Tarih Boyunca İnkilâplar – İhtilâller ve SİYONİZM
Hzl:
Tarihçi Ziya UYGUR
Beni bu
notları birleştirmeğe sevkeden âmil, Yahudilerin müslümanlığa ve müslüman
milletlere karşı olan sonsuz husumetlerini öğrenmiş bulunmamla beraber, ondan
evvel bu husumetin bizimle, yâni müslüman Türklerle olan ciddî münasebetidir. Yahudilerin
(bizim büyük mefahir hâzinemiz olan) Osmanlı Devletine karşı oynadıkları tahripkâr oyunlardan da haydi
sarfınazar edelim. Fakat Cumhuriyetten sonra da aynı yoldaki neşriyat ve
tecavüzlerine devam ederek, dinimize, milliyetimize, mazimize, ecdadımıza karşı
(ancak Yahudi seciyesinden beklenebilecek) saygısızlığı aşan bir cür’etle
müdahalelere girişmiş bulunmalarıdır. Bu hâdiseler beni, topladığım notları
birleştirerek bu umumî tehlikeye işaret etmeğe mecbur etti. —Bunlara ait
vesikalı bilgiler kitabın üçüncü kısmındaır. — Bununla beraber bir iki misalini
hemen aşağıya alıyorum ki, ibretle görülsün, dikkatle düşünülsün...
Müslüman Türkün cihanı
titrettiği tarihler henüz unutulmamıştır. Bu cihangirlik devrimizde bize tâbi
olan müslüman olmayan milletlerin (Yahudiler şüphesiz dahil) dinlerine,
ahlâklarına, an’anelerine karşı gösterdiğimiz âlicenaplığı, ve civanmertliği
hem kendileri hem de tarih parlak bir ahlâk ve adalet örneği olarak kaydetmiş
bulunmaktadır. Yahudilerin vaktile varlığına, şimdi de tarihine ve hâtırasına
musallat oldukları ve yüzümüze karşı kötüledikleri o büyük Osmanlılar ki, bizim
öz ve mukaddes dedelerimizdir. Hâlen olduğu gibi, ilelebet varlığıyla
övüneceğimiz o büyük maziyi istikbalimizin teminatı olarak göreceğimiz
şüphesizdir.
Tarihle sabittir ki,
Yahudi kendini kuvvetli hissedince, içlerinde barındığı milletlerin, ne
dinlerine, ne tarihlerine, ne de varlıklarına tahammül edebiliyor. Bu sebeple
de milletlerin varlıklarının temeli olan ahlâk ve an’anelerini, yâni din ve
mukaddesatlarını her türlü sebep ve bahanelerle tahribe girişiyor.
Yahudilerin 3500
senedenberi Orta Şark ve Garp milletleri arasında hem yaşadıkları hem de bu
milletlerle nasıl mücadele ettiklerini bilinmektedir. Yahudi büyüklerinin ifadelerinden anlaşılacaktır
ki dünya milletleri arasında dinine ve şeriatine korkunç bir taassupla bağlı
tek millet Yahudi milletidir. Bu milletin yegâne hususiyeti kendisini
«cevher kavim» yâni milletler arasında en yüksek millet olduğunu kabul etmiş
olması ve bu düşünce ile cihan idaresinin kendinden başkasına lâyık olmadığına,
dünyayı kendisi için hazırlanmış bir çiftlik, diğer milletlerin de bu çiftlikte
Yahudiler için çalışmak üzere yaratılmış (azat günü olmayan) esirler ve
ırgatlar olduğuna inanmış bulunmasıdır. Bu korkunç fikri sabit Yahudinin dini, milliyeti,
şeriatidir. O bu emeline kavuşmak için milletlere karşı kullanacağı her
türlü hile ve vasıtaları mübah ve meşru sayar. Bu düşünce Yahudiyi tehlikeli
bir kibir ve gurura sürüklemiştir. O her milleti hakir, her itikadı efsane
telâkki edecek kadar zalim bir egoizmin esiridir.
**
Maziyi yıkmak,
hâtıraları yok etmek, hâfızaları boşaltıp kupkuru bırakmak, tarihi red, ecdadı
terzil ve tahkir, an’aneleri tahrip etmek mânasına gelen inkılâplar da, tarih
bir takım bid’at ve itizâl ehlinin gizli cemiyetler halindeki faaliyetlerinin
pek ehemmiyetli roller oynadığını gösteriyor. Bu gizli hazırlıklar ihtilâlleri, ihtilâller de
inkılâpları hazırlıyor, bu mânadaki inkılâplar ise Yahudi arzu ve ideallerinin
bir ifadesi olmuş oluyor.
Bize garpçılığı telkin
etmek isteyen Yahudiler, din ve milliyetin 'garplılık yolunu tıkadıklarını
söylüyorlar. Kendilerinin dinî ve millî an’anelerine aykırı gelmeyen garp
inkılâpçılığı, bize gelince ne dinimize, ne de tarih ve milliyetimize tahammül
ediyor. işte aşağıdaki örnekler bu isteklerin ifadeleridir.
ZİYA GÖKALP beyi bir
talebe gibi adım adım takip eden ve yanından ayrılmayan bir Yahudi (MOÎZ KOHEN)
TEKİN ALP takma adile yazdığı «Türkleştirme» adlı eserinde kendini Türk
göstererek inkılâp perdesi arkasından müslüman Türkün dinine ve tarihine
bakınız nasıl saldırıyor:
1 — «Fakat şurası kabili inkâr değildir ki dinin akide
üzerine tesiri nisbî ve İzafîdir. Asri şuuru millîden mahrum olanlar için din
demek her şey demektir. Fakat lâiklik devresinde, dinin umumî hayattan çekilip
fertlerin vicdanına iltica ettiği bir zamanda din ve mezhebin her hal ve kârda
millî akidenin lâzımı gayri müfariki olduğu iddiası, Türkçülüğün iki üstadına
isnat olunamaz.»
Türkçülüğün iki üstadı
ZÎYA GÖKALP beyle AĞAOĞLU AHMET beydir
2 — «Meseleyi lâyıkile tamik [derinleştirme, iyice inceleme.
] edersek görürüz ki birçok ahvalde din milliyeti meydana getirmek şöyle
dursun, büsbütün uyuşturur.»
3 — (Bunu Yahudilere söylüyor) «Bugün cemaat ruhu muhitine
hâkim ise kabahat senin değil, bütün bu evlâdı vatanı bedbaht eden meş’um
mazinindir. Fakat inkılâp ruhuna dikkat et, bu inkılâp ruhu mazi ile kat’ı
alâka etmeğe azmetmiştir.»
4 — «Mazinin asarı meş’umesi [Kötü. Uğursuz. Bedbaht ]
ortadan kalkıncaya kadar beş on senelik fazla bir zaman geçmesi, bir milletin
tarih ve mukadderatı üzerine haizi tesir olamaz.» diyor. (Türkleştirme adlı
kitabın 40 — 41 - 67 - 68 inci sahifelerinden alınmıştır)
**
1 — Dinin
akide ve iman üzerine tesirinin derecesini Yahudi herkesten daha iyi bilir.
Zira onun bütün akidesi
dindir. Din Yahudi akidesi üzerine İzafî
değil, mutlak bir tesir icra etmektedir. Fakat Yahudi, milletleri
dinsizleştirmekle çözüyor, çözülen milletler, ırgat, esir, köle onun tâbirile
«proleter» yâni kendi sermayesinin esiri olarak emrine girmiş, otomatik bir
grev makinesi halini almış oluyorlar.
Asrî şuuru millîden
mahrum olanlar için din demek her şey demekse, bu şuurdan en fazla mahrum olan
yine Yahudidir. Dünyada dinden başka bir mesnet tanımayan tek şeriatçı millet
Yahudi milletidir. O, bütün beka ve muvaffakiyetlerini dinine borçludur. Eğer
inkılapçılar onun dinine ve ahlâkına menfi bir tesir yapmıyorsa, bu hareketler,
diğer milletlerin batmasını mümkün kıldığı halde, Yahudinin tahakküm etmesini
temin eden bir yoldur. Yahudilerde din nasıl millî akidenin lâzımı gayri
müfariki ise, her millet için de din o kadar ehemmiyetli, hayatî bir meseledir.
2 — Din, milliyeti meydana getirmek şöyle dursun büsbütün
uyuştururmuş. Halbuki MOÎZ’in milletini kırk asırdan beri ayakta tutan ve bugün
de milletlerin başına çıkaran büyük kuvvetin sadece “din” olduğunu kendileri
söylüyorlar. Eğer din milliyeti uyuştursaydı, bugün yeryüzünün, tarihte
dikili taşı bulunmayan Yahudiden haberi bile olmazdı.
3 — Bu evlâdı vatanı ve Yahudileri bedbaht eden bizim meş’um
mazimizmiş ve inkılâp ruhu bu mazi ile alâkasını kesmeğe azmetmiş. Bu cümle,
Yahudinin, müslüman Türk milletinin varlığına karşı beslediği iğrenç
niyetlerinin ve arzularının açıklanmasından ibarettir. Yahudi Süleymaniye’nin,
Sultanahmed’in, dünyada eşi olmayan Topkapı sarayını dolduran hâzinelerin ve
nihayet bugün üzerinde hür ve müstakil nefes aldığımız vatan parçasının büyük
ve ebedî sahiplerine yani muazzez ve mukaddes dedelerimize dil uzatıyor.
Onların şanlı hayatının bize emanet edilen şerefli bir ifadesi olarak teslim
aldığımız mazimize meş’um diyor. Bu hususta Yahudi hakkındaki düşünce ve
hükümleri okuyuculara bırakıyorum. Yahudi propagandalar ile bugün Avrupayı
yıkmış, Amerika’nın dinî ve ahlâkî mukadderatı üzerinde derin rahneler açmış
bulunuyor. Yukardaki
ifadelerde Yahudilerin millî mazileri yıkmak için dünya ölçüsündeki
faaliyetlerinin Türkiyedeki örneğidir.
İşte yukarda verdiğim
örneklere uygun olarak yapılan umumî propaganda baskısı altına alınan müslüman
Türk gençliği arasında ben de vardım. Henüz benliğimi idrâk etmemiş bir halde
iken bu yaygaralara aynen inandım. Dini terk, ecdadımı tezyif, tarihimi tahkir
edenlerle âdeta birleşmiştim. Fakat zihnimde bir düğüm vardı. Yahudinin ırkçı
ve şeriatçi olduğu halde aynı zamanda inkılâpçı ve lâik de olabilmesi idi.
Bizim dinimiz,
şeriatimiz, mazimiz, tarihimiz Yahudi tarafından inkılâpçılığa bir mâni olarak
gösterildiği, ya ondan, ya ondan vazgeçmeniz ileri sürüldüğü halde, Yahudi
neden böyle bir zorlukla karşılaşmıyordu. Yahudiden
başka bütün milletlerin dinlerine, mazilerine musallat olan inkılâpçılık ve
lâiklik düşünceleri Yahudi şeriatine nasıl mutabık düşüyor, Yahudi milletinin
arzularını nasıl ifade ediyordu? Çünkü bu ve daha bir kaç kelimeyi cânı gönülden müdafaa
eden Yahudi, dönme veya farmasondan başka dünya yüzünde bir kalem sahibine
rastlanamaz. Çünkü bunların üçü de birdir. Müdafaa ettikleri ise kendi
şeriatleridir.
Halbuki, tarih ve hal Yahudinin ne kadar egoist ve dindar
olduğunu göstermektedir. Yahudiler,
eski Mısır ve Orta Şark dinlerile hep mücadele halinde bulundukları halde,
Yunan felsefesini, ve bu felsefeye dayanan inkılâpları neden var kuvvetlerile
müdafaa ederek yeryüzüne ve milletlerin içine yayılmasını arzu ediyorlar?
Yahudi yeryüzünde
kendinden başka hiç bir milletin iyiliğine hizmet etmiyeceği tabiî iken,
Yahudinin bu dileğinin insanlığın ve milletlerin hayrına ve yararına
olmadığında şüpheye düşmek yersiz ve mânasızdır. Zira Yahudi kendi maksatlarına hizmet etmiyen hiç bir
varlığı yaşatmak istemez.
Bu inkılâplar ya Yahudi
şeriatine uygun olarak milletleri Yahudileştiriyor, yahut Yahudinin siyasî ve
İçtimaî gayelerine mutabık, maksatlarına muvafık düşüyor. Böyle olmasa, Garp
İçtimaî ve iktisadı hayatına hâkim olan inkılâpçılar ellerindeki medeniyeti,
diğer milletlerin dinî, millî, tarihî ve ahlâki hülâsa İçtimaî ve hukukî
hürriyetlerini tehdit ve tahrip için korkunç bir vasıta haline getirmezlerdi.
Garpta din bertaraf
edilmiş, dinî müesseseler kapatılmış, dindar ve namuslu insanlar takip ve
tahkir olunmuş ve sindirilmiştir. Maamafih durmadan vicdan hürriyetinden
bahsetmek, her şeyi devirmeğe kâfi bir sebep teşkil etmektedir. Zamanla dinden
bahsetmek bir cehil ve cinayet sayıldığı gibi, gitgide milliyetten, tarihten,
an’anelerden bahsetmek te inkılâpçıları kuşkulandırdı. Milliyetçilik te affolunmaz bir cinayet, cehalet ve
gerilik olarak utanç veren bir mesele haline sokuldu. Asri mânada yâni dinsiz milliyetçiliğe dahi
müsaade ve müsamaha edilmiyordu. Bu yolda yürümek istiyenler de nazist, faşist
ve yahut da «pan» cı oluyorlardı. Bir kelime ile mukaddesatçılık ve
milliyetçilik ihanet olmuştu. Bunlar Allahla kullarının, hükümdarla tebaasının,
milletle hükümetinin, dede ile torunun, baba ile oğulun, koca ile kadının
arasını açmak suretile cemiyetlerin tesanüt ve birlik direklerini devirmiş,
bugün cihanın başına çökmüş bulunan müthiş buhranları hazırlamışlardır. Fakat Yahudi hem ırkçı ve hem de
şeriatçı olduğu halde o ne mürteci, ne de faşisttir.
Bugün inkılâp kelimesi,
maddeperest misyonerlerin ellerinde milletlerin mahrem ve muhterem yerlerinin
kapılarım açan esrarengiz bir tılsım mânası ifade etmektedir. Beynelmilel sır
simsarları milletler harimine medeniyet ve inkılâp maskeleri takarak girmekte,
millî gizlilikleri keşfetmeğe çalışmaktadırlar.
Yahudi’nin bize telkin
ettiği din, an’ane, tarih ve mazi düşmanlığına dayanan inkılâpçılığın tarihini
tetkik etmeğe kalkarsak, kendimizi 35 asır kadar gerilere gitmiş buluruz.
Bugünkü propagandaların cümleleri ve kelimeleri bile değişmemiş olarak aynını,
aynı insanların müthiş bir mücadele hayatı içinde çağların gerisinden
zamanımıza kadar getirdiklerini görürüz. Bu tarihî mukayese bizi şu neticeye
ulaştırıyor:
İnkılâp Yahudi’nin siyasî, lâiklik ise dinî arzusunun
nihaî gayesidir.
Hükümler bizim değil, tarihî
vesikalarındır.
Asrî (çağa uygun)
milliyetçilikte dinden ve maziden bahsedilemiyeceği ileri sürülüyor. Milliyetçilikten
dini attık, tarih ise mazidir, mazi de meş’umdur. Böyle bir mazi «asrî
şuuru millî» nin sıhhatini bozar. O halde elimizde dinsiz, mazisiz, tarihsiz,
an’anesiz, hudutsuz; onların tâbirile hür bir milliyetçilik (!) kalıyor. Yâni
nesillere intikal ettirilmemeğe, sür’atle unutturulup yok edilmeğe mahkûm ismi
var cismi yok fakat ismine bile tahammül edilmeyen bir milliyetçilik. İşte bu milliyetçilik,
tarihî, dini, an’anevî şe’niyetini kaybetmiş milliyetçiliktir. Bu milliyetçilik
ideal milliyetçiliktir (!) Yâni bazılarımızın hayal ve tasavvurlarımızda bir
müddet salkıyabileceğimiz fakat ne sözle, ne yazı ile izahına fırsat ve imkân
bulamayacağımız bir milliyetçilik. Yahudiye göre «asri şuuru millî» yahut
inkılâpçılık karşısında din nasıl umumî hayattan kovulup fertlerin vicdanlarına
gömülüyorsa, asri milliyetçilikte de, milliyetçilik hakikat ve şe’niyet
âleminden toparlanıp zihnimizin ıssız bir köşesine defnedilmesi gereken,
hatırlanması inkılâba ihanet suçu tevlit eden bir felâkettir.
Bu unutmanın hedefi
şüphesiz unutulmak, yok olmak, varlık âleminden silinip gitmektir. Dünyayı
olduğu gibi, bizi de bu yola sevketmek isteyenlerin bir ihtilâl âleti olarak
elleri altında bulundurdukları benliksiz ırgatlar arasına intikal etmektir.
Rekabet, aynı cinsten
ayrı ellerdeki şeyler arasında olur. Ticarî ve İktisadî sahada şahit olduğumuz
sonsuz rekabetler, dinler ve itikatlar sahasında daha müthiş bir surette
asırlardır devam etmektedir.
Tarihte insan hak ve
hürriyetlerinden evvel din hak ve hürriyetleri tanınmıştır. Harplerden sonra
yapılan muahedelerde iki tarafın birbirinin dinine, an’anesine riayet
edeceklerine dair kayıtlar ilk maddeleri teşkil eder. Siyasî coğrafyayı altüst
eden Birinci ve İkinci Cihan Harplerinden sonra milletlerin din ve itikatları
lâisizmin mevhum fakat tehlikeli baskısı altında her halde ya terkedilmiş yahut
da sonuncu plânda bırakılmıştır. Bununla beraber, milletler arasında itikat
hodgâmlığının oynadığı tesirli rolleri inkâr etmek imkânsızdır. Bu hodgâmliğın
örnek olacak kadar mutaassıp şeklini ancak Yahudiler vermektedir.
Fransız ihtilâlindenberi
medeniyet âleminin siyasi ve İçtimaî mukadderatına hâkim bulunan mahdut bir
zümrenin tarihî ve millî ideallerinin tahakkukunu sağlamakta olan syasî
manevralarını birer medeniyet mezhebi gibi samimî bir şekilde karşılayan,
böylece hakikî ve millî varlıklarını bu siyasî cereyanlara aldanarak ihmal eden
milletlerin hayatları çok ciddi tehlikelerle karşı karşıya yahut iç içedir.
Bugün akidesini kaybeden
dünyanın uğradığı müthiş ahlâk buhranı karşısında din ve itikadını her türlü
tesir ve tecavüzden korumasını bilmiş olan Yahudi milleti tam bir bütünlük ve
zindelikle yekpâre bir manzara arzetmekte ve dindarlığı sayesinde kuvvetçe
bugün dünya milletlerine nümune olacak bir halde bulunmaktadır. Bu örneğin
taklide değer tarafı tam bir din ve şeriat bağlılığı, müsamahasız bir tarih ve
maziseverliktir. Dünyada, medeniyeti, fikir ve felsefeyi millî menfaatlerinin
hizmetinde bulundurmakta hatâ etmeyen, kendi şeriatinin bir takım yabancı fikir
ve felsefe cereyanları tarafından zedelenmesine meydan vermeyen, bu hususta her
türlü tedbirleri almakta kusur etmeyen yegâne millet Yahudi milletidir. Zira öğreniyoruz
ki, din başka, inkılâp ve medeniyet başka şeydir.
Medeniyetin ve
inkılâpçılığın felsefesini ve edebiyatını temsil ve idare edenler, bu
fırsatları ve imkânları kendi lehlerine çok esaslı olarak istismar etmesini
biliyorlar. Bunların elinde medeniyetin varlığı, inkılâbın mahiyeti sonsuz
nazariyelerin, sayısız mütalâaların izdihamı arasında bir mâna buhranına
uğratılmıştır. Bu nazariyat izdihamı içindeki medeniyetten faydalanmak isteyen
diğer milletlerin bilhassa Şark ve îslâm milletlerin iyi niyetleri daima
suiistimal edilmiş, medeniyetle inkılâp aynı mânaya geldiği istikametindeki
cereyanlar, bu milletlerin milli ve dinî varlıkları için pek ciddî bir tehlike
halini almıştır. Medeniyetle temas eden her millete, evvelâ hayatını
inkılâpların yahut Fransız inkılâbının siyasî ve İçtimaî icaplarına uydurması
bir şart ve zaruret olarak kabul ettirilmek istenmiştir. Halbuki bu inkılâbın
ihtiva ettiği esaslar evvelâ Avrupa milletlerinin ne millî, ne de dinî
bünyelerine kat’iyen uygun değildi. Bu sebeple ilk çağ Yunanistanında ve
Hristiyanlıktan evvelki Romada olduğu gibi, Reformdan beri de Avrupa
milletlerinin (Hristiyanlığın on beş asırda takarrür ettirdiği) siyasî ve
İçtimaî hayatını altüst etmiştir. Her milletten evvel bugün Avrupa milletleri
yirmi asır evvelki dedelerinin, yâni muazzam Roma cihangirlerinin uğradıkları
vahim âkibetin pençesinde bulunuyorlar.
Hristiyanlığın ve
müslümanlığın varlığını tanımak istemeyen bu medeniyet ve inkılâp adlı tabiatçı
hareketin adına dinden başka bir isim verilemez. Bizim Garp inkılâpları ve
medeniyeti ile temasımız 1839 da başladığına göre, bir asırdan fazla bir
zamandan beri Garp karşısında şahsiyetimizi muhafaza edebilseydik, şimdiye
kadar çoktan kendimize has bir medenî çığır açmış olabilirdik. Halbuki bugün
ekser düşünür ve yazarlarımızın da üzerinde birleştikleri gibi, bu, böyle
olmamıştır. Biz, mütemadiyen Garptan İçtimaî ve şer'î içtihatlar almağa
zorlandık, sanat ve medeniyetten uzak tutulduk. Bu mânadaki garplılaşmada,
Avrupanın bugünkü perişan haline düşmemize az kaldığı halde, ciddî bir sanat ve
medeniyet hareketinin henüz başlangıcında bile değiliz.
Gerek memleketimizde,
gerekse dünya milletleri arasında, edebiyatçı, felsefeci, politikacı ve
gazeteci gibi umumî efkâra hitap imkânlarına malik bulunan Yahudi, dönme veya
bunların fikirdaşları olan farmasonlar, aralarında yaşadıkları milletlere
yaptıkları inkılâp aşıları ile, ilim ve sanatta terakkiyi değil, din, tarih ve
milliyet düşmanlığını telkin edip duruyorlar. Bu telkinlerin komünist
dostluğundan kozmopolit ve enternasyonalist bir dâvadan başka bir hedef
gütmediğini isbat etmek imkânsızdır.
Bu mânadaki inkılâp
kendisine, millî varlığın büyük ve feyizli menba-ı olan millî, harsî ve tarihî
mukaddesatı rakip olarak almaktadır. Böyle bir hareket hedefi itibarile mahiyetini
gizlemiş, adım değiştirmiş dinden başka bir şey değildir. Bu inkılâp anlayışı
dünya milletlerinin millî ve tarihî hüviyetlerini İçtimaî ve hukukî güçlüklere
sürüklerken, Yahudi ırkçılığını ve şeriatçılığını daima beslediği müşahade
edilmektedir.
Bu medeniyet ve inkılâba
tecrübe malzemeliği yapan Hristiyan milletler arasında gün geçtikçe birlik ve
tesanüt bağları gevşeyip, İçtimaî ve ahlâkî hayat daimî surette tereddi
işaretleri kaydederken, bu milletlerin idarelerini ellerinde bulunduran Yahudi
münevver ve mütefekkirlerinin koyu bir din ve milliyet humması içindeki şayanı
hayret çalışmaları, bu milletin nüfuzunun artmasını, cihan hâkimiyeti sabit
fikrinin büyük ölçüde bir tahakkuk mertebesine ulaşmasını mümkün kılmaktadır.
Bu
vaziyeti görmek için yüksek bir bilgiye, derin bir muhakemeye hacet yoktur.
İngiliz, Fransız, Alman, İtalyan, şu veya bu milletten gibi görünerek dünya
matbuatını dolduran imzaların, dünya fikriyatını idare eden filozofların, dünya
siyasetini idare eden politikacıların hangi millete mensup olduklarını
araştırmak ve öğrenmek sadece korkunçtur.
Bu büyük dünya-şümûl
saltanat, yüz milyonlarca Yahudi olmayan Hristiyan, Müslüman ve diğer
milletlerin uyuşturulmuş şuurları, koma haline getirilmiş benlikleri üzerinde
kurulmuştur. Medenî Garp, materyalist bir şeriatin istilâsı altına alınmış,
vicdan hürriyeti adına her türlü hürriyetten mahrum edilmiştir.
Bugün Garp medeniyeti,
altın sahibi bankerlerin hesabına çalışan, dünyanın en verimli bir
müstemlekesidir.
Bu egoist ve istismarcı
şeriatin adı rasyonalizm, yâni akliyeciliktir. Aklı, tabiatın ve tabiî
meyillerimizin en yüksek bir ifadesi olduğuna inanarak kendisine temel ittihaz
eden bu din, Allahı, vicdanı, imanı, ahlâkı ve bütün mâneviyatı asılsız bir
masal ve hurafat olarak kabul etmekle, kürenin üstünü dolduran yüz milyonlarca
insanların itikatlarını ve vicdanlarını tahkir etmekte, mukadderatı beşeriyeyi
emir ve direktiflerine esir ve râm etmeğe çalışmaktadır.
Reformdan beri Hristiyan
Avrupanın hayatına hâkim olan inkılâp fikrinin temeli materyalizmdir.
Rasyonalizm materyalizmin, idealizm rasyonalizmin nazari ve tasavvurî, yâni
ütopik ifadesidir. Ütopizm ve idealizm, materyalizmin ve rasyonalizmin
maneviyat buhranından ileri gelmiştir.
Bu akılcı şeriatin
sahipleri ve mensuplarının millî an’aneleri yıkmak, tarihleri itibarsız, maziyi
meş’um göstermekten gayeleri; insanları milli ve tarihî şuurdan, milletleri
İçtimaî ve dinî insicamdan mahrum bırakarak her emirlerine âmade âvâre
«proleter» kafileleri haline getirmektir. Şiddet ve taassupla bağlı oldukları
din, şeriat ve tarihlerile ilgili hurafelerinin ve masallarının bir harfinden
bile fedakârlığa katlanmayan bu sahte mürşitler, bu haller ile tel’in ve tekfir
ettikleri Nazist ve Faşistleri solda sıfır bıraktıkları tarih sahifelerini
dolduran bayağı bilgilerdendir.
Bunlar mahkûm ve
muzmahil insanlığı Tevrat şeriatinin etrafında ve kendi liderlikleri altında
toplamak, bir cihan diktatoryası kurmak azmindedirler. “Buhtı Nasır”ın
kendilerine tatbik ettiğini cihana tatbik ve bu menfur esaret rejimi
ebedîleştirmek dâvasındadırlar.
İlk çağda Mısır, Ninova,
Babil, İran, Yunan ve Roma Tevrat’ın darbeleriyle yerlere serilmiştir. Orta
çağda, Yunan felsefesi ve Yahudi «FİLON»un İskenderiyede Tevrat muhteviyatile,
Kabbala adlı maddeci Yahudi tasavvufunu yeniden EFLÂTUN felsefesine aşılamak
suretile asrın o günkü icaplarına uygun olarak hazırladığı yeni Eflâtunculuk
(işrakiye felsefesi) namı altındaki komünist bir tasavvuf ile Hristiyanlığa ve
Müslümanlığa saldırmıştır. Bunlarla Hristiyanlık arasındaki din ve şeriat
savaşı çetin bir şekilde altı asır devam etmiş, Hristiyanlığın zaferile sona
ermiştir. Şarkî Roma imparatoru JÜSTİNYANUS milâdî 529 da bu komünist
mülhitlerin tanınmışlarını ve sabıkalılarını toplayıp memleketten kovmuş,
Hristiyan halkın umumî nefretini üzerinde topladığından itibarsız ve talebesiz
kalmış olan felsefe mekteplerini de kapatmıştı.
İslâmiyet de aynen Hristiyanlık gibi, daha zuhurile
beraber bunların gizli ve açık taarruzlarına uğradı. (Bu
husustaki bilgi bu kitabın ikinci kısmındadır.) Bunlar Hazreti Peygamberin
irtihalini müteakip İslâm âleminde vukua gelen dinî, siyasî, bid’at, ilhad,
itizal, ihtilâl hareketlerini tanzim, tahrik ve idare ettikleri gibi dört büyük
halifenin hayatlarına karşı da süikastlar tertiplemekten geri durmamışlardır.
Hülefayi râşidin (radiyallâhü anhüm.) hazretlerinin kimini zehirleterek, kimini
katlettirerek İslâm tarihinin şeref ve saadet ciltleri arasına kanlı fitne ve
fesat sahifeleri karıştırmışlardır. Feleğin kim bilir kaçıncı defa çemberinden
geçmiş bulunan bu çok bilgili, derin tecrübeli münafıklar ve mülhitler, İslâm
dininin muhkem ve muallâ esasları karşısında tam bir hezimete uğramışlardır.
İslâmiyetin cihana saçtığı (asla hayal olmayan) hakikat nurunun karşısında
gözleri kamaşmış, mantıklarının kudretsizliğini, akıllarının takatsizliğini,
ilimlerinin hikmetsizliğini, her türlü tecrübelerinin kifayetsizliğini aciz
içinde görmüşlerdir. Bu sebeple bunlar, İslâm âleminde, Bizans’taki gibi kanun
yoluyla değil, İslâmiyetin ihtiva ettiği ebedî hakikat karşısında mağlûp ve
perişan olmuşlardır. Bunlar siyasî baskılarla değil, hür dininin hür ve mümin
âlimlerinin karşısında en serbest münazaralar neticesinde yenilmişler ve
dağılmışlardır. Bunlar hakikate değil, yalan ve riyaya, masal ve hurafata meyil
ve itikat etmiş olduklarından hakikat karşısında susmaları ve hattâ hakikati
görmeleri bunları yollarından döndüremez. Bu nevi
küfre, küfrü cuhudî denir.
CÜHUD:
Bilerek inkâr etmek. Bildiği hâlde yanlış söylemek. * Peygamberimiz Rasûlüllâh
sallallâhü aleyhi ve sellemi bildikleri ve mukaddes kitablarında O'nun evsâfını
okudukları hâlde inkâr eden Yahudiler. (Türkçedeki "cıfıt" kelimesi
bundan gelir.) * Bir kimseyi bahil bulmak
Bunlar bu
hezimetten sonra büsbütün ateşlenmişler, İslâmı yıkmak, Kur’anı ortadan
kaldırmak ve Peygamber Aleyhisselâmın mübarek nâmını yer yüzünden silmek için
mücadele şekillerini değiştirmeğe, yeni usuller tatbik etmeğe mecbur
olmuşlardır.
14 asırdanberi devam
eden Kur’an ve İslâm düşmanlığı medeniyete tahakküm eden komünist müçtehidlerin
en karakteristik vasıflarındandır.
Hâtırasız bir insan
tasavvur etmek mümkün değildir. İnsan hayatı, acı ve tatlı hâtıraların dokuduğu
bir kumaştır. Tarih de milletlerin maziye ait hayatlarının hâtılarından
ibarettir. İnsanın kıymeti, haiz olduğu derin bilgiye veya malik bulunduğu
hesapsız servetlere göre değil, mefkûre ve şahsiyet sahibi olup olmadığına
göredir. Bilgi ve para ancak mefkûre sahibi ahlâklı ve şuurlu insanların elinde
bulundukları ve mukaddes hizmetlerde kullanıldıkları zaman bir kıymet ifade
ederler. Aksi takdirde, bilgi, akıl ve para dalâlet ehlinin elinde tarih’ anane
ve mukaddesat yıkıcı menfur bir silâhtan başka bir şey olmaz.
Bu sebeple, milletler
için en evvel tahsil edilecek ilim, millî ilimdir, mefkûredir. Bir ferdin ahlâk
ve terbiyesinin neden ibaret olduğu mensup olduğu milletin millî ilminde,
harsında mündemiçtir. Millet tarihin, tarih de
milletin fidesidir. Bir milletin çocukları kendilerine ait olan dini, millî ve
tarihî bilgileri yâni kim olduklarını, nasıl bir tarih ve ecdada sahip
bulunduklarını, öğrenmeden, millî şahsiyetlerini kazanmadan yabancı milletlerin
kültür baskısı altına düşerlerse, bu yabancıların tarihleri ve millî
mefahirleri gözlerinde büyür. Kendilerini böyle bir tarihten ve millî
mefahirden mahrum zannederek milli gururlârı kırılır, izzeti nefisleri harap
olur, kendilerini küçük görürler. Bu vaziyet onları ecdada, dine, tarihe
ve mukaddes an’anelere karşı fena düşüncelere sürükler. O zaman bütün kabahati,
millî mukaddesata, dedelerine ve tarihlerine yükletirler. Daha ileri gidecek
olurlarsa mensup oldukları milletle alâkalarım kesmeğe kalkarlar, komünist
olurlar. Bunu yapamazlarsa dedelerinin hareket tarzlarını hatâlı görerek dinin,
an’anenin ve mazinin kıymetsizliğine hükmederler. Bu düşünce ile binlerce
senelik millî tarihin seyrini değiştirmeğe, bütün mukaddes kıymetleri söküp
atmağa, yabancılarda gördükleri veya öğrendikleri âdât ve an’aneleri kendi
milletlerine mal ve millî hayatlarına tatbik etmeğe ve ellerile milletlerini
mahvetmeğe teşebbüs ederler. Böyleleri, sadece yabancı memleketlerde okuyanlar
arasından değil, maarif sistemleri bozuk olan, tedris usullerinde millî
harsları ihmal edilmiş, yabancı kültürlere haddinden fazla ehemmiyet verilmiş
memleketlerin mekteplerinde bol bol yetişirler. Bu tip maarif sistemleri
yabancı müstevli ideolojilere gönüllü yetiştiren uşak fabrikalarından başka bir
şey değildirler. Bu mekteplerde yetişen insanlar, milletleri birbirine katmak,
milli mazileri ve mukaddesatları yıkmak isteyen fesat teknisyenlerinin ellerinde
en verimli bir vasıta olurlar. Bu yol milletin evlâdını milletin başına belâ
etmekten başka bir netice vermez. Gençlerinin millî şahsiyetlerini tesis
edemeyen milletler çocuklarını kendilerine hasım, düşmanlarına köle etmiş
olurlar.
**
Durup dururken fırsatlar
keşf veya ihdas etmek veya basit fırsatları istismar etmek çok kuvvetli ve iyi
yetişmiş şahsiyetlerin harcıdır. Dünyaya, tarih ve mukaddesat düşmanlığını
salgın bir hastalık gibi bulaştıranlar bu neviden çok tecrübeli usta
politikacılardır. Bunlar kendi hesaplarına en mutaassıp dindar, en koyu
muhafazakâr, en ciddî an'aneperesttirler. Cihanı itikat ve içtihat anarşizmine
sürüklemelerinin tek hedefi, kendi din ve an’anelerinden başka ortada, ne dinî,
ne de millî bir topluluk bırakmamak içindir.
Tarihte ve zamanımızda dinî ve millî şahsiyetleri
bütün, muhafa-zekâ insanları en çok Yahudiler arasından zuhur etmiş ve
etmektedir. Bütün milletlerde dinî ve milli şuurun zaman zaman durakladığı,
tereddi devirleri geçirdiği görüldüğü halde, Yahudilerde asırlardır böyle bir
hal görülmemiştir. Tarih,
iki bin sene evvelki «FİLON» un, «JOSEFUS» un faaliyeti ile bugünkü «TEKÎNALP»
ın, «BERGSON» un, «EÎNSTEÎN» in, «FREUD» un ve sair memleketlerdeki dönmelerle
belli Yahudilerin çalışmaları arasındaki farkın, gayede olmayıp, ilerlemiş
bulunan zamanın sinesinde belirmiş olan imkânlardan ve icaplardan faydalanmanın
şekillerinden ibaret olduğunu gösteriyor.
Yahudilerin
haiz oldukları dinî ve tarihî uyanıklık üzerine kurulan şuurlu şahsiyetlerini
görmemek bir noksanlık ve hatâdır. Yahudiler dindarlığın, an’aneciliğin
milletleri ayakta tutan, beka ve muvaffakiyetlerini temin eden en büyük bir
kuvvet ve kudret menbaı olduğunu her milletten iyi bildiklerini yaşadıkları
hayatları ile isbat ediyorlar. Bu hakikat dünya milletleri, bilhassa
müslümanlar için pek güzel bir örnektir.
Kendi ifadelerine göre, Yahudi gençliği
dinî ve millî şahsiyetini elde etmek için hususî surette itina ile terbiye
ediliyor. Yabancı milletlerin tesiri altına bırakılmıyor. Bunlar felsefenin (*) zulmünden, yabancı akidelerin tesir ve
tazyikinden masun olarak, evvelâ dinlerine ait akait ilimlerile bir haham gibi
yetiştiriliyorlar. Ondan
sonra her biri vazifesini kavramış bir insan olarak, fikir selâmeti, iman
salâbeti, din gayreti, muvaffakiyet neş’esi içinde kendilerinden evvelkilerden
teslim aldıkları milli programın tatbikine devam ediyorlar. Seçtikleri
meslekler tabiblik,
avukatlık, maliyeciliktir. Bu avukatlar ve doktorlar, bir İslâm âlimi
kadar «fıkıh» ve diğer İslâmî ilimleri bildikleri gibi bir hıristivandan fazla
da Hristiyanlığı bilirler. Bu türlü zengin bilgileri ve bu bilgileri
sayesindeki hulûl kabiliyetleri ile dünya imparatorlarının, vezirlerinin ve her
büyük devlet adamının yanında bulunurlar. Nabızlarını ellerinden düşürmezler.
Ustalıklı bir sadakat ve yakınlık rolü oynamakta ömürlerinin sonuna kadar devam
edip, yerlerini ya çocuklarına veya yine kendilerinden birine bırakırlar.
* Bizde olduğu gibi Yahudilerde felsefe
okutmak serbest değilmiş, dine ve itikada zarar vermesinden korkulduğu için
hususî bir şekilde yüksek kabiliyetlilere okutulurmuş, bu çok esaslı bir
harekettir. Zira felsefe; her dimağa sığmaz, hele dinî akidesi ve millî
şahsiyeti zayıf insanları mahveder. Yahudiler bunu bildiklerinden felsefeye
karsı çok sıkı bir tedbir almışlardır
Erimez eritir, bozulmaz bozarlar. Kendilerine
gösterilen teveccühleri milletleri namına kullanarak milletlerinin himayesini,
iş ve kazanç hususunda müsaade ve müsamahalar gösterilmesini sağlarlar. Bütün
imparatorların, devlet ve hükümet reislerinin yanında bulunurlar. Beynelmilel
siyasetin umumî istikametini daima gözaltında bulundururlar. Menfaatlerinin
iktizasına göre devletlerin sırlarını birbirlerine taşırlar. Harplerde ve
sulhlarda derece derece müessir olmakla beraber, son asrın harplerini ve sulhlarım
bizzat yapmakta, devamım ve idaresini ellerinde bulundurmaktadırlar. Her harpten sonra milletler daima
zararlı ve bitkin, Yahudi daima daha kuvvetli ve zengin olarak bulunur. Çünkü
milletler harbin malzemeliğini, Yahudi kurmaylığını yapar.
* Koçi bey risalesinin ilgili kısımları bu kitabın üçüncü
kısmında «Osmanlı Sarayında Yahudiler» başlıklı bahistedir.
Tarihin kıymeti, ihtiva
ettiği ibret levhaları ile bir kat daha artmaktadır. Tarih ve mazi
düşmanlarının sade kendilerini ilgilendiren sahifeleri değil, bütün tarihi yok
ederek dost ve düşmanı unutturmak istedikleri anlaşılıyor.
Millete hizmet,
an’anelere bağlılık, ecdada ve mukaddesata hürmet, tarihe sadakatle olur. Bu
yolda en örnek millet yine Yahudilerdir. İstikbalimiz, mazimize,
mukaddesatımıza, ecdadımıza ve an’anelerimize karşı çok hassas ve muhafazakâr
bir imanla meşbu olarak düşmanlara fırsat vermemekte mütesanit ve yekpâre
bulunmamıza bağlıdır.
**
Bizce, dünya milletlerinin tarihleri mukayese edilecek
olursa, bunlar arasında en yüz kızartıcı tarih Yahudi tarihidir. Böyle bir mazi yükünün altına düşmüş bulunan bir millet
bize göre bedbahttır. Bu tahammül edilmez ağırlığın altından
kurtulmak, şerefli bir tarih yapmak Yahudi milleti gibi egoist ve mutaassıp bir
milletin ihtimal ki en tabiî meyillerini ifade eder. İhtiva ettiği ciltler
arasında örnek olarak ele alınacak bir forma bile bulunmayan bir mazi,
istikbalin manii, hürriyet ve iradenin kösteğidir. Bizce böyle bir mazi,
kelimenin mutlak mânasile şeamettir.[ Uğursuzluk, kötülük, bedbahtlık] Bu
maziyi ihtiva eden tarih ise meş’umdur.
Bu mazi, zilletin,
sefaletin, sürgünün ıstıraplarını tatmış bir millet için onların kitaplarında
yeri olmamasına rağmen sadece cehennemî dir. Bu zaviyeden Yahudi’nin mazi ve
mukaddesat düşmanlığını haklı ve mazur görmek icap ederse de, en düşünülecek ve
daima hatırdan çıkmayacak cihet, onun kendi mazisine olan sıkı ve sarsılmaz
bağlılığıdır. Yahudi hahamlarının veya liderlerinin yıkmak istedikleri
tarih, din ve mazi, kendi ideallerine ve tasavvurlarına Çin sedleri gibi mâni
teşkil eden başka milletlerin dinleri ve tarihleridir. Bu sebeple onların
mazi ve mukaddesat düşmanlıklarını siyasî ve İçtimaî gayelerinde aramak
lâzımdır. Bu ibret verici suikastlar karşısında milletlere Yahudininkine
nazaran kıyas edilmeyecek kadar çok şerefli olan mazilerine bağlanmak,
dinlerine sahip olmak, ecdatlarına hürmette kusur etmemek, hayatlarının ve
mazilerinin kıymetlerini bilerek onları her türlü tecavüzden korumak düşer.
Zira her milletin tarihi kendi din ve ahlâkının eseridir. Yahudi tarihi de
Yahudi şeriatinin ve ahlâkının mahsulüdür. Altın dahi -her elde- şerefli bir
mazi, örnek bir tarih yapmağa muktedir değildir. Tarihte materyalist itikadın
tamamen veya kısmen hâkim olduğu milletler, evvela ahlâkî, sonra iktisadi,
siyasi ve malî buhranlar içinde yer yüzünden silinip gitmişlerdir.
Kadim cemiyetlerde Sodan ve Gomore hayatının meşru tanınıp,
zinanın ve oğlancılığın rağbet bulduğu, fuhşun ayıp sayılmadığı, nesebi
belirsizlerin adetlerini çoğalıp itibarlarının arttığı, dört gönül bayramı
mahsullerinin milletler mukadderatına el koyduğu günden sonradır ki, Mısırın
yerinde yeller esmiş, Ninova çökmüş, Babil batmış,. İran mağlûp ve perişan
olmuş, Yunan çürümüş, cihangir Roma tarihîn karanlıklarına gömülmüştür.
Dikkat etmelidir ki
tarih tekerrür ediyor, aynı sebepler aynı neticeleri tevlit ediyor. Roma’yı ve
Yunanistan’ı mahveden içtimai, hukukî ve ahlâkî felâketleri meydana getiren
maddeci felsefe veya şeriat çoktanberi hâkimiyeti altına aldığı Garp içtimai,
hukukî ve ahlâkî hayatında da aynı meş’um âkibetleri hazırlamış bulunmaktadır.
Bu, daima ahlâk ve an’ane düşmanlığı halinde tezahür eden bulaşıcı ve öldürücü
hastalık, Avrupa merkezinden bütün dünyaya sireyt ettirilmekte, komünizm
inkılâp perdesi altında bir âfet halinde dünya milletlerini sarmaktadır
Bugün Avrupa bu yüzden
ahlâkî, malî, İktisadî, İçtimaî, siyasî ve askerî bir iflâs ve izmihlâl
içindedir. İnkılâbın beşiği olan Fransa ise tam bir hükûmetsizlik hayatı
yaşamaktadır. O halde Garp, bütün birlik ve tesanüt imkânlarını kaybetmiş tam
bir anarşi halindedir. Garpta ve taklitçilerinde şeref, namus, iffet bir nakise
[Kusur, ayıb, eksiklik, kabahat, noksanlık], ehliyetsizlik ise bir mabut
olmuştur.
Tekrar edelim: Yunan
çöktüğü, Roma inhilâl ettiği vakit, bu memleketlerin tarihten silinmesine sebep
olanların hepsi çok akıllı hattâ feylesoftular. Bu materyalistlerin kendilerine göre
pek derin muhakemeleri, çok ince düşünceleri vardı. Fakat onlarda olmayan tek
kuvvet ahlâktı. O derin bilgileri, mâneviyatı ve ahlâkı istihfaf eden akılları,
iftiharla müdafaa ettikleri ‘inkârcı ve tabiatçı dar felsefeleri onları m'ahv
ve nâbud [Perişan olmuş ] olmaktan bir saniye bile alıkoyamadı.
Sh:
5-19
Kaynak:
Ziya UYGUR, Tarih Boyunca İnkilâplar – İhtilâller ve SİYONİZM, Kardeşler
Basımevi 1952 İstanbul
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar