Print Friendly and PDF

Cennet Cennet



İlkel kabilelerde umumiyetle ölümden sonra mutlu veya mutsuz bir hayat yaşama inancı vardır. Hemen hemen bütün ilkel dinlerde bu hayatın dünyada veya gökteki bir yerde gerçekleşeceğine inanılır ve daha çok maddî unsurlarla tasvir edilir. Örneğin: Andaman Adaları’ndaki ilkel kabilelerin inancına göre iyilerin ruhları, yerle gök arasındaki bir köprüden geçerek cennete çıkar. Kötülerin ruhları ise soğuk bir yere ayrılır.
Malaya Yarımadası yerlilerine göre de cennet göktedir.
Bazı Afrika efsanelerinde, insanoğlu yaratılmadan önce bir cennetin var olduğu inancının bulunması da dikkat çekicidir. Hastalık ve ölümün bulunmadığı bu cennette bir olay sonucu tüm güzellikler son bulmuş ve şimdiki insan hayatı başlamıştır.
Cennet inancıyla ilgili ilk yazılı kaynak M.Ö. 2000’lere ait Sümer literatürüdür. Çivi yazılı olan bu kaynaklara göre Cennet “Dilmun” denilen ve güneşin doğduğu yere doğru uzanan bir adadır. Bu ada “Mutlu insanlar ülkesi”, “Ölümsüzler ülkesi”, “Hayat ülkesi” diye de nitelendirilmiştir. Bol suların beslediği, çayır, çimenle ve meyve yüklü ağaçlarla kaplı olan Dilmun’da hastalık ve ölüm yoktur. Ras Şamra’da bulunan eski Ken’ani şiirlerinde de buna benzer bir yer tasvir edilir.
İskandinav ülkelerinde de Sümerlerinkine benzer bir cennet anlayışı vardır.
Eski Mısırlılarda harikulade bir mutluluk adası olan yeryüzündeki cennetin bir eşinin de gökte, Samanyolu’nun ikiye bölündüğü yerde olduğuna inanılır.
Eski İranlılarda ise ölülerin dirileceğine, yapılacak olan mahkeme sonunda kötülerin “Çinvat Köprüsü”nden geçerken erimiş madenlerin arasına düşeceğine inanılır.
Slavlarda ise hem dünyevî bir cennetten hem de gökteki esrarengiz bir ülkeden söz edilir. Hindu kozmolojisine göreyse üç tabakadan oluşan âlemin en üst tabakasında cennet vardır. Orada semavi tanrılar yaşar.
Hint folklorunda ise cennet kutsal Meru Dağı’nın üzerindedir ve oradan dört nehir çıkar. Budistlerin telakkisine göre de Meru Dağının üzerinde bulunan ve bir saadet ülkesi(Sukhavati) olan cennet mücevherlerle süslü ağaçlara, şakrak ötüşlü kuşlara, özel zevklere uygun sıcak veya soğuk akan sulara, sona ermeyen bir yeşilliğe sahiptir. Japon geleneğinde cennet “Ame” kelimesiyle ifade edilir. Ame, ilahlarla saygıdeğer kişilerin yurdu olup olağanüstü bir bahçedir.
Çin Budizm’ine ve Taoizm’e göre ise insan öldükten sonra on hâkimin önüne çıkarılır ve verilen hükme göre cennet veya cehenneme sevk edilir.

Yahudilikte Cennet

Yahudilikte iyilerin ebedi olarak kalacakları yerin “Eden Bahçesi” veya bazılarının “Pardes(Bahçe)” dedikleri özel bir yer olduğuna inanılır. Rabbilerin yazdıklarında cennetle ilgili bilgi ve yorumlar oldukça çoktur. Rabbilere göre cennet ve cehennem dünya yaratılmadan önce de vardı. Cennet, Tanrının sağında, cehennem solundadır. Günahı ve sevabı denk olanlar cehennem ateşiyle temizlenecek ve cennete gireceklerdir. Kötüler on iki ay azap görüp yok olacaklar veya başka bir görüşe göre cennete girecekler, Yahudilere muhalif olanlar ise sürekli azap görecekler; azılı günahkar olan küçük bir grup dışındaki tüm İsrailliler cehennemden kurtulacak ve cennete gireceklerdir. Hz. İbrahim cehennemin girişinde durup sünnetli olan zürriyetini ateşten kurtaracaktır. Bazı Filistinli Rabbiler, cehennem diye bir şeyin olmadığını ileri sürmüşlerdir. Çeşitli dinî görüşlere sahip olan günümüz Yahudileri, umumiyetle cennet ve cehennem inancına fazla önem vermezler.

Hıristiyanlıkta Cennet

Hıristiyanlığa göre cennet, Hz. İsa’nın da içinde bulunduğu bir mükâfat yeridir. Bu mükâfat, iyiler için olup ebedîdir. İyi insanlar orada Tanrıyı görecek ve melekler gibi olacaklardır. (Romalılara Mektup 5/17; I.Yuhanna 3/2; Markos 12/25) Diğer taraftan Hz. Âdem ile Hz. Havva’nın ikamet ettikleri yer ise “Eden Cenneti”dir. Onlar, itaatsizlikleri sebebiyle cenneti kaybetmişlerdir. Yılanın kandırması ile yedikleri yasak meyvenin elma olduğuna inanılır. Yeryüzündeki tüm din ve inançlarda ölüm ötesi bir hayatın varlığına olan inanç, Âhiret hayatının hakikatini gösteren bir delildir.
İslamî öğretiler içinde önemli bir yere sahip olan cennet inancının ilahî kaynaklı iki din olan Yahudilik ve Hıristiyanlıkta, belli bazı farklarla da olsa mevcut olması ise bu üç dinin aynı kaynaktan geldiğini gösterir. Zira Kur’an’ın da vurguladığı gibi son Peygamber Hz. Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ile insanlığa ulaştırılan İslam Dini, kendisinden öncekilerle hiçbir bağı olmayan öğretilerden oluşan yeni bir din olmayıp Peygamberler zincirinin insanlığa ulaştırmaya çalıştığı mesajın devamı ve son noktasıdır.


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar