BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDA İNGİLİZLERE ESİR DÜŞEN TÜRK ASKERLERİ 4
4.4.1
Esaret Sonrası Yurda Dönebilen Esirlerin
Sağlık Durumları
Mısır esir kamplarında tutulan Türk askerlerinin
kasten İngiliz tarafından kör edildiği esirlerin geri dönmeleri ile beraber
kesinlik kazanmıştır. Artık saklanamaz hale gelen iddialar, Mütareke dönemi
boyunca meclis gündemi de dahil tüm kamuoyunda tartışılmıştır. Binlerce esir
iki ya da tek gözünü kaybetmiş olarak yurda dönmüş ve yapılan sağlık
kontrolünde kör olarak kayıt altına alınmıştır. Kısa bir süre karantinadan
sonra gözleri görmeyen bu askerler, evlerine dönmeleri için İstanbul
sokaklarına başıboş bırakılmıştır. Ülkesinin bekası için cepheden cepheye
koşan, vatanı için mücadelede esir düşen, onca çileyi ve acıyı geride bırakarak
yurda dönebilen bu askerlerin hali içler acısı durumdaydı. İstanbul
sokaklarında ancak birbirlerine sarılarak yürüyebilen bu kişilerin kendi
başlarına memleketlerindeki evlerine gidebilmeleri beklenmişti. Tüm bu
gerçekler sadece arşiv belgeleri veya döneme ait yazılan hatıratlarla değil
esaret sonrası ifadesi alınan esirlerin anlattıklarıyla da gün ışığına
çıkmaktadır.
28 Ağustos 1919 tarihinde Harbiye Nazırı Süleyman
Şefik Paşa tarafından Hariciye Nezaretine gönderilen bir yazıda Mısır’dan gelen
askerlerin genel sağlık durumlarından ve gözlerinin kör olarak dönmelerinden
bahsedilmektedir. Maluliyetleri dolayısıyla İngiltere’den iade edilen subay ve
askerlerin sağlık durumları pek acıklı bir manzara göstermektedir. Bilhassa
askerler arasında yoğun bir surette hüküm süren göz hastalıklarının oranı %30’u
bulmaktadır. Bu suretle neredeyse askerlerin yarıya yakını âmâ olarak
memleketlerine dönmüştür. Mısır, Basra ve Burma’daki esir karargâhlarından geri
gönderilen esirlerin önemli bir bölümü malul olarak dönmüştür. Daha dinç ve
hastalığa yakalanmamış esirler ise savaş sona ermesine rağmen uzun süre geri gönderilmemiştir.
İngilizler kamplarda hastalığa yakalanmış ve kendisine masraf çıkaran tedaviye
muhtaç esirleri ilk başta geri göndermiştir. Sulhun akdi beklenmeksizin hali
hazırda sağlam olan esirlerin bir an evvel memleketlerine iadelerinin temini
için İngiltere Fevkalade Komiseri nezdinde teşebbüse geçilmiş, fakat uzun süre
bu konuda başarılı olunamamıştır.[1]
Osmanlı Hükûmeti esirlerin geri gönderilmesine ayrıca
ekonomik açıdan da bakmaktadır. Osmanlı Hükûmeti harp sebebiyle bütün dünyanın
içinde bulunduğu buhranlı ekonomik şartlar altında Anadolu topraklarında veya
kömür ocaklarında çalışabilecek birkaç yüz bin insanın esir karargâhlarında
âtıl kalmasının hem Türkiye’nin ve hem de İngiliz Hükûmetlerinin menfaatlerine
ters düştüğünü düşünmektedir. Bu sebeple esirlerin bir an evvel memleketlerine
kavuşmaları için iki taraf nezdinde kabul ve mümkün olan her teşebbüsün icrası
için çaba gösterilmiştir. Esirlerin sağlık durumlarının bu kadar endişe verici
bir durumda olması, bünyelerinin 1800 alışkın olmadığı uygunsuz
ortamlarda uzun süre kalmalarından ve esaret ıstıraplarının ruhsal durumlarına
yüklediği manevi tesirlerden kaynaklanmıştır. Malul esirlerin yurda dönmesine
dair varılan mutabakat sonucu Mısır’daki Osmanlı esirlerinden çok miktarda subay
ve asker haftada veya on beş günde bir İngiliz vapurlarıyla İstanbul’a
getirilmiştir. Esirlerin yarısına yakınının bir veya iki gözden mahrum
oldukları ve bir kısmının da tüberküloz hastası ve ölüme mahkûm oldukları tabip
raporlarıyla tespit edilmiştir. Esirler ve ülke açısından sonuçlar pek üzüntü
verici bir hal almıştır. Yurda dönen üst düzey subaylardan bir kişinin verdiği
raporda kamplarda geri gönderilmeyi bekleyen esirler hakkında şu ifadeler
kullanılmıştır:[2]
“Eğer üç dört aya kadar umum üsera memlekete
kavuşturulursa belki %75’nin mezarı Anadolu toprağına nakledilmiş ve vatanı
için çalışanlara karşı millet ve Hükûmetin son şükranı ibraz ve eda edilmiş
olur. %25’i pek iyi bakılmak şartıyla memleket için nafi (yararlı) bir af
halini bulur. Daha ziyade geciktirilirse memleketin nüfus-ı umumiyesinden daha
şimdiden tarh ve tenzil edilmeleri lazım gelir.”
İngilizlerin esirlere yaptıkları kötü muameleye dair
esir raporları bugün ATASE arşivinde bulunmaktadır. Mesela Aydın Asker Alma
Şubesi Sıhhiye Müdürlüğü tarafından hazırlan konu hakkındaki bir rapor Harbiye
Nezaretinden Hariciye Nezaretine 23 Şubat 1919 tarihinde gönderilmiştir. Bu
rapor esirlerin esaretleri süresince yakalandıkları göz hastalıklardan
bahsetmektedir. Mısır’dan gelen üç Türk kafilesindeki askerlerde ve hatta kadın
ve çocuklarda yaygın olarak görülen trahom ve oftalmi gibi göz hastalıklarının
korkulacak bir boyutta hüküm sürdüğü yapılan sağlık kontrolleri ile tespit
edilmiştir. Birinci kafilede bu hastalıklar neticesi bir veya iki gözünü kaybetmiş
olanların sayısı 48’dir. İkinci kafilede iki gözü görmeyenlerin sayısı 47 ve
bir gözü görmeyenlerin sayısı 6 olmak üzere toplam 53’tür. Üçüncü kafilede ise
iki gözü görmeyenlerin sayısı 26 ve bir gözü görmeyenlerin sayısı 33 olmak
üzere malullerin toplam sayısı 59’dur. Bundan başka oftalmi halinde durumu
şüpheli olanların sayısı 16’dır. Son kafilede tereddütte yer bırakmayacak
şekilde göz hastalığı geçirmiş olanların sayısı takriben 100’den fazladır. Bu
kafilede yapılan incelemede gözleri hasta olanlarından kesin bir şekilde 1801
oftalmi hastalığına yakalananlar 58 ve trahoma yakalananlar 20’dir. Bir kişi de
bir gözünü savaş yarasından dolayı kaybetmiştir. Bu hastalıklar genelde her iki
gözde de görülmektedir. İki bulaşıcı göz hastalığının çeşitleri ise şöyledir:
iltihab-ı tabaka-i munazzama-i münkime, iltihab-ı karni (kornea), karha-i
karniyye, derece derecevüs‘at ve imtidâdda kesâfat-ı karniyeler, batma-i
karniyye-i multasafa, iltihab-ı korni-yi ferhi ayniyye-i fevace, iltihab-ı
ferhî-i hed(e)yi, panoftalmi, sellü’l-ayn, hamûrü’l-ayn ve bi’n-netice
enukleasyonlar.1802 [3]
Harbiye Nezareti Sıhhiye Dairesince Erkân-ı Harbiyeye
ve hemen ardından 20 Şubat 1919 tarihinde de Hariciye Nezaretine Mısır’dan
dönen Türk esirlerinin genel sağlık durumları hakkında bir rapor sevk
edilmiştir. Mısır’dan gelen esirlerin İzmir’de bir heyet tarafından
muayenelerini içerek Ocak 1919 tarihli bu rapor, İzmir Sıhhiye Müdürü
başkanlığında İzmir Belediyesi tabibi, göz doktoru vekili bir yüzbaşı, Gureba
Hastanesi göz doktoru, 4. Kolordu Asker Alma Başhekimi binbaşı ve bir vekil
binbaşı, Merkez Hastanesi başhekimi ve muavini bir binbaşı yarbay, Aydın
Vilâyeti Sıhhiye Müdürü, bir dahiliye hekimi, bir bakteriyolog ve bir doktor
heyet tarafından hazırlanmıştır. Mısır’dan gelen esirlerin durumu hakkında
hazırlanan bu rapor esirlerin sefalet içindeki durumunu gözler önüne sermek
için yeterlidir. Yukarıda bahsi geçen tüm bu iltihaplar daha ziyade iki gözde
görülmektedir. İzmir’e getirilişleri ardından muayeneleri yapılmış olan bu
hastaların göz hastalıkları durumu, esirler arasındaki göz hastalıklarının
şiddetini, tahribatını ve istilanın ne kadar yaygın olduğunu göstermesi
bakımından önemlidir. Esirlerin bu hale gelişlerinde en büyük sebep
bulundukları yerlerdeki sağlıksız iskân şartları, kendilerine yeterince kıyafet
verilmemesi, yetersiz, kalitesiz ve sağlıksız iaşedir. Ayrıca hastalıkların
önemine binaen esirlerin layıkıyla tedavi edilmemeleri de esirlerin perişan
haline bir başka nedendir.[4]
Esaret sonrası yurda dönen esirlerin ifadelerinden
oluşan bir başka rapor İzmir’den 10 Mart 1919’da Erkân-ı Harbiyeye
gönderilmiştir. Erkan-ı Harbiye’ye sunulan raporda, 4. Kolordu Asker Alma
Şubesi Başkanı albay, izlenimlerini dile getirmiştir. Bern Mukavelesi gereğince
mübadele edilerek üç kafile halince İzmir’e getirilen esir kafilelerinden her
biri diğerlerinden daha acınacak bir haldedir. Gerek subayların ve gerek
askerlerin İzmir’e ulaştıklarında görülen kolsuz, bacaksız ve gözsüz perişan
halleri vicdanı olan her vatanseverin yüreğini sızlatmıştır. İnsanlara karşı
merhamet duygusunu yitirmemiş hiçbir bireyin bu tür olayları tasvip etmesi
mümkün değildir. Esaret müddetleri zarfında gördükleri kötü muameleden dolayı
tüm subaylar sersem bir halde gelmişlerdir. Esir kafileleri İzmir’e geldikçe muayeneleri
ivedi olarak gerçekleştirilmiştir. Her üç kafiledeki bulunan subayların en
kıdemlileri şu kişilerdir: Hicaz Nizamiye Fırka Kumandanı Albay Ahmed Bey, 3.
K. 31. A. Fırkası kumandanı Yarbay İsmail Hakkı Bey, İtfaiye 4. T. Fırkası
Kumandanı Binbaşı Pertev Efendi. İzmir’den İstanbul’a nakilleri sırasında bu
kişilerden esirlerin esaret boyunca yaşadıkları konusunda üsera şubesine bilgi
vermeleri istenmiştir. Öncelikle rapor her türlü mübalağadan uzak ve hatta
yazılanlar gerçek karşısında daha hafiftir. Esirlerin tümü muayene edildiğinde
hepsi ağız birliği etmişçesine geride kalanların gelenlerden farkı olmadığını
söylemiştir. 10 kişilik bir heyet tarafından hazırlanan raporda bu kişilerin
acilen himayeye ve sahiplenmeye ihtiyaçları oldukları ve kendilerinden hiçbir
şeyin esirgenmemesi talep edilmiştir.[5]
Hariciye Nezaretinden Harbiye Nezaretine ulaşan 17
Şubat 1919 tarihli tezkerede Mısır’dan gelen Osmanlı esirlerinin %95’inin
özellikle görme duyusundan mahrum kalmış oldukları ve oradaki sivil, esir kadın
ve çocukların tel örgülerle kapalı barakalar içinde hapsedilmiş bulundukları
bilgisi yer almaktadır. Hariciye Nezareti, konunun sulh konferansında gündeme
getirmesi amacıyla İngiliz kamplarında bulunan esirlerin maruz kaldıkları uygun
olmayan durumlara dair delillerin toplanmasını Harbiye Nezaretinden istemiştir.
Harbiye Nezareti esirlerden âmâ olarak dönenlerin künye tarzında hüviyetlerini
açıklayan bir cetvel hazırlamıştır. Ayrıca maluliyetleri dolayısıyla Mısır’dan
İzmir yolu ile memlekete iade edilen Osmanlı esirleri arasında göz
hastalıklarının sayısıyla şiddet derecesi ve yaygınlığı hakkında İzmir 4.
Kolordu Asker Alma Heyet-i Sıhhiyesi ile Aydın vilâyeti Sıhhiye Müdürlüğü
tarafından düzenlenen rapor ve esirlerden hasta olarak İstanbul’a gelip Maçka
Hastanesine sevk edilmiş olanların isimlerini içeren liste de Hariciye
Nezaretine gönderilmiştir. Bu konu hakkında 25 Aralık 1918’de Garya Hastahanesi
Göz Mütehassısı Münir
İzzet, Merkez Hastanesi Göz Tabibi Yükümlü Yüzbaşı Tevfik, 4. Kolordu Asker
Alma Başhekimi Binbaşı Hasan Kadri ve Merkez Hastanesi Başhekimi Yarbay Besim
Rıfkı tarafından hazırlanan bir istatistik şöyledir:1806
Tablo 4.14: Esaret Sonrası Yurda Dönen Esirlerde
Görülen Göz Hastalıkları
Kafile Numarası |
Mevcut asker |
Bir gözü zâyi |
İki gözü zâyi |
Henüz hastalığı ihtilât yapmamış (Başka hastalığa
karışmamış) |
Toplam |
Yüzdesi |
Açıklamalar |
|||||
Remed-i müstakim
(Göz Kapağı İltihabı) |
S o .= S |
Remed-i müstakim
(Göz Kapağı İltihabı) |
S o .= S |
Remed-i müstakim
(Göz Kapağı İltihabı) |
S o .= S |
Maluller |
Genel göz hastalığı |
Maluller |
Genel göz hastalığı |
- |
||
1. Kafile |
627 |
Ayrılmamıştır |
- |
- |
- |
- |
48 |
|
7,708 |
- |
- |
|
2. Kafile |
585 |
6 |
47 |
- |
- |
53 |
|
9,060 |
- |
- |
||
3. Kafile |
599 |
27 |
6 |
14 |
12 |
14 |
2 |
59 |
75 |
9,850 |
12,679 |
- |
Not:
Üçüncü kafilede yapılan inceleme sonucu, 100 kişinin daha önceden de hastalık
geçirmiş
olması sebebiyle esirler arasında göz hastalığı kaybı yaklaşık %30’dur.
Kaynak: Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK.
2190/5.
Mısır kamplarında esaret günlerini geçiren esirlerden bazıları kendi
devletleri tarafından sefalete terk edildiklerini düşünmektedir. Hasta Türk
subay ve doktorlar, hastanelerde İngilizler ve yabancılar tarafından
kendilerine az da olsa yardım yapılırken kendi Hükûmetlerinden hiçbir yardım
alamadıklarından ve hatta unutulduklarından muzdariptirler.19 Ekim 1918 tarihli
4. Kolordu Asker Alma Heyeti Baştabibi Kadri Bey’in raporu dönen esirlerin
kamplarda nasıl bir hayat sürdüğünü ortaya çıkarmaktadır. Kadri Bey’e göre Bern
Muahedesi gereğince Mısır’dan gelen son malul esir kafilesinin genel sağlık
durumu acınacak bir haldedir. Önceki iki kafileden daha da kötü olarak son
kafiledeki âmâlar, gözlerinden irin akanlar, dizanteriler, inleyenler,
ağlayanlar esaret kamplarında geçirmiş oldukları uzun ve şiddetli sefaleti
adeta tasvir etmektedir. Üzerine yeni giydirilmiş elbise de esirlerin bu
sefaletini gizleyememiştir. Malul olan esirler sefalet içinde daha da malul
hale getirilmiştir. Göz hastalığına yakalanan esirlerin durumu çok daha da
kötüdür. Bulaşıcı olan bu göz hastalıkları esirler tarafından ailelerine ve
memleketlerine taşınacaktır. Daha önce Anadolu’da görülmeyen bu hastalığın tüm
Anadolu’ya yayılma ihtimali mevcuttur. Esirlerin aileleri, dağılacakları köyler,
kasabalar, şehirler de bulaşıcı hastalıklara karşı tehdit altındadır. Bu konu
hakkında da ayrıca bir rapor hazırlanmış ve sunulmuştur. Şimdiye kadar gelen üç
Türk kafilede 1.811 esir bulunmaktadır. Bunların sadece 160’ı göz hastası olup
bundan başka da takriben %25 nispetinde derhal hastaneye yatırılmaya muhtaç bir
hâlde esir bulunmaktadır. Esir kamplarındaki salgın hastalıklardan olan
bilhassa oftalmi ve trahom hastalıkları %30-50 nispetine ulaşmıştır. Tüm bu
sebeplerle Mısır esir karargahlarının lâzım gelen tarafsız Hükûmetler
delegeleriyle ortaklaşa seçilecek doktorlar ve hukukçular tarafından mümkün
olan en kısa zamanda denetlenmesi gerektiği Harbiye Nezareti tarafından dile
getirilmiştir. Mısır esir karargahlarında Osmanlı esirlerinin sıhhat ve hayatına
kastedecek derece ağır olduğu anlaşılan kötü muamele ve kötü hayat şartları
herhangi bir medeni devlete yakışmayacak kadar gayri insanidir. Bu esirlerin
sefil hallerinin düzeltilmesinden başka mübadele sonrası getirilecek esirlerin
memleketi felakete sürükleyecek bir göz hastalığı salgınından korumak amacıyla
hiçbir esirin köyüne veya evine gitmesine izin verilmemesi amaçlanmıştır.
İzmir’de 17. Kolordu Başhekimliği ve Sıhhiye Müdürlüğüne, ortaklaşa tam
donanımlı ve yeterli büyüklükte bir göz servisi tesis edilmesi bildirilmiştir.
Bu hususları takip edecek muvazzaf askerî göz mütehassıslarının
görevlendirilmesi düşünülmüştür.[6]
Mısır’da hasta ve nekahet döneminde olan savaş
esirlerinden 1.300 kişilik yeni bir kafilenin İzmir’e getirileceği İngiliz Yüksek
Komiserliği tarafından Nisan ayında Osmanlı Hükûmetine bildirilmiştir. Kafilede
900 nekahet dönemi hastasının yanı sıra hasta esirlerden evli ve çocuklu
olanlar da mevcuttur. Hariciye Nezaretine yazılan 5 Nisan 1919 tarihli yazıdan
İzmir’e çıkarılması uygun görülen kafile için iskân, iaşe ve muhtelif yerlere
sevkleri hakkında gerekli tedbirlerin mülkiye memurları ile beraber yerine
getirilmesi planlanmıştır. İstanbul’a geleceklerin doğrudan gönderilmesi,
diğerlerinin mümkün olan en kısa sürede memleketlere sevk edilmesi emri de
verilmişti. Yeni gelecek esir kafilenin bilgisi ayrıca 13 Nisan 1919’da
Muhasebat Dairesi Başkanlığına bir yazı ile bildirilmiş ve bu esirlerin her
türlü masraflarının karşılanması için Harbiye Nezaretinden 10.000 liralık havale
İzmir Defterdarlığına gönderilmişti.[7]
Kafilenin İzmir’e ulaşması ve yetkililere teslim
edilmesi sonrası karşılaşılan durum beklenenden çok daha kötüdür. Mısır’dan her
gelen her bir esir kafilesi esirlerin nasıl bir esaret hayatını yaşadığını
göstermeye yeterlidir. 1919’un başında gelen 3. kafiledeki esirler acınacak bir
haldedir. Neredeyse tamamına yakını bir hastalığa maruz kalmıştır. 11 Nisan
1919’da Mısır’dan İzmir’e gelen esir kafilesinin genel sağlık durumları ve
esarette iken yaşadıklarını gösteren ve İzmir Üsera Komisyonu Reisi Yarbayı
Süleyman Fehmi tarafından hazırlan raporda kafilede 9 subay, 263 nefer ve 292
çok zayıf durumda neferin bulunduğu yazmaktadır. Gelen kafilenin sağlık durumu
açısından öncekilerden hiçbir farkı yoktur. Yalnız bu kafilede zayıf durumda
olanlarla ve nekahet döneminde olanlar bir arada getirilmiştir. Görünüşte
kafile arasında zayıf durumda olanların genç olması kafilenin genel sefalet
durumunu önceki kafilelere göre kısmen gizlemekteydi. Nekahet döneminde bulunan
hastalar arasında körler, topallar ve bazı organları olmayan (nim- merd)
kişiler vardı. Vapurdan çıkarıldıkları vakit esirlerden 19 nefer yürüyemeyecek
ve durumunu söyleyemeyecek bir halde olduklarından hemen hastaneye sevk
edilmişti. Biraz durumu iyi olanlar da keza arabalarla karargâhlarına
gönderilmişti. Zayıf askerler ise gündüz veya gece kör bulunan askerlerden
müteşekkildi. Esir kamplarında geçirmiş oldukları uzun süren ve şiddetli
sefaletleri hakkında her bir esir ifade vermiştir. Örneğin, esarette gözlerinden
sorunlu olup hastaneye sevk edilen bir esir, hastaneye sevk edildiğinde İngiliz
idaresinde görevli bulunan bir Ermeni doktorun malul neferlere “Kaç Ermeni
öldürdün!” diyerek hitap ettiğini ve intikam alma duygusu içinde esirleri
ameliyathaneye sevk ederek bağırta bağırta esirlerin gözlerinin çıkarıldığını
söylemiştir. Esirlere et yerine beygir eti verilmiş ve bunu anlayan Türk
askerlerinin yemedikleri görüldüğünde iki ay et namına bir gıda verilmemiştir.
Askerler, kendileri akciğer alarak suda kaynatıp gözlerine ilaç yapmışlar ve
kendi tedavilerini kendileri yapmışlardır. Bu tedavi ile bir hafta kadar geceli
gündüzlü gözlerinin gördüğünü fakat bir hafta sonra gözlerinin yine eski hali
aldığını ve göremez olduğunu ifade ve beyanlarında dile getirmişlerdir.[8]
Mayıs 1919’da dördüncü esir kafilesi İzmir’e ulaşmıştır. Genelkurmay
Başkanlığından kolordulara gönderilen genel durum hakkındaki bir rapor bu esir
kafilesi ile ilgilidir. İngilizler, kafile halinde 200 subay, 1.780 askeri
Mısır'dan İzmir’e sevk etmişlerdir. Dördüncü kafilede bulunan 310 asker Mısır
esir kamplarından kör olarak yurda dönmüştür.[9] Kolordu
komutanı Ali Nadir Paşa’nın Harbiye Nezaretine verdiği bilgide ise kafilede 303
esirin âmâ olduğunu yazılmıştır.[10]
Arşiv belgelerinde ise İzmir'e getirilen 3’ü subay, 582 er arasında 313’ünün
kör olduğu belirtilmiştir.[11]
Esirlerin çilesi esaret kamplarından ülkelerine
döndüklerinde de bitmemiştir. Hasta ve zayıf olan esirlerin geri dönüşte ve
memleketlerine sevklerinde büyük sorunlar yaşanmıştır. 30 Kasım 1919’da
Karadeniz Ordusu Başkumandanlığına yazılan yazıda Mısır’dan gelecek 6.000 hasta
esirin düzenlerinin temini için İstanbul’dan bir taburun Tuzla’ya gönderilme
kararı alınmıştır. Bu hastanenin kusursuz hizmet edebilmesi için Üsküdar
civarında 32. Alay 1. Taburu karargâhı ile birlikte Tuzla’ya nakledilmesine
karar verilmiştir. Harbiye Nezaretine İngiliz İrtibat Subayı Binbaşı Dan
Milihan tarafından gönderilen 11 Aralık 1919 tarihli yazıda savaş esirlerinin
adeti, ne zaman gelecekleri, bulaşıcı hastalıklardan muzdarip olup olmadıkları,
bu tür hastalıklar var ise ne suretle iskân edilecekleri sorulmuştur. 15 Aralık
1919’da Erkân-ı Harbiyeye sunulan bir raporda İngilizler tarafından talep
edilen soruların kısmen cevabı verilmiştir. Bazı soruların cevapları ise ancak
İngiliz yetkililerin kendileri tarafından bilinebileceği söylenmiştir.
Mısır’dan gelecek esirlerin sevki İngilizler tarafından yapılacaktır. Bu
şartlar altında esirlerin sayıları, sevk tarihleri ve İzmir’e ne zaman
ulaşacakları, gelen kafilelerde bulaşıcı ve bulaşıcı olmayan hastalıklar olup
olmadığı bilinmemektedir. Bu sebeple bu konular hakkındaki malumat daha ziyade
İngilizlerce bilinmesi gereklidir. Harbiye Nezareti, ancak esirleri taşıyan
vapurlar limana ulaştıktan sonra bu tür bilgilerden haberdar olabilmektedir.
Ancak esirlerin barındırılmasına yönelik soruya Sıhhiye Dairesince cevap
verilmiştir. Buna göre esirler Tuzla’da tren hattının güneyinde kısmen
barakalarda ve kısmen de çadırlı ordugâhta barındırılacaktır. Bulaşıcı
hastalıklı olanlar Tuzla’da barakaların birisinde tecrit edilerek iskân
edilecektir.1812 [12]
6 Kasım 1922 tarihinde İstanbul Sıhhiye Dairesinden
alınan bilgiye göre Dünya Harbi sırasında İngilizler tarafından esir edilip
Mütareke sonrası İstanbul’a dönen esirlerden 2 subay ve 1.833 er trahom
hastalığına yakalanmıştır. Bunlardan 64 erin Mısır’da ameliyat ile her iki gözü
ve 27 erin birer gözü çıkarıldığı, diğer gözün de kısmen görmez olduğu
anlaşılmıştır. 80 erin birer gözü çıkarılmış diğer gözü ise sağlamdır. Ameliyat
olmaksızın geri dönenlerden 513 erin her iki gözü ve 333 erin bir gözü görme
yetisini kaybetmiş diğeri kısmen sağlamdır. 816 er ise muhtelif şiddete trahom
hastasıdır.[13]
Mısır esir kamplarında tutulan esirlerin
hastanelerdeki durumu Kızılhaç raporlarında en gereksiz detayına kadar
anlatılmışken esirlerin kasten kör edilmesi konusuna nedense yer verilmemiştir.
Adeta olay görmezden gelinmiştir. Mısır’da esirlerin gözlerinin çıkarıldıkları
iddia edilen hastanelerin başında Abbasiye 2 Nolu Hastane gelmektedir. Gerek arşiv
belgelerinde gerekse hatıratlarda görülmektedir ki Mısır bölgesinin fiziki
şartları dolayısıyla esirlerin gözleri sık sık rahatsızlanmaktadır. Ermeni
tercümanlar da bu durumu büyük bir fırsat bilerek Türkler ile İngilizler
arasındaki konuşmaları çoğu zaman yanlış çevirmiş, İngiliz yetkilileri ve
doktorları yanlış yönlendirerek kışkırtmış ve bunun sonucu olarak da yalan
beyanlarla esirlerin gözleri gerekmediği halde çıkarılmıştır. Ermeni doktorlar
Türk askerlerinin gözlerinin oyulmasında en önemli rolü oynamıştır.[14]
Geri dönebilen esirlerin çoğunluğu malul olarak
dönmüştür. Kamplarda şanslı olanlardan gözü çıkarılmayan esirlerin bir kısmı
ise gözlerinden muztariptir ve bu hastalığı memleketine getirmiştir. Esirlerin
kamplarda gözlerinin çıkarılmasında tek sorumlu Ermeni tercümanlar ve doktorlar
değildir. Ermeni doktorlarının Türk esirlere karşı zalimane hareket ettikleri
zaten bilinmektedir. En az bu kişilerin sorumlulukları kadar kamplarda ve
hastanelerde esirlerin tedavilerine ihtimam göstermeyerek bilhassa göz
hastalıklarını önemsiz gören, esirlerin gözlerinin ameliyat ile çıkarılmasını
sıradan bir tedavi olarak düşünen İngiliz yöneticiler ve doktorları da
sorumludur. Tedavi imkânı olan esirlerin bile gözleri her türlü istememelerine
ve yalvarışlarına rağmen vicdansızca çıkarılmıştır.[15]
Bursa Hisar’dan 2 Ağustos 1919 tarihinde Bandırma 7.
Fırka Asker Alma Kalemi Başkanlığına gönderilen bir tezkerede İtilaf
Devletlerine esir düşüp geri dönen subay ve askerlerin ifadelerden oluşan bir
rapor bulunmaktadır. Raporda yurda dönen esirlerin durumun perişanlığından
bahsetmektedir. Özellikle üzerinde durulan konu iaşenin yetersizliği ve
kifayetsizliği ile esirlerin ağır işlerde çalıştırılmasıdır. Rapora göre hafif
ve ağır her ne olur ise olsun göz hastalığına yakalanan askerlerin gözlerinin
hastanelerdeki Ermeni doktorlar tarafından birer bahane ile çıkarıldığı ifade
edilmiştir. Görme yetisinden mahrum binlerce esir asker yurda bu halde
dönmüştür.[16]
Türk esirlerin İngilizlerce kamplarda ihmal sebebiyle
kör edilmesi Kızılay ile yapılan yazışmalara da yansımıştır. İngilizler
tarafından esir tutulan askerlerden pek çoğunun kötü tedavi ve sağlık
şartlarının fena olması yüzünden kör olarak döndükleri İstanbul Sıhhiye
Dairesince tespit edilmiştir. Kızılay da 17 Eylül 1921’de ülkeye dönen
gözlerinden muzdarip esirler hakkında kendisinden bilgi isteyen Müdafaa-i
Milliye Vekaletini ve Sıhhiye Vekaletini bilgilendirmiştir. Ayrıca İzmir’e
gelen birkaç kafile esirin değişik branşlardan oluşan sıhhiye heyetince
muayeneleri sonucu hazırlanan rapor Erkan-ı Harbiye tarafından da
neşredilmiştir. Tüm bunlardan sonra
İstanbul Sıhhiye Dairesinde ve Erkan-ı Harbiyede bu
hususta tüm belgeler yeterli düzeyde mevcuttur.[17]
Mısır’dan esaretten kurtulup İzmir’e gelen
kafilelerden pek çok esirin bir ya da iki gözünün kör edilmesi Türk yetkilileri
endişeye sevk etmiştir. Bu şartlar altında Osmanlı Hükûmeti İngilizlerin Türk
esirlere yaptığı her türlü zulmü uluslararası arenaya taşımaya çalışmıştır.
Esirlere gösterilen bu tıbbı ihmal ya da kastın ne olduğu hakkında İngilizlere
değişik zamanlarda notalar verilmiştir. Ayrıca esirleri ilk karşılayan ve
muayenelerini yapan yetkililerin tuttukları raporlar da ilgili devletlere ve
tarafsız kuruluşlara iletmiştir. Raporlarda İngilizlerin Dünya Harbi’nde Türk
esirleri göz hastalığının en ziyade görüldüğü yerlerde hiçbir tedbir almadan
iskân ettiğinden, hiçbir suretle esirlerin sağlık durumları ile ilgilenmeyerek
yeterli sağlık hizmeti vermediğinden ve bu sebeple kör olmalarına neden
olduğundan söz edilmiştir. Tüm bu olaylar gerçekleşirken İngiltere Hükûmeti
ellerindeki Türk esirlere her türlü insanlık dışı muameleyi uygularken bu zulüm
ve işkenceleri saklamak için Osmanlı Devleti’nin kendi esirlerine zulüm
yaptığını iddia etmiştir. İngilizler kendi yaptığı zulmü unutarak zalim
durumunda kalmamak için kendisini mazlum göstererek Osmanlı Devleti’ni
suçlamıştır. Sulh Konferansı’nda İngiltere Hükûmeti Osmanlı Devleti’nin,
elindeki İngiliz esirlere kötü muamele yaptığını söyleyerek şikayette bulunmuş
ve Osmanlı Devleti aleyhinde kamuoyu oluşturmaya çalışmıştır. Bu amaçla,
örneğin Malta’dan tahliye edilen garnizon kumandanlarının cezalandırılmasını
talep etmiştir. Osmanlı Hükûmeti ise tüm yetkili organları ile bu tür
iftiralara karşı gelemeye çalışmış ve İngiltere Hükûmetinin suçluluk
psikolojisi ile davrandığını ileri sürmüştür. Oysaki İngiltere Hükûmeti Birinci
Dünya Savaşı esnasında esir edilen askerleri trahom hastalığının en ziyade
yaygın olduğu mahallerde özensiz bir şekilde iskân etmiş ve hiçbir suretle
gerekli sağlık tedbirleri almayarak esirleri görme duyusundan mahrum
bırakmıştır. Gerek Mısır ve gerekse diğer yerlerde bu zulmün tüm dünya
tarafından bilinmesi elzem hale gelmiştir. Bu sebeple Mısır’da ve başka
yerlerde binlerce Türk esire yapılan zulümlere ve değişik şekillerde yapılan
işkencelere dair bilgiler, bizzat esarette bulunmuş ve o günleri yaşamış subay,
asker ve doktorların, terhis olunduktan sonraki belgeye dayalı malumatlarından
alınmıştır.[18]
Türk askerlerinin Mısır’daki kamplarda kasten kör edildiği
söylentilerin Osmanlı Devleti tarafından sık sık gündeme getirilmesi İngiltere
Hükûmetini zamanla rahatsız etmiş ve bunu da sık sık dile getirmiştir. Erkân-ı
Harbiyeden şubelere giden Aralık 1919 tarihli bir yazıdan anlaşılmaktadır ki
İngiliz temsilcileri Osmanlı Hükûmetinden bu tür söylentilerin tekzibini talep
etmiştir. İngiliz yetkililerine göre böyle haberler hakikat olsa dahi sorunlar
ancak resmi makamların teşebbüsleriyle iki devlet arasında çözülmesi
gerekmektedir. Bu tür haberlerin bir sonuç vermeyeceği gibi yabancı ülkelerde
hali hazırda bulunan binlerce esirin geri dönmelerini engellemeye de sebep
olabilecektir. Bu sebeple bu gibi haberlere kesinlikle imkân verilmemelidir. Bu
tür haberleri yapanların kendi ülkelerine büyük zarar verdiklerinden hiç şüphe
yoktur.[19]
İngiltere Hükûmeti Osmanlı Hükûmetinin sıklıkla
esirlerinin kör edildiğine dair şikayetlerini bölgede bulunan doktorlara
hazırlattığı raporlar ile çürütmeye çalışmıştır. Türk savaş esirlerinin
İngiltere Hükûmeti, Osmanlı Hükûmetinin Türk esirlerinin Mısır’dan İzmir’e
sağlık, yiyecek ve giyecek bakımından ihmal edilmiş bir vaziyette gönderilmeleri
şikâyet eden 30 Nisan 1919 tarihli bir notasına 11 Haziran 1919’da bir rapor
ile cevap vermiştir. Türk askerlerinin İngilizlerce kasten kör edildiği
iddiaları üzerine İngiliz yetkilileri konuyu araştırmak için Göz İltihabı
Cerrahı Yarbay Herbert L. Eason’u görevlendirmiş ve Kahire’de bu konu hakkında
bir rapor hazırlanmış ve Türk tarafının tüm iddiaları yalanlanmıştır. İngiltere
Hükûmeti bu raporla Osmanlı Hükûmetinin şikayetlerinin bütünüyle yersiz
olduğunu ve İngiliz kamplarındaki Türk esirlere mümkün olan her türlü bakım ve
özenin gösterildiğini iddia etmiştir. Göz iltihabı ve diğer hastalıkların Türk
esirler arasındaki yaygınlığının sebebi olarak Türk esirlerin genel sağlık
durumları ve kişisel alışkanlıkları gösterilmiştir. Türk esirlerinde bu
hastalıkların sık görülmesinin savaş öncesi ve savaş esnasında Türkiye’deki
yaygınlığından kaynaklandığı şu şekilde ifade edilmiştir:[20]
“Esaret kampları ve hastanelerdeki Türk savaş esirleri
arasında sıklıkla görülen göz hastalıklarına ilişkin Osmanlı Hükûmetinin
suçlamalarının yersiz olduğunu düşünüyorum. Türk esirler arasında göz iltihabı
yaygın ve ciddi durumdaydı. Ancak bu durum ne sıhhi yetkililerin ihmalinden ne
de kamplardaki ve hastanelerdeki hijyenik olmayan koşullardan
kaynaklanmaktaydı. Hem göz iltihabı hem de trahom, savaştan önce ve savaş
esnasında Filistin ve Türkiye’de bulunan Türk ordusunda yaygın olduğu için Türk
savaş esirleri arasında da mevcuttu. Bu esirler zaten hastalığa maruz kalmış
biçimde kampa gelmişlerdi.
Alman basınında yayımlanan makalelere göre göz
iltihabı savaştan önce sıtma ile birlikte Filistin’deki en yaygın hastalıktı.
Daha önce Türk ordusuna bağlı olan, şimdi de bizim elimizde esir olan Türk ve
Suriyeli doktorlar tarafından göz iltihabının Türk birlikleri arasında ciddi
anlamda patlak verdiği konusunda bilgilendirildim. Türk ordusundaki bu
şartların kanıtı, 1917 yılında Kudüs’ün ele geçirilmesinden sonra tarafımızdan
edinilmiştir. Terk edilmiş Kudüs’teki bir Türk hastanesinden Kahire’deki savaş
esirleri hastanesine getirilen 78 Türk savaş esirinde göz hastalığı
bulunmaktaydı. 29 kişide korneadaki ülser ile birlikte göz iltihabı vardı.
Bunların 15’inin korneası körlüğe sebep olacak şekilde delinmişti. Bu vakalara
ilaveten göz iltihabının bir sonucu olarak 78 kişinin dışındaki diğer 30
kişinin bir veya iki gözü birden kördü.
Kampa götürülen her bir esir grubunda göz iltihabı
hastalığı bulunan çok sayıda Türk asker mevcuttu. Bu esirler de diğerlerine
aynı hastalığın bulaşmasına sebep olmuştur. Kamplarda ve hastanelerde göz iltihabı
konusunda gerekli her türlü bakım yapılmıştır. Göz hastalıkları konusunda
ihtisaslı olan ve ele geçirilen tüm Türk sağlık zabitleri, kendilerine gerekli
tedavileri uygulamışlar ve onlara ihtisas sahibi İngiliz sağlık subayları,
Kızılhaç, Alman ve İngiliz hastane görevlileri tarafından yardım edilmiştir.
Esirlere uygulanan tedavi, İngiliz askerlere uygulanan tedavi ile tamamen
aynıydı. İngiliz ve Alman doktorlar ve hademeler son derece yüksek adanmışlık
ve beceri ile çalışmışlardır. Dahası, göz iltihabının patlak verdiği kamplarda,
hastalığı kapmış olanlar ayrı tutulmuş ve hastalığın yayılmasını engellemek
amacıyla tüm esirlere önleyici tedavi günlük olarak uygulanmıştır.
Göz iltihabı salgını, kamplara sürekli olarak önceden
hastalığı kapmış olan yeni esirlerin gelmesi ile devam etmiştir. Savaşın son 18
ayı içerisinde ele geçirilen 713 Türk askerler, Türk ordusunda iken yetersiz
beslenmenin, yorgunluğun ve yetersiz ve uygun olmayan sağlık bakımının son
aşamalarında idiler. Sıtmadan, vitamin eksikliğinden, tüberkülozdan ve her
türlü kronik ince bağırsak tahrişinden ölüyorlardı. Sonuç olarak kendileri
sadece hastalığa karşı açık vaziyette değillerdi, aynı zamanda hastalığı
kaptıklarında da direnç seviyeleri çok düşüktü. Göz iltihabının başlaması ve
yayılmasında kişisel alışkanlıkları önemli bir faktördü ve hastaları uygun
şekilde tedavi etmeyi son derece zor kılıyordu.
Göz iltihabının, genel şartlardan ve Türk esirlerin
kişisel alışkanlıklarından kaynaklandığının kanıtı olarak Türklerle aynı
şartlarda hatta komşu kamplarda bulunmalarına rağmen sivillerin veya Alman ve
Avusturyalı savaş esirlerinin alıkonuldukları kamplarda hiçbir göz iltihabı
vakasının olmaması gösterilebilir.
Trahom ile ilgili yapılan şikayetlerse çok daha fazla
yersizdir. Osmanlı Hükûmeti farkında olmalıdır ki Mısırlılarla ve hijyenik
olmayan şartlarda ve sıcak iklimlerde yaşayan diğer Doğulu insanlarla ortak
olarak Türkler de yaygın olarak trahomdan yakınmaktaydılar. Kesin bir sayı
mevcut değil ama benim tecrübelerime göre Türk esirlerin çok büyük bir yüzdesi
ele geçirildiği anda trahom hastalığına sahipti veya başka bir hastalığın
belirtilerini göstermekteydi. Türk kadın ve çocuk esirlerin yaklaşık olarak
%50’si, Mısır’a varışlarından kısa bir süre sonra onları ziyaret ettiğimde
trahom hastalığını kapmıştı ve esaretleri süresince kendilerine bakmamaları ve
kendilerini ihmal etmelerine karşın onlara gerekli en iyi tedavi yöntemleri
uygulanmıştı. Kudüs, Yafa ve Hayfa yakınlarında ele geçirilen ve Mısır’da
alıkonulan Alman sömürgecilerin önemli bir çoğunluğunun da kamplara
geldiklerinde trahom hastalığına sahip oldukları görülmüştür.
Türk, Alman ve Avusturyalı savaş esirleri arasında göz
hastalığı vakalarının tedavisini denetlemekten kişisel olarak sorumluydum. Tüm
savaş esirleri kamplarını düzenli olarak ziyarete ettim, sağlık subaylarıyla
görüştüm. Onların özel ihtisasları beni memnun etti. Onlarla vakaların tedavi
durumunu tartıştım ve gerekli gördüğümde uygulamada bazı değişiklikler
yapılmasını önerdim. Tüm kampları ve hastaneleri ziyaret ettim ve kişisel
olarak da sağlık zabitleriyle birlikte hastaları ziyaret ettim. Uzun yıllardır
göz iltihabı cerrahı olarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki kamplardaki
hijyenik şartlar mükemmeldi. Tedavi en yüksek standartlardaydı ve yetkililer
tarafından hem personel hem ilaç konusunda mümkün olan her türlü 714
yardım
sağlanmaktaydı. Mısır’daki esirler arasında görülen göz iltihabı hastalığı o
kadar ciddi ve yaygın durumdaydı ki bu hastalığın tedavisi için Mısır ve
Filistin’deki İngiliz güçlerinde bulunan göz hastalıklarının tedavisi için
görevlendirilen personelden daha fazla sağlık personeli görevlendirilmişti.”
Dr. H. L. Eason yukarıdaki raporundan hariç göz
hastalıkları konusunda savaş yıllarındaki tecrübesi ile ilgili bir makale de
kaleme alacaktır. Bu makaleye göre Oftalmi hastalığı Filistin’de sıtmadan sonra
gelen en yaygın hastalıktı. Dağlık bölgelerin iklim ve yaşam şartları ile
kuzeyden güneye Kudüs ve Gazze’ye gelen askerler, burada başka bir türlü hayata
alışamamışlar ve oftalmi hastalığına yakalanmışlardı. Kantara esir kampında
3.600 civarındaki hasta gözle bağlantılı şikâyetlerden dolayı hastaneye
yatırılmıştır. Heliopolis esir kampında hastalık Temmuz’da 100, Ağustos’ta 400,
Eylül’de 500, Ekim’de 1.000, Kasım’da 1.200, Aralık’ta 500’dü. İki kamptaki
sayı toplandığında Mısır’daki kampların durumu açıkça ortaya koymaktadır ki bu
kamplarda genel manada gözle ilgili bir salgın hastalık bulunmaktadır. Eason’a
göre sadece Heliopolis esir kampında 418 kişinin cerrahi yöntemler ile gözü
çıkarılmıştı. Bir gözü ya da iki gözü kör edilen çok sayıda esir bulunmaktaydı.[21]
Mısır esirlerin kamplarında esirlerin, gözlerini
kısmen veya tamamen kaybetmesinin bir sebebi de kampa girişte ilaçlı suya
sokulmalarıdır. Seydi Beşir kampı başta olmak üzere neredeyse tüm kamplarda
Türk esirler dezenfekte etme bahanesiyle lüzumundan fazla kimyevi madde
katılmış ilaçlı suya sokulmuştur. 27 Mayıs 1921’de Edime Mebusları Şeref ve
Faik Beylerin Malta tutuklularına dair Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
verdikleri önergede Mısır’da esaret altında tutulurken askerlerimize gösterilen
insanlık dışı muamele de konu edinilmiştir. Eşref Bey, mecliste yaklaşık 15.000
Türk askerinin hijyen için normal süreden daha uzun krizol banyosuna sokularak
gözlerinin kör olmasına yol açıldığını söylemiştir. Şeref Bey bu cürmü işleyen
İngiliz doktorların garnizon komutanının ve subaylarının ayrıca
cezalandırılması gerektiğini belirtmiştir.[22] Hatta
İstanbul sokaklarında bu kör edilen kişiler birbirlerinin eteklerine tutunarak
sokaklarda gezmişler ve durumu protesto etmişlerdir. İngiltere Hükûmeti de
Babıali’ye bir resmi yazı yazarak bu esirlerin acilen İstanbul’dan sevk
edilmelerini ve sokaklarda dolaştırılmaması istemiştir. İngiltere kendi yaptığı
zulmü gizlemeye çalışması Faik ve Şeref Beylerin verdikleri takrir üzerine
Birinci Meclis’in 28 Mayıs 1921 tarihli oturumunda görüşülmüştür. Konu hakkında
Şeref Bey söz alarak aşağıdaki sözleri ile tarihi bir gerçeği kayıt altına
almıştır:[23]
“Resmi vesaik ile isbat ederim ki İstanbul'a
Mütareke’den sonra gelmiş olan ve Anadolu'nun ve Rumeli'nin bu vatanın namusunu
müdafaa eden ve bu vatan için çarpışan çocukları İngiliz eline esir düştükleri
zaman doğrudan doğruya Mısır'a sevk edilmişlerdi. Bunları mahsus ihzar edilmiş
bir formüle, muzadd-ı taaffün (mikrop öldürücü, antiseptik) maddeler içine
boyunlarına kadar sokuluyorlardı. Fakat Türk çocuğu oraya girince bir İngiliz
neferi başına dikiliyor ve süngüsünü uzatınca zavallı yavrucak başını içeri
çekiyor ve iki gözü kör oluyordu. İngilizler böylece on beş bin Türk'ün gözünü
çıkarmışlardır (Kahrolsun nidaları). Sabrediniz efendim ve bunlar Mütareke’den
sonra birbirinin eteğini tutarak İstanbul sokaklarında gezerken kendilerini
gören İngilizler bunun pek feci bir manzara teşkil ettiğinden naşi resmen
Harbiye Nezaretine müracaat etmişlerdir ve kaydı da İstanbul Harbiye
Nezaretinde mevcuttur.”
Bu görüşme üzerine iki gün sonra konunun detaylı
araştırılması ve gerekenin yapılması hususunda Türkiye Büyük Millet Meclisi
adına Mustafa Kemal Paşa imzalı Hariciye Vekaletine bir kararname
gönderilmiştir.[24]
13 Temmuz 1921 tarihinde Hariciye Vekaleti adına Büyük
Millet Meclisi Umur-ı Hariciye Vekâletinden Ankara Kızılay Temsilciliğine
gönderilen bir yazı da Mısır’da 15.000 Türk esirinin İngiliz doktorlarıyla
garnizon kumandan ve subayları tarafından bilerek ve istenerek bilimsel bir
uygulama bahanesiyle normal miktardan daha fazla krizol banyosuna sokularak
gözlerinin kör edildiğinden bahsetmektedir. Lazım gelen teşebbüslerde
bulunabilmek için Malta ve Mısır’da cereyan ettiği bildirilen felaketlere ve
trahom hastalığına yakalanmış ve bakımsızlık yüzünden kör
olanların miktarıyla, esirlerin umumi bir surette
maruz kaldıkları kötü muamele hakkındaki malumatın İstanbul merkezinden
alınması istenmiştir. 10 Ağustos 1921’de de Sıhhiye İdare Başkanlığına konu
bildirilmiştir.[25]
28 Ağustos 1922 tarihli meclis oturumda savaş
sırasında malul kalmışlara maaş bağlanması hususu görüşülürken Erzurum mebusu
Hüseyin Avni Bey 20.000 esirin Mısır’da İngilizler tarafından kör edilip
sonrasında ise bu kişileri İstanbul’a attıklarında bahsetmiştir. Edirne mebusu
Şeref Bey de bir yıl önce mecliste söylediklerini tekrar ederek İngilizler
tarafından kör edilen bu kişilerin İstanbul’da köprü üzerinde birbirilerinin
eteklerinden tutuşup yürüdüklerini gördüğünü söylemiştir. Bu esirlerin Seydi
Beşir esir kampında İngilizler tarafından ilaçla kör edilen Türk gençleri
olduğunu da sözlerine eklemiştir.[26]
1924 yılında hazırlanan bir kitapçığa göre trahom
hastalığı, göz kapaklarının içini döşeyen zarın üzerinde koyu kırmızı
kabarcıklar ile başlayan uzun süre gizli devam eden ve gözleri söndürüp körlüğe
kadar giden bir hastalık olarak tarif edilmiştir. Üst göz kapaklarının iç
zarında başlayan trahom, gözün beyaz ve siyah ile alt göz kapağı zarlarına,
kirpik köklerinin yuvalarına bulaşarak birçok göz arızalarına yol açmaktadır.
Mısır ve Nil vadisi etrafında bu hastalık çok görüldüğünden hastalığa Mısır göz
hastalığı da denilmiştir. Mısır’da başka Suriye, İran ve Asya memleketlerinde
de çok rastlanılmıştır. Türkiye’de daha çok güney ve doğuda bu hastalık
kendisini göstermiştir. Hastalığın Anadolu’ya gelmesi Yavuz Sultan Selim
askerilerin bölgeyi fethetmesine kadar gitmektedir. Ayrıca İbrahim Paşa
ordusunun Anadolu’ya gelmesi, Birinci Dünya Savaşı’nda bölgeden Anadolu’ya
gerçekleşen göçler ve Türkiye limanları ile ticaret yapan Mısırlılar bu
hastalığın Türkiye’ye taşınmasında etkili olmuştur.[27] İster
trahom ister oftalmi olsun her ikisi de birbirine benzeyen bir göz
hastalığıdır. Birincisi özellikle bulaşıcı bir hastalıktır. Diğeri ise bir
çeşit iltihabi bir rahatsızlıktır. Çoğu zaman bu hatalıklar göz hastalığı
olarak birbirlerinin yerine de kullanılmıştır.[28]
Kitapçığa göre Ağustos 1919 ve sonrasında iade edilen
54.734 asker ve 4.245 subaydan 2.609’unun trahom veya oftalmi gibi göz
hastalığına bağlı gözde yara izleri taşıdıkları kayda geçmiştir. Aynı dönemlerde
başka sevkiyatlar ile Mısır’dan gelen 4.245 esirlerden hiçbiri trahomdan ya da
bu hastalık belirtisinden kayda geçirilmemiştir. Fakat 8.392 askerle beraber
128 subay belirtilmeyen değişik hastalıklar sebebiyle Haydarpaşa, Yıldız,
Selimiye ve Maçka hastanelerine sevk edilmiştir. 6 Ağustos 1919 sonrasında
ülkeye dönen esirlerden göz hastası olanların ayrıntılı bilgileri düzenli bir
şekilde kaydedilmiştir. Mısır’da ameliyatla iki gözü çıkarılan esir sayısı 64,
Limmi’de iki gözü ameliyat edilen esir sayısı 1’dir. Sol gözü Mısır’da
çıkarılan esir sayısı 27 iken sol gözü Limmi’de çıkarılan 1, Irak Cephesi’nde
gözü çıkarılan esir sayısı yine 1’dir. Bir gözü Mısır’da çıkarılıp diğer gözü
sağlam esir sayısı 80 olup Limmi’de bir gözü çıkarılıp diğeri sağlam olan esir
sayısı 1’dir. Her iki gözü kör olan 448 esir mevcut iken bir gözü kör olup
diğeri az gören esir sayısı 333’dür. Mısır’dan trahomlu olarak ülkelerine dönen
esir sayısı 1.653’tür. Genel toplamda gözle ilgili sorunlu esir sayısı
2.609’dur.[29]
Esaretten dönen hasta ve yaralı esirler İstanbul’da
değişik hastanelere gönderilmişti. Hastanelerde esirler ile yapılan mülakatlar
ve esirlerin muayeneleri değerlendirilerek raporlar hazırlanmıştı. Haydarpaşa
Hastanesince esirlerin muayeneleri sonucu hazırlan rapor İngilizler tarafından
esirlere reva görülen zulüm ve işkenceyi ortaya koymaktadır. Ayrıca rapor
Doktor Bahaeddin ve bir albayın malumatını ve buna dair mevcut gözlemlerini
içermektedir. Bu raporlardan birisi de Müdâfaa-i Milliye tarafından 23 Nisan 1922’de
Dersaadet ve Felah Grubuna gönderilmişti.[30]
Esaret sonrası evine dönen ve pellegra belirtileri
gösteren bir hasta, doktora sağlık durumu hakkında bilgi vermiştir. Esirin
verdiği bilgiye göre kamptaki 2.000 esirden 1.500 kadarının akşamları gözleri
görmez hale gelmiştir. Önce tavukkarası denilen bu hastalık esirleri sarmış
hemen ardından da pellegra denilen hastalık esirleri teslim almıştır. Esirlerin
bu tür hastalıklara yakalanmasındaki en büyük sebep kampta uygulanan diyettir.
Kamplarda esirlere verilen buğday ekmeği, tavuk, et vb. gıdaların tümü
kalitesiz ve yetersizdi.[31]
Esirler arasında tavukkarası olarak bilinen hastalık
aslında yanlış bir tabirdir. Tavukkarası hastalığının tıptaki adı retinitis
pigmentosa olup genetik bir hastalıktır. Kamplarda görülen ise vitaminsizlikten
ve beslenme yetersizliğinden kaynaklanan başka bir hastalıktır. Bu kadar çok
sayıda insanın aynı kampta kalıtımsal bir hastalığa yakalanmasının bilimsel
olarak hiçbir şekilde izahı yoktur. Esirlerin tavukkarası hastalığı diye adlandırdıkları
hastalık niktalopi hastalığıdır ki bu hastalık A vitamini eksikliğinden ortaya
çıkmaktadır. Esirlerdeki bu hastalık başta gece körlüğü olmak üzere pek çok
hastalığa da yol açmıştır. Kamp yetkilileri bu tür hastalıkları detaylı bir
şekilde araştırmamış, bu hastalıkları bahane ederek esirlerin gözlerini
ameliyat etmiş ve çıkarmıştır.[32]
Sonuç olarak İngilizler tüm kamplardaki esirlere eşit
derecede olmasa da genel olarak iyi bakmaya çalışmışlar ve sistematik bir kötü
muamele uygulamamışlardır. Esarete dönemime ait yazılan dair hatıratlar ve
dönen esirlerin verdikleri ifadeler bunu göstermektedir. Yalnız esirlerin
gözlerinin çıkarılma olayını da sadece Ermeni doktorların kinine bağlamak da
doğru değildir. İngiliz yöneticilerinin sorumsuzluğu ve ihmalkarlığı bu
olayların yaşanmasındaki en büyük etkendir. Kamplardaki her türlü
denetimsizlikten bizzat İngilizler yöneticileri sorumludur. Ayrıca bu olayların
yaşanmasında Mısır’ın iklimi de çok etkilidir. Çöl sıcağında güneşin kumlar üzerinden
yansıması da esirlerin göz hastalıklarına yakalanmasında bir diğer etkili
olmuştur. Hindistan’dan dönen esirler orada sapasağlamken dönüşte kısa süre
kaldıkları Mısır kamplarında geçici körlüğe yakalanmışlardır. Sadece bu olay
dahi çöl güneşin etkisinin esirler üzerindeki etkisini açıklamaya yetmektedir.
Esirlerin göz rahatsızlıklarına yakalanmasında önemli bir diğer etken de
yetersiz beslenmeleri ve özellikle B3 vitamin eksikliğidir. Bu sorunların
yanında Ermeni tercümanların İngiliz askerlerini kışkırtmaları, yanlış çeviri
yapmaları ve esirlerin göz hastalıklarına yanlış tedavi uygulamaları esirlerin
kamplardan gözlerini kaybetmiş olarak dönmelerine sebep olarak gösterilebilir.
4.8.2 Mısır Esir
Kamplarında Pellagra Hastalığı
Dönemin temayüz etmiş doktorlarından Mazhar Osman
Uzman’a göre pellegra savaş ve kıtlık zamanlarında ortaya çıkan normal
zamanlarda nadir görülen bir çeşit besin yetersizliği hastalığıdır. Birinci
Dünya Savaşı’nın son seneleri ve Mütareke döneminde Mısır ve Hindistan’dan dönen
esirler arasında çok sık görülmüştür. Pellegra sadece ciltte meydana gelen
bozuklar olmayıp sindirim ve merkezi sinir sistemini de etkilemektedir. [33]
Özellikle B3 vitamini eksikliğinden kaynaklanan
pellegra hastalığı, iyi beslenmeyen ve yeterli düzeyde protein almayan
hastalarda görülmüştür. Türklerin bulunduğu kamplarda ilk defa 1916 yılında
ortaya çıkmasına rağmen kamplardaki esir sayısının artmasıyla hastalık da kısa
sürede yayılmıştır.[34]
Mısır’da görülen ilk pellegra hastaları Arabistan’dan gelen Türk esirleri
arasından çıkmıştır.[35]
Hastalık ölüme yol açmasa bile bu hastalığa yakalanan esir çok ağrılı bir
süreçten geçmekteydi. Yaraların eşlik ettiği cerrahi vakaların iyileşmesinde
güçlük çekiliyor ve ayrıca bu hastalığın yol açtığı kırık kemiklerin kaynaşmadığı
gözlemleniyordu.
Bir süre sonra esir bir uzvunu kaybetme ihtimali ile
karşılaşıyordu.[36]
Dönemin önemli doktorlarından Abdulkadir Noyan, kamplarda 8.000-10.000 arasında
pellegra hastasının olduğunu söylemiştir. Kamplarda esir olarak bulunmuş A. Rıza’ya
göre ise kamplarda toplamda 20.000 kişi bu hastalığa yakalanmıştır.[37]
Sonuçta pellegradan ölen hastaların kesin sayısı da tam olarak
bilinememektedir. Bu hastalık sebebiyle başka bir hastalığa yakalanan kişilerin
ölüm sebebi çoğu zaman pellegra olarak yazılmamış ve istatistikler doğru bir
şekilde kaydedilmemiştir.
İngilizlerin kendi yaptıkları araştırmalara göre diğer
devletlerin esirleri ile karşılaştırıldığında Türk esirlerin bağırsaklarda
gerçekleşen protein emilimi çok düşük seviyededir. Bir başka değişle Türk savaş
esirlerinin metabolizmasının azot ve yağların sindirimi çok düşüktür.
İngilizler bu tür araştırmalarla Türk esirleri arasında gözlemlenen pellegra
hastalığını Türklerin sindirim sisteminden olduğunu göstermeye çalışılmıştır.[38]
Oysaki Ağustos 1920’de Mezopotamya, Hindistan ve Burma’dan 400 kadar esir
Mısır’daki kamplara gelmiştir. Kampa geldiklerinde bu kişilerde herhangi bir
pellegra belirtisi veya şikâyeti yoktur. Ayrıca bu hastalık Hindistan
kamplarında da görülmemiştir. Mısır kamplarına gelen kişilerden yaklaşık 2 ay
içinde 3’ü bu hastalığa yakalanmıştır. Beş yıl Hindistan’da esaret yaşayan
esirlerde bu hastalığın ortaya çıkmaması söz konusu olamayacağına göre Mısır’da
uygulanan diyetin bu hastalıkta çok önemli payı olduğu iddia edilebilmektedir.
Hindistan diyeti incelendiğinde Mısır’dakinden farkı olduğu gözükecektir.[39]
İngilizler, kendilerinin yönettiği kamplarda görünen
pellegra hastalığında kendilerine hiç sorumluluk yüklememişlerdir. Esaret
öncesinde cephelerde iyi bakılmayan esirlerin, kampa geldiklerinde bu hastalığa
yakalandıkları iddia edilmiştir. Kendi uyguladıkları diyetin ise hastalığı
önlemede yeterli olmadığını söylemekle yetinmişlerdir. İngilizler, Alman
esirlerde pellegranın görülmemesi ileri sürerek bu hastalığın Türk esirler
arasında yaygın olarak ortaya çıkmasını Türklerin esaret öncesinde iyi
beslenememelerine bağlamıştır. Bu iddialardan sonra Alman esirlerde de bir süre
sonra hastalık gözlemlenmeye başlamıştır. Ayrıca hapis cezasına çarptırılan iki
Alman 3 ay sonra bu hastalığa yakalanmıştır. Oysaki Alman esirlerin Türklere
göre daha geç bu hastalığa yakalanmalarının sebebi Almanların yiyecek takviyesi
yapabilmelerinden ileri gelmektedir. Özellikle 1918 sonrası Alman Hükûmeti esir
askerlerine yeterince mali destek sağlayabilmiştir. Osmanlı Hükûmetinin
esirlerine Alman Hükûmeti kadar destek olamadığı bir gerçektir. Osmanlı
esirleri Hükûmetlerinden yeterince mali destek alamadıklarından bu kadar yüksek
oranda bu hastalığa yakalanmışlardır. Almanların bile yiyecek takviyesine
rağmen bu hastalığa geç de olsa yakalanması buradaki diyetin yetersiz olduğu
anlamına gelmektedir. Esirler, yemeğin azlığından ziyade kötülünden ve çeşidin
az olmasından şikâyet etmişlerdir. Kalori hesabıyla bakıldığında yemekler belki
yeterli fakat besleyici değildir. Sonuç olarak cephede iyi beslenemeyen
askerler, kamplarda da bir süre iyi beslenememişler ve bu hastalığa
yakalanmışlardır. Hastalığın da en fazla görüldüğü kamp ise Kantara kampı
olmuştur.1840 [40]
İngilizlerin iddialarının aksine cepheden gelen
14.000’den fazla Osmanlı esirin kampa gelişinde yapılan muayenesinde esirler
arasında pellegra olduğuna dair bir ize rastlanmamıştır. Esir A. Rıza, Hicaz
bölgesinden çok sayıda esir geldiğini, aralarında iskorbüt hastalığına
rastlandığını ama hiçbir şekilde pellegra hastalığına rastlanılmadığını
söylemiştir. Salihiye kampında birkaç ay gibi kısa süre içinde pellegra
hastalığı yayılmaya başlamıştır. Bu kamp kapatıldıktan sonra Doktor A. Rıza’nın
da aralarında olduğu Bilbeis’teki 40.000 esir, yaklaşık 25 Türk doktoru ve
3.000 yataklı bir hastanenin bulunduğu bir başka kampa nakledilmiştir.[41]
Kamplarda kalmış bir esir olan Ankaralı Çavuş İbrahim
oğlu Bekir’in kamp hakkında verdiği beyanatında esirlerin bu hastalığa
yakalanmasını verilen diyete bağlamıştır. Mısır’da pellegra hastaların olduğu
koğuşta çalışan İbrahim oğlu Bekir, esarette verilen yemekler ile ilgili
şikâyette bulunmuştur. İlk esir düştüklerinde Seydi Beşir kampına getirilen
Bekir, yeme içmelerinin yerinde olduğunu anlatmıştır. Burada kendilerine buğday
ekmeği, sebze ve et verilmiştir. Bilbeis kampına gittiklerinde mısır ve pirinç
unundan yapılan ekmek yemişlerdir. Ekmeğin içinde mısır ve pirinç taneleri
görünmektedir. Ekmek çok defa da küf kokmakta, özsüz olup yenilmeyecek
durumdadır. Sebze hiç verilmemiştir. Et haftada iki ya da üç defa verilmiştir.
Et olarak verilen de beygir eti olup kuşbaşı kadar bir parçadır. İngilizlerin
bu hastalığın detaylı araştırılması amacıyla otopsi için çok sayıda ceset de
açmıştır.1842 [42]
Esaret sonrası evine dönen ve pellegra belirtileri
gösteren bir hasta, doktora sağlık durumu hakkında bilgi vermiştir. Önce
tavukkarası denilen hastalık esirleri sarmış, hemen ardından da pellegra teslim
almıştır. Bu hastalığa yakalanan esirlerin el ve ayakları ateş gibi yanmaktadır.
Esirlerin kısa süre içinde el ve ayaklar kızarır, kabarır, sulanır ve kabuk
bağlardı. Esirler ishale yakalanmaları ile erimeye başlar ve ancak %5’i
kurtulabilirdi. Bizmut veya iğne, hastalığın tedavisinde hiçbir şekilde etkili
olmamıştır. Hastalara yapılan otopsilerden de bir sonuç çıkmamıştır. Eğer
ölmeyip kurtulan olursa nekahet kampına gönderilmekte ve orada buğday ekmeği,
tavuk, et vb. verilmekteydi.[43]
Hatıratlarda bu hastalığın sebepleri ile ilgili
açıklayıcı bilgiler bulunmaktadır. Mısır kamplarında askerlere verilen yemekler
her zaman yetersiz ve sağlıksız olmuştur. Örneğin, esirlere pırasanın yanında
tam pişirilmemiş kuru bakla gibi yemekler verilmiş, o gece esirlerde dehşetli
bir sancı başlamış, esirlerin bir kısmı kurtulabilse de hayatını kaybedenler
azımsanmayacak düzeyde olmuştur. Ayrıca 1919 yazında itibaren Osmanlı
esirlerine beygir ve katır eti verilmeye başlanmıştır. Zaten yetersiz beslenen
askerlerin Mısır gibi son derece sıcak bir yerde kokmuş beygir ve katır
etlerini yemekten başka çareleri kalmamıştır. Bunun sonucunda da birçokları
dizanteriye, bir kısmı da pellegra hastalığına yakalanarak hayatlarını
kaybetmiştir. Hatıratta pellegra hastalığından bahsedilirken esirlerin bu
hastalığı bir çeşit bir çeşit uyuza benzettikleri görülmektedir.[44]
Mısır esir
kamplarında Türk savaş esirleri arasında yaygın olarak görülen pellegra
hastalığı ile ilgili Soruşturma Kurulunun emriyle Albay F. D. Boyd ve Yarbay P.
S. Lelean tarafından bir araştırma yapılmıştır. Kahire’de hazırlanan 31 Aralık
1918 tarihli rapor İngilizlerin her türlü aksini söyleme çabalarına rağmen Türk
esirlerinin beslenme açısından çok yetersiz olduğunu ortaya koymuştu. Komisyona
pellegra hastalığında diyetin etkisi konusunda gönüllü olarak Profesör W. H.
Wilson yardımda bulunmuştu. Hastalığın diyetetik ve etiyoloji kısmında Dr.
Wilson’un önemli katkıları olmuştu. Rapora göre beslenme bakımında yetersiz
kalan esirlerde önemli hastalıkların çıkması kaçınılmazdı. Bu sebeple
beslenmenin yeterliliğinin ölçülmesinde proteinin biyolojik olarak değerinin
önemini fark eden ve ortaya çıkaran Dr. W. H. Wilson bütün beslenme
şekillerinin hesaplanması ve birçok kaynağın incelenmesinde önemli katkılar
sağlamıştır. Yapılan araştırmayı daha iyi anlamak için bazı ön bilgiler de
verilmiştir. Beslenmedeki brüt proteinin miktarını hesaplamak tatmin edici
olmayan bir karşılaştırmaya yol açmaktaydı. Bitkisel proteinler hayvan kaynaklı
proteinlere göre vücutta özümlenme konusunda daha değersizdi. Proteinin
değerinin bütün olarak değil; örneğin sebzedeki selülozla ilişkili olarak yavaş
sindiriminden çok kompleks moleküldeki amino asitlerin miktarı ve bağlanma
şekli önem arz etmektedir. Biyokimyasal araştırmaların gösterdiği üzere
özümlenmiş proteinin enerji verdiği bilinmektedir. Buna rağmen ilişkili olduğu
amino asitlerin sadece belirli bir kısmı, maddelerini yeniden inşa etmek ve
israfı geri kazanmak için dokuların kullanabileceği bir biçimde azot formu
sağlamaktadır. Araştırmalar göstermektedir ki denek insanların azot dengesini
sürdürmede en az 30 gram hayvansal proteine ihtiyaç vardır. Bitkisel proteinler
ise kaynağına göre değişmektedir. Aşağıdaki değerler pellegranın insan
biyolojisi üzerindeki önemini ortaya koymaktadır:
Tablo 4.15: Türk Esirlerinde
Pellegra Hastalığının Yaygınlığının Sebepleri
Protein kaynağı |
70 kiloluk bir insanı proteini kaybından koruyacak
asgari miktar |
Biyolojik değeri |
Et |
Günlük 30 gram |
1.000 |
Süt |
Günlük 31 gram |
0.965 |
Pirinç |
Günlük 34 gram |
0.880 |
Fasulye çeşitleri |
Günlük 50 gram |
0.600 |
Ekmek |
Günlük 76 gram |
0.395 |
Mısır (Mısır özel olarak pellegra vakasıyla ilgili
olan diyetetik kullanımda triptofan ve lizin temel amino asitlerinden
neredeyse tamamen fakir olan proteinleri sağlar.) |
Günlük 102 gram |
0.293 |
Kaynak: Report of a Committee of
Inquiry Regarding the Prevalenge of Pellagra among Turkish Prisoners of War, Haz. F.D Boydand
P.S. Lelean, İskenderiye, Ordu Basım ve Kırtasiye Bölümü, 1919, s. 509.
Raporda Türk esirleri arasında pellegra hastalığının
yaygınlığı konusu araştırılmıştır. Bu tablodaki veriler yorumlanırken
hatırlanmalıdır ki alınan yiyecekler bütün dokulara ulaşıyorsa biyolojik olarak
en değerli proteinin en az 30 gramı vücudu kilo kaybından korumaktadır. Bu
değer 70 kilodan fazla ağır olmayan normal sindirim gücüne sahip, enerji
girdi-çıktısını ve yağ kaybını dengede tutacak kalorinin diğer kaynaklardan da
desteklendiği insanlar için yeterlidir.[45]
Pellegra hastalığının
Mısır esir kamplarında ortaya çıkışı, yaygınlığı ve sebeplerini araştırmak için
Said limanının yakınındaki çöl kampında bulunan ve Türklerle benzer şartlarda
yaşayan Ermeni esirlerin yaşam standartları izlenmiştir. Kampta pellegra hastalığının
başlangıcı, ilerleyişi ve kayboluşundaki diyetin etkisi gözlemlenmiştir. Bu
rehinelerin yiyecek paylarına gelirlerinden ilave yapılması bekleniyordu fakat
bunda başarısız olundu. Sonuçta 5 ay boyunca 2.200 kalorilik 22 gram biyolojik
değerli proteinli diyetten sonra pellegra baş gösterdi. Başka bir bölgede
çalışan esirlere ailelerinden gönderilen paralarla daha fazla yiyecek desteği sağlanmış, fakat yine başarısız olunmuş ve pellegra yükselişe
geçmiştir. Eylül ortalarında düşüşte olan eğri tekrar yükselmeye başladığında
esirler çalışmayı bırakıp kamplara dönmüştür. 3.039 kalori 40,9 gram biyolojik
protein değerli yeni bir diyetin başlamasıyla yeni vakaların eğrisi sıfıra
düşmüş ve o zamandan sonra bu şekilde devam etmiştir. Yapılan araştırma pellegranın
biyolojik protein değeri düşük diyetten kaynaklandığı sonucunu ortaya çıkarmış
ve normal kişiler için şu kesin olmayan en az değerleri göstermiştir:
Tablo 4.16: Pellegra Hastalığının Protein Değeri Düşük
Diyet ile İlişkisini
Gösteren Liste
Çalışmayanlar |
Günde 40 gram |
Hafif işçiler |
Günde 40 gram |
Ağır işçiler |
Günde 45 gram |
Kaynak: Report of a Committee of
Inquiry Regarding the Prevalenge of Pellagra among Turkish Prisoners of War, Haz. F.D Boydand
P.S. Lelean, İskenderiye, Ordu Basım ve Kırtasiye Bölümü, 1919, s. 509.
Tablo 4.17: Pellegra Hastalığının
Esirlere Uygulanan Diyet ile İlişkisini
Normal Diyetli Kontrol Grubu |
Ortalama Kazanç 1 Lb |
10 fazladan tereyağı alan |
Ortalama kazanç 2.2 lb |
10 fazladan fasulye çeşidi alan |
Ortalama kazanç 7 lb |
Kaynak: Report of a Committee of
Inquiry Regarding the Prevalenge of Pellagra among Turkish Prisoners of War, Haz. F.D Boydand
P.S. Lelean, İskenderiye, Ordu Basım ve Kırtasiye Bölümü, 1919, s. 511.
Ludd iş kampı tekrar açıldığında işçiler ve 500
kişilik çalışmayan fakat neredeyse çalışanlarla aynı şartlarda yaşayan insanlar
arasında karşılaştırma yapılmıştır. Yapılan çalışmalarda aşağıdaki sonuçlara
ulaşılmıştır:[46]
1.
Pellegra, biyolojik değeri ölçülen protein
eksikliğinden kaynaklanır.
2.
Bu eksiklik;
(a)
Dinlenme halinde en az ihtiyaca göre kesindir
(b)
i) Enerji alımı ve harcanması arasındaki dengeye
ii) Özümlemenin bireysel verimliliğine bağlı olabilir
(3)
Pellegra erken safhalarda diyette biyolojik değerli
proteinin yükseltilmesiyle durdurulabilir.
Varılan bu sonuçlar için aşağıdaki öneriler de raporda
ayrıca yer almıştır:[47]
1.
Pellegraya yakalanma oranının çalışmayanlar
kamplarında son 2 ayda
aşağı yukarı aynı kalması ve işçi kamplarında bu ayda
net bir düşüşün olması tam yetkili diyetlerin yeterli olduğu ve herhangi bir
önemli değişikliğe ihtiyaç olmadığı sonucuna ulaştırmıştır.
2.
Var olan derecelendirme ölçeklerinin alternatifleriyle
birlikte tam
çeşitlilik verilmelidir ve yiyeceğin pişirilmesi ve
hazırlanmasında yakın denetim yapılmalıdır.
3.
Pellegra hastalığındaki herhangi bir artış, hayvansal
proteinle
giderilmeli, ödem ortaya çıkması yağın artırılmasıyla önlenmelidir.
Türk savaş esirleri arasında hastalığın klinik
görünümü başlığı ile verilen bölümde savaş esirlerinin sağlık durumları
anlatılmıştır. Buna göre kampta tıbbi soruşturma ve hastalığın özellikleri
incelenmiştir. Türk savaş esirlerini etkileyen yaygın hastalıklar başlangıç
belirtilerinden itibaren tüm klinik süreçte gözlemlenebilmiştir. Kantara işçi
kampındaki Türk savaş esirleri Temmuz 1918’in başlarında muayene edilmiş ve
fiziksel durumu en az bozulma seviyesinde olan her bir esir seçilerek Kahire
kampına transfer edilmiştir. O zamandan sonra da bu amaç için belirlenmiş bir
tıbbi asker tarafından çalışan tüm esirler haftada iki kez bölük bölük muayene
edilmiştir. Herhangi bir şüpheli belirti gösteren herkes ilk gün kayıt altına
alınmıştır. Sonuçlar aşağıdaki gibidir:[48]
(a)
2 hafta sonunda normalin dışındaki ilk görülebilir
belirti, vücudun diğer kısımlarında serbestçe terleme olabilmesine rağmen
derinin kuruluğuyla birlikte elin ve bileğin arkasında hafif deri
renklenmesidir.
(b)
1 ay sonra burunda hafifçe derinin renklenmesi
görülebilirken ellerin ve bileklerin durumu daha dikkat çekici hale gelmiştir.
Şahıs bu zamanda hiçbir hastalık şikâyeti olmayan, sindirimi normal olan güçlü
bir kişidir.
(c)
6 haftanın geride kalmasıyla birlikte ellerin durumu
ilerlerdi ve deri gevşek, parlak ve buruşuk hale geldi. Burundaki deri
renklenmesi yanaklara yayıldı. Mutlak beslenme değişiklikleri ortaya çıktı,
güçsüzlük şikayetiyle birlikte kas kütlesinde özellikle üst kol ve omuz eklemi
çevresinde kayıplar gözlendi. Yemek sonrası yanma hissi, iştahsızlık ve
aralıklı ishalin gösterdiği üzere sindirim sorunları ortaya çıktı. Tahmini kan
basıncı sık sık 90-100’e düştü. Esir şu anda işçi kampı için uygunsuz hale
geldi ve tedavi için hastaneye gönderildi.
Raporda ayrıca hastanedeki vakaların klinik
çalışmaları üzerinde durulmuştur. Burada erken safhada olan hastalar, ileri
safhada olan hastalar ve teşhis konuları işlenmiştir. Bunun için Türk savaş
esirlerinin muzdarip olduğu klinik şartlar üzerine çalışma yapmak ve rapor
yazmak için esir grubundan 100 hasta seçilmiştir. Bunların hepsi Türk hattından
gelen aktif olarak savaşmış kişilerdir. Hepsi 2 Nolu Kahire savaş esiri
hastanesinde özel koğuşlara kabul edilmişlerdir. Erken safhada olan hastalar
için birçok vakada düzgün tıbbi geçmişe ulaşmak zordu. Çoğunun hastalık
şikâyeti yoktu, diğerleri ise 1 aydan 2 yıla kadar değişen periyotlarla elde
derinin renk değiştirdiğini belirtti. Şartlardaki en kolay gözlemlenebilir
özellik her zaman simetrik deri renklenmesi ve derinin kuruluğuydu. Bu aynı
zamanda pul pul ve buruşuk olan ellerin, bileklerin ve ayakların arka
kısımlarında çok belirgindi. Burun da çok benzer şekilde etkilenmişti ve
çoğunlukla deri renklenmesi yanaklara yayılmıştır. Boynunun renklenmiş, kuru,
parlak ve buruşuk, bir kısmının da çoğunlukla iman tahtası kemiğine yayılarak
kravat benzeri bir görüntü oluşmuştu. Ayak bilekleri, ayağın tabanı ve belde
kemer takılan yer gibi vücudun basınç altındaki yerlerinde deri renklenmesi
görülmüştü. Vücuttaki veya uzuvlardaki tüm yaralar belirgin şekilde renklenmişti.
Hiçbir vakada ağız boşluğu mukoza zarında renklenme görülmemişti.[49]
Terleme diğer kısımlarda doğal olarak gerçekleşirken
etkilenmiş deri her zaman kuruydu ve deri altına pilokarpin enjekte edildiği ve
terlemenin etkilenmemiş bölgelerde gerçekleştiği 12 vakada böyle devam etmişti.
Vücut sıcaklığı genellikle normalin altındaydı. Ateş yükseldiğinde bulaşıcı
durumlar bu hastalığı daha da karmaşık hale getiriyordu.[50]
Beslenme birkaç vaka hariç, bazen hastalığın ilk
safhalarında bile derinden etkilemişti. Kas kütlesi kaybı ilk başlarda üst kol
ve omuzda belirgindi. Sınırlı sayıda (%25) beslenme makuldü, hatta iyiydi.
Beslenme sistemi mutlak değişiklikler gösterdi. %45’inde iştahsızlık, yemek
sorası yanma, mide gazı şeklinde sindirim sorunları şikayetleri vardı, fakat en
yaygın şikâyet özellikle aralıklı ishaldi.[51]
Ağız kenarlarında çatlaklar yaygındı. Diş etleri
ülserleşmişti ve diş etinden akan irin belirgindi. Dil karakteristikti. Dil,
önce nemli, geniş ve diş tarafında bastırılmış, kenarlı ve uçları açık pembe
renkte ve üst deriden yoksun, arka kısım sıvanmış ve bolca çatlaklıydı. Daha
ilerlemiş vakalarda üst deri kaybı tüm dil sırtına yayılmış ve dile çiğ etin
açık pembe renkli görüntüsünü veriyordu. Boğaz herhangi bir anormallik
göstermiyor ve ağız boşluğu mukoza zarında herhangi bir deri renklenmesi yoktu.
Bazı sınırlı vakalarda parotis bezinin şişmesi vardı ve ikincil olarak açıkça
ağız içi boşluğu sepsisi vardı. İştah 12 hastada ‘’iyi’’, 7 hastada ‘’makul’’
11 hastada ‘’eksik’’ti. İştah kaybı 1 hasta hariç hepsinde aralıklı ishali de
getirdi.[52]
Türk esirler arasında bir test yemeğinden sonra mide
içeriğinde asit salgısının durumunu da raporda gösterilmiştir. Hastalığın erken
safhalarında herhangi bir sindirim zorluğu görünürde yokken hidroklorik asit
salgısı azdır. Hastalık ilerledikçe sindirim zorlukları baş göstermektedir.
Hidroklorik asit test yemeğinden 1 saat sonra tamamen noksandır. Bu hastaların
dışkıları bolca çeşitli enfeksiyonlara kanıt içeriyor, bağırsak solucanı
yumurtaları neredeyse sürekli bulunuyordu. Karaciğer fiziksel muayenede
normaldi, sıtmaya sebep olan hepatitin yayılma ve hassasiyeti vardı. Dolaşım
sistemi hastalığın erken safhalarında kötüleşme gösterdi. Çoğu hastada kalp
atışlarını belirlemek zordu. Kalp bölgesi bütün hastalarda normaldi ve cılız
sesliydi. Herhangi bir hırıltı yoktu. Nabız dakikada 65-75 arasında olup ritim
düzenliydi, ses azdı ve damar duvarı sağlıklıydı.[53]
Raporda Kantara savaş esirleri kampındaki işçilerin
gözlemlenen kan basıncı sonuçlarını verilmiştir. Bütün denekler kamplardaki
erzaktan beslenen yaşayan işçi esirlerdir. Esirler üç gruba ayırılmıştır. İlk
grup aktif olarak çalışan ve hastalık şikâyeti olmayan sağlıklı erkeklerden
oluşuyordu. Erzak diyetinden beslenen sağlıklı Türk savaş esirleri ortalama
olarak sistolik 125 ve diyastolik 94 milimetre Hg (Civa) kan basıncı verdiler.
İkinci grup besinsel fonksiyonlarda herhangi bir engeli olamayan güçlü olarak
adlandırılabilen fakat elin arka kısmında çok hafif deri renklenmesi ve biraz
kuruluk gözlenen esirleri içeriyordu. Bu esirler ortalama kan basıncından
farklı şekilde düşük kan basıncı (örneğin 119-92 arası) verdiler. Üçüncü grupta
beslenmeleri hafifçe etkilenmiş olanlar vardı ve basınçta düşüklük daha fazla
(örneğin 111-29 arası) belirgindi. Bu yüzden kan basıncındaki belirgin düşüşler
hastalıkların işareti ve belirtisi olabilmekteydi. Bu da canlılığın ve
dayanıklılığın zayıf düşmesine bir kanıt olarak değerlendirilmiştir.[54]
Raporda hastanedeki 100 eski hastanın da kan basıncını
gösterilmiştir. Ortalama sistolik basınç 92 milimetrede sabittir. Beslenme
derinden etkilendiğinde kan basıncı en düşük seviyede olmaktadır. Ölçülen
hastalar arasında beslenmesi makul ve sistolik kan basıncı 80’lerde olan
hastaların yanı sıra 75 milimetrede olan bir başka hasta ile bir kısım
beslenmesi çok fakir ve sistolik kan basıncı 100 (ortalamanın çok üstünde) olan
hasta da vardı. Bu yüzden bu grupta bozulmuş beslenme ve sisitolik kan basıncı
arasında herhangi bir bağlantı gözükmemiştir. Raporda hastalığı ilerlemiş çoğu
bağırsak enfeksiyonuyla karmaşıklaşmış hastaların basıncını da bulunmaktadır.
Hepsinde kan basıncı düşük fakat yine mevcut zayıflama derecesiyle arasında
kesin bir bağlantı yoktur. Said limanı Ermeni kampındaki bir kısım iyileşmiş,
çoğu bu hastalığı bir veya iki kez yinelemiş hacıların durumunu
gözlemlenmiştir. Hepsinde beslenme iyidir ve kan basıncı normale dönmüştür.
Ayrıca sınırlı sayıda hastanın ayak bileklerinde biraz ödem vardı. Solunum
sistemi ileri düzeyde olmayan hastalarda fiziksel muayene normaldi.[55]
Hematopoetik (kan hücrelerinin oluşumu) sistem, ileri
düzeyde olmayan hastalarda normalden çok farklılık göstermedi. Sıtma
enfeksiyonu olmuş yerler hariç dalak normaldi. Kan renksizlikle birlikte hafif
klorotik (kansızlık) anemi gösterdi. Kan filmlerinin muayenesinde geniş tek
çekirdeklilerde herhangi bir artış göstermedi. Herhangi bir parazit veya
protozoa (serbest veya parazit yaşayabilen vücutları tek hücreden oluşan
mikroskobik canlılardır.) bulunmadı ve kan kültürü sürekli mikropsuzdu. İdrar
ilk hastalarda albuminden ve şekerden yoksundu. Örnek olması gerektiği gibi
hafif asidikti. Sıtma ortaya çıktığında bazen albumin düşük miktarlarda
bulunuyordu.[56]
Sinir sistemi fonksiyonları hastaların çoğunda büyük
değişiklikler göstermişti. Düşünme çok yavaştı, hastalar donuk ve hissizdi.
Çevrelerini ya hiç umursamamışlar ya da çok az umursamışlardı. Bazı hastalarda
durum açık melankoliye dönüşmüştü. Dokunsal duyular hepsinde normaldi.
Düşünmenin çok donuk olduğu zamanlar hariç titreşime kolayca tepki
verilebiliyordu. Sonra anlama kaybı asıl sorun olarak gözükmüştü. Rombergism
(hastanın gözleri kapalı ayakta durabilme yetisi) hiç görülmedi. Sinirlerde
herhangi bir felç gözlemlenmedi. Kaslar sarkık ve tükenmişti ve kas gücü çok
azdı. Tabansal refleksler nadiren tepki veriyordu. Bunun sebebi açık şekilde
ayak taban derisinin kalınlığı ve sertliğindendi. Karın refleksleri, normaldi.
Chostek’in (kanda kalsiyum değeri düştüğünde kulağın ön tarafına hafifçe parmak
ucu ile vurulduğunda dudak kenarının aynı tarafa seğirme) belirtisi hiç yoktu.
Kol refleksleri yaygın olarak vardı. Diz refleksleri genelde hastalığın ilk
evrelerinde azalmış, daha sonra ileriye gitmiş ve kas sağlığı derinden
etkilendiğinde yok olmuştu. Ayak bileği refleksleri genelde normaldi. Göz
bebeği refleksi her hastada normaldi. Lomber ponksiyon (Beyin omurilik
sıvısının alınmasıyla biyokimyasal, mikrobiyolojik ve sitolojik inceleme
yapılması) 12 tipik hastada gerçekleşti. Sadece birinde basınçta artış oldu.
Hepsinde kan sıvısı temizdi, hücre öğelerinde veya anormal hücrelerde artış
içermemiş, kültürde mikropsuz olup hiçbir protozoa kaynaklı enfeksiyon
görülmemiştir.[57]
İleri safhada olan hastalar arasında gözlemler
yapıldığında karmaşık klinik bir tablo ile karşılaşılmıştır. Farklı hastanelerde
görülen çok sayıda ileri safhadaki hastaların çoğunluğu karmaşık bir
hastalıktan muztaripti. Bu genellikle sıtmaydı fakat daha yaygın olarak
dizanteriydi (bakteriyel ve amipli). Bu kişiler özellikle bakteriyel türe
eğilimliydi. Bu hastaların dayanıklılığı beslenme hatalarıyla zayıfladı. Midede
hidroklorik asitin salgılanması eksikti veya hiç yoktu. Bu yüzden sindirim
borusunu, enfeksiyon süreçlerinin istilasına karşı korumada zayıf kaldılar ve
sonuçta doğal olarak dizanteri ortaya çıktı.[58]
Hastalığı açık olan ileri derece hastaların sayısının
çok az olmasına rağmen pellegranın teşhisini koymak kolayca mümkündü. Yüzde,
boyunda, elde ve ayaklarda kızarıklık ve derinin renklenmesi çok belirgindi. Bu
yüzde en fazla burunda ve yanaklarda yanlara doğru yarasa kanadı şeklinde
yayılan formda belli oluyordu. Boyun belirgin şekilde renklenmişti. Kızarıklık
ve deri renklenmesi farklı bir şekilde oluşturarak ülserleşmeye gidiyordu. Deri
renklenmesi göğüs kemiğine indi. Elin ve bileğin arkası belirgin kızarıklık ve
deri renklenmesi gösterdi. Bazı hastalarda kabarcıklar ve derin çatlaklar
oluştu. Ayağın sırt tarafı çokça renklenmişti. Deri renklenmesi bacağa
tırmanıyordu. Deri kuru, buruşuk ve pulluydu. Trokanterler ve tuberositler
üzerinde bolca nasır vardı. Basınç altındaki bütün kısımlar ve yaralar
renklenmişti. Beslenme derinden etkilenmişti, zayıflama belirgindi. İştah azdı,
diş etleri ülserliydi ve diş etinde irin akması belirgindi. Dil nemliydi fakat
üst deri çok noksandı ve hassas görünüyordu. İshal zaman zaman vardı fakat
herhangi bir organizma veya protozoa soyutlanamıyordu.[59]
Zihinsel işlevler derinden çökmüştü. Düşünme çok
yavaştı ve hayata bakış melankolikti. Böyle bir görüntü ancak pellegraya işaret
etmekteydi. Bu ilerlemiş klinik görüntüsüyle hastalığın izi eski işçi
kamplarındaki güçlü işçilerin ellerindeki hafif deri renklenmesinden
sürülebilirdi. Bu hafif renklenmeyi takiben kişide beslenme sorunları baş
gösterir ve kesin pellegra tanısıyla hastaneye kabul edilirdi. Mevcut salgında
hastaların çok az bir kısmında alt uzuvlarda ödem gözlendi.1860 [60]
Pellegra hastalığının klinik doğası, kromafin sistemin
derinden bitkinliğiyle birlikte böbrek üstü bezlerinin etkilenmesini güçlü
şekilde işaret ediyordu. Dolaşım sağlığının bozulması, renklenmeyle birlikte
böbrek yetmezliğinin özelliğidir. Midede kusurlu asit salınımı kaçınılmaz
olarak bozulmuş pankreas salgısına ve sonuç olarak kusurlu sindirime bu da
beslenme eksikliğine yol açmaktadır. Kişi yeterli yemek yiyebilir fakat protein
ve yağların sindirimi ve emilimi kusurlu olacaktır. Hastalık erken safhalarında
ve karmaşık olmayan durumlarda kişi istirahate çekilir ve cömert bir diyetle
beslenirse ise gelişme görülecektir. Kişi tıbbi tedavi olmadan bile kilo alır
ve bağırsaklara ait şikayetler ortadan kalkmaktadır. Erken safhadaki hastalar
sıradan bir diyetle beslenmeye başlamalıdır. Örneğin 22 gram tereyağı eklenmiş
veya süt çıkarılmış fakat 22 gram fasulye çeşidi veya mercimek eklenmiş
beslenme yeterli olacaktır. Bu diyet sonucunda hepsi kilo aldı ve gelişme
gösterdi. Fakat en hızlı kazanç diyeti fazladan sebze proteinin eklenmesiyle
gerçekleşti. Pellegra hastalığına yakalanan kişi bakteriyel dizanteri veya
septik zatürreden muzdarip ise de görüntü çok farklıdır. Kişinin genel
dayanıklılığı o kadar düşer ki ikincil hastalığın ölümcül bir yıkıma sebep
olması beklenebilir. Amipli dizanteri emetinle yapılan tedaviyle o kadar
ölümcül değildir. Tecrübelere göre karmaşık olmayan pellegra hastalığında ölüm
yaygın değildir.[61]
Tüm bu yapılan inceleme ve araştırma sonuçları
göstermiştir ki Türk savaş esirleri arasında pellegra çok yaygındır. Durum
vücudun açık kısımlarındaki kızarıklık ve deri renklenmesiyle, derin beslenme
bozukluklarıyla ve kan basıncında düşmeyle özelleşmiştir. Aşağıdaki tabloda
Doğu Kantara işçi kampı için Türk savaş esirlerinin kan basıncı gösterilmiştir:[62]
Tablo 4.18: Doğu Kantara İşçi Kampında Bulunan Türk
Savaş Esirlerinin Kan
Basıncı
Resmen Görevli Olmayan Sağlıklı
Türk Esirler |
|
Yaşı |
Kan basıncı |
25 |
132-92 |
25 |
128-104 |
25 |
122-90 |
38 |
130-98 |
32 |
130-98 |
38 |
118-90 |
44 |
120-90 |
29 |
128-96 |
25 |
122-90 |
Ortalama 125-94 mm Hg (civa) |
|
Erken safhada deri renklenmesi
olan güçlü erkekler; beslenmesi iyi olanlar |
|
Yaşı |
Kan basıncı |
31 |
130-100 |
36 |
128-100 |
28 |
116-90 |
27 |
112-88 |
36 |
116-94 |
35 |
112-98 |
20 |
114-84 |
40 |
122-90 |
29 |
128-90 |
40 |
124-96 |
35 |
128-100 |
38 |
118-96 |
45 |
110-86 |
35 |
116-88 |
Ortalama 119-92 mm Hg |
ve
yağların iyi özümlenmemesine sebep olmaktadır. Hastalığın klinik özelliği
böbrek üstü bezi yetmezliğidir. Buna rağmen bu yetmezliğin nasıl ortaya
çıktığını gösteren yeterli kanıt yoktur. Klinik ve patolojik bulgulardan
herhangi bir protozoa kaynaklı veya bakteriyel bir enfeksiyonun kanıtı yoktur.
Bkz. Report of a Committee of Inquiry
Regarding the Prevalenge of Pellagra among Turkish Prisoners of War, Haz. F.D Boydand P.S. Lelean,
İskenderiye, Ordu Basım ve Kırtasiye Bölümü, 1919, s. 516-517.
Erken safhalı deri renklenmesi
ve hafif besinsel değişiklikler |
|
Yaşı |
Kan basıncı |
42 |
108-80 |
46 |
104-78 |
40 |
108-78 |
35 |
112-90 |
22 |
112-90 |
26 |
120-92 |
34 |
126-94 |
36 |
114-80 |
26 |
98-72 |
Ortalama 111-95 mm Hg |
Kaynak: Report of a Committee of
Inquiry Regarding the Prevalenge of Pellagra among Turkish Prisoners of War, Haz. F.D Boydand
P.S. Lelean, İskenderiye, Ordu Basım ve Kırtasiye Bölümü, 1919, s. 516-517.
Hastaların birçoğu
kurtçuklu veya kamçılı bağırsak iltihabı gösterdi. Bunlar sıradan faktörler
olarak düşünülmemelidir. Fakat sadece sindirim bozukluğunu ve beslenme
bozukluğunu desteklemektedir. Hastalık protozoal ve bakteriyel istilaya
dayanıklılık direncini kırmakta ve bu nedenle yüksek oranda ölüme sebep
olmaktadır. Aşağıdaki tabloda Türk saflarından hastaneye kabul edilen erken
seviyede pellegra hastalığı bulunan 100 hastanın kan basıncı ve ilişkili
semptomları verilmiştir:1864
Tablo 4.19: Erken Seviyede Pellegra Hastası Türk Savaş
Esirlerinin Kan
Basıncı ve Hastalığa Ait Bazı Semptomlar
Hastalığın süresi(ay) |
Beslenme |
İshal Durumu |
Zekâ |
Karın refleksi |
Kol refleksi |
Bacak refleksi |
Kan basıncı |
6 |
Fakir |
Aralıklı |
Normal |
Normal |
Normal |
Normal |
112-70 |
15 |
Çok fakir |
Var |
Çok donuk |
Normal |
Normal |
Normal |
100-80 |
24 |
Fakir |
Yok |
Makul |
Normal |
Normal |
Normal |
98-76 |
6 |
Fakir |
Yok |
Makul |
Normal |
Normal |
Normal |
96-78 |
6 |
Fakir |
Yok |
Donuk |
Normal |
- |
Normal |
108-80 |
1864 a.g.e., s. 519-521.
6 |
İyi |
Yok |
Makul |
Normal |
Yok |
Normal |
92-70 |
6 |
Makul |
Yok |
Donuk |
Normal |
- |
Normal |
92-74 |
12 |
Fakir |
Yok |
Donuk |
Normal |
Normal |
- |
80-60 |
12 |
Makul |
Yok |
Makul |
Normal |
Normal |
Normal |
98-74 |
2 |
Fakir |
Yok |
Çok donuk |
Normal |
Normal |
Normal |
90-70 |
2 |
Makul |
Aralıklı |
Donuk |
Normal |
Normal |
Normal |
98-74 |
6 |
Makul |
Aralıklı |
Makul |
Normal |
Yok |
Yok |
90-72 |
12 |
Makul |
Aralıklı |
Makul |
Normal |
Yok |
Yok |
92-74 |
6 |
İyi |
Aralıklı |
İyi |
Normal |
Normal |
Yok |
90-74 |
6 |
Makul |
Yok |
Makul |
Normal |
Yok |
Normal |
82-66 |
12 |
Fakir |
Aralıklı |
Makul |
- |
Normal |
- |
92-78 |
1 |
Fakir |
Aralıklı |
Çok donuk |
Normal |
- |
Normal |
90-78 |
12 |
Fakir |
Yok |
Donuk |
Normal |
- |
Normal |
98-72 |
24 |
Fakir |
Aralıklı |
Makul |
Normal |
Normal |
Normal |
88-/ |
6 |
Fakir |
Aralıklı |
Makul |
Normal |
- |
Normal |
100-78 |
2 |
Fakir |
Yok |
Donuk |
Normal |
Normal |
- |
88-70 |
4 |
Fakir |
Yok |
Donuk |
- |
Yok |
- |
80-65 |
6 |
Fakir |
Aralıklı |
Normal |
Normal |
Normal |
Normal |
102-78 |
12 |
Fakir |
Yok |
Donuk |
Normal |
Normal |
Normal |
86-60 |
4 |
Çok fakir |
Aralıklı |
Normal |
Normal |
Normal |
Normal |
102-78 |
12 |
Makul |
Yok |
Donuk |
Normal |
Normal |
Normal |
86-70 |
6 |
Fakir |
Kabız |
Çok donuk |
Normal |
Yok |
Normal |
90-76 |
12 |
Fakir |
Yok |
Donuk |
Normal |
Yok |
Normal |
96-76 |
6 |
Fakir |
Yok |
Normal |
Normal |
Normal |
Normal |
102-80 |
6 |
Fakir |
Var |
Donuk |
Normal |
Yok |
Normal |
90-70 |
6 |
Fakir |
Aralıklı |
Çok donuk |
Normal |
Normal |
- |
100-80 |
3 |
Fakir |
Aralıklı |
Çok donuk |
Normal |
Yok |
Normal |
102-80 |
24 |
Çok fakir |
Aralıklı |
Çok donuk |
Yok |
Yok |
- |
82-/ |
12 |
Makul |
Aralıklı |
Makul |
Yok |
- |
Yok |
92-70 |
3 |
Çok fakir |
Yok |
Normal |
Normal |
Normal |
Normal |
94-74 |
3 |
Çok fakir |
Yok |
İyi |
Normal |
Normal |
Normal |
94-70 |
12 |
Makul |
Yok |
İyi |
Normal |
Normal |
Normal |
84-/ |
12 |
Fakir |
Yok |
İyi |
Yok |
Yok |
Normal |
92-76 |
6 |
Fakir |
Yok |
Makul |
Normal |
- |
Normal |
99-80 |
3 |
Fakir |
Yok |
Donuk |
Normal |
Yok |
Normal |
100-72 |
12 |
Fakir |
Yok |
Donuk |
Normal |
Yok |
Normal |
98~80 |
4 |
Fakir |
Yok |
Donuk |
Yok |
Yok |
Normal |
80-65 |
12 |
Fakir |
Var |
Donuk |
Normal |
Normal |
Normal |
82-/ |
24 |
Fakir |
Yok |
Donuk |
Normal |
Yok |
- |
98-76 |
6 |
Çok fakir |
Yok |
Çok donuk |
Normal |
- |
- |
96-80 |
24 |
Makul |
Yok |
Normal |
Normal |
Normal |
Normal |
94-72 |
12 |
Fakir |
Var |
Çok donuk |
Yok |
Yok |
Normal |
96-78 |
12 |
Makul |
Yok |
Normal |
Normal |
Normal |
Normal |
94-72 |
6 |
İyi |
Yok |
İyi |
- |
Normal |
- |
102-80 |
6 |
Çok fakir |
Aralıklı |
Makul |
Normal |
Normal |
Normal |
98-70 |
24 |
Makul |
Aralıklı |
İyi |
Normal |
Normal |
- |
96-76 |
12 |
Çok fakir |
Yok |
Çok donuk |
Normal |
Yok |
Normal |
90-80 |
18 |
Çok fakir |
Var |
Çok donuk |
Yok |
Normal |
Normal |
84-6 |
18 |
Fakir |
Yok |
Donuk |
Normal |
- |
- |
86-66 |
6 |
Makul |
Aralıklı |
Donuk |
Normal |
Normal |
Normal |
100-80 |
6 |
Fakir |
Aralıklı |
Donuk |
Normal |
Normal |
Normal |
92-72 |
4 |
Makul |
Aralıklı |
Normal |
Normal |
Normal |
Normal |
98-80 |
6 |
Fakir |
Aralıklı |
Makul |
Yok |
Yok |
Normal |
110-90 |
24 |
Çok fakir |
Yok |
Normal |
Normal |
Yok |
- |
90-72 |
6 |
Çok fakir |
Var |
Donuk |
Normal |
- |
- |
90-70 |
4 |
Çok fakir |
Aralıklı |
Çok donuk |
Normal |
Normal |
Normal |
82-60 |
3 |
Fakir |
Yok |
Makul |
Normal |
- |
Normal |
92-76 |
6 |
Çok fakir |
Aralıklı |
Çok donuk |
Normal |
- |
- |
90-70 |
3 |
Fakir |
Yok |
Makul |
Normal |
- |
- |
108-88 |
6 |
Çok fakir |
Yok |
Normal |
Normal |
- |
- |
92-72 |
4 |
Çok fakir |
Yok |
Çok donuk |
- |
Normal |
Normal |
112-88 |
12 |
Makul |
Yok |
Normal |
Normal |
Normal |
Normal |
92-78 |
6 |
Çok fakir |
Yok |
Donuk |
Normal |
Normal |
- |
97-72 |
12 |
Fakir |
Aralıklı |
Donuk |
Yok |
Normal |
Normal |
100-88 |
12 |
Çok fakir |
Aralıklı |
Çok donuk |
Normal |
Normal |
Normal |
78-62 |
3 |
Çok fakir |
Aralıklı |
Çok donuk |
Yok |
- |
- |
102-82 |
4 |
Çok fakir |
Yok |
Donuk |
Normal |
- |
Normal |
100-82 |
12 |
Çok fakir |
Yok |
Çok donuk |
Normal |
- |
Normal |
80'-64 |
8 |
Çok fakir |
Var |
Çok donuk |
Normal |
- |
- |
85-65 |
4 |
Fakir |
Aralıklı |
Normal |
Normal |
- |
- |
100-88 |
24 |
Çok fakir |
Yok |
Donuk |
Normal |
Normal |
Normal |
78-66 |
12 |
Makul |
Var |
Makul |
- |
Normal |
Yok |
88-74 |
7 |
Makul |
Yok |
Makul |
Normal |
Normal |
Yok |
88-70 |
6 |
Çok fakir |
Yok |
Donuk |
Normal |
- |
Normal |
92-78 |
24 |
Makul |
Yok |
Makul |
Normal |
Normal |
Normal |
112-90 |
6 |
Makul |
Yok |
Normal |
Normal |
Normal |
Normal |
108-84 |
6 |
Makul |
Var |
Makul |
Normal |
- |
- |
94-78 |
4 |
Makul |
Yok |
Makul |
Normal |
Normal |
Normal |
110-84 |
3 |
Fakir |
Yok |
Normal |
Normal |
Normal |
Normal |
84-64 |
6 |
Fakir |
Aralıklı |
Normal |
Normal |
- |
Normal |
82-/ |
6 |
Çok fakir |
Aralıklı |
Donuk |
Normal |
Normal |
Normal |
102-80 |
12 |
Makul |
Yok |
Normal |
Normal |
Normal |
Normal |
92-/ |
12 |
Makul |
Yok |
Donuk |
Normal |
- |
- |
96-80 |
4 |
Fakir |
Aralıklı |
Normal |
Normal |
Normal |
Normal |
88-70 |
18 |
Çok fakir |
Yok |
Çok donuk |
Normal |
- |
Normal |
92-78 |
6 |
Fakir |
Yok |
Normal |
Normal |
- |
- |
88-70 |
3 |
İyi |
Aralıklı |
Normal |
Normal |
Normal |
Normal |
90-72 |
6 |
Makul |
Yok |
Makul |
Yok |
Normal |
Normal |
92-74 |
6 |
Makul |
Yok |
Normal |
Normal |
Normal |
Normal |
78-64 |
4 |
Fakir |
Aralıklı |
Donuk |
Normal |
Normal |
- |
94-78 |
18 |
Fakir |
Yok |
Çok donuk |
Normal |
Normal |
Normal |
98-80 |
12 |
Çok fakir |
Yok |
Çok donuk |
Normal |
- |
- |
112-80 |
6 |
Fakir |
Yok |
Çok donuk |
Normal |
Normal |
Normal |
98-80 |
6 |
Çok fakir |
Yok |
Çok donuk |
Normal |
Normal |
Normal |
90-80 |
Hastalık durumu |
İlk semptomlardan itibaren
periyot |
Kan basıncı- Hg |
59 |
6 aya kadar |
94.54-74.9 mm |
27 |
6’dan 12 aya kadar |
90.90-72.7 mm |
Pellegra hastalığının ileri
safhada olduğu hastalar |
|||||
İshal |
Kan basıncı |
Zekâ |
Refleksler |
Diğer hastalık etkeni |
Sonuç |
Var |
/-50 |
Donuk |
- |
Amipli dizanteri |
Gelişme var |
Var |
- |
Çok donuk |
+ |
- |
Öldü |
Var |
- |
Donuk |
- |
- |
Öldü |
Var |
92-76 |
Çok donuk |
- |
Bakteriyel Dizanteri,
trikomonas |
Gelişme var |
Var |
94-80 |
Makul |
- |
Bakteriyel Dizanteri,
trikomonas |
Gelişme var |
Var |
- |
Çok donuk |
- |
Bağırsak solucanı, trikomonas |
Gelişme var |
Var |
- |
Makul |
- |
Yok |
Gelişme var |
Var |
82-60 |
Çok donuk |
- |
Bağırsak solucanı, trikomonas |
Gelişme var |
Var |
80-62 |
Donuk |
Normal |
Habis sıtma |
Öldü |
Var |
92-80 |
Çok donuk |
Normal |
Bağırsak solucanı, ülseratif
kolit |
Öldü |
Var |
94-72 |
Çok donuk |
Yok |
Kolit |
Öldü |
Aralıklı |
82-64 |
Normal |
- |
- |
Öldü |
Var |
98-82 |
Normal |
- |
Akut bronşit, zatürre, amipli dizanteri |
Öldü |
Var |
78-65 |
Çok donuk |
+ |
Bakteriyel dizanteri |
Öldü |
Var |
- |
Çok donuk |
- |
Bronşit, zatürre dizanteri |
Öldü |
Var |
96-72 |
Donuk |
- |
- |
Öldü |
Yok |
104-88 |
Donuk |
+ |
Yok |
Geri gönderildi |
Var |
- |
Çok donuk |
Normal |
- |
Geri gönderildi |
Yok |
- |
Donuk |
+ |
- |
Geri gönderildi |
Var |
98-18 |
Çok donuk |
Normal |
Bakteriyel dizanteri |
Geri gönderildi |
Var |
- |
Donuk |
- |
Bakteriyel dizanteri |
Geri gönderildi |
Var |
88-70 |
Çok donuk |
+ |
Bakteriyel dizanteri |
Geri gönderildi |
Var |
- |
Çok donuk |
+ |
Dizanteri |
Geri gönderildi |
Var |
99-80 |
Çok donuk |
Normal |
Bakteriyel Dizanteri, zatürre |
Öldü |
Var |
- |
Çok donuk |
Yok |
Dizanteri |
Öldü |
Var |
- |
Çok donuk |
+ |
Tuberküloz peritonit (karın
zarı iltihabı) |
Öldü |
Var |
90-72 |
Normal |
+ |
Bronşit |
Gelişme var |
Var |
100-82 |
Çok donuk |
+ |
Yok |
Gelişme var |
Var |
105-88 |
Çok donuk |
+ |
Yok |
Gelişme var |
Yok |
90-74 |
Donuk |
+ |
Yok |
Gelişme var |
Var |
90-78 |
Donuk |
- |
Amipli dizanteri |
Gelişme var |
Var |
- |
Çok donuk |
- |
Yok |
Gelişme var |
Var |
86-70 |
Çok donuk |
Normal |
Kronik dizanteri |
Öldü |
Var |
- |
Çok donuk |
- |
Bakteriyel dizanteri |
Öldü |
Var |
88-70 |
Çok donuk |
+ |
Bakteriyel dizanteri, lamblia,
(bağırsak paraziti), trikomonas |
Öldü |
Var |
- |
Çok donuk |
- |
Bakteriyel dizanteri |
Öldü |
Var |
- |
Donuk |
- |
Bakteriyel dizanteri |
Öldü |
Var |
84-70 |
Çok donuk |
- |
Bakteriyel dizanteri |
Öldü |
Var |
- |
Donuk |
- |
Sıtma |
Öldü |
Yok |
94-70 |
Makul |
Normal |
- |
Gelişme var |
Aralıklı |
104-80 |
Makul |
Normal |
Sıtma, bağırsak solucanı |
Gelişme var |
Aralıklı |
100-80 |
Makul |
Normal |
Yok |
Gelişme var |
||||||||
Aralıklı |
98-80. |
Çok donuk |
Normal |
Yok |
Gelişme var |
||||||||
Var |
100-82 |
Donuk |
Normal |
Lamblia, (bir çeşit bağırsak paraziti),
blastocystis (bir çeşit bağırsak paraziti) |
Gelişme var |
||||||||
Aralıklı |
98-80 |
Çok donuk |
- |
Amipli dizanteri |
Gelişme var |
||||||||
Var |
80-78 |
Çok donuk |
- |
Yok |
Gelişme var |
||||||||
Yok |
72-60 |
Normal |
Normal |
Yok |
Gelişme var |
||||||||
Aralıklı |
100-183 |
Makul |
Normal |
Bakteriyel dizanteri,
trikomonas |
Gelişme var |
||||||||
Var |
88-70 |
Donuk |
- |
Bakteriyel dizanteri,
blastocystis (bir çeşit bağırsak paraziti), bağırsak solucanı, trikomonas |
Gelişme var |
||||||||
Aralıklı |
96-78 |
Çok donuk |
Normal |
Yok |
Geri döndü |
||||||||
Var |
90-72 |
Makul |
Normal |
Bakteriyel dizanteri, |
Gelişme var |
||||||||
Var |
88-70 |
Donuk |
- |
Amipli dizanteri, anemi |
Gelişme var |
||||||||
36 vakanın ortalaması 91,3-74,0 |
|||||||||||||
Said limanı Ermeni rehine
kampındaki iyileşmiş pelegra hastalarının nüksetme durumunu, kan basıncını,
kas gücünü ve refleksleri |
|||||||||||||
Yaş |
Nöbet |
Kan basıcı |
Kas gücü |
Diz refleksi |
Kol refleksi |
Taban reflekleri |
Beslenme |
Deri renklenmesi |
|||||
30 |
1916 1917 1918 |
120 90 |
iyi |
Normal |
Normal |
Normal |
İyi |
El, ayak, yüz |
|||||
21 |
1916 1917 1918 |
128 100 |
Normal |
Normal |
Normal |
Normal |
İyi |
Eller |
|||||
43 |
1918 |
108 90 |
Normal |
Normal |
Normal |
Normal |
İyi |
Eller, ayak (hafif) |
|||||
20 |
1916 19171918 |
122 100 |
İyi |
Normal |
Normal |
Normal |
İyi |
Yüz, el, ayaklar |
|||||
20 |
1916 1917- |
150 100 |
İyi |
- |
Normal |
Normal |
İyi |
Yüz, eller (hafif) |
|||||
|
1918 |
|
|
|
|
|
|
|
27 |
1916 1917 1918 |
122 94 |
Normal |
Normal |
Normal |
Normal |
İyi |
Yüz (hassas yarasa kanadını
gibi), belirgin eller, ayakkabı bağı ile ayaklar bağlı |
35 |
1919 1917 |
138 118 |
Normal |
Normal |
Normal |
Normal |
Çok iyi |
Eller, ayaklar (ciddi) |
19 |
1916 |
118 90 |
Normal |
Normal |
Normal |
Normal |
- |
Eller, ayaklar (melankolik) |
40 |
1916 1917 |
130 90 |
Normal |
Halsiz |
Normal |
Normal |
Makul |
Eller, ayaklar |
24 |
1918 |
118 90 |
Normal |
Normal |
Normal |
Normal |
İyi |
Yüz, el, ayaklar (hafif) |
42 |
1916 |
118 92 |
Normal |
- |
- |
Normal |
İyi |
Yüz, el, ayaklar (yayılmış)
(refleksler normal) |
Kaynak: Report of a Committee of
Inquiry Regarding the Prevalenge of Pellagra among Turkish Prisoners of War, Haz. F.D Boydand
P.S. Lelean, İskenderiye, Ordu Basım ve Kırtasiye Bölümü, 1919, s. 521.
Raporda Kahire ve Doğu Kantara’daki savaş esirleri
üzerinde yürütülen pellegra hastalığına dair biyokimyasal araştırmalar ayrıca
yer almıştır. Bağırsak bozulmasından kaynaklı protein kaybı üzerinde
durulmuştur. Hopkins ve Willcocks’un 1907’deki deneyleri, mısırın ana proteini
zeinin fareleri hayatta tutmaya yetmediğini göstermişti. Diyete triptofan
(doğal bir aminoasit) eklenmesi farelerin yaşamını uzatmıştı. [63]
Raporda çalışmayanlar kampı ve Kahire’de hastanede
bulunan hastalar da gözlemlenmiştir. Kahire’deki açık şekilde pellegra
olanların büyük derecede bakteriyel protein yıkımı gösterdiği, vakaların çeştli
tiplerinden elde edilmiştir.
Aşağıda idrarında çeşitli miktarlarda potasyum indoksil sülfat bulunan
hastaların sayısını verilmiştir:[64]
Tablo 4.20: Pellegra Hastası Türk Savaş Esirlerinin İdrar
Tahlilleri
Fehling’in
çözeltisiyle karşılaştırmal ı renk |
0 |
İz |
1/64 |
1/32 |
1/16 |
1/8 |
1/4 |
1/2 |
1 |
1’den fazla |
Toplam hasta |
Sağlıklı Türkler |
67 |
2 5 |
3 |
4 |
1 |
1 |
0 |
0 |
0 |
0 |
104 |
Şüpheli hastalar |
9 |
2 |
1 |
1 |
1 |
2 |
0 |
0 |
0 |
0 |
16 |
Başlangıçtaki
hastalar |
1 |
0 |
10 |
4 |
7 |
3 |
7 |
1 |
0 |
0 |
34 |
Faal hastalar |
4 |
4 |
1 |
3 |
6 |
5 |
5 |
3 |
2 |
2 |
34 |
İyileşen hastalar |
0 |
0 |
1 |
1 |
1 |
0 |
0 |
0 |
0 |
0 |
3 |
Pasif hastalar |
36 |
20 |
19 |
4 |
5 |
9 |
11 |
1 |
0 |
0 |
105 |
Kaynak: Report of a Committee of Inquiry Regarding the Prevalenge
of Pellagra among Turkish Prisoners of War, Haz. F.D Boydand P.S. Lelean,
İskenderiye, Ordu Basım
ve
Kırtasiye Bölümü, 1919, s. 523.
Heliopolis kampında
sağlıklı Türkler, hiçbir açık semptomu olmayan şüpheli hastalar ve
yakalanmalarından hemen sonra araştırma için gönderilen hafif semptomları olan
erken dönem hastaları vardı. Yukarıda sayılan 3 gruptan başka hastalar,
hastanede yatan faal hastalar, iyileşme başlayan hastane hastaları ve iyileşen
hastalar olarak üç grup olarak sınıflandırılmıştır. Heliopolis kampındaki kesin
pallegra hastalar da pasif hastalar olarak rapora girmiştir. Bu hastalara
farklı yerlerde özel diyet verilmiş ve bazıları tedavi altına alınmış fakat
herhangi bir aktif atakları bulunamamaktadır. Şüpheli hastalar da sağlıklı Türklerde
olduğu gibi idrarlarında çok az potasyum indoksil sülfat bulunmuştur. Erken,
faal ve iyileşen hastalar dikkate değer miktarda bulunmaktadır. İdrarların
çeşitli miktarlarda potasyum indoksil sülfat bulunduran hastaların yüzdeleri
aşağıdaki gibidir:[65]
Tablo 4.21: Pellegra Hastası Türk Savaş Esirlerinin İdrar
Tahlilleri
0 |
İz |
1/64 |
1/32 |
1/16 |
1/8 |
1/4 |
1/2 |
1 |
1’den fazla |
|
Sağlıklı |
64,3 |
24,0 |
5,8 |
3,8 |
1,0 |
1,0 |
0 |
0 |
0 |
0 |
Pasif |
34,3 |
19 |
18,1 |
3,8 |
4,7 |
8,6 |
10,6 |
0,9 |
0 |
0 |
Faal |
7 |
9,6 |
.16,9 |
11,3 |
19,7 |
11,3 |
16,0 |
5,6 |
4,2 |
1,4 |
Grupların " |
"oplamı |
|||||||||
Sağlıklı |
88,3 |
9,6 |
2,0 |
0 |
0 |
|||||
Pasif |
53,3 |
21,9 |
13,3 |
11,4 |
0 |
|||||
Faal |
12,6 |
28,2 |
31,0 |
22,5 |
5,6 |
|||||
Not: Başlangıç safhalı hastalar 2 veya daha fazla
durumda incelenmiştir. Hastanede dinlenme ve hastane diyeti bağırsak
bozulması miktarını azaltmıştır. |
Kaynak: Report of a Committee of
Inquiry Regarding the Prevalenge of Pellagra among Turkish Prisoners of War, Haz. F.D Boydand
P.S. Lelean, İskenderiye, Ordu Basım ve Kırtasiye Bölümü, 1919, s. 523-524.
Tablo 4.22: Pellegra Hastası Türk Savaş Esirlerinin İdrar
Tahlilleri
İnceleme süresince |
0 |
İz |
1/64 |
1/32 |
1/16 |
1/8 |
1/4 |
1/2 |
1 |
İncelenen vakalar |
İlk periyot |
1 |
0 |
2 |
2 |
3 |
2 |
3 |
0 |
0 |
13 |
İkinci periyot |
9 |
1 |
1 |
1 |
3 |
0 |
2 |
1 |
1 |
19 |
Üçüncü periyot |
7 |
1 |
2 |
1 |
5 |
2 |
0 |
0 |
0 |
18 |
Kaynak: Report of a Committee of
Inquiry Regarding the Prevalenge of Pellagra among Turkish Prisoners of War, Haz. F.D Boydand
P.S. Lelean, İskenderiye, Ordu Basım ve Kırtasiye Bölümü, 1919, s. 524.
Raporda işçi kampları
ve Kantara Hastanesindeki hastaların gözlem sonucuna da bulunmaktadır. Konuyu
daha da ileriye götürmek için Kantara’da çalışan esirlerin diyetleri üzerinde
bazı gözlemler yapılmıştır. Bu insanlar çoğunlukla erken vakalardır. Esirlerin
durumu sağlıklı, şüpheli, başlangıç, açık, ilerlemiş olarak
sınıflandırılmıştır. Şüpheli, başlangıç, açık ve ilerlemiş olanlar sırasıyla
1,2,3,4 ile
derecelendirilmiştir. Bunlar pellegra öncesi hastalar
olarak kabul edilmiştir. Aşağıda çalışan esirlerin idrarındaki indigo miktarı
verilmiştir:[66]
Tablo 4.23: Pellegra Hastası Türk Savaş Esirlerinin
İdrar Tahlilleri
Sınıf |
0 |
İz |
1/64 |
1/32 |
1/16 |
1/8 |
1/4 |
1/2 |
Toplam Vaka |
Sağlıklı |
32 |
8 |
7 |
4 |
3 |
3 |
2 |
0 |
59 |
Derecel |
63 |
12 |
12 |
10 |
5 |
5 |
2 |
0 |
109 |
Derece2 |
73 |
16 |
9 |
5 |
6 |
3 |
3 |
3 |
118 |
Derece3 |
76 |
20 |
5 |
1 |
4 |
2 |
1 |
2 |
116 |
Derece4 |
58 |
9 |
10 |
5 |
1 |
3 |
1 |
2 |
89 |
Toplam |
302 |
65 |
43 |
25 |
19 |
16 |
9 |
7 |
491 |
Sınıf |
0 |
İz |
1/64 |
1/32 |
1/16 |
1/8 |
1/4 |
1/2 |
|
Sağlıklı |
55 |
13,5 |
11,6 |
6,8 |
5,1 |
5,1 |
3,4 |
0 |
|
Derecel |
58 |
11,1 |
11,1 |
9,2 |
4,6 |
4,6 |
1,8 |
0 |
|
Derece2 |
62 |
13,6 |
7,6 |
4,2 |
5,1 |
2,5 |
2,5 |
2,5 |
|
Derece3 |
66 |
17,2 |
4,2 |
5,1 |
3,4 |
1,6 |
1,6 |
1,6 |
|
Derece4 |
65 |
10,1 |
11,2 |
5,6 |
1,1 |
3,4 |
3,4 |
2,3 |
|
Grupların Toplamı |
|||||||||
Sağlıklı |
67,5 |
18,7 |
10,2 |
3,4 |
|||||
Derecel |
69,1 |
20,3 |
9,2 |
1,8 |
|||||
Derece2 |
75,6 |
11,8 |
7,6 |
50 |
|||||
Derece3 |
83,2 |
9,3 |
5,0 |
2,5 |
|||||
Derece4 |
75,1 |
16,8 |
4,5 |
4,5 |
|||||
Not: Bu sonuçlar Kantara’daki
çalışan esirler arasında pellagra öncesi dönemde olan hastaların varlığını
göstermiştir. Bu esirler arasında yapılan klinik sınıflandırmada idrarlarında
potasyum indoksil sülfat miktarı normal değerlerdedir. |
Kaynak: Report of a Committee of
Inquiry Regarding the Prevalenge of Pellagra among Turkish Prisoners of War, Haz. F.D Boydand
P.S. Lelean, İskenderiye, Ordu Basım ve Kırtasiye Bölümü, 1919, s. 524.
İdrarda
potastumindoksil sülfatın bulunması pellegra olan hastalarda mide sıvısında
hidroklorik asitin düşüşüyle ilişkili olduğu düşünülmüştür. Bu yüzden asitin
eksikliği bağırsağın bakteriyel bozulmasıyla doğrudan ilgisi bulunmaktadır. Bu gözlemler vücut sıvısında alkalite yükselmesine dair herhangi
bir kanıtın olup olmadığını gözlemlemek ve bunun sonucu olarak mide sıvısında
hidroklorik asit eksikliğini hesaplamak için önemlidir. Vücut sıvısının
bileşimi iki türlü değerlendirilebilir. Bunlar, idrarda titre edilebilir asit
ve amonyağın hesaplanması ve indikatörlerin varlığında kan serumunun titre
edilebilir alkalilitesi ve asitliğinin test edilmesidir. Asitin mideye
alınması, sabit alkalinin vücuttan kalkmasına sebep olmaktadır. Alkalilite
düştükçe amonyağın üre formu ortaya çıkmaya başlamakta, bu yüzden amonyağı
vücudun sabit alkalisini korumak için asitlerle nötrleşmeye bırakılmaktadır.
Diğer bir taraftan alkalilitenin artışı amonyak oluşumu miktarını
azaltmaktadır. Asitlik titrasyonu fenolitalein varlığında N/10 alkali
tarafından yapılmakta ve amonyak Malfatti yöntemiyle tahmin edilmektedir.
Hidrojen iyon konsantrasyonu indikaötlerin ortalamalarıyla test edilmiş fakat
idrarların hidrojen iyon konsantrasyonu çoğunlukla aynı çıkmıştır. Erken
safhada pellegra olanlarda idrarın asitliği ve amonyağı aşağıdaki tabloda şöyle
gösterilmiştir:[67]
Tablo 4.24: Pellegra Hastası Türk Savaş Esirlerinin
İdrar Tahlilleri
Hasta |
İdrarın günlük hacmi |
Titre edilebilir asitin
fenolftaleinin değişimine oranı |
Gram cinsinden amonyak miktarı |
20 erken safha hastasının
ortalaması |
1,452 |
466,2 |
1,0269 |
Kaynak: Report of a Committee of
Inquiry Regarding the Prevalenge of Pellagra among Turkish Prisoners of War, Haz. F.D Boydand
P.S. Lelean, İskenderiye, Ordu Basım ve Kırtasiye Bölümü, 1919, s. 524.
Bu durum amonyağın ve
titre edilebilir asidin normalden fazla olmasını asit zehirlenmesine küçük bir
kanıt olarak göstermektedir. Amonyaktaki bu yükseliş yakalanmadan önceki
açlıktan mı yoksa muzdarip oldukları pellegra hastalığından mı olduğunun
anlaşılması için daha fazla araştırma gerekmektedir. Aşağıda karışık hastane
hastalarının idrarının amonyağı, asitliği ve ileri derecede pallegra ve akciğer
tüberkülozu üzerinde yapılan çalışmalar gösterilmiştir:[68]
Tablo 4.25: Pellegra Hastası Türk
Savaş Esirlerinin İdrar Tahlilleri
Sıradan hastane diyetinde olanlar |
||||
- |
İdrarın günlük
hacmi |
Titre edilebilir asitin derişiminin fenolftaleinin
derişimine oranı |
Gram cinsinden amonyak |
- |
- |
780 |
280,8 |
0,/95 |
Akciğer tüberkülozu |
- |
1570 |
332,8 |
0,5872 |
Akciğer tüberkülozu |
- |
970 |
208,6 |
0,9098 |
Akciğer tüberkülozu |
- |
330 |
145,2 |
0,8258 |
Akciğer tüberkülozu |
Ortalama |
913 |
241,8 |
0,7530 |
|
- |
İdrarın günlük hacmi |
Titre edilebilir
asitin derişiminin fenolftaleinin derişimine oranı |
Gram cinsinden amonyak |
|
- |
1200 |
316,8 |
0,3590 |
Çok belirgin
Pallegra |
- |
1370 |
624,7 |
1,0999 |
Çok belirgin
Pallegra |
- |
1210 |
177,4 |
1,3658 |
Çok belirgin Pallegra |
- |
300 |
123,4 |
0,6719 |
Çok belirgin Pallegra |
Ortalama |
1020 |
311,8 |
0,8741 |
|
Süt diyetinde olanlar |
||||
- |
İdrarın günlük
hacmi |
Titre edilebilir
asitin derişiminin fenolftaleinin derişimine oranı |
Gram cinsinden
amonyak |
|
- |
1300 |
478,4 |
0,9782 |
Akciğer tüberkülozu |
- |
590 |
153,4 |
0,5285 |
Akciğer tüberkülozu |
Ortalama |
945 |
315,9 |
0,7524 |
|
- |
İdrarın günlük hacmi |
Titre edilebilir
asitin derişiminin fenolftaleinin derişimine oranı |
Gram cinsinden amonyak |
- |
- |
1060 |
135,7 |
1,1883 |
Çok belirgin
Pallegra |
- |
1085 |
156,2 |
0,9149 |
Çok belirgin
Pallegra |
- |
800 |
83,2 |
0,7125 |
Çok belirgin
Pallegra |
- |
1200 |
62,4 |
0,7997 |
Çok belirgin
Pallegra |
- |
580 |
111,4 |
0,7178 |
Çok belirgin
Pallegra |
Ortalama |
949 |
109,8 |
0,8666 |
|
- |
İdrarın günlük
hacmi |
Titre edilebilir
asitin derişiminin fenolftaleinin derişimine oranı |
Akciğer tüberkülozu
hastalarının ortalaması |
266.5 |
0.7532 |
Çok belirgin
pallegra hastalarının ortalaması |
210.8 |
0.8704 |
Pallegra hastalarının
karmaşık olanları
- |
İdrarın günlük
hacmi |
Titre edilebilir
asitin derişiminin fenolftaleinin derişimine oranı |
Gram cinsinden
amonyak |
Yorum |
- |
1210 |
145,2 |
1,1589 |
Süt diyeti, hidroklorik asit verildi |
- |
220 |
134,6 |
0,5819 |
Süt diyeti, Sıtma |
- |
300 |
147,6 |
0,4753 |
|
- |
112 |
26,8 |
0,2178 |
Süt diyeti, Sodyum bikarbonat verildi |
- |
310 |
116,6 |
0,4132 |
|
- |
760 |
75,5 |
0,5426 |
Süt diyeti, Bakteriyel dizanteri |
- |
1330 |
/,7 |
0,6954 |
Süt diyeti,
hidroklorik asit verildi |
- |
1110 |
48,8 |
0,4302 |
Süt diyeti, Sıtma |
- |
121 |
32,0 |
0,1915 |
Süt diyeti |
- |
190 |
98,8 |
0,3542 |
Süt diyeti |
- |
620 |
198,8 |
0,0490 |
Süt diyeti |
Ortalama |
571 |
99,8 |
0,6554 |
|
Kaynak: Report of a Committee of Inquiry Regarding the
Prevalenge of Pellagra among Turkish Prisoners of War, Haz. F.D Boydand P.S. Lelean, İskenderiye, Ordu Basım
ve Kırtasiye Bölümü, 1919, s. 524.
Bu hastaların
bazılarında idrar oldukça küçük miktarda olup yine de toplam amonyak az çok
yüksek seviyedeydi. Bu amonyağın idrardaki yüksek derişiminden kaynaklanmıştır.
Kan serumunun titre edilmesi Moore ve Wilson yöntemiyle yapılmıştır. Sonuçlar
aşağıdaki gibidir:[69]
Tablo 4.26: Pellegra Hastası Türk
Savaş Esirlerinin İdrar Tahlilleri
Hastanın sınıfı |
Serumun dimetil-amino-
azo-benzene normalitesi |
Hastaların sayısı |
Sağlıklı |
0.167 |
6 |
Erken pellegra |
0.152 |
8 |
Belirgin pellegra |
0.150 |
4 |
Kaynak: Report of a Committee of Inquiry Regarding the
Prevalenge of Pellagra among Turkish Prisoners of War, Haz. F.D Boydand
P.S. Lelean, İskenderiye, Ordu Basım
ve
Kırtasiye Bölümü, 1919, s. 525.
Sağlıklı hastalar
Moore ve Wilson yöntemine yanıt vermiş fakat pellegra olanlar kan serumunun
alkalinitisinde düşüş göstermiştir. İdrardaki amonyağın hafif yükselişiyle
pellegra hastalarında kan serumunun sabit alkalinitesindeki düşüş, hafif
derecede asidoza işaret etmektedir. Hastaların sayısı bu farklardan kesin
sonuçlar almak için çok azdır. Ancak daha fazla çalışmayla ve daha akut
hastalarla teyit edilebilmek mümkündür. Raporun sonuç bölümünde genel bir
değerlendirme yapılmıştır. Triptofanın bakteriyel yıkımı pellegra olanlar
arasında sağlıklı olanlara göre daha yaygındır. Bu amino asit kaybından
hastalığın ortaya çıkması veya sürdürülmesi olası bir
faktör olmaktadır. Asidozun, pellegranın metaboklik bir eşi olabileceğine dair
bazı kanıtlar mevcuttur.[70]
4.8.3
Mısır Esir Kamplarında Psikoz
Hastalığı
Savaş ve esaret psikozlarından bahsederken o dönem bu
konuda çalışmalar yapan ve bizzat esirler ile görüşerek gözlemlerde bulunan
Mazhar Osman’ın araştırmalarının görülmemesi büyük bir eksiklik olacaktır.
Mazhar Osman’a göre savaşın başlamasıyla ruhsal hastalıklarında çok büyük
artışlar olmuştur. Ensefalit (Beyin iltihabı) hastalığı hariç yeni orta çıkan
herhangi bir hastalık yoktur. Genelde var olan hastalıkların bu dönemde çok
hızlı arttığı gözlemlenmiştir. Muharebe sırasında nevrozlar aşırı derecede
artmıştır. Cephede herkesi korkutan top sesleri, gözlerinin önünde
arkadaşlarının cesetlerinin parçalanması, gergin bir şekilde her gün düşman
taarruzunun beklenişi, soğuk, açlık, yakınlarını kaybediş, uçaklarla çoluk çocuk
demeden insanların öldürülüşü askerlerde psikozların görülmesinde sebeplerinden
sadece birkaçıdır. Melankoliler, maniler (Bipolar bozukluk, manik depresif
hastalık), şizofreniler, paranoyalar, alkolizm, histeri, nevrasteni, tik ve
diğer bilen sinir hastalıkları bu dönemde en sık rastlanılan hastalıklardan
bazılarıdır. Bu sebeplerle Birinci Dünya Savaşı’na sinir harbi de denmiş ve
sinirleri kuvvetli olan tarafın kazanacağı söylenmiştir. Bir tarafın
sinirlerini zayıflatacak sebepler her gün artarken diğer taraf güçlerine yeni
kuvvetler eklemiş, ümit ve cesaretini hep korumuştur. Yine bir taraf açlık ve
sefalet içindeyken diğer taraf, karnı her daim toktur ve bolluk içindedir.
Savaşın ilk üç ayında hangi tarafın kazanacağı, hangi tarafın kaybedeceği artık
bilinmekteydi. Harp sırasındaki siper hattında bulunma ve daha sonrasında
esaret altında uzun süreler geçirme askerlerde siper psikozları ve tel örgü
psikozları çıkmasına neden olmuştur. Cepheye giden askerler için ilk önceleri
ailelerden mektup ve hediye beklemek önemli bir olaydı. İlk başlarda eşinden
veya sevdiğinden bir hediye almak, çocuğunun fotoğrafına bakmak, memleketinden
bir haber veya zafer bildiren bir gazete parçası okumak askerleri mutlu ederken
bir süre sonra asker ve subaylar tamamen duygusuzlaşmaktadır. Askerlerin her
günü birbirine benzemekte ve büyük bir vurdumduymazlık içindedirler.
Memleketinden gelecek hediye veya mektup onu eskisi kadar ilgilendirmemektedir.
Askerler lakayt olmakta, üstüne başına bakmamakta, tuvalet temizliğine önem göstermemekte,
büyüğüne küçüğüne saygısızca davranmaktadır. Ölüm korkusunu tamamen unutmuş
olan asker, beş dakika önce kâğıt oynadığı arkadaşı ölse bile bir üzüntü
duymamaktadır. Sigara içmekten başka bir zevk aldığı olay kalmamıştır. Esaret
altındaki tel örgü içinde tek düze bir hayat süren askerler için de durum
böyledir. Bu tür hastalıkların en önemli belirtileri sinirlilik, huzursuzluk,
dikkat eksikliği, huysuzluk ve depresyondur.[71]
Beyin yaralanmaları, savaş psikozları denince akla ilk
gelen hastalıklardandır. Beyin yaralanmaları şuur bozukluğuna yol açmaktadır.
Beyin sarsıntısı, kafa üstü düşmek, dipçikle vurmak ve siper altında kalmak
beyin sarsıntılarına neden olmaktadır. Bu tür hastalarda delilik ve aklını
kaybetme görülebilir. Ayrıca unutkanlığa yol açmaktadır. Baş ağrısı, baş
dönmesi, baygınlık, sara, kulak uğuldaması, katatoni gibi hastalıklar sık sık
görülebilmektedir. Bu hastalar yeni şeyleri öğrenmekte güçlük çekmekte, hatta
ileri vakalarda hiçbir şey öğrenememektedir.[72]
Esaretten dönen esirler arasında daha sonraki yıllarda
şizofreni hastalıkları görülmüştür. Mazhar Osman, tek başına esaretin
şizofreniye yol açtığı savı yerine yatkınlıktan bahsetmektedir. Şizofreniye
yaktın askerler, zayıf bulundukları anda esaretin de etkisiyle bu hastalığa
yakalanabilmektedir. Tel örgü psikozu ya da esaret psikozu Mazhar Osman’a göre
şizofreniye giden bir başlangıçtır. Bu konuda yaşanmış bir olay Mazhar Osman
tarafından not edilmiştir. Esareti sırasında Mısır’da kalmış bir Osmanlı Ermeni
vatandaşı Serkis Kapancıyan, muayene edilmek üzere polis tarafından Topbaşı’da
Mazhar Osman’a getirilmiştir. Kapancıyan lakaplı Diyarbakırlı 35 yaşlarında
kunduracı Serkis’e savaşın başlarında, Kudüs Cephesi’ne kadar silah
verilmemiştir. Üç sene askerlik görevinden sonra esir düşmüş ve Port Said esir
kampına gönderilmiştir. İki yıl esaretten sonra kaçarak İstanbul’a gelmiştir.
Kısa bir süre Batum’a gitmiş, orada Ermeniler yanında savaşa katılmıştır.
İstanbul’a dönüşünde bağırsak sorunları ve makat sancısı şikâyeti ile Yedikule
Ermeni Hastanesinde Hanımyan adlı doktora muayene olmuştur. Serkin, rızası
olmadan ameliyat yapılarak sakat kaldığını iddia etmiştir. Kırk gün hastaneden
yatmış, sağlam girdiği hastaneden iki koltuk değneği ile çıkmıştır. Başka doktorlara
da görünmüş, hepsi ameliyatın iyi yapılmadığını söyleyince elindeki para ile
bir tabanca almış ve kendisini öldürmeyi düşünmüş fakat başaramamıştır. O
sırada tramvaya binmiş ve orada kendisini sakat bırakan doktoru görünce ani bir
kararla doktoru öldürmüştür. Mazhar Osman’a göre bu kişinin bağırsak sorununda
ve psikolojik durumunun kötü olmasında Mısır’daki esaretin payı büyüktür.1874
[73]
Mısır, Hindistan veya diğer esir kamplarından geri
dönen esir askerler özellikle de subaylar beraberlerinde pellegra ve trahom
gibi erken bunama hastalığını da getirmişlerdir. Erken bunama hastalığı esirler
arasında yaygın görüşmüş ve adeta esirleri canlı birer ölü haline çevirmiştir.
Bu hastalardan bazıları Bakırköy Hastanesine yatırılmış ve uzun süre orada
tedavi edilmeye çalışılmıştır. Mazhar Osman’a göre esarette uzun müddet
bulunmak ve hapishanelerde kalmak erken bunamaya sebeptir. Akıl hastanelerinin
en müdavimleri ve kalıcı olanları esarette bulunan askerlerdir. Esaret yüzünden
erken bunayanlar Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi sayı bakımından
en fazla olanlardır.[74]
Seydi Beşir kampında görülen bazı davranışlar
subayların psikolojilerin ne halde olduğunu göstermeleri bakımından önemlidir.
Subayların bir kısmında iki ve hatta üç sene tel örgüler içerisinden bir tarafa
çıkamadıklarından dolayı bazı asabî halleri müşahede edilmiştir. Subaylar
arasında en ziyade görülen kötü huylar birbiriyle kavga etmek, diğerinin
aleyhinde söz söylemek veya ağız münakaşaları yapmaktı. Subayların kapalı yerde
yaşamaları ve kamptan dışarı çıkamamaları ruh sağlıklarını bozmuş ve sinir
hastalıklarına yakalanmalarında etkili olmuştur. Her türlü talebe karşı
esirlerin kampta dışarı çıkmalarına müsaade edilmemiştir. Kamp dışında bir
miktar gezdirilmeleri için birkaç defa İngiliz Esir Kumandanlığına müracaatta
bulunulmuş fakat civardaki hurmalığa ve de deniz banyosuna gitmelerinden başka
bir izin alınamamıştır. Bir esirin intihar teşebbüsü üzerine İngiliz
kumandanına subayların müptela oldukları ruh hastalıklarının izalesi için kamp dışına
çıkarılmaları isteği yenilenmiş ve istek ancak kabul edilmiştir. Günlük
20-30 subay Kızılhaç otomobilleri ile eğlenme amacıyla
Seyyid Cabir civarında bir hayvanat bahçesine götürülmüştür. Esir sayısının
çokluğundan bir subaya ikinci bir gezinti için ancak iki üç ay sonra sıra
gelmesi ve bazı subayların da kaçmayacaklarına dair söz ve imza vermekten
çekinmeleri gibi sebeplerle bu gezintiler esirler için bir fayda vermemiştir.1876
[75]
Kamplarda esirlerin ruhsal durumlarının pek de iyi
olmadığına dair kanıtlara arşiv belgelerinde de rastlanmaktadır. Galata Merkez
Rıhtımdan 20 Temmuz 1918’de Hariciye Nezareti Üsera Muamelat Şubesine giden bir
yazıda Thatmyo kampında ruhsal durumu zamanla bozulan bir subay konu
edilmiştir. 113. Alay 1. Tabur kumandanı olup Irak’ta yaralı olarak İngilizler
tarafından esir edilerek Thatmyo’da hapsedilen Yüzbaşı İsmail Hakkı Efendi’nin,
aynı karargâhta uzun süre esaret hayatını sürdürmesi ruhsal durumuna kötü tesir
etmiştir. İsmail Hakkı Efendi’nin bozulan ruhsal durumu gönderdiği mektuplara
da yansımıştır. İsmail Hakkı Efendi’nin tedavisi için diğer bir esir
karargahına nakli İngiltere Hükûmetinden talep edilmiştir.[76]
Esir kamplarında uzun süre bulunan ve o günleri
hatıratlarında yazan esirlerin anlattıkları, esirlerin ruhsal açıdan ne halde
bulunduklarını ortaya koymaktadır. Meiktila esir kampında bulunan Mustafa
Tütüncü, esirlerin memleketlerinden, eşlerinden ve çocuklarından ayrı
yaşadıkları süre uzadıkça büyük bir ümitsizliğe kapıldıklarını ve pek çoğunda
huzur, rahat ve akl-ı selimin kaybolduğunu söylemiştir. Esirlerin zamanla
ellerinde para tükenmiş, esirler arasında hastalıklar artmış ve ortaya çıkan
düzensizlikten yararlanma ve fırsatçılık başlamıştır. Her gün aynı rutin işi
yapan esirlerde en küçük bir serbestlik yoktur. Kamp hayatındaki şartlar çok
katıdır ve hiç müsamaha gösterilmemektedir. Esirler kendi arasındaki en küçük
şeyleri dahi büyütmekte ve küçük tartışmalar, büyük kavgalara ve ölümlere sebep
olmaktadır. Herhangi bir kavga başladığı zaman kavgayı sonlandırmak mümkün
olmamakta, yüzlerce esir bıçaklarla birbirine saldırmaktadır. Olay ancak bir
süngülü İngiliz askeri tarafından sonlandırılabilmektedir. Kavgalar genelde
birkaç ölü ve 5-10 yaralı ile sonuçlanmıştır. Ağır yaralılar hastaneye
gönderilmekte, sorumlular ise 3-5 günlük hapis cezasından sonra tekrar kampa
gelmektedirler.[77]
Eyüb Sabri Akgöl de kampta yaşayan askerlerin
maneviyatlarının çok fazla bozulduğundan şikâyet etmektedir. Özellikle
hastanelerde gördükleri zulüm ve işkenceler esirleri ümitsizliğe düşürmüş ve
vatanlarına dönme ümitleri tamamen kırılmıştı. Kamplarda her gün ölümler
meydana geliyor, arkadaşlarının gözleri çıkarılıyor, ayakları ve kolları
kesiliyordu. Bu gibi feci manzaralar esirleri kötümser yapıyordu. Hastanelerde
vefat edenler birbiri üzerinde ve eşek arabaları ile mezarlığa naklediliyor,
bir defin merasimi bile yapılmaksızın üst üste hendeklere atılıyordu. Bu
surette esirlerin ölüleri de İngilizlerden hakaret görüyordu. Gözleri oyulan
körlerin çoğu sefalet içinde sürüne sürüne hayatlarını kaybediyordu. Ancak
Kuvâ-yı Milliye Hareketi hakkında gelen müjdeli ve sevindirici haberlerin
tellerdeki bütün askerlere ulaşması ve hemen ardından Mısır halkının
mitinglerdeki istekleri arasında Müslüman esirlerine yapılmakta olan zulüm ve
işkencelere son verilmesi talepleri esirlere karşı gösterilen kötü muamelenin
bir nebze azalmasına sebep olmuştu. Bu olaylardan sonra hastanelerde vefat
edenler kefene sarılarak yine araba ile nakledilmiş ise de cenazeler ayrı ayrı
defnedilmiş, göz ameliyatlarına da o tarihten itibaren birdenbire son
verilmişti. Bu durum askere cesaret vermiş ve yeniden morallerinin canlanmasına
yardımcı olmuştu. Artık Türk esirleri kendilerine gelen güven ile yazılı ve
sözlü şikâyetlerde bulunarak üzerlerinden alınan para ve elbiselerin geri
verilmesini talep edebilmişti.[78]
Cemil Zeki Yoldaş esirlerin sabah akşam 2 defa yoklama
yapıldığını, dışarıdan kimse ile görüştürmediğini, mektupların sıkı bir denetim
altında olduğunu, bu durumda esirlerin ailelerine istediklerini rahatlıkla
yazamadıklarını, çoğu zaman da mektupların ulaşmadığını söylemiştir. Bu şartlar
Mısır ve Hindistan kamplarındaki esirlerin akli dengesini yitirmesine ve
intihar etmesine sebep olmuştur. Tüm bu zorluklarla başa çıkmak imkansızdır.
Memleketten ve ailesinden uzak durmaya çalışmanın mümkün olmadığı kamplarda,
esirlerin manevi çöküntüye direnmek için sağlığına özel bir önem göstermesi
gerekmektedir. Örneğin, Cemil Zeki Bey, bedenen sıhhatli olmak ve esarete
dayanabilmek için sık sık sıcak ve güneş banyosu yaptığını ve hareket halinde
olduğunu yazmıştır.1880 [79]
Esir mektuplarında yaşanan sorunların esirlerin maneviyatlarını bozduklarına
bir kanıt da taraflı hazırlamasına rağmen Kızılhaç raporlarıdır. Thatmyo
Hastanesi doktoru Yüzbaşı Behiç Bey’e göre esirlerin mektuplarının geç
ulaşması, geç gelmesi, hatta bazen muhatabına hiç ulaşmaması ve ailelerinden
haber alamamaları esirlerde zihinsel ve psikolojik hastalıkların görülmesine
yol açmıştır.[80]
Emin Çöl, hatıratında
Heliopolis esir kampında İngiliz askerlerinin Türk esirlere psikolojik baskı
yaptığını iddia etmiştir. İngiliz askerler, Türk askerlerinin Kut’ül-Amare’de
esir aldıkları İngiliz esirleri aç ve susuz olarak kilometrelerce
yürüttüklerini ve esirlere insani şartlarda bakmadıklarını söyleyip Osmanlı
Hükûmetini küçük düşürmeye çalışmıştır. Hatta Türklerin İngiliz askerlerine
işkence yaptıklarını kanıtlamak için Konya’da bulunan İngiliz esirlerin
mezarlarının açılıp otopsi yapılması gerektiğini söylemişlerdir.[81]
4.8.4
Mısır Esir Kamplarında Esirlerin
Gözlerinin Kör Edilmesi İddiaları ve Esirlerin Gözlerinin Kör Edilmesinde
Ermenilerin Rolü
Günümüzde çok tartışılan bir konu olan Mısır esir
kamplarında esirlerin gözlerinin bir bahane ile çıkarılması, gözleri bizzat
çıkarılmış veya o acı dolu günlerde olaylara şahit olmuş askerlerin ifadeleri
ve yazmış olduğu hatıratlar ile sabittir. Bursalı Halil oğlu Mehmed Nuri
Efendi’nin ifadesine göre esirler kamplarda kötü muamele ve kamp şartları
dolayısıyla değişik hastalıklara yakalanmışlardır. Yıllarca kızgın kumların
üstünde güneş altında yaşamak zorunda kalan esirler yaşadıkları bu kamp
şartları sebebiyle gözlerinden rahatsızlanmışlar ve bazıları mahrum kalmıştır.
Esaret sonrası yurda dönen binlerce subay ve askerin haline bakıldığında
esirlerin perişanlığı yaşananları net bir şekilde ortaya koymaktadır.[82]
Sevk ve Misafirat Komisyonu Başkanlığından Erkan-ı
Harbiye Başkanlığı Vekâletine 10 Ağustos 1919’da gönderilen bir tezkerede Tel
El-Kebir Osmanlı esir karargâhından peyder pey yurda dönen malul askerlerin
usulen ifadeleri alındıktan sonra memleketlerine sevk edildiğinden
bahsetmektedir. Askerlerin esir düştükten sonra yaraları ve hastalıkları ile
ilgilenilmeyişi ve malul duruma getirilmesi kendileri tarafından anlatılmıştır.
Osmanlı Hükûmeti, vatanın böyle güçlü kuvvetli adamların vücudundan bir daha
istifade edememesi için esirlerin kasten gözlerinin kör edildiği düşünmüştür.
Türk Askerlerinin esaretten gözleri çıkarılmış olarak dönmelerinin en önemli
sebebi ifadelerinden de anlaşıldığı üzere İngilizlerle kendileri arasında
tercümanlık vazifesini yapan Ermenilerdir. İki gözü birden kör edilen askerler
gerçekte hastalığı olmayan güçlü, kuvvetli, güzide neferlerdir. Osmanlı
yöneticilerine göre Mısır bölgesinde göz hastalığı öteden beri mevcut olup ve
bunun tesiriyle görme yetilerini kaybettikleri iddia olunur ise orada bir
müddet kabile zarfında hayat geçirmiş Osmanlı askerlerinin değil, bilakis o
bölgede eskiden beri hayatını geçirmiş bütün halkın gözlerinin kör kalmaları
gerekirdi. Bu şartlar altında Osmanlı idaresi bu esirlerin kasten kör edilmiş
olduğunda ısrar etmiştir. Bununla beraber her gelen malul esir kafilesi ile
esaretten dönen boylu poslu pek çok asker aynı akıbete uğradıkları ifadelerinde
anlatılmıştır.1885
4.8.5
Kolordu Komutanlığının Erkân-ı Harbiyeye 3 Ağustos
1919 tarihinde gönderdiği bir raporda Tel El-Kebir esir garnizonunda iken
gözleri kör edilen üç âmâ neferin ifadeleri ve fotoğrafları bulunmaktadır.
Rapora göre esir garnizonunda bulunan doktorların çoğunluğunun Ermeni olması
sebebiyle kamplarda zulme uğrayan askerlerin Türk askeri olmaktan başka bir
kabahatleri yoktu. Harbiye Nezaretine gönderilen aynı tür pek çok başka rapor
da vardır. 1 Eylül 1919 tarihinde Erkan-ı Harbiye Başkanlığından Harbiye
Nezareti Muamelat-ı Zatiye Müdürlüğüne gönderilen esaret sonrası esir ifadelerini
de içeren bu raporda esirlerin isimleri, memleketleri, medeni durumları, nasıl
esaret altında alındıkları, hangi kamplarda kaldıkları, sağlık durumları,
gözlerinin nasıl kör edildikleri, kamplarda hangi
şartlarda
yaşadıkları, hastanelerdeki esirlerin durumları, nasıl tedavi edildikleri, ne
yedikleri ve içtikleri hakkında bilgiler yazmaktadır. Raporda bilgisine
başvurulan esirler arasında Eylül 1918’de Filistin Cephesi’nde esir düşen
Boyabadlı Arif oğlu Mehmed Ali, Boyabadlı Ali oğlu Fehmi, İskilipli Mustafa
oğlu Ali vardır. Adı geçen esirlerin tümü önce Kantara’da tedavi altına
alınmış, ardından Tel EL Kebir esir kampına getirilmiştir. Burada kendilerine
verilen ilaçlar ile gözlerini kaybetmişlerdir.[83]
Tel El-Kebir esir garnizonunda bulunup maluliyetlerine
sebebiyle geri dönen üç askerin daha önce gözlerinde hiçbir sorun yok iken iki
gözü birden çıkarılmıştır. Bunlardan ilki Boyabadlı 1896 doğumlu Arif oğlu
Mehmed Efendi’dir. 26 Temmuz 1919 tarihli ifadelerinde Salt Cephesi’nde 48.
Fırka 5. Süvari 5. Alay 5. Bölükte iken 1918 Kurban Bayramının dördüncü günü
düşman taarruzunda İngilizlere esir olduğunu söylemiştir. Esir olduğu zaman tüm
askerlerle beraber önce Kantara’ya götürülmüşlerdir. Kantara’da gözü ağrımaya
başlamış, burada İngiliz doktorlara muayene olmuştur. Muayene eden İngiliz
doktorunun yanında Halepli bir doktor daha vardı. Müslüman olup olmadığı
bilinmediği gibi ismini de bilen yoktu. Tercümanların ise hepsi Ermeni idi.
Muayeneden sonra Kantara Hastanesine sevk edilmişti. Hastaneye tedavi için yatırılmış,
burada Arap olan bir sıhhiye neferi gözlerini yıkayacağını söyleyerek gözlerini
açtırmış, bu sırada gözlerine ilaç dökmüş ve sağ gözüne kuvvetlice bastırmıştı.
Derhal sağ gözü ateş gibi sıçramış ve oracıkta akmıştı. Önce sağ gözü hemen
ardından sol gözü kapanmıştır. Kantara’da 60 gün kadar kaldıktan sonra Tel
El-Kebir’e getirilmişlerdi. Tel El-Kebir Hastanesinde İngilizlerin emri altında
bulunan esir Türk doktorlarından Yüzbaşı Mustafa, Yüzbaşı Doktor İbrahim beyler
de bulunduğu halde İngiliz doktorlar kendisini muayene etmiştir. Günde en az üç
dört defa gözlerine ilaç dökülmüştür. Fakat bu ilaçların faydasını hiçbir
görmemiştir. Esirlerin gören gözleri artık açılmaz olmuştu. Esir olmadan evvel
gözlerinde hiçbir hastalık yokken Kantara’da gözlerinin ağrımağa başlamasıyla
iki gözünü birden kaybetmesi çok kısa bir sürede gerçekleşmiştir. Esirin
ifadesinde gözlerine akıtılan ilaçların ne olduğuna dair bilgi de mevcut
değildi. Üç dört türlü ilaç vardır. İlaçlar mor ve yeşil renkti. Ne ilaç
olduğunu esirler tam bilmemekteydi. İlacı akıttıktan sonra bazı ilaçlar
esirlerin yakmış, bazı ilaç da adeta esirleri ağlatmıştı. Kamp âmâ asker
doludur. Sadece adı geçen esir çadırında çok sayıda esir olduğundan
bahsetmektedir. Koğuşlarda Türk esirler arasındaki sıhhiye neferleri kör olan
esirler arkadaşların hizmetini görmüşlerdir.1886 [84]
Mısır’dan esaretten dönen Tel El-Kebir kampında
bulunmuş üç âmâ askerden bir diğeri Ali oğlu Fehmi’dir. 26 Temmuz 1919 tarihli
ifadesinde gözlerinin nasıl kör olduğunu anlatmıştı. Esir olmazdan evvel
gözlerinde hiçbir sorunu yoktu. Esir olup Kantara’ya getirdikleri vakit
Kantara’da sıtmaya yakalanmış ve kısa sürede hastalığı atlatmıştı. Yirmi gün
kadar Kantara’da bulunduktan sonra Tel El-Kebir’de getirmişti. Burada
zayıflıktan dolayı viziteye çıkmış ve doktordan aldığı ilacı kullanmıştı.
Aradan bir ay geçtikten sonra gözleri hafif ağrımağa başlamış ve hastaneye
yatırılarak gözlerine ilaç sürülmüştü. Bu ilacın etkisiyle gözleri bir daha
açılmamak üzere kapanmıştı. Kampta kendisi gibi daha çok gözleri görmez asker
vardı. Yalnız Ali oğlu Fehmi’nin bildiği, kampta her biri yüz nefer alan büyük
boyutta on iki çadır dolusu gözleri görmez âmâ asker vardı.[85]
Esirin hatırladığı kadarıyla ilk akıtılan ilaç deniz
suyu rengindeydi. Ondan sonraki ilaçlar ne renkte olduğunu artık
bilememekteydi. İlaçlar İngiliz doktorlar tarafından esir olan Osmanlı
doktorlarına veriliyordu. Türk doktorlar da ilaçları esirlerin gözlerine
sürerlerdi. Esirler gözlerinin açılması bir yana bu ilaçlardan hiçbir fayda
görmemişlerdi. Esirler bu durumu kendi Türk doktorlarına söyledikleri zaman
Türk doktorları, “Ne yapalım oğlum biz de emir kuluyuz, bize verdikleri ilaç
budur kullanacaksınız.” cevabını vermekteydiler. Kampta iki doktor vardır.
Birisi Tekfurdağlı Doktor Yüzbaşı İbrahim Bey, diğeri Yüzbaşı Mustafa Bey’di.[86]
Ali oğlu Fehmi bulunduğu yerde bir Ermeni askerin
olduğunu, kampta başka bir gayrimüslimin olup olmadığı hakkında bir bilgisi
olmadığını söylemiştir. İlk esir olup Kantara’ya sevk edildiği zaman içlerinde
mevcut Hristiyan, Musevi, Arap efradın hepsi ayırmış, başka tarafa
götürülmüştü. Kamptaki Ermeni âmâ nefere kendi hemşerisi olan tercümanlardan
biri daima yardım etmişti. Zaten kamptaki tercümanlar hepsi Ermeni idi. Ali
oğlu Fehmi, ifadesinde esaretten gelen birçok esirin kendisi gibi gözlerinden
hastalıklı gelmesinin sebebini yedikleri yemeklere, içtikleri suya
bağlamaktadır ki hepsi ilaçlıdır.1889 [87]
Esirlerin Mısır esir kamplarında bir bahane ile kör
edilmelerinin ardında hiçbir vicdana sığmayacak basit nedenler de
olabilmekteydi. İngiliz binbaşısı kamplara gelerek geceleri gözleri görebilen
esirin olup olmadığını sormaktaydı. Gözleri görüp de artık kaçacak kaldı mı
diye esirleri kontrol etmişti. Bu cümleden anlaşılmaktadır ki esirlerin
kaçmalarını engellemek için esirler kör edilmişti. Ali oğlu Fehmi kendilerinin
kasten kör edildiğine inanmaktadır. İngiliz subayı esirlerin gözlerine ayna ile
bakıp hemen ameliyathaneye göndermişti. Ameliyathaneye gönderildikten sonra
esire gözünün dumanının silineceğini söylenerek kaşık gibi bir aletle esirin
gözleri çıkarmıştı. Ali oğlu Fehmi gözleri kör edilmeden önce arkadaşlarına
yapılanlara da bizzat şahit olmuştur. Alman Sahra Bataryasında bulunan ve
Nablus civarında düşmana esir düşen Ali oğlu Fehmi, gözlerinin nasıl görme
yetisini kaybettiğini, esir olmazdan önce sorun olup olmadığını ve ilk sorunun
gözlerinde ne zaman ortaya çıktığı şu şekilde anlatmıştır:
“Esir olmazdan evvel gözlerim hiç ağrıydı, yoktu. Esir
olup bizi Kantara’ya getirdikleri vakit Kantara’da beni sıtma tutmaya başladı.
Bir müddet sonra sıtma geçti. Yirmi gün kadar Kantara’da oturduktan sonra Tel
El-Kebir’e bizi getirdiler. Tel El-Kebir’de zayıflıktan dolayı ayak vizitesine
çıktım. Doktordan ilaç içtim. Aradan bir ay geçtikten sonra gözlerim hafif
ağrımağa başladı. Hastaneye yattım. Hastanede gözlerime ilaç döktüler gözlerim
derhâl kapandı bir daha açılmadı.”[88]
Mısır’da esarette her iki gözünü de kaybeden bir diğer
asker Kel Pehlivan oğullarından Mustafa oğlu Ali Çavuş’tu. 26 Temmuz 1919
tarihli ifadesinde gözlerinin nasıl kör olduğundan bahsetmiştir. 1918 Kurban
Bayramın dördüncü günü Salt Cephesi’nde İngilizlere esir düşmüştü. Önce
Kantara’ya gönderilen esirler, ardından Tel El-Kebir’e sevk edilmişti. Tıpkı
diğer esirler gibi esir olmadan önce gözünden hiçbir rahatsızlığı yoktur. Kampa
gelişinden sonra kısa süre içinde gözleri tedavi ediliyor bahanesiyle çıkarılmıştır.
Olayın nasıl gerçekleştiğinin tüm detayları
da ifadesinde yer almıştır. Esir olduktan sonra
sürekli kalacakları kamplara varıncaya kadar esirler yollarda çok zahmet
çekmiştir. Fakat yolda gözlerinde hiçbir ağrı hissetmemiştir. Yalnız Kantara’ya
vardıkları zaman biraz göz ağrısı hissetmiş, Kantara’da İngiliz doktorlarla
beraber esir olan ve İngilizlerin emri altında bulunan Türk doktorlar
tarafından muayene edilmişti. İngiliz doktorların hazırladıkları ilaçlar
esirlerin gözlerine dökülmüştür. Gözlerine ilaç dökülen esirlerin gözleri
şişmeye ve ağrımağa başlamıştır. Kantara’da hastanede altmış gün kalmıştır. İlk
baştabip iki defa gözlerine ilaç akıtınca esirin gözleri bir daha açılmamak
üzere kapanmıştır. Günde en az üç defa esirlerin gözlerine ilaç akıtılmaktadır.
Kantara’dan diğer hastalarla beraber Tel El-Kebir’e götürülmüşler, burada âmâ
hasta koğuşlarında yatırılmışlardı. Tel El- Kebir Hastanesinde bulundukları
müddetçe günde üç defa gözlerinize ilaç sürülmüştür. Yalnız bir çadırında iki
gözünü kaybetmiş yetmiş dört asker bulunmaktadır. Tüm çadırlar gözleri
çıkarılmış askerler ile doludur. Esirler arasında gözlerini kaybetmiş Ohannes
isimli bir Ermeni de vardır. Âmâ koğuşlarında İngilizler tercümanlar olarak
Ermenileri kullanmışlardı. Türk esirlerden sıhhiye neferleri de Türk esirlerine
hizmet etmişlerdir.1892
Beypazarı Şube Başkanı Binbaşı Bekir Sıdkı Bey
tarafından 27 Temmuz 1919 tarihinde ifadesi alınan Beypazarı Gençali köyünden
1899 doğumlu Deli Ömer oğullarından Ömer oğlu Abdullah’ın ifadesi Ankara 13.
Fırka Asker alma Başkanlığına gönderilmiştir. 72. Alay Hücum Bölüğünde iken
Ekim 1918’de Nablus livasında Taberiye Gölü civarında İngiliz ordusuna esir
düşen Ömer oğlu Abdullah esaret sonrası verdiği ifadesinde esir düştükten sonra
önce Cenin’e, oradan da Kantara ve Tel El-Kebir’e sevk edildiğini ve bütün
esirlik süresini orada geçirdiğini söylemiştir. Daha önceden gözlerinde hiçbir
sorun olmadığını belirten Ömer oğlu Abdullah, Tel El-Kebir Hastanesinde nasıl
malul kaldığını, ne suretle ve kimler tarafından tedavi edildiğini, tedavi eden
doktoru tanıyıp tanımadığını ve hangi devletin doktoru olduğuna dair sorulan
sorulara şu şekilde cevap vermiştir:
“Esarette iken kendiliğinden gözlerim ağrımaya
başladı. Hastaneye düştüm, yalnız ben değil birçok arkadaşlarım da bu suretle
hastalandılar...
Gözlerime ilaç sürüp yıkamak suretiyle tedavimize
teşebbüs edildi. Beni ve benden başka hastanede bulunan arkadaşlarımı bizzat
bizim Türk ve Osmanlı doktorları tedaviye çalıştı. En ziyade tedavimize itina
eden Osmanlı doktoru Binbaşı İbrahim Hakkı Bey olup kendisi bizzat tedavimize
fazlaca çalıştığı gibi oradan yani esaretten hin’ül infisalımızda arkadaşlarıma
ve bana elli şer kuruş para verdi.
Göz hastanesi altı, yedi çadırdan ibaretti. Bunlara da
Osmanlı doktoru olup rütbesini iyice bilemediğim Mustafa Bey ile evvelce ismini
arz ettiğim doktorumuz Sertabib İbrahim Hakkı Bey bakıyor, bazı doktor da
İngiliz doktorları tarafından hasta ile hastaneleri teftiş ediliyordu.
İlaç falan vermek suretiyle tedaviye bizzat el sürmezlerdi.
Ameliyat vasıtasıyla gözleri çıkarmak icap edenler için İngiliz doktorlarının
emriyle bizim isimlerini zikrettiğim doktorlar tarafından hastalardan icap
edinin gözü çıkarılırdı. Ameliyata İngiliz doktorları el sürmezdi.
Yalnız reçete yazarlardı. Gerek hastanede gerekse sair
mahallerde esir bulunduğum müddet zarfında hiçbir suretle bed (kötü) muamele
gömmedim..."[89]
Gazze Cephesi’nde İngilizlere esir düşen Üsteğmen
Halid Efendi’nin esarette gözlerinin nasıl kör edildiğini anlattığı 19 Temmuz
1919 tarihli ifadesini içeren rapor 20. Kolordu Kumandanlığı tarafından Erkan-ı
Harbiye’ye iletilmiştir. 13 Kasım 1919’da Gazze’nin Makara köyü sırtlarında
İngilizlere yaralı olarak esir düşen Halid Efendi, uzun bir yolculukta çektiği
eziyetten sonra yaralı olması sebebiyle önce Mısır-ı Cedid Osmanlı Esir
Hastanesine, oradan da tedavisi bittikten sonra İskenderiye Seydi Beşir esir
kampına getirilmişti. İfadesinin devamında gözlerinin çıkarılmasıyla ilgili şu
ifadeleri kullanmıştır:
“Hin-i esaretimde efrad kamplarında efradımızın iaşesi
gayr-i muntazam hatta turşu yemeği verildiğini ve efradımızı bu az gıda ile
ağır hizmette her gün için üç beş saat çalıştırdığını ve hastalanan efradımızın
tedavisine bakmak üzere Ermeni ve Rum etibbalarını (doktorlarını) istihdam
ederek efradımızın %30’unun gözlerini [kör ettiklerini] ve %15-
20’sini de
zehirleyerek öldürdüklerini işitiyorduk. Hatta bu husus için Türk üsera
kumandanları İngilizlere müracaat ettiler. Ve sonra Türk doktorları
gönderdiler.” 1893 [90]
Mısır’da yapılan işkenceler sonucunda gözlerinden
mahrum edilen bir erin dikkat çeken ifadesinden hazırlanan bir başka rapor
Erkan-ı Harbiyeye 26 Temmuz 1919’da sunulmuştur. İngiliz ordusuna esir düşüp
bilahare dönen Sincanlı 48. Fırka 152. Alay 2. Taburdan Hacı oğullarından
Hüseyin oğlu Osman, ifadesinde gözlerinin feci bir şekilde çıkarıldığından
bahsetmektedir. Raporu oluşturan bu ifade 17 Temmuz 1919’da Eskişehir Asker
Alma Kalemi Başkan Vekili Yarbay İbrahim Bey tarafından 1. Kolordu Asker Alma Başkanlığına
gönderilen bir yazıda yer almaktadır. Savaş boyunca başka hiçbir millete bağlı
asker bu vaziyette evine geri dönmemiştir. Hiçbir vahşilik başka bir milletin
askerine bu şekilde acımasızca yapılmamıştı. Askerlerin sağlam gözleri sebepsiz
bahaneler ile sözde tedavi maksadıyla ilaç verilerek önce hastalıklı hale
getirilmiş ardından tamamen çıkarılarak askerler gözlerinden mahrum bir halde
bırakılmıştı. Esirin esaret sırasında Mısır’da geçirmiş olduğu operasyon
neticesi her iki gözü görmez hale getirilmişti. Göz kaybının esarette
gerçekleşmesi sebebiyle emeklilik işlemlerinin yapılması için İzmir Merkez
Hastanesi sıhhiye heyetine gerekli yazılar yazılmıştı. Hüseyin oğlu Osman
İngiliz yetkililerden görmüş oldukları katliam ve kötü muamele hakkında 4 Temmuz
1919’da Sincanlı Asker Alma Şube Başkanı binbaşıya verdiği ifadesinde gözlerin
ne suretle sakat kaldığı sorusuna şu şekilde cevap vermiştir:
“Efendim esir düştüğüm zaman gözlerim sağlam idi. Bizi
İskenderiye civarında Tel El-Kebir’de 5 numaralı tele koydular. Biz üç yüz kişi
idik. Bir gün bizi havuz banyosuna soktular. Meğer havuzun içerisine birtakım
ilaçlar koymuşlar. Havuzdan çıktıktan sonra gözlerimiz şişti, bozuldu sonra 7
numaralı hastaneye yatırdılar. Bizimle esir düşen İslam askerleri orada esir
bulunurdu...
Gözlerimizin neden böyle olduğunu sual ettiğimizde
yıkandığınız havuza asit fenik gibi bazı şeyler koymuşlar. Diğer civarımızda
bulunan
diğer on üçünün kişinin de bizim gibi gözlerinin
bozulduğunu gördük ve anladık. Mezkûr 7 numaralı hastanede beş gün kaldıktan
sonra İngiliz doktorları bizleri ameliyat yapacağız diyerek [ve] yapılarak
gözlerimizin pınarını çıkartarak bu vecihle bizi gözden alil (sakat bıraktılar)
bıraktılar. Dokuz ay hastanede kaldık. Ba’de (daha sonra) bizi bu tarafa sevk
ettiler.”1895
Tel El-Kebir esir kampından dönen ve her iki gözü
görmeyen Kastamonu vilayetinin Küre nahiyesinin Salcı köyünden 1875 doğumlu
evli ve bir kız babası Onbaşı Mustafa oğlu Ömer, gözleri kasten kör edilen
esirlere bir başka örnektir. Hangi kıtada, nerede ve ne suretle esir olduğunu,
gözlerin nasıl kör olduğunu, önceden gözlerinden herhangi bir rahatsızlığının
olup olmadığı Ankara Sevk ve Misafir Komisyonu Başkanı yüzbaşı nezdinde şu
şekilde anlatacaktır:
“Efendim Maan’da hat boyunda muhafız idim. Ricatte Şam
civarında düşman bizi esir aldı. Esir olduktan sonra Mısır civarında Tel
El-Kebir’e götürdüler. Esir olmadan evvel gözlerimde hiçbir şey yoktu. Hatta
esir olub Tel El-Kebir’e gittikten sonra üç ay hiç göz hastalığı görmedim. Tel
El-Kebir’de bir gün gözlerim kendi kendine şişmeye başladı. Doktora çıktım.
Muayeneden sonra ilaç akıttı. Sekiz gün mütemadi surette günde üç defa olmak
üzere ilaca devam edildi. Dokuzuncu günü beni ameliyata götürdüler. Meğerse
anladık ki ameliyathanede benim gözlerimi çıkaracaklar. Tercümana dedim ki ‘Ben
gözlerimi çıkartmam karşımda bir yazı göster. Görmezsem ve okuyamazsam o zaman
gözümü çıkarınız.’ dedim ise de dinlemediler. Çok ısrar ettim. Bunun üzerine
tercüman dedi ki ‘Senin gözlerini çıkarmayacaklar, yalnız göz çanaklarını
kaldıracaklar, bu suretle ameliyat yapacaklar.’ dedi. Bu esnada burnuma ruh
koklattılar bayıltınca gözlerimi çıkardılar. Sedye ile beni koğuşa
gelirdiler...
Ameliyat yapan doktorun ismini bilmiyorum fakat
İngiliz olduğunu biliyorum. Tercüman dediğim Ermeni’dir. Zaten tercümanlar
hepsi Ermeni’dir.
Ameliyat sol gözüme yapıldı ve gözüm çıkarıldı. Bu
sıralarda sağ gözüm biraz görüyordu. Bu sağ gözüme de üç damla mor, yeşil gibi
bir ilaç akıtıldı. Bunun üzerine bütün arkadaşların akıbeti de ben de uğradım.
Yani her iki gözden ben de mahrum kaldım.
Benim gibi gözden
mahrum kalmış çok arkadaşlar vardı. Mısır civarında mecruh esirler 37.000 kişi
olduğu ve bunun hep gözlerinden âmâ kaldıkları hep biliyorlar.
...Türkiye esirlerinden başka Mısır civarına
Duşamba’da kör olan yoktur. Ahaliden ve oranın muhitinde yaşayanlardan Türk
esirlerinden başka kör olan ben görmedim. Elbette bunda mahsus yapılmaktadır.
Hatta herkes söylüyor ki İngilizler içtiğimiz sulara
varıncaya kadar ilaç döküyorlar. Pek açlık hissedemiyor isek de yediklerimiz
pek pena yapılmış yemeklerdir. Sabahları çay diye bulanık suyu, öğleyin çorba
yerine buğday danesi, akşam sıcak suyu verirdi. Bununla tüm günü geçirdik.
Gözlerimin böyle kalmasına sebeb. Olanların Allah gözlerin kör etsin başka ne
söyleyeyim.” 1896
Tel El-Kebir esir kampından dönen iki gözü kör edilmiş
İskilipli Onbaşı Mustafa oğlu Osman verdiği ifadesinde esir olmadan önce
gözlerinde hastalık olmadığına dair şu bilgileri vermiştir:
“Seferberlik bidayetinde Edirne Jandarma Alayında
idim. Sonra
2. Kolordu karargahına muhafız olarak geçtim. Kolordu
ile beraber Çanakkale’ye gittim. Bilahare Kafkas Cephesi’ne kolordu ile beraber
gittim. Sonrada kolordu ile beraber Arabistan’a Salt Cephesi’ne gittim.
Haleb’de geçen sene esir oldum.
Esir olduktan sonra Tel El-Kebir, Ramla, Kantara’ya
götürdüler. Kantara’da iki ay kadar kaldım. Kantara’ya varıncaya kadar
gözlerimde hiçbir ağrı yoktu. Kantara’ya vardığımızda bizden evvel esir olan
arkadaşlar, İngilizlerin ilaç yedirmekte olduklarını söylediler. Ve İngiliz
kumandanı bunların içerisinde gözleri gören var mıdır diye kendi tercümanı vasıtasıyla
askerimize sordu. ‘Geceleyin biraz daha görenler vardır.’ diye cevap verilince
İngiliz kumandanı da çift damarları olanlar varsa daha biraz görmediğini
işitmişlerdir. Ben Kantara’da dururken gözlerimde bir kaşınma gibi bir sızı his
ettim, viziteye doktora çıktım. Doktor beni hastaneye götürdü. Hastanede ismini
bilmediğim bir Ermeni doktoru gözlerime ilaç koydu. Bu ilaç gözlerime konduğu
saatte gözlerim şişmişti, kapandı. Bir daha gözlerim açılmaz oldu. Günde bu
ilaçtan gözlerimize üç defa akıtırlardı.”1897
Mustafa oğlu Osman gözlerinize akıtılan bu ilaçların
rengi, koğuşunda kendilerine kimlerin hizmet ettiği, muayene eden doktorların
kimler olduğu, isimlerini hatırlayıp hatırlamadığı, tercümanların kimler
olduğu, içlerinde gayrimüslim askerin de olup olmadığı ve Kantara’dan sonra
nereye götürüldükleri sorularına ise şöyle cevap vermiştir:
“İlaçların birkaç türlüsü vardır. Kırmızı, mavi gibi
renklerdir. Gözlerimiz kapandıktan sonra ilaçların renklerini bir daha fark
edemedim, Kantara’da iken koğuşlarda Mısır Arabları hıdmet ederlerdi. Adam
akıllı bizi muayene eden yoktu. Bir defa gelir birtakım ilaçlar verirler
giderlerdi. Bunlar da İngiliz adamlardır. İsimlerini bilmiyoruz. Tercümanlar
hep Ermeni’dir. Üzerlerinde İngiliz elbisesi vardır. Bizim koğuşlar âmâ ile
dolu idi. İçimizde gayrimüslim yoktu. Hep Müslim’dir... Kantara’dan sonra Tel
El-Kebir’e getirdiler. Yemek içmek hususunda hiç sormayınız. Sabahları çay
yerine sıcak su, öğlen tuzsuz buğday, akşamleyin çay ki şekersiz. Tel
El-Kebir’den Nisan sene 35’de (1919) hareket ettik. Vapurla İstanbul’a
çıkardılar. İstanbul’da Haydarpaşa Hastanesinde iki ay kadar yattım. Oradan da
buraya sevk ettiler.” 1898
Esirlerin ifadelerini alan görevliler başta olmak
üzere Osmanlı Hükûmeti İngilizlerin ileri sürdüğü esirlerin gözlerinin bölgesel
şartlardan dolayı çıkarılmasını anlayamamışlar ve bu durumu sorgulamışlardır.
Öncelikle esaretten dönen birçok Türk askerinin bir ya da her iki gözü
çıkarılmıştı. Pek çok esir âmâ olarak memleketlerine dönmüştür. Bu durumda Türk
milleti açısından cevap alınması gereken pek çok sorun vardır; Mısır’da göz
hastalığı ne kadar yaygın ve göz hastalığına yakalanan kişi sayısı ne kadardır?
Mısır’da her gözü ağrıyan kişinin gözleri kör olmakta mıdır? Her gözü ağrıyan
kişinin gözleri tedavi edilmeyip çıkarılmakta mıdır? Bu tür merak edilen tüm
sorular geri dönen esirlere sorulmuş ve şu cevap alınmıştır:
“Efendim her gözü ağrıyan kör olması lazım gelmez. İki
günde, beş günde hemen kör olmak lazım gelmez. Benim burada oturan bir arkadaşım
Ömer Onbaşı’nın gözüne dikkat ediniz sol gözünü zorla çıkardılar. Elbette bunun
bir hikmeti vardır. Bizim gördüğümüz ve bulunduğumuz civarlarda ahaliden olsun
öyle körler görmedik. Oralarda göz hastalığı olsa onların da bizim gibi gözleri
kör olması lazımdı. Yukarıda söylediğim gibi gözlerimizde arka bir kaşıntı
neticesi olarak gözlerimize birtakım ilaçlar akıtılmakla derhal gözlerimiz
şişip kapanması bir oldu. Ve bu suretle her iki gözden mahrum kaldım.”1899
8. Kolordu Mürettib Fırka Karargâh Askerlerinden ve
Karacabey’in Selimiye mahallesinden Veli oğlu Ali’den alınan 4 Mayıs 1919
tarihli ifadede esirin gözünün nasıl çıkarıldığı şu şekilde anlatılmıştır:
“... Karargâh efradından sekiz on kişi ile Şam
civarında esir olarak ve şimendifere rakiben Kantara tarikiyle Mısır’a sevk
edildik. Mısır’da tel örgüler içerisinde tevkif ettiler. Hastalananları
hastaneye gönderdiler. Hastanede esna-yı tedavimizde sabahleyin kalktığımızda
mualeceli (ilaçlı) su ile yüzümü yıkattırıp dört beş saat sonra bir göz ağrısına
mübtela oluyorduk. Ve bir müddet sonra hastalığımız tahfif edeceği yerde
bilakis Osmanlı etbasından olub İngilizlere iltica eden Ermeni tabibleri,
garezine mebni birtakım mualeceler gözlerimizi büsbütün kör etmeğe sebebiyet
verdirmek üzere tedavi etmeyüb bir ay ameliyat ameliyathaneye götürüb
gözlerimizden mahrum bırakıyorlar. Ve ben de bir gözümden mahrum olduğum gibi
alel tahmin beş yüze karib (yakın) iki gözünden mahrum Osmanlı askeri vardır.
Ve tedavimiz için salif-ül arz etbaya istirhamda bulunuyor isek de ‘Siz
Ermenilere zulüm
yaptınız, biz de sizin böyle gözlerinizi çıkarub
intikamımızı alacağız’ diye söylediler... Yevmiye tahminen beş yüz gram ekmekle
bir miktar bakla ve cüz’i miktarda mercimek ile takviye edilirdik.” [91]
Sadece Mısır kamplarında esir tutulanlar değil
Halep’te esir tutulan esirlerin de gözleri kör olmuş veya kör edilmiştir. Bunun
da sebebi yine kamplarda Ermeni doktorların ve Ermeni hemşirelerin bulunması ve
Ermenilerin Türklere karşı besledikleri kindir. Halep’in işgalinde Halep Hastanesinde
kalarak gözleri kör olan Kalecik’in Şeyh Şami köyünden Er Mustafa oğlu Hasan’ın
10 Ağustos 1919 tarihli ifadesinde esirin gözlerinin nasıl kör olduğunun
detayları anlatılmıştır. Halep’te 9 ay kalan esir İstanbul’a sevk edilmiştir.
Bu süre zarfında esire sadece Arap doktorlar gayet iyi bakmıştır. Hastaların
arasında Müslüman olmayan bulunmadığı gibi İngiliz doktorlar da bu hastanede
bulunmamaktadır. Mustafa oğlu Hasan hangi kıtada iken esir olduğu ve esir
olduğu vakit nereye götürüldüğü, gözlerin ne vakit görmez olduğu, esir olmadan
önce gözlerinden rahatsızlığı olup olmadığı gibi sorularına şöyle cevap
vermişti:
“Efendim Haleb’de inzibat bölüğünde idim. Gözler
ağrımaya başladığı vakit Haleb’de hastaneye yattım. Hastanede gözlerim fazla
ağrımaya başladı. Bu esnada bizim Türkiye askeri Haleb’i terk etti. İngilizler
Haleb’i işgal edince bize bakan olmadı. Ara sıra bir Ermeni doktoru gelir bize
bakardı. Hastanedeki Ermeni kızlar vasıtasıyla gözlerimize ilaç akıtırlardı.
Fakat gözlerim her ne kadar ağrıyor ise de gözlerim sağlam ve görüyordum. Şerif
geldi bizi teslim aldı. Bu sıralarda hastanedeki Ermeni kızlardan birisi güya
yanlışlıkla gözlerime tentürdiyot akıttı. Üç gün sonra gözlerim kapandı. Sonra
İngiliz sertabibi geldi sordu. Ben de yanlışlıkla gözlerime tentürdiyot
akıtmışlar dedim. Bilahare beni bu hastaneden kaldırdılar, Haleb’teki
Ramazaniye Hastanesine gönderdiler. Gözlerinden muzdarip kırk kişi kadar vardı.
Beni de yıkadılar, diğerlerini İngilizlerle başka yere götürdüler. Şerif gelüb
bizim hastaneyi teslim aldıktan sonra bizim Türk doktorları gelip gözlerimize
bakmaya başladılar ise de . vakit geçmiş birkaç gün
evvelisi elimize geçse idiniz gözlerinizi iyi ederdik
dediler. Doktorun ismini hatırlamıyorum yüzbaşı rütbesinde Boşnak idi. Haleb’de
dokuz ay yattım. Bundan sonra İstanbul’a sevk ettiler, İstanbul’dan da buraya
sevk ettiler.”1900 [92]
120. Alay Kumandanı yarbayın ifadesinden oluşan ve
Merkez Kumandanlığından Üsera İşleri Şubesine sunulan 20 Şubat 1921 tarihli
raporda esirin kör edilme hikayesinden bahsetmektedir. Kamplarda özellikle
erlerin bulunduğu hastanelerde esir askerlerin kör edildiği, esirler arasında
en fazla konuşulan konudur. Esirin duyduklarını anlattığı ifadesine göre
erlerin bulunduğu hastanelerde bulunan Ermeni doktorlar bir takım hasta erlerin
gözlerini kör etmişlerdir. 16. Fırka Kumandanı albayın 8 Mart 1921 tarihli
esaret sonrası verdiği ifadesinde şöyle demektedir:
“Bu bâbda katî bir fikir dermeyanı mümkün değildir.
Ancak Mısır efrâd kamplarında beledî olan sâri bir göz hastalığından birçok
efradımız malul olmuşlardır, bu hastalığın mahiyet ve suret-i husûl ve intişarı
hakkında birçok rivâyât deverân etmiş ise de herhâlde mezkûr ordugahlarda
îfâ-yı vazife etmiş olan etibbâ-yı Osmâniyenin mütâlaâtını almak muvafık
olacağını zannederim.”[93]
Gözlerinden muzdarip olan esirlerin kornea tabakası
delinmiş ve göz bebekleri akıtılarak gözleri çıkarılmıştı. Bu gibi askerlerin
oldukça mühim bir yekûna ulaştığı ve ölümlerin müthiş seviyelere çıktığı,
Kahire Hastanesinde hasta olarak bulunmuş olan subaylar da ifade etmiştir.
Birinci esir kafilesi ile gelen Yüzbaşı Salih Efendi, bu tür birçok elim olaylarının
şâhidi olmuştur. Doktor Yüzbaşı Süreyya ve Şükrü Efendiler, haftada ancak bir
defa doktorun viziteye geldiğini ve Süreyya Bey’in 5/40 tansiyonu varken
taburcu edildiğini söylemiştir. İkinci esir kafilesi ile gelen ve bir ayağından
ameliyat geçirmiş olan Binbaşı Mustafa Bey de Kahire Hastanesinde askerlere
yapılan muamelenin ve verilen gıdanın çok kötü olduğundan ve kamplardaki
yolsuzluklardan şikâyet etmiştir.[94]
Mısır’dan İzmir’e
gelen göz hastalığına veya diğer hastalıklara yakalanmış esirler hemen tedavi
altına alınmıştır. Bu kişiler memleketlerine sevk edilmemiş, İzmir Merkez
Hastanesinde tedavi altına alınmıştır. Malul olarak mübadele edilen bu esirler,
çeşit ve sebebine göre 13 Mart 1919 tarihi itibariyle sınıflandırılmıştır.
Birinci ve ikinci kafilelerle gelip İzmir Merkez Hastanesine yatırılan esirlere
gözlerinin ne zaman, nerede kör olduklarına, ilaçlardan bir fayda görüp
görmediklerine dair sorular sorulmuştur. Alınan cevapları şöyledir:1904
Tablo 4.27: Mısır
Kamparında Gözleri Kör Edilen Esirlerin İfadeleri1905
Sıra No |
Soru |
Cevap |
Memleketi ve doğum
tarihi |
Açıklama |
1. Esir |
Ne vakit ve nerede gözlerin hastalandı |
Mısır’da esir idim. Kantara nam mahale götürdüler.
Yol ve fabrikada çalışmak esnasında iken gözlerim ağrıdı. Nihayet hastaneye götürdüler. Tedavi altına alındım. |
Edirne, Kırkilise, Dereköyü köyünden 1898 doğumlu
Hasan oğlu Mehmed. Hastaneye 9 Aralık 1918’de gelmiştir. |
Her iki gözünü Mısır’da esareti esnasında
kaybetmiştir. Emeklilik hakkı kazanmıştır. |
Kimin tarafından ve nasıl tedavi edildin |
Bir Ermeni doktor tarafından tedavi edildim. Tedavi
esnasında gözlerim görmez oldu. |
|||
İlaçtan ne fayda gördün |
İlaçtan hiçbir fayda görmedim |
1904 Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK.,
82/10.
1905 Esirler hakkında İzmir ve
İstanbul’daki hastanelerde tutulan bilgilerde farklıklar görülmektedir. Belgede
sadeleştirme ve kısaltmalar yapılmıştır.
2. Esir |
Ne vakit ve nerede
gözlerin hastalandı |
İki buçuk sene evvel muharebe esnasında esir düştüm.
Mısır’a götürdüler. Mısır’da esaretim esnasında gözlerime hastalık arız oldu
(Musallat oldu). Hastaneye götürdüler. |
İznik kazası Şarkiye köyünden 1300 doğumlu Mustafa
oğlu Ahmed. 2. Kolordu 59. Alay 1. Taburdan Osmanlı esiri. Hastaneye 9 Aralık
1918’de gelmiştir. |
Gözlerinde trahom neticesi kesafet korne-i münteşire
(korneadaki beyaz leke, leucoma) mevcut olup gözlerini ebediyen kaybetmiştir.
Hastalığı esaret esnasında aldığından emeklilik hakkı kazanmıştır. |
Kimin tarafından ve nasıl tedavi edildin |
Bir Ermeni doktoru tedavi etti. İlaç döktü, bilahare
alil (hastalıklı) oldum. |
|||
İlaçtan ne fayda gördün |
Bir parça faydası dokundu. Hemen yuvaşuk ettiler.
Büsbütün görmez oldum. |
|||
3. Esir |
Ne vakit ve nerede
gözlerin hastalandı |
Mısır’a esir olarak gittim. Kantara nam mahalle
götürdüler. esaretim esnasında gözlerim alil oldu. |
Afyonkarahisar Çıkrık köyünden 1311 doğumlu İbrahim
oğlu Mustafa. 15. Kolordu 57. Alay 1. Tabur askerlerinden.
Hastaneye 9 Aralık 1918’de gelmiştir. |
Her iki gözünü Mısır’da esaret esnasında
kaybetmiştir. Emeklilik hakkı kazanmıştır. |
Kimin tarafından ve nasıl tedavi edildin |
Bizim esir Türk ve Ermeni doktorları tarafından
bakıldım ise de... |
|||
İlaçtan ne fayda gördün |
İlaçtan hiçbir fayda görmedim. İlaç beni kör etti. |
|||
4. Esir |
Ne vakit ve nerede
gözlerin hastalandı |
Mısır’da esir idim Kantara’da bizi
çalıştırıyorlardı. Orada hastalandım. Gözlerim alil oldu. |
Ankara Haymana Yavrucak köyünden 1895 doğumlu
Mustafa oğlu Ahmed. 20. Kolordu 59. Alay 1. Tabur askerlerinden. Hastaneye 9 Aralık 1918’de gelmiştir. |
Her iki gözünde kesafet-i korne-i münteşire neticesi
gözlerini tamamen kaybetmiştir. Bu hale Mısır’da esareti esnasında
geldiğinden emekliliği hak kazanmıştır. |
Kimin tarafından ve nasıl tedavi edildin |
Mısır’da bizim kendi doktorlarımız baktı. Kantara’da
İngilizler tedavi ettiler. |
|||
İlaçtan ne fayda gördün |
Hiçbir ilaçlarından fayda görmedim. |
|||
5. Esir |
Ne vakit ve nerede gözlerin hastalandı |
Mısır-ı Cedid’de esaretim esnasında gözlerime ağrı
arız oldu. Hastaneye gittim. Hastanede ameliyat yaptılar, gözlerimi
çıkardılar. |
Ankara Bostaniye mahallesinden 1889 doğumlu Hasan
oğlu İsmail. Hastaneye 2 |
Her iki gözü birden Mısır’da esareti esnasında
çıkarılmıştır. Emekliliğe hak kazanmıştır. |
|
Kimin tarafından ve nasıl tedavi edildin |
Ermeni doktorları tarafından gözlerim ihraç edildi,
alil oldum. |
Aralık 1918’de gelmiştir. 17. Alay 1. Taburdan. |
|
İlaçtan ne fayda gördün |
İlaçlardan hiçbir fayda görmedim. |
|||
6. Esir |
Ne vakit ve nerede
gözlerin hastalandı |
Mısır’da esaretim esnasında gözlerime hastalık arız
oldu. Doktora çıktım ilaç verdi ve ilaçtan bir fayda görmedik, alil oldum. |
Edirne Kırcaali’den 1889 doğumlu Haliloğlu Salih.
22. Kolordu 161. Alay 2. Tabur askerlerinden Hastaneye 9 Aralık 1918’de
gelmiştir. |
Gözlerinde trahom hastalığı görülmüştür. Her iki göz
Mısır’da esaret esnasında görmez olduğundan emekliliğe hak kazanmıştır. |
Kimin tarafından ve nasıl tedavi edildin |
Ermeni doktorları tarafından tedavi edildim ise de
hiçbir fayda hasıl olmadı. |
|||
İlaçtan ne fayda gördün |
İlaçtan hiçbir fayda görmedim. |
|||
7. Esir |
Ne vakit ve nerede
gözlerin hastalandı |
Gazze Muharebesi’nde yaralandım ve esir düştüm. Dört
ay Abbasiye Hastanesinde tedavi altına alındım. Oradan Kantara’ya gittim. Orada çalışmaktan
gözlerime hastalık arız oldu, viziteye çıktım. |
Adana’dan Hasan Hüseyinzade Mahallesi 1894 doğumlu
Ahmed oğlu Mustafa. 22 Kolordu 81. Alay Makineli Tüfenk Bölüğü askerlerinden. Hastaneye
9 Aralık 1918’de gelmiştir. |
Sağ gözü hastalık sonrası tamamen görmez olmuştur.
Sol gözü Mısır’da çıkarılmıştır. |
Kimin tarafından ve nasıl tedavi edildin |
Bir ay tebdil-i hava Mısır’a gittim. Bir ay sonra
gözlerim iyi oldu. Tekrar hastalandım hastaneye geldim, sol gözüme ameliyat
yaptılar. |
|||
İlaçtan ne fayda gördün |
Sağ gözüme de ilaç sürdülerse de hiçbir fayda
görmeyerek alil oldum. |
|||
8. Esir |
Ne vakit ve nerede gözlerin hastalandı |
Mısır’da esaretim esnasında un, nohut çuvalları
taşıyordum Gözlerime bir hastalık arız oldu, kör oldum. |
Halep’ten Antep İbrahimli köyünden 1899 doğumlu
Mehmed oğlu Hurşid. |
Gözleri trahom neticesi görmez olmuştur. Emekliliğe hak kazanmıştır. |
Kimin tarafından ve nasıl tedavi edildin |
Ermeni doktorları tarafından tedavi edildim ise de
bir fayda göremedim. |
|
İlaçtan ne fayda gördün |
İlaçtan bir fayda görmedim. |
|
|
9. Esir |
Ne vakit ve nerede
gözlerin hastalandı |
Mısır’da esaretim esnasında gözlerime hastalık arız
oldu ve tedavi edilemeyerek alil oldum. |
Kütahya Tavşanlı 1884 doğumlu Halil oğlu Bekir.
Hastaneye 3 Aralık 1918’de gelmiştir. |
Her iki gözünü Mısır’da esareti esnasında
çıkarılarak tamamen görmez olmuştur. Emekliliğe hak kazanmıştır. |
Kimin tarafından ve nasıl tedavi edildin |
Kendi kendine birisi aktı. Kimse tarafından tedavi edildim. |
|||
İlaçtan ne fayda gördün |
İlaç sürmediler, bir su koydularsa da tamıyla kör
etti. |
|||
10.i Esir |
Ne vakit ve nerede
gözlerin hastalandı |
Mısır’da esaretim esnasında tel içerisinde kum
çekerken gözlerimden kan geldi. Gözlerime su döktüler alil oldum |
Konya Karaman’dan Hasanda köyünden 1883 doğumlu Musa İsmail oğlu Hüseyin. 22. Kolordu, 134. Alay 2. Taburundan
Osmanlı esiri. |
Sağ gözü hastalık sonrası Mısır’da çıkarılmış ve
tamamen görmez olmuştur. Emekliliğe hak kazanmıştır. |
Kimin tarafından ve nasıl tedavi edildin |
Arap ve Ermeni doktorları bakıyorlardı. Gözümü
Ermeni doktor ameliyat yaptı. |
|||
İlaçtan ne fayda gördün |
İlaçtan hiç fayda görmedim. |
|||
11. Esir |
Ne vakit ve nerede gözlerin hastalandı |
Mısır’da esaretim esnasında gözlerimde ağrı hasıl
olarak hastaneye gönderdiler. Orada tedavi esnasında alil oldum. |
İzmit Adapazarı Kozca köyünden 1898 doğumlu İbrahim
oğlu Akif. 22. Kolordu Makineli Tüfenk Bölüğü askerlerinden. Hastaneye 9 Aralık 1918’de gelmiştir. |
Her iki gözü Mısır’da esareti esnasında çıkarılarak
tamamen görmez olmuştur. Emekliliğe hak kazanmıştır. |
Kimin tarafından ve nasıl tedavi edildin |
Ermeni doktorları tarafından tedavi edildim ise de
hiçbir fayda hasıl olmadı. |
|||
İlaçtan ne fayda gördün |
İlaçtan bir fayda görmedim. |
|||
12. Esir |
Ne vakit ve nerede
gözlerin hastalandı |
Geçen sene Mısır’da esaretim esnasında gözlerime bir
ağrı arız oldu. Hastaneye gönderdiler, orada tedavi altına alındım. |
Konya Bozkır Koçan köyünden 1898 doğumlu Osman oğlu
Mehmed. |
Her iki gözü Mısır’da esareti esnasında çıkarılarak
tamamen görmez |
|
Kimin tarafından ve nasıl tedavi edildin |
Bir Ermeni doktoru tarafından tedavi ediliyordum.
Bir su döktü gözlerim kör oldu. |
22. Kolordu 165. Alaydan Osmanlı askeri. Hastaneye 9
Aralık 1918’de gelmiştir. |
olmuştur. Emekliliğe hak
kazanmıştır. |
İlaçtan ne fayda gördün |
İlaçtan katiyen bir fayda görmedim. |
|||
13. Esir |
Ne vakit ve nerede
gözlerin hastalandı |
Mısır’da esaretim esnasında gözlerim hastalandı.
Doktora çıktım, nihayet tele gönderdiler. Orada tedavi esnasında gözlerim
alil oldu. |
Kastamonu, Araç kazasının Buldurak köyünden 1896
doğumlu Esad oğlu Hamdi. Hastaneye geliş tarihi 10 Ekim 1918’dir. 23. Kolordu
20. Alay 2. Tabur Makineli Tüfenk Bölüğü askerlerinden. |
Her iki gözü trahom neticesi tam olarak rüyetlerini
(görme yetilerini) ebediyen zayi etmiştir. Mısır’da esareti esnasında
hastalığa duçar olduğundan emeklilik hakkı kazanmıştır. |
Kimin tarafından ve nasıl tedavi edildin |
Ermeni doktoru tedavi ediyordu. Göz taşı sürdü kör
oldum. |
|||
İlaçtan ne fayda gördün |
İlaçlar bir fayda vermedi. |
|||
14. Esir |
Ne vakit ve nerede
gözlerin hastalandı |
Mısır’da esaretim esnasında gözlerimden hastalandım.
Abasiyeye gönderdiler, orada sağ gözümü ameliyat yaptılar, öbürünü ilaçladılar
alil oldum. |
Musul Kerkük, Avcı mahallesinden 1884 doğumlu Maruf
oğlu Şevket. 164. Alay, 1. Tabur askerlerinden. Hastaneye 9 Aralık 1918’de gelmiştir. |
Sağ gözü Mısır’da çıkarılmıştır. Sol gözü yine
Mısır’da hastalıktan dolayı kısmen görerek gelmiş sonrasında tamamen görmez
olmuştur. Emekliliğe hak kazanmıştır. |
Kimin tarafından ve nasıl tedavi edildin |
Ermeni doktoru baktı. İyi olamadım kör etti beni. |
|||
İlaçtan ne fayda gördün |
İlaçtan bir fayda görmedim. |
|||
15. Esir |
Ne vakit ve nerede gözlerin hastalandı |
Mısır-ı Cedid’de esaretim esnasında taş, kum
çekerken hastalandım. Hastaneye gönderdiler, orada tedavi sırasında alil
oldum. |
Konya Aksaray Kösnek köyünden 1895 doğumlu Mehmed
oğlu Yakub 23. Kolordu 21. Alay 3. Tabut askerlerinden. Hastaneye 9 Aralık 1918’de gelmiştir. |
Her iki gözü birden Mısır’da esareti esnasında
çıkarılmıştır. Emekliliğe hak kazanmıştır. |
Kimin tarafından ve nasıl tedavi edildin |
Ermeni doktoru tarafından tedavi edildim ise de bir
fayda görmedim. |
|||
İlaçtan ne fayda gördün |
İlaç hiç fayda vermedi. |
16. Esir |
Ne vakit ve nerede gözlerin hastalandı |
Mısır’da esaretim esnasında gözlerime bir ağrı arız
oldu hastaneye gönderdiler, orada alil oldum |
Afyonkarahisar Bolvadin Aziziye Göççü köyünden 1882 doğumlu
Abdullah oğlu Bekir. 267 Makineli Tüfenk Bölüğü efradından. Hastaneye 9
Aralık 1918’de gelmiştir. |
Her iki gözü trahom sonucunda neredeyse tamamen
görmez halde dönmüştür. Mısır’da esareti zamanında olduğundan emekliliğe hak
kazanmıştır. |
Kimin tarafından ve nasıl tedavi edildin |
Bir Ermeni doktoru tarafından tedavi edilirken alil
oldum |
|||
İlaçtan ne fayda gördün |
İlaçtan bir fayda görmedim. |
Kaynak: Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK.
82/10.
İlk kafilede Mısır’dan İzmir yolu ile gelip Maçka Hastanesinde
tedavi altına alınmış olan malul esirlerin maluliyetlerinin çeşit ve
sebeplerini gösterir 14 Nisan 1919 tarihli liste ise şöyledir:1906
Tablo 4.28: Mısır Esir
Kamplarında Hastalanan Esirlerin Hastalıkları1907
Sıra No |
Soru |
Cevap |
Memleketi ve doğum
tarihi |
Açıklama |
1. Esir |
Ne vakit ve nerede gözlerin hastalandı |
Mısır-ı Cedid’de esaretim esnasında gözlerimden
hastalandım. |
Sivas Aziziye’den 1899 doğumlu Taşdan oğlu Ahmed.
Hastaneye 5 Aralık 1918’de gelmiştir. 3. Kolordu 151. Alay 3. Tabur Makineli Tüfenk Bölüğü
askerlerinden. Hastaneye 9 Aralık 1918’de gelmiştir. |
Her iki gözü trahom sonucunda neredeyse tamamen
görmez bir derecede dönmüştür. Mısır’da esareti zamanında olduğundan
emekliliğe hak kazanmıştır. |
Kimin tarafından ve nasıl tedavi edildin |
Ermeni doktorları tarafından tedavi edildim. İsmini
bilmiyorum |
|||
İlaçtan ne fayda gördün |
Cehennem taşı ilaçtan sürdüler de hiçbir faydasını
görmedim. |
|||
2. Esir |
Ne vakit ve nerede gözlerin hastalandı |
İki sene evvel Mısır’a esareten gitmiştim. Beni
Kantara’ya götürdüler. Orada kum ve arpa taşıtıyorlardı. |
İstanbul Küçük Ayasofya Çifte Fırın Sokağından 1878
doğumlu Ahmed oğlu Mustafa. Velisi tarafından
aldırılmak üzere |
Her iki gözü trahom sonucunda neredeyse tamamen görmez
bir derecede dönmüştür. Mısır’da esareti zamanında olduğundan |
1906 Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK.,
82/10.
1907 Esirler hakkında İzmir ve
İstanbul’daki hastanelerde tutulan bilgilerde farklıklar görülmektedir. Belgede
sadeleştirme ve kısaltmalar yapılmıştır.
|
|
Orada gözlerime hastalık ariz oldu. |
müracaat edilmiştir. Edirne İstihkam Müfrezesi
Bölüğü askerlerinden olup Osmanlı esiridir. İstanbul, Küçük Hastaneye 9
Aralık 1918’de gelmiştir. |
emekliliğe hak kazanmıştır. |
Kimin tarafından ve nasıl tedavi edildin |
Bir Ermeni doktoruna çıktım. Bana bir ilaç verdi bir
saatte gözlerim alil oldu. |
|||
İlaçtan ne fayda gördün |
İlaçtan hiçbir fayda görmedim. |
|||
3. Esir |
Ne vakit ve nerede gözlerin hastalandı |
Geçen sene Gazze’den esir olarak Mısır-ı Cedid’e
gittim. Oradan kanala çalıştırmaya götürdüler. Çalışmakta iken gözlerime bir
ağrı arız oldu. Doktora gittim ve tedaviye başladık. |
Adana Silifke Senir köyünden 1886 doğumlu Mehmed Ali
oğlu İlyas. 22 Kolordu 129. Alay 1. Taburdan. Hastaneye 9 Aralık
1918’de gelmiştir. |
Her iki gözü trahom sonucunda neredeyse tamamen
görmez bir derecede dönmüştür. Mısır’da esareti zamanında olduğundan
emekliliğe hak kazanmıştır. |
Kimin tarafından ve nasıl tedavi edildin |
Bir Ermeni doktoru tedavi etti. |
|||
İlaçtan ne fayda gördün |
İlaç hiçbir fayda görmedim. |
|||
4. Esir |
Ne vakit ve nerede gözlerin hastalandın |
Şam’da muharebe esnasında esir düştüm. Doğruca
Mısır’a götürdüler. Şam’da gözlerime biraz ağrı geldi. Mısır’da
ziyadeleşti. Hastaneye götürdüler. |
Antalya Manavgat’tan 1881 doğumlu Günbelli oğlu
Mehmed. 22. Kolordu 48. Alaydan 2. Tabur askerlerinden. 1881 doğumlu Günbelli
oğlu Mehmed. Hastaneye 9 Aralık 1918’de gelmiştir. |
Her iki gözü trahom sonucunda neredeyse tamamen
görmez bir derecede dönmüştür. Mısır’da esareti zamanında olduğundan
emekliliğe hak kazanmıştır. |
Kimin tarafından ve nasıl tedavi edildin |
Bir Ermeni doktoru tarafından tedaviye başlandım.
Her gün ilaç sürüyordu, bilahare gözlerim kapandı. |
|||
|
İlaçtan ne fayda gördün |
İlaçtan hiçbir fayda ve görmedim. |
|
|
5. Esir |
Ne vakit ve nerede gözlerin hastalandın |
Geçen sene esir olarak Mısır’a götürdüler. Orada
esaretim esnasında gözlerime bir ağrı arız oldu ve oradan hastaneye
götürdüler. Orada alil oldum. |
Tarsus’tan 1876 doğumlu Ali oğlu Mehmed. Hastaneye 9
Aralık 1918’de gelmiştir. |
Her iki gözü trahom sonucunda neredeyse tamamen
görmez bir derecede dönmüştür. Mısır’da esareti zamanında olduğundan
emekliliğe hak kazanmıştır. |
Kimin tarafından ve nasıl tedavi edildin |
Bir Ermeni doktoru gözümün birini ameliyat yaparak
çıkardı. Birisi de ilaçtan kör oldu. |
|||
İlaçtan ne fayda gördün |
İlaçtan hiçbir fayda görmedim. |
Kaynak: Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK.
82/10.
Maçka Hastanesi kayıtları incelendiğinde 121 kişiden
18’i, her iki gözünde görme yetisini kaybetmiştir. 2’si mitoz olmak üzere 20
neferin muayeneye ihtiyacı olduğu Maçka Hastanesi Tabibi Albay Bahur Bey
tarafından karar verilmiştir. Esaretten döndükten sonra hastanede tedavi altına
alınan askerlerin maluliyetleri hakkında Maçka Hastanesi Müdürlüğünce Başhekim
Binbaşı Tahir oğlu Ali Nazmi, Başhekim Binbaşı Yusud Ziyaeddin, Başhekim Albay
Daridgor tarafından 24 Aralık 1918’de hazırlanan ve 14 Nisan 1919’da onaylanan
liste aşağıdaki gibidir. Maçka Hastanesinde ikinci esir kafilesine ait tutulan
raporların bir kısım şöyledir:[95]
Göz hastalıklarından dolayı hastanelerde yatan
hastaların bilgilerini içeren 115 ve 70 kişilik iki ayrı liste
birleştirilmiştir. Listelerde esirlerin hastaneden ne surette çıktığı, teşhisi,
hastane numarası, doğumu, ev numarası, köy veya mahallesi, ait olduğu redif
tabur dairesi, memleketi, ismi, lakabı, baba ismi, rütbesi, bölün ve mangası,
taburu, alayı, fırkası, kolordusu, sınıfı, vefat tarihi, hane numarası ve hastane
numarası yazılmıştır. Trahom kamplarda en yaygın görülen bulaşıcı göz hastalığı
idi. Hastanede bulunan askerlerin çoğu bu hastalık sebebi ile bir ya da iki
gözünü kısmen veya tamamen kaybetmişti. Oftalmi bir diğer önemli göz
hastalığıdır.
Gözün, konjunktivanın veya gözdeki derin yapıların
iltihaplanması demektir.Pürülan konjunktiva hastalığı da göz kapaklarının iç
yüzeyini ve gözün beyaz kısmını kaplayan ince ve saydam zarın iltihaplanmasına
denilmektedir. Esirler tarafından tavukkarası diye adlandırılan niktalopi
hastalığı kamplarda en yaygın hastalık olmuştur. Hastanede bulunan askerlerin
büyük kısmı göz iltihabından muztariptir. Korneadaki ülser ile birlikte göz
iltihabı esirlerin görme yetilerini çok etkilemiştir. Göz iltihapları ile
beraber katarak ve diğer göz hastalıkları hastanedeki esirlerin genel durumunu
göstermektedir. Esirlerin genelde gözleri yaralıdır, irin akmaktadır. Pek çok
esir görme kaybı yaşamaktadır. Bazıları da esaret öncesi cephede gözlerini
kaybetmiştir. Tüm bu hastalıklar kamplarda görülen göz hastalıklarından sadece
bir kaçıdır. Bu hastalıklara yakalan esirler hemen hastaneye sevk edilmekte ve
gözleri çıkarılmaktaydı. Bazıları ikna edilerek bazıları ise zorla ameliyata
alınırlardı. Hastanedeki hastaların yarıdan fazlası göz şikâyeti ile
yatmaktaydı.[96]
Esirlerin kamplarda yazdıkları hatıratlar da esirlerin
gözlerinin İngilizler tarafından bilinçli veya en azından ihmal sonucu kör
edildiğini ortaya çıkarmaktadır. Mesela Salihiye esir karargâhında bulunan tüm
esirlerin gıdasızlıktan, akşama kadar güneş altında sıcak kumlar üzerinde
bulunmaktan gözleri zarar görmüş ve pek çoğunun akşam güneş battıktan sonra
gözleri görmez olmuştur. 50-60 esirden ancak birsinin gözü görebilmektedir. Bu
yüzden güneş battıktan sonra tuvalet ihtiyacı için bir gözü sağlam olan esirler
önde, arkasında 50-60 kişi sıra halinde birbirinde tutunarak ihtiyaçlarını
gidermek için tuvaletlere gitmekteydiler. Gözü sağlam bir kişi, bu kadar
insanın bir bir ihtiyacını gidermek için uğraşır, ardından her birini bir bir
çadırına yerleştirirdi. Hiçbir mecburiyetleri olmamasına rağmen vakitli
vakitsiz gece yarısı bu işi isteyerek gönüllü olarak yapardı. Esirlerin
gözlerinin kör olmalarının sebeplerinden birisi esirlerin güneş altına gün
boyunca kızgın kumların üzerinde bekletilmeleri olmuştur. Kızgın kumda bekleyen
esirlerin bir müddet sonra gözleri ağrımaya başlamakta ve muayyene için doktora
gitmek zorunda kalmaktaydılar. Esirlerin büyük bir çoğunluğu akşamdan sonra
gözleri hiç görmemekteydi. Abdest almak için dahi dışarı çıkamamaktaydılar. Ağrıları
sadece gözlerinde olmayan esirler karın ağrısı sebebiyle ciddi acı
çekmekteydiler.[97]
Ermeni doktorlar Türk esirlerinin gözlerini çıkarmak
için özel olarak kamplarda organize olmuşlar ve sadece gözü ağrıdığı için
kendilerine muayeneye gelen Türk esirlerin gözlerini çıkarmak için fırsat
kollamışlardır. Türk esirlerinin gözlerine iyileşmesi için sürülen damlalar
gözlerin ağrısını daha da şiddetlendirmiştir. Yıllarca Osmanlı topraklarında
tebaa olarak yaşayan Ermeni doktorlar göz ağrısı şiddetinden duramaz hale gelen
esirlerin yanına gelip iki gözünü de çıkardıkları takdirde göz ağrısı
yaşamayacaklarını söylemişlerdir. Esirlerden bazıları zorla razı edilerek,
bazen de zor kullanılarak esirlerin gözleri çıkartılmakta ve bir müddet tedavi
edildikten sonra gözlerine bez bağlanıp ya kendi kamplarına ya da zayıf
esirlerin bulunduğu kampa gönderilmekteydiler. Gözleri sağlam olan pek çok esir
bir müddet sonra iki gözünden olmuş olarak kampa gelmekteydi. Gözlerinden
olacağı korkusuyla esirler, gözlerinin ağrısına dayanamamalarına rağmen katiyen
doktora gitmezler ve birbirlerinin gözlerini tedavi etmeye çalışırlardı.[98]
Heliopolis esir kampında hastaneye sevk edilmiş
esirler hastane sonrası iaşe bakımında daha iyi bakılması için kısa bir
süreliğine subayların bölümüne gönderilmekteydi. Çoğunluğu gözleri görmeyen bu
esirler 2-10 gün boyunca subayların telinde yiyecek olarak daha iyi beslenirdi.
Burada kendine gelen esirlerin gözleri görmeye başlardı. 10-20 günde 100-150
kişilik kafileler kamplara gelir, burada bir süre dinlenip kendilerine
geldikten sonra kamplardan ayrılırlardı.[99]
Esirlerin kamplarda gözlerini kaybetmelerini
hatıratında kaydeden esirlerden birisi olan Hidayet Özkök’ün anlattıkları arşiv
belgelerini doğrular niteliktedir. Dört ay Salihiye kampında kalan esirler
Bilbeis kasabasına getirilmişlerdi. Kampa gelen esirlerin çoğunun bir süre
sonra gözleri görmez olmuştur. Esirlerin gözleri akşam olunca sabaha kadar
görmemekteydi. Hidayet Özkök de bu kör olma durumunu tam sekiz ay yaşamıştır.
Esirlerin göz muayenesinde Türk doktorlar da bulunmuştur. Türk doktorları bu
hastalıktan muzdarip olan esirlere hastalık ile hiç uğraşmamalarını, hastalığın
sebebinin gıdasızlık olduğunu söylemiştir. Üç yıl esir kampında kalan esirlere
hiç meyve verilmemişti. Bu durum esirlerde vitamin eksikliğine sebep olmuş, bu
da körlüğe yol açmıştı. Esirlerin en büyük sorunu kendi başlarına tuvalet
ihtiyacını giderememeleriydi. Gece tuvalete çıkmak için gözü gören bir asker
kılavuzluk eder, diğer gözleri görmeyenler deve katarı gibi tutunarak tuvalete
giderlerdi. Esirlerin tel örgüye üç metre yaklaşması yasaktı. Gözü görmeyen bir
asker kazara tel örgüye yaklaşırsa hemen silahlı muhafız tarafından vurulurdu.
Pek çok asker bu şekilde kampta öldürülmüştü. Doktorlardan hiçbir şifa
bulamayan esirler kısmen hastalığın tedavisini kendileri bulmuştur. Eğer esirler
bir koyun ciğeri bulurlar ise onu ateşe koyarlar, kafalarını da bir örtü ile
örterek ciğerden çıkan dumanın gözlerine gelmelerini sağlarlardı. Gözlere giden
bu dumandan sonra esirlerin gözlerinden bir su akar ve gözleri görmeye
başlardı. Yine esirlerin aktardıklarına göre bazen de semizotu veya kara bakla
yaprağı yiyen esirlerin gözleri açılmaktaydı.[100]
Gözlerini cephede kaybeden Emin Çöl’e göre Heliopolis
kampı Seydi Beşir ile kıyaslanamayacak kadar kötüdür. Kampta trahom ve
tavukkarası en fazla görülen hastalıktı. Esirlerin çoğu tavukkarası diye
adlandırdıkları hastalığa yakalanmıştı. Pek çok askerin gözleri ya tamamen kör
ya da yarı yarıya kördü. Esirler gece dışarı çıkamaz duruma gelmişlerdi. Emin
Çöl de diğer hatırat yazan esirler gibi bu kişilerin tuvalet ihtiyaçlarını,
tuvalete el ele tutuşup giderek yaptıklarını söylemişti.[101]
Eyüb Sabri Bey Osmanlı esirlerinin Mısır’daki
kamplarda gözlerinin çıkarıldığı iddialarına hatıralarında açıklık getiren bir
başka kişidir. Abbasiye Hastanesinde Ermeni doktorlarının ellerinde miller ve
kolları dirseklerine kadar sıvalı olduğu halde sabahtan akşama kadar Türk
askerlerine ameliyat yaptıklarını ve onların gözlerini oyup çıkarttıklarını
söylemiştir. Birçok Mısırlı Müslüman’ın şahitliğine ve bütün esirlerin ifadelerine
göre göz ameliyatlarının önceleri de vuku bulmasına rağmen Mütareke’den biraz
önce ve özellikle sonrasında son derece arttığı gözlenmiştir. Bu göz
ameliyatları Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’daki faaliyetlerinin Mısır
gazeteleri vasıtasıyla oralarda duyulmaya başladığı ve Mısırlıların da
işgallere karşı isyan başlattığı zamana kadar devam etmiştir. Bu zamandan sonra
giderek azalmış, bir müddet sonra da göz ameliyatları hastaların isteğine
bırakılmıştır. Bu zamana kadar tahminen 2.000’den az olmamak üzere bir kısmının
iki ve bir kısmının da bir gözü oyulmuş ve birçoklarının da ayakları ve kolları
kesilmiştir. Ermenilerin bu hususlardaki faaliyetlerini kolaylaştıran bir durum
da tellerde bütün nöbetçi doktorların kendilerinden olmasıydı. Esirler çöl sıcağında
sabahtan akşama kadar güneş altında angaryada çalıştıklarından dolayı kızgın
kumun tesirinden göz ağrısına tutulurlar ve mecburen nöbetçi doktora müracaat
ederlerdi. Ermeni doktorlar gözlerindeki ağrıyı geçirecek bir ilâç koymak
yerine ele bir av geçmiş gibi sevinerek esirleri hemen hastaneye sevk
ederlerdi. Gözü ağrımakta olan asker hastaneye gitmek istememesine ve
gönderilmemesi için yalvarmasına rağmen zorla gönderilirdi. On gün sonra gözsüz
olarak kampa dönerlerdi. Gerek tellerde ve gerek Abbasiye Hastanesinde olsun bu
gözsüz askerlerin halleri cidden pek elim ve acıklıydı. Bunları gören kalplerin
sızlamaması imkânsızdı. Hastane avlusunda 30-40 asker birbirinin ceketlerinden
tutarak dizi ile tuvaletlere giderler, o suretle ihtiyaçlarını giderirlerdi.
Mutfaktan yemek almak için dahi birbirlerine tutunarak aynı şekilde dizleri ile
gidip gelirler ve sabahtan akşama kadar kumların üzerinde sürünürler, yarı aç
yarı tok hayatlarını sürdürürlerdi. İngiliz yetkililer ise bunları görürler ve
esirlerin bu duruma acımadıkları gibi hallerini sormazlardı. 1914 [102]
İbrahim Arıkan da esirlerin gözlerinden rahatsızlanmasını kampın kumsalda olup
çadırların beyaz renkte olmasına, yaz aylarında Mısır’ın aşırı sıcakları ile
etrafta tek yeşilin bulunmamasına bağlamıştır. Bu durum bazı esirlerde ise
kısmı körlüğe yol açmıştır. Hatta esirler çadırların etrafına yeşillik olarak
mısır ekmişler, İngilizler ise bunları söküp attırmıştır.[103]
Eyüb Sabri Bey kaldığı 11. telde Ermeni doktorlarca
gözü çıkarılmış 5-6 esirin bulunduğunu aktarmaktadır. Bunlardan birisi Ödemişli
Ali Dayı’dır. Kendisi 50 yaşında olduğu halde seferberlikte askere alınmıştı.
Askerlik öncesi bir aktar dükkânı bulunan Ali Dayı savaşa giderken bu dükkânını
satmış, parasını ailesine vermiş ve cepheye gitmiştir. Birkaç cephede
savaştıktan sonra yaşından ve güçsüzlüğünden dolayı esir düşmüş ve Mısır
kampına gönderilmiştir. Burada gözünün birisi ağrıdığında doktora gidip bir
ilaç istemiş fakat kendisinin tüm itirazlarına rağmen hastaneye yatırılarak sağ
gözü çıkarılmıştır. Kısa süre içinde üzüntüden ağlayarak diğer gözünü de
kaybetmiştir. Gözleri görmeyen kişilerin kampta birbirinden yardım almadan
koğuşlarına bile gitmeleri imkânsızdı. Eyüb Sabri Bey, anılarında gözleri
görmeyen pek çok ikişinin olduğunu söyleyerek Antep’in Urul köyünden Şaban oğlu
Mehmed, Maraş’ın Küçük Nacar köyünden Mehmed, Aydınlı Ali oğlu Mehmed,
Konya’nın Beyşehir kasabasına bağlı korucu Hüseyin Onbaşı, Karahisar sancağına
tâbi bulunan Bolvadin kasabasından Çay nahiyesinin Cedid mahallesinden Hacı
oğlu Hasan ve Manastırlı Rıza, Erzurumlu Süleyman oğlu Ali’yi örnek olarak
göstermiştir. Bu kişiler kendileri muayene için koğuşa geldiklerinde
gözlerinden dolayı ayrılarak Abbasiye Hastanesine gönderildiklerini
söylemişlerdir. Esirlerin gözlerinde hiçbir ciddi problem olmamakla beraber
hatta ağrı bile yokken sadece az miktarda bir kandan kaynaklanan kızarıklıktan
dolayı hastaneye yatırıp gözlerine ilaç sürülmüş, bu ilacın arkasından gözleri
kan içinde kalmıştır. Bunun ardından esirlerin gözleri çıkarılmıştır. Bu işlem
yapılırken Ermeniler, Anadolu’da Türkler tarafından öldürüldüğü iddia edilen
Ermenilere karşılık bu işkenceyi yaptıklarını söylemişler ve ayrıca hakarette
bulunmuşlardır. Tüm bu insanlık dışı eylemler İngiliz yetkililerin gözü önünde
cereyan etmiştir. Kuvâ-yı Milliye Hareketi hakkında gelen müjdeli haberler
üzerine göz ameliyatlarına o tarihten itibaren birdenbire son verilmiştir.[104]
Yıllarca Hindistan ve Burma esir kamplarında kaldığı
halde gözlerinde bir sorun yaşamayan esirler sadece eve dönüşleri esnasında
kısa süreli kaldıkları Mısır kamplarında gözlerini kaybetmişlerdi. Hindistan
kamplarından İstanbul’a döneceklerini zannederek getirilen esirler 9 Ağustos
1920 günü Mısır’da Bilbeis esir kampına yerleştirilmişti. Kampta verilen ilaçlı
sulardan olması muhtemel askerin büyük kısmı kısa süre içinde tavukkarası
dedikleri gece körlüğüne yakalanmıştır. Bu esirler akşamdan sonra abdest
almaya, suya veya tuvalete gitmek isterlerse ancak gözü gören bir arkadaş ile
gidebilmekteydiler. Başka hastalıklardan hastaneye gidenlerin bir kısmı kötürüm
olmuş, gözlerinden şikâyet edip hastaneye gidenlerin ise neredeyse tamamı kör
edilmiştir. Bir buçuk yıl Hindistan’da kamplarda kalıp gözlerine hiçbir şey
olmayan Hüseyin Fehmi Bey, Bilbeis esir kampına geldikten sonra akşamdan sonra
ancak önünü veya ışık ve ateşi görebilmektedir. Bu durumda kendisine en yakın
arkadaşı Emin yardım etmiştir. Kamptan ayrılıp Port Said’de vapura bindikten
sonra gözleri ancak açılmış ve tüm ümidini kaybettiği anda tekrar gözlerine kavuşmuştur.
1920 yılının başlarında bir vapur dolusu gözleri görmeyen asker İstanbul’a
gönderildiği kamptaki askerler tarafından söylenmektedir.[105]
Hicaz Cephesi’nde 8 yıl savaşmış ve esir düşmüş Ahmed
Gündoğdu yediği bir yemekten dolayı gözlerinden rahatsızlanmıştır. Ermeni
doktorların gözlerine sürdüğü bir ilaç ile de iki gözünü birden kaybetmiştir.
Askerden köyüne kör olarak dönmüştür. Seydi Beşer esir kampında 3 yıl esir
kalan Mehmed Şanlı da bir yıl gözündeki rahatsızlıktan hastanede yatmıştır.[106]
Esir kamplarında göz hastalıklarına yakalanan askerlerin bazıları yurda
döndükten sonra hastane köşelerinde hayatını kaybetmiş veya kaybolmuştur.
Mesela Konya Kızılay Cemiyetinden 22 Ağustos 1921 tarihinde Ankara Kızılay
heyetine gelen bir yazıda göz hastalığı sebebiyle İngiliz Hastanesinde yatan
bir esirin kaybolması konu edilmiştir. Konya’nın Görkeçi Mahallesinden 1895
doğumlu Ahvinzade Mustafa oğlu Ali, savaş sırasında Nablus civarında
İngilizlere esir düşerek Hindistan’a gönderilmiş ve bilahare esaret sonrası İstanbul’a
dönmüştür. Gözlerine bulaşan bir hastalık sebebiyle İstanbul’da Beşiktaş
civarında 22 numaralı İngiliz Hastanesine yatırılarak tedavi olmakta iken
kendisinden bir daha haber alınamamıştır. Bir seneden sonra hayatı hakkında
endişe eden babası Mustafa Efendi, durumun araştırılması konusunda Kızılaya
dilekçe ile başvurmuştur.[107]
4.8.5
Esir Kamplarında Diş Tedavisi
Osmanlı esirleri
açısından diğer hastalıklar ile kıyaslandığında diş bakımı ve tedavisi çok
büyük sorun olmamıştır. Ya da esirlerin diğer hastalıkları o kadar ciddi bir
durumdaydı ki diş hastalıklarını pek önemsememişlerdir. İngiltere Hükûmetinin
isteği üzerine Hollanda Kraliyet Elçiliği Savaş Esirleri Servisi, İngiliz ve
Alman Hükûmetlerinin arasında mutabık kalınan esirlerin diş tedavilerini konu
edinen bir antlaşmanın benzerini Osmanlı Hariciye Nezaretine sunmuştur. Bu
antlaşmaya göre iki Hükûmet ellerinde bulunan savaş esirlerini diş
muayenesinden ücretsiz geçirme yükümlülüğünü üstlenecekti. Bu uygulama dolgu ve
diş çekiminin yanı sıra, diş eksikliğinin sağlığa zararlı olduğu yahut acıya
sebebiyet verdiği hallerde yapay diş takılmasını da kapsayacaktır. İngiltere
Hükûmeti, elinde bulunan Osmanlı savaş esirlerine, söz konusu diş muayenesinin
halihazırda yapıldığını hatırlatmış, ancak Osmanlı Hükûmeti Türkiye’de bulunan
İngiliz savaş esirlerine aynı kolaylıkları sağlamayı reddederse bu uygulamaya
ara verme gereğini duyacağını da beyan etmiştir. İngiltere Hükûmeti, söz konusu
teklifin sadece astsubay ve askerlerle ilgili olup Hariciye Nezaretin bu konu
ile ilgili alacağı kararı bildirmesini istemiştir.1920 [108]
Kızılhaç heyetinin
Hindistan kamplarını ziyareti sırasında diş tedavi ücretinin yarısının İngiliz
yetkilileri tarafından, yarısının da tedavi olacak hastalar tarafından
karşılanmak üzere Bombay’dan kampa bir dişçi getirilmesi düşünülmüştü.
Kamplardaki esir er ile subay arasında diş tedavisi konusunda fark
gözetilmişti. Erlerin herhangi bir maaşı olmadığından diş tedavileri ücretsiz
yapılmaya çalışıyor, subayların ise maaşları mütekabiliyet ilkesi gereği
ödendiğinden ücretli olarak tedavi ediliyordu. Belgaum kampında esirlerin
isteği üzerine Belgaum’da çalışan ve ödemesi İngilizler tarafından karşılanan
bir diş doktoru kampa geliyordu. Esirler, isterlerse kendi ceplerinden ödeyerek
Bombay’daki bir dişçide tedavi de görebiliyorlardı. Bellary ’de çalışan bir
askerî diş hekimi gerekildiği durumda kampa çağrılmış, doktorlar askerlere
kendi imkânlarıyla yardım etmiş ve ufak ameliyatlar yapmıştır. Subaylar
Thaymyo’da kliniği olan bir dişçiye gidebilmiştir. Askeri otorite her kampta
İngiltere’den getirilmiş bir dişçi eşliğinde gözetim gezileri düzenlemiştir.[109]
Osmanlı esirleri arasında diş problemi çok nadir
görülmekteydi. Heliopolis kampında bir İngiliz diş tabibi, kampa, doktorun
isteği üzerine geliyordu. Kahire Kalesi kampında Müslümanların dişleri sağlıklı
olduğundan kampta dişçiye ihtiyaç duyulmamıştır. Maadi kampına diş doktoru
istek üzerine gelmiştir. Ras El-Tin kampında uzun süredir Kahire’de oturan
Avusturyalı bir diş doktoru kampta dişçilik görevini yapmıştır. Bu iş için
gerekli tüm tıbbi alet kampta mevcuttu. Seydi Beşir kampında diş problemi
olanlar İskenderiye’ye gönderilmiştir.[110]
Kamplarda diş sorunları ciddiye alınmış ve gerekli görülürse bulaşıcı hasta
muamelesi bile görmüşlerdi. Örneğin, Tel El-Kebir kampında İbrahim Arıkan’ın
dişi ağrıdığı bir zaman muayene için doktora gittiğinde, doktor bulaşıcı
hastalık muamelesi yaparak diğer askerlerle her türlü temasını yasaklamıştır.[111]
Malta Verdala esir kampında diş hekimliği alanında eksiklikler görülmüş ve
İngiliz yetkililer haberdar edilmiştir. Savaş esirlerinin diş sorunlarına
bakması için atanan dişçinin yetkin olmadığı şikâyeti üzerine konu hakkında
soruşturma yapılmış ve esirler haklı görülerek sorun İngiliz yetkililerine
bildirilmiştir. Bunun üzerine esirlere daha yetkin bir kişinin diş hekimliği
için kampa atanması için gerekli çalışmanın yapılacağı söylenmiştir. Bu arada
esirlerin mağdur edilmemesi için önemsiz durumlar dışında tedavi için
Valetta’da İngiliz diş hekimine gönderilmesi kararı alınmıştır. Savaş esirleri
yapılan tüm dişçilik işlemleri için kendileri ödeme yapmıştır.[112]
4.8.6
Esir kamplarında İntihar Vakaları
İngiliz esir kamplarında intihar vakaları sık olmasada
da neredeyse her kampta rastlanan görülmüştür. Özgürlüğünü kaybeden, anne,
baba, eş ve çocuklarının akıbetlerinden haber alamayan esirlerin parasız,
sefalet içinde İngiliz zulmüne maruz kalması, esirlerin akli meleklerini
yitirmesine ve doğru kararlar verememesine yol açmıştır. Ağır baskı altında eve
dönüş ihtimalinden umudunu kesen esirlerden bazıları, bu ağır şartlara
dayanamayarak intihara kalkışmıştır. Hemen her kampta görülen intihar olayları
ilk esir düştükleri intikal kamplarında dahi kendisini göstermiştir. Henüz
Basra esir kampında iken bir intihar olayı Türk esirler açısından diğer intihar
olaylarından farklı olarak son derece üzüntü ile karşılanmıştır. Burhaneddin
adında bir yüzbaşı, İngilizlere başvurarak Protestan olmak istemiştir.
İngilizler bu durumdan memnun olarak yüzbaşıyı acilen Türklerin arasından
ayırmış, Türk ve İngiliz çadırlarının arasında bir yere özel bir çadır kurarak
burada tek başına yaşamasına izin vermiştir. Ayrıca kendisi kiliseye
götürülmüş, papaz eşliğinde vaftiz edilerek Hristiyan olmuştur. Bu kişi kısa
sürede pişman olmuş ve Türk subaylarına başvurarak tekrar Müslüman olmak
istemiş fakat isteği reddedilmiştir. Bir süre sonra bunalıma girerek intihar
etmiştir. Bu durum İngilizleri kızdırmış ve Türklerin bazı haklarını ellerinden
almıştı.[113]
Esirlerin intihar olaylarına teşebbüsteki en büyük
etken esaretten ziyade o sırasındaki baskı ve zulümlerdir. Mesela Hinadi’de
bulunan esirler zaman zaman büyük bir baskılara maruz kalmıştır. Esaretin
verdiği olumsuzluklardan başka geceleri çadırlarına silahlı saldırılar olmuş,
bunun sonucunda yaralanma ve ölümler meydana gelmiştir. Esirlerin güvenlikleri
için çadırlar arasına büyük hendekler kazılmıştır. Bu durum esirlerin
psikolojisini bozmuş ve intihara kalkışan esirler olmuştur.[114]
Memleketlerine gönderilecekleri ümidiyle gemilere
binen Bağdat ve Basra esir kampındaki Türk esirler, kendilerini hiç
bilmedikleri, evlerinden binlerce km uzaklıkta bir ülkede bulmuşlardı. Her
geçen gün evine dönme imkânın azaldığını gören ve kamplarda arkadaşlarının
ölümü ile karşılaşan esirler, çareyi bazen kendi hayatlarına son vermekte
bulmuşlardır. Bu şartlar altında Thatmyo esir kampında gerçekleşen bir intihar
olayına, Hindistan Bakanlığından İngiltere Hükûmetine gönderilen Askeri
Sekreter Korgeneral imzalı 9 Mayıs 1917 tarihli bir yazıda rastlanmaktadır.
Yazı ile beraber kendisini asarak intihar eden Onbaşı Rasim’in ölümüyle ilgili
ekler de gönderilmiştir. Savaş esiri Ali oğlu Onbaşı Rasim’in intiharına
ilişkin Thatmyo Savaş Esirleri Kampı Komutanı A. Sandeman tarafından hazırlanan
soruşturma sonucu esirlerin kamplarda nasıl bir hayat sürdüğünü ve adım adım
intihara nasıl sürüklendiklerini göstermesi bakımından önemli olup aşağıda
verilmiştir:
“4 Mayıs 1917
sabahında, 1650 numaralı, Osmanlı savaş esiri
Onbaşı Rasim, aynı kışla içerisinde diğer esirlerinde
yaşadığı kışlasından onlar uyanıkken ayrılmıştır. Saat 07.00-07.30 civarı,
Onbaşı Rasim’in ayakkabıları dışarıda 7 numaralı kışladaki kahve tezgâhının
yanında bulunmuştur. Kahve tezgâhını kullananlar bir taburenin çalındığından
yakınmışlardır. Çavuş Halim ve diğerleri Onbaşı Rasim’i aramaya gitmişlerdir.
Çavuş Halim, esiri 7 numaralı kışlada küçük bir odada kirişe iple asılı
bulmuştur. Cesedi, diz çökmüş bir pozisyonda bulunmuştur. Esir, eğer isteseydi
ayaklarını yere koyarak kendisini kurtarabilecektir. Bu sebeple maksatlı bir
intihar vakası olduğu açıkça görülmektedir. Merhumu iyi tanıyan üç kişiyi
sorguya çektim ve hiçbiri bu adamın kendi canını alması için herhangi bir
nedeni olduğunu söyleyemedi. Merhumu, sessiz, saygıdeğer, eğitimli, neşeli ve
popüler bir adam olarak tarif ettiler. Merhumun çantasında bulunan kâğıtları
aldım ve bunlar şiir ve ülkesine bağlı olduğunu gösteren yazılardı ama dahası
yoktu. Onun bildirdiği depresyonda olduğuna işaret eden tek söz, son medikal
muayeneden sonra malul esirlerin isimleri asıldığında, bazı arkadaşlarına
kendisinin ismini bu listeye dört kez koymak istediğini ve ne zaman gideceğini
merak ettiğini söylemesidir. Hiç kimse onun depresyonda olduğu hakkında özel
bir ifade söylememiş ya da hiçbir heyecan fark etmemiştir. Onun, ölümü en az
bir gün önceden planlandığı, üzerinde bulunan küçük bir not defterindeki nottan
anlaşılmaktaydı. Not 3 Mart tarihliydi ve notta, ‘Teğmen Hadi’ye 100 rupi
verdim, bunun 50 rupisi Teğmen Hadi’ye aittir ve diğer 50 rupisinin İbrahim’e
verilmesini isterim.’ yazmaktadır.
Merhum savaştan önce bir bankadaydı.
Merhumun cinnet geçirerek intihar ettiği açıkça
görülmektedir.”1928
1650 numaralı savaş esiri Ali oğlu Onbaşı Rasim’in ölümüne dair yapılan
soruşturmada alınan askerlerin ifadeleri ise şöyledir:
“1957 numaralı Çavuş Halil oğlu Halim’in ifadesi:
Onbaşı Rasim
5. kulübede yanımda
yatardı. Dün sabah uyandığımda Onbaşı Rasim 1927 gitmişti. Namaz
kılacakları çağırmak için uyandım (yaklaşık sabah 05.30. civarı). 7. kulübe
kenarındaki kahveye gittim ve kahve sahibi bana birisinin taburesini çaldığını
söyledi. Kahvenin dışarısında bir çift ayakkabının durduğunu gördüm ve onların
merhuma ait olduğunu fark ettim. Bazılarımız tabureyi aramaya gitmişlerdi.
Onbaşı Rasim için 7. kulübenin üst katına yalnız çıktım ve odaların kapılarını
teker teker açtım. Rasim’i kirişe bir iple asılı buldum, besbelli ölmüştü.
Arkadaşlarımın gelmesi için bağırdım. Kısa süre içinde başçavuş ve birkaç subay
geldi. Bedeninin arandığını ya da aşağı indirildiğini görmedim. Polis kapıları
kapattı ve hepimiz dışarı çıkarıldık.
Merhum çok popüler
bir adamdı ve bizim onun neden canına kıydığına dair hiçbir fikrimiz yoktu.
Esir değişimi için birkaç kez başvurmuştu ama doktorlar her seferinde
reddetmişti. Diğerlerine karşı her zaman arkadaş canlısıydı ve asla depresif
değildi. Son iki yıl boyunca benim çok iyi bir arkadaşım olmuştu ve hiç keskin
bir depresyon fark etmedim. Bazen bana ülkesine iade edilme isteğinin
reddedildiğini anlatırdı, ama diğerlerinden daha depresif görünmemişti. Bekâr
bir adamdı ve evinden kötü bir haber aldığını ya da burada başını belaya
soktuğunu hiç duymadım.
Onun canına kıymasına
şaşırmıştım. Çoğu adamdan daha bilgiliydi ve onun bu intiharını hiçbir nedene
bağlayamam.
Er Hüseyin oğlu
Mustafa’nın ifadesi: Dün erken vakitte 7. kulübenin yanındaki kahveye gittim ve
kahveci bana taburelerinden birini kaybettiğini söyledi. Onbaşı Rasim’in
ayakkabılarını kahvenin yanında gördük ve hepimiz Rasim’i ve tabureyi aramaya
gittik. Biraz sonra Çavuş Halim’in bizi üst kattan çağırdığını duyduk ve üst
kata çıktık ve onu ölü bulduk. Herkesi çağırdık ve Çavuş Dursun (Türk İnzibat
Astsubayı) geldi ve olanları ona gösterdik.
Onbaşı Rasim’i birkaç
yıldır tanıyorum. Savaştan önce sivil hayatta İstanbul’da beraber yaşadık.
Shaiba’da onunla birlikte esir
1928 TNA, FO.,
383/339.
alındım ve burada onunla birlikte aynı kışlaya
yerleştirildim. Taburdaki en popüler adamdı, eğitimli, saygıdeğer ve sessiz
yapılı. Ölümünden yaklaşık 4 ya da 5 gün önce bana 4 ya da 5 kez esir değişimi
yapılmasını denediğinden bahsetti ama bununla ilgili heyecanlı değildi ve
diğerlerinden daha fazla bir değişim için reddedildiğine üzülmüş görünmüyordu.
Tanrı bilir onun neden canına kıydığını ve benim
aklıma bunun için hiçbir neden gelmiyor. Merhum bir fakülte mezunuydu ve sadece
babasının hayatta olduğunu söylemişti. Evinden bir mektup aldığını ya da
beklediğini düşünmüyorum.
1706 numaralı Çavuş Mehmed oğlu Dursun’un (İnzibat
astsubayı yardımcısı) ifadesi: Dün sabah bir adam bana gelip bir onbaşının
kendini astığını söylediğinde kahvedeydim. Adamla birlikte 7. kulübedeki bir
odaya gittim ve Onbaşı Rasim’i kirişe bağlı bir iple boğazından asılı buldum.
Doktorlara ve ofise haber gönderdim. Çavuş Halim’e, Rasim’le o gece aynı odada
uyuyup uyumadığını sordum. O ve diğerleri evet dedi. Onlar Rasim’in onlardan
önce uyandığını söylediler. Denizcilerden biri Rasim’i 7. numaralı kulübenin
yakınlarında erken saatte dolanırken gördüğünü söyledi.
Onbaşı Rasim’i ilk kez İstanbul’da aynı tabura
katıldığımız zaman, savaş başladıktan sonra tanımıştım. Birlikte esir alındık
ve kampta onun yaptığı harika işleri gördüm. Sessiz bir adamdı, asla birisini
endişelendirmezdi. Son medikal muayeneden sonra yaklaşık 7 ya da 8 gün önce
bana onun isminin doktorlar tarafından 4 ya da 5 kez alındığını söyledi ve ne
zaman eve gönderilebileceğini sordu. ‘Bilmiyorum, Allah bilir.’ dedim. Çok
üzülmüş ya da buna heyecanlanmış görünmüyordu. Onun kampta hiç kimseyle
tartıştığını duymadım ve her zaman çok parası vardı. Merhum her zaman mutluydu,
arkadaşlarıyla daima konuşurdu ve onun canına neden kıydığı hakkında hiçbir
neden göremiyorum.
Baştabip Yardımcısı Teğmen W.L. Brooks ifadesi: 4 Mart
1917 saat 08.00 civarı, savaş esirleri kampında kendini astığı raporlanan bir
adamı görmek için gittim. Derhal 7. kışladaki küçük bir odaya geldiğimde, 1650
numaralı Ali oğlu Rasim Onbaşı’yı boynundan bir kirişe asılı, yarı dikili
pozisyonda, dizleri bükük, ayakları yerde az çok bir çömelme pozisyonunda
buldum. Ucuna bir ip bağlı bir atkı (ya da şal) kirişin etrafına sarılıydı. Bu
ip adamın boynuna sıkı sıkı düğümlenmişti. Onu derhal aşağı indirdim ve
boynundaki ipi çözdüm. Hiçbir yaşam belirtisi bulamadım, muhtemelen ölümü 4 ya
da 5 saat öncesinde gerçekleşmişti. Yüzündeki ve vücudun üst kısımlarındaki ölü
sertliği, morluğunun ve burnundan bir miktar akan sıvının nedeninin muhtemelen
nefes alma çabaları sırasında akciğer odacıklarında meydana gelen yırtılmadan
kaynaklı olduğunu düşünüyorum. Boynu kırık değildi ve ölümü boğulma sonucunda
gerçekleşmişti. Alt kondüktör Sydney ve Çavuş Harris oradaydı ve incelememden
hemen sonra merhumun üzerinde bulunan eşyaları zimmetlerine geçirdiler. Ben
geldiğimde orada pasajda birkaç adam vardı ama oda temiz tutulmuştu. Düşünceme
göre merhum intihar etti, dileseydi ayağa kalkarak kendisini kurtarabilirdi.
Çavuş Harris’in (4. Sınır Alayı Savaş Esirleri Kampı
İnzibat Çavuşu) ifadesi: Ayın 4’ünde saat 07.35’de, Çavuş Yusuf’un gelip bir
esirin kendisini astığını söylediğinde S. Kamp kapısında görevdeydim. Derhal 7.
kulübeye, doğuya ve ranzalara gittim. Onbaşı Rasim’i bir kirişte asılı buldum.
Kirişe bir kuşak sarılıydı, bir ip ona bağlanmıştı ve merhumun boynuna
düğümlenmişti. O diz çökme pozisyonundaydı, dizleri yerdeydi. Vücudunu
inceleyerek kesin bir soğuklukta olduğunu gördüm.
Doğruca kumanya dükkânına koştum ve kumanyaları
dağıtan Alt Kondüktör Sydney’i bilgilendirdim. Benimle birlikte geldi ve onun
nezaretinde adamın üzerinde numarasını aradık. Gen. 1650 numaralı bir disk
(asker künyesi) buldum. Alt Kondüktör Sydney’in talimatıyla durum hakkında emir
subayını bilgilendirdim. Oradan Teğmen Brooks’un yanına gittim. Teğmen Brooks
ile kampa geri gelirken bedeni Alt Kondüktör Sydney tarafından yere indirilmiş
ve çamaşırları aranmıştı.
Aşağıdaki başlıktakileri bulduk: 1 genel 1650 numaralı
disk, 1 büyük cep çakısı, 1 küçük cep çakısı, 1 sigara kutusu, 2 kalem, 3 inç
(1 inç 2,54 cm’dir.) uzunluğunda (yaklaşık 8 cm) 1 üç köşeli eğe, 1 tespih, 2
içinde 5 rupi bulunan küçük kese, 1 zincire bağlı düz anahtar, 2 elephant marka
kibrit kutusu, 1 sabun ve 1 küçük yeşil cep kitabı.
Merhumun eşyaları için bir polis çavuşu gönderdim ve
bir ahşap kutu ile bazı yatak takımlarını getirdi. Kutu kilitli değildi ve
merhumun bölük subayının -Yüzbaşı Halim Davut- nezaretinde kutuyu açtım. Birkaç
farklı eşya, iki fotoğraf, bir paket sigara ve birkaç kâğıt buldum. Merhumun
tüm eşyalarını kilitledim, anahtarını da kendim aldım.” [115]
Kamplarda intihara kalkışan esirlerin intihar
sebepleri araştırıldığında kendi hayatlarına son vermek için ciddi sebepleri
olmadıkları görülmektedir. İntihar eden esirler çoğu zaman hiç kimsenin tahmin
bile edemeyeceği sorunsuz kişiler çıkmaktadır. Bir subayın intihar nedeni
olarak gösterdiği sebep her esirin maruz kaldığı sıradan bir olay
olabilmektedir. Bu da bazı esirlerin esaret şartlarına dayanmak için her türlü
gücü yitirdiğini göstermektedir. Mesela Sumerpur esir kampında da bir subay bir
bıçak yardımı ile karnında derin bir kesik açarak kendini öldürmeye
çalışmıştır. Doktorlar hemen müdahale etmiştir. Bu intiharın nedeni olarak Hindistan’a
gitmek istemediği ve Mısır’da kalmak istediğini söylemiştir.[116]
Esaretin zor şartlarına tahammül edemeyip intihar eden
askerler tüm kamplarda görüldüğü gibi Mısır kamplarında da rastlanmıştı. Mısır
esir kamplarında özellikle subaylar olmak üzere tüm askerlerin ruhsal durumu
bozulmuş, hayatlarına son vermeye götürecek kararlar almaya mecbur bırakmıştır.
Kamp dışına çıkarılmamaları, kapalı bir alanda uzun süren esaret hayatı
yaşamaları intihar teşebbüsünde bulunmalarında etkili olmuştur. Hayatlarına son
verme durumuna gelmeleri, İngilizleri yeni kararlar almaya itmiş ve kısmen de
olsa ruhsal durumu düzeltmek için kamp dışına çıkışa izin verilmiştir.[117]
Nicelik bakımından
intihar olaylarına kamplarda çok sık rastlanılmasa da sonuçları bakımından önemli
bir olaydır. Harbiye Nezaretinden Hariciye Nezaretine gönderilen bir tezkerede
Mısır esir kamplarında intihar eden iki askerden bahsedilmektedir. 128. Alay
askerlerinden Antepli Hasan Halil ile 137. Alay askerlerinden Rumkaleli Süleyman
Mehmed kendilerini ilaçla
zehirleyerek
hayatlarına son
vermişlerdir. Bu olay İngiltere Hükûmetinden gelen 55. listenin 1. ekinde
detaylı bir şekilde anlatılmıştır. Osmanlı Hükûmeti ise bu iki esirin
intiharındaki İngiliz yönetimini sorumlu tutmuştur. Osmanlı Hükûmeti ilgili
devlete verdiği notalarda esirlerin tedavilerine layık olduğu derecede ihtimam
ve şefkat gösterilmeyerek insanlık dışı bir muameleye maruz kaldıklarını ileri
sürmüştür. Osmanlı Devleti hiçbir zaman elinde bulunan İngiliz hasta esirlere
böyle insanlık dışı bir muamele göstermemiştir. İki esirin intiharı hakkında
İngiltere Hükûmetinin ve tarafsız devletlerin dikkatini çekmek amacıyla İsveç
Elçiliği vasıtasıyla 18 Nisan 1918 tarihinde bir nota gönderilmiştir. İngiltere
Dışişleri Bakanlığı Antepli Hasan Halil, Rumkaleli Süleyman Mehmed’in
zehirlenme sonucu ölümü ile ilgili gönderdiği cevap notasında esirlerin nasıl
öldüğü hakkında bilgiler vermiştir. İngiltere Hükûmeti bu iki esirin ölümüyle
ilgili yaptığı soruşturma sonucunda adı geçen kişilerin ölümünün esir
arkadaşları tarafından sağlanan zehirli bir ilaçtan kaynaklı olduğu ve bu
ilacın esir kampı içinde elde edilmediği sonucuna 1932 varmıştır.[118]
Kamp şartlarının çok sıkı olması ve bazı esirlerin bu
şartlara ayak uyduramaması esirlerin hayatlarına son vermesinin en büyük
sebeplerinden biri olmuştur. Üçüncü kampta ikamet eden cephane alayından
zavallı bir müftü efendi bir gece yarısı kampın helâlarında birisinde kendisini
öldürmüştür. Kamptaki baskı, esirlerin kendi canlarını kıymalarına kadar
varmıştır.[119]
İntihar girişimleri genellikle ölümle sonuçlanmakta
çok nadir olarak esirin hayatı kurtarılabilmekteydi. İntihar girişiminde
bulunup erken müdahale ile hayatı kurtarılan intihar vakalardan birisi Mısır
esir kampında gerçekleşmiştir. 22. Cebel Taburu mülâzımlarından Hakkı Efendi,
Cidde’de kalmış anne ve babasını Mısır’a getirmek için müracaatta bulunmuştur.
Kendisine olumsuz cevap verilmesi üzerine üzüntüye kapılarak amonyak içmek
suretiyle intihara teşebbüs etmiştir. Zamanında müdahale edilerek hastaneye yatırılan
esir ölümden kurtarılmıştır.1933 [120]
Tüm kamplarda olduğu gibi Kıbrıs esir kampında da
bunalıma girerek hayatlarına son veren Türk esirler çıkmıştır. Mesela esaret
sonrası evine döneceğini hayal ederek kampta günlerini geçiren 33. Bölükten
Milaslı Hasan esaret şartlarına daha fazla dayanamamış ve intihar etmiştir.
İngiltere’nin gönderdiği 56. listenin 3. ekinde dezenfektan kresolü içmek
suretiyle vefat ettiği anlaşılan Hasan’ın intiharı hakkında Osmanlı Hükûmeti 27
Ocak 1918 tarihinde İngiltere’ye bir nota göndermiştir. Notada tedaviye muhtaç
iken tedavisine yeterince önem gösterilmeyerek bu gibi istenmeyen ölüm
olaylarının İngiliz kamplarında sıklıkla görüldüğünden bahsedilmiş, bu tür
olayların insanlık kurallarının dışında olduğu değerlendirmesi yapılmıştır. Bu
konuda İngiltere Hükûmetinin dikkatini çekmek isteyen Osmanlı Devleti elindeki
esirlere hiçbir zaman bu şekilde davranmadığını, tedavilerini geciktirmediğini
ve esirlerin ölümüne sebep olmadığını belirtmiştir. İngiltere Dışişleri
Bakanlığı, 18 Nisan 1918 tarihinde bu esirin ölümüne dair yaptıkları soruşturma
sonucunu Osmanlı Devleti’ne iletmiş ve kamp yönetimini şu şekilde savunmuştur:
“Milaslı Hasan, kamp tuvaletlerinden aldığı
dezenfektan kresolü kasıtlı olarak içtikten sonra hastaneye kaldırıldı. Mümkün
olan tüm tıbbi müdahalede bulunulmasına rağmen dört gün sonra öldü.” [121]
TÜRK ESİRLERİN AİLELERİ İLE HABERLEŞMESİ
5.1
Haberleşmede Yaşanan Sorunlar
İngilizlerin Türk esirleri hapsettiği Bağdat ve Basra
kampları her ne kadar geçici kamplar sayılsa da esirlerin çalıştırılması
bakımından geçici bir kamp olarak kalmamış, burada çalıştırılmak üzere gerekli
görüldüğünde Hindistan kamplarından esirler getirilmiştir. Bu sebeple esir
olarak düştükten hemen sonra geçici kamplarda esirlerin haberleşmelerine izin
verilmemiş fakat bu kamplar kalıcı kampa dönüştüğünde aileleri ile
yazışmalarına müsaade edilmiştir. Bağdat esir kampında İngilizler Türk esirlere
aileleri ile haberleşmek için eczalı ve cilalı kâğıtlar dağıtmış esirler de ailelerine
mektup yazabilmiştir. Mektuplarda sıkı bir sansür olduğundan esirler sadece
esir düştüklerini yazabilmişlerdir.[122]
Esirlerin ailelere kart yollama hakkı da mevcuttur. Bu kartlar beş maddeden
oluşan matbu kartlardır. Mektubun üzerine tarih ve imzadan başka bir şey yazmak
mümkün değildir. Beş madde yazılı matbu kartta yazılmak istenilmeyen bir konu
olursa o maddenin üstü çizilmesi gerekmektedir. Bu maddelerden fazla bir konu
yazarlarsa mektubun gönderilmeyeceği esirlere tebliğ edilmiştir. Kartın üzerinde
lüzumu olmayan maddeleri siliniz ibaresi de yazmaktadır. Bu maddeler şöyledir:
1.
“Mahsus selam ile istifsarı
hatırınız ederim. Eğer benim
için sual olunur ise hamdolsun sıhhatteyim ve
sıhhatinizin işarını bekliyorum. Rahatım fevkaladedir. Hiç merak etmeyiniz.
2.
Hastanede bulunuyorum. Bize pek
güzel bakıyorlar.
İnşallah yakın bir zamanda tam iyi olacağım. Merak
edilen bir şey yoktur.
3.
İlk vasıta ile size bir mektup
yazacağım.
4.
Telgrafınızı aldım. Fevkalade
memnun oldun. Çoktan
beri sizden mektup alamadım. Çok merak ediyorum.
İnşallah cümleniz sıhhattesiniz. ” 1936 [123]
Bir diğer istasyon kampı olan Basra esir kampında da
esirlere mektup yazmaları için aynı zarf ve kâğıt verilmiştir.[124]
Bu sayede pek esir Türk esir bulundukları kamplarından memleketlerindeki ailelerine
ve akrabalarına mektup yazabilmiştir.[125] Mesela
Dicle Grubu Sıhhiye Bölüğü hesap memur vekili iken esir düşüp bu kampta kalan
bir esir esaret sonrası verdiği ifadesinde esirlere aileleri ile haberleşme
imkânı da verildiğini söylemektedir.[126]
Hindistan ve Burma kamplarını kampı ziyaret eden
Kızılhaç delegeleri haberleşme ile ilgili kuralları incelenmiştir. Temelde her
kamptaki esirlerin genel durumu aynıdır.[127]
Haberleşmedeki zorluk pek çok şikâyete yol açmaktadır. Şikâyetler mektupların,
kargoların ve para transferlerin gecikmesi konusundadır ve bu gecikme
haberleşme hatlarında meydana gelen sorunlardan kaynaklandığı iddia
edilmektedir. Genelde doğuya yapılan posta hizmetleri sorunludur fakat İngiliz
yetkililer bu konuda kusurlarının olmadıklarını söylemektedirler.[128]
Sumerpur kampında tüm Hindistan ve Burma esir kamplarında olduğu gibi en
fazla şikâyet haberleşme konusundadır. Esirlerin ailesinden haber alamadığı
şikâyeti sürekli işitilmektedir. Mektup alamayan esirler bu durumdan posta
hizmetlerini sorumlu tutuyorlardı.[129] Kampta esirler haftada bir, herhangi bir dilde ve
diledikleri uzunlukta mektup yazabilmektedirler. Mektuplar kamp tercümanınca
sansüre tabi tutulmuştur. Esirler, kartpostal gönderme hürriyetine sahiplerse
de bunu pek tercih etmemişlerdir. Bunda en büyük sebep örtülü bir sansürün uygulanmasıdır.
Esirlere kart postallara sadece adres ve sağlıklarının yerinde olduğunu dair
kısa bir not yazmaları hakkı sağlanmıştır. Bu durumda da kart postal esirler
tarafından pek kullanılmamıştır. Yetkililer ücretsiz olarak esirlere kâğıt ve
zarf vermişlerdir. 1916 yılında alınan mektup ve kart postal sayısına
bakıldığında aşağıdaki tablo çıkmaktadır:
Tablo 5.1: 1916 Yılına Ait Mektup ve Kart Postal Sayısı
Aylar |
Sivil |
Arap Askerleri |
Hristiyan ve Yahudi Askerler |
Toplam |
||||
Mektup |
Kart Postal |
Mektup |
Kart Postal |
Mektup |
Kart Postal |
Mektup |
Kart Postal |
|
Kasım |
546 |
- |
1820 |
1818 |
1039 |
789 |
3405 |
2604 |
Ocak |
780 |
- |
1457 |
413 |
1030 |
300 |
3267 |
713 |
Şubat |
441 |
- |
1871 |
- |
1200 |
- |
3532 |
- |
Kaynak: Rapports : Sur Leur visites aux Camps de
Prisonniers de Guerre Ottomans et
d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en
Birmanie : Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s.
19.
Haberler kampa uzun sürede ulaşmaktaydı. Esirlerin
%50’si kampa geldikten sonra ancak ailelerinden haber alabilmişlerdi.
Mardin’den gelen esirler ailelerinden hiçbir haber alamadıklarını ve
kendilerinin orada Türkler tarafından katledildiklerini iddia etmişlerdir.
Burada iddia edilen kişiler Mardin’de yaşayan Ermenilerdir fakat bu bölgede
Ermeniler esir edilmemiştir. Kızılhaç heyetinin, bu konuda bilgi veren kişileri
yanlış anlama ihtimali büyüktür.[130]
Bellary kampında esirlere birisi İngilizce diğer
istediği bir dilde ve istediği uzunlukta olmak üzere haftada iki mektup yazma
hakkı verilmişti. Her kampta olduğu gibi baskılı posta kartlar Türk esirleri
tarafından pek kullanılmamıştır. Esirlerin sınırsız sayıda mektup ve posta kart
alma hakkı olmasına rağmen bu sayı sınırlı kalmıştır. 1,5 ayda sadece 70 mektup
kampa ulaşmıştır. Bunlar da Türkiye’den değil esirlerin eski kampı Sumerpur’dan
gelmiştir. Burada tutulan subayların çoğu Irak’ta esir edilmişti. Pek çoğu
üzüntü içindedir ve ailesinden haberleri yoktur. Aralarında iki yıla yakın
ailesinden haber alamayan subaylar vardır. Bu durumda olanlara Kızılhaç heyeti
tarafından mektuplarını Kızılhaça göndermeleri tavsiye edilmiştir. Bu şekilde
mektuplar heyet tarafından İstanbul’da bulunan Kızılaya iletilecektir. O
sıralarda Bağdat bölgesinde posta hizmetleri çok yavaş ve zor şartlarda
işlemektedir.[131]
Hüseyin Fehmi Genişol da anılarında esirlerin mektup yazma hakkına dair aynı
bilgileri vermektedir. Genişol’a göre esirlerin haftada bir mektup gönderme
hakkı vardır. İngilizler her esire mektup için zarf ve kâğıdı da temin
etmektedir.[132]
Hasan Yetimi’nin yazdıkları da kamplarda esirlerin,
ailelerine haftada iki mektup yazabilme hakkı olduğunu doğrulamaktadır. Bunun
için kâğıt ve zarf, esirlere dağıtılırdı. Esirlerin hazır basılı
kartpostalların açık yerlerine birkaç kelime yazma hakları vardı. Hazırlanan
mektup ve kartlar, yönetim kapısı önünde bulunan posta kutusuna atılırdı.
Sansür memurun sansürü ardından haftada bir defa Bombay'a gönderilirdi. Orada
da sansürden geçtikten sonra gönderme işlemi gerçekleşirdi. Mektupların nakli
sırasında ara merkezlerde de kontrol yapılırdı.[133]
Thatmyo kampında ve hatta tüm diğer kamplarda
esirlerin aileleriyle en önemli haberleşme aracı mektuplardı. Kampındaki Türk
esirleri, ailelerine ortalama her ay 10.000 mektup gönderiyorlardı. Kamptaki
esirlere ayda ortalama 2.000-3.000 arasında mektup geliyordu. Irak bölgesinden
gelenlerin ulaşması bazen 4-5 ayı buluyordu. İstanbul’dan gönderilenler ise 5-6
hafta içerisinde sahiplerine ulaşıyordu. Mektuplar çok geç bazen ise hiç
ulaşmamaktaydı. Esirlere İbranice dili hariç herhangi bir dilde haftada iki adet
mektup yazabilmişlerdir. İngiltere Savaş Bürosu 15x25 cm boyutlarında üçe
katlanan ve arkasında adres yazılan matbu kâğıtlar bastırmıştı. Bu şekilde
ayrıca bir zarfa gerek kalmıyordu. Bu mektuplar, kamptan
Londra Savaş Bürosuna gönderiliyor, oradan Kızılay
yetkililerine ulaştırılıyordu. Kamplardan, doğrudan Kızılaya gönderildiği de
oluyordu. Mektupların ailelere ulaştırılmasından Kızılay sorumluydu. Ancak bu
dağıtımda da aksamalar çoktu. Adres eksikliği, taşınma, adreste bulunmama gibi
sebeplerle Kızılay tarafından yerlerine ulaştırılamayan mektupların bir kısmı
hâlâ Kızılay arşivinde bulunmaktadır.1947 [134]
Esir mektuplarına bakıldığı zaman esirlerin bu
durumdan çok etkilendikleri ve psikolojik sorunlar yaşadıkları görülmüştür.
Thatmyo Hastanesi doktoru Yüzbaşı Behiç Bey, esirlerin mektuplarının geç
gelmesi ve bu yüzden ailelerinden haber alamamaları sebebiyle zihinsel ve
psikolojik hastalıklara tutulduklarını anlatmaktadır. Esir mektupları kamptaki
bir Musullu ve iki tercüman tarafından sansür edilmekteydi. Daha sonraları
vakitten kazanmak için sansür işlemi Bombay’da yapılmaya başlanmıştır. Nadir de
olsa sansür sonrası esirlerin yazdıkları mektuplarda bazı bölümlerin silindiği
olmaktaydı.[135]
Yüzbaşı Baxter, kampta geçerli olan haberleşme kurallarını şu şekilde
açıklamıştır:
“Yazışmalara yönelik
kurallarda subaylara haftada bir mektup, bir posta kartı, alt rütbelere haftada
bir posta kartı ve ayda bir mektup yazma izin verilmektedir. Sağlanan kırtasiye
malzemesinin yetersizliği ile ilgili hiçbir şikâyet almadım, aslında rütbeli ve
diğer esirler onlara sağlanan kırtasiye malzemelerini tam olarak kullanmıyordu
bile. Eğer kırtasiye eksikliği nedeniyle mektup yazılamamış gibi bireysel
durumlar meydana geldiyse bu kesinlikle onların kendi birlik ya da bölük
komutanlarının onlara kâğıt ve zarf vermemesinden kaynaklanmıştır. Bana subay
ya da diğerlerinin fazladan mektup yazmak için herhangi bir mantıklı nedenle
başvuru yaptıkları her zaman taleplerine izin verdim. Bahsedilen posta kartı
hem Türkçe hem Arapça bastırılmış ve tüm savaş esirleri tarafından
kullanılmaktadır.” [136]
Yukarıdaki yazışmalara dair kuralların doğru olduğu
esir hatıratlarında da görülmektedir. Esir kampına mahsus matbu zarf ve kâğıt
verildiği ve yakınlarına mektup yazabildikleri pek çok hatıratta geçmektedir.[137]
Shwebo kampında mektuplaşmanın şartları sansür
bakımından Thatmyo kampıyla aynıdır. Esirler bir ayda ortalama 100 mektup ve
kartpostal yolluyor ve 80 adet alıyordu. Koli ve havale kâğıdılar için rakamlar
Thatmyo esir Kampı şartları ile aynıdır.[138]
Meiktila esir kampında da esirlerin ailelerine mektup
yazma imkânları diğer kamplar ile benzerdir. Haberleşmedeki en büyük sorun ise
mektuplara yaklaşık bir yıl geçmesine rağmen cevap verilmemesidir. Örneğin kamp
esirlerinden Mustafa Tütüncü ailesinden ilk haberini 18 ay sonra telgraf olarak
alabilmiştir. Devletlerarası hukuka göre esirlerin telgraf ve telefon ile
iletişimine izin verilmediğinden cevabını telgraf olarak çekmesine izin
verilmemiştir. İkinci telgrafın cevaplı olması sebebi ile ancak telgraf çekmesine
izin verilmiştir. Yazdığı telgrafta sağlığının yerinde olduğunu söyleyerek para
ihtiyacı dile getirmiştir. Kısa süre sonra ailesi 10 İngiliz sterlini
göndermiştir. Bu para ile bir müddet kampta rahatça yaşamıştır. Hatta ihtiyacı
olan hemşerilerine esaretten sonra ödenmesi şartıyla borç para vermiştir. Buna
rağmen esaret bitmiş ve borcunu ödeyen esir çıkmamıştı.[139]
Hindistan ve Burma esir kamplarında haberleşmede sorun
yaşandığı aşikardır. Postadaki bu gecikmelere esirler de kendilerince çare
bulmaya çalışmışlardır. Bellary kampından Bahaeddin kardeşine yazdığı mektupta
postaların daha hızlı gelmesi için mektupların Fransızca ya da İngilizce
yazılıp yabancı postalara teslim etmelerini istemiştir.[140]
Postadaki yaşanan olumsuzluklar sebebiyle Osmanlı Hükûmeti Basra’da İngilizlere
esir düşen birliklerin akıbetinden haftalarca haber alamamış ve askerlerin
nerede oldukları ailelerine Burma’dan yollanan esir mektupları sayesinde
öğrenilebilmiştir. İngilizler, Basra Vali Vekili Suphi Bey ile askerlerini Thatmo
esir kampına göndermiştir. Suphi Bey, İngilizler izin verdiği sürece
İstanbul’a, Göztepe’deki köşkte bıraktığı eşi Ayşe Feriha’ya mektuplar
gönderebilmiştir. Mektuplar önceleri tam sayfa iken kampın İngiliz kumandanının
emriyle zamanla kısalmış ve sadece dörder satırla sınırlandırılmıştır[141]
Haberleşmedeki yaşanan sıkıntılar sonucunda Hindistan
Hükûmeti Türkiye’den gelen postaların esirlere ulaşmasındaki düzensizliğe
ilişkin 19 Mart 1919 tarihli bir rapor hazırlanmıştır. Sömürge Hükûmetinden
Londra Hindistan Ofisine 23 Mayıs 1919’da giden yazıdan anlaşılmaktadır ki
raporda ateşkes imzalandığından beri Türkiye’den gelen mektupların Bellary
kampında alıkonulan savaş esirlere ulaşmasındaki düzensizlikten
bahsedilmektedir. Konunun iletildiği Mumbai’deki Posta Sansürlüğü, Türkiye’den
Hindistan’a gelen postaların daha önce Kızılhaç aracılığıyla özel çantalar
içerisinde geldiğini fakat bu uygulamanın durdurulmuş olması sebebiyle
postaların düzensiz aralıklarla geldiğini açıklamıştır. Uygun görülen
prosedürün gerçekleştirilmesi için konu yetkili kişilere iletilmiştir. Bern
Uluslararası Barış Bürosu 7 Nisan 1919’da Bern’deki İngiliz yetkiliye yazdığı
yazıda postadaki gecikmelerin sebebini açıklamaktadır. Ateşkese kadar tüm
telgraf masraflarının düzenli olarak Türk Kızılayı tarafından karşılandığını
fakat ateşkesten sonra hiç para alamadıklarını ifade etmiştir. Kızılayın
yaklaşık olarak 6.000 frank borçlu vardı ve savaş mağdurları için verilen
hizmetlerin sonlanma ihtimali olduğundan belirtilen miktara çok ihtiyaçları bulunuyordu.
Halbuki Kızılay İstanbul’daki İngiliz yetkililerin rızası olmaksızın
Uluslararası Barış Bürosuna ödeme yapabilecek durumda değildi. Kızılayın 6.000
frank borcunu ödemesi amacıyla İstanbul’daki İngiliz askeri yetkililerine
gerekli talimat verilmiştir.[142]
Diğer yerlerle kıyaslandığında Mısır kamplarında okuma
yazma oranın az olması sebebiyle haberleşme de düşük oranda kalmıştır. Buna
rağmen sadece Haziran 1915’de Mısır’daki Osmanlı savaş esirleri tarafından
yazılmış 299 mektup adreslerine gönderilmek üzere iletildiği arşiv kaynakları
incelendiğinde görülmektedir.[143]
Mektupların sınırlı olmasında sadece kamplardaki esirlerin okuma yazma
bilmemesi etkili olmamış, esirlerin köylerinde mektup yazacak kişilerin
kalmaması da bir diğer etken olmuştu. Esaret altında yaşayan yakınlarına mektup
yazabilmek ancak köyde okuma yazma bilen birkaç kişi ya da köyün imamı
aracılığıyla mümkün oluyordu.1957 [144]
Esirlerin çoğu esir kamplarına yerleştikten hemen
sonra ailelerine mektup yazma imkânı bulmuş fakat değişik sebeplerden
ailelerinden hiçbir haber alamamışlardır. 20 ay sonra yazdığı mektuba Kızılhaç
vasıtasıyla cevap gelen esirler olmuştur. Örneğin, Mısır esir kamplarında kalan
Ahmed Altınay gönderdiği 30 mektuba karşılık sadece bir mektup alabilmiştir. Yalnız
ailesine değil kayınpederine, arkadaşlarına ve tanıdıklarına mektup
göndermesine rağmen iletilmeyen ya da alınmayan mektupların olması haberleşme
sorununu ortaya koymaktadır. Ailesinden mektup alamayan esirler müteessir
olmakta ve sık sık düşüncelere dalmaktadır. Aslında iki tarafında gönderdiği
mektupların çok azı yerine ulaşmaktadır.[145]
Mektupların zaman zaman gönderilmediği veya değişik
sebeplerle gitmediği olsa da iki devlet arasında yapılan görüşmelerin de
etkisiyle imkanların elverdiği ölçüde mektuplar sahiplerine ulaştırılmaya
çalışılmıştır. Mısır’daki Osmanlı esirleri tarafından yazılmış 715 mektup,
alıcı adreslerine ulaştırması için Osmanlı Devleti’ne 23 Ağustos 1915’de
gönderilmiştir.[146]
Zaman zaman esirlerin mektuplarının karşılıklı olarak değiştirildiği de
olmuştur. Başkumandanlık Vekâletine Mayıs 1915’de Amerika Elçiliğinden gelen
yazıdan anlaşılmaktadır ki Mısır’daki Osmanlı esirlerine ait 11 mektup, Osmanlı
topraklarında savaş esiri olarak bulunan bir Fransız, E-15 İngiliz denizaltısında
görevli bir subay ve Manisa’da ikamet ettirilen İngiliz tebaasından birine ait
bir kartpostal ile değiştirilmiştir.[147]
Esir mektuplarının karşılıklı değişimi savaş boyunca
sık sık görülen bir olaydır. Bu değişime bir başka örnek yine Mısır esir kamplarından
verilebilir. 1917 yılında Kahire’de esir beş Osmanlı subayı ile İstanbul’da
tutuklu iki İngiliz subayının mektuplarının karşılıklı olarak değiştirilmesi
yönünde mutabakata varmıştır. Yine İngilizler tarafından Kurna’da esir edilerek
Kasr El-Nil Hapishanesinde tutulan 4 Osmanlı subayı ile aynı mevkideki
hapishanede tutuklu bulunan bir esir subaya ait mektupların İstanbul’da tutuklu
bulunan İngiliz esirlerin mektupları ile değiştirilmesi konusunda
anlaşılmıştır.[148]
Mesafenin uzun olması mektupların geç ulaşmasına neden
olmaktadır. Mısır esir kampları için söylemek gerekirse esirlere gönderilen
mektupların sahiplerine ulaşması için 3 hafta ile 3 ay arasında bir süre
geçmekteydi. Mektuplar genellikle Kahire’deki Amerikan Konsolosu aracılığı ile
geliyordu. Her ne kadar Kızılhaç yetkilileri okuma-yazma bilen esirlerin
istedikleri zaman ve istedikleri kadar uzun yazabildiklerini rapor etse de iki
devlet arasındaki yazışmalar bu konuda anlaşmanın çok geç sağlandığını,
sağlanan mutabakata çoğu zaman uyulmadığını ve sık sık devletlerin birbirini
misilleme yapma konusunda tehdit ettiğini göstermektedir. Mektupların geliş
gidişinde sistematik bir gecikme ise söz konusu değildi.[149]
Esir kamplarına dair tutulan Kızılhaç raporlarına
bakıldığında esirlere kamplarda yazışma hususunda bir engelleme yapılmadığı
hatta tüm kolaylığın sağlandığı iddia edilmektedir. Kahire Kalesi kampında her
esir, haftada bir defa mektup yazma hakkına sahipti. Yazma bilmeyenler bilen
arkadaşlarından yardım almaktaydı. Kampta bir çevirmen vardı. Mektupların bir
kısmı Kızılhaç Cemiyeti aracılığıyla gelmekteydi. Ancak mektup gidiş gelişi çok
fazla değildi.[150]
Ayrıca tüm esirlere memleketlerine yollamak üzere birer adet kartpostal da
verilmekteydi.[151]
Maadi kampında da durum diğer kamplardan farklı değildi.
Esirlerin çoğuna ya hiç mektup gelmiyor veya çok az geliyordu. Esirlere kendi
dillerinde her 15 günde bir ya da ayda iki defa mektup yazma hakkı verilmişti.[152]
Bu hakkı çok azı kullanıyorlardı. Gönderilen mektupların çoğu, alıcıların
gönderilen adreste olmaması sebebiyle geri geliyordu. Bağdat’ta esir alınan
bazı Osmanlılar, daha sonra Burma’ya nakledilmişlerdi. Burma’dayken
ailelerinden mektup ve para almakta herhangi bir sıkıntı yaşamamışlardır. Fakat
bir kısmı tekrar Maadi kampına getirilen esirler bu kez ailelerinden mektup
alamamaya başladılar. Gönderilen paralar ya evlerine geri gönderilmiş ya da
yeni adreslerine postalanmıştır. Bu gönderme işlemleri de uzun zaman almıştır.[153]
Bilbeis kampında okuma-yazma bilmeyenlerin oranı %98’e
ulaştığından, mektuplaşma da çok sınırlıydı. Mektupları okuma-yazma bilen
arkadaşlarına yazdıran esirlerin haftada üç mektup yazma izinleri varken çoğu
bu hakkını kullanıyordu. Bu duruma şahit olan Kızılhaç yetkilileri çok
şaşırmamışlar ve göçebe insanların mektup yazmasını da pek beklemediklerini
ifade etmişlerdir.[154]
Ras El-Tin kampında da Türk esirlerin çoğunluğu
okuma-yazma bilmiyordu. Okuma-yazma bilenlerin bir kısmının da eşleri Kahire
Kalesi’nde tutulmaktaydı. Bu sebeple oraya giderek ailesini görme iznine sahip
olanlar, ailesinin iyi durumda olduklarını bildiklerinden çok sık mektup yazma
ihtiyacı duymuyorlardı.[155]
Kasr El-Nil kampında esir tutulan Eşref Bey’e,
ailesine mektup yazma izni verilmiştir. Diğer esirlerden farklı olarak Albay
Nikolay tarafından verilen özel izinle mektuplarının zarfını kapatma imkânı da
vardı.[156]
Seydi Beşir kampında esirler arzu ettikleri zaman
mektup yazabilmekteydi. Buna rağmen kamptan giden ve kampa gelen mektup çok
azdı. Mektuplar kampa 4045 günde ulaşmaktaydı. Yazışmalar üzerinde herhangi
bir kısıtlama yoktu.[157]
İki sene bu kampta kalan İbrahim Sorguç Antalya’daki babasıyla devamlı
mektuplaşmaktaydı. Mektupları Fransızca ya da Osmanlıca yazıyordu.[158]
Bu kampa gelen tüm esirlere birkaç gün içinde ailelerine mektup yazma imkânı
sağlanmıştı. Bu sayede kampta kalan Hüseyin Mümtaz bir fotoğrafını kampa
gelişinin hemen ardından annesine gönderebilmişti.[159]
Savaş boyunca pek çok ülkeye ait savaş esirlerinin
aileleriyle haberleşebilmeleri amacıyla postaların ulaşımını sağlayan ve bu
esirlere yardım eden Kızılhaç ve Kızılayın Kıbrıs kampı savaş esirleriyle
ilgili faaliyeti de gözardı edilemez. Esirlere ve ailelere ulaştırılamayan pek
çok mektubun bugün Kızılay arşivinde bulunmaktadır. Anadolu’da esir bulunan pek
çok yabancı askerin mektupları da Kızılay ve Kızılhaç esir büroları
aracılığıyla toplanmış ve ailelerine ulaştırılmaya çalışılmıştır. Diğer
taraftan kendi memleketinden uzakta farklı esir kamplarında bulunan Türk
askerlerinin mektupları da Kızılhaç ve Kızılay vasıtasıyla Anadolu’daki ailelerine
ulaştırılmıştır. Bu esir mektuplarının üzerlerinde “P.0.W., Central
Censorship Bureau, Free From P.O.W. Camp, Prisoner Of War” yazılı Kızılhaç
veya Kızılaya ait kaşe, damga veya mühürler bulunmaktadır. Ayrıca Kızılay
irtibatı kesilmiş veya kaybolduğu sanılan askerlerin durumunu İngiliz Savaş
Esirleri İstihbarat Bürosundan zaman zaman sormuş, gelen cevaplarla esirlerin
Kıbrıs esir kampında olduğu ve ailesi ile haberleşebildikleri öğrenilmiştir.
İster esirlerin kendileri tarafından ister aileleri tarafından yazılan bu esir
mektuplarında önemli konulardan birisi yine haberleşme sorunudur. Kıbrıs kampı
için de durum farklı değildir. Diğer esir kamplarından farklı olarak Kıbrıs
kampında Kızılhaç ve Kızılay vasıtasıyla memleketlerine gönderilen mektuplardan
hariç Türk esirlerinin Anadolu’ya haber göndermeleri ve akrabalarıyla
haberleşebilmeleri Mağusa’da yaşayan Türkler vasıtasıyla da olmuştur. Mağusa
limanında amele olarak çalıştırılan Türk askerleri kamptan dışarıya
çıkabilmelerini değerlendirmişler ve kendilerine yaklaşan Mağusalı çocuklar
veya anne babaları aracılığıyla mektuplarını Anadolu’ya ulaştırabilmişlerdir.
Özellikle Mağusalı Türk balıkçı ve kayıkçıların yardım ve desteğiyle bu
esirlerin mektupları Mersin’e kadar getirilmiştir. Çok nadir de olsa esirlerin
ailelerince yazılan mektuplar da esirlere ulaştırılabilmiştir. Esir
mektuplarının bir diğer konusu da Kıbrıs kampının şartlarının çok kötü olması
sebebiyle ailelerinden para yardımı istemeleridir.[160]
Malta kampından mektupların ulaştırılmasında da ciddi
sorunlar oluşmuştur. Kızılay Cemiyeti Üsera Komisyonuna Temmuz 1918’de yazılan
dilekçede Mısır’dan Malta’ya geçişte haberleşme konusunda yaşanan sıkıntılar
ele alınmıştır. Mısır’dan Malta’ya nakledilmiş Çerkeş Eşref Bey, Mısır’da iken
her on ve on beş günde, bir buçuk veya iki aylık mektupları almaktayken ve
hatta bazen bu mektupların dördü beşi bir postada gelmekteyken Malta’ya
naklinden sonra iki aya yakın hiç mektup alamadığını söylemiştir.[161]
İsveç Konsolosluğu tarafından hazırlanan ve İngiltere
ve Osmanlı Devleti’ne gönderilen Malta kampı hakkında raporda esirlerin her
hafta iki yüz kelimelik iki mektup ya da posta kartı yazabilmelerine izin
verildiğinden ve alabilecekleri mektup sayısında ise bir sınırlamanın mevcut
olmadığından bahsedilmektedir. Esirlerin ayrıca para gönderme imkânı da vardır.
Savaş esiri oldukları yazılan mektupların adres kısmında belirtilebilmektedir.[162]
Kızılay Cemiyetinin savaş süresince önemli bir
faaliyeti de esirlerin mektuplarını yerlerine ulaştırmak olmuştu. Postalarda
yaşanan sorunlar sebebiyle savaşın ilk yılında Kızılay Cemiyeti düşman
ülkelerde bulunan savaş esirlerin haberleşme ve gönderilerinin ulaştırılması
için aracılık etmekle görevlendirilmiştir. Üstlendiği bu görev ile kamplardan
doğrudan doğruya ya da savaşan ve tarafsız ülkelerin esir bürolarınca Kızılaya
ulaştırılan mektuplar, mümkün olduğu ölçüde yerlerine gönderilmeye
çalışılmıştır.[163] Başkumandanlık Vekâletinden
gönderilen 15 Aralık 1915 tarihli tezkerede Kızılayın bu konuda
görevlendirilmesi konu edinilmiştir. Esirlere ait mektupların ulaştırılmasında
Kızılay Cemiyetinin Dersaadet’te bulunan merkezinin aracılık etmesi kararı
alınmıştır. Bu karar dayanak olarak da 1870-1871 Almanya ve Fransa Savaşlarında
ortaya çıkan esaslar, 1907’de Londra ve Lahey’de toplanan Kızılhaç ve Sulh
konferansları kararları, 1912 Washington Kızılhaç Uluslararası Konferansı’nda
alınan karar ve Birinci Dünya Savaşı’nın başlangıcında Cenevre Uluslararası
Kızılhaç Komitesinin bu konudaki genelgesi gösterilmiştir.[164]
Mütareke sonrası
Osmanlı Hükûmeti, savaş halinin son bulmasını öne sürerek esirlerin en azından
aileleriyle haberleşmesine izin verilmesini istedi. İngiliz Yüksek Komiserliği
8 Nisan 1919’da Hükûmete gönderdiği bir yazıyla bu hususa açıklık getirdi.
Komiserlik, İngiliz Dışişleri Bakanlığının 18 Ocak 1917 tarihli yazısına dayanarak ailelerin esirlere taahhütlü mektup göndermelerine
izin verildiğini, fakat esirlerin ailelerine taahhüdü mektup
gönderemeyeceklerini bildirdi. Osmanlı Hariciye Nezareti cevabın isteklerini
karşılamaması üzerine İngiltere Hükûmeti nezdinde yeniden girişimde bulundu.
Nezaret 5 Mayıs 1919’da Dâhiliye ile Posta Telgraf ve Telefon Müdüriyetini
durumdan haberdar ederek ilgililerin uyanılmasını istedi.[165]
İngilizler Türk esir kamplarında mektuplara sansür
uygulanmıştır. Fakat bunu yaparken esirlerin özgürlük haklarına engel olmamaya
çalışmış ve hatta esirler yazmaya teşvik edilmiştir. Kızılhaç heyetinin
iddiasına göre sansür konusunda esirlerin önemli bir şikâyeti olmamıştır.[166]
Esirlerin yazdıkları hatıratlar da mektuplara uygulanan sansürü
doğrulamaktadır. Cemil Zeki Yoldaş ve Rahmi Apak mektupların sıkı bir denetim
altında[167]
olduğunu söylerken Hüseyin Mümtaz, Seydi Beşir kampında sansür uygulandığından
bahsetmektedir. Fakat esirler yine de İzmir’in işgali ve ardından yurdun dört
bir yanında başlayan mukavemeti öğrenmişlerdi.[168]Seydi
Beşir kampında esaret günlerini geçiren Cidde hastanesinde doktor olarak görev
yapmış bir binbaşı Türkçe bilen Ermenilerden her karargâha ve sansür
heyetlerine birer tercüman tayin edildiğini söylemektedir. Sansürün şiddetiyle
aylarca mektup alınamadığı zamanlar olmuştur. Binbaşı 2 Eylül 1917 günü yazılmış
bir mektuptan sonra Kasım 1918 başına kadar hiç mektup alamadığını ifade
etmiştir. Geri dönüşte haftada iki mektubun postaya verildiğini öğrenmiştir.
Esirlerin geneli mektup alamadığından şikâyet etmektedir. Gelen mektupların
büyük bir kısmının arzu edilenlere verilenler dışında ocakta yakıldığı esirler
arasında en sık konuşulan konudur.[169]
Hindistan esir
kamplarında da sansür hiçbir zaman eksik olamamıştır. Hatta zaman zaman İngiliz
yetkililerin bile insafsızca bulup müdahale etmek zorunda kaldığı sansür
olayları olmuştur. Şubat 1918’de İngiltere Hükûmetine İstanbul’daki
Hollanda diplomatik temsilcisinden gelen bir yazıda
Osmanlı toprakları ile İngiltere’deki savaş esirlerinin mektuplarına uygulanan
sansür konu edinilmiştir. İngiltere Hükûmeti, Sumerpur’da bir Türk subayını
sert bir şekilde sansürleyen İngiliz subayı hakkında Osmanlı Hükûmetini
bilgilendirmiş ve sözü edilen subayın görevden uzaklaştırıldığı bilgisi
verilmiştir.1983 [170]
Aslında esirlerin kamplarda dilek ve şikâyet hakkı
vardı. Fakat yapılan başvurular çoğu zaman dikkate alınmaz, geciktirilir veya
sansür işini yapan tercümanlar tarafından sansür edilirdi. Herhangi bir esir
subay, herhangi bir konudaki dilekçesini Türkçe olarak özel kâğıt üzerine
karargâh komutanlığına yazarak her gün belirli saatte nöbetçi tercümana teslim
edebilirdi. Önemli ve acele durumlarda kendisinin komutana başvurması,
subayların temsilcisi aralığıyla olurdu. Tercümanlar bu dilekçeleri sunacakları
zaman, çok kısa olarak tercümesini dilekçenin altına yazarlar ve tarih sırasına
bakmayarak uygun gördüklerini önem derecesinde komutana sunarlardı. İşlemlerin
sonuçlandırılması, dilekçe veren ile tercüman arasında yapılan anlaşma ve
ücrete bağlıydı.[171]
Kıbrıs kampından gönderilen esir mektupları doğal
olarak diğer kamplar gibi sansür ve kontrolden geçtikten sonra alıcısına
ulaştırılmıştır. Başta Kızılay Arşivi olmak üzere arşivlerde bulunan ve esirler
veya aileleri tarafından yazılan esir mektupları incelendiğinde Kıbrıs esir
kampında mektupların sansüre tabi tutuldukları ortaya çıkmaktadır. Esirler
yaşadıkları kampların şartları hakkında neredeyse hiç bilgi verememiş mektuplar
selam ile başlayıp dua ile bitmiştir.
Malta esir kampında mektuplar sansüre tabi olduğundan
zarfları kapatılmadan teslim etmek şartıyla yazabilmekteydi.[172]
Londra Savaş Merkezinin 25 Ocak 1916 tarihinde yazdığı yazıda Malta’daki
Osmanlı savaş esirlerinin haberleşmelerine uygulanan sansüre ilişkin notlar
düşülmüştür. Osmanlı Hükûmeti Korsika’dan gelen mektupların Malta Sansür Heyeti
tarafından sansürlendiğine ve gönderilmediğine dair İngiltere Hükûmetine bir
nota göndermiştir. Malta Valisi ve Başkumandanı ise Korsika’da alıkonulan
Osmanlı savaş esirlerinin gönderdikleri mektupların Malta üzerinden geçmediğini
ve bu yüzden Osmanlı Hükümetinin 25 Aralık 1915 tarihli notasında bahsedilen
gecikmenin adadaki sansür uygulamasından kaynaklanmadığını ileri sürmüşlerdir.[173]
Oysaki İngiltere, Fransa ve Rusya’daki Osmanlı savaş esirlerinden Amerika
Elçiliği vasıtasıyla gelen mektuplarla ilgili Şubat 1915’de Hariciye Nezareti
Siyasi İşler Müdüriyetine sunulan İstanbul Sansür Müfettişliğinin tutanakları
sansür olayını gün ışığına çıkarmaktadır. Korsika’da esir Yüzbaşı Ali Rıza
Efendi’ye ailesinin gönderdiği mektuplar Malta sansürünce teslim edilmemiştir.
Mektubun sansürce reddedilmesinin sebebi Türkçe yazılması olarak izah
edilmiştir. Bu durumun devamı olarak Osmanlı Hükûmeti kendi esirlerine yazılmış
mektupların verilmemesi halinde misillemede bulunulacağını İngiliz ve Fransız
Hükümetlerine nota ile bildirmiştir.[174]
Malta St. Claments Kalesi’nden tutulan Sadi Necdet
konulu Harbiye Nezaretinden Hariciye Nezaretine 15 Haziran 1916 tarihinde gelen
bir yazıdan anlaşılmaktadır ki mektuplar esir ailelerine ulaşmamaktadır.
İngiltere Hükûmetince alınan tedbirler gereğince esir mektuplarının dört
satırdan fazla olması sebebiyle gidecek kişiye gönderilmeyip yırtıldığı da
yazıda anlatılmaktadır. Bu sebeple Osmanlı Hükûmeti Malta bulunan esirlerin
durumundan sansür sebebiyle bilgi de alamamıştır. Osmanlı Hükûmeti haberleşme
hususunda iyi niyetini göstermek açısından Fransızlara verilen iznin aynısını
yani ayda dört kartpostal ile iki mektup yazma iznini İngilizlere de
genişletileceği duyurmuştur. Buna rağmen İngiltere Hükûmeti sıkı bir şekilde
uygulanan sansür işlemine son vermeyip esir mektuplarını sahiplerine
göndermemiştir. Osmanlı Hükûmeti de var olan durumdan dönülmediği takdirde
kendisine seçenek bırakılmadığı gerekçesiyle misilleme yapacağını ilan
etmiştir. Söz konusu yazının ekinde ise altı satırdan uzun mektupların esirlere
gönderilmediği ifade edilmektedir.[175]
Sansür konusu sansür işlemi iki devlet arasında sık
sık misilleme tehditlerini de beraberinde getirmişti. İngiltere Hükûmeti de
Osmanlı Hükûmetine kendi esirlerine sıkı bir şekilde uyguladığı sansür
sebebiyle nota göndermiştir. İngiliz Dışişleri Bakanlığı İstanbul’daki Hollanda
diplomatik temsilcisine gönderdiği 12
Haziran 1917 tarihindeki bir yazıda Yozgat’ta esir tutulan esirlerden gelen
mektupların, Türk sansürü tarafından her biri dört satıra kadar okunacak şekilde
gelişi güzel kesildiğini iddia etmiştir. İngiltere Hükûmeti Türk sansürünü bu
durumdan sorumlu tutarak konunun soruşturulmasını istemiştir.[176]
Esirler kamplarda havale işlemlerinde yetkililerle
sorunlar yaşamaktaydılar. İngiliz Dışişleri Bakanlığı Şubat 1917’de hem İngiliz
hem de Osmanlı savaş esirlerinin çıkarları doğrultusunda İsviçreli Posta
İdaresi aracılığıyla savaş esirlerine gönderilen para havalelerinin makbuzunun
karşılıklı olarak alınıp gönderilmesini Osmanlı Hükûmetine teklif etmişti.
Osmanlı Hükûmetinin bu teklifi olumlu baktığı takdirde gerekli iş birliği için
İsviçre Posta İdaresi ile irtibata geçilmesi istenmişti.[177] 11
Nisan 1917 tarihine gelindiğinde konunun hala çözülemediği ve iki devlet
arasında yazışmaların devam ettiği görülmektedir. Türk ve İngiliz savaş
esirlerine gönderilen havalelerle ilgili karşılıklı yazılan yazılarda İngiliz
Genel Posta İdaresi ve İsviçre Posta İdaresi arasında geçen yazışmaların
kopyaları bulunmaktadır. Uzun süren görüşmeler sonucunda varılan fikir birliği
ile iki devlet arasında bazı konularda uzlaşma yönünde ilerleme kaydedilmiştir.
Türkiye’den İngiltere topraklarındaki Türk savaş esirlerine ve İngiltere’den
Türkiye’deki İngiliz savaş esirlerine gönderilen para havalelerinde alacaklılardan
makbuz alınmasına ve iki tarafın Hükûmetlerine iletilmesine karar verilmişti.
İngiltere Hükûmeti bu anlaşmayı devam ettirmek için bir prosedürleri de
belirlemişti. İngiltere topraklarındaki Osmânlı savaş esirlerine İsviçre
Postahânesi vasıtasıyla Türkiye’den gönderilen havâlelerin sahiplerine
teslimini bildiren birer makbûzun alınması İngiltere Hükûmetince yeterli
görülmüştür. Buna mukâbil Türkiye’de bulunan İngiliz esirlerine verilecek
havâleler için sahibinden bizzat imza alınması şartı konulmuştur.[178]
Selanik veya İngiltere hakimiyetindeki topraklarda gözaltında bulunan savaş
esirleri için Londra Para İşleri Bölümünden para işleminin ayrıntılarını
gösteren havalenin makbuzu ancak kamp komutanının emriyle gönderilebilecektir.[179]
İngiltere Hükûmeti kabul edilen düzenlemeleri uygulamaya koymak adına gereken
adımları atmıştır. Bu konuda varılan mutabakat sonucunda Ağustos ayına kadar
para havalelerinin nasıl yapılacağına dair işlemlerin İsviçre Posta Ofisi
tarafından belirlenmesi talep edilmiştir. Aynı zamanda tüm yapılacak işlemler
Türk savaş esirlerinin tutulduğu kampların kumandanlarına bildirilmesine karar
verilmiştir. İngiltere Hükûmeti, Osmanlı Hükûmetinin de eğer ki henüz
gerekenleri yapmamışsa, kendi rolüne düşen benzer eylemleri gerçekleştirmesini
istemiştir.[180]
Osmanlı ve İngiltere’de bulunan savaş esirlerine
gönderilen paraların makbuzları hakkında tüm varılan mutabakatlara rağmen
itilafın bir türlü ortadan kaldırılamadığı bir gerçektir. Savaş esirlerinin
memleketlerinden alacakları paralara mukâbil alınacak makbûzlara dâir iki
devlet arasında hâsıl olan anlaşmazlık hakkında İngiltere Hükûmeti 5 Ocak 1918
tarihinde bir muhtıra göndermiştir. Osmanlı Devleti’nde bulunan İngiliz savaş
esirlerine her ay İngiltere’den yaklaşık 520 İngiliz lirası değerinde 716 paket
gönderilmekte olduğu halde Ağustos 1917’de alınan altı makbûz hariç hiçbir
makbûz gelmemiştir. İngiltere Hükûmetine göre Mart, Nisan, Haziran ve Temmuz
1917 tarihlerinde düzenlenen havâlelere ait makbuzların da varılan mutabakattan
önce Osmânlı memurlarınca düzenlenmiş olması muhtemeldir. İngiltere Hükûmeti,
anlaşma sağlanmasına ve uzun bir müddet geçmiş olmasına rağmen neden
makbuzların gönderilmediğini ve gönderilecekse ne zaman gönderileceğini bir
nota ile Osmanlı Hükûmetinden sormuştur.[181]
Ülkelerin karşılıklı olarak makbuz gönderiminin
gerçekleştiği arşiv kayıtlarına bakıldığında da görülmektedir. Örneğin, Londra
Savaş Esirleri Bilgi Bürosundan Basra 3. Alay, 113. Bölükten Türk savaş esiri
Aziz Hasan Hamza’ya gönderilen 8 poundluk ödemenin yapılmasını ve makbuzun iki
örnek halinde gönderilmesini istenmiştir. İlk başka elde bulunan veriler ile
esirin takip edilemeyeceği söylense de Er Hamza Aziz Osmancık isminde, Debra
doğumlu, önceki ikameti Cosavi Sanjai Üsküp olduğu belirlenen, 31 yaşında ve
Burma, Thatmyo savaş esirleri kampında alıkonulan bir savaş esiri mevcuttu.
Genelde esirin kimliğinde herhangi bir şüpheye yer bırakılmayacak kadar emin
olunur ise usulüne göre imzalanmış makbuzlar Londra Amerika Büyükelçiliği
aracılığıyla Temmuz 1916’da gönderilmiştir.[182] Bir
başka örnek ise Kahire’de esir Devrekli İsmail Selimoğlu’na yollanan para ve
mektuptur. Gönderilen havale sonrası alınan makbuz ilgili devlete iletilmiştir.[183]
Hindistan ve Burma kamplarında gerçekleşen para
havalerine bakıldığında Sumerpur kampında aylık ortalama gelen para havale
tutarı 2.000 rupi kadardır. Kızılhaç heyetin kampı ziyareti sırasında bir rupi
1,65 franktır. Havalelerin çoğu Mezopotamya’dan gelmekte ve kısa sürede
transfer edilmektedir. Türk Kızılayından gelen paraların ulaşması ise iki ayı
bulmaktadır. Bir esir, kendisine gönderilen paranın hepsini bir seferde
alabilmektedir. Bazı siviller ise bir seferde 500 rupi almaktadır. Ödemelerde
hiçbir kesinti yapılmamaktadır. Paralar resmi kura göre ödenmekteydi. Parasını
alan esirin imzaladığı alındı belgesi Osmanlı Hükümetine ulaştırılmaktaydı.
Parasının hepsini bir seferde almak istemeyen esirler için hesap açılmakta;
yatırılan para, çekilen para ve alındılar hesaba kaydedilmektedir. Bellary
kampı kayıtları incelendiğinde esirlerin ailelerinden para almalarında herhangi
bir sınırlama yoktu. Buna karşılık mektuplar ile aynı sebeple esirler
ailelerinden hiç para alamadıklarını söylemişlerdir. Kızılhaç, Bellary’deki
esirlere yardım olarak 4 Mart 1917’de 258,15 rupi, 7 ve 9 Mart 1917’de 552,7
rupi göndermiştir. Thatmyo kampında ise ayda yaklaşık 1.200 rupi civarında
esirlere para gelmektedir. İlk başlarda kampta bulunan sivil çalışanlara
Osmanlı Hükûmetinden para gönderilmezken daha sonra aylık olarak gönderilmeye
başlanmıştır. Esirler gelen paraları davranışlarında herhangi bir
memnuniyetsizlik yoksa istedikleri miktarda alabilmekteydiler. İsterse bir esir
havale tutarının bir kısmını ya da tamamını kampta açılacak bir hesapta
tutabilmekteydi. Kendisine alınan paraya karşı alacak ve borçlarını gösteren
küçük bir hesap defteri verilmekteydi. Hesapların kaç günde esir kampına
geldiği bilinmemekte üzerlerinde sadece Bombay’a ulaştıkları tarih yazmaktaydı.
Bazı transferler ise yetersiz ve yanlış bilgiler sebebiyle geri
gönderilmekteydi. Bu tür durumların yaşanmaması için esirin numarasının, adının
ve gönderenin adresinin mutlaka belirtilmesi gerekmekteydi.[184]
Osmanlı’dan Mısır kamplarına gönderilen paralar da tam
ödenmekteydi. Buna rağmen kargo ve para transferi çok sınırlı kalmıştır.
Heliopolis kampında esirlerin çoğu yanlarında para getirmişlerdi. Bazıları da
Kızılay ve Kızılhaç Cemiyeti kanalı ile ailelerinden para alabilmişti. Her ay,
bu paralardan 7,50 frank karşılığı Türk parası almaktaydılar. Her esirin, kamp
muhasibi nezdinde açık bir şahsi hesabı vardı. Maadi kampında kalan esirler de
ele geçirildiklerinde çoğunun üzerlerinde parası vardı. Kamplarda bu paralar,
adlarına açılan hesaplara aktarıldı ve istekleri üzerine aylık olarak
kendilerine verildi. Ailelerinden Kızılhaç kanalı ile para alabilen esirler de
vardı. Ras El-Tin kampında esirlere çok ender olarak posta ve para havaleleri
geliyordu. Seydi Beşir kampında da para havalesi gelişi çok sınırlıydı.[185]
Kamplarda esirler paraları olsa da sınırsız alamazlar ve harcayamazlardı.
Mesela Malta kampında esirlerin harcanmasına müsaade edilen para haftada 2
İngiliz poundudur. Zaman zaman harcanacak yeri açıkça belirten esirler daha
fazla para çekme imkânı da bulmuşlardır.[186] Arşiv belgeleri de bu bilgiyi doğrular niteliktedir.
Esaret altında bulunan subayların birer maaşları nispetinde, askerlerin ise
ancak bir mecidiye kadar bir meblağı yanlarında bulundurabilme hakları vardı.
Geri kalan askerlere ait kıymetli eşyaların talimatnamenin altıncı maddesi
gereğince emaneten esir komisyonları kasalarında korunacağı ilan edilmişti.[187]
5.4
Paket ve Koli (Kargo) İşlemleri
1917 yılı içinde Osmanlı Devleti Posta, Telgraf ve
Telefon Nezaretinden giden pek çok yazıda esirlerin koli ve paketleri (kargo)
konu edilmiştir.[188]
Savaş esirlerine ait koli ve paketlerin tasnifinde büyük sorunların
yaşanmıştır. Bazen de bunlara tahsis olunan dairenin yoğun bir mesai ile
çalışması sebebiyle muamelesi tamamlanan paketlerin haftalarca sevk edilemediği
görülmektedir. Kızılay Cemiyeti Başkanlığının verdiği bilgiye göre 1916 yılı içinde
koli ve paketlerin adedi 11320’dir. 1917 yılı bitmeden bu sayı 24416’a
ulaşmıştır. Toplam 35736 adete ulaşan paketlerden 24476 adedi sevk edilirken
11260 adedi gönderilmeyi beklemektedir. Haftada üç bin adet koli ve paketin
ancak sevki yapılabilmektedir. Koli ve paketlerin birikmesinin birinci sebebi
düzenli sevkiyat yapılamamasıdır. Bunda en büyük etken konu ile
görevlendirilmiş dairenin fiziki şartlarının müsait olmasına rağmen tasnife
yetişememesidir.[189]
İstanbul Paket Postası Müdüriyetinden Kızılay Cemiyetine
gelen giden yazılarda ayırma, tasnif ve gönderme sırasında paket ve kolilerin
bazen zayi oldukları görülmektedir. Kastamonu esir kumandanlığında postaneye
teslim edilmiş olan 5.000 sıklet ağırlığında paket bunlardan birisidir.
Kastamonu Posta Başmüdüriyetinin yazılarından anlaşılmaktadır ki tazminat
talebinde bulunulmuştur. Paket içinde bulunan eşyanın çeşit ve miktar
kıymetleri anlaşıldıktan sonra ödeme yapılamasına karar verilmiştir.[190]
Şubat 1917’de Osmanlı Devleti Türk esirlere de aynı
hakkı vermek şartıyla Türkiye’deki İngiliz esirlere gönderilen kargonun
ücretsiz olacağını bildirmiştir. Bu teklif kabul edilmiş, Bulgar ve Türk
esirlerine ücretsiz kargo gönderilebileceği duyurulmuştur. Ayrıca Kızılay,
İngiltere ve Fransa Kızılhaçlarını örnek almış ve aileleri tarafından Türk
esirlerine gönderilecek paket ve kolilerin posta işlerini İsviçre ve İspanya’da
bulunan hayır cemiyetlerine vermişti. Bu suretle 49.000 paket Türk esirlerine
ulaştırılmıştır.[191]
Sumerpur kampında Kızılhaç Savaş Esirleri Şubesi
vasıtasıyla Mezopotamya’dan Avrupa’dan haftada ortalama 15 kadar paket ve koli
gelmekteydi. Paketler kampa iyi durumda ulaşmaktaydı. Sadece Mezopotamya’dan
gönderilen paketler teslimden önce açılmaktadır. Alkol, eter, esans ve gazete
gönderimi yasaktır. Bellary kampına kuruluşundan Mart 1917’ye kadar sadece bir
koli ulaşmıştır. Thatmyo kampına Kızılay, Freiburg (İsviçre)’deki Int. Verb.
Kat. Maedchenschutzverein aracılığıyla çok iyi durumda tek kişilik koliler
göndermiştir. Her kutunun içeriği aynı ve 55 kuruş değerindeydi. Esirler
tarafından çok beğenmiştir. Ülkelerine geri gönderilen veya ölen eski esirlere
gelen birkaç koli de ihtiyaç içinde bulunan başka esirlere dağıtılmıştır. Paket
ve koliler çoğunlukla gecikmeli olsa da sorunsuz bir şekilde kampa ulaşmıştır.
Paketler alıcının önünde açılıyordu. Alkollü içecek ve ilaçlar dışında
içerikleri konusunda sınırlama yoktu. Bu iki ürün ancak doktorun izniyle teslim
ediliyordu.[192]
Mısır kamplarına, Hindistan kampları ile
kıyaslandığında çok az paket ve koli geliyordu. Maadi esir kampında koli ve
paketler ise kampa çok ender ulaşıyordu. Alıcısının gözü önünde açılan
paketlerde sadece bıçak gibi tehlikeleri eşyalara el konuluyordu. Ras El-Tin
kampına koli nadiren geliyordu. Kampta Kızılhaç heyetinin ziyaretine kadar
hiçbir hayırsever kurum ihtiyaç sahiplerine yardımcı olmamıştı.[193]
Kıbrıs Yüksek Komiseri, düşman ülkelerden adadaki Alman ve Avusturya-
Macaristanlı savaş esirleri için gönderilen paketlerin gümrük vergisinden muaf
tutulması ayrıcalığını Türk savaş esirleri için de uygulanmasına ilişkin
İngiliz Savaş Esirleri Ofisine bir telgraf göndermişti. İngiltere Hükûmeti bu
teklife sıcak bakmıştır. Bu bağlamda İngiltere Hükûmeti Amerika’nın İstanbul
Büyükelçisine telgraf yoluyla, Türkiye’deki İngiliz savaş esirleri için
gönderilen paketlerin gümrük vergisinden muaf tutulup tutulmayacağını
sormuştur.[194]
5.5
Haberleşmede Yaşanan Sorunların
Çözümüne Yönelik Çabalar
Haberleşmede çok büyük sorunlar yaşanmaktaydı.
Mektupların çok azı, yaklaşık % 5’i kısa sürede yerlerini ulaşırdı. Mesela
mektuplar ortalama olarak İstanbul’dan 3, 4 ve Bağdat’tan bir 1,5, 2 ay içinde
Hindistan kamplarına gelirdi. Bazen bu sürenin 2 katına çıktığı da olurdu.
Posta kutusuna atılan mektupların dörtte birinin, hatta yarıya yakınının
karargâhta, diğer dörtte birinin Bombay ve ara merkezlerde sansür işlemleri
sonucu yok edildiği esirler tarafından dile getirilmekteydi. Sansürde görevli
tercümanlar İngilizlerin işlerine yarayacak bilgileri İngilizlere
bildirmektedirler. Sansür işlemini tercümanların da kışkırtmasıyla İngilizler
esirleri rahatsız etmek için kullanmış, çoğu zaman keyfi bir uygulama olarak
esirlerin haberleşme hakkı da ertelemiş ve hatta engellemişti. Mektupların geç
gelip gitmesine yapılan şikâyet ve görevlendirilen müfettişlerin incelemeleri
sorunu çözmemiştir. Yetkililer postada yaşanan gecikmeleri Osmanlı Hükümetine
bağlı posta merkezlerindeki yavaşlığa bağlamışlar ve İngiliz postanelerinin
herhangi bir sorumluluğu olmadığını iddia etmişlerdi. Yetkililere göre
gecikmenin bir diğer nedeni asker ve askeri malzemelerin sevkinde yaşanan
gecikmelerdi.[195]
Hariciye Nezareti, Şubat 1915’de Üsera Talimatnamesine
atıfta bulunarak gerek Osmanlı esirlerine ve gerekse yabancı esirlere ait
mektup, para, paket ve koli gibi gönderilerin, İsviçre ve İtalya gibi tarafsız
Hükûmetlerin posta idareleri vasıtasıyla gerçekleştirmesini ön görmüştü.
Osmanlı topraklarındaki esirlere ait mektuplar dahil her türlü yazışmalar ve
gönderiler Harbiye Nezareti denetimi altında İstanbul Posta Teşkilatı
vasıtasıyla gönderilecekti. Posta havaleleri ve para teslimi mukabilinde
gönderilenler hariç adi, taahhütlü veya değer konulmuş postalar kabul
edilecekti. Mektupların Türkçe, İngilizce, Fransızca ve Rusça dilleri ile
yazılmasına müsaade edilmekteydi.[196] İsviçre
Posta İdaresi, birbirleriyle savaş halinde olan devletlerin, ellerinde
bulundurdukları savaş esirlerinin posta gönderilerini aracılık edeceğini 9 Mart
1915 tarihinde kabul etmişti.[197]
Savaş esirlerine ait postaların sevkine dair alınacak
kararların nasıl uygulanacağı konusu 8 Mayıs 1915 tarihinde Posta Telgraf ve
Telefon Nezareti tarafından Hariciye Nezaretine bildirilmişti.[198]
Savaş esirleri hakkında bilgi verilmesi, esirlere ait mektup ve yardımların
dağıtılması ve karşılıklı değiştirilmesi hususunun Hariciye Nezareti tarafından
yerine getirileceği[199]
Haziran 1915’de Kızılhaç Cemiyetine bildirilmişti.[200]
İngiltere Hükûmeti 28 Haziran 1915 tarihli yazısında
elinde bulunan Osmanlı esirlerine haberleşme konusunda kolaylık göstereceğini,
posta havaleleri hariç adî, taahhütlü, değer konulmuş mektuplar, paket ve
kolilerin bu kapsam dahilinde olduğunu belirtilmişti. Osmanlı Devleti de
mütekabiliyet ilkesi gereği aynı şartların ellerinde bulunan İngiliz savaş
esirleri için de geçerli olduğunu bildirmişti. Buna göre Osmanlı Devleti esir
kamplarında bulunan İngiliz savaş esirlerinin adî, taahhütlü, değer konulmuş
mektup ve posta paketleri içinde para gönderilmesini kabul edecekti.2014 [201]
Askeri İdare Kurulu Talimatı gereği Ocak 1916’da Savaş
Merkezi bir emirle Türk savaş esirlerinin haberleşmeleri sınırlandırılmıştı.
Buna göre Türk yetkililer tarafından ellerinde bulunan savaş esirlerinin
haberleşmelerine uygulanan kısıtlamalara uygun olarak gerek savaş gerekse sivil
Türk savaş esirlerinin her birinin haftalık birden fazla mektup yazmalarına
izin verilmemesine ve esirlerin yazdığı ya da onlara yazılan mektupların
uzunluk olarak dört satırı aşmamasına karar verilmiştir. Bu talimata aykırı
olan tüm mektuplar engellenecekti.[202]
İngiltere ve Osmanlı arasında haberleşmeye konulan
kısıtlamalar savaş süresince sorun olmuştur. Osmanlı Hükûmeti İngiliz
esirlerinin ayda dört kartpostal ile sınırsız uzunlukta iki mektup yazma
haklarının olduğunu, mektupları ulaştırmakla görevli Kızılay ve Kızılhaça
bildirmişti. İngiltere Hükûmeti ise esirlerinden birinin İngiltere’ye
gönderdiği mektubu dikkate alarak bu kurala uyulmadığını ileri sürülmüştü. Bu
sebeple acilen konunun araştırılmasını isteyen İngiltere Hükûmeti verilen
taahhütlerin aksine davranışta bulunarak esir mektuplarına konulan kısıtlamaların
devam etmesi durumunda misillemede bulunacaklarını 1916 yılının başında Osmanlı
Hükûmetine bildirmişti. İngiltere, Afyonkarahisar, Bursa, Kütahya ve
Kırşehir’de bulunan esirlerine ayda dört satırlık bir kart gönderilmesine
müsaade edildiğini hâlbuki esirler hakkında tatbik olunan yönetmeliğine göre
esirleri için iki sayfalık bir mektuba ve dört satırlık bir kartpostala her
hafta müsaade edilmesi gerektiğini dile getirmişti.[203] 27 Şubat
1916’da bu kez Osmanlı Hükûmeti, mutabık kalınan konuların İngiltere Hükûmeti
tarafından yerine getirilmediği takdirde esirlerin haberleşmesi konusunda
misilleme kuralını uygulayacaklarını ilan etti.[204]
13 Nisan 1917’de İngiltere Hükûmeti savaş esirlerinin
haberleşmeleri üzerinde uygulanan kısıtlamalar konusunda açıklamalar yapmıştır.
Türk esirlerin yazışmalarında çok farklı bir durumlar gözlemlenmişti. Yetkili
makamların yazışmalarında savaş esirlerinin aylık olarak sınırsız uzunlukta iki
mektup yazmalarına izin verildiği belirtilmiş, oysaki alınan karar gereğince mektupların
yalnızca iki sayfa olabileceği düzenlenmişti. Çok sayıda kampta bu kurala
uyulmamıştır. Uygulama esirlere pek de hoşgörülü davranılmamıştı. İkincisi
yazışmaların naklindeki gecikmeydi. Bu konudaki şikayetler neredeyse
evrenseldi. Buna rağmen bu zorluklar yeni değildi ve İngiltere Hükûmeti bu
sorunlarla yeterli düzeyde mücadele ettiğini iddia ediyordu. Bu sadece
mektupların nakline ilişkin bir konu değil, aynı zamanda genel şikâyet konusu
olan paketleri ve para havalelerini de ilgilendirmekteydi.[205]
Londra Hindistan Ofisi 24 Ocak 1916’da misilleme
yapmak amacıyla Türk savaş esirlerinin haberleşmelerine uygulanan kısıtlamalara
ilişkin Arap esirlerin haberleşmelerinin öncelikli olarak değerlendirilmesi
gerektiğine vurgu yapılmıştır. Araplar ve Türkler arasında öncelikle dil, daha
sonra ikamet temelinde kesin bir ayrım yapılabileceği anlatılmıştır. Çok az
sayıda Türk, Arapça bilmekte ve yine çok az sayıda Arap da Türkçe bilmektedir.
Bu sebeple şüpheli durumlarda esirin ait olduğu vilayet veya semt bir başka
güvenilir ölçüt olacaktır. İngiltere Hükûmeti, alınan kararla önce Mısırlı
savaş esirlerinin, Türk savaş esirlerinin haberleşmelerine uygulanan
sınırlamalardan muaf tutulduğu gerekli yerlere bildirmiştir. 25 Şubat 1916
tarihinde ilan edilen bir başka kararla da Askeri İdare Kurulu Talimatı gereği
Savaş Merkezi tarafından Türk savaş esirlerinin haberleşmeleri için uygulanan
özel kısıtlamaların tüm Arap savaş esirleri için uygulanmayacağı ilan
edilmiştir.[206]
7 Nisan 1916’da İstanbul Hükûmetinin İngiliz savaş
esirlerinin her birine dört posta kartı ve iki mektup yazmalarına izin
verileceği bilgisi, İngiliz Dışişleri Bakanlığına tekrar iletmiştir. İngiltere
Hükûmeti cevap olarak Osmanlı Hükûmetinden bir teminat alınması durumunda
İngiltere Hükûmetinin denetimleri altındaki Türk savaş esirlerinin her ay dört
kart ve iki mektup yazabilmeleri ve benzer miktarda haber alabilmeleri için
gerekli talimatları verme düşüncesinde olduğunu iletmiştir. Londra Savaş
Merkezi kısa süre sonra 15 Nisan 1916’da da Osmanlı Hükûmetinden sağlanan
teminatın karşılığı olarak Türk savaş esirlerinin her birinin haftalık iki
sayfalık bir mektup yazmalarına izin veren talimatı yayınlamaya hazır olduğu
söylemiştir. İngilizler bir jest olarak Türklerin teklifinden açık bir şekilde
daha az cömert olmayan bir ayarlama yaptıklarını iddia etmiştir.2020 [207]
İngiltere Hükûmeti, Osmanlı Hükûmetinin sürekli olarak
esirlerin yazışmalarına getirilen sınırlamalardan şikâyet etmesi ve misli ile
mukabele edilerek karşılık verileceğini söylemesini konusunda Osmanlı
Hükûmetini suçlamıştır. Türk savaş esirlerinin mektuplarının ulaşması ile
ilgili var olan kısıtlanın Osmanlı Hükûmetinin İngiliz savaş esirlerinin
mektuplara uyguladığı kısıtlamanın kaldırılacağına ilişkin vereceği garantiye
kadar devam edeceğini bildirmiştir. Eğer Osmanlı Hükûmeti karşılıklılık ilkesi
uyarınca bir garanti verirse İngiltere Hükûmeti de diğer savaş esirleri için
olduğu gibi, Türk savaş esirleri için de her yönüyle aynı uygulamada bulunmaya
her zaman için hazır durumdadır. Hâlihazırda diğer uyruklara mensup olan savaş
esirlerinin haftalık iki sayfa uzunluğunda iki mektup yazmasına izin verilmekte
olup kendilerinin alacakları mektuplarla ilgili olarak da sayı veya uzunluk
yönünden herhangi bir kısıtlama söz konusu değildir.[208]
Londra Merkez Postanesi 22 Mayıs 1916’da İngiltere ile
Türkiye arasında savaş esirlerinin haberleşmelerine ilişkin yapılan karşılıklı
anlaşmaya dair uygulanacak kuralları ilan etmiştir. Buna göre taahhütlü
mektupların hizmete dâhil edilmesinde bir engel bulunmamaktadır. Buna karşın
İsviçre Postanesi bu tür mektupların iletilmesi görevini üstlenemeyeceğini
belirtmiştir. Taahhütlü mektuplar, savaş esirlerine havale servisi şeklinde
yapılan para gönderme işlemleri için gerekli görünmemektedir. İngiliz Posta
Genel Müdürlüğü de bu kolaylığın sağlanmamış olması sonucunda savaş esirlerinin
ya da ailelerinin kayda değer bir zorluğa maruz kalacaklarını düşünmemektedir.
Savaş esirlerinin haberleşmelerine ilişkin çeşitli taraf ülkelerin yaptıkları
anlaşmalar sonucu İsviçre Postanesi ağır iş yükü üstlenmiştir. Bu bakımından,
İngiliz Posta Genel Müdürlüğü Türkiye ile taahhütlü mektupların değişim
konusunda varılan mutabakata rağmen İsviçre Postanesine bu konuda baskı
yapmamayı tercih edecektir.[209]
Osmanlı Devleti’nin posta paketlerini göndermeye maddi
imkânın yetersiz olduğu bir gerçektir. Bu sebeple Osmanlı Devleti 4 Temmuz
1916’da esir mektuplarının fiyatları konusunda Bâbıali Hukuk Müşaviri’nin
görüşüne başvurmuştur. Osmanlı Hükûmeti ile İngiliz Hükûmeti arasında savaş
esirlerinin posta işlemleri hususunda hâsıl olan anlaşma gereğince iki taraf
savaş esirlerinin aileleriyle posta havalesi ve ödemeli posta paketleri
müstesna olmak üzere adi, taahhütlü ve kıymet konulmuş mektuplar ile adi,
taahhütlü ve kıymetli posta paketlerin karşılıklı alınması işlemine İsviçre
Posta İdaresi karışmayacaktı. İngiliz Hükûmeti taahhütlü mektupların karşılıklı
olarak gönderilmesini kabul ettiğini beyan ettiği hâlde İsviçre Posta İdaresi
bazı maddeleri istisna etmiştir. Hâlbuki iki taraf esirlerine ait mektupların
karşılıklı ulaştırılması konusunda daha önceden anlaşmaya varılmıştı. İngiltere
Hükûmeti savaş esirlerinin taahhütlü mektup göndermeleri hususuna itiraz
etmemişti. Bern Uluslararası İttihat Kaleminden çok sayıda posta gelmesinden
dolayı yaşanan yoğunluk sebebiyle adi ve kıymetsiz posta paketleri ile değer
biçilmiş mektupların sevk ve gönderime muvafakat ederek Osmanlı İngiliz
anlaşmasına dâhil bulunan taahhütlü mektuplarla sigortalı posta paketleri ve
kolileri kabul etmemiş ve bunların sevk ve irsalinden imtina etmiştir. Yukarıda
söylendiği üzere İngiltere Hükûmeti, İsviçre Hükûmeti nezdinde taahhütlü
mektupların kabulü hususunda ısrar edemeyeceğini ifade etmiş, sigortalı paket
ve kolileri ise tartışma dışı tutulmuştur. Savaş esirlerine ait posta
işlemlerinde İsviçre İdaresi gücünün yettiği kadar aracılık edecek ve esirlerin
yükünü mümkün olduğunda hafifletecektir. Diğer taraftan başka alternatifler
aranmış, Hollanda gibi tarafsız devletin aracılığı ile gerçekleşmesi mümkün
olup olmayacağı düşünülmüş ve Lahey Elçiliğine görüş sorulmuştur.[210]
Hollanda Posta İdaresi savaş esirlerine ait olmak üzere Osmanlı Devleti ile
İngiltere arasında gerçekleşecek adi veya taahhütlü yazışmaların nakline
aracılık etmeye gönüllü olduğunu 13 Eylül 1916 tarihinde iki devlete iletmişti.
[211]
İsviçre Genel Postanesi uluslararası düzeydeki bir iş
yükünü tek başına yürütemeyeceğinden 1916 yılının başında çok büyük bir spor
salonunu hizmete sokmuştur Burası asker postalarının devasa yığını için özel
olarak düzenlenmiştir. Mumbai’de İngilizlerin elinde bulunan Türk savaş
esirlerine gönderilen günlük 30-50 kadar vagon dolusu posta ile başa çıkmaya
çalışılmaktadır. Bu postaların ulaştırılması için de posta vagonlarından oluşan
uzun trenler kapıda beklemektedir.[212]
Temmuz 1916’da İngiliz ve Hindistan Hükûmetleri
arasındaki yazışmalara dikkat edilirse Türkiye’deki İngiliz savaş esirlerinin
yazışmalarına uygulanan kısıtlamalardan Türk sansür şubesinde yaşanan zorluklar
gösterilmiştir. İngiltere Hükûmeti haberleşme konusunda Türk esirlere koşulsuz
iznin verilmesini ve kısıtlamaların kaldırmasını muhtemel görmemektedir. Diğer
yandan karşı taraftan benzer bir hamle talep edilmeksizin izinlerin verildiği
Osmanlı Hükûmetine ilan edilirse bu izinlerin amacı şüpheli olacaktır.
İngiltere Hükûmeti, Osmanlı Hükûmetine, kısıtlamalar ile ilgili mevcut
düzenlemeler üzerinde değişiklik yapmaları yönünde baskı yapılmadıkça durumun
değişmeyeceği kanaatindedir. 7 Ağustos 1916’da Dışişleri Bakanlığının, Birleşik
Devletler Büyükelçiliği aracılığıyla elde ettiği bilgiye göre Türkiye’de
alıkonulmakta olan İngiliz savaş esirlerinin gelecekte her hafta dört satırlık
bir mektup yazmalarına izin verilecektir. Savaş esirlerine yurt dışından gelen
mektuplar da dörtten fazla satır içermeyecek, daha uzun olan mektuplar ise
teslim edilmeyecektir. Osmanlı yetkilileri tarafından bu şekilde benimsenen
prosedür bakımından İngiltere Hükûmeti de İngiliz sömürgelerinde alıkonulmakta
olan Türk savaş esirlerinin haberleşmeleri hususunda benzer sınırlamalar uygulamaya
karar vermiştir. Kısa süre içerisinde İngiliz ve Türk savaş esirlerinin
haberleşmelerine uygulanan sınırlamalara ilişkin beyanın Kızılay tarafından
dile getirildiği ve doğru olmadığı anlaşılmıştır. Uzun süren anlaşmazlığa
rağmen iki tarafın da esirlerini mağdur etmeme arzusu sonucu savaş esirlerinin
haberleşmeleri konusunda uzlaşmaya varılmıştır. Varılan bu mutabakat 9 Ağustos
1916 tarihinde her iki taraf savaş esirlerine gelen ve
onların gönderdiği mektupların uzunluğuna ilişkin tüm sınırlamaların
kaldırıldığı ilan etmiştir.[213]
İngiltere Hükûmeti Türk savaş esirlere gösterdikleri
iyi niyetli muamelenin Osmanlı Hükûmetince verilecek garanti ile mümkün
olduğunu hatırlatarak İngiliz savaş esirlerine gönderilecek uzun mektuplara
müsaade edilmesiyle ancak bunun mümkün olduğunu açıklamıştır. Aksi takdirde
İngiltere Hükûmeti, hali hazırda gösterdiği iyi niyetli yaklaşımı göstermeyip
eskiden olduğu gibi bazı sınırlama ve kısıtlamalara gideceğini söyleyerek
Osmanlı Hükûmetini tehdit etmekten de geri durmamıştır.[214]
Osmanlı Hükûmeti 11 Aralık 1916’da Türkiye’deki savaş
esirlerinin, Noel için bir kereye mahsus olmak üzere ailelerine ve
arkadaşlarına uzun mektuplar yazmalarına izin verdiğini ilan etmiştir. İstanbul
Hükûmeti karşılıklılık ilkesinin bir gereği olarak İslami tatillerde aynı
ayrıcalığın Türk esirler için de tanınmasını talep etmiştir.[215]
İngiliz ve Osmanlı esirlerine ait yazışmaların
çeşidine göre uygulanacak muamele ve bu yazışmaların yerlerine ulaştırılmasında
posta işlemlerini üstlenecek ülkeler hakkında karşılıklı yazışmalar 1917
yılının başında yapılmıştı. Yukarıda açıklandığı gibi İngiltere Hükûmeti
Osmanlı Hükûmetinin teklifini kabul ederek Türk ve İngiliz savaş esirlerinin
taahhütlü mektuplarının Hollanda Posta İdaresi üzerinden karşılıklı iletimini
kabul etmektedir. Adi mektupların ve paketlerin ise eskiden olduğu gibi İsviçre
yoluyla sahiplerine gönderilmesine karar verilmişti. Mısır’daki Osmanlı
esirleri tarafından gönderilen mektuplar eskiden olduğu gibi İngiltere’den
geçmeksizin doğrudan doğruya İsviçre yoluyla Türkiye’ye gönderilecektir.[216]
Nisan 1917’ye gelindiğinde halen iki devlet arasında
gönderiler üzerindeki var olan kısıtlamaların sorun olduğu yazışmalara yansımaktadır.[217]
Her iki Hükûmet sınırlamaların kaldırılmadığı durumda ellerinde bulunan
esirlerinin yazışmalarıyla ilgili durumu tekrar düşünmek zorunda kalacağını
dile getirmişlerdir. Osmanlı Devleti tüm bu iddiaları reddederek İngiliz savaş
esirlerine her ay dört posta kartı ve limitsiz uzunlukta iki mektup gönderme
izni verdiklerini bu nedenle İngiltere Hükûmetinin iddiasının aksine
mektupların altı satırla kısıtlandığı iddiasının doğru olmadığını ileri
sürmüştür. Osmanlı Hükûmeti de İngiltere Hükûmetini suçlayarak Türk savaş
esirlerin yazışmalarına kısıtlama koymaya devam ederlerse İngiliz savaş
esirleri için benzer kısıtlamalar koymak zorunda kalacağını ifade etmiştir. Her
iki devlet bir kere daha yazışmalar üzerindeki tüm kısıtlamaların kaldırıldığını
beyan ettikten sonra Babıali’ye bir heyetin gönderilip konunun araştırılması
istenmiştir. 13 Ekim 1917’de İngiliz ve Türk savaş esirlerinin yazışmalarıyla
ilgili İstanbul’daki Hollanda temsilciliği Osmanlı Hükûmeti tarafından İngiliz
savaş esirlerinin mektuplarının dört satırla kısıtlanması durumunu rapor olarak
sunmuştur. Türk savaş esirlerinin yazışmalarına ilişkin yürürlükte olan
düzenlemeler diğer tüm ulusların savaş esirlerine birebir aynı olduğu
şekildedir. Sınırsız uzunlukta ve sınırsız sayıda mektup alımı ile nispeten
yeni başlanan ve bedelsiz olarak verilen özel biçimli yazma kâğıdı üzerine
haftada 2 mektup yazma hakkı tüm esirlere verilmiştir. Bu kâğıt 27x15 cm
boyutundadır ve üzerinde 23 çizgi bulunmaktadır. Osmanlı esirine ücretsiz
verilen mektup kâğıtlarından iki örneği Hollanda Elçiliği tarafından 26 Aralık
1917’de Osmanlı Hükûmetine de gönderilmiştir. İngiliz Albay Charles J.
Coventry, 30 Eylül 1917 tarihinde Van Bommel ‘e yazdığı mektupta bizzat Enver
Paşa’nın İngiliz esirlerin mektuplarına kısıtlama koyduğundan şikâyet etmiştir.
Albay hiçbir mektubun veya posta kartının dört satırdan uzun olmaması
gerektiğini söyleyen bir mektup almış ve bunun üzerinde esirlere yazılan
mektupların geri geldiğini iddia etmiştir. İngiltere Hükûmeti, İngiliz esirlerinden
bir aydan fazla süredir haber almadığını, genel olarak mektuplarının eve
ulaşmasının 6 ile 8 hafta arası sürdüğünü, sonrasında mektupların ağır bir
şekilde bilinmeyen nedenlerle tamamının sansürlendiğini ve eğitim kitaplarına
dahi el konulduğunu iddia etmiştir. İngilizlere göre Türkler her zaman
misilleme yapmakta ve hatta bu konuda en iyisini yapmaktadır. Bu şartlar
altında İngiliz albay, Hollandalı temsilciliğinden esirlere muamele ile ilgili
Osmanlı Hükûmetine kendi vatandaşlarına davrandığı şekilde davranması konusunda
ısrarcı olunmasını istemiştir.[218]
1917 yılına
gelindiğinde para havaleleri konusunda İsviçre Postanesi’nin işleyişi konusunda
mutabakata varıldığı görülmektedir. Ağustos 1917’e kadar Türkiye’deki İngiliz
savaş esirlerine yapılan para havalelerinin ulaşmadığına dair yönündeki
şikayetler alınmıştı. Bunun üzerine İngilizler Posta Bakanlığı yeni sistemi
hayata geçirmek İsviçre Postanesinden gerekli adımların atılması talep
edilmişti. Savaş Esirleri Bilgi Bürosu Müdürlüğünden İngilizlerin elindeki Türk
savaş esirlerinin alıkonulduğu kampların komutanlarına gerekli talimatların da
yapılması kararlaştırılmıştı. Londra Hindistan Ofisi de 20 Eylül 1917’de Türk
savaş esirlerine yapılan para havalelerine ilişkin Hindistan Hükûmeti bir rapor
hazırlamıştı. Bununla tüm işlemlerinin İsviçre posta yetkilileri ile yapılması
amaçlanmıştı. Osmanlı Hükûmeti ile yapılan anlaşma yalnızca İngiltere ve
Türkiye’deki esirlere yapılan para havaleleri için geçerliydi. Türk esirler
için yapılan havalelerin büyük bir kısmı İsviçre bankaları ve Kızılhaç
tarafından yapılmıştı ve para havalelerinin Türkiye’den veya İsviçre’den çıkmış
olması fark etmeksizin bu havalelere ilişkin makbuzların gerekli olmadığı
İsviçre Postanesinden teyit edilmişti. Hindistan Hükûmetinin 3 Ağustos tarihli
raporunun ekinde gönderilen bazı makbuzlar Mezopotamya’dan yapılan havalelere
ilişkindi. Türkiye’den Hindistan’daki Türk esirlere yapılan para havaleleri
İsviçre Postanesi ve Londra Para
Havale Şubesi aracılığıyla
gerçekleştirilecekti. Bunun için Para Havale Şubesinde bir makbuz
formu
hazırlanacaktı. Usulüne göre imzalanmış olan makbuz,
Para Havale Şubesine, geri dönüşünün talep edileceği kapsayıcı bir mektupla
birlikte gönderilecekti. Hindistan’da makbuz hazırlamak yerine Londra’da
hazırlanan makbuzlar kullanılacaktı. Makbuzlarının Londra’da hazırlanmadığı
havaleler konusunda makbuzlar gerekli olmayacaktı. Kara Kuvvetlerinden alınan
23 Ağustos tarihli telgrafta İsviçre Postanesi, Hindistan’daki bir savaş
esirine ödenecek her paranın gerçek göndericisinin isim ve adresini
belirtmesini talep edecekti. Göndericinin isimleri her zaman Hindistan’a sevk
edilmek üzere Londra’da hazırlanan listelere kaydedilmişti. Makbuzun gerekli
olduğu havaleler Londra’dan gönderilen makbuz formunda gösterilmişti.
Göndericinin ve dağıtım ofisinin adı, kural olarak Hindistan Postanesinin
alıcıyı tespit edebilmesi için yeterli görülmüştü. İsviçre Postanesi tarafından
üstlenilmiş olan makbuzların değişimi konusundaki Hindistan Postanesi açısından
bir zorluk söz konusu olmadığı müddetçe göndericinin tam adresini de 822
girmesi talep
edilmişti. Uygulamada ise İsviçre bankaları tarafından yapılan havaleler
konusunda zorluklar ortaya çıkmıştı. Türkiye’den Hindistan’daki savaş
esirlerine İsviçre’deki resmi olmayan bir aracı ile yapılan havalelerde
göndericilerin isimleri ve adresleri, İsviçre Postanesi tarafından
bilinememekteydi. Hindistan Hükûmeti tarafından iletilen makbuzların imha
edildiği önceki raporlarda görülmektedir. Bunun çözümü olarak Hindistan Posta
ve Telgraf Genel Müdürlüğü, makbuzların doğrudan Hindistan’dan Londra Para
Havale Şubesine gönderilmesini tavsiye etmiştir.[219]
Türklere yapılan savaş esiri havale makbuzları
konusunda Askeri İdare Kurulu da bazı talimatlar vermişti. İki Hükûmeti ile
varılan anlaşmaya göre Türkiye’den İngilizlerin elindeki Türk savaş esirlerine
ve İngiltere topraklarından Türklerin elindeki İngiliz savaş esirlerine yapılan
para havalelerinin makbuzları, alıcılardan temin edilecek ve sırasıyla
İngiltere ve Türk Hükûmetlerine iletilecekti. Türk savaş esirlerine yapılan
havalelere mümkün olduğu müddetçe başka prosedür uygulanmayacaktı. İlk olarak
eğer Türk esir, İngiltere veya Selanik’teki bir kampta alıkonulmakta ise para
havalesinin ayrıntılarını gösteren, Londra Para Havale Şubesinde hazırlanan
özel bir makbuz şekli kullanılacaktı. Londra Para Havale Şubesi Müfettişliğine
geri gönderilecek olan makbuza alıcının imza atması kamp komutanınca
sağlanacaktı. İkinci olarak eğer esir, Hindistan, Burma, Kıbrıs, Malta veya bir
başka İngiltere sömürgesindeki bir kampta alıkonulmakta ise başka bir prosedür
uygulanacaktı. Varış yerinin posta bakanı ve kampların komutanı para
havalesinin alıcısının makbuza imza atmasını sağlayacaktı.[220]
Osmanlı Hükûmetini misilleme yapmakla suçlarken asıl
misilleme yapan ülkenin İngiltere olduğu Suphi Bey’in ailesine yazdığı
mektuplarda açıkça görülmektedir. Suphi Bey, 2 Mayıs 1916 tarihinde eşine
yazdığı mektupta sonradan getirilen bir usule göre dört satırdan fazla yazılmış
mektupların sahiplerine verilmeyeceğini ve bundan önce yazdığı gibi,
mektuplarınız dört satırdan fazla olmasını istemiştir.[221]
Osmanlı ve İngiliz esirlerin taahhütlü mektuplarının
kapalı posta torbalarında transit geçişi için Osmanlı Hükûmeti tarafından
yapılan teklif Almanya ve Bulgaristan tarafından kabul edilmiş fakat
Avusturya-Macaristan tarafından reddedilmiştir. Avusturya-Macaristan Osmanlı
Devleti’nde esir bulunan İngiliz savaş esirlerinin taahhütlü mektuplarının
İngiltere’de ikamet eden ailelerine ulaştırılmasını, İngiltere’de bulunan
Osmanlı savaş esirlerinin mektuplarının da Osmanlı İmparatorluğu’nda ikamet
eden ailelerine ulaştırılmasını, postaların monarşi topraklarından geçeceğini
ileri sürerek yerine getiremeyeceğini bildirmiştir. Osmanlı Devleti ise monarşi
topraklarında bulunan savaş esirlerinin mektup alış-verişine izin
verilmemesinin nedenini anlayamamıştır. Söz konusu mektupların herhangi bir
amaçla kötüye kullanılacağı kanısı varsa bu suiistimal değişik yollarla
önlenebilecektir. Örneğin her esire on beş günde bir kez taahhütlü mektup
gönderme izni verilebilir. Ancak söz konusu mektupların özel bir kişiye
gönderilmediği sürece monarşi toprakları içinde veya monarşi toprakları dışında
naklin engellenmesinde bir zorunluluk yoktur. Zira bu mektuplar sadece
taşınmaktadırlar. Casusluk açısından da Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun
zarar göreceği bir durum söz konusu olmayacaktır. Mektubu yazan ve alanlar,
yabancı devletlerde olduğu için Avusturya- Macaristan toprakları ile ilgili güncel
bir bilgiye sahip değillerdir. Bununla birlikte gerekli gördüğü takdirde,
askeri otoriteler bu yazışmaları denetlemekte özgürdür. Hollanda ve Osmanlı
İmparatorluğu arasında yukarıda sözü geçen transfere izin vermeyen tek devlet,
Avusturya-Macaristan olması sebebiyle Osmanlı Devleti aracı devletlerden bir
çözüm bulunmasını istemiştir.[222]
1918 Mütareke sonrası posta işlemlerinde bazı
değişikler olmuştur. Hariciye Nezaretine İngiltere Fevkalâde Komiserliğinden
gelen Nisan 1919 tarihli yazıda Osmanlı savaş esirlerinin ailelerine taahhütlü
mektup gönderilmesine bir mâni olmayıp ailelerinin taahhütlü mektup
göndermesine müsaade edilmeyeceği Osmanlı Hükûmetine iletilmiştir. Konu
hakkında bilgi Posta ve Telgraf ve Telefon Müdüriyetine iletilmiştir. Haziran
1919’da Osmanlı Devleti ile İngiltere arasında karşılıklı olarak değiştirilecek
adi ve taahhütlü yazışmaların transit geçişine Hollanda, Almanya ve Bulgaristan
Hükûmetlerinin muvafakatleri tekrar istenmiş, savaş esirlerinin ailelerine
taahhütlü mektup göndermelerine İngiliz Hükûmetince müsaade edilmesi için
tekrar teşebbüsler başlanmıştır.[223]
İngiltere, 1920 yılının ortasına gelindiğinde
mektuplar konusunda üzerindeki her türlü sorumluluğu atmaya çalışmaktaydı.
Elinde bulunan ve savaş esirleri tarafından yazılan veya bu esirlere gönderilen
mektupları, 1 Mayıs 1920’de Savaş Esirleri İstihbarat Bürosu haberleşme ve sair
posta muamelesinde aracılık yapamayacağını bildirerek Kızılaya iade etmiştir.[224]
İki devlet arasında her türlü yazışmaların gönderilmesi savaş boyunca sürmüş
kimi zaman çözüldüğü sanılan sorunlar tekrar ortaya çıkmıştır. Bunda 1916 ve
1917’de haberleşmede çözülen sorunların 1918’de Osmanlı Devleti’nin savaştan
yenik çıkması önemli rol oynamış ve İngiltere galip devlet olmanın verdiği güç
ve Osmanlı’da kalan esir sayısının azlığı sebebiyle anlaşmaya yanaşmamaktadır.
Savaş sürecince iki devlet arasında haberleşme açısından bir başka sorun da
ulaşmayan veya iade edilen mektuplar olmuştur. Mektupların ulaşmamasında en
büyük sorunlardan birisi Posta Müdürlüklerinin çok sayıda gönderi nedeniyle
yetersiz kalmasıdır. Bu konuda İstanbul’daki Hollanda diplomatik temsilcisinin
İngiltere adına yaptığı çalışmalarda önemli sonuca ulaşılmıştır. Temsilci Türk
esirlerinin bulunduğu kamplara, esirlerin ulaştırılmayan paketlerini araştırmak
için dedektifler göndermiştir. Dedektifler, Eylül 1918’e kadar İstanbul’da
Kızılay tarafından tutulan 3000 paketi incelemeye almıştır.[225] Bu sorunun çözümü için karşılıklı olarak ülkelerin
elinde bulunan esirlere posta vasıtasıyla gönderilen ve herhangi bir sebep ile
yerine ulaşmayan mektupların bu kişilerin tabiiyetine mensup diğer harp
esirleri ile birlikte verilmesi ve dağıtılmasında mutabakata varılmıştır.[226]
5.6
Türk Esirlere Karşı Yapılan Menfi
Propagandalar
İngilizler savaş
süresince cephelerdeki üstünlüğünü dünya kamuoyuna duyurmak, cephede
kendilerine karşı çarpışan askerin cesaretini kırarak teslim olmasını sağlamak,
kamplardaki esirlerin moralini bozmak ve esirlere İngiliz politikalarını kabul
ettirmek amacıyla değişik propaganda faaliyetleri yürütmüşlerdi.
5.6.1
Kamplarda Esirlere Yönelik
Propaganda Faaliyetleri
İngilizlerin esirler üzerindeki propaganda
faaliyetleri her daim devam etmiştir. Kamplarda Osmanlı esirlerine yönelik
birincil faaliyetleri esirlerin moralini bozmak olmuştur. Bu amaçla Türkler
aleyhine yayın yapan gazeteler ve Osmanlı Devleti’nin başarısızlıklarını
anlatan bildiriler kamplarda dağıtılmıştır. Örneğin Türkler aleyhine yayın
yapan gazetelerden birisi olan El-Ahram’ın nüshaları kamplarda sokularak
esirlerin psikolojilerinin bozulması amaçlanmıştır.2040 [227]
Kamp yöneticileri her gün kara tahtaya savaşla ilgili olarak İstanbul’un işgal
edildiği, İtalyanların Konya’ya geldiği, Fransızların Hatay’ı, Maraş’ı ve
Adana’yı aldıkları gibi ajansları yazarak halihazırda tüm ümitlerini yitiren
Türk esirlerinin daha da moralini bozmayı hedeflemişler ve bu hususta da
başarılı olmuşlardır. Özellikle Yunanlıların İzmir’i işgali esirleri son derece
üzmüştür. Tüm bu olumsuzluklardan etkilenen esirlerin bazıları kaçmayı
başarmış, buna karşılık tedbirler artırılmış ve kamp demirden bir hapishaneye
çevrilmiştir.[228]
İngilizler Anadolu Hareketi’nden ve onun başarısından
her zaman rahatsız olmuş ve kamplarda bunu göstermekten çekinmemiş ve bu amaçla
Anadolu’da gerçekleşen Millî Mücadele’ye karşı iyi organize edilmiş bir şekilde
propaganda faaliyetleri yürütmüştür. Gerek gazetelerden gerekse İngiliz
askerlerden Anadolu’daki Millî Mücadele’nin başarılı çalışmaları hakkında
alınan haberler sonrası Türk esirlerinin morali biraz da olsa düzelmiştir.
Zafer öncesi bir İngiliz görevliye söz söyleyemeyen esirler artık daha dik
durmaya ve düşmana karşı kendi hukukunu korumaktan çekinmemeye başlamıştır.
Türk esirlere güven ve cesaret gelmiştir. İngilizler Türk esirlerinde bu
değişim karşısında endişelenerek önce gazetelerin kampa girmesini yasaklamaya
çalışmış fakat bunda başarılı olamamıştır. Propaganda konusunda çok yetenekli
olan İngilizler, Türklerin bu sevinçli hallerinden rahatsız olmuştur. Bunun
üzerine “Bildiklerimiz” adlı bir beyanname yayımlayarak bunu kamp
tellerine asmış, esirlere okutulmasını tavsiye etmiş ve hatta tel çavuşlarına
paralar vererek ricalarda bulunmuştur. Propaganda yolu ile esirlerin
fikirlerini değiştirmeye çalışan İngilizler bu konuda pek başarılı olamamıştır.
Hatta başarısızlığa uğrayan İngilizlere karşı esirlerde nefret duygusu daha da
artmıştır.[229]
Amaçları esirlerin birlikteliğini bozmak ve Anadolu
Hareketi’ne karşı esirlere menfi duygular aşılamak olan İngilizler bu amaçla
Hazreti Muhammed’in türbedarı olan Şeyh Ahmed dâhil pek çok şeyhin imzaladığı
fetvaları dağıtmıştır. İngilizlerin emriyle yayınlanan fetvada halifeliğe ve
padişaha itaatten bahsedilmiştir. Fetvada Şeyh Ahmed’in Türklerin Almanlar ile
birlikte olmasından ve Müslümanların durumlarından etkilenerek peygamberin
türbesinde gece istihareye yattığı yazılmıştır. Şeyh Ahmed rüyasında peygamberi
gördüğünü, kendisine yeryüzündeki Müslümanların durumun çok kötü olduğunu ve
acilen tüm Müslümanları uyarması gerektiğini aksi takdirde ahirette şefaat
etmeyeceğini iddia etmiştir. Mustafa Kemal taraftarlığı ile bilinen Nureddin
Peker, Şeyh Ahmed’in vasiyetnamesini esirlere dağıtmamış ve yakmıştır.[230]
İngilizler özellikle propaganda faaliyetleri ile
esirlerin ülkelerine döndükten sonra Anadolu Hareketi’ne katılmalarını
engellemek istemiştir. Bunun için Mustafa Kemal Paşa’nın idamı hakkında verilen
fetva esir kampına dağıtılmış ve İngiliz komutan Ermeni tercüman vasıtasıyla
tüm esirlere duyurmuştur. Ayrıca Rum ve Ermeni tercümanlar tarafından
hazırlanan gazete büyüklüğünde bir bildiri ilan olarak asılmıştır. Bu bildiride
Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu halkına üzüntü ve sıkıntıdan başka bir şey
vermediği, yakalanıp cezalandırılması için özel güvenlik gücü kurulduğu
yazılmıştır. Ayrı bir bildiride ise Mustafa Kemal Paşa’ya para ve büyük bir
malikâne önerildiği, kendisinin nankörlük ederek bunu kabul etmediği
yazılmıştır. Bu fetvaların kampta çıkaracağı fitneye karşı esirlerden bilinçli
olanlar gerekli tedbirleri almıştır. Nureddin Peker ve arkadaşları esirler
arasında hilafet taraftarı olanları bildiklerinden ve bu fetvanın esirler
arasında ikilik çıkaracağını düşündüklerinden fetvayı ekmek fırında yakmışlar
ve esirlere ulaşmasını engellemişlerdir. Durumu öğrenen İngilizler hemen
Nureddin Peker’i sorguya almıştır. Çavuşların her ne kadar olayı kendi
yaptıklarını söylese de her şeyin farkında olan Ermeni tercüman durumu bildiren
raporu yetkililere sunmuştur. Nureddin Peker fetvayı yaktığını itiraf etmek
zorunda kalmış ve yalana başvurmuştur. İslam dinine göre ayet, hadis gibi
kutsal olan şeylerin dine göre muşambaya sarılı olması gerektiğini, göbekten
yukarı tutulmasının zorunlu olduğunu, bu sebeple fetvayı esirler okuduktan
sonra yaktığını, fetvada yazılı olan bilgilerin esirlere ulaştırıldığını
mahkemede söylemiş, Türk ve İngiliz çavuşlar da Nureddin Peker lehine şahitlik
yapmıştır. Özellikle İngiliz çavuşlar T.E. Keane ve Dunston Travzdel’in
ifadeleri Nureddin Peker’i mahkemede kurtarmıştır. Hatta kendisi gibi başçavuş
olan Keane mahkeme öncesi yazılı ifadesini Peker’e vermiştir. İfadesinde
Nureddin Peker’in çok iyi bir insan olduğunu, tüm arkadaşlarına yardım ettiğini
ve kendisinin sık sık onunla görüşmek istediğini yazmıştır. Nureddin Peker’in
verdiği ifadenin doğruluğu Mezopotamya kadılığından sorulmuş, gelen cevabın
lehine olması sebebiyle mahkemede beraat etmiştir.[231]
İngilizlerin propagandası esaret boyunca kesintisiz
sürmüştür. Özellikle Kuva-yı Milliye hakkında kötüleyici ve aşağılayıcı
ifadeler kullanılmış ve Mustafa Kemal Paşa’nın padişaha isyan ettiği ve
rütbelerinin alınarak idama mahkûm olduğu dile getirilmiştir. Mustafa Kemal
Paşa kuvvetlerinin Maraş ve Antep’e doğru gittikleri, oralarda yağmalamalarda
bulundukları, masum insanları öldürdükleri ve Anadolu’da meydana gelen bu
anarşi ve isyanları bastırmak için Yunan ordusunun muntazam kıtalar halince
Alaşehir ve Bursa istikametlerinde ilerledikleri propagandalarında dile
getirmiştir. Tüm bu haberlerden sonra kampta düzenlenen ne konferanslar ne de
Temsil Heyetince verilen müsamereler esirlere cazip gelmiş ve 2044
hepsinin morali bozulmuştur. Her yere “Öl ama teslim olma.” yazılmıştır.
Tevfik Fikret’in şiirleri okunarak istilacıların yaptıkları telin edilmiş ve
Kuva-yı Milliye hareketine manen de olsa destek verilmiştir. Bu yazılan
şiirlerden birisi şu şekildedir:2045 [232]
Kes, kopar, ez, yak, yık!
Ne aman ver, ne ah işit, ne yazık!
Sönsün evler, sürünsün aileler,
Kalmasın hırpalanmadık bir yer!
Her ocak benzesin mezar taşına
Damlar insin yetimlerin başına
Bu ne vicdan garaz ne şüphe ne ar
Yere geç satvetinle ey serdar!
İngilizler kamplarda propaganda amaçlı misyonerlik
faaliyetleri de yapmışlardır. Bağdat kampının içinde ve Irak çevresinde İngiliz
Protestan papazları ve misyonerleri esirlere her yerde dinlerini anlatmış ve
değişik faaliyetler düzenlemiştir. Arap harfleri ile yazılmış Türkçe İnciller
esirlere dağıtılmış ve esirler arsında Hristiyanlık yayılmak istenmiştir.[233]
İngilizler çok sık olmasa da esirleri eğlendirmek
bahanesiyle oyunlar oynayarak da propaganda faaliyetlerinden geri durmamıştır.
Bellary kampında yaşananlar, bu tür faaliyetlere örnek gösterilebilir. Oyunda
en önde aksakallı uzun boylu bir Amerikalı, hemen arkasında iri, şişman ve
şapkalı İngiliz, onun arkasında nazik ve kibar bir Fransız ve onun da ardında
bir İtalyan bulunuyordu. Bunların hepsinin ortak özelliği çok dinç olmalarıydı.
Diğer ülkeler ise o günkü durumlarına göre tasvir edilmiştir. Beşinci sırada
ayı postuna sarılmış Rusya yürürken geriye bakmış, sağ tarafına yuvarlanmış,
kalkarken tekrar yuvarlanmış ve kalkamayarak olduğu yere yığılmıştır. Almanya
yürürken düşmüş, ayağındaki ağrı yüzünden yürümekte zorlanmış, toparlayarak
ümitsizce ve haince etrafına bakarak uzaklaşmıştır. Avusturya aniden kolları
kırılarak yere düşmüştür. Osmanlı Devleti başında fes olan bir Türk askeri
kıyafetiyle yürüyüşe başlarken diz çöktürülmüştür. Yürümeye devam eden Türk can
sıkıntısından güçsüz bir halde yere düşmüş, biraz nefes aldıktan sonra tekrar
güçlükle yürümeye devam edebilmiştir. Bulgar yürüyüşü sırasında birden arkası
üstü düşmüş ve oturduğu yerde düşünmeye başlamıştır. Belçika, Romanya, Sırbistan
ve Karadağ aniden yuvarlanmış ve yorgun bir halde ayağa kalkmışlardır. İspanya
derin düşünceler halinde bu devletlere bakmaktadır. Yunanistan başını aşağıya
eğmiş, ellerini göbek hizasında bağlamış, cansız yürürken yorulmuş, İngiliz ve
Fransız’ın kendilerine söyledikleri bir söz yüzünden mutlu olmuş ve gülmeye
başlamıştır. Oyunlar ardından mızıkalar çalınmış ve milli marş söylenmiştir.[234]
İngilizler Türk esirlerden kandırdıklarını kendi
politikaları için kullanmışlar ve Türk askerlerinin morallerini bozmaya
çalışmışlardır. Kayserili Said isminde bir onbaşı birkaç arkadaşı ile beraber
komutanın yanına gitmiş, Türklerden bıktığını ve kendisinin isteyerek esir
düştüğünü söyleyerek elindeki birkaç lirasını da komutanlığa teslim etmişti.
Üstelik bu kişi cephede cesaretle savaşmış ve şerefiyle esir düşmüştü. Bu
duruma birkaç asker daha meyletmişse de nasihat ile bu davranışlarından
vazgeçirilmişti. Ayrıca 15 kadar Rumelili esir er de İngilizlere iltica etmiş,
kamp dışında İngilizlere hizmet etmiştir. Mülteci olan bu Rumelili erler diğer
esirlere de propaganda yapmış, arkadaşlarının kendileri gibi İngilizlere iltica
etmelerimi tavsiye etmiş, Türk askerleri ise o tarafa meyletmemiştir.[235]
Özellikle Mısır ve İstanbul’daki İngiliz yöneticiler
gözaltında tuttukları savaş esirlerini eğiterek savaş sonrası Osmanlı Devleti
topraklarında oluşturulacak jandarmada kullanmayı amaçlamıştır. Mısır bulunan
yaklaşık 100.000 savaş esirleri arasından seçilecek kişiler ile Türk
jandarmasının gücünün artırılması İngiltere Hükûmeti ile İstanbul ve Mısır
yöneticileri arasında tartışılmıştır. Amiral Webb, Anadolu’nun değişik
yerlerinde hizmet verecek ve savaştan sonra da Türklere kalacak olan iyi bir
jandarma gücünün oluşturulması için eşsiz bir fırsat doğduğu düşüncesini 29
Mart 1919 tarihinde çektiği telgraf ile İngiltere Hükûmetindeki yetkililere
bildirmiştir. Webb’e göre bu esirler İngiliz görevliler tarafından kısmen de
olsa disipline edilmiştir. Dahası bu insanlar kendi yerel vahşiliklerinin bir
kısmından kurtulmuş durumdadır ve muhtemelen İngiltere’nin kuralları ve
adaletine ilişkin bir fikir edinmişlerdir. Ülke halkına sağlanacak olan maddi
faydanın dışında, Anadolu’daki siyasi sakinlik, idari etkinlik ve ticari
hayatın büyük oranda düzeninin sağlanması jandarmanın gücüne bağlı olacaktır.
Zamanı geldiğinde, yukarıda bahsedilen şekilde yetiştirilen ve eğitilen Türk
askerleri kendi devletlerine ve İngiliz politikalarına faydalı bir etkide
bulunmakta zorlanmayacaktır. Dışişleri Bakanlığı bu teklife 10 Nisan tarihinde
hazırladığı bir rapor ile cevap vermiştir. Raporda jandarmada görevlendirilecek
Türk esirleri konusu ele alınmış ve hali hazırda askeri politikanın kapsamı
dışında değerlendirilmesi gerektiğini söylenmiştir. Rapora göre o günkü
şartlarda Türkiye’nin herhangi bir bölümünün bir manda rejimi dışında bırakılıp
bırakılmayacağı kesin değildir. Türkiye’nin belli bölümlerinde polis
teşkilatının mandacılar tarafından yürütüleceği ve Türk egemen devletinin
kendilerine bırakılan bölgelerde kendi jandarma gücünü oluşturacağı
düşünülmektedir. Kısaca jandarma konusundaki öneri İngiltere Hükûmeti
tarafından gerçekleştirilebilir görünmemiştir. Amiral Webb rapor hakkında
tekrar kendi ve İstanbul’daki yetkililerin görüşlerini İngiltere Hükûmetine
iletmiştir. Osmanlı Devleti’ne bırakılacak topraklarda hukukun ve düzenin
devamından Osmanlı Hükûmetinin sorumlu tutulması planlanmakta ve bu amaçla
yeterli personel ile çalışmalarına izin verilmesi gerekmektedir. Bu yapının
asker yerine jandarmadan oluşması İngiliz politikaları açısından yararlı
olacaktır. Jandarmanın gücü askere göre daha az olup ayrıca var olan şartlar
altında asker alma işleminin gerçekleşmesi istenmemektedir. Jandarmadaki
eksiklikler de hali hazırda Mısır’da bulunan Türk esirlerinden giderilecektir.
Osmanlı Hükûmeti kendi içinde ümitsiz bir ikileme girmiştir. Bu yüzden hizmet
etmek için ne kadar hazır olduklarını tespit etmek üzere Mısır’daki savaş
esirleri arasında bir araştırmaya başlanması gerekmektedir. Osmanlı
Hükûmetinden hukukun ve kamu düzeninin devam ettirmesi isteniyorsa ve bu
jandarma ile sağlanacaksa, bu durum tek bir güç ile yabancı kontrolü altında
olmalıdır. Mısır’dan Londra Savaş Merkezine 23 Ağustos 1919’da giden bir yazıda
da Türkiye’nin bazı bölgelerinin güvenliğinin İngiliz kuvvetlerinin kontrolü altında
Osmanlı Hükûmeti tarafından sağlaması zamanı geldiği anlatılmıştır. İngilizleri
ve *
Fransızları terhis etmek suretiyle maliyeti azaltmak
gerekmektedir. Mısır’daki savaş esirlerinden gönüllü olanların dışında 4 tabur
oluşturabilecek sayı mevcut olup bunlardan birisi Kilikya’da, diğerlerinin ise
Suriye ve Filistin’de istihdam edilmesi tavsiye edilmiştir.[236]
İngilizler propaganda faaliyetlerini sadece Türk askerlere değil Müslüman
Hintli askerlerde karşı da yürütmüş ve Hintli Müslümanları Osmanlı Devleti’ne
karşı kışkırtmışlardı. Şükrü Nail Soysal hatıratında buna yer vermiştir. Şükrü
Nail Soysal teslim olmasının ardından sorgulamaya çekildiğinde Hintli askerlere
teslim edilmiştir. İlk başta Hintlilerden korkan Şükrü Nail Bey daha sonra
Müslüman olduğunu öğrenince rahatlamıştır. Şükrü Nail Bey, Türklerin de
Hintliler gibi Müslüman olduğunu, neden kendilerinin İngilizlere hizmet
ettiklerini sormuştur. Hintli başçavuş ise İngilizler tarafından kara
propaganda yapıldığını anlatarak Türklerin artık Müslüman olmadıkları, Alman
oldukları ve öldürülmesi gerektiği siyasetini Hintlilere karşı işlendiğini
söylemiştir.[237]
5.6.2
Cephede Savaşan Askere Yönelik
Propaganda Faaliyetleri
İngilizler özellikle Çanakkale Muharebesi’nde Türk
askerlerini savaştan soğutmak amacıyla cepheye çok sayıda beyannameler
atmışlardı. Beyannamelerde genelde Osmanlı Devleti’nin cephelerde başarısız
olduğu, Süveyş Kanalı’nda çok sayıda esir ve harp malzemesini geride bıraktığı,
Kudüs’ün ve Filistin’in İngilizlerin eline geçtiği, Osmanlı Devleti’nin çok
sayıda esir verdiği gibi cephedeki askerin moralini bozmaya yönelik bilgiler
bulunmaktaydı. İtilaf Devletlerine ait uçaklar tarafından Çanakkale Kabatepe
mıntıkasına atılan beyanname ve fotoğraflardan oluşan bir takım Kuzey Grup
Kumandanlığınca Başkumandanlık Vekâletine 18 Haziran 1915’de gönderilmiştir.
Bir çuval içinde atılan bu beyanname ve fotoğraflardan dosyalarda hıfz edilmek
üzere bir iki takımı alıkonulup geri kalanlar yakılmıştır. Türk askerlerin
morallerini bozmak, teslim olmaya ikna etmek amacıyla atılan beyannamelerde
Maadi kampında bulunan esirlere ait fotoğraflar da bulunmaktadır. Kampta
bulunan Osmanlı askerleri, rahat bir hayat yaşadıklarını, mutlu olduklarını
arkadaşlarına hitaben yazdıkları mektuplarda anlatmış ve savaşı bırakıp teslim olmalarını
tavsiye etmişlerdir.2051 [238]
Aynı beyannameler cephenin başka bölgelerinden de toplanmıştır. 22 Ağustos 1915
tarihinde Kale-i Sultaniye Cephesi’ne (Çanakkale Çimenlik) askerlerin
morallerini bozmak amacıyla atılan beyannamede teslim oldukları takdirde
başlarına herhangi bir olay gelmeyeceği, hayatlarının güvence altında olduğu ve
kendilerine çok iyi bakılacağı anlatılmıştır.[239]
Osmanlı Hükûmeti, atılan bu beyannameleri her ne kadar
önemsemiyor görünse de beyannamelere karşı ciddi önlemler almaya çalışmış ve
esirlerin savaşmadan teslim olmalarını engellemek istemiştir. Diğer taraftan
kendisi de aynı taktiğe başvurmuş ve Müslüman Hintli askerlerin Osmanlı’ya
sığınması için beyannameler hazırlayıp cephelere atmıştır. Osmanlı Hükûmetine
göre beyannameler, Çanakkale ve Gelibolu’da kahramanca çarpışan Osmanlı
askerlerini kandırmak fikriyle hiçbir şeyden utanmayan ve bütün işlerini yalan,
yüzsüzlük ve utanmazlıklarla yapmak isteyen İtilaf Devletleri uçaklarından bir
takım kâğıt parçalarıdır. Osmanlı askerleri için eğlence vesilesi olmaktan
başka bir kıymete sahip olmayan beyannamelerde Türk askerlerinin savaşmadan
silah bırakması amaçlanmıştır. Beyanname göre esirler Nil kenarında Kahire’den
birkaç mil uzaklıkta Maadi adı verilen gayet düzenli ve rahat bir bahçede
ikamet etmektedirler. Esirler bu kampta gayet rahat olup yaşadıkları geniş
daire havadar ve elektrik ile aydınlanmaktadır. Her türlü sağlık şartları
düşünülmüş olan bu yerlerde esirler ayrı ayrı yataklarda yatmaktadır. Esirlerin
yedikleri yemeklere özen gösterilmekte, her bir esire ayrı ayrı tabaklar içinde
yemekler verilmekte ve her gün sigara, sabun ve diğer tüm zaruri ihtiyaçları da
karşılanmaktadır. Mısır’daki Sultan, başmabeyincisi aracılığıyla esirlere
sigara, şekerleme ve hediyeler dağıtarak esirleri mutlu etmekte ve
onurlandırmaktadır. Esirler kendi geleneklerine göre sazlar ve çalgıcılar
tedarik ederek eğlenceler düzenlemekte ve zamanlarını eğlenerek geçirmektedir.
Esirlere Mısırlı dostları tarafından saz, satranç gibi oyun takımları hediye edilmiştir.
Esirler her gün müracaat eden kişiler tarafından ziyaret edilebilmektedir.
Kaydı yapılan bu kişilerin vizite defterlerine yazdıklarına bakılacak olursa
gerek ziyaret eden gerekse ziyaret edilen esirin mutlu oldukları görülmektedir.
Esir subaylara ise ayrı daireler tahsil edilmiş olup her birine karyola,
battaniye, çarşaf, sandalye, masa gibi lazım olan tüm zaruri ihtiyaçları
verilmiştir. Esirlerin yiyecek ve içeceklerine azami düzeyde özen
gösterilmektedir. Esirlere mahsus özel aşçılar tahsis edilmiş olup esirlerin
yiyecekleri bu aşçılar tarafından pişirilmektedir. Esirlerin kaldıkları bahçe
içinde bir dükkân açılmış olup uygun fiyata meyve, tatlı gibi yiyecekler
alınabilmektedir. Gerek subayların gerek neferlerin ve gerekse muhafızların
arasında muhabbet ve samimiyet mevcuttur. Esir subaylara günlük dörder şilin
verilmekte ve ayrıca her türlü ihtiyaçları da sağlanmaktadır. Kendilerine
ayrıca özel hizmetçiler de verilmiştir. İstanbul basınında da yayınlanan bu
propaganda kağıtlardan biri aşağıdaki verilmiştir:
“Osmanlı üserası Kahire’den birkaç mil uzak Nil
kenarında (Maadi) nâm mahalde gâyet muntazam ve müferreh bir bahçede ikamet
ediyorlar.
Üserâ-yı merkûme fevka’l-âde rahat olup ikâmet
eyledikleri kârgîr dâire gâyet havadardır ve elektrik ile tenvîr edilmiş ve
hıfzu’s- sıhhaya muvâfık bulunmuş olduğu gibi herbiri için ayrı ayrı yataklarda
tahsîs edilmişdir.
Üserânın te’mîn-i i‘âşelerine fevka’l-gâye dikkat ve
i‘tinâ olunmakda ve cümlesine yegân yegân tabak derûnunda yemekler verilmekde
olduğu gibi hergün sigaralar, sabun, sâirhavâyic-i zarûriyeleri dahi i‘tâ ve
tevzî‘ edilmekdedir.
Sultân hazretleri,
başmâbeyncisi vâsıtasıyla üserâya sigaralar, şekerlemeler, atıyyeler ihsân ve
irsâl ve tevzî‘iyle üserâ-yı merkûmeyi taltîf ve tatyîb buyurmuşlardır.
Üserâ-yı merkûme
âdet-i milliyeleri vechile sazlar ve sazendeler tedârik ve tertîb ederek zamanı
hoş geçirmek için 9, 10’uncu resimlerde gösterildiği üzre hergün
eğlenmekdedirler.
Üserâ-yı merkûmeye
Mısırlı dostları tarafından sazlar, satranç vesâir oyun takımları hediye
olunmuşdur.
Üserâyı ziyâret için her gün mürâca‘at eden züvvârın
kabûlüne müsâ‘ade edilmekde ve üserâ-yı merkûme ile mülâkât eyleyen işbu
züvvârın vizite defterine kayd ve tahrîr eyledikleri hatıradan dahi münfehim
olacağı vech üzre üserânın gördüğü mu‘âmeleden dolayı gerek üserâ ve gerek
züvvâr-ı mûmâileyhimin memnûn olmakda oldukları pekala anlaşılır.
Üserâ-yı zâbitân için ayrı dâireler tahsîs edilmiş ve
mûmâileyhime karyolalar ve battaniye ve çarşaflar ve sandalye ve kanape ve
masalar ve levâzım-ı sâire i‘tâ olunmuşdur.
Üserâ-yı merkûmenin ekl ve şurbuna sûret-i
fevka’l-âdede i‘tinâ edilmekde olup bunlara mahsûs mâhir aşcılar tedârik
olunarak ta‘âmları mezkûr aşcılar tarafından ihzâr ve tabh olunmakda
bulunmuşdur.
Üserâ-yı merkûmeye yevmiye dört, dört buçuk şilin i‘tâ
olunmakdadır.
Üserânın ikâmet etmekde oldukları bağçe derûnunda
küşâd etdirilen husûsî dükkânda her nev‘meyve ve tatlılar vesâire ihzâr ve
ehven fiyatla füruht etdirilmekdedir.
Üserâ-yı zâbitân ve neferât ile muhâfazalarına me’mûr
olanlar beyninde fevka’l-âde muhabbet ve samîmiyet mevcûddur.”
“Osmanlı esirleri Kahire’den yaklaşık birkaç mil
uzakta gayet muntazam ve müreffeh bir bahçede ikamet ediyorlar. Esirler
olağanüstü rahat olup ikamet ettikleri taş ve tuğladan yapılmış daire gayet
havadardır. Elektrik ile donatılmış ve sağlık koşullarına uygun bulunmuş olduğu
gibi, her biri için ayrı ayrı yataklar da tahsis edilmiştir. Esirlerin
iaşelerinin teminine dikkat ve önem gösterilmekte ve hepsine yığın yığın tabak
içinde yemekler verilmekte olduğu gibi sigara, sabun, diğer zaruri ihtiyaçları
da karşılanmaktadır. Sultan Hazretleri Başmabeyincisi vasıtasıyla esirlere
sigaralar, şekerlemeler, hediye ihsan ve irsal ve tevziyle esirleri taltif
buyurmuşlardır. Esirlere milli adetleri gibi sazlar ve sazendeler tedarik ve
tertip edilerek zamanı hoş geçirmek için her gün eğlenmektedir. Esirlere
Mısırlı dostları tarafından sazlar, satranç gibi oyun takımları hediye
edilmiştir. Esirleri ziyaret için her gün müracaat eden ziyaretçilerin kabulüne
müsaade edilmekte ve esirler ile mülakat eden bu ziyaretçilerin vizite
defterine kayıt ve yazdıkları hatıradan da anlaşılacağı üzerine esirlerin
gördüğü muameleden dolayı gerek esirler ve gerek ziyaretçiler onların memnun
olmakta oldukları çok iyi anlaşılıyor. Esir subaylara ayrı daireler tahsis
edilmiş ve onlara karyolalar, battaniyeler, çarşaflar, sandalyeler, kanepeler,
masalar ve diğer gereçler verilmiştir.” [240]
Uçaklardan atılan beyannameler basında da yer
almıştır. Propaganda amaçlı gazetelerde çıkan bu beyannameler aynı zamanda
kamplara da getirilmiş ve esirler tarafından okunması sağlanmıştır. Kahire’de
yayınlanan El Taif gazetesinin 3 Nisan 1917 tarihli sayısında yer alan “Bahtiyar
Türk Esirleri” başlıklı beyanname hala cephede savaşamaya devam eden
askerlere de bir mesaj verme amacındadır:
“Kahire civarında üsera karargâhını ziyaret eden
bir kişi, kendini cennette zanneder. Esirlerin ikamet ettikleri yerler havadar,
geniş ve temiz barakalardır. Tahta karyolalar üzerinde kar gibi beyaz çarşaflar
vardır. Tahtakurusu, pire olmasın diye bütün tahtalar katranla badana edilmiştir.
Her esirin yatağının başında, çamaşırlarını saklamak için birer çanta vardır.
Ayak ucunda, her esirin kendi yemek kapları bulunmaktadır. Esirlerin elbiseleri
kışın yünden, yazın ise mavi ketenden yapılmış temiz elbiselerdir... Et, balık,
peynir, yağ, ekmek, yeşillik dağ gibi yığılmıştır. Doğrusu, bu bolluğuna hayran
kaldım. Esirlerin arasında seçilen aşçıların gözetiminde büyük kazanlarda
yemekler yapılmaktadır. Esir kelimesi söylendiğinde ve üzerinde düşünüldüğü
vakit, insanın ilk anda aklına gelen şey bir mahpustur, bir suçludur ve
cezasını çekmesi gereken bir kişidir. Fakat Kahire civarında İngiliz Esir
Karargâhını ziyaret eden bir kimse, bunun öyle olmadığını anlamakta fazla bir
güçlük çekmez. Bu esaret değil, adeta bir saadettir.” [241]
İtilaf Devletleri tarafından 16. ve 19. Fırka
Cephelerine atılmış iki parça kâğıt ve bir fotoğraf Şimal Grubu
Kumandanlığından Beşinci ordu Kumandanlığına 4 Ağustos 1915 tarihinde
gönderilmiştir. 8 Ekim günü Başkumandanlık Vekâletine ulaşan bu beyannamelerden
birisinde askerlere nasıl teslim olmaları gerektiği şu şekilde anlatılmaktadır:
“Birer birer en yakın taraftan sürünerek buraya
geliniz.
Nöbetçimiz sizlere buraya gel diyecek. Selamet ile
geliniz.”[242]
Cenup Grubunun sağ cenahında 1. Fırka Cephesi’nin muhtelif
iki noktasına Aralık 1915 tarihinde atılan bir beyannamede esirler teslim
oldukları takdirde kendilerine güzel yiyecekler ve kışlık giyecekler verileceği
söylenerek ikna edilmeye çalışılmıştır. Daha önce teslim olan esirlerin çok
memnun oldukları, teslim oldukları takdirde kendilerine hiçbir zarar
gelmeyeceği şu şekilde anlatılmıştır:
“Eğer bize teslim olur iseniz size çok güzel yemek
ve kışlık rubalar ve yorganlar vereceğiz.
Diğer gelen arkadaşlarınız çok memnun kaldılar iyi
bakılmaları için eğer her kimle bize gelmek yahut teslim olmak ister ise hiç
korkmasın onlara silah atmayacaktır. Bizim askerlerimize emir verilmiştir her
kimse gelir ise ona ateş yapmasınlar buyurunuz.” [243]
Uçaktan askerlerin teslim olması amacıyla atılan
beyannamelerde daha önce teslim olmuş askerlerin arkadaşını değişik sözler ile
ikna etmeye çalıştıkları görülmektedir. Sıhhiye Başçavuşu M.C. imzalı mektupta
esir düştükten sonra gördüğü iyi muamele anlatılmıştır. Teslim olduktan hemen
sonra kumandan tarafından çağrılarak sigara, çay gibi pek çok hediyeler
verdikleri, çok iyi davrandıkları ve garez beslemediklerini dile getirmiştir.
Osmanlı Devleti sadece Almanların kurbanı olmuştur. Tüm çektiği sıkıntılar bu
sebepledir. İngilizler her esire yeni kundura ve elbise vermiştir. Mektupta
esirlerin günlük olarak yedikleri yemeklerin listesi yazılmış ve Türk
askerlerinin bu yalanlara inanacakları düşünülmüştür. Burada Osmanlı Devleti
açısından düşünülmesi gereken en önemli sorun İngilizlerin Türk askerlerinin
perişan halini çok iyi bilmeleri ve bunun istihbaratı alabilmeleridir. Bu
istihbaratının büyük kısmını ise teslim olan Türk askerlerin vermiş olma
ihtimali büyüktür. Türk askerlerinin zayıf tarafını gören İngilizler
beyannameler ile askerlerin savaştan çekilmesini sağlamaya çalışmıştır. Bu
mektuplara birkaç örnek aşağıda verilmiştir:2057 [244]
“Silah Arkadaşlarıma,
Her nasılsa birkaç
gün evvel İngilizlere esir düştüm. Görmekte olduğumuz muamele-i nazikane bizim
orada zannettiğimizden bütün bütün aksine bulunmaktadır. Birkaç satırla bunu
sizlere bildirmeği vicdanen bir borç addederim. Vakta ki teslim olduğumda, beni
birkaç kumandan huzuruna çıkardılar. Her biri ayrı ayrı hediyelerle taltif
etti. Sigara paketlerini, çay, reçel vesaire takdim ettiler. Yolda zabitan ve
efrad beni bir kardeş gibi, samimiyetle selamladılar. Ve nasıl memnun
edeceklerini bile soruyorlardı. Nihayet İmroz Adası’na sevk olunduk. Burada,
bizden pek çok arkadaş var. Hepsine yeni çamaşır elbise ve kundura verilmiş.
Beşer beşer mahruti çadırlara taksim edilmişler. Yatmak için insan başına, üçer
battaniye tevzi edilmiştir. İngilizler, Osmanlılar hakkında hiçbir garez
beslemiyorlar. Yalnız, Almanların kurbanı olduğumuzu söylüyorlar. Miihimmat-i
harbiyyece fevkalade hazırlıkları vardır. Arkadaşlardan bazıları harbin hitamından
sonra esirlerin iadesinde cezaya uğramalarından korkuyorlardı. Bu hususu
İngilizler herhalde temin edeceklerdir, Bunun için katiyen endişe edilmesin.
Yevmi her nefere
verilen erzak listesidir:
Yiyecek |
Dirhem |
şeker |
|
çay |
20 |
pirinç |
75 |
et |
150 |
patates |
60 |
sebze |
75 |
Bir tane ekmek, iki günde bir kutu reçel vesaire.
Velhasıl bütün arkadaşlar burada rahat bir surette ömür geçirmekte ve sizlerin
dahi yakın vakitte kurtulmanızı temenni ile arz-i selam ederler.
Üsera-yı Osmaniyeden
Sıhhiye Ser Çavuşu
M.C.”
“Arkadaşlar!
Bir hayli müddetten
beri İngilizler elinde esir bulunuyoruz. Rahat ve saadetimizi size yazı ile
tarif edemeyiz. Fazla yemek, isteğimizden fazla tütün daima yanımızda
bulunuyor. Bu halinizi görüp, sizin çektiğiniz sefaleti düşünmemek kabil değil.
Esirlere hüsn-ı muamele ederler. Veyahut mezheplerine ilişiyorlar deyü söylenen
sözlerin hiç aslı ve esasi yok. Zira, bizim hayatımız emin olduğu gibi,
dinimize, mezhebimize ilişen yok. En büyükten, en küçüğe kadar herkes bizim ile
kardeş gibi muamele gibi ediyor. Harpten sonra da hakkımızda ceza tertip
ederler deyü, düşündüğümüz bile yok. Biz teftiş edip, anladık ki badel-harb
isteyenler vatana avdet edebilecekler, istemeyenler Mısır’da kalıp, İngiltere
Hükûmetinin muhafazası altında, yasayabilecekler. Doğrusunu söylemeli ise biz
annemizden yeni doğduk. İnsan gibi yasamaya yeni başladık. Erkek ve medeni bir
ordunun dostluğunu ilelebed kazandık.
Arkadaşlar! Biz daima sizi düşünüyoruz. Ve sizin dahi,
kün-evvel kurtulmanızı Cenab-ı Hak’tan temenni ediyoruz. Kim kurtulmak isterse
hiç beklemeyip bize gelsin. Beraber insan gibi yasayalım. Para kazanalım.
Kün-evvel evlerimize gidip, çoluk çocuklarımıza kavuşalım.”
“Türk Vatandaşlarına Hayırhahane Bir Davet
Arkadaşlar!
Esir düştüğüm günden
beri ve hususan bu soğuk günlerde ne kadar rahat ve asude bir ömür geçirdiğimi,
bir kardeş halinde size, bildirmeyi bir mukaddes vazife sayıyorum.
Kardeşler,
arkadaşlar, siperlerde bulunduğum günleri hatırladıkça, vücudum titriyor.
Siperlerde taamun azlığı, soğuğu ve mafevklerde silsile-i vahşiyane
muamelelerini hulasa, çekmekte olduğunuz enva-i teaddiyat ve sefaleti göz önüne
getirmedikçe, müteessir olmadan yapamıyorum. Adeta, kan ağlıyorum. Buraya gelir
gelmez bana derhal, sıcak çay, bol bol taam, tatlı ve sigaralar verildi.
Battaniyelerin yünden, elbiselerin ve ayakkabıların ise haddi ve hesabi yok.
Nihayet ömrümde emsalini görmediğim, rahatlığa burada nail oldum. Bir peder
kendi evladı için bundan fazla bir şey istemez ve yapamaz. Büyükten küçüğe
varıncaya kadar herkes bizimle kardeşçesine muamele ediyor. Din ve mezhebimize
ise her yolda ihtiram olunuyor. İngilizler bize düşman olmak söyle dursun,
hakikatte en ciddi dostlarımızmışlar. Heyhat ki o sadakati takdir edemeyen
kardeşlerimiz kalben temenni ettiğim bir şey varsa, o da sizin de benim gibi
temin-i rahat etmenizdir. O halde, bu hal-i sefaletinizden bir an evvel yakayı
kurtarmanın çaresine bakınız. Fırsat gayib etmeyerek, buraya geliniz! Bu büyük
ve insaniyet perver milletin kucağına atılınız! Sizi, Cenabı Hakk’a emanet
eder, selamet ve rahatınıza dua eylerim.23
24 Teşrinisani 1331 (7 Aralık 1915)
İmroz Adası’ndaki Üsera-yı Harpten
Vatandaş ve Silah Arkadaşınız.”
“Arkadaşlar!
Yakınlarda, ol taraftan buraya gelen arkadaşlarımızdan
anladığımıza göre bayrama kadar müsalaha akdedilecekmiş diye bir şayia çıkmış.
Bittabi bu haber üzerine çok sevinmişsiniz. Doğrusu biz de sevindik. Lakin
görüyorsunuz ya, ne sulh olduğu var ne bir şey. Hâlbuki bu tarafa gelseniz,
göreceksiniz ki asil sulh buradadır. Bayramda bize tatil verdikten maada koyun
da verecekler ve biz evimizdeymiş gibi kurban kesip keyif yapacağız.
Arkadaşlar, sizin halinize çok acıyoruz. Bir defa buraya gelseniz de bizim rahatımızı
görseniz çok memnun kalacaksınız. Ne kadar, çoğumuz bayramdan evvel buraya
geçip, bizimle beraber ıyd-i mübareki icra ederseniz biliniz ki bizim
sevincimiz o kadar mükemmel olur. Hiç değil, yediğimiz canımıza siner. Beraber
bayramlaşır, Cenab-ı Hakk’a bugün için şükürler ve bir gün evvel bizleri
ailelerimize kavuşturması için niyaz-i ker arz ederiz.
Tekrar diyorum durmayın bize gelin.
Osmanlı Üseradan Biri
3 Teşrinievvel 331 (16 Ekim 1915)” [245]
Siperlere atılan fotoğraflarda ise subayların yatak odası
gösterilmiştir. Subaylara günlük 4 şilin verildiği fotoğrafın altına yazılarak
subayların da teslim olmaları amaçlanmıştır. Fotoğrafın altında yazdığına göre
subayların her birine hizmet için özel hizmetçi de tahsis edilmiştir. Müslüman
esirler özel olarak yapılan ibadethanelerde namazlarını istedikleri gibi
kılabilmektedir. Bir başka fotoğrafta ise esirlerden bir kısmına Hükûmet
tarafından tütün ve sigara verilirken gösterilmiştir. Esirler koğuşta
eğlenceler düzenleyerek iskambil oynamakta ve sabah kahvaltısı yapmaktadırlar.
Esirlere verilen ekmekler kampta yapılmakta ve taze taze verilmektedir.
Esirlerin büyük koğuşta doktorlar tarafından muayene edildiği ve ellerinde
gazeteler okudukları fotoğraflanan diğer konulardandır. Bu şekilde esirlere her
gün gazetelerin geldiği söylenmeye çalışılmıştır. Esirlerin kaldığı üst kısımda
ise bazı esirler dama oynamakta bazıları ise sigara içmektedir. Son bir
fotoğrafta ise esirlerin çaldığı sazların Mısır’da bulunan dostları tarafından
hediye edildiği gösterilmeye çalışılmıştır.[246]
Ekim 1917’de İtilaf Devletleri uçakları tarafından
cephede savaşmakta olan askerlere isim verilmeden “Silah Arkadaşlarınızdan
Bir Türk” denilerek yazılmış bir mektup atılmıştır. Mektup diğer tüm
uçaklardan atılanlara benzer bir şekilde başlamakta ve askerlerin cephede,
ailelerinin ise köylerinde aç ve perişan bir şekilde olduklarından
bahsetmektedir. İstanbul’da her gün 250 kişini açlıktan öldüğü söylenerek
Osmanlı Devleti’nin ekonomisin çok kötü olduğundan, sanayileşme ve medenileşme
açısından daha düne kadar kendi tebaası olan devletlerin gerisinde kaldığından
söz edilmektedir. Osmanlı Devleti’nin bu durumdan kurtulması ve ekonomik olarak
düzlüğe çıkması için askerlerin savaşı bırakarak teslim olması gerekmektedir.
Beyannamelerde padişaha ve hanedana asla olumsuz bir söz söylenmemekte, savaşın
tüm sorumluğu İttihatçılara ve İttihatçıların ülkenin başına bela ettikleri
Almanlara yüklenmektedir. İttihatçılar ve Almanlar ülke yönetiminden el
çekerlerse ülkeyi tekrar padişah yönetecek, insanlar aradıkları huzura
kavuşacak ve ülkede ekonominin gelişmesi için üretim başlayacaktır.
Beyannamelerdeki en önemli konu ise Türk kadının Türk tarihinde belki de ilk
defa açlık ve sefalet yüzünden fuhşa yönelmek zorunda kalmasıdır. Türk
kadınları İstanbul’da Almanlar ile evlenmek zorunda kalmakta ve hatta daha
kötüsü fuhuş yaparak Alman erkeklerine hizmet etmektedir. Açlık ve sefalet
yüzünden Türk kadınını bu duruma düşüren ülkeyi yöneten İttihatçılardır.
Beyannameler incelendiğinde sıradan herhangi bir askerin bilmeyeceği ve
yazamayacağı kadar detaylı bilgiler verdiği, düzgün bir dille yazıldığı
anlaşılmaktadır. Kesin olan bir şey vardır ki İngiliz yetkililer Osmanlı
Devleti’nin içinde bulunduğu ekonomik krizi çok iyi bilmekte, bu durumu
kullanarak profesyonelce mektuplar yazmakta ve bir Osmanlı esir askerden
diyerek uçaklardan cephelere atmaktadır. Önemine binaen mektubun orijinali
aşağıda verilmiştir: “Askerler!
İşte üç seneden beri aç bi-ilaç felaketten felakete
koşuyorsunuz. Köyünüzde ot ocak, kap kaçak namına Hükûmet bir şey bırakmadı.
Evlâd-ı iyâliniz sefil, evleriniz harâb oldu. Dolaşmadığınız neresi kaldı?
Hangi hududu görmediniz? Hanginizin vücudunda bir süngü veya kurşun yarası yok?
Allah’ın rahmet görmeyen bu çöllerinde katlandığınız mahrumiyetler, yurtlarınızda
açlıktan ölmeye mahkûm olan yavrularınız, hülâsa sayılmakla bitmeyen bu mesâibi
kimin için ihtiyar ediyorsunuz, bari bilseniz! Bari bilseniz diyorum, çünkü
bilmiyorsunuz. Zavallı kardaşlarım! Ben de yıllarca müddet, yalnız kalbimde
Türklük kaygısı olarak sizinle yan yana dövüştüm, Kafkasya’dan tutunuz da
Romanya’ya kadar yalın ayak o kanlı izlerin arkasından koştum. Fakat, artık
manası olmayan insanlığa yakışmayan bu haksız münazaadan bıktım. Kanımızı
emmekten başka bir şey yapmayan Almanlığın kurbanı olmaktan usandım ve şimdi
köyümden uzak, bu garib yerlerde sizi ve sizinle beraber harâb olup giden
vatanı düşünüp ağlıyorum.
Artık ne zamana kadar bu namussuz, satılmış Hükûmetin
esiri olup kalacaksınız? Mutlaka bize insanlığımızı başkaları mı tanıtmalı?
Mutlaka bize hürriyetimizi hariçten mi gelip vermeli? Biraz insaf ile muhakeme
ediniz! Meşrutiyet ilân edileliden beri Hükûmet ne yaptı? Sırf sersemliği
yüzünden şimdiki ile beraber bilmem kaçıncı defa olarak ilân ettiği
muharebelerden bahsetmek istemiyorum. Yine sırf idaresizliği, zulüm ve i‘tisâfı
yüzünden vukua gelen dâhilî ihtilâl vesaireyi de isterseniz unutalım. Fakat
Allah için olsun söyleyiniz köyünüzde bir yolunuz mu var? Mektepler mi açıldı?
Tarlalarınızı daha iyi sürmek, koyunlarınızı daha ziyade çoğaltmak, hülâsa
asırlardan beri çektiğin sefaleti azaltmak için size doğru yollar mı
gösterildi? Memlekette ümran ve terakki namına darağaçlarından, maktullerden,
menfalardan (sürgün yeri), zindanlardan başka ne var? Devr-i Hamidi’den lanetle
bahseden İttihatçılar, her halde itiraf edelim, o günlere geniş geniş rahmet
okuttular. Şu dakika memleket baştan başa taş taş üstünde kalmamış bir
harâbezâra döndü. Yazık değil mi?
Biliyor musunuz ki dün tebaamız bugün müttefikimiz
olan Bulgarların beş tane şeker fabrikaları var. Memleketimizde pancar mı
yetişmez? Kafkasya’nın karları içinde donan kalbinizi biraz ısıtacak bir bardak
çay için Almanlara avuç açıyoruz. Sırtınıza, ayağınıza, başınıza giydiğiniz o
paçavralar için Almanya’ya harb borcumuz iki yüz elli milyon lirayı buldu. Daha
şimdiden Hükûmet borcuna karşılık maden imtiyazları veriyor. Bu gidişle bütün
Anadolu Almanların eline geçecek altın karşılığı olmayan kâğıt paraların vadesi
hitama erince iflâs edeceğiz. Günde üç yüz dirhem ekmekle ordunun açlıktan
nefesi kokarken Hükûmet Almanya’yı doyurmak için vagon vagon buğday, zeytin
yağı gönderiyor. Bugün her nazırımızın hiç olmazsa birkaç yüz bin lira serveti
var. Kimi yağ, kimi un, şeker ticareti yaparak, kimi altınla on iki kuruşa
yüzlük banknot toplayarak kasasını dolduruyor. Bir taraftan Almanlar, diğer
taraftan İttihatçılar memleketi soyup bitiriyorlar.
İstanbul’da açlıktan ölenlerin günde 250 kişi olduğunu
bilmiyor musunuz? Bilmiyor musunuz ki sefalet yüzünden namusuyla şöhret bulan
Türk kadınları Alman gemicileri, zabitleri ile görüşmeye kadar tenezzül
ediyorlar! Benimle beraber bir çoğunuz İstanbul’da iken pekala gördünüz ve
işittiniz. Bugün payitahtta İslam hanımları Almanlarla alenen evleniyorlar.
Güya İslamiyet’i müdafaa için harp ederken her şeyden mukaddes olan ırzımızı
herkesten evvel dostlarımız pây-mâl ediyorlar. Bugün memlekette belki yüz bin
asker kaçağı var. Hanginizin meçhulüdür ki bunların kimisine bir lira
mukabilinde Alman şimendifer memûrîni sahte müteahhit vesikaları veriyorlar,
kimisine de birkaç kuruşa merkez kumandanları, jandarma zabit ve efradı, ahz-ı
asker heyetleri, hatta köy imam ve muhtarları göz yumuyorlar. Buna harb-i
mukaddes değil, harb-i ticaret derler. Irak’a gelirken yolda tesadüf etmediniz
mi? Nakliyat otomobillerindeki Almanlar tutturabildikleri fiyatla müşteri
taşıyorlar. Hatta biraz safdiline rast gelirse zabitanı bile ücretle
naklediyorlar. Hangi birini sayayım? Benim kadar belki benden de iyi bu
rezaletleri biliyorsunuz. Bütün Almanlar altın akçe aldıkları maaşlarıyla on
kuruşa yüzlük banknot toplayıp sonra aynı parayı istikrâznâmı altında bize yüze
ciro ediyorlar. Artık soyulmanın bu kadarı günah olmakla beraber ayıptır. Siz
canınız dişinizde, köyünüzde aileleriniz perişan, aç susuz harb ederken öbür
tarafta âlem ticaretiyle hırsızlığıyla meşgul!
Harbin bidayetinden beri, Romanya’ya, Makedonya’ya,
Galiçya’ya, İtalya’ya, hülâsa çârâktâr-ı âleme ordular gönderdik, evimizdeki
buğdaya varıncaya kadar dostlarımıza verdik. Başımız sıkılınca iki çürük gemi,
sekiz top, küfe küfe kağıttan başka ne aldık? Hani ya yüz bin kişilik
ordularıyla imdadımıza koşacak Almanlar!
Biz düşmanı yanlış yerde arıyoruz. Asıl düşman, hem
düşmanın en korkulusu, başımıza türlü türlü vaatlerle, Allah’ın belası gibi
musallat olan Almanlar, sonra onlara adeta uşaklık eden ittihatçılardır.
Görmüyor musunuz ki bütün dünya Almanlara karşı harp ediyor. Cihad-ı Ekber ilân
etmişken âlem-i İslâmînin kılı yerinden oynamadıktan başka, hariçteki
dindaşlarımızın mazhar-ı takbîhi bile olduk. Misal mi istiyorsunuz? İşte
Şerif-i Mekke! Hükûmetin hukuk-ı İslamiyet’i muhafaza şöyle dursun, bilakis onu
berbat ettiğine en büyük şahit evlâd-ı Rasulullah’dan olan mûmâileyh
hazretlerinin İngilizlerle ittifakı ve İttihatçılara alenen ilân-ı husumetidir.
Her taraf öyle. Hint ve Afgan’dan tutunuz ta Cezayir, Fas’a kadar tek bir İslam
Hükûmet-i hâzıreyitasvîb etmiyor. Almanlara memleketi verdikse dinimizi de mi
bahşedeceğiz?
Zararın neresinden dönülse kârdır. Milletlerin
istiklâliyeti için harb eden devletler elbette Türklerin esaretini istemezler.
İnsaniyetin düşmanı olan, yirminci asırda hak ve adâlet yerine zorbalıkla
Hükûmet etmek isteyen Almanlığa ve onun istibdadına karşı harb eden beşeriyetin
nazarında biz Türkler Alman hırs-ı şânının kurbanları diye tanılıyoruz. Henüz
elinizde silahlarınız var iken insanlığınızı, esir olmadığınızı kendi kendinize
ilân ve isbât ediniz. Memleketinizi istilâ eden bu haris aç göz ecnebiyi
aranızdan defediniz. Kendinize rahminiz yoksa bari köylerinizde açlıktan ölen
evlatlarınıza, sefaletten namusunu satan kadınlarınıza acıyınız askerler.” [247]
Gelibolu üzerinde uçaklar tarafından askerlerin
bulunduğu cephelere atılan beyannameler İstanbul basının gündemine de gelmiş ve
bazıları o dönem basında yayınlanmıştır. Bu beyannamelerde esirleri teslim
olmaya teşvik eden şu cümleler yer almaktadır:
“Türk Kardeşlerimiz! İngilizlerin aldıkları üseraya
su-i muamele ettikleri ve hatta kestikleri hakkında işaa edilen rivayetler
kezb-i mahzdır. Şu yalanların tekzibine en iyi delil Mısır darül harbinde alınan
üsera-yı Osmaniyenin bugünkü halidir. Esir düştükleri zamanda aç, çıplak ve
perişan olan asakir-i Osmaniye İngiltere Hükûmeti tarafından fevkalade bakılıp
her türlü esbab-ı ıstırahatleri temin olunduğuna ve din icabatına riayet
adildiğine üsera-yı mezkure bugün beyan-ı memnuniyet eylemektedir. Binaenaleyh
mezkur yalanlara kulak vermeyip de esir düşmüş olan arkadaşlarınızın refah
hallerine iştirak etmeye siz de şitaban olunuz.”[248]
Çanakkale Grup Kumandanlığından Beşinci Ordu
Kumandanlığına Ocak 1918’de gönderilen yazıda İtilaf Devletleri uçakları
tarafından atılıp grupça toplatılan muhtelif beyannamelerden ve Osmanlı
esirlerine iyi muamele yaptıklarını gösterir muhtelif fotoğraflardan
bahsedilmektedir. Sahra Muhtarı Ahmed Safi Efendi tarafından toplanılarak
Jandarma Kumandanlığına teslim edilen beyannameler arasında Arap kökenli
askerler de düşünülmüş ve Arapça beyannameler de atılmıştır. 47. ve 19. Alaydan
Abdülkadir İbni Talib ve İbrahim Mustafa’nın söyledikleri iddia edilen ve
uçaktan atılan beyanları Osmanlı askerleri içindeki Arap kökenli Osmanlı
askerleri düşünülerek Arapça olarak yazılmıştır. Makriköy Kazası
Kaymakamlığından gönderilmiş olan bu beyannameler 7 adet küçük, on altı adet
çift, bir adet tek sayfalı normal ve üç adet büyük kıtadan oluşmakta olup Tanin
gazetesinde de yayınlanmıştır. Çanakkale bölgesine İngiliz uçakları tarafından
atılan bu beyannameler dış sayfaları Tanin gazetesinin tamamıyla aynı, iç iki
sayfası ise Osmanlı subay ve askerlerini teslim olmaya çağıran Osmanlı
subaylarına açık mektup başlıklı bir takım saçmalık ve hezeyan içeren
yazılardan ibarettir. Atılan beyannamelerin genel olarak başlıkları “Osmanlı
Askerleri İngiliz Üsera Karargahlarında” şeklindedir. Bu beyannamelerden
birkaçına örnek aşağıdaki gibidir:
“Alay 48. Lehü’l-hamd
fevkalâde sıhhatteyim katiyen hiçbir gûnâ bir cihetçe müşkilatımız olmadığı
gibi hiçbir gûnâ merak edilecek bir şeyimiz yoktur efendim. Mehmed İlyas.
Alay 55. Rahatta olduğum gibi hiçbir sıkıntım yoktur
elhamdülillâh yiyip içip yatmaktayım efendim. Hamdi Osman.
Alay 55. Yiyip içmekten başka bir şeyimiz olmadığı
gibi çok rahattayım efendim. Halil İbrahim Cafer.
Alay 55. Cenâb-ı Hakka yüzbinler ile şükür bize
bakıldığı gibi hiçbir kimseye bakılmıyor işimiz yiyip içip yatmaktır efendim.
Mustafa Hacı Kadir
Alay 161. Hiçbir gûnâ düşüncem olmadığı gibi rahatım
efendim. Sadık Ali.
Alay 161. Rahat ve sıhhatim fevkalade olmakla katiyen
hiçbir cihetçe bir sıkıntımız olmadığı beyan ederim efendim. Şaban Şakir.
Alay 161. Rahatım iyidir efendim. AhmedMehmed.
Alay 161. Rahat ve iyiyim efendim. Mehmed Zakir.
Alay 161. Fevkalade rahat ve sıhhatim dolayısıyla
kendi evim gibi serbest ve hiçbir cihetçe sıkıntımız olmadığı gibi fevkalade
imrâr-ı hayat eylemekteyim efendim. Receb Ahmed.
Alay 163. Öteden beri işimiz yiyip içip oturmak olduğu
beyan ederim efendim. Salih Hasan.
Alay 163. Rahat olduğum gibi yiyip içip yatmaktan
ibarettir işimiz efendim. Nuri İsmail.
Alay 163. İyiyim ve rahatım başka hiçbir kederim
olmadığı beyan ederim. Selim Mustafa.
Alay 163. Rahatım ve iyiyim. İzzet Sadık.
Alay 162. Yiyip içip yatmaktan başka hiçbir şeyimiz
yoktur rahat
ve sıhhatteyim efendim. Mehmed Haydar.
Alay 162. Yiyip içip yatıyoruz efendim. Musa Ali.
Alay 162. Rahat olduğum gibi anam gibi bana bakıyorlar
efendim. Abdürrahman Süleyman.
Alay 162. Fevkalade iyiyim ve rahatım çok güzel
bakıyorlar.
Habib Receb.
Alay 162. Yiyip içip oturuyorum efendim. Mehmed Osman.
Alay 162. Sıhhatim ber-kemâl ve rahat olduğum gibi
hiçbir gûnâ müşkilatımız yoktur efendim. İskender Receb.
Alay 162. Rahatım pek iyi bakıyorlar efendim. Salih
Mustafa.”
2063
Beyannameler içindeki belki de en önemli olanlar
İngilizlere iltica eden askerler tarafından Türk esirlere yazılan ve kendileri
gibi İngilizlere savaşmadan silah bırakarak teslim olunması gerektiği tavsiye
eden mektuplardır. İngilizler hazırladıkları bu beyannamelerde Türkleri en can
alıcı noktasından vurmaya çalışmıştır. İngilizler kesinlikle bilmektedir ki
Türk askerleri anne babalarını, eşlerini ve çocuklarını aç ve perişan bir
şekilde memleketlerinde bırakmıştır. Üstelik kendilerine de askerde yeterli
yemek verilmemekte ve aç bir şekilde savaştırılmaktadır. Hal böyle iken
beyannamelerde teslim oldukları takdirde karınlarının doyacağı ve rahat bir
hayat sürecekleri iddia edilmiştir. Beyannamelerde dikkat çekilen bir başka
konu da Almanların Türklerin dostu değil düşmanı olduklarıdır. Osmanlı
Devleti’nin gerçek dostu İngilizlerdir ve bunu Kırım ve 93 Harbi’nde
göstermiştir. Ruslar Ayastefanos’a kadar geldiklerinde Türklere yardım eden
Almanlar değil İngilizler olmuştur. Beyannamenin tam metni ise şöyledir:
“Türk asker arkadaşlarıma
Kardeşlerim firar
ederek iltica ettim beni ve arkadaşlarımı aguşuna alarak hüsn-i suretle
muamelesini gördüm çölde kum deryalarında mahvolmaktasınız. Sevgili arkadaşlarım
at konservesi ve kanlı kutusu ve peksimet için İngiliz siperlerine feda-yı can
edip gönüllü olarak keşif kola gidiyorsunuz. İngilizlere iltica ediniz yemin
ederim ki iltihak eden asker ve zabitan için yok yoktur İngiliz’de her bir şey
ziyadesiyle mevcuttur. Tayyare vâsıtasıyla attığı beyannameyi mütalaa ediniz
güzel muamelesini gördüm seferberlikten beri Türkiye’de yani memleketlerinizde
olan zulmü gördünüz elinizdeki mevcut mâl ve zahirelerinizi bile cebrî surette
alıp ailelerinizi aç ve bi-ilaç olarak sokaklar ortasında perişan bir halde
süründüğünü gözünüzle gördünüz. Tabii bilemem bu kadar birçok memleketlerinizde
açlıktan ölen pek çoktur. Bundan haberiniz vardır ve arkadaşlarınızdan görünen
de pek çoktur. İş üstündeki bu Alman Türk için harp etmiyor. Alman kendi
menfaati içindir. Türklerin terakkisi ve tealisi için değil tedennîsi içindir
bu. Alman sizin memleketinizde bulunduğu müddetçe harb edip hiçbir zaman
muvaffakiyet elde edemezsiniz ve sulhu dahi göremezsiniz bu ana kadar en güzel
ve büyük memleketlerinizi gâib ettiniz arkadaşlarım serserilik lazım değil
gözünüzü açın aklınızı başınıza alınız bir an evvel İngiliz tarafına geliniz
hayat her şeyden evveldir bunu tasdik edersiniz. Hayat olmayacak olursa bir şey
yapılamaz yetmiş seksen seneden beri Türkiye’yi muhafaza eden kim idi. Kırım ve
Rusya muharebesinde Ruslar
2063 Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK.,
3471/150.
İstanbul’daki Ayastefanos’a kadar gelmiştir. Yakın
zamanlarda Balkan Muharebesi’nde Türk’ün hukukunu muhafaza eden kim idi. Bu meseleler
inkâr olunur mu katiyen inkâr edemezsiniz. Bunlar güneş gibi meydandadır.
İngiliz’in Türklere karşı büyük yardımı olmuştur. İngiliz Türk’ün baba
dostudur. Türkleri daima müdafaa eder, müdafaa etmektedir. Sülale-i
Peygamberiden Mekke Emiri Şerif Hazretleri İslam’ı müdafaa için Medine’de harb
ediyor. Medine-i muhâsırda Mısır’da on üç milyon İslam mevcuttur yalnız
Türkiye’de İslam değil Mısır’da İslamiyet bâkîdir. Veliaht Yusuf İzzeddin
Efendi Hazretlerini Edirne’de katlederek İstanbul’a cesedi nakl ile kendi
kendini intihar etmiş diye söylediler katiyen kendi intihar etmemiştir. Bu
sözlerim düşman nasihati değil bir dost nasihati olduğunu her ferd bilmelidir.
Vakit gâib etmeden İngiliz tarafına iltica ediniz arkadaşlar.
İngiliz tarafına iltica eden arkadaşlarınızdan (imza) 9
Temmuz 1333 (1917).” [249]
İngilizlerin uçaklardan attıkları beyannamelere
hatıratlarda da geniş yer verilmiştir. Hatta hatıratı yazanlar İngilizlerin
neyi amaçladığını ve bu beyannameleri okuyan esirlerin ne durumda olduklarını
da açıklamıştır. Mesela İbrahim Sorguç, 1918 yılında İngilizlere teslim olmadan
önce Filistin Cephesi’nin durumunu anlatırken asker mevcudunun ölü, yaralı,
esir düşme ve en son olarak da firarlar ile çok azaldığından bahsetmektedir.
Her bölükte hemen hemen yüzer kişilik azalmalar görülmüştür. Filistin
Cephesi’nde disiplin bir türlü sağlanamamıştı. İlk zamanlar verilen gıdalar
yeterli iken bir müddet sonra azalmış ve bozulmuştur. İbrahim Sorguç’un
anlattıklarına göre birliklerinin silahları olmasına rağmen yiyecekleri hiç
kalmamıştır. Ekmek yok denecek kadar azdır ve askerler aç durumdadır. Giyecek
elbisesi olmayan askerler İngiliz ölülerinin üzerindekilerden aldıklarını
giymektedirler. İngilizler bütün bunları bildikleri için uçaklardan attıkları
beyannamelerde Türk askerleri ile alay etmektedir. Türk askerleri önüne konmuş
etli pilavı kaşıklarken fotoğrafları çekilmiş ve küçük düşürülmeye
çalışılmıştır. Cephelere atılan esir olmuş Türk askerlerin fotoğrafların altına
cephedeki askerlere ne için harp ettiklerini yazılmış ve Türk askerlerinin
moralleri bozulmaya çalışılmıştır.[250]
Kudüs’te İngilizlerin muharebe boyunca cephelerin
siperlerine sürekli olarak beyanname ve fotoğraf atarak Türk askerlerinin
morallerini bozmaya çalıştığı ve psikolojik harp yürüttüğü hatıratlarda da dile
getirilmiştir. Cephelere attıkları fotoğraflarda Türk esirlerinin yemeklerini
iştahla yedikleri tasvir edilmiştir. İngilizler bu yolla aç ve susuz savaşan
Türk askerlerini teslim olmaya teşvik etmiş, esir kamplarını her türlü konforu
olan bir misafirhane gibi göstermişlerdir. Beyannameler “Türk askeri niçin
harp ediyorsun? Silahını bırak.” diye bitirilmiştir. Bu cephede sürekli
kayıp, şehit ve esirlerle piyade sayısı düşmüştür.[251]
Cephede İngiliz uçaklarından atılan beyannameleri
eline geçiren askerlerin yazıyı okutabilmek için okuryazar birini bulana kadar
haftalarca üzerinde taşıdığı hatıratlardan öğrenilen bir başka konudur.
Resimlerin birinde esirler yemeklerle donatılmış masaların etrafına oturtulmuş,
kaşıklar ellerinde yemeğe hazır vaziyette iken fotoğrafları çekilmiştir.
Fotoğrafın altında “İşte, biz sizin esirlerinizi bile bu şekilde besliyoruz.
Sizlere her zaman iyi muamele yapıyoruz. Hâlbuki sizler kendi vatanınızda dahi
ot çorbası ile besleniyorsunuz.” şeklinde yazılarla askerleri esarete davet
etmişlerdir. Bu fotoğrafların birinde daha önce şehit olduğunu sandıkları Salih
adında bir arkadaşlarını da teşhis etmişlerdi. Kısa süre sonra kendileri de
esir olan askerler o arkadaşları ile Kuveysna karargâhında karşılaşmıştır. Bu
fotoğrafın nasıl çekildiği kendisine sorulduğunda gördükleri ile alakalı
olmayan bir cevap ile karşılaşılmıştır. Esirler yemekle donatılmış masanın
etrafına oturtulmuş, ellerine birer kaşık verilmiş ve emir verilmeden yemeğe
başlamamaları gerekliği söylenmiştir. Fotoğraf çekmek için gelen kişi sağa ve
sola baktırarak fotoğraflarını çekmiş, yemekten tek bir kaşık bile almadan
sofradan kaldırılmışlardır. Bu fotoğraflara bakarak Türk askerlerinden
İngilizlere teslim olan kişiler çıkmaktaydı. Bunun zıddı da oluyordu. Cephede
ezan sesini duyan Hintli Müslüman askerlerden Türk tarafına geçip İngilizlere
karşı silah çekenlere de rastlanmıştır. Bu arada fotoğraflarda Türk askerlerin
ot çorbası yediği ise gerçeği yansıtmaktaydı. Sabit keşif koluna ekmek ve ot
çorbası götüren bölük emin yardımcısı yolda yakalanmış ve yemek bakracı da
düşman eline geçmişti. İngilizler bu yemek bakracını kendi askerlerine ile daha
önce esir alınan askerlere göstermişler ve yemeğin ot çorbası olduğunu
anlamışlardır. Bu olayı da daha sonradan Türklerin eline geçen İngiliz esirleri
anlatmıştı. Cephede ara sıra yemek yetişmediği zaman her asker kendi bölgesinde
yenilen otları toplayıp çorba yapmaktaydı. Bu ot toplama bir ara sürekli hale
de gelmişti. Toplanan otlara bir soğan ve 100 gram peynir karıştırarak çorba
yapılmaktaydı. Ot arasına taze papatya karıştığı da olmuş ve bunu yiyen
cephedeki tüm askerlerin karnı ağrımaya başlamış ve gözlerini hastanede
açmışlardır.2066 [252]
İngilizler uçaklardan sadece esir Osmanlı askerlerinin
söyledikleri iddia edilen beyannameler ile fotoğraflar atmamış, aynı zamanda
bazı beyannamelerde ay ay savaşın gidişatı hakkında bilgi vermiştir. Doğal
olarak beyannamelerde İtilaf Devletlerinin üstünlüğünden bahsederek Almanların
her an savaşı kaybedeceği dile getirilmiştir.[253]
Osmanlı birliklerinin cephedeki durumunu anlatan bir
başka beyannamede İngilizlerin Filistin Cephesi’nde El-Ariş taarruzundan sonra
4.500’den fazla Osmanlı esiri aldıkları yazılmıştır. Gazze Muharebelerinde
Türklerin büyük zayiat verdiği, 53.
Kolordu Komutanı Musa Kazım Bey’in esir alındığı ve
İngilizlerin Filistin’de bir Türk ordusunu kadar esir elde ettikleri
beyannamelerde anlatılan diğer abartılı başarılardır. Ayrıca Bağdat ve
Samarra’nın ele geçirilmesi sırasında 12.140 esir ele geçirdiklerinden bahsetmektedirler.
Sadece Mayıs ayı içerisinde 3.128 esir alındığını duyurmuşlardır. 12 Haziran
1918 tarihli bir başka beyanname, Almanların İtilaf Devleti birlikleri
karşısında başarısız olduklarından ve bu sebeple İtilaf Devletlerine karşı
Berlin’i savunmak için tedbirler düşündüklerinden bahsetmektedir. 1918 başında
İtilaf Devletleri Alman, Avusturyalı ve Osmanlı askerlerinden 100.000’den fazla
esir almıştır. Ölü ve yaralı sayısı ise 500.000’i bulmuştur.[254]
Başkumandanlık Erkân-ı Harbiye Başkanlığına 7 Ekim
1918 tarihinde üç düşman uçağı tarafından Akbaş civarına atılan beyannamelerden
birer örnek sunulmuştur. Bu beyannamelerle de İngilizler, Osmanlı Ordusunun
cephelerdeki durumunu bizzat cephede çarpışan esirlere göstermek istemiştir.
Filistin Cephesi’nde o ana kadar 60.000 esir alındığı, İngiliz ordusunun Şam’a
varmak için birkaç kilometre mesafesi kaldığı ve hatta esirler bu beyannameyi
okudukları zaman Şam düşmüş olacağı zikredilmiştir. Makedonya Cephesi’nde
Bulgarlar teslim olduklarından aç ahalinin günlük ihtiyaçlarının temin edildiği
anlatılmıştır. Fransız savaş bölgesinde Almanlar her noktada def edilmiş ve
İngiliz birlikleri Almanlardan 27 Eylül’den 30 Eylül’e kadar 25.000 esir
almıştır. İngiliz, Fransız, Amerikan orduları sadece Eylül ayı içinde 60.000’den
fazla esir, 500 top ele geçirmiştir. Beyannamede İtilaf Devletlerinin 1918 yılı
boyunca verdikleri kayıplardan da söz edilmiştir. 15 Temmuz’dan Ekim ayına
kadar ele geçirdikleri esir sayısı 220.000, top sayısı ise yaklaşık 3.000
olmuştur. Son olarak beyannamelerde Almanların savaşta harap olduğu söylenerek
bu felaketten kurtulmak isteyen esirlere sulhun gerçekleşebilmesi için teslim
olmaları öğütlenmiştir.[255]
İngilizlerin uçaklardan attıkları propaganda
beyannamelerinde Avusturya- Macaristan İmparatorluğu’nun yenilgileri de
anlatılmıştır. Bu başarı özellikle İtalya’nın İtilaf devletleri bloğunda savaşa
katılmasıyla birlikte olmuştur. 1916 yılına kadar, İtalyanların
Avusturyalılardan almış oldukları esir sayısı 23.700 kadar olup bunların
604’ünü subaylar oluşturmaktadır. Bunun yanı sıra 13 adet büyük çaplı top, 23
adet küçük çaplı top ve 148 adet mitralyöz geçirildiği bildirilmiştir.[256]
Özelde Osmanlı birliklerinin genelde İttifak
güçlerinin durumunun cephelerde nasıl olduğunu anlatan çok sayıda beyanname
bugün arşivlerde bulunmaktadır. Bunlardan birisi Osmanlı Devleti’nin Kanal
Cephesi’nde nasıl zor durumda olduğunu ortaya koymaktadır. Pek çok beyannameden
sadece birisi olan bu belge durumu anlatmak açısından yeterlidir. Bu belgeye
göre Türkler Mısır’ın doğu Cephesi’nde, izzet ve vakarlarını tatmin için
taarruzda bulunmuşlar, bu amaçla 18.000 kişiden oluşan Türk askerleri
El-Ariş’den, İngilizlerin müdafaa hatlarının bulunduğu Romani mevkiine kadar
çölde ilerlemiş ve burada İngilizlerle karşılaşmıştır. 4.000’den fazla asker,
sağ ve sağlam olmak üzere İngilizlerin eline esir düşmüştür. 9.000 kadar asker
kaybeden Türk kuvveti 4-8 Ağustos 1916 arasında devam eden çatışmalarda büyük
bir yenilgiye uğramıştır. İngilizler, Türk askerlerini Bi-Abd’a kadar takip etmiş,
kısa süre içinde Tur-u Sina’yı geçerek 19 Aralık’ta El- Ariş’i ele geçirmiştir.
İngilizler daha da ilerleyerek Mağzaba’da bir Türk kuvvetine saldırarak ağır
kayıplar vermiş ve 1.600 kadar esir almıştır. Taarruzlara devam edilerek
Refah’deki Türk muhafaza kıtaatına aynı suretle hücum edilmiş ve çok sayıda
asker esir alınarak gerisini de yok edilmiştir. Bu suretle Tur-u Sina geri
alınmıştır. Bir-i Hasen ile Neci mevkilerinde bulunan Türk Postaları da
İngilizler tarafından esir edilmiştir. İngilizler sınırı aşarak Filistin
kıtasına dâhil olmak üzeredirler. Birü’s-Sebi’nin batısında Veli Şeyh Neveran
civarında 50 kadar mevziiyi sağlamlaştırarak taarruzlara karşı koymaya çalışan
Türk kuvvetlerinin moralleri bozulmuş ve İngilizlerin taarruzuna karşı müdafaaya
cesaret edemeyerek geriye yani Birü’s-Sebi’nin kuzeyine ve Kudüs istikametine
geri çekilmiştir. İngiliz uçakları Türklerin yöneldikleri istikametleri
gözetleyerek yerlerini bulmaya çalışmakta ve gece gündüz tren merkezlerine,
katarlara ve ordugahlara bombalar yağdırmakta ve ağır zayiatla Türker’in zaten
kaybetmiş oldukları morallerini biraz daha bozmaktadırlar. Daha doğuda Irak’ta,
İngiliz kuvvetleri bir müddet sükûnet ve aramadan sonra tekrar taarruza
geçmiştir. Nisan ayında, Kut’ül-Amare kasabasında 2070 bir İngiliz
kuvveti sayı olarak daha üstün Türk kıtaatı tarafından bir müddet kuşatılmış
fakat sonrasında teslime mecbur kalmıştır. Şubat sonunda Kut’ül-Amare büyük
saldırı ile ele geri alınmış ve bu muharebede 50.000 kişilik Türk Birliği ağır
kayıplar vermiştir. Binlercesi öldürülmüş, 7.000’den fazlası esir edilmiş,
gerisi de 130 km geriye düzensiz bir şekilde çekilmiştir. Sayıları 50.000’i
bulan bu kaçaklar Bağdat’a kadar takip edilmiş ve 11 Mart 1917 günü İngiliz
ordusu Arap ileri gelenlerle birlikte herhangi bir mukavemet görmeden şehri
teslim almıştır. Büyük bir bozguna uğrayan Türk kuvvetleri çok uzaklarda
Bağdat’ın kuzeyinde de tutunamayarak Musul’a doğru takip edilmiştir.2071 [257]
Propaganda beyannamelerini ülkenin değişik yerlerine dağıtan uçakların düştüğü
de olmuştur. Mesela Midilli yakınlarında propaganda kağıtları dağıtan bir
uçağın düşmesi üzerine Osmanlı Hükûmeti bir açıklama yapmıştır. İngiliz Hava
Kuvvetlerinin Türk bölgesine uçuş yapmaya ve propaganda beyannameleri dağıtmaya
devam ettikleri takdirde Türk ellere düşen her İngiliz havacısı, askeri onura
saygısızlıktan cezalandırılacağını tüm dünyaya duyurulmuştur. Bunun üzerine
İngiltere Hükûmeti, Osmanlı Hükûmetinin yukarıda yazanları onaylayıp
onaylamadığını sorarak eğer bu durum gerçekleşirse İngiltere Hükûmetinin de
derhal misillemede bulunacağını İstanbul İsveç orta elçiliği vasıtasıyla
Osmanlı Devleti Hariciye Nezaretine Mart 1919 tarihinde gönderdiği yazı ile
bildirmiştir.[258]
5.7
Kamplarda Türk Esirlerin
Çıkardığı Gazete ve Dergiler
Türk esirleri kamplarda benliklerini unutmamışlar ve
bunu en iyi gazete ve dergi çıkararak duygularını ortaya koymuşlardır. Esirler
tarafından çıkarılan dergi ve gazeteler İstanbul basınında da gündeme gelmiş bu
gazete ve dergilerden alıntılar yayınlamıştır. Seydi Beşir karargahının
dördüncü kampında yayınlanan "Türk Varlığı" adındaki dergi Türklerin
kamplarda milli duygularını yitirmediklerini gösteren sadece bir örnektir.
Derginin en önemli özelliği güçlü bir milliyet duygusuna hakim olmasıdır.
5.8
Türk Esirlerin Mektuplara
Yansıyan Duygu ve Düşünceleri
Birinci Dünya Savaşı
şartlarında esirlerin aileleri ile tek iletişim yolu mektup yazmak olmuştur. O
zamanki şartların bir esirin ailesine mektup göndermesi ve ailesinden bir
mektup alması üç ila 6 ay arasında sürmekteydi. Özellikle Irak bölgesinde
yaşanan posta hizmetlerindeki aksaklıklar sebebiyle Hindistan ve Burma’daki
esirler mektup gönderme ve alma konusunda şansızlık yaşadı. Sıkı bir sansür
sebebiyle esirlerin mektuplarda duygu ve düşüncelerini dile getirmekten başka
bir şansları yoktu. Esirlerin mektuplarda dile getirdikleri bu duygular genelde
gurbet, ümitsizlik, çaresizlik, hasret, sitem, vatan ve millet sevgisi, merak
ve endişe olduğu görülmektedir. Mektuplarda dualar, selamlaşma ve para isteği
hiçbir zaman eksik olmamıştır. Mektuplarda selamlaşma sadece ailesi ve
akrabaları ile de sınırlı kalmamaktadır.
5.9
Esir Kamplarında Oluşan
Şehitlikler
Birinci Dünya Savaşı’nda değişik cephelerde esir düşen
askerlerin bir kısmı 1914-1922 yılları arasında bulundukları kamplarda şehit
olmuş ve geri dönememiştir. Cephede yaralanma, hastalık, kaza, intihar, kötü
muamele gibi pek çok sebepten vefat eden esirler, yetkililerin onayıyla esir
arkadaşları tarafından dini kurallara uygun olarak resmî törenle sonradan
mezarlık veya şehitlik olacak kampın yakınlarına defnedilmiştir. Yurtdışında
30’dan fazla ülkede 80 civarı Türk şehitliği bulunmaktadır. Sonradan düzenlenen
şehitliklerden bazıları Genelkurmay Başkanlığı Arşiv belgelerinde geçmektedir:
Hindistan kamplarında Bellary, Sumerpur, Migdalay (yanlışlıkla Migdalay yazıldığı
doğrusunun Burma’daki Mandalay olduğu tahmin edilmektedir.), Burma kamplarında
Thatmyo, Meiktila, Shwebo, Rangoon (Yangon); Mısır kampında ise Tura, Tel
El-Kebir, Kuveysna, Seydi Beşir, Kahire Abbasiye Hastanesi, Kantara, Bilbeis,
Mısır-ı Cedid, Port Said, İsmailiye.[259]
Birinci Dünya Savaşı’nda verilen 300.000 civarındaki
esirlerden ne kadarının kamplarda şehit olduğu bilinememektedir. Savaş boyunca
Osmanlı ve İngiltere Hükûmeti arasında gerçekleşen yazışmalarda karşılıklı
olarak kamplarda hayatını kaybedenlerin listeleri gönderilmiştir. Sayısı belli
olmayan şehit listeleri, tasnif edilmeyi ve incelenmeyi bekleyen pek çok dosya
bugün Kızılay Arşivi’nde bulunmaktadır. Londra Savaş Esirleri Bilgi Bürosu’nun,
değişik tarihlerde, Kızılayın esir kamplarında çeşitli sebeplerle ölen Osmanlı
esirlerin isim listelerini gönderdiği Kızılay Arşiv kayıtlarında olduğu gibi,
Osmanlı Arşivinde de tüm fazla listenin gönderildiğinin belgeleri vardır.
Yukarıdaki kısa açıklamadan sonra esirlerin
bulundukları şehitliklere bakıldığında belki de en fazla esirin hayatını
kaybettiği Irak kamplarında vefat eden esirlere dair bir bilgi bulunamamıştır.
Diğer kamplarda vefat eden esirler için şehitlikler düzenlenirken Irak
kamplarında esirler için ayrı bir şehitlik düzenlenmemiştir. Bunda en büyük etken
buranın geçici yani istasyon kampı olmasıdır. Irak’ta Bağdat ve Kut Türk
şehitliği olmak üzere iki şehitlik vardır. Bağdat şehitliğinde Irak Cephesi’nde
şehit olan ve Bağdat Asker Hastanesinde vefat eden askerlerin kabirleri
bulunmaktadır. Kut Türk Şehitliğinde Kut’ül-Amare Muharebelerinde şehit düşen
askerin mezarları bulunurken buradaki esir kamplarında vefat eden esirlerin
mezarları ile ilgili bir bilgi yoktur.2074 [260]
Basra esir kampı civarında 3.000’den fazla şehidin
bulunduğu bilinmektedir.[261]
Basra’nın esir kampının kuzey doğusunda bulunan ve sahil civarında 5 dönümlük
bir arazide şehitlik bulunmaktadır.[262] Bazı
belgelerde ise şehitliğin Basra’nın 3 km kuzeyinde olduğu yazılıdır.[263]
Hindistan’da biri resmi statüde olmak üzere dört adet
Türk Şehitliği bulunmaktadır. Bu şehitliklerde yatan Türk şehitleri, Irak ve
Kanal cephelerinde İngilizlere esir düşen Osmanlı askerleridir. Kayıtlara göre
o dönemde Hindistan’a getirilen esir Türk askeri sayısı 15.000 civarındadır.
Deolali Türk Şehitliği; Maharashtra Eyaleti’nin Nashik Kenti’nin Deolali
Kasabası’ndadır. Şehitlik olarak ayrı bir alan mevcut olmayıp, geniş bir
Müslüman mezarlığı içinde ve şehitlerin defin yerleri birbirlerinden ayrı
noktalardadır. Şehitlikte biri türbe olmak üzere 12 mezar mevcuttur. Bu mezarlardan
11’i Millî Savunma Bakanlığı Şehit Mezarı Projesine uygun olarak 2008 yılında
yaptırılmıştır. Asansol Türk Şehitliği Batı Bengal Eyaletindeki Asansol
şehrindedir. Resmi statüsü olmayan bu şehitlikte 19 şehit mezarı bulunmaktadır.
Bu şehitlerden biri hariç diğerlerinin kimliklerini belirten bir işaret yoktur.
Bakımı mahalli Müslüman halk tarafından yapılmaktadır.[264]
Sumerpur Türk Şehitliği Rajasthan eyaletine bağlı Pali
ilçesi Sumerpur kasabasındadır. 2008 yılında yapılan incelemelerde 144 mezar
yeri tespit edilmiştir. 1916 yılında yapılan şehitlikten günümüzde Yeni Delhi
Askerî Ataşeliği sorumludur. Irak Cephesi’nde Bağdat, Musul, Süleymaniye
bölgelerinde İngilizler tarafından esir alınan askerlerin götürüldükleri
Sumerpur kampında vefat edenlerin gömüldüğü şehitliktir. Daha önceki Askerî
Ataşelik raporlarında 253 mezar taşı bildirilmişken şu an 144 mezar isimleriyle
birlikte bilinmektedir.[265]
Aralık 1916’da yapılan Hindistan Bellary Türk
Şehitliği, savaş sırasında Madras eyaletine bağlı iken; günümüzde Karnataka
eyaleti Bellary kasabasındadır. Bakımından T.C. Yeni Delhi Askeri Ataşeliği
sorumludur. Şehitlikte Abdusselam Ağa ve 600 Türk askeri bulunmaktadır. Diğer
mezarların kitabesinde bir şey yazmadığından, kime ait olduğu da
bilinmemektedir. Irak ve Süveyş Cephelerinde esir düşerek çalıştırılmak üzere
Hindistan’a getirilmiş, hastalık, zehirlenme ve kamplarda çıkan çatışmalarda
vurularak ölen askerler bu mezarlığa defnedilmiştir. Kimlikleri tespit
edilememiştir.[266]
Hint Hava Kuvvetleri’ne ait hava alanının genişletme çalışmaları sırasında
mezarların çoğu tahrip edilmiştir. Yeni Delhi Büyükelçiliğinin verdiği
bilgilere göre halen bölgede 540 mezar yeri tespit edilebilmişse de şehitlikte
sadece iki mezar bulunmaktadır. 1968 yılından beri bu mezar yerleriyle
ilgilenilmiş ve 1997 yılında tekrar düzenlenerek bugünkü haline getirilmiştir.[267]
Arşiv belgelerine bakıldığında Bellary şehitliği,
Bellary Kasabası’nın 2 mil veya 2 km batısındadır. Bazı belgelerde 3 km güney
batısında olduğu da yazılıdır. Kampa 1 km uzaklıkta bulunan şehitlikte Ferik
Agah Efendi ile 3 mülazım ve 200’den fazla er yatmaktadır. Başka bir belgede,
Agah Efendi’nin emekli general olduğu belirtilmiştir. Bazı başka belgelerde ise
130 ila 250 mezarlığın bulunduğu bilgileri vardır. 18 Mart 1923 tarihli bir
belde de mezarlıkta 9 subay ve 200’ü aşkın askerin mezarın bulunduğundan
bahsetmektedir. Mezarlığın etrafı 500 metre kadar olup tel örgü ile
çevrilmiştir. Belgelerde şehit sayısında farklılık görülmektedir. Bu farklılık
sayıların yukarı yuvarlanmasından ya da kayda geçildiği zamanın farkı
olmasından meydana gelmektedir. Bu kamp hakkında bilgi veren askerlerden
bazıları 39. Alay 6. Bölük Numan Efendi, Ağır Topcu alayı 2. Tabur Komutanı
Binbaşı Hüseyin Hüsnü Bey ve Alay Yaveri Hayri Bey’dir. Bağdat’tan savaş esiri
olarak getirilen Birinci Ferik Sıddık Agah Efendi vefat sonrası buraya
defnedilmiştir. Akif Paşa, Piyade Mülazımı Ali Rıza, Bahriye Mülazımı Mehmed,
Yedek Subay Osman Nuri buraya defnedilen subaylar arasındadır.2082 [268]
Bu şehitlik hakkında bilgi veren bir başka esir Muamelat Memuru Yüzbaşı Mustafa
Bey’dir. 16 Mart 1923’de verdiği ifadesinde şehitlikte 400-500 mezarın
bulunduğunu söylemiştir.[269]
Birinci Dünya Savaşı’nın ilk aylarında Bahreyn ve
Basra’ya asker çıkaran İngilizlerle yapılan muharebelerde esir düşerek Burma’ya
getirilen askerlerden uzun esaret dönemi boyunca kötü yaşam koşulları ve
hastalıklardan 1.000 kadarının şehit olduğu ve 5 ayrı mezarlıkta gömüldüğü
bilinmektedir. Bu şehitliklerle ilgili bir belge esirlerin mezarlarını
göstermesi bakımından önemlidir. Nisan 1923’de Şark Cephesi Komutanlığından
Genelkurmay Başkanlığına gönderilen bir yazıda, Thatmyo ve Meiktila
kasabalarındaki esir kamplarında vefat eden askerlerin defnedildikleri yeri
gösteren, renkli kalemlerle çizilmiş iki adet de kroki vardır. Bu krokilerden
ve krokilerdeki yazılardan anlaşıldığına göre Meiktila kampında vefat eden
askerlerin defnedildiği yerde 1.050 Türk’ün mezarı vardır. Aralıklı on bir sıra
halinde düzenlenmiş, her sıraya 100 şehidin defnedildiği, etrafı çevrili, giriş
kapısı olan bu şehitlikte, Hintli nöbetçilerce katledilen Tüfekçi Ziya Usta ve
ismi bilinmeyen üç subay vekilinin de mezarları görünmektedir. Krokinin
başındaki notta şöyle bir ifade var: “İşbu kabristanın etrafındaki hazine,
Hint tüccarlarından meşhur Mehmed Ali Han tarafından ihda olunan masraf ile
yapılmıştır. Bu mezarlıktaki beş subayın mezarları, krokide işaretle
belirlenmiştir: 1. Ordu teşkilatı hocası Miralay Suphi Beyefendi, 2. Dicle
Fırkası Kumandanı Binbaşı Halim Bey, 3. Karadeniz vapuru çarkçıbaşısı Ahmed
Efendi, 4. Karadeniz vapuru çarkçısı Hüseyin Efendi, 5. Bir zabit...” Diğer
krokide ise Thatmyo kampında vefat eden 260 şehidin defnedildiği bir mezarlık
vardır.2084 [270]
Hüseyin Fehmi Genişol da anılarında kampa veda ederken 225 Türk esirinin
toprağa verildiğinden bahsetmektedir.[271] 1917
yılında yapılan her iki şehitlikten de Bangkok Elçiliği sorumludur.[272]
Thatmyo şehitliği Burma eyaletinin Rangoon civarında
Thatmyo kasabasının 5 km kuzey batısında, Burma’da ilk esir kampı olan eski
İngiliz garnizonunun kuzeyinde ve yeni İngiliz mezarlığının doğusundadır. 12
Mart 1923 tarihli bir belgede, şehitlikte 250 mezarlığın bulunduğu bilgisi
mevcuttur. Değişik belgelerde 300-400 civarında erin burada defnedildiği de
yazılıdır. Osmanlı yetkilileri tarafından 3 Mayıs 1920’de ziyaret edildiğinde
bu şehitlikte 260 mezar bulunmaktaydı. Ayrıca kabristanın bir de krokisi
çizilmiştir. Mezarlığa Suphi Paşa zamanında Pirinç kralı olarak bilinen
milyarder ve tanınmış Müslüman şahsiyetlerden Muhammed Ali Han tarafından
yapılan yardım ile etrafına bir metre aralığında bir hazire yapılmıştır.
Thatmyo şehitliğinde subay ve üst düzey subaylar ve memurların mezarları 2 ayrı
şehitlikte bulunmaktadır. Thatmyo kasabasında İngilizler tarafından boğulmak
suretiyle şehit edilen 140’dan fazla er ile 38. Fırka Komutanı ve Basra Vali
Vekili Erkan-ı Harp Albayı Suphi Bey, Piyade Binbaşısı Hamid Bey, Karadeniz
vapuru çarkçısı Yüzbaşı Ethem ve Nuri Beyler, Basra Fırka Komutanı Basri Bey ve
Binbaşı Halim Bey’den başka 220 Türk askerinin buraya defnedildiği bilgisi
kayıtlarda geçmektedir.[273]
Etrafı duvarlarla çevrili şehitlik, subayların maddi desteği ve askerlerin
bizzat çalışmaları ile yapılmıştır.[274] Esir
kampları hakkında bilgi veren Muamelat Memuru Yüzbaşı Mustafa Bey, 16 Mart
1923’de verdiği ifadesinde yukarıda ismi zikredilenlerin yanı sıra Karadeniz
Vapuru birinci ve üçüncü makinistinin de buraya defnedildiğini söylemiştir.[275]
Amare Hastanesinde İngilizlere esir düşmesinin
ardından 3 Haziran 1915 tarihinde Thatmyo kasabasına sevk edilen ve burada 3
yıl geçiren Kuleli İdadi-i Askerisi hesap öğretmeni Üsteğmen Fuad Bey’in 8 Mart
1923 tarihinde verdiği ifadesinde esaret sırasında yüzlerce askerin İrravadi
Nehri kenarında bir cephesi nehir, yol tarafı yaklaşık 250 metre yüksekliğinde,
tuğla duvarla çevrilmiş ve mükemmel bir iç tarafı bulunan şehitliğe
defnedildiğinden bahsetmiştir.[276]
62. Alay 1. Tabur 2. Bölük kumandanı Yüzbaşı Gani Efendi’nin verdiği bilgiye
göre ise şehitlik İrravadi Nehri’nin sağ sahilinde, 200 metre yüksekliğinde ve
büyük bir duvarla çevrili olup şehitlikte 300 mezar bulunmaktadır.[277]
Thatmyo esir kampında 2 sene kalmış Nazmi Hulusi
Efendi, 28 Mart 1923 tarihinde verdiği ifadesinde, İrravadi Nehri’nin kenarında
kurulan şehitlikte 5.000’den fazla erin, 700’den fazla da subayın bulunduğu
anlatmıştır. Şehitlik kasabanın dışında, kuzey doğusunda, İngiliz Protestan
mezarlığının mücavir alanındadır. Tahminen 3 dönüm büyüklüğünde olan şehitliğin
etrafı yarı taş yarı tuğladan 1 metre yüksekliğinde olup bir duvar ile çevrili
ve büyük bir girişi vardır. Mezarlığa savaşta aldığı yaralar ile vefat
edenlerden başka, hastanelerde hastalıkları sonucu eceliyle ölen veya intihar
ile hayatlarına son verenler de gömülmüştür.[278]Thatmyo
esir kampı hakkında bilgi veren Basra Polis Eski Müdürü ve Darende Kaymakamı
İsmail Bey ise 19 Mart 1923’de verdiği ifadesinde bu mezarlığın, gördüğü 3
mezarlıktan en büyüğü ve nehir kenarında olması sebebiyle de yok olma tehlikesi
ile karşı karşıya olduğunu söylemiştir.[279]
Amerika’nın Rangoon Konsolosu Samuel Reat’ın Raporuna
göre Thatmyo kampında hayatını kaybeden 116 esirden 113 Müslüman Türk
mezarlığına, 2 Hristiyan, Hristiyan mezarlığına ve 1 Yahudi de Yahudi
mezarlığına defnedilmiştir. Ölülerin tabutları Türk bayrağı ile örtülmüş,
İngiliz ve Hintli nöbetçiler cenaze törenlerinde her zamanki saygıyı
göstermişlerdir.[280]
Meiktila şehitliği Mandalay subay kampının kuzeyinde
Hint garnizonunun kuzey doğusunda bir tepe üzerinde kurulu olup 25.000
metrekare bir sahada 1.050 şehidin defnedildiği bir yerdir. Şehitliğin bir
krokisi bulunmaktadır. Kabristanın etrafındaki hazire, Türk subayları
tarafından yapılan yardım paraları ve esir askerlerin fiili çalışması ile inşa
edilmiştir. 5 Mayıs 1920 tarihi itibariyle krokide gösterilen her bir mavi
sütunda 100 adet mezar bulunmaktadır. Bulaşıcı bir hastalık sebebiyle ve ayrıca
kampa esirlerin toplu getirilmesi sebebiyle 1.100’den fazla asker kampta
hayatını kaybetmiş ve buradaki mezarlığa defnedilmiştir.[281]
Mektila kasabasının kuzey doğusunda yer alan
şehitlikte 3 subay ile 1.100’ü aşkın Türk mezarı bulunmaktadır.[282]Farklı
belgelerde ise bu sayı 300, 400, 700, 800 veya 1.000 olarak verilmektedir. İaşe
Subayı Yusuf Efendi’nin verdiği bilgiye göre ise Burma eyaletine bağlı Rangoon
vilayetinin Meiktila kasabasında bulunan bu mezarlığa 400 ile 2.000 esir
defnedilmiştir. Şehitliğin etrafı duvarla kapatılmıştır. Hindistan’da bulunan
Fırka İstihdam Bölüğü Kumandanı Yüzbaşı Said ve Makineli Tüfenk Subayı Yüzbaşı
Abdullah da bu mezarlıkta gömülüdür.[283] Bir
başka belgede ise Meiktila kasabasına bir saat mesafede etrafı duvarlarla
çevrili bu kabristanda yaklaşık 2.500 şehit bulunmaktadır.[284]Millî
Savunma Bakanlığında bulunan belgelerde Myanmar’ın orta kısmında, Mandalay’da
yer alan Meiktila Şehitliğinde 600’den mezar olduğunu söylenmektedir.[285]
Hastanede vefat eden esirler için hepsi bir sıra
halinde bir mezarlık yaptırılmıştır. Mezarlığın etrafı duvar ile kapatılmıştır.
Mezarların baş tarafına konan bir taş üzerine memleketleri ve doğum tarihleri
yazılmıştır. Her gün mezarlığı 8-10 esir gidip mezarların etrafını temizlemiş
ve otlarını yolmuştur.[286]
Esir kampları hakkında bilgi veren Muamelat Memuru
Yüzbaşı Mustafa Bey, 16 Mart 1923’de verdiği ifadesinde Pirmene taraflarında
tren yollarında zorla çalıştırılan askerlerden hayatlarını kaybeden 1.000
civarında esirin buraya defnedildiği bilgisini vermiştir. Bu askerler gündüz
sıcak, gece soğuk sebebiyle yakalandıkları dizanteri sonucu hastanelerde
bakımsızlıktan yüzünden vefat etmişlerdir. Şehitliğin etrafına bir duvar ve
kapıya yakın bir yerde bir abide dikmek için subaylardan 1.000 kusur rupi
toplanmıştır. Fakat kampın Thatmyo taşınma kararı alınması ardından bu meblağ
Meiktila İslam Cemaatine teslim edilmiştir. Fakat abidenin yapılıp yapılmadığı
bilinmemektedir.[287]
Bu kampta kalmış Nazmi Hulusi, 28 Mart 1923 tarihinde
verdiği ifadesinde Meiktila şehitliği hakkında bilgi vermektedir. Şehitlik
şehrin sahil tarafında Thatmyo kasabasından itibaren 12 saat uzaklıkta ve
doğuda olup tren güzergahı üzerinde kurulmuştur. 2.000 kişilik kampta dizanteri
sonucu yüzlerce esir hayatını kaybetmiş ve buradaki mezarlığa defnedilmiştir.
Mektila’dan itibaren 6 saat batıda ve tren güzergahı üzerinde Penmana adlı
kasabasın 5 mil kuzeyinde 1.000 kişilik 1 numaralı esir kampı ile 5 mil ilerisinde
2 numaralı ve bu yönde beşer mil mesafe ile ayrılan ve biner kişilik Türk
esirlerini barındıran 6 adet esir karargahının merkezi olan bir kamp vardır.
Burası tren hattının toprak tesviyesi işlerinin yapıldığı bir yerdir. 40-45
derece sıcaklıkta ve güneşin altında binlerce Türk askeri 4-5 ay çalışmak
zorunda bırakılmıştır. Yaklaşık 20 gün kaldığı bu kampta Nazmi Bey bir ölüme
rastlamamış olsa da hastanelere çok sayıda hasta esir sevk edilmiştir. Yarı
İslam yarı Budist bu mahalde Türk askerlerinin bulunduğu bir şehitliğin olması
ihtimali büyüktür. Nazmi Bey görevli olarak gittiği ve 4 gün kaldığı Hindistan
yarımadasının tam ortasında bulunan tren hattından güneye doğru bir mesafede
başka bir şehitlikten bahsetmektedir. Navgon kasabasında 2.000 kişilik yarı
Türk ve yarı Arap askerler ile 60 kadar Arap subayın mezarını barındıran bu
şehitlik esir karargahının merkezindedir.[288]
Meiktila şehitliği
Birinci Dünya Savaşı sonrası İstanbul basınına da konu olmuştur. Genç Anadolu
dergisinde yayınlanan “Bir Kitabe” başlıklı yazıda şehitlerin mezarında
yazılan bir şiire yer verilmiştir. 225 metre genişliğinde, 275 metre
uzunluğunda bulunan Meiktila mezarlığın mimarı Oklu Alemdar oğullarından
Muhammed oğlu Dursun Çavuş’tur. Dergide şehitlikten bahsederken Burma’nın Rangoon
vilayetinin Meiktila kasabasının yarım saat güney doğusunda bir nehir
karşısında olduğu söylenmektedir. Osmanlı taburundan 700 esiri barındıran bu
Türk mezarlığından kitabesinde şunlar yazmaktadır:[289]
Eğil huşû‘ ile zâir-i makâm-ı kudsîde
Bu bir hatîra-i gamm-ı meşhed-i hamiyyettir
Fakat batan bu güneşler ki başka muttali‘den
Kamaştırır nazarı nuru nûr-ı milletdir
Kazâ-yı harb-i umûmîde parlayan icrâm
Gömüldüler ne hazîn levha-i esârettir
Yeter ki düşmesin ahkâdınâ-ümîdîye
Vatan binâsını tahkîm eden felâkettir
Uzakta dalgalanan bir ketîbe-i emele
Bu ordu namına bir yâdigâr-ı himmettir
İ‘âne toplanarak yaptırıldı etrâfı
Bu türbe türbe-i dil kıble-i hamasettir.
Ayrıca Çin’in güneyinde bulunan Yanguyen kasabasında
çalıştırılmak üzere getirilip burada hayatını kaybeden esirler için de bir
şehitlik vardır.[290]
Shwebo kampında 3 ay kadar kalan Fuad Bey, burada bir
şehit mezarlığın olduğundan bahsetmektedir. 9 esir reviri olan bu kamp ile
İngiliz garnizonu arasında bulunan şehitlikte 5 Türk neferi bulunmaktadır.[291]
Başka bazı belgelerde ise 10 neferin mezarı bulunduğu bilgisi vardır.[292]Shwebo
İslam mezarında 1 subay ile 6 erin mezarının olduğunu söyleyen başka belgeler
de bulunmaktadır.[293]
Burma’nın merkezi Rangoon şehrinde mevkiinin tam
bilinmeyen bir İslam kabristanında Rangoon hastanesinde tedavi altında vefat
eden Sadık Çavuş adında bir asker bulunmaktadır.[294] Ayrıca
Tambul kasabasında 600 esirin bulunduğu bir Türk mezarlığı bulunmaktadır.[295]
Tüm bunlardan başka İngilizlerin Mandalay Kuray demiryolunu yaptırdıkları
sırada hat üzerinde düzensiz bir şekilde rasgele defnedilmiş, yaklaşık 150 km
bir çizgi üzerinde 200’e yakın şehidin bulunduğu bir başka şehitlik daha
vardır.[296]
Mısır esir kamplarında Mısır’ın sıcağından ve
bakımsızlıktan hayatını kaybeden esirlerin bulunduğu Kahire Türk Şehitliği,
Kahire’nin Abbasiye bölgesindedir. Şehitlik 1936 yılında yapılmıştır.
Şehitlikten T.C. Kahire Askeri Ataşeliği sorumludur. 2.500 şehit mezarı
bulunmaktadır. Birinci Dünya Savaşı’nda Çanakkale, Irak, Hicaz ve Filistin
Cephesi’nde meydana gelen çarpışmalarda İngilizler tarafından esir alınıp
Mısır’daki değişik hastanelere ve esir kamplarına yerleştirilen Türk subay ve
askerlerinden vefat edenlerin defnedildiği mezarlıktır. Kahire’nin diğer
yerlerindeki Türk şehitlerine ait kemikler 1945 yılında bu mezarlığa
getirilmiştir.[297]
İskenderiye Türk Şehitliği Seydi Beşir bölgesindedir.
İskenderiye’deki Seydi Beşir karargahından hariç Seydi Beşir ve Raml arasında
bir başka şehitlik daha vardır. Kantara’nın 2 km kuzeyindeki şehitlik, Bilbeis,
Tura, Tel El-Kebir, Kuveysna, Abbasiye, Zakazig, El Muazzam Dağı eteğindeki
şehitlikler de yine Mısır’da bulunan şehitliklerdir. Buradaki şehitliklerde
14.543 şehit yatmaktadır. Bunlardan 8.486 Abbasiye şehitliğinde 4’ü Seydi
Zeynep şehitliğinde, 31’i Seydi Zeyni şehitliğinde, 30’u Seydi Gullal
şehitliğinde yatmaktadır. Ayrıca Salihiye mezarlığında 297, Maadi mezarlığında
2, Refa mezarlığında 1, Kahire Ermeni mezarlığında 7 şehit vardır.[298]
1941 yılında yapılmıştır. Şehitlikten T.C. Kahire Askeri Ataşeliği sorumludur.
500 şehide ait mezar bulunmaktadır. Şehitlik, Birinci Dünya Savaşı sırasında
değişik cephelerde İngilizler tarafından esir alınan Türk askerlerinin
yerleştirildiği esir kampı bölgesindedir. Seydi Beşir kampında vefat eden
esirler ve bunlardan 13 subay kampın bir kısmına defnedilmiştir. Daha sonra
İngilizler tarafından şehitlere saygı olarak buraya küçük bir mezar inşa
edilmiş ve şehitlerin adları yazılmıştır.[299]
6 Mart 1923 tarihli bir belgede Seydi Beşir kazasında
bulunan Seydi Beşir caminin arkasında Arap mezarlığına bitişik şehitlikten
bahsedilmektedir. Başka bir belgede ise sivil ve 4 numaralı subay kampında
hayatlarını kaybeden subayların da bu civarda bir yerde defnedildiği bilgisi
bulunmaktadır. Şehitliğin sınırları İngiliz Harbiye Nezaretinin izniyle Osmanlı
Hükûmeti tarafından belirlenmiştir. 10 Mart 1923 tarihli belgede yaklaşık 28
subay ve 300 kusur neferin bu Türk mezarlığında mevcut olduğu yazılıdır. Ayrıca
mezarlıkta Türk subay ve askerler tarafından bir de abide dikilmiştir. Subay ve
asker kabristanı subay karargahının 2 km kuzeyindedir. 200 civarında esirin
burada defnedildiği değişik belgelerde yazılıdır. Seydi Beşir bir numaralı
subay karargâhı açık esir kampında tercüman iken vefat edenler askerler de
Seydi Beşir ile Ramla arasına defnedilmiştir.2114 [300]
Bilbeis bölgesindeki şehitlikte 2.500 civarında şehit
bulunmaktadır. Bazı belgelerde bu sayı 8.000’e kadar çıkmaktadır. Mısır’da
Küveysna esir kampı civarında şehitlik diğer pek çok şehitlik gibi etrafı
duvarlarla çevrilmiştir. Zakazik civarında Kuveysna adındaki kampın civarında
vefat eden askerler kampa yakın bir yere defnedilmişlerdir. Mısır ile Kandariye
ve Tel El-Kebir arasında 1.300 Türk esirinin bulunduğu bilinmektedir. Kantara
ve Lid nahiyelerinde vefat eden esir subay ve askerlerin bu civarda
defnedildiği İnzibat Zabiti İhtiyat Yedek Subay Ahmed Tevfik Efendi’nin
ifadesinde yer almaktadır.[301]
Buradan hariç Türk
esirlerinin bulunduğu bir diğer şehitlik Kıbrıs adasındadır. Irak, Hicaz ve
Çanakkale’de İngilizlere esir edilen 2.000 kadar Türk askeri gemilerle
Mağusa’da Karakol bölgesine getirilmiş ve esir kaplarına yerleştirilmiştir. Bu
sayı savaş süresince 8.000’e yaklaşmıştır. Kampta vefat edenlerden 287’inin
Mağusa’daki genel mezarlığa mezarı bulunmaktadır 19/ yılında yapılan Kıbrıs
Çanakkale Şehitliğinin bakımından Kuzey Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri
Komutanlığı sorumludur.[302] 1978-1980 arası yapılan çalışmalarda
şehitlik yediden düzenlenmiş ve bir anıt yapılmış ve
şimdiki görünümünü kazanmıştır.[303]
Esir kampının bulunduğu bölgede halen Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti’ne ait Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığının
Gülseren Eğitim Kampı bulunmaktadır.[304]
Kampta toplu halde gömme veya kaybolmuş şehit
mezarlarının olabileceği de ihtimal dâhilindedir. Şu anda ismi bilinen 217
sayısı, minimum şehit düşen Türk asker sayısını vermektedir. Şehitlikte bulunan
217 askerin 33 tanesinin müstakil mezarları bulunmakta olup diğerlerinin
mezarları zamanla kaybolmaya yüz tutmuştur. İngiliz Yüksek Komiserliği ve Türk
Büyükelçilinin çalışmasıyla bu mezarlar var olan 33 mezarın ortasına topluca
defnedilmiştir. 33 şehit askerin mezar taşlarında Osmanlı esirlerle ilgili
bilgiler mevcuttur. Diğerlerinin mezar taşlarının olmaması bu işi yapacak
zanaatkârların ölmesi ya da İngiliz yönetimi tarafından izin verilmemesinden
kaynaklanabilir.[305]
Mağusa kampında ilk esirlerin 1916’da hayatlarını
kaybettikleri görülmektedir. Esirlerin evlerine döndükleri 1920 yılından sonra
mezarlığa defnedilen olmamıştır. Eylül 1916 ile 1920 yılı sonu arası bu kampta
kalan Türk askerinin 250’den fazlası adada şehit olmuş ve Karakol bölgesindeki
özel Türk esir mezarlığına defnedilmiştir. Ahmed Sami tarafından hazırlanan “ 1914/1918
Cihan Savaşı Kıbrıs-İngiliz Esir Kamplarında Ölen ve Mağusa'da Toprağa Verilen
Şehitlerimiz” adlı çalışma konu hakkında az ama önemli bilgiler
vermektedir. Kıbrıs kampında ölenler önce bugünkü Namık Kemal Lisesi
mıntıkasındaki eski ve yeni mezarlıklara ve bir müddet de karakoldaki esir
kampı yanındaki özel mezarlığa gömülmüşlerdi. Daha sonraki yıllarda bakımsızlık
yüzünden kaybolmağa yüz tutan bu mezarlıklardan kurtulabilen esir mezarları
halen Türkler tarafından mezarlık olarak kullanılmakta olan Mağusa Türk
Mezarlığının bir kısmına nakledilmiştir[306]Bu konu
ile ilgili olarak Nisan 1918’de kamp komutanı İngiliz Yarbay G. B. Motherwell
imzasıyla yayımlanan bir belgede Türk askerlerinin mezar taşlarının durumuyla
ilgili önemli bilgiler vermektedir:
“Bu planın kesin doğruluğu garanti edilemez. Savaş
esirleri bazı durumlarda mezarlarını belli edecek sadece küçük bir tahta
parasıyla gömülmüşler, tahta veya taştan yapılmış kalıcı mezar taşları daha
mezarlara konmadan bu küçük tahta parçaları da sökülüp atılmıştır. Bazı
hallerde de mezar taşlarındaki tarihlerle resmi kayıtlardaki tarihler birbirini
tutmamaktadır. Mezar taşlarının pek çoğu, cenaze merasimleri yapıldıktan sonra
kayıtlara bakılmadan yerleştirildiğinden böyle bir fark söz konusudur. Yine
aynı şekilde savaş esirlerince resmi kayıtlara dikkat edilmeden yapılan mezar
taşlarındaki bazı isimlerde de farklılıklar mevcuttur.” 2121 [307]
Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesi ile İngiltere
Hükûmeti Kıbrıs’ta bulunan Türk askerlerine ait mezarları da koruma kapsamına
almaya çalışmış ve Kraliyet Savaş Şehitlikleri Komiserliği mezarlar ile ilgili
düzenlemeler yapmıştır. Ana karargâhı Kahire’de bulunan komiserliğin sorumlu
binbaşısı, 13 Temmuz 1936’da Mağusa Kaza Komiserliğine gönderdiği yazıda Türk
savaş esirlerinin mezarlarının düzenlenmesi için yapılan çalışmalardan dolayı
teşekkür etmektedir.16 Aralık 1939’da Kraliyet Savaş Şehitlikleri Komiserliği
Türk savaş esirlerinin mezarlarıyla ilgili gönderdiği mektupta Mağusa
bölgesindeki Türk askerlerine ait mezarların ne durumda olduğu ve Türk
esirlerine ait mezarlar için ne gibi düzenlemeler yapıldığın sormuştur.
Kraliyet Savaş Şehitlikleri Komiserliği sonraki yıllarda da Türk savaş
esirlerine ait mezarların bakım, onarım ve korunması için gerekli olan ödeneği
göndermeğe devam etmiştir. Mağusa Kaza Komiserliğinin 28 Nisan 1941 tarihli
isteğine paralel olarak Mağusa’da bulunan Türk mezarlarının bakımı için 2
İngiliz Lirası gönderilmiştir. 11 Nisan 1949 tarihinde ise bu bölgenin komutanı
Yarbay J. K. Tilly burada mezarı bulunan Türk askerlerinin bir listesini Mağusa
Kaza Komiserliğine iletmiştir.[308]
Korfu Adası’nın Kulina semtinde Korfu Türk
Şehitliği’nde 3 şehit mezarı bulunmaktadır. 1890 yılında I. George’nin eşi
Kraliçe Olga tarafından Osmanlı Devleti’ne hibe edilmiş arazi üzerine değişik
milletlerden Müslümanların defnedildiği bir Müslüman mezarlığı kurulmuştur.
1897 Osmanlı-Yunan Savaşı, Balkan Savaşı, Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş
Savaşında esir Türk askerlerinden vefat edenler bu mezarlığa defnedilmiştir.
Kimlikleri ve sayıları belli değildir.
1924’de Korfu Konsolosluğu tarafından onarılarak
şehitlik haline getirilmiştir. 1927’de Korfu Konsolosluğu lağvedilmiş
şehitliğin sorumluluğu Pire Konsolosluğu’na verilmiştir. 1 Ocak 1994 itibaren
sorumluluk Atina Kıdemli Askeri Ataşeliğine geçmiştir.[309]
Pire Türk Şehitliği Nikea ilçesi, Agios Anargiros
bölgesinde bulunmaktadır. 18 şehit mezarı vardır. Toplu mezarlarda yatan Türk
esirlerinin sayısı belli değildir. Pire Şehitliği Pire ve Atina hastanelerinde
ölen Türklerin defnedilmesi için 1859 yılında Türk Mezarlığı olarak
kurulmuştur. Balkan Savaşı, Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşında esir
olarak alınıp Atina’ya götürülüp orada ölen Türk askerleri bu mezarlığa
defnedilmiştir. 1890 yılında şehitlik Pire Belediyesi tarafından Osmanlı
Devleti’ne bağışlanmıştır. 1954’de şehitliğe bir abide yaptırılmış ve 1958
yılından şehitliğin sorumluluğu Atina Kıdemli Askeri Ataşeliğine verilmiştir.[310]
Malta Türk Şehitliği Malta havalimanı ile Valetta yolu
üzerinde bulunmaktadır. 1874’de Sultan Abdülaziz tarafından 1565 yılındaki Malta
kuşatmasında şehit düşen askerlerin anısına mimar E.U. Galizia’ya
yaptırılmıştır. Şehitlikten Valetta Büyükelçiliği sorumludur. Şehitlikte eski
dönemden kalan 22 mezar[311],
1919-1920 yıllarında Teşkilat-ı Mahsusanın komutanı Eşref Kuşçubaşı tarafından
tamir ettirilerek buraya esirler için bir abide diktirmiştir. Daha sonra
Birinci Dünya Savaşı’nın değişik cephelerinde İngilizler tarafından esir
alınarak Malta’daki kamplarda tutulan esirlerden ölenler de burada
defnedilmiştir. Şehitliğe ilk gömülen kişinin 23 Aralık 1915’de ölen süvari
yüzbaşısı İzmirli Bekir Sıdkı Bey olduğu görülmektedir. Bekir Sıdkı, Yemen’de
görev yaparken İstanbul’a dönüşünde İskenderiye’de İngilizler tarafından esir
edilmiş ve Malta’ya getirilmiştir. Kotonira Hastanesinde vefat ederek şehitliğe
defnedilmiştir. 1919 yılına kadar definler devam etmiştir. 5 sene zarfında 23
esir defnedilmiştir. Defnedilenler arasında Malta’da işlediği bir cinayet
neticesi idam edilen Halepli Süvari yüzbaşısı Hacı Ali İsa da bunmaktadır. Abideye
vefat eden askerlerin isimleri, rütbeleri, meslekleri ve memleketleri
yazılmıştır. Şehitlerin memleketlerine göre dağılımı şu şekildedir: Cidde
memurlarından 4, Mekke sıhhiye memuru 1, Arapkirli 1, Girdili 1, Hintli 1,
İnegöllü 1, Iraklı 1, İskenderunlu 1, İstanbullu 4,
İzmirli 1, Ordulu 1, Pravadili 1, Sanalı 1, Saydalı 2, Selanikli 2, Tirebolulu
1, Tosyalı 1, Yemenli 1, okunamayan 1. Yıllara göre ise defin sayıları 1915’te
3, 1916’da 2, 1917’de 3, 1918’de 7, 1919’da 7’dir.[312] [313]
[314]
Man Adası Türk Kara Şehitliği, adada kampa yakın bir
yerde yer alan Patrick Kilisesinin avlusundadır. Birinci Dünya Savaşı’nda
İngiliz kuvvetlerince esir alınan ve Knockaloe kampına çalıştırılmak için
getirilen 115 Türk askerin 7’si burada vefat etmiş ve şehitliğe defnedilmiştir.
1916’da yapılan bu mezarlıkta yedi Türk sivil esirle birlikte 2 Yahudi’nin
mermerden yapılmış mezar taşı bulunmaktadır. Bakımından Londra Askerî Ataşeliği
sorumludur.21282129
5.10
Esir Kamplarında Oluşan
Şehitlikler
Birinci Dünya
Savaşı’nda İtilaf Devletlerine verilen Osmanlı esir sayısı tam olarak bilinmese
de 200.000’den fazla olduğu tahmin edilmektedir. Bugün Türk Kızılay Arşivi’nde
Balkan Savaşı, Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı’na ait 300.000’den fazla
esir kartı bulunmaktadır. Osmanlı Hükûmeti tarafından esirlerin durumları ile
görevlendirilen Kızılay, her bir esire ait esirlerin künyesini ve esaret
bilgilerini içeren bir kart tutmuştur. Ancak bu kartların tasnif edilmesiyle,
1912-1922 yılları arasında 10 yıllık savaş döneminde verilen esirlerin
istatistiklerine ulaşılacaktır. Bu esir kartlarında esirlerin hangi
ülkede-cephede, nerede, hangi birlikte ve hangi kampta ve ne zaman esir düştüğü
bilgisi vardır. Kartlarda esirlerin künye bilgisi olarak da esirlerin isimleri,
memleketleri, doğum yerleri, yaşadıkları yerler, yaşları, rütbeleri, esir
düştüklerinde yaralı olup olmadıkları ve medeni durumları yer almıştır.
2130 Ali Özuyar, “Uzaklarda Bir Türk şehitliği”, Popüler
Tarih, Sayı 50, s. 40-41, Ekim 2004, s.
[1] BOA, HR. SYS.,
2210/8.
[2] BOA, HR. SYS.,
2210/8.
[3] Genelkurmay
ATASE Arşivi, BDHK., 2190/5.
[4] Genelkurmay
ATASE Arşivi, İHK., 123/70; İHK., 123/77.
[5] Genelkurmay
ATASE Arşivi, İHK., 123/70; İHK., K 123/77.
[6] Genelkurmay
ATASE Arşivi, İHK., 82/87.
[7] Genelkurmay
ATASE Arşivi, İHK., 123/94.
[8] Genelkurmay
ATASE Arşivi, İHK., 123/105.
[9] Sabahattin
Selek, Millî Mücadele I: Anadolu İhtilali, İstanbul, [y.y.], 1963, s. 190.
[10] Genelkurmay
ATASE Arşivi,İHK., 30/148.
[11] Genelkurmay
ATASE Arşivi, İHK., 169/104.
[12] Genelkurmay
ATASE Arşivi, İHK., 53/125.
[13] Genelkurmay
ATASE Arşivi, İHK., 1736/99.
[14] Genelkurmay
ATASE Arşivi, İHK., 82/76.
[15] Genelkurmay
ATASE Arşivi, İHK., 123/78.
[16] Genelkurmay
ATASE Arşivi, İHK., 96/136.
[17] Türk Kızılayı
Arşivi, 195/26.
[18] Genelkurmay
ATASE Arşivi, İHK., 1700/73; İHK., 1758/43.
[19] Genelkurmay
ATASE Arşivi, İHK., 139/89; İHK., 43/42.
[20] TNA, FO.,
383/535.
[21] Yücel
Yanıkdağ, a.g.e., s. 174; “Ophthalmic Practice in the Mediterranean and Egyp
Expeditionary Forces 1915-1918”, Guy’s Hospital Report, Haz. H. L. Eason, 70,
1920, s. 63-114, s. 99-103.
[22] Türkiye Büyük
Millet Meclisi Zabıt Ceridesi, Devre 1, Cilt 10, İçtima Senesi 2, 28 Mayıs 1337
(1921), s. 328-329.
[23] Türkiye Büyük
Millet Meclisi Zabıt Ceridesi, Devre I, Cilt 10, İçtima 2. 28 Mayıs 1337
(1921), s. 329-330.
[24] Başkanlık
Cumhuriyet Arşivi (BCA), 30.18-001-001-3-26-11.
[25] Türk Kızılayı
Arşivi, 1156/6.
[26] Türkiye Büyük
Millet Meclisi Zabıt Ceridesi, Devre 1, Cilt 22, İçtima Senesi 3, 28 Ağustos
1338 (1922), s. 301-302.
[27] Trahom
Hakkında Halka Nasayih, Dersaadet, Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekâleti, Hilal Matbaası,
1340 (1924), s. 4, 9.
[28] a.g.e., s. 4,
9.
[29] Trahom
Hakkında Halka Nasayih, s. 4, 9.
[30] Genelkurmay
ATASE Arşivi, İHK., 1765/85.
[31] Yücel
Yanıkdağ, a.g.e., s. 161; Said Cemil, “Pellagra”, Ceride-i Tıbbiye-i Askeriye,
Cilt 49, 1920, s. 1181-1184, s. 1087.
[32] Yücel
Yanıkdağ, a.g.e., s. 166; W. Burridge, a.g.m., s. 764-765.
[33] İlk olarak
18. yüzyılda İspanya ve İtalya’da ortaya çıkan hastalık 20. yüzyılın başında
Avrupa ve Amerika’ya yayılmıştır. Bu hastalığın görüldüğü kişilerin bir kısmı
akıl sağlığını da yitirmektedir. Genel olarak bu hastalık vitamin eksikliğinden
ortaya çıkmaktadır. Ancak karışık, çeşitli ve yeterli miktarda bir diyet ile
tedavi edilebilmektedir. İyileşme dönemi uzun zaman almaktadır. Bazen çok hızlı
ilerleyerek pek çabuk ölüme yol açabilmektedir. Güneş ışığı ile artmakta olan
bu hastalık genelde ilkbaharda başlayıp kış ile azalmaktadır. Hastalığa yakalan
kişilerin el, yüz, boyun, dirsekler ve ayak gibi açık yerlerindeki kırmızılık
güneş yanığını andırmaktadır. Derinin rengi koyulaşıp kalın ve kuru hale
gelerek şişmekte ve kabuklanmaktadır. Sert deri ve deforme olmuş renk her iki
kolda ve bacakta simetrik olarak görülmektedir. Bu hastalık ciltten hariç olmak
üzere hazım boyunda tahribata yol açıp bağırsaklara zarar vermekte ve ishale
yol açmaktadır. İshal sürekli bir halde ve ağrılıdır. Ara sıra ishal kesilse de
tekrar başlamakta ve hastayı güçsüz bırakıp kansızlığa yol açmaktadır. Mideleri
bozulan hastaların iştahı kesilmekte bulantı, şişkinlik ve kusmalar
başlamaktadır. Daha sonraları karnın alt kısmında ağrı başlayacak olup gastrit,
bağırsak iltihabı ve idrar tutukluğuna yol açacaktır. Bu hastalığın neden
olduğu bir diğer sonuç beyin ve sinirlerde yaptığı tahribattır. Sinir
sisteminin vitaminsiz kalmasıyla baş dönmesi, güçsüzlük, karıncalanmalar, kuşak
şeklinde ağrılar ve yanar şeklinde acılar meydana gelmektedir. Ayrıca beden
işlevlerinde düzensizlik, diz kapağında refleks bozukluğuna yol açmaktadır.
İnsanlarda sinir hastalığına neden olup uzun süren ruhi düşkünlükler,
siklotimik bozukluklar (bipolar kadar sert olmayan duygu durum bozukluğu),
katalepsi ve negativizm halleri görülmektedir. Paranoyak ve hayal görme eksik
olmamaktadır. Ölüm çok defa nöbet geçirirken gelmektedir. Hastaların çoğu
depresyon halinde olup çabuk kızmaktadırlar. Unutkanlık, kara düşünceler,
ümitsizlik, tasalı olma, sersem durum ve son olarak artan bunama durumu
görülmektedir. Bkz. Mazhar Osman Uzman, Psychiatria, Kader Basımevi, İstanbul,
1994, s. 173-175.
[34] Yücel
Yanıkdağ, a.g.e., s. 140; J.I. Enright, “Pellagra Outbreak in Egypt:
II-Pellagra among German Prisoners of War”, The Lancet, 8 Mayıs 1920, s.
998-1003, s. 998.
[35] Erward j.
Wood, “The Etimology of Pellagra from the Standpoint of a Defiency Disease”, Transactions
Of the Royal Society of Tropical Medicine and Hygiene, Volume 14, No 1, May
21st 1920, s. 8.
[36] Yücel
Yanıkdağ, a.g.e., s. 947-953, s. 950.
[37] a.g.e., s.
49.
[38] Erward j.
Wood, a.g.m., s. 3.
[39] Yücel
Yanıkdağ, a.g.e., s. 162.
[40] Yücel
Yanıkdağ, a.g.e., s. 162-165; Report of Inverstigation on Pellagra among
Turkish Prisoners of War in Egypt 1920, Haz. A. C. Hammod-Searle,-A. G. Stevenson,
İskenderiye, Whitehead Morris, 1921, s. 48. Ayrıca bkz. Douglas Bigland,
“Pellagra Outbreak in Egypt”, The Lancet, 1 Mayıs 1920, s. 947-953, s. 950;
“Pellagra among the Prisoners in Egypt”, The Lancet, 8 Mayıs 1920, s. 1027; H.
M. Woodcock, “Helminthic Infection and Pellagra”, The Lancet, 7 Ağustos, 1920,
s. 162-164, 320.
[41] Yücel
Yanıkdağ, a.g.e., s. 148; A. Rıza, “Pellagra ve Vitaminler”, İstanbul Seriyyatı
13, 1932, 128-132. s. 129-130.
[42] Yücel
Yanıkdağ, a.g.e., s. 160; Said Cemil, a.g.m., s. 1087.
[43] Yücel
Yanıkdağ, a.g.e., s. 161; Said Cemil, a.g.m., s. 1087.
[44] Eyüb Sabri
Akgöl, a.g.e., s. 68-69.
[45] Tek düze bir
diyetle yaşayan bir insan vücudunda, kilolu insanlarda ve sindirim sorunları
yaşayanlarda, normal ihtiyaçlar için tamamen yeterli olan bir diyet pellegra
hastalığına yol açabilir. Dr. Wilson, günlük olarak ağır işçiler için 45 gram,
hafif işçiler ve çalışmayanlar için 40 grama eşdeğer biyolojik protein değerini
tavsiye etmiştir. Yeterli kesin diyetetik verinin kalori cinsinden değerinin
verildiğinde ve yakın değerlerin pellegrayla ilişkisini gösteren çizelgelerle
somutlaştırıldığında bu faktör önemli hale gelecektir. Araştırmada pellegra
hastalığında proteinin biyolojik önemi vurgulanırken düşük biyolojik değerli
proteinli diyetlerin pellegrayla ilişkisine dair bir şu sonuçlara varılmıştır:
1. Pellegranın ortaya çıkmasıyla toplam kalori değerinin bir ilgisi yoktur. 2.
Göreceli yağ eksikliği pellegranın ortaya çıkmasında belirleyici faktör
değildir. 3. Düşük brüt protein alımı tek başına belirleyici faktör değildir.
4. Asıl belirleyici faktör biyolojik protein değeridir. Pellegra hastalığı bir istisna
hariç günlük 40 gramın altındaysa ortaya çıkar üstündeyse çıkmaz. 5. Hem işçi
olan hem de olmayan savaş esirleri, emilimde kayıp olan önceden hazırlanmış
diğer bütün standartlara uyduğu halde biyolojik protein değerinin 40 gramdan az
olduğu diyetlerde klinik olarak pellegra hastalığına yakalanmışlardır. Ayrıca
haftada beş buçuk gün çalışan ağır işçiler mevcut diyetten gün başına 7.980
kilogrammetre daha fazla enerjiye ihtiyaç duymaktadır. Bu eksikliğin protein
eşdeğeri 13,9 gramdır. Buna karşılık ağır işçiler için biyolojik değer 45
gramdır. Bu sebeple diyeti sadece 8,4 gram aşmaktadır. Bkz. Report of a
Committee of Inquiry Regarding the Prevalenge of Pellagra among Turkish
Prisoners of War, Haz. F.D Boydand P.S. Lelean, İskenderiye, Ordu Basım ve Kırtasiye
Bölümü, 1919, s. 509.
[46] Report of a
Committee of Inquiry Regarding the Prevalenge of Pellagra among Turkish
Prisoners of War, s. 511.
[47] a.g.e., s.
511.
[48] a.g.e., s.
512-526.
[49] Report of a
Committee of Inquiry Regarding the Prevalenge of Pellagra among Turkish
Prisoners of War, s. 513.
[50] Report of a
Committee of Inquiry Regarding the Prevalenge of Pellagra among Turkish
Prisoners of War, s. 513.
[51] a.g.e., s.
513.
[52] a.g.e., s.
513.
[53] a.g.e., s.
513.
[54] Report of a
Committee of Inquiry Regarding the Prevalenge of Pellagra among Turkish
Prisoners of War, s. 513.
[55] a.g.e., s.
513-514.
[56] Report of a
Committee of Inquiry Regarding the Prevalenge of Pellagra among Turkish
Prisoners of War, s. 513-514.
[57] a.g.e., s.
513-514.
Report of a Committee of Inquiry
Regarding the Prevalenge of Pellagra among Turkish Prisoners of War, s.
513-515.
[59] a.g.e., s.
513-515.
[60] a.g.e., s.
513-515.
[61] a.g.e., s. 513-515.
[62] Raporda test
yemeği sonrası toplam asitlik ve mide içeriğinde serbest hidroklorik asit
gösterilmiştir. Asitlik % N/10 NaOH olarak ifade edilmiştir. Ortalama olarak
toplam asitlik %39,77 normalin altında alkali, ortalama serbest hidroklorik
asit %7,35 normalin altında alkali gözlemlenmiştir. Aralıklı ishalle birlikte
sindirim bozuklukları, esirlerin yakalandığı hastalıkların önemli özelliğidir.
Hidroklorik asitin kusurlu salgılanması, pankreatik işlevlerin, sindirimin ve
protein
[63] Bu sorun
kısmen zein detriptofanın eksikliğinden kaynaklanıyordu. 1913’te Sandwith,
triptofan eksikliğin pellegraya yol açabilecek bir faktör olduğunu belirtti.
Son zamanlarda yapılan çalışmalar özel amino asitlerin kiloyu koruma ve büyüme
için önemini gösterdi. Proteindeki amino asitleri ayrı ayrı değerlendirmedeki
bilgi yetersizliği sebebiyle insanlar üzerindeki metabolik deneylerin sonuçları
kullanılmalıdır. Daha nadir amino asitlerin tahribatı, örneğin triptofanın
bakteriyel bozulması diyetteki proteinin değerini büyük oranda düşürmektedir.
Triptofanın idrardaki potasyum indoksil sülfat testi sebebiyle yıkıldığı
araştırılmıştır. Bağırsak bozulması birçok sebeple ortaya çıkabilirken örneğin,
besinin bağırsakta kalış süresi, dizanteri gibi sorunların emilimi
engellememektedir. Çok sayıda hastanın sonuçları triptofanın bakteriyel
yıkılımınım hangi derecede olup olmadığını gösterecektir. Bkz. Report of a
Committee of Inquiry Regarding the Prevalenge of Pellagra among Turkish
Prisoners of War, Haz. F.D Boydand P.S. Lelean, İskenderiye, Ordu Basım ve
Kırtasiye Bölümü, 1919, s. 522.
[64] a.g.e., s.
523.
[65] Report of a
Committee of Inquiry Regarding the Prevalenge of Pellagra among Turkish
Prisoners of War, s. 523-524.
[66] a.g.e., s.
524.
[67] Report of a
Committee of Inquiry Regarding the Prevalenge of Pellagra among Turkish
Prisoners of War, s. 524.
[68] a.g.e., s.
524-525.
[69] Report of a
Committee of Inquiry Regarding the Prevalenge of Pellagra among Turkish
Prisoners of War, s. 525.
[70] a.g.e., s.
525-527. Ayrıca bkz. Report of Investigation on Pellagra among Turkish
Prisoners of War in Egypt 1920, Haz. A. C. Hammod-Searle, A. G. Stevenson,
Alexandria, Whitehead Morris, 1921.
[71] Mazhar Osman
Uzman, a.g.e., s. 327-329.
[72] Mazhar Osman
Uzman, a.g.e., s. 329-330.
[73] Mazhar Osman,
Tababeti Ruhiye, Kader Matbaası, İstanbul, 1941, s. 250, 268.
[74] Mazhar Osman,
Akıl Hastalıkları, Kader Matbaası, İstanbul, 1935, s. 366; Mazhar Osman Uzman, Psychiatria,
s. 329.
[75] Genelkurmay
ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13.
[76] BOA, HR. SYS.,
2206/4.
[77] Mustafa
Tütüncü, a.g.e., s. 70-71.
[78] Eyüb Sabri
Akgöl, a.g.e., s. 82-83.
[79] Cemil Zeki
Bey esaret altındayken akrabalarına çeşitli mektuplar yazmış bunların bir
kısmını ise göndermemiştir. 15 günde bir göndermeyi planladığı mektuplarda
hayatını beşe ayırmış ve hayatının bu dönemlerine ve esaret hayatına dair
bilgiler yazmıştır. Yazıp göndermediği ve esaret hayatına dair mektuplarda
kampta geçen hayatına dair günlük işler yer alır. 18 ay boyunca esir
arkadaşlarını ile gece gündüzü üzüntü içinde geçirdiğini bu dönemde tarih
coğrafya askeri bilgi ve tecrübelerini okuduklarını duyduklarını olayları ve
hikayeleri anlattıklarını yazmıştır. Bkz. Cemil Zeki Yoldaş, a.g.e., s. 26-27,
34-35.
[80] Rapports :
Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes
Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A
L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 74.
[81] Emin Çöl, a.g.e.,
s. 121.
[82] Genelkurmay
ATASE Arşivi, İHK., 96/140.
[83] Genelkurmay
ATASE Arşivi, İHK., 90/44; İHK., 100/25.
[84] Genelkurmay
ATASE Arşivi, İHK., 90/44.
[85] Genelkurmay
ATASE Arşivi, İHK., 90/44.
[86] Genelkurmay
ATASE Arşivi, İHK., 90/44.
[87] Genelkurmay
ATASE Arşivi, İHK., 90/44.
[88] Genelkurmay
ATASE Arşivi, İHK., 90/44.
[89] Anlatım
bozuklukları giderilmiş ve noktalama işaretleri eklenmiştir. Bkz. Genelkurmay
ATASE Arşivi, İHK., 90/32.
[90] Genelkurmay
ATASE Arşivi, İHK., 90/40.
[91]Genelkurmay
ATASE Arşivi, İHK., 96/132.
[92] Genelkurmay
ATASE Arşivi, İHK., 90/39.
[93] Genelkurmay
ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13.
[94] Genelkurmay
ATASE Arşivi, BDHK., 313/1269.
[95] Genelkurmay
ATASE Arşivi, İHK., 82/10.
[96] Genelkurmay
ATASE Arşivi, İHK., 82/10; TNA, FO., 383/457; FO., 383/338.
[97] a.g.e., s.
242-246.
[98] İhtiyat
Zabiti Mehmet, a.g.e., s. 242-246.
[99] a.g.e., s.
262-263.
[100] Hidayet
Özkök, a.g.e., s. 55-57.
[101] Emin Çöl, a.g.e.,
s. 115, 121.
[102] Eyüb Sabri
Akgöl, a.g.e., s. 72-74.
[103] İbrahim
Arıkan, a.g.e., s. 253-255.
[104] Eyüb Sabri
Akgöl, a.g.e., s. 74, 82-83.
[105] Hüseyin Fehmi
Genişol, a.g.e., s. 153-154, 158.
[106] Doğumunun
100. Yılında Atatürk’ün Silah Arkadaşları: Yaşayan Çanakkaleli Muharipler, a.g.e.,
s. 16, 25-26.
[107] Türk Kızılayı
Arşivi, 570/124.
[108] BOA, HR. SYS.,
2230/112.
[109] Rapports :
Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes
Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A
L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 12-13, 42, 48-49, 69.
[110] Rapports :
Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers Turcs en France, en Corse et en
Egypte : Documents Publies A L'occasion de la Guerre 1914-1917, s. 41-44, 54,
65, 72-78, 84-87.
[111] İbrahim
Arıkan, a.g.e., s. 245-246.
[112] BOA, HR. SYS.,
2214/1; HR. SYS., 2202/60; HR. SYS., 2201/51; HR. SYS., 2196/13; TNA, FO.,
383/223.
[113] Nurettin
Peker, a.g.e., s. 207.
[114] Nurettin
Peker, a.g.e., s. 188.
[115] TNA, FO.,
383/339.
[116] Rapports :
Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes
Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A
L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 14.
[117] Genelkurmay
ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13.
[118] BOA, HR. SYS.,
2228/69.
[119] Genelkurmay
ATASE Arşivi, İHK., 82/1.
[120] Genelkurmay
ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13.
[121] BOA, HR. SYS.,
2228/69.
[122] Muhittin
Erev, a.g.m., s. 62.
[123] Nurettin
Peker, a.g.e., s. 202.
[124] Mustafa
Tütüncü, a.g.e., s. 57-58.
[125] Taşköprülü
Mehmet Efendi, a.g.e., s. 76.
[126] Genelkurmay
ATASE Arşivi, İHK., 82/83.
[127] British
Prison-Camps in India and Burma, s. 11-12.
[128] Rapports :
Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes
Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A
L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 85-86.
[129] British
Prison-Camps in India and Burma, s. 10-11.
[130] a.g.e., s.
19.
[131] a.g.e., s.
51.
[132] Hüseyin Fehmi
Genişol, a.g.e., s. 122.
[133] Genelkurmay ATASE
Arşivi, BDHK., 4609/13’den aktaran Cemalettin Taşkıran, a.g.e., s. 112113.
[134] TNA, FO.,
383/339.
[135] Rapports :
Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes
Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A
L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 74.
[136] TNA, FO.,
383/339.
[137] Ergun
Hiçyılmaz, a.g.e., s. 196-198.
[138] Rapports :
Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes
Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A
L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 80.
[139] Mustafa
Tütüncü, a.g.e., s. 65-66.
[140] Mustafa
Arıkan, Asker Mektupları, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Atatürk
İlkeleri ve İnkılap Tarihi Anabilim Dalı, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi,
Konya, 1990, s. 59.
[141] Murat
Bardakçı, “Müslümanların Katledildiği Burma’daki Şehitliklerimizde Şimdi
Fasulye Ekiliyor”, Habertürk, 29 Temmuz 2012, s. 22.
[142] TNA, FO.,
383/535.
[143] TNA, FO.,
383/223.
[144] Hüseyin
Aydın, a.g.e., s. 24.
[145] Ahmet
Altınay, a.g.e., s. 57-60, 74-75, 80, 85, 138-140.
[146] BOA, HR. SYS.,
2194/9.
[147] BOA, HR. SYS.,
2193/38.
[148] BOA, HR. SYS.,
2201/25.
[149] Rapports :
Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers Turcs en France, en Corse et en
Egypte : Documents Publies A L'occasion de la Guerre 1914-1917, s. 46, 87.
[150] a.g.e., s.
66.
[151] İbrahim
Arıkan, a.g.e., s. 243-244.
[152] TNA, FO.,
383/339
[153] Rapports :
Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers Turcs en France, en Corse et en
Egypte : Documents Publies A L'occasion de la Guerre 1914-1917, s. 56-57.
[154] a.g.e., s.
83.
[155] a.g.e., s.
74.
[156] Cemal Kutay, Birinci
Dünya Harbinde Teşkilat-ı Mahsusa ve Hayber’de Türk Cengi, s. 158159.
[157] Rapports :
Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers Turcs en France, en Corse et en
Egypte : Documents Publies A L'occasion de la Guerre 1914-1917, s. 80 ; TNA, FO.
383/236.
[158] İbrahim
Sorguç, a.g.e., s. 49.
[159] Hüseyin
Mümtaz, a.g.m., s. 32.
[160] Ulvi Keser, a.g.e.,
s. 88; Ahmed Sami, a.g.e., s. 2-3; Nuri Çevikel, a.g.m., s. 94; Halil Aytekin, a.g.e.,
s. 74; KKTC Milli Arşiv ve Araştırma Dairesi, 1413.
[161] Türk Kızılayı
Arşivi, 921/9.
[162] TNA, FO.,
383/535; FO., 383/458; BOA, HR. SYS., 2201/51.
[163] Kızılay
sadece Osmanlı esirlerini değil Osmanlı topraklarındaki yabancı esirlerin her
türlü haberleşme işleri için de ayrıca görevlendirilmiştir. Bkz. BOA, HR. SYS.,
2255/7.
[164] Mehmet Ali,
“Cihan Harbi’nde Postalar”, Posta ve Telgraf Mecmuası, Sayı 196, Ağustos 1333,
s. 93.
[165] BOA, HR.
HMŞ.İŞO., 67/73.
[166] Rapports :
Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers Turcs en France, en Corse et en
Egypte : Documents Publies A L'occasion de la Guerre 1914-1917, s. 87 ; TNA, FO.,
383/101.
[167] Cemil Zeki
Yoldaş, a.g.e., s. 26-27; Rahmi Apak, a.g.e., s. 163-164.
[168] Hüseyin
Mümtaz, a.g.m., s. 32.
[169] Genelkurmay
ATASE Arşivi, BDHK. 313/1269.
[170] TNA, FO.,
383/458.
[171] Genelkurmay
ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13’den aktaran Cemalettin Taşkıran, a.g.e., s. 112113.
[172] Cemal Kutay, Siyasi
Mahkûmlar Adası: Malta, s. 8, 16.
[173] TNA, FO.,
383/225.
[174] BOA, HR. SYS.,
2195/21; HR. SYS., 2250/43.
[175] BOA, HR. SYS.,
2250/64; HR. SYS., 2250/79.
[176] BOA, HR. SYS.,
2254/39.
[177] BOA, HR. SYS.,
2214/1.
[178] BOA, HR. SYS.,
2214/3.
[179] BOA, HR. SYS.,
2214/8.
[180] BOA, HR. SYS.,
2214/4.
[181] BOA, HR. SYS.,
2214/8.
[182] TNA, FO.,
383/235.
[183] BOA, HR. SYS.,
2194/58.
[184] Rapports :
Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes
Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A
L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 18-19, 51, 74-75.
[185] a.g.e., s.
46, 57, 74, 80, 87 ; TNA, FO., 383/101; FO., 383/236.
[186] Cemal Kutay, a.g.e.,
s. 8, 16.
[187] BOA, HR. SYS.,
2252/11.
[188] Türk Kızılayı
Arşivi, 778/175.
[189] Türk Kızılayı
Arşivi, 778/176.
[190] Türk Kızılayı
Arşivi, 778/123.
[191] Mesut Çapa, a.g.e.
s. 111; TNA, FO., 323/448.
[192] Rapports :
Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes
Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A
L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 19, 51, 75.
[193] a.g.e., s.
57, 74.
[194] TNA, FO.,
383/226.
[195] Genelkurmay
ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13’den aktaran Cemalettin Taşkıran, a.g.e., s. 112113.
[196] BOA, HR. SYS.,
2252/11.
[197] Mehmet Ali, a.g.m.,
s. 93
[198] BOA, HR. SYS.,
2252/6; HR. SYS., 2252/10.
[199] İsviçre Posta
İdaresinin müracaatı üzerine posta ve telgraf hususunda savaş esirlerine
verilen hak Fransa ve İngiltere ile yapılan görüşme sonucu sivil esirlere
uygulanması uygun görülmüştür. Bkz. BOA, HR. SYS., 2252/49; HR. SYS. 2252/54; HR.
SYS., 2252/61.
[200] BOA, HR. SYS.,
2255/19.
[201] BOA, HR. SYS.,
2234/3.
[202] TNA, FO.,
383/225; CO., 323/719.
[203] BOA, HR. SYS.,
2251/2; HR. SYS. 2254/35.
[204] BOA, HR. SYS.
2254/24.
[205] TNA, FO.,
383/333.
[206] TNA, FO.,
383/225; TNA, CO., 323/719.
[207] TNA, FO.,
383/225; BOA, HR. SYS., 2254/13; HR. SYS., 2254/22.
[208] BOA, HR. SYS.,
2254/13; HR. SYS., 2254/22.
[209] TNA, FO.,
383/225; BOA, HR. SYS., 2254/23.
[210] BOA, HR. SYS.,
2254/23.
[211] BOA, HR. SYS.,
2254/27; BOA, HR. SYS., 2254/23.
[212] El Paso
Herald, 22 January 1916, s. 13.
[213] TNA, FO.,
383/226; FO., 383/720.
[214] BOA, HR. SYS.,
2250/79.
[215] TNA, FO.,
383/226.
[216] BOA, HR. SYS.,
2254/32.
[217] BOA, HR. SYS.,
2254/36.
[218] BOA, HR. SYS.,
2228/26; HR. SYS., 2254/4; TNA, FO., 383/339.
[219] TNA, FO.,
383/336.
[220] TNA, FO.,
383/336.
[221] Murat
Bardakçı, a.g.m., s. 22.
[222] BOA, HR. SYS.,
2254/53.
[223] BOA, HR. SYS.,
2254/63; TNA, FO., 383/535.
[224] BOA, HR. SYS.,
2251/105.
[225] Advertiser
(Adelaide SA: 1889- 1931), 25 September 1918, s. 8.
[226] BOA, HR. SYS.,
2436/67.
[227] Mülazım
Mehmet Sinan, a.g.e., s. 118-121.
[228] a.g.e., s.
121.
[229] Eyüb Sabri
Akgöl, a.g.e., s. 81-82.
[230] Nurettin
Peker, a.g.e., s. 198-200.
[231] a.g.e.,
197-198.
[232] Mülazım
Mehmet Sinan, a.g.e., s. 121-122.
[233] Nurettin
Peker, a.g.e., s. 191.
[234] Hüseyin Fehmi
Genişol, a.g.e., s. 106-107.
[236] TNA, FO.,
608/115.
[237] Şükrü Nail
Soysal, a.g.e., s. 197-202.
[238] Genelkurmay
ATASE Arşivi, BDHK., 3437/23.
[239] BOA, HR. MA., 1140/22’den aktaran “Kale-i Sultaniye
Cephesi'ndeki Kıta'ât-ı Osmaniyye
Üzerine Düşman
Tarafından Uçak Vasıtasıyla Atılan Varakalardan Bir Nüshadır.”; Osmanlı
Belgelerinde Çanakkale Muharebeleri I, T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel
Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı Yayın No:73, Ankara, 2005, s.
230-231.
[240] Genelkurmay
ATASE Arşivi, BDHK., 3437/23; “22 Ağustos 1915 Tarihli Kale-i Sultaniye
Cephesi'ndeki Kıta'ât-ı Osmaniyye Üzerine Düşman Tarafından Uçak Vasıtasıyla
Atılan Varakalardan Bir Nüshadır”, BOA, HR. MA., 1140/22’den aktaran Osmanlı
Belgelerinde Çanakkale
Muharebeleri
I, s. 230-231; “Utanmaz İnsanlar”, Tanin, 23 Ağustos 1915, s. 1.
[241] Genelkurmay
ATASE Arşivi, BDHK., 318/1467; 3471/150’den aktaran Servet Avşar, Birinci Dünya
Savaşı’nda İngiliz Propagandası, Ankara, Kim Yayınları, 2004, s. 115.
[242] Genelkurmay
ATASE Arşivi, BDHK., K 3437/23.
[243] Genelkurmay
ATASE Arşivi, BDHK., 3437/23.
[244] Genelkurmay
ATASE Arşivi, BDHK., K 3437/23; Servet Avşar, Birinci Dünya Savaşı’nda İngiliz
Propagandası, Ankara, Kim Yayınları, 2004, s. 316, 319, 321-322.
[245] Genelkurmay
ATASE Arşivi, BDHK., K 3437/23; Servet Avşar, Birinci Dünya Savaşı’nda İngiliz
Propagandası, Ankara, Kim Yayınları, 2004, s. 316, 319, 321-322.
[246] Genelkurmay
ATASE Arşivi, BDHK., 3437/23.
[247] Genelkurmay
ATASE Arşivi, BDHK., 3471/ 150.
[248]
“İngilizlerdeki Şaşkınlığın Yeni Alaimi.”, 2 Mayıs 1915, Tanin, s. 3.
[249] Genelkurmay
ATASE Arşivi, BDHK., 3471/150.
[250] İbrahim
Sorguç, a.g.e., s. 36-42.
[251] Ergun
Hiçyılmaz, a.g.e., s. 46-48.
[252] Hüseyin
Aydın, a.g.e., s. 25-27.
[253]
Beyannamelerde anlatılanlara göre Ağustos 1917’de İngilizler, Fransızlar ve
İtalyanlar Batı Cephesi’nde Alman ve Avusturyalılara karşı taarruzlarına devam
etmektedir. İtilâf Devletlerine ait birliklerin düşmana karşı harekâtı mükemmel
bir ahenk dâhiline gerçekleşmiştir. İngiliz savaş bölgesinde 31 Temmuz’da önce
Epir, hemen ardından Lens civarında ikinci bir taarruza geçilmiş, hava
muhalefeti sebebiyle taarruz aksa da havanın düzeldiği zamanlarda Almanlardan
toprak kazanılmıştır. Fransız savaş bölgesinde Dedham yaylasında Almanlar
tarafından gerçekleştirilen taarruzlar karşısında Fransızlar da Verdun’un
kuzeyinde yeni bir taarruz başlatmış, 20 Ağustos’tan sonra çok sayıda mühimmat
ve esir ele geçirmiştir. 9 Nisan’dan beri elde ettikleri esir sayısı 50.000
kişiye ulaşmıştır. 19 Ağustos’ta taarruza başlayan İtalyanlar Gariçya’nın
doğusunda parlak bir başarı elde ederek Avusturyalıların üç seneden beri tahkim
ettikleri yerleri zapt etmiştir. İtalyanlar 19 Ağustos’tan beri 720 subay ve
26,581 askeri esir alırken 9 Nisan’dan beri ele geçirdikleri esirlerin sayısı
50.000’e ulaşmıştır. İtilaf birliklerinin 9 Nisan’dan beri Batı Cephesi’nde ele
geçirdikleri esir sayısı 150.000 kişiyi bulmuştur. Çok sayıda mühimmat da ele
geçiren İtilaf Devletleri daha önce ele geçirdikleri ile beraber 300.000 esiri
gözaltına almıştır. Taarruzlar gittikçe artmakta ve Amerika Ordusu İtilâf
Devletlerine katılmak için hazırlıklar yapmaktadır. Sadece Amerika değil hemen
bütün dünya İtilaf Devletleri tarafına iltihak ederek Almanlara karşı savaş
ilan etmiştir. En sonra Çin, Siyam (Tayland) ve Liberya Hükümetleri savaşa
dahil olmuştur. Ayrıca Hicaz’da Arapların harekâtı gittikçe yayılmakta ve gün
be gün Arap ileri gelenleri kabileleriyle birlikte peygamberin halifesi Hicaz
melikine iltihak etmektedir. Arap hareketinin Hicaz’ın kuzeyinde dahi gittikçe
etkili olması sebebiyle Medine’deki Türk kıtaatının vaziyeti günden güne
zorlaşmaktadır. Zira Araplar Maan-Medine tren hattını kesmişlerdir. Temmuz’da
Maan-Akabe arasında bir Türk kuvveti Araplar tarafından imha edilmiştir. 600
Türk öldürülmüş, 600 kadarı da esir edilerek Akabe’ye getirilmiştir. İngiliz
uçakları Maan’daki Türk kıtaatına ve tren istasyonuna 100 bomba atmak suretiyle
Araplara yardım etmiştir. Bkz. Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 3471/150.
[254] Genelkurmay
ATASE Arşivi, BDHK., K 3471/150; Servet Avşar, Birinci Dünya Savaşı’nda İngiliz
Propagandası, Ankara, Kim Yayınları, 2004, 122-123, 192-193.
[255] Genelkurmay
ATASE Arşivi, BDHK., 394/1559; 3471/150’den aktaran Servet Avşar, Birinci Dünya
Savaşı’nda İngiliz Propagandası, Ankara, Kim Yayınları, 2004, s. 192-193.
[256] Genelkurmay
ATASE Arşivi, BDHK., 3471/150; Servet Avşar, Birinci Dünya Savaşı’nda İngiliz
Propagandası, Ankara, Kim Yayınları, 2004, s. 192-193.
[257] Genelkurmay
ATASE Arşivi, BDHK., 3471/150;Servet Avşar, “Birinci Dünya Savaşı’nda İngiliz
Propagandası ve Osmanlı Devleti”, Atatürk Dergisi, Cilt 3, Sayı 2, 2002, s.
137. Osmanlı Hükümeti Romani mevkiinde vuku bulan muharebede kaybolup
İngilizler tarafından esir alındıkları tahmin edilen subayların bir listesini
hazırlamış ve bulundukları yer ve sıhhi durumlarının araştırılmıştır. Bkz. BOA,
HR. SYS., 2198/33.
[258] BOA, HR. SYS.,
2208/74.
[259] “Birinci
Dünya Harbi Şehitlik ve Defin Yerleri (Yurt Dışı)”, Askeri Tarih Belgeleri
Dergisi, Yıl: 67, Sayı:143, Temmuz 2018, s. 176-177, 206, 208.
[260] Yurtdışı
Şehitlikler, s. 29-31.
[261] “Birinci
Dünya Harbi Şehitlik ve Defin Yerleri (Yurt Dışı)”, Askeri Tarih Belgeleri
Dergisi, 67, Sayı:143, Temmuz 2018, s. 67.
[262] a.g.m., s.
113.
[263] a.g.m., s.
197.
[266] Yurtdışı
Şehitlikler, s. 28.
[268] “Birinci
Dünya Harbi Şehitlik ve Defin Yerleri (Yurt Dışı)”, Askeri Tarih Belgeleri
Dergisi, s. 41, 52, 66, 89, 93, 105, 121, 150-151, 167, 206, 238.
[269] a.g.m., s.
117.
[270] Genelkurmay
ATASE Arşivi, BDHK., 998/35; Cemalettin Taşkıran, a.g.e., s. 222-227.
[271] Hüseyin Fehmi
Genişol, a.g.e., s. 142-151.
[272] Yurtdışı
Şehitlikler, s. 16.
[273] “Birinci
Dünya Harbi Şehitlik ve Defin Yerleri (Yurt Dışı)”, Askeri Tarih Belgeleri
Dergisi, s. 38, 41, 52, 56, 67, 150-151, 167, 198, 238.
[274] a.g.m., s.
133.
[275] a.g.m., s.
117.
[276] a.g.m., s.
26.
[277] a.g.m., s.
190.
[278] a.g.m., s.
125.
[279] a.g.m., s.
93.
[280] TNA, FO.,
383/239.
[281] “Birinci
Dünya Harbi Şehitlik ve Defin Yerleri (Yurt Dışı)”, Askeri Tarih Belgeleri
Dergisi, s. 56.
[282] a.g.m., s.
52.
[283] a.g.m., s.
41, 117, 121, 133, 167, 198, 238.
[284] a.g.m., s.
143.
[286] Mustafa
Tütüncü, a.g.e., s. 65, 71.
[287] “Birinci
Dünya Harbi Şehitlik ve Defin Yerleri (Yurt Dışı)”, Askeri Tarih Belgeleri
Dergisi, Yıl: 67, Sayı:143, Temmuz 2018, s. 117.
[288] “Birinci
Dünya Harbi Şehitlik ve Defin Yerleri (Yurt Dışı)”, Askeri Tarih Belgeleri
Dergisi, Yıl: 67, Sayı:143, Temmuz 2018, s. 125.
[289] “Bir Kitâbe”,
Genç Anadolu, Cilt 1, Sayı:2, 15 Kanunısâni 1338, s. 10.
[290] İhsan İlgar, Yeryüzünde
Türk Mührü Şehitliklerimiz, İstanbul, Yağmur Yayınevi, 2000, s. 137.
[291] “Birinci
Dünya Harbi Şehitlik ve Defin Yerleri (Yurt Dışı)”, Askeri Tarih Belgeleri
Dergisi, s.
[296] a.g.m., s.
57.
[297] Yurtdışı Şehitlikler,
s. 70.
[298] İhsan İlgar, a.g.m.,
s. 125-128.
[299] Yurtdışı
Şehitlikler, s. 71.
[300] “Birinci
Dünya Harbi Şehitlik ve Defin Yerleri (Yurt Dışı)”, Askeri Tarih Belgeleri
Dergisi, s. 14, 20, 23, 35, 41, 52, 59, 86, 105, 151, 165, 214.
[301] a.g.m., s.
23, 41, 143, 150-151, 206, 208.
[302] Yurtdışı
Şehitlikler, s. 51;
http://www.msb.gov.tr/Sehitlikler/YurtDisiSehitlikleri, 01.12.2018.
[303] Halil
Sadrazam, a.g.e., s. 204.
[304] Ulvi Keser, a.g.e.,
s. 195.
[305] Anıtlarımız
Şehitlerimiz, Atatürk Üniversitesi, Ankara, 1978, s. 114; Ahmet Gazioğlu, a.g.m.,
s. 1497-1498; Aydın Ayhan, a.g.e., s. 82-83; Halil Sadrazam, a.g.e., s. 203.
[306] Ahmed Sami, a.g.e.,
s. 1.
[307] Ulvi Keser, a.g.e.,
s. 195.
[308] Ulvi Keser, a.g.e.,
s. 193-194.
[309] Yurtdışı
Şehitlikler, s. 112.
[310] Yurtdışı
Şehitlikler, s. 115.
[311] a.g.e., s.
68.
[312] Mehmet
Tütüncü, “Malta Türk Şehitliği”, 100. Yılında Birinci Dünya Savaşı ve Mirası,
Savaş Tarihi Araştırmaları Uluslararası Kongresi, Editör Halil Çetin Lokman Erdemir,
Çanakkale, 2015, s. 501-502, 509.
[313] Yurtdışı
Şehitlikler, s. 44;
http://www.msb.gov.tr/Sehitlikler/YurtDisiSehitlikleri, 01.12.2018.
[314] Margery West,
a.g.e., s. 106-107.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar