Print Friendly and PDF

Cengiz Han Okült Biri İdi



Cengiz Han’ın Şamanlık mertebesine erişmiş ve bunu kendi hayatı boyunca yaşamış ve Moğol kültürüne sokmuş olmasıdır. Hint tarihçisi Juvaini, Cengiz Han’ın ulu Şamanların sahip olduğu güce erişmiş olduğunu kaydetmektedir. Moğol Kağanı Cengiz Han’ın bilinmeyen yanları hakkında John Andrew Boyle, The Mongol World Empire adlı eserinde Cengiz Han’ın Şamanlığıyla ilgili olarak şunları kaydetmektedir : “...Cengiz Han büyülü ve mistik işlerle uğraşma konusunda oldukça mahir bir ustaydı, o, kendisinden geçip trans vaziyetine girdiğinde kendisine yardım eden gizli güçler, onun zaferlere nasıl ulaşacağını kendisine bildirdiklerinde, Cengiz Han bunları yüksek sesle diline geldiği gibi konuşurdu. Şaman seanslarında üzerine giydiği özel giysi ve “manyak”ını bir sandığa kilitleyip ve onları her gittiği yere götürmeyi âdet hâline getirmişti. Ona ilham geldiğinde, trans vaziyetindeyken içine düştüğü durumu, elde edeceği zaferlerini, yaptığı teşebbüslerini, düşmanın gücünü ve konumunu, ülkelerin kendisi tarafından fethedilmesini, düşmanlarını yenmesini ve elde etmeğe hakkı olan ne varsa bunların hepsini görür ve bunları sesli olarak dile getirirdi. Yanında bulunan özel kâtibi, kendisi trans vaziyetindeyken onun ağzından çıkanları kelimesi kelimesine kayda geçirir ve yazardı, sonra bu yazdıklarını özel bir çantaya koyar ve ağzını mühürlerdi. Cengiz Han trans vaziyetinden çıkıp kendisine geldiğinde kâtibi onun ağzından çıktığı gibi yazıya döktüğü Cengiz Han’ın sözlerini Cengiz Han’a teker teker okurdu; Cengiz Han, kendi ağzından çıktığı gibi yazıya geçirilen bu sözlere göre hareket eder ve onların çoğu gerçek olarak karşılarına çıkardı...” [BOYLE, John Andrew, The Mongol World Empire 1206-1370, London, 1977, s.181.]
Karakurum’un Moğolların tarihinde büyük önemi vardır. Cengiz Han 1220’de Karakurum’u Moğol İmparatorluğu’nun başkenti olarak kurdu. Başkentin kuruluşunun tamamlanması Cengiz Han’ın ölümünden sonra onun oğlu Ögedey Han tarafından tamamlandı ve imparatorluğa 40 yıl başkentlik yaptı. Kubilay Han Çin’i zapt edince başkent Karakurum’dan Pekin’e taşındı. Moğol İmparatorluğu’nun yıkılmasından sonra Çin’in Ming ve Qing hanedanları Moğolların ilk başkenti olan Karakurum’u yerle bir etti. Karakurum’dan arta kalan malzemeyle 16.yüzyılda bugün görme fırsatı bulduğumuz Erdene Zuu Budist manastırı yapıldı.
Moğolların Yaratılış Destanıyla ilgili olarak bize kadar ulaşan tarihî belgeler ve kayıtlarda, şu önemli bilgiye rastlıyoruz: “...Dünyanın başlangıcında henüz yeryüzü yaratılmamışken, her taraf suyla kaplıydı...”
Moğolların folkloru, halk yaşayışı ve halk edebiyatı ile ilgili olarak
Kırgızistan’ın Manas Üniversitesinde okumaya gelen öğrenciler arasında yaptığımız bir araştırmada, öğrencilerin bu konuda çok az bilgiye sahip olduğunu tespit ettik. Bu konularda yapılmakta olan ciddi araştırmalar Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra gün yüzü görmeğe başlamıştır denilebilir.
Moğolların Yaratılış Destanı ile ilgili kayıtlara, Japonya’nın öncülük ettiği folklor ve saha çalışmalarıyla ilgili yayınlar arasında rastlamak oldukça sevindiricidir. Japonya’da konu ile ilgili yayımlanan bir makalede, Moğolların Yaratılış Destanıyla ilgili eski Sovyet döneminde yayımlanan bir belgeye atıfta bulunulmaktadır. Sözü edilen bu belgede Moğollara göre dünyanın yaratılması şöyle anlatılmaktadır:
“... Çok uzun zaman önce dünyada var olan her şeyi yaratan Udan adlı bir “Lama” yaşardı. Bu Lama beş yüz yaşına vardığında gökyüzü, üzerinde yaşadığımız dünya ve dünyada var olan canlı, cansız varlıklar henüz yaratılmamıştı. Udan bin yaşına vardığında Gökyüzü ve Dünya’yı iki ayrı parça olarak birbirinden ayırdı. Gökyüzünü 9 kata böldü, yeryüzünü de 9 kat olarak yarattı. Yeryüzünde 9 nehir yarattı. Sonunda Lama, çamurdan bir erkek ve kadın yarattı. Onlar evlendiler ve çocukları oldu. Yeryüzünde yaşayan insanların hepsi bunlardan türedi...”

Fatıma Ocağı

Ocaklı olmak, Peygamberimizden beri süregelen bir iştir. Eskiden peygamberimiz ocağı yakmış, bu ocağın başında ona nida gelmiş, “Bu kül ile suyla derdi olanları gez, gör, şifa dağıt” diye izin verilmiş. Peygamberimiz bu ocağın külünü almış, hasta olan kişiye sürmüş, bakmış ki hasta iyileşmiş, şifa bulmuş. Sonra bir gün Peygamberimiz kızına,
“Ya Fatma, benim işim çok oluyor, çok yoruluyorum, ben sana izin vereyim, bundan sonra hasta olanlara sen şifa dağıt!”
demiş. Kızı Fatma böylece el almış. O da şifa dağıtmaya başlamış. Zamanla o da yorulunca Peygamberimiz O’na
“Komşunun oğlu Lokman’ı yanına al, o da seninle gezsin dolaşsın, sana yardımcı olsun!” demiş. Böylece Lokman’a izin verilmiş. Bu çocuk büyüyünceye kadar dağları tepeleri dolaşmış, bir takım otları toplamış, o kadar ki otlar ona hangi derde derman olduklarını söylermiş. O günden bu güne bu ocaklık devam edip gelmiş.
bugün hastalık sağaltımı yapan kişilerin tedavi yapmaya başlamadan önce söyledikleri “Benim elim değil Fadime Anamızın eli” ifadenin sebebi Hz. Fatma’ya Peygamberimiz aracılığıyla izin verilmesi ve onun ocaklıların pîri olmasındandır.

Cengiz Han'ın Tarih Sahnesine Çıkışı;

Prof. Dr. Zekeriya KİTAPÇI

Cengiz Han'ın; önce yakın çevresi, daha sonra komşu kabilelerle başlatüğı bu kahramanlık ve "şeflik" mücadelesi, bu yönde peş peşe kazandığı büyük başarılar onu, kısa zamanda destani bir halk kahramanı hâline getirmiş ve çevresine bütün Moğol boylarının toplanmasına sebep olmuştur. Fakat onun asıl hedefi büyük Nayman kabileleri idi. Cengiz Han son derece disiplinli ordusu ile Naymanların üzerine yürüyerek onlara çok ağır bir darbe indirmiş ve böylece bütün Moğolistan'a hâkim olmuştur. Artık o dillere destan bir kahraman idi ve bütün Moğolların "Hanı" olarak ilan edilebilirdi.
Nitekim 1206 yılında Onan nehri kıyısında Moğol aristokratları çok büyük bir "kurultay" toplamışlar ve onu, eski Türk geleneklerine göre "Büyük Han" olarak ilân etmişlerdir. Hatta bu büyük merasimde hazır bulunan Kököçü adındaki bir Şaman kamı "Ebedi Gök Tanrısının lutfu ile" onun hanlığını da kutsamış ve Hanlığının dini yönü de bu şekilde tamamlanmıştır. Artık bundan böyle o, yeryüzünde, "Gök Tanrının temsilcisi" idi. Yeni kurulan Moğol devletinin "Başkenti" bir zamanlar boz yeleli atlar üstünde dünyaya hükmeden Gök Türk kahramanlarının at koşturduğu ve onların ata yurdu, eski Orhun Yazıtlarının bulunduğu Karakurum şehri idi.
Bunlar genellikle bir kısım antropoloji bilginlerinin de işaret ettikleri gibi; küçük çekik gözlü, yassı burunlu, kırmızı benizli, ablak yüzlü, öyleki yüzleri sanki örs üstünde dövülmüş ve derilerle kılıflı, kalkanlar gibi geniş, etli ve dolgun, sağlam yapılı heybetli kimselerdi. Bunlar yarı göçebe bir hayat yaşıyorlardı. Ne ilginçtir ki bu kavim asırlarca önce hem de büyük ölçüde Hz. Peygamber'in hadislerine de konu olmuşlardı. Zira Hz. Peygamber mübarek nazarlarını OrtaAsya ve Turan Yurduna çevirmiş, yarınlara giden yolda Muhammed Ümmetinin karşısına çıkacak olan ve bu (Moğol) kavminden bahsetmiş, onların ırkı özellikleri ve fiziki yapıları hakkında şaşılacak derecede bilgiler vermiştir ki bu "Hadisler" Hz. Peygamberin yaşayan mucizelerinden başka bir şey değildir. Bu hadislerin birinde Hz. Peygamber şöyle buyurmuşlardır:
Ebû Hüreyre (r.a.)'den rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.s.) buyurmuştur ki: "Sizler; küçük çekik gözlü, kırmızı benizli, yassı burunlu, yüzleri sanki örs üstünde doğulmuş ve üzeri derilerle kılıflı kalkanlar gibi sağlam bir kavim olan Türklerle çarpışmadıkça kıymet kopmayacaktır yine sizler kıldan yapılmış çarık ve (deriden yapılmış çizmeler) giyen bir kavimle çarpışmadıkça kıyamet kopmayacaktır. Bir başka rivayette ise şöyle denilmiştir: "Onlar kıldan (yünden) dokunmuş elbiseler giyerler ve yine kıldan yapılmış çarık (deriden çizme) lerle yürürler.
Hz. Peygamber yine bu muhtevadaki bir diğer hadisinde şöyle buyurmuşlardır:
Amr b. Tağlib (r.a.) den rivayet edildiğine göre Hz. Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuşlardır:
"Kıyamet kopmasının şartlarından biride sizlerin kıldan yapılmış çarık (deriden çizme) giyen bir kavimle (Moğollar) harp etmenizdir. (Evet takdir ediyorum1.) kıyametin kesin şartlarından biri de sizlerin geniş yuvarlak yüzlü, öyle ki yüzleri sanki örs üstünde dövülmüş ve üzeri derilerle kılıflı kalkanlar gibi güçlü bir kavimle mutlaka çarpışmanızdır".
Evet şimdi dünya, hadislerde haber verilen bu büyük hercü merci, İslâm ve insanlık tarihinin belki de en büyük dıramım, bir büyük din ve medeniyetin çöküşünü ve daha sonra bu step kahramanları sayesinde İslâm Dininin yeniden ve bütün heybeti ile ayağa kalkmasını seyre hazırlanıyordu.
Cengiz Han, bundan sonra Türklerin geleneksel düşmanı olan Çin'e yönelmiş ve 1215 yılında, büyük Kağan'm akıncı birlikleri Çin'in meşhur başkenti Pekini ele geçirmişlerdir. Moğol ordularının Pekin'i ele geçirmeleri, diğer taraftan Cengiz Han'ın kafasında yeni, yeni fikir ve ümidlerin doğmasına sebep olmuştur; Bu ise İpek Yolu ve onun sağladığı ekonomik refahtan Cengiz Han ve Moğolların yararlanması idi. Nitekim Cengiz Han, 1215 yılında Bahaü'dDin Râzi'nin başkanlığında Harzemden gelen sefaret heyetini kabul ettiğinde  öyle tahmin ediyoruz ki, gündemin ana maddelerinden birisi de, her halde bu İpek Yolu ve doğubatı arasındaki ticari ilişkilerin gelişmesi olmuştur.

Cengiz Han İpek Yolu ve Müslüman Tacirler;

Zira Cengiz Han'a göre; her ne kadar yazarlarımız açık, açık telaffuz etmeseler bile, asıl mesele; "İpek Yolu" ve bunun sağladığı ekonomik refahtan Moğollarında büyük ölçüde yararlanmaları ve İpek Yolu hakimiyeti ve ticâretinde Moğollarında gerçek manada söz sahibi olmaları idi. Belki de bu maksat için Cengiz Han ve oğullan Batı Türkistanı işgal ettikten sonra, oralarda ve Horasandaki bir çok şehirlerin Müslüman ahâlisini doğuya çekmişler ve Beşbalıktan başlayarak ve Hanbalık (Pekin)'a kadar uzanan kuzey Çin bölgeleri ve yol güzergahına yerleştirmişlerdir.
Cengiz ve oğulları zamanında süratle inkişâf eden ve kârlı bir meslek haline gelen Türkistan ticâreti, Horasan ve Aşağı Türkistandaki bir çok tüccar unsuru buraya celbetti. Bunların bir kısmı da Semerkant'tan gelmişlerdi. Hatta Pekin'e yakın bir yerde Semerkanth bu tacir muhacirler, "Semerkant" adiyle anılan bir kasaba bile inşa etmişlerdir. Cengiz Han'ın bu iyi niyetinden bahseden Cüveni bize, ilginç bir hususu hatırlatmakta ve şöyle demektedir;
"Moğollar (başta Cengiz Han olmak üzere) Müslümanlara yeterinden fazla hürmet gösteriyor ve Müslüman tacirlere, beyaz keçeden çadırlar kurarak onları çok iyi bir şekilde ağırlıyorlardı. Ne var ki Müslümanlar kendi kusurları yüzünden (Otrar faciası) bu itibardan mahrum olmuşlardır".
Cengiz Han, bütün bu yüce gaye ve asıl beklentilerine hizmet etmek üzere devrin çağdaş Harzem hükümdarı Alaû'dDin Muhammed b. Tekiş'e çoğunluğu Müslüman Türklerden oluşmak üzere 450 kişilik, çok büyük bir ticâret kervanı ve ayrıca bir iyi niyet elçilik heyeti göndermiştir. Bu kalabalık ticâret kervanının başında ise yine müslüm âlim ve tüccarlardan; Otrarlı Ömer Hoca, ayrıca faziletli bir âlim olan Eminû'd Din de vardı.
Mamafih kervandakilerin pek azı müstesna her nedense hepsi, Müslüman ve hepsi de Türktü. Diğer taraftan Cengiz Han'ın özel elçilik heyetinde ise Nesevî'nin bildirdiğine göre, Harzemli büyük devlet adamı, aynı zamanda Cengiz Han'ın hizmetinde olan Mahmud Yalvaç, Buharalı Ali Hoca ve Utrarlı Yusuf Kenkâ gibi değerli kimseler bulunuyordu. Ayrıca, Harzem Sultanına takdim edilmek üzere bir çok kıymetli hediyeler hazırlanmıştı. Hele, hele bunlar arasında, Çin dağlarından çıkarılan ve deve hörgücü büyüklüğünde bir "altın külçesi" vardı ki bu çok kıymetli bir hediye idi. Cengiz Han bu vesile ile Harzem Sultanına yazdığı mektubunda çok samimi davranıyor ve şöyle diyordu;
"Ülkenizin tüccarlarından buraya gelenler oldu. Onları memnun edip sağ salim gönderirken, onlarla birlikte ülkenizde alış verişler yapmak ve nadide şeyler satın almak üzere adamlar gönderiyoruz. Bu güzel ticari ilişkiler; aramızdaki anlaşmazlıkları gidermeye, kin ve husumetin sürüp gitmesini önlemeye vesile olacaktır".
Ayrıca yine bu mektuptan öğrendiğimize göre; "Cengiz Han bundan böyle Harzem Sultanına kendi öz evlâdı gibi değer ve kıymet verecekti".

Büyük Felâket; Otrar Faciası;

Gerçekte bu, Cengiz Han'ın Harzem Sultanına çok büyük bir teveccühü olmalı idi. Bu bir manada Türk dünyasının "Doğu" kanadını temsil eden Cengiz Han'ın, "Batı" kanadim temsil eden Harzem Sultanı Muhammed b. Tekiş'in varlığını kabul etmesi, ona yeşil bir zeytin dalı kadar yeşil, ümit ve dostluk elini uzatması idi. Şayet Harzem Sultam, bu Step Kahramanının elini sıkacak olursa; Orta Asya, Türklük dünyasının kaderi değişecek, İslâm dünyasının yarınlarına yeni bir güneş doğacaktı.
Zira bu ticari dostluk ve siyâsi gelişmelerin tabiî bir neticesi olarak Moğollar arasında İslâm dini çok süratli bir şekilde yapılacağı gibi, ayrıca, Orta Asya İslâm kültür ve medeniyeti de yeni bir dinamizm ve canlılık kazanacaktı. Harzem Sultanı, Cengiz Han'ın elçilerini Buhara yakınlarında bir yerde kabul etmiştir (1218). Ne yazık ki bundan sonraki gelişmeler tam bir hayal kırıklığı ve bundan da öte, tam bir trajedi ve facia olmuştur.
Zira Cengiz Han'ın bu iyi niyetini, gereği gibi değerlendirmeyen talihsiz Türk hükümdarı, Hanlar Hanının ticaret kervanını yağmalatmak çılgınlığı bir yana, Han'ın elçileri ve de kervanda bulunan bazı kimselerin başını vurdurtmak gibi hayatının en aptal hatasını yapmıştır. Bu; başta Harzemşah devleti olmak üzere İslâm dünyası, Baykent, Buhara ve Semerkant gibi Orta Asyanın mamur ve müreffeh şehirlerinin bir enkaz yığını haline getirecek bedbaht bir yolunda açılması idi. Bu beklenmedik olay Cengiz Han'a nasıl bir tesir yapmıştır? İsterseniz geliniz, onu Bar Hebraeus'dan dinleyelim;
"Cengiz Han'a bu haber ulaştıktan sonra o çılgına döndü, bir dağın tepesine çıktı, başını açarak toprağa kapandı, üç gün üç gece yemeden içmeden kesildi ve şöyle dua etti;
"Ey cihanın Rabbi ve yeryüzünü kahreden Tanrı! Gayemin ne olduğunu ve iyilikten başka birşey düşünmediğimi biliyorsun. Düşman ise kötülüğe başladı ve kötülük istiyor. Bende düşmanı, onun kötü niyetine göre cezalandırmanı diliyorum!".
Yahudilerin Mısırdan "Huruçları" sırasında Hz. Musa'nın sıcak yatağında uyurken, Mısır Firavunu ve gece boyu kendisine son bir başarı vermesi ümidiyle yalvarıp yakaran bu bedbaht kişinin duasını kabul eden Allah Teâlâ, bu defa da, Harzem Sultanı Muhammed b. Tekiş'e karşı, Cengiz Han'ın bu samimi ve içten duasını çoktan kabul etmiş olmalı idi.
 Cengiz Han bu vecd ve istiğrak halinden sonra artık kararını vermişti; O, bundan sonra güçlü bir ordu kuracak ve bütün hışmı, kin ve öfkesi ile Aşağı Türkistan'a yönelecek ve Harzem Sultanının üzerine bir Nuh Tufanı ve Yüce Tanrının bir gazabı gibi inecek ve ondan çok acı bir şekilde intikamını almış olacaktı. Fakat bu geniş ve Orta-Asya'yı kasıp kavuracak olan askeri faaliyetlere girişmeden önce, yeni yeni fethedilmiş bu topraklarda emniyet ve barışın sağlanması, dini huzurun temin edilmesi gerekiyordu.
Diğer taraftan Cengiz Han'a göre, asıl üzerinde durulması gereken çok önemli bir husus daha vardır. O da büyük Moğol kabilelerinden biri olan Naymanlar ve onların güçlü beyi olan Küçlük'ün baş kaldırması, çevresindeki beyleri ve bu arada Cengiz Hanla ittifak halinde olan Almalık, bir dereceye kadar Hoten gibi mahalli Türk beyliklerini ele geçirmesi, hatta Kaşgara saldırarak bütün buralarda yaşayan Müslüman Türklere kan kusturması ve halkı Hıristiyan dinine girmeye zorlaması idi.
Mamafih bu müessif olayların, o devirlerde sarsılan sosyal ve dini dengelerin Müslüman topluma nelere mal olduğunu göstermesi bakımından bizim açımızdan ayrı bir yeri ve önemi vardır. Zira; İslâm dininin; koyu bir "Şamanist" inadına zorlu ve yarı göçebe Moğol boylarının karşısına çıkması ve yine bu çevrelerde artık çok güçlü bir din haline gelmiş olan Budizm ve Hıristiyanlıkla yarışmaya kalkışması ve onlarla kıyasıya bir mücadeleye girişmesi ümitsiz, zavallı bir teşebbüs olurdu. Çünkü Moğol istilasının meydana getirdiği bu büyük fırtınadan en çok Müslümanlar sarsılmıştı. O zamana kadar İslâmiyetin Asyadaki ilim merkezlerinin ve ruhani teşkilatlarının çok güçlü bir dayanak noktaları olan şehirlerin çoğu bu fonksiyonlarını kaybetmişlerdi''.

Küçlük Han ve Hoten Müslümanlarının Zor Günleri:

Evet, Küçlük, Cengiz Han'ın hâkimiyetini genişletmesi ve kendisinin bu arada yok olup gitmesinden çekindiği için çevre Türk beylerini kendi idaresi altında toplamak ve daha güçlü bir hale gelmek istiyordu. Bu cümleden olmak üzere o başına topladığı askerlerle hareket ederek İmil ve Kayalık'a kadar olan yerleri ele geçirmiş ve daha sonra o devirlerin güçlü bir İslâm merkezi olan Kaşgara gelmiştir.
Küçlük'ün fazla bir mukavemet görmeden Kaşgarı ele geçirmesi İslâm dini ve Müslümanlar namına tam bir facia idi. Zira Küçlük buralarda, Orta Asyanın dini tarihinde eşi ve benzeri görülmeyen bir zulüm ve terör havası estirmiş bir çok Müslümanı kılınçtan geçirdiği gibi, geri kalanlara ise dini bakımdan cehennemi bir hayat yaşamaya mahkum etmiştir. Artık Kaşgar Karahanlıların taht ve baht şehri ve bir zamanların İslâm hidâyet merkezinde İslâmi hayat adına hiç bir şey kalmamıştı. Dini ibâdetler namaz, oruç, kurban vs. ne varsa yasak edilmiş ve yerli halk kendi dinini terkederek hıristiyan veya putperest (Budist) olmaya zorlanmıştı.
Önce koyu bir Hıristiyan, daha sonra bir aşk yüzünden koyu bir putperest (Budist) olan Küçlük), haddizatında azılı bir İslâm düşmanı idi. Bu bakımdan Kaşgarı ele geçirdikten sonra askerlerini pis bir hançer gibi Müslümanların (Türkler) evlerine yerleştirmiş ve onların küfürde ne kadar sadık olduklarını bu askerlerle kontrol etmek istemişti. O, çok geçmeden şehrin delikanlı ve gençlerini, şehir meydanında toplanmalarını emretmiş ve onların büyük bir kısmını da kılıçtan geçirmiştir. Cüveyni'nin bildirdiğine göre;
"Onlara çok büyük bir zülm edildi. Allah'a şirk koşan bu putperestlerin her istediğini şehir halkı yerine getirdi. Onların isteklerine karşı gelmeye kimse cürret edemedi".
Daha sonra, bu eli kanlı din düşmanı Hoten'e yöneldi. Onun Hoteni ele geçirmesi İslâm dini ve Müslümanlar açısından tam bir facia idi. Küçlük, bu Müslüman Türk şehrini ele geçirdikten sonra; yerli halkı İslâm dinini terketmeye, hıristiyanlığı, putperesliği (Budizm) veya Hitayilerin dinini Şamanistliği seçmeye zorlamıştır. O, bu muhtevadaki emirlerinde daha da ileri gitmiş, Müslümanlara Karahitaylar gibi giyinimlerini emretmiş, onların namaz kılmaları ve oruç tutmaları gibi bil cümle dini ibadetlerini yasaklamıştır. Müezzinler her ne suretle olursa olsun ezan okumayacaklardı. Ayrıca Küçlük şehirlerdeki bütün medreselerin kapılarına kilit vurdurmuş ve onların bazılarım yakıp yıktırmıştır. Bu feci durumu Cüveynî kendine has üslubu ile şu şekilde anlatmaktadır;
"Küçlük, Kaşgar ve Hoteni alınca, hıristiyalığı bırakıp putperest oldu. O şehirlerin halkını Hanefi mezhebinden çıkarıp sapık putperest inancına sokmaya, hidayet nurlarının aydınlığından uzaklaştırıp küfür ve karanlığın vahşetine çekmeye, Rahim olan Allah'a itaati bıraktırıp taşlanan şeytana itaat ettirmeye çalıştı. İsteğinin yerine gelmediğini görünce zora başvurdu. Bunun üzerine çaresiz kalan halk, putperestlerin elbiselerini ve şapkalarını giymeye, onların şekil ve kıyafetine girmeye mecbur oldu. Namaz ve ezan sesleri kayboldu, tekbir ve dua sesleri kesildi".

Hotende Yapılan Küfür İman Toplantısı;

Küçlük bununla da yetinmemiştir. O, Hotende şehrin önde gelen âlimleri de dâhil bütün insanların bir meydanda toplanmasını istemiştir. Şehir meydamnda üç bin kişiden fazla bir kalabalık toplanmıştı. Daha sonra bu kalabalığa seslenmiş iğrenç bir haykırışla şöyle demiştir;
"Benimle dinler ve ülkeler hakkında tartışmaya girebilecek, sözünü benden çekinmeden söyleyebilecek, öfkemden ve cezalandırmamdan korkmayacak biri varsa ortaya çıksın."
Küçlük bu çağrısında yalnız değildi. Sağında ve solunda şımarık Hıristiyan rahipler ve aşırı Budist Lamaları vardı. Bundan sonraki gelişmeleri isterseniz Cüveyni'den dinleyelim;

Şeyh Allaü'd Din el Hâtemi

"O böyle yapmakla; hiç kimsenin bu hususta ileri sürdüğü delilleri çürütmeye kalkışmayacağını, öfke ve hiddetinden korkarak kimsenin ortaya çıkmayacağını zannediyordu. Fakat böyle olmadı. Orada bulunan büyük kalabalık ve imamların arasında Şeyh Allaü'd Din elHâtemi de vardı. Büyük imam kalabalıkları yararak vakur adımlarla Küçlük'ün bulunduğu yere geldi. Heybetle onun karşısına oturdu. Nihayet dinler arası tartışmada başlamıştı. Küçlük'ün din adına sorduğu saçma sorularına Şeyh Alâü'd Din öyle ağır ve mantıki cevaplar veriyordu ki; Küçlük onun ilahi heybetinden korkmuş dili tutulduğu gibi nefesi kesilmiş ve gözleri dehşetten yuvasından fırlayacak bir hale gelmişti. Daha sonra kendine gelen bu küstah adam İslâm dini ve Hz. Peygamber (s.a.s.) hakkında ağıza alınmayacak derecede ağır sözler sarfetti. Büyük imam onun bu ileri geri konuşması ve tehditlerine hiç aldırmamış ve tam bir iman eri ve şehit adayı olarak yüzüne şöyle haykırmıştır;
"Ey din düşmanı melun Küçlük! Ağzına toprak dolsun (Allah Belanı Versin)!".

Şeyh Alau'd-Din elHoteni'nin Öldürülmesi;

Bu sözler kibirli putperestin kafasma bir balyoz gibi inmiş ve adamlarına bu mübarek şeyhi tutmaları ve İslâm'dan dönüp kâfir ve putperest oluncaya kadar ona her türlü eziyet ve işkence yapmalarını emretti. Artık İmamın başına bela ve musibetler yağmur gibi yağıyordu. İmamı zincire vurup bir odaya kapatmışlar, yarı çıplak aç ve susuz bırakmışlardı. Bunun yanı sıra ellerinden gelen işkence ve eziyeti yapmaktan bir an bile geri kalmıyorlardı.
Fakat bu büyük Tanrı Kulu bunca işkence ve eziyete rağmen "Rabbim Allah! diyor, iman ve İslamdan en ufak bir taviz vermiyordu. Bunun üzerine çılgına dönen Küçlük, onun hapisten çıkarılmasını ve yapürdığı medresesinin önüne getirilmesini emretti. Hoten halkı yığın yığın İmamın yaptırdığı bu medresenin bulunduğu meydana toplanmıştı. Daha sonra o yanındaki cellatlara emretmiş ve bu büyük iman eri kendi yaptırdığı medresenin kapısı önünde Hz. İsa gibi çarmıha gerilerek şehit edilmiştir. Ne var ki büyük İmam ölüme giderken bile son derece sakin ve huzurlu görünüyordu.
O tekbirlerle çarmıha gerileceği yere kadar gelmiş, önce tekbir getirmiş ve daha sonra meydanları dolduracak ve herkesin duyabileceği bir şekilde gür bir sesle "Kelimei Şahadeti" söylemiş ve ondan sonra, Müslümanlara bir veda konuşması niteliğinde şöyle hitap etmiştir;
"Ey Müslümanlar! Bu dünyada size verilecek cezalar yüzünden dininizi bırakıpta kendinizi ilelebet kalacağınız cehennem azabına atmayın. Ebedi bir şeye, geçici bir şeyi tercih etmek çok büyük bir kayıp olur. Küçük çocukların oyuncağı olan bu dünyanın rahat ve huzurunu, öteki dünyanın rahat ve huzuruna eş tutanlar aldanır. Yüce Allah şöyle buyuruyor; "Dünya hayatı sadece oyun ve oyalamadır. Ahiret yurdu, sakınanlar için daha iyidir. Hele bir düşünmezmisiniz".
Artık bu hitabeden sonra büyük imamın ruhu kafesten kurtulan bir kuş gibi ebedi âleme ve özleyip durduğu Yüce Mevlasına doğru uçup gitmiştir.

Kâfir Küçlük ve Müslüman Bozer Hanı;

Küçlük başının belasını bulmaya hazırlanıyordu. O bu defa Almalık Hanı Bozer üzerine yürümüştür. Oysa Bozer kısa bir süre önce "Tuğrul Han" unvanı ile bu şehre "Han" olmuştu. Bozer; merhametli, Allahtan korkan iyi kalbli bir Müslüman Türk idi. Hırka sahipleri ve dervişlere çok iyi davranır, onlara her türlü yardımda bulunmaktan çekinmezdi. Bir gün sofi hırkasına bürünmüş bir adam onun huzuruna gelmiş ve: "Ambarımızda bir şey kalmadı. Bize borç ver, elinden gelen yardımı bizden esirgeme" diyerek yalvarmaya başlamıştı. Bozer bu adama çok acımış ve "Kusurumuza Bakma" diyerek ona orada, bir kese akça vermişti.
Bozer diğer taraftan çok cesur yiğit bir insandı. Cengiz Han'ın muhalifleri ile uğraşmış ve bu yönde kazandığı başarılar ile büyük Hanın dikkatini çekmiş hattâ, Cengiz Han ona kıymetli hediyeler göndermiş, ayrıca büyük oğlu Cicinin güzel kızıyla yakında nişanlıyacağını bildirmişti'.
 Ne var ki tam bu sıralarda azgın Nayman Beyi Küçlük, Bozer'in üzerine yürümüş ve bir av baskınında onu ve yakın arkadaşlarını kılıçtan geçirmişti.

Cengiz Han ve Müslümanların Acı İntikamı;

Zaten Küçlük'ün Kaşgar ve Hoten de Müslümanlara yaptığı zulüm ve işkenceden bir hayli rahatsız olan Cengiz Hanı, onu bu son hareketi daha da üzmüş ve üzerine derhal maiyyet komutanlarından Cebe Noyan'ı göndermiştir. Zumlu gökleri dolduran Küçlük; Nayman zorbası, bu sıralarda Kaşgarda bulunuyor ve Cengiz Han'ın kahredici pençesini ensesinde hissediyordu. Küçlük hemen Kaşgarı terk etmiş ve kendisine bağlı küçük bir birlikle izini" kaybettirmeye koyulmuştu.
Cebe Noyan, Kaşgar'a gelince Müslümanların ne kadar sıkıntılı ve zor günler yaşadığını görmüş, onları dini bakımdan ferahlatacak her türlü tedbiri almıştır. O bu cümleden olmak üzere; daha önce Semiryeçye'de olduğu gibi burada da bir emirname çıkartarak Müslümanlara serbestçe ibadet etme hakkını tanımıştı. Ezanlar yeniden okunuyor ve kapılarına kilit vurulan medreselerin kapıları tekrar açılıyordu. Müslümanlar yeni bir heyecanla bu camilere doluyor ve ibadet özlemini gideriyorlardı.
Hoten, Balasagun, Altnalık ve Kaşgarda ve çoğunluğu Müslüman Türklerden oluşan yerli çoğunluğu Türk olan Müslüman halk, kendilerini Küçlük'ün sonu gelmez zulümlerinden kurtaran Moğolları, dolayısıyla Cengiz Hanı bir kurtarıcılar olarak karşılamış ve o devirlerde emsali az görülen dini bir bayram coşkusu yaşamışlardır. Kaşgardaki Müslüman Türkler daha da ileri gitmiş, Küçlük'ün daha önce pis bir hançer gibi zorla evlerine yerleştirdiği Noyman askerlerinin hepsini en ufak bir acıma hissi göstermeyerek kılıçtan geçirmişlerdir''.
Burada aklımıza bir soru gelmektedir. O da bu kargaşa ve karışıklıklar arasında bu belalı azgın Noyman zorbası Küçlük'ün sonunun ne olduğudur. Cüveyni; Moğol ordusunun bu adamı kuduz bir köpeği kovalar gibi kovaladığını, en sonunda onun Bedehşan bölgesinde çıkışı olmayan bir vadide yakaladıklarını onu ve yakın çevresindekilerin başını keserek Cengiz Han'a gönderdiklerini kaydetmektedir'5^. Moğol askerleri yerli halka en ufak bir zarar vermedikleri gibi emniyet ve huzuru sağlamışlar ve kaçıp kurtulmak isteyen Küçlük ve askerlerinden birçok ganimet elde etmişlerdir. Cebe Noyan'ın buradan elde edilen ganimetlerden olmak üzere Cengiz Han'a ak burunlu, güzel görünüşlü bir at takdim ettiğini kaydetmektedir'54'.
Cüveyni bu acı olayları bir kaç kelime ile özetliyerek bizlere bir ibret dersi vermek üzere şu yorumlarda bulunmaktadır; "Bu olaylar bir defa daha göstermektedir ki, Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in dinine saldıran kimse hiç bir zaman huzur ve mutluluk yüzü görmez. Onun dinine saygı duyan kimse ise o dinden olmasa dahi işi rast gider ve mevkii yükselir. Öyle ya; "Allahın yaktığı lambayı üflemeye kalkışanın sakalı yanar"'
Artık bütün bunlardan sonra Kaşgar ve Hoten bölgeleri diğer bir ifade ile bütün Doğu Türkistan; Cengiz Han'ın geniş imparatorluk sınırları içine girmiş bulunuyordu. Böylece buralarda Cengiz Han'ın asıl özlediği emniyet ve barış sağlandığı emniyet ve barış sağlandığı gibi, bundan daha da önemlisi "dini huzur" ve istikrarda temin edilmiş oluyordu.
Diğer taraftan bütün bunlar Cengiz Han'ın söylenen ve yazılanların aksine bu ilk devirlerde İslâm dini ve Müslümanlara ne kadar saygılı bir kimse olduğunu göstermektedir. Ne var ki "Otrar faciası" ve Harzem Sultanı Muhammed b. Tekiş'in Hanlar Hanının iyi niyetini anlamamadaki ısrarı, Hz. Peygamberin bir kısım hadislerinde de belirtildiği gibi, oluk, oluk Müslüman kanının akmasına sebep olacaktır.

Cengiz Han Buhara Önlerinde;

Cengiz Han, Doğu Türkistan'da kazandığı bu büyük ve yarı İslâmi zaferden sonra şimdi Harzem Sultanının üzerine yürüyebilirdi. Zira Hanlar Hanı, Kaşgar, Hoten gibi Müslüman Türk şehirlerini azgın Nayman orduları ve onların ağır zulümlerinden kurtardığı gibi, buralarda yaşayan Müslümanların gönlünde çok büyük bir saygınlık kazanmıştı. Böylece İslâm dini yeni bir nefes aldığı gibi, Müslümanlar da çoktandır arzu ettikleri din ve ibâdet özgürlüğüne kavuşmuş oluyorlardı. Öyle ya, Müslümanları zulümden kurtarma hususunda İslâm Sultanından çok daha büyük bir başarı göstermişti. Artık bundan sonra, Harzemşahlar ve Sultan Muhammed, Cengiz Hana karşı açtığı mücadeleye artık "dini bir mahiyet" veremezdi. Üstelik harbe sebep olacak Otrar faciasının kurbanlarının hepsi Müslüman hepsi Türk idiler'.
Mamafih Cengiz Han, yakın çevresindeki Müslüman müşavirlerinin Harzem hükümdarı Muhammed hakkında verdikleri bilgilerden de önemli ölçüde yararlanarak çok güçlü bir ordu hazırlamıştı. Yeni Moğol ordusunun sayısı
200.000'e yaklaşıyordu. Ne var ki Cengiz Han'ın "Batı Seferi" için kendine bağlı diğer kavimlerden topladığı askerler, Moğollara nispeten çok daha fazla idi. Asıl ordunun nerede ise yarıdan fazlası Müslüman Türklerden oluşuyordu. Bunların büyük bir kısmı da Uygur Türkleri idi'58'. Hatta bunlar arasında iki Müslüman Türk hükümdarı da vardı. Karluk Hükümdarı Arslan Han ile, Almahk Hükümdarı Suğnak Tekin kendi orduları ile, Müslüman ırkdaş ve dindaşlarına karşı Moğollar safında ve Cengiz Han'ın "Batı seferine" iştirak etmek zorunda kalmışlardı”.
Hanlar Hanı, bu ovalara ve vadilere sığmayan yalın kılınç muhteşem ordusu ile batıya yönelmiş ve Aşağı Türkistan'a yürümüştür (1220). Kan terleyen ve ateş soluyan cennet atları ile bir kasırga gibi ilerleyen Moğol orduları, bir kan ve ateş kasırgası halinde başta Semerkant ve Buhara olmak üzere Harzemde dahil bütün Orta ve Batı Asyayı bir yıldırım harekatıyla ele geçirmişlerdir'60'. Artık Cengiz Han, büyük İskenderden sonra en büyük "Cihan İmparatorluğu' 'nu kurmuş oluyordu.

Büyük Buhara Camiinin Yağmalanması;

Fakat bu arada insan havsalarını zorlayan çok garip şeyler olmuştur. Bunlar İslâmın bir alın yazısı olmak üzere, Hz. Peygamber'in dilinden yarınlara ve gelecek nesillere verilen mesajlardı. Şimdi onlar aradan tam altı asır geçtikten sonra, bir, bir hakikat oluyordu.
Bilindiği gibi Cengiz Han; Orta Çağ İslâm kültür ve medeniyetinin en büyük merkezlerinden biri olan Buhara 'yı tam bir facia ile ele geçirdikten sonra, şehrin en büyük camiinin önüne gelmiş ve binanın heybeti karşısında duyduğu hayreti gizleyememiş ve yanındakilere "Burası Sultan Muhammedin Sarayı mı?" deyince, onlarda; "Burasının bir Tanrı Evi olduğunu" söylemişlerdir”.
Daha sonra Cengiz Han atını sürmüş ve iki kanatlı büyük kapıdan içeri girerek mihrabın önüne kadar gelmiştir. Bu camiye dalanlar arasında oğlu Tuly'da vardı. Onlar bu büyük camiin muhteşem dekoru ve tezyinatı karşısında şaşırıp kalmışlardı. Cami Moğollar tarafından yağmalanmaya, kırılıp dökülmeye başlandı. Bu arada orada bulunan kitap sandıkları içinde bulunan Kuranı Kerimler sağa sola fırlatılarak boşaltılmış ve atlara yemlik yapılmıştı. Artık şimdi çoğu nadide olan birçok Kuran nüshaları, "Mukaddes Kitap" mefhumunu henüz kavramamış Moğollar ve onların sağa sola hırçın hareketlerde bulunan atlarının ayaklarının tırnakları altında çiğnenmiş ve paramparça olmuştu. Bu gerçekte yürekler acısı bir durum idi. İslâm kültür ve medeniyeti bunu hak etmemişti.
Ne var ki Cüveyni'nin rivayetine göre; Buhara ve Aşağı Türkistan'ın en büyük âlimlerinden biri olan İmam Celâlû'd Din Ali b. El Hasa er-Rindi buna daha fazla dayanamamış ve yine o çevrenin en faziletli âlimlerinden biri olan Rüknü'd Din İmâm Zâde'ye gelmiş ve acı acı şikâyetlerde bulunarak şöyle demiştir;
"Mevlâna gördüğümüz bu hal nedir? Uyantkmıyız, yoksa bir rüya mı görüyoruz?" İmamzâde onu soğukkanlılıkla yatıştırmaya çalışmış ve şöyle demiştir;
"Sus! Sus! Bu Allah’ın bize karşı hoşnutsuzluğun bir işaretidir. Allah’ın gazap rüzgarı esti. Onun karşısında duracak güç yoktur".
Bundan sonra Cengiz Han, şehir halkını Buhara'nın meşhur "Bayram Namazgah"ında toplamış ve onlara Harzem Sultanının kötülükleri ve kendine karşı geldiğinden uzun uzun şikâyetlerde bulunduktan sonra şöyle demiştir;
"Ey kavim biliniz ki! Ben Allah’ın gazabıyım, azabıyım. Eğer sizler, dediğim gibi büyük günahlar işlememiş olsaydınız Allah benim gibi bir azabı size göndermezdi".
Ne ilginçtir ki Cengiz Han bundan sonra onlardan şehirdeki güvenilir din adamları ve diğer ulu ve faziletli kimseleri sormuş, onlardan ganimet olarak alman malları iade ettiği gibi, ayrıca onları her türlü vergiden de muaf kılmıştır.

Hadislerin Ortaya Koyduğu Büyük Gerçek;

Buraya kadar yaptığımız bu açıklamalar bize göre sıradan olaylar değildir. Bunlar bir manada Hz. Peygamberin asırlarca önce, belki Moğol kavmi henüz tarihin derinliklerinde yaşadıkları ve hiçbir mana ifâde etmedikleri bir devirlerde ve altı asır önce haber verdiği bedbaht olaylardır. Zira; Hz. Peygamber kendi nübüvvet yıllarında Orta Asyanın geleceğine bakmış, bu toz ve duman bulutu halinde ilerleyen
Moğol Ordularını görmüş, bu dehşet verici olayları bir film şeridi gibi seyretmiş ve bundan büyük bir endişeye kapılmıştır. Hatta O, bu hususta duyduğu derin üzüntüleri, yanındakilerle birçok defalar paylaşmaya çalışmış ve şöyle buyurmuştur:
"Abdullah b. Amr b. El-Âs (r.a.) den rivayet edildiğine göre; Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurmuşlardır ki; "İnsanların başına kan gövdeyi götüren beş büyük harp gelecektir. Bunların ikisi geçmiş milletlere, üçü ise bu ümmetin başına gelecektir ki onlar, şunlardır: Bunlar (Moğol) Türklerinin yaptığı kanlı harpler, Rumların yaptığı (Malazgirt) kanlı harpler ve asıl Deccal'ın yaptığı kanlı harplerdir".
Yine Hz. Peygamber bu Moğol harpleri konusunda söyledi birçok hadislerin bir diğerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Zeynep b. Cahş (r.a.) dan rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber bir defasında onun evinde uykusundan uyanmış ve mübarek yüzü kızarmış olduğu halde telaşla şöyle diyordu:
"Allahtan başka ilâh yoktur. Yaklaşıp gelen (ve kan gövdeyi götürecek olan büyük harplerden) vay şu Arapların haline!" Ben Ona;
"Ey Allah'ın Rasülü aramızda bunca iyi kullar varken biz böyle telef olup gidecekmiyiz? Dedim. O da;
"Evet kötülükler diz boyuna ulaştığı zaman!" buyurmuşlardır".
Bunlar; bir manada Hz. Peygamber'in ilâhi risâletinin bütün insanlığı kuşattığı ve Onun verdiği mesajların kıyamete kadar geçerli olduğunu beyan eden hadislerdir. Bunlar Onun, "Hakk Peygamber" olduğunun en büyük mucizelerdir. Bunları bir yüce imanın dışında, akıl ve aklî ilimlerle izah etmemiz mümkün değildir. Evet daha sonra cereyan eden olaylar Hz. Peygamberi bütünüyle doğrulamış ve onun "Nübüvveti" ni tastik etmiştir.
Yukarda da ifade edildiği gibi tarih tünelinin karanlık koridorlarında dolaşıp duran ve hiçte beklenmedik bir zamanda ortaya çıkan bu yarı göçebe Moğollar, bu çekik gözlü, tunç yüzlü insanlar ve onların yaptığı kan gövdeyi götüren harpler Orta Asya ve onun kültür ve medeniyet merkezi olan büyük şehirlerini, sanki ilâhi bir tufan bir kasırga felâketi gibi tahrip etmiş, maddi değerler yanı sıra yüzbinlerce insanın hayatına mal olmuştu. Bu şehirlerde eskilerin tabiri ile çoğu kere "taş üstünde taş ve omuz üstünde baş" kalmamıştı. Bunun yanısıra büyük ilim ve din adamları ve dini bütün daha bir çok Müslümanlar, hatta sanat erbabı ya telef edilmiş veya sıradan bir esir olarak başka yerlere sürülmüşlerdir. Moğol istilasını takib eden yılarda büyük şehir ve kasabalar sanki, yerlerin altını üstüne getiren olağan dışı bir deprem felâketine maruz kalmışcasına bir enkaz yığını hâline gelmişti. Bunlar Hz. Peygamberi asırlarca önce telaşa düşüren ve büyük endişelere sevk eden dehşet dolu olaylardı.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar