Ahmet Rindî Güneren
Şemseddin
es-Sivâsî'nin onuncu göbekten torunu Ahmet Rindî Güneren'dir. Ahmet Güneren
1908 yılında Sivas'ta, Şemseddîn Sivâsî Hazretlerinin tesis ettiği
Halvetiyye-yi Şemsiyye dergâhında
dünyaya gelmiştir. Babası, bu dergâhın
sondan bir evvelki postnişini Şeyh Mehmet Efendi (ö. 1331/1912), validesi ise
Şerife Hanımdır. Dört kardeşten en küçüğü olup, bunlar yaş sıralamasına göre
Şeyh Hüseyin Şemsi Güneren (ö. 1376/1956)53, Zehra Başyurt (ö. 1392/1972) ve
Dr. Nuri Şemsi Güneren'dir (ö. 1374/1954). Ahmet Rindî 52 yıllık bir ömür sürmüş, kaynakların
ittifakla ifade ettiğine göre 20
Aralık
1960’ta İstanbul’da hayata gözlerini yummuştur. Naaşı, Karacahmet’e
defnedilmiştir. Rindî, mezar taşı için bir beyit kaleme almış ve bu mısraların
mezar taşına yazılmasını arzu etmiştir.
Küsüp
dünyaya kahr-ı firkât-ı cânâna hıncımdan
Bulup
cânânı canda, yerlere geçtim utancımdan
Şiirlerinden
Pende-i
zâhide uyup da olamam ehl-i riyâ
Eli
tesbihli melekler bana şeytan görünür.
Edemez
çeşm-i sabî, boncuk ile cevheri fark,
Ona
baziçe için ziynet-i elvân görünür.
Bu
mudur hâl-i icâbât-ı kamâli velinin,
Gâh
olur Haydâr-ı Kerrâr, gehi Osman görünür.
Eseri
yoksa da berhanede Allah için hiç,
Her
harp hanede bin san’at-ı Sinan görünür.
**
ŞEYTANIN
İSTİFASI
Ulu
Tanrım katından kovulduğumdan beri,
Çıkarırım
yolundan büyük, küçük beşeri.
Dâima
hür yaşarım yaşadıkça bu küre,
Kurtulmaz
elime geçirirsem bir kere.
Ne
zâhidi hocası, ne sofusu dervişi,
Ne
papazı rahibi, ne hahamı keşişi.
Emrimdedir
yaşayan her sınıf bayla bayan,
Çünkü
benim şehveti ta cennette yaratan.
Yedirerek
buğdayı Âdem ile Havva’ya,
Sürükledim
peşimden getirdim bu dünyaya.
Nice
asırlar geçti, nice elçiler geldi,
Fermân-ı
hükmümde hep birer birer baş eğdi.
Bütün
iklim-i kulûb emrime girmek üzre,
Bir
an oldu ki, geldim ölümle yüz yüze.
Asırların
emektar şeytanıyım da hâlâ,
Görmedim
böyle dehşet, doğmuş meğer Mustafa.
İşitirdim
çocukken, beni ancak Muhammed,
Elindeki
Kur'an'la mahkûm edecek ebed.
Geldi
âhir başıma bu korktuğum felâket,
Benim
oldu düşmanım, O’na eden icâbet.
İşte
on üç asırdır havf ile yaşarım,
Hiddetimden
derime sığmaz coşar, taşarım.
Kimin
var besmeleden otomatik silahı,
Giydiremedim
ona ne yaptımsa külahı.
Bu
öyle bir silah ki, ne eskir, ne kırılır,
Dehşetinden
titrer hep, çöker gökler yıkılır.
Herkes
sahip olamaz, onu kimse kuramaz,
Bu
atomun önünde felek bile duramaz.
Alırsa
şayet bunu eline ehl-i gurur,
Mermi
atamaz olur derhal yayı bozulur.
Şaşırdım
karşısında bu muazzam kudretin,
Benim
çün oldu artık yaşamak pek çok çetin.
Bu
hal ile süründüm umutsuz hayli müddet,
Yine
teveccüh etti şükür fakire devlet.
Zaman
zaman değişti işin tamamen rengi,
Artık
atılmaz oldu o besmele tüfengi.
Yine
eskisi gibi çalışmaya başladım,
Hacı
oldum, Hicazda şeytanı da taşladım.
Mürâinin,
mağrurun yapışıp cübbesinden,
Girerim
görünmeden gönlünün kubbesinden.
O,
mescitte ederken Allah'ına secde,
Ben
hûriden, kevserden sunarım ona müjde.
Mesleğimin
ehliyim var mı dünyada eşim?
Bir
harika değil mi gönüllere girişim?
Muamelem,
numaram şahsa göre değişir,
Eteğime
yapışan cehenneme erişir.
Dizerim
yüz bin gönül, bir benliğin ipine,
Nefesim
değdiği yer hayretmez sahibine.
Kimine
gösteririm Bakırköy’ün yolunu,
Kimine
hep yek gelir, sattırırım çulunu.
Meyhanedir
yolumun birinci iskelesi,
Son
karargâh hapiste tamamlanır çilesi.
Nice
zaman böylece döndürdüm bu dümeni,
Dolaştım
bir lahzâda şarkı, garbı, Yemeni.
Her
işimde muvaffak oluyordum bermutat,
Fakat
işin tamamen değişti rengi heyhat!
Başladılar
beni de taklide insanoğlu,
Bana
da vâcip oldu değiştirmek bu çulu.
İlmimin
bilmediği, gözümün görmediği,
Çoğaldıkça
çoğaldı aklımın ermediği.
Görür
görmez şu atsız giden arabaları,
Hayretimden
gevşedi hilemin tapaları.
Bulutlarla
uçuşan, gökler gibi gürleyen,
Ejderhayı
görünce kaybetmişim ben beni.
Çıkamadım
korkumdan havalara günlerce,
Fakat
şimdi indimde küçüldü oldu serçe.
Çok
geride bıraktı zaman geldi motoru,
Denizlerin
dibinden koşup giden vapuru.
Kâinâtın
sesini bir sandıktan dinledim,
Gayrım
bir başka şeytan var sanıp da bönledim.
Mağripte
söyle, dinle maşrıkta aynı anda,
Bilmezdim
ne hünerler varmış meğer insanda.
Her
köşe, her bucakta aynı saz, aynı âhenk,
Bundan
sonra benim hiç şeytanlık neme gerek.
Kur’an
etmiş işaret olacak bunca fenni,
Söyleyecek
Îsâ’ya radyo uçakta ninni.
Çaldılar
gün geçtikçe, sanatımı fendimi,
Ben
evliyayım sandım yanlarında kendimi.
Şeytanlığın
modası geçtiğini anladım,
Kuru
tesellim ancak, arsızlığım, inadım.
Hele
günlerden bir gün uğradım Florya'ya,
Baştan
çıkarım diye korktum eyledim hayâ.
Her
mayonun içinde saklı nice bin şeytan,
İnsanların
elinden aman Rabbim el aman.
Görünce
hayran oldum bu dünya cennetini,
Unutturmuş
yarınki cennetin nimetini.
Şaşırdım,
hayretteyim nere gideyim bilmem,
Çektiğim
sana mâlum ötesini diyemem.
Onlar
dinle, bilgiyle korundular şerrimden,
Ben
nasıl korunayım binlerce benzerimden.
Bunların
cümlesine vâkıfsın ya Rabbenâ,
Beni
ben mi yarattım? Acı biraz da bana.
Geceleri
yatamam, gündüz taşra çıkamam,
Korkumdan
değil kalbi yüzlerine bakamam.
Değilim
şimdi lâyık bu çok mühim makama,
Mesleğimde
aczimi ayıplama, kınama.
Kalmadı
zerrece hiçbir şeyde istidadım,
Artık
sulandı beynim tamamiyle bunadım.
Bana
lüzum kalmadı kendileri başarıyor,
Benim
bu şeytanlığım hiç ne işe yarıyor.
Çok
yoruldum bunca dem tekaüt eyle beni,
Çeviremem
ben böyle zamanda bu dümeni.
Yok,
müstahak değilsem emekliliğe şayet,
Ben
maaşsız razıyım ver işime nihayet.
***Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar