Eyüp Sabri Paşa...Tarih-i Vehhabiyan’dan
3.1.1.
Tarih-i Vehhabiyan’da
Vehhabilerin Taif Şehrini Ele Geçirmesi
Eyüp Sabri Paşa, Vehhabi sorununu Şerif Galib ve
Vehhabi mücadelesinden aldığı meseleyi "Istılay'ı Düşman-ı Haif Ber
Kala’i Taif”[1]
başlığı altında Vehhabiler’in Taif şehrini ele geçirmesi konusuna getirmiştir.
Burada konuyu Taif şehrini ele geçiren Vehhabi
liderlerinden olan Osman El Mazayiki’nin kim olduğu hakkında bilgi vererek açan
Eyüp Sabri Paşa, Osman el Mezayiki için: “Diyanet-i Vehhabiyye tarafdarı bir
şakidir”[2] ifadesini
kullanmıştır.
Daha sonra Şerif Galib’in Vehhabiler karşısında
tutunamayıp Taif şehrini terk etmesini anlatan Eyüp Sabri Paşa Taif Halkı’nın
Vehhabi kuvvetlerine ilk başlarda direndiği fakat daha sonrasında Taiflilerin
bir elçi gönderip teslim olmayı kabul ettiği, gönderilen elçinin ise bozguna
uğrayan Vehhabi kuvvetleri hakkında Taif halkına herhangi bir bilgi vermeyip
teslim olmalarına sebep olduğunu hikayeleştirilmiş bir biçimde anlatmıştır. [3]
Olayların devamında ise Vehhabilerin Taife girerek
katliamda bulunmasını ve beşikteki çocuklara kadar insanların kadın erkek
demeden öldürüldüğü hususunda bilgiler aktaran Eyüp Sabri Paşa, Taiflilerin
mallarının yağmalandığı, cesetlerinin gömülmesine dahi izin verilmediği
konularını hikaye biçiminde anlatmaya devam etmiştir. [4]
Bu
kısımda Eyüp Sabri Paşa’nın verdiği şu bilgiler ise dikkat çekicidir:
“Zemin’i hunin-i Taif bir
dereceye vardı ki, kutüb’i celile-i nefise evrakı parçalarından basılacak yer
bulunmak mümkün değildi. İbn Şekban, Mesahif’i Şerifey-e riayet edilerek
kutüb’i nefise-i saire gibi parçalanmamasına dair bir tenbihname neşretti ise
de Bedevi Arapların’da ale’l husus Vehhabi haşerelerinde, Mushaf’ı Şerif-i
kutüb’i mütennevvia’i sairden fark ve temyize iktidar olmadığından ele
geçirdikleri Mesahif’i Şerife-i Nefisenin cümlesini parçalayup endahte’i
zemin-i hakaret eylediklerinden koca Taif belde ’i muazzamasında yalnız üç kıt
’a Mushaf’ı Şerifle bir kıt ’a Buhari nusha’i nefisesi kalmış idi. ”[5]
Şeklinde
yaşandığını iddia ettiği olayda Vehhabilerin Taif’te bulunan kitapları
parçaladıkları hatta bunların içerisinde Kuran-ı Kerim’lerinde parçalandığı,
İbn Şekban’ın her ne kadar Kuran-ı Kerim’lere dikkat edilmesi noktasında bir
emir verdiyse de Vehhabilerin Kuran-ı Kerim’i diğer kitaplardan ayıracak
kabiliyetlerinin olmadığını iddia etmiştir.
Bu kısımdan sonra “Mucize-i Celile”[6] başlığı açan Eyüp Sabri
Paşa,ilk olarak Kuran-ı Kerimlerin yırtılması meselesinde, olağanüstü bir
olaydan bahsederek hiçbir Kuran sayfasının yere düşmediğini iddia etmiştir.
Ardından ise sahabeden Abdullah bin Abbas’ın
türbesinin Vehhabiler tarafından saldırıya uğradığını, meftunun naşının
kabirden çıkarılıp yakılmak istenildiğini, fakat kabrin örtüsü kaldırıldığında
ortaya yayılan güzel kokudan dolayı bundan vazgeçildiğini anlatmıştır. Daha
sonra ise kabrin barutla havaya uçurulmaya çalışıldığı fakat barutun ateş
almaması sebebiyle başarılı olunamadığını anlatmıştır. [7]
Bu kısımda son olarak Vehhabilerin evliya kabirlerini
kazmaya yeltendiğini fakat evliyaların bir kerameti olarak hiçbir kabri
kazmakta başarılı olamadıkları bilgisini veren Eyüp Sabri Paşa, sadece kabir
kubbelerinin tahrif edildiği üzerinde durmuştur. [8]
Eyüp
Sabri Paşa’nın burada gösterdiği yaklaşım tarzında karşımıza ilk önce
olağanüstü olaylar çıkmaktadır. Eyüp Sabri Paşa’nın buradan başlayarak
ilerleyen sayfalarda da aralıklarla bahsettiği mucize türünden meselelerle
ilgili böyle bir yaklaşım sergilemesinin en temel sebebi, Türklerin tarih boyu
var olan İslam inancı ve tasavvufi yaklaşımın etkisi çok kuvvetlidir demek
mümkündür. Daha Anadolu’ya gelinen ilk günlerden Eyüp Sabri Paşa’nın yaşadığı
döneme kadar, ağırlığı olan evliya kerametleri, evliya kabirlerine hürmet
edilmesi ve evliyalık gibi bir makam zaten söz konusu olmuştur.[9]
Ayrıca kendi İslam’i yaşam ve inanışlarının bidat
bulaşmış olduğunu iddia eden Vehhabilere karşı ortaya koyduğu yaklaşımın bir
başka çerçevesi ise olağanüstü olaylara atıflar yaparak İslam’ın ana
kaynaklarında geçen meselelerden ilham alıp[10] karşı
tarafın argüman ve anlayışını çürütme mantığı gütmüş olması muhtemeldir.
3.1.2. Tarih-i Vehhabiyan’da
Vehhabilerin Mekke Şehrini Ele Geçirmesi
Eyüp Sabri Paşa, Taif’te yaşanan hadiseleri anlattıktan
sonra “İstilay-ı Ada’yı Bed- lika Ber Belde-i Cenab-ı Kibriya” [11] başlığı altında Vehhabiler’in Mekke şehrini ele
geçirmesi sürecini kronolojik bir silsilede anlatmaya başlamıştır. Bu kısımda
Eyüp Sabri Paşa’nın tarih olarak verdiği H. 1212 (M. 1802-1803) tarihleri
kaynakların neredeyse tamamının üzerinde ittifak ettiği tarihlerdir. Bu
tarihlerden sonra Taif, Mekke ve Medine şehirleri Vehhabilerin eline geçtiği
bilinmektedir.
Bu kısımda yaşanan siyasi ve askeri süreci
hikayeleştirerek anlatan Eyüp Sabri Paşa, ilk bölümde değinmediği bazı
hususları satır aralarında değinmiştir. Bunlardan birisi Vehhabi inancına dair
verdiği bilgilerdir.
Eyüp
Sabri Paşa Vehhabilerin itikadı hakkında Mekke işgalini anlatmadan hemen önce
şu bilgileri vermektedir:
“Çünkü Vehhabiler ’in itikadına göre Harameyn ahalisi min
dünillahi Teala kıbab-ı etraba ibadet etmekde olduklarından, eğer türbelerin
kubbeleri yıkılup divarları kaldırılur ise, ahalinin daire-i şirk ve küfürden
çıkup Mevlay-ı Müteal Hazretlerine ibadet etmeleri melhuz imiş. Hatta imamları
Abdülvehhab oğlunun zum-i fasidince beş yüz sene-i hicriyesinden sonra vefat
edenler halet-i şirk ve küfür üzere irtihal etmiş ve Ahkam-ı Celile’i Din-i
İslam, min kıbeli’r Rahman ol hain-i bi-dine ilham edilmiş olduğundan Vehhabilik
diyanet-i fasidesi zuhurundan sonra vefat edenlerin beş yüz sene-i
hicriyesinden beri rıhlet etmiş olanların yanlarına defnedilmeleri gayr-i caiz
olduğuna ve fakat kubur-i müşrikine yakın yerlere cenaze defnedilmekde beis
olmadığına itikat ederlerdi. ”[12]
Vehhabilerin
itikat ve inançları ile alakalı daha önce bu denli bir bilgi vermeyen Eyüp
Sabri Paşa, bu kısımda Vehhabilerin, kubbe, türbe karşıtlıkları ve tekfirci
yaklaşımlarını ele almıştır. Burada bu konuyu ele alırken kendiside en az
Vehhabiler kadar tekfirci bir üslup kullanarak yer yer Abdülvehhab’tan
bahsederken, o dinsize ilham edilmiş olduğundan gibi bir ifade tarzına
rastlanmaktadır.
Burada
bir başka husus ise Taifin ve Mekke’nin Vehhabiler tarafından ele geçirildiği
dönemde Muhammed b. Abdülvehhab’ın hayatta olmadığı konusunda herhangi bir
bilgi verilmemiş olmasıdır.
Bu
kısımdan sonra Şerif Galib ve Vehhabiler arasında geçen mücadeleyi anlatmaya
devam eden Eyüp Sabri Paşa, Vehabilerin ksıa bir süre için Mekke’yi ele
geçirmesini,Şerif Galib’in şehri kurtarmasını anlattıktan sonra, Mekke’nin
tekrar Vehhabi kuşatması altına alınması meselesini işlemiştir.
Burada
Mekke kuşatması sırasında yaşanan kıtlık hususunda bilgiler vermiştir. Eyüp
Sabri Paşa, ekmeğin kıyyesibeş riyale, Mekke’de liranın yüz kuruş hesabıyla 28
kuruşa alınıp verildiği ve yağın yüz kırk dirheminin iki riyale çıktığı halde
satacak esnaf bulunmadığı bilgilerini vermiştir.[13]
Ahalinin
ot yemeye başlaması üzerine anlaşma yapılarak şehrin Vehhabiler’e teslim
edildiğini söyleyen Eyüp Sabri Paşa, burada Şerif Galib’in şehrin terk edilmesi
sonrası tutumuyla alakalı şu bilgileri vermiştir:
“Şerif Galib ise merkez-i Saltanatdan imdat
gönderilmediğine muğber olduğundan İklim-i Mesud-i Hcaz ’m Vehhabiler eline
geçmesine ve Harameyn ahalisinin kaydı esaret-i eşkiyaya düşmesine sebep,
vükelay’ı devletin ihmalidir ’ neşriyatiyle... ”[14]
Osmanlı
Devleti’nin Taif ve Mekke ele geçirildiği süreçteki tepkisi ile alakalı buraya
kadar değinmeyen Eyüp Sabri Paşa, bu kısımda Şerif Galib’in söylediklerini
aktarmak sureti ile meseleye değinmiştir. Bu kısımda Osmanlı Devleti’nin tavrı
ile alakalı herhangi bir meseleye değinmese de ilerleyen sayfalarda bu konuyu
detaylıca ele almıştır.
Mekke’nin Vehhabilerin eline geçmesinden sonra
yaşananlarla alakalı kısa kısa malumatlar veren Eyüp Sabri Paşa, “Garibe”
başlığı altında kendi zaviyesinden hayret verici bir olayı hikaye şeklinde
anlatmıştır. Burada hikayenin tamamını aktarmamakla birlikte hikayede geçen ana
tartışma konusunun Hz. Peygamber’in kabrinde diri mi olduğu yoksa ölü mü olduğu
çerçevesindedir? Vehhabilerin Mekke alimlerinden birisi ile gerçekleştirdiği bu
tartışmanın neticesi yine Eyüp Sabri Paşa’nın anlatımı ile olağanüstü bir
olayla son bulmuştur.[15]
3.1.3. Tarih-i Vehhabiyan’da
Vehhabilerin Medine Şehrini Ele Geçirmesi
Daha
öncesinde de belirtildiği üzere Eyüp Sabri Paşa, kronolojik bir sıra ile Hicaz
bölgesinde Vehhabilerin yaptığı icraatları anlatmaya devam etmiştir. Mekke’nin
Vehhabilerin eline geçmesinden sonra ise “İstilay-ı Vehhab-i Bed Kirdar Ber
Belde’i Resul-i Settar” [16] başlığı altında Vehhabilerin Medine şehrini ele
geçirmesini konu olarak ele almıştır.
Bu
kısma kadar Eyüp Sabri Paşa olay örgüsünün içerisinde hikayelerle aktardığı
meseleleri bu kısımdan sonra farklı bir metotla ele almış, Vehhabilerin Medine
halkı ile yazıştıkları mektup suretlerini tam metni ile birlikte paylaşarak
belge kullanma yöntemini seçmiştir. Fakat bu mektup suretlerini nereden elde
ettiğine dair herhangi bir bilgi vermemiştir.
Eyüp
Sabri Paşa, Vehhabi lideri Suud’un Medine halkına yazdığı ilk mektubun hem
Arapçasını paylaşmış hem de tercümesini paylaşmıştır. Bu mektupta Medine
halkına teslim olup, İslam dinine girmelerini isteyen Suud, mektubun sonunu şu
şekilde bitirdiğini aktarmıştır;
“Eğer Din-i İslam davetine icabet eder iseniz, cemi’i
teaddi ve Allah’ın hıfz-u emanında ve benim zimmet ve himayemde olursunuz. ”[17]
Medine
ahalisinin mektuba cevap vermediği, bunun üzerine Vehahbiler’in önce Yenbe’ul
Bahr bölgesini ele geçirdiğini, akabinde ise Medine’ye yöneldiklerini fakat Hac
Emiri Abdullah Azm Paşa’nın Medine’ye saldıran Vehhabileri bozguna uğrattığı ve
iki yüz kadar Vehhabiyi öldürdüğü bilgilerini aktarmaktadır.[18]
Eyüp
Sabri Paşa, Vehhabilerin, Şam kafilesi çekildikten sonra Medine’yi kuşatma
altına alması sonucunda ahalinin ikmal desteğini kesilmesi ve Şam kuvvetlerinin
yeterli sayıda asker temin edemediği için yardıma gelememesi sebebiyle
Medine’nin teslim olduğunu belirtir. Burada Eyüp Sabri Paşa, Medine ahalisinin
yazdığı mektubu bir önceki mektup gibi önce Arapça suretini ardından ise
tercümesini aktartmıştır. Bu bölümde yine aralıklarla Eyüp Sabri Paşa
olağanüstü olaylara değinmeyi ihmal etmemiştir.
Medine
ahalisine Suud’un verdiği cevabı aktaran Eyüp Sabri Paşa bu kısımda Suud’un
Medinelilerden isteklerini 9 madde olmak üzeretek tek sıralamıştır. [19]
Bu maddelerden bazıları şunlardır:
“Madde 1- Vacib Teala
Hazretleri’ne Vehhabilerin ayin ve itikadı üzere itaat ve ibadet edilmek.
Madde 2- Risaletmeab
Hazretleri’nin nübüvvetini bit tasdik Vehhabi Mezhebi İmamı’nın tayin ve tahdid
eylediği vechile hürmet ve riayet edilmek.
Madde 3- Gerek Medine-i Münevvere
dahilinde gerek etraf ve civarında ne kadar türbe-i şerife var ise kubbeli
olsun kubbesiz bulunsun, yıkılıp adı mezar gibi bırakılmamak... ”[20] [21]
Bu
maddeleri sıraladıktan sonra Eyüp Sabri Paşa, Medine halkının psikolojik durumu
ile alakalı da bilgi vermiş ve bu kısımda Medinelilerin durumunu anlatırken
Osmanlı Devleti ile alakalı sitemkar ifadeler kullanmıştır.
“Biçare ahali... ‘Merkez-i Hılafet-i
İslamiyye ’den elbette asakir gönderilür ’ diye üç sene müddet Vehhabiler ’in
taht-ı esaretinde kalup her dürlü zulmü teaddi ve hakarete sinekeş-i tahammül
olarak ses çıkarmadılar ise de bu müddet zarfında Dersaadet’den asker değil,
tesliyetamiz bir haber bile alamamış olduklarından. ”331
Burada
devletin ihmali ile alakalı konuya değinen Eyüp Sabri Paşa, Medine ahalisinin
kendi aralarından seçtikleri mebusları gizlice İstanbul’a gönderme kararı
aldıklarını söyleyerek seçilen mebusların isimlerini de tek tek saymıştır.
İstanbul’a gelen temsilcilerin durumu Osmanlı Devlet adamlarına tek tek
aktardığını, lakin Osmanlı Devlet adamlarının durumu incelemek için memur
göndeririz veya valilere emirler yazarız açıklamaları ile meseleyi başlarından
savuşturduklarını anlatmıştır. Bu durumdan ötürü gelen temsilcilerin büyük bir
hayal kırıklığı yaşadığını da vurgulamıştır. [22]
Eyüp
Sabri Paşa, bu bilgileri aktarmakla beraber yapılan çalışmalarda görüldüğü
üzere Vehhabiler’in Kerbela baskınından sonra Osmanlı Devleti’nin konuya olan
ilgisinin arttığını ve sorunun çözümü için yollar aradığı bilinmektedir.
Özellikle de Mekke ve Medine’nin Vehhabilerin eline geçmesinden sonra konu ile
alakalı devletin önem gösterdiği, bölge valileri ile meseleyi çözmeye çalıştığı
bilinmektedir.
İstanbul’dan
yardımın gelmemesi üzerine Medine ahalisinin Suud’a arzu hal yazdığını bu
arzuhale Suud b. Abdülaziz’in güvenmediğini, bu sebepten ötürü Abdülaziz b.
Suud’un bedevi kabilelerinin liderlerine emirler gönderdiği bu emirlerin
sonunda ise:
“İmamü’d Deriyyet’il Mecdiyye ve ’l ahkamüd davet’il
Necdiyye ”[23]
İmzasını
kullanmak sureti ile Abdülaziz b. Suud’un kendisini “Kıta-i Necdiyye
Padişahı”[24]
olarak takdim ettiği konusu üzerine durmuştur.
Burada
ayrıca Eyüp Sabri Paşa, Yemen bölgesini hakimiyet altına almak için
Vehhabilerin gönderdiği davet mektuplarından bahsetmiş, bu mektuplara Yemen
Kadısının Vehhabiler’i tekfir ederek cevap vermesini büyük bir övünçle
aktarmıştır.[25]
Vehhabiler’in
Medine’de kabir ve kubbeleri yıkma meselesi, ardından da Vehhabiler’in Suud b.
Abdülaziz ile birlikte Mekke’ye gidip Hac yaptıklarını bu sırada Şam’dan gelen
kafilelerin hac yapmaları için Mekke’ye girmelerine müsaade edilmediğini
aktardıktan sonra Suud b Abdülaziz’in bölgenin ileri gelenleri ile yaptığı bir
toplantıda söylediği şu sözleri de aktarmıştır
“Padişah-ı Ali Osman Sultan Selim Han Hazretlerine bir
name-i mahsus yazdım ve bu namede kubur üzerine kubbe ve bina inşasının ve
zebh-i karabin ile ashab-ı kubura tevessül edilmesinin men-i vuku’unu tavsiye
ve beyan ettim. Müşarünileyhe verilmek üzere bu nameyi size vereceğim”[26]
Dediğini
aktarmış fakat burada mektubun aslı ile alakalı herhangi bir konuya temas
etmemiştir.
Şam
kafilesinin Mekke ve Medine’ye girmelerinin engellenmesi üzerine Medine Müftüsü
ve Kethuda Yusuf Ağa arasında geçen tartışmayı aktarmış. Bu tartışmada
Medinelilerin ifadelerinden anlaşıldığı üzere ahalinin Osmanlı idaresinden
yardım beklediği ve bu yardımın İstanbul’dan yola çıkmasının haberinin
duyulması bile yeterli olacağı, beş-altı yüz kadar asker gönderilirse
Bedevilerin ayaklanacağı ve böylelikle Vehhabi meselesinin kapanacağına dair
bir inanç olduğu görülmektedir. [27]
Fakat
bu kısımda Eyüp Sabri Paşa, olayların gerçekten bu kadar kolay bir şekilde
çözülüp çözülmeyeceğine dair herhangi bir tartışmaya girmemiştir. İlerleyen
süreçte Kavalalı Mehmet Ali Paşa kuvvetlerinin, yukarıda belirtilen
miktarlardan daha fazla askerle meseleye müdahale etmesine rağmen uzun süren
çatışmalar olduğu noktasında bu kısımda herhangi bir konuyu ele almazken
ilerleyen sayfalarda Mehmet Ali Paşa ve Vehhabiler arasındaki zorlu mücadele
teferruatı ile işlenmiştir.
Şam
kafilesinin Medine’den ayrılması üzerine şehirde yaşanan bir gerginlik
neticesinde Suud b. Abdülaziz’in Medine kapılarını kapattırdığı, Medine’de
yıkılmamış kubbeleri de yıktırdığı ve Hz. Peygamber’in kabrinin yağmalanması
emrini verdiği bilgilerini aktardıktan sonra Harameyn minberlerinde okunan
Osmanlı sultanının isimlerinin okunmasının yasaklandığını anlatmıştır.[28]
[29]
Ayrıca
bu noktada Eyüp Sabri Paşa, Suud b. Abdülaziz’in bir konuşmasını aktarıp bu
konuşma üzerinden Vehhabilik hareketinin sadece bir mezhep iddiası olmadığını,
aynı zamanda yeni bir din ortaya koyma davası olduğunu iddia etmiştir. Bu
hususta Eyüp Sabri Paşa iddialarını şu şekilde anlatmıştır;
“Suud’i Bedbudun bu nutkundan anlaşılır ki Vehhabiler’in
iddiası yalnız mezheb davası olmayup diyanet davası idi. Suud gerçi Abdülvehhab
oğlu’nun mezhebiyle amil olmak üzere meydana çıkmış ise de fikr-i vicdanı başka
bir din meydana koymak iken... ”334
Eyüp
Sabri Paşa’nın Şam kafilesi olaylarını anlatmaya başlarken verdiği tarih hicri
1222 senesinin Zilkade ayıdır. [30]Miladi
olarak bu tarih 1807-1808 Aralık/Ocak ayına denk gelmektedir. Vehhabilerin
Medine’yi ele geçirdiği tarih 1805 yılıdır, Hz. Peygamber’in kabrinin
yağmalandığı tarihin 1807-1808 mi yoksa 1805 mi olduğu burada soru işareti olan
konulardan birisidir.
Eyüp
Sabri Paşa, Şam kafilesi hadiselerini anlattıktan sonra yine “Mucize-i Celile”
başlığı altında olağanüstü olaylardan bahsetmiştir. Burada bahsettiği
olağanüstü olayın içeriğinde ise Hz. Peygamber’in kabrini yağmalamaya çalışan
üç Vehhabi’nin aynı anda ölmesini anlatmış bundan sonra bir başlık daha açarak
yine olağanüstü bir şekilde Medine ahalisine erzak yardımı ulaştığı bilgilerini
vermiştir. [31]
Burada
haccın artık mümkün olmadığı bilgilerini veren Eyüp Sabri Paşa, Osmanlı
Devleti’nin gönderdiği “Emr-i âli” ile Mehmet Ali Paşa’nın H. 1224 Senesinde
(M. 18091810) Vehhabilerin elinden Hicaz bölgesini kurtarmak için hazırlık
yapmaya başladığı bilgisini vermiştir.[32]
Eyüp
Sabri Paşa, Mehmet Ali Paşa’nın savaş hazırlıklarına başlaması ile alakalı
hususu aktarırken Eyüp Sabri Paşa şu ifadeleri kullanmıştır;
“Harameyn-i Muhteremeyn saha-i fuzuyat mesahasını
vücud-i şekavet alud-i Havaric’den tathir ve tanzife şitab eddiler. ”[33]
Eyüp
Sabri Paşa, bu kısımda ilk defa kendi ifadeleri ile Vehhabi meselesini
anlatırken Havaric yani Hariciler ifadesini kullanmıştır.
Bu
noktadan sonra da Eyüp Sabri Paşa, Osmanlı Devleti’nin Vehhabi meselesi
karşısında niçin aciz kaldığı hususunu tartışmaya başlamıştır. Eyüp Sabri Paşa,
bu meseleye Osmanlı sultanlarının devletin kurulduğu ilk günlerden beri gaza ve
cihadı en önemli işleri kabul ettiğini, bu yüzden de dini işlerin icraatlarının
tesis edilmesinin en önde gelen işlerden kabul edildiğini, bundan dolayı da
Osmanlı sultanlarının Hadimü’l-Harameyn’il Muhteremeyn unvanını aldıklarını
belirtmiştir. Eyüp Sabri Paşa’ya göre böyle bir unvan ve hizmeti temel umdesi
kabul etmiş bir devletin yönetiminde hac ibadetinin yapılamaması kabul
edilebilecek bir iş olmamakla beraber dönemin şartları açısından Vehhabilerin
üzerine asker gönderilememesinin en önemli sebebi, bu meselenin devletin en
buhranlı günlerine denk gelmiş olmasıdır.[34]
Eyüp
Sabri Paşa, Vehhabi meselesini devletin en buhranlı dönemlerine denk geldiğini
söyledikten sonra bu buhranları teker teker izah etmiştir.
Vehhabilerin,
Sultan I. Abdulhamit’in cülus günlerinde ortaya çıktığını söyleyen Eyüp Sabri
Paşa, o dönemde Osmanlı Orduları ile Rus Ordularının savaştığını ve bu savaş
neticesinde Küçük Kaynarca anlaşmasının yapıldığını, birçok Osmanlı toprağının
ezeli düşmanın elinde kaldığını söylemiştir.[35]
Ardından
Akka kalesine ve Berr’üş Şam’a saldırılar gerçekleştirildiği bunun yanında Mora
ve Arnavutluk’un devlete baş kaldırdığı bilgilerini aktarmıştır. Özi kalesinin
elden gitmesi, Yeniçerilerin ayaklanması Sultan Abulhamit’in vefat edip, Vidin
ve Sırp isyanlarını bastırmak için asker sevkine ihtiyaç duyulması sebebi ile
ilk dönem de Vehhabilere müdahale edilme ve mesele ile ilgilenme fırsatı
bulunmadığı hususuna değinen Eyüp Sabri Paşa, ilerleyen süreç için ise şu bilgileri
vermiştir.[36]
Fransızların
Mısır işgali, Kölemen beylerinin bağımsızlık davasına kalkışmaları, Cezzar
Ahmet Paşa ile Tepedelenli Ali Paşa isyanı ve Moro ayaklanmasının devleti ciddi
manada şaşırttığını akabinde ise Fransızlar’dan Mısır’ı kurtarmak için
İngilizlerin meseleye dahil olması nedeniyle devletin harb ilan etmek zorunda
kalındığını bu süreçten sonrada Yeniçerilerin Nizam-ı Cedid’le kavgaya tutuşup
devlet ricalinin birçoğunu öldürdükleri ve Sultan Selim’in şehit edilmesi
üzerine de devletin kıpırdayamayacak duruma geldiği bilgilerini vermiştir.[37]
Eyüp
Sabri Paşa, bu bilgileri aktarmasına rağmen, Vehhabi meselesinin bu kadar
büyümeden önlenebileceğini iddia etmektedir. Ona göre o dönemin vükelasının “Bu
Arab gailesi de başımıza büyük bir bela oldu. Mekke ve Medine vukuatı her sene
rahat ve huzurumuzu selbediyor. Artık Arablar tadını kaçırdılar” [38]
gibi saçma sapan sözlerle meseleye ehemmiyet vermediklerini, Hicaz’dan gelen
habercileri dinlemeyip soğuk karşıladıklarını ve bunun neticesinde Sultan
Selim’e etraflıca ve detaylıca bilgi verilmediği için Hicaz’daki olayların tam
manası ile anlaşılamadığını söylemiştir.
Bunun
yanı sıra, gelen habercilere Vehhabiler’in mezheplerini anlamak için ulema
göndereceğiz veya Cidde, Mısır, Bağdad, Şam valilerine talimat göndereceğiz
diyerek Şerif Galib’i oyaladıklarını iddia etmiştir. Eyüp Sabri Paşa’ya göre, o
dönem devlet adamları Hicaz’dan gelen habercileri soğuk karşılamayıp isabetli
bir tedbir alsalardı ne Taif katliamının ne de Mekke ve Medine’nin Vehhabilerin
eline geçmesinin vuku bulmayacağını iddia etmiştir.[39]
Eyüp
Sabri Paşa, Vehhabi meselesine müdahalede geç kalınmasının sebeplerini
etraflıca anlatmış, bunun neticesinde içeride ve dışarıda bir takım sıkıntılar
olmakla beraber devlet adamlarının bu meseleye ehemmiyet vermemeleri sebebiyle
Vehhabilerin Taif, Mekke ve Medine şehirlerini ele geçirdiği iddia etmiştir.
Burada her ne kadar Eyüp Sabri Paşa, Osmanlı Devlet adamlarının ihmali ve
sorumsuzluğu üzerinden devlet ricalini sorumlu tuttuysa da konu hakkında isim
verdiği iki sultana, yani Sultan I. Abdulhamit’e ve Sultan III. Selim’e,
herhangi bir eleştiride bulunmamış, sultanları ifade ederken de olabildiğince
hürmetkâr ifadeler ile bahsetmiştir.
[1] Eyüp Sabri
Paşa, Tarih-i Vehhabiyan, s.70.
[2] Eyüp Sabri
Paşa, Tarih-i Vehhabiyan, s.70.
[3] Eyüp Sabri
Paşa, Tarih-i Vehhabiyan, s.73-91.
[4] Eyüp Sabri
Paşa, Tarih-i Vehhabiyan, s.73-91.
[5] Eyüp Sabri
Paşa, Tarih-i Vehhabiyan, s.90-91.
[6] Eyüp Sabri
Paşa, Tarih-i Vehhabiyan, s.91.
[7] Eyüp Sabri
Paşa, Tarih-i Vehhabiyan, s.94.
[8] Eyüp Sabri
Paşa, Tarih-i Vehhabiyan, s.95.
[9] Abdulkadir
Kıyak, “Halk Dindarlığı Bağlamında Kutsal Mekân Anlayışı -Baskil Örneği”, Gümüşhane
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, C. 1, S.2, 2012, s.165.
[10] Hayati Aydın,
“İslâm İnançları Açısından Mucize, Kerâmet, Sihir ve İstidrac Kavramları
Üzerine Bir İnceleme”, Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi,
C. XVII, S. 32, Aralık 2015, s.106.120.
[11] Eyüp Sabri
Paşa, Tarih-i Vehhabiyan, s.97.
[12] Eyüp Sabri
Paşa, Tarih-i Vehhabiyan, s.100-101.
[13] Eyüp Sabri
Paşa, Tarih-i Vehhabiyan, s.106-107.
[14] Eyüp Sabri
Paşa, Tarih-i Vehhabiyan, s.112.
[15] Eyüp Sabri
Paşa, Tarih-i Vehhabiyan, s.114-121.
[16] Eyüp Sabri
Paşa, Tarih-i Vehhabiyan, s.121.
[17] Eyüp Sabri
Paşa, Tarih-i Vehhabiyan, s.125-126.
[18] Eyüp Sabri
Paşa, Tarih-i Vehhabiyan, s.127.
[19] Eyüp Sabri
Paşa, Tarih-i Vehhabiyan, s.134-136.
[20] Eyüp Sabri
Paşa, Tarih-i Vehhabiyan, s.134.
[21] Eyüp Sabri
Paşa, Tarih-i Vehhabiyan, s.137-138.
[22] Eyüp Sabri
Paşa, Tarih-i Vehhabiyan, s.48-149.
[23] Eyüp Sabri
Paşa, Tarih-i Vehhabiyan, s.146.
[24] Eyüp Sabri
Paşa, Tarih-i Vehhabiyan, s.146.
[25] Eyüp Sabri
Paşa, Tarih-i Vehhabiyan, s.147.
[26] Eyüp Sabri
Paşa, Tarih-i Vehhabiyan, s.161.
[27] Eyüp Sabri
Paşa, Tarih-i Vehhabiyan, s.166-167.
[28] Eyüp Sabri
Paşa, Tarih-i Vehhabiyan, s.173-174.
[29] Eyüp Sabri
Paşa, Tarih-i Vehhabiyan, s.177.
[30] Eyüp Sabri
Paşa, Tarih-i Vehhabiyan, s.154.
[31] Eyüp Sabri
Paşa, Tarih-i Vehhabiyan, s.178-179
[32] Eyüp Sabri
Paşa, Tarih-i Vehhabiyan, s.180.
[33] Eyüp Sabri
Paşa, Tarih-i Vehhabiyan, s.180-181.
[34] Eyüp Sabri
Paşa, Tarih-i Vehhabiyan, s.181-182.
[35] Eyüp Sabri
Paşa, Tarih-i Vehhabiyan, s.183.
[36] Eyüp Sabri
Paşa, Tarih-i Vehhabiyan, s.184.
[37] Eyüp Sabri
Paşa, Tarih-i Vehhabiyan, s.185.
[38] Eyüp Sabri
Paşa, Tarih-i Vehhabiyan, s.186.
[39] Eyüp Sabri
Paşa, Tarih-i Vehhabiyan, s.187.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar