Aşka Varmalı
Aşk Sırrı
“Sevgilinin
sırrının hiçbir kimseye açıklanmamasının gereğine değinen ve buna inanan
Hafız’a göre sevgili gizli âşikâr her şeyi bilendir. Hatta sevgiliye aşktan söz
etmek de büyük bir hatadır. Yine Hafız’a göre aşkın sırrı hissedilir,
öğrenilmez. Bir kimsenin sırları öğrenme yeteneği varsa kendisi sırları
öğrenecektir. Yeteneksiz kimselere sırları sözle ve dersle öğretmek ise
olanaksızdır.” [Saadettin Kocatürk, Hafız’a
Göre Aşk]
Aşk şarkılardaki temalar
İlk
dönem klasik şiirlerde son derece romantik ve hayal gücüyle tasarlanmış
mecazlar standartlaştırılmış terimler:
Enîn,
“inleme”; esa, “eza”; emel, “umut”; esûn, “sakınırım” ya da “onur duyarım”;
buka, “ağlama”; jufûn, “gözkapakları”; hubb, “aşk”; hanân, “şefkat”; dem,
“gözyaşları”; delâl, “cilve”; seher “gece uyumamak”; şevk, “özlem”; şekva,
“yakınma”; sadd, “dönüp gitme”; dena, “tükenmişlik”; tayf, “hayal”; ‘azab,
“azap”; ‘uyûn, “gözler”; ‘itâb, “paylama”; ‘azul, “alaycı”; lev’ ah, “dert”;
mi’ad, “buluşma” ya da “randevu”; nevh, “feryat”; vecd, “arzu”; visal,
“kavuşma”; zehr, “çiçekler”.
Derde tâlib olmadan
Derde
tâlib olmadan
Derde
dermân bulunmaz
Cân
terkini kılmadan
Cânân
nedir bilinmez
2.
‘Aşk bahrine girmeden
Tâ
ka’rına ermeden
Kendi
nefsin bilmeden
Fehm-i
Yezdân olunmaz
3.
‘Aşk şarâbın içmeden
Cân
gözünü açmadan
Len
terânî geçmeden
Vuslat-ı
cân olunmaz
4.
Mâ-sivâyı silmeden
Hakkı
sende bulmadan
‘Aşk
oduna yanmadan
‘Âşık-ı
cân olunmaz
5.
Ağyârı terk etmeden
Yâr
iline yetmeden
Bülbül
olup ötmeden
Gül-zâr-ı
‘aşk bilinmez
6.
Pervâne tek yanmadan
Dost
şem‘ine dönmeden
Secde-gâhı
bilmeden
Şeytânlığın
silinmez
7.
Ferhâdlığı bilmeden
Şîrîn
dağın delmeden
Kenz-i
Hakkı bulmadan
Hamdî
sözi bilinmez
[Derdi istemeden derde derman bulunmaz. Canı
terk etmeden canan nedir bilinmez.]
[Aşk denizine dalmadan, ta dibine varmadan;
kendi nefsin bilmeden yüce Allah anlaşılmaz.]
[Aşk şarabın içmeden, can gözünü açmadan, len
terânî geçmeden sevgiliye kavuşulmaz.]
[Dünyayı silmeden, Hakk’ı sende bulmadan, aşk
ateşine yanmadan, sevgiliye âşık olunmaz.]
[Başkalarını terk etmeden, yar iline varmadan,
bülbül olup ötmeden, aşk bahçesi bilinmez.]
[Pervane
gibi yanmadan, dost mumuna dönmeden, secde kapısını bilmeden şeytanlığın
silinmez.]
[Ferhadlığı bilmeden, Şirin dağını delmeden,
Hakk hazinesini bulmadan Hamdî sözü bilinmez.]
Sizin Bildiğiniz Gibi Değil
Romeo ve Juliet bizim
kültürümüzde “romans” ile eş anlamlıdır. İngilizce konuşulan kültürde en önemli
aşk hikâyesidir ve duygusal bir idealdir. Ancak bu hikâyede olup bitenleri
gerçekten öğrendiğiniz zaman o çocukların tamamen akıllarını kaçırmış
olduklarını görürsünüz. Yetmezmiş gibi de bunu kanıtlamak için kendilerini
öldürürler!
Birçok akademisyen Shakespeare’in Romeo ve Juliet’i aşkı yüceltmek değil,
onunla alay etmek, mutlak biçimde kaçık bir şey olduğunu göstermek için
yazdığından kuşkulanır. Oyunun aşkı
taçlandırmasını amaçlamamıştı belli ki. Tam tersini amaçlamıştı.
Aşkıma Engels
Goethe, aşk “ruhları çözerken bedenleri
birleştirir” derken, cinsel içerikli aşkın beden üstündeki bu çekici etkisini
dile getiriyordu. Ve aynı Goethe, aşk duygusuyla birbirine bağlı olan iki
ruhun, birbirinden ayrıldıkları zaman, aşkın çekiciliğinin onları hemen
birbirlerine yakınlaşmaya zorladığını da söyler. Ayrılığın getirdiği bu
birleşme isteği “aşk bağının yenilenmesi”ne yol açar.
“Aşk, iç çekişlerin nefesiyle yükselen bir
dumandır,
Aşıkların gözlerinde parıldayan bir ateşin
arınmasıdır,
Aşkların gözyaşlarını besleyen bir denizin
hırsıdır,
Başka nedir ki ?
Dikkatli bir çığlık,
Doğal bir kin,
Tadı bitmeyen bir şekerdir
Cinsel isteklerimizi, arzularımızı,
duygularımızı kirletmeye başlayan para, aşkın içinde yer aldığı duyguları,
ilişkileri üretmiştir. Gerçek aşk, ruhun ve bedenin bu kirden arındığı yerde
ortaya çıkar. Engels’in dediği gibi: “Yaşamı boyunca parayla ya da güçle bir
kadına boyun eğdirmenin ne demek olduğunu bilmeyen erkek kuşağı ile, gerçek aşk
düşüncesinin dışında başka hiçbir şey için kendini bir erkeğe vermenin ne demek
olduğunu anlamayan, ya da parasal nedenlerle kendilerini sevgililerin kollarına
bırakmayı kabul etmeyen bir kadın kuşağı yetişene dek”, gerçek aşk ortada
görünmeyecektir. Her şeyin para üstüne kurulduğu dünyamızda, bu tür bir
isteğin, özlemin, umudun gerçekleşmesini beklemek, aşırı iyimser duyguların
içinde yüzdüğü tatlı bir düş olsa bile; paranın biçimlendirdiği
bağımlılaştırıcı, yabancılaştırıcı, köreltici ilişkilerin etkisinden kurtulmak
için, bu tür bir aşk düşün aydınlatıcı, ısıtıcı, okşayıcı, yaratıcı etkisinden
yararlanmak bile büyük bir anlam ifade eder
Aşkın içeriğine yönelik bu öznellik, Pascal’ın
tanımında kendini açıkça ortaya koyar: “Kişilikler değil, nitelikler sevilir.”
Hep Küll
İnsan gülü düşünürken gül, bülbülü düşünürken bülbül oluverir. Bütün
iş, düşünmeyi bilmekte.. Bir gün de küll’ü düşünmeliyiz; işte o zaman (hep)
oluruz.
“Biz bu (hep) denizinin
kenarında oturmuş dalgalara bakıyoruz. İhtimal ki, dalgalar bizi avutuyor. Bu
görünüşte denizdir ve dalgaların içinde kaybolmuştur.”
Halbuki bize lazım olan dalgaların keyfiyeti değil, denizin
mahiyetidir, bizzat denizdir. Her şeyi türlü türlü görüyoruz. Çünkü her
birimizde veya hepimizde ayrı ayrı, renk renk camlar var. O camları gözümüze
tuttuğumuz için güneş de hepimize başka başka renklerde görünüyor. Bir kere
renksiz olarak bakmaya alışsak hepimize bir keyfiyette ve bir halde olan güneş
gözükecekti.
Cami’nin “Aynalara girdiği
halde yüzü görünmeyen sevgili” dediği mücerred ve başka bir sevgilidir.
İçinde hodbin güzellerin yüzü aksettiği halde, orada yine güzellerin yüzü
olmayan bu ayna, her şeyi mücerred telakki eden Cami’nin mi’yarıdır. Ne göğün
tahtası, ne yıldızların pulu olmadığı halde, kendi kendine mahabbet tavlası
oynayan bu Zat (Mücerred)den başkası değildir. Bu Mücerred’i görmek ne kadar az
kişiye nasip olmuştur. “Aşkın sırrı, karanlıklarda ayın ve bulutlar arasında
güneşin dolaştığı gibi ebediyyen mahluklar arasında dolaşmaktadır. O sır,
görünüşünün sadmesine tahammül edebilecek hiçbir insan bulamadığı için
görmesini bilenlere doğru örtülü olarak gider.”
Görmesini bilenler (O)nu örtülü olarak da görürler ve hissederler. Çok
kimseler “aşk şarabını mecaz kadehinden içerler ve sırra mahrem olurlar” eserden
müessire gidildiği gibi, müessirden esere de gidilir. İşte Cami’nin
contemplation’unda bu iki şey de aynı zamanda görülmektedir.
Gelirler
Ma’lûm ola ki erbâb-ı te’vîl ba’zı ervâh-i
beşeriyyeyi dahi melâike-i müdebbirede idhâl etmişlerdir. Velâkin ba’zı erbâb-ı
ilhâd fehm ettikleri üzere değil. Ya’nî aşk tâifesinden ba’zıları dünyâdan
müntakil olan ba’zı kümmel hakkında i’tikād-ı fâsid edip, onlar dünyâya cesed
ve rûhlarıyla avdet ederler. Ve nice mecâlisde hâzır olurlar. Ve muâmelât-ı
beşeriyye kılarlar derler. Bu i’tikādı ise ( اِنَّهُمْ لَاِ يْهِمْ لاَ يَرْجِعُونYâsîn, 36/31) [Onlar, hiç onlara dönüp gelmiyorlar.] nassı redd eder.
İsmail Hakkı Bursevi /Varidat/59b
Herkesin Dini
Bütün dinlerin ilahi olduğunu söyleyen
Hallac-ı Mansur’a göre insan kendi tercih ettiği din üzere değil, Allah
tarafından kendisi için tercih edilen din üzere bulunur.
Hallac-ı Mansur İblisin Adem’e secde
etmemesinin tevhid, aşk ve fütüvvet açısından yorumlamıştır.
İblis Allah’a derin bir aşkla bağlı olduğundan
ondan başkasının önünde eğilmemiş, secde şerefini yalnız O’na tahsis etmiştir.
Hallac-ı Mansur bu ikisini örnek alarak “Enel-Hak” davasında sonuna kadar ısrar
etmekle fütüvvetin bir örneğini vermiştir. Diğer taraftan Hallac-ı Mansur
fütüvvetin en güzel örneği olarak Hz. Muhammed salla’llâhü aleyhi ve sellem ile
İblis’i görmüştür. Hiç kimsenin bu ikisi kadar davalarında samimi olmadıklarını
ve fedakarlık göstermediklerini ileri sürmüştür.
İlahî Aşka Selma
Bu yalnızca değişmeceli/mecâzi aşk olup daha sonra hakiki aşka geçiş
yapmaktır. Mesela, sevdiği kız Allah’a ulaşmada Necmeddin Kübra için bir basamak
teşkil etmiştir. Bu ve benzeri hikâyelere tasavvuf tarihinde çok fazla
rastlamak mümkündür. Şeyh Ahmed Cezerî de Selma adlı bir kızı severek saatlerce
bu kız hakkında şiirler okumuş, sonra da bu aşkı bir basamak olarak kullanıp
Allah’a ulaşmaya çalışmıştır.
İbn Farıd da benzeri bir hal yaşamıştır.
Başlangıçta sevgiliye olan aşk zamanla Allah’a aşık olmaya dönüşmüş ve bu
şekilde fani olmuştur. Hatta bazı mutasavvıfların güzellik ve manzara güzelliği
hakında bazı sözleri vardır ki, bu zahirî güzellikler onlar için mutlak
güzelliğe yani Allah’ın cemaline gidiştir.
Yeniden başlasak, yeniden aşka
“Yeniden başlasak, yeniden aşka
Hiçbir şey olmamış gibi”
Adnan Ardağı
“Yarin olmuşu, ermişi
Şefkatte anneye değer.”
Cahıt Sıdkı Tarancı
“Ve bir
an yaşıyorum bütün bir ömre bedel”
Fazıl Hüsnü Dağlarca
Biraz kül, biraz duman,
O benim işte...
Kerem misali yanan,
O benim işte...
İnanma gözlerine ben ben değilim
Beni sevdiğin zaman,
O benim işte...
Ümit Yaşar Oğuzcan
Tehi görmen kimseyi, hiç kimesne boş değil,
Eksiklik ile nazar, erenlere hoş değil.
Gönlünü derviş eyle, dost ile biliş eyle,
Aşk eri şu manada, derviş içi boş değil.
Derviş bilir dervişi, Hak yoluna durmuşu,
Dervişler hüma kuşu, çaylak ve baykuş değil.
Dervişlik aslı candan, geçti iki cihandan,
Haber verir sultandan, bellidir yad kuş değil
Ey Yunus, Hakk'ı bilen, söylemez hergiz yalan,
İkilik ile gelen doğru yol bulmuş değil.
(Şiirin aslı)
Tehî görmen kimseyi hîç kimesne boş degül
Eksükligile nazar erenlere hoş degül
Gönlüni dervîş eyle dostıla biliş eyle
‘Işk eri şol ma‘nîde dervîş içi boş degül
Dervîş bilür dervîşi Hak yolına turmışı
Dervîşler hümâ kuşı çaylak u baykuş degül
Dervîşlik aslı cândan geçdi iki cihândan
Haber virür sultândan bellüdür yad kuş degül
İy Yûnus Hakk'ı bilen söylemez hergiz yalan
İkilik ile gelen togrı yol bulmış degül
Yunus Emre
Hiçbir kişi bilmez bizi, biz ne işin
içindeyiz,
Hiçbir kişi bilmez bizi, biz ne işin
içindeyiz,
Ne hırsımız baydır bizim, ne nefsimiz
içindeyiz.
Bir kimsenin devletine, tan ederek biz
gelmeyiz,
Ne münkiriz alemlere, ne tersanın haçındayız.
Biz bunun neliğin bildik, dünyanın nesine
kaldık,
Arzumuz nefs için değil, dünya
teferrücündeyiz.
Yunus der ki: Hey sultanım, özge şanım vardır
benim,
Ko dünya altın gümüşün, ne bakır, ne
tuncundayız.
(Şiirin aslı)
Hîç bir kişi bilmez bizi biz ne işün içindeyüz
Ne hırsumuz baydur bizüm ne nefsümüz içindeyüz
Bir kimsenün devletine ta‘n idüben biz
gelmezüz
Ne münkirüz ‘âlimlere ne tersanün hâçındayuz
Biz bunun neligin bildük dünyenün nesine
kalduk
Arzûmuz nefs içün degül dünyâ teferrücindeyüz
Yûnus eydür hey sultânum özge şânum vardur
benüm
Ko dünyâ altûn gümişin ne bakır u tuncındayuz
Yunus Emre
“Ben yanmazsam, sen yanmazsan, biz yanmazsak
Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa”
**
“Anladım imkânsız şey, bir insanın bir başka
insanı anlaması”
Attila İlhan
Şebusteri(öl. 720/1320)
“Önündeki şu perde kalktı mı ne mezhebin hükmü kalır, ne dinin. Bütün
şeriat hükümleri senle benden doğar. Çünkü bu hükümler, senin canına, tenine
bağlıdır. Arada ben ile sen kalmayınca, Kâbe nedir, havra nedir, kilise ne…
Cüzi alemden geçip külli aleme varan kişi bu sırrı bilir. Burada hululün da
imkanı yoktur ittihadın da. Çünkü birlikte ikilik düşüncesi sapıklıktır.
Hak’tan başka bir varlık yok. İster O Haktır de, ister ben Hak’kım de.” [1]
“Medrese ile minare yıkılmadıkça kalenderlik halleri düzene girmez. İman,
küfür, küfür de iman olmadıkça hiç bir tanrı kulu gerçekten müslüman olamaz.”
[2]
“Aşk mezhebinde küfürle iman yoktur. Aşkda ne beden vardır, ne akıl, ne can
vardır, ne gönül. Kim böyle değilse aşık değildir.” [3]
“Kafir de sensin küfür de. İkisinden de betersin sen. Eman yurdu da sensin,
iman da sensin. İkisine de başsın sen. ” [4]
“Bir şey küfür de olsa, suç da olsa, kara şeytan da olsa, O’nun güneşi o
şeye vurdu mu dolunay olur gider. “ [5]
“Aşık içinde bulunduğu halin sarhoşudur. Bu yüzden küfürden de yücedir,
imandan da. Küfürle iman ikisi de zaten onun kapısıdır. Çünkü o içtir. Küfürle
din onun iki kabuğudur. Küfür dıştaki kuru kabuktur, imansa içteki tatlı kabuk.
” [6]
“Gerçek küfür kime yüz gösterirse o kimse mecazi müslümanlıktan usanır. Her
putta gizli bir can var, küfürde bir iman gizli. Küfür de daima Tanrı’yı teşbih
etmekte. ‘Ve in min şey’in… (17/İsra, 44) ayetine bak. Burada kınamanın ne
lüzum var!”
Bu makamda put, aşk ve birlik mazharıdır, zunnar kuşanmak da hizmete
bağlanmaktır. Küfür de varlıkla olur, din de… Onun için birlik puta tapmanın ta
kendisidir. Bütün var olan şeyler varlığın mazharları ve tecelli yerleridir.
Onların biri de puttur. Ey akıllı kişi, iyi düşün put varlık bakımından batıl
değildir ki. Bil ki putu yaratan da yüce Tanrı. İyinin yaptığı her şey iyidir.
Mutlak varlık nerede varsa, ne ile zuhur etmişse, orası ve o şey hayırdan
ibarettir. Eğer o şeyde bir şey varsa o, varlıktan meydana gelmemiştir.
Müslüman, puta tapmak nedir bilseydi dinin puta tapmaktan ibaret olduğunu
anlardı. Müşrik de putun hakikatini bilseydi hiç dininde yol azıtır, sapık olur
muydu? O, putu ancak görünen bir suretten ibaret gördü de o sebeple şeriata
kâfir oldu. Sen de onda gizli olan hakikati, onda Hak’kı görmezsen sana da
şeriatta müslüman demezler. ”
[7]
Notlar
1. Dr. Mustafa Kara, Tasavvuf ve Tarikatlar Tarihi,
325, Gülşen-i Raz’dan naklen.
2. Dr. Mustafa Kara, “, 325, Rubailer, 83′den naklen.
3. Dr. Mustafa Kara, “, 326, Rubailer, 91′den naklen.
4. Dr. Mustafa Kara, “, 326, Rubailer, 223′den naklen.
5. Dr. Mustafa Kara, “, 326, Divanı Kebir, 5/478′den
naklen.
6. Dr. Mustafa Kara, “, 326, Mesnevi, 6/696′dan
naklen.
7. Dr. Mustafa Kara, “, 326, Gülşen-i Raz, 72′den naklen.
*************
Türklerin Asıl Şeyhi
Hayatını Hallac-ı Mansur araştırmalarına
adamış olan Lois Massignon’a göre O, Sünni bir mutasavvıf olup Türklerin
İslamiyet’e girmesini başlatan dini ve içtimai hareketin öncüsüdür.
Muhammed İkbal ise, felsefi-tasavvufi
mahiyetli “Cavitname” adlı eserinde Jupiter semasında seyahat ederken Hallac-ı
Mansur’un kendisine yol gösterdiğini söyleyerek ondaki güçlü ferdi dindarlığı,
sırada insanların üstünde Allah sevgisini yaşayan biri olduğuna, dinamik inanç
ve aşk anlayışıyla bir Müslüman için iyi örnek olacağına dikkat çekmiştir.
Aşk İmamdır Bize
Aşk imamdır bize, gönül cemaât,
Kıblemiz dost yüzü daimdir salât.
Dost yüzün görücek, şirk yağmalandı,
Anınçün kapıda kaldı şeriat.
Gönül secde kılar, dost mihrabında,
Yüz yere vuruban eder münacat.
Münacat gibi vakt olmaz arada,
Kim ola dost ile bu demde halvet.
Biz kimse dinine hilaf demeziz,
Din tamam olucak doğar mûhabbet.
Erenler nefesi devletli rumûz,
Onunla fitneden olduk selâmet,
Kalu bela dedik evvel ki demde,
Dahi bugündür o dem-ü bu saat.
Derildi beşimiz, bir vakte geldi,
Beşi bir eyleyip, kim kıla tâat.
Şeriat eydur, sakın şartı bırakma,
Şart ol kişiye kim ede hiyanet.
Doğruluk bekleyen dost kapısında,
Gümansız ol bulur ilâhi devlet.
Yunus ol kapıda kemine kuldur,
Ezelden ebede dektir bu izzet.
”
GÜNÜMÜZ TÜRKÇESİ
Aşk imamdır bize, gönül cemaat,
Kıblemiz dost yüzü, daimdir salat.
Can dost mihrabına secdeye vardı,
Yüz yere vurarak eder münacat.
Beş vakt tertibimiz bir vakte geldi,
Beş bölük olarak kim kıla taat.
Şeriat der ki bize şartı bırakma,
Şart o kişiyedir eder hiyanet.
Dost yüzün görecek şirk yağmalandı,
Onun için kapıda kaldı şeriat.
Münacat gibi vakt olmaz arada,
Kim ola dost ile bu demde halvet.
Kimsenin dinine hilaf demeyiz,
Din tamam olacak doğar muhabbet.
Erenler nefsidir şu devletimiz,
Onunçün fitneden olduk selamet.
Kalu bela dedik evvel ki demde,
Dahi bugündür o dem ve bu saat.
Doğruluk bekleyen dost kapısında,
Gümansız o bulur İlahi devlet.
Yunus öyle esirdir o kapıda,
Diler ki olmaya ebedi rahat.
Yunus Emre
Kelimeler
Şirk : Allaha ortak koşma
Mihrab : Kıbleyi gosteren yer
Münacat : Yalvarma
Halvet : Yalnız kalma
Beli : Yaratılan ruhların Allaha verdikleri söz (Evet
sen rabbimizsin anlamında)
Rumuz : İşaret, söz, simge
Kâlû : (Â, uzun okunur) Dediler. Onlar söylediler
(meâlinde fiil)
Bela : Evet (Nefiyden sonra isbat için söylenir).
Meselâ: Kur'ân-ı Kerim'de mezkûr; Cenab-ı Hakkın ruhlara karşı, "Ben
Azîmüşşan sizin rabbiniz değil miyim?" diye sorduğunda, ruhlar - Yâni:
"Evet sen bizim Rabbimizsin" dediler.
Fitne : Hile, ayartma
Kavl : Söz
Derilmek : Düzenlenmek
Hilaf : Karşı, aksi
Güman : Şüphe
Kemine : Aciz, en değersiz
Sen... “O” “Nun”sun
– Canım ruhum,
itiraz etsen de etmesen de… ya “o”sun ya da sen “o”nunsun.
– İnkârı bırak.
İçin gururuna
dokunsun.
Çünkü ezelde senin…ve
onun ruhuna …“o” “nun” yazıldı, ,
Geçici olarak
ayrıldığına bakma.
Sen “o” “nun”sun
istesen de istemesen de,
Kalem yazmış.
“Bizimdir, ayrılık
yazılmayacak kadar.”
Ne hoş olurdu, rüyada
da yarim görseydi de sohbet ettiği bizimle o demleri de
Hatırlasaydı ve bu
hatırlayış onun bize gelmesine
Yola düşmemişler, aşk
zevkini ne bilsinler?
O bir deniz …gönül
sahibi…bir gül.
Bazen kaçmak
istiyor…istemem ama ayağı bir taşa dokunaydı…duraydı bir an !
Elinden bir şarap içtim
ne baş kaldı, ne iman!
Ondan vefa
gözetiyorduk.
Evvelinden bu zannımız
yanlıştı!.
Alvaro De Campos’un Bir Şiiri
Bütün
aşk mektupları
Gülünç.
Aşk
mektubu olmazlardı
Eğer
olmasalardı
Gülünç.
Bir
zamanlar ben de aşk mektupları yazdım;
Öbürleri
gibi onlar da
Gülünç.
Aşk
mektupları, aşk varsa eğer
Olmalıdırlar
Gülünç.
Ama
yine de
Yazmayanlar
hiç
Aşk
mektubu
Asıl
onlardır
Gülünç.
Ne
kadar isterdim dönmek
O
eski günlere
Hiç
farkına varmadan
Yazdığım
o aşk mektupları
Gülünç.
Gerçek
şu ki bugün artık
Bendeki
anıları
Bu
aşk mektuplarının
Asıl
onlar
Gülünç.
(Bütün
aşırıya kaçan sözler,
Bütün
aşırıya kaçan duygular
Elbette
ki
Gülünç.)
21
Ekim 1935
[Cartas de amor de, Fernando Pessoa - Fernando
Pessoa’nın Aşk Mektupları]
Kader
Olsun
“Her şeyin tek suçlusu Kader; farzet ki
Kader kendisine suç yüklenebilecek biri olsun.”
İşte bu
“Kader insana benzer; eğer bize
yaptıklarından etkilenmediğimizi ona gösterirsek o zaman bizi rahat bırakır.
İşte bu yüzden yalnızca şunu düşünecek irade gücüne sahip olmalısın:
Fernando’yu seviyorum, başka hiçbir şey önemli değil.”
[Cartas de amor de, Fernando Pessoa - Fernando
Pessoa’nın Aşk Mektupları]
Şarkı/ Yahya Kemal Beyatlı
Kalbim
yine üzgün seni andım da derinden,
Geçtim
yine dün eski hazan bahçelerinden!
Üzgün
ve kırılmış gibi en ince yerinden,
Geçtim
yine dün eski hazan bahçelerinden!
Senden
boşalan bağrıma göz yaşları dolmuş!
Gördüm
ki, yazın bastığımız otları solmuş.
Son
demde bu mevsim gibi benzim de kül olmuş
Geçtim
yine dün eski hazan bahçelerinden
İstanbul - 1962
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar