Print Friendly and PDF

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDA İNGİLİZLERE ESİR DÜŞEN TÜRK ASKERLERİ 4

 

4.4.1                          Esaret Sonrası Yurda Dönebilen Esirlerin Sağlık Durumları

Mısır esir kamplarında tutulan Türk askerlerinin kasten İngiliz tarafından kör edildiği esirlerin geri dönmeleri ile beraber kesinlik kazanmıştır. Artık saklanamaz hale gelen iddialar, Mütareke dönemi boyunca meclis gündemi de dahil tüm kamuoyunda tartışılmıştır. Binlerce esir iki ya da tek gözünü kaybetmiş olarak yurda dönmüş ve yapılan sağlık kontrolünde kör olarak kayıt altına alınmıştır. Kısa bir süre karantinadan sonra gözleri görmeyen bu askerler, evlerine dönmeleri için İstanbul sokaklarına başıboş bırakılmıştır. Ülkesinin bekası için cepheden cepheye koşan, vatanı için mücadelede esir düşen, onca çileyi ve acıyı geride bırakarak yurda dönebilen bu askerlerin hali içler acısı durumdaydı. İstanbul sokaklarında ancak birbirlerine sarılarak yürüyebilen bu kişilerin kendi başlarına memleketlerindeki evlerine gidebilmeleri beklenmişti. Tüm bu gerçekler sadece arşiv belgeleri veya döneme ait yazılan hatıratlarla değil esaret sonrası ifadesi alınan esirlerin anlattıklarıyla da gün ışığına çıkmaktadır.

28 Ağustos 1919 tarihinde Harbiye Nazırı Süleyman Şefik Paşa tarafından Hariciye Nezaretine gönderilen bir yazıda Mısır’dan gelen askerlerin genel sağlık durumlarından ve gözlerinin kör olarak dönmelerinden bahsedilmektedir. Maluliyetleri dolayısıyla İngiltere’den iade edilen subay ve askerlerin sağlık durumları pek acıklı bir manzara göstermektedir. Bilhassa askerler arasında yoğun bir surette hüküm süren göz hastalıklarının oranı %30’u bulmaktadır. Bu suretle neredeyse askerlerin yarıya yakını âmâ olarak memleketlerine dönmüştür. Mısır, Basra ve Burma’daki esir karargâhlarından geri gönderilen esirlerin önemli bir bölümü malul olarak dönmüştür. Daha dinç ve hastalığa yakalanmamış esirler ise savaş sona ermesine rağmen uzun süre geri gönderilmemiştir. İngilizler kamplarda hastalığa yakalanmış ve kendisine masraf çıkaran tedaviye muhtaç esirleri ilk başta geri göndermiştir. Sulhun akdi beklenmeksizin hali hazırda sağlam olan esirlerin bir an evvel memleketlerine iadelerinin temini için İngiltere Fevkalade Komiseri nezdinde teşebbüse geçilmiş, fakat uzun süre bu konuda başarılı olunamamıştır.[1]

Osmanlı Hükûmeti esirlerin geri gönderilmesine ayrıca ekonomik açıdan da bakmaktadır. Osmanlı Hükûmeti harp sebebiyle bütün dünyanın içinde bulunduğu buhranlı ekonomik şartlar altında Anadolu topraklarında veya kömür ocaklarında çalışabilecek birkaç yüz bin insanın esir karargâhlarında âtıl kalmasının hem Türkiye’nin ve hem de İngiliz Hükûmetlerinin menfaatlerine ters düştüğünü düşünmektedir. Bu sebeple esirlerin bir an evvel memleketlerine kavuşmaları için iki taraf nezdinde kabul ve mümkün olan her teşebbüsün icrası için çaba gösterilmiştir. Esirlerin sağlık durumlarının bu kadar endişe verici bir durumda olması, bünyelerinin 1800 alışkın olmadığı uygunsuz ortamlarda uzun süre kalmalarından ve esaret ıstıraplarının ruhsal durumlarına yüklediği manevi tesirlerden kaynaklanmıştır. Malul esirlerin yurda dönmesine dair varılan mutabakat sonucu Mısır’daki Osmanlı esirlerinden çok miktarda subay ve asker haftada veya on beş günde bir İngiliz vapurlarıyla İstanbul’a getirilmiştir. Esirlerin yarısına yakınının bir veya iki gözden mahrum oldukları ve bir kısmının da tüberküloz hastası ve ölüme mahkûm oldukları tabip raporlarıyla tespit edilmiştir. Esirler ve ülke açısından sonuçlar pek üzüntü verici bir hal almıştır. Yurda dönen üst düzey subaylardan bir kişinin verdiği raporda kamplarda geri gönderilmeyi bekleyen esirler hakkında şu ifadeler kullanılmıştır:[2]

“Eğer üç dört aya kadar umum üsera memlekete kavuşturulursa belki %75’nin mezarı Anadolu toprağına nakledilmiş ve vatanı için çalışanlara karşı millet ve Hükûmetin son şükranı ibraz ve eda edilmiş olur. %25’i pek iyi bakılmak şartıyla memleket için nafi (yararlı) bir af halini bulur. Daha ziyade geciktirilirse memleketin nüfus-ı umumiyesinden daha şimdiden tarh ve tenzil edilmeleri lazım gelir.”

İngilizlerin esirlere yaptıkları kötü muameleye dair esir raporları bugün ATASE arşivinde bulunmaktadır. Mesela Aydın Asker Alma Şubesi Sıhhiye Müdürlüğü tarafından hazırlan konu hakkındaki bir rapor Harbiye Nezaretinden Hariciye Nezaretine 23 Şubat 1919 tarihinde gönderilmiştir. Bu rapor esirlerin esaretleri süresince yakalandıkları göz hastalıklardan bahsetmektedir. Mısır’dan gelen üç Türk kafilesindeki askerlerde ve hatta kadın ve çocuklarda yaygın olarak görülen trahom ve oftalmi gibi göz hastalıklarının korkulacak bir boyutta hüküm sürdüğü yapılan sağlık kontrolleri ile tespit edilmiştir. Birinci kafilede bu hastalıklar neticesi bir veya iki gözünü kaybetmiş olanların sayısı 48’dir. İkinci kafilede iki gözü görmeyenlerin sayısı 47 ve bir gözü görmeyenlerin sayısı 6 olmak üzere toplam 53’tür. Üçüncü kafilede ise iki gözü görmeyenlerin sayısı 26 ve bir gözü görmeyenlerin sayısı 33 olmak üzere malullerin toplam sayısı 59’dur. Bundan başka oftalmi halinde durumu şüpheli olanların sayısı 16’dır. Son kafilede tereddütte yer bırakmayacak şekilde göz hastalığı geçirmiş olanların sayısı takriben 100’den fazladır. Bu kafilede yapılan incelemede gözleri hasta olanlarından kesin bir şekilde 1801 oftalmi hastalığına yakalananlar 58 ve trahoma yakalananlar 20’dir. Bir kişi de bir gözünü savaş yarasından dolayı kaybetmiştir. Bu hastalıklar genelde her iki gözde de görülmektedir. İki bulaşıcı göz hastalığının çeşitleri ise şöyledir: iltihab-ı tabaka-i munazzama-i münkime, iltihab-ı karni (kornea), karha-i karniyye, derece derecevüs‘at ve imtidâdda kesâfat-ı karniyeler, batma-i karniyye-i multasafa, iltihab-ı korni-yi ferhi ayniyye-i fevace, iltihab-ı ferhî-i hed(e)yi, panoftalmi, sellü’l-ayn, hamûrü’l-ayn ve bi’n-netice enukleasyonlar.1802 [3]

Harbiye Nezareti Sıhhiye Dairesince Erkân-ı Harbiyeye ve hemen ardından 20 Şubat 1919 tarihinde de Hariciye Nezaretine Mısır’dan dönen Türk esirlerinin genel sağlık durumları hakkında bir rapor sevk edilmiştir. Mısır’dan gelen esirlerin İzmir’de bir heyet tarafından muayenelerini içerek Ocak 1919 tarihli bu rapor, İzmir Sıhhiye Müdürü başkanlığında İzmir Belediyesi tabibi, göz doktoru vekili bir yüzbaşı, Gureba Hastanesi göz doktoru, 4. Kolordu Asker Alma Başhekimi binbaşı ve bir vekil binbaşı, Merkez Hastanesi başhekimi ve muavini bir binbaşı yarbay, Aydın Vilâyeti Sıhhiye Müdürü, bir dahiliye hekimi, bir bakteriyolog ve bir doktor heyet tarafından hazırlanmıştır. Mısır’dan gelen esirlerin durumu hakkında hazırlanan bu rapor esirlerin sefalet içindeki durumunu gözler önüne sermek için yeterlidir. Yukarıda bahsi geçen tüm bu iltihaplar daha ziyade iki gözde görülmektedir. İzmir’e getirilişleri ardından muayeneleri yapılmış olan bu hastaların göz hastalıkları durumu, esirler arasındaki göz hastalıklarının şiddetini, tahribatını ve istilanın ne kadar yaygın olduğunu göstermesi bakımından önemlidir. Esirlerin bu hale gelişlerinde en büyük sebep bulundukları yerlerdeki sağlıksız iskân şartları, kendilerine yeterince kıyafet verilmemesi, yetersiz, kalitesiz ve sağlıksız iaşedir. Ayrıca hastalıkların önemine binaen esirlerin layıkıyla tedavi edilmemeleri de esirlerin perişan haline bir başka nedendir.[4]

Esaret sonrası yurda dönen esirlerin ifadelerinden oluşan bir başka rapor İzmir’den 10 Mart 1919’da Erkân-ı Harbiyeye gönderilmiştir. Erkan-ı Harbiye’ye sunulan raporda, 4. Kolordu Asker Alma Şubesi Başkanı albay, izlenimlerini dile getirmiştir. Bern Mukavelesi gereğince mübadele edilerek üç kafile halince İzmir’e getirilen esir kafilelerinden her biri diğerlerinden daha acınacak bir haldedir. Gerek subayların ve gerek askerlerin İzmir’e ulaştıklarında görülen kolsuz, bacaksız ve gözsüz perişan halleri vicdanı olan her vatanseverin yüreğini sızlatmıştır. İnsanlara karşı merhamet duygusunu yitirmemiş hiçbir bireyin bu tür olayları tasvip etmesi mümkün değildir. Esaret müddetleri zarfında gördükleri kötü muameleden dolayı tüm subaylar sersem bir halde gelmişlerdir. Esir kafileleri İzmir’e geldikçe muayeneleri ivedi olarak gerçekleştirilmiştir. Her üç kafiledeki bulunan subayların en kıdemlileri şu kişilerdir: Hicaz Nizamiye Fırka Kumandanı Albay Ahmed Bey, 3. K. 31. A. Fırkası kumandanı Yarbay İsmail Hakkı Bey, İtfaiye 4. T. Fırkası Kumandanı Binbaşı Pertev Efendi. İzmir’den İstanbul’a nakilleri sırasında bu kişilerden esirlerin esaret boyunca yaşadıkları konusunda üsera şubesine bilgi vermeleri istenmiştir. Öncelikle rapor her türlü mübalağadan uzak ve hatta yazılanlar gerçek karşısında daha hafiftir. Esirlerin tümü muayene edildiğinde hepsi ağız birliği etmişçesine geride kalanların gelenlerden farkı olmadığını söylemiştir. 10 kişilik bir heyet tarafından hazırlanan raporda bu kişilerin acilen himayeye ve sahiplenmeye ihtiyaçları oldukları ve kendilerinden hiçbir şeyin esirgenmemesi talep edilmiştir.[5]

Hariciye Nezaretinden Harbiye Nezaretine ulaşan 17 Şubat 1919 tarihli tezkerede Mısır’dan gelen Osmanlı esirlerinin %95’inin özellikle görme duyusundan mahrum kalmış oldukları ve oradaki sivil, esir kadın ve çocukların tel örgülerle kapalı barakalar içinde hapsedilmiş bulundukları bilgisi yer almaktadır. Hariciye Nezareti, konunun sulh konferansında gündeme getirmesi amacıyla İngiliz kamplarında bulunan esirlerin maruz kaldıkları uygun olmayan durumlara dair delillerin toplanmasını Harbiye Nezaretinden istemiştir. Harbiye Nezareti esirlerden âmâ olarak dönenlerin künye tarzında hüviyetlerini açıklayan bir cetvel hazırlamıştır. Ayrıca maluliyetleri dolayısıyla Mısır’dan İzmir yolu ile memlekete iade edilen Osmanlı esirleri arasında göz hastalıklarının sayısıyla şiddet derecesi ve yaygınlığı hakkında İzmir 4. Kolordu Asker Alma Heyet-i Sıhhiyesi ile Aydın vilâyeti Sıhhiye Müdürlüğü tarafından düzenlenen rapor ve esirlerden hasta olarak İstanbul’a gelip Maçka Hastanesine sevk edilmiş olanların isimlerini içeren liste de Hariciye Nezaretine gönderilmiştir. Bu konu hakkında 25 Aralık 1918’de Garya Hastahanesi

Göz Mütehassısı Münir İzzet, Merkez Hastanesi Göz Tabibi Yükümlü Yüzbaşı Tevfik, 4. Kolordu Asker Alma Başhekimi Binbaşı Hasan Kadri ve Merkez Hastanesi Başhekimi Yarbay Besim Rıfkı tarafından hazırlanan bir istatistik şöyledir:1806

Tablo 4.14: Esaret Sonrası Yurda Dönen Esirlerde Görülen Göz Hastalıkları

İstatistiki

Kafile Numarası

Mevcut asker

Bir gözü zâyi

İki gözü zâyi

Henüz hastalığı ihtilât yapmamış (Başka hastalığa karışmamış)

Toplam

Yüzdesi

Açıklamalar

Remed-i müstakim (Göz Kapağı İltihabı)

S o .=

S

Remed-i müstakim (Göz Kapağı İltihabı)

S o .=

S

Remed-i müstakim (Göz Kapağı İltihabı)

S o .=

S

Maluller

Genel göz hastalığı

Maluller

Genel göz hastalığı

-

1.

Kafile

627

Ayrılmamıştır

-

-

-

-

48

 

7,708

-

-

2.

Kafile

585

6

47

-

-

53

 

9,060

-

-

3.

Kafile

599

27

6

14

12

14

2

59

75

9,850

12,679

-

 

Not: Üçüncü kafilede yapılan inceleme sonucu, 100 kişinin daha önceden de hastalık geçirmiş
olması sebebiyle esirler arasında göz hastalığı kaybı yaklaşık %30’dur.

Kaynak: Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK. 2190/5.

Mısır kamplarında esaret günlerini geçiren esirlerden bazıları kendi devletleri tarafından sefalete terk edildiklerini düşünmektedir. Hasta Türk subay ve doktorlar, hastanelerde İngilizler ve yabancılar tarafından kendilerine az da olsa yardım yapılırken kendi Hükûmetlerinden hiçbir yardım alamadıklarından ve hatta unutulduklarından muzdariptirler.19 Ekim 1918 tarihli 4. Kolordu Asker Alma Heyeti Baştabibi Kadri Bey’in raporu dönen esirlerin kamplarda nasıl bir hayat sürdüğünü ortaya çıkarmaktadır. Kadri Bey’e göre Bern Muahedesi gereğince Mısır’dan gelen son malul esir kafilesinin genel sağlık durumu acınacak bir haldedir. Önceki iki kafileden daha da kötü olarak son kafiledeki âmâlar, gözlerinden irin akanlar, dizanteriler, inleyenler, ağlayanlar esaret kamplarında geçirmiş oldukları uzun ve şiddetli sefaleti adeta tasvir etmektedir. Üzerine yeni giydirilmiş elbise de esirlerin bu sefaletini gizleyememiştir. Malul olan esirler sefalet içinde daha da malul hale getirilmiştir. Göz hastalığına yakalanan esirlerin durumu çok daha da kötüdür. Bulaşıcı olan bu göz hastalıkları esirler tarafından ailelerine ve memleketlerine taşınacaktır. Daha önce Anadolu’da görülmeyen bu hastalığın tüm Anadolu’ya yayılma ihtimali mevcuttur. Esirlerin aileleri, dağılacakları köyler, kasabalar, şehirler de bulaşıcı hastalıklara karşı tehdit altındadır. Bu konu hakkında da ayrıca bir rapor hazırlanmış ve sunulmuştur. Şimdiye kadar gelen üç Türk kafilede 1.811 esir bulunmaktadır. Bunların sadece 160’ı göz hastası olup bundan başka da takriben %25 nispetinde derhal hastaneye yatırılmaya muhtaç bir hâlde esir bulunmaktadır. Esir kamplarındaki salgın hastalıklardan olan bilhassa oftalmi ve trahom hastalıkları %30-50 nispetine ulaşmıştır. Tüm bu sebeplerle Mısır esir karargahlarının lâzım gelen tarafsız Hükûmetler delegeleriyle ortaklaşa seçilecek doktorlar ve hukukçular tarafından mümkün olan en kısa zamanda denetlenmesi gerektiği Harbiye Nezareti tarafından dile getirilmiştir. Mısır esir karargahlarında Osmanlı esirlerinin sıhhat ve hayatına kastedecek derece ağır olduğu anlaşılan kötü muamele ve kötü hayat şartları herhangi bir medeni devlete yakışmayacak kadar gayri insanidir. Bu esirlerin sefil hallerinin düzeltilmesinden başka mübadele sonrası getirilecek esirlerin memleketi felakete sürükleyecek bir göz hastalığı salgınından korumak amacıyla hiçbir esirin köyüne veya evine gitmesine izin verilmemesi amaçlanmıştır. İzmir’de 17. Kolordu Başhekimliği ve Sıhhiye Müdürlüğüne, ortaklaşa tam donanımlı ve yeterli büyüklükte bir göz servisi tesis edilmesi bildirilmiştir. Bu hususları takip edecek muvazzaf askerî göz mütehassıslarının görevlendirilmesi düşünülmüştür.[6]

Mısır’da hasta ve nekahet döneminde olan savaş esirlerinden 1.300 kişilik yeni bir kafilenin İzmir’e getirileceği İngiliz Yüksek Komiserliği tarafından Nisan ayında Osmanlı Hükûmetine bildirilmiştir. Kafilede 900 nekahet dönemi hastasının yanı sıra hasta esirlerden evli ve çocuklu olanlar da mevcuttur. Hariciye Nezaretine yazılan 5 Nisan 1919 tarihli yazıdan İzmir’e çıkarılması uygun görülen kafile için iskân, iaşe ve muhtelif yerlere sevkleri hakkında gerekli tedbirlerin mülkiye memurları ile beraber yerine getirilmesi planlanmıştır. İstanbul’a geleceklerin doğrudan gönderilmesi, diğerlerinin mümkün olan en kısa sürede memleketlere sevk edilmesi emri de verilmişti. Yeni gelecek esir kafilenin bilgisi ayrıca 13 Nisan 1919’da Muhasebat Dairesi Başkanlığına bir yazı ile bildirilmiş ve bu esirlerin her türlü masraflarının karşılanması için Harbiye Nezaretinden 10.000 liralık havale İzmir Defterdarlığına gönderilmişti.[7]

Kafilenin İzmir’e ulaşması ve yetkililere teslim edilmesi sonrası karşılaşılan durum beklenenden çok daha kötüdür. Mısır’dan her gelen her bir esir kafilesi esirlerin nasıl bir esaret hayatını yaşadığını göstermeye yeterlidir. 1919’un başında gelen 3. kafiledeki esirler acınacak bir haldedir. Neredeyse tamamına yakını bir hastalığa maruz kalmıştır. 11 Nisan 1919’da Mısır’dan İzmir’e gelen esir kafilesinin genel sağlık durumları ve esarette iken yaşadıklarını gösteren ve İzmir Üsera Komisyonu Reisi Yarbayı Süleyman Fehmi tarafından hazırlan raporda kafilede 9 subay, 263 nefer ve 292 çok zayıf durumda neferin bulunduğu yazmaktadır. Gelen kafilenin sağlık durumu açısından öncekilerden hiçbir farkı yoktur. Yalnız bu kafilede zayıf durumda olanlarla ve nekahet döneminde olanlar bir arada getirilmiştir. Görünüşte kafile arasında zayıf durumda olanların genç olması kafilenin genel sefalet durumunu önceki kafilelere göre kısmen gizlemekteydi. Nekahet döneminde bulunan hastalar arasında körler, topallar ve bazı organları olmayan (nim- merd) kişiler vardı. Vapurdan çıkarıldıkları vakit esirlerden 19 nefer yürüyemeyecek ve durumunu söyleyemeyecek bir halde olduklarından hemen hastaneye sevk edilmişti. Biraz durumu iyi olanlar da keza arabalarla karargâhlarına gönderilmişti. Zayıf askerler ise gündüz veya gece kör bulunan askerlerden müteşekkildi. Esir kamplarında geçirmiş oldukları uzun süren ve şiddetli sefaletleri hakkında her bir esir ifade vermiştir. Örneğin, esarette gözlerinden sorunlu olup hastaneye sevk edilen bir esir, hastaneye sevk edildiğinde İngiliz idaresinde görevli bulunan bir Ermeni doktorun malul neferlere “Kaç Ermeni öldürdün!” diyerek hitap ettiğini ve intikam alma duygusu içinde esirleri ameliyathaneye sevk ederek bağırta bağırta esirlerin gözlerinin çıkarıldığını söylemiştir. Esirlere et yerine beygir eti verilmiş ve bunu anlayan Türk askerlerinin yemedikleri görüldüğünde iki ay et namına bir gıda verilmemiştir. Askerler, kendileri akciğer alarak suda kaynatıp gözlerine ilaç yapmışlar ve kendi tedavilerini kendileri yapmışlardır. Bu tedavi ile bir hafta kadar geceli gündüzlü gözlerinin gördüğünü fakat bir hafta sonra gözlerinin yine eski hali aldığını ve göremez olduğunu ifade ve beyanlarında dile getirmişlerdir.[8] Mayıs 1919’da dördüncü esir kafilesi İzmir’e ulaşmıştır. Genelkurmay Başkanlığından kolordulara gönderilen genel durum hakkındaki bir rapor bu esir kafilesi ile ilgilidir. İngilizler, kafile halinde 200 subay, 1.780 askeri Mısır'dan İzmir’e sevk etmişlerdir. Dördüncü kafilede bulunan 310 asker Mısır esir kamplarından kör olarak yurda dönmüştür.[9] Kolordu komutanı Ali Nadir Paşa’nın Harbiye Nezaretine verdiği bilgide ise kafilede 303 esirin âmâ olduğunu yazılmıştır.[10] Arşiv belgelerinde ise İzmir'e getirilen 3’ü subay, 582 er arasında 313’ünün kör olduğu belirtilmiştir.[11]

Esirlerin çilesi esaret kamplarından ülkelerine döndüklerinde de bitmemiştir. Hasta ve zayıf olan esirlerin geri dönüşte ve memleketlerine sevklerinde büyük sorunlar yaşanmıştır. 30 Kasım 1919’da Karadeniz Ordusu Başkumandanlığına yazılan yazıda Mısır’dan gelecek 6.000 hasta esirin düzenlerinin temini için İstanbul’dan bir taburun Tuzla’ya gönderilme kararı alınmıştır. Bu hastanenin kusursuz hizmet edebilmesi için Üsküdar civarında 32. Alay 1. Taburu karargâhı ile birlikte Tuzla’ya nakledilmesine karar verilmiştir. Harbiye Nezaretine İngiliz İrtibat Subayı Binbaşı Dan Milihan tarafından gönderilen 11 Aralık 1919 tarihli yazıda savaş esirlerinin adeti, ne zaman gelecekleri, bulaşıcı hastalıklardan muzdarip olup olmadıkları, bu tür hastalıklar var ise ne suretle iskân edilecekleri sorulmuştur. 15 Aralık 1919’da Erkân-ı Harbiyeye sunulan bir raporda İngilizler tarafından talep edilen soruların kısmen cevabı verilmiştir. Bazı soruların cevapları ise ancak İngiliz yetkililerin kendileri tarafından bilinebileceği söylenmiştir. Mısır’dan gelecek esirlerin sevki İngilizler tarafından yapılacaktır. Bu şartlar altında esirlerin sayıları, sevk tarihleri ve İzmir’e ne zaman ulaşacakları, gelen kafilelerde bulaşıcı ve bulaşıcı olmayan hastalıklar olup olmadığı bilinmemektedir. Bu sebeple bu konular hakkındaki malumat daha ziyade İngilizlerce bilinmesi gereklidir. Harbiye Nezareti, ancak esirleri taşıyan vapurlar limana ulaştıktan sonra bu tür bilgilerden haberdar olabilmektedir. Ancak esirlerin barındırılmasına yönelik soruya Sıhhiye Dairesince cevap verilmiştir. Buna göre esirler Tuzla’da tren hattının güneyinde kısmen barakalarda ve kısmen de çadırlı ordugâhta barındırılacaktır. Bulaşıcı hastalıklı olanlar Tuzla’da barakaların birisinde tecrit edilerek iskân edilecektir.1812 [12]

6 Kasım 1922 tarihinde İstanbul Sıhhiye Dairesinden alınan bilgiye göre Dünya Harbi sırasında İngilizler tarafından esir edilip Mütareke sonrası İstanbul’a dönen esirlerden 2 subay ve 1.833 er trahom hastalığına yakalanmıştır. Bunlardan 64 erin Mısır’da ameliyat ile her iki gözü ve 27 erin birer gözü çıkarıldığı, diğer gözün de kısmen görmez olduğu anlaşılmıştır. 80 erin birer gözü çıkarılmış diğer gözü ise sağlamdır. Ameliyat olmaksızın geri dönenlerden 513 erin her iki gözü ve 333 erin bir gözü görme yetisini kaybetmiş diğeri kısmen sağlamdır. 816 er ise muhtelif şiddete trahom hastasıdır.[13]

Mısır esir kamplarında tutulan esirlerin hastanelerdeki durumu Kızılhaç raporlarında en gereksiz detayına kadar anlatılmışken esirlerin kasten kör edilmesi konusuna nedense yer verilmemiştir. Adeta olay görmezden gelinmiştir. Mısır’da esirlerin gözlerinin çıkarıldıkları iddia edilen hastanelerin başında Abbasiye 2 Nolu Hastane gelmektedir. Gerek arşiv belgelerinde gerekse hatıratlarda görülmektedir ki Mısır bölgesinin fiziki şartları dolayısıyla esirlerin gözleri sık sık rahatsızlanmaktadır. Ermeni tercümanlar da bu durumu büyük bir fırsat bilerek Türkler ile İngilizler arasındaki konuşmaları çoğu zaman yanlış çevirmiş, İngiliz yetkilileri ve doktorları yanlış yönlendirerek kışkırtmış ve bunun sonucu olarak da yalan beyanlarla esirlerin gözleri gerekmediği halde çıkarılmıştır. Ermeni doktorlar Türk askerlerinin gözlerinin oyulmasında en önemli rolü oynamıştır.[14]

Geri dönebilen esirlerin çoğunluğu malul olarak dönmüştür. Kamplarda şanslı olanlardan gözü çıkarılmayan esirlerin bir kısmı ise gözlerinden muztariptir ve bu hastalığı memleketine getirmiştir. Esirlerin kamplarda gözlerinin çıkarılmasında tek sorumlu Ermeni tercümanlar ve doktorlar değildir. Ermeni doktorlarının Türk esirlere karşı zalimane hareket ettikleri zaten bilinmektedir. En az bu kişilerin sorumlulukları kadar kamplarda ve hastanelerde esirlerin tedavilerine ihtimam göstermeyerek bilhassa göz hastalıklarını önemsiz gören, esirlerin gözlerinin ameliyat ile çıkarılmasını sıradan bir tedavi olarak düşünen İngiliz yöneticiler ve doktorları da sorumludur. Tedavi imkânı olan esirlerin bile gözleri her türlü istememelerine ve yalvarışlarına rağmen vicdansızca çıkarılmıştır.[15]

Bursa Hisar’dan 2 Ağustos 1919 tarihinde Bandırma 7. Fırka Asker Alma Kalemi Başkanlığına gönderilen bir tezkerede İtilaf Devletlerine esir düşüp geri dönen subay ve askerlerin ifadelerden oluşan bir rapor bulunmaktadır. Raporda yurda dönen esirlerin durumun perişanlığından bahsetmektedir. Özellikle üzerinde durulan konu iaşenin yetersizliği ve kifayetsizliği ile esirlerin ağır işlerde çalıştırılmasıdır. Rapora göre hafif ve ağır her ne olur ise olsun göz hastalığına yakalanan askerlerin gözlerinin hastanelerdeki Ermeni doktorlar tarafından birer bahane ile çıkarıldığı ifade edilmiştir. Görme yetisinden mahrum binlerce esir asker yurda bu halde dönmüştür.[16]

Türk esirlerin İngilizlerce kamplarda ihmal sebebiyle kör edilmesi Kızılay ile yapılan yazışmalara da yansımıştır. İngilizler tarafından esir tutulan askerlerden pek çoğunun kötü tedavi ve sağlık şartlarının fena olması yüzünden kör olarak döndükleri İstanbul Sıhhiye Dairesince tespit edilmiştir. Kızılay da 17 Eylül 1921’de ülkeye dönen gözlerinden muzdarip esirler hakkında kendisinden bilgi isteyen Müdafaa-i Milliye Vekaletini ve Sıhhiye Vekaletini bilgilendirmiştir. Ayrıca İzmir’e gelen birkaç kafile esirin değişik branşlardan oluşan sıhhiye heyetince muayeneleri sonucu hazırlanan rapor Erkan-ı Harbiye tarafından da neşredilmiştir. Tüm bunlardan sonra

İstanbul Sıhhiye Dairesinde ve Erkan-ı Harbiyede bu hususta tüm belgeler yeterli düzeyde mevcuttur.[17]

Mısır’dan esaretten kurtulup İzmir’e gelen kafilelerden pek çok esirin bir ya da iki gözünün kör edilmesi Türk yetkilileri endişeye sevk etmiştir. Bu şartlar altında Osmanlı Hükûmeti İngilizlerin Türk esirlere yaptığı her türlü zulmü uluslararası arenaya taşımaya çalışmıştır. Esirlere gösterilen bu tıbbı ihmal ya da kastın ne olduğu hakkında İngilizlere değişik zamanlarda notalar verilmiştir. Ayrıca esirleri ilk karşılayan ve muayenelerini yapan yetkililerin tuttukları raporlar da ilgili devletlere ve tarafsız kuruluşlara iletmiştir. Raporlarda İngilizlerin Dünya Harbi’nde Türk esirleri göz hastalığının en ziyade görüldüğü yerlerde hiçbir tedbir almadan iskân ettiğinden, hiçbir suretle esirlerin sağlık durumları ile ilgilenmeyerek yeterli sağlık hizmeti vermediğinden ve bu sebeple kör olmalarına neden olduğundan söz edilmiştir. Tüm bu olaylar gerçekleşirken İngiltere Hükûmeti ellerindeki Türk esirlere her türlü insanlık dışı muameleyi uygularken bu zulüm ve işkenceleri saklamak için Osmanlı Devleti’nin kendi esirlerine zulüm yaptığını iddia etmiştir. İngilizler kendi yaptığı zulmü unutarak zalim durumunda kalmamak için kendisini mazlum göstererek Osmanlı Devleti’ni suçlamıştır. Sulh Konferansı’nda İngiltere Hükûmeti Osmanlı Devleti’nin, elindeki İngiliz esirlere kötü muamele yaptığını söyleyerek şikayette bulunmuş ve Osmanlı Devleti aleyhinde kamuoyu oluşturmaya çalışmıştır. Bu amaçla, örneğin Malta’dan tahliye edilen garnizon kumandanlarının cezalandırılmasını talep etmiştir. Osmanlı Hükûmeti ise tüm yetkili organları ile bu tür iftiralara karşı gelemeye çalışmış ve İngiltere Hükûmetinin suçluluk psikolojisi ile davrandığını ileri sürmüştür. Oysaki İngiltere Hükûmeti Birinci Dünya Savaşı esnasında esir edilen askerleri trahom hastalığının en ziyade yaygın olduğu mahallerde özensiz bir şekilde iskân etmiş ve hiçbir suretle gerekli sağlık tedbirleri almayarak esirleri görme duyusundan mahrum bırakmıştır. Gerek Mısır ve gerekse diğer yerlerde bu zulmün tüm dünya tarafından bilinmesi elzem hale gelmiştir. Bu sebeple Mısır’da ve başka yerlerde binlerce Türk esire yapılan zulümlere ve değişik şekillerde yapılan işkencelere dair bilgiler, bizzat esarette bulunmuş ve o günleri yaşamış subay, asker ve doktorların, terhis olunduktan sonraki belgeye dayalı malumatlarından alınmıştır.[18]

Türk askerlerinin Mısır’daki kamplarda kasten kör edildiği söylentilerin Osmanlı Devleti tarafından sık sık gündeme getirilmesi İngiltere Hükûmetini zamanla rahatsız etmiş ve bunu da sık sık dile getirmiştir. Erkân-ı Harbiyeden şubelere giden Aralık 1919 tarihli bir yazıdan anlaşılmaktadır ki İngiliz temsilcileri Osmanlı Hükûmetinden bu tür söylentilerin tekzibini talep etmiştir. İngiliz yetkililerine göre böyle haberler hakikat olsa dahi sorunlar ancak resmi makamların teşebbüsleriyle iki devlet arasında çözülmesi gerekmektedir. Bu tür haberlerin bir sonuç vermeyeceği gibi yabancı ülkelerde hali hazırda bulunan binlerce esirin geri dönmelerini engellemeye de sebep olabilecektir. Bu sebeple bu gibi haberlere kesinlikle imkân verilmemelidir. Bu tür haberleri yapanların kendi ülkelerine büyük zarar verdiklerinden hiç şüphe yoktur.[19]

İngiltere Hükûmeti Osmanlı Hükûmetinin sıklıkla esirlerinin kör edildiğine dair şikayetlerini bölgede bulunan doktorlara hazırlattığı raporlar ile çürütmeye çalışmıştır. Türk savaş esirlerinin İngiltere Hükûmeti, Osmanlı Hükûmetinin Türk esirlerinin Mısır’dan İzmir’e sağlık, yiyecek ve giyecek bakımından ihmal edilmiş bir vaziyette gönderilmeleri şikâyet eden 30 Nisan 1919 tarihli bir notasına 11 Haziran 1919’da bir rapor ile cevap vermiştir. Türk askerlerinin İngilizlerce kasten kör edildiği iddiaları üzerine İngiliz yetkilileri konuyu araştırmak için Göz İltihabı Cerrahı Yarbay Herbert L. Eason’u görevlendirmiş ve Kahire’de bu konu hakkında bir rapor hazırlanmış ve Türk tarafının tüm iddiaları yalanlanmıştır. İngiltere Hükûmeti bu raporla Osmanlı Hükûmetinin şikayetlerinin bütünüyle yersiz olduğunu ve İngiliz kamplarındaki Türk esirlere mümkün olan her türlü bakım ve özenin gösterildiğini iddia etmiştir. Göz iltihabı ve diğer hastalıkların Türk esirler arasındaki yaygınlığının sebebi olarak Türk esirlerin genel sağlık durumları ve kişisel alışkanlıkları gösterilmiştir. Türk esirlerinde bu hastalıkların sık görülmesinin savaş öncesi ve savaş esnasında Türkiye’deki yaygınlığından kaynaklandığı şu şekilde ifade edilmiştir:[20]

“Esaret kampları ve hastanelerdeki Türk savaş esirleri arasında sıklıkla görülen göz hastalıklarına ilişkin Osmanlı Hükûmetinin suçlamalarının yersiz olduğunu düşünüyorum. Türk esirler arasında göz iltihabı yaygın ve ciddi durumdaydı. Ancak bu durum ne sıhhi yetkililerin ihmalinden ne de kamplardaki ve hastanelerdeki hijyenik olmayan koşullardan kaynaklanmaktaydı. Hem göz iltihabı hem de trahom, savaştan önce ve savaş esnasında Filistin ve Türkiye’de bulunan Türk ordusunda yaygın olduğu için Türk savaş esirleri arasında da mevcuttu. Bu esirler zaten hastalığa maruz kalmış biçimde kampa gelmişlerdi.

Alman basınında yayımlanan makalelere göre göz iltihabı savaştan önce sıtma ile birlikte Filistin’deki en yaygın hastalıktı. Daha önce Türk ordusuna bağlı olan, şimdi de bizim elimizde esir olan Türk ve Suriyeli doktorlar tarafından göz iltihabının Türk birlikleri arasında ciddi anlamda patlak verdiği konusunda bilgilendirildim. Türk ordusundaki bu şartların kanıtı, 1917 yılında Kudüs’ün ele geçirilmesinden sonra tarafımızdan edinilmiştir. Terk edilmiş Kudüs’teki bir Türk hastanesinden Kahire’deki savaş esirleri hastanesine getirilen 78 Türk savaş esirinde göz hastalığı bulunmaktaydı. 29 kişide korneadaki ülser ile birlikte göz iltihabı vardı. Bunların 15’inin korneası körlüğe sebep olacak şekilde delinmişti. Bu vakalara ilaveten göz iltihabının bir sonucu olarak 78 kişinin dışındaki diğer 30 kişinin bir veya iki gözü birden kördü.

Kampa götürülen her bir esir grubunda göz iltihabı hastalığı bulunan çok sayıda Türk asker mevcuttu. Bu esirler de diğerlerine aynı hastalığın bulaşmasına sebep olmuştur. Kamplarda ve hastanelerde göz iltihabı konusunda gerekli her türlü bakım yapılmıştır. Göz hastalıkları konusunda ihtisaslı olan ve ele geçirilen tüm Türk sağlık zabitleri, kendilerine gerekli tedavileri uygulamışlar ve onlara ihtisas sahibi İngiliz sağlık subayları, Kızılhaç, Alman ve İngiliz hastane görevlileri tarafından yardım edilmiştir. Esirlere uygulanan tedavi, İngiliz askerlere uygulanan tedavi ile tamamen aynıydı. İngiliz ve Alman doktorlar ve hademeler son derece yüksek adanmışlık ve beceri ile çalışmışlardır. Dahası, göz iltihabının patlak verdiği kamplarda, hastalığı kapmış olanlar ayrı tutulmuş ve hastalığın yayılmasını engellemek amacıyla tüm esirlere önleyici tedavi günlük olarak uygulanmıştır.

Göz iltihabı salgını, kamplara sürekli olarak önceden hastalığı kapmış olan yeni esirlerin gelmesi ile devam etmiştir. Savaşın son 18 ayı içerisinde ele geçirilen 713 Türk askerler, Türk ordusunda iken yetersiz beslenmenin, yorgunluğun ve yetersiz ve uygun olmayan sağlık bakımının son aşamalarında idiler. Sıtmadan, vitamin eksikliğinden, tüberkülozdan ve her türlü kronik ince bağırsak tahrişinden ölüyorlardı. Sonuç olarak kendileri sadece hastalığa karşı açık vaziyette değillerdi, aynı zamanda hastalığı kaptıklarında da direnç seviyeleri çok düşüktü. Göz iltihabının başlaması ve yayılmasında kişisel alışkanlıkları önemli bir faktördü ve hastaları uygun şekilde tedavi etmeyi son derece zor kılıyordu.

Göz iltihabının, genel şartlardan ve Türk esirlerin kişisel alışkanlıklarından kaynaklandığının kanıtı olarak Türklerle aynı şartlarda hatta komşu kamplarda bulunmalarına rağmen sivillerin veya Alman ve Avusturyalı savaş esirlerinin alıkonuldukları kamplarda hiçbir göz iltihabı vakasının olmaması gösterilebilir.

Trahom ile ilgili yapılan şikayetlerse çok daha fazla yersizdir. Osmanlı Hükûmeti farkında olmalıdır ki Mısırlılarla ve hijyenik olmayan şartlarda ve sıcak iklimlerde yaşayan diğer Doğulu insanlarla ortak olarak Türkler de yaygın olarak trahomdan yakınmaktaydılar. Kesin bir sayı mevcut değil ama benim tecrübelerime göre Türk esirlerin çok büyük bir yüzdesi ele geçirildiği anda trahom hastalığına sahipti veya başka bir hastalığın belirtilerini göstermekteydi. Türk kadın ve çocuk esirlerin yaklaşık olarak %50’si, Mısır’a varışlarından kısa bir süre sonra onları ziyaret ettiğimde trahom hastalığını kapmıştı ve esaretleri süresince kendilerine bakmamaları ve kendilerini ihmal etmelerine karşın onlara gerekli en iyi tedavi yöntemleri uygulanmıştı. Kudüs, Yafa ve Hayfa yakınlarında ele geçirilen ve Mısır’da alıkonulan Alman sömürgecilerin önemli bir çoğunluğunun da kamplara geldiklerinde trahom hastalığına sahip oldukları görülmüştür.

Türk, Alman ve Avusturyalı savaş esirleri arasında göz hastalığı vakalarının tedavisini denetlemekten kişisel olarak sorumluydum. Tüm savaş esirleri kamplarını düzenli olarak ziyarete ettim, sağlık subaylarıyla görüştüm. Onların özel ihtisasları beni memnun etti. Onlarla vakaların tedavi durumunu tartıştım ve gerekli gördüğümde uygulamada bazı değişiklikler yapılmasını önerdim. Tüm kampları ve hastaneleri ziyaret ettim ve kişisel olarak da sağlık zabitleriyle birlikte hastaları ziyaret ettim. Uzun yıllardır göz iltihabı cerrahı olarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki kamplardaki hijyenik şartlar mükemmeldi. Tedavi en yüksek standartlardaydı ve yetkililer tarafından hem personel hem ilaç konusunda mümkün olan her türlü 714

yardım sağlanmaktaydı. Mısır’daki esirler arasında görülen göz iltihabı hastalığı o kadar ciddi ve yaygın durumdaydı ki bu hastalığın tedavisi için Mısır ve Filistin’deki İngiliz güçlerinde bulunan göz hastalıklarının tedavisi için görevlendirilen personelden daha fazla sağlık personeli görevlendirilmişti.”

Dr. H. L. Eason yukarıdaki raporundan hariç göz hastalıkları konusunda savaş yıllarındaki tecrübesi ile ilgili bir makale de kaleme alacaktır. Bu makaleye göre Oftalmi hastalığı Filistin’de sıtmadan sonra gelen en yaygın hastalıktı. Dağlık bölgelerin iklim ve yaşam şartları ile kuzeyden güneye Kudüs ve Gazze’ye gelen askerler, burada başka bir türlü hayata alışamamışlar ve oftalmi hastalığına yakalanmışlardı. Kantara esir kampında 3.600 civarındaki hasta gözle bağlantılı şikâyetlerden dolayı hastaneye yatırılmıştır. Heliopolis esir kampında hastalık Temmuz’da 100, Ağustos’ta 400, Eylül’de 500, Ekim’de 1.000, Kasım’da 1.200, Aralık’ta 500’dü. İki kamptaki sayı toplandığında Mısır’daki kampların durumu açıkça ortaya koymaktadır ki bu kamplarda genel manada gözle ilgili bir salgın hastalık bulunmaktadır. Eason’a göre sadece Heliopolis esir kampında 418 kişinin cerrahi yöntemler ile gözü çıkarılmıştı. Bir gözü ya da iki gözü kör edilen çok sayıda esir bulunmaktaydı.[21]

Mısır esirlerin kamplarında esirlerin, gözlerini kısmen veya tamamen kaybetmesinin bir sebebi de kampa girişte ilaçlı suya sokulmalarıdır. Seydi Beşir kampı başta olmak üzere neredeyse tüm kamplarda Türk esirler dezenfekte etme bahanesiyle lüzumundan fazla kimyevi madde katılmış ilaçlı suya sokulmuştur. 27 Mayıs 1921’de Edime Mebusları Şeref ve Faik Beylerin Malta tutuklularına dair Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verdikleri önergede Mısır’da esaret altında tutulurken askerlerimize gösterilen insanlık dışı muamele de konu edinilmiştir. Eşref Bey, mecliste yaklaşık 15.000 Türk askerinin hijyen için normal süreden daha uzun krizol banyosuna sokularak gözlerinin kör olmasına yol açıldığını söylemiştir. Şeref Bey bu cürmü işleyen İngiliz doktorların garnizon komutanının ve subaylarının ayrıca cezalandırılması gerektiğini belirtmiştir.[22] Hatta İstanbul sokaklarında bu kör edilen kişiler birbirlerinin eteklerine tutunarak sokaklarda gezmişler ve durumu protesto etmişlerdir. İngiltere Hükûmeti de Babıali’ye bir resmi yazı yazarak bu esirlerin acilen İstanbul’dan sevk edilmelerini ve sokaklarda dolaştırılmaması istemiştir. İngiltere kendi yaptığı zulmü gizlemeye çalışması Faik ve Şeref Beylerin verdikleri takrir üzerine Birinci Meclis’in 28 Mayıs 1921 tarihli oturumunda görüşülmüştür. Konu hakkında Şeref Bey söz alarak aşağıdaki sözleri ile tarihi bir gerçeği kayıt altına almıştır:[23]

Resmi vesaik ile isbat ederim ki İstanbul'a Mütareke’den sonra gelmiş olan ve Anadolu'nun ve Rumeli'nin bu vatanın namusunu müdafaa eden ve bu vatan için çarpışan çocukları İngiliz eline esir düştükleri zaman doğrudan doğruya Mısır'a sevk edilmişlerdi. Bunları mahsus ihzar edilmiş bir formüle, muzadd-ı taaffün (mikrop öldürücü, antiseptik) maddeler içine boyunlarına kadar sokuluyorlardı. Fakat Türk çocuğu oraya girince bir İngiliz neferi başına dikiliyor ve süngüsünü uzatınca zavallı yavrucak başını içeri çekiyor ve iki gözü kör oluyordu. İngilizler böylece on beş bin Türk'ün gözünü çıkarmışlardır (Kahrolsun nidaları). Sabrediniz efendim ve bunlar Mütareke’den sonra birbirinin eteğini tutarak İstanbul sokaklarında gezerken kendilerini gören İngilizler bunun pek feci bir manzara teşkil ettiğinden naşi resmen Harbiye Nezaretine müracaat etmişlerdir ve kaydı da İstanbul Harbiye Nezaretinde mevcuttur.”

Bu görüşme üzerine iki gün sonra konunun detaylı araştırılması ve gerekenin yapılması hususunda Türkiye Büyük Millet Meclisi adına Mustafa Kemal Paşa imzalı Hariciye Vekaletine bir kararname gönderilmiştir.[24]

13 Temmuz 1921 tarihinde Hariciye Vekaleti adına Büyük Millet Meclisi Umur-ı Hariciye Vekâletinden Ankara Kızılay Temsilciliğine gönderilen bir yazı da Mısır’da 15.000 Türk esirinin İngiliz doktorlarıyla garnizon kumandan ve subayları tarafından bilerek ve istenerek bilimsel bir uygulama bahanesiyle normal miktardan daha fazla krizol banyosuna sokularak gözlerinin kör edildiğinden bahsetmektedir. Lazım gelen teşebbüslerde bulunabilmek için Malta ve Mısır’da cereyan ettiği bildirilen felaketlere ve trahom hastalığına yakalanmış ve bakımsızlık yüzünden kör

olanların miktarıyla, esirlerin umumi bir surette maruz kaldıkları kötü muamele hakkındaki malumatın İstanbul merkezinden alınması istenmiştir. 10 Ağustos 1921’de de Sıhhiye İdare Başkanlığına konu bildirilmiştir.[25]

28 Ağustos 1922 tarihli meclis oturumda savaş sırasında malul kalmışlara maaş bağlanması hususu görüşülürken Erzurum mebusu Hüseyin Avni Bey 20.000 esirin Mısır’da İngilizler tarafından kör edilip sonrasında ise bu kişileri İstanbul’a attıklarında bahsetmiştir. Edirne mebusu Şeref Bey de bir yıl önce mecliste söylediklerini tekrar ederek İngilizler tarafından kör edilen bu kişilerin İstanbul’da köprü üzerinde birbirilerinin eteklerinden tutuşup yürüdüklerini gördüğünü söylemiştir. Bu esirlerin Seydi Beşir esir kampında İngilizler tarafından ilaçla kör edilen Türk gençleri olduğunu da sözlerine eklemiştir.[26]

1924 yılında hazırlanan bir kitapçığa göre trahom hastalığı, göz kapaklarının içini döşeyen zarın üzerinde koyu kırmızı kabarcıklar ile başlayan uzun süre gizli devam eden ve gözleri söndürüp körlüğe kadar giden bir hastalık olarak tarif edilmiştir. Üst göz kapaklarının iç zarında başlayan trahom, gözün beyaz ve siyah ile alt göz kapağı zarlarına, kirpik köklerinin yuvalarına bulaşarak birçok göz arızalarına yol açmaktadır. Mısır ve Nil vadisi etrafında bu hastalık çok görüldüğünden hastalığa Mısır göz hastalığı da denilmiştir. Mısır’da başka Suriye, İran ve Asya memleketlerinde de çok rastlanılmıştır. Türkiye’de daha çok güney ve doğuda bu hastalık kendisini göstermiştir. Hastalığın Anadolu’ya gelmesi Yavuz Sultan Selim askerilerin bölgeyi fethetmesine kadar gitmektedir. Ayrıca İbrahim Paşa ordusunun Anadolu’ya gelmesi, Birinci Dünya Savaşı’nda bölgeden Anadolu’ya gerçekleşen göçler ve Türkiye limanları ile ticaret yapan Mısırlılar bu hastalığın Türkiye’ye taşınmasında etkili olmuştur.[27] İster trahom ister oftalmi olsun her ikisi de birbirine benzeyen bir göz hastalığıdır. Birincisi özellikle bulaşıcı bir hastalıktır. Diğeri ise bir çeşit iltihabi bir rahatsızlıktır. Çoğu zaman bu hatalıklar göz hastalığı olarak birbirlerinin yerine de kullanılmıştır.[28]

Kitapçığa göre Ağustos 1919 ve sonrasında iade edilen 54.734 asker ve 4.245 subaydan 2.609’unun trahom veya oftalmi gibi göz hastalığına bağlı gözde yara izleri taşıdıkları kayda geçmiştir. Aynı dönemlerde başka sevkiyatlar ile Mısır’dan gelen 4.245 esirlerden hiçbiri trahomdan ya da bu hastalık belirtisinden kayda geçirilmemiştir. Fakat 8.392 askerle beraber 128 subay belirtilmeyen değişik hastalıklar sebebiyle Haydarpaşa, Yıldız, Selimiye ve Maçka hastanelerine sevk edilmiştir. 6 Ağustos 1919 sonrasında ülkeye dönen esirlerden göz hastası olanların ayrıntılı bilgileri düzenli bir şekilde kaydedilmiştir. Mısır’da ameliyatla iki gözü çıkarılan esir sayısı 64, Limmi’de iki gözü ameliyat edilen esir sayısı 1’dir. Sol gözü Mısır’da çıkarılan esir sayısı 27 iken sol gözü Limmi’de çıkarılan 1, Irak Cephesi’nde gözü çıkarılan esir sayısı yine 1’dir. Bir gözü Mısır’da çıkarılıp diğer gözü sağlam esir sayısı 80 olup Limmi’de bir gözü çıkarılıp diğeri sağlam olan esir sayısı 1’dir. Her iki gözü kör olan 448 esir mevcut iken bir gözü kör olup diğeri az gören esir sayısı 333’dür. Mısır’dan trahomlu olarak ülkelerine dönen esir sayısı 1.653’tür. Genel toplamda gözle ilgili sorunlu esir sayısı 2.609’dur.[29]

Esaretten dönen hasta ve yaralı esirler İstanbul’da değişik hastanelere gönderilmişti. Hastanelerde esirler ile yapılan mülakatlar ve esirlerin muayeneleri değerlendirilerek raporlar hazırlanmıştı. Haydarpaşa Hastanesince esirlerin muayeneleri sonucu hazırlan rapor İngilizler tarafından esirlere reva görülen zulüm ve işkenceyi ortaya koymaktadır. Ayrıca rapor Doktor Bahaeddin ve bir albayın malumatını ve buna dair mevcut gözlemlerini içermektedir. Bu raporlardan birisi de Müdâfaa-i Milliye tarafından 23 Nisan 1922’de Dersaadet ve Felah Grubuna gönderilmişti.[30]

Esaret sonrası evine dönen ve pellegra belirtileri gösteren bir hasta, doktora sağlık durumu hakkında bilgi vermiştir. Esirin verdiği bilgiye göre kamptaki 2.000 esirden 1.500 kadarının akşamları gözleri görmez hale gelmiştir. Önce tavukkarası denilen bu hastalık esirleri sarmış hemen ardından da pellegra denilen hastalık esirleri teslim almıştır. Esirlerin bu tür hastalıklara yakalanmasındaki en büyük sebep kampta uygulanan diyettir. Kamplarda esirlere verilen buğday ekmeği, tavuk, et vb. gıdaların tümü kalitesiz ve yetersizdi.[31]

Esirler arasında tavukkarası olarak bilinen hastalık aslında yanlış bir tabirdir. Tavukkarası hastalığının tıptaki adı retinitis pigmentosa olup genetik bir hastalıktır. Kamplarda görülen ise vitaminsizlikten ve beslenme yetersizliğinden kaynaklanan başka bir hastalıktır. Bu kadar çok sayıda insanın aynı kampta kalıtımsal bir hastalığa yakalanmasının bilimsel olarak hiçbir şekilde izahı yoktur. Esirlerin tavukkarası hastalığı diye adlandırdıkları hastalık niktalopi hastalığıdır ki bu hastalık A vitamini eksikliğinden ortaya çıkmaktadır. Esirlerdeki bu hastalık başta gece körlüğü olmak üzere pek çok hastalığa da yol açmıştır. Kamp yetkilileri bu tür hastalıkları detaylı bir şekilde araştırmamış, bu hastalıkları bahane ederek esirlerin gözlerini ameliyat etmiş ve çıkarmıştır.[32]

Sonuç olarak İngilizler tüm kamplardaki esirlere eşit derecede olmasa da genel olarak iyi bakmaya çalışmışlar ve sistematik bir kötü muamele uygulamamışlardır. Esarete dönemime ait yazılan dair hatıratlar ve dönen esirlerin verdikleri ifadeler bunu göstermektedir. Yalnız esirlerin gözlerinin çıkarılma olayını da sadece Ermeni doktorların kinine bağlamak da doğru değildir. İngiliz yöneticilerinin sorumsuzluğu ve ihmalkarlığı bu olayların yaşanmasındaki en büyük etkendir. Kamplardaki her türlü denetimsizlikten bizzat İngilizler yöneticileri sorumludur. Ayrıca bu olayların yaşanmasında Mısır’ın iklimi de çok etkilidir. Çöl sıcağında güneşin kumlar üzerinden yansıması da esirlerin göz hastalıklarına yakalanmasında bir diğer etkili olmuştur. Hindistan’dan dönen esirler orada sapasağlamken dönüşte kısa süre kaldıkları Mısır kamplarında geçici körlüğe yakalanmışlardır. Sadece bu olay dahi çöl güneşin etkisinin esirler üzerindeki etkisini açıklamaya yetmektedir. Esirlerin göz rahatsızlıklarına yakalanmasında önemli bir diğer etken de yetersiz beslenmeleri ve özellikle B3 vitamin eksikliğidir. Bu sorunların yanında Ermeni tercümanların İngiliz askerlerini kışkırtmaları, yanlış çeviri yapmaları ve esirlerin göz hastalıklarına yanlış tedavi uygulamaları esirlerin kamplardan gözlerini kaybetmiş olarak dönmelerine sebep olarak gösterilebilir.

4.8.2 Mısır Esir Kamplarında Pellagra Hastalığı

Dönemin temayüz etmiş doktorlarından Mazhar Osman Uzman’a göre pellegra savaş ve kıtlık zamanlarında ortaya çıkan normal zamanlarda nadir görülen bir çeşit besin yetersizliği hastalığıdır. Birinci Dünya Savaşı’nın son seneleri ve Mütareke döneminde Mısır ve Hindistan’dan dönen esirler arasında çok sık görülmüştür. Pellegra sadece ciltte meydana gelen bozuklar olmayıp sindirim ve merkezi sinir sistemini de etkilemektedir. [33]

Özellikle B3 vitamini eksikliğinden kaynaklanan pellegra hastalığı, iyi beslenmeyen ve yeterli düzeyde protein almayan hastalarda görülmüştür. Türklerin bulunduğu kamplarda ilk defa 1916 yılında ortaya çıkmasına rağmen kamplardaki esir sayısının artmasıyla hastalık da kısa sürede yayılmıştır.[34] Mısır’da görülen ilk pellegra hastaları Arabistan’dan gelen Türk esirleri arasından çıkmıştır.[35] Hastalık ölüme yol açmasa bile bu hastalığa yakalanan esir çok ağrılı bir süreçten geçmekteydi. Yaraların eşlik ettiği cerrahi vakaların iyileşmesinde güçlük çekiliyor ve ayrıca bu hastalığın yol açtığı kırık kemiklerin kaynaşmadığı gözlemleniyordu.

Bir süre sonra esir bir uzvunu kaybetme ihtimali ile karşılaşıyordu.[36] Dönemin önemli doktorlarından Abdulkadir Noyan, kamplarda 8.000-10.000 arasında pellegra hastasının olduğunu söylemiştir. Kamplarda esir olarak bulunmuş A. Rıza’ya göre ise kamplarda toplamda 20.000 kişi bu hastalığa yakalanmıştır.[37] Sonuçta pellegradan ölen hastaların kesin sayısı da tam olarak bilinememektedir. Bu hastalık sebebiyle başka bir hastalığa yakalanan kişilerin ölüm sebebi çoğu zaman pellegra olarak yazılmamış ve istatistikler doğru bir şekilde kaydedilmemiştir.

İngilizlerin kendi yaptıkları araştırmalara göre diğer devletlerin esirleri ile karşılaştırıldığında Türk esirlerin bağırsaklarda gerçekleşen protein emilimi çok düşük seviyededir. Bir başka değişle Türk savaş esirlerinin metabolizmasının azot ve yağların sindirimi çok düşüktür. İngilizler bu tür araştırmalarla Türk esirleri arasında gözlemlenen pellegra hastalığını Türklerin sindirim sisteminden olduğunu göstermeye çalışılmıştır.[38] Oysaki Ağustos 1920’de Mezopotamya, Hindistan ve Burma’dan 400 kadar esir Mısır’daki kamplara gelmiştir. Kampa geldiklerinde bu kişilerde herhangi bir pellegra belirtisi veya şikâyeti yoktur. Ayrıca bu hastalık Hindistan kamplarında da görülmemiştir. Mısır kamplarına gelen kişilerden yaklaşık 2 ay içinde 3’ü bu hastalığa yakalanmıştır. Beş yıl Hindistan’da esaret yaşayan esirlerde bu hastalığın ortaya çıkmaması söz konusu olamayacağına göre Mısır’da uygulanan diyetin bu hastalıkta çok önemli payı olduğu iddia edilebilmektedir. Hindistan diyeti incelendiğinde Mısır’dakinden farkı olduğu gözükecektir.[39]

İngilizler, kendilerinin yönettiği kamplarda görünen pellegra hastalığında kendilerine hiç sorumluluk yüklememişlerdir. Esaret öncesinde cephelerde iyi bakılmayan esirlerin, kampa geldiklerinde bu hastalığa yakalandıkları iddia edilmiştir. Kendi uyguladıkları diyetin ise hastalığı önlemede yeterli olmadığını söylemekle yetinmişlerdir. İngilizler, Alman esirlerde pellegranın görülmemesi ileri sürerek bu hastalığın Türk esirler arasında yaygın olarak ortaya çıkmasını Türklerin esaret öncesinde iyi beslenememelerine bağlamıştır. Bu iddialardan sonra Alman esirlerde de bir süre sonra hastalık gözlemlenmeye başlamıştır. Ayrıca hapis cezasına çarptırılan iki Alman 3 ay sonra bu hastalığa yakalanmıştır. Oysaki Alman esirlerin Türklere göre daha geç bu hastalığa yakalanmalarının sebebi Almanların yiyecek takviyesi yapabilmelerinden ileri gelmektedir. Özellikle 1918 sonrası Alman Hükûmeti esir askerlerine yeterince mali destek sağlayabilmiştir. Osmanlı Hükûmetinin esirlerine Alman Hükûmeti kadar destek olamadığı bir gerçektir. Osmanlı esirleri Hükûmetlerinden yeterince mali destek alamadıklarından bu kadar yüksek oranda bu hastalığa yakalanmışlardır. Almanların bile yiyecek takviyesine rağmen bu hastalığa geç de olsa yakalanması buradaki diyetin yetersiz olduğu anlamına gelmektedir. Esirler, yemeğin azlığından ziyade kötülünden ve çeşidin az olmasından şikâyet etmişlerdir. Kalori hesabıyla bakıldığında yemekler belki yeterli fakat besleyici değildir. Sonuç olarak cephede iyi beslenemeyen askerler, kamplarda da bir süre iyi beslenememişler ve bu hastalığa yakalanmışlardır. Hastalığın da en fazla görüldüğü kamp ise Kantara kampı olmuştur.1840 [40]

İngilizlerin iddialarının aksine cepheden gelen 14.000’den fazla Osmanlı esirin kampa gelişinde yapılan muayenesinde esirler arasında pellegra olduğuna dair bir ize rastlanmamıştır. Esir A. Rıza, Hicaz bölgesinden çok sayıda esir geldiğini, aralarında iskorbüt hastalığına rastlandığını ama hiçbir şekilde pellegra hastalığına rastlanılmadığını söylemiştir. Salihiye kampında birkaç ay gibi kısa süre içinde pellegra hastalığı yayılmaya başlamıştır. Bu kamp kapatıldıktan sonra Doktor A. Rıza’nın da aralarında olduğu Bilbeis’teki 40.000 esir, yaklaşık 25 Türk doktoru ve 3.000 yataklı bir hastanenin bulunduğu bir başka kampa nakledilmiştir.[41]

Kamplarda kalmış bir esir olan Ankaralı Çavuş İbrahim oğlu Bekir’in kamp hakkında verdiği beyanatında esirlerin bu hastalığa yakalanmasını verilen diyete bağlamıştır. Mısır’da pellegra hastaların olduğu koğuşta çalışan İbrahim oğlu Bekir, esarette verilen yemekler ile ilgili şikâyette bulunmuştur. İlk esir düştüklerinde Seydi Beşir kampına getirilen Bekir, yeme içmelerinin yerinde olduğunu anlatmıştır. Burada kendilerine buğday ekmeği, sebze ve et verilmiştir. Bilbeis kampına gittiklerinde mısır ve pirinç unundan yapılan ekmek yemişlerdir. Ekmeğin içinde mısır ve pirinç taneleri görünmektedir. Ekmek çok defa da küf kokmakta, özsüz olup yenilmeyecek durumdadır. Sebze hiç verilmemiştir. Et haftada iki ya da üç defa verilmiştir. Et olarak verilen de beygir eti olup kuşbaşı kadar bir parçadır. İngilizlerin bu hastalığın detaylı araştırılması amacıyla otopsi için çok sayıda ceset de açmıştır.1842 [42]

Esaret sonrası evine dönen ve pellegra belirtileri gösteren bir hasta, doktora sağlık durumu hakkında bilgi vermiştir. Önce tavukkarası denilen hastalık esirleri sarmış, hemen ardından da pellegra teslim almıştır. Bu hastalığa yakalanan esirlerin el ve ayakları ateş gibi yanmaktadır. Esirlerin kısa süre içinde el ve ayaklar kızarır, kabarır, sulanır ve kabuk bağlardı. Esirler ishale yakalanmaları ile erimeye başlar ve ancak %5’i kurtulabilirdi. Bizmut veya iğne, hastalığın tedavisinde hiçbir şekilde etkili olmamıştır. Hastalara yapılan otopsilerden de bir sonuç çıkmamıştır. Eğer ölmeyip kurtulan olursa nekahet kampına gönderilmekte ve orada buğday ekmeği, tavuk, et vb. verilmekteydi.[43]

Hatıratlarda bu hastalığın sebepleri ile ilgili açıklayıcı bilgiler bulunmaktadır. Mısır kamplarında askerlere verilen yemekler her zaman yetersiz ve sağlıksız olmuştur. Örneğin, esirlere pırasanın yanında tam pişirilmemiş kuru bakla gibi yemekler verilmiş, o gece esirlerde dehşetli bir sancı başlamış, esirlerin bir kısmı kurtulabilse de hayatını kaybedenler azımsanmayacak düzeyde olmuştur. Ayrıca 1919 yazında itibaren Osmanlı esirlerine beygir ve katır eti verilmeye başlanmıştır. Zaten yetersiz beslenen askerlerin Mısır gibi son derece sıcak bir yerde kokmuş beygir ve katır etlerini yemekten başka çareleri kalmamıştır. Bunun sonucunda da birçokları dizanteriye, bir kısmı da pellegra hastalığına yakalanarak hayatlarını kaybetmiştir. Hatıratta pellegra hastalığından bahsedilirken esirlerin bu hastalığı bir çeşit bir çeşit uyuza benzettikleri görülmektedir.[44]

Mısır esir kamplarında Türk savaş esirleri arasında yaygın olarak görülen pellegra hastalığı ile ilgili Soruşturma Kurulunun emriyle Albay F. D. Boyd ve Yarbay P. S. Lelean tarafından bir araştırma yapılmıştır. Kahire’de hazırlanan 31 Aralık 1918 tarihli rapor İngilizlerin her türlü aksini söyleme çabalarına rağmen Türk esirlerinin beslenme açısından çok yetersiz olduğunu ortaya koymuştu. Komisyona pellegra hastalığında diyetin etkisi konusunda gönüllü olarak Profesör W. H. Wilson yardımda bulunmuştu. Hastalığın diyetetik ve etiyoloji kısmında Dr. Wilson’un önemli katkıları olmuştu. Rapora göre beslenme bakımında yetersiz kalan esirlerde önemli hastalıkların çıkması kaçınılmazdı. Bu sebeple beslenmenin yeterliliğinin ölçülmesinde proteinin biyolojik olarak değerinin önemini fark eden ve ortaya çıkaran Dr. W. H. Wilson bütün beslenme şekillerinin hesaplanması ve birçok kaynağın incelenmesinde önemli katkılar sağlamıştır. Yapılan araştırmayı daha iyi anlamak için bazı ön bilgiler de verilmiştir. Beslenmedeki brüt proteinin miktarını hesaplamak tatmin edici olmayan bir karşılaştırmaya yol açmaktaydı. Bitkisel proteinler hayvan kaynaklı proteinlere göre vücutta özümlenme konusunda daha değersizdi. Proteinin değerinin bütün olarak değil; örneğin sebzedeki selülozla ilişkili olarak yavaş sindiriminden çok kompleks moleküldeki amino asitlerin miktarı ve bağlanma şekli önem arz etmektedir. Biyokimyasal araştırmaların gösterdiği üzere özümlenmiş proteinin enerji verdiği bilinmektedir. Buna rağmen ilişkili olduğu amino asitlerin sadece belirli bir kısmı, maddelerini yeniden inşa etmek ve israfı geri kazanmak için dokuların kullanabileceği bir biçimde azot formu sağlamaktadır. Araştırmalar göstermektedir ki denek insanların azot dengesini sürdürmede en az 30 gram hayvansal proteine ihtiyaç vardır. Bitkisel proteinler ise kaynağına göre değişmektedir. Aşağıdaki değerler pellegranın insan biyolojisi üzerindeki önemini ortaya koymaktadır:

Tablo 4.15: Türk Esirlerinde Pellegra Hastalığının Yaygınlığının Sebepleri

Protein kaynağı

70 kiloluk bir insanı proteini kaybından koruyacak asgari miktar

Biyolojik değeri

Et

Günlük 30 gram

1.000

Süt

Günlük 31 gram

0.965

Pirinç

Günlük 34 gram

0.880

Fasulye çeşitleri

Günlük 50 gram

0.600

Ekmek

Günlük 76 gram

0.395

Mısır (Mısır özel olarak pellegra vakasıyla ilgili olan diyetetik kullanımda triptofan ve lizin temel amino asitlerinden neredeyse tamamen fakir olan proteinleri sağlar.)

Günlük 102 gram

0.293

Kaynak: Report of a Committee of Inquiry Regarding the Prevalenge of Pellagra among Turkish Prisoners of War, Haz. F.D Boydand P.S. Lelean, İskenderiye, Ordu Basım ve Kırtasiye Bölümü, 1919, s. 509.

Raporda Türk esirleri arasında pellegra hastalığının yaygınlığı konusu araştırılmıştır. Bu tablodaki veriler yorumlanırken hatırlanmalıdır ki alınan yiyecekler bütün dokulara ulaşıyorsa biyolojik olarak en değerli proteinin en az 30 gramı vücudu kilo kaybından korumaktadır. Bu değer 70 kilodan fazla ağır olmayan normal sindirim gücüne sahip, enerji girdi-çıktısını ve yağ kaybını dengede tutacak kalorinin diğer kaynaklardan da desteklendiği insanlar için yeterlidir.[45]

Pellegra hastalığının Mısır esir kamplarında ortaya çıkışı, yaygınlığı ve sebeplerini araştırmak için Said limanının yakınındaki çöl kampında bulunan ve Türklerle benzer şartlarda yaşayan Ermeni esirlerin yaşam standartları izlenmiştir. Kampta pellegra hastalığının başlangıcı, ilerleyişi ve kayboluşundaki diyetin etkisi gözlemlenmiştir. Bu rehinelerin yiyecek paylarına gelirlerinden ilave yapılması bekleniyordu fakat bunda başarısız olundu. Sonuçta 5 ay boyunca 2.200 kalorilik 22 gram biyolojik değerli proteinli diyetten sonra pellegra baş gösterdi. Başka bir bölgede çalışan esirlere ailelerinden gönderilen paralarla daha fazla yiyecek desteği sağlanmış, fakat yine başarısız olunmuş ve pellegra yükselişe geçmiştir. Eylül ortalarında düşüşte olan eğri tekrar yükselmeye başladığında esirler çalışmayı bırakıp kamplara dönmüştür. 3.039 kalori 40,9 gram biyolojik protein değerli yeni bir diyetin başlamasıyla yeni vakaların eğrisi sıfıra düşmüş ve o zamandan sonra bu şekilde devam etmiştir. Yapılan araştırma pellegranın biyolojik protein değeri düşük diyetten kaynaklandığı sonucunu ortaya çıkarmış ve normal kişiler için şu kesin olmayan en az değerleri göstermiştir:

Tablo 4.16: Pellegra Hastalığının Protein Değeri Düşük Diyet ile İlişkisini
Gösteren Liste

Çalışmayanlar

Günde 40 gram

Hafif işçiler

Günde 40 gram

Ağır işçiler

Günde 45 gram

Kaynak: Report of a Committee of Inquiry Regarding the Prevalenge of Pellagra among Turkish Prisoners of War, Haz. F.D Boydand P.S. Lelean, İskenderiye, Ordu Basım ve Kırtasiye Bölümü, 1919, s. 509.

Protein değerinin yükseltildiği diyetlerle pellegra hastalığının iyileşmesi konusunda raporda önerilerde bulunulmuştur. Pellegra, eğer ileri düzeyde değilse yükseltilmiş biyolojik protein değeriyle kontrol edilebileceği sonucuna varılmıştır. Üç haftalık deney sonucunda bir grup hastanın süt olmadan fasulye çeşitlerinden sağlanmış fazla proteinle verilen hastane diyetiyle, süt olmadan fazladan tereyağı verilen bir başka grup hastaya göre toplam kaloriler eşit olmasına rağmen daha fazla kilo aldığı gözlenmiştir:

Tablo 4.17: Pellegra Hastalığının Esirlere Uygulanan Diyet ile İlişkisini

Gösteren Liste

Normal Diyetli Kontrol Grubu

Ortalama Kazanç 1 Lb

10 fazladan tereyağı alan

Ortalama kazanç 2.2 lb

10 fazladan fasulye çeşidi alan

Ortalama kazanç 7 lb

Kaynak: Report of a Committee of Inquiry Regarding the Prevalenge of Pellagra among Turkish Prisoners of War, Haz. F.D Boydand P.S. Lelean, İskenderiye, Ordu Basım ve Kırtasiye Bölümü, 1919, s. 511.

Ludd iş kampı tekrar açıldığında işçiler ve 500 kişilik çalışmayan fakat neredeyse çalışanlarla aynı şartlarda yaşayan insanlar arasında karşılaştırma yapılmıştır. Yapılan çalışmalarda aşağıdaki sonuçlara ulaşılmıştır:[46]

1.                           Pellegra, biyolojik değeri ölçülen protein eksikliğinden kaynaklanır.

2.                            Bu eksiklik;

(a)                            Dinlenme halinde en az ihtiyaca göre kesindir

(b)                            i) Enerji alımı ve harcanması arasındaki dengeye

ii) Özümlemenin bireysel verimliliğine bağlı olabilir

(3)                         Pellegra erken safhalarda diyette biyolojik değerli proteinin yükseltilmesiyle durdurulabilir.

Varılan bu sonuçlar için aşağıdaki öneriler de raporda ayrıca yer almıştır:[47]

1.                                     Pellegraya yakalanma oranının çalışmayanlar kamplarında son 2 ayda

aşağı yukarı aynı kalması ve işçi kamplarında bu ayda net bir düşüşün olması tam yetkili diyetlerin yeterli olduğu ve herhangi bir önemli değişikliğe ihtiyaç olmadığı sonucuna ulaştırmıştır.

2.                                     Var olan derecelendirme ölçeklerinin alternatifleriyle birlikte tam

çeşitlilik verilmelidir ve yiyeceğin pişirilmesi ve hazırlanmasında yakın denetim yapılmalıdır.

3.                                     Pellegra hastalığındaki herhangi bir artış, hayvansal proteinle

giderilmeli, ödem ortaya çıkması yağın artırılmasıyla önlenmelidir.

Türk savaş esirleri arasında hastalığın klinik görünümü başlığı ile verilen bölümde savaş esirlerinin sağlık durumları anlatılmıştır. Buna göre kampta tıbbi soruşturma ve hastalığın özellikleri incelenmiştir. Türk savaş esirlerini etkileyen yaygın hastalıklar başlangıç belirtilerinden itibaren tüm klinik süreçte gözlemlenebilmiştir. Kantara işçi kampındaki Türk savaş esirleri Temmuz 1918’in başlarında muayene edilmiş ve fiziksel durumu en az bozulma seviyesinde olan her bir esir seçilerek Kahire kampına transfer edilmiştir. O zamandan sonra da bu amaç için belirlenmiş bir tıbbi asker tarafından çalışan tüm esirler haftada iki kez bölük bölük muayene edilmiştir. Herhangi bir şüpheli belirti gösteren herkes ilk gün kayıt altına alınmıştır. Sonuçlar aşağıdaki gibidir:[48]

(a)                        2 hafta sonunda normalin dışındaki ilk görülebilir belirti, vücudun diğer kısımlarında serbestçe terleme olabilmesine rağmen derinin kuruluğuyla birlikte elin ve bileğin arkasında hafif deri renklenmesidir.

(b)                        1 ay sonra burunda hafifçe derinin renklenmesi görülebilirken ellerin ve bileklerin durumu daha dikkat çekici hale gelmiştir. Şahıs bu zamanda hiçbir hastalık şikâyeti olmayan, sindirimi normal olan güçlü bir kişidir.

(c)                        6 haftanın geride kalmasıyla birlikte ellerin durumu ilerlerdi ve deri gevşek, parlak ve buruşuk hale geldi. Burundaki deri renklenmesi yanaklara yayıldı. Mutlak beslenme değişiklikleri ortaya çıktı, güçsüzlük şikayetiyle birlikte kas kütlesinde özellikle üst kol ve omuz eklemi çevresinde kayıplar gözlendi. Yemek sonrası yanma hissi, iştahsızlık ve aralıklı ishalin gösterdiği üzere sindirim sorunları ortaya çıktı. Tahmini kan basıncı sık sık 90-100’e düştü. Esir şu anda işçi kampı için uygunsuz hale geldi ve tedavi için hastaneye gönderildi.

Raporda ayrıca hastanedeki vakaların klinik çalışmaları üzerinde durulmuştur. Burada erken safhada olan hastalar, ileri safhada olan hastalar ve teşhis konuları işlenmiştir. Bunun için Türk savaş esirlerinin muzdarip olduğu klinik şartlar üzerine çalışma yapmak ve rapor yazmak için esir grubundan 100 hasta seçilmiştir. Bunların hepsi Türk hattından gelen aktif olarak savaşmış kişilerdir. Hepsi 2 Nolu Kahire savaş esiri hastanesinde özel koğuşlara kabul edilmişlerdir. Erken safhada olan hastalar için birçok vakada düzgün tıbbi geçmişe ulaşmak zordu. Çoğunun hastalık şikâyeti yoktu, diğerleri ise 1 aydan 2 yıla kadar değişen periyotlarla elde derinin renk değiştirdiğini belirtti. Şartlardaki en kolay gözlemlenebilir özellik her zaman simetrik deri renklenmesi ve derinin kuruluğuydu. Bu aynı zamanda pul pul ve buruşuk olan ellerin, bileklerin ve ayakların arka kısımlarında çok belirgindi. Burun da çok benzer şekilde etkilenmişti ve çoğunlukla deri renklenmesi yanaklara yayılmıştır. Boynunun renklenmiş, kuru, parlak ve buruşuk, bir kısmının da çoğunlukla iman tahtası kemiğine yayılarak kravat benzeri bir görüntü oluşmuştu. Ayak bilekleri, ayağın tabanı ve belde kemer takılan yer gibi vücudun basınç altındaki yerlerinde deri renklenmesi görülmüştü. Vücuttaki veya uzuvlardaki tüm yaralar belirgin şekilde renklenmişti. Hiçbir vakada ağız boşluğu mukoza zarında renklenme görülmemişti.[49]

Terleme diğer kısımlarda doğal olarak gerçekleşirken etkilenmiş deri her zaman kuruydu ve deri altına pilokarpin enjekte edildiği ve terlemenin etkilenmemiş bölgelerde gerçekleştiği 12 vakada böyle devam etmişti. Vücut sıcaklığı genellikle normalin altındaydı. Ateş yükseldiğinde bulaşıcı durumlar bu hastalığı daha da karmaşık hale getiriyordu.[50]

Beslenme birkaç vaka hariç, bazen hastalığın ilk safhalarında bile derinden etkilemişti. Kas kütlesi kaybı ilk başlarda üst kol ve omuzda belirgindi. Sınırlı sayıda (%25) beslenme makuldü, hatta iyiydi. Beslenme sistemi mutlak değişiklikler gösterdi. %45’inde iştahsızlık, yemek sorası yanma, mide gazı şeklinde sindirim sorunları şikayetleri vardı, fakat en yaygın şikâyet özellikle aralıklı ishaldi.[51]

Ağız kenarlarında çatlaklar yaygındı. Diş etleri ülserleşmişti ve diş etinden akan irin belirgindi. Dil karakteristikti. Dil, önce nemli, geniş ve diş tarafında bastırılmış, kenarlı ve uçları açık pembe renkte ve üst deriden yoksun, arka kısım sıvanmış ve bolca çatlaklıydı. Daha ilerlemiş vakalarda üst deri kaybı tüm dil sırtına yayılmış ve dile çiğ etin açık pembe renkli görüntüsünü veriyordu. Boğaz herhangi bir anormallik göstermiyor ve ağız boşluğu mukoza zarında herhangi bir deri renklenmesi yoktu. Bazı sınırlı vakalarda parotis bezinin şişmesi vardı ve ikincil olarak açıkça ağız içi boşluğu sepsisi vardı. İştah 12 hastada ‘’iyi’’, 7 hastada ‘’makul’’ 11 hastada ‘’eksik’’ti. İştah kaybı 1 hasta hariç hepsinde aralıklı ishali de getirdi.[52]

Türk esirler arasında bir test yemeğinden sonra mide içeriğinde asit salgısının durumunu da raporda gösterilmiştir. Hastalığın erken safhalarında herhangi bir sindirim zorluğu görünürde yokken hidroklorik asit salgısı azdır. Hastalık ilerledikçe sindirim zorlukları baş göstermektedir. Hidroklorik asit test yemeğinden 1 saat sonra tamamen noksandır. Bu hastaların dışkıları bolca çeşitli enfeksiyonlara kanıt içeriyor, bağırsak solucanı yumurtaları neredeyse sürekli bulunuyordu. Karaciğer fiziksel muayenede normaldi, sıtmaya sebep olan hepatitin yayılma ve hassasiyeti vardı. Dolaşım sistemi hastalığın erken safhalarında kötüleşme gösterdi. Çoğu hastada kalp atışlarını belirlemek zordu. Kalp bölgesi bütün hastalarda normaldi ve cılız sesliydi. Herhangi bir hırıltı yoktu. Nabız dakikada 65-75 arasında olup ritim düzenliydi, ses azdı ve damar duvarı sağlıklıydı.[53]

Raporda Kantara savaş esirleri kampındaki işçilerin gözlemlenen kan basıncı sonuçlarını verilmiştir. Bütün denekler kamplardaki erzaktan beslenen yaşayan işçi esirlerdir. Esirler üç gruba ayırılmıştır. İlk grup aktif olarak çalışan ve hastalık şikâyeti olmayan sağlıklı erkeklerden oluşuyordu. Erzak diyetinden beslenen sağlıklı Türk savaş esirleri ortalama olarak sistolik 125 ve diyastolik 94 milimetre Hg (Civa) kan basıncı verdiler. İkinci grup besinsel fonksiyonlarda herhangi bir engeli olamayan güçlü olarak adlandırılabilen fakat elin arka kısmında çok hafif deri renklenmesi ve biraz kuruluk gözlenen esirleri içeriyordu. Bu esirler ortalama kan basıncından farklı şekilde düşük kan basıncı (örneğin 119-92 arası) verdiler. Üçüncü grupta beslenmeleri hafifçe etkilenmiş olanlar vardı ve basınçta düşüklük daha fazla (örneğin 111-29 arası) belirgindi. Bu yüzden kan basıncındaki belirgin düşüşler hastalıkların işareti ve belirtisi olabilmekteydi. Bu da canlılığın ve dayanıklılığın zayıf düşmesine bir kanıt olarak değerlendirilmiştir.[54]

Raporda hastanedeki 100 eski hastanın da kan basıncını gösterilmiştir. Ortalama sistolik basınç 92 milimetrede sabittir. Beslenme derinden etkilendiğinde kan basıncı en düşük seviyede olmaktadır. Ölçülen hastalar arasında beslenmesi makul ve sistolik kan basıncı 80’lerde olan hastaların yanı sıra 75 milimetrede olan bir başka hasta ile bir kısım beslenmesi çok fakir ve sistolik kan basıncı 100 (ortalamanın çok üstünde) olan hasta da vardı. Bu yüzden bu grupta bozulmuş beslenme ve sisitolik kan basıncı arasında herhangi bir bağlantı gözükmemiştir. Raporda hastalığı ilerlemiş çoğu bağırsak enfeksiyonuyla karmaşıklaşmış hastaların basıncını da bulunmaktadır. Hepsinde kan basıncı düşük fakat yine mevcut zayıflama derecesiyle arasında kesin bir bağlantı yoktur. Said limanı Ermeni kampındaki bir kısım iyileşmiş, çoğu bu hastalığı bir veya iki kez yinelemiş hacıların durumunu gözlemlenmiştir. Hepsinde beslenme iyidir ve kan basıncı normale dönmüştür. Ayrıca sınırlı sayıda hastanın ayak bileklerinde biraz ödem vardı. Solunum sistemi ileri düzeyde olmayan hastalarda fiziksel muayene normaldi.[55]

Hematopoetik (kan hücrelerinin oluşumu) sistem, ileri düzeyde olmayan hastalarda normalden çok farklılık göstermedi. Sıtma enfeksiyonu olmuş yerler hariç dalak normaldi. Kan renksizlikle birlikte hafif klorotik (kansızlık) anemi gösterdi. Kan filmlerinin muayenesinde geniş tek çekirdeklilerde herhangi bir artış göstermedi. Herhangi bir parazit veya protozoa (serbest veya parazit yaşayabilen vücutları tek hücreden oluşan mikroskobik canlılardır.) bulunmadı ve kan kültürü sürekli mikropsuzdu. İdrar ilk hastalarda albuminden ve şekerden yoksundu. Örnek olması gerektiği gibi hafif asidikti. Sıtma ortaya çıktığında bazen albumin düşük miktarlarda bulunuyordu.[56]

Sinir sistemi fonksiyonları hastaların çoğunda büyük değişiklikler göstermişti. Düşünme çok yavaştı, hastalar donuk ve hissizdi. Çevrelerini ya hiç umursamamışlar ya da çok az umursamışlardı. Bazı hastalarda durum açık melankoliye dönüşmüştü. Dokunsal duyular hepsinde normaldi. Düşünmenin çok donuk olduğu zamanlar hariç titreşime kolayca tepki verilebiliyordu. Sonra anlama kaybı asıl sorun olarak gözükmüştü. Rombergism (hastanın gözleri kapalı ayakta durabilme yetisi) hiç görülmedi. Sinirlerde herhangi bir felç gözlemlenmedi. Kaslar sarkık ve tükenmişti ve kas gücü çok azdı. Tabansal refleksler nadiren tepki veriyordu. Bunun sebebi açık şekilde ayak taban derisinin kalınlığı ve sertliğindendi. Karın refleksleri, normaldi. Chostek’in (kanda kalsiyum değeri düştüğünde kulağın ön tarafına hafifçe parmak ucu ile vurulduğunda dudak kenarının aynı tarafa seğirme) belirtisi hiç yoktu. Kol refleksleri yaygın olarak vardı. Diz refleksleri genelde hastalığın ilk evrelerinde azalmış, daha sonra ileriye gitmiş ve kas sağlığı derinden etkilendiğinde yok olmuştu. Ayak bileği refleksleri genelde normaldi. Göz bebeği refleksi her hastada normaldi. Lomber ponksiyon (Beyin omurilik sıvısının alınmasıyla biyokimyasal, mikrobiyolojik ve sitolojik inceleme yapılması) 12 tipik hastada gerçekleşti. Sadece birinde basınçta artış oldu. Hepsinde kan sıvısı temizdi, hücre öğelerinde veya anormal hücrelerde artış içermemiş, kültürde mikropsuz olup hiçbir protozoa kaynaklı enfeksiyon görülmemiştir.[57]

İleri safhada olan hastalar arasında gözlemler yapıldığında karmaşık klinik bir tablo ile karşılaşılmıştır. Farklı hastanelerde görülen çok sayıda ileri safhadaki hastaların çoğunluğu karmaşık bir hastalıktan muztaripti. Bu genellikle sıtmaydı fakat daha yaygın olarak dizanteriydi (bakteriyel ve amipli). Bu kişiler özellikle bakteriyel türe eğilimliydi. Bu hastaların dayanıklılığı beslenme hatalarıyla zayıfladı. Midede hidroklorik asitin salgılanması eksikti veya hiç yoktu. Bu yüzden sindirim borusunu, enfeksiyon süreçlerinin istilasına karşı korumada zayıf kaldılar ve sonuçta doğal olarak dizanteri ortaya çıktı.[58]

Hastalığı açık olan ileri derece hastaların sayısının çok az olmasına rağmen pellegranın teşhisini koymak kolayca mümkündü. Yüzde, boyunda, elde ve ayaklarda kızarıklık ve derinin renklenmesi çok belirgindi. Bu yüzde en fazla burunda ve yanaklarda yanlara doğru yarasa kanadı şeklinde yayılan formda belli oluyordu. Boyun belirgin şekilde renklenmişti. Kızarıklık ve deri renklenmesi farklı bir şekilde oluşturarak ülserleşmeye gidiyordu. Deri renklenmesi göğüs kemiğine indi. Elin ve bileğin arkası belirgin kızarıklık ve deri renklenmesi gösterdi. Bazı hastalarda kabarcıklar ve derin çatlaklar oluştu. Ayağın sırt tarafı çokça renklenmişti. Deri renklenmesi bacağa tırmanıyordu. Deri kuru, buruşuk ve pulluydu. Trokanterler ve tuberositler üzerinde bolca nasır vardı. Basınç altındaki bütün kısımlar ve yaralar renklenmişti. Beslenme derinden etkilenmişti, zayıflama belirgindi. İştah azdı, diş etleri ülserliydi ve diş etinde irin akması belirgindi. Dil nemliydi fakat üst deri çok noksandı ve hassas görünüyordu. İshal zaman zaman vardı fakat herhangi bir organizma veya protozoa soyutlanamıyordu.[59]

Zihinsel işlevler derinden çökmüştü. Düşünme çok yavaştı ve hayata bakış melankolikti. Böyle bir görüntü ancak pellegraya işaret etmekteydi. Bu ilerlemiş klinik görüntüsüyle hastalığın izi eski işçi kamplarındaki güçlü işçilerin ellerindeki hafif deri renklenmesinden sürülebilirdi. Bu hafif renklenmeyi takiben kişide beslenme sorunları baş gösterir ve kesin pellegra tanısıyla hastaneye kabul edilirdi. Mevcut salgında hastaların çok az bir kısmında alt uzuvlarda ödem gözlendi.1860 [60]

Pellegra hastalığının klinik doğası, kromafin sistemin derinden bitkinliğiyle birlikte böbrek üstü bezlerinin etkilenmesini güçlü şekilde işaret ediyordu. Dolaşım sağlığının bozulması, renklenmeyle birlikte böbrek yetmezliğinin özelliğidir. Midede kusurlu asit salınımı kaçınılmaz olarak bozulmuş pankreas salgısına ve sonuç olarak kusurlu sindirime bu da beslenme eksikliğine yol açmaktadır. Kişi yeterli yemek yiyebilir fakat protein ve yağların sindirimi ve emilimi kusurlu olacaktır. Hastalık erken safhalarında ve karmaşık olmayan durumlarda kişi istirahate çekilir ve cömert bir diyetle beslenirse ise gelişme görülecektir. Kişi tıbbi tedavi olmadan bile kilo alır ve bağırsaklara ait şikayetler ortadan kalkmaktadır. Erken safhadaki hastalar sıradan bir diyetle beslenmeye başlamalıdır. Örneğin 22 gram tereyağı eklenmiş veya süt çıkarılmış fakat 22 gram fasulye çeşidi veya mercimek eklenmiş beslenme yeterli olacaktır. Bu diyet sonucunda hepsi kilo aldı ve gelişme gösterdi. Fakat en hızlı kazanç diyeti fazladan sebze proteinin eklenmesiyle gerçekleşti. Pellegra hastalığına yakalanan kişi bakteriyel dizanteri veya septik zatürreden muzdarip ise de görüntü çok farklıdır. Kişinin genel dayanıklılığı o kadar düşer ki ikincil hastalığın ölümcül bir yıkıma sebep olması beklenebilir. Amipli dizanteri emetinle yapılan tedaviyle o kadar ölümcül değildir. Tecrübelere göre karmaşık olmayan pellegra hastalığında ölüm yaygın değildir.[61]

Tüm bu yapılan inceleme ve araştırma sonuçları göstermiştir ki Türk savaş esirleri arasında pellegra çok yaygındır. Durum vücudun açık kısımlarındaki kızarıklık ve deri renklenmesiyle, derin beslenme bozukluklarıyla ve kan basıncında düşmeyle özelleşmiştir. Aşağıdaki tabloda Doğu Kantara işçi kampı için Türk savaş esirlerinin kan basıncı gösterilmiştir:[62]

Tablo 4.18: Doğu Kantara İşçi Kampında Bulunan Türk Savaş Esirlerinin Kan
Basıncı

Resmen Görevli Olmayan Sağlıklı Türk Esirler

Yaşı

Kan basıncı

25

132-92

25

128-104

25

122-90

38

130-98

32

130-98

38

118-90

44

120-90

29

128-96

25

122-90

Ortalama 125-94 mm Hg (civa)

Erken safhada deri renklenmesi olan güçlü erkekler; beslenmesi iyi olanlar

Yaşı

Kan basıncı

31

130-100

36

128-100

28

116-90

27

112-88

36

116-94

35

112-98

20

114-84

40

122-90

29

128-90

40

124-96

35

128-100

38

118-96

45

110-86

35

116-88

Ortalama 119-92 mm Hg

 

ve yağların iyi özümlenmemesine sebep olmaktadır. Hastalığın klinik özelliği böbrek üstü bezi yetmezliğidir. Buna rağmen bu yetmezliğin nasıl ortaya çıktığını gösteren yeterli kanıt yoktur. Klinik ve patolojik bulgulardan herhangi bir protozoa kaynaklı veya bakteriyel bir enfeksiyonun kanıtı yoktur. Bkz. Report of a Committee of Inquiry Regarding the Prevalenge of Pellagra among Turkish Prisoners of War, Haz. F.D Boydand P.S. Lelean, İskenderiye, Ordu Basım ve Kırtasiye Bölümü, 1919, s. 516-517.

Erken safhalı deri renklenmesi ve hafif besinsel değişiklikler

Yaşı

Kan basıncı

42

108-80

46

104-78

40

108-78

35

112-90

22

112-90

26

120-92

34

126-94

36

114-80

26

98-72

Ortalama 111-95 mm Hg

Kaynak: Report of a Committee of Inquiry Regarding the Prevalenge of Pellagra among Turkish Prisoners of War, Haz. F.D Boydand P.S. Lelean, İskenderiye, Ordu Basım ve Kırtasiye Bölümü, 1919, s. 516-517.

Hastaların birçoğu kurtçuklu veya kamçılı bağırsak iltihabı gösterdi. Bunlar sıradan faktörler olarak düşünülmemelidir. Fakat sadece sindirim bozukluğunu ve beslenme bozukluğunu desteklemektedir. Hastalık protozoal ve bakteriyel istilaya dayanıklılık direncini kırmakta ve bu nedenle yüksek oranda ölüme sebep olmaktadır. Aşağıdaki tabloda Türk saflarından hastaneye kabul edilen erken seviyede pellegra hastalığı bulunan 100 hastanın kan basıncı ve ilişkili semptomları verilmiştir:1864

Tablo 4.19: Erken Seviyede Pellegra Hastası Türk Savaş Esirlerinin Kan
Basıncı ve Hastalığa Ait Bazı Semptomlar

Hastalığın süresi(ay)

Beslenme

İshal Durumu

Zekâ

Karın refleksi

Kol refleksi

Bacak refleksi

Kan basıncı

6

Fakir

Aralıklı

Normal

Normal

Normal

Normal

112-70

15

Çok fakir

Var

Çok donuk

Normal

Normal

Normal

100-80

24

Fakir

Yok

Makul

Normal

Normal

Normal

98-76

6

Fakir

Yok

Makul

Normal

Normal

Normal

96-78

6

Fakir

Yok

Donuk

Normal

-

Normal

108-80

1864 a.g.e., s. 519-521.

6

İyi

Yok

Makul

Normal

Yok

Normal

92-70

6

Makul

Yok

Donuk

Normal

-

Normal

92-74

12

Fakir

Yok

Donuk

Normal

Normal

-

80-60

12

Makul

Yok

Makul

Normal

Normal

Normal

98-74

2

Fakir

Yok

Çok donuk

Normal

Normal

Normal

90-70

2

Makul

Aralıklı

Donuk

Normal

Normal

Normal

98-74

6

Makul

Aralıklı

Makul

Normal

Yok

Yok

90-72

12

Makul

Aralıklı

Makul

Normal

Yok

Yok

92-74

6

İyi

Aralıklı

İyi

Normal

Normal

Yok

90-74

6

Makul

Yok

Makul

Normal

Yok

Normal

82-66

12

Fakir

Aralıklı

Makul

-

Normal

-

92-78

1

Fakir

Aralıklı

Çok donuk

Normal

-

Normal

90-78

12

Fakir

Yok

Donuk

Normal

-

Normal

98-72

24

Fakir

Aralıklı

Makul

Normal

Normal

Normal

88-/

6

Fakir

Aralıklı

Makul

Normal

-

Normal

100-78

2

Fakir

Yok

Donuk

Normal

Normal

-

88-70

4

Fakir

Yok

Donuk

-

Yok

-

80-65

6

Fakir

Aralıklı

Normal

Normal

Normal

Normal

102-78

12

Fakir

Yok

Donuk

Normal

Normal

Normal

86-60

4

Çok fakir

Aralıklı

Normal

Normal

Normal

Normal

102-78

12

Makul

Yok

Donuk

Normal

Normal

Normal

86-70

6

Fakir

Kabız

Çok donuk

Normal

Yok

Normal

90-76

12

Fakir

Yok

Donuk

Normal

Yok

Normal

96-76

6

Fakir

Yok

Normal

Normal

Normal

Normal

102-80

6

Fakir

Var

Donuk

Normal

Yok

Normal

90-70

6

Fakir

Aralıklı

Çok donuk

Normal

Normal

-

100-80

3

Fakir

Aralıklı

Çok donuk

Normal

Yok

Normal

102-80

24

Çok fakir

Aralıklı

Çok donuk

Yok

Yok

-

82-/

12

Makul

Aralıklı

Makul

Yok

-

Yok

92-70

3

Çok fakir

Yok

Normal

Normal

Normal

Normal

94-74

3

Çok fakir

Yok

İyi

Normal

Normal

Normal

94-70

12

Makul

Yok

İyi

Normal

Normal

Normal

84-/

12

Fakir

Yok

İyi

Yok

Yok

Normal

92-76


 

6

Fakir

Yok

Makul

Normal

-

Normal

99-80

3

Fakir

Yok

Donuk

Normal

Yok

Normal

100-72

12

Fakir

Yok

Donuk

Normal

Yok

Normal

98~80

4

Fakir

Yok

Donuk

Yok

Yok

Normal

80-65

12

Fakir

Var

Donuk

Normal

Normal

Normal

82-/

24

Fakir

Yok

Donuk

Normal

Yok

-

98-76

6

Çok fakir

Yok

Çok donuk

Normal

-

-

96-80

24

Makul

Yok

Normal

Normal

Normal

Normal

94-72

12

Fakir

Var

Çok donuk

Yok

Yok

Normal

96-78

12

Makul

Yok

Normal

Normal

Normal

Normal

94-72

6

İyi

Yok

İyi

-

Normal

-

102-80

6

Çok fakir

Aralıklı

Makul

Normal

Normal

Normal

98-70

24

Makul

Aralıklı

İyi

Normal

Normal

-

96-76

12

Çok fakir

Yok

Çok donuk

Normal

Yok

Normal

90-80

18

Çok fakir

Var

Çok donuk

Yok

Normal

Normal

84-6

18

Fakir

Yok

Donuk

Normal

-

-

86-66

6

Makul

Aralıklı

Donuk

Normal

Normal

Normal

100-80

6

Fakir

Aralıklı

Donuk

Normal

Normal

Normal

92-72

4

Makul

Aralıklı

Normal

Normal

Normal

Normal

98-80

6

Fakir

Aralıklı

Makul

Yok

Yok

Normal

110-90

24

Çok fakir

Yok

Normal

Normal

Yok

-

90-72

6

Çok fakir

Var

Donuk

Normal

-

-

90-70

4

Çok fakir

Aralıklı

Çok donuk

Normal

Normal

Normal

82-60

3

Fakir

Yok

Makul

Normal

-

Normal

92-76

6

Çok fakir

Aralıklı

Çok donuk

Normal

-

-

90-70

3

Fakir

Yok

Makul

Normal

-

-

108-88

6

Çok fakir

Yok

Normal

Normal

-

-

92-72

4

Çok fakir

Yok

Çok donuk

-

Normal

Normal

112-88

12

Makul

Yok

Normal

Normal

Normal

Normal

92-78

6

Çok fakir

Yok

Donuk

Normal

Normal

-

97-72

12

Fakir

Aralıklı

Donuk

Yok

Normal

Normal

100-88

12

Çok fakir

Aralıklı

Çok donuk

Normal

Normal

Normal

78-62


 

3

Çok fakir

Aralıklı

Çok donuk

Yok

-

-

102-82

4

Çok fakir

Yok

Donuk

Normal

-

Normal

100-82

12

Çok fakir

Yok

Çok donuk

Normal

-

Normal

80'-64

8

Çok fakir

Var

Çok donuk

Normal

-

-

85-65

4

Fakir

Aralıklı

Normal

Normal

-

-

100-88

24

Çok fakir

Yok

Donuk

Normal

Normal

Normal

78-66

12

Makul

Var

Makul

-

Normal

Yok

88-74

7

Makul

Yok

Makul

Normal

Normal

Yok

88-70

6

Çok fakir

Yok

Donuk

Normal

-

Normal

92-78

24

Makul

Yok

Makul

Normal

Normal

Normal

112-90

6

Makul

Yok

Normal

Normal

Normal

Normal

108-84

6

Makul

Var

Makul

Normal

-

-

94-78

4

Makul

Yok

Makul

Normal

Normal

Normal

110-84

3

Fakir

Yok

Normal

Normal

Normal

Normal

84-64

6

Fakir

Aralıklı

Normal

Normal

-

Normal

82-/

6

Çok fakir

Aralıklı

Donuk

Normal

Normal

Normal

102-80

12

Makul

Yok

Normal

Normal

Normal

Normal

92-/

12

Makul

Yok

Donuk

Normal

-

-

96-80

4

Fakir

Aralıklı

Normal

Normal

Normal

Normal

88-70

18

Çok fakir

Yok

Çok donuk

Normal

-

Normal

92-78

6

Fakir

Yok

Normal

Normal

-

-

88-70

3

İyi

Aralıklı

Normal

Normal

Normal

Normal

90-72

6

Makul

Yok

Makul

Yok

Normal

Normal

92-74

6

Makul

Yok

Normal

Normal

Normal

Normal

78-64

4

Fakir

Aralıklı

Donuk

Normal

Normal

-

94-78

18

Fakir

Yok

Çok donuk

Normal

Normal

Normal

98-80

12

Çok fakir

Yok

Çok donuk

Normal

-

-

112-80

6

Fakir

Yok

Çok donuk

Normal

Normal

Normal

98-80

6

Çok fakir

Yok

Çok donuk

Normal

Normal

Normal

90-80

 

Hastalık durumu

İlk semptomlardan itibaren periyot

Kan basıncı- Hg

59

6 aya kadar

94.54-74.9 mm


 

27

6’dan 12 aya kadar

90.90-72.7 mm

 

Pellegra hastalığının ileri safhada olduğu hastalar

İshal

Kan basıncı

Zekâ

Refleksler

Diğer hastalık etkeni

Sonuç

Var

/-50

Donuk

-

Amipli dizanteri

Gelişme var

Var

-

Çok donuk

+

-

Öldü

Var

-

Donuk

-

-

Öldü

Var

92-76

Çok donuk

-

Bakteriyel Dizanteri, trikomonas

Gelişme var

Var

94-80

Makul

-

Bakteriyel Dizanteri, trikomonas

Gelişme var

Var

-

Çok donuk

-

Bağırsak solucanı, trikomonas

Gelişme var

Var

-

Makul

-

Yok

Gelişme var

Var

82-60

Çok donuk

-

Bağırsak solucanı, trikomonas

Gelişme var

Var

80-62

Donuk

Normal

Habis sıtma

Öldü

Var

92-80

Çok donuk

Normal

Bağırsak solucanı, ülseratif kolit

Öldü

Var

94-72

Çok donuk

Yok

Kolit

Öldü

Aralıklı

82-64

Normal

-

-

Öldü

Var

98-82

Normal

-

Akut bronşit, zatürre, amipli dizanteri

Öldü

Var

78-65

Çok donuk

+

Bakteriyel dizanteri

Öldü

Var

-

Çok donuk

-

Bronşit, zatürre dizanteri

Öldü

Var

96-72

Donuk

-

-

Öldü

Yok

104-88

Donuk

+

Yok

Geri gönderildi

Var

-

Çok donuk

Normal

-

Geri gönderildi

Yok

-

Donuk

+

-

Geri gönderildi


 

Var

98-18

Çok donuk

Normal

Bakteriyel dizanteri

Geri gönderildi

Var

-

Donuk

-

Bakteriyel dizanteri

Geri gönderildi

Var

88-70

Çok donuk

+

Bakteriyel dizanteri

Geri gönderildi

Var

-

Çok donuk

+

Dizanteri

Geri gönderildi

Var

99-80

Çok donuk

Normal

Bakteriyel

Dizanteri, zatürre

Öldü

Var

-

Çok donuk

Yok

Dizanteri

Öldü

Var

-

Çok donuk

+

Tuberküloz peritonit (karın zarı iltihabı)

Öldü

Var

90-72

Normal

+

Bronşit

Gelişme var

Var

100-82

Çok donuk

+

Yok

Gelişme var

Var

105-88

Çok donuk

+

Yok

Gelişme var

Yok

90-74

Donuk

+

Yok

Gelişme var

Var

90-78

Donuk

-

Amipli dizanteri

Gelişme var

Var

-

Çok donuk

-

Yok

Gelişme var

Var

86-70

Çok donuk

Normal

Kronik dizanteri

Öldü

Var

-

Çok donuk

-

Bakteriyel dizanteri

Öldü

Var

88-70

Çok donuk

+

Bakteriyel dizanteri, lamblia, (bağırsak paraziti), trikomonas

Öldü

Var

-

Çok donuk

-

Bakteriyel dizanteri

Öldü

Var

-

Donuk

-

Bakteriyel dizanteri

Öldü

Var

84-70

Çok donuk

-

Bakteriyel dizanteri

Öldü

Var

-

Donuk

-

Sıtma

Öldü

Yok

94-70

Makul

Normal

-

Gelişme var

Aralıklı

104-80

Makul

Normal

Sıtma, bağırsak solucanı

Gelişme var


 

Aralıklı

100-80

Makul

Normal

Yok

Gelişme var

Aralıklı

98-80.

Çok donuk

Normal

Yok

Gelişme var

Var

100-82

Donuk

Normal

Lamblia, (bir çeşit bağırsak paraziti), blastocystis (bir çeşit bağırsak paraziti)

Gelişme var

Aralıklı

98-80

Çok donuk

-

Amipli dizanteri

Gelişme var

Var

80-78

Çok donuk

-

Yok

Gelişme var

Yok

72-60

Normal

Normal

Yok

Gelişme var

Aralıklı

100-183

Makul

Normal

Bakteriyel dizanteri, trikomonas

Gelişme var

Var

88-70

Donuk

-

Bakteriyel dizanteri, blastocystis (bir çeşit bağırsak paraziti), bağırsak solucanı, trikomonas

Gelişme var

Aralıklı

96-78

Çok donuk

Normal

Yok

Geri döndü

Var

90-72

Makul

Normal

Bakteriyel dizanteri,

Gelişme var

Var

88-70

Donuk

-

Amipli dizanteri, anemi

Gelişme var

36 vakanın ortalaması 91,3-74,0

Said limanı Ermeni rehine kampındaki iyileşmiş pelegra hastalarının nüksetme durumunu, kan basıncını, kas gücünü ve refleksleri

Yaş

Nöbet

Kan basıcı

Kas gücü

Diz refleksi

Kol refleksi

Taban reflekleri

Beslenme

Deri renklenmesi

30

1916­

1917­

1918

120­

90

iyi

Normal

Normal

Normal

İyi

El, ayak, yüz

21

1916­

1917­

1918

128­

100

Normal

Normal

Normal

Normal

İyi

Eller

43

1918

108­

90

Normal

Normal

Normal

Normal

İyi

Eller, ayak (hafif)

20

1916­

1917­1918

122­

100

İyi

Normal

Normal

Normal

İyi

Yüz, el, ayaklar

20

1916­

1917-

150­

100

İyi

-

Normal

Normal

İyi

Yüz, eller (hafif)


 

 

1918

 

 

 

 

 

 

 

27

1916­

1917­

1918

122­

94

Normal

Normal

Normal

Normal

İyi

Yüz (hassas yarasa kanadını gibi), belirgin eller, ayakkabı bağı ile ayaklar bağlı

35

1919­

1917

138­

118

Normal

Normal

Normal

Normal

Çok iyi

Eller, ayaklar (ciddi)

19

1916

118­

90

Normal

Normal

Normal

Normal

-

Eller, ayaklar (melankolik)

40

1916­

1917

130­

90

Normal

Halsiz

Normal

Normal

Makul

Eller, ayaklar

24

1918

118­

90

Normal

Normal

Normal

Normal

İyi

Yüz, el, ayaklar (hafif)

42

1916

118­

92

Normal

-

-

Normal

İyi

Yüz, el, ayaklar (yayılmış) (refleksler normal)

Kaynak: Report of a Committee of Inquiry Regarding the Prevalenge of Pellagra among Turkish Prisoners of War, Haz. F.D Boydand P.S. Lelean, İskenderiye, Ordu Basım ve Kırtasiye Bölümü, 1919, s. 521.

Raporda Kahire ve Doğu Kantara’daki savaş esirleri üzerinde yürütülen pellegra hastalığına dair biyokimyasal araştırmalar ayrıca yer almıştır. Bağırsak bozulmasından kaynaklı protein kaybı üzerinde durulmuştur. Hopkins ve Willcocks’un 1907’deki deneyleri, mısırın ana proteini zeinin fareleri hayatta tutmaya yetmediğini göstermişti. Diyete triptofan (doğal bir aminoasit) eklenmesi farelerin yaşamını uzatmıştı. [63]

Raporda çalışmayanlar kampı ve Kahire’de hastanede bulunan hastalar da gözlemlenmiştir. Kahire’deki açık şekilde pellegra olanların büyük derecede bakteriyel protein yıkımı gösterdiği, vakaların çeştli tiplerinden elde edilmiştir.

Aşağıda idrarında çeşitli miktarlarda potasyum indoksil sülfat bulunan hastaların sayısını verilmiştir:[64]

Tablo 4.20: Pellegra Hastası Türk Savaş Esirlerinin İdrar Tahlilleri

Fehling’in çözeltisiyle karşılaştırmal ı renk

0

İz

1/64

1/32

1/16

1/8

1/4

1/2

1

1’den fazla

Toplam hasta

Sağlıklı

Türkler

67

2

5

3

4

1

1

0

0

0

0

104

Şüpheli hastalar

9

2

1

1

1

2

0

0

0

0

16

Başlangıçtaki hastalar

1

0

10

4

7

3

7

1

0

0

34

Faal hastalar

4

4

1

3

6

5

5

3

2

2

34

İyileşen hastalar

0

0

1

1

1

0

0

0

0

0

3

Pasif hastalar

36

20

19

4

5

9

11

1

0

0

105

Kaynak: Report of a Committee of Inquiry Regarding the Prevalenge of Pellagra among Turkish Prisoners of War, Haz. F.D Boydand P.S. Lelean, İskenderiye, Ordu Basım

ve Kırtasiye Bölümü, 1919, s. 523.

Heliopolis kampında sağlıklı Türkler, hiçbir açık semptomu olmayan şüpheli hastalar ve yakalanmalarından hemen sonra araştırma için gönderilen hafif semptomları olan erken dönem hastaları vardı. Yukarıda sayılan 3 gruptan başka hastalar, hastanede yatan faal hastalar, iyileşme başlayan hastane hastaları ve iyileşen hastalar olarak üç grup olarak sınıflandırılmıştır. Heliopolis kampındaki kesin pallegra hastalar da pasif hastalar olarak rapora girmiştir. Bu hastalara farklı yerlerde özel diyet verilmiş ve bazıları tedavi altına alınmış fakat herhangi bir aktif atakları bulunamamaktadır. Şüpheli hastalar da sağlıklı Türklerde olduğu gibi idrarlarında çok az potasyum indoksil sülfat bulunmuştur. Erken, faal ve iyileşen hastalar dikkate değer miktarda bulunmaktadır. İdrarların çeşitli miktarlarda potasyum indoksil sülfat bulunduran hastaların yüzdeleri aşağıdaki gibidir:[65]

Tablo 4.21: Pellegra Hastası Türk Savaş Esirlerinin İdrar Tahlilleri

Fehling’in çözeltisiyle karşılaştırmalı renk

0

İz

1/64

1/32

1/16

1/8

1/4

1/2

1

1’den fazla

Sağlıklı

64,3

24,0

5,8

3,8

1,0

1,0

0

0

0

0

Pasif

34,3

19

18,1

3,8

4,7

8,6

10,6

0,9

0

0

Faal

7

9,6

.16,9

11,3

19,7

11,3

16,0

5,6

4,2

1,4

Grupların "

"oplamı

Sağlıklı

88,3

9,6

2,0

0

0

Pasif

53,3

21,9

13,3

11,4

0

Faal

12,6

28,2

31,0

22,5

5,6

Not: Başlangıç safhalı hastalar 2 veya daha fazla durumda incelenmiştir. Hastanede dinlenme ve hastane diyeti bağırsak bozulması miktarını azaltmıştır.

Kaynak: Report of a Committee of Inquiry Regarding the Prevalenge of Pellagra among Turkish Prisoners of War, Haz. F.D Boydand P.S. Lelean, İskenderiye, Ordu Basım ve Kırtasiye Bölümü, 1919, s. 523-524.

Aşağıdaki tabloda potasyum indoksil sülfat için idrarın seri incelenmesi verilmiştir. Bu sonuçlar göstermektedir ki pallegranın bakteriyel bağırsak bozulmasıyla alakası vardır.

Tablo 4.22: Pellegra Hastası Türk Savaş Esirlerinin İdrar Tahlilleri

İnceleme süresince

0

İz

1/64

1/32

1/16

1/8

1/4

1/2

1

İncelenen vakalar

İlk periyot

1

0

2

2

3

2

3

0

0

13

İkinci periyot

9

1

1

1

3

0

2

1

1

19

Üçüncü periyot

7

1

2

1

5

2

0

0

0

18

Kaynak: Report of a Committee of Inquiry Regarding the Prevalenge of Pellagra among Turkish Prisoners of War, Haz. F.D Boydand P.S. Lelean, İskenderiye, Ordu Basım ve Kırtasiye Bölümü, 1919, s. 524.

Raporda işçi kampları ve Kantara Hastanesindeki hastaların gözlem sonucuna da bulunmaktadır. Konuyu daha da ileriye götürmek için Kantara’da çalışan esirlerin diyetleri üzerinde bazı gözlemler yapılmıştır. Bu insanlar çoğunlukla erken vakalardır. Esirlerin durumu sağlıklı, şüpheli, başlangıç, açık, ilerlemiş olarak sınıflandırılmıştır. Şüpheli, başlangıç, açık ve ilerlemiş olanlar sırasıyla 1,2,3,4 ile
derecelendirilmiştir. Bunlar pellegra öncesi hastalar olarak kabul edilmiştir. Aşağıda çalışan esirlerin idrarındaki indigo miktarı verilmiştir:[66]

Tablo 4.23: Pellegra Hastası Türk Savaş Esirlerinin İdrar Tahlilleri

Sınıf

0

İz

1/64

1/32

1/16

1/8

1/4

1/2

Toplam

Vaka

Sağlıklı

32

8

7

4

3

3

2

0

59

Derecel

63

12

12

10

5

5

2

0

109

Derece2

73

16

9

5

6

3

3

3

118

Derece3

76

20

5

1

4

2

1

2

116

Derece4

58

9

10

5

1

3

1

2

89

Toplam

302

65

43

25

19

16

9

7

491

Sınıf

0

İz

1/64

1/32

1/16

1/8

1/4

1/2

Sağlıklı

55

13,5

11,6

6,8

5,1

5,1

3,4

0

Derecel

58

11,1

11,1

9,2

4,6

4,6

1,8

0

Derece2

62

13,6

7,6

4,2

5,1

2,5

2,5

2,5

Derece3

66

17,2

4,2

5,1

3,4

1,6

1,6

1,6

Derece4

65

10,1

11,2

5,6

1,1

3,4

3,4

2,3

Grupların Toplamı

Sağlıklı

67,5

18,7

10,2

3,4

Derecel

69,1

20,3

9,2

1,8

Derece2

75,6

11,8

7,6

50

Derece3

83,2

9,3

5,0

2,5

Derece4

75,1

16,8

4,5

4,5

Not: Bu sonuçlar Kantara’daki çalışan esirler arasında pellagra öncesi dönemde olan hastaların varlığını göstermiştir. Bu esirler arasında yapılan klinik sınıflandırmada idrarlarında potasyum indoksil sülfat miktarı normal değerlerdedir.

Kaynak: Report of a Committee of Inquiry Regarding the Prevalenge of Pellagra among Turkish Prisoners of War, Haz. F.D Boydand P.S. Lelean, İskenderiye, Ordu Basım ve Kırtasiye Bölümü, 1919, s. 524.

İdrarda potastumindoksil sülfatın bulunması pellegra olan hastalarda mide sıvısında hidroklorik asitin düşüşüyle ilişkili olduğu düşünülmüştür. Bu yüzden asitin eksikliği bağırsağın bakteriyel bozulmasıyla doğrudan ilgisi bulunmaktadır. Bu gözlemler vücut sıvısında alkalite yükselmesine dair herhangi bir kanıtın olup olmadığını gözlemlemek ve bunun sonucu olarak mide sıvısında hidroklorik asit eksikliğini hesaplamak için önemlidir. Vücut sıvısının bileşimi iki türlü değerlendirilebilir. Bunlar, idrarda titre edilebilir asit ve amonyağın hesaplanması ve indikatörlerin varlığında kan serumunun titre edilebilir alkalilitesi ve asitliğinin test edilmesidir. Asitin mideye alınması, sabit alkalinin vücuttan kalkmasına sebep olmaktadır. Alkalilite düştükçe amonyağın üre formu ortaya çıkmaya başlamakta, bu yüzden amonyağı vücudun sabit alkalisini korumak için asitlerle nötrleşmeye bırakılmaktadır. Diğer bir taraftan alkalilitenin artışı amonyak oluşumu miktarını azaltmaktadır. Asitlik titrasyonu fenolitalein varlığında N/10 alkali tarafından yapılmakta ve amonyak Malfatti yöntemiyle tahmin edilmektedir. Hidrojen iyon konsantrasyonu indikaötlerin ortalamalarıyla test edilmiş fakat idrarların hidrojen iyon konsantrasyonu çoğunlukla aynı çıkmıştır. Erken safhada pellegra olanlarda idrarın asitliği ve amonyağı aşağıdaki tabloda şöyle gösterilmiştir:[67]

Tablo 4.24: Pellegra Hastası Türk Savaş Esirlerinin İdrar Tahlilleri

Hasta

İdrarın günlük hacmi

Titre edilebilir asitin fenolftaleinin değişimine oranı

Gram cinsinden amonyak miktarı

20 erken safha hastasının ortalaması

1,452

466,2

1,0269

Kaynak: Report of a Committee of Inquiry Regarding the Prevalenge of Pellagra among Turkish Prisoners of War, Haz. F.D Boydand P.S. Lelean, İskenderiye, Ordu Basım ve Kırtasiye Bölümü, 1919, s. 524.

Bu durum amonyağın ve titre edilebilir asidin normalden fazla olmasını asit zehirlenmesine küçük bir kanıt olarak göstermektedir. Amonyaktaki bu yükseliş yakalanmadan önceki açlıktan mı yoksa muzdarip oldukları pellegra hastalığından mı olduğunun anlaşılması için daha fazla araştırma gerekmektedir. Aşağıda karışık hastane hastalarının idrarının amonyağı, asitliği ve ileri derecede pallegra ve akciğer tüberkülozu üzerinde yapılan çalışmalar gösterilmiştir:[68]

Tablo 4.25: Pellegra Hastası Türk Savaş Esirlerinin İdrar Tahlilleri

Sıradan hastane diyetinde olanlar

-

İdrarın günlük hacmi

Titre edilebilir asitin derişiminin fenolftaleinin derişimine oranı

Gram cinsinden amonyak

-

-

780

280,8

0,/95

Akciğer tüberkülozu

-

1570

332,8

0,5872

Akciğer tüberkülozu

-

970

208,6

0,9098

Akciğer tüberkülozu

-

330

145,2

0,8258

Akciğer tüberkülozu

Ortalama

913

241,8

0,7530

 

 

-

İdrarın günlük hacmi

Titre edilebilir asitin derişiminin fenolftaleinin derişimine oranı

Gram cinsinden amonyak

 

-

1200

316,8

0,3590

Çok belirgin Pallegra

-

1370

624,7

1,0999

Çok belirgin Pallegra

-

1210

177,4

1,3658

Çok belirgin Pallegra

-

300

123,4

0,6719

Çok belirgin Pallegra

Ortalama

1020

311,8

0,8741

 

 

Süt diyetinde olanlar

-

İdrarın günlük hacmi

Titre edilebilir asitin derişiminin fenolftaleinin derişimine oranı

Gram cinsinden amonyak

 

-

1300

478,4

0,9782

Akciğer tüberkülozu

-

590

153,4

0,5285

Akciğer tüberkülozu

Ortalama

945

315,9

0,7524

 


 

-

İdrarın günlük hacmi

Titre edilebilir asitin derişiminin fenolftaleinin derişimine oranı

Gram cinsinden amonyak

-

-

1060

135,7

1,1883

Çok belirgin Pallegra

-

1085

156,2

0,9149

Çok belirgin Pallegra

-

800

83,2

0,7125

Çok belirgin Pallegra

-

1200

62,4

0,7997

Çok belirgin Pallegra

-

580

111,4

0,7178

Çok belirgin Pallegra

Ortalama

949

109,8

0,8666

 

 

-

İdrarın günlük hacmi

Titre edilebilir asitin derişiminin fenolftaleinin derişimine oranı

Akciğer tüberkülozu hastalarının ortalaması

266.5

0.7532

Çok belirgin pallegra hastalarının ortalaması

210.8

0.8704

 

Pallegra hastalarının karmaşık olanları

-

İdrarın günlük hacmi

Titre edilebilir asitin derişiminin fenolftaleinin derişimine oranı

Gram cinsinden amonyak

Yorum

-

1210

145,2

1,1589

Süt diyeti, hidroklorik asit verildi

-

220

134,6

0,5819

Süt diyeti, Sıtma

-

300

147,6

0,4753

-

112

26,8

0,2178

Süt diyeti, Sodyum bikarbonat verildi

-

310

116,6

0,4132

-

760

75,5

0,5426

Süt diyeti, Bakteriyel dizanteri

-

1330

/,7

0,6954

Süt diyeti, hidroklorik asit verildi

-

1110

48,8

0,4302

Süt diyeti, Sıtma


 

-

121

32,0

0,1915

Süt diyeti

-

190

98,8

0,3542

Süt diyeti

-

620

198,8

0,0490

Süt diyeti

Ortalama

571

99,8

0,6554

 

Kaynak: Report of a Committee of Inquiry Regarding the Prevalenge of Pellagra among Turkish Prisoners of War, Haz. F.D Boydand P.S. Lelean, İskenderiye, Ordu Basım ve Kırtasiye Bölümü, 1919, s. 524.

Bu hastaların bazılarında idrar oldukça küçük miktarda olup yine de toplam amonyak az çok yüksek seviyedeydi. Bu amonyağın idrardaki yüksek derişiminden kaynaklanmıştır. Kan serumunun titre edilmesi Moore ve Wilson yöntemiyle yapılmıştır. Sonuçlar aşağıdaki gibidir:[69]

Tablo 4.26: Pellegra Hastası Türk Savaş Esirlerinin İdrar Tahlilleri

Hastanın sınıfı

Serumun dimetil-amino- azo-benzene normalitesi

Hastaların sayısı

Sağlıklı

0.167

6

Erken pellegra

0.152

8

Belirgin pellegra

0.150

4

Kaynak: Report of a Committee of Inquiry Regarding the Prevalenge of Pellagra among Turkish Prisoners of War, Haz. F.D Boydand P.S. Lelean, İskenderiye, Ordu Basım

ve Kırtasiye Bölümü, 1919, s. 525.

Sağlıklı hastalar Moore ve Wilson yöntemine yanıt vermiş fakat pellegra olanlar kan serumunun alkalinitisinde düşüş göstermiştir. İdrardaki amonyağın hafif yükselişiyle pellegra hastalarında kan serumunun sabit alkalinitesindeki düşüş, hafif derecede asidoza işaret etmektedir. Hastaların sayısı bu farklardan kesin sonuçlar almak için çok azdır. Ancak daha fazla çalışmayla ve daha akut hastalarla teyit edilebilmek mümkündür. Raporun sonuç bölümünde genel bir değerlendirme yapılmıştır. Triptofanın bakteriyel yıkımı pellegra olanlar arasında sağlıklı olanlara göre daha yaygındır. Bu amino asit kaybından hastalığın ortaya çıkması veya sürdürülmesi olası bir faktör olmaktadır. Asidozun, pellegranın metaboklik bir eşi olabileceğine dair bazı kanıtlar mevcuttur.[70]

4.8.3                        Mısır Esir Kamplarında Psikoz Hastalığı

Savaş ve esaret psikozlarından bahsederken o dönem bu konuda çalışmalar yapan ve bizzat esirler ile görüşerek gözlemlerde bulunan Mazhar Osman’ın araştırmalarının görülmemesi büyük bir eksiklik olacaktır. Mazhar Osman’a göre savaşın başlamasıyla ruhsal hastalıklarında çok büyük artışlar olmuştur. Ensefalit (Beyin iltihabı) hastalığı hariç yeni orta çıkan herhangi bir hastalık yoktur. Genelde var olan hastalıkların bu dönemde çok hızlı arttığı gözlemlenmiştir. Muharebe sırasında nevrozlar aşırı derecede artmıştır. Cephede herkesi korkutan top sesleri, gözlerinin önünde arkadaşlarının cesetlerinin parçalanması, gergin bir şekilde her gün düşman taarruzunun beklenişi, soğuk, açlık, yakınlarını kaybediş, uçaklarla çoluk çocuk demeden insanların öldürülüşü askerlerde psikozların görülmesinde sebeplerinden sadece birkaçıdır. Melankoliler, maniler (Bipolar bozukluk, manik depresif hastalık), şizofreniler, paranoyalar, alkolizm, histeri, nevrasteni, tik ve diğer bilen sinir hastalıkları bu dönemde en sık rastlanılan hastalıklardan bazılarıdır. Bu sebeplerle Birinci Dünya Savaşı’na sinir harbi de denmiş ve sinirleri kuvvetli olan tarafın kazanacağı söylenmiştir. Bir tarafın sinirlerini zayıflatacak sebepler her gün artarken diğer taraf güçlerine yeni kuvvetler eklemiş, ümit ve cesaretini hep korumuştur. Yine bir taraf açlık ve sefalet içindeyken diğer taraf, karnı her daim toktur ve bolluk içindedir. Savaşın ilk üç ayında hangi tarafın kazanacağı, hangi tarafın kaybedeceği artık bilinmekteydi. Harp sırasındaki siper hattında bulunma ve daha sonrasında esaret altında uzun süreler geçirme askerlerde siper psikozları ve tel örgü psikozları çıkmasına neden olmuştur. Cepheye giden askerler için ilk önceleri ailelerden mektup ve hediye beklemek önemli bir olaydı. İlk başlarda eşinden veya sevdiğinden bir hediye almak, çocuğunun fotoğrafına bakmak, memleketinden bir haber veya zafer bildiren bir gazete parçası okumak askerleri mutlu ederken bir süre sonra asker ve subaylar tamamen duygusuzlaşmaktadır. Askerlerin her günü birbirine benzemekte ve büyük bir vurdumduymazlık içindedirler. Memleketinden gelecek hediye veya mektup onu eskisi kadar ilgilendirmemektedir. Askerler lakayt olmakta, üstüne başına bakmamakta, tuvalet temizliğine önem göstermemekte, büyüğüne küçüğüne saygısızca davranmaktadır. Ölüm korkusunu tamamen unutmuş olan asker, beş dakika önce kâğıt oynadığı arkadaşı ölse bile bir üzüntü duymamaktadır. Sigara içmekten başka bir zevk aldığı olay kalmamıştır. Esaret altındaki tel örgü içinde tek düze bir hayat süren askerler için de durum böyledir. Bu tür hastalıkların en önemli belirtileri sinirlilik, huzursuzluk, dikkat eksikliği, huysuzluk ve depresyondur.[71]

Beyin yaralanmaları, savaş psikozları denince akla ilk gelen hastalıklardandır. Beyin yaralanmaları şuur bozukluğuna yol açmaktadır. Beyin sarsıntısı, kafa üstü düşmek, dipçikle vurmak ve siper altında kalmak beyin sarsıntılarına neden olmaktadır. Bu tür hastalarda delilik ve aklını kaybetme görülebilir. Ayrıca unutkanlığa yol açmaktadır. Baş ağrısı, baş dönmesi, baygınlık, sara, kulak uğuldaması, katatoni gibi hastalıklar sık sık görülebilmektedir. Bu hastalar yeni şeyleri öğrenmekte güçlük çekmekte, hatta ileri vakalarda hiçbir şey öğrenememektedir.[72]

Esaretten dönen esirler arasında daha sonraki yıllarda şizofreni hastalıkları görülmüştür. Mazhar Osman, tek başına esaretin şizofreniye yol açtığı savı yerine yatkınlıktan bahsetmektedir. Şizofreniye yaktın askerler, zayıf bulundukları anda esaretin de etkisiyle bu hastalığa yakalanabilmektedir. Tel örgü psikozu ya da esaret psikozu Mazhar Osman’a göre şizofreniye giden bir başlangıçtır. Bu konuda yaşanmış bir olay Mazhar Osman tarafından not edilmiştir. Esareti sırasında Mısır’da kalmış bir Osmanlı Ermeni vatandaşı Serkis Kapancıyan, muayene edilmek üzere polis tarafından Topbaşı’da Mazhar Osman’a getirilmiştir. Kapancıyan lakaplı Diyarbakırlı 35 yaşlarında kunduracı Serkis’e savaşın başlarında, Kudüs Cephesi’ne kadar silah verilmemiştir. Üç sene askerlik görevinden sonra esir düşmüş ve Port Said esir kampına gönderilmiştir. İki yıl esaretten sonra kaçarak İstanbul’a gelmiştir. Kısa bir süre Batum’a gitmiş, orada Ermeniler yanında savaşa katılmıştır. İstanbul’a dönüşünde bağırsak sorunları ve makat sancısı şikâyeti ile Yedikule Ermeni Hastanesinde Hanımyan adlı doktora muayene olmuştur. Serkin, rızası olmadan ameliyat yapılarak sakat kaldığını iddia etmiştir. Kırk gün hastaneden yatmış, sağlam girdiği hastaneden iki koltuk değneği ile çıkmıştır. Başka doktorlara da görünmüş, hepsi ameliyatın iyi yapılmadığını söyleyince elindeki para ile bir tabanca almış ve kendisini öldürmeyi düşünmüş fakat başaramamıştır. O sırada tramvaya binmiş ve orada kendisini sakat bırakan doktoru görünce ani bir kararla doktoru öldürmüştür. Mazhar Osman’a göre bu kişinin bağırsak sorununda ve psikolojik durumunun kötü olmasında Mısır’daki esaretin payı büyüktür.1874 [73]

Mısır, Hindistan veya diğer esir kamplarından geri dönen esir askerler özellikle de subaylar beraberlerinde pellegra ve trahom gibi erken bunama hastalığını da getirmişlerdir. Erken bunama hastalığı esirler arasında yaygın görüşmüş ve adeta esirleri canlı birer ölü haline çevirmiştir. Bu hastalardan bazıları Bakırköy Hastanesine yatırılmış ve uzun süre orada tedavi edilmeye çalışılmıştır. Mazhar Osman’a göre esarette uzun müddet bulunmak ve hapishanelerde kalmak erken bunamaya sebeptir. Akıl hastanelerinin en müdavimleri ve kalıcı olanları esarette bulunan askerlerdir. Esaret yüzünden erken bunayanlar Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi sayı bakımından en fazla olanlardır.[74]

Seydi Beşir kampında görülen bazı davranışlar subayların psikolojilerin ne halde olduğunu göstermeleri bakımından önemlidir. Subayların bir kısmında iki ve hatta üç sene tel örgüler içerisinden bir tarafa çıkamadıklarından dolayı bazı asabî halleri müşahede edilmiştir. Subaylar arasında en ziyade görülen kötü huylar birbiriyle kavga etmek, diğerinin aleyhinde söz söylemek veya ağız münakaşaları yapmaktı. Subayların kapalı yerde yaşamaları ve kamptan dışarı çıkamamaları ruh sağlıklarını bozmuş ve sinir hastalıklarına yakalanmalarında etkili olmuştur. Her türlü talebe karşı esirlerin kampta dışarı çıkmalarına müsaade edilmemiştir. Kamp dışında bir miktar gezdirilmeleri için birkaç defa İngiliz Esir Kumandanlığına müracaatta bulunulmuş fakat civardaki hurmalığa ve de deniz banyosuna gitmelerinden başka bir izin alınamamıştır. Bir esirin intihar teşebbüsü üzerine İngiliz kumandanına subayların müptela oldukları ruh hastalıklarının izalesi için kamp dışına çıkarılmaları isteği yenilenmiş ve istek ancak kabul edilmiştir. Günlük

20-30 subay Kızılhaç otomobilleri ile eğlenme amacıyla Seyyid Cabir civarında bir hayvanat bahçesine götürülmüştür. Esir sayısının çokluğundan bir subaya ikinci bir gezinti için ancak iki üç ay sonra sıra gelmesi ve bazı subayların da kaçmayacaklarına dair söz ve imza vermekten çekinmeleri gibi sebeplerle bu gezintiler esirler için bir fayda vermemiştir.1876 [75]

Kamplarda esirlerin ruhsal durumlarının pek de iyi olmadığına dair kanıtlara arşiv belgelerinde de rastlanmaktadır. Galata Merkez Rıhtımdan 20 Temmuz 1918’de Hariciye Nezareti Üsera Muamelat Şubesine giden bir yazıda Thatmyo kampında ruhsal durumu zamanla bozulan bir subay konu edilmiştir. 113. Alay 1. Tabur kumandanı olup Irak’ta yaralı olarak İngilizler tarafından esir edilerek Thatmyo’da hapsedilen Yüzbaşı İsmail Hakkı Efendi’nin, aynı karargâhta uzun süre esaret hayatını sürdürmesi ruhsal durumuna kötü tesir etmiştir. İsmail Hakkı Efendi’nin bozulan ruhsal durumu gönderdiği mektuplara da yansımıştır. İsmail Hakkı Efendi’nin tedavisi için diğer bir esir karargahına nakli İngiltere Hükûmetinden talep edilmiştir.[76]

Esir kamplarında uzun süre bulunan ve o günleri hatıratlarında yazan esirlerin anlattıkları, esirlerin ruhsal açıdan ne halde bulunduklarını ortaya koymaktadır. Meiktila esir kampında bulunan Mustafa Tütüncü, esirlerin memleketlerinden, eşlerinden ve çocuklarından ayrı yaşadıkları süre uzadıkça büyük bir ümitsizliğe kapıldıklarını ve pek çoğunda huzur, rahat ve akl-ı selimin kaybolduğunu söylemiştir. Esirlerin zamanla ellerinde para tükenmiş, esirler arasında hastalıklar artmış ve ortaya çıkan düzensizlikten yararlanma ve fırsatçılık başlamıştır. Her gün aynı rutin işi yapan esirlerde en küçük bir serbestlik yoktur. Kamp hayatındaki şartlar çok katıdır ve hiç müsamaha gösterilmemektedir. Esirler kendi arasındaki en küçük şeyleri dahi büyütmekte ve küçük tartışmalar, büyük kavgalara ve ölümlere sebep olmaktadır. Herhangi bir kavga başladığı zaman kavgayı sonlandırmak mümkün olmamakta, yüzlerce esir bıçaklarla birbirine saldırmaktadır. Olay ancak bir süngülü İngiliz askeri tarafından sonlandırılabilmektedir. Kavgalar genelde birkaç ölü ve 5-10 yaralı ile sonuçlanmıştır. Ağır yaralılar hastaneye gönderilmekte, sorumlular ise 3-5 günlük hapis cezasından sonra tekrar kampa gelmektedirler.[77]

Eyüb Sabri Akgöl de kampta yaşayan askerlerin maneviyatlarının çok fazla bozulduğundan şikâyet etmektedir. Özellikle hastanelerde gördükleri zulüm ve işkenceler esirleri ümitsizliğe düşürmüş ve vatanlarına dönme ümitleri tamamen kırılmıştı. Kamplarda her gün ölümler meydana geliyor, arkadaşlarının gözleri çıkarılıyor, ayakları ve kolları kesiliyordu. Bu gibi feci manzaralar esirleri kötümser yapıyordu. Hastanelerde vefat edenler birbiri üzerinde ve eşek arabaları ile mezarlığa naklediliyor, bir defin merasimi bile yapılmaksızın üst üste hendeklere atılıyordu. Bu surette esirlerin ölüleri de İngilizlerden hakaret görüyordu. Gözleri oyulan körlerin çoğu sefalet içinde sürüne sürüne hayatlarını kaybediyordu. Ancak Kuvâ-yı Milliye Hareketi hakkında gelen müjdeli ve sevindirici haberlerin tellerdeki bütün askerlere ulaşması ve hemen ardından Mısır halkının mitinglerdeki istekleri arasında Müslüman esirlerine yapılmakta olan zulüm ve işkencelere son verilmesi talepleri esirlere karşı gösterilen kötü muamelenin bir nebze azalmasına sebep olmuştu. Bu olaylardan sonra hastanelerde vefat edenler kefene sarılarak yine araba ile nakledilmiş ise de cenazeler ayrı ayrı defnedilmiş, göz ameliyatlarına da o tarihten itibaren birdenbire son verilmişti. Bu durum askere cesaret vermiş ve yeniden morallerinin canlanmasına yardımcı olmuştu. Artık Türk esirleri kendilerine gelen güven ile yazılı ve sözlü şikâyetlerde bulunarak üzerlerinden alınan para ve elbiselerin geri verilmesini talep edebilmişti.[78]

Cemil Zeki Yoldaş esirlerin sabah akşam 2 defa yoklama yapıldığını, dışarıdan kimse ile görüştürmediğini, mektupların sıkı bir denetim altında olduğunu, bu durumda esirlerin ailelerine istediklerini rahatlıkla yazamadıklarını, çoğu zaman da mektupların ulaşmadığını söylemiştir. Bu şartlar Mısır ve Hindistan kamplarındaki esirlerin akli dengesini yitirmesine ve intihar etmesine sebep olmuştur. Tüm bu zorluklarla başa çıkmak imkansızdır. Memleketten ve ailesinden uzak durmaya çalışmanın mümkün olmadığı kamplarda, esirlerin manevi çöküntüye direnmek için sağlığına özel bir önem göstermesi gerekmektedir. Örneğin, Cemil Zeki Bey, bedenen sıhhatli olmak ve esarete dayanabilmek için sık sık sıcak ve güneş banyosu yaptığını ve hareket halinde olduğunu yazmıştır.1880 [79] Esir mektuplarında yaşanan sorunların esirlerin maneviyatlarını bozduklarına bir kanıt da taraflı hazırlamasına rağmen Kızılhaç raporlarıdır. Thatmyo Hastanesi doktoru Yüzbaşı Behiç Bey’e göre esirlerin mektuplarının geç ulaşması, geç gelmesi, hatta bazen muhatabına hiç ulaşmaması ve ailelerinden haber alamamaları esirlerde zihinsel ve psikolojik hastalıkların görülmesine yol açmıştır.[80]

Emin Çöl, hatıratında Heliopolis esir kampında İngiliz askerlerinin Türk esirlere psikolojik baskı yaptığını iddia etmiştir. İngiliz askerler, Türk askerlerinin Kut’ül-Amare’de esir aldıkları İngiliz esirleri aç ve susuz olarak kilometrelerce yürüttüklerini ve esirlere insani şartlarda bakmadıklarını söyleyip Osmanlı Hükûmetini küçük düşürmeye çalışmıştır. Hatta Türklerin İngiliz askerlerine işkence yaptıklarını kanıtlamak için Konya’da bulunan İngiliz esirlerin mezarlarının açılıp otopsi yapılması gerektiğini söylemişlerdir.[81]

4.8.4                         Mısır Esir Kamplarında Esirlerin Gözlerinin Kör Edilmesi İddiaları ve Esirlerin Gözlerinin Kör Edilmesinde Ermenilerin Rolü

Günümüzde çok tartışılan bir konu olan Mısır esir kamplarında esirlerin gözlerinin bir bahane ile çıkarılması, gözleri bizzat çıkarılmış veya o acı dolu günlerde olaylara şahit olmuş askerlerin ifadeleri ve yazmış olduğu hatıratlar ile sabittir. Bursalı Halil oğlu Mehmed Nuri Efendi’nin ifadesine göre esirler kamplarda kötü muamele ve kamp şartları dolayısıyla değişik hastalıklara yakalanmışlardır. Yıllarca kızgın kumların üstünde güneş altında yaşamak zorunda kalan esirler yaşadıkları bu kamp şartları sebebiyle gözlerinden rahatsızlanmışlar ve bazıları mahrum kalmıştır. Esaret sonrası yurda dönen binlerce subay ve askerin haline bakıldığında esirlerin perişanlığı yaşananları net bir şekilde ortaya koymaktadır.[82]

Sevk ve Misafirat Komisyonu Başkanlığından Erkan-ı Harbiye Başkanlığı Vekâletine 10 Ağustos 1919’da gönderilen bir tezkerede Tel El-Kebir Osmanlı esir karargâhından peyder pey yurda dönen malul askerlerin usulen ifadeleri alındıktan sonra memleketlerine sevk edildiğinden bahsetmektedir. Askerlerin esir düştükten sonra yaraları ve hastalıkları ile ilgilenilmeyişi ve malul duruma getirilmesi kendileri tarafından anlatılmıştır. Osmanlı Hükûmeti, vatanın böyle güçlü kuvvetli adamların vücudundan bir daha istifade edememesi için esirlerin kasten gözlerinin kör edildiği düşünmüştür. Türk Askerlerinin esaretten gözleri çıkarılmış olarak dönmelerinin en önemli sebebi ifadelerinden de anlaşıldığı üzere İngilizlerle kendileri arasında tercümanlık vazifesini yapan Ermenilerdir. İki gözü birden kör edilen askerler gerçekte hastalığı olmayan güçlü, kuvvetli, güzide neferlerdir. Osmanlı yöneticilerine göre Mısır bölgesinde göz hastalığı öteden beri mevcut olup ve bunun tesiriyle görme yetilerini kaybettikleri iddia olunur ise orada bir müddet kabile zarfında hayat geçirmiş Osmanlı askerlerinin değil, bilakis o bölgede eskiden beri hayatını geçirmiş bütün halkın gözlerinin kör kalmaları gerekirdi. Bu şartlar altında Osmanlı idaresi bu esirlerin kasten kör edilmiş olduğunda ısrar etmiştir. Bununla beraber her gelen malul esir kafilesi ile esaretten dönen boylu poslu pek çok asker aynı akıbete uğradıkları ifadelerinde anlatılmıştır.1885

4.8.5                   Kolordu Komutanlığının Erkân-ı Harbiyeye 3 Ağustos 1919 tarihinde gönderdiği bir raporda Tel El-Kebir esir garnizonunda iken gözleri kör edilen üç âmâ neferin ifadeleri ve fotoğrafları bulunmaktadır. Rapora göre esir garnizonunda bulunan doktorların çoğunluğunun Ermeni olması sebebiyle kamplarda zulme uğrayan askerlerin Türk askeri olmaktan başka bir kabahatleri yoktu. Harbiye Nezaretine gönderilen aynı tür pek çok başka rapor da vardır. 1 Eylül 1919 tarihinde Erkan-ı Harbiye Başkanlığından Harbiye Nezareti Muamelat-ı Zatiye Müdürlüğüne gönderilen esaret sonrası esir ifadelerini de içeren bu raporda esirlerin isimleri, memleketleri, medeni durumları, nasıl esaret altında alındıkları, hangi kamplarda kaldıkları, sağlık durumları, gözlerinin nasıl kör edildikleri, kamplarda hangi

şartlarda yaşadıkları, hastanelerdeki esirlerin durumları, nasıl tedavi edildikleri, ne yedikleri ve içtikleri hakkında bilgiler yazmaktadır. Raporda bilgisine başvurulan esirler arasında Eylül 1918’de Filistin Cephesi’nde esir düşen Boyabadlı Arif oğlu Mehmed Ali, Boyabadlı Ali oğlu Fehmi, İskilipli Mustafa oğlu Ali vardır. Adı geçen esirlerin tümü önce Kantara’da tedavi altına alınmış, ardından Tel EL Kebir esir kampına getirilmiştir. Burada kendilerine verilen ilaçlar ile gözlerini kaybetmişlerdir.[83]

Tel El-Kebir esir garnizonunda bulunup maluliyetlerine sebebiyle geri dönen üç askerin daha önce gözlerinde hiçbir sorun yok iken iki gözü birden çıkarılmıştır. Bunlardan ilki Boyabadlı 1896 doğumlu Arif oğlu Mehmed Efendi’dir. 26 Temmuz 1919 tarihli ifadelerinde Salt Cephesi’nde 48. Fırka 5. Süvari 5. Alay 5. Bölükte iken 1918 Kurban Bayramının dördüncü günü düşman taarruzunda İngilizlere esir olduğunu söylemiştir. Esir olduğu zaman tüm askerlerle beraber önce Kantara’ya götürülmüşlerdir. Kantara’da gözü ağrımaya başlamış, burada İngiliz doktorlara muayene olmuştur. Muayene eden İngiliz doktorunun yanında Halepli bir doktor daha vardı. Müslüman olup olmadığı bilinmediği gibi ismini de bilen yoktu. Tercümanların ise hepsi Ermeni idi. Muayeneden sonra Kantara Hastanesine sevk edilmişti. Hastaneye tedavi için yatırılmış, burada Arap olan bir sıhhiye neferi gözlerini yıkayacağını söyleyerek gözlerini açtırmış, bu sırada gözlerine ilaç dökmüş ve sağ gözüne kuvvetlice bastırmıştı. Derhal sağ gözü ateş gibi sıçramış ve oracıkta akmıştı. Önce sağ gözü hemen ardından sol gözü kapanmıştır. Kantara’da 60 gün kadar kaldıktan sonra Tel El-Kebir’e getirilmişlerdi. Tel El-Kebir Hastanesinde İngilizlerin emri altında bulunan esir Türk doktorlarından Yüzbaşı Mustafa, Yüzbaşı Doktor İbrahim beyler de bulunduğu halde İngiliz doktorlar kendisini muayene etmiştir. Günde en az üç dört defa gözlerine ilaç dökülmüştür. Fakat bu ilaçların faydasını hiçbir görmemiştir. Esirlerin gören gözleri artık açılmaz olmuştu. Esir olmadan evvel gözlerinde hiçbir hastalık yokken Kantara’da gözlerinin ağrımağa başlamasıyla iki gözünü birden kaybetmesi çok kısa bir sürede gerçekleşmiştir. Esirin ifadesinde gözlerine akıtılan ilaçların ne olduğuna dair bilgi de mevcut değildi. Üç dört türlü ilaç vardır. İlaçlar mor ve yeşil renkti. Ne ilaç olduğunu esirler tam bilmemekteydi. İlacı akıttıktan sonra bazı ilaçlar esirlerin yakmış, bazı ilaç da adeta esirleri ağlatmıştı. Kamp âmâ asker doludur. Sadece adı geçen esir çadırında çok sayıda esir olduğundan bahsetmektedir. Koğuşlarda Türk esirler arasındaki sıhhiye neferleri kör olan esirler arkadaşların hizmetini görmüşlerdir.1886 [84]

Mısır’dan esaretten dönen Tel El-Kebir kampında bulunmuş üç âmâ askerden bir diğeri Ali oğlu Fehmi’dir. 26 Temmuz 1919 tarihli ifadesinde gözlerinin nasıl kör olduğunu anlatmıştı. Esir olmazdan evvel gözlerinde hiçbir sorunu yoktu. Esir olup Kantara’ya getirdikleri vakit Kantara’da sıtmaya yakalanmış ve kısa sürede hastalığı atlatmıştı. Yirmi gün kadar Kantara’da bulunduktan sonra Tel El-Kebir’de getirmişti. Burada zayıflıktan dolayı viziteye çıkmış ve doktordan aldığı ilacı kullanmıştı. Aradan bir ay geçtikten sonra gözleri hafif ağrımağa başlamış ve hastaneye yatırılarak gözlerine ilaç sürülmüştü. Bu ilacın etkisiyle gözleri bir daha açılmamak üzere kapanmıştı. Kampta kendisi gibi daha çok gözleri görmez asker vardı. Yalnız Ali oğlu Fehmi’nin bildiği, kampta her biri yüz nefer alan büyük boyutta on iki çadır dolusu gözleri görmez âmâ asker vardı.[85]

Esirin hatırladığı kadarıyla ilk akıtılan ilaç deniz suyu rengindeydi. Ondan sonraki ilaçlar ne renkte olduğunu artık bilememekteydi. İlaçlar İngiliz doktorlar tarafından esir olan Osmanlı doktorlarına veriliyordu. Türk doktorlar da ilaçları esirlerin gözlerine sürerlerdi. Esirler gözlerinin açılması bir yana bu ilaçlardan hiçbir fayda görmemişlerdi. Esirler bu durumu kendi Türk doktorlarına söyledikleri zaman Türk doktorları, “Ne yapalım oğlum biz de emir kuluyuz, bize verdikleri ilaç budur kullanacaksınız.” cevabını vermekteydiler. Kampta iki doktor vardır. Birisi Tekfurdağlı Doktor Yüzbaşı İbrahim Bey, diğeri Yüzbaşı Mustafa Bey’di.[86]

Ali oğlu Fehmi bulunduğu yerde bir Ermeni askerin olduğunu, kampta başka bir gayrimüslimin olup olmadığı hakkında bir bilgisi olmadığını söylemiştir. İlk esir olup Kantara’ya sevk edildiği zaman içlerinde mevcut Hristiyan, Musevi, Arap efradın hepsi ayırmış, başka tarafa götürülmüştü. Kamptaki Ermeni âmâ nefere kendi hemşerisi olan tercümanlardan biri daima yardım etmişti. Zaten kamptaki tercümanlar hepsi Ermeni idi. Ali oğlu Fehmi, ifadesinde esaretten gelen birçok esirin kendisi gibi gözlerinden hastalıklı gelmesinin sebebini yedikleri yemeklere, içtikleri suya bağlamaktadır ki hepsi ilaçlıdır.1889 [87]

Esirlerin Mısır esir kamplarında bir bahane ile kör edilmelerinin ardında hiçbir vicdana sığmayacak basit nedenler de olabilmekteydi. İngiliz binbaşısı kamplara gelerek geceleri gözleri görebilen esirin olup olmadığını sormaktaydı. Gözleri görüp de artık kaçacak kaldı mı diye esirleri kontrol etmişti. Bu cümleden anlaşılmaktadır ki esirlerin kaçmalarını engellemek için esirler kör edilmişti. Ali oğlu Fehmi kendilerinin kasten kör edildiğine inanmaktadır. İngiliz subayı esirlerin gözlerine ayna ile bakıp hemen ameliyathaneye göndermişti. Ameliyathaneye gönderildikten sonra esire gözünün dumanının silineceğini söylenerek kaşık gibi bir aletle esirin gözleri çıkarmıştı. Ali oğlu Fehmi gözleri kör edilmeden önce arkadaşlarına yapılanlara da bizzat şahit olmuştur. Alman Sahra Bataryasında bulunan ve Nablus civarında düşmana esir düşen Ali oğlu Fehmi, gözlerinin nasıl görme yetisini kaybettiğini, esir olmazdan önce sorun olup olmadığını ve ilk sorunun gözlerinde ne zaman ortaya çıktığı şu şekilde anlatmıştır:

“Esir olmazdan evvel gözlerim hiç ağrıydı, yoktu. Esir olup bizi Kantara’ya getirdikleri vakit Kantara’da beni sıtma tutmaya başladı. Bir müddet sonra sıtma geçti. Yirmi gün kadar Kantara’da oturduktan sonra Tel El-Kebir’e bizi getirdiler. Tel El-Kebir’de zayıflıktan dolayı ayak vizitesine çıktım. Doktordan ilaç içtim. Aradan bir ay geçtikten sonra gözlerim hafif ağrımağa başladı. Hastaneye yattım. Hastanede gözlerime ilaç döktüler gözlerim derhâl kapandı bir daha açılmadı.”[88]

Mısır’da esarette her iki gözünü de kaybeden bir diğer asker Kel Pehlivan oğullarından Mustafa oğlu Ali Çavuş’tu. 26 Temmuz 1919 tarihli ifadesinde gözlerinin nasıl kör olduğundan bahsetmiştir. 1918 Kurban Bayramın dördüncü günü Salt Cephesi’nde İngilizlere esir düşmüştü. Önce Kantara’ya gönderilen esirler, ardından Tel El-Kebir’e sevk edilmişti. Tıpkı diğer esirler gibi esir olmadan önce gözünden hiçbir rahatsızlığı yoktur. Kampa gelişinden sonra kısa süre içinde gözleri tedavi ediliyor bahanesiyle çıkarılmıştır. Olayın nasıl gerçekleştiğinin tüm detayları

da ifadesinde yer almıştır. Esir olduktan sonra sürekli kalacakları kamplara varıncaya kadar esirler yollarda çok zahmet çekmiştir. Fakat yolda gözlerinde hiçbir ağrı hissetmemiştir. Yalnız Kantara’ya vardıkları zaman biraz göz ağrısı hissetmiş, Kantara’da İngiliz doktorlarla beraber esir olan ve İngilizlerin emri altında bulunan Türk doktorlar tarafından muayene edilmişti. İngiliz doktorların hazırladıkları ilaçlar esirlerin gözlerine dökülmüştür. Gözlerine ilaç dökülen esirlerin gözleri şişmeye ve ağrımağa başlamıştır. Kantara’da hastanede altmış gün kalmıştır. İlk baştabip iki defa gözlerine ilaç akıtınca esirin gözleri bir daha açılmamak üzere kapanmıştır. Günde en az üç defa esirlerin gözlerine ilaç akıtılmaktadır. Kantara’dan diğer hastalarla beraber Tel El-Kebir’e götürülmüşler, burada âmâ hasta koğuşlarında yatırılmışlardı. Tel El- Kebir Hastanesinde bulundukları müddetçe günde üç defa gözlerinize ilaç sürülmüştür. Yalnız bir çadırında iki gözünü kaybetmiş yetmiş dört asker bulunmaktadır. Tüm çadırlar gözleri çıkarılmış askerler ile doludur. Esirler arasında gözlerini kaybetmiş Ohannes isimli bir Ermeni de vardır. Âmâ koğuşlarında İngilizler tercümanlar olarak Ermenileri kullanmışlardı. Türk esirlerden sıhhiye neferleri de Türk esirlerine hizmet etmişlerdir.1892

Beypazarı Şube Başkanı Binbaşı Bekir Sıdkı Bey tarafından 27 Temmuz 1919 tarihinde ifadesi alınan Beypazarı Gençali köyünden 1899 doğumlu Deli Ömer oğullarından Ömer oğlu Abdullah’ın ifadesi Ankara 13. Fırka Asker alma Başkanlığına gönderilmiştir. 72. Alay Hücum Bölüğünde iken Ekim 1918’de Nablus livasında Taberiye Gölü civarında İngiliz ordusuna esir düşen Ömer oğlu Abdullah esaret sonrası verdiği ifadesinde esir düştükten sonra önce Cenin’e, oradan da Kantara ve Tel El-Kebir’e sevk edildiğini ve bütün esirlik süresini orada geçirdiğini söylemiştir. Daha önceden gözlerinde hiçbir sorun olmadığını belirten Ömer oğlu Abdullah, Tel El-Kebir Hastanesinde nasıl malul kaldığını, ne suretle ve kimler tarafından tedavi edildiğini, tedavi eden doktoru tanıyıp tanımadığını ve hangi devletin doktoru olduğuna dair sorulan sorulara şu şekilde cevap vermiştir:

“Esarette iken kendiliğinden gözlerim ağrımaya başladı. Hastaneye düştüm, yalnız ben değil birçok arkadaşlarım da bu suretle hastalandılar...

Gözlerime ilaç sürüp yıkamak suretiyle tedavimize teşebbüs edildi. Beni ve benden başka hastanede bulunan arkadaşlarımı bizzat bizim Türk ve Osmanlı doktorları tedaviye çalıştı. En ziyade tedavimize itina eden Osmanlı doktoru Binbaşı İbrahim Hakkı Bey olup kendisi bizzat tedavimize fazlaca çalıştığı gibi oradan yani esaretten hin’ül infisalımızda arkadaşlarıma ve bana elli şer kuruş para verdi.

Göz hastanesi altı, yedi çadırdan ibaretti. Bunlara da Osmanlı doktoru olup rütbesini iyice bilemediğim Mustafa Bey ile evvelce ismini arz ettiğim doktorumuz Sertabib İbrahim Hakkı Bey bakıyor, bazı doktor da İngiliz doktorları tarafından hasta ile hastaneleri teftiş ediliyordu.

İlaç falan vermek suretiyle tedaviye bizzat el sürmezlerdi. Ameliyat vasıtasıyla gözleri çıkarmak icap edenler için İngiliz doktorlarının emriyle bizim isimlerini zikrettiğim doktorlar tarafından hastalardan icap edinin gözü çıkarılırdı. Ameliyata İngiliz doktorları el sürmezdi.

Yalnız reçete yazarlardı. Gerek hastanede gerekse sair mahallerde esir bulunduğum müddet zarfında hiçbir suretle bed (kötü) muamele gömmedim..."[89]

Gazze Cephesi’nde İngilizlere esir düşen Üsteğmen Halid Efendi’nin esarette gözlerinin nasıl kör edildiğini anlattığı 19 Temmuz 1919 tarihli ifadesini içeren rapor 20. Kolordu Kumandanlığı tarafından Erkan-ı Harbiye’ye iletilmiştir. 13 Kasım 1919’da Gazze’nin Makara köyü sırtlarında İngilizlere yaralı olarak esir düşen Halid Efendi, uzun bir yolculukta çektiği eziyetten sonra yaralı olması sebebiyle önce Mısır-ı Cedid Osmanlı Esir Hastanesine, oradan da tedavisi bittikten sonra İskenderiye Seydi Beşir esir kampına getirilmişti. İfadesinin devamında gözlerinin çıkarılmasıyla ilgili şu ifadeleri kullanmıştır:

“Hin-i esaretimde efrad kamplarında efradımızın iaşesi gayr-i muntazam hatta turşu yemeği verildiğini ve efradımızı bu az gıda ile ağır hizmette her gün için üç beş saat çalıştırdığını ve hastalanan efradımızın tedavisine bakmak üzere Ermeni ve Rum etibbalarını (doktorlarını) istihdam ederek efradımızın %30’unun gözlerini [kör ettiklerini] ve %15-

20’sini de zehirleyerek öldürdüklerini işitiyorduk. Hatta bu husus için Türk üsera kumandanları İngilizlere müracaat ettiler. Ve sonra Türk doktorları gönderdiler.” 1893 [90]

Mısır’da yapılan işkenceler sonucunda gözlerinden mahrum edilen bir erin dikkat çeken ifadesinden hazırlanan bir başka rapor Erkan-ı Harbiyeye 26 Temmuz 1919’da sunulmuştur. İngiliz ordusuna esir düşüp bilahare dönen Sincanlı 48. Fırka 152. Alay 2. Taburdan Hacı oğullarından Hüseyin oğlu Osman, ifadesinde gözlerinin feci bir şekilde çıkarıldığından bahsetmektedir. Raporu oluşturan bu ifade 17 Temmuz 1919’da Eskişehir Asker Alma Kalemi Başkan Vekili Yarbay İbrahim Bey tarafından 1. Kolordu Asker Alma Başkanlığına gönderilen bir yazıda yer almaktadır. Savaş boyunca başka hiçbir millete bağlı asker bu vaziyette evine geri dönmemiştir. Hiçbir vahşilik başka bir milletin askerine bu şekilde acımasızca yapılmamıştı. Askerlerin sağlam gözleri sebepsiz bahaneler ile sözde tedavi maksadıyla ilaç verilerek önce hastalıklı hale getirilmiş ardından tamamen çıkarılarak askerler gözlerinden mahrum bir halde bırakılmıştı. Esirin esaret sırasında Mısır’da geçirmiş olduğu operasyon neticesi her iki gözü görmez hale getirilmişti. Göz kaybının esarette gerçekleşmesi sebebiyle emeklilik işlemlerinin yapılması için İzmir Merkez Hastanesi sıhhiye heyetine gerekli yazılar yazılmıştı. Hüseyin oğlu Osman İngiliz yetkililerden görmüş oldukları katliam ve kötü muamele hakkında 4 Temmuz 1919’da Sincanlı Asker Alma Şube Başkanı binbaşıya verdiği ifadesinde gözlerin ne suretle sakat kaldığı sorusuna şu şekilde cevap vermiştir:

“Efendim esir düştüğüm zaman gözlerim sağlam idi. Bizi İskenderiye civarında Tel El-Kebir’de 5 numaralı tele koydular. Biz üç yüz kişi idik. Bir gün bizi havuz banyosuna soktular. Meğer havuzun içerisine birtakım ilaçlar koymuşlar. Havuzdan çıktıktan sonra gözlerimiz şişti, bozuldu sonra 7 numaralı hastaneye yatırdılar. Bizimle esir düşen İslam askerleri orada esir bulunurdu...

Gözlerimizin neden böyle olduğunu sual ettiğimizde yıkandığınız havuza asit fenik gibi bazı şeyler koymuşlar. Diğer civarımızda bulunan

diğer on üçünün kişinin de bizim gibi gözlerinin bozulduğunu gördük ve anladık. Mezkûr 7 numaralı hastanede beş gün kaldıktan sonra İngiliz doktorları bizleri ameliyat yapacağız diyerek [ve] yapılarak gözlerimizin pınarını çıkartarak bu vecihle bizi gözden alil (sakat bıraktılar) bıraktılar. Dokuz ay hastanede kaldık. Ba’de (daha sonra) bizi bu tarafa sevk ettiler.”1895

Tel El-Kebir esir kampından dönen ve her iki gözü görmeyen Kastamonu vilayetinin Küre nahiyesinin Salcı köyünden 1875 doğumlu evli ve bir kız babası Onbaşı Mustafa oğlu Ömer, gözleri kasten kör edilen esirlere bir başka örnektir. Hangi kıtada, nerede ve ne suretle esir olduğunu, gözlerin nasıl kör olduğunu, önceden gözlerinden herhangi bir rahatsızlığının olup olmadığı Ankara Sevk ve Misafir Komisyonu Başkanı yüzbaşı nezdinde şu şekilde anlatacaktır:

“Efendim Maan’da hat boyunda muhafız idim. Ricatte Şam civarında düşman bizi esir aldı. Esir olduktan sonra Mısır civarında Tel El-Kebir’e götürdüler. Esir olmadan evvel gözlerimde hiçbir şey yoktu. Hatta esir olub Tel El-Kebir’e gittikten sonra üç ay hiç göz hastalığı görmedim. Tel El-Kebir’de bir gün gözlerim kendi kendine şişmeye başladı. Doktora çıktım. Muayeneden sonra ilaç akıttı. Sekiz gün mütemadi surette günde üç defa olmak üzere ilaca devam edildi. Dokuzuncu günü beni ameliyata götürdüler. Meğerse anladık ki ameliyathanede benim gözlerimi çıkaracaklar. Tercümana dedim ki ‘Ben gözlerimi çıkartmam karşımda bir yazı göster. Görmezsem ve okuyamazsam o zaman gözümü çıkarınız.’ dedim ise de dinlemediler. Çok ısrar ettim. Bunun üzerine tercüman dedi ki ‘Senin gözlerini çıkarmayacaklar, yalnız göz çanaklarını kaldıracaklar, bu suretle ameliyat yapacaklar.’ dedi. Bu esnada burnuma ruh koklattılar bayıltınca gözlerimi çıkardılar. Sedye ile beni koğuşa gelirdiler...

Ameliyat yapan doktorun ismini bilmiyorum fakat İngiliz olduğunu biliyorum. Tercüman dediğim Ermeni’dir. Zaten tercümanlar hepsi Ermeni’dir.

Ameliyat sol gözüme yapıldı ve gözüm çıkarıldı. Bu sıralarda sağ gözüm biraz görüyordu. Bu sağ gözüme de üç damla mor, yeşil gibi bir ilaç akıtıldı. Bunun üzerine bütün arkadaşların akıbeti de ben de uğradım. Yani her iki gözden ben de mahrum kaldım.

Benim gibi gözden mahrum kalmış çok arkadaşlar vardı. Mısır civarında mecruh esirler 37.000 kişi olduğu ve bunun hep gözlerinden âmâ kaldıkları hep biliyorlar.

...Türkiye esirlerinden başka Mısır civarına Duşamba’da kör olan yoktur. Ahaliden ve oranın muhitinde yaşayanlardan Türk esirlerinden başka kör olan ben görmedim. Elbette bunda mahsus yapılmaktadır.

Hatta herkes söylüyor ki İngilizler içtiğimiz sulara varıncaya kadar ilaç döküyorlar. Pek açlık hissedemiyor isek de yediklerimiz pek pena yapılmış yemeklerdir. Sabahları çay diye bulanık suyu, öğleyin çorba yerine buğday danesi, akşam sıcak suyu verirdi. Bununla tüm günü geçirdik. Gözlerimin böyle kalmasına sebeb. Olanların Allah gözlerin kör etsin başka ne söyleyeyim.” 1896

Tel El-Kebir esir kampından dönen iki gözü kör edilmiş İskilipli Onbaşı Mustafa oğlu Osman verdiği ifadesinde esir olmadan önce gözlerinde hastalık olmadığına dair şu bilgileri vermiştir:

Seferberlik bidayetinde Edirne Jandarma Alayında idim. Sonra

2. Kolordu karargahına muhafız olarak geçtim. Kolordu ile beraber Çanakkale’ye gittim. Bilahare Kafkas Cephesi’ne kolordu ile beraber gittim. Sonrada kolordu ile beraber Arabistan’a Salt Cephesi’ne gittim. Haleb’de geçen sene esir oldum.

Esir olduktan sonra Tel El-Kebir, Ramla, Kantara’ya götürdüler. Kantara’da iki ay kadar kaldım. Kantara’ya varıncaya kadar gözlerimde hiçbir ağrı yoktu. Kantara’ya vardığımızda bizden evvel esir olan arkadaşlar, İngilizlerin ilaç yedirmekte olduklarını söylediler. Ve İngiliz kumandanı bunların içerisinde gözleri gören var mıdır diye kendi tercümanı vasıtasıyla askerimize sordu. ‘Geceleyin biraz daha görenler vardır.’ diye cevap verilince İngiliz kumandanı da çift damarları olanlar varsa daha biraz görmediğini işitmişlerdir. Ben Kantara’da dururken gözlerimde bir kaşınma gibi bir sızı his ettim, viziteye doktora çıktım. Doktor beni hastaneye götürdü. Hastanede ismini bilmediğim bir Ermeni doktoru gözlerime ilaç koydu. Bu ilaç gözlerime konduğu saatte gözlerim şişmişti, kapandı. Bir daha gözlerim açılmaz oldu. Günde bu ilaçtan gözlerimize üç defa akıtırlardı.”1897

Mustafa oğlu Osman gözlerinize akıtılan bu ilaçların rengi, koğuşunda kendilerine kimlerin hizmet ettiği, muayene eden doktorların kimler olduğu, isimlerini hatırlayıp hatırlamadığı, tercümanların kimler olduğu, içlerinde gayrimüslim askerin de olup olmadığı ve Kantara’dan sonra nereye götürüldükleri sorularına ise şöyle cevap vermiştir:

“İlaçların birkaç türlüsü vardır. Kırmızı, mavi gibi renklerdir. Gözlerimiz kapandıktan sonra ilaçların renklerini bir daha fark edemedim, Kantara’da iken koğuşlarda Mısır Arabları hıdmet ederlerdi. Adam akıllı bizi muayene eden yoktu. Bir defa gelir birtakım ilaçlar verirler giderlerdi. Bunlar da İngiliz adamlardır. İsimlerini bilmiyoruz. Tercümanlar hep Ermeni’dir. Üzerlerinde İngiliz elbisesi vardır. Bizim koğuşlar âmâ ile dolu idi. İçimizde gayrimüslim yoktu. Hep Müslim’dir... Kantara’dan sonra Tel El-Kebir’e getirdiler. Yemek içmek hususunda hiç sormayınız. Sabahları çay yerine sıcak su, öğlen tuzsuz buğday, akşamleyin çay ki şekersiz. Tel El-Kebir’den Nisan sene 35’de (1919) hareket ettik. Vapurla İstanbul’a çıkardılar. İstanbul’da Haydarpaşa Hastanesinde iki ay kadar yattım. Oradan da buraya sevk ettiler.” 1898

Esirlerin ifadelerini alan görevliler başta olmak üzere Osmanlı Hükûmeti İngilizlerin ileri sürdüğü esirlerin gözlerinin bölgesel şartlardan dolayı çıkarılmasını anlayamamışlar ve bu durumu sorgulamışlardır. Öncelikle esaretten dönen birçok Türk askerinin bir ya da her iki gözü çıkarılmıştı. Pek çok esir âmâ olarak memleketlerine dönmüştür. Bu durumda Türk milleti açısından cevap alınması gereken pek çok sorun vardır; Mısır’da göz hastalığı ne kadar yaygın ve göz hastalığına yakalanan kişi sayısı ne kadardır? Mısır’da her gözü ağrıyan kişinin gözleri kör olmakta mıdır? Her gözü ağrıyan kişinin gözleri tedavi edilmeyip çıkarılmakta mıdır? Bu tür merak edilen tüm sorular geri dönen esirlere sorulmuş ve şu cevap alınmıştır:

“Efendim her gözü ağrıyan kör olması lazım gelmez. İki günde, beş günde hemen kör olmak lazım gelmez. Benim burada oturan bir arkadaşım Ömer Onbaşı’nın gözüne dikkat ediniz sol gözünü zorla çıkardılar. Elbette bunun bir hikmeti vardır. Bizim gördüğümüz ve bulunduğumuz civarlarda ahaliden olsun öyle körler görmedik. Oralarda göz hastalığı olsa onların da bizim gibi gözleri kör olması lazımdı. Yukarıda söylediğim gibi gözlerimizde arka bir kaşıntı neticesi olarak gözlerimize birtakım ilaçlar akıtılmakla derhal gözlerimiz şişip kapanması bir oldu. Ve bu suretle her iki gözden mahrum kaldım.”1899

8. Kolordu Mürettib Fırka Karargâh Askerlerinden ve Karacabey’in Selimiye mahallesinden Veli oğlu Ali’den alınan 4 Mayıs 1919 tarihli ifadede esirin gözünün nasıl çıkarıldığı şu şekilde anlatılmıştır:

“... Karargâh efradından sekiz on kişi ile Şam civarında esir olarak ve şimendifere rakiben Kantara tarikiyle Mısır’a sevk edildik. Mısır’da tel örgüler içerisinde tevkif ettiler. Hastalananları hastaneye gönderdiler. Hastanede esna-yı tedavimizde sabahleyin kalktığımızda mualeceli (ilaçlı) su ile yüzümü yıkattırıp dört beş saat sonra bir göz ağrısına mübtela oluyorduk. Ve bir müddet sonra hastalığımız tahfif edeceği yerde bilakis Osmanlı etbasından olub İngilizlere iltica eden Ermeni tabibleri, garezine mebni birtakım mualeceler gözlerimizi büsbütün kör etmeğe sebebiyet verdirmek üzere tedavi etmeyüb bir ay ameliyat ameliyathaneye götürüb gözlerimizden mahrum bırakıyorlar. Ve ben de bir gözümden mahrum olduğum gibi alel tahmin beş yüze karib (yakın) iki gözünden mahrum Osmanlı askeri vardır. Ve tedavimiz için salif-ül arz etbaya istirhamda bulunuyor isek de ‘Siz Ermenilere zulüm

yaptınız, biz de sizin böyle gözlerinizi çıkarub intikamımızı alacağız’ diye söylediler... Yevmiye tahminen beş yüz gram ekmekle bir miktar bakla ve cüz’i miktarda mercimek ile takviye edilirdik.” [91]

Sadece Mısır kamplarında esir tutulanlar değil Halep’te esir tutulan esirlerin de gözleri kör olmuş veya kör edilmiştir. Bunun da sebebi yine kamplarda Ermeni doktorların ve Ermeni hemşirelerin bulunması ve Ermenilerin Türklere karşı besledikleri kindir. Halep’in işgalinde Halep Hastanesinde kalarak gözleri kör olan Kalecik’in Şeyh Şami köyünden Er Mustafa oğlu Hasan’ın 10 Ağustos 1919 tarihli ifadesinde esirin gözlerinin nasıl kör olduğunun detayları anlatılmıştır. Halep’te 9 ay kalan esir İstanbul’a sevk edilmiştir. Bu süre zarfında esire sadece Arap doktorlar gayet iyi bakmıştır. Hastaların arasında Müslüman olmayan bulunmadığı gibi İngiliz doktorlar da bu hastanede bulunmamaktadır. Mustafa oğlu Hasan hangi kıtada iken esir olduğu ve esir olduğu vakit nereye götürüldüğü, gözlerin ne vakit görmez olduğu, esir olmadan önce gözlerinden rahatsızlığı olup olmadığı gibi sorularına şöyle cevap vermişti:

“Efendim Haleb’de inzibat bölüğünde idim. Gözler ağrımaya başladığı vakit Haleb’de hastaneye yattım. Hastanede gözlerim fazla ağrımaya başladı. Bu esnada bizim Türkiye askeri Haleb’i terk etti. İngilizler Haleb’i işgal edince bize bakan olmadı. Ara sıra bir Ermeni doktoru gelir bize bakardı. Hastanedeki Ermeni kızlar vasıtasıyla gözlerimize ilaç akıtırlardı. Fakat gözlerim her ne kadar ağrıyor ise de gözlerim sağlam ve görüyordum. Şerif geldi bizi teslim aldı. Bu sıralarda hastanedeki Ermeni kızlardan birisi güya yanlışlıkla gözlerime tentürdiyot akıttı. Üç gün sonra gözlerim kapandı. Sonra İngiliz sertabibi geldi sordu. Ben de yanlışlıkla gözlerime tentürdiyot akıtmışlar dedim. Bilahare beni bu hastaneden kaldırdılar, Haleb’teki Ramazaniye Hastanesine gönderdiler. Gözlerinden muzdarip kırk kişi kadar vardı. Beni de yıkadılar, diğerlerini İngilizlerle başka yere götürdüler. Şerif gelüb bizim hastaneyi teslim aldıktan sonra bizim Türk doktorları gelip gözlerimize bakmaya başladılar ise de . vakit geçmiş birkaç gün

evvelisi elimize geçse idiniz gözlerinizi iyi ederdik dediler. Doktorun ismini hatırlamıyorum yüzbaşı rütbesinde Boşnak idi. Haleb’de dokuz ay yattım. Bundan sonra İstanbul’a sevk ettiler, İstanbul’dan da buraya sevk ettiler.”1900 [92]

120. Alay Kumandanı yarbayın ifadesinden oluşan ve Merkez Kumandanlığından Üsera İşleri Şubesine sunulan 20 Şubat 1921 tarihli raporda esirin kör edilme hikayesinden bahsetmektedir. Kamplarda özellikle erlerin bulunduğu hastanelerde esir askerlerin kör edildiği, esirler arasında en fazla konuşulan konudur. Esirin duyduklarını anlattığı ifadesine göre erlerin bulunduğu hastanelerde bulunan Ermeni doktorlar bir takım hasta erlerin gözlerini kör etmişlerdir. 16. Fırka Kumandanı albayın 8 Mart 1921 tarihli esaret sonrası verdiği ifadesinde şöyle demektedir:

“Bu bâbda katî bir fikir dermeyanı mümkün değildir. Ancak Mısır efrâd kamplarında beledî olan sâri bir göz hastalığından birçok efradımız malul olmuşlardır, bu hastalığın mahiyet ve suret-i husûl ve intişarı hakkında birçok rivâyât deverân etmiş ise de herhâlde mezkûr ordugahlarda îfâ-yı vazife etmiş olan etibbâ-yı Osmâniyenin mütâlaâtını almak muvafık olacağını zannederim.”[93]

Gözlerinden muzdarip olan esirlerin kornea tabakası delinmiş ve göz bebekleri akıtılarak gözleri çıkarılmıştı. Bu gibi askerlerin oldukça mühim bir yekûna ulaştığı ve ölümlerin müthiş seviyelere çıktığı, Kahire Hastanesinde hasta olarak bulunmuş olan subaylar da ifade etmiştir. Birinci esir kafilesi ile gelen Yüzbaşı Salih Efendi, bu tür birçok elim olaylarının şâhidi olmuştur. Doktor Yüzbaşı Süreyya ve Şükrü Efendiler, haftada ancak bir defa doktorun viziteye geldiğini ve Süreyya Bey’in 5/40 tansiyonu varken taburcu edildiğini söylemiştir. İkinci esir kafilesi ile gelen ve bir ayağından ameliyat geçirmiş olan Binbaşı Mustafa Bey de Kahire Hastanesinde askerlere yapılan muamelenin ve verilen gıdanın çok kötü olduğundan ve kamplardaki yolsuzluklardan şikâyet etmiştir.[94]

Mısır’dan İzmir’e gelen göz hastalığına veya diğer hastalıklara yakalanmış esirler hemen tedavi altına alınmıştır. Bu kişiler memleketlerine sevk edilmemiş, İzmir Merkez Hastanesinde tedavi altına alınmıştır. Malul olarak mübadele edilen bu esirler, çeşit ve sebebine göre 13 Mart 1919 tarihi itibariyle sınıflandırılmıştır. Birinci ve ikinci kafilelerle gelip İzmir Merkez Hastanesine yatırılan esirlere gözlerinin ne zaman, nerede kör olduklarına, ilaçlardan bir fayda görüp görmediklerine dair sorular sorulmuştur. Alınan cevapları şöyledir:1904

Tablo 4.27: Mısır Kamparında Gözleri Kör Edilen Esirlerin İfadeleri1905

Sıra No

Soru

Cevap

Memleketi ve doğum tarihi

Açıklama

1. Esir

Ne vakit ve nerede gözlerin hastalandı

Mısır’da esir idim. Kantara nam mahale götürdüler. Yol ve fabrikada çalışmak esnasında iken gözlerim ağrıdı.

Nihayet hastaneye götürdüler. Tedavi altına alındım.

Edirne, Kırkilise, Dereköyü köyünden 1898 doğumlu Hasan oğlu Mehmed. Hastaneye 9 Aralık 1918’de gelmiştir.

Her iki gözünü Mısır’da esareti esnasında kaybetmiştir. Emeklilik hakkı kazanmıştır.

Kimin tarafından ve nasıl tedavi edildin

Bir Ermeni doktor tarafından tedavi edildim. Tedavi esnasında gözlerim görmez oldu.

İlaçtan ne fayda gördün

İlaçtan hiçbir fayda görmedim

1904 Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/10.

1905 Esirler hakkında İzmir ve İstanbul’daki hastanelerde tutulan bilgilerde farklıklar görülmektedir. Belgede sadeleştirme ve kısaltmalar yapılmıştır.

2. Esir

Ne vakit ve nerede gözlerin hastalandı

İki buçuk sene evvel muharebe esnasında esir düştüm. Mısır’a götürdüler. Mısır’da esaretim esnasında gözlerime hastalık arız oldu (Musallat oldu). Hastaneye götürdüler.

İznik kazası Şarkiye köyünden 1300 doğumlu Mustafa oğlu Ahmed. 2. Kolordu 59.

Alay 1. Taburdan Osmanlı esiri. Hastaneye 9 Aralık 1918’de gelmiştir.

Gözlerinde trahom neticesi kesafet korne-i münteşire (korneadaki beyaz leke, leucoma) mevcut olup gözlerini ebediyen kaybetmiştir. Hastalığı esaret esnasında aldığından emeklilik hakkı kazanmıştır.

Kimin tarafından ve nasıl tedavi edildin

Bir Ermeni doktoru tedavi etti. İlaç döktü, bilahare alil (hastalıklı) oldum.

İlaçtan ne fayda gördün

Bir parça faydası dokundu. Hemen yuvaşuk ettiler. Büsbütün görmez oldum.

3. Esir

Ne vakit ve nerede gözlerin hastalandı

Mısır’a esir olarak gittim. Kantara nam mahalle götürdüler. esaretim esnasında gözlerim alil oldu.

Afyonkarahisar Çıkrık köyünden 1311 doğumlu İbrahim oğlu Mustafa.

15. Kolordu 57. Alay 1. Tabur askerlerinden. Hastaneye 9 Aralık 1918’de gelmiştir.

Her iki gözünü Mısır’da esaret esnasında kaybetmiştir. Emeklilik hakkı kazanmıştır.

Kimin tarafından ve nasıl tedavi edildin

Bizim esir Türk ve Ermeni doktorları tarafından bakıldım ise de...

İlaçtan ne fayda gördün

İlaçtan hiçbir fayda görmedim. İlaç beni kör etti.

4. Esir

Ne vakit ve nerede gözlerin hastalandı

Mısır’da esir idim Kantara’da bizi çalıştırıyorlardı. Orada hastalandım. Gözlerim alil oldu.

Ankara Haymana Yavrucak köyünden 1895 doğumlu Mustafa oğlu Ahmed.

20. Kolordu 59. Alay 1. Tabur askerlerinden.

Hastaneye 9 Aralık 1918’de gelmiştir.

Her iki gözünde kesafet-i korne-i münteşire neticesi gözlerini tamamen kaybetmiştir. Bu hale Mısır’da esareti esnasında geldiğinden emekliliği hak kazanmıştır.

Kimin tarafından ve nasıl tedavi edildin

Mısır’da bizim kendi doktorlarımız baktı. Kantara’da İngilizler tedavi ettiler.

İlaçtan ne fayda gördün

Hiçbir ilaçlarından fayda görmedim.

5. Esir

Ne vakit ve nerede gözlerin hastalandı

Mısır-ı Cedid’de esaretim esnasında gözlerime ağrı arız oldu. Hastaneye gittim. Hastanede ameliyat yaptılar, gözlerimi çıkardılar.

Ankara Bostaniye mahallesinden 1889 doğumlu Hasan oğlu İsmail. Hastaneye 2

Her iki gözü birden Mısır’da esareti esnasında çıkarılmıştır. Emekliliğe hak kazanmıştır.


 

 

Kimin tarafından ve nasıl tedavi edildin

Ermeni doktorları tarafından gözlerim ihraç edildi, alil oldum.

Aralık 1918’de gelmiştir. 17. Alay 1. Taburdan.

 

İlaçtan ne fayda gördün

İlaçlardan hiçbir fayda görmedim.

6. Esir

Ne vakit ve nerede gözlerin hastalandı

Mısır’da esaretim esnasında gözlerime hastalık arız oldu. Doktora çıktım ilaç verdi ve ilaçtan bir fayda görmedik, alil oldum.

Edirne Kırcaali’den 1889 doğumlu Haliloğlu Salih. 22. Kolordu 161. Alay 2.

Tabur askerlerinden Hastaneye 9 Aralık 1918’de gelmiştir.

Gözlerinde trahom hastalığı görülmüştür. Her iki göz Mısır’da esaret esnasında görmez olduğundan emekliliğe hak kazanmıştır.

Kimin tarafından ve nasıl tedavi edildin

Ermeni doktorları tarafından tedavi edildim ise de hiçbir fayda hasıl olmadı.

İlaçtan ne fayda gördün

İlaçtan hiçbir fayda görmedim.

7. Esir

Ne vakit ve nerede gözlerin hastalandı

Gazze Muharebesi’nde yaralandım ve esir düştüm. Dört ay Abbasiye Hastanesinde tedavi altına alındım.

Oradan Kantara’ya gittim. Orada çalışmaktan gözlerime hastalık arız oldu, viziteye çıktım.

Adana’dan Hasan Hüseyinzade Mahallesi 1894 doğumlu Ahmed oğlu Mustafa. 22 Kolordu 81.

Alay Makineli Tüfenk Bölüğü askerlerinden. Hastaneye 9 Aralık 1918’de gelmiştir.

Sağ gözü hastalık sonrası tamamen görmez olmuştur. Sol gözü Mısır’da çıkarılmıştır.

Kimin tarafından ve nasıl tedavi edildin

Bir ay tebdil-i hava Mısır’a gittim. Bir ay sonra gözlerim iyi oldu. Tekrar hastalandım hastaneye geldim, sol gözüme ameliyat yaptılar.

İlaçtan ne fayda gördün

Sağ gözüme de ilaç sürdülerse de hiçbir fayda görmeyerek alil oldum.

8. Esir

Ne vakit ve nerede gözlerin hastalandı

Mısır’da esaretim esnasında un, nohut çuvalları taşıyordum Gözlerime bir hastalık arız oldu, kör oldum.

Halep’ten Antep İbrahimli köyünden 1899 doğumlu Mehmed oğlu Hurşid.

Gözleri trahom neticesi görmez olmuştur.

Emekliliğe hak kazanmıştır.

Kimin tarafından ve nasıl tedavi edildin

Ermeni doktorları tarafından tedavi edildim ise de bir fayda göremedim.


 

 

İlaçtan ne fayda gördün

İlaçtan bir fayda görmedim.

 

 

9. Esir

Ne vakit ve nerede gözlerin hastalandı

Mısır’da esaretim esnasında gözlerime hastalık arız oldu ve tedavi edilemeyerek alil oldum.

Kütahya Tavşanlı 1884 doğumlu Halil oğlu Bekir. Hastaneye 3 Aralık 1918’de gelmiştir.

Her iki gözünü Mısır’da esareti esnasında çıkarılarak tamamen görmez olmuştur.

Emekliliğe hak kazanmıştır.

Kimin tarafından ve nasıl tedavi edildin

Kendi kendine birisi aktı. Kimse tarafından tedavi edildim.

İlaçtan ne fayda gördün

İlaç sürmediler, bir su koydularsa da tamıyla kör etti.

10.i Esir

Ne vakit ve nerede gözlerin hastalandı

Mısır’da esaretim esnasında tel içerisinde kum çekerken gözlerimden kan geldi. Gözlerime su döktüler alil oldum

Konya Karaman’dan

Hasanda köyünden 1883 doğumlu Musa İsmail oğlu

Hüseyin. 22. Kolordu, 134. Alay 2. Taburundan Osmanlı esiri.

Sağ gözü hastalık sonrası Mısır’da çıkarılmış ve tamamen görmez olmuştur. Emekliliğe hak kazanmıştır.

Kimin tarafından ve nasıl tedavi edildin

Arap ve Ermeni doktorları bakıyorlardı. Gözümü Ermeni doktor ameliyat yaptı.

İlaçtan ne fayda gördün

İlaçtan hiç fayda görmedim.

11. Esir

Ne vakit ve nerede gözlerin hastalandı

Mısır’da esaretim esnasında gözlerimde ağrı hasıl olarak hastaneye gönderdiler. Orada tedavi esnasında alil oldum.

İzmit Adapazarı Kozca köyünden 1898 doğumlu İbrahim oğlu Akif.

22. Kolordu Makineli Tüfenk Bölüğü askerlerinden.

Hastaneye 9 Aralık 1918’de gelmiştir.

Her iki gözü Mısır’da esareti esnasında çıkarılarak tamamen görmez olmuştur. Emekliliğe hak kazanmıştır.

Kimin tarafından ve nasıl tedavi edildin

Ermeni doktorları tarafından tedavi edildim ise de hiçbir fayda hasıl olmadı.

İlaçtan ne fayda gördün

İlaçtan bir fayda görmedim.

12. Esir

Ne vakit ve nerede gözlerin hastalandı

Geçen sene Mısır’da esaretim esnasında gözlerime bir ağrı arız oldu. Hastaneye gönderdiler, orada tedavi altına alındım.

Konya Bozkır Koçan köyünden 1898 doğumlu Osman oğlu Mehmed.

Her iki gözü Mısır’da esareti esnasında çıkarılarak tamamen görmez


 

 

Kimin tarafından ve nasıl tedavi edildin

Bir Ermeni doktoru tarafından tedavi ediliyordum. Bir su döktü gözlerim kör oldu.

22. Kolordu 165. Alaydan Osmanlı askeri. Hastaneye 9 Aralık 1918’de gelmiştir.

olmuştur.

Emekliliğe hak kazanmıştır.

İlaçtan ne fayda gördün

İlaçtan katiyen bir fayda görmedim.

13. Esir

Ne vakit ve nerede gözlerin hastalandı

Mısır’da esaretim esnasında gözlerim hastalandı. Doktora çıktım, nihayet tele gönderdiler. Orada tedavi esnasında gözlerim alil oldu.

Kastamonu, Araç kazasının Buldurak köyünden 1896 doğumlu Esad oğlu Hamdi. Hastaneye geliş tarihi 10 Ekim 1918’dir. 23. Kolordu 20. Alay 2. Tabur Makineli Tüfenk Bölüğü askerlerinden.

Her iki gözü trahom neticesi tam olarak rüyetlerini (görme yetilerini) ebediyen zayi etmiştir. Mısır’da esareti esnasında hastalığa duçar olduğundan emeklilik hakkı kazanmıştır.

Kimin tarafından ve nasıl tedavi edildin

Ermeni doktoru tedavi ediyordu. Göz taşı sürdü kör oldum.

İlaçtan ne fayda gördün

İlaçlar bir fayda vermedi.

14. Esir

Ne vakit ve nerede gözlerin hastalandı

Mısır’da esaretim esnasında gözlerimden hastalandım. Abasiyeye gönderdiler, orada sağ gözümü ameliyat yaptılar, öbürünü ilaçladılar alil oldum.

Musul Kerkük, Avcı mahallesinden 1884 doğumlu Maruf oğlu Şevket.

164. Alay, 1. Tabur askerlerinden.

Hastaneye 9 Aralık 1918’de gelmiştir.

Sağ gözü Mısır’da çıkarılmıştır. Sol gözü yine Mısır’da hastalıktan dolayı kısmen görerek gelmiş sonrasında tamamen görmez olmuştur. Emekliliğe hak kazanmıştır.

Kimin tarafından ve nasıl tedavi edildin

Ermeni doktoru baktı. İyi olamadım kör etti beni.

İlaçtan ne fayda gördün

İlaçtan bir fayda görmedim.

15. Esir

Ne vakit ve nerede gözlerin hastalandı

Mısır-ı Cedid’de esaretim esnasında taş, kum çekerken hastalandım. Hastaneye gönderdiler, orada tedavi sırasında alil oldum.

Konya Aksaray Kösnek köyünden 1895 doğumlu Mehmed oğlu Yakub 23. Kolordu 21. Alay 3. Tabut askerlerinden.

Hastaneye 9 Aralık 1918’de gelmiştir.

Her iki gözü birden Mısır’da esareti esnasında çıkarılmıştır. Emekliliğe hak kazanmıştır.

Kimin tarafından ve nasıl tedavi edildin

Ermeni doktoru tarafından tedavi edildim ise de bir fayda görmedim.

İlaçtan ne fayda gördün

İlaç hiç fayda vermedi.


 

16. Esir

Ne vakit ve nerede gözlerin hastalandı

Mısır’da esaretim esnasında gözlerime bir ağrı arız oldu hastaneye gönderdiler, orada alil oldum

Afyonkarahisar Bolvadin Aziziye Göççü köyünden 1882 doğumlu Abdullah oğlu Bekir.

267 Makineli Tüfenk Bölüğü efradından. Hastaneye 9 Aralık 1918’de gelmiştir.

Her iki gözü trahom sonucunda neredeyse tamamen görmez halde dönmüştür. Mısır’da esareti zamanında olduğundan emekliliğe hak kazanmıştır.

Kimin tarafından ve nasıl tedavi edildin

Bir Ermeni doktoru tarafından tedavi edilirken alil oldum

İlaçtan ne fayda gördün

İlaçtan bir fayda görmedim.

Kaynak: Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK. 82/10.

İlk kafilede Mısır’dan İzmir yolu ile gelip Maçka Hastanesinde tedavi altına alınmış olan malul esirlerin maluliyetlerinin çeşit ve sebeplerini gösterir 14 Nisan 1919 tarihli liste ise şöyledir:1906

Tablo 4.28: Mısır Esir Kamplarında Hastalanan Esirlerin Hastalıkları1907

Sıra No

Soru

Cevap

Memleketi ve doğum tarihi

Açıklama

1. Esir

Ne vakit ve nerede gözlerin hastalandı

Mısır-ı Cedid’de esaretim esnasında gözlerimden hastalandım.

Sivas Aziziye’den 1899 doğumlu Taşdan oğlu Ahmed. Hastaneye 5 Aralık 1918’de gelmiştir.

3. Kolordu 151. Alay 3. Tabur Makineli Tüfenk Bölüğü askerlerinden.

Hastaneye 9 Aralık 1918’de gelmiştir.

Her iki gözü trahom sonucunda neredeyse tamamen görmez bir derecede dönmüştür. Mısır’da esareti zamanında olduğundan emekliliğe hak kazanmıştır.

Kimin tarafından ve nasıl tedavi edildin

Ermeni doktorları tarafından tedavi edildim. İsmini bilmiyorum

İlaçtan ne fayda gördün

Cehennem taşı ilaçtan sürdüler de hiçbir faydasını görmedim.

2. Esir

Ne vakit ve nerede gözlerin hastalandı

İki sene evvel Mısır’a esareten gitmiştim. Beni Kantara’ya götürdüler. Orada kum ve arpa taşıtıyorlardı.

İstanbul Küçük Ayasofya Çifte Fırın Sokağından 1878 doğumlu Ahmed oğlu Mustafa.

Velisi tarafından aldırılmak üzere

Her iki gözü trahom sonucunda neredeyse tamamen görmez bir derecede dönmüştür. Mısır’da esareti zamanında olduğundan

1906 Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/10.

1907 Esirler hakkında İzmir ve İstanbul’daki hastanelerde tutulan bilgilerde farklıklar görülmektedir. Belgede sadeleştirme ve kısaltmalar yapılmıştır.

 

 

Orada gözlerime hastalık ariz oldu.

müracaat edilmiştir. Edirne İstihkam Müfrezesi Bölüğü askerlerinden olup Osmanlı esiridir. İstanbul, Küçük Hastaneye 9 Aralık 1918’de gelmiştir.

emekliliğe hak kazanmıştır.

Kimin tarafından ve nasıl tedavi edildin

Bir Ermeni doktoruna çıktım. Bana bir ilaç verdi bir saatte gözlerim alil oldu.

İlaçtan ne fayda gördün

İlaçtan hiçbir fayda görmedim.

3. Esir

Ne vakit ve nerede gözlerin hastalandı

Geçen sene Gazze’den esir olarak Mısır-ı Cedid’e gittim. Oradan kanala çalıştırmaya götürdüler. Çalışmakta iken gözlerime bir ağrı arız oldu. Doktora gittim ve tedaviye başladık.

Adana Silifke Senir köyünden 1886 doğumlu Mehmed Ali oğlu İlyas.

22 Kolordu 129. Alay 1. Taburdan. Hastaneye 9 Aralık 1918’de gelmiştir.

Her iki gözü trahom sonucunda neredeyse tamamen görmez bir derecede dönmüştür. Mısır’da esareti zamanında olduğundan emekliliğe hak kazanmıştır.

Kimin tarafından ve nasıl tedavi edildin

Bir Ermeni doktoru tedavi etti.

İlaçtan ne fayda gördün

İlaç hiçbir fayda görmedim.

4. Esir

Ne vakit ve nerede gözlerin hastalandın

Şam’da muharebe esnasında esir düştüm. Doğruca Mısır’a götürdüler.

Şam’da gözlerime biraz ağrı geldi. Mısır’da ziyadeleşti. Hastaneye götürdüler.

Antalya Manavgat’tan 1881 doğumlu Günbelli oğlu Mehmed. 22. Kolordu 48. Alaydan 2. Tabur askerlerinden. 1881 doğumlu Günbelli oğlu Mehmed.

Hastaneye 9 Aralık 1918’de gelmiştir.

Her iki gözü trahom sonucunda neredeyse tamamen görmez bir derecede dönmüştür. Mısır’da esareti zamanında olduğundan emekliliğe hak kazanmıştır.

Kimin tarafından ve nasıl tedavi edildin

Bir Ermeni doktoru tarafından tedaviye başlandım. Her gün ilaç sürüyordu, bilahare gözlerim kapandı.

 

İlaçtan ne fayda gördün

İlaçtan hiçbir fayda ve görmedim.

 

 

5. Esir

Ne vakit ve nerede gözlerin hastalandın

Geçen sene esir olarak Mısır’a götürdüler. Orada esaretim esnasında gözlerime bir ağrı arız oldu ve oradan hastaneye götürdüler. Orada alil oldum.

Tarsus’tan 1876 doğumlu Ali oğlu Mehmed. Hastaneye 9 Aralık 1918’de gelmiştir.

Her iki gözü trahom sonucunda neredeyse tamamen görmez bir derecede dönmüştür. Mısır’da esareti zamanında olduğundan emekliliğe hak kazanmıştır.

Kimin tarafından ve nasıl tedavi edildin

Bir Ermeni doktoru gözümün birini ameliyat yaparak çıkardı. Birisi de ilaçtan kör oldu.

İlaçtan ne fayda gördün

İlaçtan hiçbir fayda görmedim.

Kaynak: Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK. 82/10.

Maçka Hastanesi kayıtları incelendiğinde 121 kişiden 18’i, her iki gözünde görme yetisini kaybetmiştir. 2’si mitoz olmak üzere 20 neferin muayeneye ihtiyacı olduğu Maçka Hastanesi Tabibi Albay Bahur Bey tarafından karar verilmiştir. Esaretten döndükten sonra hastanede tedavi altına alınan askerlerin maluliyetleri hakkında Maçka Hastanesi Müdürlüğünce Başhekim Binbaşı Tahir oğlu Ali Nazmi, Başhekim Binbaşı Yusud Ziyaeddin, Başhekim Albay Daridgor tarafından 24 Aralık 1918’de hazırlanan ve 14 Nisan 1919’da onaylanan liste aşağıdaki gibidir. Maçka Hastanesinde ikinci esir kafilesine ait tutulan raporların bir kısım şöyledir:[95]

Göz hastalıklarından dolayı hastanelerde yatan hastaların bilgilerini içeren 115 ve 70 kişilik iki ayrı liste birleştirilmiştir. Listelerde esirlerin hastaneden ne surette çıktığı, teşhisi, hastane numarası, doğumu, ev numarası, köy veya mahallesi, ait olduğu redif tabur dairesi, memleketi, ismi, lakabı, baba ismi, rütbesi, bölün ve mangası, taburu, alayı, fırkası, kolordusu, sınıfı, vefat tarihi, hane numarası ve hastane numarası yazılmıştır. Trahom kamplarda en yaygın görülen bulaşıcı göz hastalığı idi. Hastanede bulunan askerlerin çoğu bu hastalık sebebi ile bir ya da iki gözünü kısmen veya tamamen kaybetmişti. Oftalmi bir diğer önemli göz hastalığıdır.

Gözün, konjunktivanın veya gözdeki derin yapıların iltihaplanması demektir.Pürülan konjunktiva hastalığı da göz kapaklarının iç yüzeyini ve gözün beyaz kısmını kaplayan ince ve saydam zarın iltihaplanmasına denilmektedir. Esirler tarafından tavukkarası diye adlandırılan niktalopi hastalığı kamplarda en yaygın hastalık olmuştur. Hastanede bulunan askerlerin büyük kısmı göz iltihabından muztariptir. Korneadaki ülser ile birlikte göz iltihabı esirlerin görme yetilerini çok etkilemiştir. Göz iltihapları ile beraber katarak ve diğer göz hastalıkları hastanedeki esirlerin genel durumunu göstermektedir. Esirlerin genelde gözleri yaralıdır, irin akmaktadır. Pek çok esir görme kaybı yaşamaktadır. Bazıları da esaret öncesi cephede gözlerini kaybetmiştir. Tüm bu hastalıklar kamplarda görülen göz hastalıklarından sadece bir kaçıdır. Bu hastalıklara yakalan esirler hemen hastaneye sevk edilmekte ve gözleri çıkarılmaktaydı. Bazıları ikna edilerek bazıları ise zorla ameliyata alınırlardı. Hastanedeki hastaların yarıdan fazlası göz şikâyeti ile yatmaktaydı.[96]

Esirlerin kamplarda yazdıkları hatıratlar da esirlerin gözlerinin İngilizler tarafından bilinçli veya en azından ihmal sonucu kör edildiğini ortaya çıkarmaktadır. Mesela Salihiye esir karargâhında bulunan tüm esirlerin gıdasızlıktan, akşama kadar güneş altında sıcak kumlar üzerinde bulunmaktan gözleri zarar görmüş ve pek çoğunun akşam güneş battıktan sonra gözleri görmez olmuştur. 50-60 esirden ancak birsinin gözü görebilmektedir. Bu yüzden güneş battıktan sonra tuvalet ihtiyacı için bir gözü sağlam olan esirler önde, arkasında 50-60 kişi sıra halinde birbirinde tutunarak ihtiyaçlarını gidermek için tuvaletlere gitmekteydiler. Gözü sağlam bir kişi, bu kadar insanın bir bir ihtiyacını gidermek için uğraşır, ardından her birini bir bir çadırına yerleştirirdi. Hiçbir mecburiyetleri olmamasına rağmen vakitli vakitsiz gece yarısı bu işi isteyerek gönüllü olarak yapardı. Esirlerin gözlerinin kör olmalarının sebeplerinden birisi esirlerin güneş altına gün boyunca kızgın kumların üzerinde bekletilmeleri olmuştur. Kızgın kumda bekleyen esirlerin bir müddet sonra gözleri ağrımaya başlamakta ve muayyene için doktora gitmek zorunda kalmaktaydılar. Esirlerin büyük bir çoğunluğu akşamdan sonra gözleri hiç görmemekteydi. Abdest almak için dahi dışarı çıkamamaktaydılar. Ağrıları sadece gözlerinde olmayan esirler karın ağrısı sebebiyle ciddi acı çekmekteydiler.[97]

Ermeni doktorlar Türk esirlerinin gözlerini çıkarmak için özel olarak kamplarda organize olmuşlar ve sadece gözü ağrıdığı için kendilerine muayeneye gelen Türk esirlerin gözlerini çıkarmak için fırsat kollamışlardır. Türk esirlerinin gözlerine iyileşmesi için sürülen damlalar gözlerin ağrısını daha da şiddetlendirmiştir. Yıllarca Osmanlı topraklarında tebaa olarak yaşayan Ermeni doktorlar göz ağrısı şiddetinden duramaz hale gelen esirlerin yanına gelip iki gözünü de çıkardıkları takdirde göz ağrısı yaşamayacaklarını söylemişlerdir. Esirlerden bazıları zorla razı edilerek, bazen de zor kullanılarak esirlerin gözleri çıkartılmakta ve bir müddet tedavi edildikten sonra gözlerine bez bağlanıp ya kendi kamplarına ya da zayıf esirlerin bulunduğu kampa gönderilmekteydiler. Gözleri sağlam olan pek çok esir bir müddet sonra iki gözünden olmuş olarak kampa gelmekteydi. Gözlerinden olacağı korkusuyla esirler, gözlerinin ağrısına dayanamamalarına rağmen katiyen doktora gitmezler ve birbirlerinin gözlerini tedavi etmeye çalışırlardı.[98]

Heliopolis esir kampında hastaneye sevk edilmiş esirler hastane sonrası iaşe bakımında daha iyi bakılması için kısa bir süreliğine subayların bölümüne gönderilmekteydi. Çoğunluğu gözleri görmeyen bu esirler 2-10 gün boyunca subayların telinde yiyecek olarak daha iyi beslenirdi. Burada kendine gelen esirlerin gözleri görmeye başlardı. 10-20 günde 100-150 kişilik kafileler kamplara gelir, burada bir süre dinlenip kendilerine geldikten sonra kamplardan ayrılırlardı.[99]

Esirlerin kamplarda gözlerini kaybetmelerini hatıratında kaydeden esirlerden birisi olan Hidayet Özkök’ün anlattıkları arşiv belgelerini doğrular niteliktedir. Dört ay Salihiye kampında kalan esirler Bilbeis kasabasına getirilmişlerdi. Kampa gelen esirlerin çoğunun bir süre sonra gözleri görmez olmuştur. Esirlerin gözleri akşam olunca sabaha kadar görmemekteydi. Hidayet Özkök de bu kör olma durumunu tam sekiz ay yaşamıştır. Esirlerin göz muayenesinde Türk doktorlar da bulunmuştur. Türk doktorları bu hastalıktan muzdarip olan esirlere hastalık ile hiç uğraşmamalarını, hastalığın sebebinin gıdasızlık olduğunu söylemiştir. Üç yıl esir kampında kalan esirlere hiç meyve verilmemişti. Bu durum esirlerde vitamin eksikliğine sebep olmuş, bu da körlüğe yol açmıştı. Esirlerin en büyük sorunu kendi başlarına tuvalet ihtiyacını giderememeleriydi. Gece tuvalete çıkmak için gözü gören bir asker kılavuzluk eder, diğer gözleri görmeyenler deve katarı gibi tutunarak tuvalete giderlerdi. Esirlerin tel örgüye üç metre yaklaşması yasaktı. Gözü görmeyen bir asker kazara tel örgüye yaklaşırsa hemen silahlı muhafız tarafından vurulurdu. Pek çok asker bu şekilde kampta öldürülmüştü. Doktorlardan hiçbir şifa bulamayan esirler kısmen hastalığın tedavisini kendileri bulmuştur. Eğer esirler bir koyun ciğeri bulurlar ise onu ateşe koyarlar, kafalarını da bir örtü ile örterek ciğerden çıkan dumanın gözlerine gelmelerini sağlarlardı. Gözlere giden bu dumandan sonra esirlerin gözlerinden bir su akar ve gözleri görmeye başlardı. Yine esirlerin aktardıklarına göre bazen de semizotu veya kara bakla yaprağı yiyen esirlerin gözleri açılmaktaydı.[100]

Gözlerini cephede kaybeden Emin Çöl’e göre Heliopolis kampı Seydi Beşir ile kıyaslanamayacak kadar kötüdür. Kampta trahom ve tavukkarası en fazla görülen hastalıktı. Esirlerin çoğu tavukkarası diye adlandırdıkları hastalığa yakalanmıştı. Pek çok askerin gözleri ya tamamen kör ya da yarı yarıya kördü. Esirler gece dışarı çıkamaz duruma gelmişlerdi. Emin Çöl de diğer hatırat yazan esirler gibi bu kişilerin tuvalet ihtiyaçlarını, tuvalete el ele tutuşup giderek yaptıklarını söylemişti.[101]

Eyüb Sabri Bey Osmanlı esirlerinin Mısır’daki kamplarda gözlerinin çıkarıldığı iddialarına hatıralarında açıklık getiren bir başka kişidir. Abbasiye Hastanesinde Ermeni doktorlarının ellerinde miller ve kolları dirseklerine kadar sıvalı olduğu halde sabahtan akşama kadar Türk askerlerine ameliyat yaptıklarını ve onların gözlerini oyup çıkarttıklarını söylemiştir. Birçok Mısırlı Müslüman’ın şahitliğine ve bütün esirlerin ifadelerine göre göz ameliyatlarının önceleri de vuku bulmasına rağmen Mütareke’den biraz önce ve özellikle sonrasında son derece arttığı gözlenmiştir. Bu göz ameliyatları Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’daki faaliyetlerinin Mısır gazeteleri vasıtasıyla oralarda duyulmaya başladığı ve Mısırlıların da işgallere karşı isyan başlattığı zamana kadar devam etmiştir. Bu zamandan sonra giderek azalmış, bir müddet sonra da göz ameliyatları hastaların isteğine bırakılmıştır. Bu zamana kadar tahminen 2.000’den az olmamak üzere bir kısmının iki ve bir kısmının da bir gözü oyulmuş ve birçoklarının da ayakları ve kolları kesilmiştir. Ermenilerin bu hususlardaki faaliyetlerini kolaylaştıran bir durum da tellerde bütün nöbetçi doktorların kendilerinden olmasıydı. Esirler çöl sıcağında sabahtan akşama kadar güneş altında angaryada çalıştıklarından dolayı kızgın kumun tesirinden göz ağrısına tutulurlar ve mecburen nöbetçi doktora müracaat ederlerdi. Ermeni doktorlar gözlerindeki ağrıyı geçirecek bir ilâç koymak yerine ele bir av geçmiş gibi sevinerek esirleri hemen hastaneye sevk ederlerdi. Gözü ağrımakta olan asker hastaneye gitmek istememesine ve gönderilmemesi için yalvarmasına rağmen zorla gönderilirdi. On gün sonra gözsüz olarak kampa dönerlerdi. Gerek tellerde ve gerek Abbasiye Hastanesinde olsun bu gözsüz askerlerin halleri cidden pek elim ve acıklıydı. Bunları gören kalplerin sızlamaması imkânsızdı. Hastane avlusunda 30-40 asker birbirinin ceketlerinden tutarak dizi ile tuvaletlere giderler, o suretle ihtiyaçlarını giderirlerdi. Mutfaktan yemek almak için dahi birbirlerine tutunarak aynı şekilde dizleri ile gidip gelirler ve sabahtan akşama kadar kumların üzerinde sürünürler, yarı aç yarı tok hayatlarını sürdürürlerdi. İngiliz yetkililer ise bunları görürler ve esirlerin bu duruma acımadıkları gibi hallerini sormazlardı. 1914 [102] İbrahim Arıkan da esirlerin gözlerinden rahatsızlanmasını kampın kumsalda olup çadırların beyaz renkte olmasına, yaz aylarında Mısır’ın aşırı sıcakları ile etrafta tek yeşilin bulunmamasına bağlamıştır. Bu durum bazı esirlerde ise kısmı körlüğe yol açmıştır. Hatta esirler çadırların etrafına yeşillik olarak mısır ekmişler, İngilizler ise bunları söküp attırmıştır.[103]

Eyüb Sabri Bey kaldığı 11. telde Ermeni doktorlarca gözü çıkarılmış 5-6 esirin bulunduğunu aktarmaktadır. Bunlardan birisi Ödemişli Ali Dayı’dır. Kendisi 50 yaşında olduğu halde seferberlikte askere alınmıştı. Askerlik öncesi bir aktar dükkânı bulunan Ali Dayı savaşa giderken bu dükkânını satmış, parasını ailesine vermiş ve cepheye gitmiştir. Birkaç cephede savaştıktan sonra yaşından ve güçsüzlüğünden dolayı esir düşmüş ve Mısır kampına gönderilmiştir. Burada gözünün birisi ağrıdığında doktora gidip bir ilaç istemiş fakat kendisinin tüm itirazlarına rağmen hastaneye yatırılarak sağ gözü çıkarılmıştır. Kısa süre içinde üzüntüden ağlayarak diğer gözünü de kaybetmiştir. Gözleri görmeyen kişilerin kampta birbirinden yardım almadan koğuşlarına bile gitmeleri imkânsızdı. Eyüb Sabri Bey, anılarında gözleri görmeyen pek çok ikişinin olduğunu söyleyerek Antep’in Urul köyünden Şaban oğlu Mehmed, Maraş’ın Küçük Nacar köyünden Mehmed, Aydınlı Ali oğlu Mehmed, Konya’nın Beyşehir kasabasına bağlı korucu Hüseyin Onbaşı, Karahisar sancağına tâbi bulunan Bolvadin kasabasından Çay nahiyesinin Cedid mahallesinden Hacı oğlu Hasan ve Manastırlı Rıza, Erzurumlu Süleyman oğlu Ali’yi örnek olarak göstermiştir. Bu kişiler kendileri muayene için koğuşa geldiklerinde gözlerinden dolayı ayrılarak Abbasiye Hastanesine gönderildiklerini söylemişlerdir. Esirlerin gözlerinde hiçbir ciddi problem olmamakla beraber hatta ağrı bile yokken sadece az miktarda bir kandan kaynaklanan kızarıklıktan dolayı hastaneye yatırıp gözlerine ilaç sürülmüş, bu ilacın arkasından gözleri kan içinde kalmıştır. Bunun ardından esirlerin gözleri çıkarılmıştır. Bu işlem yapılırken Ermeniler, Anadolu’da Türkler tarafından öldürüldüğü iddia edilen Ermenilere karşılık bu işkenceyi yaptıklarını söylemişler ve ayrıca hakarette bulunmuşlardır. Tüm bu insanlık dışı eylemler İngiliz yetkililerin gözü önünde cereyan etmiştir. Kuvâ-yı Milliye Hareketi hakkında gelen müjdeli haberler üzerine göz ameliyatlarına o tarihten itibaren birdenbire son verilmiştir.[104]

Yıllarca Hindistan ve Burma esir kamplarında kaldığı halde gözlerinde bir sorun yaşamayan esirler sadece eve dönüşleri esnasında kısa süreli kaldıkları Mısır kamplarında gözlerini kaybetmişlerdi. Hindistan kamplarından İstanbul’a döneceklerini zannederek getirilen esirler 9 Ağustos 1920 günü Mısır’da Bilbeis esir kampına yerleştirilmişti. Kampta verilen ilaçlı sulardan olması muhtemel askerin büyük kısmı kısa süre içinde tavukkarası dedikleri gece körlüğüne yakalanmıştır. Bu esirler akşamdan sonra abdest almaya, suya veya tuvalete gitmek isterlerse ancak gözü gören bir arkadaş ile gidebilmekteydiler. Başka hastalıklardan hastaneye gidenlerin bir kısmı kötürüm olmuş, gözlerinden şikâyet edip hastaneye gidenlerin ise neredeyse tamamı kör edilmiştir. Bir buçuk yıl Hindistan’da kamplarda kalıp gözlerine hiçbir şey olmayan Hüseyin Fehmi Bey, Bilbeis esir kampına geldikten sonra akşamdan sonra ancak önünü veya ışık ve ateşi görebilmektedir. Bu durumda kendisine en yakın arkadaşı Emin yardım etmiştir. Kamptan ayrılıp Port Said’de vapura bindikten sonra gözleri ancak açılmış ve tüm ümidini kaybettiği anda tekrar gözlerine kavuşmuştur. 1920 yılının başlarında bir vapur dolusu gözleri görmeyen asker İstanbul’a gönderildiği kamptaki askerler tarafından söylenmektedir.[105]

Hicaz Cephesi’nde 8 yıl savaşmış ve esir düşmüş Ahmed Gündoğdu yediği bir yemekten dolayı gözlerinden rahatsızlanmıştır. Ermeni doktorların gözlerine sürdüğü bir ilaç ile de iki gözünü birden kaybetmiştir. Askerden köyüne kör olarak dönmüştür. Seydi Beşer esir kampında 3 yıl esir kalan Mehmed Şanlı da bir yıl gözündeki rahatsızlıktan hastanede yatmıştır.[106]

Esir kamplarında göz hastalıklarına yakalanan askerlerin bazıları yurda döndükten sonra hastane köşelerinde hayatını kaybetmiş veya kaybolmuştur. Mesela Konya Kızılay Cemiyetinden 22 Ağustos 1921 tarihinde Ankara Kızılay heyetine gelen bir yazıda göz hastalığı sebebiyle İngiliz Hastanesinde yatan bir esirin kaybolması konu edilmiştir. Konya’nın Görkeçi Mahallesinden 1895 doğumlu Ahvinzade Mustafa oğlu Ali, savaş sırasında Nablus civarında İngilizlere esir düşerek Hindistan’a gönderilmiş ve bilahare esaret sonrası İstanbul’a dönmüştür. Gözlerine bulaşan bir hastalık sebebiyle İstanbul’da Beşiktaş civarında 22 numaralı İngiliz Hastanesine yatırılarak tedavi olmakta iken kendisinden bir daha haber alınamamıştır. Bir seneden sonra hayatı hakkında endişe eden babası Mustafa Efendi, durumun araştırılması konusunda Kızılaya dilekçe ile başvurmuştur.[107]

4.8.5                        Esir Kamplarında Diş Tedavisi

Osmanlı esirleri açısından diğer hastalıklar ile kıyaslandığında diş bakımı ve tedavisi çok büyük sorun olmamıştır. Ya da esirlerin diğer hastalıkları o kadar ciddi bir durumdaydı ki diş hastalıklarını pek önemsememişlerdir. İngiltere Hükûmetinin isteği üzerine Hollanda Kraliyet Elçiliği Savaş Esirleri Servisi, İngiliz ve Alman Hükûmetlerinin arasında mutabık kalınan esirlerin diş tedavilerini konu edinen bir antlaşmanın benzerini Osmanlı Hariciye Nezaretine sunmuştur. Bu antlaşmaya göre iki Hükûmet ellerinde bulunan savaş esirlerini diş muayenesinden ücretsiz geçirme yükümlülüğünü üstlenecekti. Bu uygulama dolgu ve diş çekiminin yanı sıra, diş eksikliğinin sağlığa zararlı olduğu yahut acıya sebebiyet verdiği hallerde yapay diş takılmasını da kapsayacaktır. İngiltere Hükûmeti, elinde bulunan Osmanlı savaş esirlerine, söz konusu diş muayenesinin halihazırda yapıldığını hatırlatmış, ancak Osmanlı Hükûmeti Türkiye’de bulunan İngiliz savaş esirlerine aynı kolaylıkları sağlamayı reddederse bu uygulamaya ara verme gereğini duyacağını da beyan etmiştir. İngiltere Hükûmeti, söz konusu teklifin sadece astsubay ve askerlerle ilgili olup Hariciye Nezaretin bu konu ile ilgili alacağı kararı bildirmesini istemiştir.1920 [108]

Kızılhaç heyetinin Hindistan kamplarını ziyareti sırasında diş tedavi ücretinin yarısının İngiliz yetkilileri tarafından, yarısının da tedavi olacak hastalar tarafından karşılanmak üzere Bombay’dan kampa bir dişçi getirilmesi düşünülmüştü. Kamplardaki esir er ile subay arasında diş tedavisi konusunda fark gözetilmişti. Erlerin herhangi bir maaşı olmadığından diş tedavileri ücretsiz yapılmaya çalışıyor, subayların ise maaşları mütekabiliyet ilkesi gereği ödendiğinden ücretli olarak tedavi ediliyordu. Belgaum kampında esirlerin isteği üzerine Belgaum’da çalışan ve ödemesi İngilizler tarafından karşılanan bir diş doktoru kampa geliyordu. Esirler, isterlerse kendi ceplerinden ödeyerek Bombay’daki bir dişçide tedavi de görebiliyorlardı. Bellary ’de çalışan bir askerî diş hekimi gerekildiği durumda kampa çağrılmış, doktorlar askerlere kendi imkânlarıyla yardım etmiş ve ufak ameliyatlar yapmıştır. Subaylar Thaymyo’da kliniği olan bir dişçiye gidebilmiştir. Askeri otorite her kampta İngiltere’den getirilmiş bir dişçi eşliğinde gözetim gezileri düzenlemiştir.[109]

Osmanlı esirleri arasında diş problemi çok nadir görülmekteydi. Heliopolis kampında bir İngiliz diş tabibi, kampa, doktorun isteği üzerine geliyordu. Kahire Kalesi kampında Müslümanların dişleri sağlıklı olduğundan kampta dişçiye ihtiyaç duyulmamıştır. Maadi kampına diş doktoru istek üzerine gelmiştir. Ras El-Tin kampında uzun süredir Kahire’de oturan Avusturyalı bir diş doktoru kampta dişçilik görevini yapmıştır. Bu iş için gerekli tüm tıbbi alet kampta mevcuttu. Seydi Beşir kampında diş problemi olanlar İskenderiye’ye gönderilmiştir.[110] Kamplarda diş sorunları ciddiye alınmış ve gerekli görülürse bulaşıcı hasta muamelesi bile görmüşlerdi. Örneğin, Tel El-Kebir kampında İbrahim Arıkan’ın dişi ağrıdığı bir zaman muayene için doktora gittiğinde, doktor bulaşıcı hastalık muamelesi yaparak diğer askerlerle her türlü temasını yasaklamıştır.[111]

Malta Verdala esir kampında diş hekimliği alanında eksiklikler görülmüş ve İngiliz yetkililer haberdar edilmiştir. Savaş esirlerinin diş sorunlarına bakması için atanan dişçinin yetkin olmadığı şikâyeti üzerine konu hakkında soruşturma yapılmış ve esirler haklı görülerek sorun İngiliz yetkililerine bildirilmiştir. Bunun üzerine esirlere daha yetkin bir kişinin diş hekimliği için kampa atanması için gerekli çalışmanın yapılacağı söylenmiştir. Bu arada esirlerin mağdur edilmemesi için önemsiz durumlar dışında tedavi için Valetta’da İngiliz diş hekimine gönderilmesi kararı alınmıştır. Savaş esirleri yapılan tüm dişçilik işlemleri için kendileri ödeme yapmıştır.[112]

4.8.6                        Esir kamplarında İntihar Vakaları

İngiliz esir kamplarında intihar vakaları sık olmasada da neredeyse her kampta rastlanan görülmüştür. Özgürlüğünü kaybeden, anne, baba, eş ve çocuklarının akıbetlerinden haber alamayan esirlerin parasız, sefalet içinde İngiliz zulmüne maruz kalması, esirlerin akli meleklerini yitirmesine ve doğru kararlar verememesine yol açmıştır. Ağır baskı altında eve dönüş ihtimalinden umudunu kesen esirlerden bazıları, bu ağır şartlara dayanamayarak intihara kalkışmıştır. Hemen her kampta görülen intihar olayları ilk esir düştükleri intikal kamplarında dahi kendisini göstermiştir. Henüz Basra esir kampında iken bir intihar olayı Türk esirler açısından diğer intihar olaylarından farklı olarak son derece üzüntü ile karşılanmıştır. Burhaneddin adında bir yüzbaşı, İngilizlere başvurarak Protestan olmak istemiştir. İngilizler bu durumdan memnun olarak yüzbaşıyı acilen Türklerin arasından ayırmış, Türk ve İngiliz çadırlarının arasında bir yere özel bir çadır kurarak burada tek başına yaşamasına izin vermiştir. Ayrıca kendisi kiliseye götürülmüş, papaz eşliğinde vaftiz edilerek Hristiyan olmuştur. Bu kişi kısa sürede pişman olmuş ve Türk subaylarına başvurarak tekrar Müslüman olmak istemiş fakat isteği reddedilmiştir. Bir süre sonra bunalıma girerek intihar etmiştir. Bu durum İngilizleri kızdırmış ve Türklerin bazı haklarını ellerinden almıştı.[113]

Esirlerin intihar olaylarına teşebbüsteki en büyük etken esaretten ziyade o sırasındaki baskı ve zulümlerdir. Mesela Hinadi’de bulunan esirler zaman zaman büyük bir baskılara maruz kalmıştır. Esaretin verdiği olumsuzluklardan başka geceleri çadırlarına silahlı saldırılar olmuş, bunun sonucunda yaralanma ve ölümler meydana gelmiştir. Esirlerin güvenlikleri için çadırlar arasına büyük hendekler kazılmıştır. Bu durum esirlerin psikolojisini bozmuş ve intihara kalkışan esirler olmuştur.[114]

Memleketlerine gönderilecekleri ümidiyle gemilere binen Bağdat ve Basra esir kampındaki Türk esirler, kendilerini hiç bilmedikleri, evlerinden binlerce km uzaklıkta bir ülkede bulmuşlardı. Her geçen gün evine dönme imkânın azaldığını gören ve kamplarda arkadaşlarının ölümü ile karşılaşan esirler, çareyi bazen kendi hayatlarına son vermekte bulmuşlardır. Bu şartlar altında Thatmyo esir kampında gerçekleşen bir intihar olayına, Hindistan Bakanlığından İngiltere Hükûmetine gönderilen Askeri Sekreter Korgeneral imzalı 9 Mayıs 1917 tarihli bir yazıda rastlanmaktadır. Yazı ile beraber kendisini asarak intihar eden Onbaşı Rasim’in ölümüyle ilgili ekler de gönderilmiştir. Savaş esiri Ali oğlu Onbaşı Rasim’in intiharına ilişkin Thatmyo Savaş Esirleri Kampı Komutanı A. Sandeman tarafından hazırlanan soruşturma sonucu esirlerin kamplarda nasıl bir hayat sürdüğünü ve adım adım intihara nasıl sürüklendiklerini göstermesi bakımından önemli olup aşağıda verilmiştir:

“4 Mayıs 1917 sabahında, 1650 numaralı, Osmanlı savaş esiri

Onbaşı Rasim, aynı kışla içerisinde diğer esirlerinde yaşadığı kışlasından onlar uyanıkken ayrılmıştır. Saat 07.00-07.30 civarı, Onbaşı Rasim’in ayakkabıları dışarıda 7 numaralı kışladaki kahve tezgâhının yanında bulunmuştur. Kahve tezgâhını kullananlar bir taburenin çalındığından yakınmışlardır. Çavuş Halim ve diğerleri Onbaşı Rasim’i aramaya gitmişlerdir. Çavuş Halim, esiri 7 numaralı kışlada küçük bir odada kirişe iple asılı bulmuştur. Cesedi, diz çökmüş bir pozisyonda bulunmuştur. Esir, eğer isteseydi ayaklarını yere koyarak kendisini kurtarabilecektir. Bu sebeple maksatlı bir intihar vakası olduğu açıkça görülmektedir. Merhumu iyi tanıyan üç kişiyi sorguya çektim ve hiçbiri bu adamın kendi canını alması için herhangi bir nedeni olduğunu söyleyemedi. Merhumu, sessiz, saygıdeğer, eğitimli, neşeli ve popüler bir adam olarak tarif ettiler. Merhumun çantasında bulunan kâğıtları aldım ve bunlar şiir ve ülkesine bağlı olduğunu gösteren yazılardı ama dahası yoktu. Onun bildirdiği depresyonda olduğuna işaret eden tek söz, son medikal muayeneden sonra malul esirlerin isimleri asıldığında, bazı arkadaşlarına kendisinin ismini bu listeye dört kez koymak istediğini ve ne zaman gideceğini merak ettiğini söylemesidir. Hiç kimse onun depresyonda olduğu hakkında özel bir ifade söylememiş ya da hiçbir heyecan fark etmemiştir. Onun, ölümü en az bir gün önceden planlandığı, üzerinde bulunan küçük bir not defterindeki nottan anlaşılmaktaydı. Not 3 Mart tarihliydi ve notta, ‘Teğmen Hadi’ye 100 rupi verdim, bunun 50 rupisi Teğmen Hadi’ye aittir ve diğer 50 rupisinin İbrahim’e verilmesini isterim.’ yazmaktadır.

Merhum savaştan önce bir bankadaydı.

Merhumun cinnet geçirerek intihar ettiği açıkça görülmektedir.”1928

1650 numaralı savaş esiri Ali oğlu Onbaşı Rasim’in ölümüne dair yapılan soruşturmada alınan askerlerin ifadeleri ise şöyledir:

“1957 numaralı Çavuş Halil oğlu Halim’in ifadesi: Onbaşı Rasim

5.   kulübede yanımda yatardı. Dün sabah uyandığımda Onbaşı Rasim 1927 gitmişti. Namaz kılacakları çağırmak için uyandım (yaklaşık sabah 05.30. civarı). 7. kulübe kenarındaki kahveye gittim ve kahve sahibi bana birisinin taburesini çaldığını söyledi. Kahvenin dışarısında bir çift ayakkabının durduğunu gördüm ve onların merhuma ait olduğunu fark ettim. Bazılarımız tabureyi aramaya gitmişlerdi. Onbaşı Rasim için 7. kulübenin üst katına yalnız çıktım ve odaların kapılarını teker teker açtım. Rasim’i kirişe bir iple asılı buldum, besbelli ölmüştü. Arkadaşlarımın gelmesi için bağırdım. Kısa süre içinde başçavuş ve birkaç subay geldi. Bedeninin arandığını ya da aşağı indirildiğini görmedim. Polis kapıları kapattı ve hepimiz dışarı çıkarıldık.

Merhum çok popüler bir adamdı ve bizim onun neden canına kıydığına dair hiçbir fikrimiz yoktu. Esir değişimi için birkaç kez başvurmuştu ama doktorlar her seferinde reddetmişti. Diğerlerine karşı her zaman arkadaş canlısıydı ve asla depresif değildi. Son iki yıl boyunca benim çok iyi bir arkadaşım olmuştu ve hiç keskin bir depresyon fark etmedim. Bazen bana ülkesine iade edilme isteğinin reddedildiğini anlatırdı, ama diğerlerinden daha depresif görünmemişti. Bekâr bir adamdı ve evinden kötü bir haber aldığını ya da burada başını belaya soktuğunu hiç duymadım.

Onun canına kıymasına şaşırmıştım. Çoğu adamdan daha bilgiliydi ve onun bu intiharını hiçbir nedene bağlayamam.

Er Hüseyin oğlu Mustafa’nın ifadesi: Dün erken vakitte 7. kulübenin yanındaki kahveye gittim ve kahveci bana taburelerinden birini kaybettiğini söyledi. Onbaşı Rasim’in ayakkabılarını kahvenin yanında gördük ve hepimiz Rasim’i ve tabureyi aramaya gittik. Biraz sonra Çavuş Halim’in bizi üst kattan çağırdığını duyduk ve üst kata çıktık ve onu ölü bulduk. Herkesi çağırdık ve Çavuş Dursun (Türk İnzibat Astsubayı) geldi ve olanları ona gösterdik.

Onbaşı Rasim’i birkaç yıldır tanıyorum. Savaştan önce sivil hayatta İstanbul’da beraber yaşadık. Shaiba’da onunla birlikte esir

1928 TNA, FO., 383/339.

alındım ve burada onunla birlikte aynı kışlaya yerleştirildim. Taburdaki en popüler adamdı, eğitimli, saygıdeğer ve sessiz yapılı. Ölümünden yaklaşık 4 ya da 5 gün önce bana 4 ya da 5 kez esir değişimi yapılmasını denediğinden bahsetti ama bununla ilgili heyecanlı değildi ve diğerlerinden daha fazla bir değişim için reddedildiğine üzülmüş görünmüyordu.

Tanrı bilir onun neden canına kıydığını ve benim aklıma bunun için hiçbir neden gelmiyor. Merhum bir fakülte mezunuydu ve sadece babasının hayatta olduğunu söylemişti. Evinden bir mektup aldığını ya da beklediğini düşünmüyorum.

1706 numaralı Çavuş Mehmed oğlu Dursun’un (İnzibat astsubayı yardımcısı) ifadesi: Dün sabah bir adam bana gelip bir onbaşının kendini astığını söylediğinde kahvedeydim. Adamla birlikte 7. kulübedeki bir odaya gittim ve Onbaşı Rasim’i kirişe bağlı bir iple boğazından asılı buldum. Doktorlara ve ofise haber gönderdim. Çavuş Halim’e, Rasim’le o gece aynı odada uyuyup uyumadığını sordum. O ve diğerleri evet dedi. Onlar Rasim’in onlardan önce uyandığını söylediler. Denizcilerden biri Rasim’i 7. numaralı kulübenin yakınlarında erken saatte dolanırken gördüğünü söyledi.

Onbaşı Rasim’i ilk kez İstanbul’da aynı tabura katıldığımız zaman, savaş başladıktan sonra tanımıştım. Birlikte esir alındık ve kampta onun yaptığı harika işleri gördüm. Sessiz bir adamdı, asla birisini endişelendirmezdi. Son medikal muayeneden sonra yaklaşık 7 ya da 8 gün önce bana onun isminin doktorlar tarafından 4 ya da 5 kez alındığını söyledi ve ne zaman eve gönderilebileceğini sordu. ‘Bilmiyorum, Allah bilir.’ dedim. Çok üzülmüş ya da buna heyecanlanmış görünmüyordu. Onun kampta hiç kimseyle tartıştığını duymadım ve her zaman çok parası vardı. Merhum her zaman mutluydu, arkadaşlarıyla daima konuşurdu ve onun canına neden kıydığı hakkında hiçbir neden göremiyorum.

Baştabip Yardımcısı Teğmen W.L. Brooks ifadesi: 4 Mart 1917 saat 08.00 civarı, savaş esirleri kampında kendini astığı raporlanan bir adamı görmek için gittim. Derhal 7. kışladaki küçük bir odaya geldiğimde, 1650 numaralı Ali oğlu Rasim Onbaşı’yı boynundan bir kirişe asılı, yarı dikili pozisyonda, dizleri bükük, ayakları yerde az çok bir çömelme pozisyonunda buldum. Ucuna bir ip bağlı bir atkı (ya da şal) kirişin etrafına sarılıydı. Bu ip adamın boynuna sıkı sıkı düğümlenmişti. Onu derhal aşağı indirdim ve boynundaki ipi çözdüm. Hiçbir yaşam belirtisi bulamadım, muhtemelen ölümü 4 ya da 5 saat öncesinde gerçekleşmişti. Yüzündeki ve vücudun üst kısımlarındaki ölü sertliği, morluğunun ve burnundan bir miktar akan sıvının nedeninin muhtemelen nefes alma çabaları sırasında akciğer odacıklarında meydana gelen yırtılmadan kaynaklı olduğunu düşünüyorum. Boynu kırık değildi ve ölümü boğulma sonucunda gerçekleşmişti. Alt kondüktör Sydney ve Çavuş Harris oradaydı ve incelememden hemen sonra merhumun üzerinde bulunan eşyaları zimmetlerine geçirdiler. Ben geldiğimde orada pasajda birkaç adam vardı ama oda temiz tutulmuştu. Düşünceme göre merhum intihar etti, dileseydi ayağa kalkarak kendisini kurtarabilirdi.

Çavuş Harris’in (4. Sınır Alayı Savaş Esirleri Kampı İnzibat Çavuşu) ifadesi: Ayın 4’ünde saat 07.35’de, Çavuş Yusuf’un gelip bir esirin kendisini astığını söylediğinde S. Kamp kapısında görevdeydim. Derhal 7. kulübeye, doğuya ve ranzalara gittim. Onbaşı Rasim’i bir kirişte asılı buldum. Kirişe bir kuşak sarılıydı, bir ip ona bağlanmıştı ve merhumun boynuna düğümlenmişti. O diz çökme pozisyonundaydı, dizleri yerdeydi. Vücudunu inceleyerek kesin bir soğuklukta olduğunu gördüm.

Doğruca kumanya dükkânına koştum ve kumanyaları dağıtan Alt Kondüktör Sydney’i bilgilendirdim. Benimle birlikte geldi ve onun nezaretinde adamın üzerinde numarasını aradık. Gen. 1650 numaralı bir disk (asker künyesi) buldum. Alt Kondüktör Sydney’in talimatıyla durum hakkında emir subayını bilgilendirdim. Oradan Teğmen Brooks’un yanına gittim. Teğmen Brooks ile kampa geri gelirken bedeni Alt Kondüktör Sydney tarafından yere indirilmiş ve çamaşırları aranmıştı.

Aşağıdaki başlıktakileri bulduk: 1 genel 1650 numaralı disk, 1 büyük cep çakısı, 1 küçük cep çakısı, 1 sigara kutusu, 2 kalem, 3 inç (1 inç 2,54 cm’dir.) uzunluğunda (yaklaşık 8 cm) 1 üç köşeli eğe, 1 tespih, 2 içinde 5 rupi bulunan küçük kese, 1 zincire bağlı düz anahtar, 2 elephant marka kibrit kutusu, 1 sabun ve 1 küçük yeşil cep kitabı.

Merhumun eşyaları için bir polis çavuşu gönderdim ve bir ahşap kutu ile bazı yatak takımlarını getirdi. Kutu kilitli değildi ve merhumun bölük subayının -Yüzbaşı Halim Davut- nezaretinde kutuyu açtım. Birkaç farklı eşya, iki fotoğraf, bir paket sigara ve birkaç kâğıt buldum. Merhumun tüm eşyalarını kilitledim, anahtarını da kendim aldım.” [115]

Kamplarda intihara kalkışan esirlerin intihar sebepleri araştırıldığında kendi hayatlarına son vermek için ciddi sebepleri olmadıkları görülmektedir. İntihar eden esirler çoğu zaman hiç kimsenin tahmin bile edemeyeceği sorunsuz kişiler çıkmaktadır. Bir subayın intihar nedeni olarak gösterdiği sebep her esirin maruz kaldığı sıradan bir olay olabilmektedir. Bu da bazı esirlerin esaret şartlarına dayanmak için her türlü gücü yitirdiğini göstermektedir. Mesela Sumerpur esir kampında da bir subay bir bıçak yardımı ile karnında derin bir kesik açarak kendini öldürmeye çalışmıştır. Doktorlar hemen müdahale etmiştir. Bu intiharın nedeni olarak Hindistan’a gitmek istemediği ve Mısır’da kalmak istediğini söylemiştir.[116]

Esaretin zor şartlarına tahammül edemeyip intihar eden askerler tüm kamplarda görüldüğü gibi Mısır kamplarında da rastlanmıştı. Mısır esir kamplarında özellikle subaylar olmak üzere tüm askerlerin ruhsal durumu bozulmuş, hayatlarına son vermeye götürecek kararlar almaya mecbur bırakmıştır. Kamp dışına çıkarılmamaları, kapalı bir alanda uzun süren esaret hayatı yaşamaları intihar teşebbüsünde bulunmalarında etkili olmuştur. Hayatlarına son verme durumuna gelmeleri, İngilizleri yeni kararlar almaya itmiş ve kısmen de olsa ruhsal durumu düzeltmek için kamp dışına çıkışa izin verilmiştir.[117]

Nicelik bakımından intihar olaylarına kamplarda çok sık rastlanılmasa da sonuçları bakımından önemli bir olaydır. Harbiye Nezaretinden Hariciye Nezaretine gönderilen bir tezkerede Mısır esir kamplarında intihar eden iki askerden bahsedilmektedir. 128. Alay askerlerinden Antepli Hasan Halil ile 137. Alay askerlerinden Rumkaleli                                           Süleyman Mehmed kendilerini          ilaçla zehirleyerek

hayatlarına son vermişlerdir. Bu olay İngiltere Hükûmetinden gelen 55. listenin 1. ekinde detaylı bir şekilde anlatılmıştır. Osmanlı Hükûmeti ise bu iki esirin intiharındaki İngiliz yönetimini sorumlu tutmuştur. Osmanlı Hükûmeti ilgili devlete verdiği notalarda esirlerin tedavilerine layık olduğu derecede ihtimam ve şefkat gösterilmeyerek insanlık dışı bir muameleye maruz kaldıklarını ileri sürmüştür. Osmanlı Devleti hiçbir zaman elinde bulunan İngiliz hasta esirlere böyle insanlık dışı bir muamele göstermemiştir. İki esirin intiharı hakkında İngiltere Hükûmetinin ve tarafsız devletlerin dikkatini çekmek amacıyla İsveç Elçiliği vasıtasıyla 18 Nisan 1918 tarihinde bir nota gönderilmiştir. İngiltere Dışişleri Bakanlığı Antepli Hasan Halil, Rumkaleli Süleyman Mehmed’in zehirlenme sonucu ölümü ile ilgili gönderdiği cevap notasında esirlerin nasıl öldüğü hakkında bilgiler vermiştir. İngiltere Hükûmeti bu iki esirin ölümüyle ilgili yaptığı soruşturma sonucunda adı geçen kişilerin ölümünün esir arkadaşları tarafından sağlanan zehirli bir ilaçtan kaynaklı olduğu ve bu ilacın esir kampı içinde elde edilmediği sonucuna 1932 varmıştır.[118]

Kamp şartlarının çok sıkı olması ve bazı esirlerin bu şartlara ayak uyduramaması esirlerin hayatlarına son vermesinin en büyük sebeplerinden biri olmuştur. Üçüncü kampta ikamet eden cephane alayından zavallı bir müftü efendi bir gece yarısı kampın helâlarında birisinde kendisini öldürmüştür. Kamptaki baskı, esirlerin kendi canlarını kıymalarına kadar varmıştır.[119]

İntihar girişimleri genellikle ölümle sonuçlanmakta çok nadir olarak esirin hayatı kurtarılabilmekteydi. İntihar girişiminde bulunup erken müdahale ile hayatı kurtarılan intihar vakalardan birisi Mısır esir kampında gerçekleşmiştir. 22. Cebel Taburu mülâzımlarından Hakkı Efendi, Cidde’de kalmış anne ve babasını Mısır’a getirmek için müracaatta bulunmuştur. Kendisine olumsuz cevap verilmesi üzerine üzüntüye kapılarak amonyak içmek suretiyle intihara teşebbüs etmiştir. Zamanında müdahale edilerek hastaneye yatırılan esir ölümden kurtarılmıştır.1933 [120]

Tüm kamplarda olduğu gibi Kıbrıs esir kampında da bunalıma girerek hayatlarına son veren Türk esirler çıkmıştır. Mesela esaret sonrası evine döneceğini hayal ederek kampta günlerini geçiren 33. Bölükten Milaslı Hasan esaret şartlarına daha fazla dayanamamış ve intihar etmiştir. İngiltere’nin gönderdiği 56. listenin 3. ekinde dezenfektan kresolü içmek suretiyle vefat ettiği anlaşılan Hasan’ın intiharı hakkında Osmanlı Hükûmeti 27 Ocak 1918 tarihinde İngiltere’ye bir nota göndermiştir. Notada tedaviye muhtaç iken tedavisine yeterince önem gösterilmeyerek bu gibi istenmeyen ölüm olaylarının İngiliz kamplarında sıklıkla görüldüğünden bahsedilmiş, bu tür olayların insanlık kurallarının dışında olduğu değerlendirmesi yapılmıştır. Bu konuda İngiltere Hükûmetinin dikkatini çekmek isteyen Osmanlı Devleti elindeki esirlere hiçbir zaman bu şekilde davranmadığını, tedavilerini geciktirmediğini ve esirlerin ölümüne sebep olmadığını belirtmiştir. İngiltere Dışişleri Bakanlığı, 18 Nisan 1918 tarihinde bu esirin ölümüne dair yaptıkları soruşturma sonucunu Osmanlı Devleti’ne iletmiş ve kamp yönetimini şu şekilde savunmuştur:

“Milaslı Hasan, kamp tuvaletlerinden aldığı dezenfektan kresolü kasıtlı olarak içtikten sonra hastaneye kaldırıldı. Mümkün olan tüm tıbbi müdahalede bulunulmasına rağmen dört gün sonra öldü.” [121]

BEŞİNCİ BÖLÜM

TÜRK ESİRLERİN AİLELERİ İLE HABERLEŞMESİ

Esir kampları arasında haberleşmede en çok sorunun yaşandığı yer Hindistan ve Burma kamplarıydı. Irak bölgesinde yaşanan posta hizmetlerindeki aksaklık dolayı, Hindistan ve Burma’daki esirler mektup gönderme ve alma konusunda çok şansızlık yaşanmaktaydı. Bu kamplardan posta kutusuna atılan mektupların çok azı gidecekleri yere ulaşabiliyordu. Sansürde görevli tercümanlar da İngilizlerin işlerine yarayacak bilgileri esirler tarafından yazılan mektuplardan öğreniyor ve İngilizlere bildiriyordu. Bu sansür işlemleri esirlerin haberleşme hakkını çoğu zaman kısıtlamış ve mektupların çok geç yerlerine ulaşmasına neden olmuştur. İngiliz yetkililer postada yaşanan sorunları çözmek için çaba sarf etmediği gibi bu sorunlardan Osmanlı Hükûmetini sorumlu tutmaktaydı.

5.1                        Haberleşmede Yaşanan Sorunlar

İngilizlerin Türk esirleri hapsettiği Bağdat ve Basra kampları her ne kadar geçici kamplar sayılsa da esirlerin çalıştırılması bakımından geçici bir kamp olarak kalmamış, burada çalıştırılmak üzere gerekli görüldüğünde Hindistan kamplarından esirler getirilmiştir. Bu sebeple esir olarak düştükten hemen sonra geçici kamplarda esirlerin haberleşmelerine izin verilmemiş fakat bu kamplar kalıcı kampa dönüştüğünde aileleri ile yazışmalarına müsaade edilmiştir. Bağdat esir kampında İngilizler Türk esirlere aileleri ile haberleşmek için eczalı ve cilalı kâğıtlar dağıtmış esirler de ailelerine mektup yazabilmiştir. Mektuplarda sıkı bir sansür olduğundan esirler sadece esir düştüklerini yazabilmişlerdir.[122] Esirlerin ailelere kart yollama hakkı da mevcuttur. Bu kartlar beş maddeden oluşan matbu kartlardır. Mektubun üzerine tarih ve imzadan başka bir şey yazmak mümkün değildir. Beş madde yazılı matbu kartta yazılmak istenilmeyen bir konu olursa o maddenin üstü çizilmesi gerekmektedir. Bu maddelerden fazla bir konu yazarlarsa mektubun gönderilmeyeceği esirlere tebliğ edilmiştir. Kartın üzerinde lüzumu olmayan maddeleri siliniz ibaresi de yazmaktadır. Bu maddeler şöyledir:

1.                                                       “Mahsus selam ile istifsarı hatırınız ederim. Eğer benim

için sual olunur ise hamdolsun sıhhatteyim ve sıhhatinizin işarını bekliyorum. Rahatım fevkaladedir. Hiç merak etmeyiniz.

2.                                                       Hastanede bulunuyorum. Bize pek güzel bakıyorlar.

İnşallah yakın bir zamanda tam iyi olacağım. Merak edilen bir şey yoktur.

3.                                                       İlk vasıta ile size bir mektup yazacağım.

4.                                                       Telgrafınızı aldım. Fevkalade memnun oldun. Çoktan

beri sizden mektup alamadım. Çok merak ediyorum. İnşallah cümleniz sıhhattesiniz. ” 1936 [123]

Bir diğer istasyon kampı olan Basra esir kampında da esirlere mektup yazmaları için aynı zarf ve kâğıt verilmiştir.[124] Bu sayede pek esir Türk esir bulundukları kamplarından memleketlerindeki ailelerine ve akrabalarına mektup yazabilmiştir.[125] Mesela Dicle Grubu Sıhhiye Bölüğü hesap memur vekili iken esir düşüp bu kampta kalan bir esir esaret sonrası verdiği ifadesinde esirlere aileleri ile haberleşme imkânı da verildiğini söylemektedir.[126]

Hindistan ve Burma kamplarını kampı ziyaret eden Kızılhaç delegeleri haberleşme ile ilgili kuralları incelenmiştir. Temelde her kamptaki esirlerin genel durumu aynıdır.[127] Haberleşmedeki zorluk pek çok şikâyete yol açmaktadır. Şikâyetler mektupların, kargoların ve para transferlerin gecikmesi konusundadır ve bu gecikme haberleşme hatlarında meydana gelen sorunlardan kaynaklandığı iddia edilmektedir. Genelde doğuya yapılan posta hizmetleri sorunludur fakat İngiliz yetkililer bu konuda kusurlarının olmadıklarını söylemektedirler.[128]

Sumerpur kampında tüm Hindistan ve Burma esir kamplarında olduğu gibi en fazla şikâyet haberleşme konusundadır. Esirlerin ailesinden haber alamadığı şikâyeti sürekli işitilmektedir. Mektup alamayan esirler bu durumdan posta hizmetlerini sorumlu tutuyorlardı.[129] Kampta esirler haftada bir, herhangi bir dilde ve diledikleri uzunlukta mektup yazabilmektedirler. Mektuplar kamp tercümanınca sansüre tabi tutulmuştur. Esirler, kartpostal gönderme hürriyetine sahiplerse de bunu pek tercih etmemişlerdir. Bunda en büyük sebep örtülü bir sansürün uygulanmasıdır. Esirlere kart postallara sadece adres ve sağlıklarının yerinde olduğunu dair kısa bir not yazmaları hakkı sağlanmıştır. Bu durumda da kart postal esirler tarafından pek kullanılmamıştır. Yetkililer ücretsiz olarak esirlere kâğıt ve zarf vermişlerdir. 1916 yılında alınan mektup ve kart postal sayısına bakıldığında aşağıdaki tablo çıkmaktadır:

Tablo 5.1: 1916 Yılına Ait Mektup ve Kart Postal Sayısı

Aylar

Sivil

Arap Askerleri

Hristiyan ve Yahudi Askerler

Toplam

Mektup

Kart Postal

Mektup

Kart Postal

Mektup

Kart Postal

Mektup

Kart Postal

Kasım

546

-

1820

1818

1039

789

3405

2604

Ocak

780

-

1457

413

1030

300

3267

713

Şubat

441

-

1871

-

1200

-

3532

-

Kaynak: Rapports : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et

d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 19.

Haberler kampa uzun sürede ulaşmaktaydı. Esirlerin %50’si kampa geldikten sonra ancak ailelerinden haber alabilmişlerdi. Mardin’den gelen esirler ailelerinden hiçbir haber alamadıklarını ve kendilerinin orada Türkler tarafından katledildiklerini iddia etmişlerdir. Burada iddia edilen kişiler Mardin’de yaşayan Ermenilerdir fakat bu bölgede Ermeniler esir edilmemiştir. Kızılhaç heyetinin, bu konuda bilgi veren kişileri yanlış anlama ihtimali büyüktür.[130]

Bellary kampında esirlere birisi İngilizce diğer istediği bir dilde ve istediği uzunlukta olmak üzere haftada iki mektup yazma hakkı verilmişti. Her kampta olduğu gibi baskılı posta kartlar Türk esirleri tarafından pek kullanılmamıştır. Esirlerin sınırsız sayıda mektup ve posta kart alma hakkı olmasına rağmen bu sayı sınırlı kalmıştır. 1,5 ayda sadece 70 mektup kampa ulaşmıştır. Bunlar da Türkiye’den değil esirlerin eski kampı Sumerpur’dan gelmiştir. Burada tutulan subayların çoğu Irak’ta esir edilmişti. Pek çoğu üzüntü içindedir ve ailesinden haberleri yoktur. Aralarında iki yıla yakın ailesinden haber alamayan subaylar vardır. Bu durumda olanlara Kızılhaç heyeti tarafından mektuplarını Kızılhaça göndermeleri tavsiye edilmiştir. Bu şekilde mektuplar heyet tarafından İstanbul’da bulunan Kızılaya iletilecektir. O sıralarda Bağdat bölgesinde posta hizmetleri çok yavaş ve zor şartlarda işlemektedir.[131] Hüseyin Fehmi Genişol da anılarında esirlerin mektup yazma hakkına dair aynı bilgileri vermektedir. Genişol’a göre esirlerin haftada bir mektup gönderme hakkı vardır. İngilizler her esire mektup için zarf ve kâğıdı da temin etmektedir.[132]

Hasan Yetimi’nin yazdıkları da kamplarda esirlerin, ailelerine haftada iki mektup yazabilme hakkı olduğunu doğrulamaktadır. Bunun için kâğıt ve zarf, esirlere dağıtılırdı. Esirlerin hazır basılı kartpostalların açık yerlerine birkaç kelime yazma hakları vardı. Hazırlanan mektup ve kartlar, yönetim kapısı önünde bulunan posta kutusuna atılırdı. Sansür memurun sansürü ardından haftada bir defa Bombay'a gönderilirdi. Orada da sansürden geçtikten sonra gönderme işlemi gerçekleşirdi. Mektupların nakli sırasında ara merkezlerde de kontrol yapılırdı.[133]

Thatmyo kampında ve hatta tüm diğer kamplarda esirlerin aileleriyle en önemli haberleşme aracı mektuplardı. Kampındaki Türk esirleri, ailelerine ortalama her ay 10.000 mektup gönderiyorlardı. Kamptaki esirlere ayda ortalama 2.000-3.000 arasında mektup geliyordu. Irak bölgesinden gelenlerin ulaşması bazen 4-5 ayı buluyordu. İstanbul’dan gönderilenler ise 5-6 hafta içerisinde sahiplerine ulaşıyordu. Mektuplar çok geç bazen ise hiç ulaşmamaktaydı. Esirlere İbranice dili hariç herhangi bir dilde haftada iki adet mektup yazabilmişlerdir. İngiltere Savaş Bürosu 15x25 cm boyutlarında üçe katlanan ve arkasında adres yazılan matbu kâğıtlar bastırmıştı. Bu şekilde ayrıca bir zarfa gerek kalmıyordu. Bu mektuplar, kamptan

Londra Savaş Bürosuna gönderiliyor, oradan Kızılay yetkililerine ulaştırılıyordu. Kamplardan, doğrudan Kızılaya gönderildiği de oluyordu. Mektupların ailelere ulaştırılmasından Kızılay sorumluydu. Ancak bu dağıtımda da aksamalar çoktu. Adres eksikliği, taşınma, adreste bulunmama gibi sebeplerle Kızılay tarafından yerlerine ulaştırılamayan mektupların bir kısmı hâlâ Kızılay arşivinde bulunmaktadır.1947 [134]

Esir mektuplarına bakıldığı zaman esirlerin bu durumdan çok etkilendikleri ve psikolojik sorunlar yaşadıkları görülmüştür. Thatmyo Hastanesi doktoru Yüzbaşı Behiç Bey, esirlerin mektuplarının geç gelmesi ve bu yüzden ailelerinden haber alamamaları sebebiyle zihinsel ve psikolojik hastalıklara tutulduklarını anlatmaktadır. Esir mektupları kamptaki bir Musullu ve iki tercüman tarafından sansür edilmekteydi. Daha sonraları vakitten kazanmak için sansür işlemi Bombay’da yapılmaya başlanmıştır. Nadir de olsa sansür sonrası esirlerin yazdıkları mektuplarda bazı bölümlerin silindiği olmaktaydı.[135] Yüzbaşı Baxter, kampta geçerli olan haberleşme kurallarını şu şekilde açıklamıştır:

“Yazışmalara yönelik kurallarda subaylara haftada bir mektup, bir posta kartı, alt rütbelere haftada bir posta kartı ve ayda bir mektup yazma izin verilmektedir. Sağlanan kırtasiye malzemesinin yetersizliği ile ilgili hiçbir şikâyet almadım, aslında rütbeli ve diğer esirler onlara sağlanan kırtasiye malzemelerini tam olarak kullanmıyordu bile. Eğer kırtasiye eksikliği nedeniyle mektup yazılamamış gibi bireysel durumlar meydana geldiyse bu kesinlikle onların kendi birlik ya da bölük komutanlarının onlara kâğıt ve zarf vermemesinden kaynaklanmıştır. Bana subay ya da diğerlerinin fazladan mektup yazmak için herhangi bir mantıklı nedenle başvuru yaptıkları her zaman taleplerine izin verdim. Bahsedilen posta kartı hem Türkçe hem Arapça bastırılmış ve tüm savaş esirleri tarafından kullanılmaktadır.” [136]

Yukarıdaki yazışmalara dair kuralların doğru olduğu esir hatıratlarında da görülmektedir. Esir kampına mahsus matbu zarf ve kâğıt verildiği ve yakınlarına mektup yazabildikleri pek çok hatıratta geçmektedir.[137]

Shwebo kampında mektuplaşmanın şartları sansür bakımından Thatmyo kampıyla aynıdır. Esirler bir ayda ortalama 100 mektup ve kartpostal yolluyor ve 80 adet alıyordu. Koli ve havale kâğıdılar için rakamlar Thatmyo esir Kampı şartları ile aynıdır.[138]

Meiktila esir kampında da esirlerin ailelerine mektup yazma imkânları diğer kamplar ile benzerdir. Haberleşmedeki en büyük sorun ise mektuplara yaklaşık bir yıl geçmesine rağmen cevap verilmemesidir. Örneğin kamp esirlerinden Mustafa Tütüncü ailesinden ilk haberini 18 ay sonra telgraf olarak alabilmiştir. Devletlerarası hukuka göre esirlerin telgraf ve telefon ile iletişimine izin verilmediğinden cevabını telgraf olarak çekmesine izin verilmemiştir. İkinci telgrafın cevaplı olması sebebi ile ancak telgraf çekmesine izin verilmiştir. Yazdığı telgrafta sağlığının yerinde olduğunu söyleyerek para ihtiyacı dile getirmiştir. Kısa süre sonra ailesi 10 İngiliz sterlini göndermiştir. Bu para ile bir müddet kampta rahatça yaşamıştır. Hatta ihtiyacı olan hemşerilerine esaretten sonra ödenmesi şartıyla borç para vermiştir. Buna rağmen esaret bitmiş ve borcunu ödeyen esir çıkmamıştı.[139]

Hindistan ve Burma esir kamplarında haberleşmede sorun yaşandığı aşikardır. Postadaki bu gecikmelere esirler de kendilerince çare bulmaya çalışmışlardır. Bellary kampından Bahaeddin kardeşine yazdığı mektupta postaların daha hızlı gelmesi için mektupların Fransızca ya da İngilizce yazılıp yabancı postalara teslim etmelerini istemiştir.[140] Postadaki yaşanan olumsuzluklar sebebiyle Osmanlı Hükûmeti Basra’da İngilizlere esir düşen birliklerin akıbetinden haftalarca haber alamamış ve askerlerin nerede oldukları ailelerine Burma’dan yollanan esir mektupları sayesinde öğrenilebilmiştir. İngilizler, Basra Vali Vekili Suphi Bey ile askerlerini Thatmo esir kampına göndermiştir. Suphi Bey, İngilizler izin verdiği sürece İstanbul’a, Göztepe’deki köşkte bıraktığı eşi Ayşe Feriha’ya mektuplar gönderebilmiştir. Mektuplar önceleri tam sayfa iken kampın İngiliz kumandanının emriyle zamanla kısalmış ve sadece dörder satırla sınırlandırılmıştır[141]

Haberleşmedeki yaşanan sıkıntılar sonucunda Hindistan Hükûmeti Türkiye’den gelen postaların esirlere ulaşmasındaki düzensizliğe ilişkin 19 Mart 1919 tarihli bir rapor hazırlanmıştır. Sömürge Hükûmetinden Londra Hindistan Ofisine 23 Mayıs 1919’da giden yazıdan anlaşılmaktadır ki raporda ateşkes imzalandığından beri Türkiye’den gelen mektupların Bellary kampında alıkonulan savaş esirlere ulaşmasındaki düzensizlikten bahsedilmektedir. Konunun iletildiği Mumbai’deki Posta Sansürlüğü, Türkiye’den Hindistan’a gelen postaların daha önce Kızılhaç aracılığıyla özel çantalar içerisinde geldiğini fakat bu uygulamanın durdurulmuş olması sebebiyle postaların düzensiz aralıklarla geldiğini açıklamıştır. Uygun görülen prosedürün gerçekleştirilmesi için konu yetkili kişilere iletilmiştir. Bern Uluslararası Barış Bürosu 7 Nisan 1919’da Bern’deki İngiliz yetkiliye yazdığı yazıda postadaki gecikmelerin sebebini açıklamaktadır. Ateşkese kadar tüm telgraf masraflarının düzenli olarak Türk Kızılayı tarafından karşılandığını fakat ateşkesten sonra hiç para alamadıklarını ifade etmiştir. Kızılayın yaklaşık olarak 6.000 frank borçlu vardı ve savaş mağdurları için verilen hizmetlerin sonlanma ihtimali olduğundan belirtilen miktara çok ihtiyaçları bulunuyordu. Halbuki Kızılay İstanbul’daki İngiliz yetkililerin rızası olmaksızın Uluslararası Barış Bürosuna ödeme yapabilecek durumda değildi. Kızılayın 6.000 frank borcunu ödemesi amacıyla İstanbul’daki İngiliz askeri yetkililerine gerekli talimat verilmiştir.[142]

Diğer yerlerle kıyaslandığında Mısır kamplarında okuma yazma oranın az olması sebebiyle haberleşme de düşük oranda kalmıştır. Buna rağmen sadece Haziran 1915’de Mısır’daki Osmanlı savaş esirleri tarafından yazılmış 299 mektup adreslerine gönderilmek üzere iletildiği arşiv kaynakları incelendiğinde görülmektedir.[143] Mektupların sınırlı olmasında sadece kamplardaki esirlerin okuma yazma bilmemesi etkili olmamış, esirlerin köylerinde mektup yazacak kişilerin kalmaması da bir diğer etken olmuştu. Esaret altında yaşayan yakınlarına mektup yazabilmek ancak köyde okuma yazma bilen birkaç kişi ya da köyün imamı aracılığıyla mümkün oluyordu.1957 [144]

Esirlerin çoğu esir kamplarına yerleştikten hemen sonra ailelerine mektup yazma imkânı bulmuş fakat değişik sebeplerden ailelerinden hiçbir haber alamamışlardır. 20 ay sonra yazdığı mektuba Kızılhaç vasıtasıyla cevap gelen esirler olmuştur. Örneğin, Mısır esir kamplarında kalan Ahmed Altınay gönderdiği 30 mektuba karşılık sadece bir mektup alabilmiştir. Yalnız ailesine değil kayınpederine, arkadaşlarına ve tanıdıklarına mektup göndermesine rağmen iletilmeyen ya da alınmayan mektupların olması haberleşme sorununu ortaya koymaktadır. Ailesinden mektup alamayan esirler müteessir olmakta ve sık sık düşüncelere dalmaktadır. Aslında iki tarafında gönderdiği mektupların çok azı yerine ulaşmaktadır.[145]

Mektupların zaman zaman gönderilmediği veya değişik sebeplerle gitmediği olsa da iki devlet arasında yapılan görüşmelerin de etkisiyle imkanların elverdiği ölçüde mektuplar sahiplerine ulaştırılmaya çalışılmıştır. Mısır’daki Osmanlı esirleri tarafından yazılmış 715 mektup, alıcı adreslerine ulaştırması için Osmanlı Devleti’ne 23 Ağustos 1915’de gönderilmiştir.[146] Zaman zaman esirlerin mektuplarının karşılıklı olarak değiştirildiği de olmuştur. Başkumandanlık Vekâletine Mayıs 1915’de Amerika Elçiliğinden gelen yazıdan anlaşılmaktadır ki Mısır’daki Osmanlı esirlerine ait 11 mektup, Osmanlı topraklarında savaş esiri olarak bulunan bir Fransız, E-15 İngiliz denizaltısında görevli bir subay ve Manisa’da ikamet ettirilen İngiliz tebaasından birine ait bir kartpostal ile değiştirilmiştir.[147]

Esir mektuplarının karşılıklı değişimi savaş boyunca sık sık görülen bir olaydır. Bu değişime bir başka örnek yine Mısır esir kamplarından verilebilir. 1917 yılında Kahire’de esir beş Osmanlı subayı ile İstanbul’da tutuklu iki İngiliz subayının mektuplarının karşılıklı olarak değiştirilmesi yönünde mutabakata varmıştır. Yine İngilizler tarafından Kurna’da esir edilerek Kasr El-Nil Hapishanesinde tutulan 4 Osmanlı subayı ile aynı mevkideki hapishanede tutuklu bulunan bir esir subaya ait mektupların İstanbul’da tutuklu bulunan İngiliz esirlerin mektupları ile değiştirilmesi konusunda anlaşılmıştır.[148]

Mesafenin uzun olması mektupların geç ulaşmasına neden olmaktadır. Mısır esir kampları için söylemek gerekirse esirlere gönderilen mektupların sahiplerine ulaşması için 3 hafta ile 3 ay arasında bir süre geçmekteydi. Mektuplar genellikle Kahire’deki Amerikan Konsolosu aracılığı ile geliyordu. Her ne kadar Kızılhaç yetkilileri okuma-yazma bilen esirlerin istedikleri zaman ve istedikleri kadar uzun yazabildiklerini rapor etse de iki devlet arasındaki yazışmalar bu konuda anlaşmanın çok geç sağlandığını, sağlanan mutabakata çoğu zaman uyulmadığını ve sık sık devletlerin birbirini misilleme yapma konusunda tehdit ettiğini göstermektedir. Mektupların geliş gidişinde sistematik bir gecikme ise söz konusu değildi.[149]

Esir kamplarına dair tutulan Kızılhaç raporlarına bakıldığında esirlere kamplarda yazışma hususunda bir engelleme yapılmadığı hatta tüm kolaylığın sağlandığı iddia edilmektedir. Kahire Kalesi kampında her esir, haftada bir defa mektup yazma hakkına sahipti. Yazma bilmeyenler bilen arkadaşlarından yardım almaktaydı. Kampta bir çevirmen vardı. Mektupların bir kısmı Kızılhaç Cemiyeti aracılığıyla gelmekteydi. Ancak mektup gidiş gelişi çok fazla değildi.[150] Ayrıca tüm esirlere memleketlerine yollamak üzere birer adet kartpostal da verilmekteydi.[151]

Maadi kampında da durum diğer kamplardan farklı değildi. Esirlerin çoğuna ya hiç mektup gelmiyor veya çok az geliyordu. Esirlere kendi dillerinde her 15 günde bir ya da ayda iki defa mektup yazma hakkı verilmişti.[152] Bu hakkı çok azı kullanıyorlardı. Gönderilen mektupların çoğu, alıcıların gönderilen adreste olmaması sebebiyle geri geliyordu. Bağdat’ta esir alınan bazı Osmanlılar, daha sonra Burma’ya nakledilmişlerdi. Burma’dayken ailelerinden mektup ve para almakta herhangi bir sıkıntı yaşamamışlardır. Fakat bir kısmı tekrar Maadi kampına getirilen esirler bu kez ailelerinden mektup alamamaya başladılar. Gönderilen paralar ya evlerine geri gönderilmiş ya da yeni adreslerine postalanmıştır. Bu gönderme işlemleri de uzun zaman almıştır.[153]

Bilbeis kampında okuma-yazma bilmeyenlerin oranı %98’e ulaştığından, mektuplaşma da çok sınırlıydı. Mektupları okuma-yazma bilen arkadaşlarına yazdıran esirlerin haftada üç mektup yazma izinleri varken çoğu bu hakkını kullanıyordu. Bu duruma şahit olan Kızılhaç yetkilileri çok şaşırmamışlar ve göçebe insanların mektup yazmasını da pek beklemediklerini ifade etmişlerdir.[154]

Ras El-Tin kampında da Türk esirlerin çoğunluğu okuma-yazma bilmiyordu. Okuma-yazma bilenlerin bir kısmının da eşleri Kahire Kalesi’nde tutulmaktaydı. Bu sebeple oraya giderek ailesini görme iznine sahip olanlar, ailesinin iyi durumda olduklarını bildiklerinden çok sık mektup yazma ihtiyacı duymuyorlardı.[155]

Kasr El-Nil kampında esir tutulan Eşref Bey’e, ailesine mektup yazma izni verilmiştir. Diğer esirlerden farklı olarak Albay Nikolay tarafından verilen özel izinle mektuplarının zarfını kapatma imkânı da vardı.[156]

Seydi Beşir kampında esirler arzu ettikleri zaman mektup yazabilmekteydi. Buna rağmen kamptan giden ve kampa gelen mektup çok azdı. Mektuplar kampa 40­45 günde ulaşmaktaydı. Yazışmalar üzerinde herhangi bir kısıtlama yoktu.[157] İki sene bu kampta kalan İbrahim Sorguç Antalya’daki babasıyla devamlı mektuplaşmaktaydı. Mektupları Fransızca ya da Osmanlıca yazıyordu.[158] Bu kampa gelen tüm esirlere birkaç gün içinde ailelerine mektup yazma imkânı sağlanmıştı. Bu sayede kampta kalan Hüseyin Mümtaz bir fotoğrafını kampa gelişinin hemen ardından annesine gönderebilmişti.[159]

Savaş boyunca pek çok ülkeye ait savaş esirlerinin aileleriyle haberleşebilmeleri amacıyla postaların ulaşımını sağlayan ve bu esirlere yardım eden Kızılhaç ve Kızılayın Kıbrıs kampı savaş esirleriyle ilgili faaliyeti de gözardı edilemez. Esirlere ve ailelere ulaştırılamayan pek çok mektubun bugün Kızılay arşivinde bulunmaktadır. Anadolu’da esir bulunan pek çok yabancı askerin mektupları da Kızılay ve Kızılhaç esir büroları aracılığıyla toplanmış ve ailelerine ulaştırılmaya çalışılmıştır. Diğer taraftan kendi memleketinden uzakta farklı esir kamplarında bulunan Türk askerlerinin mektupları da Kızılhaç ve Kızılay vasıtasıyla Anadolu’daki ailelerine ulaştırılmıştır. Bu esir mektuplarının üzerlerinde “P.0.W., Central Censorship Bureau, Free From P.O.W. Camp, Prisoner Of War” yazılı Kızılhaç veya Kızılaya ait kaşe, damga veya mühürler bulunmaktadır. Ayrıca Kızılay irtibatı kesilmiş veya kaybolduğu sanılan askerlerin durumunu İngiliz Savaş Esirleri İstihbarat Bürosundan zaman zaman sormuş, gelen cevaplarla esirlerin Kıbrıs esir kampında olduğu ve ailesi ile haberleşebildikleri öğrenilmiştir. İster esirlerin kendileri tarafından ister aileleri tarafından yazılan bu esir mektuplarında önemli konulardan birisi yine haberleşme sorunudur. Kıbrıs kampı için de durum farklı değildir. Diğer esir kamplarından farklı olarak Kıbrıs kampında Kızılhaç ve Kızılay vasıtasıyla memleketlerine gönderilen mektuplardan hariç Türk esirlerinin Anadolu’ya haber göndermeleri ve akrabalarıyla haberleşebilmeleri Mağusa’da yaşayan Türkler vasıtasıyla da olmuştur. Mağusa limanında amele olarak çalıştırılan Türk askerleri kamptan dışarıya çıkabilmelerini değerlendirmişler ve kendilerine yaklaşan Mağusalı çocuklar veya anne babaları aracılığıyla mektuplarını Anadolu’ya ulaştırabilmişlerdir. Özellikle Mağusalı Türk balıkçı ve kayıkçıların yardım ve desteğiyle bu esirlerin mektupları Mersin’e kadar getirilmiştir. Çok nadir de olsa esirlerin ailelerince yazılan mektuplar da esirlere ulaştırılabilmiştir. Esir mektuplarının bir diğer konusu da Kıbrıs kampının şartlarının çok kötü olması sebebiyle ailelerinden para yardımı istemeleridir.[160]

Malta kampından mektupların ulaştırılmasında da ciddi sorunlar oluşmuştur. Kızılay Cemiyeti Üsera Komisyonuna Temmuz 1918’de yazılan dilekçede Mısır’dan Malta’ya geçişte haberleşme konusunda yaşanan sıkıntılar ele alınmıştır. Mısır’dan Malta’ya nakledilmiş Çerkeş Eşref Bey, Mısır’da iken her on ve on beş günde, bir buçuk veya iki aylık mektupları almaktayken ve hatta bazen bu mektupların dördü beşi bir postada gelmekteyken Malta’ya naklinden sonra iki aya yakın hiç mektup alamadığını söylemiştir.[161]

İsveç Konsolosluğu tarafından hazırlanan ve İngiltere ve Osmanlı Devleti’ne gönderilen Malta kampı hakkında raporda esirlerin her hafta iki yüz kelimelik iki mektup ya da posta kartı yazabilmelerine izin verildiğinden ve alabilecekleri mektup sayısında ise bir sınırlamanın mevcut olmadığından bahsedilmektedir. Esirlerin ayrıca para gönderme imkânı da vardır. Savaş esiri oldukları yazılan mektupların adres kısmında belirtilebilmektedir.[162]

Kızılay Cemiyetinin savaş süresince önemli bir faaliyeti de esirlerin mektuplarını yerlerine ulaştırmak olmuştu. Postalarda yaşanan sorunlar sebebiyle savaşın ilk yılında Kızılay Cemiyeti düşman ülkelerde bulunan savaş esirlerin haberleşme ve gönderilerinin ulaştırılması için aracılık etmekle görevlendirilmiştir. Üstlendiği bu görev ile kamplardan doğrudan doğruya ya da savaşan ve tarafsız ülkelerin esir bürolarınca Kızılaya ulaştırılan mektuplar, mümkün olduğu ölçüde yerlerine gönderilmeye çalışılmıştır.[163] Başkumandanlık Vekâletinden gönderilen 15 Aralık 1915 tarihli tezkerede Kızılayın bu konuda görevlendirilmesi konu edinilmiştir. Esirlere ait mektupların ulaştırılmasında Kızılay Cemiyetinin Dersaadet’te bulunan merkezinin aracılık etmesi kararı alınmıştır. Bu karar dayanak olarak da 1870-1871 Almanya ve Fransa Savaşlarında ortaya çıkan esaslar, 1907’de Londra ve Lahey’de toplanan Kızılhaç ve Sulh konferansları kararları, 1912 Washington Kızılhaç Uluslararası Konferansı’nda alınan karar ve Birinci Dünya Savaşı’nın başlangıcında Cenevre Uluslararası Kızılhaç Komitesinin bu konudaki genelgesi gösterilmiştir.[164]

Mütareke sonrası Osmanlı Hükûmeti, savaş halinin son bulmasını öne sürerek esirlerin en azından aileleriyle haberleşmesine izin verilmesini istedi. İngiliz Yüksek Komiserliği 8 Nisan 1919’da Hükûmete gönderdiği bir yazıyla bu hususa açıklık getirdi. Komiserlik, İngiliz Dışişleri Bakanlığının 18 Ocak 1917 tarihli yazısına dayanarak ailelerin esirlere taahhütlü mektup göndermelerine izin verildiğini, fakat esirlerin ailelerine taahhüdü mektup gönderemeyeceklerini bildirdi. Osmanlı Hariciye Nezareti cevabın isteklerini karşılamaması üzerine İngiltere Hükûmeti nezdinde yeniden girişimde bulundu. Nezaret 5 Mayıs 1919’da Dâhiliye ile Posta Telgraf ve Telefon Müdüriyetini durumdan haberdar ederek ilgililerin uyanılmasını istedi.[165]

5.2                        Sansür İşlemleri

İngilizler Türk esir kamplarında mektuplara sansür uygulanmıştır. Fakat bunu yaparken esirlerin özgürlük haklarına engel olmamaya çalışmış ve hatta esirler yazmaya teşvik edilmiştir. Kızılhaç heyetinin iddiasına göre sansür konusunda esirlerin önemli bir şikâyeti olmamıştır.[166] Esirlerin yazdıkları hatıratlar da mektuplara uygulanan sansürü doğrulamaktadır. Cemil Zeki Yoldaş ve Rahmi Apak mektupların sıkı bir denetim altında[167] olduğunu söylerken Hüseyin Mümtaz, Seydi Beşir kampında sansür uygulandığından bahsetmektedir. Fakat esirler yine de İzmir’in işgali ve ardından yurdun dört bir yanında başlayan mukavemeti öğrenmişlerdi.[168]Seydi Beşir kampında esaret günlerini geçiren Cidde hastanesinde doktor olarak görev yapmış bir binbaşı Türkçe bilen Ermenilerden her karargâha ve sansür heyetlerine birer tercüman tayin edildiğini söylemektedir. Sansürün şiddetiyle aylarca mektup alınamadığı zamanlar olmuştur. Binbaşı 2 Eylül 1917 günü yazılmış bir mektuptan sonra Kasım 1918 başına kadar hiç mektup alamadığını ifade etmiştir. Geri dönüşte haftada iki mektubun postaya verildiğini öğrenmiştir. Esirlerin geneli mektup alamadığından şikâyet etmektedir. Gelen mektupların büyük bir kısmının arzu edilenlere verilenler dışında ocakta yakıldığı esirler arasında en sık konuşulan konudur.[169]

Hindistan esir kamplarında da sansür hiçbir zaman eksik olamamıştır. Hatta zaman zaman İngiliz yetkililerin bile insafsızca bulup müdahale etmek zorunda kaldığı sansür olayları olmuştur. Şubat 1918’de İngiltere Hükûmetine İstanbul’daki

Hollanda diplomatik temsilcisinden gelen bir yazıda Osmanlı toprakları ile İngiltere’deki savaş esirlerinin mektuplarına uygulanan sansür konu edinilmiştir. İngiltere Hükûmeti, Sumerpur’da bir Türk subayını sert bir şekilde sansürleyen İngiliz subayı hakkında Osmanlı Hükûmetini bilgilendirmiş ve sözü edilen subayın görevden uzaklaştırıldığı bilgisi verilmiştir.1983 [170]

Aslında esirlerin kamplarda dilek ve şikâyet hakkı vardı. Fakat yapılan başvurular çoğu zaman dikkate alınmaz, geciktirilir veya sansür işini yapan tercümanlar tarafından sansür edilirdi. Herhangi bir esir subay, herhangi bir konudaki dilekçesini Türkçe olarak özel kâğıt üzerine karargâh komutanlığına yazarak her gün belirli saatte nöbetçi tercümana teslim edebilirdi. Önemli ve acele durumlarda kendisinin komutana başvurması, subayların temsilcisi aralığıyla olurdu. Tercümanlar bu dilekçeleri sunacakları zaman, çok kısa olarak tercümesini dilekçenin altına yazarlar ve tarih sırasına bakmayarak uygun gördüklerini önem derecesinde komutana sunarlardı. İşlemlerin sonuçlandırılması, dilekçe veren ile tercüman arasında yapılan anlaşma ve ücrete bağlıydı.[171]

Kıbrıs kampından gönderilen esir mektupları doğal olarak diğer kamplar gibi sansür ve kontrolden geçtikten sonra alıcısına ulaştırılmıştır. Başta Kızılay Arşivi olmak üzere arşivlerde bulunan ve esirler veya aileleri tarafından yazılan esir mektupları incelendiğinde Kıbrıs esir kampında mektupların sansüre tabi tutuldukları ortaya çıkmaktadır. Esirler yaşadıkları kampların şartları hakkında neredeyse hiç bilgi verememiş mektuplar selam ile başlayıp dua ile bitmiştir.

Malta esir kampında mektuplar sansüre tabi olduğundan zarfları kapatılmadan teslim etmek şartıyla yazabilmekteydi.[172] Londra Savaş Merkezinin 25 Ocak 1916 tarihinde yazdığı yazıda Malta’daki Osmanlı savaş esirlerinin haberleşmelerine uygulanan sansüre ilişkin notlar düşülmüştür. Osmanlı Hükûmeti Korsika’dan gelen mektupların Malta Sansür Heyeti tarafından sansürlendiğine ve gönderilmediğine dair İngiltere Hükûmetine bir nota göndermiştir. Malta Valisi ve Başkumandanı ise Korsika’da alıkonulan Osmanlı savaş esirlerinin gönderdikleri mektupların Malta üzerinden geçmediğini ve bu yüzden Osmanlı Hükümetinin 25 Aralık 1915 tarihli notasında bahsedilen gecikmenin adadaki sansür uygulamasından kaynaklanmadığını ileri sürmüşlerdir.[173] Oysaki İngiltere, Fransa ve Rusya’daki Osmanlı savaş esirlerinden Amerika Elçiliği vasıtasıyla gelen mektuplarla ilgili Şubat 1915’de Hariciye Nezareti Siyasi İşler Müdüriyetine sunulan İstanbul Sansür Müfettişliğinin tutanakları sansür olayını gün ışığına çıkarmaktadır. Korsika’da esir Yüzbaşı Ali Rıza Efendi’ye ailesinin gönderdiği mektuplar Malta sansürünce teslim edilmemiştir. Mektubun sansürce reddedilmesinin sebebi Türkçe yazılması olarak izah edilmiştir. Bu durumun devamı olarak Osmanlı Hükûmeti kendi esirlerine yazılmış mektupların verilmemesi halinde misillemede bulunulacağını İngiliz ve Fransız Hükümetlerine nota ile bildirmiştir.[174]

Malta St. Claments Kalesi’nden tutulan Sadi Necdet konulu Harbiye Nezaretinden Hariciye Nezaretine 15 Haziran 1916 tarihinde gelen bir yazıdan anlaşılmaktadır ki mektuplar esir ailelerine ulaşmamaktadır. İngiltere Hükûmetince alınan tedbirler gereğince esir mektuplarının dört satırdan fazla olması sebebiyle gidecek kişiye gönderilmeyip yırtıldığı da yazıda anlatılmaktadır. Bu sebeple Osmanlı Hükûmeti Malta bulunan esirlerin durumundan sansür sebebiyle bilgi de alamamıştır. Osmanlı Hükûmeti haberleşme hususunda iyi niyetini göstermek açısından Fransızlara verilen iznin aynısını yani ayda dört kartpostal ile iki mektup yazma iznini İngilizlere de genişletileceği duyurmuştur. Buna rağmen İngiltere Hükûmeti sıkı bir şekilde uygulanan sansür işlemine son vermeyip esir mektuplarını sahiplerine göndermemiştir. Osmanlı Hükûmeti de var olan durumdan dönülmediği takdirde kendisine seçenek bırakılmadığı gerekçesiyle misilleme yapacağını ilan etmiştir. Söz konusu yazının ekinde ise altı satırdan uzun mektupların esirlere gönderilmediği ifade edilmektedir.[175]

Sansür konusu sansür işlemi iki devlet arasında sık sık misilleme tehditlerini de beraberinde getirmişti. İngiltere Hükûmeti de Osmanlı Hükûmetine kendi esirlerine sıkı bir şekilde uyguladığı sansür sebebiyle nota göndermiştir. İngiliz Dışişleri Bakanlığı İstanbul’daki Hollanda diplomatik temsilcisine gönderdiği 12

Haziran 1917 tarihindeki bir yazıda Yozgat’ta esir tutulan esirlerden gelen mektupların, Türk sansürü tarafından her biri dört satıra kadar okunacak şekilde gelişi güzel kesildiğini iddia etmiştir. İngiltere Hükûmeti Türk sansürünü bu durumdan sorumlu tutarak konunun soruşturulmasını istemiştir.[176]

5.3                        Posta Havale İşlemleri

Esirler kamplarda havale işlemlerinde yetkililerle sorunlar yaşamaktaydılar. İngiliz Dışişleri Bakanlığı Şubat 1917’de hem İngiliz hem de Osmanlı savaş esirlerinin çıkarları doğrultusunda İsviçreli Posta İdaresi aracılığıyla savaş esirlerine gönderilen para havalelerinin makbuzunun karşılıklı olarak alınıp gönderilmesini Osmanlı Hükûmetine teklif etmişti. Osmanlı Hükûmetinin bu teklifi olumlu baktığı takdirde gerekli iş birliği için İsviçre Posta İdaresi ile irtibata geçilmesi istenmişti.[177] 11 Nisan 1917 tarihine gelindiğinde konunun hala çözülemediği ve iki devlet arasında yazışmaların devam ettiği görülmektedir. Türk ve İngiliz savaş esirlerine gönderilen havalelerle ilgili karşılıklı yazılan yazılarda İngiliz Genel Posta İdaresi ve İsviçre Posta İdaresi arasında geçen yazışmaların kopyaları bulunmaktadır. Uzun süren görüşmeler sonucunda varılan fikir birliği ile iki devlet arasında bazı konularda uzlaşma yönünde ilerleme kaydedilmiştir. Türkiye’den İngiltere topraklarındaki Türk savaş esirlerine ve İngiltere’den Türkiye’deki İngiliz savaş esirlerine gönderilen para havalelerinde alacaklılardan makbuz alınmasına ve iki tarafın Hükûmetlerine iletilmesine karar verilmişti. İngiltere Hükûmeti bu anlaşmayı devam ettirmek için bir prosedürleri de belirlemişti. İngiltere topraklarındaki Osmânlı savaş esirlerine İsviçre Postahânesi vasıtasıyla Türkiye’den gönderilen havâlelerin sahiplerine teslimini bildiren birer makbûzun alınması İngiltere Hükûmetince yeterli görülmüştür. Buna mukâbil Türkiye’de bulunan İngiliz esirlerine verilecek havâleler için sahibinden bizzat imza alınması şartı konulmuştur.[178] Selanik veya İngiltere hakimiyetindeki topraklarda gözaltında bulunan savaş esirleri için Londra Para İşleri Bölümünden para işleminin ayrıntılarını gösteren havalenin makbuzu ancak kamp komutanının emriyle gönderilebilecektir.[179] İngiltere Hükûmeti kabul edilen düzenlemeleri uygulamaya koymak adına gereken adımları atmıştır. Bu konuda varılan mutabakat sonucunda Ağustos ayına kadar para havalelerinin nasıl yapılacağına dair işlemlerin İsviçre Posta Ofisi tarafından belirlenmesi talep edilmiştir. Aynı zamanda tüm yapılacak işlemler Türk savaş esirlerinin tutulduğu kampların kumandanlarına bildirilmesine karar verilmiştir. İngiltere Hükûmeti, Osmanlı Hükûmetinin de eğer ki henüz gerekenleri yapmamışsa, kendi rolüne düşen benzer eylemleri gerçekleştirmesini istemiştir.[180]

Osmanlı ve İngiltere’de bulunan savaş esirlerine gönderilen paraların makbuzları hakkında tüm varılan mutabakatlara rağmen itilafın bir türlü ortadan kaldırılamadığı bir gerçektir. Savaş esirlerinin memleketlerinden alacakları paralara mukâbil alınacak makbûzlara dâir iki devlet arasında hâsıl olan anlaşmazlık hakkında İngiltere Hükûmeti 5 Ocak 1918 tarihinde bir muhtıra göndermiştir. Osmanlı Devleti’nde bulunan İngiliz savaş esirlerine her ay İngiltere’den yaklaşık 520 İngiliz lirası değerinde 716 paket gönderilmekte olduğu halde Ağustos 1917’de alınan altı makbûz hariç hiçbir makbûz gelmemiştir. İngiltere Hükûmetine göre Mart, Nisan, Haziran ve Temmuz 1917 tarihlerinde düzenlenen havâlelere ait makbuzların da varılan mutabakattan önce Osmânlı memurlarınca düzenlenmiş olması muhtemeldir. İngiltere Hükûmeti, anlaşma sağlanmasına ve uzun bir müddet geçmiş olmasına rağmen neden makbuzların gönderilmediğini ve gönderilecekse ne zaman gönderileceğini bir nota ile Osmanlı Hükûmetinden sormuştur.[181]

Ülkelerin karşılıklı olarak makbuz gönderiminin gerçekleştiği arşiv kayıtlarına bakıldığında da görülmektedir. Örneğin, Londra Savaş Esirleri Bilgi Bürosundan Basra 3. Alay, 113. Bölükten Türk savaş esiri Aziz Hasan Hamza’ya gönderilen 8 poundluk ödemenin yapılmasını ve makbuzun iki örnek halinde gönderilmesini istenmiştir. İlk başka elde bulunan veriler ile esirin takip edilemeyeceği söylense de Er Hamza Aziz Osmancık isminde, Debra doğumlu, önceki ikameti Cosavi Sanjai Üsküp olduğu belirlenen, 31 yaşında ve Burma, Thatmyo savaş esirleri kampında alıkonulan bir savaş esiri mevcuttu. Genelde esirin kimliğinde herhangi bir şüpheye yer bırakılmayacak kadar emin olunur ise usulüne göre imzalanmış makbuzlar Londra Amerika Büyükelçiliği aracılığıyla Temmuz 1916’da gönderilmiştir.[182] Bir başka örnek ise Kahire’de esir Devrekli İsmail Selimoğlu’na yollanan para ve mektuptur. Gönderilen havale sonrası alınan makbuz ilgili devlete iletilmiştir.[183]

Hindistan ve Burma kamplarında gerçekleşen para havalerine bakıldığında Sumerpur kampında aylık ortalama gelen para havale tutarı 2.000 rupi kadardır. Kızılhaç heyetin kampı ziyareti sırasında bir rupi 1,65 franktır. Havalelerin çoğu Mezopotamya’dan gelmekte ve kısa sürede transfer edilmektedir. Türk Kızılayından gelen paraların ulaşması ise iki ayı bulmaktadır. Bir esir, kendisine gönderilen paranın hepsini bir seferde alabilmektedir. Bazı siviller ise bir seferde 500 rupi almaktadır. Ödemelerde hiçbir kesinti yapılmamaktadır. Paralar resmi kura göre ödenmekteydi. Parasını alan esirin imzaladığı alındı belgesi Osmanlı Hükümetine ulaştırılmaktaydı. Parasının hepsini bir seferde almak istemeyen esirler için hesap açılmakta; yatırılan para, çekilen para ve alındılar hesaba kaydedilmektedir. Bellary kampı kayıtları incelendiğinde esirlerin ailelerinden para almalarında herhangi bir sınırlama yoktu. Buna karşılık mektuplar ile aynı sebeple esirler ailelerinden hiç para alamadıklarını söylemişlerdir. Kızılhaç, Bellary’deki esirlere yardım olarak 4 Mart 1917’de 258,15 rupi, 7 ve 9 Mart 1917’de 552,7 rupi göndermiştir. Thatmyo kampında ise ayda yaklaşık 1.200 rupi civarında esirlere para gelmektedir. İlk başlarda kampta bulunan sivil çalışanlara Osmanlı Hükûmetinden para gönderilmezken daha sonra aylık olarak gönderilmeye başlanmıştır. Esirler gelen paraları davranışlarında herhangi bir memnuniyetsizlik yoksa istedikleri miktarda alabilmekteydiler. İsterse bir esir havale tutarının bir kısmını ya da tamamını kampta açılacak bir hesapta tutabilmekteydi. Kendisine alınan paraya karşı alacak ve borçlarını gösteren küçük bir hesap defteri verilmekteydi. Hesapların kaç günde esir kampına geldiği bilinmemekte üzerlerinde sadece Bombay’a ulaştıkları tarih yazmaktaydı. Bazı transferler ise yetersiz ve yanlış bilgiler sebebiyle geri gönderilmekteydi. Bu tür durumların yaşanmaması için esirin numarasının, adının ve gönderenin adresinin mutlaka belirtilmesi gerekmekteydi.[184]

Osmanlı’dan Mısır kamplarına gönderilen paralar da tam ödenmekteydi. Buna rağmen kargo ve para transferi çok sınırlı kalmıştır. Heliopolis kampında esirlerin çoğu yanlarında para getirmişlerdi. Bazıları da Kızılay ve Kızılhaç Cemiyeti kanalı ile ailelerinden para alabilmişti. Her ay, bu paralardan 7,50 frank karşılığı Türk parası almaktaydılar. Her esirin, kamp muhasibi nezdinde açık bir şahsi hesabı vardı. Maadi kampında kalan esirler de ele geçirildiklerinde çoğunun üzerlerinde parası vardı. Kamplarda bu paralar, adlarına açılan hesaplara aktarıldı ve istekleri üzerine aylık olarak kendilerine verildi. Ailelerinden Kızılhaç kanalı ile para alabilen esirler de vardı. Ras El-Tin kampında esirlere çok ender olarak posta ve para havaleleri geliyordu. Seydi Beşir kampında da para havalesi gelişi çok sınırlıydı.[185]

Kamplarda esirler paraları olsa da sınırsız alamazlar ve harcayamazlardı. Mesela Malta kampında esirlerin harcanmasına müsaade edilen para haftada 2 İngiliz poundudur. Zaman zaman harcanacak yeri açıkça belirten esirler daha fazla para çekme imkânı da bulmuşlardır.[186] Arşiv belgeleri de bu bilgiyi doğrular niteliktedir. Esaret altında bulunan subayların birer maaşları nispetinde, askerlerin ise ancak bir mecidiye kadar bir meblağı yanlarında bulundurabilme hakları vardı. Geri kalan askerlere ait kıymetli eşyaların talimatnamenin altıncı maddesi gereğince emaneten esir komisyonları kasalarında korunacağı ilan edilmişti.[187]

5.4                        Paket ve Koli (Kargo) İşlemleri

1917 yılı içinde Osmanlı Devleti Posta, Telgraf ve Telefon Nezaretinden giden pek çok yazıda esirlerin koli ve paketleri (kargo) konu edilmiştir.[188] Savaş esirlerine ait koli ve paketlerin tasnifinde büyük sorunların yaşanmıştır. Bazen de bunlara tahsis olunan dairenin yoğun bir mesai ile çalışması sebebiyle muamelesi tamamlanan paketlerin haftalarca sevk edilemediği görülmektedir. Kızılay Cemiyeti Başkanlığının verdiği bilgiye göre 1916 yılı içinde koli ve paketlerin adedi 11320’dir. 1917 yılı bitmeden bu sayı 24416’a ulaşmıştır. Toplam 35736 adete ulaşan paketlerden 24476 adedi sevk edilirken 11260 adedi gönderilmeyi beklemektedir. Haftada üç bin adet koli ve paketin ancak sevki yapılabilmektedir. Koli ve paketlerin birikmesinin birinci sebebi düzenli sevkiyat yapılamamasıdır. Bunda en büyük etken konu ile görevlendirilmiş dairenin fiziki şartlarının müsait olmasına rağmen tasnife yetişememesidir.[189]

İstanbul Paket Postası Müdüriyetinden Kızılay Cemiyetine gelen giden yazılarda ayırma, tasnif ve gönderme sırasında paket ve kolilerin bazen zayi oldukları görülmektedir. Kastamonu esir kumandanlığında postaneye teslim edilmiş olan 5.000 sıklet ağırlığında paket bunlardan birisidir. Kastamonu Posta Başmüdüriyetinin yazılarından anlaşılmaktadır ki tazminat talebinde bulunulmuştur. Paket içinde bulunan eşyanın çeşit ve miktar kıymetleri anlaşıldıktan sonra ödeme yapılamasına karar verilmiştir.[190]

Şubat 1917’de Osmanlı Devleti Türk esirlere de aynı hakkı vermek şartıyla Türkiye’deki İngiliz esirlere gönderilen kargonun ücretsiz olacağını bildirmiştir. Bu teklif kabul edilmiş, Bulgar ve Türk esirlerine ücretsiz kargo gönderilebileceği duyurulmuştur. Ayrıca Kızılay, İngiltere ve Fransa Kızılhaçlarını örnek almış ve aileleri tarafından Türk esirlerine gönderilecek paket ve kolilerin posta işlerini İsviçre ve İspanya’da bulunan hayır cemiyetlerine vermişti. Bu suretle 49.000 paket Türk esirlerine ulaştırılmıştır.[191]

Sumerpur kampında Kızılhaç Savaş Esirleri Şubesi vasıtasıyla Mezopotamya’dan Avrupa’dan haftada ortalama 15 kadar paket ve koli gelmekteydi. Paketler kampa iyi durumda ulaşmaktaydı. Sadece Mezopotamya’dan gönderilen paketler teslimden önce açılmaktadır. Alkol, eter, esans ve gazete gönderimi yasaktır. Bellary kampına kuruluşundan Mart 1917’ye kadar sadece bir koli ulaşmıştır. Thatmyo kampına Kızılay, Freiburg (İsviçre)’deki Int. Verb. Kat. Maedchenschutzverein aracılığıyla çok iyi durumda tek kişilik koliler göndermiştir. Her kutunun içeriği aynı ve 55 kuruş değerindeydi. Esirler tarafından çok beğenmiştir. Ülkelerine geri gönderilen veya ölen eski esirlere gelen birkaç koli de ihtiyaç içinde bulunan başka esirlere dağıtılmıştır. Paket ve koliler çoğunlukla gecikmeli olsa da sorunsuz bir şekilde kampa ulaşmıştır. Paketler alıcının önünde açılıyordu. Alkollü içecek ve ilaçlar dışında içerikleri konusunda sınırlama yoktu. Bu iki ürün ancak doktorun izniyle teslim ediliyordu.[192]

Mısır kamplarına, Hindistan kampları ile kıyaslandığında çok az paket ve koli geliyordu. Maadi esir kampında koli ve paketler ise kampa çok ender ulaşıyordu. Alıcısının gözü önünde açılan paketlerde sadece bıçak gibi tehlikeleri eşyalara el konuluyordu. Ras El-Tin kampına koli nadiren geliyordu. Kampta Kızılhaç heyetinin ziyaretine kadar hiçbir hayırsever kurum ihtiyaç sahiplerine yardımcı olmamıştı.[193]

Kıbrıs Yüksek Komiseri, düşman ülkelerden adadaki Alman ve Avusturya- Macaristanlı savaş esirleri için gönderilen paketlerin gümrük vergisinden muaf tutulması ayrıcalığını Türk savaş esirleri için de uygulanmasına ilişkin İngiliz Savaş Esirleri Ofisine bir telgraf göndermişti. İngiltere Hükûmeti bu teklife sıcak bakmıştır. Bu bağlamda İngiltere Hükûmeti Amerika’nın İstanbul Büyükelçisine telgraf yoluyla, Türkiye’deki İngiliz savaş esirleri için gönderilen paketlerin gümrük vergisinden muaf tutulup tutulmayacağını sormuştur.[194]

5.5                        Haberleşmede Yaşanan Sorunların Çözümüne Yönelik Çabalar

Haberleşmede çok büyük sorunlar yaşanmaktaydı. Mektupların çok azı, yaklaşık % 5’i kısa sürede yerlerini ulaşırdı. Mesela mektuplar ortalama olarak İstanbul’dan 3, 4 ve Bağdat’tan bir 1,5, 2 ay içinde Hindistan kamplarına gelirdi. Bazen bu sürenin 2 katına çıktığı da olurdu. Posta kutusuna atılan mektupların dörtte birinin, hatta yarıya yakınının karargâhta, diğer dörtte birinin Bombay ve ara merkezlerde sansür işlemleri sonucu yok edildiği esirler tarafından dile getirilmekteydi. Sansürde görevli tercümanlar İngilizlerin işlerine yarayacak bilgileri İngilizlere bildirmektedirler. Sansür işlemini tercümanların da kışkırtmasıyla İngilizler esirleri rahatsız etmek için kullanmış, çoğu zaman keyfi bir uygulama olarak esirlerin haberleşme hakkı da ertelemiş ve hatta engellemişti. Mektupların geç gelip gitmesine yapılan şikâyet ve görevlendirilen müfettişlerin incelemeleri sorunu çözmemiştir. Yetkililer postada yaşanan gecikmeleri Osmanlı Hükümetine bağlı posta merkezlerindeki yavaşlığa bağlamışlar ve İngiliz postanelerinin herhangi bir sorumluluğu olmadığını iddia etmişlerdi. Yetkililere göre gecikmenin bir diğer nedeni asker ve askeri malzemelerin sevkinde yaşanan gecikmelerdi.[195]

Hariciye Nezareti, Şubat 1915’de Üsera Talimatnamesine atıfta bulunarak gerek Osmanlı esirlerine ve gerekse yabancı esirlere ait mektup, para, paket ve koli gibi gönderilerin, İsviçre ve İtalya gibi tarafsız Hükûmetlerin posta idareleri vasıtasıyla gerçekleştirmesini ön görmüştü. Osmanlı topraklarındaki esirlere ait mektuplar dahil her türlü yazışmalar ve gönderiler Harbiye Nezareti denetimi altında İstanbul Posta Teşkilatı vasıtasıyla gönderilecekti. Posta havaleleri ve para teslimi mukabilinde gönderilenler hariç adi, taahhütlü veya değer konulmuş postalar kabul edilecekti. Mektupların Türkçe, İngilizce, Fransızca ve Rusça dilleri ile yazılmasına müsaade edilmekteydi.[196] İsviçre Posta İdaresi, birbirleriyle savaş halinde olan devletlerin, ellerinde bulundurdukları savaş esirlerinin posta gönderilerini aracılık edeceğini 9 Mart 1915 tarihinde kabul etmişti.[197]

Savaş esirlerine ait postaların sevkine dair alınacak kararların nasıl uygulanacağı konusu 8 Mayıs 1915 tarihinde Posta Telgraf ve Telefon Nezareti tarafından Hariciye Nezaretine bildirilmişti.[198] Savaş esirleri hakkında bilgi verilmesi, esirlere ait mektup ve yardımların dağıtılması ve karşılıklı değiştirilmesi hususunun Hariciye Nezareti tarafından yerine getirileceği[199] Haziran 1915’de Kızılhaç Cemiyetine bildirilmişti.[200]

İngiltere Hükûmeti 28 Haziran 1915 tarihli yazısında elinde bulunan Osmanlı esirlerine haberleşme konusunda kolaylık göstereceğini, posta havaleleri hariç adî, taahhütlü, değer konulmuş mektuplar, paket ve kolilerin bu kapsam dahilinde olduğunu belirtilmişti. Osmanlı Devleti de mütekabiliyet ilkesi gereği aynı şartların ellerinde bulunan İngiliz savaş esirleri için de geçerli olduğunu bildirmişti. Buna göre Osmanlı Devleti esir kamplarında bulunan İngiliz savaş esirlerinin adî, taahhütlü, değer konulmuş mektup ve posta paketleri içinde para gönderilmesini kabul edecekti.2014 [201]

Askeri İdare Kurulu Talimatı gereği Ocak 1916’da Savaş Merkezi bir emirle Türk savaş esirlerinin haberleşmeleri sınırlandırılmıştı. Buna göre Türk yetkililer tarafından ellerinde bulunan savaş esirlerinin haberleşmelerine uygulanan kısıtlamalara uygun olarak gerek savaş gerekse sivil Türk savaş esirlerinin her birinin haftalık birden fazla mektup yazmalarına izin verilmemesine ve esirlerin yazdığı ya da onlara yazılan mektupların uzunluk olarak dört satırı aşmamasına karar verilmiştir. Bu talimata aykırı olan tüm mektuplar engellenecekti.[202]

İngiltere ve Osmanlı arasında haberleşmeye konulan kısıtlamalar savaş süresince sorun olmuştur. Osmanlı Hükûmeti İngiliz esirlerinin ayda dört kartpostal ile sınırsız uzunlukta iki mektup yazma haklarının olduğunu, mektupları ulaştırmakla görevli Kızılay ve Kızılhaça bildirmişti. İngiltere Hükûmeti ise esirlerinden birinin İngiltere’ye gönderdiği mektubu dikkate alarak bu kurala uyulmadığını ileri sürülmüştü. Bu sebeple acilen konunun araştırılmasını isteyen İngiltere Hükûmeti verilen taahhütlerin aksine davranışta bulunarak esir mektuplarına konulan kısıtlamaların devam etmesi durumunda misillemede bulunacaklarını 1916 yılının başında Osmanlı Hükûmetine bildirmişti. İngiltere, Afyonkarahisar, Bursa, Kütahya ve Kırşehir’de bulunan esirlerine ayda dört satırlık bir kart gönderilmesine müsaade edildiğini hâlbuki esirler hakkında tatbik olunan yönetmeliğine göre esirleri için iki sayfalık bir mektuba ve dört satırlık bir kartpostala her hafta müsaade edilmesi gerektiğini dile getirmişti.[203] 27 Şubat 1916’da bu kez Osmanlı Hükûmeti, mutabık kalınan konuların İngiltere Hükûmeti tarafından yerine getirilmediği takdirde esirlerin haberleşmesi konusunda misilleme kuralını uygulayacaklarını ilan etti.[204]

13 Nisan 1917’de İngiltere Hükûmeti savaş esirlerinin haberleşmeleri üzerinde uygulanan kısıtlamalar konusunda açıklamalar yapmıştır. Türk esirlerin yazışmalarında çok farklı bir durumlar gözlemlenmişti. Yetkili makamların yazışmalarında savaş esirlerinin aylık olarak sınırsız uzunlukta iki mektup yazmalarına izin verildiği belirtilmiş, oysaki alınan karar gereğince mektupların yalnızca iki sayfa olabileceği düzenlenmişti. Çok sayıda kampta bu kurala uyulmamıştır. Uygulama esirlere pek de hoşgörülü davranılmamıştı. İkincisi yazışmaların naklindeki gecikmeydi. Bu konudaki şikayetler neredeyse evrenseldi. Buna rağmen bu zorluklar yeni değildi ve İngiltere Hükûmeti bu sorunlarla yeterli düzeyde mücadele ettiğini iddia ediyordu. Bu sadece mektupların nakline ilişkin bir konu değil, aynı zamanda genel şikâyet konusu olan paketleri ve para havalelerini de ilgilendirmekteydi.[205]

Londra Hindistan Ofisi 24 Ocak 1916’da misilleme yapmak amacıyla Türk savaş esirlerinin haberleşmelerine uygulanan kısıtlamalara ilişkin Arap esirlerin haberleşmelerinin öncelikli olarak değerlendirilmesi gerektiğine vurgu yapılmıştır. Araplar ve Türkler arasında öncelikle dil, daha sonra ikamet temelinde kesin bir ayrım yapılabileceği anlatılmıştır. Çok az sayıda Türk, Arapça bilmekte ve yine çok az sayıda Arap da Türkçe bilmektedir. Bu sebeple şüpheli durumlarda esirin ait olduğu vilayet veya semt bir başka güvenilir ölçüt olacaktır. İngiltere Hükûmeti, alınan kararla önce Mısırlı savaş esirlerinin, Türk savaş esirlerinin haberleşmelerine uygulanan sınırlamalardan muaf tutulduğu gerekli yerlere bildirmiştir. 25 Şubat 1916 tarihinde ilan edilen bir başka kararla da Askeri İdare Kurulu Talimatı gereği Savaş Merkezi tarafından Türk savaş esirlerinin haberleşmeleri için uygulanan özel kısıtlamaların tüm Arap savaş esirleri için uygulanmayacağı ilan edilmiştir.[206]

7 Nisan 1916’da İstanbul Hükûmetinin İngiliz savaş esirlerinin her birine dört posta kartı ve iki mektup yazmalarına izin verileceği bilgisi, İngiliz Dışişleri Bakanlığına tekrar iletmiştir. İngiltere Hükûmeti cevap olarak Osmanlı Hükûmetinden bir teminat alınması durumunda İngiltere Hükûmetinin denetimleri altındaki Türk savaş esirlerinin her ay dört kart ve iki mektup yazabilmeleri ve benzer miktarda haber alabilmeleri için gerekli talimatları verme düşüncesinde olduğunu iletmiştir. Londra Savaş Merkezi kısa süre sonra 15 Nisan 1916’da da Osmanlı Hükûmetinden sağlanan teminatın karşılığı olarak Türk savaş esirlerinin her birinin haftalık iki sayfalık bir mektup yazmalarına izin veren talimatı yayınlamaya hazır olduğu söylemiştir. İngilizler bir jest olarak Türklerin teklifinden açık bir şekilde daha az cömert olmayan bir ayarlama yaptıklarını iddia etmiştir.2020 [207]

İngiltere Hükûmeti, Osmanlı Hükûmetinin sürekli olarak esirlerin yazışmalarına getirilen sınırlamalardan şikâyet etmesi ve misli ile mukabele edilerek karşılık verileceğini söylemesini konusunda Osmanlı Hükûmetini suçlamıştır. Türk savaş esirlerinin mektuplarının ulaşması ile ilgili var olan kısıtlanın Osmanlı Hükûmetinin İngiliz savaş esirlerinin mektuplara uyguladığı kısıtlamanın kaldırılacağına ilişkin vereceği garantiye kadar devam edeceğini bildirmiştir. Eğer Osmanlı Hükûmeti karşılıklılık ilkesi uyarınca bir garanti verirse İngiltere Hükûmeti de diğer savaş esirleri için olduğu gibi, Türk savaş esirleri için de her yönüyle aynı uygulamada bulunmaya her zaman için hazır durumdadır. Hâlihazırda diğer uyruklara mensup olan savaş esirlerinin haftalık iki sayfa uzunluğunda iki mektup yazmasına izin verilmekte olup kendilerinin alacakları mektuplarla ilgili olarak da sayı veya uzunluk yönünden herhangi bir kısıtlama söz konusu değildir.[208]

Londra Merkez Postanesi 22 Mayıs 1916’da İngiltere ile Türkiye arasında savaş esirlerinin haberleşmelerine ilişkin yapılan karşılıklı anlaşmaya dair uygulanacak kuralları ilan etmiştir. Buna göre taahhütlü mektupların hizmete dâhil edilmesinde bir engel bulunmamaktadır. Buna karşın İsviçre Postanesi bu tür mektupların iletilmesi görevini üstlenemeyeceğini belirtmiştir. Taahhütlü mektuplar, savaş esirlerine havale servisi şeklinde yapılan para gönderme işlemleri için gerekli görünmemektedir. İngiliz Posta Genel Müdürlüğü de bu kolaylığın sağlanmamış olması sonucunda savaş esirlerinin ya da ailelerinin kayda değer bir zorluğa maruz kalacaklarını düşünmemektedir. Savaş esirlerinin haberleşmelerine ilişkin çeşitli taraf ülkelerin yaptıkları anlaşmalar sonucu İsviçre Postanesi ağır iş yükü üstlenmiştir. Bu bakımından, İngiliz Posta Genel Müdürlüğü Türkiye ile taahhütlü mektupların değişim konusunda varılan mutabakata rağmen İsviçre Postanesine bu konuda baskı yapmamayı tercih edecektir.[209]

Osmanlı Devleti’nin posta paketlerini göndermeye maddi imkânın yetersiz olduğu bir gerçektir. Bu sebeple Osmanlı Devleti 4 Temmuz 1916’da esir mektuplarının fiyatları konusunda Bâbıali Hukuk Müşaviri’nin görüşüne başvurmuştur. Osmanlı Hükûmeti ile İngiliz Hükûmeti arasında savaş esirlerinin posta işlemleri hususunda hâsıl olan anlaşma gereğince iki taraf savaş esirlerinin aileleriyle posta havalesi ve ödemeli posta paketleri müstesna olmak üzere adi, taahhütlü ve kıymet konulmuş mektuplar ile adi, taahhütlü ve kıymetli posta paketlerin karşılıklı alınması işlemine İsviçre Posta İdaresi karışmayacaktı. İngiliz Hükûmeti taahhütlü mektupların karşılıklı olarak gönderilmesini kabul ettiğini beyan ettiği hâlde İsviçre Posta İdaresi bazı maddeleri istisna etmiştir. Hâlbuki iki taraf esirlerine ait mektupların karşılıklı ulaştırılması konusunda daha önceden anlaşmaya varılmıştı. İngiltere Hükûmeti savaş esirlerinin taahhütlü mektup göndermeleri hususuna itiraz etmemişti. Bern Uluslararası İttihat Kaleminden çok sayıda posta gelmesinden dolayı yaşanan yoğunluk sebebiyle adi ve kıymetsiz posta paketleri ile değer biçilmiş mektupların sevk ve gönderime muvafakat ederek Osmanlı İngiliz anlaşmasına dâhil bulunan taahhütlü mektuplarla sigortalı posta paketleri ve kolileri kabul etmemiş ve bunların sevk ve irsalinden imtina etmiştir. Yukarıda söylendiği üzere İngiltere Hükûmeti, İsviçre Hükûmeti nezdinde taahhütlü mektupların kabulü hususunda ısrar edemeyeceğini ifade etmiş, sigortalı paket ve kolileri ise tartışma dışı tutulmuştur. Savaş esirlerine ait posta işlemlerinde İsviçre İdaresi gücünün yettiği kadar aracılık edecek ve esirlerin yükünü mümkün olduğunda hafifletecektir. Diğer taraftan başka alternatifler aranmış, Hollanda gibi tarafsız devletin aracılığı ile gerçekleşmesi mümkün olup olmayacağı düşünülmüş ve Lahey Elçiliğine görüş sorulmuştur.[210] Hollanda Posta İdaresi savaş esirlerine ait olmak üzere Osmanlı Devleti ile İngiltere arasında gerçekleşecek adi veya taahhütlü yazışmaların nakline aracılık etmeye gönüllü olduğunu 13 Eylül 1916 tarihinde iki devlete iletmişti. [211]

İsviçre Genel Postanesi uluslararası düzeydeki bir iş yükünü tek başına yürütemeyeceğinden 1916 yılının başında çok büyük bir spor salonunu hizmete sokmuştur Burası asker postalarının devasa yığını için özel olarak düzenlenmiştir. Mumbai’de İngilizlerin elinde bulunan Türk savaş esirlerine gönderilen günlük 30-50 kadar vagon dolusu posta ile başa çıkmaya çalışılmaktadır. Bu postaların ulaştırılması için de posta vagonlarından oluşan uzun trenler kapıda beklemektedir.[212]

Temmuz 1916’da İngiliz ve Hindistan Hükûmetleri arasındaki yazışmalara dikkat edilirse Türkiye’deki İngiliz savaş esirlerinin yazışmalarına uygulanan kısıtlamalardan Türk sansür şubesinde yaşanan zorluklar gösterilmiştir. İngiltere Hükûmeti haberleşme konusunda Türk esirlere koşulsuz iznin verilmesini ve kısıtlamaların kaldırmasını muhtemel görmemektedir. Diğer yandan karşı taraftan benzer bir hamle talep edilmeksizin izinlerin verildiği Osmanlı Hükûmetine ilan edilirse bu izinlerin amacı şüpheli olacaktır. İngiltere Hükûmeti, Osmanlı Hükûmetine, kısıtlamalar ile ilgili mevcut düzenlemeler üzerinde değişiklik yapmaları yönünde baskı yapılmadıkça durumun değişmeyeceği kanaatindedir. 7 Ağustos 1916’da Dışişleri Bakanlığının, Birleşik Devletler Büyükelçiliği aracılığıyla elde ettiği bilgiye göre Türkiye’de alıkonulmakta olan İngiliz savaş esirlerinin gelecekte her hafta dört satırlık bir mektup yazmalarına izin verilecektir. Savaş esirlerine yurt dışından gelen mektuplar da dörtten fazla satır içermeyecek, daha uzun olan mektuplar ise teslim edilmeyecektir. Osmanlı yetkilileri tarafından bu şekilde benimsenen prosedür bakımından İngiltere Hükûmeti de İngiliz sömürgelerinde alıkonulmakta olan Türk savaş esirlerinin haberleşmeleri hususunda benzer sınırlamalar uygulamaya karar vermiştir. Kısa süre içerisinde İngiliz ve Türk savaş esirlerinin haberleşmelerine uygulanan sınırlamalara ilişkin beyanın Kızılay tarafından dile getirildiği ve doğru olmadığı anlaşılmıştır. Uzun süren anlaşmazlığa rağmen iki tarafın da esirlerini mağdur etmeme arzusu sonucu savaş esirlerinin haberleşmeleri konusunda uzlaşmaya varılmıştır. Varılan bu mutabakat 9 Ağustos

1916 tarihinde her iki taraf savaş esirlerine gelen ve onların gönderdiği mektupların uzunluğuna ilişkin tüm sınırlamaların kaldırıldığı ilan etmiştir.[213]

İngiltere Hükûmeti Türk savaş esirlere gösterdikleri iyi niyetli muamelenin Osmanlı Hükûmetince verilecek garanti ile mümkün olduğunu hatırlatarak İngiliz savaş esirlerine gönderilecek uzun mektuplara müsaade edilmesiyle ancak bunun mümkün olduğunu açıklamıştır. Aksi takdirde İngiltere Hükûmeti, hali hazırda gösterdiği iyi niyetli yaklaşımı göstermeyip eskiden olduğu gibi bazı sınırlama ve kısıtlamalara gideceğini söyleyerek Osmanlı Hükûmetini tehdit etmekten de geri durmamıştır.[214]

Osmanlı Hükûmeti 11 Aralık 1916’da Türkiye’deki savaş esirlerinin, Noel için bir kereye mahsus olmak üzere ailelerine ve arkadaşlarına uzun mektuplar yazmalarına izin verdiğini ilan etmiştir. İstanbul Hükûmeti karşılıklılık ilkesinin bir gereği olarak İslami tatillerde aynı ayrıcalığın Türk esirler için de tanınmasını talep etmiştir.[215]

İngiliz ve Osmanlı esirlerine ait yazışmaların çeşidine göre uygulanacak muamele ve bu yazışmaların yerlerine ulaştırılmasında posta işlemlerini üstlenecek ülkeler hakkında karşılıklı yazışmalar 1917 yılının başında yapılmıştı. Yukarıda açıklandığı gibi İngiltere Hükûmeti Osmanlı Hükûmetinin teklifini kabul ederek Türk ve İngiliz savaş esirlerinin taahhütlü mektuplarının Hollanda Posta İdaresi üzerinden karşılıklı iletimini kabul etmektedir. Adi mektupların ve paketlerin ise eskiden olduğu gibi İsviçre yoluyla sahiplerine gönderilmesine karar verilmişti. Mısır’daki Osmanlı esirleri tarafından gönderilen mektuplar eskiden olduğu gibi İngiltere’den geçmeksizin doğrudan doğruya İsviçre yoluyla Türkiye’ye gönderilecektir.[216]

Nisan 1917’ye gelindiğinde halen iki devlet arasında gönderiler üzerindeki var olan kısıtlamaların sorun olduğu yazışmalara yansımaktadır.[217] Her iki Hükûmet sınırlamaların kaldırılmadığı durumda ellerinde bulunan esirlerinin yazışmalarıyla ilgili durumu tekrar düşünmek zorunda kalacağını dile getirmişlerdir. Osmanlı Devleti tüm bu iddiaları reddederek İngiliz savaş esirlerine her ay dört posta kartı ve limitsiz uzunlukta iki mektup gönderme izni verdiklerini bu nedenle İngiltere Hükûmetinin iddiasının aksine mektupların altı satırla kısıtlandığı iddiasının doğru olmadığını ileri sürmüştür. Osmanlı Hükûmeti de İngiltere Hükûmetini suçlayarak Türk savaş esirlerin yazışmalarına kısıtlama koymaya devam ederlerse İngiliz savaş esirleri için benzer kısıtlamalar koymak zorunda kalacağını ifade etmiştir. Her iki devlet bir kere daha yazışmalar üzerindeki tüm kısıtlamaların kaldırıldığını beyan ettikten sonra Babıali’ye bir heyetin gönderilip konunun araştırılması istenmiştir. 13 Ekim 1917’de İngiliz ve Türk savaş esirlerinin yazışmalarıyla ilgili İstanbul’daki Hollanda temsilciliği Osmanlı Hükûmeti tarafından İngiliz savaş esirlerinin mektuplarının dört satırla kısıtlanması durumunu rapor olarak sunmuştur. Türk savaş esirlerinin yazışmalarına ilişkin yürürlükte olan düzenlemeler diğer tüm ulusların savaş esirlerine birebir aynı olduğu şekildedir. Sınırsız uzunlukta ve sınırsız sayıda mektup alımı ile nispeten yeni başlanan ve bedelsiz olarak verilen özel biçimli yazma kâğıdı üzerine haftada 2 mektup yazma hakkı tüm esirlere verilmiştir. Bu kâğıt 27x15 cm boyutundadır ve üzerinde 23 çizgi bulunmaktadır. Osmanlı esirine ücretsiz verilen mektup kâğıtlarından iki örneği Hollanda Elçiliği tarafından 26 Aralık 1917’de Osmanlı Hükûmetine de gönderilmiştir. İngiliz Albay Charles J. Coventry, 30 Eylül 1917 tarihinde Van Bommel ‘e yazdığı mektupta bizzat Enver Paşa’nın İngiliz esirlerin mektuplarına kısıtlama koyduğundan şikâyet etmiştir. Albay hiçbir mektubun veya posta kartının dört satırdan uzun olmaması gerektiğini söyleyen bir mektup almış ve bunun üzerinde esirlere yazılan mektupların geri geldiğini iddia etmiştir. İngiltere Hükûmeti, İngiliz esirlerinden bir aydan fazla süredir haber almadığını, genel olarak mektuplarının eve ulaşmasının 6 ile 8 hafta arası sürdüğünü, sonrasında mektupların ağır bir şekilde bilinmeyen nedenlerle tamamının sansürlendiğini ve eğitim kitaplarına dahi el konulduğunu iddia etmiştir. İngilizlere göre Türkler her zaman misilleme yapmakta ve hatta bu konuda en iyisini yapmaktadır. Bu şartlar altında İngiliz albay, Hollandalı temsilciliğinden esirlere muamele ile ilgili Osmanlı Hükûmetine kendi vatandaşlarına davrandığı şekilde davranması konusunda ısrarcı olunmasını istemiştir.[218]

1917 yılına gelindiğinde para havaleleri konusunda İsviçre Postanesi’nin işleyişi konusunda mutabakata varıldığı görülmektedir. Ağustos 1917’e kadar Türkiye’deki İngiliz savaş esirlerine yapılan para havalelerinin ulaşmadığına dair yönündeki şikayetler alınmıştı. Bunun üzerine İngilizler Posta Bakanlığı yeni sistemi hayata geçirmek İsviçre Postanesinden gerekli adımların atılması talep edilmişti. Savaş Esirleri Bilgi Bürosu Müdürlüğünden İngilizlerin elindeki Türk savaş esirlerinin alıkonulduğu kampların komutanlarına gerekli talimatların da yapılması kararlaştırılmıştı. Londra Hindistan Ofisi de 20 Eylül 1917’de Türk savaş esirlerine yapılan para havalelerine ilişkin Hindistan Hükûmeti bir rapor hazırlamıştı. Bununla tüm işlemlerinin İsviçre posta yetkilileri ile yapılması amaçlanmıştı. Osmanlı Hükûmeti ile yapılan anlaşma yalnızca İngiltere ve Türkiye’deki esirlere yapılan para havaleleri için geçerliydi. Türk esirler için yapılan havalelerin büyük bir kısmı İsviçre bankaları ve Kızılhaç tarafından yapılmıştı ve para havalelerinin Türkiye’den veya İsviçre’den çıkmış olması fark etmeksizin bu havalelere ilişkin makbuzların gerekli olmadığı İsviçre Postanesinden teyit edilmişti. Hindistan Hükûmetinin 3 Ağustos tarihli raporunun ekinde gönderilen bazı makbuzlar Mezopotamya’dan yapılan havalelere ilişkindi. Türkiye’den Hindistan’daki Türk esirlere yapılan para havaleleri İsviçre     Postanesi ve Londra Para Havale Şubesi aracılığıyla

gerçekleştirilecekti. Bunun için Para Havale Şubesinde bir makbuz formu

hazırlanacaktı. Usulüne göre imzalanmış olan makbuz, Para Havale Şubesine, geri dönüşünün talep edileceği kapsayıcı bir mektupla birlikte gönderilecekti. Hindistan’da makbuz hazırlamak yerine Londra’da hazırlanan makbuzlar kullanılacaktı. Makbuzlarının Londra’da hazırlanmadığı havaleler konusunda makbuzlar gerekli olmayacaktı. Kara Kuvvetlerinden alınan 23 Ağustos tarihli telgrafta İsviçre Postanesi, Hindistan’daki bir savaş esirine ödenecek her paranın gerçek göndericisinin isim ve adresini belirtmesini talep edecekti. Göndericinin isimleri her zaman Hindistan’a sevk edilmek üzere Londra’da hazırlanan listelere kaydedilmişti. Makbuzun gerekli olduğu havaleler Londra’dan gönderilen makbuz formunda gösterilmişti. Göndericinin ve dağıtım ofisinin adı, kural olarak Hindistan Postanesinin alıcıyı tespit edebilmesi için yeterli görülmüştü. İsviçre Postanesi tarafından üstlenilmiş olan makbuzların değişimi konusundaki Hindistan Postanesi açısından bir zorluk söz konusu olmadığı müddetçe göndericinin tam adresini de 822

girmesi talep edilmişti. Uygulamada ise İsviçre bankaları tarafından yapılan havaleler konusunda zorluklar ortaya çıkmıştı. Türkiye’den Hindistan’daki savaş esirlerine İsviçre’deki resmi olmayan bir aracı ile yapılan havalelerde göndericilerin isimleri ve adresleri, İsviçre Postanesi tarafından bilinememekteydi. Hindistan Hükûmeti tarafından iletilen makbuzların imha edildiği önceki raporlarda görülmektedir. Bunun çözümü olarak Hindistan Posta ve Telgraf Genel Müdürlüğü, makbuzların doğrudan Hindistan’dan Londra Para Havale Şubesine gönderilmesini tavsiye etmiştir.[219]

Türklere yapılan savaş esiri havale makbuzları konusunda Askeri İdare Kurulu da bazı talimatlar vermişti. İki Hükûmeti ile varılan anlaşmaya göre Türkiye’den İngilizlerin elindeki Türk savaş esirlerine ve İngiltere topraklarından Türklerin elindeki İngiliz savaş esirlerine yapılan para havalelerinin makbuzları, alıcılardan temin edilecek ve sırasıyla İngiltere ve Türk Hükûmetlerine iletilecekti. Türk savaş esirlerine yapılan havalelere mümkün olduğu müddetçe başka prosedür uygulanmayacaktı. İlk olarak eğer Türk esir, İngiltere veya Selanik’teki bir kampta alıkonulmakta ise para havalesinin ayrıntılarını gösteren, Londra Para Havale Şubesinde hazırlanan özel bir makbuz şekli kullanılacaktı. Londra Para Havale Şubesi Müfettişliğine geri gönderilecek olan makbuza alıcının imza atması kamp komutanınca sağlanacaktı. İkinci olarak eğer esir, Hindistan, Burma, Kıbrıs, Malta veya bir başka İngiltere sömürgesindeki bir kampta alıkonulmakta ise başka bir prosedür uygulanacaktı. Varış yerinin posta bakanı ve kampların komutanı para havalesinin alıcısının makbuza imza atmasını sağlayacaktı.[220]

Osmanlı Hükûmetini misilleme yapmakla suçlarken asıl misilleme yapan ülkenin İngiltere olduğu Suphi Bey’in ailesine yazdığı mektuplarda açıkça görülmektedir. Suphi Bey, 2 Mayıs 1916 tarihinde eşine yazdığı mektupta sonradan getirilen bir usule göre dört satırdan fazla yazılmış mektupların sahiplerine verilmeyeceğini ve bundan önce yazdığı gibi, mektuplarınız dört satırdan fazla olmasını istemiştir.[221]

Osmanlı ve İngiliz esirlerin taahhütlü mektuplarının kapalı posta torbalarında transit geçişi için Osmanlı Hükûmeti tarafından yapılan teklif Almanya ve Bulgaristan tarafından kabul edilmiş fakat Avusturya-Macaristan tarafından reddedilmiştir. Avusturya-Macaristan Osmanlı Devleti’nde esir bulunan İngiliz savaş esirlerinin taahhütlü mektuplarının İngiltere’de ikamet eden ailelerine ulaştırılmasını, İngiltere’de bulunan Osmanlı savaş esirlerinin mektuplarının da Osmanlı İmparatorluğu’nda ikamet eden ailelerine ulaştırılmasını, postaların monarşi topraklarından geçeceğini ileri sürerek yerine getiremeyeceğini bildirmiştir. Osmanlı Devleti ise monarşi topraklarında bulunan savaş esirlerinin mektup alış-verişine izin verilmemesinin nedenini anlayamamıştır. Söz konusu mektupların herhangi bir amaçla kötüye kullanılacağı kanısı varsa bu suiistimal değişik yollarla önlenebilecektir. Örneğin her esire on beş günde bir kez taahhütlü mektup gönderme izni verilebilir. Ancak söz konusu mektupların özel bir kişiye gönderilmediği sürece monarşi toprakları içinde veya monarşi toprakları dışında naklin engellenmesinde bir zorunluluk yoktur. Zira bu mektuplar sadece taşınmaktadırlar. Casusluk açısından da Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun zarar göreceği bir durum söz konusu olmayacaktır. Mektubu yazan ve alanlar, yabancı devletlerde olduğu için Avusturya- Macaristan toprakları ile ilgili güncel bir bilgiye sahip değillerdir. Bununla birlikte gerekli gördüğü takdirde, askeri otoriteler bu yazışmaları denetlemekte özgürdür. Hollanda ve Osmanlı İmparatorluğu arasında yukarıda sözü geçen transfere izin vermeyen tek devlet, Avusturya-Macaristan olması sebebiyle Osmanlı Devleti aracı devletlerden bir çözüm bulunmasını istemiştir.[222]

1918 Mütareke sonrası posta işlemlerinde bazı değişikler olmuştur. Hariciye Nezaretine İngiltere Fevkalâde Komiserliğinden gelen Nisan 1919 tarihli yazıda Osmanlı savaş esirlerinin ailelerine taahhütlü mektup gönderilmesine bir mâni olmayıp ailelerinin taahhütlü mektup göndermesine müsaade edilmeyeceği Osmanlı Hükûmetine iletilmiştir. Konu hakkında bilgi Posta ve Telgraf ve Telefon Müdüriyetine iletilmiştir. Haziran 1919’da Osmanlı Devleti ile İngiltere arasında karşılıklı olarak değiştirilecek adi ve taahhütlü yazışmaların transit geçişine Hollanda, Almanya ve Bulgaristan Hükûmetlerinin muvafakatleri tekrar istenmiş, savaş esirlerinin ailelerine taahhütlü mektup göndermelerine İngiliz Hükûmetince müsaade edilmesi için tekrar teşebbüsler başlanmıştır.[223]

İngiltere, 1920 yılının ortasına gelindiğinde mektuplar konusunda üzerindeki her türlü sorumluluğu atmaya çalışmaktaydı. Elinde bulunan ve savaş esirleri tarafından yazılan veya bu esirlere gönderilen mektupları, 1 Mayıs 1920’de Savaş Esirleri İstihbarat Bürosu haberleşme ve sair posta muamelesinde aracılık yapamayacağını bildirerek Kızılaya iade etmiştir.[224] İki devlet arasında her türlü yazışmaların gönderilmesi savaş boyunca sürmüş kimi zaman çözüldüğü sanılan sorunlar tekrar ortaya çıkmıştır. Bunda 1916 ve 1917’de haberleşmede çözülen sorunların 1918’de Osmanlı Devleti’nin savaştan yenik çıkması önemli rol oynamış ve İngiltere galip devlet olmanın verdiği güç ve Osmanlı’da kalan esir sayısının azlığı sebebiyle anlaşmaya yanaşmamaktadır.

Savaş sürecince iki devlet arasında haberleşme açısından bir başka sorun da ulaşmayan veya iade edilen mektuplar olmuştur. Mektupların ulaşmamasında en büyük sorunlardan birisi Posta Müdürlüklerinin çok sayıda gönderi nedeniyle yetersiz kalmasıdır. Bu konuda İstanbul’daki Hollanda diplomatik temsilcisinin İngiltere adına yaptığı çalışmalarda önemli sonuca ulaşılmıştır. Temsilci Türk esirlerinin bulunduğu kamplara, esirlerin ulaştırılmayan paketlerini araştırmak için dedektifler göndermiştir. Dedektifler, Eylül 1918’e kadar İstanbul’da Kızılay tarafından tutulan 3000 paketi incelemeye almıştır.[225] Bu sorunun çözümü için karşılıklı olarak ülkelerin elinde bulunan esirlere posta vasıtasıyla gönderilen ve herhangi bir sebep ile yerine ulaşmayan mektupların bu kişilerin tabiiyetine mensup diğer harp esirleri ile birlikte verilmesi ve dağıtılmasında mutabakata varılmıştır.[226]

5.6                        Türk Esirlere Karşı Yapılan Menfi Propagandalar

İngilizler savaş süresince cephelerdeki üstünlüğünü dünya kamuoyuna duyurmak, cephede kendilerine karşı çarpışan askerin cesaretini kırarak teslim olmasını sağlamak, kamplardaki esirlerin moralini bozmak ve esirlere İngiliz politikalarını kabul ettirmek amacıyla değişik propaganda faaliyetleri yürütmüşlerdi.

Cephedeki askerlerin savaşmadan teslim olmalarını sağlamak için siperlere pek çok beyanname atılmıştır. Bu beyannamelerde, teslim oldukları takdirde kendilerine bir şey yapılmayacağı ve tüm yiyecek ve giyecek ihtiyaçlarının karşılanacağı yazılmıştır. İngilizler kamplarda, teslim alınmış veya teslim olmuş esirlere daha farklı davranmıştır. Bir taraftan Osmanlı Devleti’nin cephelerde çok büyük kayıplar verdiğini duyurarak esirlerin moralini bozmuş, diğer taraftan esirlere kendi politikalarını kabul ettirmeye çalışmıştır. İngilizler kendi politikalarını esirlere kabul ettirmekteki en büyük amacı ise esirlerin ülkelerine döndükten sonra Anadolu Hareketi’ne katılmalarını engellemekti. Bu amaçla kamplarda misyonerlik faaliyetlerinden de geri durmayacaklardır.

5.6.1                        Kamplarda Esirlere Yönelik Propaganda Faaliyetleri

İngilizlerin esirler üzerindeki propaganda faaliyetleri her daim devam etmiştir. Kamplarda Osmanlı esirlerine yönelik birincil faaliyetleri esirlerin moralini bozmak olmuştur. Bu amaçla Türkler aleyhine yayın yapan gazeteler ve Osmanlı Devleti’nin başarısızlıklarını anlatan bildiriler kamplarda dağıtılmıştır. Örneğin Türkler aleyhine yayın yapan gazetelerden birisi olan El-Ahram’ın nüshaları kamplarda sokularak esirlerin psikolojilerinin bozulması amaçlanmıştır.2040 [227] Kamp yöneticileri her gün kara tahtaya savaşla ilgili olarak İstanbul’un işgal edildiği, İtalyanların Konya’ya geldiği, Fransızların Hatay’ı, Maraş’ı ve Adana’yı aldıkları gibi ajansları yazarak halihazırda tüm ümitlerini yitiren Türk esirlerinin daha da moralini bozmayı hedeflemişler ve bu hususta da başarılı olmuşlardır. Özellikle Yunanlıların İzmir’i işgali esirleri son derece üzmüştür. Tüm bu olumsuzluklardan etkilenen esirlerin bazıları kaçmayı başarmış, buna karşılık tedbirler artırılmış ve kamp demirden bir hapishaneye çevrilmiştir.[228]

İngilizler Anadolu Hareketi’nden ve onun başarısından her zaman rahatsız olmuş ve kamplarda bunu göstermekten çekinmemiş ve bu amaçla Anadolu’da gerçekleşen Millî Mücadele’ye karşı iyi organize edilmiş bir şekilde propaganda faaliyetleri yürütmüştür. Gerek gazetelerden gerekse İngiliz askerlerden Anadolu’daki Millî Mücadele’nin başarılı çalışmaları hakkında alınan haberler sonrası Türk esirlerinin morali biraz da olsa düzelmiştir. Zafer öncesi bir İngiliz görevliye söz söyleyemeyen esirler artık daha dik durmaya ve düşmana karşı kendi hukukunu korumaktan çekinmemeye başlamıştır. Türk esirlere güven ve cesaret gelmiştir. İngilizler Türk esirlerinde bu değişim karşısında endişelenerek önce gazetelerin kampa girmesini yasaklamaya çalışmış fakat bunda başarılı olamamıştır. Propaganda konusunda çok yetenekli olan İngilizler, Türklerin bu sevinçli hallerinden rahatsız olmuştur. Bunun üzerine “Bildiklerimiz” adlı bir beyanname yayımlayarak bunu kamp tellerine asmış, esirlere okutulmasını tavsiye etmiş ve hatta tel çavuşlarına paralar vererek ricalarda bulunmuştur. Propaganda yolu ile esirlerin fikirlerini değiştirmeye çalışan İngilizler bu konuda pek başarılı olamamıştır. Hatta başarısızlığa uğrayan İngilizlere karşı esirlerde nefret duygusu daha da artmıştır.[229]

Amaçları esirlerin birlikteliğini bozmak ve Anadolu Hareketi’ne karşı esirlere menfi duygular aşılamak olan İngilizler bu amaçla Hazreti Muhammed’in türbedarı olan Şeyh Ahmed dâhil pek çok şeyhin imzaladığı fetvaları dağıtmıştır. İngilizlerin emriyle yayınlanan fetvada halifeliğe ve padişaha itaatten bahsedilmiştir. Fetvada Şeyh Ahmed’in Türklerin Almanlar ile birlikte olmasından ve Müslümanların durumlarından etkilenerek peygamberin türbesinde gece istihareye yattığı yazılmıştır. Şeyh Ahmed rüyasında peygamberi gördüğünü, kendisine yeryüzündeki Müslümanların durumun çok kötü olduğunu ve acilen tüm Müslümanları uyarması gerektiğini aksi takdirde ahirette şefaat etmeyeceğini iddia etmiştir. Mustafa Kemal taraftarlığı ile bilinen Nureddin Peker, Şeyh Ahmed’in vasiyetnamesini esirlere dağıtmamış ve yakmıştır.[230]

İngilizler özellikle propaganda faaliyetleri ile esirlerin ülkelerine döndükten sonra Anadolu Hareketi’ne katılmalarını engellemek istemiştir. Bunun için Mustafa Kemal Paşa’nın idamı hakkında verilen fetva esir kampına dağıtılmış ve İngiliz komutan Ermeni tercüman vasıtasıyla tüm esirlere duyurmuştur. Ayrıca Rum ve Ermeni tercümanlar tarafından hazırlanan gazete büyüklüğünde bir bildiri ilan olarak asılmıştır. Bu bildiride Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu halkına üzüntü ve sıkıntıdan başka bir şey vermediği, yakalanıp cezalandırılması için özel güvenlik gücü kurulduğu yazılmıştır. Ayrı bir bildiride ise Mustafa Kemal Paşa’ya para ve büyük bir malikâne önerildiği, kendisinin nankörlük ederek bunu kabul etmediği yazılmıştır. Bu fetvaların kampta çıkaracağı fitneye karşı esirlerden bilinçli olanlar gerekli tedbirleri almıştır. Nureddin Peker ve arkadaşları esirler arasında hilafet taraftarı olanları bildiklerinden ve bu fetvanın esirler arasında ikilik çıkaracağını düşündüklerinden fetvayı ekmek fırında yakmışlar ve esirlere ulaşmasını engellemişlerdir. Durumu öğrenen İngilizler hemen Nureddin Peker’i sorguya almıştır. Çavuşların her ne kadar olayı kendi yaptıklarını söylese de her şeyin farkında olan Ermeni tercüman durumu bildiren raporu yetkililere sunmuştur. Nureddin Peker fetvayı yaktığını itiraf etmek zorunda kalmış ve yalana başvurmuştur. İslam dinine göre ayet, hadis gibi kutsal olan şeylerin dine göre muşambaya sarılı olması gerektiğini, göbekten yukarı tutulmasının zorunlu olduğunu, bu sebeple fetvayı esirler okuduktan sonra yaktığını, fetvada yazılı olan bilgilerin esirlere ulaştırıldığını mahkemede söylemiş, Türk ve İngiliz çavuşlar da Nureddin Peker lehine şahitlik yapmıştır. Özellikle İngiliz çavuşlar T.E. Keane ve Dunston Travzdel’in ifadeleri Nureddin Peker’i mahkemede kurtarmıştır. Hatta kendisi gibi başçavuş olan Keane mahkeme öncesi yazılı ifadesini Peker’e vermiştir. İfadesinde Nureddin Peker’in çok iyi bir insan olduğunu, tüm arkadaşlarına yardım ettiğini ve kendisinin sık sık onunla görüşmek istediğini yazmıştır. Nureddin Peker’in verdiği ifadenin doğruluğu Mezopotamya kadılığından sorulmuş, gelen cevabın lehine olması sebebiyle mahkemede beraat etmiştir.[231]

İngilizlerin propagandası esaret boyunca kesintisiz sürmüştür. Özellikle Kuva-yı Milliye hakkında kötüleyici ve aşağılayıcı ifadeler kullanılmış ve Mustafa Kemal Paşa’nın padişaha isyan ettiği ve rütbelerinin alınarak idama mahkûm olduğu dile getirilmiştir. Mustafa Kemal Paşa kuvvetlerinin Maraş ve Antep’e doğru gittikleri, oralarda yağmalamalarda bulundukları, masum insanları öldürdükleri ve Anadolu’da meydana gelen bu anarşi ve isyanları bastırmak için Yunan ordusunun muntazam kıtalar halince Alaşehir ve Bursa istikametlerinde ilerledikleri propagandalarında dile getirmiştir. Tüm bu haberlerden sonra kampta düzenlenen ne konferanslar ne de Temsil Heyetince verilen müsamereler esirlere cazip gelmiş ve 2044 hepsinin morali bozulmuştur. Her yere “Öl ama teslim olma.” yazılmıştır. Tevfik Fikret’in şiirleri okunarak istilacıların yaptıkları telin edilmiş ve Kuva-yı Milliye hareketine manen de olsa destek verilmiştir. Bu yazılan şiirlerden birisi şu şekildedir:2045 [232]

Kes, kopar, ez, yak, yık!

Ne aman ver, ne ah işit, ne yazık!

Sönsün evler, sürünsün aileler,

Kalmasın hırpalanmadık bir yer!

Her ocak benzesin mezar taşına

Damlar insin yetimlerin başına

Bu ne vicdan garaz ne şüphe ne ar

Yere geç satvetinle ey serdar!

İngilizler kamplarda propaganda amaçlı misyonerlik faaliyetleri de yapmışlardır. Bağdat kampının içinde ve Irak çevresinde İngiliz Protestan papazları ve misyonerleri esirlere her yerde dinlerini anlatmış ve değişik faaliyetler düzenlemiştir. Arap harfleri ile yazılmış Türkçe İnciller esirlere dağıtılmış ve esirler arsında Hristiyanlık yayılmak istenmiştir.[233]

İngilizler çok sık olmasa da esirleri eğlendirmek bahanesiyle oyunlar oynayarak da propaganda faaliyetlerinden geri durmamıştır. Bellary kampında yaşananlar, bu tür faaliyetlere örnek gösterilebilir. Oyunda en önde aksakallı uzun boylu bir Amerikalı, hemen arkasında iri, şişman ve şapkalı İngiliz, onun arkasında nazik ve kibar bir Fransız ve onun da ardında bir İtalyan bulunuyordu. Bunların hepsinin ortak özelliği çok dinç olmalarıydı. Diğer ülkeler ise o günkü durumlarına göre tasvir edilmiştir. Beşinci sırada ayı postuna sarılmış Rusya yürürken geriye bakmış, sağ tarafına yuvarlanmış, kalkarken tekrar yuvarlanmış ve kalkamayarak olduğu yere yığılmıştır. Almanya yürürken düşmüş, ayağındaki ağrı yüzünden yürümekte zorlanmış, toparlayarak ümitsizce ve haince etrafına bakarak uzaklaşmıştır. Avusturya aniden kolları kırılarak yere düşmüştür. Osmanlı Devleti başında fes olan bir Türk askeri kıyafetiyle yürüyüşe başlarken diz çöktürülmüştür. Yürümeye devam eden Türk can sıkıntısından güçsüz bir halde yere düşmüş, biraz nefes aldıktan sonra tekrar güçlükle yürümeye devam edebilmiştir. Bulgar yürüyüşü sırasında birden arkası üstü düşmüş ve oturduğu yerde düşünmeye başlamıştır. Belçika, Romanya, Sırbistan ve Karadağ aniden yuvarlanmış ve yorgun bir halde ayağa kalkmışlardır. İspanya derin düşünceler halinde bu devletlere bakmaktadır. Yunanistan başını aşağıya eğmiş, ellerini göbek hizasında bağlamış, cansız yürürken yorulmuş, İngiliz ve Fransız’ın kendilerine söyledikleri bir söz yüzünden mutlu olmuş ve gülmeye başlamıştır. Oyunlar ardından mızıkalar çalınmış ve milli marş söylenmiştir.[234]

İngilizler Türk esirlerden kandırdıklarını kendi politikaları için kullanmışlar ve Türk askerlerinin morallerini bozmaya çalışmışlardır. Kayserili Said isminde bir onbaşı birkaç arkadaşı ile beraber komutanın yanına gitmiş, Türklerden bıktığını ve kendisinin isteyerek esir düştüğünü söyleyerek elindeki birkaç lirasını da komutanlığa teslim etmişti. Üstelik bu kişi cephede cesaretle savaşmış ve şerefiyle esir düşmüştü. Bu duruma birkaç asker daha meyletmişse de nasihat ile bu davranışlarından vazgeçirilmişti. Ayrıca 15 kadar Rumelili esir er de İngilizlere iltica etmiş, kamp dışında İngilizlere hizmet etmiştir. Mülteci olan bu Rumelili erler diğer esirlere de propaganda yapmış, arkadaşlarının kendileri gibi İngilizlere iltica etmelerimi tavsiye etmiş, Türk askerleri ise o tarafa meyletmemiştir.[235]

Özellikle Mısır ve İstanbul’daki İngiliz yöneticiler gözaltında tuttukları savaş esirlerini eğiterek savaş sonrası Osmanlı Devleti topraklarında oluşturulacak jandarmada kullanmayı amaçlamıştır. Mısır bulunan yaklaşık 100.000 savaş esirleri arasından seçilecek kişiler ile Türk jandarmasının gücünün artırılması İngiltere Hükûmeti ile İstanbul ve Mısır yöneticileri arasında tartışılmıştır. Amiral Webb, Anadolu’nun değişik yerlerinde hizmet verecek ve savaştan sonra da Türklere kalacak olan iyi bir jandarma gücünün oluşturulması için eşsiz bir fırsat doğduğu düşüncesini 29 Mart 1919 tarihinde çektiği telgraf ile İngiltere Hükûmetindeki yetkililere bildirmiştir. Webb’e göre bu esirler İngiliz görevliler tarafından kısmen de olsa disipline edilmiştir. Dahası bu insanlar kendi yerel vahşiliklerinin bir kısmından kurtulmuş durumdadır ve muhtemelen İngiltere’nin kuralları ve adaletine ilişkin bir fikir edinmişlerdir. Ülke halkına sağlanacak olan maddi faydanın dışında, Anadolu’daki siyasi sakinlik, idari etkinlik ve ticari hayatın büyük oranda düzeninin sağlanması jandarmanın gücüne bağlı olacaktır. Zamanı geldiğinde, yukarıda bahsedilen şekilde yetiştirilen ve eğitilen Türk askerleri kendi devletlerine ve İngiliz politikalarına faydalı bir etkide bulunmakta zorlanmayacaktır. Dışişleri Bakanlığı bu teklife 10 Nisan tarihinde hazırladığı bir rapor ile cevap vermiştir. Raporda jandarmada görevlendirilecek Türk esirleri konusu ele alınmış ve hali hazırda askeri politikanın kapsamı dışında değerlendirilmesi gerektiğini söylenmiştir. Rapora göre o günkü şartlarda Türkiye’nin herhangi bir bölümünün bir manda rejimi dışında bırakılıp bırakılmayacağı kesin değildir. Türkiye’nin belli bölümlerinde polis teşkilatının mandacılar tarafından yürütüleceği ve Türk egemen devletinin kendilerine bırakılan bölgelerde kendi jandarma gücünü oluşturacağı düşünülmektedir. Kısaca jandarma konusundaki öneri İngiltere Hükûmeti tarafından gerçekleştirilebilir görünmemiştir. Amiral Webb rapor hakkında tekrar kendi ve İstanbul’daki yetkililerin görüşlerini İngiltere Hükûmetine iletmiştir. Osmanlı Devleti’ne bırakılacak topraklarda hukukun ve düzenin devamından Osmanlı Hükûmetinin sorumlu tutulması planlanmakta ve bu amaçla yeterli personel ile çalışmalarına izin verilmesi gerekmektedir. Bu yapının asker yerine jandarmadan oluşması İngiliz politikaları açısından yararlı olacaktır. Jandarmanın gücü askere göre daha az olup ayrıca var olan şartlar altında asker alma işleminin gerçekleşmesi istenmemektedir. Jandarmadaki eksiklikler de hali hazırda Mısır’da bulunan Türk esirlerinden giderilecektir. Osmanlı Hükûmeti kendi içinde ümitsiz bir ikileme girmiştir. Bu yüzden hizmet etmek için ne kadar hazır olduklarını tespit etmek üzere Mısır’daki savaş esirleri arasında bir araştırmaya başlanması gerekmektedir. Osmanlı Hükûmetinden hukukun ve kamu düzeninin devam ettirmesi isteniyorsa ve bu jandarma ile sağlanacaksa, bu durum tek bir güç ile yabancı kontrolü altında olmalıdır. Mısır’dan Londra Savaş Merkezine 23 Ağustos 1919’da giden bir yazıda da Türkiye’nin bazı bölgelerinin güvenliğinin İngiliz kuvvetlerinin kontrolü altında Osmanlı Hükûmeti tarafından sağlaması zamanı geldiği anlatılmıştır. İngilizleri ve *

Fransızları terhis etmek suretiyle maliyeti azaltmak gerekmektedir. Mısır’daki savaş esirlerinden gönüllü olanların dışında 4 tabur oluşturabilecek sayı mevcut olup bunlardan birisi Kilikya’da, diğerlerinin ise Suriye ve Filistin’de istihdam edilmesi tavsiye edilmiştir.[236]

İngilizler propaganda faaliyetlerini sadece Türk askerlere değil Müslüman Hintli askerlerde karşı da yürütmüş ve Hintli Müslümanları Osmanlı Devleti’ne karşı kışkırtmışlardı. Şükrü Nail Soysal hatıratında buna yer vermiştir. Şükrü Nail Soysal teslim olmasının ardından sorgulamaya çekildiğinde Hintli askerlere teslim edilmiştir. İlk başta Hintlilerden korkan Şükrü Nail Bey daha sonra Müslüman olduğunu öğrenince rahatlamıştır. Şükrü Nail Bey, Türklerin de Hintliler gibi Müslüman olduğunu, neden kendilerinin İngilizlere hizmet ettiklerini sormuştur. Hintli başçavuş ise İngilizler tarafından kara propaganda yapıldığını anlatarak Türklerin artık Müslüman olmadıkları, Alman oldukları ve öldürülmesi gerektiği siyasetini Hintlilere karşı işlendiğini söylemiştir.[237]

5.6.2                        Cephede Savaşan Askere Yönelik Propaganda Faaliyetleri

İngilizler özellikle Çanakkale Muharebesi’nde Türk askerlerini savaştan soğutmak amacıyla cepheye çok sayıda beyannameler atmışlardı. Beyannamelerde genelde Osmanlı Devleti’nin cephelerde başarısız olduğu, Süveyş Kanalı’nda çok sayıda esir ve harp malzemesini geride bıraktığı, Kudüs’ün ve Filistin’in İngilizlerin eline geçtiği, Osmanlı Devleti’nin çok sayıda esir verdiği gibi cephedeki askerin moralini bozmaya yönelik bilgiler bulunmaktaydı. İtilaf Devletlerine ait uçaklar tarafından Çanakkale Kabatepe mıntıkasına atılan beyanname ve fotoğraflardan oluşan bir takım Kuzey Grup Kumandanlığınca Başkumandanlık Vekâletine 18 Haziran 1915’de gönderilmiştir. Bir çuval içinde atılan bu beyanname ve fotoğraflardan dosyalarda hıfz edilmek üzere bir iki takımı alıkonulup geri kalanlar yakılmıştır. Türk askerlerin morallerini bozmak, teslim olmaya ikna etmek amacıyla atılan beyannamelerde Maadi kampında bulunan esirlere ait fotoğraflar da bulunmaktadır. Kampta bulunan Osmanlı askerleri, rahat bir hayat yaşadıklarını, mutlu olduklarını arkadaşlarına hitaben yazdıkları mektuplarda anlatmış ve savaşı bırakıp teslim olmalarını tavsiye etmişlerdir.2051 [238] Aynı beyannameler cephenin başka bölgelerinden de toplanmıştır. 22 Ağustos 1915 tarihinde Kale-i Sultaniye Cephesi’ne (Çanakkale Çimenlik) askerlerin morallerini bozmak amacıyla atılan beyannamede teslim oldukları takdirde başlarına herhangi bir olay gelmeyeceği, hayatlarının güvence altında olduğu ve kendilerine çok iyi bakılacağı anlatılmıştır.[239]

Osmanlı Hükûmeti, atılan bu beyannameleri her ne kadar önemsemiyor görünse de beyannamelere karşı ciddi önlemler almaya çalışmış ve esirlerin savaşmadan teslim olmalarını engellemek istemiştir. Diğer taraftan kendisi de aynı taktiğe başvurmuş ve Müslüman Hintli askerlerin Osmanlı’ya sığınması için beyannameler hazırlayıp cephelere atmıştır. Osmanlı Hükûmetine göre beyannameler, Çanakkale ve Gelibolu’da kahramanca çarpışan Osmanlı askerlerini kandırmak fikriyle hiçbir şeyden utanmayan ve bütün işlerini yalan, yüzsüzlük ve utanmazlıklarla yapmak isteyen İtilaf Devletleri uçaklarından bir takım kâğıt parçalarıdır. Osmanlı askerleri için eğlence vesilesi olmaktan başka bir kıymete sahip olmayan beyannamelerde Türk askerlerinin savaşmadan silah bırakması amaçlanmıştır. Beyanname göre esirler Nil kenarında Kahire’den birkaç mil uzaklıkta Maadi adı verilen gayet düzenli ve rahat bir bahçede ikamet etmektedirler. Esirler bu kampta gayet rahat olup yaşadıkları geniş daire havadar ve elektrik ile aydınlanmaktadır. Her türlü sağlık şartları düşünülmüş olan bu yerlerde esirler ayrı ayrı yataklarda yatmaktadır. Esirlerin yedikleri yemeklere özen gösterilmekte, her bir esire ayrı ayrı tabaklar içinde yemekler verilmekte ve her gün sigara, sabun ve diğer tüm zaruri ihtiyaçları da karşılanmaktadır. Mısır’daki Sultan, başmabeyincisi aracılığıyla esirlere sigara, şekerleme ve hediyeler dağıtarak esirleri mutlu etmekte ve onurlandırmaktadır. Esirler kendi geleneklerine göre sazlar ve çalgıcılar tedarik ederek eğlenceler düzenlemekte ve zamanlarını eğlenerek geçirmektedir. Esirlere Mısırlı dostları tarafından saz, satranç gibi oyun takımları hediye edilmiştir. Esirler her gün müracaat eden kişiler tarafından ziyaret edilebilmektedir. Kaydı yapılan bu kişilerin vizite defterlerine yazdıklarına bakılacak olursa gerek ziyaret eden gerekse ziyaret edilen esirin mutlu oldukları görülmektedir. Esir subaylara ise ayrı daireler tahsil edilmiş olup her birine karyola, battaniye, çarşaf, sandalye, masa gibi lazım olan tüm zaruri ihtiyaçları verilmiştir. Esirlerin yiyecek ve içeceklerine azami düzeyde özen gösterilmektedir. Esirlere mahsus özel aşçılar tahsis edilmiş olup esirlerin yiyecekleri bu aşçılar tarafından pişirilmektedir. Esirlerin kaldıkları bahçe içinde bir dükkân açılmış olup uygun fiyata meyve, tatlı gibi yiyecekler alınabilmektedir. Gerek subayların gerek neferlerin ve gerekse muhafızların arasında muhabbet ve samimiyet mevcuttur. Esir subaylara günlük dörder şilin verilmekte ve ayrıca her türlü ihtiyaçları da sağlanmaktadır. Kendilerine ayrıca özel hizmetçiler de verilmiştir. İstanbul basınında da yayınlanan bu propaganda kağıtlardan biri aşağıdaki verilmiştir:

Osmanlı üserası Kahire’den birkaç mil uzak Nil kenarında (Maadi) nâm mahalde gâyet muntazam ve müferreh bir bahçede ikamet ediyorlar.

Üserâ-yı merkûme fevka’l-âde rahat olup ikâmet eyledikleri kârgîr dâire gâyet havadardır ve elektrik ile tenvîr edilmiş ve hıfzu’s- sıhhaya muvâfık bulunmuş olduğu gibi herbiri için ayrı ayrı yataklarda tahsîs edilmişdir.

Üserânın te’mîn-i i‘âşelerine fevka’l-gâye dikkat ve i‘tinâ olunmakda ve cümlesine yegân yegân tabak derûnunda yemekler verilmekde olduğu gibi hergün sigaralar, sabun, sâirhavâyic-i zarûriyeleri dahi i‘tâ ve tevzî‘ edilmekdedir.

Sultân hazretleri, başmâbeyncisi vâsıtasıyla üserâya sigaralar, şekerlemeler, atıyyeler ihsân ve irsâl ve tevzî‘iyle üserâ-yı merkûmeyi taltîf ve tatyîb buyurmuşlardır.

Üserâ-yı merkûme âdet-i milliyeleri vechile sazlar ve sazendeler tedârik ve tertîb ederek zamanı hoş geçirmek için 9, 10’uncu resimlerde gösterildiği üzre hergün eğlenmekdedirler.

Üserâ-yı merkûmeye Mısırlı dostları tarafından sazlar, satranç vesâir oyun takımları hediye olunmuşdur.

Üserâyı ziyâret için her gün mürâca‘at eden züvvârın kabûlüne müsâ‘ade edilmekde ve üserâ-yı merkûme ile mülâkât eyleyen işbu züvvârın vizite defterine kayd ve tahrîr eyledikleri hatıradan dahi münfehim olacağı vech üzre üserânın gördüğü mu‘âmeleden dolayı gerek üserâ ve gerek züvvâr-ı mûmâileyhimin memnûn olmakda oldukları pekala anlaşılır.

Üserâ-yı zâbitân için ayrı dâireler tahsîs edilmiş ve mûmâileyhime karyolalar ve battaniye ve çarşaflar ve sandalye ve kanape ve masalar ve levâzım-ı sâire i‘tâ olunmuşdur.

Üserâ-yı merkûmenin ekl ve şurbuna sûret-i fevka’l-âdede i‘tinâ edilmekde olup bunlara mahsûs mâhir aşcılar tedârik olunarak ta‘âmları mezkûr aşcılar tarafından ihzâr ve tabh olunmakda bulunmuşdur.

Üserâ-yı merkûmeye yevmiye dört, dört buçuk şilin i‘tâ olunmakdadır.

Üserânın ikâmet etmekde oldukları bağçe derûnunda küşâd etdirilen husûsî dükkânda her nev‘meyve ve tatlılar vesâire ihzâr ve ehven fiyatla füruht etdirilmekdedir.

Üserâ-yı zâbitân ve neferât ile muhâfazalarına me’mûr olanlar beyninde fevka’l-âde muhabbet ve samîmiyet mevcûddur.”

“Osmanlı esirleri Kahire’den yaklaşık birkaç mil uzakta gayet muntazam ve müreffeh bir bahçede ikamet ediyorlar. Esirler olağanüstü rahat olup ikamet ettikleri taş ve tuğladan yapılmış daire gayet havadardır. Elektrik ile donatılmış ve sağlık koşullarına uygun bulunmuş olduğu gibi, her biri için ayrı ayrı yataklar da tahsis edilmiştir. Esirlerin iaşelerinin teminine dikkat ve önem gösterilmekte ve hepsine yığın yığın tabak içinde yemekler verilmekte olduğu gibi sigara, sabun, diğer zaruri ihtiyaçları da karşılanmaktadır. Sultan Hazretleri Başmabeyincisi vasıtasıyla esirlere sigaralar, şekerlemeler, hediye ihsan ve irsal ve tevziyle esirleri taltif buyurmuşlardır. Esirlere milli adetleri gibi sazlar ve sazendeler tedarik ve tertip edilerek zamanı hoş geçirmek için her gün eğlenmektedir. Esirlere Mısırlı dostları tarafından sazlar, satranç gibi oyun takımları hediye edilmiştir. Esirleri ziyaret için her gün müracaat eden ziyaretçilerin kabulüne müsaade edilmekte ve esirler ile mülakat eden bu ziyaretçilerin vizite defterine kayıt ve yazdıkları hatıradan da anlaşılacağı üzerine esirlerin gördüğü muameleden dolayı gerek esirler ve gerek ziyaretçiler onların memnun olmakta oldukları çok iyi anlaşılıyor. Esir subaylara ayrı daireler tahsis edilmiş ve onlara karyolalar, battaniyeler, çarşaflar, sandalyeler, kanepeler, masalar ve diğer gereçler verilmiştir.” [240]

Uçaklardan atılan beyannameler basında da yer almıştır. Propaganda amaçlı gazetelerde çıkan bu beyannameler aynı zamanda kamplara da getirilmiş ve esirler tarafından okunması sağlanmıştır. Kahire’de yayınlanan El Taif gazetesinin 3 Nisan 1917 tarihli sayısında yer alan “Bahtiyar Türk Esirleri” başlıklı beyanname hala cephede savaşamaya devam eden askerlere de bir mesaj verme amacındadır:

Kahire civarında üsera karargâhını ziyaret eden bir kişi, kendini cennette zanneder. Esirlerin ikamet ettikleri yerler havadar, geniş ve temiz barakalardır. Tahta karyolalar üzerinde kar gibi beyaz çarşaflar vardır. Tahtakurusu, pire olmasın diye bütün tahtalar katranla badana edilmiştir. Her esirin yatağının başında, çamaşırlarını saklamak için birer çanta vardır. Ayak ucunda, her esirin kendi yemek kapları bulunmaktadır. Esirlerin elbiseleri kışın yünden, yazın ise mavi ketenden yapılmış temiz elbiselerdir... Et, balık, peynir, yağ, ekmek, yeşillik dağ gibi yığılmıştır. Doğrusu, bu bolluğuna hayran kaldım. Esirlerin arasında seçilen aşçıların gözetiminde büyük kazanlarda yemekler yapılmaktadır. Esir kelimesi söylendiğinde ve üzerinde düşünüldüğü vakit, insanın ilk anda aklına gelen şey bir mahpustur, bir suçludur ve cezasını çekmesi gereken bir kişidir. Fakat Kahire civarında İngiliz Esir Karargâhını ziyaret eden bir kimse, bunun öyle olmadığını anlamakta fazla bir güçlük çekmez. Bu esaret değil, adeta bir saadettir.” [241]

İtilaf Devletleri tarafından 16. ve 19. Fırka Cephelerine atılmış iki parça kâğıt ve bir fotoğraf Şimal Grubu Kumandanlığından Beşinci ordu Kumandanlığına 4 Ağustos 1915 tarihinde gönderilmiştir. 8 Ekim günü Başkumandanlık Vekâletine ulaşan bu beyannamelerden birisinde askerlere nasıl teslim olmaları gerektiği şu şekilde anlatılmaktadır:

Birer birer en yakın taraftan sürünerek buraya geliniz.

Nöbetçimiz sizlere buraya gel diyecek. Selamet ile geliniz.”[242]

Cenup Grubunun sağ cenahında 1. Fırka Cephesi’nin muhtelif iki noktasına Aralık 1915 tarihinde atılan bir beyannamede esirler teslim oldukları takdirde kendilerine güzel yiyecekler ve kışlık giyecekler verileceği söylenerek ikna edilmeye çalışılmıştır. Daha önce teslim olan esirlerin çok memnun oldukları, teslim oldukları takdirde kendilerine hiçbir zarar gelmeyeceği şu şekilde anlatılmıştır:

Eğer bize teslim olur iseniz size çok güzel yemek ve kışlık rubalar ve yorganlar vereceğiz.

Diğer gelen arkadaşlarınız çok memnun kaldılar iyi bakılmaları için eğer her kimle bize gelmek yahut teslim olmak ister ise hiç korkmasın onlara silah atmayacaktır. Bizim askerlerimize emir verilmiştir her kimse gelir ise ona ateş yapmasınlar buyurunuz.” [243]

Uçaktan askerlerin teslim olması amacıyla atılan beyannamelerde daha önce teslim olmuş askerlerin arkadaşını değişik sözler ile ikna etmeye çalıştıkları görülmektedir. Sıhhiye Başçavuşu M.C. imzalı mektupta esir düştükten sonra gördüğü iyi muamele anlatılmıştır. Teslim olduktan hemen sonra kumandan tarafından çağrılarak sigara, çay gibi pek çok hediyeler verdikleri, çok iyi davrandıkları ve garez beslemediklerini dile getirmiştir. Osmanlı Devleti sadece Almanların kurbanı olmuştur. Tüm çektiği sıkıntılar bu sebepledir. İngilizler her esire yeni kundura ve elbise vermiştir. Mektupta esirlerin günlük olarak yedikleri yemeklerin listesi yazılmış ve Türk askerlerinin bu yalanlara inanacakları düşünülmüştür. Burada Osmanlı Devleti açısından düşünülmesi gereken en önemli sorun İngilizlerin Türk askerlerinin perişan halini çok iyi bilmeleri ve bunun istihbaratı alabilmeleridir. Bu istihbaratının büyük kısmını ise teslim olan Türk askerlerin vermiş olma ihtimali büyüktür. Türk askerlerinin zayıf tarafını gören İngilizler beyannameler ile askerlerin savaştan çekilmesini sağlamaya çalışmıştır. Bu mektuplara birkaç örnek aşağıda verilmiştir:2057 [244]

Silah Arkadaşlarıma,

Her nasılsa birkaç gün evvel İngilizlere esir düştüm. Görmekte olduğumuz muamele-i nazikane bizim orada zannettiğimizden bütün bütün aksine bulunmaktadır. Birkaç satırla bunu sizlere bildirmeği vicdanen bir borç addederim. Vakta ki teslim olduğumda, beni birkaç kumandan huzuruna çıkardılar. Her biri ayrı ayrı hediyelerle taltif etti. Sigara paketlerini, çay, reçel vesaire takdim ettiler. Yolda zabitan ve efrad beni bir kardeş gibi, samimiyetle selamladılar. Ve nasıl memnun edeceklerini bile soruyorlardı. Nihayet İmroz Adası’na sevk olunduk. Burada, bizden pek çok arkadaş var. Hepsine yeni çamaşır elbise ve kundura verilmiş. Beşer beşer mahruti çadırlara taksim edilmişler. Yatmak için insan başına, üçer battaniye tevzi edilmiştir. İngilizler, Osmanlılar hakkında hiçbir garez beslemiyorlar. Yalnız, Almanların kurbanı olduğumuzu söylüyorlar. Miihimmat-i harbiyyece fevkalade hazırlıkları vardır. Arkadaşlardan bazıları harbin hitamından sonra esirlerin iadesinde cezaya uğramalarından korkuyorlardı. Bu hususu İngilizler herhalde temin edeceklerdir, Bunun için katiyen endişe edilmesin.

Yevmi her nefere verilen erzak listesidir:

Yiyecek

Dirhem

şeker

 

çay

20

pirinç

75

et

150

patates

60

sebze

75

Bir tane ekmek, iki günde bir kutu reçel vesaire. Velhasıl bütün arkadaşlar burada rahat bir surette ömür geçirmekte ve sizlerin dahi yakın vakitte kurtulmanızı temenni ile arz-i selam ederler.

Üsera-yı Osmaniyeden

Sıhhiye Ser Çavuşu M.C.

“Arkadaşlar!

Bir hayli müddetten beri İngilizler elinde esir bulunuyoruz. Rahat ve saadetimizi size yazı ile tarif edemeyiz. Fazla yemek, isteğimizden fazla tütün daima yanımızda bulunuyor. Bu halinizi görüp, sizin çektiğiniz sefaleti düşünmemek kabil değil. Esirlere hüsn-ı muamele ederler. Veyahut mezheplerine ilişiyorlar deyü söylenen sözlerin hiç aslı ve esasi yok. Zira, bizim hayatımız emin olduğu gibi, dinimize, mezhebimize ilişen yok. En büyükten, en küçüğe kadar herkes bizim ile kardeş gibi muamele gibi ediyor. Harpten sonra da hakkımızda ceza tertip ederler deyü, düşündüğümüz bile yok. Biz teftiş edip, anladık ki badel-harb isteyenler vatana avdet edebilecekler, istemeyenler Mısır’da kalıp, İngiltere Hükûmetinin muhafazası altında, yasayabilecekler. Doğrusunu söylemeli ise biz annemizden yeni doğduk. İnsan gibi yasamaya yeni başladık. Erkek ve medeni bir ordunun dostluğunu ilelebed kazandık.

Arkadaşlar! Biz daima sizi düşünüyoruz. Ve sizin dahi, kün-evvel kurtulmanızı Cenab-ı Hak’tan temenni ediyoruz. Kim kurtulmak isterse hiç beklemeyip bize gelsin. Beraber insan gibi yasayalım. Para kazanalım. Kün-evvel evlerimize gidip, çoluk çocuklarımıza kavuşalım.”

“Türk Vatandaşlarına Hayırhahane Bir Davet

Arkadaşlar!

Esir düştüğüm günden beri ve hususan bu soğuk günlerde ne kadar rahat ve asude bir ömür geçirdiğimi, bir kardeş halinde size, bildirmeyi bir mukaddes vazife sayıyorum.

Kardeşler, arkadaşlar, siperlerde bulunduğum günleri hatırladıkça, vücudum titriyor. Siperlerde taamun azlığı, soğuğu ve mafevklerde silsile-i vahşiyane muamelelerini hulasa, çekmekte olduğunuz enva-i teaddiyat ve sefaleti göz önüne getirmedikçe, müteessir olmadan yapamıyorum. Adeta, kan ağlıyorum. Buraya gelir gelmez bana derhal, sıcak çay, bol bol taam, tatlı ve sigaralar verildi. Battaniyelerin yünden, elbiselerin ve ayakkabıların ise haddi ve hesabi yok. Nihayet ömrümde emsalini görmediğim, rahatlığa burada nail oldum. Bir peder kendi evladı için bundan fazla bir şey istemez ve yapamaz. Büyükten küçüğe varıncaya kadar herkes bizimle kardeşçesine muamele ediyor. Din ve mezhebimize ise her yolda ihtiram olunuyor. İngilizler bize düşman olmak söyle dursun, hakikatte en ciddi dostlarımızmışlar. Heyhat ki o sadakati takdir edemeyen kardeşlerimiz kalben temenni ettiğim bir şey varsa, o da sizin de benim gibi temin-i rahat etmenizdir. O halde, bu hal-i sefaletinizden bir an evvel yakayı kurtarmanın çaresine bakınız. Fırsat gayib etmeyerek, buraya geliniz! Bu büyük ve insaniyet perver milletin kucağına atılınız! Sizi, Cenabı Hakk’a emanet eder, selamet ve rahatınıza dua eylerim.23

24 Teşrinisani 1331 (7 Aralık 1915)

İmroz Adası’ndaki Üsera-yı Harpten

Vatandaş ve Silah Arkadaşınız.”

“Arkadaşlar!

Yakınlarda, ol taraftan buraya gelen arkadaşlarımızdan anladığımıza göre bayrama kadar müsalaha akdedilecekmiş diye bir şayia çıkmış. Bittabi bu haber üzerine çok sevinmişsiniz. Doğrusu biz de sevindik. Lakin görüyorsunuz ya, ne sulh olduğu var ne bir şey. Hâlbuki bu tarafa gelseniz, göreceksiniz ki asil sulh buradadır. Bayramda bize tatil verdikten maada koyun da verecekler ve biz evimizdeymiş gibi kurban kesip keyif yapacağız. Arkadaşlar, sizin halinize çok acıyoruz. Bir defa buraya gelseniz de bizim rahatımızı görseniz çok memnun kalacaksınız. Ne kadar, çoğumuz bayramdan evvel buraya geçip, bizimle beraber ıyd-i mübareki icra ederseniz biliniz ki bizim sevincimiz o kadar mükemmel olur. Hiç değil, yediğimiz canımıza siner. Beraber bayramlaşır, Cenab-ı Hakk’a bugün için şükürler ve bir gün evvel bizleri ailelerimize kavuşturması için niyaz-i ker arz ederiz.

Tekrar diyorum durmayın bize gelin.

Osmanlı Üseradan Biri

3 Teşrinievvel 331 (16 Ekim 1915)” [245]

Siperlere atılan fotoğraflarda ise subayların yatak odası gösterilmiştir. Subaylara günlük 4 şilin verildiği fotoğrafın altına yazılarak subayların da teslim olmaları amaçlanmıştır. Fotoğrafın altında yazdığına göre subayların her birine hizmet için özel hizmetçi de tahsis edilmiştir. Müslüman esirler özel olarak yapılan ibadethanelerde namazlarını istedikleri gibi kılabilmektedir. Bir başka fotoğrafta ise esirlerden bir kısmına Hükûmet tarafından tütün ve sigara verilirken gösterilmiştir. Esirler koğuşta eğlenceler düzenleyerek iskambil oynamakta ve sabah kahvaltısı yapmaktadırlar. Esirlere verilen ekmekler kampta yapılmakta ve taze taze verilmektedir. Esirlerin büyük koğuşta doktorlar tarafından muayene edildiği ve ellerinde gazeteler okudukları fotoğraflanan diğer konulardandır. Bu şekilde esirlere her gün gazetelerin geldiği söylenmeye çalışılmıştır. Esirlerin kaldığı üst kısımda ise bazı esirler dama oynamakta bazıları ise sigara içmektedir. Son bir fotoğrafta ise esirlerin çaldığı sazların Mısır’da bulunan dostları tarafından hediye edildiği gösterilmeye çalışılmıştır.[246]

Ekim 1917’de İtilaf Devletleri uçakları tarafından cephede savaşmakta olan askerlere isim verilmeden “Silah Arkadaşlarınızdan Bir Türk” denilerek yazılmış bir mektup atılmıştır. Mektup diğer tüm uçaklardan atılanlara benzer bir şekilde başlamakta ve askerlerin cephede, ailelerinin ise köylerinde aç ve perişan bir şekilde olduklarından bahsetmektedir. İstanbul’da her gün 250 kişini açlıktan öldüğü söylenerek Osmanlı Devleti’nin ekonomisin çok kötü olduğundan, sanayileşme ve medenileşme açısından daha düne kadar kendi tebaası olan devletlerin gerisinde kaldığından söz edilmektedir. Osmanlı Devleti’nin bu durumdan kurtulması ve ekonomik olarak düzlüğe çıkması için askerlerin savaşı bırakarak teslim olması gerekmektedir. Beyannamelerde padişaha ve hanedana asla olumsuz bir söz söylenmemekte, savaşın tüm sorumluğu İttihatçılara ve İttihatçıların ülkenin başına bela ettikleri Almanlara yüklenmektedir. İttihatçılar ve Almanlar ülke yönetiminden el çekerlerse ülkeyi tekrar padişah yönetecek, insanlar aradıkları huzura kavuşacak ve ülkede ekonominin gelişmesi için üretim başlayacaktır. Beyannamelerdeki en önemli konu ise Türk kadının Türk tarihinde belki de ilk defa açlık ve sefalet yüzünden fuhşa yönelmek zorunda kalmasıdır. Türk kadınları İstanbul’da Almanlar ile evlenmek zorunda kalmakta ve hatta daha kötüsü fuhuş yaparak Alman erkeklerine hizmet etmektedir. Açlık ve sefalet yüzünden Türk kadınını bu duruma düşüren ülkeyi yöneten İttihatçılardır. Beyannameler incelendiğinde sıradan herhangi bir askerin bilmeyeceği ve yazamayacağı kadar detaylı bilgiler verdiği, düzgün bir dille yazıldığı anlaşılmaktadır. Kesin olan bir şey vardır ki İngiliz yetkililer Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu ekonomik krizi çok iyi bilmekte, bu durumu kullanarak profesyonelce mektuplar yazmakta ve bir Osmanlı esir askerden diyerek uçaklardan cephelere atmaktadır. Önemine binaen mektubun orijinali aşağıda verilmiştir: “Askerler!

İşte üç seneden beri aç bi-ilaç felaketten felakete koşuyorsunuz. Köyünüzde ot ocak, kap kaçak namına Hükûmet bir şey bırakmadı. Evlâd-ı iyâliniz sefil, evleriniz harâb oldu. Dolaşmadığınız neresi kaldı? Hangi hududu görmediniz? Hanginizin vücudunda bir süngü veya kurşun yarası yok? Allah’ın rahmet görmeyen bu çöllerinde katlandığınız mahrumiyetler, yurtlarınızda açlıktan ölmeye mahkûm olan yavrularınız, hülâsa sayılmakla bitmeyen bu mesâibi kimin için ihtiyar ediyorsunuz, bari bilseniz! Bari bilseniz diyorum, çünkü bilmiyorsunuz. Zavallı kardaşlarım! Ben de yıllarca müddet, yalnız kalbimde Türklük kaygısı olarak sizinle yan yana dövüştüm, Kafkasya’dan tutunuz da Romanya’ya kadar yalın ayak o kanlı izlerin arkasından koştum. Fakat, artık manası olmayan insanlığa yakışmayan bu haksız münazaadan bıktım. Kanımızı emmekten başka bir şey yapmayan Almanlığın kurbanı olmaktan usandım ve şimdi köyümden uzak, bu garib yerlerde sizi ve sizinle beraber harâb olup giden vatanı düşünüp ağlıyorum.

Artık ne zamana kadar bu namussuz, satılmış Hükûmetin esiri olup kalacaksınız? Mutlaka bize insanlığımızı başkaları mı tanıtmalı? Mutlaka bize hürriyetimizi hariçten mi gelip vermeli? Biraz insaf ile muhakeme ediniz! Meşrutiyet ilân edileliden beri Hükûmet ne yaptı? Sırf sersemliği yüzünden şimdiki ile beraber bilmem kaçıncı defa olarak ilân ettiği muharebelerden bahsetmek istemiyorum. Yine sırf idaresizliği, zulüm ve i‘tisâfı yüzünden vukua gelen dâhilî ihtilâl vesaireyi de isterseniz unutalım. Fakat Allah için olsun söyleyiniz köyünüzde bir yolunuz mu var? Mektepler mi açıldı? Tarlalarınızı daha iyi sürmek, koyunlarınızı daha ziyade çoğaltmak, hülâsa asırlardan beri çektiğin sefaleti azaltmak için size doğru yollar mı gösterildi? Memlekette ümran ve terakki namına darağaçlarından, maktullerden, menfalardan (sürgün yeri), zindanlardan başka ne var? Devr-i Hamidi’den lanetle bahseden İttihatçılar, her halde itiraf edelim, o günlere geniş geniş rahmet okuttular. Şu dakika memleket baştan başa taş taş üstünde kalmamış bir harâbezâra döndü. Yazık değil mi?

Biliyor musunuz ki dün tebaamız bugün müttefikimiz olan Bulgarların beş tane şeker fabrikaları var. Memleketimizde pancar mı yetişmez? Kafkasya’nın karları içinde donan kalbinizi biraz ısıtacak bir bardak çay için Almanlara avuç açıyoruz. Sırtınıza, ayağınıza, başınıza giydiğiniz o paçavralar için Almanya’ya harb borcumuz iki yüz elli milyon lirayı buldu. Daha şimdiden Hükûmet borcuna karşılık maden imtiyazları veriyor. Bu gidişle bütün Anadolu Almanların eline geçecek altın karşılığı olmayan kâğıt paraların vadesi hitama erince iflâs edeceğiz. Günde üç yüz dirhem ekmekle ordunun açlıktan nefesi kokarken Hükûmet Almanya’yı doyurmak için vagon vagon buğday, zeytin yağı gönderiyor. Bugün her nazırımızın hiç olmazsa birkaç yüz bin lira serveti var. Kimi yağ, kimi un, şeker ticareti yaparak, kimi altınla on iki kuruşa yüzlük banknot toplayarak kasasını dolduruyor. Bir taraftan Almanlar, diğer taraftan İttihatçılar memleketi soyup bitiriyorlar.

İstanbul’da açlıktan ölenlerin günde 250 kişi olduğunu bilmiyor musunuz? Bilmiyor musunuz ki sefalet yüzünden namusuyla şöhret bulan Türk kadınları Alman gemicileri, zabitleri ile görüşmeye kadar tenezzül ediyorlar! Benimle beraber bir çoğunuz İstanbul’da iken pekala gördünüz ve işittiniz. Bugün payitahtta İslam hanımları Almanlarla alenen evleniyorlar. Güya İslamiyet’i müdafaa için harp ederken her şeyden mukaddes olan ırzımızı herkesten evvel dostlarımız pây-mâl ediyorlar. Bugün memlekette belki yüz bin asker kaçağı var. Hanginizin meçhulüdür ki bunların kimisine bir lira mukabilinde Alman şimendifer memûrîni sahte müteahhit vesikaları veriyorlar, kimisine de birkaç kuruşa merkez kumandanları, jandarma zabit ve efradı, ahz-ı asker heyetleri, hatta köy imam ve muhtarları göz yumuyorlar. Buna harb-i mukaddes değil, harb-i ticaret derler. Irak’a gelirken yolda tesadüf etmediniz mi? Nakliyat otomobillerindeki Almanlar tutturabildikleri fiyatla müşteri taşıyorlar. Hatta biraz safdiline rast gelirse zabitanı bile ücretle naklediyorlar. Hangi birini sayayım? Benim kadar belki benden de iyi bu rezaletleri biliyorsunuz. Bütün Almanlar altın akçe aldıkları maaşlarıyla on kuruşa yüzlük banknot toplayıp sonra aynı parayı istikrâznâmı altında bize yüze ciro ediyorlar. Artık soyulmanın bu kadarı günah olmakla beraber ayıptır. Siz canınız dişinizde, köyünüzde aileleriniz perişan, aç susuz harb ederken öbür tarafta âlem ticaretiyle hırsızlığıyla meşgul!

Harbin bidayetinden beri, Romanya’ya, Makedonya’ya, Galiçya’ya, İtalya’ya, hülâsa çârâktâr-ı âleme ordular gönderdik, evimizdeki buğdaya varıncaya kadar dostlarımıza verdik. Başımız sıkılınca iki çürük gemi, sekiz top, küfe küfe kağıttan başka ne aldık? Hani ya yüz bin kişilik ordularıyla imdadımıza koşacak Almanlar!

Biz düşmanı yanlış yerde arıyoruz. Asıl düşman, hem düşmanın en korkulusu, başımıza türlü türlü vaatlerle, Allah’ın belası gibi musallat olan Almanlar, sonra onlara adeta uşaklık eden ittihatçılardır. Görmüyor musunuz ki bütün dünya Almanlara karşı harp ediyor. Cihad-ı Ekber ilân etmişken âlem-i İslâmînin kılı yerinden oynamadıktan başka, hariçteki dindaşlarımızın mazhar-ı takbîhi bile olduk. Misal mi istiyorsunuz? İşte Şerif-i Mekke! Hükûmetin hukuk-ı İslamiyet’i muhafaza şöyle dursun, bilakis onu berbat ettiğine en büyük şahit evlâd-ı Rasulullah’dan olan mûmâileyh hazretlerinin İngilizlerle ittifakı ve İttihatçılara alenen ilân-ı husumetidir. Her taraf öyle. Hint ve Afgan’dan tutunuz ta Cezayir, Fas’a kadar tek bir İslam Hükûmet-i hâzıreyitasvîb etmiyor. Almanlara memleketi verdikse dinimizi de mi bahşedeceğiz?

Zararın neresinden dönülse kârdır. Milletlerin istiklâliyeti için harb eden devletler elbette Türklerin esaretini istemezler. İnsaniyetin düşmanı olan, yirminci asırda hak ve adâlet yerine zorbalıkla Hükûmet etmek isteyen Almanlığa ve onun istibdadına karşı harb eden beşeriyetin nazarında biz Türkler Alman hırs-ı şânının kurbanları diye tanılıyoruz. Henüz elinizde silahlarınız var iken insanlığınızı, esir olmadığınızı kendi kendinize ilân ve isbât ediniz. Memleketinizi istilâ eden bu haris aç göz ecnebiyi aranızdan defediniz. Kendinize rahminiz yoksa bari köylerinizde açlıktan ölen evlatlarınıza, sefaletten namusunu satan kadınlarınıza acıyınız askerler.” [247]

Gelibolu üzerinde uçaklar tarafından askerlerin bulunduğu cephelere atılan beyannameler İstanbul basının gündemine de gelmiş ve bazıları o dönem basında yayınlanmıştır. Bu beyannamelerde esirleri teslim olmaya teşvik eden şu cümleler yer almaktadır:

Türk Kardeşlerimiz! İngilizlerin aldıkları üseraya su-i muamele ettikleri ve hatta kestikleri hakkında işaa edilen rivayetler kezb-i mahzdır. Şu yalanların tekzibine en iyi delil Mısır darül harbinde alınan üsera-yı Osmaniyenin bugünkü halidir. Esir düştükleri zamanda aç, çıplak ve perişan olan asakir-i Osmaniye İngiltere Hükûmeti tarafından fevkalade bakılıp her türlü esbab-ı ıstırahatleri temin olunduğuna ve din icabatına riayet adildiğine üsera-yı mezkure bugün beyan-ı memnuniyet eylemektedir. Binaenaleyh mezkur yalanlara kulak vermeyip de esir düşmüş olan arkadaşlarınızın refah hallerine iştirak etmeye siz de şitaban olunuz.[248]

Çanakkale Grup Kumandanlığından Beşinci Ordu Kumandanlığına Ocak 1918’de gönderilen yazıda İtilaf Devletleri uçakları tarafından atılıp grupça toplatılan muhtelif beyannamelerden ve Osmanlı esirlerine iyi muamele yaptıklarını gösterir muhtelif fotoğraflardan bahsedilmektedir. Sahra Muhtarı Ahmed Safi Efendi tarafından toplanılarak Jandarma Kumandanlığına teslim edilen beyannameler arasında Arap kökenli askerler de düşünülmüş ve Arapça beyannameler de atılmıştır. 47. ve 19. Alaydan Abdülkadir İbni Talib ve İbrahim Mustafa’nın söyledikleri iddia edilen ve uçaktan atılan beyanları Osmanlı askerleri içindeki Arap kökenli Osmanlı askerleri düşünülerek Arapça olarak yazılmıştır. Makriköy Kazası Kaymakamlığından gönderilmiş olan bu beyannameler 7 adet küçük, on altı adet çift, bir adet tek sayfalı normal ve üç adet büyük kıtadan oluşmakta olup Tanin gazetesinde de yayınlanmıştır. Çanakkale bölgesine İngiliz uçakları tarafından atılan bu beyannameler dış sayfaları Tanin gazetesinin tamamıyla aynı, iç iki sayfası ise Osmanlı subay ve askerlerini teslim olmaya çağıran Osmanlı subaylarına açık mektup başlıklı bir takım saçmalık ve hezeyan içeren yazılardan ibarettir. Atılan beyannamelerin genel olarak başlıkları “Osmanlı Askerleri İngiliz Üsera Karargahlarında” şeklindedir. Bu beyannamelerden birkaçına örnek aşağıdaki gibidir:

Alay 48. Lehü’l-hamd fevkalâde sıhhatteyim katiyen hiçbir gûnâ bir cihetçe müşkilatımız olmadığı gibi hiçbir gûnâ merak edilecek bir şeyimiz yoktur efendim. Mehmed İlyas.

Alay 55. Rahatta olduğum gibi hiçbir sıkıntım yoktur elhamdülillâh yiyip içip yatmaktayım efendim. Hamdi Osman.

Alay 55. Yiyip içmekten başka bir şeyimiz olmadığı gibi çok rahattayım efendim. Halil İbrahim Cafer.

Alay 55. Cenâb-ı Hakka yüzbinler ile şükür bize bakıldığı gibi hiçbir kimseye bakılmıyor işimiz yiyip içip yatmaktır efendim. Mustafa Hacı Kadir

Alay 161. Hiçbir gûnâ düşüncem olmadığı gibi rahatım efendim. Sadık Ali.

Alay 161. Rahat ve sıhhatim fevkalade olmakla katiyen hiçbir cihetçe bir sıkıntımız olmadığı beyan ederim efendim. Şaban Şakir.

Alay 161. Rahatım iyidir efendim. AhmedMehmed.

Alay 161. Rahat ve iyiyim efendim. Mehmed Zakir.

Alay 161. Fevkalade rahat ve sıhhatim dolayısıyla kendi evim gibi serbest ve hiçbir cihetçe sıkıntımız olmadığı gibi fevkalade imrâr-ı hayat eylemekteyim efendim. Receb Ahmed.

Alay 163. Öteden beri işimiz yiyip içip oturmak olduğu beyan ederim efendim. Salih Hasan.

Alay 163. Rahat olduğum gibi yiyip içip yatmaktan ibarettir işimiz efendim. Nuri İsmail.

Alay 163. İyiyim ve rahatım başka hiçbir kederim olmadığı beyan ederim. Selim Mustafa.

Alay 163. Rahatım ve iyiyim. İzzet Sadık.

Alay 162. Yiyip içip yatmaktan başka hiçbir şeyimiz yoktur rahat

ve sıhhatteyim efendim. Mehmed Haydar.

Alay 162. Yiyip içip yatıyoruz efendim. Musa Ali.

Alay 162. Rahat olduğum gibi anam gibi bana bakıyorlar efendim. Abdürrahman Süleyman.

Alay 162. Fevkalade iyiyim ve rahatım çok güzel bakıyorlar.

Habib Receb.

Alay 162. Yiyip içip oturuyorum efendim. Mehmed Osman.

Alay 162. Sıhhatim ber-kemâl ve rahat olduğum gibi hiçbir gûnâ müşkilatımız yoktur efendim. İskender Receb.

Alay 162. Rahatım pek iyi bakıyorlar efendim. Salih Mustafa.”

2063

Beyannameler içindeki belki de en önemli olanlar İngilizlere iltica eden askerler tarafından Türk esirlere yazılan ve kendileri gibi İngilizlere savaşmadan silah bırakarak teslim olunması gerektiği tavsiye eden mektuplardır. İngilizler hazırladıkları bu beyannamelerde Türkleri en can alıcı noktasından vurmaya çalışmıştır. İngilizler kesinlikle bilmektedir ki Türk askerleri anne babalarını, eşlerini ve çocuklarını aç ve perişan bir şekilde memleketlerinde bırakmıştır. Üstelik kendilerine de askerde yeterli yemek verilmemekte ve aç bir şekilde savaştırılmaktadır. Hal böyle iken beyannamelerde teslim oldukları takdirde karınlarının doyacağı ve rahat bir hayat sürecekleri iddia edilmiştir. Beyannamelerde dikkat çekilen bir başka konu da Almanların Türklerin dostu değil düşmanı olduklarıdır. Osmanlı Devleti’nin gerçek dostu İngilizlerdir ve bunu Kırım ve 93 Harbi’nde göstermiştir. Ruslar Ayastefanos’a kadar geldiklerinde Türklere yardım eden Almanlar değil İngilizler olmuştur. Beyannamenin tam metni ise şöyledir:

Türk asker arkadaşlarıma

Kardeşlerim firar ederek iltica ettim beni ve arkadaşlarımı aguşuna alarak hüsn-i suretle muamelesini gördüm çölde kum deryalarında mahvolmaktasınız. Sevgili arkadaşlarım at konservesi ve kanlı kutusu ve peksimet için İngiliz siperlerine feda-yı can edip gönüllü olarak keşif kola gidiyorsunuz. İngilizlere iltica ediniz yemin ederim ki iltihak eden asker ve zabitan için yok yoktur İngiliz’de her bir şey ziyadesiyle mevcuttur. Tayyare vâsıtasıyla attığı beyannameyi mütalaa ediniz güzel muamelesini gördüm seferberlikten beri Türkiye’de yani memleketlerinizde olan zulmü gördünüz elinizdeki mevcut mâl ve zahirelerinizi bile cebrî surette alıp ailelerinizi aç ve bi-ilaç olarak sokaklar ortasında perişan bir halde süründüğünü gözünüzle gördünüz. Tabii bilemem bu kadar birçok memleketlerinizde açlıktan ölen pek çoktur. Bundan haberiniz vardır ve arkadaşlarınızdan görünen de pek çoktur. İş üstündeki bu Alman Türk için harp etmiyor. Alman kendi menfaati içindir. Türklerin terakkisi ve tealisi için değil tedennîsi içindir bu. Alman sizin memleketinizde bulunduğu müddetçe harb edip hiçbir zaman muvaffakiyet elde edemezsiniz ve sulhu dahi göremezsiniz bu ana kadar en güzel ve büyük memleketlerinizi gâib ettiniz arkadaşlarım serserilik lazım değil gözünüzü açın aklınızı başınıza alınız bir an evvel İngiliz tarafına geliniz hayat her şeyden evveldir bunu tasdik edersiniz. Hayat olmayacak olursa bir şey yapılamaz yetmiş seksen seneden beri Türkiye’yi muhafaza eden kim idi. Kırım ve Rusya muharebesinde Ruslar

2063 Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 3471/150.

İstanbul’daki Ayastefanos’a kadar gelmiştir. Yakın zamanlarda Balkan Muharebesi’nde Türk’ün hukukunu muhafaza eden kim idi. Bu meseleler inkâr olunur mu katiyen inkâr edemezsiniz. Bunlar güneş gibi meydandadır. İngiliz’in Türklere karşı büyük yardımı olmuştur. İngiliz Türk’ün baba dostudur. Türkleri daima müdafaa eder, müdafaa etmektedir. Sülale-i Peygamberiden Mekke Emiri Şerif Hazretleri İslam’ı müdafaa için Medine’de harb ediyor. Medine-i muhâsırda Mısır’da on üç milyon İslam mevcuttur yalnız Türkiye’de İslam değil Mısır’da İslamiyet bâkîdir. Veliaht Yusuf İzzeddin Efendi Hazretlerini Edirne’de katlederek İstanbul’a cesedi nakl ile kendi kendini intihar etmiş diye söylediler katiyen kendi intihar etmemiştir. Bu sözlerim düşman nasihati değil bir dost nasihati olduğunu her ferd bilmelidir. Vakit gâib etmeden İngiliz tarafına iltica ediniz arkadaşlar.

İngiliz tarafına iltica eden arkadaşlarınızdan (imza) 9 Temmuz 1333 (1917).” [249]

İngilizlerin uçaklardan attıkları beyannamelere hatıratlarda da geniş yer verilmiştir. Hatta hatıratı yazanlar İngilizlerin neyi amaçladığını ve bu beyannameleri okuyan esirlerin ne durumda olduklarını da açıklamıştır. Mesela İbrahim Sorguç, 1918 yılında İngilizlere teslim olmadan önce Filistin Cephesi’nin durumunu anlatırken asker mevcudunun ölü, yaralı, esir düşme ve en son olarak da firarlar ile çok azaldığından bahsetmektedir. Her bölükte hemen hemen yüzer kişilik azalmalar görülmüştür. Filistin Cephesi’nde disiplin bir türlü sağlanamamıştı. İlk zamanlar verilen gıdalar yeterli iken bir müddet sonra azalmış ve bozulmuştur. İbrahim Sorguç’un anlattıklarına göre birliklerinin silahları olmasına rağmen yiyecekleri hiç kalmamıştır. Ekmek yok denecek kadar azdır ve askerler aç durumdadır. Giyecek elbisesi olmayan askerler İngiliz ölülerinin üzerindekilerden aldıklarını giymektedirler. İngilizler bütün bunları bildikleri için uçaklardan attıkları beyannamelerde Türk askerleri ile alay etmektedir. Türk askerleri önüne konmuş etli pilavı kaşıklarken fotoğrafları çekilmiş ve küçük düşürülmeye çalışılmıştır. Cephelere atılan esir olmuş Türk askerlerin fotoğrafların altına cephedeki askerlere ne için harp ettiklerini yazılmış ve Türk askerlerinin moralleri bozulmaya çalışılmıştır.[250]

Kudüs’te İngilizlerin muharebe boyunca cephelerin siperlerine sürekli olarak beyanname ve fotoğraf atarak Türk askerlerinin morallerini bozmaya çalıştığı ve psikolojik harp yürüttüğü hatıratlarda da dile getirilmiştir. Cephelere attıkları fotoğraflarda Türk esirlerinin yemeklerini iştahla yedikleri tasvir edilmiştir. İngilizler bu yolla aç ve susuz savaşan Türk askerlerini teslim olmaya teşvik etmiş, esir kamplarını her türlü konforu olan bir misafirhane gibi göstermişlerdir. Beyannameler “Türk askeri niçin harp ediyorsun? Silahını bırak.” diye bitirilmiştir. Bu cephede sürekli kayıp, şehit ve esirlerle piyade sayısı düşmüştür.[251]

Cephede İngiliz uçaklarından atılan beyannameleri eline geçiren askerlerin yazıyı okutabilmek için okuryazar birini bulana kadar haftalarca üzerinde taşıdığı hatıratlardan öğrenilen bir başka konudur. Resimlerin birinde esirler yemeklerle donatılmış masaların etrafına oturtulmuş, kaşıklar ellerinde yemeğe hazır vaziyette iken fotoğrafları çekilmiştir. Fotoğrafın altında “İşte, biz sizin esirlerinizi bile bu şekilde besliyoruz. Sizlere her zaman iyi muamele yapıyoruz. Hâlbuki sizler kendi vatanınızda dahi ot çorbası ile besleniyorsunuz.” şeklinde yazılarla askerleri esarete davet etmişlerdir. Bu fotoğrafların birinde daha önce şehit olduğunu sandıkları Salih adında bir arkadaşlarını da teşhis etmişlerdi. Kısa süre sonra kendileri de esir olan askerler o arkadaşları ile Kuveysna karargâhında karşılaşmıştır. Bu fotoğrafın nasıl çekildiği kendisine sorulduğunda gördükleri ile alakalı olmayan bir cevap ile karşılaşılmıştır. Esirler yemekle donatılmış masanın etrafına oturtulmuş, ellerine birer kaşık verilmiş ve emir verilmeden yemeğe başlamamaları gerekliği söylenmiştir. Fotoğraf çekmek için gelen kişi sağa ve sola baktırarak fotoğraflarını çekmiş, yemekten tek bir kaşık bile almadan sofradan kaldırılmışlardır. Bu fotoğraflara bakarak Türk askerlerinden İngilizlere teslim olan kişiler çıkmaktaydı. Bunun zıddı da oluyordu. Cephede ezan sesini duyan Hintli Müslüman askerlerden Türk tarafına geçip İngilizlere karşı silah çekenlere de rastlanmıştır. Bu arada fotoğraflarda Türk askerlerin ot çorbası yediği ise gerçeği yansıtmaktaydı. Sabit keşif koluna ekmek ve ot çorbası götüren bölük emin yardımcısı yolda yakalanmış ve yemek bakracı da düşman eline geçmişti. İngilizler bu yemek bakracını kendi askerlerine ile daha önce esir alınan askerlere göstermişler ve yemeğin ot çorbası olduğunu anlamışlardır. Bu olayı da daha sonradan Türklerin eline geçen İngiliz esirleri anlatmıştı. Cephede ara sıra yemek yetişmediği zaman her asker kendi bölgesinde yenilen otları toplayıp çorba yapmaktaydı. Bu ot toplama bir ara sürekli hale de gelmişti. Toplanan otlara bir soğan ve 100 gram peynir karıştırarak çorba yapılmaktaydı. Ot arasına taze papatya karıştığı da olmuş ve bunu yiyen cephedeki tüm askerlerin karnı ağrımaya başlamış ve gözlerini hastanede açmışlardır.2066 [252]

İngilizler uçaklardan sadece esir Osmanlı askerlerinin söyledikleri iddia edilen beyannameler ile fotoğraflar atmamış, aynı zamanda bazı beyannamelerde ay ay savaşın gidişatı hakkında bilgi vermiştir. Doğal olarak beyannamelerde İtilaf Devletlerinin üstünlüğünden bahsederek Almanların her an savaşı kaybedeceği dile getirilmiştir.[253]

Osmanlı birliklerinin cephedeki durumunu anlatan bir başka beyannamede İngilizlerin Filistin Cephesi’nde El-Ariş taarruzundan sonra 4.500’den fazla Osmanlı esiri aldıkları yazılmıştır. Gazze Muharebelerinde Türklerin büyük zayiat verdiği, 53.

Kolordu Komutanı Musa Kazım Bey’in esir alındığı ve İngilizlerin Filistin’de bir Türk ordusunu kadar esir elde ettikleri beyannamelerde anlatılan diğer abartılı başarılardır. Ayrıca Bağdat ve Samarra’nın ele geçirilmesi sırasında 12.140 esir ele geçirdiklerinden bahsetmektedirler. Sadece Mayıs ayı içerisinde 3.128 esir alındığını duyurmuşlardır. 12 Haziran 1918 tarihli bir başka beyanname, Almanların İtilaf Devleti birlikleri karşısında başarısız olduklarından ve bu sebeple İtilaf Devletlerine karşı Berlin’i savunmak için tedbirler düşündüklerinden bahsetmektedir. 1918 başında İtilaf Devletleri Alman, Avusturyalı ve Osmanlı askerlerinden 100.000’den fazla esir almıştır. Ölü ve yaralı sayısı ise 500.000’i bulmuştur.[254]

Başkumandanlık Erkân-ı Harbiye Başkanlığına 7 Ekim 1918 tarihinde üç düşman uçağı tarafından Akbaş civarına atılan beyannamelerden birer örnek sunulmuştur. Bu beyannamelerle de İngilizler, Osmanlı Ordusunun cephelerdeki durumunu bizzat cephede çarpışan esirlere göstermek istemiştir. Filistin Cephesi’nde o ana kadar 60.000 esir alındığı, İngiliz ordusunun Şam’a varmak için birkaç kilometre mesafesi kaldığı ve hatta esirler bu beyannameyi okudukları zaman Şam düşmüş olacağı zikredilmiştir. Makedonya Cephesi’nde Bulgarlar teslim olduklarından aç ahalinin günlük ihtiyaçlarının temin edildiği anlatılmıştır. Fransız savaş bölgesinde Almanlar her noktada def edilmiş ve İngiliz birlikleri Almanlardan 27 Eylül’den 30 Eylül’e kadar 25.000 esir almıştır. İngiliz, Fransız, Amerikan orduları sadece Eylül ayı içinde 60.000’den fazla esir, 500 top ele geçirmiştir. Beyannamede İtilaf Devletlerinin 1918 yılı boyunca verdikleri kayıplardan da söz edilmiştir. 15 Temmuz’dan Ekim ayına kadar ele geçirdikleri esir sayısı 220.000, top sayısı ise yaklaşık 3.000 olmuştur. Son olarak beyannamelerde Almanların savaşta harap olduğu söylenerek bu felaketten kurtulmak isteyen esirlere sulhun gerçekleşebilmesi için teslim olmaları öğütlenmiştir.[255]

İngilizlerin uçaklardan attıkları propaganda beyannamelerinde Avusturya- Macaristan İmparatorluğu’nun yenilgileri de anlatılmıştır. Bu başarı özellikle İtalya’nın İtilaf devletleri bloğunda savaşa katılmasıyla birlikte olmuştur. 1916 yılına kadar, İtalyanların Avusturyalılardan almış oldukları esir sayısı 23.700 kadar olup bunların 604’ünü subaylar oluşturmaktadır. Bunun yanı sıra 13 adet büyük çaplı top, 23 adet küçük çaplı top ve 148 adet mitralyöz geçirildiği bildirilmiştir.[256]

Özelde Osmanlı birliklerinin genelde İttifak güçlerinin durumunun cephelerde nasıl olduğunu anlatan çok sayıda beyanname bugün arşivlerde bulunmaktadır. Bunlardan birisi Osmanlı Devleti’nin Kanal Cephesi’nde nasıl zor durumda olduğunu ortaya koymaktadır. Pek çok beyannameden sadece birisi olan bu belge durumu anlatmak açısından yeterlidir. Bu belgeye göre Türkler Mısır’ın doğu Cephesi’nde, izzet ve vakarlarını tatmin için taarruzda bulunmuşlar, bu amaçla 18.000 kişiden oluşan Türk askerleri El-Ariş’den, İngilizlerin müdafaa hatlarının bulunduğu Romani mevkiine kadar çölde ilerlemiş ve burada İngilizlerle karşılaşmıştır. 4.000’den fazla asker, sağ ve sağlam olmak üzere İngilizlerin eline esir düşmüştür. 9.000 kadar asker kaybeden Türk kuvveti 4-8 Ağustos 1916 arasında devam eden çatışmalarda büyük bir yenilgiye uğramıştır. İngilizler, Türk askerlerini Bi-Abd’a kadar takip etmiş, kısa süre içinde Tur-u Sina’yı geçerek 19 Aralık’ta El- Ariş’i ele geçirmiştir. İngilizler daha da ilerleyerek Mağzaba’da bir Türk kuvvetine saldırarak ağır kayıplar vermiş ve 1.600 kadar esir almıştır. Taarruzlara devam edilerek Refah’deki Türk muhafaza kıtaatına aynı suretle hücum edilmiş ve çok sayıda asker esir alınarak gerisini de yok edilmiştir. Bu suretle Tur-u Sina geri alınmıştır. Bir-i Hasen ile Neci mevkilerinde bulunan Türk Postaları da İngilizler tarafından esir edilmiştir. İngilizler sınırı aşarak Filistin kıtasına dâhil olmak üzeredirler. Birü’s-Sebi’nin batısında Veli Şeyh Neveran civarında 50 kadar mevziiyi sağlamlaştırarak taarruzlara karşı koymaya çalışan Türk kuvvetlerinin moralleri bozulmuş ve İngilizlerin taarruzuna karşı müdafaaya cesaret edemeyerek geriye yani Birü’s-Sebi’nin kuzeyine ve Kudüs istikametine geri çekilmiştir. İngiliz uçakları Türklerin yöneldikleri istikametleri gözetleyerek yerlerini bulmaya çalışmakta ve gece gündüz tren merkezlerine, katarlara ve ordugahlara bombalar yağdırmakta ve ağır zayiatla Türker’in zaten kaybetmiş oldukları morallerini biraz daha bozmaktadırlar. Daha doğuda Irak’ta, İngiliz kuvvetleri bir müddet sükûnet ve aramadan sonra tekrar taarruza geçmiştir. Nisan ayında, Kut’ül-Amare kasabasında 2070 bir İngiliz kuvveti sayı olarak daha üstün Türk kıtaatı tarafından bir müddet kuşatılmış fakat sonrasında teslime mecbur kalmıştır. Şubat sonunda Kut’ül-Amare büyük saldırı ile ele geri alınmış ve bu muharebede 50.000 kişilik Türk Birliği ağır kayıplar vermiştir. Binlercesi öldürülmüş, 7.000’den fazlası esir edilmiş, gerisi de 130 km geriye düzensiz bir şekilde çekilmiştir. Sayıları 50.000’i bulan bu kaçaklar Bağdat’a kadar takip edilmiş ve 11 Mart 1917 günü İngiliz ordusu Arap ileri gelenlerle birlikte herhangi bir mukavemet görmeden şehri teslim almıştır. Büyük bir bozguna uğrayan Türk kuvvetleri çok uzaklarda Bağdat’ın kuzeyinde de tutunamayarak Musul’a doğru takip edilmiştir.2071 [257]

Propaganda beyannamelerini ülkenin değişik yerlerine dağıtan uçakların düştüğü de olmuştur. Mesela Midilli yakınlarında propaganda kağıtları dağıtan bir uçağın düşmesi üzerine Osmanlı Hükûmeti bir açıklama yapmıştır. İngiliz Hava Kuvvetlerinin Türk bölgesine uçuş yapmaya ve propaganda beyannameleri dağıtmaya devam ettikleri takdirde Türk ellere düşen her İngiliz havacısı, askeri onura saygısızlıktan cezalandırılacağını tüm dünyaya duyurulmuştur. Bunun üzerine İngiltere Hükûmeti, Osmanlı Hükûmetinin yukarıda yazanları onaylayıp onaylamadığını sorarak eğer bu durum gerçekleşirse İngiltere Hükûmetinin de derhal misillemede bulunacağını İstanbul İsveç orta elçiliği vasıtasıyla Osmanlı Devleti Hariciye Nezaretine Mart 1919 tarihinde gönderdiği yazı ile bildirmiştir.[258]

5.7                        Kamplarda Türk Esirlerin Çıkardığı Gazete ve Dergiler

Türk esirleri kamplarda benliklerini unutmamışlar ve bunu en iyi gazete ve dergi çıkararak duygularını ortaya koymuşlardır. Esirler tarafından çıkarılan dergi ve gazeteler İstanbul basınında da gündeme gelmiş bu gazete ve dergilerden alıntılar yayınlamıştır. Seydi Beşir karargahının dördüncü kampında yayınlanan "Türk Varlığı" adındaki dergi Türklerin kamplarda milli duygularını yitirmediklerini gösteren sadece bir örnektir. Derginin en önemli özelliği güçlü bir milliyet duygusuna hakim olmasıdır.

Kamplarda çıkarılan gazete ve dergilerin konusu bilim, fen, edebiyat, tenkit şiir ve mizah türlerinde olmuştur. Siyasi türde yazıların çıkması ise kesinlikle yasaktır. Siyasi türde yazılar yazılmadığı sürece kamp yönetimi esirlerin bu tür aktivitelerle uğramasına karşı değildir ve hatta bu tür faaliyetlerde bulan esirlerin kamplarda sorun çıkarmayacakları düşünülmektedir. Gazete ve dergiler el ile yazılıp teksif ile çoğaltılmıştır. İngiliz esir kamplarında gazete ve dergilerin daha çok Mısır ve Hindistan kamplarında çıkarıldığı görülmektedir. Mısır kamplarında çıkarılan gazete ve dergilerin Hindistan’a göre daha çok olduğu dikkati çekmektedir. Bu durumda Mısır esir kaplarında yaşayan esirlerin daha rahat bir hayat sürmesi ve çalışma kamplarında çalıştırılmayarak kamplara hapsedilmelerinin etkisi vardır. Mısır ve Hindistan’da çıkarılmış gazete ve dergilerin pek çok nüshası bugün Beyazıt Devlet Kütüphanesinde bulunmaktadır. Mısır Esir Kampında Güvercin, Kafes, Badiye, Esaret, Esaret Albümü, Karikatür, Nilüfer, Sada, Tetebbu, Tan, Traş, Hatıra-ı Esaret, Hilal, İzmir, Ocak, Nasrettin Hoca, Yarın, Garnizon, Kızıl Elma, Türk Varlığı, Zincir, Işık; Hindistan ve Burma’da kamplarında ise Ajans, Son Havadis, Püsküllü Bela, Köpük, Tulû, Kara Günler, İravadi, Ne Münasebet esir tarafından büyük özveri ile çıkarılan gazete ve dergilere örnek verilebilir.

5.8                        Türk Esirlerin Mektuplara Yansıyan Duygu ve Düşünceleri

Birinci Dünya Savaşı şartlarında esirlerin aileleri ile tek iletişim yolu mektup yazmak olmuştur. O zamanki şartların bir esirin ailesine mektup göndermesi ve ailesinden bir mektup alması üç ila 6 ay arasında sürmekteydi. Özellikle Irak bölgesinde yaşanan posta hizmetlerindeki aksaklıklar sebebiyle Hindistan ve Burma’daki esirler mektup gönderme ve alma konusunda şansızlık yaşadı. Sıkı bir sansür sebebiyle esirlerin mektuplarda duygu ve düşüncelerini dile getirmekten başka bir şansları yoktu. Esirlerin mektuplarda dile getirdikleri bu duygular genelde gurbet, ümitsizlik, çaresizlik, hasret, sitem, vatan ve millet sevgisi, merak ve endişe olduğu görülmektedir. Mektuplarda dualar, selamlaşma ve para isteği hiçbir zaman eksik olmamıştır. Mektuplarda selamlaşma sadece ailesi ve akrabaları ile de sınırlı kalmamaktadır.

Esirler mektupları bulundukları kampın adreslerini yazarak bitirmektedir. Yazılan mektuplarda esirlerin ne kadar güçlü ve dayanıklı oldukları görülmektedir. Buna rağmen bazen de bir karamsarlık, ümitsizlik, bitkinlik ve yılgınlık esirleri teslim almış durumdadır. Esirler ailesinin sağlık durumlarını sorarken kendi sağlık durumları hakkında bilgiler de vermiştir. Fakat tüm mektupların neredeyse ortak konusu; esirlerin yazdıkları mektuplara cevap alamadıklarından şikâyet etmeleridir. Pek çok esir yazdığı mektupta aileleri tarafından unutulduklarını ve bir esir kampında terk edildikleri duygusuna kapıldığını yazmıştır. Yukarıda bahsedilen duygu ve düşüncelerden başka esirler genelde mektuplarda ailevi sorunları da dile getirmiştir. Kimisi yazdığı mektupla çocuğunun eğitim sorunu çözmeye, kimisi alacaklısından borcunu almaya çalışmıştır. Mektuplarda ayrıca kampa ve memlekete dair bilgiler verilmiştir.

5.9                        Esir Kamplarında Oluşan Şehitlikler

Birinci Dünya Savaşı’nda değişik cephelerde esir düşen askerlerin bir kısmı 1914-1922 yılları arasında bulundukları kamplarda şehit olmuş ve geri dönememiştir. Cephede yaralanma, hastalık, kaza, intihar, kötü muamele gibi pek çok sebepten vefat eden esirler, yetkililerin onayıyla esir arkadaşları tarafından dini kurallara uygun olarak resmî törenle sonradan mezarlık veya şehitlik olacak kampın yakınlarına defnedilmiştir. Yurtdışında 30’dan fazla ülkede 80 civarı Türk şehitliği bulunmaktadır. Sonradan düzenlenen şehitliklerden bazıları Genelkurmay Başkanlığı Arşiv belgelerinde geçmektedir: Hindistan kamplarında Bellary, Sumerpur, Migdalay (yanlışlıkla Migdalay yazıldığı doğrusunun Burma’daki Mandalay olduğu tahmin edilmektedir.), Burma kamplarında Thatmyo, Meiktila, Shwebo, Rangoon (Yangon); Mısır kampında ise Tura, Tel El-Kebir, Kuveysna, Seydi Beşir, Kahire Abbasiye Hastanesi, Kantara, Bilbeis, Mısır-ı Cedid, Port Said, İsmailiye.[259]

Birinci Dünya Savaşı’nda verilen 300.000 civarındaki esirlerden ne kadarının kamplarda şehit olduğu bilinememektedir. Savaş boyunca Osmanlı ve İngiltere Hükûmeti arasında gerçekleşen yazışmalarda karşılıklı olarak kamplarda hayatını kaybedenlerin listeleri gönderilmiştir. Sayısı belli olmayan şehit listeleri, tasnif edilmeyi ve incelenmeyi bekleyen pek çok dosya bugün Kızılay Arşivi’nde bulunmaktadır. Londra Savaş Esirleri Bilgi Bürosu’nun, değişik tarihlerde, Kızılayın esir kamplarında çeşitli sebeplerle ölen Osmanlı esirlerin isim listelerini gönderdiği Kızılay Arşiv kayıtlarında olduğu gibi, Osmanlı Arşivinde de tüm fazla listenin gönderildiğinin belgeleri vardır.

Yukarıdaki kısa açıklamadan sonra esirlerin bulundukları şehitliklere bakıldığında belki de en fazla esirin hayatını kaybettiği Irak kamplarında vefat eden esirlere dair bir bilgi bulunamamıştır. Diğer kamplarda vefat eden esirler için şehitlikler düzenlenirken Irak kamplarında esirler için ayrı bir şehitlik düzenlenmemiştir. Bunda en büyük etken buranın geçici yani istasyon kampı olmasıdır. Irak’ta Bağdat ve Kut Türk şehitliği olmak üzere iki şehitlik vardır. Bağdat şehitliğinde Irak Cephesi’nde şehit olan ve Bağdat Asker Hastanesinde vefat eden askerlerin kabirleri bulunmaktadır. Kut Türk Şehitliğinde Kut’ül-Amare Muharebelerinde şehit düşen askerin mezarları bulunurken buradaki esir kamplarında vefat eden esirlerin mezarları ile ilgili bir bilgi yoktur.2074 [260]

Basra esir kampı civarında 3.000’den fazla şehidin bulunduğu bilinmektedir.[261] Basra’nın esir kampının kuzey doğusunda bulunan ve sahil civarında 5 dönümlük bir arazide şehitlik bulunmaktadır.[262] Bazı belgelerde ise şehitliğin Basra’nın 3 km kuzeyinde olduğu yazılıdır.[263]

Hindistan’da biri resmi statüde olmak üzere dört adet Türk Şehitliği bulunmaktadır. Bu şehitliklerde yatan Türk şehitleri, Irak ve Kanal cephelerinde İngilizlere esir düşen Osmanlı askerleridir. Kayıtlara göre o dönemde Hindistan’a getirilen esir Türk askeri sayısı 15.000 civarındadır. Deolali Türk Şehitliği; Maharashtra Eyaleti’nin Nashik Kenti’nin Deolali Kasabası’ndadır. Şehitlik olarak ayrı bir alan mevcut olmayıp, geniş bir Müslüman mezarlığı içinde ve şehitlerin defin yerleri birbirlerinden ayrı noktalardadır. Şehitlikte biri türbe olmak üzere 12 mezar mevcuttur. Bu mezarlardan 11’i Millî Savunma Bakanlığı Şehit Mezarı Projesine uygun olarak 2008 yılında yaptırılmıştır. Asansol Türk Şehitliği Batı Bengal Eyaletindeki Asansol şehrindedir. Resmi statüsü olmayan bu şehitlikte 19 şehit mezarı bulunmaktadır. Bu şehitlerden biri hariç diğerlerinin kimliklerini belirten bir işaret yoktur. Bakımı mahalli Müslüman halk tarafından yapılmaktadır.[264]

Sumerpur Türk Şehitliği Rajasthan eyaletine bağlı Pali ilçesi Sumerpur kasabasındadır. 2008 yılında yapılan incelemelerde 144 mezar yeri tespit edilmiştir. 1916 yılında yapılan şehitlikten günümüzde Yeni Delhi Askerî Ataşeliği sorumludur. Irak Cephesi’nde Bağdat, Musul, Süleymaniye bölgelerinde İngilizler tarafından esir alınan askerlerin götürüldükleri Sumerpur kampında vefat edenlerin gömüldüğü şehitliktir. Daha önceki Askerî Ataşelik raporlarında 253 mezar taşı bildirilmişken şu an 144 mezar isimleriyle birlikte bilinmektedir.[265]

Aralık 1916’da yapılan Hindistan Bellary Türk Şehitliği, savaş sırasında Madras eyaletine bağlı iken; günümüzde Karnataka eyaleti Bellary kasabasındadır. Bakımından T.C. Yeni Delhi Askeri Ataşeliği sorumludur. Şehitlikte Abdusselam Ağa ve 600 Türk askeri bulunmaktadır. Diğer mezarların kitabesinde bir şey yazmadığından, kime ait olduğu da bilinmemektedir. Irak ve Süveyş Cephelerinde esir düşerek çalıştırılmak üzere Hindistan’a getirilmiş, hastalık, zehirlenme ve kamplarda çıkan çatışmalarda vurularak ölen askerler bu mezarlığa defnedilmiştir. Kimlikleri tespit edilememiştir.[266] Hint Hava Kuvvetleri’ne ait hava alanının genişletme çalışmaları sırasında mezarların çoğu tahrip edilmiştir. Yeni Delhi Büyükelçiliğinin verdiği bilgilere göre halen bölgede 540 mezar yeri tespit edilebilmişse de şehitlikte sadece iki mezar bulunmaktadır. 1968 yılından beri bu mezar yerleriyle ilgilenilmiş ve 1997 yılında tekrar düzenlenerek bugünkü haline getirilmiştir.[267]

Arşiv belgelerine bakıldığında Bellary şehitliği, Bellary Kasabası’nın 2 mil veya 2 km batısındadır. Bazı belgelerde 3 km güney batısında olduğu da yazılıdır. Kampa 1 km uzaklıkta bulunan şehitlikte Ferik Agah Efendi ile 3 mülazım ve 200’den fazla er yatmaktadır. Başka bir belgede, Agah Efendi’nin emekli general olduğu belirtilmiştir. Bazı başka belgelerde ise 130 ila 250 mezarlığın bulunduğu bilgileri vardır. 18 Mart 1923 tarihli bir belde de mezarlıkta 9 subay ve 200’ü aşkın askerin mezarın bulunduğundan bahsetmektedir. Mezarlığın etrafı 500 metre kadar olup tel örgü ile çevrilmiştir. Belgelerde şehit sayısında farklılık görülmektedir. Bu farklılık sayıların yukarı yuvarlanmasından ya da kayda geçildiği zamanın farkı olmasından meydana gelmektedir. Bu kamp hakkında bilgi veren askerlerden bazıları 39. Alay 6. Bölük Numan Efendi, Ağır Topcu alayı 2. Tabur Komutanı Binbaşı Hüseyin Hüsnü Bey ve Alay Yaveri Hayri Bey’dir. Bağdat’tan savaş esiri olarak getirilen Birinci Ferik Sıddık Agah Efendi vefat sonrası buraya defnedilmiştir. Akif Paşa, Piyade Mülazımı Ali Rıza, Bahriye Mülazımı Mehmed, Yedek Subay Osman Nuri buraya defnedilen subaylar arasındadır.2082 [268] Bu şehitlik hakkında bilgi veren bir başka esir Muamelat Memuru Yüzbaşı Mustafa Bey’dir. 16 Mart 1923’de verdiği ifadesinde şehitlikte 400-500 mezarın bulunduğunu söylemiştir.[269]

Birinci Dünya Savaşı’nın ilk aylarında Bahreyn ve Basra’ya asker çıkaran İngilizlerle yapılan muharebelerde esir düşerek Burma’ya getirilen askerlerden uzun esaret dönemi boyunca kötü yaşam koşulları ve hastalıklardan 1.000 kadarının şehit olduğu ve 5 ayrı mezarlıkta gömüldüğü bilinmektedir. Bu şehitliklerle ilgili bir belge esirlerin mezarlarını göstermesi bakımından önemlidir. Nisan 1923’de Şark Cephesi Komutanlığından Genelkurmay Başkanlığına gönderilen bir yazıda, Thatmyo ve Meiktila kasabalarındaki esir kamplarında vefat eden askerlerin defnedildikleri yeri gösteren, renkli kalemlerle çizilmiş iki adet de kroki vardır. Bu krokilerden ve krokilerdeki yazılardan anlaşıldığına göre Meiktila kampında vefat eden askerlerin defnedildiği yerde 1.050 Türk’ün mezarı vardır. Aralıklı on bir sıra halinde düzenlenmiş, her sıraya 100 şehidin defnedildiği, etrafı çevrili, giriş kapısı olan bu şehitlikte, Hintli nöbetçilerce katledilen Tüfekçi Ziya Usta ve ismi bilinmeyen üç subay vekilinin de mezarları görünmektedir. Krokinin başındaki notta şöyle bir ifade var: “İşbu kabristanın etrafındaki hazine, Hint tüccarlarından meşhur Mehmed Ali Han tarafından ihda olunan masraf ile yapılmıştır. Bu mezarlıktaki beş subayın mezarları, krokide işaretle belirlenmiştir: 1. Ordu teşkilatı hocası Miralay Suphi Beyefendi, 2. Dicle Fırkası Kumandanı Binbaşı Halim Bey, 3. Karadeniz vapuru çarkçıbaşısı Ahmed Efendi, 4. Karadeniz vapuru çarkçısı Hüseyin Efendi, 5. Bir zabit...” Diğer krokide ise Thatmyo kampında vefat eden 260 şehidin defnedildiği bir mezarlık vardır.2084 [270] Hüseyin Fehmi Genişol da anılarında kampa veda ederken 225 Türk esirinin toprağa verildiğinden bahsetmektedir.[271] 1917 yılında yapılan her iki şehitlikten de Bangkok Elçiliği sorumludur.[272]

Thatmyo şehitliği Burma eyaletinin Rangoon civarında Thatmyo kasabasının 5 km kuzey batısında, Burma’da ilk esir kampı olan eski İngiliz garnizonunun kuzeyinde ve yeni İngiliz mezarlığının doğusundadır. 12 Mart 1923 tarihli bir belgede, şehitlikte 250 mezarlığın bulunduğu bilgisi mevcuttur. Değişik belgelerde 300-400 civarında erin burada defnedildiği de yazılıdır. Osmanlı yetkilileri tarafından 3 Mayıs 1920’de ziyaret edildiğinde bu şehitlikte 260 mezar bulunmaktaydı. Ayrıca kabristanın bir de krokisi çizilmiştir. Mezarlığa Suphi Paşa zamanında Pirinç kralı olarak bilinen milyarder ve tanınmış Müslüman şahsiyetlerden Muhammed Ali Han tarafından yapılan yardım ile etrafına bir metre aralığında bir hazire yapılmıştır. Thatmyo şehitliğinde subay ve üst düzey subaylar ve memurların mezarları 2 ayrı şehitlikte bulunmaktadır. Thatmyo kasabasında İngilizler tarafından boğulmak suretiyle şehit edilen 140’dan fazla er ile 38. Fırka Komutanı ve Basra Vali Vekili Erkan-ı Harp Albayı Suphi Bey, Piyade Binbaşısı Hamid Bey, Karadeniz vapuru çarkçısı Yüzbaşı Ethem ve Nuri Beyler, Basra Fırka Komutanı Basri Bey ve Binbaşı Halim Bey’den başka 220 Türk askerinin buraya defnedildiği bilgisi kayıtlarda geçmektedir.[273] Etrafı duvarlarla çevrili şehitlik, subayların maddi desteği ve askerlerin bizzat çalışmaları ile yapılmıştır.[274] Esir kampları hakkında bilgi veren Muamelat Memuru Yüzbaşı Mustafa Bey, 16 Mart 1923’de verdiği ifadesinde yukarıda ismi zikredilenlerin yanı sıra Karadeniz Vapuru birinci ve üçüncü makinistinin de buraya defnedildiğini söylemiştir.[275]

Amare Hastanesinde İngilizlere esir düşmesinin ardından 3 Haziran 1915 tarihinde Thatmyo kasabasına sevk edilen ve burada 3 yıl geçiren Kuleli İdadi-i Askerisi hesap öğretmeni Üsteğmen Fuad Bey’in 8 Mart 1923 tarihinde verdiği ifadesinde esaret sırasında yüzlerce askerin İrravadi Nehri kenarında bir cephesi nehir, yol tarafı yaklaşık 250 metre yüksekliğinde, tuğla duvarla çevrilmiş ve mükemmel bir iç tarafı bulunan şehitliğe defnedildiğinden bahsetmiştir.[276] 62. Alay 1. Tabur 2. Bölük kumandanı Yüzbaşı Gani Efendi’nin verdiği bilgiye göre ise şehitlik İrravadi Nehri’nin sağ sahilinde, 200 metre yüksekliğinde ve büyük bir duvarla çevrili olup şehitlikte 300 mezar bulunmaktadır.[277]

Thatmyo esir kampında 2 sene kalmış Nazmi Hulusi Efendi, 28 Mart 1923 tarihinde verdiği ifadesinde, İrravadi Nehri’nin kenarında kurulan şehitlikte 5.000’den fazla erin, 700’den fazla da subayın bulunduğu anlatmıştır. Şehitlik kasabanın dışında, kuzey doğusunda, İngiliz Protestan mezarlığının mücavir alanındadır. Tahminen 3 dönüm büyüklüğünde olan şehitliğin etrafı yarı taş yarı tuğladan 1 metre yüksekliğinde olup bir duvar ile çevrili ve büyük bir girişi vardır. Mezarlığa savaşta aldığı yaralar ile vefat edenlerden başka, hastanelerde hastalıkları sonucu eceliyle ölen veya intihar ile hayatlarına son verenler de gömülmüştür.[278]Thatmyo esir kampı hakkında bilgi veren Basra Polis Eski Müdürü ve Darende Kaymakamı İsmail Bey ise 19 Mart 1923’de verdiği ifadesinde bu mezarlığın, gördüğü 3 mezarlıktan en büyüğü ve nehir kenarında olması sebebiyle de yok olma tehlikesi ile karşı karşıya olduğunu söylemiştir.[279]

Amerika’nın Rangoon Konsolosu Samuel Reat’ın Raporuna göre Thatmyo kampında hayatını kaybeden 116 esirden 113 Müslüman Türk mezarlığına, 2 Hristiyan, Hristiyan mezarlığına ve 1 Yahudi de Yahudi mezarlığına defnedilmiştir. Ölülerin tabutları Türk bayrağı ile örtülmüş, İngiliz ve Hintli nöbetçiler cenaze törenlerinde her zamanki saygıyı göstermişlerdir.[280]

Meiktila şehitliği Mandalay subay kampının kuzeyinde Hint garnizonunun kuzey doğusunda bir tepe üzerinde kurulu olup 25.000 metrekare bir sahada 1.050 şehidin defnedildiği bir yerdir. Şehitliğin bir krokisi bulunmaktadır. Kabristanın etrafındaki hazire, Türk subayları tarafından yapılan yardım paraları ve esir askerlerin fiili çalışması ile inşa edilmiştir. 5 Mayıs 1920 tarihi itibariyle krokide gösterilen her bir mavi sütunda 100 adet mezar bulunmaktadır. Bulaşıcı bir hastalık sebebiyle ve ayrıca kampa esirlerin toplu getirilmesi sebebiyle 1.100’den fazla asker kampta hayatını kaybetmiş ve buradaki mezarlığa defnedilmiştir.[281]

Mektila kasabasının kuzey doğusunda yer alan şehitlikte 3 subay ile 1.100’ü aşkın Türk mezarı bulunmaktadır.[282]Farklı belgelerde ise bu sayı 300, 400, 700, 800 veya 1.000 olarak verilmektedir. İaşe Subayı Yusuf Efendi’nin verdiği bilgiye göre ise Burma eyaletine bağlı Rangoon vilayetinin Meiktila kasabasında bulunan bu mezarlığa 400 ile 2.000 esir defnedilmiştir. Şehitliğin etrafı duvarla kapatılmıştır. Hindistan’da bulunan Fırka İstihdam Bölüğü Kumandanı Yüzbaşı Said ve Makineli Tüfenk Subayı Yüzbaşı Abdullah da bu mezarlıkta gömülüdür.[283] Bir başka belgede ise Meiktila kasabasına bir saat mesafede etrafı duvarlarla çevrili bu kabristanda yaklaşık 2.500 şehit bulunmaktadır.[284]Millî Savunma Bakanlığında bulunan belgelerde Myanmar’ın orta kısmında, Mandalay’da yer alan Meiktila Şehitliğinde 600’den mezar olduğunu söylenmektedir.[285]

Hastanede vefat eden esirler için hepsi bir sıra halinde bir mezarlık yaptırılmıştır. Mezarlığın etrafı duvar ile kapatılmıştır. Mezarların baş tarafına konan bir taş üzerine memleketleri ve doğum tarihleri yazılmıştır. Her gün mezarlığı 8-10 esir gidip mezarların etrafını temizlemiş ve otlarını yolmuştur.[286]

Esir kampları hakkında bilgi veren Muamelat Memuru Yüzbaşı Mustafa Bey, 16 Mart 1923’de verdiği ifadesinde Pirmene taraflarında tren yollarında zorla çalıştırılan askerlerden hayatlarını kaybeden 1.000 civarında esirin buraya defnedildiği bilgisini vermiştir. Bu askerler gündüz sıcak, gece soğuk sebebiyle yakalandıkları dizanteri sonucu hastanelerde bakımsızlıktan yüzünden vefat etmişlerdir. Şehitliğin etrafına bir duvar ve kapıya yakın bir yerde bir abide dikmek için subaylardan 1.000 kusur rupi toplanmıştır. Fakat kampın Thatmyo taşınma kararı alınması ardından bu meblağ Meiktila İslam Cemaatine teslim edilmiştir. Fakat abidenin yapılıp yapılmadığı bilinmemektedir.[287]

Bu kampta kalmış Nazmi Hulusi, 28 Mart 1923 tarihinde verdiği ifadesinde Meiktila şehitliği hakkında bilgi vermektedir. Şehitlik şehrin sahil tarafında Thatmyo kasabasından itibaren 12 saat uzaklıkta ve doğuda olup tren güzergahı üzerinde kurulmuştur. 2.000 kişilik kampta dizanteri sonucu yüzlerce esir hayatını kaybetmiş ve buradaki mezarlığa defnedilmiştir. Mektila’dan itibaren 6 saat batıda ve tren güzergahı üzerinde Penmana adlı kasabasın 5 mil kuzeyinde 1.000 kişilik 1 numaralı esir kampı ile 5 mil ilerisinde 2 numaralı ve bu yönde beşer mil mesafe ile ayrılan ve biner kişilik Türk esirlerini barındıran 6 adet esir karargahının merkezi olan bir kamp vardır. Burası tren hattının toprak tesviyesi işlerinin yapıldığı bir yerdir. 40-45 derece sıcaklıkta ve güneşin altında binlerce Türk askeri 4-5 ay çalışmak zorunda bırakılmıştır. Yaklaşık 20 gün kaldığı bu kampta Nazmi Bey bir ölüme rastlamamış olsa da hastanelere çok sayıda hasta esir sevk edilmiştir. Yarı İslam yarı Budist bu mahalde Türk askerlerinin bulunduğu bir şehitliğin olması ihtimali büyüktür. Nazmi Bey görevli olarak gittiği ve 4 gün kaldığı Hindistan yarımadasının tam ortasında bulunan tren hattından güneye doğru bir mesafede başka bir şehitlikten bahsetmektedir. Navgon kasabasında 2.000 kişilik yarı Türk ve yarı Arap askerler ile 60 kadar Arap subayın mezarını barındıran bu şehitlik esir karargahının merkezindedir.[288]

Meiktila şehitliği Birinci Dünya Savaşı sonrası İstanbul basınına da konu olmuştur. Genç Anadolu dergisinde yayınlanan “Bir Kitabe” başlıklı yazıda şehitlerin mezarında yazılan bir şiire yer verilmiştir. 225 metre genişliğinde, 275 metre uzunluğunda bulunan Meiktila mezarlığın mimarı Oklu Alemdar oğullarından Muhammed oğlu Dursun Çavuş’tur. Dergide şehitlikten bahsederken Burma’nın Rangoon vilayetinin Meiktila kasabasının yarım saat güney doğusunda bir nehir
karşısında olduğu söylenmektedir. Osmanlı taburundan 700 esiri barındıran bu Türk mezarlığından kitabesinde şunlar yazmaktadır:[289]

Eğil huşû‘ ile zâir-i makâm-ı kudsîde

Bu bir hatîra-i gamm-ı meşhed-i hamiyyettir

Fakat batan bu güneşler ki başka muttali‘den

Kamaştırır nazarı nuru nûr-ı milletdir

Kazâ-yı harb-i umûmîde parlayan icrâm

Gömüldüler ne hazîn levha-i esârettir

Yeter ki düşmesin ahkâdınâ-ümîdîye

Vatan binâsını tahkîm eden felâkettir

Uzakta dalgalanan bir ketîbe-i emele

Bu ordu namına bir yâdigâr-ı himmettir

İ‘âne toplanarak yaptırıldı etrâfı

Bu türbe türbe-i dil kıble-i hamasettir.

Ayrıca Çin’in güneyinde bulunan Yanguyen kasabasında çalıştırılmak üzere getirilip burada hayatını kaybeden esirler için de bir şehitlik vardır.[290]

Shwebo kampında 3 ay kadar kalan Fuad Bey, burada bir şehit mezarlığın olduğundan bahsetmektedir. 9 esir reviri olan bu kamp ile İngiliz garnizonu arasında bulunan şehitlikte 5 Türk neferi bulunmaktadır.[291] Başka bazı belgelerde ise 10 neferin mezarı bulunduğu bilgisi vardır.[292]Shwebo İslam mezarında 1 subay ile 6 erin mezarının olduğunu söyleyen başka belgeler de bulunmaktadır.[293]

Metin Kutusu: 2107
2108
2109
2110
Burma’nın merkezi Rangoon şehrinde mevkiinin tam bilinmeyen bir İslam kabristanında Rangoon hastanesinde tedavi altında vefat eden Sadık Çavuş adında bir asker bulunmaktadır.[294] Ayrıca Tambul kasabasında 600 esirin bulunduğu bir Türk mezarlığı bulunmaktadır.[295] Tüm bunlardan başka İngilizlerin Mandalay Kuray demiryolunu yaptırdıkları sırada hat üzerinde düzensiz bir şekilde rasgele defnedilmiş, yaklaşık 150 km bir çizgi üzerinde 200’e yakın şehidin bulunduğu bir başka şehitlik daha vardır.[296]

Mısır esir kamplarında Mısır’ın sıcağından ve bakımsızlıktan hayatını kaybeden esirlerin bulunduğu Kahire Türk Şehitliği, Kahire’nin Abbasiye bölgesindedir. Şehitlik 1936 yılında yapılmıştır. Şehitlikten T.C. Kahire Askeri Ataşeliği sorumludur. 2.500 şehit mezarı bulunmaktadır. Birinci Dünya Savaşı’nda Çanakkale, Irak, Hicaz ve Filistin Cephesi’nde meydana gelen çarpışmalarda İngilizler tarafından esir alınıp Mısır’daki değişik hastanelere ve esir kamplarına yerleştirilen Türk subay ve askerlerinden vefat edenlerin defnedildiği mezarlıktır. Kahire’nin diğer yerlerindeki Türk şehitlerine ait kemikler 1945 yılında bu mezarlığa getirilmiştir.[297]

İskenderiye Türk Şehitliği Seydi Beşir bölgesindedir. İskenderiye’deki Seydi Beşir karargahından hariç Seydi Beşir ve Raml arasında bir başka şehitlik daha vardır. Kantara’nın 2 km kuzeyindeki şehitlik, Bilbeis, Tura, Tel El-Kebir, Kuveysna, Abbasiye, Zakazig, El Muazzam Dağı eteğindeki şehitlikler de yine Mısır’da bulunan şehitliklerdir. Buradaki şehitliklerde 14.543 şehit yatmaktadır. Bunlardan 8.486 Abbasiye şehitliğinde 4’ü Seydi Zeynep şehitliğinde, 31’i Seydi Zeyni şehitliğinde, 30’u Seydi Gullal şehitliğinde yatmaktadır. Ayrıca Salihiye mezarlığında 297, Maadi mezarlığında 2, Refa mezarlığında 1, Kahire Ermeni mezarlığında 7 şehit vardır.[298] 1941 yılında yapılmıştır. Şehitlikten T.C. Kahire Askeri Ataşeliği sorumludur. 500 şehide ait mezar bulunmaktadır. Şehitlik, Birinci Dünya Savaşı sırasında değişik cephelerde İngilizler tarafından esir alınan Türk askerlerinin yerleştirildiği esir kampı bölgesindedir. Seydi Beşir kampında vefat eden esirler ve bunlardan 13 subay kampın bir kısmına defnedilmiştir. Daha sonra İngilizler tarafından şehitlere saygı olarak buraya küçük bir mezar inşa edilmiş ve şehitlerin adları yazılmıştır.[299]

6 Mart 1923 tarihli bir belgede Seydi Beşir kazasında bulunan Seydi Beşir caminin arkasında Arap mezarlığına bitişik şehitlikten bahsedilmektedir. Başka bir belgede ise sivil ve 4 numaralı subay kampında hayatlarını kaybeden subayların da bu civarda bir yerde defnedildiği bilgisi bulunmaktadır. Şehitliğin sınırları İngiliz Harbiye Nezaretinin izniyle Osmanlı Hükûmeti tarafından belirlenmiştir. 10 Mart 1923 tarihli belgede yaklaşık 28 subay ve 300 kusur neferin bu Türk mezarlığında mevcut olduğu yazılıdır. Ayrıca mezarlıkta Türk subay ve askerler tarafından bir de abide dikilmiştir. Subay ve asker kabristanı subay karargahının 2 km kuzeyindedir. 200 civarında esirin burada defnedildiği değişik belgelerde yazılıdır. Seydi Beşir bir numaralı subay karargâhı açık esir kampında tercüman iken vefat edenler askerler de Seydi Beşir ile Ramla arasına defnedilmiştir.2114 [300]

Bilbeis bölgesindeki şehitlikte 2.500 civarında şehit bulunmaktadır. Bazı belgelerde bu sayı 8.000’e kadar çıkmaktadır. Mısır’da Küveysna esir kampı civarında şehitlik diğer pek çok şehitlik gibi etrafı duvarlarla çevrilmiştir. Zakazik civarında Kuveysna adındaki kampın civarında vefat eden askerler kampa yakın bir yere defnedilmişlerdir. Mısır ile Kandariye ve Tel El-Kebir arasında 1.300 Türk esirinin bulunduğu bilinmektedir. Kantara ve Lid nahiyelerinde vefat eden esir subay ve askerlerin bu civarda defnedildiği İnzibat Zabiti İhtiyat Yedek Subay Ahmed Tevfik Efendi’nin ifadesinde yer almaktadır.[301]

Buradan hariç Türk esirlerinin bulunduğu bir diğer şehitlik Kıbrıs adasındadır. Irak, Hicaz ve Çanakkale’de İngilizlere esir edilen 2.000 kadar Türk askeri gemilerle Mağusa’da Karakol bölgesine getirilmiş ve esir kaplarına yerleştirilmiştir. Bu sayı savaş süresince 8.000’e yaklaşmıştır. Kampta vefat edenlerden 287’inin Mağusa’daki genel mezarlığa mezarı bulunmaktadır 19/ yılında yapılan Kıbrıs Çanakkale Şehitliğinin bakımından Kuzey Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanlığı sorumludur.[302]   1978-1980 arası yapılan çalışmalarda

şehitlik yediden düzenlenmiş ve bir anıt yapılmış ve şimdiki görünümünü kazanmıştır.[303] Esir kampının bulunduğu bölgede halen Kuzey Kıbrıs Türk

Cumhuriyeti’ne ait Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığının Gülseren Eğitim Kampı bulunmaktadır.[304]

Kampta toplu halde gömme veya kaybolmuş şehit mezarlarının olabileceği de ihtimal dâhilindedir. Şu anda ismi bilinen 217 sayısı, minimum şehit düşen Türk asker sayısını vermektedir. Şehitlikte bulunan 217 askerin 33 tanesinin müstakil mezarları bulunmakta olup diğerlerinin mezarları zamanla kaybolmaya yüz tutmuştur. İngiliz Yüksek Komiserliği ve Türk Büyükelçilinin çalışmasıyla bu mezarlar var olan 33 mezarın ortasına topluca defnedilmiştir. 33 şehit askerin mezar taşlarında Osmanlı esirlerle ilgili bilgiler mevcuttur. Diğerlerinin mezar taşlarının olmaması bu işi yapacak zanaatkârların ölmesi ya da İngiliz yönetimi tarafından izin verilmemesinden kaynaklanabilir.[305]

Mağusa kampında ilk esirlerin 1916’da hayatlarını kaybettikleri görülmektedir. Esirlerin evlerine döndükleri 1920 yılından sonra mezarlığa defnedilen olmamıştır. Eylül 1916 ile 1920 yılı sonu arası bu kampta kalan Türk askerinin 250’den fazlası adada şehit olmuş ve Karakol bölgesindeki özel Türk esir mezarlığına defnedilmiştir. Ahmed Sami tarafından hazırlanan “ 1914/1918 Cihan Savaşı Kıbrıs-İngiliz Esir Kamplarında Ölen ve Mağusa'da Toprağa Verilen Şehitlerimiz” adlı çalışma konu hakkında az ama önemli bilgiler vermektedir. Kıbrıs kampında ölenler önce bugünkü Namık Kemal Lisesi mıntıkasındaki eski ve yeni mezarlıklara ve bir müddet de karakoldaki esir kampı yanındaki özel mezarlığa gömülmüşlerdi. Daha sonraki yıllarda bakımsızlık yüzünden kaybolmağa yüz tutan bu mezarlıklardan kurtulabilen esir mezarları halen Türkler tarafından mezarlık olarak kullanılmakta olan Mağusa Türk Mezarlığının bir kısmına nakledilmiştir[306]Bu konu ile ilgili olarak Nisan 1918’de kamp komutanı İngiliz Yarbay G. B. Motherwell imzasıyla yayımlanan bir belgede Türk askerlerinin mezar taşlarının durumuyla ilgili önemli bilgiler vermektedir:

Bu planın kesin doğruluğu garanti edilemez. Savaş esirleri bazı durumlarda mezarlarını belli edecek sadece küçük bir tahta parasıyla gömülmüşler, tahta veya taştan yapılmış kalıcı mezar taşları daha mezarlara konmadan bu küçük tahta parçaları da sökülüp atılmıştır. Bazı hallerde de mezar taşlarındaki tarihlerle resmi kayıtlardaki tarihler birbirini tutmamaktadır. Mezar taşlarının pek çoğu, cenaze merasimleri yapıldıktan sonra kayıtlara bakılmadan yerleştirildiğinden böyle bir fark söz konusudur. Yine aynı şekilde savaş esirlerince resmi kayıtlara dikkat edilmeden yapılan mezar taşlarındaki bazı isimlerde de farklılıklar mevcuttur.2121 [307]

Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesi ile İngiltere Hükûmeti Kıbrıs’ta bu­lunan Türk askerlerine ait mezarları da koruma kapsamına almaya çalışmış ve Kraliyet Savaş Şehitlikleri Komiserliği mezarlar ile ilgili düzenlemeler yapmıştır. Ana karargâhı Kahire’de bulunan komiserliğin sorumlu binbaşısı, 13 Temmuz 1936’da Mağusa Kaza Komiserliğine gönderdiği yazıda Türk savaş esirlerinin mezarlarının düzenlenmesi için yapılan çalışmalardan dolayı teşekkür etmektedir.16 Aralık 1939’da Kraliyet Savaş Şehitlikleri Komiserliği Türk savaş esirlerinin mezarlarıyla ilgili gönderdiği mektupta Mağusa bölgesindeki Türk askerlerine ait mezarların ne durumda olduğu ve Türk esirlerine ait mezarlar için ne gibi düzenlemeler yapıldığın sormuştur. Kraliyet Savaş Şehitlikleri Komiserliği sonraki yıllarda da Türk savaş esirlerine ait mezarların bakım, onarım ve korunması için gerekli olan ödeneği göndermeğe devam etmiştir. Mağusa Kaza Komiserliğinin 28 Nisan 1941 tarihli isteğine paralel olarak Mağusa’da bulunan Türk mezarlarının bakımı için 2 İngiliz Lirası gönderilmiştir. 11 Nisan 1949 tarihinde ise bu bölgenin komutanı Yarbay J. K. Tilly burada mezarı bulunan Türk askerlerinin bir listesini Mağusa Kaza Komiserliğine iletmiştir.[308]

Korfu Adası’nın Kulina semtinde Korfu Türk Şehitliği’nde 3 şehit mezarı bulunmaktadır. 1890 yılında I. George’nin eşi Kraliçe Olga tarafından Osmanlı Devleti’ne hibe edilmiş arazi üzerine değişik milletlerden Müslümanların defnedildiği bir Müslüman mezarlığı kurulmuştur. 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı, Balkan Savaşı, Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşında esir Türk askerlerinden vefat edenler bu mezarlığa defnedilmiştir. Kimlikleri ve sayıları belli değildir.

1924’de Korfu Konsolosluğu tarafından onarılarak şehitlik haline getirilmiştir. 1927’de Korfu Konsolosluğu lağvedilmiş şehitliğin sorumluluğu Pire Konsolosluğu’na verilmiştir. 1 Ocak 1994 itibaren sorumluluk Atina Kıdemli Askeri Ataşeliğine geçmiştir.[309]

Pire Türk Şehitliği Nikea ilçesi, Agios Anargiros bölgesinde bulunmaktadır. 18 şehit mezarı vardır. Toplu mezarlarda yatan Türk esirlerinin sayısı belli değildir. Pire Şehitliği Pire ve Atina hastanelerinde ölen Türklerin defnedilmesi için 1859 yılında Türk Mezarlığı olarak kurulmuştur. Balkan Savaşı, Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşında esir olarak alınıp Atina’ya götürülüp orada ölen Türk askerleri bu mezarlığa defnedilmiştir. 1890 yılında şehitlik Pire Belediyesi tarafından Osmanlı Devleti’ne bağışlanmıştır. 1954’de şehitliğe bir abide yaptırılmış ve 1958 yılından şehitliğin sorumluluğu Atina Kıdemli Askeri Ataşeliğine verilmiştir.[310]

Malta Türk Şehitliği Malta havalimanı ile Valetta yolu üzerinde bulunmaktadır. 1874’de Sultan Abdülaziz tarafından 1565 yılındaki Malta kuşatmasında şehit düşen askerlerin anısına mimar E.U. Galizia’ya yaptırılmıştır. Şehitlikten Valetta Büyükelçiliği sorumludur. Şehitlikte eski dönemden kalan 22 mezar[311], 1919-1920 yıllarında Teşkilat-ı Mahsusanın komutanı Eşref Kuşçubaşı tarafından tamir ettirilerek buraya esirler için bir abide diktirmiştir. Daha sonra Birinci Dünya Savaşı’nın değişik cephelerinde İngilizler tarafından esir alınarak Malta’daki kamplarda tutulan esirlerden ölenler de burada defnedilmiştir. Şehitliğe ilk gömülen kişinin 23 Aralık 1915’de ölen süvari yüzbaşısı İzmirli Bekir Sıdkı Bey olduğu görülmektedir. Bekir Sıdkı, Yemen’de görev yaparken İstanbul’a dönüşünde İskenderiye’de İngilizler tarafından esir edilmiş ve Malta’ya getirilmiştir. Kotonira Hastanesinde vefat ederek şehitliğe defnedilmiştir. 1919 yılına kadar definler devam etmiştir. 5 sene zarfında 23 esir defnedilmiştir. Defnedilenler arasında Malta’da işlediği bir cinayet neticesi idam edilen Halepli Süvari yüzbaşısı Hacı Ali İsa da bunmaktadır. Abideye vefat eden askerlerin isimleri, rütbeleri, meslekleri ve memleketleri yazılmıştır. Şehitlerin memleketlerine göre dağılımı şu şekildedir: Cidde memurlarından 4, Mekke sıhhiye memuru 1, Arapkirli 1, Girdili 1, Hintli 1,

İnegöllü 1, Iraklı 1, İskenderunlu 1, İstanbullu 4, İzmirli 1, Ordulu 1, Pravadili 1, Sanalı 1, Saydalı 2, Selanikli 2, Tirebolulu 1, Tosyalı 1, Yemenli 1, okunamayan 1. Yıllara göre ise defin sayıları 1915’te 3, 1916’da 2, 1917’de 3, 1918’de 7, 1919’da 7’dir.[312] [313] [314]

Man Adası Türk Kara Şehitliği, adada kampa yakın bir yerde yer alan Patrick Kilisesinin avlusundadır. Birinci Dünya Savaşı’nda İngiliz kuvvetlerince esir alınan ve Knockaloe kampına çalıştırılmak için getirilen 115 Türk askerin 7’si burada vefat etmiş ve şehitliğe defnedilmiştir. 1916’da yapılan bu mezarlıkta yedi Türk sivil esirle birlikte 2 Yahudi’nin mermerden yapılmış mezar taşı bulunmaktadır. Bakımından Londra Askerî Ataşeliği sorumludur.21282129

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Almanya, Britanya ve adalarında dağınık halde bulunan Alman savaş mezarlarını tek bir anıt mezarda toplamaya çalışmıştır. Ağustos 1962’de bu mezarlar, İngiltere’deki Cannock Chose’deki Alman Anıt Mezarlığına taşınmıştır. Geride, St. Patrick Kilisesinin bahçesinde, yedi Türk askerinin ve inançlarına göre orada kalmaları ailelerince istenen Yahudi asıllı iki Alman askerinin mezarları kalmıştır. Kilise bahçesinde 7 Türk’e ait toplu mezar vardır. Birisi boş bırakılan iki sıradan oluşan kare şeklinde bir mezardır. Büyük beyaz bir mezar taşı, Türk toplu mezarlığını temsil etmektedir. Üzerinde ay-yıldızla çevrili bu mezar taşında 7 Türk askerinin adı ve ölüm tarihi yazılıdır. İlk vefat eden esir 17 Kasım 1916 tarihindedir. Son ölüm ise 15 Temmuz 1918’de gerçekleşmiştir. 115 esirden sadece 7’sinin mi hayatının kaybettiği ya da hayatını kaybettiği halde mezarı yapılmayan veya kaybolan var mı bugün için bilinmemektedir.2130

5.10                        Esir Kamplarında Oluşan Şehitlikler

Birinci Dünya Savaşı’nda İtilaf Devletlerine verilen Osmanlı esir sayısı tam olarak bilinmese de 200.000’den fazla olduğu tahmin edilmektedir. Bugün Türk Kızılay Arşivi’nde Balkan Savaşı, Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı’na ait 300.000’den fazla esir kartı bulunmaktadır. Osmanlı Hükûmeti tarafından esirlerin durumları ile görevlendirilen Kızılay, her bir esire ait esirlerin künyesini ve esaret bilgilerini içeren bir kart tutmuştur. Ancak bu kartların tasnif edilmesiyle, 1912-1922 yılları arasında 10 yıllık savaş döneminde verilen esirlerin istatistiklerine ulaşılacaktır. Bu esir kartlarında esirlerin hangi ülkede-cephede, nerede, hangi birlikte ve hangi kampta ve ne zaman esir düştüğü bilgisi vardır. Kartlarda esirlerin künye bilgisi olarak da esirlerin isimleri, memleketleri, doğum yerleri, yaşadıkları yerler, yaşları, rütbeleri, esir düştüklerinde yaralı olup olmadıkları ve medeni durumları yer almıştır.

2130 Ali Özuyar, “Uzaklarda Bir Türk şehitliği”, Popüler Tarih, Sayı 50, s. 40-41, Ekim 2004, s.



[1] BOA, HR. SYS., 2210/8.

[2] BOA, HR. SYS., 2210/8.

[3] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 2190/5.

[4] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 123/70; İHK., 123/77.

[5] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 123/70; İHK., K 123/77.

[6] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/87.

[7] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 123/94.

[8] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 123/105.

[9] Sabahattin Selek, Millî Mücadele I: Anadolu İhtilali, İstanbul, [y.y.], 1963, s. 190.

[10] Genelkurmay ATASE Arşivi,İHK., 30/148.

[11] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 169/104.

[12] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 53/125.

[13] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 1736/99.

[14] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/76.

[15] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 123/78.

[16] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/136.

[17] Türk Kızılayı Arşivi, 195/26.

[18] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 1700/73; İHK., 1758/43.

[19] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 139/89; İHK., 43/42.

[20] TNA, FO., 383/535.

[21] Yücel Yanıkdağ, a.g.e., s. 174; “Ophthalmic Practice in the Mediterranean and Egyp Expeditionary Forces 1915-1918”, Guy’s Hospital Report, Haz. H. L. Eason, 70, 1920, s. 63-114, s. 99-103.

[22] Türkiye Büyük Millet Meclisi Zabıt Ceridesi, Devre 1, Cilt 10, İçtima Senesi 2, 28 Mayıs 1337 (1921), s. 328-329.

[23] Türkiye Büyük Millet Meclisi Zabıt Ceridesi, Devre I, Cilt 10, İçtima 2. 28 Mayıs 1337 (1921), s. 329-330.

[24] Başkanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA), 30.18-001-001-3-26-11.

[25] Türk Kızılayı Arşivi, 1156/6.

[26] Türkiye Büyük Millet Meclisi Zabıt Ceridesi, Devre 1, Cilt 22, İçtima Senesi 3, 28 Ağustos 1338 (1922), s. 301-302.

[27] Trahom Hakkında Halka Nasayih, Dersaadet, Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekâleti, Hilal Matbaası, 1340 (1924), s. 4, 9.

[28] a.g.e., s. 4, 9.

[29] Trahom Hakkında Halka Nasayih, s. 4, 9.

[30] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 1765/85.

[31] Yücel Yanıkdağ, a.g.e., s. 161; Said Cemil, “Pellagra”, Ceride-i Tıbbiye-i Askeriye, Cilt 49, 1920, s. 1181-1184, s. 1087.

[32] Yücel Yanıkdağ, a.g.e., s. 166; W. Burridge, a.g.m., s. 764-765.

[33] İlk olarak 18. yüzyılda İspanya ve İtalya’da ortaya çıkan hastalık 20. yüzyılın başında Avrupa ve Amerika’ya yayılmıştır. Bu hastalığın görüldüğü kişilerin bir kısmı akıl sağlığını da yitirmektedir. Genel olarak bu hastalık vitamin eksikliğinden ortaya çıkmaktadır. Ancak karışık, çeşitli ve yeterli miktarda bir diyet ile tedavi edilebilmektedir. İyileşme dönemi uzun zaman almaktadır. Bazen çok hızlı ilerleyerek pek çabuk ölüme yol açabilmektedir. Güneş ışığı ile artmakta olan bu hastalık genelde ilkbaharda başlayıp kış ile azalmaktadır. Hastalığa yakalan kişilerin el, yüz, boyun, dirsekler ve ayak gibi açık yerlerindeki kırmızılık güneş yanığını andırmaktadır. Derinin rengi koyulaşıp kalın ve kuru hale gelerek şişmekte ve kabuklanmaktadır. Sert deri ve deforme olmuş renk her iki kolda ve bacakta simetrik olarak görülmektedir. Bu hastalık ciltten hariç olmak üzere hazım boyunda tahribata yol açıp bağırsaklara zarar vermekte ve ishale yol açmaktadır. İshal sürekli bir halde ve ağrılıdır. Ara sıra ishal kesilse de tekrar başlamakta ve hastayı güçsüz bırakıp kansızlığa yol açmaktadır. Mideleri bozulan hastaların iştahı kesilmekte bulantı, şişkinlik ve kusmalar başlamaktadır. Daha sonraları karnın alt kısmında ağrı başlayacak olup gastrit, bağırsak iltihabı ve idrar tutukluğuna yol açacaktır. Bu hastalığın neden olduğu bir diğer sonuç beyin ve sinirlerde yaptığı tahribattır. Sinir sisteminin vitaminsiz kalmasıyla baş dönmesi, güçsüzlük, karıncalanmalar, kuşak şeklinde ağrılar ve yanar şeklinde acılar meydana gelmektedir. Ayrıca beden işlevlerinde düzensizlik, diz kapağında refleks bozukluğuna yol açmaktadır. İnsanlarda sinir hastalığına neden olup uzun süren ruhi düşkünlükler, siklotimik bozukluklar (bipolar kadar sert olmayan duygu durum bozukluğu), katalepsi ve negativizm halleri görülmektedir. Paranoyak ve hayal görme eksik olmamaktadır. Ölüm çok defa nöbet geçirirken gelmektedir. Hastaların çoğu depresyon halinde olup çabuk kızmaktadırlar. Unutkanlık, kara düşünceler, ümitsizlik, tasalı olma, sersem durum ve son olarak artan bunama durumu görülmektedir. Bkz. Mazhar Osman Uzman, Psychiatria, Kader Basımevi, İstanbul, 1994, s. 173-175.

[34] Yücel Yanıkdağ, a.g.e., s. 140; J.I. Enright, “Pellagra Outbreak in Egypt: II-Pellagra among German Prisoners of War”, The Lancet, 8 Mayıs 1920, s. 998-1003, s. 998.

[35] Erward j. Wood, “The Etimology of Pellagra from the Standpoint of a Defiency Disease”, Transactions Of the Royal Society of Tropical Medicine and Hygiene, Volume 14, No 1, May 21st 1920, s. 8.

[36] Yücel Yanıkdağ, a.g.e., s. 947-953, s. 950.

[37] a.g.e., s. 49.

[38] Erward j. Wood, a.g.m., s. 3.

[39] Yücel Yanıkdağ, a.g.e., s. 162.

[40] Yücel Yanıkdağ, a.g.e., s. 162-165; Report of Inverstigation on Pellagra among Turkish Prisoners of War in Egypt 1920, Haz. A. C. Hammod-Searle,-A. G. Stevenson, İskenderiye, Whitehead Morris, 1921, s. 48. Ayrıca bkz. Douglas Bigland, “Pellagra Outbreak in Egypt”, The Lancet, 1 Mayıs 1920, s. 947-953, s. 950; “Pellagra among the Prisoners in Egypt”, The Lancet, 8 Mayıs 1920, s. 1027; H. M. Woodcock, “Helminthic Infection and Pellagra”, The Lancet, 7 Ağustos, 1920, s. 162-164, 320.

[41] Yücel Yanıkdağ, a.g.e., s. 148; A. Rıza, “Pellagra ve Vitaminler”, İstanbul Seriyyatı 13, 1932, 128-132. s. 129-130.

[42] Yücel Yanıkdağ, a.g.e., s. 160; Said Cemil, a.g.m., s. 1087.

[43] Yücel Yanıkdağ, a.g.e., s. 161; Said Cemil, a.g.m., s. 1087.

[44] Eyüb Sabri Akgöl, a.g.e., s. 68-69.

[45] Tek düze bir diyetle yaşayan bir insan vücudunda, kilolu insanlarda ve sindirim sorunları yaşayanlarda, normal ihtiyaçlar için tamamen yeterli olan bir diyet pellegra hastalığına yol açabilir. Dr. Wilson, günlük olarak ağır işçiler için 45 gram, hafif işçiler ve çalışmayanlar için 40 grama eşdeğer biyolojik protein değerini tavsiye etmiştir. Yeterli kesin diyetetik verinin kalori cinsinden değerinin verildiğinde ve yakın değerlerin pellegrayla ilişkisini gösteren çizelgelerle somutlaştırıldığında bu faktör önemli hale gelecektir. Araştırmada pellegra hastalığında proteinin biyolojik önemi vurgulanırken düşük biyolojik değerli proteinli diyetlerin pellegrayla ilişkisine dair bir şu sonuçlara varılmıştır: 1. Pellegranın ortaya çıkmasıyla toplam kalori değerinin bir ilgisi yoktur. 2. Göreceli yağ eksikliği pellegranın ortaya çıkmasında belirleyici faktör değildir. 3. Düşük brüt protein alımı tek başına belirleyici faktör değildir. 4. Asıl belirleyici faktör biyolojik protein değeridir. Pellegra hastalığı bir istisna hariç günlük 40 gramın altındaysa ortaya çıkar üstündeyse çıkmaz. 5. Hem işçi olan hem de olmayan savaş esirleri, emilimde kayıp olan önceden hazırlanmış diğer bütün standartlara uyduğu halde biyolojik protein değerinin 40 gramdan az olduğu diyetlerde klinik olarak pellegra hastalığına yakalanmışlardır. Ayrıca haftada beş buçuk gün çalışan ağır işçiler mevcut diyetten gün başına 7.980 kilogrammetre daha fazla enerjiye ihtiyaç duymaktadır. Bu eksikliğin protein eşdeğeri 13,9 gramdır. Buna karşılık ağır işçiler için biyolojik değer 45 gramdır. Bu sebeple diyeti sadece 8,4 gram aşmaktadır. Bkz. Report of a Committee of Inquiry Regarding the Prevalenge of Pellagra among Turkish Prisoners of War, Haz. F.D Boydand P.S. Lelean, İskenderiye, Ordu Basım ve Kırtasiye Bölümü, 1919, s. 509.

[46] Report of a Committee of Inquiry Regarding the Prevalenge of Pellagra among Turkish Prisoners of War, s. 511.

[47] a.g.e., s. 511.

[48] a.g.e., s. 512-526.

[49] Report of a Committee of Inquiry Regarding the Prevalenge of Pellagra among Turkish Prisoners of War, s. 513.

[50] Report of a Committee of Inquiry Regarding the Prevalenge of Pellagra among Turkish Prisoners of War, s. 513.

[51] a.g.e., s. 513.

[52] a.g.e., s. 513.

[53] a.g.e., s. 513.

[54] Report of a Committee of Inquiry Regarding the Prevalenge of Pellagra among Turkish Prisoners of War, s. 513.

[55] a.g.e., s. 513-514.

[56] Report of a Committee of Inquiry Regarding the Prevalenge of Pellagra among Turkish Prisoners of War, s. 513-514.

[57] a.g.e., s. 513-514.

Report of a Committee of Inquiry Regarding the Prevalenge of Pellagra among Turkish Prisoners of War, s. 513-515.

[59] a.g.e., s. 513-515.

[60] a.g.e., s. 513-515.

[61] a.g.e., s. 513-515.

[62] Raporda test yemeği sonrası toplam asitlik ve mide içeriğinde serbest hidroklorik asit gösterilmiştir. Asitlik % N/10 NaOH olarak ifade edilmiştir. Ortalama olarak toplam asitlik %39,77 normalin altında alkali, ortalama serbest hidroklorik asit %7,35 normalin altında alkali gözlemlenmiştir. Aralıklı ishalle birlikte sindirim bozuklukları, esirlerin yakalandığı hastalıkların önemli özelliğidir. Hidroklorik asitin kusurlu salgılanması, pankreatik işlevlerin, sindirimin ve protein

[63] Bu sorun kısmen zein detriptofanın eksikliğinden kaynaklanıyordu. 1913’te Sandwith, triptofan eksikliğin pellegraya yol açabilecek bir faktör olduğunu belirtti. Son zamanlarda yapılan çalışmalar özel amino asitlerin kiloyu koruma ve büyüme için önemini gösterdi. Proteindeki amino asitleri ayrı ayrı değerlendirmedeki bilgi yetersizliği sebebiyle insanlar üzerindeki metabolik deneylerin sonuçları kullanılmalıdır. Daha nadir amino asitlerin tahribatı, örneğin triptofanın bakteriyel bozulması diyetteki proteinin değerini büyük oranda düşürmektedir. Triptofanın idrardaki potasyum indoksil sülfat testi sebebiyle yıkıldığı araştırılmıştır. Bağırsak bozulması birçok sebeple ortaya çıkabilirken örneğin, besinin bağırsakta kalış süresi, dizanteri gibi sorunların emilimi engellememektedir. Çok sayıda hastanın sonuçları triptofanın bakteriyel yıkılımınım hangi derecede olup olmadığını gösterecektir. Bkz. Report of a Committee of Inquiry Regarding the Prevalenge of Pellagra among Turkish Prisoners of War, Haz. F.D Boydand P.S. Lelean, İskenderiye, Ordu Basım ve Kırtasiye Bölümü, 1919, s. 522.

[64] a.g.e., s. 523.

[65] Report of a Committee of Inquiry Regarding the Prevalenge of Pellagra among Turkish Prisoners of War, s. 523-524.

[66] a.g.e., s. 524.

[67] Report of a Committee of Inquiry Regarding the Prevalenge of Pellagra among Turkish Prisoners of War, s. 524.

[68] a.g.e., s. 524-525.

[69] Report of a Committee of Inquiry Regarding the Prevalenge of Pellagra among Turkish Prisoners of War, s. 525.

[70] a.g.e., s. 525-527. Ayrıca bkz. Report of Investigation on Pellagra among Turkish Prisoners of War in Egypt 1920, Haz. A. C. Hammod-Searle, A. G. Stevenson, Alexandria, Whitehead Morris, 1921.

[71] Mazhar Osman Uzman, a.g.e., s. 327-329.

[72] Mazhar Osman Uzman, a.g.e., s. 329-330.

[73] Mazhar Osman, Tababeti Ruhiye, Kader Matbaası, İstanbul, 1941, s. 250, 268.

[74] Mazhar Osman, Akıl Hastalıkları, Kader Matbaası, İstanbul, 1935, s. 366; Mazhar Osman Uzman, Psychiatria, s. 329.

[75] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13.

[76] BOA, HR. SYS., 2206/4.

[77] Mustafa Tütüncü, a.g.e., s. 70-71.

[78] Eyüb Sabri Akgöl, a.g.e., s. 82-83.

[79] Cemil Zeki Bey esaret altındayken akrabalarına çeşitli mektuplar yazmış bunların bir kısmını ise göndermemiştir. 15 günde bir göndermeyi planladığı mektuplarda hayatını beşe ayırmış ve hayatının bu dönemlerine ve esaret hayatına dair bilgiler yazmıştır. Yazıp göndermediği ve esaret hayatına dair mektuplarda kampta geçen hayatına dair günlük işler yer alır. 18 ay boyunca esir arkadaşlarını ile gece gündüzü üzüntü içinde geçirdiğini bu dönemde tarih coğrafya askeri bilgi ve tecrübelerini okuduklarını duyduklarını olayları ve hikayeleri anlattıklarını yazmıştır. Bkz. Cemil Zeki Yoldaş, a.g.e., s. 26-27, 34-35.

[80] Rapports : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 74.

[81] Emin Çöl, a.g.e., s. 121.

[82] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/140.

[83] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 90/44; İHK., 100/25.

[84] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 90/44.

[85] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 90/44.

[86] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 90/44.

[87] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 90/44.

[88] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 90/44.

[89] Anlatım bozuklukları giderilmiş ve noktalama işaretleri eklenmiştir. Bkz. Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 90/32.

[90] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 90/40.

[91]Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 96/132.

[92] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 90/39.

[93] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13.

[94] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 313/1269.

[95] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/10.

[96] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/10; TNA, FO., 383/457; FO., 383/338.

[97] a.g.e., s. 242-246.

[98] İhtiyat Zabiti Mehmet, a.g.e., s. 242-246.

[99] a.g.e., s. 262-263.

[100] Hidayet Özkök, a.g.e., s. 55-57.

[101] Emin Çöl, a.g.e., s. 115, 121.

[102] Eyüb Sabri Akgöl, a.g.e., s. 72-74.

[103] İbrahim Arıkan, a.g.e., s. 253-255.

[104] Eyüb Sabri Akgöl, a.g.e., s. 74, 82-83.

[105] Hüseyin Fehmi Genişol, a.g.e., s. 153-154, 158.

[106] Doğumunun 100. Yılında Atatürk’ün Silah Arkadaşları: Yaşayan Çanakkaleli Muharipler, a.g.e., s. 16, 25-26.

[107] Türk Kızılayı Arşivi, 570/124.

[108] BOA, HR. SYS., 2230/112.

[109] Rapports : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 12-13, 42, 48-49, 69.

[110] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la Guerre 1914-1917, s. 41-44, 54, 65, 72-78, 84-87.

[111] İbrahim Arıkan, a.g.e., s. 245-246.

[112] BOA, HR. SYS., 2214/1; HR. SYS., 2202/60; HR. SYS., 2201/51; HR. SYS., 2196/13; TNA, FO., 383/223.

[113] Nurettin Peker, a.g.e., s. 207.

[114] Nurettin Peker, a.g.e., s. 188.

[115] TNA, FO., 383/339.

[116] Rapports : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 14.

[117] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13.

[118] BOA, HR. SYS., 2228/69.

[119] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/1.

[120] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13.

[121] BOA, HR. SYS., 2228/69.

[122] Muhittin Erev, a.g.m., s. 62.

[123] Nurettin Peker, a.g.e., s. 202.

[124] Mustafa Tütüncü, a.g.e., s. 57-58.

[125] Taşköprülü Mehmet Efendi, a.g.e., s. 76.

[126] Genelkurmay ATASE Arşivi, İHK., 82/83.

[127] British Prison-Camps in India and Burma, s. 11-12.

[128] Rapports : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 85-86.

[129] British Prison-Camps in India and Burma, s. 10-11.

[130] a.g.e., s. 19.

[131] a.g.e., s. 51.

[132] Hüseyin Fehmi Genişol, a.g.e., s. 122.

[133] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13’den aktaran Cemalettin Taşkıran, a.g.e., s. 112­113.

[134] TNA, FO., 383/339.

[135] Rapports : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 74.

[136] TNA, FO., 383/339.

[137] Ergun Hiçyılmaz, a.g.e., s. 196-198.

[138] Rapports : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 80.

[139] Mustafa Tütüncü, a.g.e., s. 65-66.

[140] Mustafa Arıkan, Asker Mektupları, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Anabilim Dalı, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Konya, 1990, s. 59.

[141] Murat Bardakçı, “Müslümanların Katledildiği Burma’daki Şehitliklerimizde Şimdi Fasulye Ekiliyor”, Habertürk, 29 Temmuz 2012, s. 22.

[142] TNA, FO., 383/535.

[143] TNA, FO., 383/223.

[144] Hüseyin Aydın, a.g.e., s. 24.

[145] Ahmet Altınay, a.g.e., s. 57-60, 74-75, 80, 85, 138-140.

[146] BOA, HR. SYS., 2194/9.

[147] BOA, HR. SYS., 2193/38.

[148] BOA, HR. SYS., 2201/25.

[149] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la Guerre 1914-1917, s. 46, 87.

[150] a.g.e., s. 66.

[151] İbrahim Arıkan, a.g.e., s. 243-244.

[152] TNA, FO., 383/339

[153] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la Guerre 1914-1917, s. 56-57.

[154] a.g.e., s. 83.

[155] a.g.e., s. 74.

[156] Cemal Kutay, Birinci Dünya Harbinde Teşkilat-ı Mahsusa ve Hayber’de Türk Cengi, s. 158­159.

[157] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la Guerre 1914-1917, s. 80 ; TNA, FO. 383/236.

[158] İbrahim Sorguç, a.g.e., s. 49.

[159] Hüseyin Mümtaz, a.g.m., s. 32.

[160] Ulvi Keser, a.g.e., s. 88; Ahmed Sami, a.g.e., s. 2-3; Nuri Çevikel, a.g.m., s. 94; Halil Aytekin, a.g.e., s. 74; KKTC Milli Arşiv ve Araştırma Dairesi, 1413.

[161] Türk Kızılayı Arşivi, 921/9.

[162] TNA, FO., 383/535; FO., 383/458; BOA, HR. SYS., 2201/51.

[163] Kızılay sadece Osmanlı esirlerini değil Osmanlı topraklarındaki yabancı esirlerin her türlü haberleşme işleri için de ayrıca görevlendirilmiştir. Bkz. BOA, HR. SYS., 2255/7.

[164] Mehmet Ali, “Cihan Harbi’nde Postalar”, Posta ve Telgraf Mecmuası, Sayı 196, Ağustos 1333, s. 93.

[165] BOA, HR. HMŞ.İŞO., 67/73.

[166] Rapports : Sur Leur Inspection des Camps de Prisonniers Turcs en France, en Corse et en Egypte : Documents Publies A L'occasion de la Guerre 1914-1917, s. 87 ; TNA, FO., 383/101.

[167] Cemil Zeki Yoldaş, a.g.e., s. 26-27; Rahmi Apak, a.g.e., s. 163-164.

[168] Hüseyin Mümtaz, a.g.m., s. 32.

[169] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK. 313/1269.

[170] TNA, FO., 383/458.

[171] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13’den aktaran Cemalettin Taşkıran, a.g.e., s. 112­113.

[172] Cemal Kutay, Siyasi Mahkûmlar Adası: Malta, s. 8, 16.

[173] TNA, FO., 383/225.

[174] BOA, HR. SYS., 2195/21; HR. SYS., 2250/43.

[175] BOA, HR. SYS., 2250/64; HR. SYS., 2250/79.

[176] BOA, HR. SYS., 2254/39.

[177] BOA, HR. SYS., 2214/1.

[178] BOA, HR. SYS., 2214/3.

[179] BOA, HR. SYS., 2214/8.

[180] BOA, HR. SYS., 2214/4.

[181] BOA, HR. SYS., 2214/8.

[182] TNA, FO., 383/235.

[183] BOA, HR. SYS., 2194/58.

[184] Rapports : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 18-19, 51, 74-75.

[185] a.g.e., s. 46, 57, 74, 80, 87 ; TNA, FO., 383/101; FO., 383/236.

[186] Cemal Kutay, a.g.e., s. 8, 16.

[187] BOA, HR. SYS., 2252/11.

[188] Türk Kızılayı Arşivi, 778/175.

[189] Türk Kızılayı Arşivi, 778/176.

[190] Türk Kızılayı Arşivi, 778/123.

[191] Mesut Çapa, a.g.e. s. 111; TNA, FO., 323/448.

[192] Rapports : Sur Leur visites aux Camps de Prisonniers de Guerre Ottomans et d’Internes Autrichiens et Allemands aux Indes et en Birmanie : Documents Publies A L'occasion de la Guerre Europeenne 1914-1917, s. 19, 51, 75.

[193] a.g.e., s. 57, 74.

[194] TNA, FO., 383/226.

[195] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 4609/13’den aktaran Cemalettin Taşkıran, a.g.e., s. 112­113.

[196] BOA, HR. SYS., 2252/11.

[197] Mehmet Ali, a.g.m., s. 93

[198] BOA, HR. SYS., 2252/6; HR. SYS., 2252/10.

[199] İsviçre Posta İdaresinin müracaatı üzerine posta ve telgraf hususunda savaş esirlerine verilen hak Fransa ve İngiltere ile yapılan görüşme sonucu sivil esirlere uygulanması uygun görülmüştür. Bkz. BOA, HR. SYS., 2252/49; HR. SYS. 2252/54; HR. SYS., 2252/61.

[200] BOA, HR. SYS., 2255/19.

[201] BOA, HR. SYS., 2234/3.

[202] TNA, FO., 383/225; CO., 323/719.

[203] BOA, HR. SYS., 2251/2; HR. SYS. 2254/35.

[204] BOA, HR. SYS. 2254/24.

[205] TNA, FO., 383/333.

[206] TNA, FO., 383/225; TNA, CO., 323/719.

[207] TNA, FO., 383/225; BOA, HR. SYS., 2254/13; HR. SYS., 2254/22.

[208] BOA, HR. SYS., 2254/13; HR. SYS., 2254/22.

[209] TNA, FO., 383/225; BOA, HR. SYS., 2254/23.

[210] BOA, HR. SYS., 2254/23.

[211] BOA, HR. SYS., 2254/27; BOA, HR. SYS., 2254/23.

[212] El Paso Herald, 22 January 1916, s. 13.

[213] TNA, FO., 383/226; FO., 383/720.

[214] BOA, HR. SYS., 2250/79.

[215] TNA, FO., 383/226.

[216] BOA, HR. SYS., 2254/32.

[217] BOA, HR. SYS., 2254/36.

[218] BOA, HR. SYS., 2228/26; HR. SYS., 2254/4; TNA, FO., 383/339.

[219] TNA, FO., 383/336.

[220] TNA, FO., 383/336.

[221] Murat Bardakçı, a.g.m., s. 22.

[222] BOA, HR. SYS., 2254/53.

[223] BOA, HR. SYS., 2254/63; TNA, FO., 383/535.

[224] BOA, HR. SYS., 2251/105.

[225] Advertiser (Adelaide SA: 1889- 1931), 25 September 1918, s. 8.

[226] BOA, HR. SYS., 2436/67.

[227] Mülazım Mehmet Sinan, a.g.e., s. 118-121.

[228] a.g.e., s. 121.

[229] Eyüb Sabri Akgöl, a.g.e., s. 81-82.

[230] Nurettin Peker, a.g.e., s. 198-200.

[231] a.g.e., 197-198.

[232] Mülazım Mehmet Sinan, a.g.e., s. 121-122.

[233] Nurettin Peker, a.g.e., s. 191.

[234] Hüseyin Fehmi Genişol, a.g.e., s. 106-107.

2049 Taşköprülü Mehmet Efendi, a.g.e., s. 79-80.

[236] TNA, FO., 608/115.

[237] Şükrü Nail Soysal, a.g.e., s. 197-202.

[238] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 3437/23.

[239] BOA, HR. MA.,           1140/22’den aktaran “Kale-i Sultaniye Cephesi'ndeki Kıta'ât-ı Osmaniyye

Üzerine Düşman Tarafından Uçak Vasıtasıyla Atılan Varakalardan Bir Nüshadır.”; Osmanlı Belgelerinde Çanakkale Muharebeleri I, T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı Yayın No:73, Ankara, 2005, s. 230-231.

[240] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 3437/23; “22 Ağustos 1915 Tarihli Kale-i Sultaniye Cephesi'ndeki Kıta'ât-ı Osmaniyye Üzerine Düşman Tarafından Uçak Vasıtasıyla Atılan Varakalardan Bir Nüshadır”, BOA, HR. MA.,                                          1140/22’den aktaran Osmanlı Belgelerinde Çanakkale

Muharebeleri I, s. 230-231; “Utanmaz İnsanlar”, Tanin, 23 Ağustos 1915, s. 1.

[241] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 318/1467; 3471/150’den aktaran Servet Avşar, Birinci Dünya Savaşı’nda İngiliz Propagandası, Ankara, Kim Yayınları, 2004, s. 115.

[242] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., K 3437/23.

[243] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 3437/23.

[244] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., K 3437/23; Servet Avşar, Birinci Dünya Savaşı’nda İngiliz Propagandası, Ankara, Kim Yayınları, 2004, s. 316, 319, 321-322.

[245] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., K 3437/23; Servet Avşar, Birinci Dünya Savaşı’nda İngiliz Propagandası, Ankara, Kim Yayınları, 2004, s. 316, 319, 321-322.

[246] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 3437/23.

[247] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 3471/ 150.

[248] “İngilizlerdeki Şaşkınlığın Yeni Alaimi.”, 2 Mayıs 1915, Tanin, s. 3.

[249] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 3471/150.

[250] İbrahim Sorguç, a.g.e., s. 36-42.

[251] Ergun Hiçyılmaz, a.g.e., s. 46-48.

[252] Hüseyin Aydın, a.g.e., s. 25-27.

[253] Beyannamelerde anlatılanlara göre Ağustos 1917’de İngilizler, Fransızlar ve İtalyanlar Batı Cephesi’nde Alman ve Avusturyalılara karşı taarruzlarına devam etmektedir. İtilâf Devletlerine ait birliklerin düşmana karşı harekâtı mükemmel bir ahenk dâhiline gerçekleşmiştir. İngiliz savaş bölgesinde 31 Temmuz’da önce Epir, hemen ardından Lens civarında ikinci bir taarruza geçilmiş, hava muhalefeti sebebiyle taarruz aksa da havanın düzeldiği zamanlarda Almanlardan toprak kazanılmıştır. Fransız savaş bölgesinde Dedham yaylasında Almanlar tarafından gerçekleştirilen taarruzlar karşısında Fransızlar da Verdun’un kuzeyinde yeni bir taarruz başlatmış, 20 Ağustos’tan sonra çok sayıda mühimmat ve esir ele geçirmiştir. 9 Nisan’dan beri elde ettikleri esir sayısı 50.000 kişiye ulaşmıştır. 19 Ağustos’ta taarruza başlayan İtalyanlar Gariçya’nın doğusunda parlak bir başarı elde ederek Avusturyalıların üç seneden beri tahkim ettikleri yerleri zapt etmiştir. İtalyanlar 19 Ağustos’tan beri 720 subay ve 26,581 askeri esir alırken 9 Nisan’dan beri ele geçirdikleri esirlerin sayısı 50.000’e ulaşmıştır. İtilaf birliklerinin 9 Nisan’dan beri Batı Cephesi’nde ele geçirdikleri esir sayısı 150.000 kişiyi bulmuştur. Çok sayıda mühimmat da ele geçiren İtilaf Devletleri daha önce ele geçirdikleri ile beraber 300.000 esiri gözaltına almıştır. Taarruzlar gittikçe artmakta ve Amerika Ordusu İtilâf Devletlerine katılmak için hazırlıklar yapmaktadır. Sadece Amerika değil hemen bütün dünya İtilaf Devletleri tarafına iltihak ederek Almanlara karşı savaş ilan etmiştir. En sonra Çin, Siyam (Tayland) ve Liberya Hükümetleri savaşa dahil olmuştur. Ayrıca Hicaz’da Arapların harekâtı gittikçe yayılmakta ve gün be gün Arap ileri gelenleri kabileleriyle birlikte peygamberin halifesi Hicaz melikine iltihak etmektedir. Arap hareketinin Hicaz’ın kuzeyinde dahi gittikçe etkili olması sebebiyle Medine’deki Türk kıtaatının vaziyeti günden güne zorlaşmaktadır. Zira Araplar Maan-Medine tren hattını kesmişlerdir. Temmuz’da Maan-Akabe arasında bir Türk kuvveti Araplar tarafından imha edilmiştir. 600 Türk öldürülmüş, 600 kadarı da esir edilerek Akabe’ye getirilmiştir. İngiliz uçakları Maan’daki Türk kıtaatına ve tren istasyonuna 100 bomba atmak suretiyle Araplara yardım etmiştir. Bkz. Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 3471/150.

[254] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., K 3471/150; Servet Avşar, Birinci Dünya Savaşı’nda İngiliz Propagandası, Ankara, Kim Yayınları, 2004, 122-123, 192-193.

[255] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 394/1559; 3471/150’den aktaran Servet Avşar, Birinci Dünya Savaşı’nda İngiliz Propagandası, Ankara, Kim Yayınları, 2004, s. 192-193.

[256] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 3471/150; Servet Avşar, Birinci Dünya Savaşı’nda İngiliz Propagandası, Ankara, Kim Yayınları, 2004, s. 192-193.

[257] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 3471/150;Servet Avşar, “Birinci Dünya Savaşı’nda İngiliz Propagandası ve Osmanlı Devleti”, Atatürk Dergisi, Cilt 3, Sayı 2, 2002, s. 137. Osmanlı Hükümeti Romani mevkiinde vuku bulan muharebede kaybolup İngilizler tarafından esir alındıkları tahmin edilen subayların bir listesini hazırlamış ve bulundukları yer ve sıhhi durumlarının araştırılmıştır. Bkz. BOA, HR. SYS., 2198/33.

[258] BOA, HR. SYS., 2208/74.

[259] “Birinci Dünya Harbi Şehitlik ve Defin Yerleri (Yurt Dışı)”, Askeri Tarih Belgeleri Dergisi, Yıl: 67, Sayı:143, Temmuz 2018, s. 176-177, 206, 208.

[260] Yurtdışı Şehitlikler, s. 29-31.

[261] “Birinci Dünya Harbi Şehitlik ve Defin Yerleri (Yurt Dışı)”, Askeri Tarih Belgeleri Dergisi, 67, Sayı:143, Temmuz 2018, s. 67.

[262] a.g.m., s. 113.

[263] a.g.m., s. 197.

[266] Yurtdışı Şehitlikler, s. 28.

[268] “Birinci Dünya Harbi Şehitlik ve Defin Yerleri (Yurt Dışı)”, Askeri Tarih Belgeleri Dergisi, s. 41, 52, 66, 89, 93, 105, 121, 150-151, 167, 206, 238.

[269] a.g.m., s. 117.

[270] Genelkurmay ATASE Arşivi, BDHK., 998/35; Cemalettin Taşkıran, a.g.e., s. 222-227.

[271] Hüseyin Fehmi Genişol, a.g.e., s. 142-151.

[272] Yurtdışı Şehitlikler, s. 16.

[273] “Birinci Dünya Harbi Şehitlik ve Defin Yerleri (Yurt Dışı)”, Askeri Tarih Belgeleri Dergisi, s. 38, 41, 52, 56, 67, 150-151, 167, 198, 238.

[274] a.g.m., s. 133.

[275] a.g.m., s. 117.

[276] a.g.m., s. 26.

[277] a.g.m., s. 190.

[278] a.g.m., s. 125.

[279] a.g.m., s. 93.

[280] TNA, FO., 383/239.

[281] “Birinci Dünya Harbi Şehitlik ve Defin Yerleri (Yurt Dışı)”, Askeri Tarih Belgeleri Dergisi, s. 56.

[282] a.g.m., s. 52.

[283] a.g.m., s. 41, 117, 121, 133, 167, 198, 238.

[284] a.g.m., s. 143.

[286] Mustafa Tütüncü, a.g.e., s. 65, 71.

[287] “Birinci Dünya Harbi Şehitlik ve Defin Yerleri (Yurt Dışı)”, Askeri Tarih Belgeleri Dergisi, Yıl: 67, Sayı:143, Temmuz 2018, s. 117.

[288] “Birinci Dünya Harbi Şehitlik ve Defin Yerleri (Yurt Dışı)”, Askeri Tarih Belgeleri Dergisi, Yıl: 67, Sayı:143, Temmuz 2018, s. 125.

[289] “Bir Kitâbe”, Genç Anadolu, Cilt 1, Sayı:2, 15 Kanunısâni 1338, s. 10.

[290] İhsan İlgar, Yeryüzünde Türk Mührü Şehitliklerimiz, İstanbul, Yağmur Yayınevi, 2000, s. 137.

[291] “Birinci Dünya Harbi Şehitlik ve Defin Yerleri (Yurt Dışı)”, Askeri Tarih Belgeleri Dergisi, s.

56.

a.g.m., s. 133.

a.g.m., s. 198.

a.g.m., s. 56.

a.g.m., s. 52.

[296] a.g.m., s. 57.

[297] Yurtdışı Şehitlikler, s. 70.

[298] İhsan İlgar, a.g.m., s. 125-128.

[299] Yurtdışı Şehitlikler, s. 71.

[300] “Birinci Dünya Harbi Şehitlik ve Defin Yerleri (Yurt Dışı)”, Askeri Tarih Belgeleri Dergisi, s. 14, 20, 23, 35, 41, 52, 59, 86, 105, 151, 165, 214.

[301] a.g.m., s. 23, 41, 143, 150-151, 206, 208.

[302] Yurtdışı Şehitlikler, s. 51; http://www.msb.gov.tr/Sehitlikler/YurtDisiSehitlikleri, 01.12.2018.

[303] Halil Sadrazam, a.g.e., s. 204.

[304] Ulvi Keser, a.g.e., s. 195.

[305] Anıtlarımız Şehitlerimiz, Atatürk Üniversitesi, Ankara, 1978, s. 114; Ahmet Gazioğlu, a.g.m., s. 1497-1498; Aydın Ayhan, a.g.e., s. 82-83; Halil Sadrazam, a.g.e., s. 203.

[306] Ahmed Sami, a.g.e., s. 1.

[307] Ulvi Keser, a.g.e., s. 195.

[308] Ulvi Keser, a.g.e., s. 193-194.

[309] Yurtdışı Şehitlikler, s. 112.

[310] Yurtdışı Şehitlikler, s. 115.

[311] a.g.e., s. 68.

[312] Mehmet Tütüncü, “Malta Türk Şehitliği”, 100. Yılında Birinci Dünya Savaşı ve Mirası, Savaş Tarihi Araştırmaları Uluslararası Kongresi, Editör Halil Çetin Lokman Erdemir, Çanakkale, 2015, s. 501-502, 509.

[313] Yurtdışı Şehitlikler, s. 44; http://www.msb.gov.tr/Sehitlikler/YurtDisiSehitlikleri, 01.12.2018.

[314] Margery West, a.g.e., s. 106-107.


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar