ATLILAR
Atlılar, roman
boyunca okunacak öykülerin, hangi coğrafya koşullarında ve hangi ruh haline
sahip kişiler arasında geçeceğine ilişkin ipuçları vererek başlıyor. Hayalle
hakikatin iç içe geçtiği, hangisinin nerede başlayıp nerede bittiğinin ancak
orada yaşayanlarca hissedilerek anlaşılabileceği masalsı ortam, daha kitabın
ilk sayfalarından itibaren bir belgesel film seyredercesine gözler önüne
getiriliyor.
Sarp geçitlerin, uçsuz bucaksız
bozkırların ve çetin hava şartlarının hüküm sürdüğü; lehçeleri, gelenekleri ve
alışkanlıkları birbirinden farklı ama birinin diğerine sürekli muhtaç olduğu
bir hayatı paylaşan dağlı, köylü, şehirli insanların yaşadığı; atın, insandan
bile çok kıymet gördüğü Güney Türkistan’da yaşanılanlar, at ve atçılar esas
alınarak anlatılıyor.
Atların, at sahiplerinin, Çapandaz
adı verilen oyuncuların, atları ve çapandazları eğitenlerin, toplum üzerindeki
etkinliklerini artırmak ve güçlerini göstermek için tüm bu faaliyetleri
düzenleyen zenginlerin ruh hallerinin ve yaşanan mücadelenin en küçük
ayrıntısına kadar anlatıldığı Atlılar, okuyucuda, sadece o havayı
solumak için bile Türkistan’ı görme, orada yaşama isteği uyandıracak
kışkırtıcılıkta.
Can yayınlarının, küçük puntolarla
beş yüz sayfaya sığdırdığı için okuma güçlüğü olan kitabın bu zaafını, hemen
girişte, Gardi Geç’in sürükleyici küçük seyahatinin öyküsü unutturuyor.
Gördüklerinden ve yaşadıklarından arta kalanı sakladığı güçlü belleğiyle o
karmaşık topluluğun ortak paydası olmayı başaran; dağlı mı, köylü mü, şehirli,
mi olduğu belirsiz; pulsuz, çulsuz, cılız, yaşlı ama hiçbir şeyden korkmayan ve
kimseye karşı kendini muhtaç hissetmeyen Gardi Geç…
Türkistanlılara özgü olağanüstü
anlatıcı yeteneğinden başka hiçbir şeyi olmayan Gardi Geç, insanların
bilgiye olan açlığı ve saygısı sayesinde hangi topluluğun içerisine girerse
girsin kendine başköşede yer açılmasını sağlayan hamleyi yapmasını biliyor.
Romanın girişindeki ilk öyküde, bir dağ geçidindeki çayhanede karşılaşan
dağlılarla bozkırlıların ilgisini önce kendisine, ardından vereceği o müthiş
habere çekiyor, Gardi Geç: Kral Buzkaşisi.
Sanayi devrimi sonrası gelişen, yeni
sömürü alanları bulma telaşındaki emperyalist anlayışın, Türkistan’da
oluşturduğu zoraki devletlerden biri Afganistan. Doğal sınırların İngiliz ve
Rus çıkarlarına göre değiştirilip yeniden taksim edilmesiyle oluşan bu yeni
ülkenin başkenti, günümüzde yeni bir işgali yaşayan Kabil. Bu yeni başkentte
ilk kez düzenlenmesi gündeme gelen Kral Buzkaşisi, Hindukuş dağlarının
iki yanında yaşayan toplulukların ilgisini tek bir noktada birleştirir. Güney
Türkistan’ın bozkırlarında yaşayanlarca çok iyi bilinen Buzkaşi, bu kez
Kabil’de yaşayan halk arasında ilgiyle karışık bir meraka neden olur.
Katılımcıların ve oyunu ilk kez
görecek olanların farklı telaşları, roman boyunca, geniş tasvirlere, insan ve
tabiat ilişkilerine hâkim olan doğuya özgü davranışların uzun uzadıya tahliline
karşın akıcılıkla aktarılıyor.
Buzkaşi, kesilmiş bir tekenin,
oğlağın ya da buzağının belli bir yerden alınıp, rakiplere kaptırılmadan
taşındığı, kaptırıldığında ise tekrar alabilmek için kıyasıya bir mücadelenin
verildiği ve nihayetinde “helal” diye adlandırılan işaretli bölgeye
bırakıldığı bir oyun. Seyri güzel ve heyecanlı bir oyun olan Buzkaşi,
hayvancılık ve tarımla uğraşan halkın işlerinin az olduğu güz sonunda ve kış
aylarında oynanıyor. Atlı oyuncuların tek tek ya da takımlar halinde oynadığı,
Türkistan’a özgü, dayanıklılık, çeviklik, cesaret ve hızlı karar verme becerisi
gibi pek çok meziyetin sınandığı buzkaşi, tam bir erkek oyunu.
Türklerin, değişik bölgelerde
yaşayan toplulukları tarafından, oğlak oyunu, kokpar, oğlak kapma gibi küçük
farklılıklarla adlandırılan Buzkaşi, kitabın tüm kahramanlarının kesişme
noktası. Halkın ilgisini çeken, onları eğlendiren bir oyun olmakla kalmayan
Buzkaşi, oyuncusundan izleyicisine kadar herkesin birbirini tarttığı, güçlerin
sınandığı ve toplum gözünde konumların belirlendiği bir çekim merkezi olarak
yansıtılıyor.
Oyuncusu da seyircisi de erkeklerden
oluşan bu geleneksi oyunla ilgili olarak, “oynandığı yüzyıllardan beri tüm
ülkenin oyunu olan Buzkaşiyi izlemelerine hiç izin verilmemiş kadınlar”
diyerek, kadınlar aleyhine bir duruma vurgu yapma gereksinimi duyan yazar
Joseph Kessel’in oryantalist bakış etkisi roman boyunca görülüyor. Türkistan’da
kadınların ve erkeklerin birlikte olduğu kadar ayrı ayrı yaptığı eğlencelerin,
toyların varlığı ve her şeyin ölçülü bir duyarlılıkla gerçekleştirildiği
geleneklerin, İngiliz ve Rus işgalcilerinin çabalarıyla eksik ve yanlış gibi
gösterilme çabalarına benzer yaklaşımlara kitapta sık sık rastlamak mümkün.
Roman’ın başkişisi Uraz’ın
babası Büyük Tursen’in yüzünü “yaban domuzununki kadar sık aksakalla kaplı” diye
tariflemesi; kişilere, güneş doğarken ya da doğduktan sonra sabah namazı
kıldırması; sık sık rüşvet verdirerek sorunlu işleri çözdürmesi; Uraz’a
bacağındaki sargıyı ve alçıyı çıkarttırıp yaranın üzerine hadis yazılı bir
kâğıdı koydurması gibi inceden inceye geleneği ve töreyi eksik gösterici
vurgular kitapta epey yer tutuyor.
Çılgın at
Cahil'in
etrafındaki Osman Bay, Büyük Tursen, Uraz ve Mukhi, yüklendikleri
kimlikleriyle, Türkistan'ın o bölgesindeki insanların ruh halini, bakış
açılarını ve toplum içindeki konumlarını temsil eden kişiler.
Atların, seyislerin ve çapandazların
hamisi Osman Bay, Meymene'nin en varlıklı kişisi. Zenginlerin, Türkçe Bay
sözüyle tanımlandığı, zengin kişilerin ya bay kişi ya da ismiyle
birlikte falan bay diye anıldığı Türkistan’ın bu köşesinde Osman Bay,
asıl itibarını, Büyük Tursen gibi nesiller boyu en iyi atları yetiştiren bir
soydan gelen Çapandazı hizmetinde bulundurmaya borçlu.
“Tongut’un
oğlu Tursen”,
insanların babalarının adıyla anıldığı toplum içindeki yerini Büyük Tursen’e
çevirmeyi başarmış hem yetenekli ve başarılı bir Çapandaz, hem de iyi bir
at yetiştiricisi.
Büyük Tursen’in oğlu Uraz,
Meymene’nin en iyi çapandazı. Hep en önde olmasına rağmen babasının gölgesinden
bir türlü kurtulamaması; ne yaparsa yapsın hep babasının ismiyle anılması,
onda, giderek büyüyen bir onulmaz iç sızısına dönüşen Uraz.
Ve iyi yürekli Mukhi. Sürekli bir
çabayla baktığı Cahil’i kendisinin bir parçası gibi gören, Seyis Mukhi.
Birbirine çok değer veren
insanların, amansız kinleri, kibirleri ve gururları yüzünden hayatı hem
kendilerine hem de sevdiklerine zindan etmeleri; bağımsız olma ve hükmetmek
duygusunun sardığı kişiliklerin sürekli yalnızlığa doğru yuvarlanması, aynı atı
birbirinden kıskanan başarılı insanların ibret alıcı öyküsü olarak kitaptaki
yerini alıyor.
Ah keşke bitmese diye ilgi ve
istekle okunabilen Atlılar, yazarın olağanüstü güzel ve etkili
anlatımıyla tekrar tekrar okunabilecek nitelikte bir başyapıt.
Sömürgecilerin ardından, altmışlı
yıllarda bölgeye giden Joseph Kessel, 1898-1979 yılları arasında yaşamış çok
yönlü yetenekleri olan Yahudi asıllı, Arjantin doğumlu, bir Fransız gazeteci ve
yazar. Uzun ömrünce birbirinden etkileyici eserler ortaya koyan Joseph Kessel,
1969 yılında yazdığı kitabını 1971 yılında film olarak izleme şansına sahip
olmuş ayrıcalıklı bir yazar.
Kitapları sürekli çok satan güçlü
bir kalemin Atlılar’ı yazması ve dönemin gözde oyuncularından Ömer
Şerif’in oynadığı, John Frankheimer’in yönettiği filmin hemen peşinden
gösterime girmesi, Atlılar hakkında farklı bir değerlendirmeyi de
zorunlu kılıyor.
Sinemayı milli siyasetlerinin önemli
araçlarından biri olarak kullanmayı ustalıkla beceren sömürgeci batılı
devletlerin, karışıklık çıkararak ya da işgal ederek egemen olduğu bölgelerin
halklarına kendi yaptıklarının unutulması için ürettiği ya da ürettirdiği
sinema filmlerinin varlığı bir sır değil. Yakın dönemde Yugoslavya’da yaşayan
halkları birbirine düşman edip, küçük parçalara ayıran güçlerin, isteklerine
kavuştuktan sonra bu kez kültür-sanat yardımı adı altında, kurdurdukları sivil
toplum kuruluşlarına para vererek, kendilerine hizmet edeceğine inandıkları
yönetmenlere destek olarak, barış ve kardeşlik temalı filmler çektirdikleri
bilinen bir gerçek. Tüm bu olan bitenler göz önüne alındığında, Atlılar
için de bir emperyalist tasarım kitabı denilebilir.
Buna karşılık yazarın, okuyucuyu
hissettirmeden ayrıntıların içine çekmesi, kurgu ustalığı kadar gözlem
yeteneğinin de çok üst düzeyde olduğunun işareti. Kişilerin davranışlarını
anlatırken geliştirdiği üslup, olaylar yaşanırken orada bulunanlardan birinin
de okuyucunun bizzat kendisi olduğu hissini uyandırıyor.
Yüzyılın başına kadar değişik Türk
boylarının yönetimi altındaki Güney Türkistan olarak bilinen topraklarda
Afganistan adıyla yeni bir devlet; Afgan ismiyle yeni bir millet
oluşturulmasına ve batı kamuoyunda tanınmasına yönelik sürece hizmet etmesi
amacıyla yazıldığı izlenimi veren Atlılar, yazarın bilerek yaptığı
yanlışların görmezden gelinmesi halinde çok etkileyici bir Türkistan romanı.
http://edekitap.com.tr/kitap-139
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar