmıştı. Şubat sonuna kadar burada kalan
esirler, Kızıldeniz’de Hintli askerlerin süngüsü altında fotoğrafları çekilerek
Abbasiye vapuruna bindirildiler.
Kafile 1 Mart günü önce Mısır’a,
oradan yük vagonları ile 20 dakika yolculuk sonrası karargâha ulaşmış ve geceyi
8 kişilik çadırlarda geçirmişti. Sabah akşam günde iki defa yoklama yapıldı.
Esirler İstanbul’a gönderileceklerini düşündüklerinden portatif karyola,
battaniye ve yastık gibi şahsi eşyalarını denize atmışlar, bu sebeple
çadırlarda rutubetli ve yaş kum içinde yatmak zorunda kalmışlardı. Tüm esirler,
eski iç çamaşırları çıkararak ilaçlı suya sokularak temizlendi. Neresi
olduklarını bilmedikleri bu yerde 15 gün kaldıktan sonra İsmailiye’den
Kahire’ye götürüldüler. Buradan iki kamyon ile Tura esir kampına nakledildiler.[329]
Eski Hicaz Fırkası Kumandanı
Albay Bey’in esaret sonrası Mart 1921 tarihinde verdiği ifadeden oluşan rapor,
Hicaz bölgesinin nasıl esir düştüğü hakkında bilgiler vermektedir. Hicaz’da
Şerif Hüseyin tarafından Osmanlı Hükûmetine karşı gerçekleşen isyan dolayısıyla
Cidde, Mekke ve Taif’de resmi dairelere, kışlalara ve askeri mekânlara
taarruzlar gerçekleştirildi. Cidde mevkii bir hafta, Mekke bir ay ve Taif üç
buçuk ay bu taarruzlara karşı savunma yapabildi. Sonuçta Şerif Hüseyin
tarruzlarına karşı başarısız olan fırkanın tüm subay ve askerleri ile Hükûmet
görevlileri esaret altına alındı. Esirlerin toplam sayısı yaklaşık 4.000
civarındaydı. Şerif Hüseyin tarafından tüm esirler, kafileler halinde Cidde’ye
sevk edilerek İngilizlere teslim edilmiş ve oradan da vapurlarla Mısır’a
nakledilerek kısmen Seydi Beşir, kısmen Mısır’daki muhtelif esir kamplara veya
Malta’ya gönderilmişti. Kamplara nakil için tek vasıta vapur ve trendi.
Cidde’den Süveyş’e üç günde ulaşıldı. İngiliz askeri karargâhı civarında
karantina mahallinde de bir hafta bekletildikten sonra İskenderiye’deki
karargâha nakledildiler.[330]
Esirler Cidde’den vapurla Mısır’a
sevk edilirken hiçbir kötü muamele görmedikleri gibi kendilerine karşı iyi
davranıldığı söylenebilir. Ancak Süveyş’te karantina müddeti olan bir hafta
süresince gerek yatacak ve gerekse yiyecek hususunda epeyce zorluk çekildi. Bu
duruma karşı esirler tarafından yapılan şikâyetler dikkate alınmadı.
Yetkililer, bulundukları yerin askerî karargâh olduğu, bundan fazla bir imkânın
sağlanamayacağı ve birkaç gün sonra İskenderiye’ye nakledileceklerinden orada
her şeyin daha iyi olacağı cevabını verdiler. Karantina bölgesindeki zorluk ise
suyun azlığıydı. Bir diğer sorun ise subay ve üst rütbeli subayların altı yedi
kişilik bir çadır içine konulması ve kendilerine yatak olarak birer portatif
çadır bezi ve iki battaniye verilmesiydi. Yemek ise ilk günlerde çok azdı.
Esirlere yemek olarak gevrek ile birer konserve çiy kutu eti ve biraz da reçel
dağıtılmıştı. Bir iki gün sonra sığır eti ile balkabağı verilmiş ise de
yeterince pişirme imkânı bulunamadı.[331]
Süveyş’te vapura bininceye kadar
esirlere karşı yapılan muamele göreceli olarak daha iyi olduğu ifade
edilebilir. Vapura bindikten sonra bu iyi muamele değişti. Subay ve üst
rütbeliler ile fırka kumandanı da dâhil olmak üzere esirler, istimbota (küçük
buhar vapuru) bindirilerek kanalın karşı sahiline çıkarıldı. Burada bir bölük
İngiliz askerinin süngüleri altında karantina mahalline sevk edildiler.
Karantina bölgesinin iskeleye olan uzaklığı, havanın sıcaklığı ve de yolların
ziyadesiyle kumlu olması yürümekte olan esirlerin epey müşkilat çekmesine, bazılarının
ise bayılmasına yol açmıştı. Karantina mahalli bir tel örgüsü ile çevrilmişti.
Bu alan mahruti çadırlardan oluşuyordu. Kapıdan girer girmez esirlerin ellerine
birer çinko tabak, birer su maşrapası, ikişer battaniye, birer muşamba verildi.
Bu hâl tüm esirleri aşağılamıştı. Böylece yol boyunca esirlere karşı gösterilen
iyi muamele burada son bulmuştu.272 [332]
Mekke Şerifi emriyle 16 Temmuz
1916 tarihinde çıkan isyan üzerine Cidde Garnizonu ve yaralı, hasta ve
personeli ile beraber Cidde Hastanesi esir düşmüştü. Nasıl esir oldukları bir
doktor binbaşı tarafından anlatılmıştır. 13 Ağustos 1916 tarihinde İngilizlere
teslim edilen 180 hasta ve yaralılar ile 600 kadar askerden oluşan esir
kafilesi, bir muavin kruvazörle Süveyş’e nakledildi. Esirler, gemiden gübre ve
süprüntü dubalarıyla çıkarıldılar. Kanalın doğu sahilinde karantina mahalli
denilen tel örgülerle çevrili bir kum sahrasında yatak, yorgan ve iki ince
battaniyeden ibaret bir sütre ile on altı gün kaldılar. Aç kalmayacak kadar peksimet,
kutu et, reçel, sebze ve biraz verilerek asker ve subayların karınları
doyuruldu. Bu kadar gıda ile zaten yetersiz beslenen askerler arasında
hastaların çoğaldı ve ölümler arttı. Süprüntü dubaları arasında on altı gün
geçiren subaylar, Süveyş istasyonundan tren ile üçüncü mevkide, eşyaların
üzerinde oturmak suretiyle şehirden 20 km doğuda, bir kum çölü olan İskenderiye
Seydi Beşir’de subay karargâhı olarak düzenlenmiş mahalle sevk edildi. Esir
subaylara daima birkaç süngülü nefer muhafız olarak refakat ediyordu.
İstasyonlarda her dört subaya sekiz süngülü muhafız düşmekteydi.[333]
120. Alay komutanının verdiği
ifadeyi içeren 1921 tarihli rapora bakıldığında Osmanlı Hükûmeti ile İtilaf
Devletleri arasında imzalanmış Mütareke’nin 16. maddesi uyarınca 7. Kolordu
Komutanlığının emriyle tüm askerlerin 9 Mart 1919 tarihinde Hadide’de
İngilizlere teslim oldukları görülmektedir. Bu alay, Yemen’deki son Osmanlı
kuvvetiydi. Daha önce teslim olan kafileler Mısır’a sevk olundularsa da Aden
Vali ve Kumandanlığından gelen bir emirde subay ve üst rütbeli subayların
Aden’e, bekâr subayların Kamaran Adası’na nakli kararlaştırıldı. Komutanla
beraber 32 subay, 16 mülkiye memuru ve 400’e yakın nefer 23 Mart 1919’da
Kamaran Adası’na sevk edildi. Esir kafilesi, Kamaran esir karargâhına varıncaya
kadar hiçbir zahmet ve meşakkate maruz kalmadan gerek Hadide’de ve gerek
Kamaran’da İngiliz kumandan ve subaylardan iyi bir muamele gördü. Kamaran’daki
ordugâh Osmanlı karantina idaresi müesseselerinden oluşuyordu. Esirlere Kamaran
köyüne girmemek şartıyla evvela subay ile emir erlerine; bir müddet sonra da
umuma karargâh civarında ve hatta bütün adada serbest gezme izni verildi. Esir
kafilesinin bir an evvel İstanbul’a sevkine lüzum görüldü. Esirlerin
ifadelerine göre esirler esaretleri boyunca İngilizler tarafından hiçbir sûi
muameleye maruz kalmadılar. Adada sivil esirlerin iaşesi her sabah Hint
taburundan verilen erzakla temin olunmaktaydı. Askerin yemekleri karavanada
pişirtilmiş, subayların erzakı ayrıca verilmiştir. yüzbaşı ve yukarı rütbedeki
subaylara yevmiye olarak ikişer rupi ve mülâzımlara ikişer rupiden birkaç kuruş
noksan verildi.[334]
Balıkesirli hesap memur
yardımcısının, esaret sonrası 2 Ağustos 1919 tarihinde verdiği ifadeden;
İngiliz donanmasının bombardımanı ve Arapların isyanları neticesi 16 Haziran
1916 tarihinde Cidde’nin düşmesinin ardından taburu ile beraber esir düştüğünü
öğrenmekteyiz. Elli altı gün bütün subaylar Cidde’de mevkuf kaldıktan sonra
İngiliz vapurlarıyla Süveyş’e çıkarıldılar. Hesap memur yardımcısı ziyadesiyle
rahatsız olduğu halde iskeleden yarım saat mesafede bulunan karantina mahalline
kadar yürümek mecburiyetine tutuldu. Süveyş’te karantinada elli gün kaldıktan
sonra İskenderiye’nin Seydi Beşir mevkiindeki esir karargâhına sevk edildiler.
Esirler seyahat sırasında hiç kimse ile temas ettirilmediler. Karargâha
vardıklarında üzerleri aranmış, eşyaları ve hatta parası olanların paraları
alınmıştı.[335]
Osmanlı askerlerinin İngiliz
askerleri tarafından nasıl esir alındıkları ve esaretleri süresinde
yaşadıkların raporlara yansıdığı yukarıda ifade edilmişti. Türk hekim
subaylarına reva görülen davranışlara ilişkin somut verilere ve ayrıntılara
Kızılhaç belgelerinden de ulaşılmıştır. Kızılhaç Arşivinde bulunan Yemen
Kolordu Sıhhiye Müfrezesi’nde görevli Binbaşı Dr. Süleyman Sudi’nin raporunda
İngilizlerin esirlere uyguladığı hukuk ihlallerinden bahsetmektedir. Süleyman
Sudi İngiliz operasyon bölgelerinde İngiliz ordusunun Cenevre Antlaşması’nın
belli hükümlerine uymadığını, kimi bölgelerde bu ordunun Rus ordusuna göre daha
hoşgörüsüz hareket ettiğini yazmıştı.[336]
Hicaz Sıhhiye Hekimi Binbaşı Faik
Fikret’in raporunda ise şu ifadeler yer almaktadır:[337]
“Süveyş’te, açık bir kampta
(sıhhiye ofisi) sandıklar kırıldı ve içindekiler yağma edildi. Kumaş parçaları,
mercan tespihler, gümüş kaplamalı kamçılar, halı gibi özel eşyalarımıza el
konuldu.”
İngiliz ordusu tarafından hekim
subaylara uygulanması gereken Cenevre Sözleşmesi hükümleri Osmanlı hekimlere
uygulanmamıştır. Sözleşme gereği hastanenin araç ve gereçlerine dokunulmaması
gerekiyordu. Buna rağmen İngilizler, hastanenin ve doktorların tüm
malzemelerine el koyarak hastanede bulunan yaralı ve hastaların tedavilerini de
engellemişti. Doktorlara ait malzemelere dokunulmaması gerektiği halde ilgili
maddenin uygulanmadığını, Hicaz sıhhiye müfrezesi doktoru Binbaşı Faik
Fikret’in raporu göstermektedir:[338]
“Yüzbaşı Doktor Nevzat Bey in
gereçleri için - Cenevre Sözleşmesi’ne uyum konusunda- dikkatini çekmek adına
Sisi-Bichr (Seydi Beşir) Kamp Komutanı Yarbay Woods’a başvurdum. Teşebbüslerim
olumlu bir sonuç doğurmadı. Yukarıda bahsi geçen hastanenin gereçleri geri
verilmedi.”
Kızılhaç Arşivinde bulunan
Başhekim Kadri’ya ait bir başka raporda İngilizlerin Cenevre Sözleşmesi’nin 9.
ve 12. maddelerine riayet etmedikleri şu ifadelerle anlatılmıştır:[339]
“Bizi esir alan askerler, mensup
olduğum kolordunun subaylarının saat ve yüzüklerine el koydular. Su içmek için
Khalala’ya kadar yaya vaziyette 17 saat yürümek zorunda kaldık. Su içmek için
bize layık görülen, atlar için kullanılan yalaklardı. Atlardan arta kalan suyu
içtik, kirli ve saman karışmış bir suydu. Bizi hayvan taşımakta kullanılan
vagonlarda gübrelerin üzerine yerleştirdiler. Süveyş yakınlarındaki Kantara’da,
demir tellerle çevrilmiş bir arsaya hapsedildik.”
Hicaz Cephesi’nde esir düşen Asir
Tümeni Başhekimi Yarbay Rıfat, Kamaran Adası’ndan Mısır esir kamplarına nasıl
getirildiğini şu şekilde anlatmaktadır:[340]
1.2.6
Esirlerin
Hindistan ve Burma Kamplarına İntikali
İngilizler, özellikle Irak Cephesi’nde
esir aldıkları Türk esirleri öncelikle bu bölgedeki geçici esir kamplarında
tutmuştu. Buradaki amele taburlarında çalıştıracakları esirlerin
haricindekileri anavatana çok uzak bir yere, Hindistan ve Burma esir kamplarına
göndermişti. Sevk işlemi çok uzun sürmese de esirler için bu kısa süre,
seyahatin çok ötesinde ömürleri boyunca unutamayacakları felaketleri
yaşadıkları bir dönem ol du. Askerler, bu seyahatte çektikleri sıkıntıları ne
cephede yokluk içinde savaştıkları dönemde ne de esir kamplarına
yerleştirildikleri dönemde çektiler. Bu vapur yolculuğunu anlatan esirle rden
birisi Mehmed Efendi’ydi. Kûtu’l-Amâre Kuşatması’nda esir düşüp Basra’ya
getirilen Mehmed Efendi’nin içinde bulunduğu Osmanlı esir grubu, Basra’da bir
süre kaldıktan sonra 5 Haziran 1916 günü Hindistan’daki esir kamplarına gitmek
üzere kamptan ayrıldı. Yüzbaşı, Üsteğmen Cemil Efendi, Yedek Subay Mehmed
Efendi ve iki kişi daha ikinci sınıf bir kamaraya yerleştirildiler. Bir gün
sonra kahvaltıda patates, et ve pilav verilmişti. Ayrıca Türk subaylardan
Yüzbaşı Arif Efendi içkiyi fazla kaçırmış ve bir yüzbaşı ile kavga etmişti. 6
Haziran günü esirler Aşar’dan hareket edildi.[341]
Vapurda yemek işi düzene girmiş
ve muntazam esirlere yemek verilmişti. 12 Haziran 1916 günü Hindistan Bombay’a
ulaşıldı. Iraklı esirlerin ayrılarak trenle Sumerpur’a gönderileceği söylendi.
Aynı devlete ve aynı kanuna bağlı askerler birbirinden burada ayrıldı. Burada
vapurdan indirilen esirler, trenle 14 Haziran 1916 günü geçici olarak Kalküta
esir kampına getirildi. Esirlerin yollarda yiyecek sorunu olmadı. Burası Ganj
Nehri kenarında bir yerdi. Gayet büyük olan bu kışlada, üzerinde Farsça yazan
eski zamanlardan kalma toplar bulunuyordu. Bu topların, Farsların Hindistan’ı
istilası zamanında getirilmiş ve bırakılmış olduğu söylenmekteydi. Esirler, tel
örgüler içinde 1.200 metrelik dikdörtgen bir yere bırakıldı. Bu esnada
dışarıdan yemek getirilmiş ve esirler yemeklerden memnun kalmıştı. Akşama ise
yemek istedikleri gibi olmadı. Erlere ve subaylara aynı yemeğin verilmesini
emreden generalin emri reddedildi ve verilen ekmekler alınmayıp tercüman diye
gönderilen kişi de kovuldu. Bir İngiliz doktorunun gelmesiyle yemek sorunları
az da olsa çözüldü. Subayların bile yemek ihtiyacı tam olarak giderilmedi.
Subaylar parayla dışarıdan yemek söylemek zorunda kaldılar. Burada yoklama
yapılmış, bir saatte ancak 200 er sayılabilmişti. Yemekleri getirenler Müslüman
Hintlilerdi ve esirlere yardım etmek istiyorlardı. General kampa gelerek kısa
süreliğine subayları ziyaret etmiş, sadece bir paket sigara bırakıp gitmişti.
19 Haziran akşamı esirlere yemek çıkmaya başladı. Aynı gün, İngiliz doktorunun
yardımıyla yola çıkan üç subay, trende birinci sınıf mevkide seyahat etmişti.
22 Haziran günü Rangoon’a ulaşmışlardı. Üç aylık esaretleri sonunda ancak
kalacakları karargâha gelebildiler.[342]
Basra’da kampta dağıtılmak
istenen Sultan Vahdeddin’in beyannamesini yırtan Nureddin Peker, Ermeni
tercümanın ihbarıyla Millî Mücadele taraftarı olmakla suçlanıp Hindistan
Karaçi’de bulunan esir karargâhına gönderilen bir diğer esirdi. Esirlere
Hindistan’a sevkleri sırasında gemide verilen yiyecekler çok yetersizdi.
Nureddin Peker’in içinde bulunduğu esir kafilesi, 5 Eylül 1920 günü bir ticaret
ve liman şehri olan Hindistan Bombay’a ulaştı. Burası görkemli camileri ve
mimariyle tam bir İslam şehriydi. Esirler gümrük ve liman işlemlerinden sonra
İngiliz memurları eşliğinde gemiden indirildiler ve karantinaya götürüldüler.
Burada büyük kazanlarda hazırlanmış ilaçlı sularda tamamen çıplak olarak
temizlendiler. Esirlere verilen elbiseler ütü vagonlarında özel olarak
hazırlanmış ve esirlere giydirilmişti. Türkiye’ye geldiklerini zanneden
esirler, Hindistan’a geldiklerini anlayınca, küçük bir isyan çıkarıp bağırıp
çağırmışlar ve bunun cezası olarak esirlerin Hintli halk ile konuşması
yasaklanmıştı. Daha önce burada tutulan esirler Türkiye’ye gönderilirken yeni
esir kafilesin buraya getirilmesi ilginçti. Bunun sebebi, Mustafa Kemal Paşa
taraftarı olan Nureddin Peker gibi kişilerin barış yapılıncaya kadar Anadolu
coğrafyasından uzak tutulmak istenmesiydi. Nureddin Peker, burada bir İngiliz
subayı ile ağız dalaşına girdiği sırada bir başka subay burnuna yumruk atmış ve
küçük bir karışıklık çıkmıştı. Nureddin Peker gemide de boş durmamış,
Hintlileri ve Müslümanları bağımsızlığa sevk etmişti. Türk esirler arasında da
bir kargaşa başlamıştı. Olay, Irak’tan beraber geldikleri ve Türkleri tanıyan
İngiliz çavuşlar sayesinde kısa sürede kapandı. Yalnız Nureddin Peker, Mustafa
Kemal Paşa taraftarı ve isyancılık ile suçlanarak gemide ateşçilik cezasına
çaptırıldı. Arkadaşlarından ayrılarak Bombay’da bırakıldı ve burada 3 gün
hapiste tutuldu. Kendisinden başka gruptan ayrılan Aydınlı Ali ise sopayla bir
İngiliz subayını dövdüğü için daha ağır bir cezaya çaptırılmıştı. Gemi
Serendip, Madras, Bingale sularında seyrederek tekrar Bombay’a gelecekti. Ceza
alan bu kişiler, gemi ocağında üçer saat arayla ateşçilik yapıyordu. Vantilatörler
çalıştığı halde içerisi dayanılmayacak kadar sıcaktı ve ikinci günü Nureddin
Peker bayıldı. Kısa sürede Nureddin, görevliler sırasında zeybek oynayıp türkü
ve marş söylemeye başlamış, bu durum İngilizlerde merak uyandırmıştı. Nureddin,
İngiliz sağlık memur ile dost olmuş, kızının ve karısının resimlerini kara
kalemle çizmişti. Bu sayede, kendisi ve arkadaşı nöbete gitmekten kurtuldu.
Yerlerine ise Hintliler gönderildi Nureddin, günlerini resim ve alüminyum
tabaklara armalar ve portreler yaparak ve Osmanlı armaları çizerek geçiriyordu.
İlk geldikleri gün kavga ettikleri İngilizler ile dost olmuştu. Akşamları ise
Nureddin, Kafkas ve Çerkez havaları çalarak İngilizleri eğlendirmiş, İngilizler
ise kendisini asla bırakmayacaklarını söylemişti. Bu durum, geminin 26 Eylül
günü Bombay’a dönüşüne kadar devam etti.[343]
Hüseyin Fehmi Genişol’un
anlattıklarına göre Basra esir kampından zayıf oldukları için seçilip Hindistan
esir kamplarına gönderilen esir kafilesini taşıyan gemi, 8 Eylül 1918 günü yola
çıkmıştı. Gemi 7 gün 8 geceden sonra Hindistan’ın güneybatısında bulunan ve
Hindistan’ı Avrupa’ya bağlayan büyük ve canlı bir liman şehri Bombay’a ulaştı.
Rıhtımda esirlere Hintli Müslümanlar tarafından içinde beyaz renkli iki ceket,
iki pantolon, iki don, iki gömlek, iki çift çorap, iki peşkir, bir havlu ve bir
mendil bulunan birer bohça ile birlikte Osmanlı arması ve içi yaldızlı fes
verildi.[344]
Kûtu’l-Amâre’de esir düşen ve
Bağdat üzerinden Basra’ya getirilen Mustafa Tütüncü’nün de içinde bulunduğu
esir kafilesi, bir süre burada kaldıktan sonra Bombay’a yola çıkmıştı.
Hindistan’a getirilen esirler için çile henüz bitmemişti. Esirleri daimî
kalacakları kamplara kadar uzun bir tren yolculuk beklemekteydi. Bir sahil
kasabası Bombay mamur bir haldeydi. Kalküta ise Bombay’a göre daha gelişmiş ve
büyük bir yerdi. Esirler Kalküta’dan vapurla dört gün süren yolculuk sonrası
Rangoon’a getirildi.[345]
Sumerpur esir karargâhında teğmen
rütbesinde bir esir, 1915 yılında müstear isimle yazdığı bir yazı ile esirlerin
sevkleri ve kamplardaki yaşantıları hakkında bilgiler vermiştir. Esir teğmen,
daha sonra gazetelerde de yer bulacak bu şikâyet mektubunda, kendilerine
kamplarda sürekli küfürler edildiğini ve esir olarak kamplara getirilirken
vapurlarda çok hareketler gördüğünü söylemişti.[346]
Gazze Cephesi’nde, Şam’a geri çekildikleri zaman esir düşen 1889 doğumlu
Lâpsekili Habib Turgut, Mısır’da 3 yıl esir kaldıktan sonra 36 günlük bir vapur
yolculuğuyla 25 ay esir kalacağı Hindistan’a götürülen bir başka esirdi.[347]
Esaret sonrası alınan ifadelere
yalnızca Genelkurmay ATASE Arşivinde değil Osmanlı Ordu-yı Hümayunu
Başkumandanlığı Vekâletinden Kızılay Cemiyeti Riyasetine yazılan belgelerde de
rastlanmaktadır. 1916 yılında Burma’ya sevk edilen esirlerin vapurların
ambarlarına doldurularak gıdasız, havasız; hastaların ilaçsız bırakıldığı ve bu
suretle birçok ölümün gerçekleştiği bilinmektedir. İngiliz askerlerin esir
askerlerden bazılarını vapur direğine bağlayarak dövdükleri, bir subayı
vurdukları ve bir başka subayı tel örgüyle çevrili ve pis mahallerde ikame
ettirdikleri belgelerde göze çarpmaktadır. Subaylara Çanakkale’nin tahliyesine
kadar iki maaş verilmesinden kaçınılmıştı. Bütün mülkiye memurlarına yalnız bir
asker tayini vermekle yetinildi. Bu iddialar üzerine başkumandan vekili
İngilizlerin Türk esirlere reva gördükleri bu muameleyi şiddetle protesto
etmekle beraber bu halin devamında misilleme olarak aynısının İngiliz esirlere
uygulanacağını Kızılay vasıtasıyla İngiltere Kızılhaç Cemiyetine tebliğ etti.[348]
Tanin gazetesinin editörü Cemil
Hakkı Bey’in mülakat yaptığı bir grup esirin anlattıkları göre Basra’ya
getirilen esirler Basra karşısındaki Achare’de demir atan bir geminin ambarına
konuldu. Esirler üç gün sonra Bombay’a gitmek üzere ayrılan bir başka gemiye
alındı. Denizaltı tehlikesi sebebiyle yolculuk çok daha uzun sürdü. Bombay’da
geminin ambarında bir gece geçirdiler ve kötü muameleden dolayı yolda ölenler
Bombay’da gömüldü. Esirlerin dini inançlarını hiç dikkate almayan İngilizler,
ölüleri Hıristiyan mezarlığına gömmek istemişti. Müslüman Hintlilerin itirazı
üzerine İngilizler, bu plandan vazgeçmek zorunda kaldı. Denizaltı tehlikesinden
dolayı yirmi gün süren bir yolculuktan sonra esirler Burma’ya ulaştılar.[349]
Kızılhaç
heyeti, esirlerin Mezopotamya’dan hangi şartlarda Rangoon karantina kampına
getirildiklerini araştırmıştır. Bu amaçla heyet, esirler, kamp doktorları ve en
son esir kafilesini Rangoon’a getiren posta buharlı gemisi Bangala kaptanı ile
görüştü. Esirler Basra’dan gemi ile önce Bombay’a ve Karaçi’ye, oradan da tren
ile Hindistan’dan geçerek Kalküta’ya (Calcutta) getirdi. Esirler, 60 kişilik
vagonlarda taşındı. Seyahatleri boyunca günde iki defa esirlere bisküvi, ekmek,
peynir, meyve ve çay dağıtıldı. Esirler buradan Rangoon’a bazen direk gemiler
ile gönderildi bazen de Kaltüta’da Williams Kalesi’nde bir müddet bekletildi.
En son olarak da Hindistan ve Burma esir kamplarına dağıtıldı.[350]
1.2.7
Irak
Esir Kamplarında Amele Taburları
Dicle
Grubu Sıhhiye Bölüğü hesap memuru vekilinin esaret sonrası verdiği ifadesinde,
30 Ekim 1918’de esir olduklarını, yaralı ve hastaların, önce Şirkat
Hastanesine, ardından Bağdat’a sevk edildini söylemişti. 25 gün Bağdat’ta
bırakıldıktan sonra aynı sıhhiye heyeti, vapurla Basra’ya gönderilmişti.
Bağdat, Kûtu’l-Amâre, Amâre, Kurna ve Basra şehirleri tamamen değişmiş ve
Bağdat-Basra arasındaki Dicle Nehri vapurların seferleri çalışır hale gelmişti.
Bağdat, Kûtu’l-
Amâre, Amâre ve Basra
iskelelerinin her birinde takriben büyük ve küçük olarak 100-150 vapur vardı.
Bağdat ve civarında 13 Osmanlı amele taburu teşkil edilmişti. Esir askerler
burada çalıştırılmış ve yevmiye olarak 60 para veya iki kuruş ücret ödenmişti.[351]
64. Alay 1. Tabur tabip
yüzbaşının esaret sonrası verdiği ifadesine göre 1919 senesi başlangıcında
Hindistan ve Irak’taki askerler taburlara taksim edilmiş, her tabura muvazzaf
bir Osmanlı tabibi verilmiş ve Irak’ın değişik yerlerinde düşük yevmiye
mukabilinde çalıştırılmıştı. İaşe ve çalışma şartları hakkında ise bir bilgi
bilinmemektedir.[352]
Dicle Grubu Karargâhı Kumandanı
olup esir iken Basra’dan firar eden Cavit Bey, Türk askerlerinin Bağdat’ta,
Kûtu’l-Amâre’de Amele Taburları adı verilen yol, kanal ve saire inşaatlarda
günlük iki kuruşa çalıştırıldığını söylemiştir.[353]
Amele taburlarının çoğu Basra
civarında kurulmuştu. Musul’dan firar ederek gelen ve 7 Temmuz 1919 tarihinde
ifadeleri alınan 12 askerin ifadesine göre Bağdat’a getirilen esirlerden 1.200
kişilik bir tabur teşkil edilmişti. Bu askerler Basra’ya amele taburuna
götürülmüşler ve burada bir buçuk iki ay kadar istihdam edilmişti. Buralarda
saman, erzak, toprak vesaire taşımakla meşgul oldular. Bu esnada fazla eziyet
ve fenalık görmüşler ve dövülüp aşağılanmışlardı. Esirlere güçlerinin üstünde
eşya taşıttırıldı. Esirlere iaşe olarak iyi bakılmış fakat maaş verilmeyip 8-9
saat çalışmaları karşılığında yevmiye olarak iki kuruş verilmişti. Bir kısım
esir, Kûtu’l-Amâre’ye nakledildi ve orada da aynı şekilde çalıştırıldı. Burada
ise iaşe yarı yarıya düştü. Esirler sivil Müslüman ahali ile katiyen
görüştürülmedi. Hatta Müslüman askerler ile görüşmek dahi yasaklandı. Aksi
davranan ise dövüldü.[354]
Bellary esir kampında bulunmuş
Yarbay Hasan Yetimi, Bellary kampındaki 1.000 kadar askerin 1918 yılı
ortalarında toprak işlerinde çalıştırılmak üzere Basra kampına gönderildiğini
yazmaktadır.[355]
Esaretten dönen esir subayların
verdikleri ifadelerde de amele taburlarına dair bilgiler vardır. Esir
askerlerden teşkil edilen amele taburları bataklıkları kurutmak için gayet fena
ve uygunsuz şartlar altında istihdam edildi. Başka iklimlerin insanı olan Türk
askerleri bu şekilde önemli ölçüde zayiata uğradı. Erzak olarak üç subaya bir
havuç, bir iki kokmuş soğan, küflenmiş çorbalık konserve ve bir kaşık kadar
reçel veriliyordu. Esirlerin rencide ve azap içinde geçirdikleri hal ve hayatı
hiçbir İngiliz subay ve memuru önemsemiyordu.[356]
Diyarbakır’dan 13. Kolordu
Kumandan Vekili Ahmed Cevded’in Harbiye Nezaretine gönderdiği 13 Mayıs 1919
tarihli şifreli telgrafta, Basra’daki esirlerden firar ederek Nusaybin’de
bulunan 24. Alaya iltihak eden 8 askerin ifadesine yer verilmiştir. Askerler
verdikleri ifadede, İngilizlerin esirleri toprak işlerinde çalıştırdıklarını
anlatmıştır. Esirlerin iaşesi pek kötüydü. .Mütareke’nin akdinden sonra
çalışmaktan imtina eden esirlere bir İngiliz bölüğü tarafından ateş edilerek 11
asker yaralanmış, 3 asker ise şehit edilmişti.[357]
Kastamonulu 3. Alay Sahra Topçu
Tabur, 2. Bölük, 4. Ahır Çavuşu Ahmed oğlu Mehmed, Basra’da tel örgüyle çevrili
çadırlı ordugâhta on beş gün kadar tutuklu bulundu. Bu zaman zarfında Basra
civarında yol inşaatında ve rıhtımda nakliyatta çalıştırıldı.[358]
Basra merkez taburunda 1.200 kişi
bırakılarak sağlam ve çalışabilecek durumda olanlar Ağustos 1918’de
Kûtu’l-Amâre ve Bağdat tarafına; zayıf olanlar başka tarafa ve geri kalanlar
daha hafif ve para karşılığı yapılmakta olan istasyon hamallığına
gönderilmişti. Bu işte çalışmasına göre günde 10-15 kuruşa kadar para
alınıyordu. Hüseyin Fehmi Güneş de zayıfların olduğu kampa gitmiş ve bir ay
orada çalışmıştı. Daha sonra Basra esir kampında zayıf olan esirler seçilerek
Hindistan esir kamplarına gönderildi.[359]
Hüseyin Fehmi Genişol’un
hatıralarında esirlerin angaryaya götürüldükleri yazılıdır. Esirler, Fav
Boğazı’ndan Basra, Kurna, Amare, Kut ve Bağdat’a giden demiryolunun kenarından
ve Basra’nın 5 km dışından çevrilerek kuzeyden başlayan 20 metre genişliğinde,
12 metre derinliğinde kanal kazma işinde çalıştırıldılar. Kanal
hafriyatında
ilk gün 20 kişiye bir vagon verilmişti. Esirlerden kazılan toprakların sepetler
ile vagona yüklenmesi ve sabah 07.00’den 11.00’e
kadar bitirilmesi
istenmişti. Esirlerin bu işi
vaktinden önce yaptılar. Takdir görecekleri yerde bu sefer 10 kişinin bir vagon
doldurması istendi. Bir süre sonra 10 kişinin 2 vagon doldurması istenmiş,
işçiler zorlansa da bu işi de başarıyla yapmıştı. Birkaç hafta sonra ise
öğleden sonra 13.00’den 16.00’e kadar vagon doldurmak için akşam vardiyası
konuldu. Esirler buna isyan ederek çalışmadılar. Her türlü hakaret ve dayağa
karşı çalışmayı reddetdiler. Kısa süreliğine ara verilen bu angarya bir müddet sonra
tekrar başlatıldı.300 [360]
Hüseyin Fehmi Güneş, hatıratında
ayrıca Bellary esir kampından seçilen bazı esirlerin amele taburlarında
çalıştırılmak üzere Basra kamplarına gönderildiğini yazmaktadır. 24 Eylül 1918
tarihinde 2. 3. ve 4. taburlardan zayıf olanlar ayrılmış ve bunların yerine
diğer taburlardan askerler tamamlanarak Basra’ya gönderilmişti. Diğer
askerlerin ayaklarında bulunan İngiliz fotinleri gidecek askere verildi.
Hüseyin Fehmi Güneş, Basra’ya göre Hindistan esir kampının daha hafif olması sebebiyle
bu grubun İngiliz Kumandanlık Dairesine getirildiği sırada bir bahane bularak
gruptan kaçmayı başardı. 2. Tabur Pune Girne’ye, 3. ve 4. Tabur Basra’ya
gönderildi.[361]
Bir başka hatırat yazarı olan Mustafa Tütüncü de esirlerin amele taburlarında
ücret karşılığı gün boyunca çalıştırıldığını söylemiştir.[362]
Bağdat esir kamplarında esirleri
angaryada çalıştırıldıkları Nureddin Peker’in anılarında da yer almaktadır.
Yalnız çalışma karşılığında para verip verilmediği konusunda bir bilgi yoktur.
İngilizler genelde angaryada çalıştırdıkları esirlere ücret ödemişti. Birinci
ve ikinci esir bölüklerinden 300 esir, Bağdat’ın güneyinde Dicle Nehri
kenarında şalupa denilen büyük sandallarla karaya tuğla, çimento ve saç
taşıdılar. Esirler bu yükleri güneş altında taşırken İngilizler hiçbir iş
yapmadan oturmaktaydı. Nureddin Peker’in bu duruma itiraz etmesi ve askere
bildirmesi sonucu kendisine isyancı muamelesi yapılmış ve 150 askerle etrafı
kuşatılmıştı. Bu çalışma sırasında İngilizler sürekli küfretmiş, bu küfürlere
karşı da Türk esirler İngilizlere küfür sayılan hareketler yapmışlardı. Bu
durum, İngilizleri iyice çileden çıkartmış ve esirlere tuvalete gitme izni bile
vermemişti. Tuvalet ihtiyaçlarını oldukları yerde yapmaları istenmişti. Her iki
tarafı da geren bu olay, ölümle sonuçlanmış ve küçük bir isyana dönüşmüştü. Küçük
abdestini diz çökerek yapan ve arkadaşları tarafından Selo diye adlandırılan
1.80 boyunda Haymanalı Salih, bir İngiliz nöbetçi askeri tarafından göğsünden
vurularak şehit edilmişti. Türk esirler bu karışıklıktan faydalanarak şehit
edilen askerin başındaki İngiliz ve Gurkalardan 15 kadar subay ve eri ele
geçirmişti. Esirler eğer istekleri yapılmaz, katiller yargılanmaz, şehit olan
arkadaşlarının İslami kurallara göre defnine izin verilmez ve esirlere
uluslararası esir antlaşmalarına göre muamele yapılmaz ise çarpışarak
öleceklerini söylediler. Bunun üzerine, İngilizler geri adım atarak Türk
esirlerin istekleri yerine getirdi. Hemen ardından katil nöbetçi askerin silahı
alındı ve palaskası çıkarıldı. Öldürülen esirin cenazesi İslami kurallara göre
Türk bayrağı örtülerek hazırlanmış ve Müslüman Hint Süvari Birliğinden
süvariler silahsız olarak ve nöbetçi Gurkalardan bir bölük, silahları ters
çevrilmiş bir şekilde cenaze törenine katılmışlardı. Buna benzer bir olay yine
kampta gerçekleşmiş; namaz kılan bir esir sürünüp tellerden kaçacak diye sarhoş
bir İskoçyalı asker tarafından öldürülmüştü. Ayrıca Kûtu’l-Amâre’ye getirilen
esirler, yollarda ve ihtiyaç duyulan yerlerde de işçi olarak çalıştırılmıştı.303
[363]
Mısır esir kampından firar edip
Diyarbakır’a gelen Dicle Grubu karargâh kumandanının 1 Temmuz 1919 tarihinde
verdiği ifadesinden, Dicle Grubu askerlerinin Bağdat ve Kut’ül-Amare’de bir
çadırlı ordugâhta kaldıklarını, halka karıştırılmadıklarını, yol, kanal ve
diğer bazı inşaatlarda çalıştırıldıklarını öğrenilmektedir. Askerlere
çalıştıkları gün yevmiye olarak iki kuruş veriliyordu.[364]
1920 yılının başında Musul’dan
gelen istihbarata raporlarına göre de 1.000 kadar Türk esiri, Musul’un 100 km
kadar güneyinde bulunan Şirkat’ta yol yapımında çalıştırılmıştı.[365]
Osmanlı Devleti, İngiltere
tarafından Türk esirlere sürekli kötü muamelede bulunduğuna dair tarafsız
devletler vasıtasıyla notalar vermiştir. Bu notalardan biri Türk savaş
esirlerinin cephe önünde çalıştırıldığına dairdi. Amerika Birleşik
Devletleri’nin Londra Büyükelçisi
Walter Hines Page, İngiliz Dışişleri Bakanlığına 5 Nisan 1916’de
Mezopotamya’daki İngiliz güçleri tarafından Türk savaş esirlerine uygulandığı
iddia edilen kötü muameleye ilişkin Osmanlı Devleti’nin notasını iletmişti.
İngiliz Savaş Ofisinden gelen cevapta, İngiltere Dışişleri Bakanı Edward Grey,
3. Hindistan Ordu Birliği komuta genel subayı, ilgili tümenler ve süvari
tugayları tarafından dikkatli araştırmalar yaptığını bildirdi. Bu araştırmalar
sonucunda Türk savaş esirlerine, ateş altındaki savaş alanını temizleme
şeklinde bir görev verildiğine dair bir emareye rastlanamadığı ileri sürüldü.
Sadece 17 Nisan tarihinde bir grup esir, ateş hattının 2,5 mil arkasındaki
İngiliz hastanesine yakın olan bir noktada mezar kazmakla görevlendirilmişti.306
[366]
Yukarıda bahsedilen belgeye
Osmanlı Arşivinde de rastlanmış ve olay benzer şekilde anlatılmıştır. 6. Ordu
Kumandanlığından Başkumandanlık Vekâletine 21/22 Mart 1916 tarihinde gelen
yazı, Dicle Cephesi’nde, İngilizlerin Türk esirlerini ateş hattında nasıl
çalıştırdığının detaylarını içermektedir. Osmanlı Devleti’nin iddiasına göre
İngilizler, lüzumsuz yere askerin kıtalarından ayrılmasına mâni olmak için harp
meydanında bırakılan silah, teçhizat, cephane ve malzemelerin toplatılması için
mümkün olduğu kadar esir istihdam etmişti. İngiliz yetkililer tüm bu
malzemeleri esirlere taşıttırmıştı. 6 Haziran 1916 tarihinde Irak’ta İngilizler
tarafından Osmanlı esirleri hakkında gerçekleşen muameleye dair İngiltere
Hariciye Nezaretinden gelen cevapta, ateş hattında hiçbir esirin
bulundurulmadığı, yalnız 17 Nisan’da ateş hattının iki buçuk mil gerisinde
İngiliz Hastanesi yakınında bir kısım esirlerin mezar hafriyatında istihdam
edildiği belirtilmişti. Bu istihdam Lahey Mukavelesi’nin 6. maddesine aykırı
değildi. Osmanlı Devleti, bu uygulamadan vazgeçilmediği takdirde elinde bulunan
İngiliz esirlerine aynı muamelenin gerçekleşeceğini İngiltere Hükûmetine
bildirdi.[367]
Yukarıdaki
notadan başka Osmanlı Hariciye Nezareti Mart 1917’de tüm yaşananları
özetledikten sonra İngiltere Hükûmetinin uluslararası hukuka aykırı olarak
esirlere karşı gösterdiği muameleden vazgeçmediği takdirde elinde bulunan tüm İngiliz esirlerine aynı muamelenin tatbik edileceğini
İngiltere Hükûmetine bir kez daha bildirdi.[368]
1.2.8 Irak Esir Kamplarında Firar Olayları
Basra esir kamplarında gününü
geçirmiş Mülazım Mehmed Sinan Efendi, İngilizlerin baskısına ve esaretin
zorluklarına daha fazla dayanamayıp harp okulundan ve Çanakkale Cephesi’nden
arkadaşı Hamdi Bey ile kaçmaya karar vermişti. Kamptan kaçış için iki
nöbetçinin arasından fırlayıp tel örgüleri aşmaktan başka çare bulamadı.
Gündüzleri tel etrafında zayıf nokta ararken Raşid Çavuş, kaçmak için fırsat
kolladığını fark etmişti. Hindistan kamplarını birbirine katarak bu kampa
sürgün gelen Kastamonulu Raşid Çavuş’a göre buradan kaçmak neredeyse
imkânsızdı. Tek kaçış yolu ise hastalanıp hastaneye yatmak ve oradan kaçmaktı.
Hastanede nöbetçiler olmasına rağmen tel örgüler yoktu. Gecenin karanlığından
istifade edip kaçabileceklerdi. Hastaneye yatış ise kolay değildi. Bu konuda
Raşid Çavuş basit ve tehlikesiz bir yol biliyordu. Hastalanıp hastaneye yatmak
için iki tür ilaç vardı.. Birincisi, suni bel soğukluğu, diğeri ateş veren bir
maddeydi. Bu ilaçları Hindistan kamplarında öğrenmişti ve tecrübe ettiğine göre
bir tehlikesi yoktu. Mehmed Sinan bel soğukluğu için olanı, Hamdi Bey ise ateş
yapan ilacı tercih etti. Bu ilaçlar kullanılmış ve sabah viziteye çıkıldığında
durumdan hiç şüphelenmeyen doktor esirleri hastaneye sevk etti. Mehmed Sinan
doktora hastalığının daha önceden olduğunu ve tam olarak iyileşmediğini
söyledi. Yarım saat içinde özel hastane otomobili ile hastaneye götürüldü.
Hastane tahta ve kütüklerden yapılmış uzun pavyonlardan ibaretti. Her koğuş
elektrikli ve vantilatörlüydü. Hintli ve diğer müstemleke asker ve subaylardan
ayrı olarak İngilizlerle Türk subaylarına mahsus bir pavyon daha vardı.
Hastanede yapılan tetkiklerde kendisinin bir şeyi olmadığı anlaşılmış ve geri
gönderilme tehlikesi baş gösterince ısrar ederek ve çok acı çektiğini
söyleyerek bir hafta daha hastanede kalmasına izin verildi. Hamdi Bey ise ilacı
içmekten korkmuş kendisini bir evham sarmış ve paniğe kapılmıştı. Gece yarısı
telin etrafında dolaşmaya başlamış, nöbetçinin “çelo” diyerek yaptığı ihtarı
duymamış ve nöbetçinin silahı ile yere yığılmıştı. Dört Hintli sedye ile
doktora götürüldü. Tüfeğin, kurşunla değil de saçma ile dolu olması hayatını
kurtarmış fakat kafası boynu ve omuzları tamamen saçma ile dolmuştu. Doktor bir
kısmını temizlemiş ve yaraları sarılarak hastaneye sevk etmişti. Hamdi Bey bu
talihsiz olayları uğursuzluğa yorarak kaçmaktan vazgeçtiğini söylemiş, bu durum
Mehmed Sinan’ın moralini bozmuş, yine de kendisi kaçmaktan vazgeçmemiş ve
hastane etrafında kaçış için planlar yapmıştır. Nöbetçilerle gözaltına alınmış
olsa da hastanenin etrafı tel örgülerle çevrili değildi. Buna rağmen kaçmak
mümkün görünmüyordu. Mehmed Sinan hastanede kendisini ziyarete gelen Ispartalı
Salih Bey’e, kamptan kaçmak için hastaneye geldiğini, arkadaşının vazgeçtiğini
ve yalnız kaldığını söylemişti. Salih Bey de aynı fikirde olduğunu ve
hastaneden kaçmak istediğini anlatmıştı. İlk yürüyecekleri yer Arabistan
olacağından Arapça bilmesi sebebiyle Trablus’ta büyümüş Topçu Mehmed Ali’nin de
kendileri ile gelmeleri gerektiğini düşündüler.[369]
Sefaletten ve perişanlıktan
bıkmış olan Topçu Mehmed bir süre düşündükten sonra teklifi kabul etti. Son
olarak kendilerine bölgeyi iyi bilen bir kılavuz gerektiğini düşünülmüş ve bu
hususta yardımcı olacak kişi olarak ilk akıllarına hastane civarındaki ikinci
üsera kampından Ali Çavuş gelmişti. Mehmed Ali, Salih ve Sinan Bey, Ali Çavuş’a
yazdıkları mektupta “Makineli telde geçirdiğimiz hayat sizce malum. Esaretin
acı ve sonsuz günleri bizi her an ölüme doğru sürüklüyor.” diyerek
kendilerinin yol bilen ve itimada değer bir rehbere ihtiyaçları olduklarını
anlattılar. Eğer kaçmayı düşünürse ya da düşünen başka askerler varsa
hastanenin etrafındaki hurma bahçesine yakın bir yerde buluşacaklardı. Zamanı
kendilerine bilahare bildirilecekti. Ali Çavuş esarette geçen günlerin,
çekilmez sıkıntılar ve unutulmaz acılar verdiğini cevap olarak yazmıştı.
Kendisinin kaçmak için imkânının olmadığını ama güvenilir yedi erin kaçmaya
hazır olduğunu, bir gün sonra denilen yerde hazır olacaklarını ve çalacakları
ıslakla kendilerine katılacaklarını bildirdi.[370]
Gece yarısı kaçış sırasında
dizanteriden hastanede yatmakta olan makineli tüfek bölük kumandanı, durumu
anlayarak kendileri ile beraber kaçmak istedi. “Ya öleyim veya kurtulayım.”
diyerek diğer esirlerin peşlerini takıldı. Tüm esirler gündüzden tasarlanan
kerpiç çukurlarına doğru yürüyerek ve karanlıktan istifade ederek birer birer
hastaneden uzaklaştılar. En son kerpiç çukurunda herkes birleşmiş ve ıssız
çölde ilerleyerek hurmalığa ulaşmışlardı. 20 aydır devam eden esaretten
kurtuluş zamanıydı. Orada parola gereğince ıslık çalınarak diğer yedi erle
buluşulmuş ve tanışma faslından sonra nasıl bir kaçış planı yapılacağı üzerinde
anlaşılmıştı. Bu yedi erden Afyon’un Sinan Paşa nahiyesinden Hüseyin Çavuş
tecrübesi ve olgunluğu ile diğerlerinden daha farklı görünmekteydi. Gece Şatt’ı
geçmek ve o bölgeden uzaklaşmak hususunda hepsi aynı fikirdeydi. Esirler
hurmalıktan çöle doğru sekiz on kilometrelik yolu, yürüyerek nehre ulaştılar.
Nehri geçecek vasıta bulunamaması üzerine kuzeye doğru yürümüşler ve epeyce
uzaklaşmışlardı. Orada bulunan odun yüklü bir kayığın sahibi olan Arap,
İngilizlerden korkusuna esirleri nehrin karşına geçiremedi. Bir binanın yanında
bulunan iki kayıkla ancak nehrin karşısına geçebildiler. Kayığın sahibi para
hususunda çok sorun çıkarmadı. Buna karşın karşı tarafta karşılaştıkları bir
sahil güvenlik koruyucusu kaçtıklarını fark etmiş ve kaçaklar var diye bağırmaya
başlamıştı. Bu korucu ancak 10 rupi ile bağırmayı bırakmış ve arkadaşların
gittiği istikameti göstermişti. Bu sayade esirler birbirlerini bulabilmiş ve
alçak duvarlı, çukur bir bahçenin içinde toplanabilmişlerdi.[371]
Burası karpuz, domates ve
acurlarla dolu bir tarlaydı. Epeyce dinlendikten ve karınlarını doyurduktan
sonra yakınlarda arpa harmanı savuran bir Arap’ın yanına gittiler ve sığınacak
bir yere ihtiyacı oldukların söylediler. Arap kaçak esirlere altı saat kadar
uzakta Şeyh Abdürrezzak’ın obasının yolunu göstermişti. Şeyh Abdürrezzak’ın çok
sayıda adamı vardı. Eğer yanlarına misafir olarak kabul edilirlerse kendileri
için bir sorun kalmayacaktı. Araplarda bir kişinin yanına sığınmak önemli bir
adet olup bu gerçekleşirse tam bir güven içinde olacaklardı. Orta boylu,
kırmızı çehreli ve az konuşan bir kişilik olan Abdürrezzak’ın obasına ulaşıp
kendilerini tanıttıklarında hayal kırıklığına uğramışlar, yüzü kıpkırmızı olmuş
ve bu ziyaretten pek hoşlanmadığını belli etmişti. Buna rağmen esirleri uzun
bir koridordan geçirmiş, zifiri karanlık boş bir odaya sokmuştu. Burada
karanlıktan göz gözü görmüyordu. Esirler burada uzun bir süre yalnız
bırakmıştı. Esirler uzun süre yalnız başlarına kalmaktan korkmuşlar, hatta
İngilizlere teslim edileceklerini dahi 311 düşünmüşlerdi. Arapların
paralara göz dikerek küçük kafileleri yok ettikleri bilinen bir gerçekti. Önce
bir Arap genç dinlenmeleri için esirlere çavdar sapından örülmüş iki hasır
getirmiş ve hemen arkasından da Abdürrezzak yanında iki adamıyla yemek
getirmişti. Abdürrezzak öncelikle ilk geldiklerindeki davranışından dolayı özür
diledi. Şeyhe göre Araplar çok cahil bir milletti ve para için feda
etmeyecekleri şey yoktu. Yemek boyunca hep beraber kaçış planları hakkında konuştular.
Şeyh, Şattülarap sonrasında Dicle veya Fırat üzerinden kaçmanın imkânsız
olduğunu söyledi. Ne ihbar edecek Araplardan ne de İngiliz neferlerinden
kendileri koruyabileceklerdi. Her taraf İngiliz araçları ile doluydu. Sonuçta
misafirlerini dört saatlik bir mesafedeki amcası Ebu Talip’in yanına
göndermişti. Oradan eğer karşılaşırlarsa Acem kervanları ile İran üzerinden
kaçmak mümkündü. Denilen yere gitmek için mutlaka çöl üzerinde geçmek
gerekiyordu. Esirlerin üzerlerindeki elbiseler ise felaket derecesindeydi.
Çölde yola çıktıktan bir süre sonra iki süvari kendilerine yetişerek
Abdürrüzzak’ın yanından geldiklerini, aşiretlerinin Huveyza’ya göç edeceğini ve
kendilerine de Şeyh Ebu’l-Hüseyin’e teslim edeceğini söyledi. Ayrıca ellerinde
Hüseyin’e Abdürrezzak tarafından yazılmış bir mektup da vardı. Her ne kadar bu
kişilere kesinlikle güvenmeseler de ellerinden başka bir şey gelmediğinden ve
ellerindeki mektubun kendilerini bağladığından bu süvari ile beraber aşiretin
yanına gittiler. Aşiret tam göç halindeydi. Yetmişten fazla çocuk, kadın, erkek
çok fakir ve çıplak halde olmalarına rağmen gayet neşeliydiler.[372]
Tüm esirler kervanla beraber
çölde yola çıkmıştı. Bir süre sonra kendileri ile beraber kaçan yedi er
kafileden ayrılıp kervanın içindeki aşiretle kaynaşmıştı. İki rupi karşılığında
yorulduklarında develere biniyorlardı. Develere bindikleri için erlerin
üzerindeki kiminin kayışı, kiminin ceketini alınmış ve gizli bir soygun
başlamıştı. Diğer dört subay ise birlikte hareket etmiş ve çok uzun olan bu kervanda
ne olup bittiğini anlayamamıştı. Yaşlı aksakallı bir Arap subaydan da develer
için para istemiş fakat paraları olmadığı için veremeyeceklerini söylemişti. Bu
sebeple erlerle arasında kervanın önünde büyük bir arbede meydana gelmişti.
Bindikleri develer için 11 rupi daha para isteniyordu. İkişer rupiye
binmelerine rağmen kandırılmışlar, ceketlerini ve saatlerini bile
kaybetmişlerdi. Paranın ödenmesiyle 312 sorun ortadan kalktı.
Sinanpaşalı Hüseyin Çavuş’tan da para istenmiş, o da hiç itiraz etmeden parayı
vermişti. Fakat tam parayı verirken Araplardan birisi parayı alıp çöle doğru
kaçtı. Para gören diğer Araplar da bu kişilere saldırmış ve paraları almak
istemişlerdi. Bu sırada Salih, bir çocuk yakalayarak boğazına bıçak dayamış,
Mehmed Ali de eğer kendilerine zarar verirler ve paralarını iade etmezlerse
çocuğu öldüreceğini söyleyerek tehdit etmişti. Bu panik halinde Araplar geri
adım atmıştı. Araplara güveni kalmayan kafile, Ebu Talip’in yanına dönmeye
karar verdiler. Ebu Talip uzun boylu, mütevazi ve düzgün Türkçe bilen bir
kişiydi. Yaşananlardan dolayı üzgün olduğunu belirten Ebu Talip, esirlere,
kendi adamları tarafından gidecekleri yere kadar refaket etmeyi teklif etti.
Arap kıyafeti giymeleri kendileri için daha uygun olacaktı. Fakat erlerden beşi
kaçışın artık mümkün olmadığını söyleyerek müsaade edilirse geri dönüp teslim
olmak istediklerini söyledi. Esirler yaşadıkları tüm olaylardan sonra
İngilizlerin bu vahşilerden daha fazla insan olduklarını düşünmeye başladılar.
Diğerleri tebdili kıyafet ederek kefiyeli, etekli entarili bir şekilde yola
devam ettiler. Uzunca bir süre kervanın geçmemesi üzerine Ebu Talip esirleri
kendi adamları ile göndermeye karar verdi. On adet koyunla üzeri ekmek ve su
dolu bir de eşek verdi. Ebu Talip, eğer bu uzun yol sağlam bir şekilde
geçilirse artık kendilerinin selamet içinde olduğunu söylemişti.313 [373]
Irak kamplarından kaçmak diğer
bölgelere göre daha kolaydı. Öncelikle memlekete yakın olması ve kaçtıktan
sonra halkın kendilerini saklayarak yardım etmesi bunda etkili olmuştu. Bu
kamplardan kaçmayı başaran bir esir de kampa getirilerek hapsedilen bir yüzbaşı
ile arkadaşıydı. Kampa Irak’ta casusluk yapmakla suçlanan ve bu sebeple savaş
mahkemesine verilen bir Rus doktor ve Türk yüzbaşı getirilmiş, tel örgü içinde
nöbetçi karakolunun köşesinde çadıra hapsedilmiş ve hiç kimse ile
görüştürülmemişti. Aynı tarihlerde Süleymaniyeli Şeyh Mahmud da bu kampa
getirilerek hapsedilmişti. Tüm engellemelere rağmen akşam karanlığın ve
rüzgârın yardımıyla Türk yüzbaşı diğer esirlere bir not iletmiş ve yardım
istemişti. Bu yüzbaşının Sivas’tan Heyet-i Temsiliye tarafından gönderildiği
söylenmekteydi. Her ikisi de casuslukla suçlandığından idamına kesin gözüyle
bakılıyordu. Rus doktor bir ara hastaneye yatırılmış ve orada öldüğü söylenmişti.
Kaçmaktan başka çaresi kalmayan yüzbaşı, Arif ile beraber kaçmayı başarmıştı.[374]
Kamptan kaçmayı başaran Arif
olayın nasıl olduğu yıllar sonra Nureddin Peker’e mektupla anlatmıştı. Arif’in
anlattıklarına göre Yüzbaşı Osman ve kendisi elektrik verilmiş tel örgülerden
çıktıktan sonra bir eve sığınmışlar ve ortalık yatışıncaya kadar orada
kalmışlardı. Kerrari üzerinden Bağdat’a varmışlar, Kazımiye istasyonu
karşısında bir evde bir müddet kalmışlardı. Burada İttihad-ı İslam Cemiyeti ile
irtibata geçtiler. Kaçmak için elbise bularak Türk taraftarı olan aşiretler ile
iletişim kurdular. Bir istasyondan Bedevi kılığında trene bindiler. Fakat
trenin büyük çoğunluğunu Ermeniler oluşturmaktaydı. Bu esnada İzmirli Şükrü,
İngiliz polisi olarak kaçan esirleri arıyordu ve Arif’i de fark etti. Buna
rağmen esirleri ele vermemiş, hatta başındaki örtüyü gözlerine doğru örtmesini
söylemiş ve esirler bu şekilde kurtulmuşlardı. Samarra’da trenden inmişler,
sağır dilsiz taklidi yaparak aşiretlerden aldıkları iki deve ile çölde yola
devam ettiler. Kırkıncı günde Zaho’ya ulaşmışlar, buradan da Kürt elbiseleri
giyerek kurtulmuşlardı. Her yerde kendilerinin arandığını görüyorlardı. Esirler
Zaho Suyu’nu geçerek Şırnak, Eruh yolu ile Siirt’e ulaştılar. Burada yeniden
teşekkül eden 18. Alaya dâhil oldular. Siirt’te Yüzbaşı Osman, Arif’ten
ayrılmış ve Kazım Karabekir birliğine katıldı.[375]
Kampta yapılan tüm konuşmalar ve
olaylar, iki Türk esiri ve Bursalı Celal tarafından İngiliz yetkililere
aktarılıyordu. Kampta İngilizlerden nefret eden ve bunu sık sık dile getiren
Katolik bir İrlandalı çavuş, Nureddin Peker’e olanları bildirmekteydi. Bu iki
kişi kısa sürede sırdaş olmuştı. İrlandalı çavuş, İngilizlerin yaptıkları her
olayı Nureddin Peker’e ulaştırıyordu. İrlandalının verdiği bir bilgiye göre
İngilizler Bağdat, Bakuba, Kerkük, Samara, Rıdvaniye, Mülümiyye’de Ermeni
çetelerini silahlandırmış ve kamptan kaçan Türk esirleri yakalayıp yok etmişti.
Yakalanıp getirilenler de bu iddiayı doğrulamaktaydı. Aslında İngilizler
kamptan kaçan esirleri Ermeni ve Arap çetelerine yok ettiriyordu. Kamptan kaçan
yüzlerce esir, Irak ve çevresinde öldürülmüş, çok azı memleketlerine
ulaşabilmişti. Çoğu bilmedikleri bir memlekette ve çöllerde hayatlarını
kaybetmişti. İngilizler esirleri yok etme işini o kadar abartmıştı ki çoğu kez
tellere yaklaşan esirleri dahi kaçma ihtimaline karşı öldürüyordu.[376]
Baskılardan yılan esirler
fırsatını buldukları her an kaçmayı düşünüyorlardı. Bu fırsatlardan birisi de
sevk sırasında kaçmaktı. 58. Alayın geri çekilmesi sırasında, Şam’da esir
edilmiş ve burada kalmış emekliler dâhil bütün üst rütbeli askerler ve Türk
subayları Mısır’a gönderilmişti. Bu esirlerden Binbaşı Yanyalı Ahmed Bey,
Havran içinde firar ederek Şam’da orduya katıldı. Yanyalı Ahmed Bey, 25 Kasım
1918’de verdiği ifadesinde Şam’ın durumu hakkındaki malumat vermiş ve bu ifade
Harbiye Nezaretine gönderilmişti.[377]
İngilizler tarafından esir alınan
askerlerin muhafızlar tarafından öldürüldükleri olmuştur. Mesela İngilizler
Türkleri esir aldıktan sonra bazı Hintlileri 30 kişilik Türk esir grupların
muhafızlığına verilmişti. Bu muhafızlar sebepsiz yere esirlerin tamamını
öldürdü. Yaklaşık bir buçuk saat sonra muhafızların çavuşu esirlere ne olduğunu
sorduğunda, muhafızlar esirlerin kaçmaya çalıştıkları gerekçesiyle öldürdüğü cevabını
vermişti.[378]
Diyarbakır 13. Kolordu Kumandan
Vekili Ahmed Cevded Bey’den Harbiye Nezaretine gönderilen 23 Haziran 1919
tarihli şifreli telgrafta, Irak bölgesinde bulunan esirlerden 24 neferin daha
firar ederek Nusaybin’e geldiğinden bahsedilmektedir. Bu askerler yolda
soyulduklarından çıplak denecek bir surette ülkelerine gelip teslim olmuşlardı.[379]
Ayrıca Bağdat ve Basra bulunan esir kamplarından 4 subay, 1 tüfekçi ve erin
daha firar etmişti. Son gelenlerin ifadelerine göre Basra’daki esir
karargâhından her gün on ile yirmi kadar asker firar ediyor ve bunlardan
bazıları Arapların yanında kalıyordu.[380]
Dicle Grubuyla beraber esir olan
bir teğmen ile bir subay, 10 Haziran 1919’da Basra’da firar ettikten sonra
Bağdat-Musul yoluyla Cezire’deki taburlara katıldı. 27 Temmuz 1919’da verdiği
ifadesinde Basra’dan Bağdat’a vapurla, Bağdat’tan Musul’a kadar tren ve kara
yolu ile ulaştığını söylemiştir.[381]
Musul kamplarında kalan 12 asker,
düşman idaresine ve amele taburlarındaki baskı ve işkencelere dayanamayarak
firar etmişti. 7 Temmuz 1919’da verdikleri ifadelerine göre gündüz nöbetçi
bulunmadığından ve çalıştıkları mahal serbest olduğundan firar etmek kolaydı.
Nöbetçiler tarafından sabahleyin vazifeye çıkarıldıklarında çalıştıkları
hurmalıktan kaçmışlardı. Önce çalıştıkları İmam-ı Azam hurma bahçesinde
kalmışlar, ardından gece kararlıkta uzaklaşmayı başarmışlardı. Bir iki gün
Bağdat içinde kaldıktan sonra Araplar kendilerine yol göstererek yardım etmiş
ve para vermişti. Cezire’ye su yolu ile kaçmışlar, otomobil bölüğü tarafından
iaşeleri temin edilmişti. Araplar tarafından bir fenalık görmemişler, yalnız
paraları alınmıştı. 26 günde birliklerine teslim olmayı başardılar.[382]
14. Kolordu emrinde görevli
Harputlu Teğmen Hamdi Emin Efendi’nin 11 Temmuz 1919 tarihli ifadesinde, nasıl
firar ettiğinin detayları vardır. Musul’da kimse ile görüşmemiş, Kerkük’e
varınca kadar kim olduğu sorulduğu zaman Ermeni olduğu söylemişti. 10 Haziran
1919 tarihinde Musul’a dört saat mesafede Telkih köyünden Türk birliklerinin
olduğu yere kaçarak teslim olmuştu. Bu sıralarda Şeyh Mahmud, Altın köprü,
Kerkük, Şehriban’ı zapt etmişti.[383]
1.2.9 Irak Esir Kamplarında Gündelik Hayatları ve Kültürel
Faaliyetler
Irak bölgesindeki geçici
kamplarda gündelik hayat diğer kamplara göre çok çetin geçmiştir. Esirler amele
taburlarında ağır şartlarda çalıştırılmış ya da kısa süre burada bekletildikten
sonra sürekli kalacakları kamplara gönderilmişti. Bu sebeple, bu kamplarda
Mısır ve Hindistan kamplarında olduğu gibi esirlerin gündelik hayatları çok
rahat geçmemiş ve kültürel, sanat ve spor faaliyetlerine fazla imkân
bulamamıştı. Bu zor şartlara rağmen esirler Basra kampında okul ve konferans
çadırları açmaktan başka Temsil Heyeti de kurdular. Burada uzmanları tarafından
tarihi eserler ve monologlar temsil edildi. Esirlerin ruh hallerinin
yükseltilmesi için yapılan bu temsiller çok ilkel şartlar altında ve dekor
yokluğunda icra edilmesine rağmen İngilizleri hayran bırakmıştı. Bundan başka
Mildanzade Niyazi Musiki, Baytar Şükrü İngilizce, Topçu Ragıp hesap ve cebir,
Temsil Heyeti Reisi Abdulkadir Usul-ı Defteri, Ahmed Rıza Bey Türkçe, Nazif Bey
Topografya dersleri verdi. Garnizon Heyet-i Umumiyesi tam bir okul havasına
bürünmüş, Hint ve Afgan gibi milletler hayretler içinde faaliyetleri takip
etmişti.324 [384]
Bağdat esir kampında da tüm
olumsuzlara rağmen esirler günlerini verimli geçirmeyi çalışmıştı. Irak ve Suriye’de
bulunan Türk esirlerin nasıl vakit geçirdikleri dönemin gazetelerine yansıdığı
görülmektedir. İngilizler ile çalışan bazı Amerikalılar, bu bölgedeki bazı Türk
esirlerden sorumluydu. Uzun saatler boyunca Amerikalılar Türk esirlere Amerikan
oyunu olan beysbolu öğretmeye çalıştılar.[385]
Kamaran Adası’ndaki esirler, kara
kamplarına göre daha rahat olmuştu. Gündelik hayatlarında serbest bırakılan bu
esirler arasında sanat sahibi olanlar işleriyle; diğerleri adada gezmekle vakit
geçirmişti. Esirlerin güvenliklerinden sorumlu muhafızlar Hintli olduklarından,
esirler arasından beş on asker Hintçe öğrenmişti. Subayların bir kısmı
edebiyat, diğer kâtip sınıfı da matematik dersleriyle meşgul oluyordu. Lisan
öğrenmek için şartların yeterli olmamasından dolayı dil öğrenen çok esir
çıkmamış, subayların ise olumsuz bir hali esaret boyunca gözlenmemişti.[386]
TÜRK ESİRLERİNİN
BULUNDUĞU DAİMİ KAMPLAR
İngilizler cephede ele
geçirdikleri esirleri dünyanın dört bir yanında bulunan sömürgelerindeki
kamplara yerleştirdi. Bu kampların arasında Bağdat, Basra, Hindistan, Burma[387],
Mısır, Kıbrıs, Selanik, Malta ve Man Adası esir kampları en önemlileriydi.
İngilizler esirleri kamplara yerleştirirken öncelikle yakın yerlerdeki kamplara
nakletmişlerdi. Daha sonra buradan değişik sebeplerle uzun süre kalacakları
daimî kamplara gönderildiler. Irak, Suriye, Filistin, Hicaz, Yemen ve Kanal
cephelerinde ele geçirilen esirlerin bir kısmı, Irak istasyon kamplarına; bir
kısmı Mısır esir kamplarına getirildi. Irak esir kamplarına getirilen
esirlerden bazıları da değişik sebeplerden Hindistan ve Burma esir kamplarına
sevk edildi. Mısır kamplarına Suriye, Filistin, Hicaz, Yemen ve Kanal
cephelerinin yanı sıra Çanakkale Cephesi’nde ele geçirilen esirler de
getirildi. Bu esirlerden bazılarının Selanik, Kıbrıs ve Malta Adası’na
gönderildiği de olmuştu.
Burma
Savaş Esirleri Kampları:
Thatmyo,
Burma, Hindistan
Meiktila,
Burma, Hindistan
Rangoon,
Burma, Hindistan
Ahmed
Nagar, Hindistan
Kolaba
Savaş Hastanesi, Poona, Hindistan
Delhi,
Hindistan
Hindistan
Kampları
Hindistan
Askeri Kuvvetleri Savaş Hastanesi, Bombay, Hindistan Deniz Hatları Savaş
Hastanesi, Bombay, Hindistan
Poona,
Hindistan
Sumerpur,
Erinpura, Rajputana, Hindistan
Victoria
Savaş Hastanesi, Bombay, Hindistan
34
Numaralı Genel Hastane, Deolali, Bombay, Hindistan
Hindistan
Askeri Kuvvetleri Savaş Hastanesi, Deniz Hatları, Bombay, Hindistan
Bellary,
Madras, Hindistan
Poona
Savaş Hastanesi, Poona, Hindistan
Akıl
Hastanesi, Poona (Puna)
İstasyon
Hastanesi, Rangoon
Yerodalunatic
Asylum.
Yerowda
Asylum, Poona.
Mısır Savaş Esirleri Kampları:
Abbasiye
Hastanesi, Kahire, Mısır
Abbasiye
Akıl Hastanesi, Kahire
İskenderiye
Hastanesi, Mısır Bulaşıcı Hastalıklar Hastanesi,
Abbasiye
Akıl Hastalıkları Sığınma kampı,
Belbeis,
Mısır
Kahire
Mısır
Dair
el Ballah Hastanesi, Mısır
Mısır
Hastanesi, İsmailiye, Mısır
Mısır
Hastanesi, Kantara
El
Ferdan, Mısır
Heliopolis,
Kahire, Mısır
Kantara,
Mısır
Savaş
Esirleri Hastanesi, Kantara
Kasr El
Aini, Kahire
Kasr
El-Nil Hastanesi, Kahire, Mısır
Maadi,
Mısır
Matruh,
Mısır
Meheriq,
Kharga Oasis Minta Hastanesi, Mısır Preston Kışlası, Abbasiye, Mısır Ras
El-Tin, İskenderiye, Mısır Kızılhaç Hastanesi, Kahire Mısır Seydi Beşir,
İskenderiye, Mısır El Shatt, Mısır Shousha, Mısır
Başka
milletlere Ait Toplama Kampı Hastanesi, Seydi Beşir, Mısır.
2.1
Hindistan
ve Burma’daki Esir Kampları
Birinci Dünya Savaşı’nda
İngilizlerin İttifak Devletlerinden aldıkları esirlerin bir kısmını
yerleştirdikleri Hindistan esir kampları, 1914 yılının sonundan itibaren
faaliyete geçti. Savaş esirleri önce Kıbrıs ve Mısır gibi yakın yerlere
yerleştirilmiş, buraların yetersiz kalmasıyla Hindistan ve Burma’ya yeni esir
kampları kurulmuştu. Türk esirlerin bulunduğu kampların bir kısmı Hindistan’da,
bir kısmı ise Arakan[388]
eyaletinde bulunuyordu. Mısır ve Kıbrıs’ta kamplar varken Hindistan’ın
tercih edilmesinin bir sebebi, İngilizlerin kendileri için tehlikeli gördükleri
asker, mülki amir ve önemli kişileri uzak bölgelere göndermek istemesiydi.
İngilizler, Türk askerlerini Osmanlı birliklerinin bulunduğu yerlerden
uzaklaştırarak askerlerin vatan ile bağlarını tamamen koparmayı amaçlamıştı.
Gani Bey’in hatıratında İngilizlerin birinci derece önemli gördüğü kişileri,
Mısır yerine Burma’ya gönderdiği anlatılmaktadır.[389]
Bu dönemde Hindistan ve Birmanya (Burma) tam kontrol altında tutulan İngiliz
sömürgeleriydi.
Türk esirlerin yerleştirildikleri
kamplar hakkında yapılan arşiv ve diğer araştırmalarda hiçbir kampın tam olarak
nüfusu tespit edilememektedir. Kampın sayısına yönelik günlük raporlar,
hastanelerde tutulan istatistikler, karşılıklı devletlerin hazırladıkları ve
birbirine gönderdikleri listelerdeki esir sayısını belirten raporlar tam sayıyı
verememektedir. Bu belirsizlikte savaş boyunca devam eden özellikle malul,
hasta ve sağlık personellerine yönelik esir değişimleri ve kamplar arası esir
nakilleri etkili olmaktadır. Kızılhaç heyetinin kampları teftişi sırasında,
raporlarına yazdıkları esir sayısı sadece kampın ziyaret edildiği 1917 yılına
aittir.
Türk esirlerinin büyük bir
çoğunluğu, hayatları boyunca Osmanlı sınırları dışına çıkmamış; dilini, dinini,
kültürünü bilmedikleri uzak bir ülke olan Hindistan’a götürüldü. Hindistan’ın
ve o zamanlar Hindistan sınırları içinde olan Burma’nın değişik bölgelerinde
yıllarca yaşamaya mecbur bırakılan Türk askerleri, buranın iklimine,
yiyeceğine, hayat tarzlarına alışamadı. Pek çok esir vatanlarından uzak bu
toprak parçasında canlarını vermiş ve bir daha memleketlerine dönemedi.
Hindistan ve Burma’ya Temmuz
1916’da gönderilen esirlerin büyük bir kısmı Irak Cephesi’nde esir düşen Türk
askerleriydi. Rangoon’daki Amerika konsolosu tarafından hazırlanan ve Amerika
Hariciye Nezaretine gönderilen rapora göre 12 Ocak 1915’de Basra Körfezi ve
Fırat çevresindeki savaşlarda İngilizlere esir düşen 74’ü subay, 377’si Türk ve
919’u Arap efrattan oluşan toplam 1.370 kişilik ilk Osmanlı esir kafilesi
Burma’nın Thatmyo kentinde hazırlanan esir kampına götürülmüştü.330 [390]
Hindistan’a gönderilen esir
kafilesinin en büyüklerinden birisi Basra Vali Vekili Suphi Bey’in
birlikleriydi. Süleyman Askerî Bey’den sonra Mustafa Suphi Bey, Basra’nın vali
vekili yapılmıştı. Suphi Bey, kalan birkaç bölük askeriyle İngilizlerin vurduğu
Kurna’yı aylarca savundu fakat her şeyin bittiğini anlayınca 9 Eylül 1914’de
teslim oldu. İstanbul Hükümeti, Basra’da İngilizlere esir düşen birliklerin
akıbetinden haftalarca haber alamadı. İngiltere’ye askerlerin nerede
olduklarına dair yapılan tüm yazışmalar sonuçsuz kaldı. Askerlerin nerede
oldukları ailelerine Burma’dan yollanan esir mektupları sayesinde
öğrenilebildi. İngilizler, esir aldıkları askerleri Hindistan’a bağlı Burma’ya
götürmüş, değişik kamplara yerleştirmişti. Askerlerin çoğu Burma’nın tropik
iklimine ve salgınlara dayanamayarak hayatlarını kaybetti ve kampların bir
köşesine defnedildi.[391]
Esirlerin esaret kamplarında
yaşadıklarına, gündelik hayata ve kamp şartlarına dair bilgiler Kızılhaç
raporlarına yansımıştır. Kızılhaçın esir kamplarını ziyaret edip rapor
hazırlaması ise çok da kolay olmamıştı. 27 Aralık 1916’da İngiltere Hükûmeti,
Kızılhaç heyetinin Hindistan ve Burma’daki Türk savaş esirlerinin bulunduğu
kampları ziyaret etmesine izin verdiğini bildirdi. Bu izin, Türkiye’de bulunan
İngiliz esir kamplarının ziyaretine izin verildiği takdirde geçerli olacaktı.
22 Ocak 1917’de Kızılhaç, Hindistan ve Burma’daki kamplara gidilemediğini,
Mısır esir kamplarını teftiş edenlerin Cenevre’ye dönüş yolunda olduklarını
bildirmişti.332 [392]
Bu olumsuzluğa rağmen kısa bir süre sonra Şubat 1917’de İngiliz yetkililerce
Kızılhaç delegelerinin Hindistan’da bulunan Alman ve Türk esirlerinin bulunduğu
kampları inceleme izni verildi. İngiltere, Kızılhaç ekibinin gidiş ve dönüş
ulaşımını ve masraflarını karşılama kararı aldı. Dönüşte ise Kızılhaç ekibi
kendi imkânları ile dönmüşler ve bu masraflarını daha sonra İngiliz ekibinden
talep etmişlerdi.[393]
Hindistan ve Burma’da bulunan
Türk savaş esirleri kampı ve Hindistan sınırları içinde sivil yerleşimcilerin
bulunduğu esir kampı, 1917 yılı başında Cenevre’de bulunan Uluslararası
Kızılhaç heyetinin 3 yetkili temsilcisi tarafından ziyaret edildi. F.
Thormeyer, Emmanuel Schoch ve Dr. F. Blanchod adlı üç yetkili, 1 Şubat 1917’de
Süveyş’ten ayrıldılar, 12 Şubat’ta Bombay’a ulaştılar ve burada 20 Mayıs’a
kadar kaldılar. Bu üç ay zarfında bölgedeki esir kamplarını teftiş görevini
yerine getirdiler. Delegelerin gerçekleştirdiği bu çalışmalar, farklı
ülkelerdeki esirlerin durumlarıyla karşılaştırmak için bazı standartlar
oluşturmalarını sağladı. Elde edilen sonuçlar F. Thormeyer tarafından bir
makale olarak yayımlandı ve resmi rapor olarak Kızılhaç heyetine sunuldu. Rapor
yaklaşık 100 sayfa uzunluğunda olup değişik başlıklar halinde ziyaret edilen
kamplar hakkında sistematik şu bilgileri vermektedir: Yaşanılan yerleşim
yerinin özellikleri ve iklim şartları, esirlerin sınıflandırılması ve sayısı,
sorumlu subay ve görevlilerin isimleri, istihkak, egzersiz, giyim, temizlik,
yıkanma, aydınlatma, su kaynakları, sağlık düzenlemeleri, dezenfeksiyon, tıbbi
bakım, hastaneler, disiplin, posta hizmetleri ve sansür, kargo, para
yardımları, tarafsız kişilerce yapılan önceki incelemeler, cami, kilise ve dini
hizmetlerdi.
Bu çalışma Hindistan’da bulunan
10 İngiliz esir kampına da ayrı ayrı uygulandı. Bu kamplar,[394]
çoğunluğu Türk ırkından olmayan Türk ordusu mensubu Müslüman ve Hıristiyan
savaş esirlerinden oluşan Sumerpur kampı, sivil esirlerinin bulunduğu Ahmed
Nagar ve Katapahar kampı, düşman uyruklu çocuk ve kadınların bulunduğu Bergaum
kampı, Türk savaş esirlerinin bulunduğu Bellary ve Thatmyo kampı, Kalküta
istasyon kampı, Shwebo nekahet kampı, Meiktila’daki yeni kamp ve Rangoon’daki
karantina kampıydı.[395]
Hindistan Hükûmeti, Kızılhaç
heyetini ziyaretleri boyunca ağırlamış ve görevlerini yerine getirmeleri için
her türlü yardımda bulunmuştu. Delhi’de, delegeler birçok sivil ve askeri
yetkiliyle görüşmüş ve çoğundan aynı yardımı görmüştü. Bu sayade Hindistan’da
rahatça seyahat etmeleri için yanlarına bir İngiliz subayı verilmiş, iletişim
ve yerel âdetler konularında görevlerini zorlaştıracak birçok sorundan uzak
kalmışlardı.[396]
Delegeler kamp incelemeleri
sırasında hiçbir kısıtlama ile karşılaşmamış ve tüm kamplara ve toplama
bölgelerine serbestçe girebilmişti. Başka ülkelerde bu kadar bir serbestlik
tanınmamıştı. Ayrıca delegeler, esirlere özel olarak soru yöneltme, kayıtları
ve raporları inceleme, aynı kampa tekrar geri dönerek dilekçe ve şikâyetleri
alma serbestliğine sahipti. İngiliz yetkililer, bu ziyaretlerin amacının,
esirlerin içinde bulunduğu şartların iyileşip iyileşmediğini anlamak olduğunun
farkındaydı. Delegelerden tüm gözlemlerini iletmeleri isteniyor ve tüm
önerileri dikkate alınıyordu. Hindistan’da savaş esiri kampları askeri
yetkililerin elindeyken toplama kampları sivil eyalet Hükümetlerince kontrol
edilmekteydi.[397]
Delegelerin başlıca görevi, savaş
esirlerine uygulanan muamelenin uluslararası düzenlemelere uyduğundan emin
olmaktı. Yerleşme, hijyen, kıyafet, yiyecek, iş, tıbbi müdahale, haberleşme ile
ilgili kurallar delegeler tarafından dikkatle incelendi. Temelde her kamptaki
esirlerin genel durumu aynıydı.[398]
Adı geçen raporda, delegelerin
gözaltındaki siviller için üzgün olduğu görülmektedir. Esirlerin birçoğu
Hindistan’da uzun süredir bulunuyordu. Kimi sivil esir iş hayatına atılmış,
kimisi büyük ticarî şirketleri yönetmiş, kimisi ise yüksek maaşlı işlerde
çalışmaktaydı. Pek çoğu, rahat Hindu hayatına alışmışlardı. Birkaçı İngiliz
kadınlarla evlenmiş, bazıları artık tarafsız olduklarına inanmıştı. Evlerini,
işlerini bırakıp toplama kampına yerleştirilmeleri, geleceklerinin ve
menfaatlerinin tehlikeye girdiğini görmeleri, gerçekten dayanılması güç bir
durumdu ve neden kendi ülkelerine gitmekte ısrarlı olduklarını açıklamaktaydı.
Burada yaşananların tüm savaşan ülkelerde olduğu ve savaşın binlerce insanı
buradakilerden daha kötü etkilediği bir gerçekti. Diğer insanların çektikleri
acıların kendi acılarını hafifletmediği ise ayrı bir gerçekti.[399]
Sivillerin esaret altına
alınması, savaşın ortaya çıkardığı bir tedbirdi. İngiltere Hükûmeti, kurallara
uygun olmak şartıyla tüm iyileştirmelere müsaade ederek gözaltına alınmanın
yarattığı rahatsızlığı en aza indirmeye çalıştı. Her ne kadar çok az kişi,
gördükleri muamelenin olanaklar çerçevesinde iyi olduğunu kabul ediyorsa da Kızılhaç
raporu, yerleşim, hijyen ve yiyecek koşullarının mükemmel olduğunu, esirleri
çalıştırma ve eğlendirme imkânlarının sağlandığını, gözaltındakilere nezaketle
davranıldığını ve şikâyetlerin çoğunun kamp yöneticilerinin denetimi dışındaki
konularla ilgili olduğunu göstermektedir. Diğer ülkelerdeki toplama kamplarını
gezen delegeler için temiz, ferah ve rahat banyoları olan meskenlerde malzemesi
bol mutfakları ziyaret etmek, toplantı salonu ve hatta tiyatro bulmak, tenis,
futbol maçları, atletizm, eskrim çalışmaları ve konser izlemek ve tüm bunlardan
önemlisi gözaltındakilerin görünüş ve kıyafetlerinin iyi bir muameleye tabi
tutulduklarına şahit olmak tatmin ediciydi. Hükûmetin sivilleri yerleştirme ve
korumada yaşadığı güçlükler düşünüldüğünde, esir değişiminin gerçek bir
rahatlama getireceği kuşkusuzdu. Gözaltına alınanların çoğu, Hindistan’da
kalmak istemekte ve kendi ülkelerine geri dönmenin başlarına gelebilecek en
kötü felaket olduğunu düşünmekteydi. Hindistan’daki kampları iki ay boyunca
ziyaret eden delegeler, Irak Cephesi’nden gönderilen Türk esirlerin bulunduğu
Burma’ya geçtiler.[400]
Esirleri bu kadar uzun bir
mesafeden taşımak dikkatli bir organizasyon gerektirmekteydi. Esirler için özel
olarak hazırlanmış botlar, konvoylar halinde Basra’dan Karaçi’ye geliyor,
oradan da demiryoluyla Kalküta’ya taşınıyordu. Burada kurulan istasyon kampında
esirler birkaç gün kalıyor, yükleme noktasında yapılan muayeneye ek olarak
burada da muayene ediliyordu. Hasta ve şüpheli şahıslar özel bir hastaneye
gönderiliyor, kalanlar ise buharlı gemilerin çektiği mavnalara bindiriliyordu.
Bu küçük filo Irrawaddy (Ayeyarwady River) Nehri’nde akıntıya karşı yol
alıyordu. Kamp yerine konvoylar botla ulaşıyor ve yolculuk demiryoluyla
tamamlanıyordu.[401]
Savaşın başından beri Kızılhaç
heyeti savaşın acılarını biraz da olsa sarmak için kendilerince elinden geleni
yapmıştı. Cenevre Savaş Esirleri Ajansı, fazla olmasa da esirlere ve ailelere
önemsiz sayılacak yardımlarda bulundu. Savaşan ve tarafsız devletlerce yapılan
araştırmalara ve yardımlara destek verdi.[402]
Türk esirlerin tutsak olarak
tutuldukları binalar, ya önceden İngiliz veya yerli birliklerinin kaldıkları
yerler ya da sadece esirlerin barınması için sonradan yapılan yerlerdi. Her iki
tür binalarda sağlık açısından uygun binalardı. Tüm barakalar ve yatakhaneler
son derece temizdi. Tuvaletlerin, lavaboların, çamaşırhanelerin temizliği
kanalizasyonun boşaltılması ve pis suyun tahliyesi özel bir titizlikle
yapılıyordu.[403]
Hindistan ve Burma kamplarını
ziyaret eden Kızılhaç heyeti tarafından esirlere kötü muamele gözlenmedi.
Disiplin şiddete başvurulmadan sert bir şekilde yerine getiriyordu. Türk
esirleri kamp görevlilerinin davranışlarından memnundu. Disiplin ihlalleri için
uygulanan cezalar anlaşılabilir düzeydeydi. İşlenen disiplin ihlalleri genelde
kavgaya karışma, küçük hırsızlık ve birkaç kaçma teşebbüsüydü. Fiziksel şiddet
hiçbir zaman uygulanmadı ve esirlere pratikte zorunlu çalışma görevi verilmedi.
Kampta yapılması zorunlu günlük işler hafif olup çok sayıda esire dağıtıldığından
esirlere zahmetli gelmiyordu. Esirlerin çalışma atölyelerini, kamp ve çevresini
idare etmek çok zordu. Çoğunluğu ticaretten hiç anlamayan ve iş yapmaya
isteksiz kişilerdi. Eğer kampta yapılan işler esirlerin ilgisini çeken işlerse
başarılı olunmuş, bunun haricinde esirlere zorla gönülsüz iş yaptırılamamıştı.[404]
Üç ay boyunca Mısır, Hindistan ve
Burma’daki Türk esirlerinin bulunduğu kamplarda incelemelerde bulunan Kızılhaç
heyeti delegeleri, Türk esirlerin, barınmaları, beslenmeleri ve giyinmeleri için
İngiliz yetkililer tarafından yapılan düzenlemelerden son derece memnun
olduklarını rapor ettiler.[405]
İncelemelerde hiçbir bilginin heyetten saklanmadığı iddia edildi. Esirlerin
barındırıldığı yerler tam bir özgürlük içinde heyet tarafından incelendi. Esirler
ile istenildiği her zaman tercüman aracılığıyla ya da İngilizce, Fransızca,
Almanca, Rusça dillerinde doğrudan iletişim kuruldu. Her bir kamp ziyaretinden
sonra esir asker ve subayların temsilcileri ile mülakatlar yapıldı. Bu
görüşmeler sırasında kamp yetkilileri bulunmamış ve esirler dilediklerini
söyleyebilmişti. Esirler mektup ya da dilekçe ile durumlarını anlattılar.
Kızılhaç heyeti Osmanlı esirlerin kaldıkları kamplar hakkında her türlü bilgiye
sahip olduklarını raporlarında yazdılar.[406]
İngiltere ve Osmanlı Devleti
arasında listelerin değişimi konusunda 20 Mayıs 1918 tarihinde yapılan
yazışmalarda, esirlerin bulunduğu listelerin teferruatlı olmaması gerektiği
dile getirilirken esirlerin tarafsız ülkelere gönderilmesi de gündeme gelmişti.
İngiliz ve Türk savaş esirlerinin tarafsız bir ülkede alıkonulmalarına ilişkin
gerçekleşen görüşmelerde, uygun bir tarafsız ülke olarak Cava Adası’nın
kullanılma ihtimali değerlendirilmiş ve Burma’daki Türk esirlerin oraya nasıl
kolayca taşınabilecekleri tartışma konusu olmuştu. Burma’daki Türk esirlerin
Cava Adası’nda alıkonulmaları ihtimali değerlendirildi ancak Cava Adası’nın
esirlerin alıkonulmakta oldukları yere 2.000 mil kadar uzaklıkta ve mevcut
şartlarda oraya sevklerinin ciddi zahmet verecek olması nedeniyle bu yönde bir
girişimde bulunulmadı. Osmanlı Hükûmetinin, tarafsız olsa dahi esirlerinin
Türkiye’ye ve Burma’ya daha uzak olan ve usandırıcı bir iklime sahip bir yerde
alıkonulmalarını kabul etmesi İngilizlere şüpheli göründü. Ayrıca İngiltere
Hükümetine, İngiliz esirlerin de uygun iklim şartlarına sahip tarafsız bir
ülkeye gönderilmedikçe Türk esirlerin Cava Adası’na gönderilmeleri için bir
anlaşma yapmak olası görünmedi. İngiliz ve Türk esirlerin doğrudan değişimleri
için bir anlaşmaya varılmıştı. Fakat bu anlaşma tarafsız bir ülkeye sevk
konusunda değildi.[407]
Hindistan ve Burma’daki esirlerin
çileli esaret hayatlarında, bir nebze de olsa acılarını dindiren ve kendilerine
yardım eden Hintli Müslümanlar olmuştu. İtilaf Devletleri’nin eline esir düşen
Müslüman Osmanlı esirlerine İtilaf Devletleri emrinde görev yapan Müslüman
askerinin yardım etmesi hilafet makamının ‘cihat’ çağrısı dışında Müslümanların
geleneksel davranışlarıydı. Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’na giriş
şekli, hilafet kurumunun işlevini ve Türk halkının hilafet kurumuna bakışını
değiştirmişti. Yabancı bir askeri-siyasi heyetin nüfuzu altında olan İttihat
Terakki yöneticilerinin ülkeyi savaşa sokması ve halifenin sancak-ı şerifle
cihat ilan etmesi hilafet kurumunun otoritesini sarsmıştı.[408]
Hindistan’daki Türk esirlerin
arasında İngilizlere esir düşen Tatar esirler de vardı. Birinci Dünya Savaşı
başladıktan sonra Rusya’nın seferberlik ilan etmesiyle Rusya’da silâhaltına
alınan Müslümanların çoğunluğu Tatarlardı. Alman Cephesi’nde savaşan bu Tatar
askerleri Ruslarla birlikte esir düşmüştü. Tatar askerlerinden Almanlara esir
düşenlerinin sayısı 50.000 civarında olduğu tahmin ediliyordu. Tatar askerleri,
Berlin yakınlarında Zossen Weinberg kampı ile Wünsdorfdaki Hilal kampına
yerleştirilmişti. Bazı Tatar esirler, Türkiye safında savaşmak istediklerini
bildirmesi üzerine Teşkilat-ı Mahsusa Abdürreşid İbrahim’i bir süreliğine
Berlin’e gönderdi. Abdürreşid İbrahim ve beraberindekiler, Tatar askerlerine
vaazlar vererek Türkiye safında savaşmaya ikna etmeye çalıştı. Gönüllü Tatar
askerinden oluşan Asya Taburu, Mayıs 1916’da İstanbul’a ulaştı. Tabur,
İstanbul’da bir süre eğitim gördükten sonra 1917 yılının kışında Bağdat’a
gönderildi. İngilizler ile girilen çatışmalarda çok sayıda şehit ve kayıp verildi.
Taburdan geriye kalan 170 kişi İstanbul’a gelerek Fatih Medresesine
yerleştirildi. İstanbul Merkez Komutanı Albay Cevded Paşa bu askerlere
madalyalar taktı ve beratlarını verdi. İstanbul’a dönebilen yaklaşık 170
kişinin 30 kadarı geri dönmedi. Diğerleri ise Rusya’ya geri döndü. İngilizlere
esir düşüp Hindistan’a yollanan 400 kadar esir ise 1920 yılına kadar burada
tutulduktan sonra Bombay yolu ile İstanbul'a gönderildi. Bir süre Selimiye
Kışlasında kalan esirler Rusya’ya döndüler.349 [409]
Ayrıca
arşiv belgeleri incelendiğinde Kızılay Cemiyetine göre Hindistan, Burma ve
Mısır’daki esir kampları şöyledir:[410]
Sumerpur esir kampı,
Erinpura-Road istasyonundan yaklaşık 7 kilometre uzaklıkta, Delhi ve Bombay
şehirleri arasında bulunan Rajputana eyaletindeki Bombay Boroda ve Central
India demir yolu üzerinde bulunuyordu. Buraya en yakın şehir Ajmer’di. Kampın
kumandası Yarbay H.M. Halliday olup yardımcısı Teğmen G. H. Bruce Karr’dı. 3-4
Mart 1917 tarihleri arasında Kızılhaç heyeti tarafından ziyaret sonrası
hazırlanan rapor taraflı ve tam gerçeği tam yansıtmasa da esaret dönemine ait
önemli bilgiler vermektedir. Kampta Kızılhaç heyetinden ayrı olmak üzere Aralık
1915’de General Mhow tarafından bir genel denetim daha yapılmıştı. Ayrıca Kasım
1915’te sağlık ile ilgili olarak bölüm şefi de bir denetim yapmıştı.[411]
Kızılhaçın
ilk ziyaret ettiği kamp Sumerpur’da birkaç bin Türk esiri bulunuyordu. Kampa
Eninpura istasyonundan sonra kayalık tepelerle çevrelenmiş ve ortasından kurak mevsimlerde
kuruyan bir nehir geçen bir ovadan gidiliyordu. Birbirine paralel olarak birkaç
sıra halinde dizilmiş, içinde Türklerin oturduğu kulübeler ile idari binaların
bulunduğu büyük bir avlunun etrafı dikenli tellerle çevrilmişti. Sumerpur,
geniş sokakları olan tek tip binalı; kendi aydınlatma, su ve kanalizasyon
sistemine sahip bir erzak pazarı ve postanesi olan küçük bir kasabaydı.
Türklerin bulunduğu kampta kadın
ve çocuk yoktu.[412]
Kızılhaç delegelerinin kampa
gelişi, kamp yaşantısının monotonluğuna karşı büyük bir olay olmuştu. Delegeler
kulübeleri ziyaret etmiş, yatakları ve battaniyeleri saymış, lavabo ve
tuvaletleri incelemiş, beslenme istihkakını öğrenmek için mutfağa, fiyatları
öğrenmek için kantine gitmiş, suyun, ekmeğin, etin ve kahvenin tadına bakmış;
postanede, revirde ve hastanede uzunca bir süre kalmışlardı. Esirler kısımlara
göre sıraya dizildi. Her bölümde Türkçe dışında yabancı bir dil; Fransızca,
İngilizce, Almanca ve hatta Rusça bilen birisi vardı. Bu kimseler arkadaşları
için tercümanlık yaptılar. Her kampın bir tercümanı vardı. Fakat imkân olduğu
sürece esirlerle doğrudan görüşüldü. Delegeler, yakıcı güneşin altında şikâyet
ve istekleri dinlediler. Esirlerin şikâyetleri hakkında notlar almışlar,
incelemeler yapmışlar, isimleri, tarihleri ve adresleri not etmişlerdi. Çok
sayıda tercüman grubunun yardımıyla oldukça fazla sayıda askerle görüşüldü.
Daha önemli konular kamp bürosuna taşındı ve daha titiz incelendi. Şikâyetler,
başlıklar altında toplandı ve kamp yöneticileriyle tartışıldı. Esirlerin
şikâyetleri delegeler tarafından anlayışla karşılandı. Delegelere göre hangi
ülkeden olursa olsun, özgürlüğünü kaybeden bir esir acı çektiği için şikâyet
edebilirdi. Bu durumun onu üzmesi doğaldı. Bir İngiliz askeriyle aynı istihkaka
sahip olsa bile, İstanbullu bir hamalın veya Karadenizli bir balıkçının
yiyeceklerden şikâyeti doğal karşılanmalıydı. Koyun etinin ana yemek olduğu
yerlerde herkes sığır eti istemekte, sığır etinin çok olduğu yerlerde ise
herkes koyun eti istemekteydi.. En fazla şikâyet haberleşme konusundaydı.
‘Ailemden hiçbir haber alamadım’ söylemi sürekli işitiliyordu. Mektup alamayan
esirler, posta hizmetlerini sorumlu tutuyordu. Bazı esirler mahvolan
işlerinden, boşa heba olan topraklarından endişe duyuyordu. Herkesin ayrı bir derdi
vardı. Hafifletemeyecekleri, birkaç yatıştırıcı ve cesaret verici söz
söylemekten başka bir şey yapamayacakları bu dertleri dinlemek, delegeler için
zor bir durumdu.[413]
Kızılhaç
heyetinin kampı ziyaret ettiği sırada içlerinde Mezopotamyalı Arapların çoğunlukta
olduğu çoğunluğu Müslüman 3.366 Türk savaş esirleri barınmaktaydı. Basra’da
esir alınarak Hindistan-Sumerpur esir kampına götürülen bazı Osmanlı memurları
da bu kampta gözaltında tutuluyordu.355 Müslüman ve Müslüman olmayan
esirlerin dağılımı şu şekildeydi:
355 Rapports : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre
Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie :
Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917,
s. 7.
Tablo
2.1: Sumerpur Kampındaki Esir Sayıları
MÜSLÜMAN ESİRLER |
||||||
Uyruğu |
Sivil Esirler |
Asker |
Toplam |
|||
Erkek |
Kadın |
Çocuk |
||||
Afgan |
3 |
- |
2 |
558 |
563 |
|
Mısır Arapları |
- |
1 |
1 |
- |
2 |
|
Suudi Arapları |
- |
- |
1 |
- |
1 |
|
Anadolulu Türkler |
- |
- |
1 |
3 |
4 |
|
Suriyeli Türkler |
- |
- |
3 |
15 |
18 |
|
İranlı |
- |
1 |
8 |
11 |
20 |
|
Belucistanlı (Pakistan) Yerliler |
- |
- |
- |
1 |
1 |
|
Hintliler |
- |
- |
1 |
1 |
2 |
|
Moğollar Kaşarlılar |
- |
- |
1 |
- |
1 |
|
Mezopotamya Arapları |
5 |
7 |
117 |
1734 |
1863 |
|
Kürtler |
- |
2 |
15 |
528 |
545 |
|
Toplam |
8 |
11 |
150 |
2855 |
3024 |
|
GAYRİMÜSLİM ESİ |
RLER |
|||||
Uyruğu |
Sivil Esirler |
Asker |
Toplam |
|||
Erkek |
Kadın |
Çocuk |
||||
Mezopotamya Hıristiyanları |
- |
- |
2 |
138 |
563 |
|
Mezopotamya Yahudileri |
- |
- |
- |
164 |
2 |
|
Ermeniler |
- |
- |
2 |
- |
1 |
|
Kürdistan Yahudileri |
- |
- |
- |
31 |
4 |
|
Arap ve Kürt Hıristiyanlar |
- |
- |
- |
2 |
18 |
|
Anadolu’daki Türk Hıristiyanlar |
- |
- |
- |
2 |
20 |
|
Yunanistanlı Rumlar |
- |
- |
- |
1 |
1 |
|
Toplam |
- |
- |
4 |
338 |
345 |
|
Genel Toplam |
8 |
11 |
154 |
3193 |
3.366 |
|
Kaynak:
Rapports: Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et
d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents
Publies A
L'occasion
de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 7.
Sumerpur
kampında imamlık yapan ve subay sınıfından olmayan iki müftü ve iki kadı vardı.
Devlet yöneticileri, kadılar, dini başkanlar ve bazı yüksek kademe memurlar
hariç hemen hemen tüm siviller askerlik hizmetiyle yükümlü tutulmuştu.
Neredeyse çocuk yaşlarda bir asker Mezopotamyalı Arapların arasında bulunuyor.
Bu kişi Kızılhaç heyetine göre subay olacak bir yaşta değildi. [414]
Kızılhaç heyeti kamp esirlerin
barında açısından her türlü ihtiyacı karşılayacak bir şekilde düzenlendiğini
düşünmekteydi. Kızılhaç raporunda, kampın fiziksel özellikleri hakkında
bilgiler bulunmaktadır. Sumerpur kampının inşaat planları ve o kampın inşası
Davies adında bir mühendisin sorumluluğu altında gerçekleştirilmişti. Esirler
için yapılan barakaların hepsi de aynı tipti. Bina 55 metre uzunlukta ve 9,75
metre genişlikte olup odaların içerisinde bir duvar odayı ortadan ikiye
ayırmaktaydı. Tavanın yüksekliği 7.65 metreydi. Bu tavanlar özellikle
bambularla sarılmış ve kaplanmıştı. Ancak bu yöntem güneşin sıcaklığını
fazlasıyla odaya çekiyordu. Bu sorunun çözümü için tavanlar toprakla kaplanmaya
çalışılmış ancak bu yöntem sürekli onarım gerektirdiğinden işlevsel olmamıştı.
Barakaların duvarları tuğlalardan yapılmıştı. Duvarların içinde yapılan
delikler esirler tarafından giysilerini koyabilmek için kullanıldı. Yerler taş
veya çimento yapılmıştı. Bütün barakalar sokaklarla ayrılmış olup her biri 18
metre genişlikte ve ağaçlarla kaplıydı. Özellikle yüksek rütbeli olmayan Türk
esirler için yapılan bazı barakalar farklı yerlerde inşa edilmişti. Bu
barakaların içleri de farklıydı. Kendilerine ait bir mutfakları vardı. Bu
lojmanların her biri duruma göre 1 veya 4 kişi tarafından kullanılmaktaydı.
Kampta lojmanlar dışında memurların ofis olarak kullandıkları geniş girişe
sahip ayrı bir yer de mevcuttu.[415]
Her tabur 70 kişiden oluşmaktaydı
Odadaki yataklar büyük ve paralel ikişerli olarak düzenlenmişti. Bu şekilde
yataklar arasında esirler rahatça geçebiliyordu. Bütün yataklar eski usul
ahşaptan ve ayakları yaklaşık 50 santimetre yükseklikte yapılmıştı. Üzerinde
hafif bir yatak konulabiliyordu. Bu tür yatakların kolay temizlenmesi, kolay
taşınabilmesi ve kolay tamir edilebilmesi esirler açısından avantajlı bir
durumdu. Bazen esirler dışarıda uyuyabiliyorlardı. Battaniyeler ise yeterli
sayıda olup yatak takımı çok sık temizlenmekteydi. Barakaların içi ve dışı aynı
şekilde gaz lambaları ile aydınlatılmaktaydı. Akşam 23.00’dan sonra bütün
ışıkların kapatılması zorunluydu.357 [416]
Kızılhaç raporlarında, Sumerpur
kampının komutan ve subaylarının esirlere karşı tavrı mükemmel gözükmektedir.
Esirler, 40 İngiliz ve 225 Hintli asker tarafından gözetim altında tutuluyordu.
Görüşülen birçok esir, muamelelerden dolayı heyete herhangi bir şikâyette bulunmamıştı.[417]
Karargâhta düzeni sağlamak için
getirilen kurallar, Hindistan’daki tüm esirler için geçerliydi. Kamp komutanı,
her türlü cezayı uygulama hakkına sahipti. Hiçbir esir, kendisine suçu
bildirilip savunması alınmadan cezalandırılmıyordu. Komutan, on dört gün hücre
hapsi verebilmekteydi. Cezalı durumdaki esir, azaltılmış istihkak alırdı. Fakat
hiçbir esir, kamp doktorunun onayı olmadan hücre hapsine ya da 24 saatten fazla
azaltılmış istihkaka maruz bırakılamazdı. Hapis cezası kamp hücrelerinde uygulanıyordu.
On dört gün ceza almış bir esir, yedi gün geçmeden tekrar hücre cezasına
çarptırılamazdı. Hücredeki esirlerin çalışmasına ve günde en az iki saat
gezmelerine izin verilebiliyordu.[418]
Kamp komutanı hafif cezalar
olarak sigara içilmesini, kamp eğlencelerine katılımı yasaklayabildiği gibi
para cezası verme, en ağır kışla hizmetleri yaptırabilme yetkisine sahipti.
Ayrıca mektup gönderme ve almalarını sınırlayabilmekteydi. Kampta cezalar en
çok kavga, hırsızlık ve idare tarafından sağlanan malların satımından dolayı
verilmekteydi. Kampta hiç kimse kaçma girişiminde bulunmadı. Esirlerin ceza
aldıklarında kaldığı yer 3x3 metre boyutlarında ve 4 metre yüksekliğindeydi.
Hücre hapsinde kapılar açık kalmakta ve esirler bir gardiyan tarafından
gözetlenmekteydi. Havanın daha kolay girebilmesi için bir büyük pencere vardı.
Bu ceza ciddi olaylar içindi. Altı ay içinde yalnızca altı defa bu ceza
verilmişti. Bu ceza en fazla yirmi sekiz gün olabilmekteydi. Ağır cezada para
alamadan ağır işlerde çalıştırılmak da vardı.[419]
Esirlerin kampın içinde nereye
gitmek isterlerse oraya yürüyerek gidebilme imkânları vardı. Esirleri
engelleyecek hiçbir kural yoktu. Ancak özel izin hariç kamp duvarının dışına
yürüyüş yapma imkânları bulunmuyordu.[420]
Sumerpur’un havası kuru ve nemliydi,
çok az sivrisinek bulunuyordu. Hava sıcaklığı yazın yaklaşık 32 derece ve kışın
13 derece civarındaydı. 1916 yılında yağan yağmurun diğer yıllara göre daha
çoktu.[421]
Kampa su iki kuyudan geliyordu.
Su oldukça derin yaklaşık 40 metre derinlikten eski petrol kuyulardan
çıkarılıyordu. Yapılan birçok analiz suyun temiz olduğunu gösteriyordu. Su bu
kampta bol ve taze olarak gelmekte ve herkese dağıtılmaktaydı.[422]
Kampta duş yoktu ancak iki adet
havuz vardı. Havuzların suyu her gün düzenli olarak değiştiriliyordu. 1917
yılının başında üçüncü bir havuz yapımına başlandı. Bu havuz 6.840 litrelik bir
depoya sahip olup 24 adet duş kabini ile toplamda 16 metre uzunluğunda 9 metre
genişliğinde olacaktı. Esirlerin sıcak su isteklerine karşılık düzenli olarak
odun gönderiliyordu.[423]
Esirler kendi çamaşırlarını
kendileri yıkardı. Hastanenin çamaşırları ise bir görevli tarafından
yıkanmaktaydı. Bütün yorganlar ve giysiler de zaman zaman sıcak su ile
yıkanıyordu.[424]
Kampta toplam 225 adet Türk usulü
tuvalet bulunuyordu. Her 15 esire için 1 tuvalet düşüyordu. Her tuvalet hemen
hemen her gün arınık edilmekteydi. Her bir tuvalet için bir duvar örülmüştü.
Sinek ve koku yoktu. Tuvaletlerin pisliği Hintliler tarafında 300 metreye kadar
gömülürdü. Tuvaletlerin bakımı için 50 tane Hintli personel bulunmaktaydı.[425]
Kızılhaç heyeti kendi
bütçelerinden iki esire küçük miktarlarda yardımda bulundu. Birincisi Mısır’dan
mesleği gazeteci olan Ermeni bir sivildi. İkinci kişi ise Basra’dan kör ve
yaşlı bir adamdı. Çok fakir olduğu için heyet Ermeni’ye 50, gözleri görmeyen
adama 20 rupi verdi.[426]
Türk esirlere memleketlerinden
uzak diyarda asıl yardımı yapan kişiler Hintli Müslümanlardı. Kûtu’l-Amâre’de
esir düşen ve daha sonra Hindistan’dan Mısır, Beyrut, oradan Halep yolu ile Mardin’deki
kıtasına iltihak eden 45. Fırka 45. Piyade Alayı'ndan Süleymaniyeli Mehmed
Onbaşı, 21 Temmuz 1919 tarihli ifadesinde Hintlilerin yardımına dair bilgiler
vermiştir. Kut’ta esir olduktan sonra Sumerpur esir kampına kapatılan Mehmed
Onbaşı, bu şehirde esaret altında iken Hintli Müslümanların Osmanlı esirlerine
elbise ve para vermek suretiyle yardımda bulunduğunu anlatmıştır. Ayrıca
Hindistan’da Mecusilerle İslamlar İngilizler aleyhine birleşmişti. Afganistan,
Belucistan, Türkistan’da Hintliler, İngilizlere karşı bir araya gelmiş
olmalarına rağmen kendisi Hindistan’dan çıktığı zamana kadar bir ayaklanma
olmamıştı. Genel durum İngilizler aleyhindeydi ve bölgede İngiliz askeri azdı.
Mısır’dan geçerken trenlerin pencereleri kapalı olduğundan herhangi bir şey
görememişti. Beyrut’ta konuştuğu bir tüccar, Mısır’da İngilizlerin kalmadığını
söylemişti. Beyrut’ta Arap Hükûmeti vardı. İngiliz ve Fransız askeri de ayrıca
bulunmaktaydı. Memur ve jandarmalar Arap ahalidendi. Halep’te Arap Hükûmetinin
bir iki tabur askeri olup elbiseleri çok eskiydi.[427]
Kûtu’l-Amâre’de hezimete uğrayan
ve çok sayıda esir veren İngilizlerin şaşkınlığı Hindistan esir kamplarında
açıkça görülmekteydi. Sumerpur savaş esirleri kamp komutanı 5 Nisan 1917’de
Yarbay H.M. Halliday’ye yazılan bir raporda Bağdat’ın düşmesiyle birlikte kendi
askerleri ve Osmanlı esirlerinin moral durumunu şöyle anlatmıştır:[428]
“Bağdat’ın düştüğü haberi
şaşkınlıkla karşılanmıştır. İlk olarak kampta büyük moral bozukluğuna sebep
olmuş ve bir süre savaş esirlerinin çoğu, özellikle de siviller, oldukça üzgün
ve kederli görünmüşlerdir.
Tüm savaş esirleri arasında
haberi sevinçle karşılayanlar, Kerbela, Necef, El- Hille ve Kadhemein’den gelen
pro-Arap partisi ve Şiilerdir.
Bağdat’ın düştüğü haberi hem
savaşçı hem sivil savaş esirleri arasında konuşulmaktadır. Bana sıklıkla
sorulan bir soru, ‘Müttefikler Mezopotamya ve Suriye’yi Hicaz’a bağlayacaklar
mı?’ şeklindedir. Bazı esirler, müttefiklerin Müslüman dünyasına, şerifin
bölgesine böyle bir bağlanma konusunda söz verdiklerini söyleyecek kadar ileri
gitmekteler. Bu önermenin gerekçesi ise bazı kutsal İslami türbelerin
Mezopotamya’da bulunmasıydı.
Eski subay olan sivillerin
çoğunluğu, şu anda mutlulardır ama pro-Türk arkadaşlarından korktuklarından
dolayı sevinçlerini ifade etme cesaretini gösterememektedirler.
Bağdat’ın düşüşünün diğer bir
önemli etkisi de Türkiye’deki pro-Almanlar (İttihat ve Terakki Partisi)
tarafından kampta yaşanan popülerliğe vurulan ağır darbe olmuştur. Türk
Sadrazam Talat Paşa’ya ve Savaş Bakanı Enver Paşa’ya küfreden çok sayıda hâkim,
vali ve müftü gibi sivilin var olduğunu duydum. Çoğunluk şu anda Türkiye’nin bu
savaştan çekilmesi gerektiğini anlayıp dile getirmektedir.
Bir diğer etki, Türkiye’deki tüm
ümitlerini yitirmiş eski subay olan ve İngiltere Hükûmeti tarafından korunmayı
isteyen bazı genç sivillerde pro-İngiliz duyguların oluşmuş olmasıdır. Bu durum
Suriye’den gelen daha yaşlı sivillerin bazıları için de geçerlidir.
İşgal edilen topraklardan sınır
dışı edilen tüccarlar, bazı istisnalar olmak kaydıyla, haberleri büyük
memnuniyetle karşılamışlardır.
Hıristiyan savaş esirleri
istisnasız olarak zaferden dolayı sevinmekte ve ailelerinin emniyetinden emin
olmak için hevesle Musul’un düşmesini beklemektedirler.
Yahudi savaş esirleri son derece
ihtiyatlıdırlar ve asla duygularının kendilerini açığa çıkarmasına izin
vermemektedirler.”
Yarbay H.M. Halliday de kaleme
aldığı cevap yazısında ellerinde bulunan Osmanlı savaş esirlerinin durumları
ile ilgili şu satırları yazmıştır:[429]
“Bağdat’ın düşüşünün benim
farkına vardığım ilk etkisi, Arap Hıristiyanların Kral’a bir tebrik telgrafı
gönderme talepleriydi. Sanırım anlıyorsunuz. Her halükârda bu önemli ve
sevindirici bir haber. Hıristiyan Araplar hiç şüphesiz kendilerini şu anda
Kral’ın maiyeti olarak görmekteler. İngilizler Bağdat’ı işgal ettiklerinden
beri kendileri Bağdat’ın İngiltere İmparatorluğu’nun bir parçası
olacağını düşünmekteydiler. Doğal
bir şekilde Hıristiyanlar olarak sevinmektedirler.
Müslüman Arapların tabi moralleri
bozuk. Fakat İngilizlerin fethedilen toprakları, daha sonra tüm Arapların kralı
olacak olan şerife devretmelerinin umudu içerisindeler. Bunu yapar ve bir
tampon devlet kurarsak, bizim egemenliğimiz altında olsa bile tüm Mezopotamya’nın
sadık desteğine dayanabiliriz. Bu umutla bir miktar Müslüman Arap hizmetlerini
şerife sunmaktadır. Şerife tabi olma şansını elde etmiş ve reddetmiş olan
bazıları şu anda ikinci bir şans verilmesi hususunda endişeliler. Bazıları
kendilerine verilmiş olan bu fırsatı neden değerlendirmediklerini sordum. Bunun
Arabistan’ın bağımsızlığı anlamına geleceğini anlamamış oldukları şeklinde
cevap verdiler. Bu hususlar bana, İngiltere Hükûmetinin değerlendirmelerine
sunulmaya değer görünmektedir. Mezopotamya’nın geleceği için yalnızca üç
ihtimal var. Topraklara katma, yeniden kurma ve Krallığın bir parçası olarak
şerife Sunma. Eğer İmparatorluk konseylerinde bir söz hakkım olursa, benim
savunduğum ihtimal sonuncusu olacaktır.
Genel olarak şüphe yok ki tüm
esirlerin ortak olarak vardıkları sonuç, Türklerin Almanlar tarafından ihanete
uğradıklarıdır. Türklerin Almanlar için Riga gibi uzak bir yere kadar
savaştıklarına, fakat Bağdat tehdit edildiğinde orayı savunmak için Almanların
bir kişi bile göndermediklerine dikkat çekiyorlar.
Hâlihazırda Bağdat’tan bazı
esirlerim mevcut ve sıklıkla, özellikle subaylar, İngilizler tarafından
kendilerine uygulanan muameleden bahsetmekteler. Kut’tan Musul’a kadar
İngilizlerin muamelelerine ilişkin duyduğum hikâyeler, tahmin ettiğim kadar
kötü değil.
2.1.2
Bombay
Ahmed Nagar Kampı
Bu kamp
Ahmed Nagar şehrinden yaklaşık 2 mil uzaklıkta bulunuyordu. Burada yaklaşık
35.000 insan yaşıyordu. Özellikle tarım alanında ünlü bir şehirdi. Geceleri
inanılmaz derecede bir sıcaklık vardı ve uyumak çok zordu. Kampta üç bölüm
bulunuyordu. A ve B kısımları esirlerin sosyal sınıflarına göre ayrılmıştı. A
kampı, Alman gemisinden esir alınan kişilerin ekipmanları ve bazı hasta olan
esirler 158
için; B
kampı ise yüksek mevkide olan esirler içindi. C kısmında ise şartlı tahliye ile
izin verilen esirler barındırılıyordu. Bu kamp duvarla hiçbir şekilde çevrili
değildi. Bu nedenle, bu kamp kaçmamaya söz vermiş olan esirler için tahsis
edilmişti. Bölgede dolaşmak serbestse de kampın dışına çıkmak yasaktı. A
Kampında 850 esir, B kampında 362 esir, C kampında kaçmayacaklarına söz veren
409 esir olmak üzere 1.661 esir bulunuyordu. Bu esirlerden 452’si, savaş esiri
statüsündeydi. Kampta kalan Alman esirlerden 49’u subay, 397’si astsubay, 877’si
sivildi. Kampta kalan Avusturyalı esirlerden 3’ü subay, 3’ü astsubay, 172’si
sivildi. Kampta Türk savaş esiri olduğuna dair herhangi bir bilgi bulunamadı.
Kampın komutanı Yarbay Bay Morse’dir. Yardımcıları Yarbay Loudon ve Teğmen
Grey’di. Kampın gözetimi yalnızca İngiliz askerler tarafından yapılıyordu. Kamp
toplama kampını andırıyordu. Kamp 1915 yılında ve Haziran 1916’da Bay Smith
tarafından ziyaret edilmişti. Bombay’dan gelen Bay Baker, 1914 ve 1915
yıllarında, Bay Colman ise 1915 ve 1916 yıllarında kampta incelemelerde
bulunmuştu.[430]
Belgaum
Kampı Güney Madras-Mahratta demiryolu üzerinde Belgaum şehrine yakın mesafede
kurulmuştu. Yükseklik 900 metreydi. Ahmat Nagar’dan daha soğuk iklime sahip
olan yer, sanatoryum olarak hizmet vermekte ve sıcak havalarda insanlar buraya
gelmekteydi. Belgaum sivil esir kampıydı. Aile kampı olarak da adlandırılmıştı.
Sadece kadın ve çocuklardan oluşmakta iken daha sonra kocalarının da eşleri ile
bir araya gelmelerine izin verildi. Kamp komutanı Albay M. A. Halliard olup
yardımcısı müfettiş Robinson’du. Kamp Kalküta Amerikan Konsolosluğu tarafından
iki defa ziyaret edildi. Kampta nöbetçi yoktu ve esirler izlenmiyordu. Güvenlik
görevlileri sadece İngiliz askerleriydi. Kampta 214 Avusturya ve Alman esiri bulunmaktaydı.
Alman esirleri arasında 3 subay, 2 astsubay, 25 çalışabilir sivil, 12 çalışamaz
sivil, 57 kadın, 59 çocuk vardı. Avusturyalı esirler arasında ise 12
çalışabilir sivil, 3 çalışamaz sivil, 18 kadın ve 23 çocuk bulunmaktadır. Bu
rakamlar
Kızılhaç
heyetinin kampı ziyareti sırasında kaydettikleri verilerdi.[431]
Kızılhaç heyetinin, Bellary esir
kampını 12 Mart 1917’de ziyareti sırasında kampta 137 Türk esiri bulunmaktaydı.
Esirlerin hepsi Osmanlı Devleti vatandaşıydı. 137 esirin 1’i subay, 1’i hekim,
2’si astsubay ve 66’sı erdi. Mart 1917 itibariyle 500 yeni esir bekleniyordu.
Mevcut binalar[432]
4.000 kişi barındırabilmekte ve devam eden inşaatlarla 5.000 kişi daha
alabilecek kapasitedeydi. Kampın komutanı Yarbay T. M. Kirkwood ve yardımcısı
Binbaşı Mackie’di. Kızılhaç heyetinden Dr. Blanchod’un 11 Mart gününde ağır bir
hastalığa yakalanmasından dolayı, bu tarihten itibaren bütün kamp ziyaretleri
sadece Schoch ve Thormeyer tarafından yapıldı. 1917 yılında faaliyete geçen
kamp Bombay bölgesinde, şehrin güneydoğusunda ve Bellary kentinin 3 kilometre
uzağında bulunuyordu. Bölge 800 metrelik bir rakımda ve etrafı dağlarla çevrili
bir ovaydı.[433]
Kampın
yeni yapılmış olmasından dolayı henüz esir ziyaret isteği gerçekleşmemişti.
Hâlihazırda Türk subaylar tarafından kullanılan konutların ikisi de tuğla ve
taştan yapılmıştı. Binalar üstü kapalı, büyük verandaları ve banyo odaları olan
yerlerdi. Odaların büyüklüğü esirler için yeterliydi. Zemin taştan yapılmış, duvarlar
kireçle beyazlatılmıştı. Astsubaylara ayrılmış odalar 50 kişi alabilecek ve
120,6 metre küplük bir hacme sahipti. Bütün yan binalar, mutfaklar, temizlik ve
çalışma odaları sağlam yapılmış ve kabul edilebilir bir mesafede
konuşlandırılmıştı. Konutlar petrol lambalarıyla, caddeler ise kerosen gazıyla
çalışan sokak fenerleriyle aydınlatılıyordu. Yönetim esir subaylara demirden
bir yatak, sandalye ve masa verilmişti. Esirlerin kendi ceplerinden ödeyerek
istedikleri mobilyayı getirtebilme hakları mevcuttu.[434]
Kampın fiziki yapısı hakkında
bilgilere esirlerin yazmış oldukları hatıratlarda da rastlanmaktadır. Hüseyin
Fehmi Genişol’un hatıratında yazdığına göre Bombay istasyonundan Bellary esir
kampına 18 Eylül 1918 günü getirilen esirler şehrin 15 km dışında kalenin
önünde tel örgülere konulmuştu. Kamp her biri 500 kişilik otuz pavyondan
oluşmaktaydı. Duvarlar aynı hizada ve kesme taşla yapılmış ve bir metre
kalınlığındaydı. Her pavyonun önünde büyük çamaşırhaneler, banyolar
bulunuyordu. Atık suların pislik yapmaması amacıyla iki tarafa akması için
arklar yapılmıştı. Pavyonların çevresi demir hindiye benzeyen ağaçlarla
çevriliydi. Esirler öncelikle küçük karantina pavyonlarına konulmuştu. Erler ve
subaylar isimleri okunduktan sonra karargâha girmiş ve her bir esire bir numara
ve gideceği bölük yazılmıştı. Hüseyin Fehmi Güneş 26. bölüğe 6491 numara ile
kaydedilmişti. Her bir bölük 100 kişilikti. Her 100 kişiye 10 rupi yani 80
kuruş maaşla birer çavuş ve her sekiz bölüğe bir başçavuş verilmişti. Tabur
çavuşu diye adlandırılan başçavuş 144 kuruş almaktaydı.[435]
Bellary esir kampında 6.000-7.000
esir kalmaktaydı. Kamp kuralları çok katıydı. Emirlerin dışında hareket edenler
tek odalı hücrelere konulmakta, daha angarya pavyonuna gönderilip orada
sabahtan akşama kadar çalıştırılmakta ve ayrıca sigara verilmemekteydi.[436]
Her bölükteki esirler manga
düzenine geçirilerek sabah ve akşam yoklama yapılırdı. Bölüğün önünde çavuş ile
beraber 100 esir yoklama yapılan karargâh alanına askeri düzende getirilirdi.
Her bölük, ait olduğu taburun önüne onar metre arayla hizaya geçirilirdi. Önce
İngiliz başçavuş, ardından karargâh komutanının askerleri esirlere selamlama
yapılırdı. Yoklamanın ardından angaryacı tabur angaryaya giderdi. Her bölükten
altı aşçı, beş erzakçı, iki süpürgeci ve bir bölük emini günlük işler için
ayrılmaktaydı. Kalanlar, karargâh çavuşu tarafından karargâhı, tuvaletleri,
arkları temizlemek, otları kesmek ve telleri tamir etmek için
görevlendirilirdi. Ayrıca bazıları karargâh dışına çıkarılmakta ve İngiliz
subayların ev hizmetlerinde çalıştırılmaktaydı. Erzakçılıkla görevlendirilen
asker saat 07.00’de ambara gidip erzakları alır, süpürgeciler pavyonu temizler,
aşçılar sabah ve akşam için yemek pişirirdi.[437]
Öğleden sonra saat 16.00’da
tekrar yoklama yapılmakta ve yoklama sonrası tekrar angaryaya gidilmekteydi.
Akşam saat 18.00’de paydos verilmekte ve akşam yemeği sonrası yemeklerini
yedikten sonra tüm işler saat 21.00’da sona ermekteydi. Bölükler altışarlı
takımlar halinde düzenlenmişti. Her takımın aşçısı erlerin yemeklerini
tabaklarına koyardı. Her bölüğün mevcuduna göre cumartesi ve salı günleri
bölüğün erzakları levazım subayı tarafından temin ediliyordu. 06.20’de kalk
komutu alan esirler 07.15’de tüm bölük ile yoklama yerine gelmek zorundaydı.
Hüseyin Fehmi Güneş’in anılarının başka yerinde kalkış için 06.30, yoklama için
07.00 saati verilmiştir. Yoklama gelmeyen bir asker tespit edilirse derhal
bulunup hapse atılırdı.[438]
Ayrıca cuma günleri çamaşır
yoklaması yapılır; yeni iki elbiseden en yenisi giyilirdi. Diğer elbise ve
çamaşırlar yere serilen bezin üzerine serilir, önde ayakkabı, arkasında tabak
çanak, sonra çorap, peşkir, geride ortada iç çamaşırı, sağda ceket, solda
pantolon, daha geriye battaniye konulurdu. Ayrıca 100 kişinin eşyalarının ve
ayaklarının aynı hizada ve aynı yönde olması gerekirdi. Eğer istenen işler arzu
edildiği gibi yapılmamışsa; 3, 5 ve 8 gün peş peşe çamaşır yoklaması
tekrarlanırdı.[439]
Şubat 1920’de kampın iaşe
amirliğine terfi eden Yüzbaşı Fraser, öğle saatlerinde kampa gelmiş ve tüm
esirlerin ne yaptığını izlemiş ve not almıştı. Bundan başka Fraser, Kur’an
okuyan, namaz kılan, abdest alan, uyuyan, oturan, oyun oynayan, dikiş diken
esirleri toplamış, yoklama alanına getirmiş ve işlerine devam etmelerini
istemişti. Tüm yapılanları İngiliz ve Hintli subaylara da izletmişti.[440]
Esirlerin arasındaki milliyet
farkı ve esirlerin Müslüman olması İngilizler için önemliydi. Kampın bulunduğu
bölgede Müslümanların yaşaması sebebiyle esirlere karşı daha yumuşak
davranılması bir İngiliz politikasıydı. Böylece İngilizler, bölge halkını kendi
yanına çekmeyi planlanmaktaydı. Esirlerin arasında milliyet farkı esirler için
önemli değildi. Sadece İttihatçı ve İtilafçı taraftarları arasında kavgalar
çıkmakta ve karşılıklı hakaretler edilmekteydi.[441]
Kampın bulunduğu yer ve esirlerin
kampa gelişleri hakkında bir diğer hatırat Muhiddin Erev’e aittir. Muhiddin
Erev, hatıratında Madras eyaleti, Bangolor iline bağlı bir fırka merkezi olan
Ballary’ye geldiklerinde ilk karşılaştıkları şeyin tepede yazılı bulunan “God
Save The King” yazısı olduğunu yazmıştı. Getirildikleri kamp bir hayli
büyük olup; subay, sivil ve erlerden oluşuyordu. Kampta bir ofis, hastane, iki
satış mağazası ve iki terzi bulunuyordu. Kampa gelen esirler hasırlı kampa
yerleştikten sonra kendilerine birer hantal karyola ve battaniye verildi.
Esirlerin kaldıkları binalardan başka, daha önceden gelen esirlerin işgal
ettiği münferit odalar ve arkasında ufak bir hol bulunan üç tane tek katlı bina
daha vardı.[442]
Kampta esirleri üzerinde sıkı bir
kontrol vardı. İngiliz yetkililer, belirli zamanlarda esirlerin kaldıkları
koğuşları gezerek askerlerin eşya ve temizlik kontrolünü yaparlardı. bir
defasında temizlik kontrolü sonrasında bir bölüğün temizlik konusunda kurallara
riayet etmediği gören kamp komutanı erlerin çamaşır ve üst baş temizliğine
dikkat etmediklerini anlatan bir yazıyı ibret olsun diye emir tahtasına
yazmıştı.[443]
Hasan Yetimi’nin anlattıklarına
göre esir subay, erler ve sivil esirler her hafta salı günü saat 08.00’de
yoklama amacıyla komutan ve yardımcısı tarafından tercüman vasıtasıyla özel bir
yerde toplanılırdı. Yarbay ve daha üst rütbede bulunan üst rütbeli subaylar ile
birinci sınıf sivil esirler, Mütareke sonrası binbaşı rütbesindeki subaylar
yoklamadan muaf tutulmuştu. Subay adayları ve erlerin her gün sabah 06.00 ve
akşam 16.00’da komutanlık dairesi önündeki yoklama meydanında bölük ve tabur
halinde toplanarak, komutan veya yardımcısı hazır olduğu halde İngiliz
başçavuşu tarafından sayımları yapılırdı. Esirler karargâhın iç bölümünde,
İngiliz erleri veya askeri polisin gözetimde Hintli askerinin kontrolü altında
hizmet yerlerine gönderilerek iki saat kadar çalıştırılır ve yoklama yerlerine
getirilirdi. Kampta görevli erler ile hastanelerde görevli sıhhiye erleri
angaryadan muaf tutulurdu. İhtiyaç fazlası sıhhiye erleri ile üstsubay
yanındaki nöbetçi erleri haftada sadece iki gün yoklamada hazır bulunurdu.
Geri kalan erlere, angarya işleri
bitene kadar yoklama alanında ve bazı günler karargâha üç mil uzaklıkta yürüyüş
yapmalarına izin verildi. Subay adayları angaryadan aynı tutulmuşlarsa da kamp
içi ve kamp dışı gezilerde erlerle bir muamele görürdü. Tutuklanması
gerektiğinde de erlerle aynı yere kapatılırlardı. Haftada bir gün, cuma günleri
öğleden önce saat 10.00’da bütün erlerin çamaşır ve eşya yoklaması kendi
pavyonları önünde, nöbetçi erlerin eşyası yoklama alanında komutanın kendisi ve
yardımcısı tarafından birbiri ardınca yapılırdı. Esirler bu yoklama sonrası
izinli sayılırdı. Binbaşı ve daha üst rütbedeki subayların emir erleri sadece
cuma ve salı günleri sabah yoklaması ile angarya ve yürüyüşten muaf tutulurdu.
Yoklama sonrası görev yerlerine giderlerdi. Bütün subayların ve sivillerin emir
erleri de akşam yoklamasından muaf tutulmuştu. Erlerin yoklamaları çoğu kez
tekrar tekrar yapılırdı. Sayının fazla çıkması veya az çıkması durumunda
yoklamalar tekrarlanırdı. Eksik çıkması durumunda firardan şüphelenilirdi. Çoğu
zaman yoklamadaki fark komutanın dikkatsizliğinden veya hastaneye sevk edilen
askerlerden kaynaklandığı görülürdü. Bazen de silah yoklamaları yapılırdı.
Subayların emir erleri de dahil tüm erler yoklama meydanına toplanır ve
aranırdı. Böylece subaylar o günlerde askersiz bırakılarak huzursuz edilmeye
çalışılırdı. Ramazan ayı, bayramlar ve diğer kutsal günlerde yoklamalar
aksatılmaz ve aynen diğer günlerdeki gibi yapılırdı. Esirlere bu günlerde izin
verilmezdi. Subay emir erleri akşam yoklamasından muaf tutulurdu. 1919 Ramazan
Bayramı’nın ikinci günü esir askerler nöbetçi askerlerle bayramlaşmak için tel
örgünün bir noktasından delik açarak geçmişlerdi. Bunun üzerine nöbetçi erlerin
10 gün akşam yoklamasına çıkmaları emri verildi. Bayramlarda ve diğer kutsal
günlerde de bu şekilde erler ve subayların rahatsız edildikleri olurdu.[444]
Irak Cephesi'nde savaşırken
İngilizlere esir düşen ve 1916-1920 yılları arası Bellary kampında kalan 156.
Alay Komutanı Yarbay Hasan Yetimi, döneme ait yazdığı notlarında açılışından
başlayarak, esirlerin gelişleri, kamp tercümanları, karargâhın yerleşim yeri,
kamp yönetimi, hastalara yapılan muameleler, subay ve erlerin kamptaki
durumları, yoklamalar, esirlerin çalıştırılması, kamp içinde ve dışında yapılan
geziler, kamp yetkilileri ile ilişkiler, esirlere verilen cezalar, kamplarda
kullanılan su, kampın bulunduğu yer, iç düzen, kamp hayatı ve kampın boşaltılmasına
ait bilgiler bulunmaktadır. Demirmogor Tahvintakar demiryolu hattı üzerinde
olan kamp, 9. İngiliz Tümeninin yerleşimi amacıyla doğudan batıya doğru uzanan
ve birbirine paralel hatlar üzerinde kurulmuş otuz kadar binadan oluşmaktaydı.
Bunlara daha sonra esirler için 20 kadar pavyon ve türlü türlü depo, mutfak,
çamaşırhane, eczane, kapasiteli bir hastane, böbrek tedavi ünitesi, tutuk evi
ve diğer birimler eklendi. 1,5 kilometrekarelik bir arazi üzerindeki kampın
etrafı iki sıra dikenli tel örgüyle ve nöbetçi devriyeleriyle çevriliydi. Bu
kargir pavyonlardan batı tarafındaki altısı üst rütbeli subay ve subaylara,
ikisi ikinci ve üçüncü sınıf sivil esirlere, ikisi subay adaylarına, diğer
ikisi hastalarla bir miktar sağlık erine, on kadarı erlere aitti. Ayrıca bir
pavyon bakkal, terzi, kunduracı gibi esnaflara ayrılmıştı. Bu esnaf pavyonuna
yakın diğer bir pavyonda İngiliz Karargâh Komutanlığının yazı işleri dairesi
bulunuyordu. Geri kalan pavyonlar ise boş bırakılmıştı. Bu şekilde kısımlara
ayrılmış pavyonlar grubuyla mutfak ve çamaşırhane içten tel örgüyle ayrılmıştı.
Böylece pavyonların birbiri ile karışması engellendi. Komutanlığa, içteki
hastane pavyonlarıyla dışarıdaki hastaneye, dıştan çevrili teller arasındaki
yolla ulaşım sağlanıyordu.[445]
1917 yılından itibaren savaşın
tüm şiddetiyle devam etmesi ve Osmanlı Devleti’nin cephelerde ağır kayıplar
vermesi; Bellary kampı başta olmak üzere tüm kampların nüfusunun hızla
artmasına neden oldu. Kendi ihtiyaçlarını kendileri gideremeyen felçli ve
yaralı bazı esir subaylar da Şubat 1918’de bu kampa getirildi. Ayrıca Bern
Sözleşmesi’nde adı geçen Bağdat Karantina Müfettişi Doktor Mehmed Emin Bey ile
130 kadar malul asker Temmuz 1918’de; 70-80 kadar değişik derecede malul er de
Eylül 1918’de değişik kamplardan buraya nakledildi[446]
Kamp
yönetimi ve güvenliği yarbay rütbesinde bir İngiliz subaylarına verilmişti. Bu
şahıs genel olarak güvenlik ve yönetim konusuna bakmak ve üst makamlarla
haberleşmekle görevliydi. Emri altında yardımcı olarak bir yüzbaşı bulunup o da
esirlerin kayıtlarını tutmak, güvenliği sağlamak, yoklamalarını yapmak, ödenek
ve maaşları ödemek ve angarya erlerini düzenlemek gibi işlere bakmaktaydı.
Yönetim dairesinde komutanın
yardımcıları arasında dördü Ermeni, biri Hristiyan ve diğeri Yahudi olan altı
er, bir tercüman, birkaç kâtip, yazıcı, posta memuru, askeri polis ve sıhhiye
erleri vardı. Ayrıca sadece kapılarda önemli noktaların nöbetçilik görevini
yerine getiren bir bölük derecesinde İngiliz muhafızlar ve ikinci derece nöbet
yerleriyle angaryaya çıkan erleri muhafaza etmekte görevli iki bölük
derecesinde Hintli bulunuyordu.[447]
Eskilerin arasında harbin başında
Korna’da esir olan kişiler vardı. Kampa en son gelenler ise Fırat Cephesi’nde
esir düşenlerdi. Esirlerin memleketleri ve savaşın son durumu hakkında
bilgileri alması ancak yeni kampa yeni gelen esirlerle oluyordu.
Memleketlerinde olup bitenler hakkında haber almak isteyen esirlere yeni gelen
esirler bildiklerini, duyduklarını anlatıyordu. [448]
Nureddin Peker, esir kampının
bulunduğu Bellary kasabası hakkında anılarında bilgiler vermiştir. Basra’da
esaret hayatını yaşayan Nureddin Peker, pek çok diğer esir gibi Türkiye’ye
gönderileceği yalanı ile Hindistan’a gönderilmişti. Peker’in içinde bulunduğu
esir kafilesi, 1 Ekim 1920 günü Bombay’dan yola çıkarılarak 3 Ekim günü
Hindistan’ın ortasında Bellary esir kampına getirildi. Kampa vardıklarında,
kamp arkadaşları Türkiye’ye gönderilmek üzere hazırlanmıştı. Arkadaşları ile
vedalaşmış ve onlardan kalan eşyaları almıştı. Bellary kasabası Müslüman olmayan
bir kasabaydı. Kasabasının tam ortasında büyük bir kayalık ve tepesinde
hapishane bulunuyordu. Kayanın kuzeyinde İngilizce Allah korusun yazıyordu.
Kasabanın kuzeyinde taşkışla mevcuttu. Kampın etrafı dört metre yüksekliğinde
dikenli tellerle çevrilmişti.[449]
Bellary esir kampında Aralık
1919’da Rusya’daki Krasnoyarsk kampından kaçarak Türkistan yoluyla Afganistan
üzerinden Hindistan’a gelen iki Türk subayı daha vardı. Bu iki esirin kampın
bulunduğu yere ve fiziki şartlarına dair verdiği bilgiler Tahsin İybar’ın
yazdığı hatıratta yer almıştır. Rus esir kamplarında yaşadıkları her türlü
zorluktan sonra bu kampta çok rahat ettiler.[450]
Rus esir kamplarından kaçarak
Pakistan’a ulaşan Tahsin İybar, İngiliz askerleri gözetiminde Hintli polisler
tarafından bir odaya çekilmiş ve Rus casusu olmadıklarına kanaat getirilince
bir otele yerleştirilmişti. Ardından, Hintli polislerce üzerlerindeki nakit
para, saat, her türlü evrak ve hatırat geçici olarak alındı ve bunların
karşılığında bir senet verildi. Hatırat incelendikten sonra geri verilmiş ve
bir Müslüman Hintli polis eşliğinde Peşaver’de gezebilmelerine izin verildi. 2
Aralık 1919’da Bellary esir kampına yerleştirildi. Tren istasyonundan kampın
bulunduğu yere kadar yürüyerek gittiler. Bir askeri birliğin pavyonlarından
ibaret olan esir kampı, kasabaya hâkim sivri ve münferit bir tepenin
eteklerinde, ormanın kenarına kurulmuştu. Pavyonlar taş ve tuğladan (kargir)
olup sıcak iklim düşünülerek saçak ve pencereleri yapılmıştı. Etrafı dikenli
tellerler ile çevrili kampta Irak’ta esir edilmiş subay ve erler kalmaktaydı.
Kamptan kaçmayacaklarına ve krokide belirtilen yerlerin dışına çıkmayacaklarına
dair bir parol imzalamışlar ve bu şekilde kampın etrafından gezmeye izin
almışlardı. Ellerindeki parol ile sabah kahvaltıdan sonra kapıdan çıkıp kampı
gezebilmekteydiler. Tahsin İybar aldığı izinle yerli halk ile görüşebiliyordu.
Hintlilerin Türklere karşı sempatisi büyüktü.392 [451]
Kamp, beş taburdan oluşmaktaydı:
Birinci tabur Tatarlardan, ikinci tabur sağlam askerlerden, üçüncü tabur
sıhhiye askerlerinden, dördüncü tabur subay hizmetlilerinden, beşinci tabur
zayıf ve malul askerler meydana gelmişti. Bu taburda çok zayıf askerler olduğu
gibi eli ve ayağı olmayan esirler de bulunmaktaydı.[452]
Kampın suyu, yakınlardaki bir
tepeden, yeraltından gelen boruların yardımıyla tedarik ediliyor, iyi kalitede
olup bakteriyolojik bir analize tabi tutuluyor ve muslukları olan büyük
sarnıçlarda bekletiliyordu. Su kaybını önlemek için konutların içinde su
tedarik etme noktaları inşa edilmişti. Ancak çamaşırhaneye ve genel temizlik
odasına bolca su veriliyordu. Askerler için kurulan temizlik odası, boğaların
yardımıyla su çekilen, taştan ve demirden yapılmış büyük bir binaydı.
Çamaşırhaneye sıcak su 4 kazandan temin ediliyordu.[453]
Her teldeki asker sayısına göre
sabah ve akşam er başına yemek yapmak, çamaşır yıkamak, banyo yapmak dâhil 15
dakika, yarım saat veya bir saat boyunca 200 dirhem su veriliyordu. Subay
hizmetine bakan erlerin angaryaya çıkmasıyla sabah sularını subaylar kendileri
almak zorunda kaldı. Cuma günü tüm esirlerin çamaşır ve bıçak yoklaması
yapılırdı. Bıçakla yakalanan bir esirin en az bir ay hapse mahkûm alması
kesindi. Esirlerin yattıkları pavyonların zemini taş olduğundan, esirler ağaç
ve tellerle kendilerine karyola ve ottan minder yapmışlardı. Her esire birer
battaniye verilmiş, ılıman iklimde bir battaniye yeterli olmuştu.[454]
Bellary kasabası içinde ve
yakınında akarsu bulunmuyordu. Kampın içme suyu, üzerinde eski kale kalıntısı
bulunan ve tek parça bir kayadan oluşan dağın batı tarafında bulunan 150 metre
uzunluğunda, 40 metre eninde, 8-9 metre derinliğinde eski bir su havuzundan
sağlanmaktaydı. Bundan başka kasaba etrafındaki birçok küçük havuz ve yerlerde
birikmiş büyük sular, hayvanların sulanmasında ve diğer ihtiyaçların
giderilmesinde kullanılmaktaydı. İngilizler, su ihtiyacını daha mükemmel
şekilde sağlamak amacıyla kasabanın 5-6 mil batı tarafında uzanan dağlardan
gelen yağmur sularını, etrafı çevrili bir yere çekmek üzere düzenekler
yapmıştı. Dağlardan gelen yağmur sularının yapılan bu havuza akışını sağlamak
üzere taş ve tuğladan yapılma bir kanal açıldı. İnsanların büyük havuzu
kirletmesini engellemek için etrafı tel örgü ile çevrildi. Halk için bir başka
küçük havuz daha yapılmıştı. Küçük havuzun suyu azaldıkça büyük havuzdan
takviye yapılıyordu. Halk fıçılı arabalar ve büyük potalarla evlerine su
taşıyordu. Adı geçen büyük havuz önünde bir su pompası bulunmakta olup bu pompa
ve borular vasıtasıyla karargâha getirilen su, pavyondaki çeşmelere geliyor ve
esirler sularını bu çeşmeden alıyordu. Gazın yetersizliği yüzünden pompalar
fazla çalıştırılamadığından çeşmelerden su sürekli akmıyordu. Çeşmeler, sabah
ve akşam yağmurların yağdığı ölçüde 10-15 dakika, yarım veya en fazla bir saat
akıtıldıktan sonra kapatılıyordu. Hintli muhafızların ve İngiliz askerlerinin
denetimi altında esirlere nöbetleşe su dağıtılıyordu. Suların yetersizliği
sebebiyle çevredeki havuzlardan esirlere fıçı arabaları su çektiriliyordu.
Bozuk ve fena kokan sularla, çamaşırların yıkanması ve temizliklerin yapılması
zorunlu tutulmuştu. Su yetersizliğinin yanı sıra Hintli muhafızlarla İngiliz
askerler, zaman zaman en küçük bir hatadan dolayı su tenekelerini ve su
küplerini kırarak esirleri huzursuz etmeye de çalışıyordu. Bu susuzlukta su
para ile satılmaya başlanmıştı. Boş bir gaz tenekesi önceleri dört kuruşa ve
bir su küpü üç kuruşa karargâh dükkânlarında satılırken son zamanlarda bir
teneke 10 ve bir küp su 8 kuruşa çıkmıştı. Pompa ile suyun akıtılacağı zaman
çeşme başlarında mikroplara karşı ilaçlama yapılırdı. Karargâhın 500 metre
kuzeyinde İngilizler tarafından derin, geniş ve kapalı bir kuyudan pompa ile
çıkarılan su, borularla hastaneye ve İngiliz muhafızların askeri pavyonlarına
getirilirdi. Hastalar ve İngiliz askerleri, bu suyu içerler ve kullanırlardı.
Esir subaylardan bazılarına ve yönetim ile arasını iyi tutanlara bu sudan
verilirdi. Su sıkıntısını kısmen de olsa azaltmak için bu kamptan 1.000 kişi
1918 yılı başında Meiktila kampına, 1.000 kişi de Basra’ya toprak işlerinde
kullanılmak üzere gönderildi.[455]
Tuvaletler tuğladan yapılmış,
zemini taştan ve sayıları da yeterliydi. Ayrıca hasır otundan yapılmış
paravanlarla ayrılmış taşınabilir atık depolarına sahipti. Bu atık depoları her
gün boşaltılıp dezenfekte edilir ve atıklar fırınlarda yakılırdı.[456]
Esir kampında yoklamalar haftada
bir yapılmakta ve subayların bazıları uykuları ağır olduğundan yoklamaya geç
kalmaktaydı. Bazen esirler bu kişileri saatlerce ayakta beklemek zorunda
kalıyordu. Yoklamaya gelmeyenlere haftada üç gün ya da tüm hafta imza atma
cezası veriliyordu. Cezalı kişi günün belli bir zamanından ofisin kapanacağı
zamana kadar ofis ile kamp arasındaki mesafeyi yarımşar veya bir saatlik süre
ile yürümek ve imza atmak zorundaydı. Ceza hafif görülse de Hindistan güneşi
altında bir oyunun ya da önemli bir faaliyetin ortasında yirmi dakikalık yolu
gidip gelmek katlanılacak bir durum değildi. Kişinin bir günlük hayat düzeni
bozmaktaydı.[457]
Subaylara verilen gazeteler
sansür işlemine tabiydi. İstenmeyen haberler İngiliz Madras Times gazetesinden
sansür yerleri kesilip verilirdi. 1 Temmuz 1919 günü gazete sansür edilmeden
verilmişti. Gazetede çıkan haberde barış yapılacağından ve esirlerin geri
döneceğinden söz ediliyordu. 20 Temmuz günü çıkan haberlerde ise Hindistan’da
çıkan huzursuzluktan bahsediliyordu. Gandi tarafından yapılan teşvik ve
propaganda ile huzursuzluk isyana dönüşmüş ve İngiliz askerleri tarafından
baskı altında tutulan Hintliler pek çok yerde ihtilal başlatmıştı. Pek çok
Hintli’ye göre İngilizler öldürülmesi gereken ve memleketlerini acil terk
etmesi gereken işgalcilerdi.[458]
Mısır’da
İngilizlere karşı isyan çıktığını, Mayıs 1919’da Mısır’da yayınlanan gazeteler
yazmıştı. Mısır ve İngiltere arasında 1914 tarihinde imzalanan mutabakat
uygulanamamış, Mısır halkı İngilizlere karşı isyan etmiş ve pek çok ölümlü vaka
gerçekleşmişti. Gazeteler İngiliz yanlısı tutum sergileyerek kamuoyunu ikna
için Mısırlıları haksız göstermekteydi. Diğer taraftan, Hintli gazeteciler
Mısırlıları haklı bulmuş, Mısırlıları isyan konusunda desteklemiş ve
Hindistan’daki İngiliz bölgesinin de tehlikede olduğunu yazmıştı.[459]
2.1.5
Kalküta
İstasyon Kampı (Batı Bengal)
İngiliz askeri yetkililerin
Burma’ya gönderdiği esirler, gemiyle Irak kamplarından Karaçi’ye getirilmişler
ve sonra trenle Kalküta’ya gönderilmişlerdi. Esirler Kalküta’dan Rangoon’a
gönderilmek üzere gemilere bindirilirken bazı gecikmeler olduğu için orada bir
istasyon kampı kuruldu. Esirler bu geçici istasyon kampında en fazla 1 ile 4
gün arasında kalırlardı. Esirlerin bu kamptan geçişleri ve kısa süre kalmaları
ile ilgili bilgiler daha önceki bölümlerde anlatıldığı için burada sadece
kampın kısa özelliklerinin verilmesi ile yetinilecektir.[460]
Bu kamp, Kalküta’nm tarihî kalesi
Fort William’daydı ve İngiliz birlikleri için karargâh olarak kullanılmaktaydı.
Etrafı ağaçlarla geniş çimler çevriliydi. Üç ayrı bölümden oluşturan bu esir
kampı kapalı alan içinde esirlere tahsil edilmişti.[461]
Kızılhaç heyetince 28 Mart
1917’de ziyaret edilen kampın kullanılan iki bölümü yirmisi asker, sekizi subay
için ayrılmış yirmi sekiz çadırı içeriyordu. Mart sonunda düzenlenecek üçüncü
bölüm kırık civarında çadır barındıracakt. Bu çadırlar İngiliz ordusu
tarafından kullanılan modeller ile aynıydı. Çevresi, takılıp çıkartılabilen
kumaş parçaları sayesinde sabah açılıp gece kapatılıyordu. Her çadırda 16 ila
20 kişi iki paralel sırada, ortadan bir koridor bırakacak şekilde konaklıyordu.
Esirlerin sayısının hiçbir zaman çok büyük olmamasından dolayı çadırların her
birinde sadece on civarında kişi kalıyordu. Subaylar ikişerli olarak özel bir
sıra halinde konaklıyordu. Demirden bir yatakları, masaları ve sandalyeleri
vardı. Kampın kapasitesi 1.200 ile 1.500 arasındaydı. Bu rakama hiçbir zaman
ulaşmadı.403 [462]
William kampına su borular
tarafından üç şekilde tedarik ediliyordu. Bunlar içmek ve yemek pişirmek için
filtrelenen su, tuvalet için depo suyu ve sulama için ırmak suyuydu.
Filtrelenmiş su kampın her bölümüne geliyor ve kapalı bir sarnıca takılmış
musluktan sürekli dağıtılıyordu. Bu suya hastalık bulaşması mümkün değildi. Tuvalet
suyu, çimentodan yapılmış, cepheleri palmiye yaprağı sarmaşıklarından
oluşturulmuş, musluklardan geliyordu. Subaylara özel bir yer ayrılmıştı. Bu
lavabolar gün boyu kullanılabiliyordu. Suyun kullanımına hiçbir sınırlamaya
getirilmiyordu. Konaklamaların kısa süreli olmasından dolayı bir temizlik odası
inşa edilmemişti.[463]
Tuvaletler
aynı şekilde çimentodan yapılmış mekânlarda kurulmuştu. Dış cepheleri ve iç
bölümlendirmeleri sarmaşıklar ile kapatılmıştı. Sistem, çimentodan yapılmış
oturtmalıklar arasında gidip gelen ve dışarıdan çıkarılan taşınabilir atık
depolarından oluşuyordu. Her gün düzenli bir şekilde boşaltılıp dezenfekte
ediliyordu. Kampın bütün sağlık binaları basit ve kullanışlı olması için inşa
edilmiş ve hijyen gereksinimlerine tamamen uyulmuştu.[464]
2.1.6
Kataphar
Kampı (Batı Bengal)
Kataphar
kampı, Bengal bölgesinde Darjeeling yakınlarında gözaltında tutulan sivil
esirler içindi. Kataphar Kampı, 30 Mart 1917 tarihinde Kızılhaç heyeti
tarafından ziyaret edildiği sırada, kampta gözaltında tutulan sivil esir sayısı
36 kişiydi. Kampın nüfusu daha ziyade Alman ve Avusturyalılardan oluşmaktaydı.
Alman
esirler, 9 çalıştırılabilir, 13 çalıştırılamaz, 7 kadın, 3 çocuk olmak üzere 32
kişiden oluşmuştu. Avusturyalı esirler, 3 çalıştırılabilir, 1 kadın olmak üzere
4 kişiden ibarettir. Ayrıca, uyruğu araştırılmakta olan 2 Yahudi de kampta
bulunuyordu. Kamp Himayaların yaklaşık 2.500 metre yüksekliğinde, yüksek
mahmuzlarından birinde bulunan Darjeeling kasabası Bengal’in tepe istasyonu
vazifesi gördü. Kalküta’daki hava bunaltıcı olur olmaz vali ve tüm personel
buraya nakledilirdi. Darjeeling’in iklimi serin ve hoştu. Kışlar soğuk geçse de
esirler burada çok sağlıklı iklim koşullarında yaşıyorlardı. Kamp dik bir
yamaçta, eğimin suların sürekli akmasını sağladığı kayalık bir yerde
kurulmuştu. Binalar yontma taştan kare şeklinde yapılmıştı. Son zamana kadar
subaylar ve Hintli askerler için konaklama amacıyla kullanıldı. Çatısı metal
oluklu ve kırmızıya boyanmış olup duvarları badanaydı. Zemin tahta döşemeliydi.
Geniş verandalar binaların hemen dışındaydı. Pencereler cam ve yeterli
büyüklükteydi. Yağmur olukları her bir binadaki yağmur sularını kamp dışına
götürüyordu. Değişik büyüklüdeki binalar aile fert sayısına göre tutsaklara
konaklama için tahsis edilmişti. Bekârların çoğuna tek oda verilmişti. Buna
rağmen iki ya da üç kişi kalan bekârlar da mevcuttu. Evli aileler çocuk
sayılarına göre iki ya da üç adalı yerlerde kalıyordu. Her bir dairenin bir
şöminesi ve bir banyosu vardı. Tüm kalınan yerler temiz ve sağlıklıydı.
Buralarda kalan esirler Kızılhaç heyetine bu konfordan memnun olduklarını
söylediler. Diğer kamplarda uygulanan yönetim şekli burada da uygulanmaktaydı.
Yönetim tarafından verilen eşyalar dışında, esirler istedikleri eşyaları kendi
ceplerinden ödeyerek alabilirdi. Kampın komutanı, Hindistan İmparatorluk Polisi
Başkomiser M.C. A. Briscoe, yardımcısı ise M.G. Ryle-Smith’ti. Kamp, ayrıca
Kalküta’da bulunan Amerika Birleşik Devletleri Başkonsolosu tarafından 10 Mart
1916’da ziyaret edildi. Kampta Türk esir bulunmadığından kamp hakkında daha
fazla detay verilmeyecektir.406 [465]
Arşiv
belgelerinde ve esir hatıratlarında, bu kamp hakkında herhangi bir bilgiye
ulaşılamamıştır. Hasan Yetimi’nin raporunda, 1919 yılı sonundan itibaren
Türk
ırkından olan esirlerin Tognung esir kampından Bellary esir kampına
nakledildiğinden bahsetmiştir.[466]
2.1.8
Burma
(Hindiçin) Thatmyo Kampı
Bugünkü Myanmar sınırları içinde
bulunan Burma Thatmyo kampında, 1917 yılının başında, 3.591 esir kalmakta olup
neredeyse tamamı Türk’tü.[467]
Daha sonra yeni gelenler ile bu sayının 5.000’i geçtiği tahmin edilmektedir.
Hindistan Ordu Departmanından 28 Haziran 1916 tarihli gelen telgraftan
anlaşıldığı üzere, ilk aşamada Sumerpur esir kampında bulunan tüm Türk esirleri
Thatmyo’ya nakledilmiş, kampın mevcudu daha da artmıştı.[468]
İngiltere Savunma Bakanlığı,
İngiltere Hükûmetine 26 Aralık 1916’da Hindistan ve Burma’daki Türk savaş
esirlerinin tutulduğu kamplara yapılması önerilen teftişle ilgili bir yazı
göndermişti. Kızılhaçın 13 Aralık’ta İngiltere Hükûmetinin Bern’deki bakanına
gönderdiği mektupta, Osmanlı Hükümeti tarafından Kızılhaç heyetinin
Türkiye’deki kamplara giriş izninin, Hindistan ve Burma’daki kampların teftişi
için kolaylık sağlanması koşuluyla verileceği yazılıydı. İngiliz Hükümeti de
Osmanlı Hükûmetinin sorumluluklarını yerine getirmesi durumunda aynı iznin
verileceğini açıkladı. Hindistan ve Burma’daki kampların Kızılhaç delegeleri
tarafından yapılması planlanan teftişe izin verilecek ise Anadolu’daki kamplar
için de hazırlıkların yapılması için bir an önce gerekli adımlar atılması
istendi..[469]
Kampı ziyaret eden heyetin yol
harcırahları İngiltere ve Kızılhaç arasında ayrı bir müzakere konusu olmuştu.
İngiltere Hükûmeti tarafından 4 Ocak 1917 tarihinde Mısır’da bulunan temsilciliklerine
gönderdikleri yazıda, Hindistan esir kamplarını ziyaret edecek Kızılhaç
heyetinin yol masraflarının İngiltere tarafından karşılanıp karşılanmayacağı
soruldu. Hindistan’a gitmek üzere yola çıkan Kızılhaç delegelerinin,
Marsilya’dan Mısır’a kadar olan yol masrafı Savunma Bakanlığı tarafından
ödenmişti. Mısır’daki askeri yetkililer Savunma Bakanlığına görüş sormuş ve
Savunma Bakanlığı delegelerin Mısır’dan Hindistan’a yapacakları seyahatin
masraflarının ödenmeyeceğini bildirdi Ancak, giderleri delegeler tarafından
karşılanması koşuluyla bu seyahat uygun görüldü. Kızılhaç delegeleri sivil
kamplar da dâhil Hindistan ve Burma’daki tüm savaş esiri kamplarını teftiş
etmek için yetkilendirildi. Hindistan Ordusu Yedek Subaylarından Teğmen P.J
Patrick teftiş turu boyunca eşlik etmek üzere temsilci olarak atandı.411 [470]
11-14 Nisan 1917 tarihlerinde
arasında kampı ziyaret eden Kızılhaç heyeti, askerlerin iyi muamele gördükleri
konusunda görüş birliği içindeydi. Fakat Kızılhaç delegeleri önünde küçük dertlerini
anlatma fırsatı kaçırılmayacak kadar değerli olduğu için bu fırsatı
kullanmaktan geri kalmadılar. Genelde para sorununun ön planda olduğu
görülüyordu. Esirlerin dertleri dinlemek için uzun seanslar yapıldı.
Şikâyetlerinde yöneticilere karşı bir kötüleme yoktu. Savaşta acı çeken esirler
ailelerinden ayrılmışlar, işleri bozulmuştu. Fakat bu esirler için bir kaderdi
ve kimsenin suçu değildi. Hareketsiz kamp ortamı esirleri fazla etkilemiyordu.
İş verildiği zaman biraz para kazanma isteğiyle uysalca yapıyorlar fakat
genelde günlerini kendi istedikleri gibi geçirmeyi tercih ediyorlardı.[471]
Genel olarak Türk esirlerin
davranışları iyi ve ciddi olup taşkınlıklar çok azdı. Cepheden kampa yeni
gelenler olunca, disiplin kurallarına uymayanlarda dikkat çekici artışlar
izlenmekte, ancak birkaç gün sonra yeni gelenler de kurallara uymaya
başlamaktaydı. Cezalandırmalar katı bir adalet ve mümkün olan tüm insanlıkla
yerine getiriliyordu. Delegeler, kaba ve sert muamele edildiği yolunda bir
şikâyet almadılar.[472]
Delegeler, İngilizlerin esirlere
yakın gelecekte dostları olacakmış gibi davrandıkları görüşündedirler.
Refahlarına harcanan özen, istihkaklarını artırmaya yönelik istekleri, yararsız
zorlamalardan kaçınmaları, insanlık ve uygarlık ilkeleriyle uyuşmaktaydı.[473]
Tüm Türk subayları olması gereken
içtenlikle saygı görüyorlardı. İngilizler yapabildiklerinin en iyisini Türk
esirlere karşı yapmıştı. Thatmyo’da Kızılhaç heyeti,
Türk subayların misafiri olmuş ve
eşsiz bir misafirperverlikle karşılanmışlardı. Bu davranış heyettekileri çok
memnun etmişti. Kızılhaç heyetine göre Türkler ülkelerine döndüklerinde,
İngiliz yetkililerinin kendilerine umdukları gibi iyi muamelede bulunduklarını
anlatacaklardı.[474]
Teftiş sonrası kamp hakkında
düzenlenen rapor ilgili yerlere gönderildi. Ayrıca 14 Haziran 1917 tarihinde
Hindistan’daki Türk kamplarını teftiş eden Kızılhaç delegelerinden M.
Thormeyer’in gayri resmi olarak Times gazetesinde yayınlanmak için kaleme
aldığı yazısı Hindistan Hükûmeti tarafından İngiltere Hükûmetine gönderilmiş ve
yazının yayınlanması için İngiltere Hükûmetinden olay istemişti.[475]
Kılzılhaç Heyeti raporuna göre
Thatmyo kampı, Irrawaddy Nehri üstünde, Birmanya’nın başkenti Rangoon’un
Kuzey’inde bulunuyordu. Burası 11.000 nüfuslu bir ilçe merkeziydi. Rangoon’dan yolculuk
baştan sona Irrawaddy üstünde, gemi filosu aracılığıyla yapılıyordu. 12 saatte
Prome’ye kadar demiryoluyla, oradan da nehri gemiyle geçerek Thatmyo’ya kadar
gidilebiliyordu. Bu yerleşim yeri yüksek bir kıyıda yer alıyordu. Bitki örtüsü
zengin ve gürdü. Oldukça büyük olan kamp Irrawaddy Nehri’nin sağ yakasında
kurulmuştu. Yüksek yamaçlar ve oluşan kum adacıkları nehrin akıntısını
yönlendiriyordu. Uzakta mavi renkli dağlar ufku sınırlıyordu. Kamp şehrin 1
buçuk mil uzağında bulunuyordu. Komutanı Binbaşı R. J. Hilson, yardımcıları
Binbaşı A. P. Sandeman ve Çavuş G. Steele’di.[476]
Amerika Birleşik Devletleri
Büyükelçisi, İngiliz Dışişleri Bakanlığına Rangoon’daki Amerika Konsolosu’nun
Thatmyo’daki savaş esirleri kampının koşullarına ilişkin 29 Mart 1916 tarihli
raporunu göndermişti. Amerika’nın Rangoon Konsolosu Samuel Reat'in raporu,
Thatmyo esir kampında esirlerin yaşadığı kamp hayatını ayrıntılı bir şekilde
anlatıyordu. Savaş Esirleri Kampının Denetlenmesi başlıklı raporda Konsolos
Samuel C. Reat, kampın konumu, fiziki şartları, esir sayısı, esaret şartları,
kamp yaşantısı, günlük olaylar, yiyecek giyecek, haberleşme, sosyal ve kültürel
faaliyetler gibi pek çok alanda bilgiler veriyordu. Rapor, Kızılhaç raporunu
destekleyici nitelikte olmasından dolayı ayrıca önem arz etmektedir. Rapora
göre Thatmyo’daki savaş esirleri kampı, Rangoon’un 355 mil kuzeyinde Irrawaddy
Nehri’nde bulunmaktadır. Esaret kampının yerinde önceden bazı geçici barakalara
ilave olarak İngiliz birlikler için yapılmış barakalar bulunmaktaydı. Binalar
büyük ölçüde inşa edilmiş sağlık hizmetleri ve çevre şartları oldukça iyi
durumdadır.[477]
Teftiş sırasında subaylar da
dâhil olmak üzere toplam savaş esiri sayısı 3.664’tür. Bunların 167’si subay,
420’si Arap’tı. 16 Ocak 1915’te açılan esaret kampının ana odaları, daha
önceden İngiliz Birlikler tarafından kullanılan barakalardı. Bir takım geçici
barakalar inşa edilmişti. Bunların tamamı geniş ve ferahtı. Subaylar tarafından
kullanılan binalar daha önce İngiliz birliklerin askeri aile lojmanlarıydı. İki
subay, üç odalı küçük bir eve sahipti.[478]
Osmanlı savaş esiri tarafından
cezaevi idaresine az öneme sahip olan iki şikâyet dışında herhangi bir
şikâyette bulunulmadı. Esaret kampının yönetimi tatmin ediciydi. Subaylara ve
erlere uygulanan muamele takdire şayandı. Az öneme sahip olan iki şikâyetten
biri, uzun süredir talep edilen gömlek, ayakkabı, çorap gibi giyinme
konusundaydı. Diğer şikâyet ise günlük porsiyona ilişkindi ve daha fazla sebze
verilmesi talep ediliyordu. Arap esirler açısından da bazı sebzelerin Hindistan
sebzeleri ile değiştirilmesi talebi vardı.[479]
Osmanlı subaylarının çoğu
Fransızca konuşabiliyordu. Böylece okur-yazar olanlarla kolayca iletişime
geçebilmişti. Araplar, Afganlar, Ermeniler ve Yahudiler de dâhil olmak üzere
erlerle mülakat yapılırken bir muhabir görevlendirildi. Tüm araştırma esnasında
iyimser yorumlar ortaya çıkmamıştı. Aralarında önemli şahısların da bulunduğu
sivil esirlerin çoğunun gıpta edilecek bir durumda olmadığı kesindi. Hiçbir
ödeme almıyorlardı ve herhangi bir şekilde ihtiyaçlarını karşılama şansına
sahip değillerdi.[480]
Thatmyo esir kampı hakkında bir
rapor da İngilizlerin kendisi tarafından hazırlanmıştı. Mezopotamya’dan
Burma’ya götürülen Osmanlı savaş esirlerine yapılan muamele ile ilgili belirli
iddialar konusundaki Yüzbaşı Baxter’dan bir rapor talep edildi. Konuyla ilgili
rapor talep edilen Yüzbaşı Baxter, o tarihte Mezopotamya’da hizmet ettiğinden
dolayı raporunun alınmasında biraz gecikme yaşandı. Osmanlı esirlerine
yapıldığı iddia edilen muameleyle ilgili istenen rapor, bu esirlerin bir süre
kalmış olduğu Thatmyo’daki savaş esirleri kampından da talep edilmişti.
Hindistan Hükûmetinden Mayıs 1917 tarihinde gönderilen raporda kampın konumu,
esirlerin nereden getirildikleri ve ilk getirilişi, esirlerin yiyecek-içecekleri,
kamp kuralları, esirlere uygulanan şiddet, haberleşme ve esirlerin sağlık
durumları hakkında bilgiler bulunmaktaydı. Esirlerin sağlıksız tahta
kulübelerde konaklatıldığına dair raporda şu ifadeler yer almaktadır: 422 [481]
“Bahsedilen ahşap kulübeler,
İngiliz Piyade Kulübeleri sadece son zamanlarda İngiliz birliklerinin
konakladığı yerlerdir. Büyük havadar yapılardır.”
Türk esirlerinin kaldığı ahşap
kulübeler İstanbul basınına da yansımıştı. Basınında çıkan Türk esirlerinin barındıkları
ahşap kulübelere dair yazılar, İstanbul’daki Amerikan Büyükelçiliğinin 8 Aralık
1916 tarihinde Londra’daki Amerikan Büyükelçiliğine gönderdiği yazıda yer
bulmuştu. Söz konusu yazıda Tanin gazetesi editörü Cemil Hakkı Bey, Hindistan
kamplarından dönen Osmanlı esirlerinden bazılarıyla mülakat yaptığından
bahsetmektedir. Hakkı Bey’in görüştüğü esirler Thatmyo esir kampı hakkında
hatırladıklarını “Thatmyo’daki Hayatımız” başlığıyla yaşadıkları yeri ve
hayatı şu şekilde anlatacaklardır:[482]
“Dikenli telle çevrili bir alanda
yapılmış tahta kulübelerde esir tutulduk. Aşırı zor bir hayatımız vardı. Bize
bir avuç dolusu un ve yaklaşık 100 dirhem ağırlığında bir dilim ekmek
veriliyordu. Çok nadir de olsa az miktarda et veriliyordu. Her 24 saatte bir az
miktarda sebze veriliyordu. Thatmyo’da geçirdiğimiz altı ay boyunca sadece bir
kez keten elbise verildi. Sadece bizimle birlikte esir alınan doktorların
eskortlarla birlikte markete gitmesine izin verilmekteydi. İngiliz askerler
tarafından tutulduğumuzda çoğu zaman dayak yiyorduk. İki ayda bir, ‘bana iyi
bakılan bir hastanedeyim, Sağlığım iyi, Mektubunu aldım, İlk fırsatta sana bir
mektup göndereceğim’ gibi sözler üzerinde yazılı olan posta kartlarını
akrabalarımıza göndermemize izin veriliyordu. Hepsinin üzerini çizdim ve sadece
‘sağlığım iyi’ kelimelerini bıraktım.
Kut’ül-Amare’nin Düştüğü Gün,
O gün markete giden
doktorlarımızdan Kûtu '--Amâre ’nın düştüğü haberini aldık. Doğal olarak bu
habere çok sevindik. İlk olarak İngiliz inanmayı reddetti ve bizim eğlenmemiz
onu çok kızdırdı. İntikam olarak bizi tahta kulübemizden çıkardı ve bizi yakıcı
güneşin altında aralıksız dört saat bıraktı. Ama ertesi sabah 13.000 İngiliz
askerin teslim olduğu haberi doğrulandığında, bize biraz daha iyi muamele
edildi. Korunmamızdan sorumlu olan Yüzbaşı Baxter bile sağlığımız hakkında
sormaya lütfetmişti. Yazılı posta kartlarının yerine...”
Kampın içinde bulunduğu bölgenin
iklimi sıcaktı. Termometre bazen 40 dereceye kadar çıkabilmekteydi. Sıcaklık
nemli olmayıp geceler serin geçiyordu. Yağmurlar Mayıs ayında başlar ve Ekim
ayına kadar sürerdi. İklim, biraz yorucu olmasına rağmen sağlığa zararlı
olmayıp Rangoon veya Kalküta’nınkinden daha tahammül edilebilir bir düzeydeydi.[483]
Kızılhaç heyetinin ziyaret ettiği
sırada kampta 187 subay, 9 doktor ve eczacı, 602 astsubay, 15 sağlık astsubayı,
55 hastabakıcı asker, 2.624 asker, 25 çalıştırılabilir sivil, 11 çalıştırılamaz
sivil, 59 seferberliğe uygun gemi personeli, 3 seferberliğe uygun olmayan gemi
personeli, 1 çalıştırılabilir Alman olmak üzere toplam 3.591 kişi bulunuyordu.
Mayıs’ın ilk günlerinde Mezopotamya’dan gelecek yaklaşık 100 subay ve 1.300
askerden oluşan yeni bir esir konvoy bekleniyordu.[484]
Osmanlı esirlerine sağlanan
konaklama binaları iki türdü. Birincisi, Thatmyo’da İngiliz askerleri
tarafından daha önceden kullanılmış eski binalardı. İkincisi, esirlerin
kullanımı için inşa edilmiş yeni binalardı. Eski binalar, açık bir zemin katı
oluşturan, aşağı yukarı 1,80 m yüksekliğinde 5 adet ahşaptan sütunlar üstünde
inşa edilmişti. Bu zemin katında yaşayan kimse olmamasına rağmen serin ve
güneşten korunduğu için esirlerin gün içinde memnuniyetle kaldıkları, hatta
isterlerse yatak takımlarını alıp gece de kalabilecekleri bir yerdi.[485]
Esirlerin kaldıkları bina 42
metre uzunluğunda ve yerden 6 metre yükseklikte geniş bir odadan ibaretti ve
ikinci katına ahşaptan 4 geniş merdiven ile çıkılmaktaydı. Kireçle
beyazlatılmış olan ahşaptan tavan yaklaşık zeminden 6 metre yüksekliğindeydi.
Bu odanın her iki tarafında 2 metreye 25 santimetre genişliğinde verandalar
bulunuyordu. Binanın çatısı tuğla ve tahtalarla kaplı ve verandayı biraz
geçerek güneşten korunmasına olanak sağlıyordu. Odanın cephesine yapılan
kapılar ve pencereler sürekli açık tutuluyordu. Bu yapılarda 400 insan
barınabilmekteydi. Yakın bir tarihte inşa veya inşa edilmekte olan binalar
farklı bir plan ile yapılmıştı. Ülkenin her konaklama binası gibi bir dizi
sütun üstünde yükseliyordu. Ancak yer ile zemin arasındaki mesafe yalnızca bir
metre kadardı. Bu nedenle, zemin katın yatakhane olarak kullanılması uygun
değildi. 5 ile 6 basamaklı merdivenler, 50 metre uzunluğu ve 5,50 metre
genişliği odaya götürüyordu. İki eğikli çatı yerin yanına inmekte, böylelikle
güneş ışınlarına karşı bir koruma sağlamaktaydı. Çatının üst açısı zeminden 7
metre yükseklikteydi. Odanın iç cephelerinin alt kısmı palmiye yapraklarının
birbirine güzelce dolandırılmasıyla yapılmış panolarla kaplı bir yerdi. Bu
binaların bir bölümünde, bu panoların ikinci bir sırası cephenin üst kısmını da
kaplıyordu. Çatı bambu ve palmiye yapraklarından yapılmış ve suyu kesinlikle
geçirmezdi. Birinci türdeki kulübeler gibi, yataklar cephelere 90 derecelik
açıyla yerleştirilmiş ve ortadan insanların gidip gelmeleri için yeterli bir
alan bırakılmıştı. Bu binalar, 200 adam barındırmak için tasarlanmıştı. Bu tür
yapılar, amacına ve iklim koşullarına çok uygundu. Her binanın inşaat masrafı
yaklaşık 4.800 franktı.[486]
Subaylar ayrı odalar şeklinde
bölünmüş yerlerde birinci türdeki kulübelerde kalıyordu. Geniş ve iyi
havalandırılmış odalar bir veya birkaç yüksek rütbeli subay tarafından
kullanılıyordu. Odalarda 6 subaydan fazla kalan yoktu. Fazladan mobilya temini
esirlerin sorumluluğunda olmasıyla birlikte yönetim esirlere yatak, masa ve
sandalye temin ediyordu. Subaylar tarafından kullanılan binalar asker
koğuşlarıyla aynı alanda bulunuyordu. Bu şekilde bir yerleştirme, yakınlıktan
dolayı rahatsız olan subaylardan birçok şikâyetin gelmesine neden olmuştu. Bu
şikâyetler kayda alınmış ve subayların bölgesi erlerin giremeyeceği bir alana
çevrilmişti. Subayların tuvaletleri ve banyo odaları erlerinkinden tamamen
ayrıydı. Diğer esir kamplarında olduğu gibi subaylar, bu kampta da erlerden
kendileri uzak tutmaya çalışmıştı. 428 [487]
Kampın karışık bir nüfusu vardı.
Subaylar arasında bile farklı şahıslar ayırt edilebiliyordu. Delegeler, diğer
ülkelerde olduğu gibi subayların rütbeleri ne kadar yüksekse fikirlerin de o
kadar ılımlı olduğunu, gördükleri muameleyi daha iyi takdir ettiklerini
saptamıştı. Genç subaylardan eğitiminde eksiklikler olanlardan bazıları, daha
sert eleştirilerde bulunmuş, büyük çoğunluk ise durumlarından memnun
olduklarını ifade etmişti.[488]
Kampın çevresi ve yollar petrol
lambalarıyla aydınlatılıyordu. 6 ile 14’ü bulan petrol lambaların sayısı alanın
büyüklüğüne göre değişiyordu. Subayların yönetmeliğe uygun olarak odalarında
lambaları olmasına rağmen kendi ceplerinden ödeyerek fazladan lamba alabilmiş
ve tuvaletleri bütün gece aydınlatabilmişti.[489]
Esirler üst üste konulmuş bez
parçaları veya ince yataklar üstünde uyuyorlardı. Esirlere 3 ve hatta 4
battaniye veriliyor ki bu kadar sıcak bir iklimde yeterliydi. Subaylar ise
metalden yatakları sahip olup yatak takımını kendileri tedarik ediyordu.[490]
Kampa kaliteli su sağlamak için
kamp yönetimi elinden geleni yapıyordu. Burma’daki Askeri Sağlık İşleri
Komutanı Albay Fooks, Maymyo’daki Kızılhaç Heyetine Irrawaddy Nehri’nden suyun
getirilerek ve klor ile arındırılarak içilebilir hale getirilmesi planlandığı
söylemişti. Fakat tüm yerel halkın nehir suyunu kullanması bu suyun kamp için
kullanılmasını engelliyordu. 5 kuyunun Nisan 1917’de kullanıma açık olduğu
görülmüştü. Yaklaşık 8 ile 10 metre derinlikten ve toprak yüzeyinden çekilen su
temiz ve soğuktu. Pek çok defa analiz yapılmış ve olumlu sonuçlar alınmıştı. Su
kaynağının derinliği, yağmura göre değişiklik göstermekteydi. 1916 yılında 91
cm iken 1917 yılında 2,43 metre derinliğe sahipti. Yağmurlu geçen bir mevsimden
sonra kaynak seviyesi 6,1 metreye çıkarak su ihtiyacını yeteri kadar
sağlamıştı. Nisan ve Mayıs ayları su seviyesinin en düşük olduğu zamanlardı. Su
metal tanklar içinde kapalı manüel makineler ile kaynağından çekilerek dört
vana ile dağıtılıyordu.[491]
Kamp yetkilileri, kullanımda olan
pompaların istenilen düzeyde çalışmadığını doğrulamıştı. Yetkililer pompa sisteminin
çok hassas olduğunu, askerlerin kullanımında sık sık bozulduğunu ve neredeyse
çoğu zaman tamirde olduğunu söylüyordu. Her biri 1.600 litre su alan üç adet
büyük su tankının yapıldığını açıklayarak gün boyunca çalışan pompalarla bu
tankarın sürekli dolu tutulacağının garantisini verdiler. Su işi çözüldüğü
zaman esirlerin kuyulardan suları kendilerinin almalarına izin verilmeyeceği,
bu durumun kalabalığa ve düzensizliğe yol açtığı ileri sürdüler. Mutfağa su
tanklarından borular ile gelen su direk verilecekti. Her bir barakanın kişi
başı 8 litre su kapasiteli bir su tankı vardı. Mutfaktaki su tankı yemek
hazırlamak için kişi başı 4 litre su tutabiliyordu. Her bir tuvalette günde bir
ya da iki defa su ile doldurulan su tekneleri vardı. Türk esirlerin su
yokluğundan herhangi bir şikâyetleri yoktu. Kızılhaç heyeti, suyun bol
bulunduğu durumda iyi işleyen bir banyo sisteminin olacağını yazmıştı. Ayrıca
heyet, yetkililer tarafından bu konuda gösterilen gayretin takdirle
karşıladılar. Esirlerin banyo yapacakları ve çamaşırlarını yıkayacakları
yeterli düzeyde yerler mevcuttu. Subaylar aynı zamanda çamaşırlarını
beyazlatmak için yerel mekâna da gidebiliyordu.[492]
Yüzbaşı Baxter’ın hazırladığı
esir kampının şartlarına dair rapora göre kampta talimatlara göre hareket
edilmekte ve savaş esiri sıhhiye subaylarına diğer savaş esirleriyle aynı
muamele yapılmaktaydı. Zamanla önceki kısıtlamalar kaldırılmış ve bir kez şehre
koruma eşliğinde gitmesine izin verilmişti.[493]
Kampta 400 esir için 24 tuvalet
vardı. Dışkı depoları, her gün yerel temizleyiciler tarafından boşaltılıp
krezol ile dezenfekte edilmekteydi. Tuvaletlerin temizliğinden herhangi bir
şikâyet yoktu. Kampın komutanı atıkların el arabalarıyla uzaklara taşınmasını
organize ediyordu. Bu angarya esirler tarafından yapılıyordu.[494]
Disiplin yönergesi diğer kamplar
ile aynı özellikleri taşımaktaydı. Komutan tarafında verilen cezanın süresi 14
hapishane gününü geçemiyordu. Subaylara sigara içmek için ufak izinler
veriliyordu. Kampta 3 çeşit ceza uygulanıyordu. Cezalı esirlerin yemeği hiçbir
şekilde değiştirilemezdi. Cezalı esirler günlük 4 saat angarya yapmakta ve
gezilere katılamamaktaydı. Doktor onayı olmak şartıyla zoraki iş
yaptırılabiliyordu. Cezaların temel nedenleri; küçük kavgalar, tehditler,
şiddetli tavırlar ve birkaç firar denemesiydi. Askeri mahkeme tarafından birden
fazla vaka incelendi. Kamp kayıtlarında emre itaatsizlik, diğer esirlerden
çalma girişimi (56 günlük ceza) ve silahlı saldırı (84 gün ile 6 ay arasında
ceza) gibi suçlara cezalar verildiği görüldü.[495]
Thatmyo esirlerinin genel
durumları iyi görünmekteydi. Depresyon içinde değillerdi. Kızılhaç heyetine iyi
bir izlenim vermişlerdi. Seyfullah Bey’in aracılığıyla heyet ve esir
temsilcileri 14 Nisan 1917’de bir araya geldi. Kızılaç heyetine çevirmenlik
yapan Türk subaydan başka hiçbir tanık yoktu. Esirlerin istek ve eleştirileri
heyet tarafından kamp yetkililerine iletilmiş ve mümkün olanlar karşılanmıştı.
Esir temsilcileri dengeli ve sorunsuz insanlar olarak gözlemlendi. Kamp
komutanı esirlere mümkün olduğunda nezaket içinde davranmakta ve esirlerin
işlerini kolaylaştırmaktaydı. Kamp komutanı Türk subayları ile mükemmel uyum
içindeydiler. Kızılhaç heyetine kaba bir dille yazılmış bir dilekçeyle yanlış
ve yanıltıcı bilgilerin verildiği de oldu. Bu dilekçeler geri iade edildi. Buna
rağmen heyet teşekkür bildiren dilekçeler de almıştı.[496]
İngiltere Hükûmeti Temmuz 1917’de
Hindistan Hükûmetinden Hindistan ve Burma’daki Türk esirleri üzerine hazırlanan
Kızılhaç raporu ivedikle istedi. İngiltere Hükümeti raporun kendileri için
olumlu sonuçlandığını biliyordu ve propaganda amaçlı kullanmak istiyordu.
İngilizler, raporun kendileri açısından propaganda amaçlı kullanılacağını “Raporun
son derece olumlu olduğunu öğrendik ve onu alabildiğince çabuk kullanmak için
istekliyiz.” sözleri ile dile getirdi.[497]
İngiltere, sadece Kızılhaç
heyetinin değil Amerikan elçisi tarafından hazırlanan kamp teftiş raporunu da
kendi propaganda malzemesi olarak kullanmayı bildi. Amerikan Büyükelçisi,
İngiltere Dışişleri Bakanlığına 29 Kasım tarihinde Irak’ta ele geçirilip
Hindistan ve Burma’ya gönderilen Osmanlı subayların durumlarıyla ilgili Osmanlı
sözlü notasıyla birlikte bir rapor daha gönderdi. İngiltere Dışişleri Bakanlığı
da 30 Mayıs 1917’de Amerika Birleşik Devletleri’ne Kızılhaç delegeleri
tarafından Türk esir kampları üzerine hazırlanan raporun birkaç kopyasını
gönderdi. İngiltere Hükûmeti, ayrıca bu propaganda kopyaları Müslümanlar
tarafından okunan “El-Kawkab” ve benzeri gazeteler ile bazı bölümlerinin
yayınlanmasını umarak Kahire’deki Arap Bürosuna iletti.[498]
Osmanlı Devleti, Mezopotamya’da
esir düşen askerlerin Hindistan ve Burma’daki esir kamplarına götürüldüğünü,
uzun süre sonra esir mektuplarından öğrenmişti. Bu konuda ilk resmî belge ise 5
Nisan 1915 tarihli Amerika Birleşik Devletleri Büyükelçiliğinin Osmanlı
Devleti’ne gönderdiği bir rapordu. Bu sözlü notada Rangoon’daki Amerikan
Konsolosluğu’nun İngiltere Dışişleri Bakanlığına gönderdiği bir rapora göre
Burma Thatmyo’da Osmanlı savaş esirleri için bir toplama kampı kurulmuştu. İlk
belirlemelere göre Basra Körfezi ve Fırat Nehri kıyısında arazide yakalanan bu
askerler Rangoon’a 12 Ocak 1915’te gelmişti. Bunların sayısı 74’ü subay, 377’si
Türk, 919’u Arap olmak üzere 1.370’ti.[499]
Hindistan Genel Valiliğinden 30
Aralık 1914 tarihinde Londra Ofisine gönderilen yazı Arapların ve Türklerin
tutuklu bulundurulmak için Thatmyo’ya gönderildiğinden bahsetmektedir. Lüzumsuz
yere personel ve muhafız görevlendirmeksizin Türkleri ve Arapları mümkün
olduğunca birbirlerinden ayrı tutmak amaçlanmıştı. Bu tarihe kadar işgal
edilmiş olan bölgelerdeki hiçbir Arap, Hindistan’a savaş esiri olarak
gönderilmemişti. Bu gönderilenler, çoğunlukla sıradan üniformalı birliklerdi ve
eğer serbest bırakılırlarsa muhtemelen tekrar İngilizlere karşı karşı savaşacakları
tahmin edilmekteydi.[500]
Mülazım Gani Bey Thatmyo esir
kampının fiziki şartları ve kamp yaşantısı hakkında anılarında önemli bilgiler
vermişti. Thatmyo’daki İngiliz karargâhının idaresindeki kampın etrafı dikenli
tellerle çevriliydi. Kamp küçük barakalardan meydana getirilmişti. Gani Bey 5,5
yıl kalacağı bu kampın suluboya çizimlerini yapmış ve kampta hatıralarını
yazacak kadar da bol vakti olmuştu. Esirler ilk günü yorgunluktan bitap düşerek
geçirmişler ve sabah erkenden düdük sesi ile uyandırılmıştı. Tüm kafile kampın
orta yerinde toplandı. Binbaşı rütbesinde bir kumandan, kamp hayatına dair
talimatları anlatan uzun bir nutuk çekmiş ve asker giyimli bir Malayalı tercüme
etmişti. Komutan alaycı bir dille esirlere “Hoş geldiniz.” demişti. Esir
kampında yeni gelen bu kafileden başka hiçbir kafile bulunmuyordu. Kampın ilk
esirleri Gani Bey ve arkadaşlarıydı. En üst rütbeli asker de Gani Bey’di.
Kullanılan malzemeden kampın yeni hazırlandığı belli olmaktaydı. Kamp
meydanında gerçekleşen içtimadan sonra kamp komutanı Gani Bey’i odasına
çağırmış ve çay ikramında bulunarak nazik bir şekilde şu konuşmayı yapmıştı:
“Ülkelerimiz şu anda
savaşmaktadırlar. Bu savaş bitene kadar, aksine hareket etmediğiniz sürece bu
kampta tutulacaksınız. Siz kasıtlı olarak bir hadiseye meydan vermediğiniz ve
firar teşebbüsünde bulunmadığınız takdirde, mesele yok. Kaçmaya teşebbüs
etmediğiniz takdirde canınıza kastedilmeyecektir. Siz bir subay olduğunuz için
alınan emrin uygulanması gerektiğini bilirsiniz. Ben verilen görevi ifa edeceğim,
siz de bu emrin yerine getirilmesini sağlayacaksınız. Birliğinizin hayatiyeti
için burada sükûnetin bozulmaması gerekir. Tersine bir durum benim askerlik
hayatıma gölge düşüreceğinden asla böyle bir harekete müsaade etmem. Özet
olarak rahatsız edici bir davranışta bulunmadığınız sürece mesele yok.
İsteyenler kendi elbiselerini kullanabilirler. Bir süre sonra kendi aşçınızı ve
dini liderinizi seçebilirsiniz. Yalnız bize künyelerinizi, nerelerde
savaştığınızı ve hangi görevler üstlendiğinizi bildirmeniz lazım. Bunun
raporunu istiyoruz.”
[501]
Gani Bey
kamp serbestliği konusunda yardımlarından dolayı komutana teşekkür etmiş ve
künyeleri vermeye razı olduklarını söylemişti. Yalnız askeri bilgileri
kesinlikle veremeyeceklerini bu durumda ölmeyi yeğleyeceklerini eklemişti.
Kamptaki tüm askerlerin esir olmaktansa ölmeyi tercih ettiklerini de ilave
etmişti. Savaşta ölmenin kendilerine nasip olmadığı söyleyerek askerlerin
künyelerini içeren listeyi vereceğini ve kampta asayişin sağlanmasında
kendisine yardımcı olacağını belirtti. Son olarak komutandan kâğıt, kalem,
defter ve kitap gibi esareti unutturacak yardımlar istemiş ve isteği yerine
getirilmişti. Burma’dan getirilen Belçika malı defterleri
esirler çok beğendi. Malayalı amir sonradan küçük ajandalar da getirtti.
Defterler fazla yer tutmaması ve ele sığması açısından esirler tarafından uygun
görüldü ve Gani Bey “Hatırat-ı Esareti” adlı eserini bu defterlere
yazmaya başladı. Kamp komutanı binbaşı daha önce Hindistan’da bulunmuş ve
Pakistan’da Müslümanları tanımış birisiydi. Gani Bey’in konuşmasına ve
isteklerine herhangi bir tepki vermemiş ve askerce selam vererek elini
sıkmıştı.[502]
2.1.9
Burma
(Sagaing) Shwebo Nekahet Kampı
Kızılhaç heyetince 18 Nisan
1917’de ziyaret edilen Shwebo Nekahet Kampı, neredeyse tamamı Osmanlı 90 savaş
esiri barındırmaktaydı. Kamp, 22’si Türk, 1’i Arap, 1’i Kürt, 24 subay; 2’si
çavuş, 8’i onbaşı, 10 erbaş; 2 hemşire, 49 er, 1 denizci ve seferber edilemeyen
4 sivilden oluşmaktaydı. Kamp komutanı Teğmen H. Pary idi. Üzerine düşen görevi
en iyi şekilde titizlikle yapan biriydi. Shwebo kampı hiçbir zaman tarafsızlar
gözlemciler tarafından ziyaret edilmedi[503]
Kamp, Yukarı Burma’da Mandalay’ın
200 km kuzeyinde ve Shwebo kasabasından 2 mil uzaklıkta bulunuyordu. Nekahet
dönemindeki esirler için kurulmuştu. İklim sıcak olsa bile kuru ve sağlıklıydı.
Ülkenin en iyi yerlerinden biriydi. Hava değişimi alan esirler, bir iki
aylığına Thatmyo’dan buraya gönderiliyordu.[504]
Esirler
Thatmyo esir kampı ile aynı şartlarda konaklıyordu. Kamp, askerlerin kaldığı
barakalar ve yatakhane işlevi gören büyük bir odadan ibaretti. Subaylar için
5x4,5 metre çapında bölmeler ayrılmıştı. İki uçta da daha üst rütbelerdeki
subaylara ayrılmış odalar yer alıyordu. 1,35 metre genişliğindeki bir koridor
bütün odaları bağlıyordu. Tavanın ortalama yüksekliği 7 metreydi. Makadam ile
donatılmış zemin katı gün içinde dinlenme yeri olarak kullanılmaktaydı. Esirler
için buraya sandalye ve banklar konulmuştu. Her kulübenin 6 merdiveni olup çatı
tuğlalar ile kaplıydı. Askerler de aynı şartlarda düzgün ve rahat bir şekilde
konaklıyordu.[505]
Bütün binalar petrol lambalarıyla
aydınlatılıyordu. Subayların kendi lambaları vardı. Işıkların söndürülme saati
21.30 olsa da subaylar bu kısıtlamaya tabii tutulmamıştı. Yataklar Thatmyo esir
kampı ile aynı durumdaydı. Esirler, Kızılhaç heyetine Thatmyo’dan sadece bir
battaniye getirdiklerini ve bunun geceyi geçirmek için yetersiz olduğunu
söylediler. Heyet oradayken komutan bir battaniye daha getirilmesi için emir
verdi. Subayların yatakları cibinliklerle donatılmıştı.[506]
Su tedarik düzeni Shwebo kampında
mükemmeldi. Taş duvarla kapalı 3 kuyu mevcuttu. En büyüğü küçük bir gölün
kenarında bulunuyor ve esirler 3 metre su derinliğiyle 1868 litre barındıran
bir yeraltı su kaynağından suyunu dolduruyordu. Bu kuyunun yanında her biri 4
yerli tarafından kullanılan 3 kol pompası ve bir petrol ile çalışan motorlu
pompa bulunuyordu. Bu pompalar kuyunun suyunu yerden 5 metre yüksekliğinde
bulunan 6 metal sarnıca götürüyordu. Dökme demirden altı boru, suyu kampın
çeşitli bölgelerine naklediyordu. Her kulübenin kendi su deposu olup kapalı ve
musluklarla donatılmıştı. Her çamaşır odasında bir depo vardı ve suyu, duş ve
çamaşır yıkama alanlarına taşıyan iç boru teçhizatına sahipti. Subayların
temizliği için su emir üzerine getiriliyordu. İçmelik su önce kaynatılıyordu.
Atık suları çukurlara çimentodan yapılmış suyolları götürüyordu. Mutfaklar da
kendi musluklarına ve kanalizasyona sahipti. Kampın çeşitli noktasından sulama
amaçlı su temin ediliyordu. Her kulübenin önüne koyulmuş metal bir sarnıç
yangın ihtimaline karşı sürekli dolu bırakılıyordu. Kulübenin çatısında
sarkıtılmış kovalar da yangın halinde kullanılmayı bekliyordu. Her iki kulübeye
bağlı 1 mutfak, 1 erzak deposu, 1 duşlu temizlenme odası, 1 pisuar, 1 helâ
vardı. Tuvaletlerin her biri dışkıların taşınması için 15 adet taşınabilir
bölmeye sahipti. Bu pislikler yerliler tarafından taşınıyordu.[507]
Sabah
07.00 ile akşam 18.30 arası, subaylar yanlarında nezaretçi olmaksızın, kamp
çevresinde 12 km bir çember içinde dolaşabiliyorlardı. Rütbesiz askerler kampta
eksersiz yapıyorlar ve haftada iki sefer, nezaretçi eşliğinde yürüyüşe
çıkıyorlardı. Yürüyüşler isteğe bağlıydı ve bazen hiç kimse katılmıyordu.
Esirler ile Kızılhaç heyetinin yaptığı görüşmelerden esirlere verilen
ayakkabıların bölge şartlarına göre yeterince sağlam olmadığı anlaşılmıştı.[508]
Hindistan’daki
diğer esir kamplarının disiplin hükümleri bu kampta da geçerliydi. Yargı
tarafından verilen cezalardan askeri mahkemeye 4 vaka sunuldu. Bunlar 2 firar
denemesi ile esirler arasında 2 bıçaklı saldırıydı. Esirlere 84 gün ila 6 aylık
bir zaman dilimi arasında değişen hücrede angaryalı esirlik cezası verilmişti.
Örnek bir tutum sergileyen mahkûmun cezası yarıya indirilmişti. Hücreler
nizamiyeyle aynı binada bulunuyordu ve 4,5 x 6 x 7 metre büyüklüğündeydiler.
Kızılhaçın ziyareti sırasında hücrede sadece bir esir bulunuyordu.[509]
2.1.10
Burma
(Mandalay) Meiktila Kamp
Meiktila, Maymyo şehri inşa
edilinceye kadar Birmanya Hükûmet personelinin yazlık yeri olmuştu. Güneyde
bulunan bu bölge, Birmanya’nın en temiz yerlerinden sayılıyordu. İklimi çok
ılımandı. Su büyük bir gölden kampın ihtiyaçlarına göre filtrelenerek temin
edilmekteydi. Yeni inşa edilmiş kulübeler kampın düzeni açısından mükemmel bir
uyum içerisindeydi. Nisan 1917 ayı sonunda, komisyon tarafından ziyaret
edildiği sıralarda, esir kampı olarak kullanılmaya başlandı. Heyetin ziyaret
ettiği sırada 5.000 Osmanlı esirini konaklatmak amacıyla buraya getirileceği
konuşuluyordu. Osmanlı esirlerin çok güzel şartlarda yaşayacağını Kızılhaç
yetkilileri düşünmekteydi. Bu sayının sonradan gelenler ile birlikte çok daha
fazla olduğu kesindi.[510]
Kızılhaç heyeti, Meiktila esir
kampında bulunan esirlerin yaşadığı şartların daha iyi hale getirilmesi için
maddi destekte bulundu. Meiktila kampı komutanından Kızılhaç Komitesi Savaş
Esirleri Bölümüne 17 Temmuz 1919 tarihli gönderilen yazıda, Osmanlı esirleri
namına gönderdikleri 4.640 frank için teşekkür edilmektedir. Burma’daki Osmanlı
esirlerinin bir kısmı Meiktila’da toplanmış olup esirler doğu, batı ve subay
kamplarına yerleştirilmişti. Doğu kampında 3.200 yetişkin, batı kampında 4.200
kişi, subay kampında ise 250 subay kalmaktaydı. Ayrıca kampta yedek subay,
siviller ve 100 erden oluşan ve kampta hizmet gören esirler vardı. Yemekhane
için gönderilen paraya bir miktar ekleme yapılmış ve bu şekilde daha kolay bir
şekilde yemekler artırılabilmişti. Tekrardan gönderilecek para ile şeker gibi
malzemeler alındı. Bayram kutlamaları için de para ile esirleri eğlendirmek
amacıyla bir sirk takımı işe alındı.[511]
Kamptaki esirlerin sayısı sürekli
değişiklik göstermekle birlikte esir ifadelerinde kamp ve esir sayısı hakkında
bilgilere rastlanmaktadır. Er Hacı Hasan oğlu İbrahim, esaret sonrası dönüşünde
verdiği ifadesinde esir karargâhında yaklaşık 2.000 kişinin olduğunu
söylemektedir. 35. Fırka, 104. Alay, 2. Tabur, 2. Bölükten Ankaralı Er Hacı
Hasan oğlu İbrahim Irak Cephesi’nde Kûtu’l-Amâre’nin güneyinde Felâhiye
mevkiinde iken Üçüncü Felâhiye Muharebesinde esir olmuş ve Basra esir kampından
sonra Meiktila esir karargâhına sevk edilmişti. Arkadaşı Ahmed oğlu Mehmed ile
aynı yol ile Basra’ya ve Basra’dan firar ile kendi birliklerine katıldılar.[512]
Mektila esir kampında esaret
hayatını yaşamış Mustafa Tütüncü, Hatıra Defteri’nde kampa ilk getirilişlerinde
yaşadıkları ve kampın genel özellikleri hakkında önemli bilgiler yazmıştır.
Kampa getirilen esirler gece kamp dışında bekletilmişler, ancak çırılçıplak
dezenfekte edildikten ve yeni elbiseler verildikten sonra kampa alınmışlardı.
Kampın önceki mevcudu yaklaşık 800 kişiydi. Mektila, Mandalay eyaletine bağlı
bir kasaba olup esir kampı da Mektila kasabasına üç dört kilometre
uzaklıktaydı. Kampın boyutları 2x2 kilometreydi. Etrafı tamamen dikenli tel
örgüler ile çevriliydi. Kampın tek bir kapısı vardı. Tel örgülerin 15 metre
kadar içinde iki katlı iki yüz kişiyi alabilecek kapasitede pavyonlar inşa
edilmişti. Pavyon duvarlarının yarısı açıktı. Buna rağmen iklim ılıman
olduğunda esirler üşümüyordu Pavyonun duvarları kamıştan yapılmıştı. Kamışlar
kesilerek ince uzun tahtalar yapılmış, bu kamış tahtalar da örülerek duvar
haline getirilmişti. Çatı da kamıştan döşenmişti.[513]
Pavyonun karşında bir mutfak
bulunuyordu. Mutfakta el yüz yıkama yerleri vardı. Mutfağın girişinde bulunan
büyük bir kazan, elleri yıkamak için permanganat
suyu ile doluydu. Pavyonların az ilerisinde içerisinde değişik ölçülerde taş
tekneler olan çamaşırhaneler bulunmaktaydı. Burası, esirlerin banyo yaptığı ve
çamaşırlarını yıkadığı bir yerdi. Tuvaletler ise o kadar temizdir ki Türk
askerleri bu duruma şaşırmıştı. Tuvaletlerin üzeri kapalıydı. Küçük ve büyük
abdestler için ayrı tuvaletler konulmuştu. Temizlik her gün üç defa Hintliler
tarafından yapılıyordu. Çöpler kapalı demir arabalar ile uzak bir yere
götürülmekte ve orada gömülmekteydi. Tuvaletler ise sürekli su ile
temizleniyordu. Ayrıca asitfenik sular ile dezenfekte edilmekte ve tek bir
sinek görülmemekteydi. Tuvalet içinde ve çevresinde hiçbir koku yoktu. Tel
örgülerin etrafında genç İngiliz askerleri silahları ile beklemekteydiler.[514]
Kamplarda hemşericilik önemli rol
oynamaktaydı. Kampta önceden bulunan esirler kampa gelen yeni esirlerden
hemşerisi olanlar ile tanışmak ve onlara yardım etmek istiyordu. Mustafa
Tütüncü, kampta Çorumlu bir hemşiresi ile tanışmıştı. Kendisine çok yardım
etmiş, karnını doyurmuş, banyo yaptırmış, ikramlarda bulunmuştu. Mustafa
Tütüncü’nün hemşerisi kendisini iyi tanıyor, Mustafa Tütüncü ise onu
tanımıyordu.[515]
Kampta sabah erkenden yoklama
yapılmaktaydı. Her pavyonda kalan dört esir yoklama yerine çıkıyor ve
İngilizler tarafından sayılıyordu. Yoklamanın ardından angaryaya gidecekler,
temizlik yapacaklar ve su getirecekler ayrılmakta diğerleri tekrar çadırlarına
dönmekteydiler. İngilizler kampın temizliğine özel önem veriyordu. Sabah akşam
esirlere mıntıka temizliği yaptırılmakta ve bunun sonucu olarak kampta tek bir
çöp görülmemekteydi.[516]
Kampın 2 km yakınlarında bulunan
gölden esirler tulumbalarla su çekiyorlardı. Getirilen sular kamptaki havuza
boşaltılıyordu. Sabah ve akşam iki defa esirlerin kaplarını doldurması için
havuzlardaki sudan kampa su verilmekteydi. Kampın içinde bir tek dikili ağaç
yoktu. Kampın çevresindeki ağaçlar kesilmiş ve çevresi boş bir araziye
dönmüştü.[517]
Bölgenin havası ağır ve sıcaktı.
Esirlerin içtikleri su ise göl suyuydu. Esirler sabahtan akşama kadar don
gömlek pavyonların altında güçlükle zaman geçiriyordu.[518]
Kampın içinde ve civarında yılan
ve akrep çoktu. Yılanlardan esirlere hiçbir zarar gelmemişti. Esirleri ise ara
sıra akrepler sokmakta ve ilaç tedavisi ile iyileştirilmekteydiler.[519]
Kampın
etrafı tel örgüler ile çevriliydi. Tellerin etrafında her 50-100 metrede bir
elleri silahlı nöbetçiler mevcuttu. Nöbetçiler yeni askere alınmış genç İngiliz
askerleriydi. Laubali bir şekilde esirler ile konuşuyorlardı. Demirhindi’den
yapılmış tespih, ağırlık gibi şeyleri esirlerden istiyor ve alıyorlardı.[520]
2.1.11
Rangoon
(Yangon) Karantina Kampı
Rangoon birliklerinin komutanı
General Young, Rangoon karantina kampının Türk esirlerinin cephelerde ortaya
çıkan şüpheli durumlarının belirlenmesi için açıldığını beyan etmişti. Bu
sebeple Kızılhaç heyeti, özellikle kolera hastalığı için kamp yönetiminin
aldıkları önlemleri inceledi. Bu amaçla tüketim amaçlı kullanılan su,
Rangoon’dan her gün botlar ile su tankları içinde geliyordu. Su gemideki
pompaya bağlanan kauçuk pompalar ile demir borular içinde depoya aktarılıyor,
oradan binalara veriliyordu. Suyun bu sırada kirlenmesi imkânsızdı ve hiçbir
hastalık bulaşma riski yoktur.[521]
Kamp
odundan ve 1 metre yüksekliğinde sütunlar üstünde yapılmış, birbirinden ayrı 6
köşkten oluşuyordu. İç tarafı 7x5 metre çapında, kireç ile beyazlatılmış ve
temiz tutulan bir odadan oluşuyordu. Ayrı bir binada çok iyi donanımlı bir
eczane bulunuyordu. Bir bina İngiliz subayları tarafından konut olarak
kullanılıyordu. Bir binada da Türk doktorı konaklıyordu. Kampın tıbbi ekibi
Başhekim Kaptan N.S. Peake’di. Yardımcıları bir cerrah ile alt yardımcı
cerrahlardan oluşmaktaydı. Heyetin kampı ziyaret ettiği sırada Türk hekim
Üsküdarlı Kaptan
Sabih-Settah kampta bulunuyordu.
3 Türk hemşire yine kampta nöbet tutuyordu. Kampı Rangoon’a bağlayan bir
telefon hattı da mevcuttu.[522]
Kızılhaç heyeti, 30 Nisan 1917’de
kampa gelmiş ve esirlerin Irak’tan hangi şartlarda Rangoon Karantina Kampı’na
getirildiklerini araştırmıştı. Bu amaçla heyet; esirler, kamp doktorları ve en
son esir kafilesini Rangoon’a getiren buharlı posta gemisi Bangala kaptanı ile
görüştü. Basra’da iki esir kampı vardı. Birincisi esir gözlem kampı, diğeri
bulaşıcı hastalıklara karşı izolasyon kampıydı. Birinci kampta esirler iki ile
dört hafta arasında kalıyordu. Tecrit altında tutulan esirler ise iyileşinceye
kadar kampta tutuluyordu. Buradan gemi ile esirler önce Bombay’dan Karaçi’ye,
oradan tren ile Hindistan’dan geçerek Kalküta’ya getiriliyordu. Esirler 60
kişilik vagonlarda taşınmıştı. Seyahatleri boyunca esirlere günde iki defa
bisküvi, ekmek, peynir, meyve ve çay dağıtılmıştı. Esirler buradan Rangoon’a ya
direk gemiler ile gönderiliyor ya da Kaltüta’da Williams Kalesi’nde bir müddet
konaklatılıyorlardı. Bu yolculuk normal şartlarda posta buharlı gemisiyle üç
gün sürmekteydi Her bir konvoyda doktor ve yeteri kadar mürettebat
bulunmaktaydı. Esirleri taşıyan her bir gemi işi sona erdikten sonra dezenfekte
edilirdi. Esirler Rangoon’da Irrawaddy (Ayeyarwady) Filosuna ait buharlı
gemiler ile çekilen düz platformlara konularak Thatmyo’ya getiriliyordu.
Meiktila’ya yolculuk kısmen demiryoluyla yapılmaktaydı. Subaylar rütbelerine
göre birinci ya da ikinci sınıfta seyahat ettiler. Gemilerde tuvalet, lavabo ve
mutfak bulunuyordu. Her bir buharlı gemi 2.400 esir taşıyabilmekteydi. Fakat
Türk esirlerini taşıyan gemilerin mevcudu hiçbir zaman 1.300’ü geçmemişti.[523]
Rangoon kampında bir süre kalmış
olan Mustafa Tütüncü buradaki iaşe durumuna ve Türk esirleri arasındaki
disipsizliğe dair gördüklerini anılarına kaydetmiştir. Rangoon istasyonunda
esirlere yemek pişirmek için kazan, odun; erzak olarak da pirinç, et ve ekmek
verildi. Burada pişirilen etler esirler tarafından yağmaya uğramış; ancak bu
yağma İngiliz askerinin sopaları ile esirleri trenlere bindirmesiyle son
bulmuştu. Türk askerleri arasında düzensizlik hat safhadaydı. Emir komuta
sistemi işlememekte, herkes başına buyruk hareket etmekteydi. Askerler
bulundukları yerin Türk karargâhı olmadığını ve tüm esirlerin eşit olduğunu
söyleyerek üst rütbeleri dinlemiyordu. Esirler, buradan tren ile sürekli
kalacakları kamplara götürüldü.465 [524]
Hindistan ve Burma esir
kamplarında gerçekleşmiş fakat hangi kampta meydana geldiği bilinemeyen önemli
olay daha vardı. Adalet Bakanlığından gelen bir mesaja göre Tendjo’da savaş
esiri olan Mehmed Ali ismindeki bir esir, 11 Aralık 1917’de bir kavga sonunda,
esir arkadaşlarından Boğazlıyanlı 26. Alay, 1. Tabur, 2. Bölük’ten Er Yusuf
Çavuş’u öldürmüştü. Mehmed Ali Türkiye’ye dönüşünde ihbar edilmiş ve soruşturma
esnasında, savaş esiri olduğu dönemde beş yıl ceza aldığını söyleyerek cezasını
çektiğini iddia etmişti. Yetkili Bakanlık, karar aşamasında sanığın iddiasının
gerçeği yansıtıp yansıtmadığını öğrenmek istemişti. Osmanlı Hariciye Nezareti
delegasyonu, konunun ayrıntılarını İngiltere Hükûmeti Temsilciler Heyeti’nden
sormuş ve bu konu hakkında yetkili makamlarca yapılan soruşturma neticesinin
bildirmesini istemişti.[525]
Burma’da hangi kampta esaret
hayatını geçirdiği bilinmeyen Hüseyin Çavuş’un esaret sonrası hayatı da
çilelidir. Şevket Süreyya Aydemir’in Afyon Kalesi Hapishanesinde iken tanıdığı
Hüseyin Çavuş gücü kuvveti yerinde bir insandı. Askerlik süresince rütbe, nişan
alan Hüseyin Çavuş, Irak Cephesi’nde esir düşmüş ve Burma kamplarına
gönderilmişti. Esareti süresince gördüklerini hapishane arkadaşlarına sürekli
anlatmıştı. Burma kadınlarının donsuz gezindiği, İngiliz askerlerinin kısa
donla dolaştıkları, yerel insanların çok domates yedikleri gibi sıradan bilgileri
önemli olaylar gibi anlatmayı seviyordu. Yine hapishane arkadaşlarına 2 ay
süren ve denizde geçen ülkesine dönüş yolculuğu anlatmıştı. Hapishanede yatma
nedeni ise karısını bir kağnının tekerleğine bağlayıp sürüyerek ve döverek
öldürmekti. Cinayetin sebebini kendisi de hiçbir zaman bulamamış ve “Alnımızın
yazısı, Efendi! Ne dersin? Onun tecellisi oymuş, benim kaderim de bu!” deyip
geçiştirmişti.[526]
Memleketlerinden
çok uzaklara savrulan esirler arasında çok değişik tecrübeler yaşayanlar da
olmuştu. Yazar M. Orhan Okay “Bir Başka İstanbul” adlı kitabında büyük amcası Nuri Okay’ın Beyazıt İtfaiye Birliğinde
nefer iken Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla Irak’a sevk edildiğini, bir
yıl sonra da Bağdat’ın İngilizlerin eline geçtiğini anlatmıştı. Esir düşen amcası
Burma’ya esir kampına gönderilmiş, 5 yıl esaretten sonra 1920 yılında ülkesine
dönmüştü. Kampta, Nuri Okay’ın da iyi tanıdığı ve Hint Müslümanları arasında
nüfuz sahibi olduğu bilinen Mehmed Ali adlı bir kişi vardı. Bu kişi gelecekte
Pakistan’ın kurucusu olacak Muhammed Ali Cinnah’tan başkası değildi.[527]
Mısır’da askeri ve sivil
esirlerin bir süre yaşamak zorunda kaldığı pek çok esir kampı mevcuttu. Hicaz
ve Mezopotamya bölgesinde görev yapan memurlar, hac görevini yerine getiren
hacı adayları ve bu bölgede bulunan subayların aileleri de bu esir kamplarında
tutuldu. Çanakkale, Suriye-Filistin, Kanal, Irak ve Yemen cephelerinde esir
düşen Türk askerleri Kıbrıs ve Mısır’da kamplara gönderildi. Çanakkale Cephesi
esirleri, önce Limni Adası’na sonra da Mısır’a sevk edilmişti. Filistin-Kanal
Cepheleri esirleri ise önce kanaldaki istasyon kamplarında tutulmuş, buradan
Kantara kampına getirilerek sağlık kontrolünden geçirilmişti. Daha sonra
Mısır-ı Cedid’deki geçici kamplara nakledildiler ve buradan değişik kamplara
dağıtıldılar. Çanakkale savaşlarına katılmış ve esir düşmüş askerlerin evlerine
dönüş sonrası verdikleri ifadelerden anlaşılmaktadır ki bu cephede esir düşen
rütbesiz ve düşük rütbeli askerler Kıbrıs’a, subaylar Mısır esir kamplarına
gönderilmişti. Daha sonraları bu askerler de Mısır esir kamplarına sevk edildi.
Bu kamplarda yaralı ve hasta esirlerin sayısı azımsanmayacak kadar çoktu.[528]
Osmanlı savaş esirleri, esir
düştükleri andan sürekli kalacakları kamplara kadar geçirdikleri sürede gerek
Süveyş Kanalı gerekse Çanakkale’de yakıcı güneş altında saatlerce yürümeye
zorlandı. Yaralı subaylar için de aynı durum geçerliydi. Kanal civarında esir
alınanlardan bazıları çöldeki ağaçlara bağlanmış ve tüm gece o halde
bırakılmıştı. Teğmen Ferid Efendi ve bir silah arkadaşı bu muameleye maruz
kalan askerlerdendi.[529]
Mısır esir kamplarında Türk savaş
esirlerin ve sivil esirlerin çok kötü şartlarda yaşadıkları, dönen esirlerin
verdikleri ifadelerde ve hatıratlarda açıkça görülmektedir. Diğer taraftan
Mısır’da esirlere uygulanan muamele, Osmanlı Devleti ile İngiltere arasında
uzun süren karşılıklı suçlamalara yol açmıştı. Her iki taraf, kendisinin
elindeki esirlere iyi davrandığını, diğer tarafın esirlerine kötü davrandığını
iddia ediyordu. Bu sebeple, savaş süresince tarafsız devletler ve kuruluşlarca
kampların denetimi yapıldı fakat bu sorunlar ortadan kaldırmadı. Hindistan esir
kamplarını teftiş eden Kızılhaç heyeti aynı şekilde Mısır esir kamplarını da
teftiş etmişti. Kızılhaçın her iki devlette de bulunan kampları ziyaret etmek
istemesi üzerine gerekli izinler alındı ve İngiltere tarafından yetkili
birimlere bildirildi. Londra Savaş Merkezi, Mısır’daki savaş esirleri
kamplarının Kızılhaç Heyet delegeleri tarafından ziyaret edilmesine ilişkin
durumu 23 Kasım ve 4 Aralık 1916 tarihli mektuplarında Askeri İdare Kurulu’na
bildirdi. 16 Aralık’ta Marsilya’dan Mısır’a hareket eden Dr. F. Blanchod, M.
Thormeyer ve M. Schoch için seyahat masrafları İngiltere Hükûmeti tarafından
karşılandı. Marsilya’ya ulaştıklarında, seyahate izin veren gerekli belgeler
İngiliz Deniz Kuvvetlerinden temin edildi. Mısır’daki Türk savaş esirlerinin
alıkonulduğu kampları ziyaret etme konusunda delegelere sağlanacak tüm imkânlar
ve ayarlamalar, Mısır İngiliz güçleri Komuta Genel Subayı ile birlikte yapıldı.[530]
Kızılhaç heyeti savaşın başından
itibaren muharip ülkelerde bulunan sivil ve askeri esir kamplarını ziyaret
etmişti. Daha önce Almanya, Fransa, Moroco ve Rusya’da bulunan kampları
inceleyen MM. Dr. F. Blanchod, E. Schoch, and F. Thormeyer, Mısır esir
kamplarını da ziyaret etti ve Mısır’da bulunan esirlere karşı davranışları
karşılaştırma imkânı buldu. Kızılhaç heyeti Marseilles’deki İngiliz Donanmasına
ait gemi ile 19 Aralık günü Marseilles’den yola çıktılar ve 27 Aralık günü Port
Said’e ulaştılar. Mısır’daki İngiliz birliklerinin esirlerden sorumlu
yetkilileri ile görüşüldü. Albay Simpson’ın yardımı ile kampların ziyaret
programı çıkarıldı. Kendilerine bir araba tahsil edilerek fotoğraf çekmelerine,
esirlere hediye dağıtmalarına ve serbestçe esirler ile konuşmalarına izin
verildi. Heyet, ziyaret sonrası hazırladıkları raporları İngiliz yetkililere
sundular ve kamptaki koşullardan dolayı teşekkürlerini ilettiler.472 [531]
Türk esirlerinin yaşadığı
Mısır’daki esir kamplarının 1917 yılında Kızılhaç heyeti ziyareti sonrası
hazırlanan rapor İngiliz basınında taraflı ve propaganda amaçlı kullanıldı.
Fransa, Korsika ve Mısır’da Türk esirlerin bulunduğu kampların denetimi, Dr. F.
Blanchord, M. F. Thormeyer ve M. E. Schoch tarafından, Aralık 1916 ve Ocak 1917
aylarında yapılmıştı. Heyet, İngiliz yetkililer tarafından esirlerin barınması,
beslenmesi ve giyinmesi ile ilgili yapılan düzenlemelerden son derece memnun
kaldığını belirtti. Heyete göre kamplar sağlık açısından sorunsuz bölgelerde
kurulmuştu. Kamplarda sıhhi önlemlerin ve sistematik aşılamanın bir sonucu
olarak herhangi bir salgın ortaya çıkmadı. Günlük olarak kendi odalarını
temizleme işinin dışında esirlerin tüm zamanlarını kendileri için
kullanmalarına müsaade edildi. Kampın disiplini de çok iyi durumdaydı. Durumu
yakından inceleyen delegeler, görevlilerin esirlere insanca davrandıklarına ve
esirlerin sırtlarındaki yükü hafifletmek için ellerinden geleni yaptıklarına
ikna olduklarını ifade ettiler. Ocak 1917’de Mısır esir kampların teftişini
bitiren Kızılhaç heyeti, Hindistan ve Burma’daki kamplara gitmek amacıyla yola
çıktı.[532]
Kızılhaç heyeti Mısır’da
Heliopolis, Maadi, Kahire Kalesi (Citadel of Kahire), Ras El-Tin, Seydi Beşir,
Abbassiye Hastanesi ve Mısır Kızılay Hastanesini ziyaret etti.[533]
Kızılhaç raporlarına göre kampların hepsi sağlıklı yerlerde kurulmuş olup
büyüklükleri barındırdıkları esir sayısına göre yeterliydi. Barınma şartları
ülke ve iklim koşullarına uygundu. Barakalar esirlerin ihtiyacına göre yapılmış
ve taş binalar esirlere uygun hale getirilmişti. Havalandırma her yerde yeterli
miktardaydı. Soğuğa karşı barakaları sağlamlaştırmak başka yerlerde zor iken bu
bölgenin ikliminin yumuşak olması sebebiyle kampın ısıtılması sorun olmadı.
Tahtadan ve sertleştirilmiş topraktan yapılan zemin, kampı yeterince sıcak
tutuyordu.[534]
Mısır’ın iklimi diğer bölgelere
göre barınma açısından esirlere kolaylık sağlıyordu. İlk kamplara
getirildikleri Kasım 1915’de Akdeniz sıcağı, diğer yıllara göre daha yüksekti.
Bu durum Türk esirlerin paltolarının içinde geceleri kıvrılıp rahatça
yatabilmelerini sağladı. Bu paltolar gri battaniye malzemesinden yapılmış olup
su geçirmez ve çok ağırdı. Alman esirlere sağlananlar ile aynıydı.[535]
Er ve erbaşlar ile astsubaylar
kendi evlerinde oldukları gibi katlanabilir yer hasırlarında yatmıştı. Bu
hasırlar, temiz ve yeniydi. Eskiyince yenileri ile değiştirilebiliyordu.
Subaylara, sivil esirlere ve hastalara demirden somya karyola üzerinde,
bitkisel liftlerle doldurulmuş yatak verildi. Hastanedekilere ve subaylara
yastık ve yatak örtüsü ayrıca temin edildi. Her esire üç ile beş arasında
battaniye verilmiş ve başka hiçbir kampta bu sayıda battaniye verilmemişti.[536]
Kızılhaç heyeti, İngiliz
yetkililerinin esirlerin her türlü giyecek ihtiyacını karşıladığını
raporlarında belirttiler. Esirlere iki adet iç çamaşırı, iki adet fanila, iki
çift çorap, bir yün kuşak, bir boyunluk, bir pantolon, bir ceket ve bir mont
verilmişti. Tüm bu giyecekler sıcak tutan cinsten, temiz ve iyi kalitedeydi.
Türk esirler geleneksel fes giyiyordu. Odalarını istedikleri gibi
düzenleyebiliyorlardı. Kızılhaç heyeti kampı kışın ziyaret ettiğinden yazın
giyilen giysileri denetleyememiş fakat esirlerden aldıkları bilgiye göre keten
takım elbise verildiğini öğrenmişlerdi. Sivil esirlerin elbiseleri eskidiğinde
yenileri ile takım olarak değiştirilmekteydi. Tüm sivil esirler en iyi şekilde
giydirilmişti. Subaylar şehirdeki terziden istedikleri elbiseyi, masrafları
kendilerine ait olmak üzere sipariş edebilmekteydi Er, erbaşlar ve hatta
astsubaylar genellikle takunya giyiyordu. Elbiselerin tamirleri kamp
yönetimince yapılmaktaydı Tüm esirler uygun ve yeterli düzeyde giydirilmekte ve
ceketlerine takılı esir olduklarını gösteren künye olmasa esir olduklarını
gösteren bir işaret bulunmamaktaydı. Kampın levazım işlerine bakan görevliler
esirlerin tüm ihtiyaçlarını yerine getiriyordu.[537]
Esirlerin yemekleri ise özel bir
sözleşmeye göre yapılıyordu.. Kendi menülerini kendileri belirliyordu. Esirler
yemeklerini kendi gelenek ve zevklerine göre hazırlayabiliyordu. Yemek miktarı
belirli bir ölçüye göre veriliyordu. Verilen ekmek, et ve sebze yeterli
miktardaydı. Günlük menü kamp şartlarına göre gayet moderndi. Fiyatı yönetimce
belirlenen kantinde subaylar istediklerini bulabilmekte ve satın alabilmekteydiler.[538]
Kızılhaç heyeti kampta hem içme
suyunun hem de temizlik için kullanılan suların yeterli miktarda olduğunu rapor
ettiler. Duşlarda ve banyolarda su çok bol miktardaydı. Elbise yıkamak için de
su ihtiyacı karşılanıyordu. İngiliz ve Türk tarzındaki tuvaletler yeterli
sayıda olup düzenli olarak dezenfekte edilmekte ve bu sayede her zaman
kokusuzdu. Her kampın özel dezenfekte fırınları vardı. Çamaşırlar ve üst
elbiseleri haftada bir sterilize ediliyordu. Kamplarda haşerat yoktu. Kampa
yeni gelen esirlerin çektiği acılar kısa sürede giderilmekteydi. Tüm bu
önlemler ve esirlere yapılan aşılar sayesinde kamplarda salgın hastalıklar
çıkmadı..[539]
Kızılhaç raporuna göre esirlere
yönelik dayak gibi fiziksel saldırılar kamplarda hiç görülmemişti. Çok nadir
görülse de disiplin suçu olarak esirlere verilen ceza, sadece kamp yönetimince
belirlenen bir süre için hapsedilmekti. Türk esirlerinin kamp kurallarına ve
disipline uyma durumu mükemmel düzeydeydi. Esirlerin kendi içinden çıkardığı
görevliler de disiplini sağlamakta ve görevlerini tam olarak yerine
getirmekteydi. Esirler, İngiliz otoritelerinin kendilerine karşı
davranışlarından memnundu.[540]
Özetle, Kızılhaç heyeti kamp
müfettişlerinin, komutanların ve subaylarının esirlere karşı insanca
davranışlarından ve kamptaki şartları yumuşatmak için ellerinden geleni
yapmalarından mutluluk duymuştu. İngiliz yetkililer, sivil esirlerin kısa
sürede evlerine döneceğini söylerken Kızılhaç heyeti malul esirlerin de geri
dönmelerini arzu ettiklerini belirtti. Kızılhaç heyetinin yukarıda yazdığı
raporun taraflı olma ihtimali son derece yüksekti. Her şeyden önce
gerçekleşecek ziyaret heyet tarafından önceden planlandığı için İngiliz
otoriteleri kampları ziyaret için uygun hale getirmişti. Heyet birkaç gün
içinde kampı gördükleri kadar teftiş edebilmiş ve sadece ziyaret anını
raporlarına yazabilmişti. Örneğin, esirlerin hastanelerdeki durumu veya kasten
kör edilmeleri gibi konular raporda hiç dile getirilmedi.[541]
Fransa savaş sırasında Mısır’da
İngilizlerin kontrolü altında tutulan Türk esirlerini kendi kontrolünde bulunan
kamplara nakletmek istedi. İngiliz Dışişleri Bakanlığı, 23 Kasım 1916’da
Fransız Büyükelçiliğine gönderdikleri mektupla Fransa’nın 4 Ekim tarihli
talebine cevap verdi. Fransız Hükûmetinin bu konudaki teklifi İngiltere
Hükûmeti için ilk başta uygun görünmüştü. Buna rağmen İngiltere, mevcut durumda
kayda değer sayıdaki esirlerin bir müttefik devletten diğerine nakillerinin
misillemelere sebebiyet vereceği düşüncesindeydi. Osmanlı Hükûmetinin elinde
bulundurduğu çok sayıdaki İngiliz savaş esiri riske atılacaktı. Bahsedilen bu
hususlardan dolayı, İngiltere Hükûmeti, Fransız Hükûmetinin Osmanlı savaş
esirlerinin Mısır’dan Fransa’ya nakillerine ilişkin teklifine yanaşmadı.[542]
Mısır esir kamplarındaki subay,
astsubay ve askerlerin sayısı merak konusu olmasına rağmen hiçbir zaman kesin
rakam ortaya çıkarılamadı. Bununla birlikte, Seydi Beşir, Bilbeis, Heliopolis,
Zakazik, Tura, Tel El-Kebir kamplarını içine alan Mısır esir kamplarında 1
korgeneral, 3 tuğgeneral, 16 albay, 99 yarbay, 226 binbaşı, 701 yüzbaşı, 814
üsteğmen, 2.067 teğmen ve 724 yedek subay olmak üzere toplam 5.839 Türk subayın
esaret günlerini geçirdiği; değişik kaynaklarda iddia edilmesine rağmen bu sayı
da kesin değildi.[543]
Kaldı ki Mısır’da bulunan pek çok esir kampı bu listede yer almamıştı.
Genelkurmay ATASE Arşivinde esir sayılarına dair değişik belgeler bulunmakla
birlikte hiçbirinde kesin bir sayı verilememekteydi. 16. Fırka kumandanının 8
Mart 1921 tarihli esaret sonrası verdiği ifadesinden esir sayıları hakkında
bilgiler elde edilmişti. Mütareke’nin imzalanmasının ardından Mısır’da muhtelif
rütbeden toplam 5.000 kadar Osmanlı subay ve memuru ile 80.000 kadar askerin
olduğu tahmin edilmekteydi. Yine aynı evrakta adı geçen bu esirlerin kaldıkları
esir kamplarının isimleri de verilmişti. Subay olan esirler Seydi Beşir’in üç
ayrı kampından başka Zakazik, Kuveysna ve Tura esir kamplarında kalmıştı. Tura
kampı aynı zamanda Medine ve Yemen kuvvetlerinin Mütareke sonrası teslim
olmasıyla esir düşen esirlerin getirildikleri bir yerdi. Diğer askerler ise
Heliopolis, Tel El-Kebir, Kantara, Tura ve Seydi Beşir kamplarında bulunuyordu.
Bütün esir kampları kapalı tel örgüler içinde nöbetçilerle çok sıkı bir denetim
altına alınmıştı. Bu esirlerin çoğunluğu, Birinci ve İkinci Kanal, Sina ve
Filistin Muharebeleri, Hicaz ve Mütareke sonrası Yemen ve Medine’den
getirilmişti. Pek azı Burma’dan sevk edilmişti. Sina ve Filistin’den getirilen
esirler El-Ariş trenlerinin Filistin tarafından ilk istasyona kadar kara yolu
ile buradan Mısır’a trenle nakledildi. Subaylar ilk istasyona kadar
otomobillerle sevk edilirken erler yürümek zorunda bırakıldı. Esir kafilelerine
yolculuk esnasında muayene yerlerinde ancak temizlik ve ihtiyat karantinası gibi
sebeplerle birkaç gün durmalarına ve dinlenmelerine izin verildi. Esaretin ilk
zamanlarında muharebe karışıklığının ortaya çıkardığı bazı sebeplerle birtakım
uygunsuzluklar, sevkiyatta olağan üstü izdihamlar meydana getirmiş ve bazı
rahatsızlıklar ortaya çıkarmıştı. Bunlar istisna edilirse kasti olarak kötü bir
muamele ile karşılaşılmadığı gibi buna yönelik bir gözlem veya duyum da
alınmadı.485 [544]
İngiliz hasta esirlerin
Bağdat’tan Anadolu’daki esir karargâhlarına sevkleri sırasında yollarda maruz
kaldıkları zorluklar hakkında iddiaların artması üzerine Osmanlı Hükûmeti de
İngilizlerin kendi esirlerine karşı aynı muameleyi yapmakla suçlamıştı. 8 Ekim
1916’da Bursa’da korumaya alınan General Melliss ve General Delamain ile diğer
büyük rütbeli subaylara Mısır'daki Osmanlı esir subaylarına İngilizler
tarafından kötü muamele edildiğine dair Enver Paşa’nın açıklamaları iletildi.[545]
Mısır esir kamplarında sonradan
cumhurbaşkanlığı yapacak askerler de esaret günlerini geçirmişti. Dördüncü
Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel ve Beşinci
Cumhurbaşkanı
Cevdet Sunay savaşta esir düşmüş ve Mısır’daki esir kamplarına getirilmişti.[546]
2.2.1
Kantara
Geçici İstasyon Kampı
Kantara Geçici İstasyon kampı,
mevcut esirlerin kamplara dağıtıldığı bir yer olmuştu. Bu kampa getirilen
esirler kısa bir süre burada karantinada tutuldular. Bu kamp hakkında bilgilere
esirlerin yazdıkları hatıratlardan ve esirlerin esaret sonrası verdikleri
ifadelerden ulaşabilmekteyiz. İngilizler, Filistin ve Süveyş Cephelerinde esir
aldıkları askerleri öncelikle Süveyş yakınlarındaki Kantara kampına, ardından
Mısır-ı Cedid’deki geçici kamplara yerleştirmişlerdi. Esirler buradan da daimî
kalacakları kamplara sevk edildiler.[547]
Esir ifadelerinde bu kampa dair
bilgiler bağlamında Hicaz 22. Fırka 125. Alaydan Hesap Memuru Muavini Bursalı
Halil oğlu Mehmed Nuri Efendi esaret sonrasında 2 Ağustos 1919 tarihinde
verdiği ifadesinde, 30 Eylül 1917’de Kesre’de İngilizlerle yapılan muharebede
esir düştüğünü, esaret esnasında türlü sefalete maruz bırakıldıklarını
anlatmıştır. Seydi Beşir kampına sevklerine kadar Kantara’da esirlere çok kötü
muamelede bulunulmuştu. Fiziksel şiddet uygulanan esirler muhafızlar tarafından
dövülmüş, subaylar zorla yere yatırılıp soyulmuş, paraları alınmış ve akla
gelmeyecek hakaretlere maruz kalmıştı. Yolda yürürken herhangi bir esir hasta
olup yürüyemez hale gelirse muhafızlar tarafından öldürülmeye çalışıldı. Hatta
bir taburun imamı öldürüldü. Kantara’da karantinada kaldıkları dokuz günde
subaylara verilen erzak şekersiz çay ve soğanla sınırlı kaldı.[548]
Ağustos 1919’da esaretten dönen
bir esirden alınan ifadede, Filistin Cephesi’nde nasıl esir oldukları ve Şam’da
esir düştükten sonra Kantara kampında yaşadıkları anlatılmaktadır. Kantara’ya
ulaşmalarının ardından iaşe ve idare bakımından biraz rahatlasalar da esirler
bir hafta boyunca küflü susam yağı, pirinç ve kuru soğanla ölmeyecek kadar
beslendiler. Kantara yönetim tarafından bir dükkân açıldı ve esirler kırk
paralık yiyecekleri otuz kuruşa almak zorunda bırakılıldılar.[549]
36. Fırka 59. Alay 2. Taburun 2.
Bölük askerlerinden olup Kudüs-Gazze Cephesi’nde taburuyla beraber esir düşen
Karacabey’in Şahin köyünden Mehmed oğlu Hasan, 23 Mart 1919’da verdiği
ifadesinde esir düştükten sonra doğrudan Kantara’ya sevk edildiklerini, hasta
bulunması sebebiyle on gece Kantara’da kaldıklarını anlatmıştır. Bir buçuk ay
kadar hastanede yatmış, hastaneden çıktıktan sonra Mısır civarında ve tel örgü
içerisinde hiçbir kimseye karışmamak üzere iki ay kadar tel örgülerde
tutulmuştu.[550]
Esaretten dönen askerlik şubesi
memuru Yüzbaşı Sadık Efendi, Ankara’da 13. Fırka Başkanlığına giden 8 Mart 1919
tarihli gizli bir yazıda, esarette yaşadıklarını dile getirilmişti. 3 Mayıs
1918’de Filistin Cephesi’nde esir düşen Sadık Efendi, uzun bir yürüyüşten sonra
Kudüs’e, oradan tren ile önce Ramla’ya sonra da Kantara geçici esir kampına
sevk edildi. Tüm esirler, trenle 8 gün süren yolculuk sonrası tel örgü içinde
karantinada kalacakları Kantara esir karargâhına götürüldü. Oradan da altı
teğmenim emri altında, üç yüzbaşı, iki Alman hava teğmeni ve iki Kudüslü
Hıristiyan trenle birinci mevkide Seyd-i Caber istasyonuna çıkarıldı. Kızılhaç
otomobilleriyle İskenderiye civarında Seydi Beşir esir karargâhına 26 Haziran
1918’de ulaştılar.[551]
120. Alay komutanının Merkez
Kumandanlığı Üsera İşleri Şubesine sunulan 20 Şubat 1921 tarihli ifadesinde,
Kantara esir kampındaki düzenden bahsetmektedir. Kâymakam yaralı olduğu için
önce Şam’da tedavisi yapıldı. Hastaneden son olarak takriben 30 kadar subay
taburcu edilmişti. Kendisi malul olarak adlandırıldı. Yolda eklenen yaklaşık
100 kadar nefer ile trenle Kantara’ya kadar getirildi. Bu kafileden sonra
Filistin tarafından Mısır’a sevk edilen esir kalmamıştı. Kantara’da birkaç ay
karantinada bekletildiler ve Seydi Beşir’de dördüncü esir kampına sevk
edildiler. Filistin Cephesi’nden gelen esirler birinci, ikinci sıra numarasıyla
kamplara yerleştirildi. İlk önce kısmen yaya olarak bilahare esir mevcudu
azalınca trenle sevk edilmişlerdi. Sevkiyat Şam’dan trenle doğruca Kantara’ya,
oradan Seydi Beşir’e yapıldı.493 [552]
Kantara esir kampı hakkında
hatıratında bilgi veren Cemil Zeki Bey, 19 Eylül 1918 Avustralya süvarilerine
esir düşmüştü. Resulayn İstasyonu’ndaki İngiliz Seyyar Hastanesinde bulunmuş,
ardından sıhhiye treni ile başka bir hastaneye gönderilmişti. Burada 20 gün
kaldıktan sonra trenle Kantara Çadırlı Seyyar Hastanesine nakledildi. Dört gün
kaldığı kampta esirlere 2 battaniye ile soğanlı mercimek çorbası verildi. Ara
sıra reçel ve çayın da ikram edildiği olmuştu. Dört gün sonra kanal köprüsü
geçilerek İsmaliye’den trenle bir günlük mesafede bulunan İskenderiye’ye
ulaşıldı.[553]
Filistin Cephesi’nde Cenin
kasabası yakınlarında İngilizlere esir düşen Mehmed Nuri Efendi, Kantara’da
günlerini geçirmiş bir diğer esirdi. Esir düştükten sonra uzun ve eziyet dolu
bir yolculuk sonunda 27 Eylül 1918’de kendilerini Kantara’da buldular. Esirler
burada 5 gün kaldı. Burada subaylar erattan ayrıldı ve ayrı sevk edildi.
Subaylardan 2 gün sonra erat, kanal köprüsünden geçmiş, ardından trenle
İsmailiye yolu ile Heliopolis esir kampına yerleştirilmişti. Esirlerin daha
sonra başka esir kamplarına nakledilecekleri söylentisi çıktı. Tüm esirler
muayeneye tabi tutuldular. Muayene sonrası ayrılan 850 esir Kantara’ya geri
gönderildi ve 2 gece sonra bir posta gemisiyle Selanik’e götürüldüler.[554]
Hasan Remzi Fertan, Filistin
Cephesi’nde Nablus’da yaralı olarak İngilizlere esir düşen ve Kantara’ya
gönderilen bir başka esirdi. İlk tedavisi ardından bir öküz arabasıyla önce
Nablus’a, oradan kamyon ile Elbire’ye, oradan da üstü açık vagonlar ile Kudüs’e
sevk edildi. Fertan, Kudüs’ten Lit yolu ile Kantara’ya gönderilmişti.
Burada, Mısır Kızılhaç
Hastanesinde 2 günlük tedavisi sonrası trenle Kahire’deki Abbasi Hastanesine
nakledildi.[555]
Ahmed Altınay, İngilizlere karşı
başlatılan Kanal Harbi’nde, 6. Ordu emrinde Batı Şeria’da İngilizler yapılan
muharebelere katılmış, bu görevi sırasında esir düşerek Kantara esir kampına
getirilmiş ve günlerini burada geçirmiş bir başka Türk askeriydi. 1 Kasım
1918’de Port Said’den Kantara’ya getirilen Ahmed Altınay ve içinde bulunduğu
esir kafilesi, açık vagonlar içerisinde soğukta ve mezbelelik içinde gözlerini
açmış ve etraflarında Hintli Müslüman nöbetçileri görmüşlerdi. İlk gün tuvalet
ihtiyaçları için bile izin verilmedi. Bir gün sonra tel örgüye yerleştirilmeden
önce sabahın müthiş soğuğu altında titreyen esirlerin künyeleri yazılmış ve
yedek subaylar ayrılmıştı. Daha sonra tel örgü içinde bulundukları çadırda
Ahmed Altınay, Karamanlı Kamerzade ve Mehmed Rauf Efendi ile karşılaştı. Yemek
dağıtımı meselesindeki kapışmalar, gürültü, düzensizlik, kahve kaşıklarıyla
yemek ve tatlı dağıtımı Ahmed Altınay’ın kamp hayatındaki ilk izlenimleriydi.
Yakında evlerine döneceklerine dair İngilizlerin Türk askerlerine söyledikleri
yalan hatıralarında ayrıca yer etmişti. Esarette ilk mektubunu buradan
gönderdi. Daha sonra daha büyük bir kampa nakledildi. Kampın içi düzeni bir
Türk başçavuşunun eline geçmişti. Her şey çok pahalı olup hariçten bir şey
almak mümkün değildi. Bir sigara bir kuruştu. Ahmed Altınay’ın hiç gücü
kalmamış, bir deri bir kemik hale gelmişti. Askerler kovalar üzerinde
tuvaletini yapıyordu. Sabah olunca herkes sofraya geliyordu. 5 Kasım günü biraz
daha iyileşmiş ve artık yemek yemeğe başlamıştı. Fakat Türk subaylarının yemek
başındaki mücadeleleri Ahmed Altınay’ı üzmekteydi. Subayların benimki az oldu,
onunki çok oldu, benim tabakta et yok gibi yaptığı tartışmalar subayları
İngilizler nezdinde küçük düşürüyordu. Kantara’dan kanal köprüsünü yürüyerek
geçtiler. Oradan trenle Mısır’ın ovalarını izleyerek Seydi Beşir’e ulaştılar.
Yolda iken ve kampa vardıklarında esirlere taze ekmek verildi.[556]
Kantara geçici esir kampı, sadece
esir düşen esirlerin Mısır esir kamplarına dağıtılmadan önce karantina altında
tutuldukları bir kamp olmayıp Hindistan’dan yurda dönen esirlerin kısa süreli
bekletildikleri bir kamp da olmuştu. Uzun süren kamp hayatından sonra geri
döneceklerinin hayali ile gemilere bindirilen esirler,
Kızıldeniz’i aşıp Süveyş
Kanalı’ndan Kantara’ya getirildiler ve bir kum çölünde gene tel örgülerle çevrili
bir kampta hapsedildiler. Yaz güneşinin kasıp kavurduğu bir zamanda bu kampta
bir hafta zaman geçirmek zorunda kaldılar.498 [557]
Filistin Cephesi’nde esir olarak
ele geçirilen Hüseyin Aydın ve arkadaşları, sabah yanlarında muhafız olarak
Mecusi Hint süvari kıtası ile Mısır’a doğru yola çıktılar. Uzun bir yürüyüşten
sonra trenle Kantara’ya ulaştılar. Karantina süresini burada geçirdikten sonra
Kuveysna esir karargâhına nakledildiler.[558]
İbrahim Arıkan yazdığı hatıratta
esir düştükten sonra kampa ulaşıncaya kadar yaşadıklarını ve Kantara’da gördüğü
muameleyi anlatmıştır. Kafile, Kantara’ya 9 Eylül 1918’de Ramla’dan hareket
etmişti. Ramla’dan Kantara’ya kadar İngilizler kumlu vadide dekovil inşa
etmişti. Sayısız koni şeklinde bembeyaz çadırlar yol üzerinde sıralı
bulunuyordu. Süveyş Kanalı civarında bulunan Kantara’nın yakınlarında minareli
bir köyde birbirine bitişik dört kamp yapılmıştı. Beş yüz kişilik esir grubu
istasyondan manga nizamındaki bu kampa yerleştirildi. Kampın komutanı, yüzbaşı
rütbesinde bir İngiliz’di. Kampta elli adet koni şeklinde çadır bulunuyordu.
Kampta bulunan 500 esir 100’er esir olarak beş bölüğe yerleştirilmiş ve her
bölüğün başına bir başçavuş tayin edilmişti. Her çadırda on esir kalmaktaydı.
Her bölüğe onar çadır verilmişti. Subaylar diğer esirlerin yanında fakat ayrı
çadırda kalmaktaydı. Esirlere odun ve balta ile beraber pirinç, karavana,
kazan, yağ gibi erzaklar bol ve çiğ olarak veriliyor, yemekler esirlerin
kendileri tarafından akşama kadar pişiriliyordu. Akşamdan sonra ise ateş
yakılması yasaktı. Ayrıca su israf edilmemesi özellikle istenmişti. Tuvalet
ihtiyaçları için kampın kenarına Türk adet ve geleneklerine aykırı tuvaletler
inşa edilmiş, bu durum Türk esirlerini çok utandırmıştı. Abdest alınmasında ve
namaz kılınmasında esirlere herhangi bir engelleme getirilmedi. Kurallara
uymayanlar ise şiddetli bir şekilde cezalandırılacağı söylendi. İbrahim Arıkan
da bir bölüğün başçavuşu olarak atanmıştı.[559]
Kampta ilk başta tam bir
düzensizlik hâkimdi. Akşama kadar yemekler pişirilememekte gece yarısı olduğu
halde yasağa rağmen ateş yakılmaktaydı. Esir olan bir başçavuşu hiçbir esir
ciddiye almıyordu. Bir defasında gece yarısı ise bir
asker musluğun yanındaki demir
çubuğu çıkardığından tüm çadırları su basmıştı. Gece yarısı kapak bulunamamış,
battaniyeyle delik kapatılmış ama pek çok çadır su altında kalmıştı. Burada
kalan esirler, arkadaşlarının yanında ya da bir yerlerde sabahlamak zorunda
kalmıştı. Esirler sabah olduğunda baltaların saplarını, ibadethanenin
tahtalarını, kısmen hasırları yakmışlardı. İbadethaneden geriye bir şey
kalmadı. Tuvaletlerin yanına yaklaşılamamış, yıllar sonra ilk defa bol yağlı
pirinç lapası yiyen askerler her yeri tuvalete çevirmişti. Tuvaletlerin
durumunu, su baskınını, balta saplarının, ibadethanenin, hasırların yakıldığını
gören komutan şaşkına dönmüştü. Kendilerine bir günlük bisküvi verilen esirler
kısa süre içinde Mısır’daki esir kamplara dağıtıldılar.501 [560]
Bu yolculukta önce Süveyş Kanalı
yürüyerek geçilmişti. Buradan trenle İsmailiye, Salihiye ve Tel El-Kebir yolu
ile Mısır-ı Cedid’e ulaşıldı. Süveyş Kanalı’ndan Mısır’a kadar esirler çok
büyük bir susuzluk çektiler. Araplar, Türk esirlerinin bu susuzluğunu fırsat
bilerek din kardeşi Müslüman esirlere bir bardak suyu 5 hatta 10 kuruş gümüş
para ya da bir harp madalyasına sattılar. Askerin aylık maaşı ise 5 kuruştu.
Vagondan kesinlikle inmesi yasak olan askerler susuzluğa fazla dayanamayarak ve
hatta hayatlarını tehlikeye atarak trenden indiler. Araplara saldırarak teneke
ve bakraçlardaki suları yağmaladılar ve karşı gelenlere zor kullandılar.
İngiliz müdahalesine kadar bu durum devam etti ve zorlukla vagonlara
bindirildiler.[561]
Tutuklanmaları ve esir olarak
gözaltına alınmaları sonrası Halep, Şam ve Hayfa’dan geçerek Kantara
karargâhına yerleştirilen Eyüb Sabri ve sivil esirler için zor günler burada da
bitmedi. Kantara’daki karargâh çölün içinde etrafı dikenli tellerle çevrili
yalnız çadırlardan oluşan bir kamptı. Kampta bir miktar Arap esir de mevcuttu.
Eyüb Sabri ve arkadaşları, burada yedi çadırlık bir tel örgüye hapsedildiler.
Sabah olduklarında kendilerine kuru fasulye pişirmek için bir miktar pamuk
yağı, kuru fasulye ve bir soğan verildi. Bu uzun süredir gördükleri ilk
yemekti. Tutsaklıkları boyunca Ermenilerin tacizlerinden hiçbir şey yiyemeyen
esirlerin ilk defa karınları doymuştu. Kampta su sorunu bulunmuyordu.
İngilizler çölde olmasına rağmen demir borularla istasyon ve karargâhlara Nil
Nehri’nden su getirmiş ve esirlere susuzluk çektirmemişti. İki aydır yıkanmayan
esirler burada yıkandılar ve elbiselerini temizlediler. Üç gün burada kaldıktan
sonra dördüncü gün Mısır’a doğru yola çıkıldı. İstasyondan Kantara’ya
otomobille getirilmelerine rağmen dönüşte istasyona ulaşım için ne komutan
tarafından otomobil tahsil edildi ne de kendi paraları ile hamal tutmalarına
izin verildi. Bir buçuk saatlik yolu sırtlarında otuz kilo şahsi eşyaları ile
yaya olarak gittiler. Beş Müslüman Hintli asker eşliğinde trene bindirilerek
dört saatlik yolculuk sonunda Kahire’ye yarım saat mesafedeki Zeytun istasyonuna
ulaştılar. Yürüyerek Heliopolis esir kampına götürüldüler. Beraberlerindeki
muhafızlar Müslüman olduklarından kendilerine çok iyi davranıldı ve yolda
istediklerini almaya izin verildi. Ayrıca yol boyunca yerli halka konuşmalarına
da müdahale edilmedi. Yalnız Hintli muhafızlar İngilizce bilmediklerinden kampı
bulmakta oldukça zorlanmışlar ve kendilerine esirler yardım etmişti.[562]
Birüssebi’de
muharebe esnasında gözlerini kaybeden ve esir düşen Emin Çöl’ün kampa gitmesi
pek de kolay olmadı. Kantara’ya nakli sırasında trende kendisine yataklı bir
vagon tahsis edildi ve yiyecek olarak da tereyağlı birkaç ekmek, iki yumurta,
peynir ve çay verilmişti. Emin Çöl’ün yemediğini gören görevli yumurtaları
soymuş, tuzlamış ve yemeğe yardım etmişti. Kantara’da bir çadıra konulan Çöl’e
yatak olarak bir karyola ile İngiliz askerinin elbiseleri ve iç çamaşırları
verildi. Burada kendilerine iyi bakılmıştı.[563]
2.2.2
Mısır-ı
Cedid Heliopolis Kampı
Heliopolis esir kampı, Mısır-ı
Cedid tren istasyonunun dört beş kilometre kuzeyinde inşa edilmişti. Mısır’ın
en eski şehirlerinden birisiydi. Kızılhaç heyeti, 2 Ocak 1917’de Mısır’da ilk
olarak bu kampı ziyaret etti. Kamp, 1905’de villa ve oteller merkezi niteliğinde
düzenlenen Heliopolis vahasındaki yerleşmeye yakın bir yere kurulmuştu.
Kahire’den seviye olarak 40 metre yükseklikteydi. Kampta ziyaret sırasında
3.906 Türk askeri ve astsubayı vardı. 15.000 kişiyi barındırabilecek şekilde
düzenlenen kampta, ayrıca 3 sağlıkçı Türk, 2 Osmanlı ordusunda subay olarak
görev yapan Ermeni askeri tabip bulunmaktaydı.[564]
Hilopolis’de karargâhında
sivillerin kampından[565]
başka Osmanlı esirlerine özel yedi bölümden oluşan ve numara sırasına göre on
beş kamp bulunmaktaydı. Esirler için telden yapılmış olan hapishanelere kamp
denilmişti. Bu kampların araları yalnız bir yaya yolu genişliğinde olup
içlerinde on altı ve bazılarında yirmi kadar tahta koğuş bulunuyordu. Kamplar
geniş ve etrafları ikişer üçer kat tellerle örülmüş ve on beş adım mesafelerle
yapılmış nöbetçi kulübeleriyle çevriliydi. 1.500-3.000 arası esir bulunuyordu.
Eyüb Sabri Bey yalnız Helopolis’de 30.000’den az olmamak üzere Türk esirinin
mevcut olduğunu söylemiştir.[566]
Kampta 13 metre uzunluğundaki ve
9 metre genişliğindeki barakalar, paralel şekilde bölümler halinde düzenlenmiş,
her bölüm arasına 20 metre genişliğinde geçitler konulmuştu. Esirlerin kaldığı
50 kişilik barakalar tek tipti. Ahşaptan yapılan binaların arası kamışla
örtülmüştü. Çatıları kamış ve kartonla kapatılmıştı. Yerde nem ve rutubet
yoktu. Barakaların içi, sertleştirilmiş toprak olup temizlenmesi kolaydı.
Kamptaki bütün koridorlarda muhtemel bir yangına karşı hazırlanmış su bidonları
vardı. Kampta yangın çıkmaması için esirlere ancak açık havada sigara içme izni
verilmişti. Ayrıca hava sıcak olduğundan soba yakmaya da gerek yoktu.[567]
Esirler kamıştan örülmüş bir
hasır üzerinde yatmaktaydı. Yönetim tarafından kendisine 4 battaniyeye
verilmişti. Sabahları hasırlar fırçalanarak rulo şeklinde sarılmak ve
battaniyeler katlanmak zorundaydı. Böylece barakaların içi, gündüzleri boş
birer alan oluştururdu. Esirlerin gözaltına alındığı hücrelerde de aynı uyku
şartları geçerliydi.[568]
Kampın fiziki şartları esirlerin
hatıratlarında da yer bulmuştu. Bu esir kampında erlerin hayatlarını anlatması
bakımından erler arasında yaklaşık iki yıl geçiren Emin Çöl’ün yazdıkları
önemlidir. Emin Çöl’ün anlattıklarına göre kamp geniş bir alanda kurulmuş olup
çevresi dikenli tellerle çevrili on iki bölümden oluşmaktaydı. Ara yerde hafif
tel örgülü, her kampa açılan bir kapı bulunuyordu. Bu kapılardan ziyaret yapmak
mümkündü. Her kampın yönetimi bir başçavuşa aitti. Kamp çavuşlarının Osmanlı
ordusunda astsubay ya da çavuş olması gerekmez herhangi bir gözü açık ya da
İngilizlere yaranmak isteyen birisi kamp çavuşu olabilirdi. Aynı zamanda her
birinin ayrı yerleri, çifte istihkak sofrası, çay ocağı ve küçük de olsa bir
kantini bulunmaktaydı. Bu kantinde esirler için kâğıt, kalem, defter, sigara,
zarf ve çeşitli renklerde boncuklar satılırdı[569]
Aşırıya kaçan çavuşlar, esirlere değişik baskılar uygulamış, bunun sonucu
olarak da aralarından dövülenler olmuştu.[570]
Her kampta uzunlamasına yapılan
koğuşların üstü ve yanları kamış, tuğla ve kerpiçten olup kapıların ve
pencerelerin kapağı yoktu. Koğuşların içinde iki yanı çamurdan yapılmış,
üzerinde de esirlerin yattığı kaldırım vardı. Ara yer, gelip geçenler için yol
olarak planlanmıştı. Kaldırımın üstü hasır olup onun üzerinde birer kilim birer
de battaniye vardı. Battaniyeler sabah süzgün olarak katlanır, baş tarafa aynı
hizaya gelecek şekilde konurdu. Battaniyelerin altında birer ot yastık vardı.
Sabahları bu düzen için de yoklama yapılırdı. Mısır’ın iklimi gereği kış ayları
çok soğuk olmaz ve yağmur pek yağmazdı. Bu sebeple esirlerin fazla örtünmesi
gerekmezdi.[571]
Bu kamp hakkında hatıratında
bilgi kaydeden bir diğer kişi Eyüb Sabri Efendi’dir. Eyüb Bey ve arkadaşları,
esir kampında tel örgülere geçinceye kadar Heliopolis’te on beş gün boyunca
hapishanede tutulmuştu. Kaldıkları hapishanenin etrafı da başka hapishaneler
ile çevriliydi. Burada kendilerinden başka Türk esirleri, İngiliz çavuş ve
askeri de tutuklu bulunuyordu. Türk esirleri firara teşebbüsten, İngiliz
askerleri ise ambardan battaniye ve elbise çalarak bunları satmaktan hapis yatmaktaydılar.
Aynı gün İngiliz binbaşısı komutanın yanına getirilmişler ve karşında
çırılçıplak soyundurulmuşlardı. Böylece kireçli ve soğuk suya sokularak
sterilize edildiler. İçlerinde bulundukları durumun İslam dinine göre uygun
olmadığını, en azından edep yerlerinin bir mendille kapatmak istedikleri
söylemişler fakat dinleyen olmamıştı. Tüm eşyalarına ve paralarına el konuldu.
Bunun yerine bir don bir gömlek, ayakkabı olarak sarı bir çift yemeni,
başlarına yırtık bir fes ve uyumaları için altlarına iki adet battaniye
verilerek tekrar hücrelerine gönderildiler. Bulundukları hücre, çölün ortasında
taştan, etrafı duvarlarla çevrili kapı ve penceresi kapalı bir yerdi. Sıcaktan
nefes alacak imkânları yoktu. Besim Bey, tüm aramalarına rağmen saklamayı
başardığı altın saatini feda etmiş ve İngiliz çavuşuna ancak bir pencere
açtırabilmişti. On beş gün sonra tel örgüler içinde diğer esirlerle beraber
yaşama imkânı buldular. Artık daha serbest ve rahat uyuyabilmekteydiler. Tel
örgü içinde bir tahta koğuşlardan birisine yerleştirildiler Kampta Türk, Arap,
Çerkez, Arnavut, Kürt her milletten ve vilayetten binlerce insan vardı. Eyüb
Sabri Bey ve arkadaşları kendileri gibi pek çok Antepli hemşerisi ile bu kampta
tanıştı.[572]
Heliopolis esir kampında kalıp,
kamp hakkında bilgiler veren bir diğer hatırat sahibi Yedek Subay Mehmed
Efendi’dir. Daha önceden yazılan dilekçelerine cevap gelmesi ve subay olduğunun
kendi komutanları tarafından tasdik edilmesi üzerine yedi arkadaşı ile beraber
Heliopolis esir kampına nakledilmişti. Mehmed Efendi, bir üsteğmen, bir çavuş,
bir onbaşı ve bir er de Mehmed Efendi ile birlikte Kahire’nin kuzey doğusunda
bulunan Yeni Mısır diye adlandırılan Heliopolis kampına getirilmişti. 14.
kampta 500 kadar teğmen, yedek subay, küçük rütbeli subaylar ve subay adayları
bulunuyordu. Yedi kişilik esir kafilesini de 25 Mayıs 1919 günü bu kampa
konuldu. Kampta ayrıca 80 Alman yedek subayı ile 100 Alman er bulunmaktaydı.
Kampta toplamda 23.000 esir vardı.[573]
İbrahim Arıkan’ın yazdığı
hatırattan da esirlerin kampa girdikten sonra başına gelenleri de
öğrenebilmekteyiz. Arıkan’ın içinde bulunduğu esir grubu Tel El-Kebir esir
kampına götürülmeden önce Mısır-ı Cedid’te bulunan Heliopolis esir kampına bir
kilometre kala durdurulmuş ve üzerlerindeki tüm elbiselerin, kabalak ve
potinlerinin çıkarmaları emredilmişti. Daha önce açıkta bulunan tuvaletlerden
utanan esirlerin, anadan doğma çırılçıplak bir şekilde zorla soyunmaları aşırı
derecede rencide etmişti. Üzerlerindeki paralar hariç bir kilometre yürüyerek kampa
ulaşan esriler ikişerli sıra ile yazıhaneye alındılar. Esirlerin bulunduğu
kapının sağ ve soluna iki adet asfinikli su dolu varil konulmuştu. Hemen
yanında ise bir süzgeçli banyo daha vardı. Askerler önce süzgeçli banyoya
giriyor, vücudu tamamen ıslandıktan sonra elinde fırça bulunan İngiliz
askerlerinden birisi esirin ön tarafını yüzü hariç yukarıdan aşağıya ve diğer
İngiliz askeri ise arka tarafını enseden topuğa kadar ıslatıyordu. Bu
dezenfektenin ardından, her bir esire elbise, ayakkabı, keçe, külah, battaniye,
kaput, beylik, hasır, karavana, kaşık, çatal, havlu, iç fanila, dış fanila
verilerek bir çadıra on esir olacak şekilde yerleştirildi. Bir süre sonra kamp
daha çok düzene sokuldu ve askerler yüzer kişilik bölüklere ayrıldı.515 [574]
İbrahim Arıkan hatıratında kampta
sabah akşam olmak üzere günde 2 defa yoklama yapıldığından bahsetmektedir.
Burası, genelde esirlerin sürekli kaldığı bir kamp değildi. Arıkan’ın içinde
bulunduğu esir kafilesi, 25 gün burada kaldıktan sonra 5 Ekim 1918’de
İsmailiye’ye yakın Nil kenarında kanal boyunca 35 bin kişilik bir kampa
yerleştirildi.[575]
Mısır’daki esir kamplarından
sorumlusu Müfettiş Yarbay G. Garner, kampın hijyen ve sağlık hizmetlerinden de
sorumluydu. Kamptaki su, Heliopolis şehrinden kanallarla gelmekte olup hem
kalitesi hem de miktarı yeterliydi. Esirler günde iki defa duşu ve çeşme suyunu
kullanabiliyordu. Kampın bulunduğu bölge, aşağı doğru eğimli olarak
çimentolanmıştı. Su, bu sayede iki duş dizisi arasındaki kanaldan akmaktaydı.
Mutfakta esirler için ihtiyaç duyulan sıcak su vardı. Esirler sabunu istediği
kadar alabiliyordu. Kirli çamaşırların yıkanması için özel yerler vardı.
Haftada bir kere, esirlerin çamaşırları ve battaniyeleri sıcak odaya alınmakta
ve iyi bir şekilde sterilize edilmekteydi. Bu tedbir sayesinde kampta haşerat
izine rastlanmıyordu. İyice düzenlenmiş bir bölümde on berber, Osmanlı
esirlerinin saç ve sakallarını tıraş ediyordu. Tuvaletler temiz ve yeteri kadar
mevcuttu. Bunların bir kısmı İngiliz usulü, bir kısmı ise Türk usulüydü.
Tuvaletler her gün carbolineum ile dezenfekte edilmekte ve tuvaletlerin
boşaltılması kanalizasyon düzeni ile yapılmaktaydı.[576]
Kampta bulunan esirlerden Emin
Çöl’ün verdiği bilgiler, kampın ve tuvaletlerin temizliği bakımından Kızılhaç
heyetinin yazdıklarını doğrulamaktadır. Emin Çöl’e göre tuvaletlerin temizlenme
yerleri betondan yapılmıştı ve düzenli olarak temizliği yapılmaktaydı. Kamp
içinde izmarit ve kibrit çöpü atmak yasaktı. Esirlerden kurulu bir ekip, kampın
her yerini gezip temizlik işini yerine getirmekteydi. Banyo da olsun
tuvaletlerde olsun su boldu. Bundan dolayı, 60.000 tutsağın kaldığı Heliopolis
esir kampında hiçbir hastalık çıkmamıştı. Ayrıca temizlenme havuzu vardı.
Burada yeni gelen esirler çırılçıplak soyulur, dar bir koridordan geçirilerek
içi asitle dolu bu havuzun başına getirildi. Ağız içi dâhil her yerleri aranır,
altın ve para var mı diye kontrol edilirdi. Asitle dolu sıvının yüzeyine değen
bir yere bir ağaç parçası konulurdu. Havuza giren her esir bu ağacın altından
geçmek zorunda olduğundan tüm vücudu batmış olurdu. Havuzdan çıkanlar duştan
sonra İngiliz erlerinin elbiseleri giymişti. Havuza girenler, vücudun ince
derili yerlerin yandığını söylemişti. Heliopolis’teki kampların hepsi aynı
standartlarda değildi. Emin Çöl, Heliopolis’de daha konforlu, duşu, kantini ve
suyu bol olan başka bir kampa yerleştirildi. Burada her bakımdan çok rahat
etmişti.[577]
Yedek Subay Mehmed Efendi de kamp yönetiminin çok düzenli olduğunu, subayların
hizmetleri için aşçı ve temizlik görevlisi olarak 150 er verildiğini
hatıratında yazmıştır. Bu erlerin yerleri ihtiyaca göre 10-20 günde bir
değiştirmişti.[578]
Kampta esirlere yardım heyeti
yoktu. Esirlere hiçbir toplu yardım olmadı. İstanbullu Başçavuş Hasan
Hüseyin’in Kızılhaç heyetine verdiği bilgiye göre kampta her ne kadar fakir
esir varsa da yardım göndermenin bir gereği yoktu. Zira, bütün esirler iyi
beslenmekte, iyi giyinmekte ve tütün alabilmekteydi.[579]
Kamp yetkilileri gözleri görmeyen
Emin Çöl için Kızılaydan para istemiş ve bu isteğe Kızılay cevap vererek 60, 40
ve 20 frank göndermişti. Para kendisine Türk ya da Mısır parası olarak verilmemiş;
kantinden yaptıkları alışverişten düşülmüştü. Paranın kendisine verilmeyeceğini
fark eden Emin Çöl, kantinden kokulu sabun, mendil, havlu, çikolata gibi şeyler
almış fakat yine de hesabı kapatamamıştı. Bunun üzerine dilekçeyle bir kilo
tereyağı, iki süt kutusu, sekiz adet et kutusu, reçel ve iki kilo peksimet
istedi. İngilizler, bu isteği yerine getirmiş fakat bu yiyecekleri kendi
askerlerine bile vermediklerini söylemişti. Tüm bu yiyecekleri arkadaşlarına
dağıtmış ve kamptan hesabını kapatarak ayrılmıştı.[580]
Kampa ilk girişte dikkati çeken
şey düzen ve temizlikti. Esirler arasından bir başçavuş barakalar grubundan,
bir çavuş da koğuşlardan sorumluydu. Esirlerin kampta sorun çıkarmayan iyi bir
tavrı vardı. Esirler askerce selam verirler ve yetkililerin her geçişinde esas
duruşa geçerlerdi. Ankaralı Başçavuş Hasan Muhammed ve Konyalı Başçavuş Hamid
Abdullah, Kızılhaç heyetine, arkadaşları adına hiçbir şikâyetleri olmadığını
bildirmişler ve kendilerine iyi davranıldığını doğrulamışlardı. Öte yandan, İngiliz
subay ve astsubayları da esirlerin çok iyi niyetli ve disiplinli olduğunu
belirtmişlerdir[581]
Hindistan esir kamplarında
Müslüman Hintliler ve kamplardaki muhafızlar ellerinden geldiği kadar Türk
esirlerine yardım ediyordu. Buna rağmen Müslüman Mısırlılar biraz da İngilizler
tarafından çok korkutulmuş olduklarından, Türk esirleri gördükleri zaman
bakamamakta ancak selam verebilmekteydiler. En ufak bir saygısızlıklarında en
ağır bir şekilde cezalandırılacaklarının farkındaydılar.[582]
Bu kamp hakkında hatıratında
bilgi veren bir diğer esir de Mehmed Nuri Efendi’dir. Mehmed Nuri Efendi,
kampın şehrin dışında tel örgüler içerisinde olduğunu yazmaktadır. Esirler daha
kampa girerken çırılçıplak soyundurularak banyo yaptırılmıştı. Esirlere
katranlı ilaçlar sürülmüş ve elbise ve çamaşır verilerek koğuşlara
yerleştirilmişti. 15 gün burada kalan esirler daha sonra başka tel örgüye
nakledilmişti. Esirlere bir esaret numarası ile haberleşmek için kampın adresi
verilmişti. Esirlerin bir ara Selanik’e sevk edileceği dedikoduları çıkmış
fakat başka bir kampa nakledilmelerdi. Tüm esirler burada muayeneye edildiler.
Muayene sonrası ayrılan 850 esir Kantara’ya geri gönderildi.[583]
Filistin Cephesi’nde Gazze’de
esir düşen, esirler Ramla yolu ile kanaldaki geçici kamplara getirilmiş ve
Süveyş Kanalı’nda Kantara’da beş günlük karantinada bekletilmişti. Kantara’dan
sonra Mısır-ı Cedid’deki esir kamplarına yerleştirilen tüm askerler soyunmuş
bir şekilde, paraları olanların paraları elinde ayakta bekletilmiş ve
kontrolden geçirilmişti. Daha sonra içi ilaçlı su ile dolu havuza ikişer ikişer
sokuldular. Havuzda, uzun süpürgeye benzer bir şeyle esirlerin kafasına ilaç
sürüldü. Elinde fırça olan bir İngiliz de kovadaki siyah renkli su ile
esirlerin koltuk altları ve edep yerlerini ilaçladı. Koğuşlarda her askere ayrı
bir yatak, iki battaniye, herkese ayrı yemek kapı, havlu, kaşık ve birer takke
verildi. Burada yirmi gün kalan esirler Tel El-Kebir’e nakledildi.[584]
Bu esir kampında esaret günlerini
geçiren diğer bir esir Yafa’da esir düşen Çanakkale Biga Adile köyünden Osman
Ertaş’tı. Esir düştükten sonra peksimet ile karınları doyurulmuş, ardından tren
ile Süveyş Kanalı üzerinden Mısır’a götürülmüştü. Kantara’da esirler için
hazırlanan çadırlara yerleştirildi. Esirlere burada herhangi bir baskı olmamış,
esirlerin ekmek, soğan gibi temel ihtiyaçları karşılanmıştı. 20 gün sonra kanal
geçilerek Mısır-ı Cedid esir kampında 4. tel örgüye konuldu. Burada
üzerlerinden ne varsa alındı ve karşılığında bir makbuz verildi. Tüm esirler
çırılçıplak soyunmuş bir şekilde asit fenikli beyaz bir sıvı dolu fıçıya
sokuldu. Bacak araları ve koltuk altları elinde fırça olan askerler tarafından
iyice temizlendi. Önce Amerikan fanilası verilen esirlere bir hafta sonra banyo
sonrası yazlık elbiseler de temin edildi Osman Ertaş, burada bir İngiliz
binbaşıya hizmetçilik etmiş ve İngilizcesini geliştirmişti. Bu sayede, kendini
sevdirmiş; çok büyük ikramlar elde etmişti. Kendisi gibi 2 ayrı Türk daha
hizmetçi olarak subayların yanında çalıştırılmış fakat sigara, içki çalmışlar
ve sarhoş olmuşlardı. Hemen ardından ikisi de kovulmuştu. Bu kampta, İngiliz
subayların kaldığı 40-50 kadar baraka vardı. Tüm Türk esirlere Osman diye hitap
edilmekteydi.[585]
Kampın
adı esirlere yazılan mektuplarda sık sık geçmektedir. Mesela Adana’nın Şeyhzade
mahallesinden Maliye Tahsildarı Ali Efendi’nin ailesi tarafından 27 Kasım
1918’de Kızılay Cemiyeti Üsera Komisyonuna yazılan mektupta Filistin Cephesi’ne
gönderilen oğulları Onbaşı Ahmed Turan’ın harp esiri olarak Mısır-ı Cedide’de
tutulduğu yazmaktadır. Hatta, aynı taburdan iki esir daha aynı yerdeydi. Hacı
İsmail oğlu Bekir Sıtkı Onbaşı’nın esir bulunduğu, sıhhatte olduğu, kendisine
para ve mektup gönderilmesinin istendiği de mektupta dile getirilmişti. Diğer
esir ise 31. Alay 1. Tabur 2. Bölükten Adana vilayeti Kayıbağ Mahallesi Müslim
oğullarından Onbaşı Müslim oğlu Hasan’dı.[586]
Mısır-ı Cedid kampı hakkında bilgi veren bir diğer mektup, Yüksek Dolap
Mahallesinden esir annesi Zeynep Hanım tarafından Kızılay Cemiyeti Üsera
Komisyonuna 17 Mart 1917’de gönderildi. Mektuptan Mısır-ı Cedid’de Osmanlı
esirleri karargâhı 6. koğuşta kalan esirin Adana’nın Kara İsalı kazasının
Çatalaki köyünden Mehmed oğlu Yusuf Ağa olduğu anlaşılmaktadır.[587]
2.2.3
Kahire
2 Numaralı Abbasiye Hastanesi
Kızılhaç heyeti tarafından 2 Ocak
1917’de ziyaret edilen Kahire yakınlarındaki 2 No’lu Abbasiye Hastanesi, modern
ihtiyaçlarına göre düzenlenen pavyon sistemiyle özellikle Alman, Avusturya,
Bulgar ve Türk esirlere tahsis edilmişti. Başhekim Wickermann’a dört İngiliz
doktor yardım ediyordu. Kızılhaçtan birkaç hemşireyle 18 Türk hastabakıcı,
yaralı ve hastalarla ilgilenmekteydi. Bunlar, sadece tedavi ile uğraşmakta,
temizliği ve diğer işleri Mısırlı yerli işçiler yapmaktaydı. Pavyonlar taş
yapılar olup birbirinden 10 metre genişliğinde bir yol ile ayrılmıştı. Çatı
çimentodandı. Büyük pencereli, iki katlı ranzalarda metalik somya ve yataklar
bulunan hastanede dezenfekte odası, elbise dolabı ve çamaşırhane vardı. Gerekli
olan hastalar için yatak ve koltuklar esirlerin için temiz hava alacak şekilde
yerleştirilmişti. Yer çimento ve talaşlarla kaplanmış ve palmiye hasırları ile
çevriliydi. Pencereler geniş ve her bir hastaya yetecek kadardı. Yataklar iki
sıra halinde olup yaylı şilteydi ve hastalara doldurulmuş minder de verilmişti.
Battaniye kullanımı sınırsızdı. Tüm odalar temiz olup hastanelerin temizlik
servisi elbiseleri temizledikten sonra elbise dolabına koyup sahibine teslim
ediyordu.529 [588]
İngiliz Arşiv belgelerine göre Kızılhaç heyeti yazdıkları raporda kampın
durumunu mükemmel olarak rapor ettiler.[589]
Kampın suyu iyiydi ve Kahire’den
kanallarla geliyordu. Esirlerin kullanabilecekleri sıcak ve soğuk duşlar vardı.
Hastalar küvetlerde yıkanıyor, iyileşme durumunda olanlar musluklara
gidebiliyordu. Tuvaletler Türk usulüydü ve pis su, şehir kanalizasyonuna
gidiyordu.[590]
Hastanedeki esirler İngiliz
askerlerinin giydiği türden pijama giyiyorlardı. İyileşmeye yüz tutanlar, yine
İngiliz askerleri gibi kolları beyaz, açık mavi bir takım giymekte, beyaz hasta
gömleği ve kırmızı boyunluk takmaktaydılar. Oturabilecek durumda olan hastalar
için katlanır sandalyeler vardı.[591]
Esirlerin esaretleri sırasında
veya sonrasında kaleme aldıkları hatıratlarda bu hastane hakkında başka
detaylar vardır. Bu esirlerden birisi olan Hasan Remzi (Fertan) esir düştükten
sonra Mısır Kızılhaç Hastanesindeki 2 günlük tedavisi ardından trenle
Kahire’deki Abbasi Hastanesine nakledildi. Hastanede iyi bir tedavisi görmüş ve
28 gün sonra taburcu edilerek Seydi Beşir Kuveysna esir kampına gönderilmişti.[592]
Bir İngiliz askeri ailesine
gönderdiği bir mektupta, Kahire Abbasiye Hastanesinde kalan hasta Türk savaş
esirlerini ziyaret için bu hastaneye gittiğinden bahsetmektedir. Esirlerin
hepsi oldukça neşeli ve canlı görünmekteydi. Esirlerin her biri, içeri girdiğinde
kendisini selamlamış, her birine onları sevdiğinden bir paket sigara vermişti.
Hastane gece ve gündüz süngülü nöbetçiler tarafından korunuyordu. Geceleri de
ayrıca hastanenin etrafında Kızılhaç deposunu korumakla görevli birkaç takım
nöbetçi bulundurulmaktaydı.[593]
Bursa’da yaşayan Muhafız Taburu
askerlerinden Dağıstanlı Zakir esaret sonrası verdiği ifadesinde Şam’da esir
düştüğünü, esir hastanesinde beş ila altı ay kadar bulunduğunu anlattıktan
sonra subay ve diğer askerlere fevkalade iyi bakıldığını ifade etmişti.535
[594]
İngiltere Hükûmetine esir düşen
Yedek Subay Mülâzımısâni Tevfik Efendi, ifadesinde Kudüs’te yaralı olarak esir
düştüğünü ve Kahire Hastanesine sevkleri sırasında bir miktar esirlere sıkıntı
verildiğini belirtmişti. Hastanede mevcut yaralı subayların vefatlarına
sebebiyet verilmiş ve İskenderiye civarında Seydi Beşir Osmanlı subay esir
karargâhına gönderilmişti.[595]
Mısır
esir kamplarında yaşayan esirlerin gözlerinin çıkarıldıkları iddia edilen
hastanelerin başında 2 Nolu Abbasiye Hastane gelmektedir. Gerek arşiv
belgelerinde gerekse anılarda görülmektedir ki Mısır bölgesinin fiziki şartları
dolayısıyla esirlerin gözleri rahatsızlanmakta ve Ermeni tercümanların
kışkırtma ve kandırmalarıyla da doktorlar tarafından esirlerin gözleri gerekmediği
halde çıkarılmaktaydı.[596]
Kahire’de bulunan Mısır Kızılhaç
Hastanesi, Mısır Prensi Fuad Paşa tarafından kuruldu. Mart 1915’te açılan bu
hastanenin asıl amacı, savaşta yaralanan ve hastalanan dindaşları Osmanlı
askerlerinin tedavilerinin yaptırılmasıydı. Açıldıktan sonra Osmanlı Kızılay
Cemiyetinin kontrolüne verildi. Aynı zamanda, bu hastane Kahire’deki Tip
Fakültesinden Profesör İngiliz Tabip Dr. Kaetinge ile de irtibatlıydı.[597]
Hastane, Kızılhaç heyeti tarafından 4 Ocak 1917’de ziyaret edildi. Kızılhaç
heyeti hazırladığı raporda, Mısır Kızılhaç Hastanesi hakkında mükemmel olduğu
kanaatine varmıştı.[598]
Ömer Lütfi Paşa’nın geniş,
düzenli ve yeşillikler içinde bulunan eski sarayı hastaneye dönüştürülmüştü.
Binanın geniş salonlarında hava akımı fevkaladeydi. Bina hastane olarak
yapılmadığından, servisler biraz dağınık olmakla birlikte, mümkün olan en pratik
usulde kullanıldı. Koğuşlar arasında geniş bir koridor olup esirler arasında
iletişim sağlanabilmekteydi. Hastane 7x7 metre boyutunda ve 8 metre
yüksekliğindeydi. En büyük koğuş bu ölçülerin üzerindeydi. Tüberkülozlu
hastalar, birinci kattaki dört yatak alabilen 4x5x5 metre boyutundaki küp
şeklindeki odalara yerleştirilmişti. Odaların çoğu ağaçlarla çevrili bahçeye
açılıyordu. Hastanenin her yerinde elektrik bulunmaktaydı.[599]
İçme
suyu, kanallarla şehirden gelmekte ve kullanımdan önce filtre edilmekteydi. Hastanede
musluklu lavabolar, banyolar, soğuk ve sıcak duşlar ve Türk hamamları vardı.
Türk usulü tuvaletler de sarayın yanına yapılmıştı. Çamaşır yıkama ve ütü işini
yerli Mısırlılar yapmaktaydı.[600]
2.2.5
Kahire
Kalesi Kampı (Kasr El-Nil)
Kamp kalenin ana binalarından
biri olan Mücevher (Bijou) Sarayı’nda kurulmuştu. Sadece Mekke yakınlarında
esir alınan ve Hicaz’dan gelen kadınlarla çocukları barındırmaktaydı. Çocuk ve
kadınlardan oluşan esirler ayrı ayrı kafileler halinde kampa getirilmişti. 1.
kafilede 123 kadın ve çocuk (11 Eylül 1916), 2. kafilede 66 kadın ve çocuk (16
Ekim 1916), 3. kafilede 26 kadın ve çocuk (28 Ekim 1916), 4. kafilede 82 kadın
ve çocuk (7 Kasım 1916) ve son kafilede 132 kadın ve çocuk (29 Kasım 1916)
bulunmaktaydı. Toplam olarak Kızılhaç heyetinin 3 Ocak 1917’de ziyaret ettiği
kampta, 229 kadın ve 207 çocuk vardı ki bu çocukların 7’si kampta doğmuştur.
1917 yılı Ocak ayı başında 200 kadınlık bir kafile daha beklenmektedir.
Kamptaki esirler üç kategoriye ayrılmıştı: Subayların eşleri ve çocukları,
astsubayların eşleri ve çocukları, erlerin ve hizmetlilerin eşleri ve
çocuklardır. Bu ayrım, koğuşlara mümkün olduğu ölçüde aynı sosyal çevreden
gelen insanları yerleştirmek amacıyla yapılmıştı. Kızılhaç heyetine göre
görünüşe bakılırsa rahatları son derece yerindedir.[601]
Kamp başhemşiresi Bayan Lewis’di.
Kızılhaç heyetine göre çeşitli sınıflardan, halklardan ve dinlerden oluşan bu
kamptaki insanları yönetmek büyük sabır, ustalık ve iyi niyet gerektiriyordu.
Tüm bu özellikler Kzılhaç heyetine göre başhemşirede mevcuttu. Bayan Lewis
kendisi tüm gücü ve yeteneğiyle bu zor göreve adamıştı.[602]
“Selahaddin” adını taşıyan büyük ve geniş
yapı, pek çok süslemeli salonu kapsıyordu. Bu binaların odaları süslü olup
pencerelerinden; camileriyle, minareleriyle ve çölün mistik geçmişiyle Kahire
izlenebilmekteydi. 40 oda 3 bölüme ayrılmış ve sosyal sınıflarına göre tutsak
kadınlar için tahsis edilmişti. Oda ve koridorlar mermerle kaplıydı ve ayrıca
hasır ve halı ile de süslenmişti. Odaların büyüklüğü, kalan az sayıda kişi ile
kıyaslandığında esirlere çalışma ve eksersiz için yeterliydi. Aydınlatma gazla
yapılıyordu. Hol ve koridorlar odaları birbirine bağlıyordu ve esirler geniş
bahçeye istedikleri zaman çıkabiliyordu.[603]
Esirlere demir karyola; yatak,
yastık, çarşaf ve battaniye ile beraber verilmişti. İşlemeli pikeler, döşemeler
binalara ayrı bir hava veriyordu. Kamp yönetimince tüm mobilya ve uyku setleri
sağlanmıştı. Bunlardan başka, aileler masraflarını karşılamak kaydıyla başka
eşyalar da kullanabilmekteydi. Kadınlara ve çocuklara giyecekleri İngiliz
yönetimince verilmişti.[604]
Kampın suyu şehrin kanallarından
geliyordu. Koğuşların yanında lavabolar bulunmaktaydı. Esirler her gün soğuk ve
sıcak duş alabiliyordu. Bulaşık işini, durumu iyi olanlardan bazıları (birinci
kategori) ücreti karşılığında diğerlerine yaptırmaktaydı. Tuvaletler Türk
usulüydü ve kresol çözelti barındırıyordu. Tuvaletlerin pisliği her gün Kahire
temizlik idaresi tarafından kalenin kuyularına boşaltılıyordu[605]
Kampta zorunlu çalışma olmayıp
tamamen isteğe bağlıdır. Eski kamp yöneticisi B. McMahon’un eşi başhemşire,
kampta bir dikiş atölyesi oluşturmuştu. 10 pounda gerekli malzemeler
alınabilmekteydi. Fakat kamptaki kadınların çoğunun yeterince parası
olduğundan, bu faaliyete istekli kişi sayısı sınırlı kaldı.[606]
Esirlerin çoğunun, kampa
getirildikleri zaman üzerlerinde yüklü miktarlarda paraları vardı. Diğer
kampların aksine bu paralara el konulmamış, esirlere bırakılmıştı. Kadınların
bazıları, İngiliz subaylar aracılığıyla subay eşlerine sık sık para
göndermekteydi. Kadınların bazıları da eşlerinden para almaktaydı. Kızılhaç
Cemiyeti kanalı ile de kampa para geldiği de oluyordu.[607]
Kızılhaç heyeti temsilcilerinin
ziyareti sırasında kampta bulunan kadınların heyetten değişik istekleri oldu.
Kamptaki esir kadınlar, eşlerini sık sık görme istediklerini belirtmişlerdi.
Esir kadınların eşleri ile buluşması genelde ayda en az bir defa
gerçekleşmekteydi. Bazı kadınlar da diğer kamplarındaki çocuklarını veya
kardeşlerini görmek istediklerini söylemişti. Çoğunun eşleri, çocukları veya
kardeşleri Maadi veya Seydi Beşir kampındaydı. İngiliz yönetimi, bu istekleri anlaşılır
ve meşru bulmuştu. Değişik zamanlarda pek çok kere demiryolu ile dört saatlik
mesafede olan bu kamplardan kadınların; eşleri, çocukları, kardeşleri
getirtilmiş ve üç dört gün kampta, yakınlarının yanında kalmaları sağlamıştı.
On iki odalı bir apartman bu ziyaretler için tahsis edilmişti. Ancak bunun çok
sık tekrarlanması masraf, muhafız ve organizasyon bakımından kolay bir iş
değildi.[608]
Kızılhaç heyeti tarafından
ziyaret edilen kamplar arasında bu kampın adı geçmemektedir. Kahire’nin 5 km
güneyinde bulunan bu kamp hakkında bilgilere arşiv belgelerinden ve bu kampta
günlerini geçiren esirlerin hatıratlarından ulaşılabilmektedir. Bu esirlerden
biri bir süre Seydi Beşir esir karargâhında kalmış ve orada yaşadığı
sorunlardan sonra Kasr El-Nil esir karargâhına sevk edilmiş Rahmi Apak’tı.
Apak, önce tren ile Kahire’ye, oradan da kamyonla Selimiye Kışlası’na benzer üç
katlı, üç cepheli ve bir cephesi nehre karşı Kasr-ı Nil Kışlası’na
getirilmişti. Kampa Kitchener teşkilatından bir alay yerleştirilmişti. Bu kişiler
yirmi yaş altı gönüllü gençlerden oluşuyordu.[609]
Kışlanın doğu cephesinde Nil
Nehri’ne bitişik sol kenarında ve üst katta, bazı tutuklular için bir koridor
üstünde yan yana altı oda ayrılmıştı. Bu koridorun batıya ve avluya bakan
camsız ve geniş pencereleriyle güneye nehre bakan pencereleri dikenli tellerle
örülmüştü. Odalarda birer ikişer karyola vardı. Aynı koridorun ters tarafında
ve diğer bir koridor üzerinde beş altı oda daha vardı. Fakat bir koridordan
diğerine geçmek yasaktı. Tutuklu bulunan esirler burada tecrit ediliyorlardı.[610]
Apak ve arkadaşları kışlanın üst
katında batıya bakan tek pencereli dar bir odaya yerleştirilmiş ve demir kapı
üzerlerine kilitlenmişti. Her biri ayrı ayrı odaya konulmuştu. Odada tek bir
karyola ve bir de sandalye vardı. Pencereden sokaktan geçen Mısırlılar
görülebilirdi. Bir Mısırlı uzakta duvar dibine dikilmiş Apak’a bakmış, haline
acıyormuş gibi bazı işaretler yaparak tahrik etmeye çalışmıştı. Gece boyunca
esirlere bir lokma yiyecek verilmemişti.[611]
Ertesi sabah Müfettiş Albay
Wilson, yanında bir Ermeni tercümanla içeri girmiş, fakat Apak sandalyeden
kalkmamıştı. Wilson omuzlarından tutarak sandalyeden kaldırmaya çalışmış fakat
başaramamıştı. Apak, Seydi Beşir esir kampında gizli bir terör cemiyeti
kurmakla, adamları ile iki genç Türk subayını ağır surette yaralamakla ve Ermeni
tercümanı boğmaya ve öldürmeye kışkırtmakla suçlandı. En son olarak asıl
hedeflerinin kamp Kumandanı Yarbay Coates ile diğer İngiliz subaylarını
öldürmek olduğu kendilerine söylendi ve bütün bu suçlardan dolayı askeri
mahkemeye çıkacakları yüzlerine bildirildi. Bu sözleri hayretle dinleyen Apak
tüm suçlamaları reddetti. Tüm bu iftiraları atan kişi olarak Çingen Mehmed Ali
gösterilmişti. Apak, Coates’in Ermeni tercümanların elinde oyuncak haline
geldiğini görmüştü. Kendisinin tel örgüleri içinde hapsedilmiş aciz bir insan
olduğunu, bu kadar ağır hareketlerin idam cezasına mal olacağını bildiğini eğer
bir İngiliz subayı öldürmek isterse bunu barıştan sonra İngilizlerle tekrar
karşı karşıya geldiklerinde kavga meydanında yapacağını söyledi. Wilson, Tümen Kumandanı
Kazım Bey’in Apak hakkında güzel sözler söylediğini hatırlatarak diğer iki
arkadaşının kışlada münferit odalarda bulunacaklarını, kendisinin yedi sekiz
tutuklu[612]
ile beraber kalacağını ve iyi muamele edilmesini tavsiye edeceğini
söyledi.[613]
Üçüncü ayın ortasında, esirlerin
yemeklerini yapan Mısırlı aşçıya kızan Yüzbaşı Vasfi yemek tabağını aşçının
kafasına atmış ve kafasını yarmıştı. Esirlere nezaret eden İngiliz çavuşu,
birkaç askerle Vasfi’nin elini, kolunu yere yatırarak karyolanın demirlerine bağlamıştı.
Hemen arkasından İngiliz çavuşu Apak’a, Yüzbaşı Vasfi’nin hareketini haksız
bulup bulmadığını sormuş; Apak dört ay aynı odanın içinde kalan bir insanın
sinirlerinin bozulabileceğini söyleyerek haksız olmadığını söylemişti. Bunun
üzerine, onun da eli ve kolu yere yatırarak karyolanın demirlerine bağlandı.
Yarım saat sonra tekrar gelerek kendisinin maruz görülmesini istemiş ve
emirleri uyguladığını alaycı bir şekilde söylemişti. Dört saat orada bağlı
kaldılar. Sonra kışla ve alay kumandanı albayın yanına götürüldüler ve
durumlarının düzeltileceği, ara sıra dışarı çıkmalarına izin verileceği vaat
edildi.[614]
Eşref Bey hatıratında yaşadığı
Kasr El-Nil esir kampının detaylarını veren bir diğer isimdir. Eşref Bey ve
yanındaki esirler, esaret sonrası Süveyş Kanalı yolu ile Kahire’de bulunan Kasr
El-Nil Kışlası’na getirilmişler ve kendileri için Kasr El-Nil Kışlası’nın
ikinci katında üç oda ayrılmıştı. Ortadaki büyük oda Eşref Bey’in, sağında
Yarbay Ali Bey, İsmail ve Ethem beylerin, soldaki odalar ise diğer
subaylarındı. Odalarda en basit ihtiyaçları bile karşılayacak eşya
konulmamıştı. Kapıda süngülü muhafızlar nöbet tutmaktaydı. Esir kampından çok
bir hapishaneyi andırıyordu. Esirler, tuvalete dört süngülü asker arasında
çıkıyor ve tuvalet sırasında kapının açık olmasında ısrar ediyorlardı. Esirler,
Türk örf ve geleneklerine aykırı olduğundan durumu kamp komutanı Albay
Nikolay’a anlatarak tuvalet kapısının kapanmasına müsaade alabildiler.[615]
Eşref Bey’i sorgulamak için
yapılan ziyaretlerin ardı kesilmemekteydi. Yapılan sorgulamada İbn-i Resid,
İbn-i Suud ve Mısır’daki Teşkilat-ı Mahsusa faaliyeti hakkında sorular
sorulmuştu. Ayrıca Ermeni tehciri, Enver Paşa’nın yaveri Mümtaz Beyin Mısır’da
bir kız kardeşinin olup olmadığı, Kudüs’teki Siyonist çalışmaların Türkler
tarafından nasıl değerlendirildiği gibi sorular da kendisine yöneltilmişti.
Eşref Bey, Ermeni tehciri başta olmak üzere tüm soruları yanıtlamıştı.[616]
İngilizler Eşref Bey ve yanındaki
arkadaşlarına esaretleri boyunca büyük ilgi ve alaka gösterildi. Kendilerine
karşı iyi muamelede bulunulmuştu. Örneğin, Kamp Komutanı Albay Nikolay, çoğu
Türkçe ve Arapça olan birçok kitap ve dergiden başka ayrıca bir de katalog
getirtti. Geniş bir odanın döşemesine ait resimleri içeren bu katalogdan
esirler istedikleri seçebilecekti. Ayrıca Eşref Bey’in çevresindeki kontrol
azalmıştı. Bahçeye inebilmekte ve arkadaşları ile görüşebilmekte, hatta yeni
dostluklar kurabilmekteydi. Diğer esirlerin aksine Seydi Beşir, esir kampına
nakledilmedi. Londra, Eşref Bey’in Arap Yarımadası’nın hiçbir yerinde
bulundurulmamasını istemedi ve bu sebeple genelde olduğu gibi üst rütbeli
Osmanlı esirlerini gönderdikleri Malta Adası’na sevk etmişti. O andan Malta’ya
yolculuğuna kadarki tüm kaçma teşebbüsüne karşı tedbirler alınmıştı.[617]
Malta Adası’na nakli öncesi Kasr
El-Nil kampında bir sürpriz gelişme oldu. Eşref Bey’in odasına aslen
Diyarbakırlı olup Hidiv ailesine mensup bir prensesle evlenerek Mısır’a
yerleşen Ata Hüsnü Bey getirildi. Bu kişi Eşref Bey gibi Malta’ya sürgün
edilmiş fakat tutuklanma sebebini bir türlü öğrenememişti. Bu iki kişi arasında
kısa sürede dostluk kuruldu. Eşref Bey, bu kişiden Mısır’da meydana gelen
hadiseleri öğrenmiş ve kendisinin yaralı olarak ele geçirilip esir edildiği
haberlerini dinlemişti. Teşkilat-ı Mahsusa, Mısır’ın yeni münevver gençliği
üzerindeki etkilerini göstermeye başlamıştı.[618]
Bazı esirler Kasr El-Nil
karargâhından Malta’ya sevk edilirken Malta’dan da Kasr El-Nil’e siyasi esirler
getirildi. Bunlar arasında, Malta Adası’nın İngiliz hâkimiyetinden kurtarılarak
müstakil olmasına çalışan hürriyetçiler de vardı. Dumek
Kasr El-Nil’e gelen bu kişilerden
birisiydi. İngilizlerin bu kişiye fena kızmış oldukları en basit ihtiyaçlardan
bile mahrum etmelerinden anlaşılıyordu. Eşref Bey Hintli bir Müslüman nöbetçi
ile kendisine sigara, çamaşır, yiyecek, hatta para gönderdi.[619]
İngilizler, Arap Yarımadası’nın
dışında ele geçirdikleri ve şahsiyetlerine önem verdikleri esirleri Kasr
El-Nil’de toplamıştı. Eşref Bey’e göre bunun sebebi, Mısır istiklalcilerine,
kendi arzu ve gayelerine aykırı yol takip edenlerin akıbetini göstermek ve
hallerinden memnun olmayanları bir araya toplayarak keder ve nefreti sadece bir
esir kampının duvarlarının arasına sıkıştırmaktı.[620]
Medine’de
esir edilen Fahrettin Paşa da 188 gün esaret hayatı geçirdiği bu kamp hakkında
bilgiler vermiştir. Kendisine sadece bir emir eri verilmiş, diğer paşalara
verilen haklar paşadan esirgenmişti. Ayrıca refakatine bir İngiliz subayı
verilmiş, onunla şehri gezmesine müsaade edilmişti. Haftanın belirli günleri
otomobil ile gezintiye çıkan Fahrettin Paşa’yı üniforma için de tanıyan halkın “Yaşa
Paşa” diye bağırmaları İngilizleri rahatsız etmiş, ilk başlarda bir şey
diyememişlerdi. Bu çeşit gösterilerin artması üzerine sivil giyinmesi istenmiş,
paşa bunu şiddetle reddederek kendisinin harbiye mektebinden beri üniformasını
çıkarmadığını ve çıkarmayacağını söylemişti. Olayın büyümemesi için Mısır’da
kaldığı 7 ay boyunca Nil Nehri’ndeki karargâhından dışarı çıkmadı.[621]
Paşa bu kampta hastalanmış, hastalığı tam geçmeden savaş suçlusu olarak
Malta’ya gönderilmişti.[622]
Kahire’nin
15 km güneyinde bulnan ve Türk esirleri açısından önemli kamplardan biri olan
Maadi kampı, Nil Nehri’nin sağ kıyısındadır. Birinci Dünya Savaşı sırasında,
İngilizlerin aldıkları bütün esirler önce bu kampa getirildiler ve buradan
Mısır’daki diğer kamplara dağıtıldılar.[623]
Kızılhaç heyetinin 3 Ocak 1917
tarihinde kampı ziyareti sırasında kampta 5.556 Osmanlı astsubayı ve askeri (yedek
subay altı) bulunmaktaydı. Bunların arasından 1.200’ü Sina Yarımadası’ndaki
El-Ariş’ten Ocak 1917’de getirilen esirlerdi. Kampta hiç subay yoktu. Üç imam,
er gibi görev yaptıklarından subay sayılmadı.[624]
Kızılhaç heyeti ziyaret sonrası tuttuğu raporda kampı düzenlemeler açısından
mükemmel olarak kaydetmişti.[625]
Kamp, dört mahalle şeklinde 41
bölüm ve 4 karargâhtan oluşuyordu. Her bir karargâh dikenli tellerle
ayrılmıştı. Türk temsilcileri, savaş boyunca yaptıkları yazışmalarda Türk
esirlerin bulunduğu kampların etrafında dikenli telin yerine düz tel olması
gerektiğinde ısrar etti. Fakat bu tür taleplere hiçbir zaman olumlu cevap
verilmedi.[626]
Esirler arasında Türklerden başka Araplar, Ermeniler, Rumlar, Filistin ve
Mezopotamya Yahudileri ve biraz da Senusiler vardı. Esirlerin küçük bir grubu,
savaşın başından beri esaret altındaydı. Büyük bir kısmı Çanakkale’den
getirilmişti. Bu esirler arasında Abdülmuhsin adında sekiz yaşında bir erkek
çocuk da vardı ve babasıyla birlikte kalıyordu.[627]
Maadi kampında Osmanlı esirleri
için iki tip lojman bulunmaktaydı. Birinci tip, önceleri bir müzik okulu olarak
yapılmış ve daha sonra fabrika olarak kullanılmış ilkel eski binalar; ikinci
tip ise sonradan savaş esirleri için yapılmış yeni binalardı. Birinci tipteki
olan eski binalar, 80 metre uzunluğunda, 15 metre genişliğinde, taş duvarlarla
kaplı geniş salonlara sahipti. Yükseklikleri 10 metreydi. Bütün salon boyunca
su boruları vardı. Bunlara bazı yeni binalar da eklenmişti ki bunlar depo ve
idare binaları olarak kullanıldı. Kampın diğer bölümlerindeki yeni binalar,
30x12 metre boyutlarında ahşap çiftlik evleri olarak inşa edilmişti. Duvarların
yan tarafları ve çatı kamış ve tahta ile kaplıydı. Yer sertleştirilmiş zemin
olup kamp odaları temiz ve hava için dışarıya açıktı. Odaların havalandırma
problemi yoktu.[628]
Bütün yerleşim birimleri, 2 metre
uzunluğunda çamurdan yapılmış bir zemin üzerindeydi. Bu zeminden 25 cm
yükseklikte, yine sert çamurdan yapılmış yatak şeklinde yükseltiler vardı.
Yatak yerine kullanılan hasırlar, bu yükseltilere serilirdi. Her esirin üç
battaniyesi vardı. Geceleyin hava çok soğursa ek battaniyeler de verilirdi.
Ranzalar arasında esirlerin şahsi eşyalarını koyabilecekleri küçük masalar
bulunmaktaydı.[629]
Esirler kampa gelir gelmez geniş
bir avluya alınmış, burada ayakkabıları ve bütün giyim eşyaları
çıkarttırılmıştı. Bir sağlık tedbiri olarak esirlerin tüm giysileri atıldı.
Esirlere dezenfekte olduktan sonra yeni elbiseler verildi. Esirlere verilen
kıyafetler iki iç çamaşırı, iki fanila, gömlek, bir kumaş kemer, çorap,
pantolon, açık mavi kumaştan yapılmış düğmeli üniforma benzeri bir ceket ve
kırmızı bir festen ibaretti. Ayrıca erler için deri pabuç, çavuş ve onbaşılar
için iskarpin verildi. 12 derece sıcaklıkta bazı esirlerin kalın kumaştan
pardösüsü vardı. Her esir, ceketinin yakasında kayıt numarasını gösteren küçük
metal plâkaları taşımak zorundaydı. Astsubaylar, kollarına taktıkları beyaz bir
kolluk ile ayırt edilebiliyordu. Onbaşılar bu bez üzerine mavi bir bant,
çavuşlar ise kırmızı bir bant sarmaktaydı. Başçavuşların kolunda, kolluk olarak
kırmızı bir bez vardı.[630]
Kamptaki içme suyu, Nil Nehri
kıyısına kazılmış bir kuyudan, buharla çalışan iki pompayla sağlanıyordu. Nil
Nehri’nin suyu doğal bir filtreden geçerek kampa hâkim bir depoya getiriliyor
ve oradan basınçla dağıtılıyordu. Suyun bakteriyolojik özellikleri her hafta
kontrol ediliyordu. Kullanma suyu neredeyse sınırsızdı. Soğuk ve sıcak duşlar
her yere yerleştirilmişti. Esirler haftada bir duşlara gelmek
mecburiyetindeydi. Ancak isteyenler günde dört kez de duş alabiliyordu. Duşlar
yazın hiç boş kalmıyordu. Esirlere yeterince sabun veriliyordu. Esirler
çamaşırlarını, muslukların altında oluşturulmuş tahta küvetlerde kendileri
yıkıyordu. Kampta, basınçlı buharla çalışan iki sterilizasyon odası vardı.
Battaniyeler haftada bir bu odalara gönderiliyordu. Kampta bit, pire gibi
haşerat yoktu.[631]
Gündüz kullanılan tuvaletler
barakaların yaklaşık 100 metre uzağındaydı. Hepsi Türk usulü yapılmıştı. Her on
esire bir küçük tuvalet teknesi düşecek şekilde düzenlenmişti. Her bir tuvalet
teknesi krezol çözelti içermekteydi. Kahire temizlik idaresi her gün buraları
temizliyor ve atıklar gübreye dönüştürülüyordu. Barakaların hemen yanında
bulunan tuvaletler sadece gece kullanımı içindi ve gündüz kaldırılıyordu.573
[632]
Kampta disiplin açısından bir
şikâyet yoktu. Ceza çok ender olarak verildi. Kaçma teşebbüsünün cezası üç ay
hapisti. Olayın tekrarı halinde bir esir ikinci defa hâkim karşısına çıkıyorsa
6 ay hapis cezası almaktaydı. Hapis cezası alan esirlerin istihkakı aynen devam
ediyordu. Sadece tütün alamıyordu. Hapishane olarak kullanılan yerler betonarme
odalardı ve üstten parmaklıklı iki pencere ile aydınlatılıyordu.[633]
Kamp komutanı her hafta bir genel
teftiş yapmıştı. Bu teftiş sırasında her esirin sıranın önüne çıkarak
şikâyetini veya isteğini söyleme hakkı vardı. Ayrıca esirler, kampı sık sık
teftiş eden kampların genel komutanına ve İngiliz General Casson’a başvurma
hakkına da sahipti. Maadi kampında daha fazla tütün ve kahve almak için para
isteyen birkaç kişi ayrı tutulursa yoksul denebilecek kimse yoktu.[634]
Kızılhaç tarafından hazırlanan
rapor hakkında Osmanlı Devleti’nin yetkili kurumları tarafından inceleme ve
araştırmalar yapılmış; raporun taraflı olduğu ve raporda pekçok yanlışın olduğu
kaatine varılmıştır. Osmanlı subaylarına tahsis edilen yerleşimler raporun
aksine bir kişinin yaşayamayacağı kadar dar ve az sayıda küçük odadan
oluşmaktaydı. Havalandırma olarak sadece tavanda bir çatı penceresi vardı.
Bahsi geçen subayların odalarından çıkmaları yasaktı. Bu odalar saat 10.00’dan
itibaren kilitli tutuluyordu. Dışarı çıkmak gerektiğinde Osmanlı subayları
nöbetçi askere seslenmek zorundaydı ve bu izin de oradaki görevlinin keyfine
bağlıydı. Kimi zaman esirlerin bir araba gezintisi yapmalarına izin vermesine
rağmen bu arabada en küçük bir havalandırma ya da ışık boşluğu yoktu. Ayrıca
araçta tüfekleri süngülü askerler subaylara eşlik ediyordu. Esirlere bu izin
verilirken esirlerin sağlıklarının gözetildiğini düşünmek sadece iyimserlikti.
Bu gezintilerin tek amacı vardı o da orada yaşayan nüfusa İngiliz kuvvetlerinin
yeni esirler almaya devam ettiklerini sanmalarını sağlamaktı.[635]
Osmanlı Devleti’nin kendi
esirlerine kötü muamelede bulunulduğunu iddia ettiği Maadi esir kampı, sadece
Kızılhaç heyeti tarafından değil Mısır’da bulunan Amerikan Konsolosluk
yetkilileri tarafından da ziyaret edilip kamp hakkında raporlar tutulmuştu.
Amerikan diplomatik temsilcileri Maadi esir kampındaki Türk esirlerinin
durumunu görmek üzere Kahire’deki komuta subayı Kaptan Louis tarafından Haziran
1915’de davet edilmişti. Amerikan diplomatik temsilcileri ziyaret sonrası
kamptan iyi düşüncelerle ayrıldı. Bu konuda Başkumandanlık Vekâletine 5 Temmuz
1915’de Amerikan Elçiliğinden gelen yazıda, ziyaret sonrası kamp şartlarının detayları
sunulmuştu. Esir subayların istirahati için yapılan düzenlemeler, Amerika
diplomatik temsilcisi üzerinde iyi bir izlenim bırakmıştı. Esir subaylara
İngiliz subaylarına verilen yemeklerden yedirildiği ve yiyeceklerin iyi
kalitede olduğu, her birine yaylı yatak ve şilte verildiği, Kahire Amerikan
elçisi tarafından yazılan raporda belirtmişti.[636]
Aynı yılın sonunda bir başka raporda önceki raporda Türk esirlerin yaşadığı
şartlar tekrar edilmiş ve mevcut koşullar altında esirler ile iyi ilgilenildiği
ileri sürmüştü. Bu rapora göre de esirler iyi yataklara, iyi havalandırılan
yatakhanelere ve uygun yiyeceklere sahipti ve kendilerine yapılan muameleden
son derece memnundu.[637]
Amerikan Elçiliği tarafından
kampa yapılan bir diğer ziyaret ve sonrasında hazırlanan rapor 1915’in son
aylarıdır. Osmanlı Ordû-yı Hümayunundan Hariciye Nezaretine Başkumandan Vekili
Enver Paşa imzalı 4 Kasım 1915 tarihinde giden yazıda, Mısır ve diğer
yerlerdeki Osmanlı esirleri hakkında Amerikan siyasi memurları ve konsolosu
tarafından hazırlanan bu rapordan bahsedilmekteydi. Raporda, Türk esirlere
karşı gerçekleşen muamelelerin olması gerektiği gibi mükemmel olduğundan ve
Arap esirlere ayrıcalıklı davranılmadığından söz edilmekteydi. Osmanlı
Hükümetine göre bu rapor derin bir araştırma sonucu hazırlanmış olmayıp bazı
Arap ve Rum askerlere ait ifadelerden ibaretti. İngilizlerin Arap esirlere
karşı maksatlı olarak ılımlı davrandıkları, Irak’ta ele geçirdikleri esirlere
karşı gösterilen muameleler ile sabitti. Amerikan yetkililerine göre Osmanlı
Devleti kendi topraklarındaki İngiliz esirlere uyguladıkları baskılar son
zamanlarda hafifletmişti. Amerika siyasi ve konsolosluk memurları tarafından
yapılacak ziyaret Osmanlı Hükûmetince kabul edilebilir olsa da İngiliz
topraklarındaki Osmanlı esirlerinin bilinen hâlleri tam olarak
aydınlatılmadığından Osmanlı Devleti, topraklarındaki İngiliz esirlere
misilleme uygulamaya devam edecek görünüyordu. Amerikan konsolosu
gerçekleştirdiği ziyarette esirlerin gıdasına, haklarında edilen muameleye ve
kendilerine gördürülen işle alakalı hususların en ince ayrıntısına varıncaya
kadar her şeyi tetkik etmiş ve bir Türk tercüman vasıtasıyla esirlerden bazısı
ile görüşmüştü. Teftişin gerçekleştiği sırada elçilik personellerinden birinin
Türkiye’de İngiliz esirlerin bulunduğu Afyonkarahisar, Ankara, Çankırı ve
Sivas’taki esir karargâhlarına gönderilmesi gündeme geldi. İngiltere Hükûmeti,
Osmanlı Devleti topraklarında bulunan İngiliz ve Fransız esirlerinin ayda bir
kere Amerikan elçilik memurlarından biri tarafından ziyaret edilmelerine
müsaade edildiği takdirde kendi topraklarındaki Türk esirlerin de Amerikan
memurları tarafından ziyaret edilmelerine müsaade edileceğini ifade etti. Bahsi
geçen kamplardaki esirlerinin durumunun istenilen düzeyde olduğu Osmanlı Hükümetine
inandırıcı gelmedi. Raporda, sayıları 10-12 futbol oynayan Türk askerlerin
fotoğraflarından bahsedilmekte ve Türk esirleri hallerinden gayet memnun
gösterilmekteydi. Enver Paşa, futbol oynarken çekilen fotoğraflarda görülen 10
ila 12 kişinin teşhisinin mümkün olmadığını belirtti. Gerçekte bu garnizonda
bulunduğu kesin olan 48 subaydan konsolosun ziyareti sırasında 6’sı izinli
olarak kasabaya gitmişti. Osmanlı Hükûmeti, geri kalan esirlerin tamamının
fotoğraflarının çekilmesi gerekirken yalnız teşhis edilemeyen 12’sinin resimde
görülmesine şüpheyle yaklaşmıştı. Mısır’daki esirlerine iyi muamele edildiğine
dair kendisine verilen belgeleri yeterli görmedi. Osmanlı Devleti’nin
topraklarındaki İngiliz esir kamplarının teftişini engellediği iddiası da yalanladı.
Amerika Elçiliği Müsteşarı Philip Hoffman, iki defa Afyonkarahisar ve Ankara’ya
gelerek İngiliz esirlerini ziyaret ettiği gibi daha sonra da ziyaretine müsaade
edilmesi için de kendisine fotoğraflı ve onaylı belge verildi. Hoffman, bu iki
ziyaretindeki gözlemlerini rapor ile bildirdi.[638]
Mısır’daki Amerikan diplomatik
temsilcileri tarafından Maadi esir kampı hakkında 1915 yılında hazırlanan
raporlarda, Osmanlı esirleri, Kahire’den birkaç mil uzak Nil kenarında Maadi
adında muntazam ve ferah bir bahçede ikamet eden kişiler 579 olarak
tasvir edilmişti. Kampın ziyaret edildiği gün itibariyle kampta 1.500 Türk ve
Arap esir ikamet etmekteydi. Esirler kampta fevkalade rahat olup ikamet
ettikleri taş ve tuğladan yapılmış daire gayet havadar ve elektrik ile aydınlatılıyordu.
Her bir esire ayrı ayrı yatak tahsis edilmişti. Esir subaylar için ayrı
daireler tahsis edilmiş ve kendilerine karyola, battaniye, çarşaflar, sandalye,
kanepe, masa ve lazım olan diğer eşyalar verilmişti. Subayların yatak odası çok
rahat olup her türlü istirahatleri tesis edilmekteydi. Kendilerine mahsus
ayrıca hizmetçiler de görevlendirilmişti. Esir subay ve erler ile
muhafazalarına memur olan görevliler arasında muhabbet ve samimiyet mevcuttu.
Esirlerle görüşmek için her gün müracaat eden ziyaretçilerin kabulüne müsaade
ediliyordu. Esirlerin gördüğü muameleden dolayı gerek esirlerin ve gerek
ziyaretçilerin memnun oldukları anlaşılmaktadır.[639]
Osmanlı Hariciyesi, 19 Ocak
1916’da Londra Savunma Bakanlığına Mısır ve Limni’deki Türk savaş esirlerine
yapılan kötü muamele ile alakalı bir nota vermiştir. Akdeniz Sefer Kuvvetler
Karargâhından ve Mısır’daki komuta generalinden Türkler tarafından öne sürülen
iddia üzerine bir rapor daha hazırlanması istendi. Raporun hazırlanması için
kampa ziyaret gerçekleşdi ve İngilizce veya Fransızca konuşabilen esirlerle
doğrudan diğerleri ile tercüman aracılığıyla görüşüldü. General Maxwell’in
talimatıyla sorumlu İngiliz subaylar, temsilciye her türlü kolaylığı sağlamış,
her şeyi göstermiş ve sormak istediği her soruya izin vermişti. Esirlerin
barınma şartlarının çok kötü olduğu, iyi doyurulmadığı ve zorunlu
ihtiyaçlarının giderilmediği Osmanlı Devleti tarafından iddia edilmişti.
Akdeniz Seferi Kuvvetler Komuta Generali bu iddiaları reddetmiş ve dikkatli bir
araştırma yapılırsa bu esirlerin iyi doyurulduğunu, barınma ihtiyaçlarının iyi
şekilde karşılandığını ve her adama ihtiyacı olduğunda bol ve ayrıcalıklı
giyecek verildiğini ileri sürdü. Bu esirlere sert davranıldığı iddiasının
hiçbir dayanağı yoktu ve onların genel tavrı gördükleri muameleden memnun
olduklarını göstermekti. Mısır’daki Türk esirlerle ilgili olarak 19 Ekim ve 15
Kasım tarihli önceki iki mektuba dikkat çekilerek, Akdeniz Sefer Kuvvetleri
karargâhından ve Mısır’daki komuta generalinden gelen Mısır’daki Türk savaş
esirlerine yapılan muamele üzerine ayrı bir rapor daha sunuldu. Raporda
sıralanan yiyecek başlıkları, sağlık subayının fikrine göre tatmin edici bir
beslenme diyeti olduğunu 580 göstermekteydi. İngiliz askerlerin
yiyeceklerini Müslüman olan Türk askerlerine vermek uygun değildi. Mısır’daki
Amerikan diplomatik temsilcisi tarafından yazılmış mektuplarda, subayların
yemeklerinin ve kışlalarının her şekilde tatmin edici olduğunu söyleniyordu.
Subayların bulunduğu odalar iyi havalandırılmaktaydı ve havanın sadece üstten
geldiği doğru değildi. Tüm odaların açılıp kapanabilen pencereleri vardı.
Otomobillerin temin edilmesi, seyahatlerin sürekli olması ve onlarla birlikte
gidecek silahsız eskortların bulunması; otomobil gezilerinin tekrarlanmasını
zor hale getirmişti. Bununla birlikte, Amerikan diplomatik temsilcisi piyano,
masa tenisi, boks eldiveni, eskrim sopaları ve lobutları olan bir aktivite
odası ile futbol oynanabilecek bir alanlarının subayların kullanımı için tahsis
edildiğini belirtti. Subay adaylarının da günde iki kez futbol oynanan bir
alanı, boks eldiveni, eskrim sopaları ve lobutları olan bir alanı vardı.
Esirler kendi sebze bahçesine, geniş bir eğlence sahasına ve günde iki kez
acılan, yiyecek, tütün vb. satın alabilecekleri bir kantine sahipti. Tüm
esirlere sıcak tutacak giysiler, montlar ve üç battaniye sağlanmıştı. Aynı
zamanda orada bir cami, bir berber dükkânı ve geniş bir hamam vardı. Süveyş
Kanalı yakınlarında yakalanan esirlerin uzun süre yakıcı güneş altında
yürütülmeleri, yetersiz bir dayanak olarak iddiadan öteye geçmemekteydi. Kısa
yürüyüş, silah ve ekipman taşımak zorunda olan eskortlar için; hiçbir şey
taşımayan esirler için olduğundan daha yorucuydu Esirlerin otomobiller ile sevk
edilmesi, İngiltere Hükûmetince gülünç bulunmuştu. Türk askerlerinin
tedavilerinin yapılmadığı söylentileri kabul edilemez bir gerçekti. Türk ve
İngiliz yaralılarının aralarında fark olmaksızın aynı zamanda tedavi edildiler.
Gerekli olduğu yerlerde, yaralı esirler deniz yoluyla ya da ambulans trenle gönderilmişti.
Esirlere yönelik iddia edilen kötü muamele kapsamında dikkatli bir araştırma
yapılmıştı. Araştırma sonucu bulguları şunu göstermiştir ki; esirlere büyük bir
kararlılıkla en iyi muamele yapılmıştı. Esirler, tutuklu bulunmalarından başka
hiçbir rahatsızlık verici duruma maruz bırakılmadılar. Esirlerin ağaca
zincirlendiğini gösteren hiçbir delil yoktu. Bazen esirler tüm gece diğer
esirler ile bir arada tutulmaktaydı. Bu, yalnızca * yakalanma
noktasından uzaklaşmalarından ve tamamen askeri gerekliliklerinden
kaynaklanmaktaydı.[640]
Maadi esir kampında esirlerin
kaldığı kışlaları, genel muameleleri ve yaptıkları işleri kapsayan raporda
esirlere zorla herhangi bir iş yaptırılmadığı anlatılmaktadır. Günde iki saat
sağlığı yerinde olanlar, kışlalarının yakınındaki yolları düzeltmekteydiler.
Teftişi yapan diplomatik temsilci, Türk esirler tarafından yapılan bu işi çok
fazla veya sert görmemiş ve yapılan işin esirleri iyi bir kondisyonda tuttuğunu
ve biraz işçilik yapmalarının onları incitmeyeceğini rapor etmişti.[641]
Teftiş ile görevli temsilci
İstanbul’daki askeri okul öğrencileri ile konuşmuş ve onlara nasıl muamele
edildiğini sormuştu. Verilen işlere itirazları olmadıklarını öğrenmişti.
Konforlu görünen bambu yataklarında yatan tüm askeri öğrenciler kendilerine
günde birden fazla kez kullanabilecekleri özel banyoların verildiğini ve
yiyeceklerin İngiliz askerlerine sağlananlarla aynı olduğunu anlatmıştı. Bu
askeri öğrenciler, şehir merkezinde tutulan Türk subaylarla birlikte olmaları
gerektiğini düşünüyordu.[642]
Raporda Maadi esir kampında
bulunan esirlerin ırklarından da bahsedilmiştir. Kampta Türk, Ermeni, Suud
(zenci) ve Mısırlı (doğum yeri) yirmiden fazla askeri öğrenci vardı. Bunların
yüzeysel bir gözlemle fiziksel kondisyonları iyi görünüyordu.[643]
Diplomatik temsilci, kampta
bulunan 17 koğuşun Türk çavuşlarıyla konuşmuş, Türk askerlerinin aldığı
yiyecek, iş, banyo, giysi ve benzeri her şeyin söylendiği şekilde olduğunu
doğrulatmıştı.[644]
Kahire’de bulması çok zor ya da
imkânsız olmayan belirli Türkçe kitaplara ve gazetelere izin verilmişti. Bir
askeri öğrenci diplomatik temsilciye okuması için yerel Arapça gazete vermiş
fakat temsilci okumayı reddetmişti. Kampta bu tür huzur ve disiplini bozucu tüm
yayınların bulundurulması ve okunması sakıncalı görülmüş ve yasaklanmıştı.
Diplomatik temsilci bu yasağı makul karşılamıştı.[645]
Kamplarda gerçek anlamıyla
esirler tarafından yapılan ciddi bir şikâyet yoktu. Bunun kanıtı olarak da
birkaç ay boyunca İstanbul’a Mısır’daki Türk esirleri tarafından haftada
2.000’den fazla yazılmış mektup gösterilmişti. Diplomatik temsilciler
tarafından okunan mektupların hiçbirinde şikâyet bulunamamıştı. Teftişi yapan
diplomatik temsilci de çok iyi bilmektedir ki Türk esirleri tarafından yazılan
tüm mektuplar çok sıkı sansüre tabiydi ve şikayet içeren mektuplar sansür
heyetince yok ediliyordu.[646]
İngiltere,
esirlerin tutulduğu tüm kampların, karşılıklı olmak şartıyla tarafsız bir
devlet veya kuruluş tarafından ziyaretine izin vermeye istekli olduğunu
belirtmişti. Bu amaçla da tercihen Birleşik Devletler vatandaşı, reddi
durumunda diğer uluslardan bir sağlık subayının seçilmesini istedi. İngiltere
Hükûmeti, sözlerininin arkasında olduğunu ve Babıâli’nin bahaneler üretilerek
üstüne düşeni yapmaması durumunda Eyüb Sabri, Zennun ve seçilen diğer
esirlerden bazıları için misillemeye başvuracaklarını söyleyerek Babıâli’yi
tehdit etti.[647]
Mısır’da Türk esirlerin yaşadığı
bir kamp da Tura’dır. Süveyş Kanalı boyunca gerçekleşen çarpışmalarda,
İngilizler 1915’in başında 1.000 civarı Türk esiri almış ve daha önce Mısır
Hükûmetinin küçük silah fabrikası olarak kullandığı Tura esir karargâhına
yerleştirmişti. İngiliz basını 17 Nisan 1915’de Süveyş’te alınan 1.000
civarında Türk esirin bu kampta olduğunu yazmıştı. Esirler arasında ayrı bir
bölümde kalan 12 subay bulunuyordu. Subaylar geniş odalarda kalmaktaydı.
Subayların odalarında kilim, yatak, yatak takımları, günlük eşyaları ve
elbiseleri için rafları ve dolapları mevcuttu. Odaların rahatlığı ve banyoların
büyüklüğü İngiliz subaylar ile eşit düzeydeydi. Arapça kâğıt ve kitaplar
isteyenlere temin edildi. Subaylar rütbelerine göre para ile elbise siparişi
yapabiliyordu. Esirler kendi ülkelerinden bütçeleri gelinceye kadar kamptan
avans çekebilmişti. Subayların kaldığı bölümler büyük bir hol ve küçük
odalardan oluşmaktaydı. Her bir bölüğün bir çavuşu bulunuyordu.[648]
Diğer esirlerin odaları geniş bir yatakhane holü ve daha küçük birkaç odadan
oluşmaktaydı. Esirler büyük gruplar halinde ve her biri bir çavuşun denetimi
altındaydı.[649]
Bu kamp, Kızılhaç heyetinin
ziyaret ettiği kamplardan birisi değildir. Genelkurmay ATASE Arşivi’nde kampa
dair bilgilere rastlanmaktadır. Birinci Dünya Savaşı sırasında Yemen
Cephesi’nde esir düşen doktor, eczacı ve sıhhiye görevlilerinin esir düştükten
sonra bu kampa getirildiklerini arşiv belgelerinden bilmekteyiz.[650]
Tura esir kampında kalan Türk
esirler hakkında haberlere İngiliz basınında da rastlanmaktadır. Dönemin
gazeteleri tarandığında kampta kalan esir sayıları hakkında önemli bilgiler
elde edilebilmektedir. The Times sayıları 600’den fazla olan Türk savaş
esirlerinin Kasr El-Nil Kışlasından Tura esir kampına Şubat 1915’de
nakledildiğinden bahsetmektedir. Esirlerin görünümleri ciddi şekilde farklılık
göstermekteydi. Gazete haberine göre Türklerin çoğu iyi insandı, iyi üniformaya
ve ayakkabılara sahipti. Esirlerin hepsi esarette geçirdikleri süreden memnun
kalmışlar ve gördükleri iyi muameleden dolayı şaşırmışlardı.[651]
Mısır’da İngilizler tarafından
ele geçirilen yaklaşık 700 civarında esirin 2 Şubat 1915’de Tura’da bulunan çöl
esir kampına nakledildikleri El Paso Herald gazetesine haber olmuştu. Sayı
diğer gazetelerde 600 olarak da verilmişti. Gazeteye göre esirlerin çoğu
Suriyeli Türklerdi. Esirlerin bazıları Alman modeli üniforma giymekteydi. Bir
kısmı ise haki giyerken diğerlerinin elbiseleri çok kötü durumdaydı.[652]
Suriyeli Türkler dışında ilk olarak Türkler tarafından yakalanan, kendi
kuvvetlerine katılan ve daha sonra ilk fırsatta İngilizlere teslim edilen
birkaç Bedevi ve iki Hintli esir de vardı.[653]
Tura esir kampında esaret
günlerini geçirmiş en önemli asker Medine müdafi Fahrettin Paşa’dır. 10 Ocak
1919 günü teslim olan Fahrettin Paşa ve beraberindekiler, 11 Şubat günü 80
subay ve yaklaşık 1.000 asker ile Medine Biriderviş’ten ayrılmış ve 28 Şubat
günü Yenbu’a, 1 Mart günü Mısır’a ulaşmışlardı. Esirler buradan yük vagonları
ile 20 dakika yolculuk sonrası neresi olduklarını bilmedikleri bir yerde 15 gün
bekletildiler. Önce İsmailiye’den Kahire’ye, buradan iki kamyon ile Tura esir
kampına nakledildiler. Buradan da Kasr El-Nil esir kampına sevk edildiler.[654]
Tura esir kampında kalan önemli
bir diğer şahsiyet de Binbaşı Mehmed Arif (Seyhun)’du. Binbaşı Mehmed Arif
Yemen Cephesi’nde Mütareke hükümleri gereğince Mütareke’den beş ay sonra 5 Mart
1919’da Yemen’de İngilizlere teslim olmuştu. Esaret sonrası Hudeyde’de Yemen
Kolordusu ve 40. Tümenden çoğu binbaşı ve yarbay 50 kadar subay, 50 kadar sivil
memur ve 500 erden oluşan esir kafilesinin başına geçirilmişti. 66 gün Süveyş
Karantina kamplarında kaldıktan sonra Tura kampına sevk edildiler. Bu kampta
Albay Ragıp Bey’in emriyle subay koğuşunun sorumlusu yapıldı. Kampta eğitim
faaliyetleri kapsamında coğrafya dersleri verdi. 22 Kasım 1919’da Kuveysna
Kampına nakledildi ve oradan yurda döndü[655]
Tura kampında esaret günlerini
geçirmiş bir başka esir de Hidayet Özkök’tü. Hidayet Özkök, cephede esir alınan
askerlerin kampa girdikten hemen sonra hastalıklara karşı temizlendiğini ve
barakalara düzenli bir şekilde yerleştirildiğini anılarında kaydetmişti.[656]
Hicaz
Cephesi’nde Hicaz Kuvve-i Seferiyesi 58. Fırka Mıntıkası istasyonunda görev
yaparken Mondros Ateşkes Antlaşması’nın ilgili maddeleri gereğince İngilizler
tarafından 9 Mart 1919 tarihinde Mekke yakınlarındaki Yenbü’l Bahr İskelesinde
esir alınan Mülâzımısâni Mahmud Efendi (Pınar)[657],
bu kampta kalmış bir diğer subaydı. Esarette kaldığı süre içinde ailesini
Mısır’a getirmek için çaba gösterdi. Esirliği sırasında
maddi açıdan da büyük sıkıntılar çekmiş, ilgili makamlara gerekli başvuruda
bulunarak bu süre zarfında biriken parasını istemişti.[658]
Kahire’nin 65 km kuzeydoğusunda
Nil deltası üzerinde kurulmuş bulunan Bilbeis kampı, 1916 yılı Ağustos ayında
açılmıştı.16 Ocak 1917 tarihinde Kızılhaç heyeti tarafından ziyareti sırasında
kamp 540 esiri barındırmaktaydı. Birinci bölümdekilerin 135’i doğudan Sina
Yarımadası’ndan gelen Bedeviler ve El-Ariş’ten gelen sivillerdi. 9’u Osmanlı
ordusundaki Arap askerler, 5’i Suriyeli Türk asker ve 30’u Mısırlıydı.[659]
Rapora göre kampın düzenlemeleri mükemmel ve esirler oldukça memnundu. Heyetin
sonuç genelgesinde övgüden başka bir şey olmayan gözlemler mevcuttu.[660]
İkinci bölüme 175 Libyalı asker ve Sünusi ile 185 batıdan gelen Bedevi ve
değişik milliyetlerden siviller yerleştirilmişti. Bunlar arasında anne babasının
yanında olan birkaç genç erkek çocuk da vardı. Bu kampın en karakteristik
özelliği çok uluslu olmasıydı. Kızılhaç heyeti, Türk esir sayısının az olmasına
rağmen diğer kamplardaki esirlere davranışla kıyaslamak için bu kampı da
ziyaret etmişlerdi.[661]
Kamp komutanı Albay Collins’ti.
Kampın etrafı dikenli telle çevrilmişti. Esirler sekiz kişilik çadırlarda
barınmaktaydı. Daha sonraları, her biri 250 kişiyi alabilecek havalandırmalı
iki büyük baraka daha yapıldı. Kumlu toprak hiçbir rutubet izi göstermiyordu.
Çadırlar arasında suyun bol olmasının da imkânıyla meyve ve sebze
yetiştirilebilmekteydi. Kamp gazlı sokak lambaları ile aydınlatılıyordu. Kampta
esirler gece hasır üzerinde yatmakta ve her esire 3 battaniye verilmekteydi.
Esirler kamp boş alanlarda gezebilecekleri geniş alanları mevcuttu. Gezi
alanları eksersiz amaçlı kullanılabiliyordu.[662]
Banyoda, lavaboda ve duşlarda bol
miktarda su vardı. Temizlik amacıyla sular borular vasıtasıyla duşa, banyoya ve
lavabolara veriliyordu. Esirler eşyalarını özel olarak hazırlanmış lavabolarda
yıkıyordu. Ayrıca haftada bir kez, esirlerin bütün eşyası dezenfekte
ediliyordu. Kampta tuvaletler Türk usulüydü. Her gün boşaltılan ve kresol ve
kireçle dezenfekte edilen tuvaletlerde koku yoktu.[663]
İngilizler için kampta düzen son
derece önemliydi. Buna rağmen kampta disiplini bozacak bir olay olmadı. Kaçma
girişimi çok nadir görüldü. Farklı milliyetlerden gelmiş olmalarına karşın
hemen hemen hiç kavga çıkmadı. Kamp yönetimi çok az müdahale etme zorunluluğu
hissetti. Kızılhaç heyeti kampta kalan bir şeyh ile görüşmüş ve şeyh kamp
hayatından ve kendilerine davranışlardan memnun olduğunu söylemişti.[664]
Bu kampta günlerini geçiren
esirlerden birisi Hidayet Öztürk’tü. Hidayet Özkök ve arkadaşları, Süveyş
geçici esir kamplarında 6 gün kaldıktan sonra Salihiye esir karargâhına
nakledilmiş, orada dört ay sürecek bir sıkıntılı dönem yaşamış ve İsmailiye
şehri içindeki Bilbeis kasabasına getirilmişti. Bu kasaba civarında 14 adet tel
örgülü esir kampı bulunuyordu. Sadece bu kampta 2.500 adet esir bulunmaktaydı.
Her esire bir numara verildi. Verilen bu numara esirin boynuna tenekeye yazılı
bir levha olarak asıldı.[665]
Esirler kampa girdikten hemen
sonra hastalıklara karşı temizlenip barakalara yerleştirildi. Tel örgülerin
hemen dışında asitli su havuzuna esirler tamamen çıplak olarak sıra ile
batırılıp çıkarıldı. Elbiseleri ise ütü vagonuna dolduruldu. Esirler bir kumluk
üzerinde çıplak olarak birbirlerine sarılarak elbiselerinin ütü müddeti
doluncaya kadar tam bir saat titreyerek bekletildiler. Elbiselerinin alınan
esirler tel örgüye döndüler. Esirlerin başlarında bulunan Ermeni tercüman,
İngilizlerin Türk esirlere hakaret etmesi için kasıtlı olarak yanlış çeviri
yapdı. Esirlerin bu durumdan sonradan haberi oldu. Bu durum anlaşıldığında
Ermeni tercümanın yerine bir Rum tercüman verildi.[666]
Hindistan Bellary esir kampından
İstanbul’a döneceklerini sanarak getirilen esirler, 9 Ağustos 1920 günü Bilbeis
esir kampına yerleştirildi. Esirlere burada son derece sert davranıldı.
Görevliler esirlerin ellerindeki bavul, sandık, torba ne varsa şiddet ve kötü
söz kullanarak ellerinden almışlar, sağa sola atmışlardı. Bütün esirler küçük
bir tel örgü içine dolduruldu. Ayrıca ellerinden tüm paralar makbuz
karşılığında alındı. Teslim
edilmediği takdirde, sonradan bulunan paraların geri verilmeyeceği söylendi.
Tüm esirler, bir kat çamaşırdan başka ellerindeki eşyaları bıraktırılarak
detaylı bir aramadan geçirildi. Her on esire huni şeklinde bir çadır verildi ve
tümü ikinci bir tele sokuldu. Ayrcıa esirlere birer battaniye, kaşık ve tabak
verildi.608 [667]
Bilbeis kampı, 12 bolümden
meydana gelen bir esir kampıdı. Birinci tele Hindistan Bellary esir kampından
ikinci kafile ile gönderilen esirler yerleştirildi. Hüseyin Fehmi Güneş’in
getirildiği kafile 2. tele konmuştu. Bu tel örgü içinde kumdan yapılmış aslan,
kaplan, fil, kedi, porsuk gibi hayvanların vapur, sandal gibi deniz
araçlarının, dağlar, nehirler, göller, bağ ve bahçelikler, boğazlar, trenler,
istasyonlar, şoseler gibi nesnelerin boyalı maketleri bulunmaktaydı.[668]
Biga-Aksaz köyünden Mehmed Şanlı,
komutanların kaldığı kampın Belbis olduğunu söylemektedir. Mehmed Şanlı’nın
ifadesine göre Ali İhsan Paşa, Nureddin Paşa ve Kazım Paşa bu kampta kalmıştı.[669]
Şam’da İngilizlerin eline esir
düşüp Bilbeis kampına yerleştirilen Ali Demirel’in ifadesine göre 12 tel
örgünün her birinde 3.000 esir kalmaktaydı. Ali Demirel, 4. tel örgüde 2 yıl
kalmıştı. Tüm Türk esirler ayakta beklerken bastonlu topal bir İngiliz komutan
Çanakkale’de 27. Alaydan kim var diye sormuş, Ali Demirel de kendisinin orada
bulunduğunu söylemesi üzerine komutan kendisine saygı göstermiş ve Ali
Demirel’in rahat bir esirlik geçirmesini sağlamıştı. Öyle ki ayrı bir çadır
kurdurmuş ve istediği 2 arkadaşını yanına almasına izin vermişti. Arıburnu’nda
bulunan İngiliz komutan, Türklerin tüm İngilizleri bir kişi kalmayıncaya kadar
öldüreceklerini düşünmüş, bu gerçekleşmeyince, Türklere karşı fikri değişmişti.
Ali Demirel her ay 200 İngiliz parası maaş almaktaydı. Her hafta 8 paket filli
sigara verilmiş ve satmasına da müsaade edilmişti. Ali Demirel de İngiliz
komutana Alman kaputlarından kadife saplı bir çeyiz sandığına benzer bir sandık
yapmıştı. Komutan üzerine ‘esirler tarafından yapıldı’ yazdırmış ve bu sandığı
İngiltere’ye götürmüştü. Ayrıca İngiliz potinlerini söküp iki çift yarım potin
yapmıştı. Bu işlerinin karşılığı iki Osmanlı altını ücret de almıştı.
İngilizlerin bir kere verdikleri koyun eti hariç genelde at eti yediler. Tel
örgülerde 1.000 kişi kalıncaya kadar Ali Demirel gönderilmemişti.[670]
Bu
kampta kalmış esirlerden birisine dair bir başka belge Osmanlı Arşivinde
bulunmaktadır. Hariciye Vekâletinden Haziran 1925’de İngiltere’ye gönderilen
tezkere, Birinci Dünya Savaşı’nda İngilizlere esir düşerek Bilbeis esir
karargâhının 6. teline konulduğu anlaşılan ve memleketine celbi istenen
Meğisa’nın Dileşkar mahallesi ahalisinden Belenli Mehmed oğlu Onbaşı Mehmed
hakkındaydı.[671]
Tel El-Kebir esir kampı, Mısır
kampları içerisinde belki de esirlerin en fazla mağdur edildiği yerdi. Burası
adeta gözleri görmeyen esirlerin bulunduğu bir hapishaneye dönüştü. Üstelik
esirlerin kampa geldiğinde gözleri ile hiçbir sorunları da yoktu. Kısa süre
içerisinde pek çok esir bu kampta gözlerini kaybetti. Göz hastalığının bu
kampta çok fazla görülmesi, yiyecek ve içeceğin yetersiz ve kötü kalitede
olmasından kaynaklanmaktaydı. Bu kampta esaret günlerini geçiren ve
maluliyetleri sebebiyle geri gönderilen yüzlerce asker evlerine gözleri kör
edilmiş şekilde döndüler.[672]
Bu esirlerden alınan ifadelere göre İngilizler hastaneye götürülecekleri vakit
daha sonra verilmek üzere esirlerin paralarına el koymuş, kendilerine bir senet
vermişti. Pek çoğu esaret sonrası bu paralarının peşine düşdü fakat başarılı olamadılar.[673]
Tel El-Kebir esir kampına dair
pek çok belge bugün Genelkurmay ATASE Arşivinde de bulunmaktadır. Mısır’dan
esaretten iki gözünü kaybederek dönen Boyabad kazasının İspirli köyünden 1898
doğumlu Ali oğlu Fehmi bu esirlerden sadece birisidir. 26 Temmuz 1919 tarihli
ifadesinde, esirlere nasıl davranıldığı ve gayrimüslim esirlerin durumu
hakkında bilgiler mevcuttu. Nablus civarında Alman sahra bataryasında görev
yapan Ali oğlu Fehmi’nin esir olmazdan evvel gözlerinden hiçbir sorun yoktu.
Aradan geçen birkaç ay içinde gözleri kör oldu. Yalnız kendisinin bildiği büyük
on iki çadır dolusu sadece gözleri âmâ asker vardı. Bu çadırların her biri yüz
nefer alabilmekteydi. Esirin bulunduğu yerde bir Ermeni nefer de vardı.
Tercümanların hepsi neredeyse Ermeni’ydi. İlk esir düştüklerinde Kantara’ya
sevk edildikleri zaman askerlerin içinde mevcut olan Hristiyan, Musevi ve Arap
askerler ayırmış, hepsi başka tarafa gönderilmişti. Kamptaki Ermeni âmâ askere
hemşerisi olan tercümanlardan biri ilgiyi eksik etmiyordu.615 [674]
Mısır’da esarette her iki gözünü
de kaybeden bir diğer asker İskilip kazasının Karaviran köyünden Kel Pehlivan
oğullarından 1893 doğumlu evli ve 2 kız çocuğu sahibi Mustafa oğlu Ali
Çavuş’tu. 26 Temmuz 1919 tarihli ifadesinde gayrimüslim askerlerden, kamp
tercümanlarından ve kamp yaşantısından bahsetmektedir. 1918 Kurban Bayramın
dördüncü günü Salt Cephesi’nde düşman taarruzu sırasında İngilizlere esir
düştüğünde, Kafkas süvari 2. Livâ, 11. Alay, 2. Bölükte bulunuyordu. Önce
Kantara’ya gönderilen esirler, sonrasında bu kampa sevk edilmişti. Esir olmadan
önce gözünden hiçbir rahatsızlığı yoktu. Kampa gelişinden kısa süre sonra
gözleri tedavi gerekçesiyle kör edildi. Yalnız bir çadırın içinde yetmiş dört
âmâ bulunmaktaydı. Diğer çadırların da hepsi doluydu. Kamplardan birinde
gözleri görmeyen Ohannes isimli bir Ermeni nefer de vardı. Koğuşlarda Türk
esirlerden sıhhiye neferleri hasta ve gözleri görmeyen Türk esirlerine hizmet
ettiler. Bütün âmâ koğuşlarında İngilizlerin anlaşmak için kullandıkları tercümanlar
Ermeni’ydi. Kampın etrafı teller ile çevrili olup esirlerin ahali ile görüşmesi
yasaktı. Esirlerin dışarı çıkmasına müsaade edilmemişti.[675]
Kirmasti’nin Dere mahallesinden
Kasap Halil oğlu İbrahim ve Hüseyin oğlu Cevad da yemek içmek hususunda
esirlerin çok çektiklerini, esirlere verilen yemeklerin yetersiz ve çok
kalitesiz olduğunu ifadelerine eklediler. Beypazarlı Ömer oğlu Abdullah
Kantara’dan sonra getirildiği Tel El-Kebir’de aç kaldıklarını, esirlere
neredeyse yemek verilmediğini söylemişti.[676]
Gönen Asker Alma Şubesinde esaret
sonrası ifade veren Sadi oğlu Salih, 3 Ağustos 1919’da Tel El-Kebir esir
karargâhında yaşadıklarını anlatmıştı. 7. Fırka Sıhhiye Bölüğünde müstahdem
iken Filistin Cephesi’nde Tulkarm mevkiinde 19 Eylül 1918’de İngiltere Hükûmetine
esir düşen Sadi oğlu Salih, aynı fırkanın 19.
Alay, 2. Taburundan Gönen’in
Malkoç mahallesinden müstahdem Emin oğlu Asaf ile beraber esir düşmüştü.
Esirlerin ahali ile karışmaları yasaklanarak kampın etrafında tel kafes
örgüleri konulmuştu. Esaret günlerinin bu kampta çok kötü geçtiğinden yakınan
esirler, İngilizlerin kendilerine ölmeyecek kadar yiyecek ve içecek verildiğini
ifade ettiler.618 [677]
4. Ordu-yı Hümayunun 2. Kolordu
emrinde 24. Telsiz Telgraf Müfrezesinde görevli Karacabey’in Tavşanlı mahallesinden
Hüseyin Efendi’nin oğlu Cevad, 23 Mart 1919 tarihli ifadesinde, Suriye’nin
Umman kazasında müfrezeleri ile birlikte esir düştüğüni, Kudüs, Kantara yolu
ile Tel El-Kebir’e sevk edildiğini söylemişti. Tel El-Kebir’de tel örgüler
içinde tutulan esirler hiç kimse ile görüştürülmedi. İngilizler, kampla
esirlerin üzerinde bulunan paraları talep ettiler. Verenlere mukabilinde makbuz
verilmiş, vermeyenlerin üzerlerini aranarak makbuzsuz bir şekilde paralarına
zorla el konulmuştu. Geri dönüşlerinde bu paraları iade edilmedi. Bu paraların
yüklü miktarda para olduğu esirler tarafından dile getirilmişti.[678]
Tel El-Kebir kampında tam üç
yılını geçiren Çanakkale Çınarlı Mehmed Kurtul da kampa dair anlattıklarında,
yemeklerin kalitesizliğinden ve miktarının yetersiz olduğundan bahsetmişti.
Esirlerin kamplarda sık sık hastalanması, gözlerinin kör olması ve hatta
hayatlarını kaybetmeleri esirlere verilen iaşenin yetersiz ve çok kötü kalitede
olmasından kaynaklanmaktaydı.[679]
Kampta yaşadıkları hakkında
günümüze bilgileri ulaştıran bir diğer esir de Ezine-Gökçebayır köyünden Ahmed
Ercan’dı. Ahmed Ercan, Filistin Cephesi’nde esir düşmüş ve Tel El-Kebir kampına
götürülmüştü. Burada 5 ayrı kamp vardı. Esirler kırk beşer kişilik takımlara
ayrılmış, her takımın başına da bir kişi çavuş yapmıştı. Bu çavuşlar
kendilerinin rastgele seçtiği kişiler olmuş, askerde iken çavuş ya da onbaşı
olduğuna bakılmamıştı. Sabah temizliğinden sonra toplanma yerinde
toplanılmakta, sayım yapılmakta ve arkasından 45 kişilik takımlara
ayrılmaktaydılar. Tuvalet olarak kullanılan yerde zehirli boya ile boyanmış
kovalar vardı ve içindeki pislikler samanla tutuşturularak yakılıyordu. 15 ay
kaldığı kampta her sabah çadırda tırnak kontrolü yapılmıştı. Çadırın içinde
yerde bir kâğıt parçası görülse esirlere güneşte bekleme cezası veriliyordu.
Ahmed Ercan “İyi baktı gâvur.” diye tanımladığı İngilizlerin, başka bir
iş yaptırmadığı, sadece ara sıra 5-10 kişilik bir grup alarak hastane işine
götürüldüklerini söylemişti. Her gün yaklaşık hastaneden on civarında cenaze
çıkıyordu. Ölüler ayakları açıkta kalacak şekilde battaniye ile kefenleniyordu.[680]
Bu kampa 5 Ekim 1918’de getirilen
ve kampa dair en detaylı bilgileri veren İbrahim Arıkan, kampta 11 ayrı tel
örgünün olduğundan bahsetmektedir. Arıkan, İsmailiye’ye yakın Nil kenarında
kanal boyunca bir yerde 35.000 kişilik bir kampa yerleştirilmişti. Kampın
yönetimi, esirlerden oluşmak üzere alay çavuşu, tabur çavuşu, bölük çavuşu,
bölük emini, polis, aşçı, sıhhiye, berber, temizlikçi gibi görevlilerin
oluşturduğu bir idareden ibaretti. Ayrıca Heliopolis kampında aranmadan direk
buraya gelen esirlerin üzerlerinde paraları mevcuttu. İbrahim Arıkan’ın
bulunduğu kampın idari teşkilatına bakıldığında alay komutanı İzmirli Başçavuş
Celal, 1. Tabur Komutanı Kırklareli’nin Osmancık köyünden Hamdi, 2. Tabur
Komutanı İzmirli Mehmed Ali, 3. Tabur Komutanı Edirneli Bahriyeli Celal’di.
İngilizler kampta günde iki defa yoklama yapmış ve esirlerin günlük iaşe
ihtiyacı karşılamıştı. Bunun haricinde kampın iç işlerine karışmadı. Tel içinde
esir sayısı 7.500, polis sayısı ise 100’dü.[681]
Kampta kalan esirler saat
07.00’de uyanmak ve tüm eşyalarını havalandırmak için çadırın önüne koymak
zorundaydı. Her sabah 08.00’de içtima yapılıyordu. İki saat burada kalan
eşyaların sonradan içeri alınması gerekiyordu.[682]
Kampta sadece Türk uyruğundan
esirler bulunmamaktaydı. Birinci telin yanında Alman ve Avusturyalıların
kaldırdıkları kamp bulunuyordu. Ayrıca Osmanlı Devleti’nin müttefiki olan
Almanya’nın, Fransa ve Rus cephelerinde eline geçen Müslüman esirlerin bir
kısmı, hem esaretten kurtulmak hem de Müslüman Türk kardeşlerine yardım etmek
için Türkiye’de gönüllü askerlik yapmak için başvurmuş ve Osmanlı Hükûmetiyle
varılan mutabakat sonucunda Türkiye’ye getirilmişti. Türk ordusunda görev
yaparken Filistin’de Türkler ile beraber İngilizlere esir düştüler.
Fas, Tunus, Cezayir, Trablusgarp,
Bingazi, İşkodra, Kırım gibi ülke vatandaşları olan bu esirler dili, geleneği
ve adetleri Türk esirlerinden çok başkaydı ve Türk esirler ile iletişim
kurmakta zorlanıyordu. Türkler hakkında Türkiye’ye gelmeden önceki intibaları
müspet iken Türkiye’ye geldikten sonra fikirleri değişmiş ve Türklere karşı
menfi fikir beslemeye başlamışlardı. Bu esirler, durumlarını İngiliz
yetkililerine bir dilekçe ile bildirildiler ve kısa sürede kamptan ayrıldılar.[683]
Esirlerin temizliğine özen
gösterilmiş ve elbiseleri on beş günde bir ütüye verilmişti. Ütülerin buharı
lokomotiften elde edilmekte ve vagonlara konularak ütü yapılmaktaydı. İstasyon
yakınlarında ise 20-25 kişiyi alabilecek içi asfinikli su ile dolu bir havuz
vardı ve askerler burada 10-15 günde bir yıkanıyorlardı. Kamp içinde esirlerin
tıraş olmaları için berber barakaları kurulmuş ve 20-30 berber görev yapmıştı.
Esirlerin sakal bırakmasına, düğmesi kopuk ve elbisesi sökük gezmesine müsaade
edilmedi.[684]
Kamp komutanı mutadın dışında bir
defasında tüm esirleri toplamış ve Çanakkale’de savaşan esirlerin 10 adım öne
çıkmasını istemişti. 7.500 esiri büyük bir korku almış, komutanın orada
savaşmış olabileceği ihtimali ile kendilerinden intikam alınacağını ve kötü
muamelede bulunacağını düşünmüşlerdi. Komutanın ısrarı üzerine çekingen bir
şekilde 7.500 kişiden sadece 100 kişi öne çıkmıştı. Pek çoğu korkudan
Çanakkale’de olduğunu gizlemişti. Komutan herhangi bir kötülük yapmayacağını,
kendisinden de orada görev yaptığını, hatta bir kolunu orada kaybettiğini,
sadece kiminle savaştığını merak ettiğini, savaşta esir olmanın da esir almanın
da normal olduğunu ve bu askerleri görmek istediğini söylemişti. Hediye olarak
da bu 100 esire beşer paket sigara vermişti.[685]
Yedek Subay Mehmed’in kampa dair
anlattıklarına bakılırsa esirlerin tüm paraları heyet tarafından alındıktan
sonra Ermeni tercümanın başında bulunduğu başka bir masada künyeleri yazılmış
ve boyunlarına numaralarının yazılı olduğu levha takılmıştı. Hemen ardından tüm
esirler teker teker asfinikli sudan geçirilerek elbiseleri giydirilmişti.
Ardından beşinci tele getirilen askerlerin önde uzun boyluları arkada kısa
boyluları yürütülmüş, arkada kalan ve kumda zor yürüyen esirlere katara atı
üzerindeki İngiliz subayları tarafından sürekli fil kırbaçları ile vurulmuştu.
Ermeni tercümanlar ise fırsatı değerlenmişler, esirlere çarparak ortaya çıkan
manzaraya gülüp eğlenmişlerdi.[686]
Bir süre sonra Hicaz’da bulunan
yaklaşık 1.000 esir bu kampa getirilmiş ve beşinci tele yerleştirilmişti.
Kampta ise bu sırada 8 tel olup toplamda 16.000 esir bulunuyordu. Bu karargâhta
bulunan esirler, Yemen ve Hicaz’da esir edip getirilen askerlerdi. Beşinci
kampta, Yemen ve Hicaz’da esir edilmiş takım subayları, takım başı ve kıdemli
küçük subaylardan yedi kişi bulunmaktaydı. Komutan, esirlerin rütbe
durumlarının Tura esir karargâhından sorulacağını, eğer tasdik edilirse subay
olarak oradaki esir kampına gönderileceklerini söylemişti. Fakat yazılan
dilekçeler, Mısırlılar tarafından çıkarılan isyan ile gecikti. Mısır’da posta
ve haberleşme uçak ile sağlanmaktaydı. Subay olduklarına dair belgenin
gecikmesiyle bir ay kadar bu kampta kalacakları kendilerine bildirildi. Bu
sürede ise kendi kamplarında değişik görevlerde çalıştırıldılar. Görevler,
İngilizler tarafından verilmiş fakat kimin hangi görevi yapacağı Türk esirlere
bırakılmıştı. Bu seçime göre Mehmed Efendi kamp komutanlığına, Yemen
esirlerinden Nizipli Ali Efendi depo memurluğuna ve yine Yemen esirlerinden
Mehmed Efendi iaşe memurluğuna verildiler. Ayrıca Fatihli Cafer Efendi,
Çemişkezekli Nazmi Efendi, Manavgatlı Bahaddin Efendi, Yedek subay Mehmed
Efendi ve üç diğer kişi 16.000 esirin temizlik ve ütü işleri görevine
getirildi. Ütüden sorumlu dört kişiden ikisi bir gün, diğer ikisi bir gün
esirleri dönüşümlü ütü yerine getiriyorlar ve esirlerin üzerindeki tüm elbise,
çamaşır ve eşyaları çıkararak tamamen çıplak olarak esirlerin temizliği
yapıyorlardı. Esirlerin, tamamen çıplak bir şekilde elbiselerini bir bohça
içinde ütü makinesine atması ve kendilerinin de çıplak olarak asfinikli suya
girmeleri zorunluydu. Yedek Subay Mehmed Efendi, bu durumun hem İslam’a hem de
Türk geleneklerine göre mümkün olmadığını, en azından avret yerlerinin
kapatılması gerektiğini söylemişti. Fakat esirler uzun süredir cephedeydi ve mikroplu
olma durumları söz konusuydu. Bu sebeple istekleri önce reddedilmiş fakat daha
sonra bir havlu ile kapatılmasına razı olmuşlardı. Günde yaklaşık 1.500
sabahtan, 1.500 öğleden sonra olmak üzere 3.000 kişi ütü odasına gidip
elbiselerini temizlemekte ve asfinikli suya girmekteydi. Bir askere haftada bir
kere sıra geliyordu. Bu sırada, az bir düzensizlikte bile İngiliz onbaşı ve
görevliler ellerinde kırbaçlarla esirlere vuruyordu. Ermeni tercüman, esirlerin
çıplak vücutlarına çarpmakta ve esirlerin ellerinde teslim edilmeyen altın
yüzük, saat gibi eşyaları tehdit ile almaktaydılar. Üstelik bu şiddet içeren
davranışlar, İngilizler tarafından kesin olarak yazılı bir şekilde
yasaklanmasına rağmen inzibatlar ve tercüman bu yasağı ciddiye almıyorlardı.
Hatta İngiliz askerleri, çıplak Türk esirlerinin fotoğraflarını çektiler.
Esirler, şiddet görmelerini ve çıplak fotoğraflarının çekilmesini komutanlığa
itiraz etmiş, bu istek dikkate alınarak bir daha bu tür fotoğraf çekilmesi
yasaklanmıştı. Yalnız bu zamana kadar pek çok kampta buna benzer fotoğraflar
çekilmişti. Ayrıca kamp yetkilileri tarafından neferlere yazılı olarak verilen
emirle, askerlerin saklayıp vermediği eşyalarının Yedek Subay Mehmed Efendi’ye
vermeleri istenmiş, buna rağmen bir İngiliz askeri Mehmed Efendi’den zorla bu
eşyaları almak istemişti. Mehmed Efendi ise direnip vermemişti. Bu andan
itibaren esirlere karşı şiddet bir ölçüde durdu.[687]
Kampın iç ve dış idaresi, kısmen
birbirinden farklıydı. Bir telin iç yönetimi bir subay, bir çavuş, bir onbaşı, bir
tercüman ve birkaç erden ibaretti. Telin dışında bulunan dış muhafızlar,
birbirlerine eşit olmak üzere Hintli Müslüman, Hintli Mecusi ve Burma
müstemlekelerindendi. İngilizlerin Hintli Müslüman askerlere güveni
olmadığından, hiçbir zaman Türk esrilerinin başında yalnız bırakmamışlar ve bir
Müslüman nöbetçiye karşılık mutlaka diğer tarafta örneğin bir Mecusi muhafız
koymuşlardı. Ayrıca Avustralyalı askerler de vardı fakat bunların büyük kısmı
süvari olarak görev yapmaktaydılar. Ermeni doktorlara ve Ermeni tercümanlara
geniş yetkiler verilmiş ve bu kişiler yetkilerini kötüye kullanmıştı. Mısır’da
isyan çıktığında, tedbir olarak tüm Müslüman Hintli askerler görevden alınmış;
yerlerine Burma’dan muhafızlar yerleştirilmişti. Bu muhafızlar çok gaddar
askerlerdi. Türk askerlerine sigara gösterip sigarayı satmak için tellere
çağırdıkları ve parayı alıp sigarayı vermediği gibi bir de tellere yaklaştı
diye öldürdükleri bile olmuştu. Aslında esirlere akşamdan sonra tellere
yaklaşmamaları kesin olarak tembih edilmiş olsa bile tiryaki olan esirler
dayanamayıp bu oyuna gelmişti. Bu tür keyfi adam öldürmeler, kamp komutanına
söylense de hiçbir sonuç alınamadı. Kamp komutanı görevli askerlerin de vahşi
olduklarını, söz dinlemediklerini söyleyerek işi geçiştirmişti.[688]
Esirler ser sabah erken kalkmak,
tellerin etrafında gerekli temizlikleri yapmak, eşyalarını düzene sokmak,
ardından battaniyelerini, kaputlarını, yüz havlularını katlayıp yemek
kaplarını, kaşıklarını çadırın önünde eşyalarının üzerlerine düzgün bir şekilde
dizmek zorundaydı. Çadırlardaki bu düzenden sonra esirler yoklama alanına gidrt
ve orada İngiliz komutanı karşısında yoklama alınmasını beklerdi. Burada
esirlerin sürekli bir kusuru bulunur ve ceza olarak da akşama kadar güneş
altında bekletilirdi.[689]
İki
buçuk ay bu esir kampında kalan Yedek Subay Mehmed Efendi, daha önceden yazılan
dilekçelerine cevap gelmesi ve subaylıklarının kendi komutanları tarafından
tasdik edilmesi sonrası yedi arkadaşı ile beraber Heliopolis esir kampına
nakledildiler. Yedek Subay Mehmed Efendi, Kahire’den trenden inip tramvaya
binerken Fransızca bir gazetede dizgici olarak çalışan bir Ermeni’nin sözlü
saldırısına maruz kalmış, bu kişi ile bir arbede yaşanmış ve bu kişiyi
tramvaydan aşağıya itmişti. İngiliz subay olanları öğrendiği vakit Ermeni’yi
değil haklı olan Türk’ün yanında yer almış, herhangi bir kötü muamelede
bulunmamıştı.[690]
2.2.10
İskenderiye
Ras El-Tin Kampı
Kızılhaç heyetinin 5 Ocak 1917
tarihinde incelemelerde bulunarak rapor yazdığı bu kamp, İskenderiye şehrinin 5
km yakınında, deniz kıyısındaki bir küçük tepede kurulmuştu. Kampta sivil
esirler kaldı. Kızılhaç heyetinin raporuna göre burada 70 Osmanlı sivil esiri
vardı ki bunların 45’i askerlik yaşında ve tekrar silâhaltına alınabilecek
gençler, 24’ü ise hastalık ve yaşlılık sebebiyle askerlikten hariç
tutulanlardı. Ayrıca bir de imam vardı. 400 kadar Avusturyalı-Alman tutsak
vardır ki bunlar savaş başladığında Mısır’da bulunan kişilerdi. Kampa giden
Kızılhaçın asıl görevi, Türk esirleri ziyaret etmek olsa da Avusturyalı ve
Alman esirler ile de görüşülmüş ve onlar da dinlenmişti. Teftiş raporuna göre
kampta düzenlemeler çok iyiydi. Fakat kamp dağıtılmıştı. Kızılhaç
yetkililerinin ziyaret ettiği sırada 1917 Ocak ayının başında kamp tahliye
edilmek ve tüm esirler Seydi Beşir kampına nakledilmek üzereydi. Bunun için
gerekli hazırlıklar yapılmakta ve 5.000 kişi için yer hazırlanmaktaydı. Ayrıca
sivil esirler için ayrı bir yer tahsil edilecekti.[691]
Bu kamptaki sivil esir Türklerin
çoğu, hac görevlerini yerine getirmek için Mekke’ye giden ve Mekke Şerifi
Hüseyin birlikleri tarafından esir edilip İngilizlere teslim edilen hacı
adaylarıydı. İngilizler de bu sivil hacıları Ras El-Tin kampına getirmişlerdi.[692]
Ras El-Tin kampının komutanı
Binbaşı F. G. Owens’di. Esir erlerle şahsi olarak da ilgilenmekte, her gün
istek ve şikâyetleri bizzat kendisi dinlemekteydi. Bu kamp, 1916 yılında
İskenderiye’deki Amerikan konsolosu ve Atina’daki Amerikan maslahatgüzarı
tarafından da ziyaret edildi.[693]
Bu kamptaki esirler çadırlarda
kaldılar. Üç kişinin kalabildiği oval çadırlar, kum üzerine veya beton zemine
kurulmuştu. Her çadırda 3 esir kalıyordu. Osmanlı esirlerini barındıran 24
çadır bir yerde gruplandırılmıştı. Çadırların ortasında kişisel eşyanın
konulduğu tel dolaplar vardı. Çadırlar üç yatağı rahatça alabilecek
büyüklükteydi. Bazı esirlerin çadırlarında hasır veya küçük halılar vardı.
Esirlere yeteri kadar somya, yatak ve battaniye dağıtılmıştı. Tüm bu eşyaların
temizliği titizlikle yapılıyordu. Kamptaki avluyu çevreleyen taş binalardan
bazılarında hasta ve yaşlı esirler kalmaktaydı. Her odada üç kişi barındırıldı.
Diğer odalar mutfak, yemekhane, kantin, idare binaları olarak kullanıldı. Bazı
İngiliz muhafızlar da özel bir bölümde kurulmuş olan brandalarda yaşıyorlardı.
Kampta aydınlatma elektrikle sağlanıyordu.[694]
Kampın içme suyu bol olup
kanallarla İskenderiye şehrinden geliyordu. Lavaboların yanı sıra, sıcak ve
soğuk duşu olan dört de banyo vardı. Ayrıca esirler, İngiliz muhafızlar
yönetiminde, hemen kampın yanındaki denize gruplar halinde götürülüyordü.
Esirler, özel ayrılmış yerlerde eşyalarını kendileri yıkıyorlardı. Bu iş için
uygun yerler temin edilmişti. Tuvaletlerin bir kısmı İngiliz usulü (alafranga),
bir
kısmı Türk usulüydü. 10 kişiye bir tuvalet düşmekteydi. Tuvaletler her gün
dezenfekte edilmekte ve pislikler denize atılmakta veya yakılmaktaydı.[695]
Kampta nadiren de olsa kural
ihlali yapan esirler oluyordu. Disiplini bozan esirler bir iki gün ceza
alıyordu. Gözaltı hücrelerinde geçirdikleri sürede özel diyetle
uygulanmaktaydı. Bununla birlikle, disiplin açısından ciddi bir problem olmamış
ve askeri otoriteler esirlerin kurallara uymasından gayet memnun kalmıştı.[696]
Esirler tarafından Kızılhaç
heyetine kıyafetler konusunda birkaç şikayet iletilmişti. Kampta İngilizce ve
Fransızcayı kusursuz konuşan Osmanlı tercümanı aracılığıyla Kızılhaç heyetine
gelen şikâyetlerden birisi kendilerini verilen palto gibi sıcak tutacak
giyeceklerin değiştirilmemesiydi. Bazı esirlerin bu giyecekleri satın alacak
durumu yoktu. Bir başka şikâyetleri de hiç alışamadıkları topuksuz deri
pabuçlardı. Esirler memleketlerinde giydikleri potini (bot) giymek
istiyorlardı. Kızılhaç heyeti, raporunda bu ihtiyaç sahiplerinin listesinin
yapıldığını, bunların kamp komutanınca doğrulandığını ve Kızılayın 2.000
franklık bir meblağı bu yoksul esirlere elbise, potin (bot) ve tütün alımı için
kullanılmak üzere ulaştırmasına karar verdiğini belirtti.[697]
Mısır’dan Savaş Merkezine
gönderilen gizli bir yazıda, 19 Şubat’ta Midilli’de Deniz Kuvvetleri
yetkilileri tarafından ele geçirilen 7 Türk esirin muayene için Ras el-Tin’e
gönderildiğinden bahsetmektedir. 4 kişinin serbest bırakılmasına ve 3 kişinin
savaş süresince alıkonulmasına karar verilmişti. Amiral vekili tarafından
serbest bırakılan 4 kişinin savaş süresi boyunca Ege’ye dönmemeleri şart
koşuldu. Midilli’de tutuklanan 7 Türk esire misilleme olarak İstanbul’da 7
İngiliz esir tutuklandı. İngiliz yetkililer İngiliz esirlerin serbest
bırakılması durumunda 4 Türk’ün de Midilli’ye dönmelerine izin verileceği
bilgisini verdi. Ayrıca diğer 3 kişinin serbest bırakılması konusunda da
anlaşıldı. 7 Türk’ün tamamı verilen teminatlara rağmen serbest bırakılmdı ve tutuklulukları
devam etti. Londra Savaş Merkezinden çıkan 2 Eylül 1916 tarihli yazıda Mısır
Komuta Genel Subayı arasında yanlış bir anlaşılma olduğu bilgisi bulunmaktadır.
Midilliye geri gönderilmeleri mümkün olmadığı takdirde İsviçre’ye
gönderilmeleri uygun görülmüştü. Buna rağmen bu şahısların İsviçre’ye
gönderilmeleri kurula uygulanabilir görünmedi. Türkiye’ye nakilleri için
düzenlemeler yapılana kadar onlar için tek çarenin Mısır’da alıkonulmak
olduğunu ve bu işlemin de muhtemelen malul Türk esirlerle birlikte
gerçekleşeceğini belirtilmişti. İki devlet arsındaki soruna bir çözüm
bulunamadı ve kurul Osmanlı Hükûmetini yanlış bir şekilde bilgilendirdikleri
için özürlerini ifade etti.[698]
İngiltere
Dışişleri Bakanı, Birleşik Devletler Büyükelçisi’ne Kamaran Adası’nda yakalanan
ve Ras El-Tin’de tutulan Osmanlı subayları ile ilgili yazdığı bir yazıda bu
subayların akıbeti hakkında bilgi vermiştir. İngiltere’nin verdiği bilgiye göre
başlangıçta bu subaylar sekiz kişiydi. İkisi doğal nedenlerden vefat etmişti.
Müdür, posta subayı ve gümrük subayı olmak üzere üçü de Cenevre Antlaşması
altında serbest bırakılmak için hiçbir hak iddia etmedi. Kalan diğer üçü;
sıhhiyeye üye, gardiyan, baş sekreter ve eczacının, anlaşma tarafından sağlanan
bir korunma talebi yoktu. Ancak İngiltere Hükûmeti, umumi af olarak onları
serbest bırakmaya hazır olduğunu bildirdi. Bu sıhhiye subaylarının isimleri
Ali, Halil Behçet ve Hudut Hasan’dı. Bu esirlerin hepsi Ras El-Tin’de
bulunmaktaydı. İlk müsait gemiyle Atina’ya gönderileceklerdi. Bu şartlar
altında İngiltere Hükûmeti kararlı bir şekilde, Afyonkarahisar’da tutulan sekiz
İngiliz esirin serbest bırakılmasını beklemekteydi. İngiltere Hükûmeti, ayrıca
iki Osmanlı subayının doğal nedenlerden ötürü ölmesinden dolayı Osmanlı
Hükûmetinin tutuklu bulunan İngiliz esirlerden iki ya da daha fazlasını serbest
bırakmakta tereddüt etmeyeceğini düşünüyordu.[699]
2.2.11
Seydi
Beşir Kuveysna Kampı
Seydi Beşir esir kampının
kuruluşu, İngiltere Hükûmetinin Mısır’daki Konsolosluğu ile gerçekleştirdiği
yazışmalara bakılırsa Temmuz 1916’dır.[700]
Kızılhaç heyetince 6 Ocak 1917’de gerçekleşen ziyaret sonrası kamp
hakkında bir rapor hazırlanmıştı. Raporda verilen bilgilere göre kamp,
İskenderiye şehrinin 15 km doğusunda, deniz kıyısında, sağlık şartlarına uygun
bir yerde, küçük bir vadi ile kum tepelerinin kesiştiği bir noktada kurulmuştu.
Etraf taze esintilere açık palmiyelerle doluydu. Kamp, yüksek bir noktadan
bakıldığında etrafı açık her yeri gören bir konumdaydı. Yeni yapılmış bir yol,
kampı şehre bağlamaktaydı. Esirlerin barınmaları için hemen hemen her şey
düşünülmüştü. Mutfak bahçesi kapalı bir yer olarak tasarlanmıştı. Esirlerin
palmiyelerle çevrili futbol, tenis vs. gibi oyunlar için hazırlanmış alanları
vardı. Kamp komutanı Yarbay Coates’di.[701]
İngiltere Savaş Esirleri
Departmanı yöneticisi tarafından Kızılhaç heyetinin Mısır’daki savaş esirleri
kamplarına yaptıkları ziyaret sonrası hazırlanan raporun bir kopyası İngiltere
Hükûmetine sunulmuş, oradan Osmanlı Devleti’ne iletilmişti. Raporun bazı
bölümleri, İsviçreli yetkililer tarafından çıkarıldıktan sonra İngiltere
Hükûmeti tarafından Osmanlı Devleti’ne gönderilmişti. İngiltere kendisini
rahatsız eden bölümleri raporundan çıkarmıştı. Bu açıdan bakıldığında raporun
tarafsızlığı tartışmaya açıktır.[702]
İngiltere Savunma Bakanlığı,
raporun kendileri için sakıncalı bölümlerini çıkararak yayınlamış ve raporu
propaganda amaçlı olarak değişik yerlere göndermişti. Aslında bu bölümlerin
İngiltere’nin isteği ile Kızılhaç yetkilileri tarafından daha önce rapordan
çıkarılma ihtimali büyüktü. Buradan anlaşılmaktadır ki kamuoyuna sunulan ve
Osmanlı Devleti’ne de gönderilen bu rapor, daha yayınlanmadan sansüre uğramış
taraflı bir rapordu. İngiltere, Kızılhaç heyetinden gelen raporu kendi
propaganda malzemesi olarak kullandı. İngiliz yetkililer, heyetin raporuna göre
kamptaki tüm düzenlemelerin tam anlamıyla mükemmel göründüğünü, hiçbir şikâyet
almadıklarını, esirlerin yazışmaları üzerine hiçbir kısıtlamanın bulunmadığını
ve esirlerin rahatı için fazladan bir şey sağlamaya gerek olmadığını iddia
etmişti. Rapor ayrıca Amerika Hükümetine de iletildi.[703]
Kızılhaç heyetinden hariç olmak
üzere Amerika’nın Mısır Dışişleri görevlisi, kampı iki defa ziyaret etmişti.
Amerika Birleşik Devletleri’nin Kahire Sorumlu Yardımcı ve Kahire Diplomatik
Temsilcisi Konsolos Paul Knabenshuf, 24 Ağustos 1916’da Mısır’da alıkoyulan
Türk savaş esirleri konulu Amerika Dışişleri Bakanı’na yazdığı yazıda Mısır’da
bulunan Türk savaş esirlerini ziyaret etmek istediğinden bahsetmişti.
Kahire’deki Mısır Seferi Güçleri komutanı E.A. Altham’dan bu konuda yardım
istemişti. Paul Knabenshuf, Amerika’nın Mısır’daki Türk menfaatlerinden sorumlu
olmadığını bu menfaatlerin İngiltere’nin istekleri içerisinde olduğunu
söylemişti. Knabenshuf yetkili organların onayı sonrası Türk subaylarının
bulunduğu Seydi Beşir’deki yeni toplama kampını ziyaret edebildi. Seydi Beşir
esir kampına yapılan ziyaret sonrası bir rapor hazırlanarak ilgili devletlere
iletildi.645 [704]
Amerika’nın Mısır Temsilcisi Paul
Knabenshue, Seydi Beşir’deki Türk subay esirlerinin kampını ziyaret için
istediği iznin verilmesi üzerine teşekkür etmiş ve 21 Temmuz 1916 tarihinde
İskenderiye’nin birkaç mil doğusundaki Seydi Beşir kampını ziyaret etmişti.
Kampta bulunduğu süre boyunca kendisine yeterince ilgi gösterildiğini,
hürmetkâr bir şekilde ağırlandığını ve kıdemli subay esirlerle konuşmasına
engel olunmadığını söylemişti. Bu subaylar bu kampa Temmuz ortasında Kahire
Kalesi’nden nakledilmişti. Rütbeli subay esirlerle serbest bir şekilde
konuşabilmiş ve ziyaret sonrasında esirler için yapılan düzenlemeler için kamp
yetkililerini kutlamıştı. Subay esirlerin rahatı için yapılan düzenlemeler
hayranlık vericiydi ve onların mutlak memnuniyetini sağlamıştı. Yiyecekler iyi
ve bol miktarda sağlanmaktaydı. Raporunda kamp hakkında şu sözleri söylemişti:[705]
“Bu esirler için yapmış olduğunuz
takdire şayan düzenlemelerden ötürü sizi tebrik etmeme izin veriniz. Bu kampın,
denize birkaç metre uzaklıkta olması ve esirlerin serbest bir şekilde
yüzmelerine izin verilmesi açısından, bir yaz kampı olarak ideal olduğunu söylemek
isterim. Hasır ile örtülü bir ek yapının gölgesinde kurulmuş olan çadırlar,
ferah deniz esintisiyle serin tutulmaktadırlar. Tıbbi müdahaleler ve hastane
hizmetleri için olduğu gibi, mutfak ve yemek odası için de yeni inşa edilmiş
binalar oldukça tatmin edici durumdalar. Temiz su havuzları ve duşlar çekici
bir özelliğe sahipler ve sıhhi düzenlemeler mükemmel durumda.
Türk subaylar bulundukları yerden
ve kendi rahatları için yapılan düzenlemelerden memnun görünmektedirler.
Dahası, her bir subaya hizmet vermek üzere bir Türk er esire sahip olma fırsatı
verilmektedir.
Hiçbir şikâyet almadım ve kampa
ve kendilerine uygulanan muameleye ilişkin bana ulaştırılan tek talep,
esaretten dolayı oluşan monotonluğu biraz gidermek için eğlence türlerine
ilişkin birtakım ayrıcalıklar tanınması oldu. Binbaşı Coates bu konuda,
memnuniyetlerini dile getiren subaylara açıkladığı bazı düzenlemeler yaptı.
Komutan Binbaşı Coates ile onurlarını kaybetmeyecek ve disiplinden
uzaklaşmayacak şekilde muamele gören esir Türk subaylar arasındaki samimi
ilişkileri bildirmekten memnuniyet duymaktayım.”
Ziyareti sırasında üç subay
esirin durumu Kızılhaç heyetinin dikkatini çekmişti. Heyet bu kişilerin
ülkelerine iade edilmesini, bu mümkün değilse en azından mübadele edilmesini
istedi. Bu esirlerden birisi 70 yaşında, yaşlı ve askeri görev için sağlıklı
olmayan Maraşlı Mehmed oğlu Mehmed Mirza’ydı. Bir diğer esir 3. Kolordu 7.
Bölük, 19. Alay, 2. Bataryadan Ali oğlu Yusuf Ziya Efendi’ydi. Sonuncu esir 19.
Takım, 64. Alay, 1. Batarya, 1. Alaydan Araştırma subayı Veysi Zade Ali oğlu
Hüseyin Avni Efendi’ydi. Kaba Tepe’de Mayıs’ta ele geçirilmiş, sağ bacağı
şarapnel ile kopmuş, 28 Eylül 1915’te sakat kalmıştı.647 [706]
Kahire Mısır Seferi Kuvvetleri
Komutanı, 11 Ağustos 1916’da Knabenshue’e gönderdiği yazıda Seydi Beşir
kampındaki Türk esirleri için yapılan düzenlemelerden memnuniyetine dair
hazırladığı raporun İngiliz, Fransız ve Arap basınında yayınlanması için izin
istedi. Bu izin kısa sürede verildi.[707]
Bu rapor kamp için hazırlanan tek
rapor değildi. 1916 sonuna kadar İstanbul’daki Amerika Elçiliği, Başkumandanlık
Vekâletine Londra ve İngiltere’nin bazı bölgeleri ile İskenderiye’de bulunan
Osmanlı esirleri karargâhlarının teftişini içeren 10’a yakın rapor sunmuştu. Bu
raporlardan birisi 23 Eylül 1916’da Kahire’deki Amerikan Diplomatik Ajansının
başında bulunan başkonsolos tarafından Osmanlı Devleti’ne iletildi.[708]
İngiltere Hükûmeti elinde ve
özellikle İskenderiye’de bulunan beş Osmanlı esir karargâhındaki Türk
esirlerinin durumuna dair Amerika Büyükelçiliği görevlileri tarafından başka
bir rapor daha hazırlandı. Başkumandanlık Vekâletine 19 Haziran 1917’de sunulan
bu rapor ile Osmanlı Devleti’nin esirlerine karşı uygulandığını iddia ettiği
kötü muameleye cevap verildi. İngiltere Hükûmeti, daha önce Kızılhaç heyeti
tarafından teftiş sonrası hazırlanan raporlara da atıfta bulunarak Mısır’daki
ve diğer
İngiliz sömürgelerindeki tüm
Müslüman esirlerin ve imamların, tüm isteklerinde serbestçe müracaat etme
hakları olduğunu söyledi. Ayrıca Osmanlı Devleti’nin elinde bulunan İngiliz
savaş esirlerini ziyaret etmek isteğini de yeniledi.650 [709]
Arşiv belgelerinden, bağımsız
devlet ve kurumlarca hazırlanan raporlardan veya esir hatıratlarından çıkan
bilgilere göre Seydi Beşir kampı Mısır’da bulunan kampların içinde Türk
esirlerinin sayısı bakımından en büyüğü ve en önemlisiydi. Kızılhaç raporlarına
göre Seydi Beşir esir kampında Ocak 1917 itibariyle 3.906 Türk rütbelisi ve
askeri, 3 Sıhhiye kâtibi, 2 Ermeni sıhhiye subayı bulunmaktaydı.[710]
1917 yılı başında Seydi Beşir kampında 430 subay mevcuttu. Bunların 60’ı Şubat
1915’den beri kampta bulunuyordu. 410 kişi, bu subayların emir eri olarak
seçilmişti. Ayrıca kampta 10 imam ile Mekke Şerifi Hüseyin tarafından
yakalanarak esir edilen ve sonradan İngilizlere verilen 20 sivil vardı. Esirler
çok iyi durumdaydı.[711]
Rahmi Apak, hatıratında Seydi Beşir esir kampında üç yüz kadar Çanakkale, Hicaz
ve Filistin’de ele geçirilmiş Türk subayı olduğundan bahsetmektedir. 29 kadar
Alman subayı, Hicazda tutuklanmış Türk devlet memurları ve bunların aileleri
ile birlikte ayrı bir kampa yerleştirilmişti.[712]
Necmi Seren ise kampın A, B, ve C bölümlerinde Türklerin, D bölümünde ise
Almanların kaldığını söylemektedir. Her gün bir süre kamp kapıları açılmakta,
esirler istedikleri bölüme gidebilmekteydi. Bu kampta çadırlar yoktu. Kamp çuval
bezlerinden yapılıp üstüne kireç sürülmüş pavyonlardan oluşmaktaydı. Duş
yerleri daha organize edilmiş olup ihtiyacı karşılıyordu.[713]
120. Alay Kumandanı yarbayın
ifadesinden oluşan ve Merkez Kumandanlığından Üsera İşleri Şubesine sunulan 20
Şubat 1921 tarihli raporda, esir kampının nüfusundan bahsetmekteydi. Şam’da
İngilizlerin eline düştükten sonra Seydi Beşir dördüncü esir (S) kampına
yerleştirilen esir, burada daha önce Yemen’den gelmiş takriben 30-40 subay
olduğunu söylemişti. Son gelen kafile ile toplam 100 kişi kadar oldular ve son
gelenleri başka kampa nakledildiler. Bilahare diğer kalabalık kamplardan
subaylar getirildi ve bu kampın toplamı 300 kişiyi buldu. Diğer kamplar da
yaklaşık aynı sayıdaydı.[714]
Seydi Beşir kampında bulunan
esirlerin kimler olduğuna dair bir diğer bilgi Cemil Zeki Bey’in hatıratında
zikredilmektedir Seydi Beşir kampındaki esaret hayatı 23 Ekim 1918’de başlayan
ve karargâhının (S) kısmında yerleştirilen Cemil Zeki Bey, 75. Alay 2. Tabur
subayları ile 1. Tabur subayların bir kısmının da bu kampta bulunduğundan
bahsetmişti.[715]
Kızılhaç raporlarına göre kampta
subaylara ayrılan lojmanlarda günlük ihtiyaç duyulan birkaç mobilya dışında her
şey tamdı. Kamptaki yerleşim çalışmaları 1917 yılı ortalarına kadar devam etti.
Kızılhaç heyeti kampı ziyaret ettiklerinde inşaat çalışmaları devam etmekteydi.
Barakaların ana yapısı ahşap binalar olup bazı bölümleri kamptaki yerli işçiler
tarafından tahtadan ya da çimentodan yapıldı. 25 metre uzunluğunda ve 8 metre
genişliğinde olan barakaların odalara açılan 1,75 metre genişliğinde
koridorları vardı. Odalar 3,5x4 metre boyutunda, 4 metre yüksekliğinde ve
yerden tavana kadar tahtadan yapılmıştı. Yan duvarları kireçlenmişti. Her odada
iki pencere ve her pencerede de bir sineklik vardı. Çatıda bir baca olup
katranlanmış keçe ile kaplanmıştı.[716]
Kamp kurallarına göre odalarda
kalan esir sayısı esirlerin rütbelerine göre değişmekteydi. Odalarda yüzbaşı
rütbesine kadar olan subaylar dört, yüzbaşılar üç, albaylar iki kişi olarak
kalmaktaydı. Birkaç yüksek rütbeli subaya ayrı birer oda verilmişti. Emir
erleri ayrıca yerleştirildi. Kamp elektrik ile aydınlatılmaktaydı.[717]
Odalar her ne kadar elektrik ile aydınlatılmakta ise de çoğunlukla kasten
söndürülüp esirler karınlıkta bırakılıyordu.[718]
Odalarda metal somyalar, ot
yataklar, yastıklar, battaniyeler yer alıyordu. Bazı subaylar, kendileri
odalarına perde ve kilim ilave ettirmişti. Masa, sandalye ve sandalye gibi
diğer mobilyalar yeterli düzeydeydi.[719]
Seydi Beşir kamplarının konumuna
ve esirlerin ikamet ettikleri barakaların durumuna dair bilgiler sadece
Kızılhaç belgelerinde mevcut değildi. Pek çok esir kampın konumu ve
barınakların şartlarını esaret hatıratlarında anlatmıştır. Bu esirlerden birisi
Gelibolu’da İngilizlere esir düşen ve İngiltere askeri yetkilileri tarafından
malul esirler arasında yurda iade edilen Gelibolu Seyyar Jandarma Taburundan
Abdürrahim’di. Seydi Beşir’in sahil kısmına ve oradan sonra sahilden yarım saat
mesafede inşa edilmiş kamplara yerleştirilen Abdürrahim, geri dönünceye kadar
yaşamak zorunda kaldığı barınakları detaylı bir şekilde anlatmıştı. Mehmed Ali
Paşa Kalesi’nde bir sene geçirdikten sonra Sudan’a giden pencereleri tamamen
kapalı bir tren ile süngülü askerlerin muhafazası altında İskenderiye’ye iki
saat mesafede, köy vesaireden tamamen uzak bir sahil kenarına getirildiler.
Örümcek ağına benzeyen bir kesif tel örgüsü ile koruma altına alınmış bir
mahalde kurulan çadırlar içinde beş ay tutuldular. Bu süre sonunda sahilden
yarım saat geride ve Seydi Beşirden uzak fakat Seydi Beşir’e bağlı olan hücre
bir mahalde hasırdan odalar ve pencereleri çuvalın iyi cinsinden yapılmış
barakalara nakledildiler. 400 metre uzunluğunda ve 200 metre genişliğinde bir
tel örgüsü içine tüm esirler sıkıştırıldılar. Vesika olmaksızın ne tel örgünün
içine girmek ne de tel örgüden dışarı çıkmak mümkün değildi. Esasen, esir
karargâhı mezra bir mahal seçilerek kurulmuştu. Harp sırasında hiç kimsenin bu
bölgeye yaklaşamayacağı düşünülmüştü. Seydi Beşir, Osmanlı subay esir
karargâhında bulunan dört kamp 18 nöbetçi ile muhafaza edilmekteydi.[720]
Tablo
2.2: Seydi Beşir Kampının Krokisi
Kaynak:
Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/1.
Esirlerin yaşadığı kampların
fiziki özelliklerini anlatan bir diğer belge, yine Genelkurmay ATASE Arşivinde
bulunan esir ifadelerinde saklıdır. Hicaz Fırkası Kumandanı albayın esaret
sonrası Mart 1921’de verdiği ifadesinden oluşan raporda, Seydi Beşir esir
kampının kumluk bir mahalde, büyük bir sahada, iki kat tel örgülerle çevrili ve
içinde tahta pavyonlardan müteşekkil olduğunu yazılmıştı. Her pavyon, Mısır
hasırı ile sekiz ve onar odaya ayrılmıştı. Binbaşılara birer, yüzbaşı ve
teğmenlere üçer dörder kişi olmak üzere birer oda verildi. Her subaya birer
karyola, üçer battaniye ve birer de sandalye tahsis edildi. Bir başka esir,
ifadesinde yazın ikişer, kışın ise üçer battaniyenin verildiğinini söylemişti.
Daha yüksek rütbeli subaylara (ümera) arzuları dairesinde büyük çadır veya oda
içinde karyola, birkaç sandalye ile masa, konsol, el yüz yıkamak için leğen
vesaire de verildi. Karargâh içerisinde mutfak, cami ve tuvaletler mevcuttu.
Tuvaletler alaturka yapıldığı gibi ayrıca duş yerleri de vardı. Tuvaletler her
sabah asit fenikli sular ile temizleniyor ve süprüntü vesaire için de muhtelif
kovalar konuluyordu.[721]
Cidde Hastanesinde doktor olarak
görev yaparken esir düşüp ilk kafilede yurda dönen bir binbaşının verdiği
ifadede yine esirlerin yaşadıkları karargâh anlatılmaktadır. Cidde Grubu bu
karargâha ulaştığında ilk Kanal Harekâtı’ndan ve Çanakkale Muharebesi’nden esir
edilen yaklaşık 60-80 kadar esir subay bulunmaktaydı. Subayların
yerleştirildiği bu karargâh iki buçuk metre yüksekliğinde, iki sıra tel
örgülerle kapalı ve bu iki sıranın araları da açılmış, kangal hâlinde (tel,
kurşun boru gibi uzun ve bükülebilir şeylerin halka biçiminde sarılmasıyla
yapılan bağ) helezon ve iri dikenli tel ile doldurulmuştu. Subayların
ikametgâhı ikişer, üçer kişilik çadırlı ve ikişer battaniyeli karyolalardı.
Karargâh 150-200 kişilik kısımlara bölünmüş, her kısım birer kilitli çifte
kapılarla diğerinden ayrılmıştı. Esirler ancak günde iki saat birbiri ile
görüşebilmekteydi. Zamanla Kanal Cephesi’nden grup grup esirler geldikçe
sahilde kurulmuş bu esir karargâhı yetersiz kalmıştı. esirler kampın yetersiz
kalmasıyla hemen beş kilometre güneydoğuda eski hastane barakalarından vücuda
getirilmiş, daha kuvvetli teller ile kapatılmış ve dört kısımdan ibaret büyük
bir karargâha nakledildi.[722]
18 Şubat 1914’de Süveyş Kanalı
Tosum mevkiinde esir olan 8. Fırka 27. Alay 79. Makineli Tüfenk Mülâzımı evveli
Osman Ferid, 1918’de yurda dönüşte kampın fiziki şartlarını anlatan diğer bir
esirdi. 51 ayını burada geçiren Osman Ferid, kampın üç metre yüksekliğinde, on
beş metre genişliğinde iki sıra tel örgüsüyle çevrili olduğunu söylemişti.
Esirlerin oturduğu pavyonların bir katı taş ve tuğladan yapılmıştı. Arazi
kumluktu ve zemini topraktı. Pencereleri çuval bezinden, bölmeleri ise
hasırdandı. Geçirilen hayat pek istenen bir hayattı. Ordugâhlar arasında birer
kapı mevcut olup bunlar haftada iki defa iki saat açılır ve esirler birbirleri
ile görüşebilirdi.[723]
Mahmud Esad, 9 Ağustos 1919
tarihli ifadesinde Seydi Beşir civarındaki kamplara geldiklerinde, şahit
olduklarını anlatırken kampların etrafının ıssız, kum tepelerle çevrilmiş bir
mahalde bulunduğunu ve üç adam boyu yüksekliğinde dikenli tellerle iki sıra
olarak çevrilmiş olduğunu söylemişti. Subaylar kamplarda kısmen pavyonlarda ve
kısmen de çadırlarda yatmaktaydı. Her dört subaya bir Türk erinden hizmetçi
verilmiştir Ayrıca kampın dışında süngülü nöbetçiler ikame edilmiştir.[724]
Nöbetçiler genellikle Müslüman
Hintlilerdi. Ara sıra Mecusi Hintliler ile İngilizler de nöbet tutmaktaydı.[725]
Teğmen Ahmed Rıfat, esarette
yaşadıklarını ve kampın özelliklerini anlatan bir diğer isimdi. Ahmed Rıfat’ın
3 Nisan 1919 tarihli ifadesine göre tel örgü diye adlandırılan İskenderiye
Seydi Beşir esir kampından kuşun bile geçmesi istisnai bir olaydı. Esirler,
depo karargâhta mahruti çadırlarda oturuyor ve izin verilen zamanlar dışında
tel örgüden dışarıya katiyen çıkamıyorlardı. Burada sekiz ay kadar kaldıktan
sonra sahilden dört kilometre uzaklıkta ve kumluk bir arazide inşa edilen yine
tel örgüyle çevrilmiş, başka bir esir karargâhına nakledildi. Buradaki
pavyonlarda dört metrekare bir odada dört kişi kalmaktaydı. Esirlerin
yaşadıkları pavyonlar ise korunaklı olmayıp cam yerine pencerelere ince çuval
takılmıştı. Rütbesiz askerler ise mahruti çadırlarda kum üzerine serpilmiş
hasır üzerinde iki battaniye ile yatmak zorunda bırakıldı.[726]
Esaretten dönen askerlik şubesi
memuru Yüzbaşı Sadık Efendi, 8 Mart 1919’da verdiği ifadesinde esarette
yaşadıklarını anlatırken tel örgü dâhilinde dört kampa ayırmış, her kampta on
sekiz pavyon, her pavyonda altışar oda ve her odada dört karyola olduğundan
bahsetmişti.[727]
Seydi Beşir kampının esaret
şartlarını anlatan bir esir de Yedek Subay Mülâzımısâni Tevfik Efendi’ydi. 6
Mart 1919 tarihli telgrafa cevaben Ankara’da 13. Fırka Asker Alma Kalemi
Başkanlığına yazılan yazıda kampın bir tarafının tel örgülerle kapalı olduğu
yazılıydı. Esirlerin kamptan çıkmalarına ve kimse ile görüşmelerine müsaade
edilmiyordu. Günde iki defa yoklama yapılarak esirlere zulmedilmekteydi. Bu
durum, birçok subay ve askerin hastalanmasına sebebiyet verilmişti. Esirler son
derecede baskıcı bir düzen altında bulundurulmuştu.[728]
Barakalarının damlarının aktığına
dair şikâyetler Kızılhaç raporlarına da girdi. Esirler Kızılhaç heyeti
üyelerine barakaların yağmurda su aldığından şikâyet etmişti. Kamptaki bazı
barakalara yağmur suyu girdiği tespit edilmiş fakat Kızılhaç heyetine göre
sızıntı fazla değildi ve önemsizdi.[729]
Osmanlı Ordu-yı Humayun Başkumandanlığı Vekâletinden Hariciye Nezaretine giden
8 Nisan 1917 tarihli yazıda da Osmanlı esir subayların ikamet ettirildikleri
barakaların damlarının akmakta olduğunu bilgisini verildi.[730]
Bu döneme ait hatıratlardan
birisine sahip olan Mehmed Ubeydullah Efendi’nin[731]
her ne kadar savaş esiri olmasa da esir kamplarında geçirdiği günlerde kampa
ait bilgiler vermesi döneme ait şartları öğrenmek açısından önemlidir. Seydi
Beşir kampına yerleştirilen Ubeydullah Efendi, burada kendisine çok iyi
davranıldığını ve esir muamelesi yapılmadığını söylemektedir. Tel örgülerin
hemen dışında kendisine özel bir çadır tahsis edilmişti. Dört gün sonra yanına
Asir mutasarrıfı ve kolordusu komutanı Muhiddin Paşa gelmiş ve ona da ayrı bir
çadır kurulmuştu. Burada Topçu Albay Selimiyeli Fuad ile beraber kalmıştı.
Ubeydullah Efendi’nin anlattıklarına göre Seydi Beşir kampı İskenderiye’ye
karadan yaklaşık 20 km uzaklıkta bir köydü. Kamp köyün ön tarafında kumluk
alanda kurulmuş karargâhlardan oluşmaktaydı. Karargâhlarda 400 kadar değişik
rütbelerde Osmanlı subayları bulunuyordu. Subayların karargâhı ayrı olup subay
karargâhında bulunan erler subaylara hizmet için bulunmaktaydı. Üst düzey
subaylar için ise çadırlar ayrı olup her birine bir çadır verilmişti. Muhiddin
Paşa’nın çadırı iki direkli dört köşeli bir general çadırı olup doğusunda,
caddenin sonunda askeri yarbay olarak kaydedilen
Ubeydullah Efendi’nin çadırı
bulunmaktaydı. Bu çadırların batısında ise Erkan-ı Harp Yarbayı Gümülcineli
Hüseyin Bey’e ve hizmetçilerine mahsus çadırlar bulunuyordu. Kampın iç işleri
idare etmekteydi. Güneybatı tarafında üst düzey subayların çadırları, güneydoğu
tarafında ise subayların çadırları arasında diğer çadırlar mevcuttu. Çadırların
kapıları caddeye yani güneye bakıyordu. Subayların çadırları büyük ve 12
kişilikti. Her subaya temiz, sağlam, demir subay karyolaları, temiz yataklar ve
üçer adet battaniye verilmişti. Karargâh etrafı iki kat tel örgü ile çevrilmiş
ve yaklaşık 20 dönümlük bir araziydi. Karargâhın sonunun güneyinde müstakil
zemin üzerinde inşa edilmiş üç adet baraka vardı. Doğudaki baraka içten bir
duvarla orta yerinden ikiye bölünmüş, güneyi mescit olarak düzenlenmişti.
Batısında ise abdest almak için bol sulu musluklar ve banyo bulunmaktaydı.
Barakanın diğer kısmı ise bir dükkân olup burada yiyecek, içecek ve giyecekler
satılmaktaydı. Bu barakanın doğusundan 10 metre mesafede daha uzun ikinci ve 10
metre daha doğuda ikinci barakayla aynı büyüklükte üçüncü bir baraka daha
vardı. Ortadaki bakara kulüp olarak adlandırılmaktaydı. Burası kahvehane olarak
kullanılan bir yerdi. En sondaki ise yemekhaneydi. Kulüp ile yemekhane
arasındaki alan ise mutfak ve kiler olarak kullanılan, zemini asfalt üstü de
örtülü bir yerdi. [732]
Esarete ait yaşadıklarını yazan
bir başka hatırat sahibi asker Necmi Seren’di. Filistin Cephesi’ne esir düşen
Necmi Seren, esir olarak ele geçirildikten sonra önce İskenderiye yakınındaki
bir kampa getirildi. Kampta büyük çadırlar kurulmuş ve bu çadırların içinde
kumların üzerinde esirler için portatif karyolalar yerleştirilmişti. Kampın
etrafı tel örgülerle çevrili olup köşelerinde sakallı Hintli Müslüman
muhafızlar bulunmaktaydı. Esirlerin İngilizler ile hiçbir teması yoktu. Sadece
akşam üzeri bir İngiliz subayı beraberince Ermeni tercüman ile birlikte gelip
doğru dürüst bir sıraya dahi sokmadan esirleri sayıp giderdi. İngilizler,
kampları kendilerini göstermeden idare ediyordu. Esirler tel örgüler içinde
tamamen özgür olup serbestçe hareket etmekte ve kendi kendilerini
yönetmekteydiler. Kapının iç idaresi de esirlere aitti. Savaş ilerledikçe
kampın sayısı arttı. Yemen’den gelen esirler bu kampın az yukarısında başka bir
kampa nakledildi. Gelenler arasında Yemen Müdafii Muhiddin Paşa, Kurmay Hüseyin
Hüsnü Emir gibi önemli kişiler bulunmaktaydı.[733]
Emin Çöl de Seydi Beşir’de
yaşadığı kampı tasvir eden esirlerden birisidi. Çöl, 1918 yılı Ocak ayının ilk
haftası İskenderiye yakınlarındaki Heliopolis esir kampından Seydi Beşir
kampına nakledilmişti. Burada kamp dört bölümden oluşmakta ve her bölümde
birden dörde kadar sıra numarası bulunmaktaydı. Birincisinde Almanlar,
diğerinde Türkler kalıyordu. Her ne kadar barakada subaylar rütbelerine göre
otursalar da aralarında birlik ve beraberlik mevcuttu. Önce yapılan üçüncü
barakanın tabanı yarım metre yüksekliğinde tahtadan, sonradan yapılan dördüncü
barakanın tabanı betondandı. Odalar dört kişili olup duvarları tek sıra kesme
taştan yapılmış ve üstleri muşambaydı.[734]
Kesre’de İngilizlerle yapılan
muharebede 30 Eylül 1917’de esir düşen Hicaz 22. Fırka 125. Alaydan Hesap
Memuru Muavini Bursalı Halil oğlu Mehmed Nuri Efendi, esaret sonrası verdiği
ifadesinde Seydi Beşir karargâhına nakledildikten sonra yaşadıkları 2 Ağustos
1919’da ifadesinde anlatılmıştı. Subay karargâhını, İskenderiye’den yani şehir
merkezinden uzak bir mesafede bulunan, kum deryaları üzerinde bir takım mahruti
çadırlardan oluşan, etrafı tel örgüsü ile kapalı bir yer olarak tasvir etmişti.
Her bir çadırda 3 kişi kalmaktaydı.[735]
Yine, Ağustos 1919’da esaretten
dönen bir esirden alınan ifadede Filistin Cephesi’nde nasıl esir olduğunu,
Şam’da esir düştükten sonra esirlerin Seydi Beşir kampına nasıl getirildiği
anlatılmaktadır. Esirler Kantara’dan Seydi Beşir esir karargâhına vardıklarında
henüz çadırlar kurulmamıştı. Çadırların kurulmasından sonra sınıfına göre
subaylar çadırlara taksim edilmişti. Çadırların kurulmasına kadar esirler bir
müddet kumlar üzerinde karyolada yatırılmıştı.[736]
İsmi belli olmayan bir esirin
İkdam gazetesinde yayınladığı hatıratında, kampın detaylı bir şekilde tasviri
yapılmıştı. Gazetede yayınlanan hatırat şu şekildeydi:[737]
“Mısır’ın cidden pek mühim ve en
güzel yeri olan İskenderiye şehrine otomobil ile iki saat mesafede bulunan
Seydi Beşir’de ikametimize tahsil olunan mahal sahilden üç kilometre kadar uzak
tenha bir yerde idi.
İlk başta bir kısımdan ibaret
olan bu yere daha sonra esirlerin çoğalmasıyla üç kısım daha ilave edilmişti.
Hemen hemen aynı büyüklükte olan bu kısımlar 150 metre uzunluğunda ve 100 metre
genişliğindedir. Etrafı tamamıyla tel örgülerle çevrilidir.
Subaylar, ‘pavyon’ adı verilen
altışar odadan oluşan barakalar dâhilinde, her kısma ortalama 350 kişi düşecek
şekilde yerleştirilmişlerdi. Rütbelerine göre bir odaya bir, iki, üç ya da dört
subay veriliyordu.
Subay bölgesinde bulunmak üzere
karargâhta mevcut neferler de ‘mahruti’ ya da büyük çadırlarda
bulunduruluyordu. Bunlardan hariç yemekhane, bakkal ve duş mahalleri de kampta
bulunmaktaydı. Bir kısım diğer kısım ile haftada ancak birkaç gün belirli
saatlerde kapılar açılarak temas edilebiliyordu.”
Karl Curzon’un İsveç Kızılhaçına
yazdığı Mart 1919 tarihli yazıda, her ne kadar doğrudan Türk esirlerinin
durundan bahsetmese de esirlerin barınmaları ile ilgili bilgi verilmekte ve
şartların hiç de istenildiği gibi olmadığı itiraf edilmekteydi. Geri dönen
esirlerle sayının azılmasına rağmen Kahire yakınlarındaki Maadi ve Tura esir
kampının şartlarında dikkate değer bir değişikliğin olmadığı açıklanmıştı. Aynı
türden şikâyetler Seydi Beşir esir kampında bulunan subaylar tarafından da
yapılmaktaydı. İngilizler Seydi Beşir kampında düzenleme yapmalarına rağmen
subaylar için barınma yerinin standartların çok altında olduğunu ifade
etmişlerdi. Esirlerin kaldıklarını barınaklar her ne kadar havadar olsa da
barınakların sıcağa ve soğuğa karşı herhangi bir yalıtımı bulunmuyordu. Ayrıca
barakaların çatıları çok kötü olup her yağmurda kulübe su almaktaydı.
Kaldıkları barakaların yaşanacak şartlarda olmaması bir yana, barakalarda
herhangi masa ya da yatak dahi bulunmuyordu. Tüm bu düzensizlikler, Dışişleri
yetkilileri tarafından Kızılhaça da bildirilmişti.[738]
Seydi Beşir kampında her şeyin
istenildiği gibi olmadığını gösteren bir başka belge İngiliz Milli Arşivinde
yer almaktadır. E.A. Altham, 14 Temmuz 1916’da
Knabenshue’e yazdığı yazıda Türk
subaylarına karşı yeterince ilgi gösteremediklerini “Türk subaylara
şartların elverdiği kadar iyi muamele edemediğimizden endişeliyiz.” sözleri
ile itiraf etmişti.[739]
Kampın fiziki şartlarının yerinde
olduğu varsayılsa bile Mısır iklimi ve deniz kıyısında konuşlandırılmış kamp,
esirlerin yaşaması bakımından hiç uygun bir yer değildi. Havaların sıcak olduğu
zaman geceleri sivrisinekten uyunmuyordu. Mısır çöllerinde kışın soğuk ve
yağmurdan hariç olmak üzere kum fırtınaları görülmekteydi. Esirlerin her tarafı
kum oluyordu. Aralık ayında şiddetli fırtınaya maruz kalan esirlerin
üzerlerinde kaput vesaire hiçbir şey olmadığından soğuktan müteessir
oluyorlardı.[740]
Topçu Yarbayı Tevfik Ünal esaret
günlerini Seydi Beşir kampında geçiren ve döneme ait notlarını kaydeden bir
diğer kişidir. Tevfik Ünal’ın yazdıklarından kamp hayatının yanı sıra esirlerin
bu kampa getiriliş hikâyesini de öğrenmekteyiz. Filistin Cephesi’nde esir düşen
Topçu Yarbayı Tevfik Ünal Süveyş’te bir gün konaklamanın ardından
İskenderiye’ye gönderilmiş ve 3 sene kalacağı Seydi Beşir kampına teslim
edilmişti. Burada Çanakkale’de kaybettiği üç arkadaşı ile karşılaşmış ve sağ
olduklarını görmüştü. Çanakkale Cephesi’nde esir düşmen arkadaşları önce Limmi
Adası’na, ardından Kıbrıs’a gönderilmişti. Son olarak da Mağusa’dan Seydi Beşir
esir kampına nakledilmişlerdi. Kıbrıs’ta bulunan esirlerin Seydi Beşir’e
nakilleri de ilginçti. İngilizler yerli halkın yani Türklerin esir Türk
soydaşlarına ilgisinden rahatsız olmuşlardı. Yerli halkın esir Türkleri
kaçıracaklarından korkan İngilizler, buradaki esirleri Seydi Beşir’e
gönderdiler. Kampta Çanakkale, Filistin, Hicaz’da esir edilen yaklaşık 300
kadar esir bulunmaktaydı. Ayrıca Hicaz’da Medine’nin düşmesinden sonra
tutuklanan memurlar da burada aileleri ile kalıyorlardı. Yalnız aileler esir
kampının yanında başka bir kampta ikamet ediyorlardı.[741]
Hicaz Fırkası Kumandanı albayın
esaret sonrası Mart 1921’de verdiği ifadesinde, kendi kaldığı Seydi Beşir
kampından hariç olmak üzere diğer bir kamp olarak Kuveysa esir kapından da
bahsetmektedir. Raporda Kuveysna esir kampının
Kahire ile İskenderiye arasında
olduğunu, kampı bizzat gördüğünü ve Seydi Beşir karargâhının aynısı olduğu
yazmıştı.[742]
Kuveysa esir kampı hakkında bilgi
veren bir diğer esir de Hüseyin Aydın’dı. Filistin Cephesi’nde esir olarak ele
geçirilen Hüseyin Aydın Kantara’dan sonra Kuveysna esir karargâhına
götürülmüştü. Kamp yerine girerken esirlerin üzerindeki para, kıymetli evrak,
hüviyet gibi eşyalar alınmış, beyaz bir torba içine konulmuştu. Bir numara
torbaya, bir numara da esirlerin boynuna asılmış ve esirler de kampa
gönderilmişti. Ayrıca matara, sabun ve ekmek gibi içine para saklanabilen
herşey de kapıda değiştirildi. Bunu daha önceki tecrübelerinden bilen
İngilizler, haklı da çıkmış ve matara ve sabunun arkasından parası giden
esirlerden bağıranlar çıkmıştı.[743]
Esir edilen Hasan Remzi (Fertan) Küveysna kampında günlerini dolduran bir diğer
esirdi. Burada bir süre kaldıktan sonra Seydi Beşir kampına nakledildi.[744]
Seydi Beşir kampına bağlı
Kuveysna esir kampının adı esirlerin aileleri tarafından veya esirler
tarafından ailelerine yazılan mektuplarda sık sık geçmekteydi. Eylül 1920’de
Hayriye Hanım’ın eşi hakkında yazdığı mektupta, maaşla geride kalanların
geçinemediğini yazılıydı. Aileleri tarafından yetkililere yazılan mektuplarda
genelde savaşta kaybolmuş ya da esir düşmüş kişilerden haber alınamamasından
dolayı yetkililerden yardım isteniyordu. Seydi Beşir kamplarından yetkililere
yazılan mektuplarda ailelerinin nerede oldukları sorulmaktaydı. Mesela Mısır
Kuveysna B kampında esir bulunan 146 nolu Recep Çavuş, 1919’da yetkililere
yazdığı mektupta, iki senedir bu esir kampında bulunduğunu ve süre içinde bir
defa olsun ailesinden haber alamadığını yazmıştı:[745]
Seydi Beşir kampından babasına yazdığı mektuplarda paraya acil ihtiyacı
olduğunu belirten Cemil Zeki Bey de yazdığı mektuplarına cevap alamayınca
mektuplarının ailesine ulaşmadığından şüphe etmişti.[746]
Filistin Cephesi’nde Nablus
Muharebesi’nde esir düşen İbrahim Sorguç[747]
anılarında Seydi Beşir kampında kaldığını belirttikten sonra kampın adını
“Seydi Beşir Kuveysna Dört Numaralı Osmanlı Üserayı Harbiye Kampı”
olarak vermişti. Nablus Muharebesi’nde teslim olmaktan başka çareleri kalmayan
askerler 21 Eylül 1918 sabahı etraflarının düşman askerleri tarafından çevrili
olduğunu görmüşler ve aralarında Türkçe konuşan İngilizler gezinmeye
başlamıştı. Neferleri bir tarafa, subayları bir tarafa, ayırmışlar ve esaret
dönemi böylece başlamıştı. İskenderiye şehrinin 15 km yakınında bu kamp Seydi
Beşir kampında biraz uzak ama Seydi Beşir kampının bir bölümü olarak
geçmekteydi. 16. Tümenin 48. Alayına mensup subayların çoğu bu kampta
toplanmıştı. İbrahim Sorguç’un topçu subayı olan ağabeyi Muharrem Akif de esir
olarak bu kampa bulunmuştu. Kendisiyle İstiklal Harbi’nde Garp Cephesi’nde
tekrar karşılaşacaktır. Ayrıca İbrahim Sorguç bu kampta Antalyalı arkadaşları
Durali Mehmed, Hasan Basri, Bilal Efendi ve Cemil Efendiler ile bir araya
geldi.[748]
Kampta Türk esirlerinden başka esir Alman subayları da vardı.[749]
Seydi Beşir’in havası güzel ve
suyu boldu.[750]
İçme suyu şehirden kanallarla geliyordu. Tuvalet ve temizlik için su betondan
yapılmış zemin üzerinde lavabolardan sağlanmaktaydı. Atıklar kampın yakınındaki
bir göle yapılmaktaydı. Subaylar, sabahları banyo ve duş yapabiliyorlardı.
Bunlar için barakaların yanında, birbirinden hasırdan örme duvarlarla ayılmış
tertibat yapılmıştı. Subayların çamaşırları emir erleri tarafından tahta ve
çimentodan yapılmış çamaşırhanelerde yıkanmaktaydı. Kampta Türk usulü 44
tuvalet bulunuyordu. Lojmanların uzağında, çimento ile yapılan bu tuvaletlerin
kuyuları yaklaşık 5,5 metre derinliğinde olduğundan ve her gün kireç ve kresol
ile dezenfekte edildiğinden kampta hiç koku yoktu.692 [751]
Cidde Hastanesinde doktor olarak
görev yaparken esir düzen bir binbaşı özellikle yazları kamplarda su kıtlığının
yaşandığını ifade etmişti. Karargâhlarda yatak barakalarından başka
tuvaletlerle bir çatı altında duşlar vardı. Ara sıra özellikle yaz mevsimindeki
sıcağın en çok etkisini gösterdiği, suya en çok ihtiyaç bulunduğu zaman
suyollarının bozukluğu veya suyun azlığı bahanesiyle günlerce bazen aylarca duş
suları kesiliyordu.[752]
Cemil Zeki Bey su sıkıntısı dolayısıyla zaman zaman bir bardak su ile banyo
yaptığını anlatmıştı.[753]
İngilizler kampları idare ederken
kampın iç işlerine karışmamışlar, iç idareyi tamamen Türklere bırakmışlardı.
Her karargâhta muhtelif harp mevki ve cephesinden esir düşerek gelen esir
subayların en büyük rütbelisi o grubun başkanı sayıldığından kampta tüm emir ve
idareler o kişiye havale edilmekteydi. Grup kumandanları, subayların her türlü
ihtiyaçlarını gidermek için İngiliz kumandanına müracaat etmesi gerekiyordu.
Mart 1921’de Eski Hicaz Fırkası Kumandanı albayın esaret sonrası verdiği
ifadesinde, Seydi Beşir karargâhında esarette bulunduğu müddet zarfında
askerlerin tüm ihtiyaçları için kendisine müracaatta bulundukları söylemişti.
Subayların uygun olan önemli talepleri İngiliz kumandanına iletildi.[754]
Rum asıllı Osmanlı vatandaşı
Sokrat İncesu, bu kampta esaret günlerini geçiren ve kamp yaşantısına dair
bilgi veren önemli bir esirdi. Sokrat İncesu kampa getirilirken yaşadıklarının
dışında kamp hayatında çok da sıkıntı çekmediğini söylemektedir. Esir
düşmesinin ardından uzun ve meşakkatli bir yol sonrası İskenderiye’ye 6 km
mesafede Seydi Beşir karargâhına getirilmişti. Sokrat Bey için Seydi Beşir
kampına gelinmesiyle beraber, esaretinin ikinci safhası başlamıştı. Burada daha
önce esir düşmüş subaylar ile karşılaşdı. Büyük bir misafirperverlik ile
karşılanan İncesu’ya yemeklerden ikram edildi. İngilizler esaret kampına
ulaşıncaya kadar geçen acımasız tavırlarını burada biraz daha yumuşatmış ve
daha insani bir şekilde davranmıştı. Kampta esirler için nispeten daha iyi bir
ortam sağlanmış ve günler iyi bir şekilde geçmişti.[755]
Kamplarda kaza olayları da hiç
eksik olmamıştı. Pek çok esir kampa zaten hasta veya yaralı olarak gelmişti.
Bazı esirler ise kampa sağlam gelmişken kaza veya ihmal sonucu kamplarda sakat
kaldı. Teğmen İsmail Şevket Efendi, bu kampa sağlam olarak gelen fakat kampta
sakat kalan esirlerden yalnızca birisiydi. Osmanlı Devleti olayın takipçisi
olmuş ve Şevket Efendi’nin gözünü kaybetme olayında bir ihmalin olup
olmadığının araştırılmasını İngiltere Hükûmetinden talep etmişti. İngiliz
Dışişleri Bakanlığı, 26 Ağustos 1918’de Osmanlı Hükûmetine gönderdiği notada
İsmail Şevket Efendi’nin sağ gözünü kaybetmesini kaza olarak nitelendirdi.[756]
Osmanlı
Devleti, değişik zamanlarda sadece subayların değil eşlerinin de kamplardaki
huzuruna dair bilgiler toplamaya çalışdı. Osmanlı Hükûmeti, Mısır’daki
esirlerin ailelerinin, kötü muameleye tabi tutulmalarına dair şikâyetleri
Amerikan Elçiliğine iletti. Amerika’nın İskenderiye Konsolosluğu tarafından
yapılan subayların ailelerinin durumlarının iyi olduğuna dair araştırmalar hem
Osmanlı Hükûmetine hem de Britanya Hükûmetine 1916 yılının sonunda gönderildi.
İngiltere’nin Washington Büyükelçisi Cecil Spring Rice’dan 16 Ocak 1917’de
İngiltere Dışişleri Bakanlığına giden bu araştırmalardan anlaşılmaktadır ki
Birleşik Devletlerin ilgili diplomatları ve konsolosluk görevlilerine göre
Mısır’daki Türk esirleri en iyi şartlarda muamele görüyorlardı. Buna rağmen
Babıâli, Amerika’nın İskenderiye Konsolosluğunun Seydi Beşir’deki esirlerin
sağlıklarının iyi durumda olduğu yönündeki beyanını kabul etmedi. Amerika
Hükûmeti ise bahsedilen raporların doğruluğuna güven duyduğunu belirterek
Osmanlı Hükûmetini ikna etmeye çalıştı.[757]
Birinci Dünya Savaşı’nın
başlamasıyla Osmanlı İmparatorluğu, İngiltere’nin tarafsız kalması telkinlerine
karşı savaşa girince İngiltere, Osmanlı Devleti’nin bu hamlesine 5 Kasım
1914’de Kıbrıs’ı ilhak ederek cevap verdi. Bu tarihten itibaren İngiltere adada
sıkıyönetim ilân etmiş ve bu uygulama ile beraber özellikle Türklere karşı
almış olduğu olağanüstü tedbirleri artırmıştı. Osmanlı Devleti, bu oldubitti
karşısında bir şey yapamamış, sadece protesto etmekle yetinerek durumu
kabullenmek zorunda kalmıştır. Bu konseyin emri doğrultusunda 4 Mart 1915 günü
The Cyprus Gazette’de İngiliz Yüksek Komiserliğinin bir bildirgesi yayınlandı.
Bildiride işgal tarihi olan 5 Kasım 1914’de Kıbrıs’ta bulunan tüm Osmanlı
tebaasının İngiliz tebaası olduğu yazılmıştı. Bildirgede isteyenlerin ise
Osmanlı tebaasında kalabileceği söylendi. Osmanlı tebaasından kalacakların bu
durumu Yüksek Komiserliğe bildirmesi ve 2 ay içinde adayı terk etmesi
gerekiyordu. Bunun üzerinde çok sayıda Türk adadan ayrılarak Anadolu’ya göç
etti.[758]
Birinci Dünya Savaşı sürecinde
Çanakkale, Irak, Hicaz ve Kanal cephelerinde esir alınan Türk askerleri,
öncelikle Mısır esir kamplarına yerleştirilmişti. İngilizler, Mısır esir
kamplarının yetersiz kalması ve cepheden sürekli yeni esirlerin gelmesi
sebebiyle Birinci Dünya Savaşı sırasında esir aldıkları Türklerin büyük bir
kısmını Hindistan ve Birmanya gibi Anadolu’dan oldukça uzak yerlerde kurdukları
kamplara sevk ettiler. Basra, Bağdat, Mısır, Hindistan ve Birmanya kamplarından
başka Malta, Selanik, Adalar, Suriye, Man Adası’nda da esir kampları tesis
edilmişti.[759]
Bunlardan hariç Anadolu’ya uzak olmamasına rağmen esirlerin yerleştirildikleri
bir diğer kamp Kıbrıs adası oldu. Mısır esir kampının yetersiz kalmasıyla
Anadolu Hareketi için tehlikeli görülen subaylar, Hindistan’a gönderilirken
daha zararsız görülen rütbesiz veya düşük rütbeli askerler Anadolu’ya nispeten
daha yakın bir yer olan Kıbrıs’a nakledildi. Anadolu’ya yakın bir yerin esir
kampı olarak tercih edilmesinin bir diğer sebebi ise Kıbrıs’ın o dönemde İngilizlerin
kontrolünde ve sıkı denetimi altında olmasıydı. Türk esirleri Kıbrıs adasında
Gazimağusa şehri yakınlarında bulunan Karakol denilen bölgedeki esir kamplarına
yerleştirildiler. Türk esirlerin Kıbrıs’taki İngiliz savaş esirleri kampına
getirildikleri tarih kesin olarak bilinmese de İngiliz Savaş Bakanlığı
arşivlerinden ve adı geçen kamp komutanlığının Kıbrıs’ta bulunan İngiliz Genel
Valiliği ile yaptıkları yazışmalardan bazı bilgilere ulaşabilmekteyiz. Burada
elde edilen bilgilerde, ilk kafilenin adaya gelişi 26 Ekim 1916 olarak
belirtilmektedir. Esirler arasında ilk şehidin 14 Kasım 1916 verilmesi dikkate
alınırsa bu tarihten kısa bir süre önce adaya geldikleri sonucuna da
varılabilir. Esirlerin Eylül 1916’dan sonra getirildikleri ise kesin gibidir.701
[760]
Ayrıca Hicaz Cephesi’nde Medine’yi savunmak için uzun süre mücadele eden
Fahrettin Paşa’nın askerlerinin bir kısmı da Kıbrıs esir kampına getirildi. 7
Ocak 1919’da teslim olmak ve Medine’yi teslim etmek zorunda kalan Fahrettin
Paşa, birlikleri ile beraber bir ay içinde üç kafile halinde, Mısır ve
Kıbrıs’taki kamplara nakledildiler.[761]
Kıbrıs esir kamplarına Çanakkale,
Hicaz ve Kanal cephelerinde esir düşmüş küçük rütbeli subaylar ve neferler
gönderildi. Kamptaki esirler er, onbaşı, çavuş ve başçavuşlardan ibaretti.
Aralarında sadece birkaç başçavuş vardı. Ayrıca kampta Hicaz Cephesi’nden gelen
subay ve siviller de bulunuyordu. Kampta İngilizler için önemli sayılacak özel
bir esir bulunuyordu. Esirlerle beraber Dr. Şevket adında bir subay da
getirilmişti. Esirlerin rütbesine bakıldığında en büyük rütbenin başçavuş
olduğu görülmekteydi. İngilizlerin bu esir kampında Türk subaylarını
barındırmamalarının nedenlerinden birisi, komutanlarıyla aynı kampta kalacak
erlerin komutanları tarafından verilecek emir ve direktifleri uygulayacak
olmalarıydı. Türk esirleri kontrol altında tutmanın daha zor olacağı kaygısı
ile İngilizler rütbeli Türk askerleriyle er ve erbaşları farklı esir kamplarına
sevk etmişti. Subay olan esirler Mısır’a, rütbesiz esirler ise Kıbrıs’a gönderildi.[762]
Türk Kızılayı Arşivi’nde bulunan
esir kartları, esir mektuplarıve hatıratlar incelendiğinde çok sayıda esirin
Kıbrıs’ta esaret günlerini geçirmiş oldukları görülmektedir. Esir kartları
esirlerin genelde Çanakkale, Hicaz Cephesi ve Kanal Cephesi’nde esir
düştüklerini veya Maadi esir kampından nakledildiklerini ortaya koymaktadır.
İngilizler aldıkları esirleri ilk önce Mısır’daki esir kamplarına yerleştirdi.
Zamanla buranın yetersiz gelmesiyle Hindistan ve Burma’daki esir kamplarına
gönderdi. 1916 yılından itibaren Mısır kamplarının dolmasıyla burada
bulunan esirlerin bir kısmı
Kıbrıs’ta inşa edilen Mağusa esir kampına nakledildi. Örneğin, Bursa
vilayetinin Karacabey kazasının Tavşanlı Mahallesinde Bursalı Kebapçı Ali Osman
Ağa’nın oğlu Mehmed Onbaşı 1915’de Çanakkale Muharebesi’nde İngilizlere esir
düşmüştü.[763]
1894 doğumlu Yenice-Nevruz köyünden olan Osman Kocabaş, Mağusa’dan hariç başka
bir kampın daha varlığından bahsetmişti. Çanakkale Muharebesi’ne katılmış daha
sonra Kudüs’te İngilizlerle savaşırken esir düşmüş Kocabaş 25 gün Süveyş’teki
esir kamplarında tutulduktan sonra Kıbrıs’taki Larnaka esir kampına gönderilmiş
ve burada 2 yıl esir kalmıştı.[764]
Yemen’de piyade ve topçu olarak görev yapan Biga Çömlekçi köyünden Şakir Doğan,
Taif’te İngilizlere esir düşmüş ve Kıbrıs’ta 2 yıl esir kalmıştı.[765]
Kızılay Londra Savaş Esirleri İstihbarat Bürosundan nerede olduğu
bilinmeyen Hasan Mustafa hakkında bilgi istemiş, Savaş Esirleri İstihbarat
Bürosu Mart 1917’de adı geçen esirin önceden Maadi kampında tutulurken oradan
Kıbrıs’a nakledildiği bilgisini vermişti.[766]
Kızılhaça 16 Mart 1917’de gönderilen yazıda Ethem İbrahim’in savaş esiri olarak
Maadi kampında tutulmakta iken Kıbrıs’a gönderildiği anlatılmaktaydı.[767]
Mısır’dan getirilen esirler Kıbrıs’tan Mısır’a askeri malzeme götüren gemilerin
boş olarak dönüşlerinde taşınmışlardı. Yük gemileri yüklerini güney
limanlarından yüklendiği için esir Osmanlı askerleri bu limanlarda gemiden
indirildikten sonra yaya olarak kampa ulaştırıldı.[768]
Çanakkale ve diğer cephelerden
getirilen Türk savaş esirlerinden hariç Kıbrıs kampında 4. Ordu Komutanlığınca
adada cereyan eden askeri faaliyetleri ve adanın son hali hakkında bilgi
toplamak üzere kayıklarla Taşucu’ndan adaya gönderilen ve yakalanarak diğer
esirlerin yanına konulan 3 asker daha vardır.[769]
Bu kampta bulunan bir diğer Türk esiri de Kıbrıslı Hasan Hilmi Bey’di. Mağusalı
Osman Bey’in oğlu olan Hilmi Bey, çalışmak üzere Beyrut’a gitmiş ve orada bir
postanede çalışmaya başlamıştı. Savaşın başlaması ile silâhaltına alınan Hilmi
Bey Medine
Cephesi’ne gönderilmiş ve orada
İngilizlere karşı savaşırken ayağından yaralanarak esir düşmüştü. Hilmi Bey,
kendi doğduğu ve büyüdüğü yere esaret hayatını yaşamak için geri dönmüştü.
Serbest kaldıktan sonra Larnaka’ya yerleşen ve 1945 yılında ölümüne kadar orada
yaşayan Hilmi Bey’in mezarı halen Mağusa’da bulunmaktadır.711 [770]
Kıbrıs
Mağusa esir kampı, Karakol bölgesinde bugünkü Gülseren Eğitim Kampının
bulunduğu yerde kuruldu. Kampın güvenliği İngiliz askerleri tarafından
sağlanmaktaydı. Esirler için yapılan barakalar her sırada 9 veya 12 olmak üzere
üç sıra halinde yapılmıştı. Söz konusu barakaların her birisi 9 metre
genişliğinde, 15 metre uzunluğundaydı. Esir kampı, Karakol bölgesinin güney
batısında bulunuyordu. Esirler için yapılan barakalar kamp yerinin batısından
geçen yoldan başlayarak halen deniz fenerinin bulunduğu noktaya kadar devam
etmekteydi.[771] 4.
Ordu
Komutanlığına bağlı 4. Tayyare
Müfrezesince yapılan istihbaratta, Türk esirlerin Mağusa’ya çeyrek saat
uzaklıkta kuzeyde barakalarda olduğu bilgisini verildi. Sayıları iki üç bin
kişi kadardır. Barakaların etrafı tel örgülerle çevriliydi. Esirlerin bazıları
adadan başka yerlere nakledildi. Esir karargâhında yaklaşık beş yüz kadar
İngiliz muhafız bulunmaktaydı.[772]
Kıbrıs esir kampı ilk açılan
kamplardan biri olma özelliğinin yanı sıra, aynı zamanda en son kapanan kamptı.
Kamptaki esir sayısı değişik zamanlarda farklılık göstermişti. Ekim 1916’da
kurulan Mağusa’daki Türk savaş esirleri kampı 5.400 kişi alabilecek
büyüklükteydi. Kamp, 1916 Eylül ayından 1920 yılının sonuna kadar aktif halde
kaldı. Arşiv belgelerine göre kurulduğu günden itibaren bu kamptan 10.000’in
üstünde esir gelip geçmişti. Esir sayısı aynı anda 2.000 ile 7.000 arasında
değişiklik gösterdi. Rakamların daha fazla olabileceğine dair önemli bir işaret
de esir kampında bulunmuş Mehmed Said’e ait İngilizler tarafından tutulan
listedeki sicil numarasıdır. Yemen’e asker olarak gitmiş Mehmed Said, 1917
yılında Sina
Cephesi’nde esir düşmüştü. Mehmed
Said’in esaret numarası 10.446’dı. Eğer İngilizler kampa gelen esirlere düzenli
bir esir numara vermişler ise Kıbrıs kamplarından 10.000’in üzerinde esir
bulunmuştu.714 [773]
250 kişinin adı şehitlikteki listede vardı. Kıbrıs Milli Arşivi ise tasnif
edilmediğinden burada yapılan arşiv çalışmalarında esirlere dair herhangi bir
belge elde edilmedi.[774]
Kıbrıs’a ilk getirilen kafilede
215 esir bulunmaktaydı. Sayının 4.000’e kadar çıktığı tahmin edilmekle birlikte
getirildikleri kesin tarih bilinmemektedir. İlk kafilenin en erken Eylül
1916’da gelmiş olduğu kuvvetli ihtimaldir. Esirlerin hepsi bitap durumda
görünüyorlardı. Hatırat-ı Esaret[775]
adlı eserde Ali Kemâl[776],
esarette 4 yılını doldurup 5. yıla girdiklerinden bahsetmektedir. En sonda
tarih olarak Milâdi 1 Ocak 1919 verildiğine göre en azından Ali Kemâl’in
1916’da Kıbrıs’a getirildiği anlaşılmaktadır.[777]
Kıbrıs Genel Valiliği tarafından
Mağusa Kaza Komiserliğine gönderilen 12 Aralık 1916 tarihli mesajda esirlerin
hangi kamptan geldiği bilgisi vardı. Mesajda İskenderiye’den Victorian isimli
İngiliz savaş gemisiyle esir kampına Çanakkale Cephesi’nden 1.300 Türk savaş
esirinin getirildiği, bu esirlere 88 İngiliz askerinin de refakat ettiği
yazılıydı.[778]
Türk savaş esirlerinin 26 Ekim ve
29 Kasım’da olmak üzere iki ayrı grup halinde adaya geldikleri bilinmektedir.
Adaya getirilen esirlerin ilk çıktıkları yer günümüzdeki Magusa limanıdır.[779]
Sayıları 2.000 civarında tahmin edilen Türk esirleri, on gün arayla, iki ayrı
vapur kafilesi halinde ve İngiliz harp gemilerinin refakatinde Eylül 1916’da
limana ulaştı. Esirler ilk limana getirildiklerinde kasaların içinde ölülerin
ve yaralıların olduğu görülmüştü. Esirler, İngiliz savaş gemileri eşliğinde
henüz yapımı bitmemiş Mağusa limanında bulunan Cafer Sokağı ile Shakespeare
caddesinin kesiştiği bölgede bulunan Othello Kulesi bölgesine indirildi. Kuleye
yanaşan gemilerden karaya çıkarılan Türk esirleri sıra halinde ve süngülü
İngiliz askerlerinin sıkı güvenlik tedbirleri altında yaya olarak liman, tren
istasyonu, Mağusa kapısı, Karpaz yoluyla Karakol bölgesine götürüldü ve daha
önceden hazırlanan Türk esir kampına yerleştirildi.[780]15
Ekim 1918’de Kıbrıs Genel Valiliğinden Mağusa Kaza Komiserliğine gönderilen bir
yazıda bir gün önce Mağusa’ya Türk savaş esirlerinin geldiği belirtilmektedir.
Aynı gün Port-Sait’ten Wear isimli savaş gemisi refakatinde Theseus isimli
İngiliz gemisiyle 1.002 Türk savaş esiri getirildi.[781]
Döneme ait başka belge ve kaynaklarda esir kampının yapımına 1916 yılında
başlandığına ve ilk esir kafilesinin 23 Ekim 1916’da geldiğine dair bilgiler de
bulunuyordu.[782]
Ayrıca 23 Ekim 1916’da Mağusa kampı komutanlığı tarafından Lefkoşa Genel
Valiliğine gönderilen telgrafta Türk savaş esirlerinin Mağusa limanına
eskortlar halinde getirildiğinden bahsetmekteydi.[783]
Hâtırât-ı Esâret adlı hatıratta
yayınlanan bir dörtlükte, Kıbrıs’taki Türk esirlerin sayısına dair önemli bir
kayıt vardı. Şiirin 3. mısrasında “İngiliz zulm ü istibdâdı altında inler
yedi bin esîr-i Osmânî” denilmektedir. Bu sebeple dörtlüğün yazıldığı sırada
7.000 esirin olduğu tahmin edilmektedir.[784]
Sayıları konusunda farklı iddialar olmakla birlikte Kıbrıs esir kamplarında
7.000 veya üzerinde esir olduğuna dair kayıtlar bulunmaktadır.[785]
16. Fırka Kumandanı albay, 8 Mart 1921 tarihli esaret sonrası verdiği
ifadesinde Kıbrıs ve Malta adalarında asker ve subayların bulunduğunu fakat
miktarının kesin olmadığını belirtmişti.[786]
Esir kamplarının kurulması ve
hazırlanması için Rum ve Türk köylülerinin toprakları alınarak kamulaştırıldı.
Halkın durumdan rahatsız olduğunu ve halk arasında huzursuzlukların başladığını
anlayan Mağusa Kaza Komiseri, Kıbrıs Genel Valiliğine ve Mağusa’daki askeri
yetkililere 15 Eylül 1916’da bir yazı gönderdi. Komiser, bu bölgede son 3 hafta
içerisinde, Kraliyet Alayına bağlı subaylar tarafından Mağusa’nın yaklaşık 1,5
mil kuzeyinde birtakım çalışmalar yürütüldüğünü, kulübeler inşa edildiğini,
dikenli tellerin çekildiğini söyleyerek Türk savaş esirleri için esir kampı
kurulacağına dair söylentilerinin doğru olup olmadığını sormuştu.[787]
Adada Türk esirleri barındıracak
bir kampın yapılmakta olduğu söylentilerinin çıkmasının hemen ardından
yaşananları, olayın şahitlerinden İbrahim Kalliga anlatmıştı. İbrahim
Kalliga’nın anlattıklarına göre 1914 yılında Mağusa kapısından başlayarak
Karpaz yolu boyunca ‘T’ şeklinde tahtalar dizilmişti. Bu zamana kadar
görülmemiş vapurlar kereste yüklü olarak adaya gelmekteydi. Liman boydan boya
kereste ile dolduruldu. İbrahim Kalliga da arabasıyla Karakol’a kereste
taşımıştı. Kısa sürede kamp inşaatı başladı. Başlangıçta avlu ve 7 oda yapıldı.
Her bir avluya 9 veya 12 olmak üzere yapılan barakanın uzunluğu 45 ayaktı. Üst
tarafta iki avlu için bir tahtadan cami yapıldı. Bir cami de 7. barakaya inşa
edildi. Bunların hepsi deniz fenerine kadar uzanmaktaydı. Bunların yapılması
uzunca bir vakit almıştı. Türk esirleri buraya getirileceği söylentileri halk
arasında dolaşmaktaydı. Çok geçmeden vapurlar limana girmiş ve esirler
altışarlı olarak sahilden yaya olarak kampa sevk edilmişti. Esirlerin
gelmelerinden az önce halkın kampa girmesi yasaklanmıştı.[788]
Esir kampı komutanı Yüzbaşı E. A.
Howe tarafından Mağusa Komiserliğine gönderilen “Türk Savaş Esirlerinin Gelişi”
başlıklı 11 Ekim 1916 tarihli gizli bir yazıda yaklaşık 3.000 civarında Türk
esirin 15-20 Ekim tarihleri arasında Mağusa limanına gelecekleri belirtilmişti.
Yaklaşık 3.000 kişilik esir grubunun gemilerden indirileceği sırada adada
bulunan asker sayısının yeterli olmayacağı düşünüldü. Bu sebeple esirlerin
gemilerden indirilmesi esnasında bölgenin sivil halktan temizlenmesi, esirlerin
gemiden indirilmesi ve kampa sevklerinin aksaklıklara yol açmadan yerine
getirilmesi için yeterli polis gücünün de bölgede bulundurulması
kararlaştırıldı. Kamp bölgesinde bulunan deniz fenerinde çalışan Türk fenerci
görevinden uzaklaştırıldı ve yerine başka bir milletten bir kişi yerleştirildi.[789]
Yüzbaşı E. A. Howetarafından
Mağusa Komiserliğine 11 Ekim 1916’da gönderilen “Siviller ve Savaş Esirleri”
başlıklı ikinci bir yazıda yine esirlerin adaya getirildiğinde yapılması
gerekenlerden bahsedilmekteydi. Türk savaş esirlerinin daha önce belirtilen
esir kampında tecrit edileceği sebebiyle özellikle Mağusa bölgesinde yaşayan
çok sayıda Türk’ün meraklı bakışlarından ve sorularından kurtulmak amaçlandı.
Bu bölgede yaşayan Türklere ve sivil halka kamp bölgesinin askeri bölgede
olduğu ilan edildi. Askeri bölge kurallara karşı davranarak kamp civarında
bulunanların askeri yetkililerce tutuklanacağı bildirildi. Ayrıca kamp bölgesi
civarında sivillerin teknelerle dolaşılması, avlanması ve bölgede karaya
çıkması yasaklandı.[790]
İngiliz Kamp Komutanı yarbayın
Mağusa Komiserliğine 29 Ekim 1916’da gizli ibaresiyle gönderdiği yazıda, 900
Türk savaş esirlerinin Kıbrıs’a getirilişinden bahsedilmekteydi. Yazıda Türk
savaş esirlerini taşıyan geminin aynı gün saat 15.00 sularında Mağusa’da
bulunacağı bilgisi verildi. Türk savaş esirlerinin gemiden indirilmesi
muhtemelen bir gün sonra saat 09.00’da gerçekleşebilecekti.[791]
Türk esirlerin adaya gelecekleri
bilgisi 1916 yılı Aralık ayı başlarında polis müdürlüğüne bildirilmişti.
İngiliz Kamp Komutanı yarbayın Mağusa Komiserliğine gönderdiği 26 Ocak 1917
tarihli gizli ibareli bir başka yazıda 1.900 savaş esiri Türk’ün aynı gün
öğleden sonra gemilerden indirileceği söylenerek Mağusa İngiliz Komiserliğince gerekli
tedbirlerin alınması istendi.[792]
Bu dönemde esirlerle ilgili önemli bir tedbir daha alındı. Bu tedbirlerin en
göze çarpanı İngiliz polisine Lewis Gun makineli tüfek dağıtılması oldu.[793]
Kıbrıs’ta yaşayan Türkler, savaş
esiri soydaşlarına destek olmak amacıyla Mağusa limanına gelmiş fakat Türk
savaş esirleri ile konuşmalarına hatta doğru dürüst görüşmelerine dahi izin
verilmemişti. İngiliz yetkililer esirleri görmeye gelen soydaşların yaratacağı
izdihamdan çekinerek esirlerle görüşmelerine izin vermedi ve esirleri limandan
derhal kampa sevk etmeye çalıştı. Bu sırada, Türk esirlerini taşıyan araçlardan
birisi devrilerek iki Türk askeri şehit oldu. Türk esirlerinin Kıbrıs'a
getirilişi ve Kıbrıslı soydaşlarıyla görüşememesi İngiliz yetkililer ile
Kıbrıslı Türkler arasında sürtüşmeye yol açtı ve arbede yaşandı.[794]
Tüm bu yaşananlar, o günleri yaşayan Kıbrıslı Türklerin acıyla andıkları
olaylar oldu ve esirlerle ilgili pek çok öykü kuşaktan kuşağa nakledildi.[795]
Kampa yerleştirildikten sonra bir
müddet esirlerin halk ile iletişim kurmalarına izin verildi, daha sonra bu izin
kaldırıldı. Türk savaş esirlerinin adaya gelişini bizzat gören Kıbrıs
Türklerinden 1904 doğumlu Hamide Akil esirlerin vapurlarla ve ayakları zincirli
olarak Mağusa limanına getirildiklerini hisar üzerinden seyrettiğini
aktarmıştı. Sıkı güvenlik önlemleri halinde gemiden indirilen Türk esirlerin,
indirilişini izleyen yerli Türklerle konuşmalarına izin verilmemişti. Esirlerin
geldiği gün Kıbrıslı Türklerin limana girişleri ve çalışmaları da ayrıca
yasaklandı. O günü yaşayanlardan Pembe Hasan isimli Kıbrıslı bir Türk’ün
anlattığına göre esirler şimdiki limandan karaya çıkarıldı. Zavallı esirler
yaya olarak askerlerin nezareti altında Karakol’a götürüldü. Üstlerinde parça
parça elbiseler vardı. Ada halkı iyice örgütlenerek hisarlara çıkmıştı.
Hıçkırıklar etrafı kaplamış ve esirler kendilerini unutarak “Ağlamayın anneler,
yakın vakitte kurtulacağız.” diyerek ada halkını teselli etmeye çalışmışlardı.[796]
Bu kampta değişik cephelerde
Osmanlı ordusu ile birlikte çarpışan Suriye ve Irak uyruklu Araplar ve
Ermeniler de bulunmaktaydı.[797]
Bu esirler kampın zor şartlarından kurtulmak amacıyla ya da İngiliz
propagandası etkisiyle Ermeni terör örgütüne katılmıştı. Osmanlı ordusundan
firar ederek İngiliz ve Fransızlara teslim olan Ermeni ve Arap kökenli
askerler, soruşturmalar tamamlanıncaya kadar İngiliz esir kampında tutulmuş,
tahkikat sonucunda haklarında olumlu rapor verilen firari askerler buradan
Boğaztepe (Monarga)’deki Ermeni terör kampına sevk edilmişti.[798]
İngiliz
Genel Valiliği, Arapları ve Ermeni asıllı vatandaşları Anadolu’da Türklere
karşı savaşmaları için Fransız Ermeni kampına göndermişti. Zaman zaman söz
konusu kamptaki Ermeniler, çalışmak, İngilizlere yardım etmek veya destek
sağlamak amacıyla Türklerin esir tutulduğu kamplara getirildi. Kampta görev
yapan bazı Ermeniler, kamptaki Türk esirlerle anlaşmak suretiyle kamptan
kaçtılar, bazı Ermeni askerler de Türk askerlerin esir kamplarından kaçmalarına
yardım etti. Türk esirler, kaçan Ermenilerin Anadolu’daki evlerine dönünceye
kadar civardaki Türk köylerinde saklanıp barınmalarını
sağladı. Bu şekilde köylerde saklanmak suretiyle Türkiye’ye kaçma imkânı bulan
Ermeniler daha çok Çanakkale, Gaziantep, Adana ve Kahraman Maraş bölgelerinde
yaşayan Ermeni gençleriydi.[799]
Yunanistan’ın Birinci Dünya
Savaşı’na 26 Ekim 1917’de girdiği bilgisi göz önüne alınırsa, Selanik esir
kamplarının da bu tarihten sonra açıldığı kabul edilmelidir. Ayrıca kamplara
ait yazışmalar ve esir kampı günlükleri bu öngörüyü doğrulamaktadır. Diğer esir
kampları ile karşılaştırıldığında ister arşiv belgeleri ister ise hatıratlar
olsun kampa ait bilgiler çok kısıtlı olup çok az bilgiye ulaşılabilmiştir.
Özellikle Osmanlı Arşivi, Kızılay Arşivi ve Genelkurmay ATASE Arşivinde
herhangi kayda değer bir belgenin olmaması dikkat çekicidir. Bunda en büyük
etken kampın diğer kamplardan sayı bakımından küçük olmasıdır. Bu kampa dair
kısıtlı bilgilere İngiliz Arşiv belgelerinde bulunan İngiliz Selanik Kuvvetleri
Savaş Günlüğünde ve Kızılhaç heyetinin kampı ziyaret sonrası hazırladığı kamp
raporunda rastlanılmıştır. Tüm bunlardan hariç olmak üzere Makedonya
Cephesi’nde esir düşen askerlerin Selanik kamplarına getirildikleri
düşünülmektedir.[800]1
Ocak 1916 ila 30 Haziran 1917 arası Makedonya sınırında yakalanan 144 asker
kaçağı dâhil toplam 180 asker de Selanik kamplarında esir olarak tutuldu.[801]
Bunların dışında Mısır’da yaşayan 300 kadar Alman, batırılan Alman
kruvazörlerinin mürettebatı, Selanik Cephesi’nde esir düşen Almanlar, Avusturyalı
bazı subay ve siviller de bu kampta bulundu.[802]
Kızılhaç adına Paul Schazmann ve
Dr. Roger Steinmetz, Haziran-Eylül 1919 tarihleri arasında Selanik, Makedonya
ve Sırbistan’da bulunan savaş esirleri kamplarını ziyaret etmişler ve
izlenimlerini bir rapor olarak ziyaret sonrası açıkladılar. Selanik ve
Makedonya’da bulunan Kızılhaç heyetinin asıl görevi, esir Alman askerleri ile
ilgilenmekti. Buna rağmen Kızılhaç temsilcileri İngiliz kampına giderek
esirlerin durumları konusunda önemli bilgiler elde ettiler. Barış
imzalandığında esirlerin hemen gönderilecekleri söylemişti. Nasıl
gönderilecekleri ise ayrı bir sorun oldu. Öncelikle ziyaret sırasında sadece
hasta ve çalışamayanların geri gönderilmeleri üzerinde duruldu. Selanik’teki
heyetin tüm mesaisi esir kamplarını, şantiyeleri, hastaneleri ve son olarak
mezarları kontrol etmekle geçti.[803]
Ziyaret
sırasında Kızılhaç yetkililerince kamp komutanı Yarbay Stevenson’dan kamplar ve
kamplarda bulunan esir sayıları hakkında önemli bilgiler öğrenildi. İngiliz
idaresinde Selanik’te 6 farklı savaş esiri kampı bulunuyordu. Bu kamplar Marsh
Pier (Liman) kampı (6,965 Türk), Dudular kampı (1.216 Türk), Novorossisk kampı
(478 Türk), Dudular kampı (1.054 Macar), Seres kampı (1.329 Macar), İstanbul
Kampı (96 Macar)’ydı. Ziyaretin gerçekleştiği 1919 Haziran-Eylül 1919 tarihleri
arasında toplam olarak Selanik esir kamplarında İngilizlerin elinde 9.491 Türk,
4.225 Bulgar, 41 Alman, 4 Avusturyalı ve 64 milliyeti şüpheli esir vardı. Her
ne kadar son üç kampta Türk olduğu söylenmese de Kızılhaç heyetinin teftişinden
önce veya sonra bu kamplarda Türk esirlerin bulunup bulunmadığı kesin değildi.[804] 1919 yılının başından itibaren savaşan
devletler tarafından tutulan
istatistiksel bilgiler de bu
sayıyı doğrulamaktaydı. 1919 yılının başı itibariyle Selanik kamplarında 10.592
Türk, 6,882 Bulgar, 20 Alman ve 18 diğer olmak üzere toplam 17.512 esir
bulunuyordu. Kızılhaç heyetinin verdiği bilgiler ile karşılaştırıldığında
sayılar arasında büyük bir benzerlik görülmektedir.[805]
Selanik’te bulunan İngiliz esir
kamplarında Türklerin bulunduğuna dair başka belgeler de mevcuttur. Kıbrıs
savaş esir kamp komutanı yarbayın Mağusa Polis Müdürlüğüne gönderdiği Mart 1919
tarihli bir yazıda kendisinden bilgi istenilen Türk esirinin Selanik kampına
gönderildiği yazılmıştı. İzmirli İbrahim Osman Bornova’nın Selanik kampına
gönderilmesi sebebiyle bu kişinin akrabalarına verilen kampa giriş kartının
iptal edilmesi istendi.[806]
Selanik esir kamplarında şehit
olan ve Korfu ile Pire şehitliklerine defnedilen askerler, Türklerin bu esir
kamplarında esaret günlerini geçirdiğine bir başka delildir. Korfu Türk
Şehitliği Osmanlı-Yunan Savaşı, Balkan Savaşı, Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş
Savaşında esir Türk askerlerinden ölenlerin defnedildiği bir mezarlık iken Pire
Türk Şehitliği Balkan Savaşı, Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşında esir
olarak alınıp Atina’ya götürülen ve orada hayatlarını kaybeden Türk
askerlerinin bulunduğu bir mezarlıktı.[807]
Esaret sırasında veya esaret
sonrası anılarında Selanik kampında kaldıklarını belirtenler olmuşsa da bu
kişiler yaşadıkları kamp hakkında ayrıntılı bilgi vermemişlerdi. Çanakkale
Bayramiç Yiğitler köyünden Muharrem Arlı, Arabistan'da İngilizlere esir
düştüğünü ve Selanik’te üç buçuk yıl esir kaldığını anlatmıştı.[808]
Bu kamplarda esaret günlerini
geçiren bir başka esir Çanakkale Biga Adile köyünden Osman Ertaş’tı. Yafa’da
esir düşen Ertaş, önce Mısır-ı Cedid esir kampında bulunmuş, buradan Port Said
limanına getirilmiş, oradan da bir haftalık yolculuk sonunda Selanik'e nakledilmişti.
Esirler kamyonlar ile Serez’e götürüldüler ve ovalara kurulan çadırlara
yerleştirildiler. Bu kamplarda at eti vermelerine rağmen esirler yemeklerden
memnun kalmıştı.[809]
Mehmed Nuri Bey’in hatıratının
dışında Dudular esir kampı ve genel olarak Selanik kampları hakkında bilgi
veren başkaca hatırat yoktur. 2 Ekim 1917’de İstanbul’dan Filistin Cephesi’ne
gitmek üzere yola çıkan esirler, esir düşmesinin ardından muayene sonrası
ayrılan 850 esir ile birlikte önce Kantara’ya, oradan 2 gece sonra bir posta
gemisiyle Selanik’e götürülmüşlerdi. 7 Kasım 1918’de esirler Beyazkule önünde
karaya çıkarılmış, Rumlar, Museviler, İngilizler dâhil tüm Selanik halkı,
esirleri rıhtımda seyretmeye gelmişti. Esirler halkın önünde manga kolunda bir
saat yürütülerek gece vakti kendileri için hazırlanmış karargâha fırtına ve
yağmur altında getirildi. 50’şerli gruplara ayrılan her bir esir gruba bir
mahruti çadır verildi. Her bir çadırda 17-18 kişi yatmak zorunda kalmıştı.
Esirler 15 gün boyunca çadırlarda dinlenip kendilerine ancak gelebildi. 7
Mart’ta esirler arasından 7 takım seçilerek gruplar halinde Dudular esir
kampı’na gönderildi. Mehmed Nuri Efendi, burada birkaç defa firara teşebbüs
etmeye kalkışmış fakat başarılı olamamıştı.[810]
İngiliz
Selanik Kuvvetleri tarafından Selanik esir kamplarında meydana gelen tüm
olaylar ve hareketlilikler “İngiliz Selanik Kuvvetleri Savaş Günlüğü”
başlığıyla kaleme alınmıştı. 1 Ekim 1918’den 1919
yılının sonuna kadar Selanik esir
kamplarında
gerçekleşen olaylar günlükte gün be gün yazılmıştı. Yalnız bu günlüğün büyük
kısmı el yazısı ile yazıldığından ve bir kısmı da silik olduğundan pek çok yeri
okunamadı. Günlüğe genel olarak bakıldığında, esirlerin kampa yerleştirilmesi,
maden ocakları, yol yapımı gibi işlerde çalıştırılması, kampta meydana gelen
hastalıklar ve ölüm olayları, firarlar ve kampın boşaltılması dikkati çeken
konular arasındaydı. Günlükler iyi incelendiğinde esirlerin yaşadıkları kamplar
ile çalışmak üzere gönderildikleri kamplar birbirinden çok da farklı değildi.
Kızılhaç heyeti tarafından ziyaret edilen raporda üç kampın adı geçmektedir.
Kalamaris, Dudular ve Karaissi kampları hariç diğer kamplar muhtemelen
esirlerin çalıştırılmak için gönderildikleri kamplar veya bu kamplara bağlı
küçük kamplardı. Adı geçen tüm kamplar Selanik ve çevresindeydi. Kamplar
arasında Dranista linyit madeni kampı, Pernik maden ocağı, Pazarkia çalışma
kampı, Randomir kömür madeni, Serez yol inşaatı, Salamanlı çalışma kampı, Langevuk
kampı (Selanik ve Stavroz yolundaki çalışma kampı), ve Ajvasil çalışma kampı
vardı. Bunlardan hariç Marsh Pier, Ekaterina, Kilo, Naresh, Araklı, Bralo,
Devikran, Govesne kamplarının adları da günlüklerde geçmektedir. Günlüklerde
Novorossik kampında Türklerin kaldığı yazdığı halde okunabilen kısmında Türk
esirler hakkında herhangi bir bilgiye ulaşılamadı. Bunun yanı sıra Türk
esirlerin bulunup bulunmadığı anlaşılamayan Dedeagatch esir kampı da günlükte
adı geçen diğer bir kamptı. Günlüklerden kampa geliş gidişler ve kamplar arası
nakiller de öğrenilebilmektedir. Buna göre 24 Ekim 1918’de 4 Subay, 52 İngiliz
yedek subay ve 595 Türk savaş esiri, Dranista’daki Decaville tren hattından
trene bindirildiler. İlk tren Dranista’dan saat 06.00’da ayrılmış ve son tren
aynı gün saat yaklaşık 13.30’da Ekaterini’ye, bir gün sonra da Doiran’a
ulaşabilmişti. Başkumandanlıktan 14 günlük ve Yeniköy’e gidinceye kadar yarım
birimlik kumanya alınmasının ardından Teğmen Duncan ve 23 İngiliz yedek subay,
309 Türk ile yola çıktılar. Bir gün sonra 27 İngiliz yedek subay ve 286 Türk
savaş esirinden oluşan ikinci parti E.H. Alexander’in komutası altında
Dorian’dan ayrıldı ve Yeniköy’e gitti. 27 Ekim 1918 günü ASM Witheridge emri
altındaki 17 İngiliz yedek subay ve 159 Türk savaş esiri Yeniköy’den, Radomir’e
trenle gitmek üzere ayrıldı. Takip eden günde EH., Alexander emri altındaki 16
İngiliz yedek subay ve 181 Türk savaş esiri Yeniköy’den iki parti halinde birer
gün arayla Radomir’e ulaştı. 15 Kasım 1918’de Türk savaş esirleri kamptan
Pernik yerleşkesine taşındı. 1 Kasım 1919 günü de Türk savaş esirleri Sezer’de
13 numaralı savaş esirleri kampına ulaştı. 6 Şubat 1919 günü Teğmen Thompson ve
Buck L.I., 372 Türk savaş esiri ile 18 numaralı savaş esirleri kampı, Seres’ten
Kilos’a geldi. 18 Şubat 1919’da 35 muhafız, 1 subay ve 737 Türk denizci savaş
esiri Serez yolu ile 2 numaralı esir kampı Marsh Pier’e yola çıktı. 20 Nisan
1919’de 100 Türk savaş esiri, 5 numaralı savaş esirleri kampından Selanik’e
nakledidi. 25 Nisan 1919’da ise 346 Türk savaş esiri James’e getirildi. Bir gün
sonra da 321 Türk savaş esiri James’ten döndü. 19 Şubat 1919’da 3 Türk savaş
esiri, Selanik’teki 17 numaralı savaş esirleri kampına nakledildikleri sırada
Saragol’de kayboldu. 1 Aralık 1917’de 499 Türk esiri, Karaissi kampından
Ajvasıl esir kampına geldi. 14 Mart 1918’de 302 Türk ve İngiliz personel
Pazarkia’dan Langevuk’a gönderildi. 13 Kasım 1918’de 580 Türk savaş esiri Marsh
Pier’e gitti. 1 Nisan 1918’de 100 Türk savaş esiri 7 numaralı esir kampı
Kilo’dan Narech’e gönderildi. Selanik Karaissi savaş esirleri kampına ait
günlükler ise Mart 1918- Aralık 1919’da arasında tutulmuştu. Günlükten
anlaşıldığına göre kampta Alman, Bulgar ve Türk esirler kalmaktaydı. 27 Aralık
1919’da kamp kapatıldı. Kamptaki temizlik görevlileri hariç tüm İngiliz, Hintli
subay ve diğer görevli askerler ile birlikten savaş esirleri Marsh Pier’deki 1
numaralı kampa nakledildi. Bu tarihler arasında kampta meydana gelen geliş ve
gidişler aşağıdaki gibidir:753
Tablo
2.3: Marsh Pier Kampına
Gelen Giden Türk Esir Sayıları
Tarih |
Sayı |
Açıklama |
01.04.1918 |
251 Türk esir |
Ekaterina kampına
gönderilmiştir. |
03.04.1918 |
50 Türk esir |
Kilo 7 kampına
gönderilmiştir. |
753 “İngiliz Selanik
Kuvvetleri Savaş Günlüğü, Cilt 1, Savaş Esirleri Kampı”, TNA, WO.,
95/4945.
09.04.1918 |
33 Türk |
Naresh kampına
gönderildi. |
11.04.1918 |
188 Türk |
Araklı kampından
geldi. |
13.04.1918 |
239 Türk |
Ekaterina kampına
gönderildi. |
16.04.1918 |
90 Türk |
Kilo 34 kampına
gönderildi. |
17.04.1918 |
308 Türk |
Pazarkia kampından
geldi. |
18.04.1918 |
295 Türk |
Ekaterina kampına
gönderildi. |
18.04.1918 |
77 Türk |
Dudular kampına
gönderildi. |
01.05.1918 |
14 E.E.F (Mısır
Sefer Kuvvetleri) Türk |
Ekaterina kampına
gönderildi. |
06.05.1918 |
28 Türk |
Kalamaria kampına
gönderildi. |
08.06.1918 |
46 E.E.F Türk |
Dudular kampına
gönderildi. |
12.06.1918 |
40 E.E.F Türk |
Navesh kampına
gönderildi. |
29.06.1918 |
13 |
Türk kampından (?)
den kampa getirildi. |
01.07.1918 |
4 Türk |
Transfer için PM’ye
gönderildi. |
02.07.1918 |
18 Türk |
(?) den kampa
geldi. |
02.07.1918 |
2 Türk |
Navesh kampına
gönderildi. |
04.07.1918 |
17 Türk |
Hp? den kampa
geldi. |
06.07.1918 |
11 Türk |
Dudular kampına
gönderildi. |
09.07.1918 |
17 Türk |
Hp den geldi. |
11.07.1918 |
14? Türk |
Dudular kampına
gönderildi |
16.07.1918 |
12 Türk |
HP den kampa geldi |
17.07.1918 |
10 EEF Türk |
Dudular kampına
gönderildi. |
24.07.1918 |
179? EEF Türk |
Ekaterina kampından
getirildi. |
27.07.1918 |
11 Türk |
HP den kampa geldi |
12.08.1918 |
1226 Savaş esiri
Türk |
ile 3 savaş esiri
Türk subayı Mısır’dan kampa getirildi. |
16.08.1918 |
400 |
Savaş esiri Türk
Kıbrıs’tan kampa getirildi. |
18.08.1918 |
100 Savaş esiri Türk |
Mars Pier’e sevk
edildi. 122 artı 23 savaş esiri asker ile 1 Türk savaş esiri Türk subayı
Bralo’ya sevk edildi. |
19.08.1918 |
200 Savaş esiri Türk |
Dudular kampına
sevk edildi. 114 tüccar ise Marsh Pier’e gönderildi. |
21.08.1918 |
100 Savaş esiri |
Dudular kampına
gönderildi |
27.08.1918 |
450 Savaş esiri |
Dudular kampına gönderildi |
30.08.1918 |
246 Savaş esiri |
Dudular kampından
geldi |
06.09.1918 |
350 Türk |
Bralo’ya
gönderildi. |
07.09.1918 |
206 Türk ve 2 Türk
subayı |
Marsh Pier’e
gönderildi. |
08.09.1918 |
350 Türk |
Bralo’ya
gönderildi. |
09.09.1918 |
44 Türk |
Dudular kampına gönderildi. |
14.09.1918 |
400 Türk |
Kıbrıs’ta kampa
getirildi. |
17.09.1918 |
27 Türk |
Dudular kampına
gönderildi. |
18.09.1918 |
200 Türk |
Dudular kampına
gönderildi. |
23.09.1918 |
57 Türk |
Marsh Pier’e
gönderildi. |
03.10.1918 |
113 Türk |
Marsh Pier’e gönderildi. |
11.10.1918 |
26 Türk |
Marsh Pier’e
gönderildi. |
12.10.1918 |
122 Türk |
Dudular kampına
gönderildi. |
14.10.1918 |
33 Türk |
Dudular kampına
gönderildi. |
27.10.1918 |
19 Türk |
Dudular kampına
gönderildi. |
12.11.1918 |
45 Türk |
5 numaralı Dudular
kampına gönderildi. |
12.11.1918 |
25 Türk |
Marsh Pier’e
gönderildi. |
12.11.1918 |
Yüzbaşı Keenan? |
Eğer Türk ise
Border Regt. No 19 Dranista kampına gönderildi. |
15.11.1918 |
Yüzbaşı Keenan? |
Yukarıdaki kampta
geri geldi |
15.11.1918 |
Binbaşı Keenan? |
Kilo 74 20 numaralı
kampa gönderildi. |
12.11.1918 |
35 Türk |
Türk 5 numaralı
Dudular kampına, 42 2 numaralı Marsh Pier kampına gönderildi. |
30.11.1918 |
48 Türk |
2 numaralı Marsh
Pier, 17 savaş esiri de 5 numaralı Dudular esir kampına gönderilmişlerdir. |
10.12.1918 |
65 Türk |
2 numaralı kampa,
20 Türk 5 numaralı kampa gönderildi. |
17.12.1918 |
20 Türk |
Piyade Eğitim
Okulunda kışlaya gönderildi. |
22.12.1918 |
67 Türk |
2 numaralı kampa,
15 Türk 5 numaralı kampa gönderildi |
27.12.1918 |
46 Türk |
2 numaralı kampa gönderildi. |
31.12.1918 |
64 Türk |
2 numaralı kampa,
20 Türk 5 numaralı kampa gönderildi |
13.01.1919 |
32 Türk |
2 numaralı kampa
gönderildi. |
29.01.1919 |
37 Türk |
2 numaralı kampa,
19 Türk 5 numaralı kampa gönderildi. |
13.02.1919 |
- |
Devikran’daki 18 numaralı
kamptan getirildi |
19.02.1919 |
461 Türk |
Marsh Pier kampına
gönderildi. |
25.02.1919 |
131 Türk |
Marsh Pier kampına
gönderildi. |
25.03.1919 |
14 Türk |
Marsh Pier’de bulunan 1 numaralı kampa gitti |
04.04.1919 |
5 Türk |
Dudular’da bulunan
5 numaralı kamptan geldi |
08.04.1918 |
7 Türk |
Marsh Pier’de
bulunan 1 numaralı kamptan geldi. |
22.04.1919 |
8 Türk |
600 M.T.’de bulunan
kıtadan getirildi. |
27.04.1919 |
6 Türk |
Dudular’da bulunan
2 numaralı kampa |
|
|
gitti. |
14.05.1919 |
9 Türk |
1 numaralı kamptan
geldi |
25.05.1919 |
14 Türk |
1 numaralı kampa
gönderildi. |
26.05.1919 |
6 Türk |
1 numaralı kampa
gönderildi. |
04.06.1919 |
6 Türk |
Dudular’da bulunan
2 numaralı kamptan geldi |
08.06.1919 |
12 Türk |
Marsh Pier’de
bulunan 1 numaralı kamptan geldi. |
12.06.1919 |
7 Türk |
2 numaralı kampa
gitti. |
13.06.1919 |
101 Türk |
(Marsh Pier’de
bulunan) 1 numaralı kamptan geldi. |
17.06.1919 |
8 Türk |
1 numaralı kampa, 7
Türk 2 numaralı kampa gitti |
07.07.1919 |
97 Türk |
Marsh Pier’de bulunan 1 numaralı kampa gitti |
09.07.1919 |
18 Türk |
1 numaralı kampa, 8
Türk 2 numaralı kampa gitti |
18.07.1919 |
459 Türk |
Marsh Pier’de
bulunan 1 numaralı kamptan geldi. |
19.07.1919 |
43 Türk |
Lembet’te kışlaya
gönderildi. |
04.08.1919 |
200 Türk |
Dudular kampından
geldi. |
05.08.1919 |
42 Türk |
Lembet Kışlasından
geldi. |
30.08.1919 |
20 Türk |
1 numaralı kamptan
geldi. |
08.09.1919 |
Dudular |
5 numaralı kamptan
geldi. |
22.09.1919 |
34 Türk |
Lembet Kışlasından
geldi |
23.09.1919 |
97 Türk |
Marsh Pier’de bulunan 1 numaralı kampa gitti. |
24.09.1919 |
20 Türk |
Marsh Pier’de bulunan 1 numaralı kampa gitti. |
25.09.1919 |
24 Türk |
Marsh Pier’de bulunan 1 numaralı kampa gitti. |
01.10.1919 |
8 Türk |
1 numaralı kamptan
geldi. |
04.10.1919 |
9 Türk |
1 numaralı kampa
gitti |
07.10.1919 |
8 Türk |
1 numaralı kamptan
geldi. |
10.10.1919 |
12 Türk |
1 numaralı kamptan
geldi. |
24.10.1919 |
25 Türk |
Lembet Kışlasından
geldi. |
09.12.1919 |
- |
Kampın izolasyonuna
son verilmiştir. |
11.12.1919 |
47 Türk |
Marsh Pier’de
bulunan 1 numaralı kampa gitti.[811] |
Kaynak:
“İngiliz
Selanik Kuvvetleri Savaş Günlüğü, Cilt 1, Savaş Esirleri Kampı”, TNA,
WO., 95/4945.
2.4.1
Selanik
yakınlarında Dudular Esir Kampı
Kızılhaç heyeti tarafından 11
Temmuz 1919’da ziyaret edilen kampta, 1.054 Bulgar savaş esiri, 1.216 Türk
savaş esiri bulunuyordu. Üst Sorumlu Komutan Yarbay Steveson, kampın komutanı
ise Binbaşı Alexander’dı. Ayrıca kampta politik nedenlerle tutulan sivil
esirler de vardı. Yerleşkeler, sekiz kilometre yükseklikte Selanik’in kuzeydoğu
tarafında sıcak fakat kapalı bir alanda yer alıyordu. Kampın bulunduğu yer
büyük bir alan olup etrafı tel örgülerle kaplıydı. Kamp temiz ve sağlam tutulur
ve her gün kontrol edilirdi. Lojmanlar dikey çadırlardan oluşmaktaydı. Her
çadırda 8 esir kalıyordu. Bu çadırların konforu ve yapılışları diğer kamplara
örnek olarak gösterildi. Üst tarafı az da olsa açılabilen çadırlar sayesinde
aşırı sıcak havalarda içeri hava girebilmekte, bu sayede çadırın içi ferah
olmakta ve dışarıdaki sıcaklığın girmesi engellenmekteydi. Kampın güvenliğinde
Hint askerleri de görev almıştı.[812]
İçme suları ve diğer sular
yakınlarda yapılan kanalizasyon borularından temin ediliyordu. Bu kanalizasyon
sistemi bütün bölgeye su sağlamaktaydı. Pratik inşa edilmiş yerleşkeler
sayesinde esir askerler lavabo ve tuvaletleri temiz bir şekilde kullanabildi.
Tuvalet ve lavabo zaman zaman dezenfekte edilmekte olup her gün yıkanmaktaydı.
Bu nedenle, diğer kamplarda görülen temizlik ve hijyen konusunda sıkıntılar bu
kampta görülmedi. Duşların her biri düzgün bir şekilde monte edilmiş, duvar
parçalarıyla etrafları dolandırılmıştı. Kampta herkesin en azından haftada bir
kez duş alabilecekleri kadar yeterli sayıda banyo vardı. Bunların dışında
kapalı bir alanda tuvaletler ve çöpleri yakabilmek için bir fırın
bulunmaktaydı.[813]
Kızılhaç heyetine göre mutfaklar
ilginç bir şekilde bir esir kampından beklenmeyecek kadar aşırı temizdi.
Kızılhaç heyeti, kamptaki aşırı temizliğe şaşırdığını raporlarına yazdı. Herkes
çok rahat görünmekte ve garip bir şekilde kapalı alanlardaki yerlerde çok
sayıda halı bulunmaktaydı.[814]
Bu
kampta kalan esirlerden birisi Mehmed Nuri Bey’di. Kasım 1918’de Selanik esir
kampına yerleştirilen Mehmed Nuri Bey, 7 Mart 1919’de esirler arasından seçilen
7 takım ile birlikte Dudular esir kampına gönderilmişti. Mehmed Nuri Efendi,
burada birkaç defa firara teşebbüs etmeye kalkışmış fakat başarılı olamamıştı.
Dudular esir kampında esirler vilayetlere göre toplandı.[815]
Selanik yakınlarında bulunan bu
kampın komutanı Yarbay Stevenson’du. 11 Temmuz 1919’da kampı ziyaret eden
Kızılhaç heyeti, kampta bulunan esir sayılarını ve kampın fiziki şartlarını
raporlarında ifade etmişlerdi. Kamptaki 1.746 Bulgar esirinden 783’ü 15-18
Temmuz 1919’da kampa getirildi. Kampta ayrıca 832 Türk, 41 Alman ve 4
Avusturyalı esir bulunup Alman esirlerinin 13’ü Kalamaria karargâhındaydı.
Durumları şüpheli 64 esir vardı ki bunlar şartlı olarak kamp dışına
çıkabiliyorlardı. Bunların 15’i Türk, 60’ı Bulgar’dı. Karaissi kampı ayrı bir
kamp değildi. Fakat ana kamp olarak görülmekteydi. Yüksekte kurulan kamp,
Selanik’in batı tarafında kalıyordu. Lojmanlar Dudular esir kampı ile aynıydı.[816]
İçme suyu
için kampta su depoları bulunuyordu. Banyo ve temizlik için ise ayrı su
depoları vardı. Her hafta sonu esirlere çok miktarda sabun dağıtılıyordu.
Tuvaletler
temiz tutulmakta ve ayrı bir yerde kurulmuştu. Bu nedenle tuvaletlerde hiçbir
koku yoktu.[817]
Kızılhaç
heyeti yetkilisi Schazam tarafından 16 Temmuz 1919’da gerçekleşen ziyaret
sonrası hazırlanan rapora göre bu kampta 230 Türk Askeri ve 13 Alman asker
bulunmaktaydı. Kampın yapısı diğerlerden daha farklıydı. İki bölümden oluşmakta
ve aralarında yaklaşık 300 metrelik bir mesafe bulunmaktaydı. Kamp, Serez yolu
üzerinde Selanik’ten çok uzak olmayan ve yaklaşık olarak denizden bir buçuk
kilometre uzak bir yerde kurulmuştu. Kampın etrafında bolca yeşil alan ve ağaç
türleri bulunmaktaydı. Bu nedenle buradaki esirler yiyecek sıkıntısı çekmedi.
Selanik’i gören bir yerde kurulan kampta, İngiliz subaylar için tenis
oynanabilecek iki alan düzenlenmişti. Esirlerin kaldıkları lojmanlar, hastane
ve hastanede kullanılan bütün malzemeler çok temizdi. Kamptaki Alman esirlerin
hepsi profesyonel makinistlerdi. Alman esirler Kalamaria kampındaki bütün
arabaları tamir etmiş ve bu sebeple de yetkililer kendilerinden her zaman
memnun kalmıştı.[818]
Malta Adası’nın en belirgin
özelliği, 30 Ekim 1918’de imzalan Mondros Ateşkes Antlaşması ardından 1919
sonrası adaya getirilen siyasi suçluların tutulduğu yer olmasıdır. İstanbul’u
fiilen işgal eden İngiltere, Mütareke’nin ilk aylarında kendileri için
tehlikeli gördükleri kişileri ele geçirmeye çalıştı. Bu amaçla, İngiltere
Mütareke’ye direnen veya direnme ihtimali olan kişileri, gözaltında tutulması
gereken üst düzey askerleri, devlet memurlarını, yazarları, aydınları, İttihat
ve Terakki Parti önderleri başta olmak üzere üyelerini, İngiliz esirlere kötü
muamele yaptığı iddia edilen görevlileri, Ermeni tehcirine karışanları, Türk
Milletini işgale karşı direnişe teşvik edecek ve yol gösterecek Milli
Mücadele’nin önde gelenlerini Malta Adası’nda tutmaya karar verdi.[819]
İzmir işgali sonucu halkın bu hukuksuz tutuklanmalara karşı protestoların
artması üzerine bu önemli şahsiyetler Malta’ya gönderildi.[820]
Diğer taraftan ada sadece siyasi suçluların tutulduğu bir esir kampı olmayıp
savaş süresince esir düşen er, erbaş ve subayların da getirildiği bir yer
olmuştu. Mısır’ın değişik kamplarından farklı sebepler ile Malta Adası’na çok
sayıda savaş esiri nakledildi. Bu kişiler, genelde Mısır’dan getirilen Türk
esirleri olup sayıları çok olmasa da pek çoğunun Mısır esir kamplarında
kendileri için tehlikeli olan önemli kişiler olduğu görülmekteydi.[821]
İngilizler daha 1914’ün Eylül ayında savaş başlarken ilk Türk esir kafilesini
Malta’ya yerleştirdi. Her ne kadar savaş esiri olmasa da Eyüb Sabri Bey adanın
en kıdemlileri arasındaydı. Gelenleri karşılamış ve ev sahipliği yapmıştı.
İngilizlerin amacı, yöneticileri ve ileri gelenleri tutuklayarak Türk halkının
direniş gücünü kırmaktı.[822]
İngilizlerin Malta’ya
gönderdikleri kişiler, savaş esirleri ve siyasi şahıslar ile de sınırlı
kalmadı. Yenbulbahir ve Raca’da esir edilen memurlar, Port Said Kömür Memurluğu
kitabetinde müstahdem iken İngilizler tarafından esir alınan işçiler[823],
Mısır’da yakalanan eczacı, Mısır belediye başkanı vs. ile bölgede ticaret
yapanlar da esir olarak Malta’ya getirildi.[824]
Mısır’da tutuklanmak için Osmanlı tabiiyetinde olmak İngilizler için
yeterliydi. Pek çok kişi Bulgar olduğunu iddia ederek tutuklanmaktan kurtulmaya
çalışmış fakat kendilerini dinleyen olmamış ve adaya esir olarak nakledilmişti.[825]
Süleymaniye, Yunanistan ve Venedik gibi değişik ülkelerdeki konsoloslar da
bulundukları yerlerde tutuklandı ve Malta’da mahkûm edildi.[826]
Ayrıca 1915 yılında Yemen’den geri dönerken subay ve subay adayları da
tutuklanarak adaya gönderilen esirler arasındaydı.[827]
Malta Adası savaş süresince
değişik sebepler ile tutuklananların alıkonulduğu bir merkez haline geldi.
Tahran vapurunun başmakinisti Ali Tahir imzası ile Malta’dan Harbiye Nezaretine
gelen 7 Şubat 1915 tarihli mektupta görülmektedir ki Akdeniz’de yolcu ve eşya
nakleden Tahran vapuru İstanbul’a döndüğü sırada Urla açıklarında bir Fransız
kruvazörü tarafından durdurulmuş; gemi harp esiri addedilerek Malta’ya sevk
edilmiş ve içindekiler üç ay burada hapsedilmişti. Burada geçimlerini
sağlayamayan esirlerin İngiltere Hükûmetine yaptıkları müracaat sonuçsuz kaldı.
Yazdıkları mektuplarda maaşlarının ödenmesi için şirket müdürlüğü tarafından
gerekli teşebbüslerin yapılması aksi takdirde kendilerinin ve ailelerinin
iaşelerini temin edemeyeceklerini söylediler. Esirler arasında Üsküdar
Bülbülderesi’nde oturan Hacı Emine Hanım’ın damadı Ali Tahir’den başka Hüseyin
(lostromo), Hüseyin (kazancı), Veysel (kazancı), Şaban (kazancı), ve Mecid
(kazancı) de bulunmaktaydı.[828]
Malta Adası’nda esaret günlerini
geçirmiş askerlerden birisi Mirliva (General) Said Paşa’ydı. Said Paşa,
Meşrutiyeti müteakip Yemen’e gitmiş ve orada görev yapmış cesur ve dirayetli
bir askerdi. Aden’den gelen düşman saldırıları sonucu kolordusunun anavatan ile
her türlü ulaşımı kesilmiş olmasına rağmen dört sene kadar harbi kendi başına
idame ettirmiş ve hatta arazi dahi kazanmıştı. Siyasetle ile hiçbir alâka ve
münasebeti olmayan Said Paşa Mısır’da bir müddet esir olarak bulunduktan sonra
İstanbul’a döndü. Aden Savaşı’nda kendisini yenemeyen İngilizler büyük bir
intikam hırsıyla evini bastılar ve cebren Malta'ya gönderdiler.[829]
Malta hapishanelerinde tutulmuş
kişiler arasında savaş sırasında önemli görevler yapan kamu görevlileri de
vardı. Birinci Dünya Savaşı başlarında Atina Büyükelçisi Galib Kemali Efendi,
Enver Paşa’dan aldığı emirle o sırada Atina’da bulunan Macid Efendi’ye önemli
bir görev vermişti. Mısır ve Trablusgarp arasında emrinde ciddi bir kuvvet
bulunan Nuri Paşa maddi sıkıntılara girmiş ve İstanbul Hükûmetinden yardım
istemişti. Arnavutluk yolu ile Nuri Paşa’ya ulaştırılmak üzere biner liralık
torbalar halinde binlerce lira Atina’ya getirilmiş fakat kuzey yolu tamamen
kapalı olduğundan bu paralar yerine ulaştırılamamıştı. Galib Kemali Efendi’nin
isteği üzerine bu para Girit yolu ile Macid Bey tarafından Nuri Paşa’ya
ulaştırıldı. Macid Bey ayrıca Nuri Paşa’nın yanında bulunan Alman subaylara da
para götürme işini başarıyla yerine getirdi. Bu amaçla ondan fazla Mısır Atina
arasında gidip geldi. Macid Bey’in Alman Elçiliğine de önemli evraklar
götürdüğü olmuştu. Yalnız seyahatleri İngiliz casusları tarafından fark edildi
ve Alman Elçiliğinden çıkarken görüldü, ve ardından Atina’ya giderken İngilizler
tarafından derdest edildi. 13 gün sonra Malta’da Verdala Hapishanesine
gönderildi. Malta’yı kuşatan Turgut Reis tarafından kışla olarak inşa edilen
hapishane ıssız bir yerde yüksekçe bir alanda kurulmuştu. Virdullah olan ismi,
İngilizlerce Verdala olarak değiştirildi. 27 ay burada mahzun bir şekilde
kaldıktan sonra Mısır İngiliz Yüksek Divanı tarafından İskenderiye’de Gabbari
Hapishanesine nakledild,. Nuri Paşa ve Macid Bey arasındaki tüm ilişki sonradan
bir anlaşmazlığa düşülmesi üzerine Nuri Paşa’ya erzak taşıyan bir kişi
tarafından ihbar edilmişti. Macid Bey bu hapishanede küçücük, karanlık ve demir
kapılı bir odada günlerce yalnız kaldıktan sonra İngiliz Yüksek Divanı
tarafından savaş mahkemesine çıkarıldı ve idama mahkûm edildi. Macid Bey’in
idama mahkûm edilmesinde Nuri Paşa’ya getirdiği altınlardan çok Almalara yardım
etmesi rol oynamış ve kurşuna dizileceği kendisine tebliğ edilmişti. İdama
mahkûm olmasından dolayı içinde hiçbir üzüntü olmamasına rağmen evlenmemiş bir
kız kardeşi için müteessir olmuştu. İki ay sonra aynı divan infaz kararını
vermek için toplandı ve Macid Bey’in tüm yaptığı işler, o vakitte savaşa
iştirak etmemiş olan Yunanistan üzerinden yapılması hafifletici sebep sayıldı
ve savaş bitimine kadar hapis tutulması şartıyla beraat etti. Mütareke sonrası
da serbest bırakıldı.[830]
Yukarıda açıklandığı gibi Malta
Adası’nda, sadece siyasi değil Osmanlı ordusunda görev yapmış er ve erbaşlar da
bulunmuştu. Arşiv kayıtlarında Malta Adası Osmanlı savaş esirlerinin bulunduğu
esir kampları arasında gösterildi.[831]
1 6. Fırka Kumandanı, 8 Mart 1921 tarihli esaret sonrası verdiği ifadesinde
Kıbrıs ve Malta Adalarında asker ve subayların az bir miktar bulunduğunu fakat
kesin sayının bilinmediğini söylemişti.[832]
Malta Adası’nda asker esirlerin
de bulunduğu Malta esir kamplarından ailelerine yazılan mektuplarda da
görülmektedir. 6 Mayıs 1916’da Malta Adası’nda bulunan bir askerin St. Claments
Kalesi’nden annesine yazdığı mektupta sağlık durumunun iyi olduğunu fakat esir
kaldığı kampta ailesinden 8 aydır haber alamadığından söz etmektedir. “Burada
çektiğimiz bunca sefalet ve ızdırâbât yetişmiyormuş gibi bir de sizi düşünmek
felâketine tahammül için kendimde kuvvet bulamıyorum. Acaba kürre-i arzda
Malta’daki Osmanlı üserasını düşünen, hiç olmazsa aklına getiren bir kimsede mi
yok?” diyerek kendilerini esir kamplarında unutan yetkililere sitem
ediyordu.775 [833]
Esaret sırasında esirlere verilen
borç paralar hakkında iki devlet arasında gerçekleşen yazışmalar, Malta
Adası’nda savaş esirlerinin barındırıldığına bir başka delildi. Ankara
Müdafaa-i Milliye Vekili adına Ali Hikmet tarafından 9 Ocak 1922’de gönderilen
bir telgrafta Malta’dan dönen esir subayların esarette aldıkları borç paraların
ödenmesi için İngiltere Hükûmeti tarafından verilmiş olan şilin akçelerin
Osmanlı parası ile kaç kuruşa karşılık geldiği öğrenilmek istenmekteydi. Bir
İngiliz parasının 6 kuruş olduğu bilgisi verilmişti.[834]
Cidde Hastanesinde doktor olarak
görev yaparken esir düşüp ilk kafilede yurda dönen bir binbaşının esaret
sonrası verdiği ifadesinde Mısır esir kamplarında sorun çıkaran esirlerin
Malta’ya sürüldüğünden bahsedilmektedir. Albay Ali Fıtrî Bey, Yarbay Halil Bey,
bir binbaşı, alay kumandanları ile iki doktor, diğerleri yüzbaşı, çoğunluğu da
tabur kumandanı olmak üzere toplam 27 subay karargâhta İngiltere Hükûmetinin
takip ettiği siyasete mâni olduğu ve kampın huzurunu bozduğu gerekçesiyle
Malta’ya sevk edilmişti. Bu esirler arasında bu ifadeyi veren bir doktor
binbaşı da vardı. Esirler on sekiz ay boyunca Malta’da Vauban usulünde
yapılmış, dışarı ile irtibatı tamamen kesilmiş, mazgal pencereleri tahta ile
kapatılarak esirlerin dışarı bakması bile engellenmiş bir kampta yaşamak
zorunda bırakıldı. Uzun bir süre burada kalan esirler bir süre sonra Seydi
Beşir esir karargâhına geri gönderildi.[835]
Malta esir kamplarına dair
Kızılay Arşivinde de çok sayıda belge bulunmaktadır. Bu belgeler genelde
esirlerin ve ailelerinin birbirlerine yazdıkları ya da birbirinden haber
alamaması sebebiyle Kızılaya veya ilgili yerlere yazdıkları esirlerin veya
ailelerin akıbetleri ile ilgili mektuplardı. Konu hakkında sonraki bölümde
ayrıntılı bilgi verilecek olup burada birkaç örnekle yetinilecektir. Aydın
Vilayeti Polis Müdüriyeti Tahrirat Kaleminden Kızılay Cemiyeti Üsera Komisyonu
Başkanlığına gelen 25 Aralık 1916 tarihli yazıdan Malta’da esir olduğu
bildirilen Selanik muhacirlerinden İsa oğlu Senik Hüseyin’in aile efradının
İzmir’de bulunamadığı ve nerede olduklarına dair bir malumat elde edilemediği
anlaşılmaktadır.778 [836]
Üsera Komisyonu Başkanlığına gelen 5 Nisan 1917 tarihli mektupta da Malta’da
esir olarak bulunan Abdussamed’den bahsedilmektedir.[837]
Ayrıca Beyrut Dârülmallimînden Ziraat Muallimi, Dersaadete yazdığı 12
Haziran 1915 tarihli mektubunda Malta Adası’nda esir bulunan eniştesi Ali
Bey’e, takriben bir seneden beri her hafta mektup yazdığını, buna rağmen
kendisinden bir satırlık bir mektup bile alamadığından söz etmektedir. Ailesine
gönderilmesi gereken yarı maaş dâhil kendisinden bir haber alınamamıştı.[838]
Kızılay arşiv belgelerinde Malta esir kamplarında bulunan yardıma muhtaç
Osmanlı esirlerine yardım edilmeye çalışıldığı da görülmektedir. Bu konuya da
ayrıca ilgili bölümde yer verilecektir.[839]
Büyük Millet Meclisi Umur-ı Hariciye Vekâleti 13 Temmuz 1921’de Kızılay
Temsilciliğine Mısır’da 15.000 Türk esirinin İngiliz doktorları tarafından
değişik bahaneler ile kör edilmesi konulu bir yazı göndermişti. Yazıda Malta ve
Mısır’da görülen değişik hastalıklardan bahsedilmekte ve bunun da en önemli
sebebinin esirlerin bakımsızlığı ve kötü muamele olduğuna değinilmekteydi.[840]
İngilizlerin pek çok zaman
tutukladıkları Osmanlı askerlerine sivil esir muamelesi yaptıkları olmuştu.
Mehmed Efendi oğlu Teğmen Çarşambalı Tahsin, Yedek Subay Yahya İsmail Hakkı
Efendi ve Onbaşı Mustafa, Mısır’da bulunan İngiliz yetkililer tarafından
tutuklandıktan sonra sivil esir muamelesi görerek Malta’ya gönderilmişti. 28
Eylül 1915’de bu durum İstanbul Amerikan Büyükelçiliği vasıtasıyla İngiliz
Dışişleri Bakanlığına iletildi. Söz konusu üç savaş esirinin
Osmanlı İmparatorluğu donanması
personeli olması sebebiyle askeri esir olarak rütbelerine göre muamele
görmeleri gerektiği İngiltere Hükûmetine bildirildi.[841]
Osmanlı Hükûmeti, tüm esir
kamplarında olduğu gibi Malta esir kampında bulunan esirlerin de akıbetini
öğrenmek için farklı devletlerin aracılığıyla teşebbüslerde bulundu. Özellikle
Amerikan Elçiliği, Osmanlı esirlerin durumu hakkında İngiliz yetkililer ile
diplomatik ilişkilerde arabulucu oldu. Malta’daki Amerikan Konsolosluğundan
Osmanlı Hükûmetine gelen bir tezkireye göre bu şehirdeki İngiliz otoriteler,
konsolosa, kendileri ile her temas kurmak istediğinde yahut bir ricada
bulunduğunda Osmanlı savaş esirleri ile serbest ve güvenilir biçimde görüşmesi
için her türlü kolaylığın sağlanacağı konusunda güvence verdi. Amerikan
Konsolosu bu esirlerin kendisinin iyi niyetli hizmetine başvurmaya çok az
ihtiyaç duyduklarını, yaşamlarını elverişli bir hale getirmek isteyen İngiliz
otoritelerin çabalarından memnunmuş gibi göründüklerini açıkladılar.[842]
Osmanlı Devleti’nin kendi
askerleri hakkında güncel bilgi alma teşebbüsleri savaş süresince devam etti
fakat her defasında istenilen sonuca ulaşılamadı. Malta’daki Osmanlı esirlerine
ilişkin İngiltere Hükûmetinden istenen cevap çoğu zaman gelmedi. Mesela
İstanbul Amerikan Büyükelçiliği, 26 Ağustos 1916’da Osmanlı Hariciye
Nezaretinden kendisine gelen Malta’daki belirli Osmanlı esirlerine yapılan
muamele ile ilgili sözlü notasını İngiltere Hükûmetine bildirmiş ancak
İngiltere Hükûmeti bu notaya herhangi cevap vermemişti.[843]
Bir yıl sonra 26 Mart 1917’de İkinci Ordu Genel Komutanlığı Malta’da gözaltında
tutulan Osmanlı savaş esirlerinin kötü muameleye maruz kaldıkları bilgisini
almıştı. Bunun üzerine Osmanlı Devleti iddiaları İngiltere Hükûmetinin
bilgisine sunmasını, ayrıca Osmanlı Devleti’nin bu olayları protesto ettiğini
kendilerine bildirmesini ve bu olaylara bir son verilmesi için gerekli
tedbirlerin alınmasını bir kez daha Amerikan Büyükelçiliğinden talep etti.[844]
Osmanlı Devleti’nin diplomatik
notaları sonrası İsveç Konsolosluğu 1917 sonunda bir rapor hazırlamış ve ilgili
devletlere 1918 yılının başında ulaştırmıştı. Kampa yapılan sık ziyaretler
sonucu hazırlanan ve Türk savaş esirlerinin durumları hakkında bilgi veren
rapora göre esir kampının konaklama şartları bir esirin yaşaması için uygun
olarak gözlemlenmişti. Malta’daki kamplardan birisi olan Verdala Kışlası,
Valletta’dan büyük limanla Cottonera Tepesi arasında uzanmakta ve sağlıklı bir
konumda yer almaktaydı.[845]
Raporda genel olarak esir kamplarının şartlarının iyi olduğu vurgulandı.
İngiltere Hükûmeti, Osmanlı Hükûmetinin dikkatinin özel olarak bu rapora
çekilmesini istedi. Raporu hazırlayanlar raporda tüm esirleri memnun etmek ve
kamptaki görevlerini yerine getirmek için kamp kumandanının, subayların ve tüm
personelin her zaman yardıma hazır olduklarını söylemişti. Esirler raporu
hazırlayan heyete bazı önemsiz istisnalar haricinde memnuniyetlerini belirtmiş,
kamp kumandanı, subaylar ve tüm askeri yetkililer konsolosluk temsilcilerine
tüm kolaylığı göstermişti. Esirlerin kaldıkları yerin teftişinde hiçbir baskı
ve kısıtlama, esirler ile görüşme hiçbir engelleme olmadığı kaydedildi.[846]
Raporda Malta esir kampındaki Türk
esirlerin sayısı 307 gösterilmiş olup 219’u kışla bölümlerinde barakalarda ve
88’i de bez çadırlarda konaklıyorlardı. Esirlerin 42’sinin asker, 265’nin ise
sivil olduğu söylenmekteydi. Türk esirlerin kamplara göre dağılımı şu
şekildeydi:[847]
Tablo
2.4: Malta Kamplarındaki Türk Esirlerin Sayıları
Kampın Adı |
Adet |
St. Claments kampında bez çadırlarda |
22 |
Polverista’daki kışla bölümlerinde |
60 |
Verdala kampı |
35 |
St. Claments kampı |
124 |
RockGate kampında bez çadırlarda |
66 |
Kaynak:
TNA, FO., 383/458; BOA, HR. SYS., 2201/51.
Her ne kadar İngiliz Milli
Arşivinde bulunan rapor Malta esir kampının genel özelliklerinden bahsetse de
Osmanlı Arşivinde bulunan nüshasından St. Claments kampının kastedildiği
anlaşılmaktadır. Esirlerin kampta mesire ve spor için geniş bir alanı vardı.
Grup olarak alınıp gezinme ve egzersiz için izin verilmekteydi. Yaz boyunca
gruplar banyo için denize alınıyordu. Kışlalar konforlu olup bölümlerde veya
bez çadırlarda lavabo ve 1 sandalye bulunmaktaydı. Her esire 2 minder, çift
katlı 3 battaniye, yastık ve demir aksamlı yatak veriliyordu. Esirlere adil bir
şekilde çamaşır temin ediliyordu. Hizmetçiler, garsonlar, aşçılar vb. esirlerin
alt sınıflarından seçilmiş ve ücretleri sözleşmeli işveren tarafından
ödenmişti. Birtakım esirler kamp düzenlemelerinin yerine getirilmesinden
sorumlu tutulmuştu.[848]
İngiliz yetkililer kamplarda
hayatın çok güzel olduğunu kamuoyuna göstermek için kendi görevlendirdikleri
kişilere kampın şartları anlatan raporlar hazırlattı. Hazırlanan bu raporlardan
birisne göre kampta, lavabolar, banyolar ve çamaşır yıkama yerleri yeterli
sayıdaydı. Sıhhi düzenlemeler mükemmeldi ve esirlerin sıhhi durumları çok
iyiydi. Medikal yardım ücretsiz sağlanmakta ve hastalara hastanede çok iyi
bakılmaktaydı. İçme suyu kaynatılmış olarak bol miktarda veriliyordu.[849]
Esirlere
posta aracılığıyla gazete almalarına izin verilmedi. Ancak kamp kumandanı
tarafından esirlerin yaşlarına göre temin edilen belirli gazeteleri okumalarına
müsaade edildi. Esirlerin para gönderme imkânı olup aynı zamanda çamaşır ve
yiyecek malzemesi de isterlerse gönderebiliyorlardı. Esirlerin nakit olarak bir
pound taşımasına, beş pounda kadar daha büyük birikimleri için yirmi şilin
değerinden daha pahalı şeyleri satın da yine izin verilmekteydi.[850]
Malta Amerikan Konsolosu
Malta’daki Verdala sivil ve askeri toplama kamplarını 1915 yılının sonunda
ziyaret ettiğini ve esirlerin gördükleri muameleden memnun bulduğunu ifade eden
bir rapor düzenlemiş ve bu raporu ilgili devletlere 1916’da iletmişti. İngiliz
yetkilileri gerekli olduğu her zaman Amerikan konsolosluk yetkililerine Osmanlı
savaş esirleri ile özel olarak ve serbestçe konuşabilme imkânı sağlamıştı.
Konsolos Wilbur Keblinger tarafından yazılmış Malta Verdala sivil ve askeri
esir kampı hakkında bu raporda son ziyaret tarihi olarak 15 Aralık 1915
yazmaktadır. Bu rapor sonrası Binbaşı E. C. Arnold’un yerini, savaş esirleri
kampı kumandanı olarak Batı Yorkshire Piyade birliklerinden Yarbay Edward Neale
almıştır. Kamp aktif olup kampa sürekli esir gelmeye devam etmekteydi. Rapor
esir kampının reviri hakkında bilgi vererek başlamaktadır.[851]
Kampın genel durumu iyi olmakla
beraber şiddetli yağmur ve fırtına sonrası çadırda konaklayan esirlerin bir
geceliğine ciddi sorunlar yaşadığı da oldu. Ancak çadırlar onarılarak hasar
derhal giderilmiş ve gelecekteki tekrarlarından kaçınmak için daha fazla önlem
alındı.[852]
Esirlerden oluşan kamp
komiteleri, kamp içindeki işlerin yürütülmesinden genel olarak memnuniyetlerini
bildirmişlerdi. Kampın işleyişi hakkında şikâyetler çok nadirdi. Buna rağmen
tamamen kişisel nedenlerle yardım için konsolosluğa yapılan istekler hiçbir
zaman eksik olmadı.[853]
Kamplardan serbest bırakılarak
memleketlerine gönderilen esirlerin gönderiliş tarihlerine bakıldığında kampın
1915 yılından beri aktif olduğu görülmektedir. 29 Ağustos 1915’de serbest
bırakılan Arnavut Mahmut Ali’den sonra Malta’da esir tutulan Karl Hofman kanser
hastalığından 23 Ekim 1915’de, Bulgar tebaasından olduğu ispat eden Ali Tahir 2
Ekim 1915’de, Murtaza Osman ve Mahmud Hayri ise namusları üzerine verdiği
sözleri üzerine şartlı tahliye edilerek 8 Ekim 1915’de serbest bırakıldı.
Çanakkale Muharebelerinde derdest edilip Malta’da esir tutulan aşağıdaki ismi
yazılı kişiler 10 Ağustos 1915’de “Karva” nakliye gemisi ile Mısır’a gönderildi:[854]
Efrâddan Halil Hüseyin, Osmanlı
Efrâddan Yusuf Mustafa, Osmanlı
Efrâddan VasilLazaros, Rum
Efrâddan Mehmed Mustafa, Osmanlı
Mülâzım
Sinem Ekrem, Osmanlı (Arnavut) Zâbit (Gedikli Subay) Mehmed Zeki, Türk Onbaşı
Hasan İsmail, Türk
Onbaşı
Kerem Osman, Türk
Ayrıca 1915 yılında Malta esir
kamplarında geri gönderilecekleri günü bekleyen aşağıdaki isimleri yazılı
esirler de bulunmaktaydı:[855]
Adalı Dimitro Aristidi |
Adres Verilmemiş |
Adalı Elias Aristidi |
Adres Verilmemiş |
Abariotis George |
Adres Verilmemiş |
Bayram Mustafa |
Adres Verilmemiş |
Condoyannis Serafin |
Mondros |
Kahiri Mahmut |
Kahire, Mısır. |
Kouremetis Panteleimon |
Kalimnos Adası |
Kuremettis Aristides |
Kalimnos Adası |
Mortada Osman Paşa |
Kahire, Mısır |
Navar Abdülfettah |
Benha, Mısır |
Saltas Joannis |
Büyük İngiliz Oteli, Midilli |
Salim Hüseyin |
Hamdi Mahmut Paşa Kahire |
Yusuf Mehmed Bey |
Demir Hisar, Yunanistan. |
Konsolos Wilbur Keblinger
tarafından yazılan Verdala askeri ve sivil esir kampı hakkında raporda son
ziyaret tarihi olarak 6 Kasım 1915 olarak görülmektedir. Malta’daki esir
kampındaki koşullar 5 Ekim 1915 tarihli son rapordan bu yana aşağıda
belirtilecek durumlar haricinde aynı kalmıştı. Kampa yeni esirler gelmeye devam
etmekte olup 13 Alman, 16 Bulgar ve 13 Osmanlı esiri daha kampa getirilmişti.
Bu süre zarfında ise 5 esir serbest bırakıldı.[856]
tekrar
Raporun devamında raporu
hazırlayanların gözlemleri yer almaktadır. Kampa yapılan ziyarete kadar
çadırlarda yaşayan esirlerin, İngiliz Ordu Yönetmeliklerine göre çarşaf almaya
hakkı yoktu. İngiliz yetkililere iletilen durum kısa sürede çözüldü ve
çadırlarda yaşayan esirlere de çarşaf verilmesine karar verildi.[857]
Değişimle veya diğer nedenlerle
geri gönderilmeyen esirler kamp şartlarının askeri hizmet için fiziksel olarak
uygun olmadığını iddia ederek şikâyet ettiler. Yetkililer ise esir değişimi
meselesindeki düzenlemelerin Savunma Bakanlığı tarafından yapılması sebebiyle
kendi takdirlerinin olmadığını ve Savunma Bakanlığına bu istekleri
ilettiklerini ifade ettiler.[858]
Malta’da bulunan Verdala Kışlası
60 metre uzunluğunda, 25 metre genişliğinde, iki katlı tarihi şatoydu. Bir
kaleyi andıran bu kışla, A ve B blok olarak ikiye ayrılmış ve Türk esir kampı
haline getirilmişti. Esirler açısından Malta esir kampında günlük hayat
sorunsuzdu. Kışlanın A ve B bölümlerinde birer gazino, büyük bir banyo ve yemek
salonları vardı. Subay, er, bürokrat ve siviller dâhil bütün esirlerin birer
asker tayın hakkı vardı. Ayrıca her subay esire rütbe farkı gözetmeden 5
İngiliz lirası aylık ücret ödeniyordu. Kızılayın yardımları da zaman zaman
kampa ulaştı. Bunun yanı sıra esirlerin ailelerinden de yardım geliyordu.
Harcanmasına müsaade edilen para, haftada 2 İngiliz lirasıydı. Zaman zaman
harcanacak yer açıkça belirtilerek daha fazla para çekme imkânı da bulunuyordu.[859]
Siyasi ve askeri esirlerden önemli görülenler A bloğa yerleştirilmiş; bu
esirlere daha hoşgörülü davranılmıştı.
Kampta sabah saat 09.00 ve akşam
saat 17.00’de olmak üzere iki defa yoklama yapılırdı. Üst seviyedeki asker ve
siviller, yoklama için avluya çıkıp sıraya geçirilmedi. Kamp yönetimince
görevlendirilen İngiliz çavuş veya subaylar, sabah esir subayların odalarına
giderek yoklamaları alır, esirlere bir istekleri olup olmadığını sorarlardı.
Kamp yönetimi her esir için biri resmi, diğeri özel olmak üzere iki dosya
düzenlemişti.[860]
Malta Adası’na ilk gelen Türk
esirler arasında Yemen yolunda, İngiliz kontrolündeki Şerif Hüseyin ve Emir
Abdullah’ın komutasında bulunan 25.000 kişilik Hicaz ordusu ile karşılaşan ve
esir düşen Teşkilat-ı Mahsusa Başkanı Eşref (Kuşçubaşı) Bey ve onunla birlikte
olan 40 kişiden sağ kalan birkaç kişi vardı.
Hayber’deki çarpışmalarda, Eşref
Bey ve birkaç arkadaşı ağır yaralı olarak esir düştü. Daha sonra İngilizlere
teslim edildi ve Mısır’da Kasr El-Nil kışlasında üç ay tutuldu. 1917’de Malta
Adası’nda Verdala Barraks kampına getirdi.803 [861]
Eşref Kuşçubaşı’nın Malta esareti üç yıl, üç ay, yedi gün sürdü. Öz vatanı
buhran içinde bir ölüm kalım mücadelesi yaşarken kendisinin esaret altında
olması ve vatanı için bu zor günlerde mücadele edememesi Eşref Bey’i
kederlendirmişti.[862]
Malta kamplarında bulunmuş Rahmi
Apak kampta kalan esirlerden söz ederken ilginç esirlerden birisinin de
Jandarma Yüzbaşı Kuşçubaşı Eşref olduğunu yazmaktadır. Mekke Şerifi Hüseyin aleyhine
bazı Bedevileri ayaklandırmak amacıyla bir miktar altın ile Hicaz’a
gönderildiği gerekçesiyle Bedeviler tarafından yakalanarak İngilizlere teslim
edilen Eşref Bey, yakalandığında kendisini albay olarak tanıtmıştı. Kendisine
kampta Kölnel Eşref deniliyordu. Yalnız başına geniş bir odada oturmaktaydı.
Odasının duvarlarına Arapça ayetler yazdırmış ve odasını bir ibadethane haline
sokmuştu. Cuma günleri, bitişik kampta bulunan ve siyasi mevkuf olarak tutulan
Müslüman Hintliler onun ziyaretine gelip elini öperlerdi. Eşref Bey, Millî
Mücadele esnasında çetecilik yapmış ve büyük hizmetleri dokunmuş fakat Çerkez
Ethem’in isyanı üzerine diğerleri gibi Yunanistan’a sığınmıştı.[863]
Rahmi Apak da pek çok esir gibi
Mısır kamplarında bir süre tutulduktan sonra Malta esir kampına getirilen
askerlerdendi. Malta Adası’nın merkezi Valletta’nın kenarında bulunan ve
birbirlerinden tel örgü ve duvarlarla ayrılmış esir kampından birisi olan
Verdala Kışlası’nda, Lütfi Barudi ve bir Avusturyalı askeri veteriner ile
beraber esaret günlerini geçirdi. Rahmi Apak Verdala kampı hakkında önemli
bilgileri yazdığı hatıratında kampta 700 kadar esir bulunduğunu söylemişti.
Bunların 300 kadarı Mısır’da yaşayan Almanlar, bir kısmı İngilizler tarafından
Çanakkale Boğazı dışında batırılmış Breslav Alman kruvazöründen kurtulan
mürettebattı. Ayrıca Selanik Cephesi’nde esir alınmış Alman, Avusturyalı
subayların
yanı
sıra 30 kadar sivil Mısırlı, 10 kadar Türk subayı ve bir o kadar da er kampta
bulunmaktaydı.[864]
2.5.3
Polverista
(San Salvator) Esir Kampı
Birinci Dünya Savaşı sırasında
veya hemen ardından esir düşerek adaya getirilen Osmanlı savaş esirleri,
genelde üst düzey komutanlardı. Bunların başında Mısır kamplarında kaldıktan
sonra Malta’ya gönderilen Fahrettin Paşa gelmektedir. Fahrettin Paşa’dan başka
İngilizlerin davranışlarına boyun eğmeyen Türk esirleri de Malta’ya sürülmüştü.[865]
Mısır Kasr El-Nil kışlasında 188 gün esir kaldıktan sonra hasta olmasına rağmen
5 Ağustos 1919’da Malta’ya sürgün edilen paşa, burada iki yıl Polverista
yakınlarındaki Salvator Kışlası’nda tutuklu kaldı ve 8 Nisan 1921’de Malta’daki
esaretten kurtuldu.[866]
Fahreddin Paşa Malta’ya
getirildiğinde, İspanyol nezlesi paşayı zayıf düşürmüş; ayakta duramayacak hale
getirmişti. Malta’ya gelen tüm esirlerin üstü titizlikle aranırken Fahrettin
Paşa buna izin vermemiş; üstünü ve çantasını aratmamıştı. İngiliz subayı da bir
süre sonra boyun eğeceğini düşünerek ısrar etmedi. Paşa İngilizlerin karşısında
asla hastalığını belli etmemiş ve dimdik durmuştu.[867]
Fahreddin Paşa’ya kalenin sıralı
binaların az ilerisinde ağaçların arasında iki odalı bir ev tahsis edilmişti.
Mısır’daki kötü muameleden sonra böyle bir konforlu ev vereceklerini hiç
düşünmeyen Fahrettin Paşa’nın bu şekilde morali biraz olsun yerine geldi.
Fahreddin Paşa sabah bir İngiliz yüzbaşısının perdeleri açma sesiyle uyanmış ve
kendisine kahvaltı ikramı yapılmıştı. İngiliz subayı tüm esirler gibi sabah
sayımına katılmasını istemişti. Fahreddin Paşa kendisinin paşa olduğunu
hatırlatarak kedisini saymak isterlerse odasına gelip sayabileceklerini ama
asla sayım için avluya inmeyeceğini kesin bir dil ile ifade etti.[868]
Fahreddin Paşa, yoklamaya çıkmayı
reddettiği gibi üzerinden paşa kıyafetinin çıkarılmasını ve sivil elbise
giydirilmesini de şiddetle reddetti. Hatta bu hususta kendisini yumuşatmaya
çalışan ve saygıda kusur etmeyen yüzbaşının gönderdiği yemeği de yemedi.
İngilizler Türklerin Medine’de aç ve sefalet içinde yaşadıklarını bilmekteydi.
Açlık ve susuzluktan kıvrılan Türkler toz toprak içinde çekirge ve hurma
çekirdeği yemek zorunda kalmıştı. İngilizlerin verdiği bu yemeği kendilerinin
yola gelmesi ve kamp kurallarına uyması için bir rüşvet sayan paşa, ilk gün
İspanyol nezlesi sebebiyle ağır bir hastalık geçirmesine rağmen yemeği geri
çevirmiş, İngilizlerin karşısında asla hastalığını belli etmemiş ve dimdik
durmuştu. Bir gün sonra sabah kahvaltıda çorbayı bizzat yüzbaşının kendisi
getirmiş, öğlen hava alması için avluya çıkmasını rica etmişti. Öğlen avluya
çıkan paşa bu isteğin sebebini de anlamıştı. Türk subaylarının önünde baskı
kurularak üzerinden elbisesi çıkarılmak istenen paşa, Türk subaylarının da
desteği ile bu isteğe karşı geldi.811 [869]
Bu
esir kampında kalan bir diğer ünlü Osmanlı komutanı Ali İhsan Sabis’ti. 30 Ekim 1918’de
Mondros Mütarekesi’nin
imzalandığı sırada
Musul ve
çevresi Ali İhsan Paşa[870]
komutasındaki Türk birliklerinin idaresindeydi. İngilizler, Türk birliklerinin
Musul’u terk etmesini istemiş, Ali İhsan Paşa, bu isteği önce reddetmesine
rağmen İstanbul Hükûmetinden gelen talimat doğrultusunda şehri İngiliz işgaline
bırakmak zorunda kalmıştı. İngiliz Yüksek Komiserliğinin emriyle Ali İhsan Paşa 23 Şubat 1919’da Konya’da trene binerken gözaltına
alınmış, İstanbul Haydarpaşa Garı’na vardığında tutuklanmış ve Mart ayının
sonunda
Malta’ya sürgün
gönderilmişti.
Malta’ya
gelince ilk olarak San Salvator, ardından da Polverista Kışlası’na
yerleştirildi.[871]
İngiliz Hükümeti, Osmanlı
Devleti’nin savaşa girmesinin ardından tedbir amaçlı İngiltere dahil olmak
üzere egemenliği altındaki tüm sömürgelerde bulunan Osmanlı Devleti
vatandaşlarını önce tehlikeli kişiler olarak ilan etmiş sonra sivil esirlerin
bulunduğu entegre denilen toplama kamplarına göndermişti. Osmanlı Devleti
vatandaşları milletine ve dinine bakılmaksızın toplama kamplarına alındı.
Toplama kamplarında tutulanların bir kısmı bu kamplarda can verdi. Savaş
sonrası bazıları ülkelerine dönerken bazıları oralarda kalıp kendilerine yeni
bir hayat kurdu. Bu uygulama, sadece Osmanlı Devleti vatandaşlarına değil
Almanya ve Avusturya- Macaristan dahil tüm düşman devletin bütün vatandaşlarına
uygulandı. Osmanlı Devleti biraz da kendisine yük getireceği gerekçesiyle kendi
topraklarındaki İngiliz vatandaşlarını sadece gözlem altında tutmakla yetindi.
İngiltere dominyonu Kanada’da bulunan Türk işçileri esir alınarak toplama
kamplarında tutsak edildi. Bu kişiler savaş öncesi Amerika’ya Osmanlı
Devleti’nin farklı topraklarından göç etmiş ve bir kısmı da Kanada’ya giderek
değişik şirketlerde iş bulmuştu.
İngiltere, Osmanlı ve diğer
düşman devletlerin vatandaşlarını İngiltere ile İrlanda adaları arasında,
Birleşik Krallığa bağlı küçük bir ada olan Man Adası’na yerleştirdi. Gözaltına
alınan sivil esirlerin hiçbirinin savaş ile bir ilgisi yoktu. Kimisi ticaret
ile uğraşmakta, kimisi ise devlet adına diplomatik görev için buralarda
bulunmaktaydı. Her ne kadar savaş esiri olmasalar da İngiltere bu kişileri
savaş esiri saymış ve savaş esirlerine bile uygulamadıkları en acımasız
muameleyi buradaki sivillere uygulamıştı. Bu kişilerin pek çoğu savaşamayacak
durumda olup askerlik yaşının dışında veya hasta kişilerdi. Sivil esir
saydıkları kişiler aileleri ile beraber bu kamplara getirildiği için kampta çok
sayıda kadın ve çocuk da bulunmaktaydı. Pek çoğu savaş sonuna kadar serbest
bırakılmadı.[872]
Bu kişilerin bir kısmı Müslüman olmayan Osmanlı tebaasından Yahudi ve Hristiyan
kişilerdi. Aralarında yaşı geçmiş kadınlar da vardı. İngiliz topraklarında
varlıklı bir şekilde yaşarken tüm mallarına ve değerli eşyalarına el konularak
toplama kamplarına götürüldüler ve bundan sonraki hayatlarını sefalet içinde
geçirmek zorunda bırakıldılar.[873]
Bern elçisi, Fuad Bey’in 1 Temmuz 1916’da Hariciye Nezaretine gönderdiği
şifreli telgraf, İngiltere ve Fransa’da bazı Müslüman kadınların esir
karargâhlarına sevk edilerek esir muamelesine maruz kaldıklarının belgeli
olarak ispatlandığını yazmaktadır. Amerika Elçiliği vasıtasıyla bu kadınların
nerede bulundukları ve kimler oldukları öğrenilmeye çalışıldı.[874]
İki devletin karşılıklı olarak
birbirlerine savaş ilanı sonrası İngiltere, topraklarında ikamet eden Osmanlı
tebaasının mahalli polis komiserliğine giderek
kayıtlarını yaptırmalarını
istedi. Kayıt işlemlerinden hemen sonra kolluk güçleri tarafından evlerine ve
işyerlerine ziyaret yapılmış, mal varlıkları hakkında incelemelerde bulunulmuş
ve kendileri bu şekilde baskı altına alınmıştı. Osmanlı vatandaşlarının sahip
oldukları otomobillere, arabalara, fotoğraf makinelerine, lambalarına, silah ve
cephanelerine, büyük bıçaklarına polis tarafından el konuldu. Bundan hariç
olmak üzere Osmanlı vatandaşları gece saat 21.00’de evlerinde bulunmak
zorundaydı. Ayrıca umumi toplantılar düzenlemek, bu toplantılara katılmak, gece
veya gündüz evlerinden 7 km uzaklaşmak, polisten izinsiz başkasının evinde
gecelemek, düşman ülkelerden biri ile haberleşmek kesinlikle yasaktı. Aksine
davrananlara para veya hapis cezası uygulanacaktı. Şubat 1915’de çıkan bir
kanun ile Osmanlı Hristiyanları ve Ermenileri bu kısıtlamaların dışında tutuldu.
Aynı kanunla 55 yaş üstü İslam ve Musevi Osmanlı tebaasının memleketlerine
iadesine, diğerlerinin esir kamplarına yollanmasına karar verildi. Mart
1915’ten itibaren İngilizler kendi topraklarında yaşayan Osmanlı tebaasını gece
evlerinden bir bir alarak tutuklamış ve üç gün sonra esir kamplarına
hapsetmişti.818 Örneğin 1915 yılının sonunda İngiltere Hükûmeti
İngiltere ve sömürgelerinde bulunan 421 Osmanlı vatandaşını savaş esiri olarak
tutukladı. Osmanlı Hükûmeti de misilleme olarak topraklarındaki 421 İngiliz
vatandaşını tutuklayarak Çorum’daki esir kampına gönderdi.[875]
İngilizler ayrıca Birinci Dünya
Savaşı sırasında esir aldıkları Osmanlı askerlerinden bazılarını da bu adaya
getirdi. Ancak Man Adası’nda savaş esirleri için ayrı bir esir kampının olmadığından
esir Türk askerlerinin çok az bir kısmının çalıştırılmak üzere bu adaya
getirildiği tahmin edilmektedir. Bu adaya getirilen Türk esirlerinin nereden
alındığı veya hangi esir kampından bu adaya getirildiği, sayılarının ne kadar
olduğu hakkında bir bilgiye sahip değiliz. 4 Nisan 1916’da Ordu-yı Hümayun
Başkomutanlığına gelen bir yazıda, bu esirlerden birisi hakkında az da olsa bir
bilgi bulunmaktadır. Knockaloe, Compound 6, IV numaralı kampta bulunan, Osmanlı
savaş esiri Muhammed Ali, Londra’daki Amerika Büyükelçiliği aracılığıyla
Trabzon vilayeti Rize sancağı Kurtuluş köyünde bulunan Ali Dayı oğlu Hacı
Zekeriya adıyla bilinen ailesinden bir haber almayı istemişti. Kendisinden de
bahseden Muhammed Ali, sağlığının yerinde olduğunu bildirmişti.819 [876]
Man Adası’nda kalmış bir başka esire Mustafa Şevket örnek olarak verilebilir.
27 Temmuz 1918’de Harbiye Nezaretine gelen bir yazı, İngilizler tarafından
Sakız Adası’nda esir edilerek Knockaloe kampına götürülen Mustafa Şevket’in
yardım talebi hakkındaydı. Mustafa Şevket mübadele suretiyle tahliye isteğini
İsveç Elçiliği aracılığıyla yetkililere iletmişti. Sağlık durumunun hakem
tarafından özel olarak muayene edilip gerekli görüldüğü takdirde serbest
bırakılacağı kendisine bildirildi. İsveç Dışişleri Bakanlığından 27 Eylül
1917’de gelen cevapta sağlık otoritelerden alınan rapor bulunmaktaydı. Rapor,
Mustafa Şevket’in kamptaki olanaklar dışında bir tedaviye ihtiyaç duymadığı ve
herhangi bir acil durumunun olmadığı yönündeydi. İsveç Elçiliği, 14 Kasım
1918’de İngiltere’den Mustafa Şevket Efendi ve Ali Ahmed adlı iki Türk esiri
serbest bırakılmasını bir kez istedi. İngiltere uzatılmış hapisten muzdarip
olmuş ve ülkelerine iade edilmek isteyen bu iki esire, 21 Ocak 1918’de bir kez
daha olumsuz cevap verdi. Tıbbi hakem her ne kadar esirler açısından olumlu
rapor verip iki esirin malul ve yaşlı olduklarını belirtse de esirler serbest
bırakılmadı. Alman olsalar kesinlikle ülkelerine iade edilecek bu iki esir, iki
devlet arasında mübadele anlaşması yapılmadığı gerekçesiyle serbest
bırakılmadılar. İngiltere Hükûmeti, her şeye rağmen anlaşmalardan hariç olmak
üzere insanlık adına esirlerin göndermesinin de muhtemel olduğunu beyan etti.
Fakat bu istekte bulunmanın Türk esirler açısından bir yararı da olmadı. Bütün
uygun gemiler Alman ve Avusturyalılar tarafından doldurulmuş durumdaydı.
Esirlerin bu şartlar altında serbest kalmaları iki devlet arasında yapılacak
anlaşmaya kaldı.[877]
Man Adası, Birinci Dünya Savaşı
başladığında kısa süre içinde İngilizlere esir düşen esirlerin kaldığı bir
kampa dönüştü ve Knockaloe esir kampı olarak adlandırıldı. İlk esir kafilesi
savaşın ilk yılında gelmişti. 200 kişiden oluşan kafilenin 115’i Türk, geri
kalanı Alman ve Avusturyalıydı. Bu 115 Türk esirin hangi cephelerden geldikleri
bilinmemektedir. Esirlerden 14’ü adanın doğusunda Douglas’a, 111’i ise adanın
batısında Knockaloe esir kampına götürüldü. 11 Kasım 1915’de kampta 24.250 kişi
vardı. Esir sayısının savaş süresince 28.000’e kadar
ulaştığını söylenmekteydi.[878] Gözaltı kampı diye adlandırılan bu toplama
kamplarında tutulan kişiler
1919’a kadar burada yaşamak zorunda kaldı.[879]
Osmanlı Hükûmeti Knockaloe
kampındaki esirlerine reva görülen muameleyle ilgili İngiltere Hükûmetine sık
sık şikayetlerde bulundu. Osmanlı Hükûmeti tarafından dile getirilen iddialar
İngiliz yetkililer tarafından zaman zaman ciddiye alınmış ve gerekli cevaplar
verilmişti. İngiltere Hükûmeti, ellerinde bulunan savaş esirlerinden hiçbirinin
kötü muameleye tâbi tutulmadığını ve bu konuya dair Amerikan Elçiliğinin
raporlarının Osmanlı Hükûmetine sunulduğunu söylemişti. Bu raporların yeterli
olduğunu düşünmekteydi. İngiltere Hükûmeti, Osmanlı topraklarında bulunan
İngiliz savaş esirlerine yapılan muameleye dair hiçbir bilgi elde edemediğini
ise Osmanlı Hükûmetine bir nota ile bildirdi. Knockaloe esir karargâhında biri
intihar, diğeri kaza sonucu vefat eden esirlerin tâbiiyeti hakkında tahkikat
yapılmakta olduğunu ve kısa sürede bir sonuca varılarak gerekli cevabın
verileceği tezkerede ayrıca dile getirildi.[880]
Yapılan soruşturma sonucunda esirlerin değişik hastalıklardan öldüğü tespit
edilmiş, bunlar dışında hiçbir Türk’ün intihar ettiği ya da kazara öldüğü
belirlenmemişti.[881]
Knockaloe esir kampında 18 Mayıs
1917’de vefat etmiş olan Harput ahalisinden ve Osmanlı tebaasından Bahriyeli
Hasan Derviş’in ölüm belgesi 8 Kasım 1917 tarihli tezkire ile Başkumandanlık
Vekâletine ulaştı. Bu kişilerin durumu hakkındaki bilgiler akrabalarına
ulaştırılmaya çalışıldı.[882]
Hasan Derviş’in kim olduğu ve ailesinin nerede bulunduğu bilinememesi sebebiyle
bu şahsın kimliğine dair bilgi alınması için Kızılay ve Hariciye Nezareti ile
birlikte tahkikat yapıldı.[883]
İngiltere sınırlarında Osmanlı
vatandaşlarının nakledildikleri esir kampları; Man Adası’nda Knockaloe,
Londra’da Alexandra Palace ve Feltham, Yorkshire’de Wakefield’di. Esir kampları
tel örgüler ile çevrili bulunmakta, her 10 metrede süngülü birer asker
muhafızlık görevini yerine getirmekteydi. Esirler tahta kulübelerde
yatıyorlardı. Her kulübede 150-200 esir bulunuyordu. Yatak 3 parça tahta ile 3
battaniyeden ibaretti. Her esire tahsis edilen dinlenme alanı 1,35 metre
genişliğinde ve uzunluğunda bir alandı. Her esir yatma, uyuma, giyinme, soyunma
gibi her türlü işini bu alanda yapmak zorundaydı. Esirlere verilen günlük iaşe
230 gram ekmek, 13 gram tuzlu et ve 25 gram margarin ile bir fincan çaydan
ibaret olup bazen de sebze verilmekteydi. Yemekler özellikle de ekmek o kadar
kötüdür ki esirler aç kalmayı bu yemeklere tercih etmişlerdi. Esirlerin
dışarıdan erzak getirmeleri de yasaklanmış, esirler kampın kötü yemeklerine
mahkûm bırakılmıştı. Kampın sağlık şartları da çok kötü olup su çoğunlukla
bulunmuyordu. Bunun yanında kulübelerin aydınlatması yeterli değildi. Bu
sebeple esirlerin okuma ve yazmaları mümkün olmuyordu. Isınmak için verilen
yakıt da yetersizdi. Her şeyden kötüsü, acınacak şartlarda yaşayan esirlere
İngiltere Hükûmeti hiçbir şey yapmıyordu.[884]
Kampın fiziki koşulları,
esirlerin yaşamını olumsuz etkilemiş ve yaşamı esirler için katlanılmaz bir
hale getirmişti. Esir kulübelerinin su geçirmez olmadığı, içeriye giren yağmur
sularından dolayı esirlerin giysi ve diğer eşyalarının küflendiği 1915’de kampı
gezen Amerikan Elçiliği görevlileri tarafından bizzat belgelendi. Aynı
görevliler esirlerin nefes almak için kullandıkları kamp alanının da yağmur
sularıyla bataklığa dönüştüğüne şahit oldular.[885]
Kamplar savaş süresince tarafsız
devletlerin görevlendirdikleri yetkililer tarafından pek çok defalar denetim
amaçlı ziyaret edildi. Londra’nın Amerika Birleşik Devletleri Elçiliği görevlileri
L. H. Littlefield ve Bay F. E. Brantingham tarafından 15 Ağustos tarihli
Douglas kampı, 12 Ağustos tarihli Knockaloe savaş esirleri gözaltı kampı ve 28
Ağustos tarihli Man Adası savaş esirleri kampı çalışma istasyonlarına dair
teftiş raporları hazırlandı. Bu teftiş raprolarından oluşan Knockaloe (Man
Adası) kampı raporundan başka, Lofhouse Park (Wakefield) ve Stratford (Londra)
raporları aynı dönemde hazırlandı. İngiltere’deki gözaltı kamplarına yapılan
ziyaretler sonrası hazırlan bu üç rapor 19 Eylül 1916’da Osmanlı Devleti’ne
ulaştırıldı.[886]
Kamp sivil esir kampı olduğu için burada raporun detayı verilmeyecektir.
Bunlardan birinci kamp olan Knockaloe Kampı, İngiliz İçişleri Bakanlığının
genel nezaretindeydi ve kumandanı, Binbaşı H.W. Madoo’ydu. Ziyaret sırasında,
kampta 1968’i Alman, 759’u Avusturyalı, 14’ü Türk ve 3’ü diğer uluslardan olmak
üzere 2.744 esir bulunmaktaydı. Bu Kampta, Lowry isimli Yahudi meselelerini
düzenleyen bir Yahudi Komitesi, Kamp hakları ile ilgili iç meselelerle ilgilenen
Kamp Özel Hak Komitesi, Spor Komitesi, Eğlence Komitesi ve Noel Komitesi vardı.
Bu komitelerin tamamı esirlerin kendileri tarafından seçilmekte ve
yürütülmekteydi. Raporda detaylı bir şekilde sivil esirlerin barınması, sıhhi
düzenlemeleri, yiyecek ve içecek durumları, çalışma şartları ve egzersizlerinin
yanı sıra kampı teftiş eden kişilerin kişisel gözlemleri de yer almaktaydı.[887]
Aynı esir kampına bir yıl sonra
bir ziyaret daha yapıldı. Man Adası üzerindeki Osmanlı sivil esirlerinin de
bulunduğu Douglas kampına teftiş için yapılan 4 Mayıs-18 Mayıs 1917
tarihlerinde ziyaretin ardından hazırlanan raporda tüm kamp şartları detaylı bir
şekilde anlatıldı. İngiltere ve İrlanda’daki Osmanlı savaş esirlerinin Man
Adası’ndaki sayısı siviller hariç olarak 110’du. Bu sayıdan 90’ı Knockaloe
kampında ve 15’i de Douglas kampında esir tutuluyordu. Ayrıntılı olarak
hazırlanan rapor sivil esirleri konu edinmesi sebebiyle çalışma dışı
tutulmuştur. Raporun ana başlıkları şu şekildedir: Kampın tanımı ve genel
organizasyonu, konum ve boyutu, askeri personel sayısı, esir sayısı ve
uyrukları, yönetim birimleri, konaklama ve benzer meseleler, sıhhi düzenlemeler,
hastane, yiyecek, kantin, kişisel ekipman, esirlerin günlük yaşam rutini,
esaret koşulları, dini hizmet, mektup ve paketlerin dağıtımı, iş ve çeşitli
meslekler, eğlence ve spor, çeşitli amaçlar için esir komiteleri ve
organizasyonları, çalışma, finansal meseleler vb. Douglas kampı, yaklaşık 1-1/2
kilometre mesafede, Man Adası’nın başkenti olan Douglas’ın kuzey batısında yer
almaktaydı. Denizin yukarısında yaklaşık 60-70 metre kayalıklar üzerinde
uzanması sebebiyle havası da oldukça temizdi. Ziyaret sırasında kampta 107
Avusturyalı, 12 Macar, 443 Alman, 5 Osmanlı, 2 Yunanlı olmak üzere toplam 569
kişinin olduğu tespit edilmişti. Diğer bölümünde ise 529 Avusturyalı, 60 Macar,
1.470 Alman, 10 Osmanlı olmak üzere toplam 2.069 kişi vardı. Esirlerin yaklaşık
600’ü Yahudi’ydi. Esirler çiftlik işleri, yol yapımı, tarım, taşocağı, inşaat,
marangozluk, tesisat, elektrik,
tuvalet temizliği, terzilik, hastane hizmetlileri, posta, tezgahtarlık, kömür
işleri, çöp fırını, tren yolu inşaatı, bahçıvanlık, katran, kargo ve çorak
arazilerin ıslah edilmesi gibi işlerde çalıştırıldı. Kampı ziyaret eden
görevliler esirler ile görüşmüşlerdi. Esirler kendilerinin neden kampta
tutulduklarını bilmediklerini söylemişler ve acilen serbest bırakılmalarını ya
da ülkelerine iade edilmesi için mümkün olan tüm gerekli adımların atılmasını
ifade etmişlerdi. Esirler, Osmanlı Hükûmetinin kendi topraklarında yaşayan
İngilizleri, esir alma imkanları olduğu halde esir almadığına, İngiliz
gazetelerinden okudukları kadarıyla Türkiye’de bulunan İngiliz askeri esirlerin
iyi muamele gördüklerine dikkat çektiler. Esirlerden birisi kendilerinin
serbest bırakılması için aşağıdaki açıklamayı yapmıştı:832
“Biz yaklaşık 60 adamız.
Tamamımız Türk esiri, büyük çoğunluğumuz denizci diğerlerimiz de diğer mesleklerden.
Tamamen cahiliz ve de politika hakkında en küçük fikrimiz yok. Bizim işlerimiz
yaşam mücadelesi içerisinde bizleri ülkemizden uzaklara gitmeye mecbur bıraktı.
Bu nedenle çoğumuz, Avrupa’nın bu bölgesinde yaklaşık 10 yıl ila 30 yıldan beri
çalışmaktaydık. Sonuç olarak Türkiye’deki dostlarımız ve yakınlarımız
gözümüzden uzak kaldı. Bu bizim ülkemizden herhangi bir haber ya da yardımdan
mahrum kaldığımızın nedenidir. Biz şimdiden 3 yıl aşan esaretimiz süresince
tamamen kendi çabalarımızla ayakta kaldık. Dışardayken rahat yaşadık ve
neredeyse hepimizin kendine ait küçük birikim hesapları vardı. Bu hesaplar esir
tutulduğumuz süre içinde ekstra yiyecek temini ve ödemek zorunda olduğumuz
yüksek fiyatlardan dolayı şu an tükendi.
Yukarıda dile getirilen gerçekleri
Hükûmetimizin bilgisine sunmayı ve bizim için acilen bağış talep etmenizi
sizden hürmetle rica ederiz. Müracaatımızın, sizin cömert yüreğinizde
yankılanacağını ve sizin bu meseleyi uygun makamlara taşıyacağınızı içtenlikle
ümit ederiz.
Bizler, serbest bırakılan ya da
hiç esir alınmayan Türkler kadar masumuz. Bu, hala esir tutulan az sayıdaki
Türkler olarak bize, tamamen bilinmeyen nedenlerle bazı şüpheler duyuluyor gibi
görünmektedir. Biz gerçekten bu durumun aynı şekilde tamamen haksız olduğuna inanmaktayız.
Bizim durumumuzun tarafsız bir grup tarafından araştırılması durumunda, daha
fazla esir tutulmamızın haksızlık olduğunun ortaya çıkacağına inancımız tamdır.
Şundan da eminiz ki; biz, durumumuz hakkında yapılacak araştırmanızın sonucu
olarak bizim hızlı bir şekilde İngiliz yetkililer tarafından serbest bırakılma
hakkımızı elde edeceğimizi biliyoruz. En ufak bir dayanak olmaksızın zan
altında kaldığımız talihsizliğimiz, bizim esir tutulmamıza neden olmaktadır.
Aksi halde birkaç Yahudi Türk’ün, yüzlercesi dışarıda özgürce yaşarken esir
tutulmasını açıklayamayız. Bizim serbest bırakılmamız, İngiltere adalet
anlayışı ile masumiyet ve alıkoymanın gibi tamamen haksız zorluklarına karşı
kabul ettikleri özgürlük politikaları ile mutabakat içinde olacaktır.”
Esirlerin serbest bırakılmaları
için belirttiği bir başka neden de içinde bulundukları uzun esaret döneminin
onların akıl sağlığını etkilemesiydi. İçinde bulundukları koşullar altında daha
fazla acı çekdikleri bir gerçekti. Her geçen gün endişeleri gittikçe artmakta
ve aynı zamanda görme duyuları da büyük ölçüde zayıflamaktaydı.833
Man
Adası’ndaki bir diğer kamp Knockaloe esir kampı, adanın batı tarafında
Douglas’tan 13 km ve Peel kasabasından 2,5 km mesafede konumlanmıştı. Peel-
Duglas hattı üzerinde en yakın tren istasyonuna yaklaşık 2,5 km mesafede
olmasına rağmen kampa uzanan bir hat yapılmıştı. Kampın bulunduğu zemin önceden
bir çiftlik tarafından mesken olarak kullanılmıştı. Kamp killi topraklı bir
zemin üzerinde bir çukurda bulunmaktaydı. Kampın konumu, İrlanda Denizi’nden
gelen ve sık sık esen oldukça sert rüzgarlara karşı pek fazla koruma
sağlamamaktaydı. Kamp, içerisinde dört ayrı kampa ayrılmıştı. Kamplarından her
biri, yaklaşık 13 hektardan oluşuyordu. Dördüncü Kamp ise yaklaşık 18 hektardı.
Bu alanların toplamı yaklaşık 57 hektardı. Kampta 16, 8 ve 7,5 hektar yüz
ölçümüne sahip üç eğlence alanı bulunuyordu. Kampta tüm esirlerin sayısı
20.918’di. Farklı kamplarda esirlerin milletlere göre dağılımını gösteren tablo
aşağıda verilmiştir:
Tablo
2.5: Man Adası Esir Kampındaki Esir Sayıları
Kamp
Adı |
Osmanlılar |
Avusturyalılar
ve Macarlar |
Bulgarlar |
Almanlar |
Diğer |
Toplam |
Kamp
1 |
3 |
1028 |
- |
48/ |
14 |
5913 |
Kamp
11 |
4 |
434 |
1 |
4279 |
84 |
4802 |
Kamp
111 |
18 |
419 |
17 |
4237 |
31 |
4722 |
Kamp 1V |
65 |
1119 |
2 |
4244 |
51 |
5481 |
Toplam |
90 |
3000 |
20 |
17628 |
180 |
20918 |
Kaynak:
BOA,
HR. SYS. 2189/6.
Knockaloe kampı idari açıdan
İngiltere ve İrlanda’daki kampların büyük çoğunluğunun bağlı olduğu Savunma
Bakanlığının idaresi altındaki kamplar kategorisinde uygulanan esaslara bağlı olarak
İçişleri Bakanlığının yetki alanındaydı. Man Adası Hükûmeti, kamp üzerinde
belirli oranda yetkiye sahipti ancak İngiltere Hükûmeti, esirler ve onlar için
yapılan düzenlemelerin sorumlusu olarak dikkate alınmaktaydı. Tamamen askeri
meselelerde kamp, İngiltere’deki Batı Komutanlığının yetki alanına giriyordu.
Kampta her pazar günü her bir kamptaki bir kışlada diğer kışlalardaki esirlerin
katılımıyla günah çıkarma ayini yapılırdı. Bu ayinlere Müslümanlar iştirak
etmemekte birlikte diğer Hristiyan esirler için ayin, memnun edici bir şekilde
yürütülüyordu.834
Esirlerin beslenme ve esirlere
verilecek ödeneklerle ilgili 1915 yılının ortasında kararlar alındı. Bu konu
ile ilgili Amerikan Elçiliğinin 30 Temmuz 1915 tarihli yazısında İngiltere
Hükûmetinin esir maaşları hakkındaki cevabı yer almaktadır. İngiltere Hükûmetinin
yüzbaşıdan küçük subaylara günlük dört şilin, yüzbaşı ve daha yüksek rütbeli
subaylara günlük dört buçuk şilin verdiği dile getirilmişti. Yazıda, esir
Osmanlı tabipleriyle sağlık memurlarının maaşlarının tam verildiği, esirlerin
ailelerine para gönderilmesi konusunda Osmanlı Hükûmetiyle bir anlaşmaya
varılması halinde subayların maaşlarının tam olarak verileceği belirtilmişti.
İngiltere Hükûmeti aynı muamelenin Osmanlı Hükûmeti tarafından uygulanmasını da
temenni ettiği ifade etmişti. Hariciye Nezaretinden Amerikan Elçiliği
aracılığıyla 5 Eylül 1915’de İngiltere Hükûmetine gönderilen cevapta Osmanlı
Devleti’nin bu konudaki uygulamalarını gösterildi. Söz konusu yazıda
Osmanlı topraklarında esir
sıfatıyla bulunan İngiliz subaylara aynı rütbedeki Osmanlı subaylarının aldığı
maaşın tamamının verildiği belirtildi. İngiltere Hükûmetinin uygulamaları
eleştirilerek esir Osmanlı subaylarına günlük 4,5 şilin gibi cüzi bir meblağın
verilmesinin üzücü olduğu dile getirildi. İngiltere’nin uygulamalarının eşitlik
ilkesine aykırı olduğu söylenerek İngiliz tabiplerine ve sağlık memurlarına
mütebakiyet esasına göre verilecek paranın çok yetersiz kalacağı, müstahdemlere
hiçbir şey verilmemesi halinde bunların perişan olacakları ifade edildi. Bütün
bu nedenlerden ötürü Osmanlı Devleti’nin insaniyet gereği bu gibi esirlere
geçici olarak Osmanlı nefer maaşı ve tayını verileceği açıkladı. Osmanlı
Hükûmeti, İngiliz esirlere ordusundaki karşılıkları olan rütbeye göre her ayın
sonunda aylık vermeyi kabul etmişti. Konaklaması kamp dışında olan esirlerin
yemekleri devlet tarafından karşılandığı takdirde masrafları söz konusu
aylıklardan kesilecekti. Ayrıca esirlerin savaştan dolayı ortaya çıkan hastalık
ve yaralarının tedavileri esir eden devlet tarafından üstlenilecekti. Söz
konusu yazıda subayların maaşlarının ödenmesinde yaşanacak sorunlar da görüldü.
Osmanlı Hükûmeti, elinde bulunan düşman devletlere mensup subaylara 1907
tarihli 4. Lahey Sözleşmesi’nin 17. maddesi gereğince esir edildikleri günden
itibaren sahip oldukları rütbenin Osmanlı ordusunda muadili bulunan aynı
rütbeye ait subaylara verilen maaşın verildiği hazırlattı. Oysaki Osmanlı esir
subayları, aynı sözleşmenin hükümlerine göre esir tutuldukları ülkenin aynı
rütbesine sahip subaylar ile aynı maaşı almaları gerekirken bir subayın sahip
olması gereken haysiyet ve şereflerinin korunmasına asla yeterli olmayacak bu
maaş almaktaydı. İngiltere Hükûmeti, Osmanlı subaylarına yüzbaşı rütbesine
günlük 4 şilin, yüzbaşı rütbesinden itibaren ise 6 peni ilave ederek
vermekteydi. Bu durumun devam etmesi durumunda Osmanlı Hükûmeti İngiliz
esirlerine aynı muameleyi yapacağını bildirdi. Ayrıca şu ana kadar İngiliz
esirlere ödenen paralar da esirlerden tahsil edilecekti. İngiltere Hükûmeti,
Osmanlı topraklarında savaş esiri olup maaşlarını Osmanlı Hükûmetinden tam alan
İngiliz subaylarının aile ve akrabalarına para gönderebilmeleri hususunda
yaşanan zorluklarını bahane ederek kendi esirleri tam maaş aldıkları halde Türk
esirlere günlük 4 veya 4,5 şilin gibi bir ücreti reva görmekteydiler. Üstelik
İngiliz subayları hem kendi hükûmetlerinden hem de kendilerini esir eden
ülkeden maaş aldıkları bilinen başka bir gerçekti. Osmanlı Hükûmeti ise bu
konuda İngiliz esirlere bir
zorluk çıkarılmadığını,
kendilerini esir eden hükûmete yani Osmanlı Hükûmeti yetkililerine havale için
bilgi vermesinin yeterli olduğunu söylemişti. Osmanlı Hükûmeti, esirlerine esir
edildikleri günden itibaren maaşlarının uluslararası hukuka uygun ve bir
subayın onur ve haysiyetine yanaşır bir maaşın verilmesi durumunda iki hükûmet
arasında sorunların çözüleceğini bildirdi. Osmanlı Hükûmeti, İngiltere
Hükûmetinin sıhhiye subay ve memurlarına verilmesi istenen maaşa da cevap
vermişti. İngiltere Hükûmeti, İngiliz sıhhiye subay ve hizmetlilere da
subaylara olduğu gibi 4 ve 4,5 şilin verilmesini, daha alt düzeydeki
hizmetlilere ise bir ücretinin ödenmemesini teklif etmişti. Osmanlı sıhhiye
subayı ile diğer sıhhiyeye personeli, Cenevre Sözleşmesi’nin 13. maddesine
uygun olarak İngiltere ordusunda müstahdem İngiltere sıhhiye memurları aynı
maaş almıştı. Osmanlı Hükûmeti bu maaşı da çok yetersiz gördü. Herhangi bir
ücret almayan alt düzeydeki hizmetlilere de Osmanlı askerlerine verilen para
verilecek ve kendilerine her türlü gıda yardımı yapılacaktı.835
İsveç elçiliği, Osmanlı
esirlerine yapılan yardımlar konusunda 7 Ağustos 1917’de bazı bilgiler
vermişti. Elçilik, Osmanlı menfaatleri ile ilgilenmeye başladığından beri
yoksul bir halde olan sivil Osmanlı esirlerinden pek çok yardım talebi aldığını
ifade etmişti. Man Adası’ndaki Douglas ve Knockaloe kamplarının Mayıs 1917’de
Yarbay Mossberg tarafından teftişini fırsat bilen çok sayıda sivil Osmanlı
esiri, topluca ya da şahsen taleplerini İsveç Elçiliği’ne iletti. Fakat yardım
konusu İsveç Elçiliği’nin yetkisini aştığından; hiçbir şekilde bu taleplere bir
yanıt verilemedi. Gözaltındakilerin öncelikli ilk talepleri tamamen serbest
bırakılmaktı. Bu zamana kadar beslenmede yaşanan sorunları iyileştirmeye
yönelik hiçbir tedbir alınmamıştı. Şüphe yok ki gözaltındakilerin sağlık
durumlarının kötü olmasının nedeni, esirlerin kendilerine sağlanan besinlere
takviye yapılmasını talep etmelerine rağmen İngiliz otoritelerince bu sorunun
düzeltilmemesiydi. Osmanlı esirlerinin aldığı besin onların gündelik beslenme
alışkanlıklarına ve ihtiyaçlarına pek uygun değildi. Gözaltındaki Osmanlıların
yaşam koşullarını düzeltebilmek için Osmanlı tarafından uygulanabilecek iki
yöntem vardı. Para yardımıyla kantinlerden günlük yiyeceklerine takviye
yapabilmeleri veya anavatandan veyahut tarafsız bir ülkeden
yiyecek içeren posta kargosu
trafiğinin organize edilmesiydi. İkinci alternatifin pek çok güçlüğü
beraberinde getireceği muhtemel olduğu için doğrudan para gönderilmesi daha
tercih edilebilir göründü. Savaş alanı dışında kalmış askeri esirlere ancak
yardım edilebilmekteydi. Bu da teğmen ve yüzbaşılar için günlük 4 şilin,
binbaşı ve yüksek rütbeliler için günlük 4,5 şilindir. Tüm bu şartlar altında,
elinden bir şey gelmeyen İsveç Elçiliği, Osmanlı Hükûmetine ancak tavsiyede
bulunabilmişti. Elçiliğe göre Osmanlı esirlerine özel teşebbüslerle düzenli bir
biçimde gönderi yapmak imkânsız görünüyordu. Bunun için esirlerin taleplerine
yanıt vermek konusunda Osmanlı Hükûmetine düşen görev, Almanya’nın yaptığı gibi
muhtaç durumdaki uyruklarına para yardımı yapmayı üstlenmekti. Osmanlı
Hükûmetine bu teklifin bu zamana kadar yapılmamasının nedeni, esirlerden bir
kısmının bu zamana dek kişisel kaynaklarından faydalanmalarıydı. Tüm
kaynaklarını tüketmiş olan esirler muhtaç duruma düşmüşlerdi.836
Uluslararası kuruluşların ve
tarafsız devletlerin iddialarının aksine Osmanlı Devleti’nin elinden geldiği
imkanlar ölçüsünde kendi esirlerine yardım ettiği görülmekteydi. Man
Adası’ndaki sivil Osmanlı esirleri hakkında Harbiye Nezaretine gelen bir
yazıdan adada perişan halde bulundukları anlaşılan sivil esirlerin zaruri
ihtiyaçları için 1917 yılında gönderilen 500 lira gönderildiği anlaşılmaktadır.
1918 yılında da esirlere yardım gönderilme kararı alındı Bundan hariç, Osmanlı
Devleti, daha sonra da yardım göndermeye gücü nispetinde devam etti.[888]
Osmanlı esirlerinin Man Adası’nda
türlü eziyetlere maruz kalması İstanbul basının da gündemine yansımıştı. Reşid
Sadi imzalı İngiltere’deki sivil esirleri konu alan bir yazı 17 Temmuz 1917’de
Sabah gazetesinde yayınlandı. Yazı yurt içi ve yurt dışında geniş bir etki
uyandırdı. Bu yazının Sabah gazetesinde çıkmasının ardından Osmanlı Devleti,
Hollanda Elçiliği aracılığıyla İngiliz Dışişleri Bakanlığından konunun
araştırılması talep etti. İngiltere’deki sivil esir kamplarında 109 sivil
Osmanlı esiri ile bir bahriyeli savaş esiri bulunuyordu. Hollanda Kraliyet
Ortaelçiliği, Sabah’ta 17 Temmuz’da yayınlanan İngiltere’deki Osmanlı
vatandaşlarının maruz kaldığı muameleyi konu alan haber hakkında İngiltere
Hükûmetinin dikkatini çekmek için teşebbüslerde bulundu. İngiltere Hükûmeti,
ellerinde bulunan Osmanlı savaş esirlerine yapılan muamele hakkında ciddi
ithamlar içeren notaya 9 Kasım 1917’de cevap verdi. Buna göre gazetede
yayınlanan söz konusu makalenin bütünüyle dayanaksız olduğunu iddia edildi.
Sadece düşman bir millete mensup ve daha önce hiç tutuklanmamış kişiler için
geçerli olan “Yabancılara Kısıtlama Kanunu” gereği İngiliz
topraklarındaki tüm yabancılar gözlem kamplarına konuldu. Sadece Osmanlı
vatandaşlarına yönelik bir uygulama söz konusu değildi. İngiltere, Sabah
gazetesinde yayımlanan Türk savaş esirlerine yapılan muamele ile ilgili Man
Adası esir kamplarının şartlarına dair 19 Temmuz tarihli elçilik raporunu
Osmanlı Devleti’ne ulaştırılmak üzere 21 Eylül 1917’de Hollandalı yetkililere
gönderdi. Raporun özeti aşağıda kısaca verilmiştir:837 [889]
“İngiltere Hükûmeti, söz
konusu makalenin çirkin bir şekilde yalan haberlerle donatıldığını belirtmekten
memnuniyet duymaktadır. Bu konudaki tek istisna, yalnızca Osmanlı değil, tüm
düşman uyrukların tutuklu bulunmayan bireyleri için uygulanan yabancılar
hakkındaki kısıtlama ile ilgili düzenleme konusunda nispeten doğru bir bilgi
içeren ikinci paragraftır.
Şu anda İngiltere’de savaş esiri
olan yalnızca 109 Türk sivil şahıs ve bir deniz subayı tutuklu bulunmaktadır.
İngiltere’de bulunan ve sayıları yaklaşık 830 (tamamı yalnızca yabancılara
uygulanan kısıtlamalara maruz kalan Ermeni, Suriyeli ve diğer tüm Hıristiyanlar
ve Mezopotamya yerlileri dışında) olan diğer Türklerin hiçbiri tutuklu değildi.
110 tutuklu, ülkelerin düşmanlarına karşı duydukları şüpheden dolayı şartları
tarafsız büyükelçilikler tarafından sıklıkla ve kararlılıkla denetlenmekte olan
Man Adası’nda veya diğer kamplarda bulunan Alman ve Avusturyalı savaş esirleri
ile aynı muameleye tabi tutulmaktadır.
Kamplardaki su ve elektrik
imkânları ile ilgili ifadeler tamamen asılsızdır ve tutukluların sağlık
durumları ile ilgili olarak ölüm oranı bu ülkenin genel nüfusunun ortalamasının
altındadır. Sivil esirlere, bu ülkenin nüfusunun tüketmesi beklenen ortalama
yiyecek miktarı ile aynı miktarda yiyecek verilmektedir.
En büyük esir kampı olan ve Man
Adası’nda bulunan
Knockaloe 'deki yemek listesinin bir örneği ilişiktedir.
Osmanlı Hükûmetine ulaşan ve
İngilizlerin elinde bulunan Türk esirlerin durumlarıyla ilgili olan sayısız
rapora binaen, Sabah gazetesinde yayımlanan makaleye inanılması imkânsızdır ve
bu makale Türkiye’de kamuoyunu yanlış bir şekilde yönlendirmek için kasıtlı bir
girişimdir. Ya da Osmanlı Hükûmeti bu makaledeki iddiaların yanlışlığının
farkına varamamıştır. Buna rağmen İngiltere Hükûmeti yukarıda belirtilen
düzeltmelerle ilgili olarak kibar bir şekilde Babıâlinin bilgilendirilmesi
halinde müteşekkir olacaktır.”
İngiliz yetkililer çoğu zaman
şüpheli ölüm olaylarını ya saklamışlar ya da bir şekilde ortaya çıkmışsa
kapatmaya çalışmışlardı. Knockaloe esir karargâhında bir asker intihar etmiş,
bir asker ise kaza sonucu hayatını kaybetmişti. Osmanlı Hükûmeti tarafından bu
esirlerin kazara öldüklerine ya da intihar ettiklerine inanılmamış ve bu
esirlerle ilgili soruşturma yapılması istenmişti. Bunun üzerine İngiltere
Hükûmeti esirlerin tâbiiyetleri hakkında araştırmalar yapmış ve kısa süre
içinde 16 Eylül 1917’de tahkikat sonucunu göndermişti.[890]
İngiliz yetkililerce doğruluğu tespit edildiği üzere Knockaloe kampındaki
Türklerden sadece 3 esir hayatını kaybetmişti. 17 Aralık 1916’da Ramazan
Muhammed çıban, 16 Şubat 1917’de H. Halid İbrahim tüberküloz, 20 Nisan 1917’de
Hüseyin Ali beynindeki damar tıkanıklığı sebebiyle vefat etmişti. Bunlar
dışında hiçbir Türk’ün intihar ettiği ya da kazara öldüğü belirlenememişti.[891]
İngiltere Hükûmeti, Osmanlı
Hükûmetinin veya tarafsız devletlerin uyarıları zaman zaman dikkate almış ve
kamplarda bazı şikâyet konularını gidermeye çalışmıştı. Mesela, hükûmet, Man
Adası’ndaki Osmanlı esirlerinin İngiltere dahilinde diğer bir karargâha
naklinin mümkün olmadığını söylemiş; fakat yeni usul iaşe tahsisinde gıdanın
esirler için önceye göre daha iyi olduğun bildirmişti. Bu düzenlemeden sonra herhangi
bir şikâyet olmamıştı.[892]
Esirlerin dini vecibelerini
yerine getirme hususunda bir kısıtlama yoktu. Osmanlı esirlerinin teşekkül
ettiği dört numaralı karargâhta esirler diğer esirlerden ayrı olarak kendi
tebaaları ile beraber ibadet etmekteydiler. Diğer karargahlarda bulunan birkaç
Osmanlı esiri de kendi milletlerinin olduğu yere konulmaları için müracaat
etmişti.[893]
Savaşın sona ermesiyle birlikte
kamptaki esirler tahliye edilmeye başlandı. İngiltere’de oturma izni alan küçük
bir bölümü hariç diğerlerinin doğdukları topraklara gönderilmeleri bir yıl
sürdü.
[60] Ahmet Özel, “Esir”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam
Ansiklopedisi, Cilt 11, 1995, s.382.
[61] Ayrıca Kamus-ı Türkî hariç diğer sözlüklerde de harpte
düşman eline düşen, düşman elinde bulunan adam, düşman elinde bulunan tutsak
anlamlarına gelmektedir. Bkz. Muallim Ömer Naci, “Esir”, Lügat-i Naci,
İstanbul, 1310, s. 74; Mehmed Salahi, “Esir”, Kamus-i Osmani, İstanbul, 1329,
s. 109; M. Bahaeddin, “Esir”, Yeni Türkçe Lügat, İstanbul, [t.y.], s. 44.
[62] Şemseddin Sami, “Esir”, Kamus-ı Türkî, İstanbul, 1317, s.
115.
[63] Eski Yunanlılar ve Romalılar esirlere yapılan türlü türlü
işkenceyi reva görüyor, vücutlarını parçalıyor, büyük küçük, kadın erkek
ayırımı gözetmeksizin hepsini dehşet bir şekilde öldürüyorlardı. Fakat bu
durumdan vazgeçilerek elde edilen esirler zaman içerisinde köleleştirip
onlardan yarar sağlamaya yoluna gidilmiştir. Esirlere yapılan kötü muamele her
dönemde varlığını devam ettirmekle beraber köle haline getirme yine de bir
iyileştirme sayılabilmelidir. Romalılarla diğer toplumlar ikileminde uygulanan
hukuk esaslarına göre savaş esirlerinin öldürülmesi meşru olmakla beraber
satılması ya da hizmetlerinden yararlanılması daha avantajlı görüldüğünden
esirler kumandanların emriyle açık arttırmaya çıkarılıyor ve satın alanın
kölesi oluyordu. Bkz. Ahmet Özel, a.g.e., s. 382.
[64] Ahmet Özel, a.g.e., s. 382.
[65] Nihat Erim, Devletlerarası Hukuku ve Siyasi Tarih
Metinleri, Cilt 1, Ankara, Türk Tarih Kurumu, 1953, s. 345.
[66] “Additional Articles relating to the Condition of the
Wounded in War. Geneva, 20 October 1868”, Haz.
Dietrich Schindler,
Jiri Toman, TheLaws of Armed Conflicts, Cenevre,
Martinus Nihjoff Publisher, 1988, s. 279, 285-288.
[67] “Convention for the Amelioration of the Condition of the
Wounded in Armies in the Field, Geneva, 22 August 1864”, Haz. Dietrich
Schindler, Jiri Toman, The Laws of Armed Conflicts, Cenevre, Martinus Nihjoff
Publisher, 1988, s. 280-282; “Hilal-i Ahmerin Tarihçesi”, Hilâl-i Ahmer
Mecmuası, Sayı:1, 15 Eylül 1921, s. 17-18.
[68] Tracey Leigh Dowdeswell, “The Brussels Peace Conference of
1874 and the Modern Laws of Belligerent Qualification”, Osgoode Hall Law
Journal, Volume 54, Issue 3, Spring 2017, s. 806, 809, 818-827, 843-847.
[69] The Laws of Armed Conflicts, Haz. Dietrich Schindler,
Jiri Toman, Cenevre, Martinus Nihjoff Publisher,
1988, s. 63.
[70] “Convention (II) with Respect to the Laws and Customs of
War on Land and its annex: Regulations concerning the Laws and Customs of War
on Land. The Hague, 29 July 1899.”, Haz.
Dietrich Schindler,
Jiri Toman, The Laws of Armed Conflicts, Cenevre,
Martinus Nihjoff Publisher, 1988, s. 76-85.
[71] “Convention (II) with Respect to the Laws and Customs of
War on Land and its annex: Regulations concerning the Laws and Customs of War
on Land. The Hague, 29 July 1899”, s. 76-77.
[72] a.g.e., s. 79.
[73] “Convention (III) for the Adaptation to Maritime Warfare
of the Principles of the Geneva Convention of 22 August 1864, The Hague, 29
July 1899”,
a.g.e., s. 289.
[74] a.g.e., s. 291.
[75] “Convention (X) for the Adaptation to Maritime Warfare of
the Principles of the Geneva Convention, The Hague, 18 October 1907”, s. 316.
[76] “Convention for the Amelioration of the Condition of
theWounded and Sick in Armies in the Field. Geneva, 6 July 1906”, a.g.e., s.
301.
[77] a.g.e., s. 304.
[78] “Declaration concerning the Laws of Naval War, London, 26
February 1909”, A. PearceHiggins, The Hague Peace Conferances; And The Other
International Conferances Concerning the Laws and Usage of War, Cambridge
UniversityPress, Cambridge, 1909, s. 557.
[79] 1864’te
Cenevre’de toplanan konferans sonrası imzalanan sözleşme ile beraber Kızılhaç
Cemiyetinin temelleri atılmıştır. Osmanlı Devleti bu
sözleşmeyi 1865 yılında imzaladı. 1868 yılında kurulan Mecruhin ve Marza-yı
Askeriyeye İmdat ve Muavenet Cemiyetinin bugünkü Kızılay kuruluşun tarihi kabul
edilmektedir. İlk başta herhangi bir sembol ya da simge kullanılmamıştı. Haç
Hıristiyan simgesi sayıldığından kullanılması reddedilmişti. Osmanlı Devleti
resmi olarak olmasa da Rus Savaşı’ndan sonra haç yerine hilali simge kullanmaya
başlamıştı. Savaş döneminde diğer devletler bu filli duruma ses çıkarmamıştı.
1907’de Londra’da Kızılhaç tarafından organize edilen 8. Milletlerarası
Kızılhaç Konferansı’nda haçın yerine hilalin kullanılması kararı verildi.
Osmanlı Devleti artık bu simgenin kullanılmaya başlanmasıyla hilali taşıyan
ambulans ve diğer sağlık araçları dokunulmazlığa sahip olmuştu. Bkz. Comite
International De La Croix-Rouge, C G1 A 15-40, Geneve.
[80] Seçil Karal Akgün, Murat Uluğtekin, Hilal-i Ahmer’den
Kızılay’a, Cilt 2, Ankara, Türk Hava Kurumu, [y.y.], s. 32.
[81] Besim Ömer Akalın, IX. Washington Salib-iAhmer
Konferansı’na Memuriyetim ve Osmanlı Hilal-i Ahmer Cemiyeti’ne Tekliflerim
Hakkında, İstanbul, Ahmet İhsan ve Şükerası, 1328, s. 12; Seçil Karal Akgün,
Murat Uluğtekin, a.g.e., s. 32.
[82] İkinci Dünya Savaşı’nda bu sözleşmenin gözden geçirilmesi
zaruret haline gelmiş ve 12 Ağustos 1949 Cenevre Sözleşmesi ile bu konudaki en
kapsamlı düzenleme gerçekleştirilmiştir. 143 maddeden oluşan sözleşme 1929
Sözleşmesi’nin savaşın gerçekleşmesinde meydana gelen değişiklikler nedeniyle
birkaç noktada revize etmek gerekliliğinden doğmuş ve bir öncekinden farklı
olarak insanların yaşam koşulları üzerinde de durmuştur. 1949 yılına
gelindiğinde o zamana kadar esirler konusunda yaşanan tecrübeler esirlerin
günlük yaşamlarının yetkililerin genel düzenlemelere getirdikleri yoruma bağlı
olduğunu göstermiş ve esirlerin durumu sözleşmede daha açık hale getirilmeye
çalışılmıştır. Savaş esiri statüsü olan kişilerin hakları daha öncekilere göre
genişletiliştir. Esirlerin yaşam ve şartları ve yaşadıkları yerler, özellikle
esirlerin çalıştırılmaları, mali hakları, dinlenme hakları ve onlara karşı
açılan adli işlemler açısından daha net bir şekilde tanımlanmıştır. Bu
sözleşmede savaş esirlerinin aktif düşmanlıkların sona ermesinden sonra
gecikmeksizin serbest bırakılması ve geri gönderilmesi ilkesi benimsenmiştir.
İkinci Dünya Savaşı’nın tecrübelerinden istifade edilerek aynı tarihte “Sivil
Esirlerin Korunmasına Yönelik” ayrı bir sözleşme daha imzalanmıştır. 1974
yılında Cenevre’de düzenlenen ve 1977’ye kadar dört oturum yapan bu konferansın
sonunda iki ek protokol imzalanmıştır. Bkz. “Convention (III-IV) relative to
the Treatment of Prisoners of War. Geneva, 12 August 1949”, Haz.
Dietrich Schindler,
Jiri Toman, The Laws of Armed Conflicts, s. 423;
Ahmet Özel, a.g.e., s. 388.
[83] “Convention (III-IV) Relative to the Treatment of
Prisoners of War, Geneva, 12 August 1949”, s. 423; Ahmet Özel, a.g.e., s. 388.
[84] “Birinci Dünya Savaşı'nda İttifak ve İtilaf Devletlerinin
Genel Durumları”, Hayat Tarih Mecmuası, Sayı 2, Mart 1970, s. 9.
[85] Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi Osmanlı Devri Birinci Dünya
Harbi İdari Faaliyetler ve Lojistik, Cilt 10, T.C. Genelkurmay Başkanlığı Tarih
ve Strateji Etüt Başkanlığı, Ankara, 1985, s. 509-510.
[86] Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), HR. SYS., 2200/56.
[87] New-York Tribune, 5 February, 1915, s. 2.
[88] Evening Star, 7 February, 1915, s. 15.
[89] Western Champion and General Advertiser for the
Central-Western Districts (Barcaldine, Qld.: 1892- 1922), 3 April 1915, s. 9.
[90] Cairns Post (Qld.: 1909- 1954), 9 April 1915, s. 6.
[91] Morning Bulletin (Rockhampton, Qld.: 1878- 1954), 14
October 1915, s. 7.
[92] Advertiser (Adelaide SA: 1889- 1931), 6 November 1915, s.
12.
[93] Dubbo Liberal and Macquarie Advocate (NSW: 1894- 1954), 3
November 1916, s. 5.
[94] The Bridgeport Evening Farmer, 11 August, 1917, s. 7.
[95] Genelkurmay Başkanlığı Tarih ve Strateji Etüt Başkanlığı
Arşivi (ATASE), Birinci Dünya Harbi Koleksiyonu (BDHK), 4609/13.
[96] New-York Tribune, 30 April, 1915, s. 1.
[97] Rapports: Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de
Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie
: Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, Haz. F.
Thormeyer, Emmanuel Schoch, F. Blanchod, Comite International de la
Croix-Rouge, G1 A 19- 01.14, Geneve, 1917, s. 82-83.
[98] İbrahim Artuç, 1915 Çanakkale Savaşı, İstanbul, Kastaş
Yayınları, 2015, s.
[99] The National Archive of Britain (TNA), WO., 95/4290.
[100] West Australian (Perth, WA: 1879- 1954), 15 December 1915,
s. 8.
[101] Arizona Republican, 13 May 13, 1915, s. 1.
[102] Evening Star, 5May 5, 1915, s. 1.
[103] Cairns Post (Qld.: 1909- 1954), 24 May 1915, s. 5; The
Times, 22 May 1915, s. 7.
[104] The Times, 22 May 1915, s. 8.
[105] Doğumunun 100. Yılında Atatürk’ün Silah Arkadaşları:
Yaşayan Çanakkaleli Muharipler, Haz. Cahit Önder, İstanbul, Yazır Matbaacılık,
[t.y.], s. 17.
[106] Cepheden Mektuplar, Haz. Hülya Yarar Mustafa Delialioğlu,
Ankara, Millî Savunma Bakanlığı, 1999, s. 161.
[107] Genelkurmay ATASE Arşivinde Basra’da kurulan esir kampı
“El-Cezire Karargâhları: Basra Elmacil” olarak geçmektedir. Bkz. Genelkurmay
ATASE, BDHK., 2494/19.
[108] BOA, HR. SYS., 2210/35.
[109] BOA, HR. İM., 39/10.
[110] TNA, FO., 383/235.
[111] Türk Kızılayı Arşivi, 1363/1.
[112] Doğumunun 100. Yılında Atatürk’ün Silah Arkadaşları:
Yaşayan Çanakkaleli Muharipler, s. 17.
[113] 1894 yılında Kırım’da doğan Hüseyin Fehmi Genişol 1904
yılında Türkiye gelerek Adapazarı’na yerleşti. Askere gidinceye kadar hiç okula
gitmeyen Genişol 1914 yılında askere alındı. Çanakkale, Bulgaristan ve Irak
cephelerinde savaştı. 25 Mart 1918’de Irak’ta İngilizlere esir düştü. 16 Eylül
1920’de Türkiye’ye iade edildi. Kurtuluş Savaşı’na katılan Hüseyin Fehmi
Genişol savaş sonrası memleketine dönerek ticarette uğraştı ve 1954 yılında
hayatını kaybetmiştir. Hüseyin Fehmi Genişol, Çanakkale’den Bağdat’a Esaretten
Kurtuluş Savaşı’na: Cephede Sekiz Yıl Sekiz Ay (19141923), Haz. Mustafa Yeni,
İstanbul, Türkiye İş Bankası, 2014, s. 71-72.
[114] a.g.e., s. 73-74.
[115] Mülazım Mehmet Sinan, Harp Hatıralarım,
Çanakkale-Irak-Kafkas Cephesi, Haz. Hasan Babacan, Servet Avşar, Muharrem
Bayar, Ankara, Vadi, 2006, s. 116-117. Kitabın diğer baskısı için bkz. Mehmet
Sinan Özgen, Bolvadinli Mehmet Sinan Bey’in Harp Hatıraları, Haz. Hasan
Babacan, Servet Avşar, Muharrem Bayar, Türkiye İş Bankası, İstanbul, 2011.
[116] Mülazım Mehmet Sinan, a.g.e., s. 114-115.
[117] Mülazım Mehmet Sinan, a.g.e., s. 118-121.
[118] Mülazım Mehmet Sinan, a.g.e., s. 121-122.
[119] Mülazım Mehmet Sinan, a.g.e., s. 122-123.
[120] Taşköprülü Mehmet Efendi, Irak Cephesi’nden Burmaya
Savaşın ve Esaretin Günlüğü, Haz. Mesut Uyar, Ahmet Özcan, İstanbul, Türkiye İs
Bankası Kültür Yayınları, 2015, s. 67-70.
[121] Taşköprülü Mehmet Efendi, a.g.e., s. 71-73.
[122] Daha çok Arapların kullandığı başa sarılan ve omuzların
üzerine kadar gelen, uçları püsküllü ince başörtüsü.
[123] Taşköprülü Mehmet Efendi, a.g.e., 73-76.
[124] a.g.e., s. 74.
[125] Taşköprülü Mehmet Efendi, a.g.e., s. 75.
[126] a.g.e., s. 76.
[127] a.g.e., s. 76.
[128] a.g.e., s. 78.
[129] a.g.e., s. 79.
[130] a.g.e., s. 79-80.
[131] Taşköprülü Mehmet Efendi, a.g.e., s. 80-82.
[132] Taşköprülü Mehmet Efendi, a.g.e., s. 82-84.
[133] Mustafa Tütüncü 1893 Çorum doğumludur. Mekteb-i İbtidaiyi
bitirmiştir. Birinci Dünya Savaşı’nda Irak Cephesi’nde Kut’ül-Amare’de savaşmış
ve esir düşmüştür. Mustafa Tütüncü cephedeki ve Hindistan’da Mektila esir
kampında geçen esaret günlerini hatırat olarak yazmıştır. 1921 yılında
esaretten dönmüş ve esaret sonrası ticaret ile uğraşmıştır. Bkz. Mustafa
Tütüncü, Hatıra Defteri, Haz. Abdülkadir Ozulu, Çorum, Lider Matbaacılık, 2006,
s. 3-4.
[134] Mustafa Tütüncü, a.g.e., s. 55-56.
[135] Mustafa Tütüncü, a.g.e., s. 57-58.
[136] Nureddin Peker 1893 tarihinde İstanbul’da doğmuştur.
1908’de Beşiktaş Askeri Ortaokulu ve Mekteb-i Osmaniye’den mezun olmuştur. 1912
yılında Kıdemli Küçük Zabit okulunu bitirmiş ve tüm sınıfı ile Balkan Savaşına
katılmıştır. 1915’de Çanakkale Muharebesi’nde yaralanmış ve Haydarpaşa Askeri
Hastanesinde tedavi altına alınmıştır. Nureddin Peker sırasıyla Birinci Dünya
Savaşı’nda, Irak Cephesi’nde İngilizlerle, İran sınırında Ruslarla savaşmış ve
kahramanlıklar göstererek ödül ve madalyalar almıştır. Bkz. Nurettin Peker, Tüfek
Omza: Balkan Savaşı’ndan Kurtuluş Savaşı’na Ateş Hattında Bir Ömür, Haz. Orhan
Peker, Hilal Akkartal, İstanbul, Doğan Kitap, 2009, s. 206207.
[137] Nurettin Peker, a.g.e., s. 208.
[138] Nurettin Peker, a.g.e., s. 208.
[139] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13’den aktaran
Cemalettin Taşkıran, Ana Ben Ölmedim Birinci Dünya Savaşı’nda Türk Esirleri, İş
Bankası, İstanbul, 2001, s. 103-104.
[140] Cemalettin Taşkıran, a.g.e., s. 105.
[141] Genelkurmay ATASE Arşivi, İstiklal Harbi Koleysiyonu (İHK),
90/ 33.
[142] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 85/41.
[143] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/133.
[144] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 90/ 33.
[145] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 60/53.
[146] Cepheden Mektuplar, s. 161.
[147] Türk Kızılayı Arşivi, 1363/5.
[148] BOA, HR. İM., 39/10.
[149] Muhittin Erev, “Birinci Dünya Savaşı’nda Bir Yedek Subayın
Hatıraları-4”, Hayat Tarih Mecmuası, 1 Ağustos 1967, Yıl 3, Cilt 2, Sayı 7, s.
62-63.
[150] Muhittin Erev, a.g.m., s. 63.
[151] a.g.m., s. 63.
[152] Muhittin Erev, a.g.m., s. 63.
[153] Hüseyin Fehmi Genişol, a.g.e., s. 68-69.
[154] a.g.e., s. 69-70.
[155] Hüseyin Fehmi Genişol, a.g.e., s. 70-71.
[156] a.g.e., s. 71-72.
[157] Thomas Edward Lawrence, I. Dünya Savaşı başlayınca
Hogarth’ın tavsiyesi üzerine Kahire’deki Askeri Haber Alma Örgütünde
görevlendirildi. Sonradan Arap Bürosu adı verilen bu örgütte teğmen rütbesiyle
çalışmaya başlayan Lawrence, askeri haritalar hazırlama ve özellikle Kanal
Harekâtı’nın ardından İngilizlerin eline geçen Osmanlı esirlerini sorgulama ve
bilgi toplama çalışmalarında görev yaptı. Bkz. Orhan Koloğlu, “Thomas Edward
Lawrence”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Cilt 27, Ankara, Türkiye
Diyanet Vakfı, 2003, s. 115.
[158] Nurettin Peker, a.g.e., s. 179-182.
[159] Nurettin Peker, a.g.e., s. 182.
[160] a.g.e., s. 182-184.
[161] a.g.e., s. 188.
[162] Nurettin Peker, a.g.e., s. 188.
[163] Nurettin Peker, a.g.e., s. 190.
[164] a.g.e., s. 201-203.
[165] Nurettin Peker, a.g.e., s. 203-204.
[166] a.g.e., s. 204-205.
[167] a.g.e., s. 206.
[168] a.g.e., s. 214-216.
[169] Süleyman Beyoğlu, “Bir Efsanenin Sonu: Çanakkale’de Kayıp
İngiliz Askerleri”, Çanakkale Savaşları Tarihi, Cilt 4, Haz. Mustafa Demir,
Değişim Yayınları, İstanbul, 2008, s. 2325.
[170] C. E. W. Bean, The Official History of Australia in the
War Of 1914-1918: The Story of Anzac: From 4 May 1915 to the Evacuation, Volume
II, Australia, Australia Angus and Robertson Ltd., 1941, s. 532.
[171] Omaha Daily Bee, 15 December 1915, s. 6.
[172] BOA, HR. SYS., 2099/9; New York Times, 30 November 1915.
[173] BOA, HR. SYS., 2413/43.
[174] Atina’da çıkan Astrapi gazetesinin 17 Haziran sene 1915
tarihli nüshasında Çanakkale harekâtının ilk safhasında Seddülbahir’de
Fransızlar tarafından iki yüz kadar Türk neferi esir edilmişti. Bunların
kırktan fazlası Hıristiyanlardan oluşuyordu. Bu Türk askerlerinin teslim
olmasına da bu Hristiyan efrâd sebebiyet vermişlerdir. Bunlar birkaç gün devam
eden aralıksız propagandalarıyla bu küçük Türk müfrezesini teslim olmağa ikna
etmişlerdi. Hristiyan askerler esir düğdükleri andan itibaren Osmanlı askerleri
aynı gün Mondros’a nakledilmişlerdir. Bunlar arasındaki Hristiyan erler Türk
olmadıkları ve Rum bulundukları Osmanlı ordusunda kerhen hizmet ettikleri beyan
etmelerine rağmen aynı sonu yaşamışlardı. Bkz. BOA, HR. HMŞ. İŞO., 43/23.
[175] BOA, HR. SYS., 2214/1; BOA, HR. HMŞ. İŞO., 43/23.
[176] TNA, FO., 383/101.
[177] BOA, HR. SYS., 2194/66.
[178] BOA, HR. SYS., 2194/64.
[179] Hüseyin Işık, Şehitlerimiz ve Gazilerimiz, Jandarma Genel
Komutanlığı, Ankara, 1994, s. 106.
[180] BOA, DH. EUM., 17/46.
[181] BOA, HR. SYS., 2194/64.
[182] BOA, HR. SYS., 2189/3.
[183] İstanbul Yüksek Komiserliği cevap olarak bu üç adanın
statülerinin benzer olmadığı söyledi. Müttefik kuvvetlerin 1914 yılında
Mondros’u işgali ve bu işgali meşrulaştırmak için o dönemde yapılan açıklamalar
bakımından Limni Adası, savaştan önce de Yunanlara ait olma özelliğini
taşımaktaydı. Öte yandan Londra Büyükelçiler Konferansı’nda Yunanistan’a
devredilecek adalar belirlenirken Gökçeada ve Bozcaada dışarıda bırakılmıştı.
Bu adalar her zaman İstanbul ve boğazlar üzerinde egemenlik hakkı olan güce ait
olarak görüldü. Bu yüzden, Limni Adası’na ilişkin uygun olan düzenlemeyi yapmak
için her türlü hakka sahipken Gökçeada ve Bozcaada bakımından şu anki
durumlarında herhangi bir değişiklik yapılmadan önce konferanstan çıkan karar
beklenecekti. Bkz. TNA, FO., 608/30.
[184] TNA, FO., 608/30.
[185] Uğur Vantholf, “Esir Türk Askerleri Denizaşırı Ülkelere
Nasıl Götürüldüler, Çanakkale 1915, Yıl 2, Sayı 5, Nisan 2010, s. 30-32.
[186] BOA, HR. SYS., 43/23.
[187] TNA, FO., 383/223.
[188] TNA, FO., 383/223.
[189] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/1;123/82.
[190] “Yüzbaşı Brian O'Farrell Gregory”, Brian O'Farrell Gregory,
National Maritime Museum Greenwich Archive, No: MS93/009.
[191] Evening Public Ledger, 17 December 1915, Night Extra, s.
2.
[192] West Australian (Perth, WA: 1879- 1954), 25 February 1918,
s. 5; Singleton Argus (NSW: 1880- 1954), 28 February 1918, s. 4.
[193] Rock Island Argus, 17 December 1915, s. 1.
[194] The Barre Daily Times, 6 March 1915, s. 3.
[195] Singleton Argus (NSW: 1880- 1954), 3 April 1915, s. 7; Advertiser
(Adelaide SA: 1889- 1931), 6 November 1915, s. 12.
[196] Western Champion and General Advertiser for the
Central-Western Districts (Barcaldine, Qld.: 1892- 1922), 3 April 1915, s. 9.
[197] Sun (Sydney, NSW: 1910- 1954), 27 June 1915, s. 1.
[198] Barrier Miner (Broken Hill, NSW: 1888-1954), 14 November
1915, s. 2.
[199] Kilmore Free Press (Kilmore, Vic.: 1870-1954), 11 November
1915, s. 1.
[200] West Australian (Perth, WA: 1879- 1954), 7 July 1915, s.
8.
[201] Sydney Morning Herald (NSW: 1842- 1954), 9 August 1915, s.
5.
[202] West Gippsland Gazette (Warragul, Vic.: 1898- 1930), 31
August 1915, s. 7.
[203] Sun (Sydney, NSW: 1910- 1954), 13 August 1915, s. 8.
[204] Brisbane Courier (Qld.: 1864- 1933), 15 July 1915, s. 8.
[205] Bunbury Herald (WA: 1892- 1919), 10 July 1915, s. 3.
[206] Brisbane Courier (Qld.: 1864- 1933), 28 September 1915, s.
8.
[207] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/151.
[208] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 105/90; 48/75.
[209] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 105/90.
[210] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 8/129; İHK., 123/99.
[211] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 8/129; İHK., 123/99.
[212] Belgenin başka yerlerinde Ayn-ı
Leyla diye geçmektedir.
[213] Belgenin başka yerlerinde Ayntab diye geçmektedir.
[214] Genelkurmay ATASE Arşivi,İHK., 123/99.
[215] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/137.
[216] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/75.
[217] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 100/26.
[218] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/140.
[219] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/80.
[220] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 89/111.
[221] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 89/111.
[222] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/81.
[223] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/81.
[224] Tabip yardımcısının verdiği ifadeye göre Musullular kısmen
Osmanlı ve kısmen Şerif tarafındaydı. Süryaniler ise kendilerine fazla teveccüh
gösterdiğinden İngiliz tarafındaydılar. Katolik Keldaniler ise Fransız emelleri
ile mütehassıs olduklarından Fransa’ya temayül görülmekteydiler. Iraklı subay
ve askerler jandarma hizmetinde görevlendirildiler. Bkz. Genelkurmay ATASE
Arşivi, İHK., 82/81.
[225] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/81.
[226] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/83.
[227] BOA, HR. SYS., 2412/79.
[228] Ayrıca Dicle grubu kumandanı Yarbay İsmail Hakkı Bey’in
yaralı olmadığı öğrenilen diğer bir bilgiydi. Bkz. Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK.,
8/111.
[229] BOA, HR. SYS., 2189/7; HR. SYS., 2227/44.
[230] BOA, HR. SYS., 2198/8; HR. SYS., 2189/8; TNA, FO.,
383/345.
[231] TNA, FO., 383/339.
[232] TNA, FO., 383/339.
[233] TNA, FO., 383/339.
[234] BOA, HR. SYS., 2411/34.
[235] BOA, HR. SYS., 2411/34.
[236] Deniz Müzesi Komutanlığı Arşivi, 164/3707.
[237] TNA, FO., 383/352.
[238] Evening Public Ledger, 29 October 1919, Night Extra
Financial, s. 9; He Topeka State Journal, October 30, 1919, Home Edition, s.
12.
[239] The Times, 9 June 1916, s. 10.
[240] 1887/1888 yılında Yugoslavya’nın Genebe şehrinde doğan
Gani Bey’in babası Yazıcızadelerden Timur annesi Gülsüm Hanım’dır. 1910’da
Harbiye Mektebinden mezun olan Gani Bey 3. Ordu’nun 23. Alay 4. Takım
zabitliğine tayin olmuştur. Alay yaverliği yapmış ve Kırkgeçit savaşlarına
katılmıştır. 1933 yılında binbaşılığı yükseldi. Mülazim Gani Efendi daha önce
Trakya Cephesi’nde savaşmış Selanik’in düşmesiyle ilk esaretini yaşamıştır.
1915’de üsteğmen rütbesine yükselmiş ve İstanbul İtfaiyesi Fatih Grubunda 8.
takım zabiti olmuştur. Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla Irak Cephesi’ne
gönderilmiştir. Gençliğinin yaklaşık 1 yılı Yunanistan’da, 5,5 yılı ise Burma
esir olarak geçirmiştir. Burma’da 261 esirden ancak 107 sağ olarak ülkelerine
dönebilmiştir. Hatıratta 65 esirin adı yazmaktadır ve bu kişilerin bir kısmı
Teşkilat-ı Mahsusiye’de görevli kişilerdir. Bkz. Ergun Hiçyılmaz, “Mülazim Gani
Efendi’nin Anıları, Hindiçin’de Esir Türkler’’, Yeni Yüzyıl, 30 Aralık 1996, s.
14-15; Ergun Hiçyılmaz, Esir Kampları Bana Biraz Hürriyet Yollar mısın? İstanbul,
Bilge Karınca, 2010, s. 199-201.
[241] Ergun Hiçyılmaz, a.g.m., s. 14-15; Ergun Hiçyılmaz, a.g.e.,
s. 20-23.
[242] Süblimleştirme yoluyla elde edilen ürün. Ak sülümen. Cıva
klorür. Bkz.
http://tdk.gov.tr/index.php?option=com_bts&arama=kelime&guid=TDK.GTS.5da1f5e02a3ac2.81485 007.
[243] Muhittin Erev, a.g.m., s. 57-62.
[244] Taşköprülü Mehmet Efendi, a.g.e., s. 60-62.
[245] a.g.e., s. 63.
[246] a.g.e., s. 63-64.
[247] a.g.e., s. 65-66.
[248] Taşköprülü Mehmet Efendi, a.g.e., s. 67-70.
[249] Rus ve İngilizlere Karşı Bir Osmanlı Neferi 1917-1918:
Serezli Mehmed Ragıb, Haz. Ahmet Efiloğlu Raif İvecan, İstanbul, Timaş, 2011,
s. 8-11, 211.
[250] Mustafa Tütüncü, a.g.e., s. 53-54.
[251] Nurettin Peker, a.g.e., s. 13-17.
[252] Hüseyin Fehmi Genişol, a.g.e., s. 65-68.
[253]a.g.e., s. 68-69.
[254] BOA, HR. MTV., 768/26.
Ayrıca Bkz. BOA, HR. MA., 1228/43’den
aktaran Osmanlı
Belgelerinde
Birinci Dünya Harbi, II, Çanakkale Muharebeleri I, T.C. Başbakanlık Devlet
Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı Yayın No:131,
İstanbul, 2013, s. 263.
[255] BOA, HR. MTV., 768/26.
Ayrıca Bkz. BOA, HR. MA., 1228/43’den
aktaran Osmanlı
Belgelerinde
Birinci Dünya Harbi, II, Çanakkale Muharebeleri I, T.C. Başbakanlık Devlet
Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı Yayın No:131,
İstanbul, 2013, s. 263.
[256] Doğumunun 100. Yılında Atatürk’ün Silah Arkadaşları:
Yaşayan Çanakkaleli Muharipler, s. 125-138.
[257] a.g.e., s. 21-23.
[258] a.g.e., s. 104.
[259] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 98/119.
[260] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/11.
[261] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/11.
[262] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13.
[263] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/139.
[264] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/131.
[265] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/146.
[266] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/62.
[267] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/155.
[268] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/134.
[269] Deniz Müzesi Komutanlığı Arşivi, 18963/58.
[270] Ahmet Altınay, Katran Kazanında Sterilize: Bir Türk
Subayının İngiliz Esir Kampında Üç Yılı, İstanbul, Tarih Düşünce Kitapları,
2004, s. 57-60
[271] Ahmet Altınay, a.g.e., s. 50.
[272] Emin Çöl, eğitimine 12 yaşında başlamış ve ortaokulu
bitirdikten sonra Beyrut’a astsubay okuluna gitmiştir. Okulu 1914 yılında
bitirir bitirmez savaşa gönderilmiştir. 16. Tümen ile önce Çanakkale’de sonra
Sina’da Gazze-Şeria ve Birüssebi cephelerinde savaşmıştır. Çöl Çanakkale
Cephesi’ne gitmek üzere Adana’dan savaşmak üzere ayrıldığı zaman anılarını
yazmaya başlamış ve gözlerini kaybettiği zamana kadar yazmaya devam etmiştir.
Yakalandığında anıları düşman eline geçmemesi için yanındaki askere çölün
ortasına gömdürmüştür. Savaş sonrası ise aklında kalanları tekrar kızlarına
dikte ettirerek anılarını ikinci defa olarak yazdırmıştır. Bu açıdan
bakıldığında bir günlük şeklinde değildir ama erler arasında hayatı geçtiğinden
erlerin yaşadıklarını anlatması bakımından dikkate değer anılardır. Emin Çöl
okumayı seven kör olduktan sonra da askerlere gazeteleri okutan bir kişidir.
Aldığı Harp malulü aylığından artırdıkları ile kitabı yazmaya muvaffak
olmuştur. Yazdığı hatırat kızı Ülgen ve damadı Cemil Sönmez çabasıyla
bastırılmıştır. Anıların bir kısmı 8 Ağustos 1964 tarihinde Vatan gazetesinde yayınlanmıştır.
Bkz. Emin Çöl, Çanakkale- Sina Savaşları: Bir Erin Anıları, Haz. Celal
Kozdağlı, İstanbul, Nöbetçi Yayınevi, 2009. s. 7-13
[273] Emin Çöl, a.g.e., s. 106-110.
[274] a.g.e., s. 110-111.
[275] a.g.e., s. 111-112.
[276] Rahmi Apak, Yetmişlik Bir Subayın Hatıraları, Ankara, Türk
Tarih Kurumu, 1988, s. 160.
[277] a.g.e., s. 161.
[278] a.g.e., s. 161-162.
[279] Rahmi Apak, a.g.e., s. 162-163.
[280] Mehmet Nuri, “Birinci Dünya Savaşı’nda Bir Erin
Hatıraları: Büyük Bozgun”, Hayat Tarih
Mecmuası,
Sayı 2, s. 68-72, Mart 1970, s. 68-71.
222 Şükrü Nail Soysal, Esaretten Zafere: Uşaklı Bir Muharip
Gazi Nail’in (Soysal) Birinci Dünya Savaşı ve Millî Mücadele Dönemi Hatıraları,
Haz. Barış Metin, İstanbul, AKY, 2012, s. 193-196.
[282] Şükrü Nail Soysal, a.g.e., s. 197-204.
[283] Hasan Remzi Fertan aslen Niğdeli olup Askeri liseyi
bitirdikten sonra Harbiye Mektebinde eğitim görmüştür. Birinci Dünya Savaşı’nın
başlamasıyla yedek subay olarak İstanbul’da bulunmuş ve 1. Tümende görevli
olarak Birinci Dünya Savaşı’nın değişik cephelerinde görev yapmıştır. Önce
Çanakkale Muharebesine katılmış ardından Kafkasya Cephesinde görev almıştır.
1917 Devrimi sonrası Rusya’nın savaştan çekilmesiyle bağlı bulunduğu birlik
İngilizlere karşı mücadele etmiştir. Esaret sonrası İstanbul’a dönmüş ve daha
sonrasında Millî Mücadeleye katılmıştır. Bkz. Hasan Remzi Fertan, Hasan Remzi
Fertan’ın Harp Hatıraları: Çanakkale Kafkas Filistin Cepheleri ve İstiklal
Harbi, Haz. Lokman Erdemir, İstanbul, Bağcılar Belediyesi, 2016, s. 86-89.
[284] Topçu Yarbayı Tevfik Ünal 15 yaşında Edirne Askeri İdadisi
son sınıf öğrencisi iken savaşın başlaması üzerine İstanbul’da üç ay topçu
eğitimi almış ve teğmen namzedi olarak Çanakkale Muharebesi’ne iştirak etmiş
ardından Filistin Cephesi’nde görev yapmıştır. Filistin Cephesi’nde Şam’da 4.
orduya bağlı Halep’te yeni kurulmakta olan 53. Fırka emrine verilmiştir. Daha
sonra bağlı bulunduğu fırkası Filistin’e gönderilmiştir. Bkz. Hüseyin Mümtaz,
“Bir mülazım-ı evvelin Harb ve Esaret günleri: İmparatorluktan Cumhuriyet’e Bir
Ömür”, Tarih ve Medeniyet, Sayı 3, s. 28-33, Ağustos-Eylül 1996, s. 28-32.
[285] Necmi Seren 1897’de Soma’da doğmuştur. Babası ilkokul
öğretmenidir. O sırada askere alınanlar genelde Yemen’e gönderilmekte ve hiçbir
geri dönmemekteydi. Ayrıca askere gitmek istemeyeler medreseye yazılırdı.
Medreseye devam etme dahi kaydı orada bulunanlar askere alınmazdı. Birinci
Dünya Savaşı’nın başlamasıyla bu imtiyaz kalktı ve okuma yazma bilenler yedek
subay olarak asker yapılmak için eğitime alınmıştır. Rüştiye ve Darulmuallim
okulunu bitirtmiştir. Bkz. Necmi Seren, “Yılların Ötesinden Okul, Askerlik ve
Esirlik Hatıraları”, Tarih ve Edebiyat Mecmuası, Sayı 7, s. 75-79, Temmuz 1982,
s. 77.
[286] 1896 yılında Manastır’da doğan Cemil Zeki Bey Manastır
Rüştiyesi bitirdi. Manastır’ın Sırp güçlerinin eline geçmesiyle önce
Yunanistan’a sonra İstanbul’a göçmüştür. Bursa Ziraat Mektebi 3. Sınıfta
okurken Birinci Dünya Savaşı başlamış ve 1915 Ekim ayında yedek subay olarak
Yakacık İhtiyat Zabiti Okuluna başlamıştır. 19 yaşındayken Çanakkale’ye yedek
subay olarak sevk edilen Cemil Zeki Bey oradan birliği ile beraber Romanya
Cephesi’ne gitmiş ve yaralanmıştır. Bkz. Cemil
Zeki
Yoldaş, Kendi Kaleminden Teğmen Cemil Zeki (Yoldaş) Anılar-Mektuplar, Haz.
Engin Berber, İstanbul, Arba Yayınları, 1994, s. 25-26.
228 Sokrat İncesu, “Birinci Dünya Savaşı’nda
Çanakkale-Arıburnu Hatıralarım”, Çanakkale
Hatıraları, Cilt 1, Haz. Metin
Martı, Arma Yayınları, İstanbul, 2001, s. 326-327.
[288] a.g.e., s. 327-330.
[289] Sokrat İncesu, a.g.e., s. 330-333.
[290] Hüseyin Aydın, Acı Hatıralar, Sinan Matbaası, İstanbul,
1965, s. 39-44.
[291] Eyüb Sabri Akgöl, Esaret Hâtıraları: Bir Esirin Hâtıraları
ve Matbuat ve İstihbarat Müdüriyet-i Umumiyesi: Yunan İllerinde Zavallı
Esirlerimiz, Haz. Nejat Sefercioğlu, İstanbul, Tercüman, 1978, s. 13-41.
[292] Burada kendilerine daha önceleri Arap subaylarının
nezareti altında bulunan Antepli Batbatzade Nuri, Diyarbakırlı Abdülvehhab,
arkadaşı Celil ve Sabri, Hazireli Hacı Mehmed, Mardin polislerinden Hacı
Süleyman Efendi, Antakya jandarma çavuşlarından Yusuf Çavuş ve Halep Şube
Başkanlığından emekli Binbaşı Hüseyin Bey’in katılımıyla sayıları on altıya
ulaştı. Bkz. Eyüb Sabri Akgöl, a.g.e., s. 41-43.
[293] a.g.e., s. 44-54.
[294] 11 yıl askerlik görevini yapmış, dört cephede savaşmış bir
askerdi. Önce Yanya’da Yunanlılara esir düşmüş ve 9 ay Atina yakınlarında esir
kalmıştı. Ardından, 9 ay Arıburnu’nda, bir o kadar da Galiçya Cephesi’nde
bulunmuştu. Son olarak Konya, Adana üzerinden Kudüs’e gitmiş ve Gazze
Cephesi’nde İngilizlere karşı savaşmıştı. Bir Alman madalyası vardı. Hatta bu
madalya yerine 5 kuruşu olmadığı için 5 lira para istemiş ama madalyanın daha
değerli olduğunu söylediklerinden madalyayı kabul etmişti. Bkz. Doğumunun 100.
Yılında Atatürk’ün Silah Arkadaşları: Yaşayan Çanakkaleli Muharipler, s.
110-112.
[295] Doğumunun 100. Yılında Atatürk’ün Silah Arkadaşları:
Yaşayan Çanakkaleli Muharipler, s. 110-112.
[296] İbrahim Arıkan 1893 yılında Kırklareli’nin Akviran köyünde
doğmuş Birinci Balkan Savaşı’nda Kırklareli’nin işgali ile önce İstanbul’a
sonrasında İzmit’e göç etmiş İkinci Balkan Savaşı ile Kırklareli’nin geri
alınması ardından köyüne dönebilmiştir 1914 yılında gönüllü olarak jandarma
okuluna yazılmıştır. 1917 yılında Filistin Cephesi’ne gönderilmiş burada
Yıldırım Orduları Grup Komutanlığında emrinde İngilizlere karşı mücadele etmiş
ve Türk ordusunun mağlubiyetiyle pek çok asker gibi kendisi de Eylül 1918
tarihinde esir düşmüştür: İbrahim Arıkan, Harp Hatıralarım: Bir Mehmetçiğin
Çanakkale-Galiçya-Filistin Cephesi Anıları, Haz. Selman Soydemir, Abdullah
Satun, İstanbul, Timaş, 2007, s. 233-234.
[297] İbrahim Arıkan, a.g.e., s. 235-237.
[298] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 90/40.
[299] 1 0 yıl aralıksız süren savaş yıllarında 3 bacanağın esir
düştüğü ve üç kız kardeşin kocasız zor şartlar altında hayat mücadelesi vermek
zorunda kaldığı olmuştur. Gürcüzade İbrahim, Gazi Mehmed Rıfat ve Naibzade Gazi
Talat beyler Birinci Dünya Savaşı’nda Filistin Cephesi, Kafkasya Cephesi ve
İstiklal Savaşı’nda esir düşmüş 3 bacanaktır. Filistin Cephesi’nde esir düşen
ve Seydi Beşir kampında kalan Gazi Mehmed Rıfat Diyarbakır Sulnanisinden mezun
olur olmaz Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte 1915 yılında silah
altına alınmıştır. Yedek subay olarak Filistin Cephesi’nde İngilizlere karşı
mücadele ederken Şeria Nehri civarında alayı ile birlikte İngilizlere teslim
olmak zorunda kalmıştır. Kendisiyle beraber esir olanlar arasında daha sonra
cumhurbaşkanı olacak Cemal Gürsel ve Cevdet Sunay ile babası Tabur İmamı ve
Binbaşı Fasih Bey de vardır. 1915-1923 yılları arasında bizzat cephelerde
savaşan Mehmed Rıfat terhis sonrası kısa bir süre öğretmenlik yapmış fakat daha
sonra orduya tekrar girerek muvazzaf subay olarak orduda görev almıştır. Bkz. Mardinli
Üç Esir Bacanak, Der. Halil Yazgı, İstanbul, Kutup Yıldızı Yayınları,
2016, s. 29-39.
[300] New-York Tribune, December 21, 1919, s. 5.
[301] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/85.
[302] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/85.
[303] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/85.
[304] Doğumunun 100. Yılında Atatürk’ün Silah Arkadaşları:
Yaşayan Çanakkaleli Muharipler, s. 95-97.
[305] Register (Adelaide SA: 1901- 1929), 4 January 1917, s. 5; Brisbane
Courier (Qld.: 1864- 1933), 4 January 1917, s. 7.
[306] Terang Express (Vic.: 1914- 1918), 20 April 1915, s. 4.
[307] Portland Observer and Norman by Advertiser (Vic.: 1914-
1918), 30 September 1918, s. 2.
[308] Cemal Kutay, Birinci Dünya Harbinde Teşkilat-ı Mahsusa ve
Hayber’de Türk Cengi, Ercan Matbaası, İstanbul, 1962, s. 138.
[309] Cemal Kutay, a.g.e., s. 139.
[310] a.g.e., s. 140.
[311] a.g.e., s. 141-142.
[312] Cemal Kutay, a.g.e., s. 142.
[313] a.g.e., s. 142-144.
[314] a.g.e., s. 145-146.
[318] Cemal Kutay, a.g.e., s. 150.
[319] a.g.e., s. 150.
[320] a.g.e., s. 150.
[321] Cemal Kutay, a.g.e., s. 150-151.
[322] a.g.e., s. 151-152.
[323] a.g.e., s. 152.
[324] Cemal Kutay, a.g.e., s. 152-153.
[325] a.g.e., s. 153.
[326]Cemal Kutay, a.g.e., s. 153-155.
[327] Hidayet Özkök, Çanakkale'den Hicaz’a: Harp Hatıraları,
Kayseri Valiliği İl Kültür Müdürlüğü, Kayseri, 1992, s. 51-55, 58.
[328] İhtiyat Zabiti Mehmet, Hicaz Çöllerinde Bir Avuç Türk’ün
Kahramanlığı: Kafkas, Hicaz
Cepheleri ve Esaret Anıları, Haz.
Salih Özkan, Konya, Kömen Yayınları, 2012, s. 225-228.
[329] Feridun Kandemir, Medine Müdafaası: Peygamberimizin
Gölgesinde Son Türkler, İstanbul, Nehir Yayınları, 1991, s. 229-247.
[330] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13.
[331] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13.
[332] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13.
[333] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 313/1269.
[334] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13.
[335] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/138.
[336] “Dr. Süleyman Sudi’nin raporu”, Comite International De La
Croix-Rouge, C 9 D 28, Cenevre.
[337] “Binbaşı Faik Fikret’in Raporu”, Comite International De
La Croix-Rouge, C 9 D 28, Cenevre.
[338] “Binbaşı Faik Fikret’in Raporu”, Comite International De
La Croix-Rouge, C 9 D 28, Cenevre.
[339] “Başhekim Kadri’nin Raporu”, Comite International De La
Croix-Rouge, C 9 D 3, Cenevre.
[340] “Yarbay Rıfat Raporu”, Comite International De La
Croix-Rouge, C 9 D 28, Cenevre.
[341] Taşköprülü Mehmet Efendi, a.g.e., s. 84-94.
[342] Taşköprülü Mehmet Efendi, a.g.e., s. 84-94.
[343] Nurettin Peker, a.g.e., s. 17, 214-216.
[344] Hüseyin Fehmi Genişol, a.g.e., s. 74-75.
[345] Mustafa Tütüncü, a.g.e., s. 57-59.
[346] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 313/1269.
[347] Doğumunun 100. Yılında Atatürk’ün Silah Arkadaşları:
Yaşayan Çanakkaleli Muharipler, s. 138.
[348] Türk Kızılayı Arşivi, 196/106.
[349] TNA, FO., 383/339.
[350] Rapports : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de
Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie
: Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 82-83.
[351] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/83.
[352] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/80.
[353] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., K 85/41.
[354] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/133.
[355] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13’den aktaran
Cemalettin Taşkıran, a.g.e., s. 176. (Belge, adı geçen dosyada bulunamamıştır.)
[356] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 60/53.
[357] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 30/28.
[358] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 90/33.
[359] Hüseyin Fehmi Genişol, a.g.e., s. 74-75.
[360] a.g.e., s. 72-73
[361] a.g.e., s. 87.
[362] Mustafa Tütüncü, a.g.e., s. 55-56.
[363] Nurettin Peker, a.g.e., s. 189-190, 206.
[364] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., K 101/65.
[365] Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Arşivi,
318/21.
[366] TNA, FO., 383/232.
[367] BOA, HR. SYS., 2421/74.
[368] BOA, HR. SYS., 2418/119.
[369] Mülazım Mehmet Sinan, a.g.e., s.
123-135.
[370] a.g.e., s. 123-135.
[371] a.g.e., s. 123-135.
[372]Mülazım Mehmet Sinan, a.g.e., s. 123-135.
[373] Mülazım Mehmet Sinan, a.g.e., s. 135-140.
[374] Nurettin Peker, a.g.e., s. 192-196.
[375] a.g.e., s. 192-196.
[376] a.g.e., s. 184-186, 189-190. .
[377] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., K 4/10.
[378] Singleton Argus (NSW: 1880- 1954), 12 June 1915, s. 5.
[379] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 30/46.
[380] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 105/90; İHK., 48/75.
[381] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 101/81.
[382] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/133.
[383] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 89/111.
[384] Mülazım Mehmet Sinan, a.g.e., s. 121.
[385] The Brattleboro Daily Reformer, 16 October 1918, s. 3.
[386] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13.
[387] Diğer ismiyle Birmanya. Bugünkü Myanmar.
[388] Eski adı ile Burma, bugünkü
adıyla Myanmar’ın Rakhine eyaleti.
[389] Ergun Hiçyılmaz, a.g.m., s. 14.
[390] BOA, HR. SYS., 2193/25.
[391] Murat Bardakçı, “Müslümanların Katledildiği Burma’daki
Şehitliklerimizde Şimdi Fasulye Ekiliyor”, Habertürk, 29 Temmuz 2012, s. 22.
[392] TNA, FO., 383/332; 383/228.
[393] TNA, FO., 383/347.
[394] Genelkurmay ATASE Arşivinde bulunan bir belgede Hindistan
ve Burma’da Osmanlı askerlerinin bulunduğu esir kampları şu şekilde
sıralanmıştır: Hindistan esir karargâhları: Belary; Burma esir karargâhları:
Thayetmyo, Meiktila, Sumerpur. Bkz. Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 2494/19.
[395] Rapports : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de
Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie
: Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 5-6.
Ayrıca raporun İngilizce özet olarak da basılmıştır. Bkz. British Prison-Camps
in India and Burma, Haz. M.F. Thormeyer, Comite International de la
Croix-Rouge, G1 A 19- 01.14, Geneve, 1917.
[396] British Prison-Camps in India and Burma, Comite
International de la Croix-Rouge, Geneve, G1 A 19- 01.14, 1917, s. 8-9.
[397] British Prison-Camps in India and Burma, s. 8-9.
[398] a.g.e., s. 11-12.
[399] a.g.e., s. 12-13.
[400] British Prison-Camps in India and Burma, a.g.e., s. 13.
[401] British Prison-Camps in India and Burma, s. 14-15.
[402] a.g.e., s. 7.
[403] Rapports : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de
Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie
: Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 84.
[404] a.g.e., s. 85.
[405] The Butte Daily Post, 16 May 1917, s. 11; El Paso Herald,
19 May 1917, Home Edition, Cable News And Automobile Section, s. 13; He Bridge
Port Evening Farmer, 9 May 1917, s. 2.
[406] Rapports : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de
Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie
: Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 84.
[407] TNA, FO., 383/461.
[408] İlber Ortaylı, “Hilafet Nasıl kaldırıldı?”, Popüler Tarih,
Sayı 12, s. 52-57, Mayıs 2001, s. 54.
[409] Lütfullahoğlu, “Asya Taburu-Türkiyeni Saklau Yulında
İdil-Ural Türk-Tatarları”, Yanğa Milli Yul, sayı 12, 1931, s. 13-15.
[410] BOA, HR. SYS., 2242/2.
[411] Rapports: Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de
Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie
: Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 7, 16.
[412] British Prison-Camps in India and Burma, s. 8-9.
[413] a.g.e., 10-11.
[414] Rapports: Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de
Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie
: Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 8.
[415] a.g.e., s. 8-9.
[416] Rapports: Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de
Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie
: Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 9.
[417] a.g.e., s. 16-17.
[418] a.g.e., s. 16-17.
[419] a.g.e., s. 17.
[420] Rapport : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de
Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie
: Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 9.
[421] a.g.e., s. 13.
[422] a.g.e., s. 15.
[423] a.g.e., s. 15.
[424] a.g.e., s. 15-16.
[425] a.g.e., s. 16.
[426] a.g.e., s. 20.
[427] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 85/48.
[428] TNA, FO., 383/344.
[429] TNA, FO., 383/344.
[430] Rapports: Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de
Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie
: Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 21.
[431] Rapports: Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de
Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie
: Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 38-39.
[432] Esirlerin kaldığı binalar bugün Sağlık Enstitüsü
tarafından kullanılmaktadır: “Kimimiz Şehit Olduk Kimimiz Esir: Birinci Dünya
Savaşı Türk Esirleri”, NTV Tarih Dergisi, Sayı: 37, 1 Şubat 2012, s.
[433] Rapports : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de
Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie
: Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 46.
[434] a.g.e., s. 46-47.
[435] Hüseyin Fehmi Genişol, a.g.e., s. 76-77.
[436] a.g.e., s. 77-80.
[437] a.g.e., s. 80.
[438] Hüseyin Fehmi Genişol, a.g.e., s. 80-81, 117.
[439] a.g.e., s. 142.
[440] a.g.e., s. 123.
[441] a.g.e., s. 81.
[442] Muhittin Erev, a.g.m., s. 64.
[443] Muhittin Erev, a.g.m., s. 55.
[444] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13’den aktaran
Cemalettin Taşkıran, a.g.e., s. 108- 109.
[445] Cemalettin Taşkıran, a.g.e., s. 105-106.
[446] a.g.e., s. 135-136.
[447] a.g.e., s. 106.
[448] Muhittin Erev, a.g.m., s. 64.
[449] Nurettin Peker, a.g.e., s. 216-218.
[450] Tahsin İybar, Sibirya’dan Serendib’e, Ankara, CHP
Halkevleri Bürosu, 1950, s. 109.
[451] Tahsin İybar, a.g.e., s. 108-109.
[452] Hüseyin Fehmi Genişol, a.g.e., 2014, s. 119.
[453] Rapports: Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de
Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie
: Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 47.
[454] Hüseyin Fehmi Genişol, a.g.e., s. 101-102.
[455] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13’den aktaran
Cemalettin Taşkıran, a.g.e., s. 116118.
[456] Rapports : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de
Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie
: Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 47.
[457] Muhittin Erev, a.g.m., s. 53.
[458] Hüseyin Fehmi Genişol, a.g.e., s. 103-105.
[459] Hüseyin Fehmi Genişol, a.g.e., s. 98-99.
[460] Rapports: Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de
Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie
: Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 52.
[461] a.g.e., s. 52.
[462] Rapports: Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de
Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie
: Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 53.
[463] a.g.e., s. 53.
[464] a.g.e., s. 53-54.
[465] a.g.e., s. 55-56.
[466] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13’den aktaran
Cemalettin Taşkıran, a.g.e., s. 93.
[467] Rapports : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de
Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie
: Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 60.
[468] TNA, FO., 383/223
[469] TNA, FO., 383/339.
[470] TNA, FO., 383/339.
[471] British Prison-Camps in India and Burma, s. 16-17.
[472] a.g.e., s. 17.
[473] a.g.e., s. 17.
[474] Rapports : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de
Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie
: Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 86.
[475] TNA, FO., 383/339.
[476] Rapports : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de
Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie
: Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 59-60 ; British
Prison-Camps in India and Burma, s. 15.
[477] TNA, FO., 383/332.
[478] TNA, FO., 383/239.
[479] TNA, FO., 383/239.
[480] TNA, FO., 383/239.
[481] TNA, FO., 383/239.
[482] TNA, FO., 383/239.
[483] Rapports : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de
Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie
: Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 59-60.
[484] Rapports: Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de
Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie
: Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 60.
[485] a.g.e., s. 60-61.
[486] a.g.e., s. 61.
[487] a.g.e., s. 61-62.
[488] British Prison-Camps in India and Burma, s. 16.
[489] Rapports: Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de
Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie
: Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 62.
[490] a.g.e., s. 62.
[491] a.g.e., s. 62-63.
[492] a.g.e., s. 63- 64.
[493] TNA, FO., 383/339.
[494] Rapports : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre
Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie :
Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 64.
[495] a.g.e., s. 72-73.
[496] a.g.e., s. 76.
[497] TNA, FO., 383/339.
[498] TNA, FO., 383/339.
[499] BOA, HR. HMŞ. İŞO., 43/23.
[500] TNA, FO., 383/88.
[501] Ergun Hiçyılmaz, a.g.m., s. 15; Ergun Hiçyılmaz, a.g.e.,
s. 21-23
[502] Ergun Hiçyılmaz, a.g.e., s. 23-24.
[503] Rapports : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de
Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie
: Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 77.
[504] a.g.e., s. 77.
[505] a.g.e., s. 77.
[506] a.g.e., s. 77-78.
[507] a.g.e., s. 77-78.
[508] a.g.e., s. 78.
[509] Rapports : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de
Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie
: Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 80.
[510] a.g.e., s. 81.
[511] Comite International De La Croix-Rouge, C G1 C 08-01,
Geneve.
[512] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 90/33.
[513] Mustafa Tütüncü, a.g.e., s. 59-61.
[514] Mustafa Tütüncü, a.g.e., s. 61-62.
[518] a.g.e., s. 64.
[519] a.g.e., s. 64.
[520] a.g.e., s. 69.
[521] Rapports : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de
Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie
: Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 81-82.
[522] a.g.e., s. 82.
[523] a.g.e., s. 82-83.
[524] Mustafa Tütüncü, a.g.e., s. 57-59.
[525] BOA, HR. İM., 92/2.
[526] Şevket Süreyya Aydemir, Suyu Arayan Adam, İstanbul, Remzi
Kitabevi, İstanbul, 1965, s. 425426.
[527] M. Orhan Okay, Bir Başka İstanbul, Kubbealtı, İstanbul,
2002, s. 23.
[528] Doğumunun 100. Yılında Atatürk’ün Silah Arkadaşları:
Yaşayan Çanakkaleli Muharipler, s. 141-142.
[529] BOA, HR. SYS., 2214/1.
[530] TNA, FO., 383/228.
[531] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers
Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la
Guerre 1914-1917, Haz. F. Blanchod, F. Thormeyer, Emmaunel Schoch, Comite
International de la Croix-Rouge, G1 A 19- 01.13, Geneve, 1917, s. 84.
[532] The Times, 18 April 1917, s. 6; TNA, FO., 383/332.
[533] Genelkurmay ATASE Arşivinde bulunan bir belgede Mısır’da
Osmanlı askerlerinin bulunduğu esir kampları şu şekilde sıralanmıştır: Mısır
Karargâhları: Seydi Beşir, Kuveysna, Zekazik, Tura, Tel El- Kebir, Heliopolis,
Bilbeis. Bkz. Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 2494/19
[534] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers
Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la
Guerre 1914-1917, s. 84.
[535] Argus (Melbourne, Vic. : 1848 - 1957), 2 November 1915, s.
8.
[536] Rapports: Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers
Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la
Guerre 1914-1917, s. 84-85.
[537] a.g.e., s. 85.
[538] Rapports: Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers
Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la
Guerre 1914-1917, s. 85.
[539] a.g.e., s. 86.
[540] a.g.e., s. 87.
[541] a.g.e., s. 87-88.
[542] TNA, FO., 383/235.
[543] Ahmet Altınay, a.g.e., s. 12; Orhan Koloğlu, “Mısır Esir
Kamplarındaki Türklerin Gazetesi Badiye ve Esaret Albümü”, Tarih ve Toplum
Dergisi, Cilt 4, No 199, Temmuz 2000.
[544] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13.
[545] Charles F., Townshend, Esir İngiliz Generalin Kaleminden
Kûtü'l-Amare Zaferi Irak Seferi ve Esaret, Çev. Recep Ahıskalı, İstanbul, Yedi
Tepe, 2007, s. 632.
[546] Erzincan Askeri İdadisini ve İstanbul Kuleli Askerî
Lisesi’ni bitirdikten sonra 1915’te Harp Okulunda daha öğrenci iken savaş
dolayısıyla subay yapılan Cemal Gürsel topçu yedek subayı olarak orduya
katıldı. Çanakkale Savaşları sırasında Anafartalar ve Seddülbahir
Muharebelerine katılan Gürsel, 1917’de Filistin Cephesi’ne gönderilmiş ve Gazze
Muharebelerinde savaştı. 1918’de
İngilizlere esir düştü ve Mısır’daki
esir kampında bir yıl geçirdi. 1919’da serbest kaldı ve esaret sonrası 1920 başlarında
Anadolu’ya geçerek Kurtuluş Savaşı’na katıldı. Bkz. Atilla Çetin, “Cemal Gürsel
Maddesi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Cilt 14, Ankara, Türkiye
Diyanet Vakfı, 1996, s. 326. Kuleli Askerî Lisesi’nde öğrenim gören Beşinci
Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay ise Birinci Dünya Savaşı’nda topçu yedek subayı
olarak göreve başladı. 1917’de Filistin Cephesi’nde İngilizlere esir düştü. Bir
yıl süren esirlik günlerini Mısır’da geçirdi ve esaret sonrası Millî
Mücadele’ye katıldı. Millî Mücadele yıllarında Maraş ve Antep’te Fransızlara
karşı çarpışan Sunay, Eskişehir ve Sakarya Muharebeleri, Büyük Taarruz ve
İzmir’in kurtarılmasında önemli görevler aldı. Bkz. Şerafettin Can Erdem,
“Cevdet Sunay Maddesi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Cilt 37,
Ankara, Türkiye Diyanet Vakfı, 2009, s. 526.
[547] Doğumunun 100. Yılında Atatürk’ün Silah Arkadaşları:
Yaşayan Çanakkaleli Muharipler, s. 125-138.
[548] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/140.
[549] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/139.
[550] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/129.
[551] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/62.
[552] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13.
[553] Cemil Zeki Yoldaş, a.g.e., s. 25-26.
[554] Mehmet Nuri, a.g.m., s. 68-71.
[555] Hasan Remzi Fertan, a.g.e., s. 5-12, 86-89.
[556] Ahmet Altınay, a.g.e., s. 49, 63-64
[557] Muhittin Erev, a.g.m., s. 57.
[558] Hüseyin Aydın, a.g.e., s. 40-44.
[559] İbrahim Arıkan, a.g.e., s. 238-240.
[560] a.g.e., s. 242-244.
[561] İbrahim Arıkan, a.g.e., s. 242.
[562] Eyüb Sabri Akgöl, a.g.e., s. 54-60.
[563] Emin Çöl, a.g.e., s. 54-60, 110-11.
[564] Rapports: Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers
Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la
Guerre 1914-1917, s. 41.
[565] Sivil esir kampında bulunanların çoğunluğu muhtelif
yerlerden siyasi suçluydu. İçlerinde bir miktar da Türk vardı. İngilizler,
Mısır’a gelen sivilleri bir tel örgü içine koyarlar veya İskenderiye’ye sevk
ederlerdi. Eyüb Sabri Bey ve birkaç kişi istisna olarak eziyet olsun diye asker
arasında bırakılmıştı. Her ne kadar askerler gibi angaryaya gönderilmemelerine
karşın bütün kısıtlama ve muamelelere tâbi tutulmuşlar ve her şeyden mahrum
bırakılmışlardı. İaşe hususunda esirlere bir şey verilmediği gibi üzerlerindeki
paralar da alın ve perişan duruma düşürülmüşlerdi. Bkz. Eyüb Sabri Akgöl, a.g.e.,
s. 66-68.
[566] Eyüb Sabri Akgöl, a.g.e., s. 66.
[567] Rapports: Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers
Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la
Guerre 1914-1917, s. 41-42.
[568] a.g.e., s. 42.
[569] Emin Çöl, a.g.e., s. 118.
[570] a.g.e., s. 118.
[571] a.g.e., s. 119.
[572] Eyüb Sabri Akgöl, a.g.e., s. 65-66.
[573] İhtiyat Zabiti Mehmet, a.g.e., s. 251, 260-261.
[574] İbrahim Arıkan, a.g.e., s. 243.
[575] İbrahim Arıkan, a.g.e., s. 243-244.
[576] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers
Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la
Guerre 1914-1917, s. 44.
[577] Emin Çöl, a.g.e., s. 119, 121.
[578] İhtiyat Zabiti Mehmet, a.g.e., s. 262-263.
[579] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers
Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la
Guerre 1914-1917, s. 46-47.
[580] Emin Çöl, a.g.e., s. 122.
[581] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers
Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la
Guerre 1914-1917, s. 47.
[582] İhtiyat Zabiti Mehmet, a.g.e., s. 264.
[583] Mehmet Nuri, a.g.m., s. 68-71.
[584] Doğumunun 100. Yılında Atatürk’ün Silah Arkadaşları:
Yaşayan Çanakkaleli Muharipler, s. 125-138.
[585] a.g.e., s. 39-41.
[586] Türk Kızılayı Arşivi, 922/129.
[587] Türk Kızılayı Arşivi, 778/215.
[588] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers
Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la
Guerre 1914-1917, s. 47-48.
[589] TNA, FO., 383/339.
[590] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers
Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la
Guerre 1914-1917, s. 49.
[591] a.g.e., s. 48.
[592] Hasan Remzi Fertan, a.g.e., s. 85-89.
[593] Barrier Miner (Broken Hill, NSW: 1888- 1954), 26 March 1916,
s. 3.
[594] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/136.
[595] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 123/80.
[596] Bu konu ilgili bölümde detaylı bir şekilde verilecektir.
[597] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers
Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la
Guerre 1914-1917, s. 58.
[598] TNA, FO., 383/339.
[599] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers
Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la
Guerre 1914-1917, s. 58-59.
[600] a.g.e., s. 60.
[601] a.g.e., s. 62-63 ; TNA, FO., 383/339.
[602] Rapports: Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers
Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la
Guerre 1914-1917, s. 63.
[603] a.g.e., s. 63-64.
[604] a.g.e., s. 64.
[605] a.g.e., s. 64-65.
[606] Rapports: Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers
Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la
Guerre 1914-1917, s. 66.
[607] a.g.e., s. 66.
[608] a.g.e., s. 66-67.
[609] Rahmi Apak, a.g.e., s. 160-163, 171.
[610] a.g.e., s. 171-172.
[611] a.g.e., s. 172.
[612] Bu kişilerden ikisi diğerlerinden farklı olarak bilgi
verilmeye değer kişilerdi. Odaya girdiğinde koridorda ilginç sarkık bıyıklı bir
Yugoslav ile karşılaşmıştı. Bu kişi İstanbul’da küçük Bebek’te doğmuş,
çocukluğunu Türkiye’de geçirmiş, Rusya’da beş altı ay kalmış, Almanya’da tahsil
görmüş Mısır’da yapı kalfalığı yapmıştı. Arapça, İngilizce, İtalyanca, Rumca,
Türkçe, Almanca ve Fransızca biliyordu. Bundan başka madeni ve kâğıt para
basmakta uzmandı. Marifetini göstermek için kurşun, kalay ve alçı tedarik
ederek beş on Mısır kuruşu basmıştı. Mısır’da komünistlik propagandası yaptığı
gerekçesiyle hapsedilmişti. Hiç rahat durmamakta, kendilerini beklemeye gelen
İngiliz nöbetçilere solcu fikirler aşılamaktaydı. Bir iki dakika sonra İngiliz
Kralına küfürler savuran İngiliz askerleri görülebiliyordu. Odadaki bir diğer
arkadaşı Harp Okulundan 1905 yılımda subay olarak mezun olan Şumnulu Hakkı
isimli bir kişiydi. Bu subay, Balkan Harbi çıkmadan önce erlerinin emanet
paralarını
zimmetine geçirmekten
mahkemeye verilince memleketi Bulgaristan’a kaçmıştı. Bulgar ordusunun taarruza
geçmesinden bir gün önce tekrar Bulgaristan’dan kaçarak Türkiye’ye gelmiş ve
Bulgarların taarruz için hududa doğru ilerlemekte olduğunu söylemişti. Bulgar
casusu olacağından şüphelenilmemiş ve affedilerek orduya tekrar alınmıştı. İki
yıl sonra Birinci Dünya Savaşı’nda İngilizlerin eline esir olarak geçmiş ve
kampta casus olarak bulunmuştu. Portatif Hakkı lakaplı bu kişi bir İngiliz
denizaltısı ile derviş kıyafeti giydirilerek İzmir’e gönderilmişti. Şehirdeki
İngiliz casusu ile irtibata geçerek bilgi almış, Mısır’daki Kasr El-Nil’e geri
dönmüştü. İzmir’deki casusluk yuvası eskiden beri burada bulunan Vitol Ticaret
Firması tarafından idare edilmekteydi. Portatif Hakkı daha sonraları Selanik’e,
oradan da Arnavutluk kıyılarına çıkmış, Bulgar ve Türk ordularının gerisine
geçmiş ve orada kendisine malumat toplama görevi verilmişti. Bu kişiden bir
müddet sonra haber alınamadı. Bkz. Rahmi Apak, a.g.e., s. 173-175.
555 Rahmi Apak, a.g.e., s. 173.
[616] a.g.e., s. 157.
[617] Cemal Kutay, a.g.e., s. 158-163.
[618] a.g.e., s. 159.
[619] a.g.e., s. 159-160.
[620] a.g.e., s. 160.
[621] Feridun Kandemir, a.g.e., s. 248-250.
[622] İsmail Bilgin, Medine müdafaası: Çöl Kaplanı Fahrettin
Paşa, İstanbul, Timaş Yayınları, 2011, s. 12-15.
[623] Rapports: Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers
Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la
Guerre 1914-1917, s. 51.
[624] a.g.e., s. 51.
[625] TNA, FO., 383/339.
[626] Argus (Melbourne, Vic. : 1848 - 1957), 26 April 1918, s.
7.
[627] Rapports: Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers
Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la
Guerre 1914-1917, s. 51-52.
[628] a.g.e., s. 52.
[629] a.g.e., s. 52.
[630] a.g.e., s. 53.
[631] Rapports: Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers
Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la
Guerre 1914-1917, s. 53-54.
[632] a.g.e., s. 54.
[633] a.g.e., s. 56.
[634] a.g.e., s. 56-57.
[635] BOA, HR. SYS., 2214/1.
[636] BOA, HR. SYS., 2250/23; TNA, FO., 383/88; FO., 383/101.
[637] TNA, FO., 383/223.
[638] BOA, HR. SYS., 2195/2; TNA, FO., 383/88.
[640] TNA, FO., 383/223.
[641] TNA, FO., 383/223.
[642] TNA, FO., 383/223.
[643] TNA, FO., 383/223.
[644] TNA, FO., 383/223.
[645] TNA, FO., 383/223.
[646] TNA, FO., 383/223.
[647] TNA, FO., 383/223.
[648] El Paso Herald, 17 April 1915, s. 9.
[649] Evening Star, 12 April 1915, s. 19.
[650] Birinci Dünya Harbi: Hicaz Asir Yemen Cephesi Harekâtı,
Genelkurmay ATASE Yayınları, Ankara, 1967, s. 616; Cemalettin Taşkıran, a.g.e.,
s. 116.
[651] The Times, 16 February 1915, s. 7.
[652] El Paso Herald., 9 March 1915, Home Edition, s. 1.
[653] El Paso Herald, 9 March 1915, Home Edition, s. 1.
[654] Feridun Kandemir, a.g.e., s. 229-247.
[655] Mehmet Arif Seyhun, Katıldığım Dört Savaş ve Yaşam Öyküm,
Haz. Müşerref Seyhun, Ankara, Kültür bakanlığı, 2000, s. 138.
[656] Hidayet Özkök, a.g.e., s. 58.
[657] Emekli Yüzbaşı Mahmud Bey, 1893 yılında Niğde-Çamardı
İlçesinde doğdu. Rüşdiye ve İdadi tahsilinden sonra Birinci Dünya Savaşı’nın
hemen başında yedek subay olarak orduya alındı. Birinci Dünya Savaşı’nın teğmen
rütbesinde Yemen Cephesi’nde 128. Alay, 3. Taburda görev aldı. Bu görevinden
emekliliğe ayrılmasından sonra 1914 senesinin sonunda memleketi Niğde’ye geri
döndü. 1917 yılında ihtiyaca binaen tekrar orduya çağrıldı. Bkz. TNA, FO.,
383/505.
[658] TNA, FO., 383/505.
[659] Rapports: Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers
Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la
Guerre 1914-1917, s. 80.
[660] TNA, FO., 383/339.
[661] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers
Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la
Guerre 1914-1917, s. 80-81.
[662] a.g.e., s. 81.
[663] a.g.e., s. 82.
[664] a.g.e., s. 83.
[665] Hidayet Özkök, a.g.e., s. 54-55.
[666] a.g.e., s. 58.
[667] Hüseyin Fehmi Genişol, a.g.e., s. 152.
[668] a.g.e., s. 152-154.
[669] Doğumunun 100. Yılında Atatürk’ün Silah Arkadaşları:
Yaşayan Çanakkaleli Muharipler, s. 25-26.
[670] a.g.e., s. 21-23.
[671] BOA, HR. İM., 146/74.
[672] Kamplarda esirlerin kör edildiğine yönelik iddialar ilgili
bölümde verilecektir.
[673] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 90/44.
[674] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 90/44.
[675] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 90/44.
[676] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 90/32; 90/39; 90/44;
96/128; 96/134; 96/143.
[677] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/143.
[678] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/128.
[679] Doğumunun 100. Yılında Atatürk’ün Silah Arkadaşları:
Yaşayan Çanakkaleli Muharipler, s. 95-97, 125-138.
[680] a.g.e., s. 125-138.
[681] İbrahim Arıkan, a.g.e., s. 243-244, 247.
[682] a.g.e., s. 251.
[686] İhtiyat Zabiti Mehmet, a.g.e., s. 230-231.
[687] a.g.e., s. 234-240.
[688] a.g.e., s. 241-242, 246-248.
[689] a.g.e., s. 242.
[690] a.g.e., s. 251-254, 260-261.
[691] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers
Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la
Guerre 1914-1917, s. 69 ; TNA, FO., 383/339.
[692] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers
Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la
Guerre 1914-1917, s. 69.
[693] a.g.e., s. 69.
[694] a.g.e., s. 70.
[698] TNA, FO., 383/235.
[699] TNA, FO., 383/223.
[700] TNA, FO., 383/223.
[701] Rapports: Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers
Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la
Guerre 1914-1917, s. 75.
[702] TNA, FO., 383/236.
[703] TNA, FO., 383/339.
[704] TNA, FO., 383/223; Rapports: Sur Leur Inspection des Camps
de Prisonniers Turcs en France, en Corse et en Egypte: Documents Publies A
L'occasion de la Guerre 1914-1917, s. 75.
[705] TNA, FO., 383/223; FO., 383/226.
[706] TNA, FO., 383/223.
[707] TNA, FO., 383/223.
[708] BOA, HR. SYS., 2214/1.
[709] BOA, HR. SYS., 2214/3.
[710] TNA, FO., 383/339.
[711] Rapports: Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers
Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la
Guerre 1914-1917, s. 75; TNA, FO., 383/236.
[712] Rahmi Apak, a.g.e., s. 163.
[713] Necmi Seren, a.g.m., s. 78.
[714] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13.
[715] Cemil Zeki Yoldaş, a.g.e., s. 12-14, 25-27.
[716] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers
Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la
Guerre 1914-1917, s. 75-76.
[717] a.g.e., s. 76.
[718] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/146.
[719] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers
Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la
Guerre 1914-1917, s. 76.
[720] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/1.
[721] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13; İHK., 96/138.
[722] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 313/1269.
[723] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/85.
[724] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/146.
[725] Cemil Zeki Yoldaş, a.g.e., s. 12-14, 25-27.
[726] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/76.
[727] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/62.
[728] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 123/80.
[729] Rapports: Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers
Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la
Guerre 1914-1917, s. 79-80.
[730] BOA, HR. SYS., 2201/10.
[731] 10 Ocak 1858’de İzmir’de dünyaya gelen Mehmed Ubeydullah
Efendi Paris’te bulunduğu sıralar Jön Türkler ile tanıştı. İstanbul’da çıkan
Saadet gazetesine yazılar ve mektuplar gönderdi. 1888’de Şam’a Maarif Müdürü
olarak gönderildi fakat “Hakk-ı Şahaneye dil uzattı” denilerek 10 yıl hapse
mahkûm oldu. Tutukluluk süresinin ardından İstanbul’a gönderildi. İngiltere’ye giderek
oradaki Müslümanlar ile iyi ilişkiler kurdu. Değişik gazete ve dergilerde
siyasi ve dini konularda makaleler yazan Ubeydullah Efendi Sofya’ya geçti.
1898’de Jön Türkler, Meşrutiyet ve Kanun-ı Esasî’nin şeriata ayıkırı olduğuna
dair beyanatlarını sonrası Abdülhamid’in özel izniyle İstanbul’a geldi. 1908 ve
1912 seçimlerinde yılında Aydın’dan mebus seçildi. İttihatçılarla çok yakın
olmasına rağmen İttihat ve Terakkiyeye kaydolmamıştı. Osmanlı Devleti’nin
Birinci Dünya Savaşı’nda Almanya’nın yanında savaşa girmesiyle birlikte 8 Nisan
1915 günü Afgan halklını Osmanlı Devleti’nin yanına çekmek maksadıyla elçi
olarak bir heyetin başında Afganistan’a gönderildi. 28 Ağustos 1918’de
Tahran’da olağanüstü elçi görevi görmekte iken İngiliz tarafından tutuklandı.
Bir müddet Irak ve Hindistan’da kaldıktan sonra Mısır Seydi Beşir kampına
gönderilmiş, burada 2 ay tutuklu kalmıştı. 7 Mayıs 1919’da bir kez daha
tutuklanarak Malta’ya götürüleceği Bekirağa Bölüğü’ne konuldu. 28 Mayıs 1919’da
Malta Adası’ndan kurtulmuş fakat 22 Nisan 1920’de tekrar tutuklanmıştı. Bir
sene daha Malta Adası’nda esaret altında tutuldu. 30 Nisan 1921’de serbest
bırakılmış, bir müddet Avrupa’da kaldıktan sonra yurda dönmüştü. Esaret sonrası
değişik yayın organlarında yazılar yazdı.
Bkz.
Ömer Hakan Özalp, Mehmet Ubeydullah Efendi’nin Malta Afganistan ve İran
Hatıraları, İstanbul, Dergâh yayınları, 2002, s. 62-67.
[732] Ömer Hakan Özalp, a.g.e., s. 95, 232-233.
[733] Necmi Seren, a.g.m., s. 77-78.
[734] Emin Çöl, a.g.e., s. 112.
[735] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/140.
[736] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/139.
[737] “Esaret Hayatından Birkaç Sahife”, İkdam Gazetesi, 16
Temmuz 1337 (1921), No 8742, s. 3.
[738] TNA, FO., 383/505.
[739] TNA, FO., 383/223.
[740] Ahmet Altınay, a.g.e., s. 80, 117-122.
[741] Hüseyin Mümtaz, a.g.m., s. 28-32.
[742] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13.
[743] Hüseyin Aydın, a.g.e., s. 40-44.
[744] Hasan Remzi Fertan, a.g.e., s. 85-89.
[745] Cepheden Mektuplar, s. 122-123.
[746] Cemil Zeki Yoldaş, s. 48-49.
[747] 1897’de Antalya’da doğan İbrahim Sorguç Mora
göçmenlerindendi. 8 yıllık eğitimden sonra Darülmuallim Erkek Öğretmen Okuluna
giren Sorguç mezun olmasına bir sene kala Birinci Dünya Savaşı çıkmış ve askere
alınmıştı. 30 Ekim 1916’da İhtiyat Zabit Namzetleri talimgâhına alındı ve
burada bir yıl eğitim görerek Filistin Cephesi’ne 8. Ordu emrine verildi.
Filistin Cephesi’nde İngilizlere esir düştü. Esaret sonrası 1920 yılının
başında Antalya’ya geri döndü. Subay ve öğretmen olan İbrahim Sorguç Vakıflar
Genel Müdürlüğünde kâtip olarak işe başladı. Sakarya Meydan Muharebesi’ne de
katılan İbrahim Sorguç savaş sonrası eski işine döndü. Buradan sonra değişik
memuriyetlerde bulunmuş ve 1974’de hayatını kaybetti. Bkz. İbrahim Sorguç, Yd.
P. Tğm. İbrahim Sorguç’un Anıları İstiklal Harbi Hatıratı: Kaybolan Filistin,
Haz. Erdoğan Sorguç, İzmir, İzmir Yayıncılık ve Tanıtım Hizmetleri, 1995. s.
11-13, 49.
[748] İbrahim Sorguç, a.g.e., s.
36-49.
[749] İbrahim Ethem, kendi el yazısı ile yazdığı anılarında
Kuveysna esir kampında B kampının 3/2 koğuşundaki subayların listesini verdi.
Kendisinden başka bu kampta kalan esirler şu şekildeydi: Üsteğmen Ahmed Hulusi
Efendi, Teğmen Piyade Şeref Efendi, Teğmen Nakliye Hamza Efendi, Teğmen M.
Tüfek Nuri Efendi, Teğmen Piyade Hüsnü Efendi, Teğmen Mesahacı Ziya Efendi,
Zabit Vekili (Yedek Subay) Piyade İbrahim Efendi, Yedek Subay Topçu Mustafa
Efendi, Yedek Subay Piyade Fehmi Efendi, Takım Başı Topçu Behçet Efendi, Teğmen
Osman Efendi, Nefer Necip, Nefer Mustafa. Bkz. İbrahim Sorguç, Bu Defa Niçin
Harp Edeceğimi Biliyorum: Filistin Cephesi ve İstiklal Savaşı Anıları, Ed. Emre
Yalçın, İstanbul, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2010, s. 261.
[750] Ömer Hakan Özalp, a.g.e., s. 234; Cemil Zeki Yoldaş, a.g.e.,
s. 93-94.
[751] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers
Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la
Guerre 1914-1917, s. 77.
[752] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 313/1269.
[753] Cemil Zeki Yoldaş, a.g.e., s. 34-35.
[754] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13.
[755] Sokrat İncesu, a.g.e., s. 330-333, 335-336.
[756] TNA, FO., 383/462.
[757] TNA, FO., 383/342.
[758] The Cyprus Gazette (Extraordinary), 1 June 1916, No 1227; Nuri Çevikel, “Çanakkale
Muharebelerine Dair Gayriresmi Yeni
Bir Belge: Hatırat-ı Esaret”, History Stories International Journal of History,
Volume 2, Issue 3, s. 85-123, s. 92.
[759] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 2494/19.
[760] Aydın Ayhan, Çanakkale Ah Çanakkale, İzmir, Özden Ofset,
2004, s. 82-83.
[761] Feridun Kandemir, a.g.e., s. 229-247.
[762] Ahmed Sami, Magaso’da Toprağa Verilen Şehitlerimiz,
Mağusa, 1964, s. 2-3; Doğumunun 100. Yılında Atatürk’ün Silah Arkadaşları:
Yaşayan Çanakkaleli Muharipler, s. 141-142; Jeff Ertughrul, The Postal Services
Of Military Forces in Cyprus, Londra, 1996, s. 7; Hüseyin Metin, Kıbrıs
Tarihine Toplu Bir Bakış, Lefkoşa, 1959, s. 241; Halil Aytekin, Kıbrıs’ta
Monarga (Boğaztepe) Ermeni Lejyonu Kampı, Ankara, Türk Tarih Kurumu, 2000, s.
73; Ulvi Keser, Kıbrıs 1914-1923 Fransız Ermeni Kampları İngiliz Esir Kampları
ve Atatürkçü Kıbrıs Türkü, Lefkoşa, A.H.A. Yayınları, 2000, s. 8.
[763] Türk Kızılayı Arşivi, 778/265.
[764] Doğumunun 100. Yılında Atatürk’ün Silah Arkadaşları:
Yaşayan Çanakkaleli Muharipler, s. 141-142.
[765] a.g.e., s. 50.
[766] Türk Kızılayı Arşivi, 778/223.
[767] Türk Kızılayı Arşivi, 778/214.
[768] Halil Aytekin, a.g.e., s. 77.
[769] Türk Havacılık Tarihi, Cilt 2, Kitap 2, Uçuş Okulları
Basımevi, Eskişehir, 1951, s. 185; Ulvi Keser, a.g.e., s. 82.
[770] Metin Akar-Oğuz Karakartal, Kıbrıs’taki Türk Savaş
Esirleri ve Gazi Mağusa Çanakkale Şehitliği, Lefkoşa, 1997, s. 10; Ulvi Keser, a.g.e.,
s. 82.
[771] Ulvi Keser, “Kıbrıs’ta Çanakkale’nin Bilinmeyen
Kahramanları; Karakol (Caraolos) Esir Kampı ve Türk Savaş Esirleri”, Savaş
Tarihi Araştırması Uluslararası Kongresi, 100. Yılında Birinci Dünya Savaşı ve
Mirası, Editör Halil Çetin Lokman Erdemir, Cilt 1, Çanakkale Valiliği
Yayınları, İstanbul, 2015, s. 455-456.
[772] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 2680/210’den aktaran
Cemalettin Taşkıran, a.g.e., s. 176.
[773] Halil Aytekin, a.g.e., s. 77.
[774] Ahmet Gazioğlu “Osmanlı’dan Cumhuriyet'e Kıbrıs”, Türkler
Ansiklopedisi, Editör H. Celal Güzel K. Çiçek, s. Koca, Cilt 19, Ankara, Yeni
Türkiye Yayınları, 2002, s. 1497-1498.
[775] Kıbrıs esir kamplarında Türk esirlerinden bazılarının
esaret altındayken kaleme aldığı harp günlüğüdür. Bkz. Nuri Çevikel, a.g.m., s.
85-123.
[776] Hatırat-ı Esaret Ali Kemâl’in haberleşme adreslerinin
sürekli değiştiği görünmektedir. Ali Kemâl’in kamptaki zaman zaman değişen
adresleri şunlardır: Kıbrıs Adası Üsera Karargâhı 2. Tel 5. Baraka Memuru, 2.
Tel 4. Bölük, 2. Telde 12. Baraka Muavini, 2. Tel 5. Bölük 17. Takım, Safer Tel
8. Takım Çavuşu Başçavuş, Safer Tel 8.Takım. Bkz. Nuri Çevikel, a.g.m., s. 93.
[777] Aydın AYHAN, a.g.e., s. 82-83; Halil Aytekin, a.g.e., s.
74; Halil Sadrazam, Kıbrıs’ta Varoluş Mücadelemiz Şehitliklerimiz ve
Anıtlarımız, İstanbul, 1990, s. 203; Hüseyin Metin, a.g.e., s. 239240.
[778] Ulvi Keser, a.g.e., s. 462.
[779] Hüseyin Metin, a.g.e., s. 239-240.
[780] Ahmed Sami, a.g.e., s. 2-3; Halil Aytekin, a.g.e., s. 74.
[781] Ahmed Sami, a.g.e., s. 2; Ulvi Keser, a.g.e., s. 462.
[782] Haşmet M. Gürkan, Tarih İçinde Kıbrıs: Toplu Eserler 4,
Haz. Remzi Yektaoğlu, Galeri Kültür Yayınları, Lefkoşa, 2000, s. 142.
[783] Jeff Ertughrul, “World War I, Turkish Prisoners Held in
Cyprus”, Turcoman International, London, Winter, 1996, s. 7; Halil Sadrazam, a.g.e.,
s. 203; Ulvi Keser, Kıbrıs 1914-1923 Fransız Ermeni Kampları İngiliz Esir
Kampları ve Atatürkçü Kıbrıs Türkü, s. 77.
[784] Nuri Çevikel, a.g.m., s. 85-123.
[785] Halil Aytekin, a.g.e., s. 74.
[786] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13.
[787] Ulvi Keser, “Kıbrıs’ta Çanakkale’nin Bilinmeyen
Kahramanları; Karakol (Caraolos) Esir Kampı ve Türk Savaş Esirleri”, a.g.e., s.
450.
[788] Ulvi Keser, a.g.e., s. 450-451; Kıbrıs Postası, 1-6 Kasım
1986.
[789] Ulvi Keser, Kıbrıs 1914-1923 Fransız Ermeni Kampları
İngiliz Esir Kampları ve Atatürkçü
Kıbrıs
Türkü, s. 78.
[790] a.g.e., s. 78.
[791] a.g.e., s. 79; Halil Aytekin, a.g.e., s. 77.
[792] Ulvi Keser, a.g.e., s. 79.
[793] a.g.e., s. 27.
[794] a.g.e., s. 81.
[795] Haşmet Muzaffer Gürkan, Kıbrıs'ın Sisli Geçmişi, Galeri
Kültür Yayınları, Lefkoşa, 2008, s. 179.
[796] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK. 2680/210.; Kıbrıs Postası,
5 Kasım 1986; Güvenlik Kuvvetleri Dergisi, Lefkoşa, Mart 1998, Sayı 4, s. 14;
Halil Aytekin, a.g.e., s. 74; Halil Sadrazam, a.g.e., s. 203; Ulvi Keser, a.g.e.,
s. 80-81.
[797] Kıbrıs’ta İngiliz esir kamplarından hariç Monarga’da
Fransız yönetiminde Ermeni Lejyonu kampı da kurulmuştu. Kampta Fransız
subaylarca eğitilen Ermenilere askeri eğitimin yanında sabotaj teknikleri,
propaganda ve casusluk konularında da bilgiler verildi. Ayrıca kamptaki Ermeni
ve Araplara milliyetçilik duygusu aşılanarak savaşta Fransızlara rehberlik ve
kılavuzluk edebilmeleri de sağlandı. Ancak Fransızların Ermenilerin yanında
başka milletlere mensup Cezayirli ve Suriyeli Araplar gibi insanları da kullanma
istekleri kampta huzursuzluklara yol açtı. Ermeni terör kamplarının
kurulabilmesi için Kıbrıs’ta bulunan Rum ve Ermeni cemaatini ikna eden ve bu
kampın kuruluşunu adada yaşayan Türklerden gizleyen Fransızlar, bir süre sonra
Kıbrıs İngiliz Yüksek Komiserliği tarafından da istenmemeye başladı. 5 Ağustos
1914’de İngiliz Yüksek Komiseri ve Kıbrıs Genel Komutanı John Eugene Clauson
imzasıyla adada sıkıyönetim ilan edildi. Bu çerçevede adada başka bir ülkeye
ait bir askeri kampın bulunmasını istemeyen İngilizler, adanın güvenliğini
bahane ederek
bu kampın kapatılmasını
gündeme getirdiler. Ermeni terör kampındaki Fransız subayları Ermenilere daha
sıcak ve sempatik yaklaşıyorlardı. Buna karşılık, İngilizler için önemli olan
tek şey kendi güvenlikleriydi. Böyle bir dönemde Ermenilerin Trikomo isimli bir
Rum köyünü basıp soymaya çalışmaları ve Kraliyet Muhafız Alayından bir İngiliz
askerin Ermeniler tarafından öldürülmesi adadaki gerginliğin bir anda artmasına
sebep oldu. Kampın kuruluş aşamasında İngiliz Genel Valisi John Clauson’un
Fransız yetkili Albay Louis Romieu’dan Ermenilerin kamp dışına çıkmalarının
yasaklanması ve civar köylerde bulunan Rumlar ve Türklerle herhangi bir
irtibatlarının olmaması konusundaki isteği zaman içinde göz ardı edilince
Ermenilerin sebep olduğu taşkınlıklar adada yayılmaya başladı. Kampta bulunan
Ermeniler adadaki Ermeni azınlığa her zaman yardım edip dostluk elini uzatmış
Türk köylerine de saldırmaları, özellikle Karpaz bölgesindeki Türklerin güvenli
bir şekilde Mağusa’'ya gidip gelememeleri, ayrıca bir seferinde Rum ahalinin
Ermenilere yardım ederken Türk esir kampını taşa tutmaları İngilizlerin sabrını
taşıran olaylar oldu. Özellikle İngiliz esir kampı civarında bu tür olayların
yaşanması İngiliz Yüksek Komiseri ve Kıbrıs Genel Komutanı John Eugene
Clausonun bir bildiri yayımlayarak adada özel yetkilerle donatılmış başka bir
ülkeye ait bir askeri kamp bulunmasına karşı çıktılar. Ayrıca Kıbrıs'ta kanuni
tek yetkilinin valilik makamının olduğunu, Ermeni askeri kamp yetkilileri de
dâhil olmak üzere bütün adada her türlü deniz ulaşım araçlarının uygun
görünmeyen kişi veya kuruluşlara devredilmesinin yasaklandığını, sıkıyönetim
uygulamasına aykırı hareket edenlerin hapse atılacağını, bu uygulamanın savaş
boyunca yürürlükte kalacağını, Kıbrıs’a getirilecek askeri amaçlı her türlü
malzemenin de valilik bilgisi dâhilinde getirileceğini ilan ettiler.
İngilizlerin başka bir ülkeye ait bir kampı adada istemesinin yanı sıra kampın
kapanmasında başka gelişmeler de etkili oldu. Öncelikle Fransa’mım dünyanın
değişik yerlerinden Ermeni gençlerini Kıbrıs’taki bu kampta toplaması
Amerika’yı da rahatsız etti. Amerikan Hükümeti Osmanlı Devleti ile savaş
halinde olmadığını açıklayarak Amerikan vatandaşı Ermenilerin Türklere karşı
savaşması için Kıbrıs’a gönderilmesine müsaade etmedi. Brezilya ve
Arjantin’deki Ermeni gençlerinin kampa getirilememesi, Ermeni gençlerin Türk
savaş esirlerinin kamptan kaçmalarına yardım etmesi ve bu durumun kampta
bulunanlar üzerinde olumsuz etki yapması gibi pek çok sebep kampı kapanma
noktasına getirdi. 20 Ekim 1921 tarihli Ankara Antlaşması imzalanması da gerek
gösterilerek Ermeni kampı kapatıldı ve tüm mallarına İngiliz Esir Kampı
Komutanı Yarbay Mothelwell el koydu. Bkz. The Cyprus Gazette, 2 Temmuz .1915,
Sayı 9020, Karar No 13067, Lefkoşa; Ali Nesim, “İmam Mustafa Nuri Efendi, Yeni
Kıbrıs, Lefkoşa, Nisan 1990, s. 28; Justin McCarty, Ölüm ve Sürgün, İnkılâp
Yayınevi, İstanbul, 1998, s. 236; Ulvi Keser, a.g.e., s. 91-92: Halil Aytekin,
“Kıbrıs Ermeni Askeri Kampları”, Kıbrıs’ın Dünü Bugünü, Ankara, 1993, s.
309-315. 740 Halil Aytekin, Kıbrıs’ta Monarga (Boğaztepe) Ermeni
Lejyonu Kampı, s. 85; Ulvi Keser, a.g.e., s. 82-83; Halil Aytekin, “Kıbrıs
Ermeni Askeri Kampları”, a.g.e., s. 309.
[799] Halil Aytekin, a.g.m., s. 314-315; Ulvi Keser, a.g.e., s.
84.
[800] Cemalettin Taşkıran, a.g.e., s. 42.
[801] Statistics of the Military Effort of The British Empire
during the Great war 1914-1920, His Majesty’s Stationery Office, London, 1922,
s. 633.
[802] Rahmi Apak, a.g.e., s. 177.
[803] Rapport : Sur Leurs Visites aux Prisonniers de Guerre en
Grece a Salonique en Macedoine et en Serbie : Documents publies A L'occasion de
la Guerre 1914-1919, Haz. Paul Schazmann, Dr Roger Steinmetz, Comite International
De La Croix-Rouge, Geneve, C G1 A 19- 01.29, 1920, s. 11, 21.
[804] a.g.e., s. 41.
[805] Statistics of the Military Effort of The British Empire
during the Great War 1914-1920, s. 630-631.
[806] Güvenlik Kuvvetleri Dergisi, Lefkoşe, Mart 1990, Sayı 10,
s. 21; İngiliz Esir Kamp Komutanlığının Magusa Polis Karakoluna bazı esirlerin
başka kamplara nakilleri hakkında gönderdiği Mart 1919 tarih ve 3947/2 sayılı
yazısı hakkında bkz. Ulvi Keser, a.g.e., s. 86.
[807] Yurtdışı Şehitlikler, Haz. Hülya Yarar, Cengiz Eroğlu,
Musa Türker, Ankara, Millî Savunma Bakanlığı, 1999, s. 112-115.
[808] Doğumunun 100. Yılında Atatürk’ün Silah Arkadaşları:
Yaşayan Çanakkaleli Muharipler, s. 15.
[809] a.g.e., s. 39-41.
[810] Mehmet Nuri, a.g.m., s. 68-72.
[811] Belge el yazısı ile yazıldığı ve silik olduğu için (?) ile
gösterilen yerler okunamadı. Bkz. “İngiliz Selanik Kuvvetleri Savaş Günlüğü,
Cilt 1, Savaş Esirleri Kampı”, TNA, WO., 95/4945.
[812] Rapport: Sur Leurs Visites aux Prisonniers de Guerre en
Grece a Salonique en Macedoine et en Serbie : Documents publies A L'occasion de
la Guerre 1914-1919, s. 38-40.
[813] a.g.e., s. 38-39.
[814] a.g.e., s. 39-40.
[815] Mehmet Nuri, a.g.m., s. 71-72.
[816] Rapport: Sur Leurs Visites aux Prisonniers de Guerre en
Grece a Salonique en Macedoine et en Serbie : Documents publies A L'occasion de
la Guerre 1914-1919, s. 40-41.
[817] a.g.e., s. 41.
[818] a.g.e., s. 57-58.
[819] İngilizlerin Malta Adası’na sürgüne ve esarete gönderdiği
Osmanlı esirlerinin toplam sayısı 146'dır. Bu sayıya Millî Mücadele sırasında
tutuklanarak Malta’ya sürülenler de dâhildir. Bkz. Cemal Kutay, Siyasi
Mahkûmlar Adası: Malta, İstanbul, Tarih Yayınları, 1963, s. 107.
[820] Bilal N. Şimşir, Malta Sürgünleri, İstanbul, Bilgi
Yayınevi, 1976, s. 20-26.
[821] Türk Kızılayı Arşivi, 921/9.
[822] Cemal Kutay, a.g.e., s. 95.
[823] BOA, HR. SYS., 2204/25; BOA, HR. SYS., 2195/12.
[824] BOA, HR. HMŞ. İŞO., 43/11.
[825] BOA, HR. SYS. İŞO., 2194/1.
[826] BOA, HR. SYS., 2158/4.
[827] BOA, HR. SYS., 2234/5.
[828] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 1819/383.
[829] Türkiye Büyük Millet Meclisi Zabıt Ceridesi, Devre 1, Cilt
20, İçtima Senesi 3, 6 Haziran 1338 (1922), s. 265.
[830] Ekmel Molla, “İngilizlerin İdama Mahkûm Ettiği Türk
Ajanı”, Türk Dünyası, 1 Ağustos 1950, Sayı 8, s. 337-339. .
[831] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 2494/19
[832] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13.
[833] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 313/1269.
[834] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 1742/100.
[835] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 313/1269.
[836] Türk Kızılayı Arşivi, 778/183.
[837] Türk Kızılayı Arşivi, 778/76.
[838] Türk Kızılayı Arşivi, 778/73.
[839] Türk Kızılayı Arşivi, 951/ 106, 107; Ayrıca Cemiyet
değişik sebeplerden dolayı Malta’da tutulan ve ihtiyaç sahiplerine verilmek
üzere kişilere her ay düzenli olarak 20 İngiliz liralık bir çek göndermiştir.
Bkz. “Osmanlı-Fransız-İngiliz Esirlerinin Mübadelesi”, Hilal-ı Ahmer Mecmuası,
15 Teşrinisani 1921, Sayı 3, s. 82.
[840] Türk Kızılayı Arşivi, 1156/6.
[841] TNA, FO., 383/88.
[842] BOA, HR. SYS., 2189/3; HR. SYS., 2198/3.
[843] BOA, HR. SYS., 2198/25.
[844] BOA, HR. SYS., 2201/51.
[845] TNA, FO., 383/458;BOA, HR. SYS., 2201/51.
[846] TNA, FO., 383/458; BOA, HR. SYS., 2201/51.
[847] TNA, FO., 383/458; BOA, HR. SYS., 2201/51.
[848] TNA, FO., 383/458; BOA, HR. SYS., 2201/51.
[849] TNA, FO., 383/458; BOA, HR. SYS., 2201/51.
[850] TNA, FO., 383/458; BOA, HR. SYS., 2201/51.
[851] TNA, FO., 383/223; BOA, HR. SYS., 2196/13; HR. SYS.,
2201/51; HR. SYS., 2202/60; HR. SYS., 2214/1.
[852] BOA, HR. SYS., 2196/13.
[853] BOA, HR. SYS., 2196/13.
[854] BOA, HR. SYS., 2196/13.
[855] BOA, HR. SYS., 2196/13.
[856] BOA, HR. SYS., 2196/13.
[857] BOA, HR. SYS., 2196/13.
[858] BOA, HR. SYS., 2196/13.
[859] Cemal Kutay, a.g.e., s. 8, 16.
[860] a.g.e., s. 18.
[861] a.g.e., s. 10.
[862] Cemal Kutay, Birinci Dünya Harbinde Teşkilat-ı Mahsusa ve
Hayber’de Türk Cengi, s. 162163.
[863] Rahmi Apak, a.g.e., s. 184.
[864] Rahmi Apak, a.g.e., s. 160-163, 177.
[865] a.g.e., s. 182.
[866] Süleyman Yatak, “Fahrettin Paşa Maddesi”, İslam
Ansiklopedisi, Cilt 12, Türk Diyanet Vakfı, İstanbul, 1995, s. 88; Cemal Kutay,
Siyasi Mahkûmlar Adası Malta, s. 195-196.
[867] İsmail Bilgin, a.g.e., s. 12-15.
[868] a.g.e., s. 12-15, 20-21
[869] a.g.e., s. 12-15,22-32, 295-297.
[870] Ali İhsan Sabis, Harp Hatıralarım: Birinci Dünya Harbi,
Cilt 4, İstanbul, Nehir Yayınları, 1991, s. 6.
[871] a.g.e., s. 338-341.
[872] TNA, FO., 383/339; FO., 383/345.
[873] TNA, FO., 383/232.
[874] BOA, HR. SYS., 2197/55.
[875] BOA, HR. SYS., 2978/27.
[876] BOA, HR. SYS., 2196/33.
[877] BOA, HR. SYS., 2205/33.
[878] Ali Özuyar, “Knockaloe Esir Kampı; Uzaklarda Bir Türk
şehitliği”, Popüler Tarih, Sayı 50, s. 4041, Ekim 2004, s. 40.
[879] Margery West, Island at War: The Remarkable Role Played by
the Small Manx Nation in the Great War 1914-1918, Laxey, Western Book, 1986, s.
106-107.
[880] BOA, HR. SYS., 2214/3.
[881] BOA, HR. SYS., 2203/16.
[882] BOA, HR. SYS., 2204/78; HR. SYS., 2203/48.
[883] BOA, HR. SYS., 2205/6.
[884] BOA, HR. SYS., 2189/5.
[885] Ali Özuyar, a.g.m., s. 40.
[886] BOA, HR. SYS., 2214/1.
[887] BOA, HR. SYS., 2195/51.
[888] BOA, HR. SYS., 2189/8; HR. SYS., 2209/15.
[889] BOA, HR. SYS., 2189/8; DH.EU. 5. ŞB., 55/22.
[890] BOA, HR. SYS., 2214/3.
[891] BOA, HR. SYS., 2203/16.
[892] BOA, HR. SYS., 2189/8.
[893] BOA, HR. SYS., 2189/8.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar