EPİSTEMİK CEMAAT, BİR BİLİM SOSYOLOJİSİ DENEMESİ
Hzl:
Hüsamettin Arslan
Hangi ’epistemik cemaat'e bağlı
bulunduğunun bilincinde olmayanlara, hiçbir ’epistemik cemaat'e bağlılık
duymayanlara, yani 'araftakiler'e, "mekansızlar'a,
"Tanrısızlar"a ve hâlâ "klasik islami epistemik cemaat
içinde" varolma mücadelesi verenler…
Önsözler entellektüel itiraflardır. Dürüst yazar metninin
önsözünde kendi entelektüel konumunu açıkça ortaya koymalıdır. Ancak
ben bunu yapmadan önce, okuyucunun veya eleştirmenin bu çalışmayı
değerlendirmesinde kolaylık sağlayacak genel bazı değerlendirme kriterleri
vermeyi düşünüyorum. Çok sevdiğim bir yazar
kitaplarla kadınlar, kadınlarla şehirler arasında analojiler kuruyordu:
kitaplar kadınlara, kadınlar şehirlere benzerler. Önemli olan satıraraları ve ara-sokaklardır;
önemli olan şey, satır aralarında ve ara sokaklardadır. "Eğer
bir kitabı okurken satır aralarından kulaklarınıza metafizik fısıltılar
gelmiyorsa", der
Car, "bilin ki yazar ahmak
bir yazardır". Kitaplar
metafizik fısıltılarıyla kanatlanırlar. Tersi entelektüel sürüngenlik, dar
ufukluluk ve muhteva yoksulluğudur.
Okuduğunuz bir metnin
entelektüel değerini belirlemek mi istiyorsunuz; hemen yazarın kitabında kendi
cehaletinin farkında olup olmadığına bakın. Eğer yazar metninde cehaleti konusunda açık
veya zımnî bir kısım ipuçları vermiyorsa, bilin ki o metin entelektüel değeri
düşük bir metindir. Bir kitabın değerini
belirlemek mi istiyorsunuz; okuyucu veya eleştirmen olarak, kitabın
cehaletinizi suratınıza çarpıp çarpmadığına bakın. Eğer metni okurken, aşılması
zor kendi cehalet duvarınıza çarparak sarsıntılar geçirmiyorsanız, bilin ki
yazar ve metni pek okumaya değmez. Okuduğunuz metnin değerini belirlemek mi
istiyorsunuz; yazarın kitapta ele aldığı sorunları bütünüyle çözdüğünü ima edip
etmediğine bakın. Eğer
yazar ele aldığı sorunları bütünüyle çözdüğü imasında bulunuyorsa, bilin ki o
metin entelektüel seviyesi düşük bir metindir.
Gayet tabii yukarıdaki
genel değerlendirme kriterleri bu çalışma için de geçerlidir. İnsanın kendi
metninin önsözünde bu tür bir değerlendirme yapması abes ve okuyucu hakkına
saldırı olabilir. O sebeple bu değerlendirme isini okuyucu ve eleştirmene
bırakarak, burada, kitabımın nasıl anlaşılması gerektiği konusunda ve kendi
entelektüel konumunla ilgili bazı ipuçları vermekle yetinmeyi düşünüyorum.
"Epistemik
Cemaat" adlı
bu çalışma, genelde "bilgi sosyolojisi", özelde bilgi sosyolojisinin
bir alt-dalı olarak doğan "bilim sosyolojisi" veya "bilimsel
bilginin sosyolojisi" disiplini çerçevesi içinde bir denemedir.
"Epistemik Cemaat" daha da genel bir söyleyişle, bir entelektüeller
sosyolojisi incelemesidir. Bir açıdan bakıldığında avantajı, başka bir açıdan
bakıldığında dezavantajı olabilecek bir özelliği vardır; bu onun, ülkemizde
bilim sosyolojisi disiplininde yapılan ilk çalışma olmasıdır. Bütün "ilkler"
zordur ve bu nedenle ne bir mükemmellik iddiası taşır ne de önsözünde
kaydedilmeye değer başka bir meziyeti vardır.
Burada kaydedilmeye
değer en önemli özelliği, "bilim" denilen devasa kurumun sosyolojik
açıdan nasıl ele alınabileceği, bilime ülkemizden nasıl bakılması gerekliği ve
bu bakış açısıyla ele alındığında ülkemizin ve toplumumuzun payına düşenin ne
olduğu konusunda varsayım kabilinden ipuçları vermeyi denemesidir. Bu çalışma
bir giriş, bir başlangıç ve bir hazırlıktır. Cevabını vermek islediği temel
soru şudur: Bilim ve bilimsel bilgi nedir; bilimsel bilgi nasıl inşa edilmekte
ve nasıl meşrulaştırılmaktadır?
İtiraf etmeliyim ki
konuyla ilgili araştırma sürecinin başında Türkiye ve Türk toplumuyla ilgili
tarihi bir fenomenden ve bu fenomenle ilgili olarak öne sürdüğüm bir
varsayımdan yola çıkmıştım. Çalışmamı motive
eden varsayım şuydu: Türkiye'de Ondokuzuncu Yüzyıl'ın başından bu yana bir
entelektüel veya epistemik kirlenme, bu epistemik kirlenmenin yol açtığı bir
epistemik kaos veya epistemik bunalım yaşanmaktadır, entelektüel hayatımıza
fizyonomisini armağan eden temel fenomen bu epistemik bunalımdır.
"Epistemik
bunalım"
kavramını, Türk entelektüel hayatını açıklamakla kilit bir kavram olarak
tasarlamıştım; o çalışmam için bir Arşimed noktasıydı. Bununla birlikte
çalışmanın yürütülebilmesi "epistemik bunalım"ın bir araştırma
inceleme nesnesi veya olgusu, bir sosyolojik olgu olarak belirlenmesini
gerektiriyordu.
Başlangıçla ortaya
koyduğum probleme, kuşbakışı, mermer bir dağdan bakıyordum; incelemelerim
derinleştikçe önceleri apaçık gibi görünen fenomenler müphemleşmeye başladı.
Sonuç her durumda devasa bir başarısızlığa dönüşüyordu. Bu noktada araştırmanın
epistemik bunalımı açıklayabilecek bir teorik çerçeveye ihtiyaç duyduğunu
gördüm.
Teoriler yoksa olgular
da yaralamazlar, bir fenomenler grubunun bir araştırma-inceleme olgusu (veya
nesnesi) haline gelebilmesi için teorik bir çerçevenin varlığı şarttır. Hem
doğa bilimlerinde hem de sosyal bilimlerde olgular varoluşlarım teorilere
borçludurlar. Yukarda belirttiğim temel varsayımı bir araştırma-inceleme
olgusuna dönüştürecek teorik çerçeve ihtiyacımı gidermek üzere Batı’da
özellikle 1960'tan sonra yapılan meta-bilim (bilim sosyolojisi, bilim
felsefesi, bilim antropolojisi ve bilim psikolojisi) incelemeleri üzerinde
çalıştım. Bu yoğun ve zahmetli çalışma sürecinin sonunda, Türkiye'de
varolduğunu öne sürdüğüm epistemik bunalımı bir olgu olarak inşa etmemi
sağlayacak teorik cihazı keşfettim. Söz konusu teorik cihaz, elinizdeki kitaba
adını armağan eden kavram olan "epistemik cemaat" (epistemie
community) kavramıdır. Eğer Türkiye'de ondokuzuncu yüzyılın başından bu yana
bir epistemik bunalım yaşandığı yolundaki tezim doğru ise, bu bunalımı
anlamanın biricik şartının ona "epistemik cemaat" kavramıyla bakmak
olduğu da doğru demektir. Epistemik bunalımları anlamak için epistemik
cemaatlere bakılmalıdır. Elinizdeki çalışma, "epistemik cemaat"
dikkate alınmadığında içi boş bir sözler yığınına dönüşür. Bu, benim kitabın
önsözünde kaydedebileceğim biricik ikazdır. Önce epistemik cemaat, sonra
epistemik bunalım.
Yine de "epistemik
bunalım" konusu bu çalışmada, ilerde ele alınmak üzere tespit edilmiş
varsayımlar halindedir ve bu durum çalışmanın eksik kalan boyutudur. Onu
tamamlayamadım; çünkü bu işi gerçekleştirmemi sağlayacak zamandan ve lojistik
desteklen mahrumdum.
Benim kendi entelektüel konumun konvansiyonalizm
çerçevesi içinde yer alır, ben bir konvansiyonalistim.
Konvansiyonalizm
(conventionalism) kavramı Türkçemizde bu güne kadar şu terimlerle karşılanmıştır:
itibariyye, saymacılık veya uzlaşmacılık. Kavramın kökü "konvansiyon"
(convention)dur ve kişiler, partiler, taraflar-arası uzlaşma, anlaşma, uyuşma;
üzerinde uzlaşılan ilke, yaygın kabul gören gelenek, teamül ve inanç
anlamlarına gelir. Entelektüel literatürde kabul gören anlamıyla
konvansiyonalizm, bilimsel yasa, teori ve genellemelerin doğadan bağımsız
seçime veya tercihe dayalı konvansiyonlar (teamüller, gelenekler, inançlar)
oldukları yolundaki entelektüel akımı dile getirir. Ben, zamanımıza kadar
bulunan Türkçe karşıkıların kavramı karşılamadıklarını düşünerek terimin
İngilizcesini kullanmayı tercih ediyorum.
Ben bir konvansiyonalistim. Bir insanın konvansiyonalist olup olmadığını anlamanın pratik
yollarından biri ona şu soruyu sormaktır:
Bilimin Doğa'da bulunduğunu öne sürdüğü yasalar Doğa'da
içkin yasalar mıdır yoksa toplumun (veya insanın) Doğa'ya yüklediği yasalar
mıdır?
Konvansiyonalist bu soruya, bilimin Doğa'da
bulunduğunu öne sürdüğü yasalar toplumun Doğa’ya yüklediği yasalardır, diye cevap
verir.
Konvansiyonaliste göre
genelde bilginin, özel olarak da bilimsel bilginin nihai belirleyicisi Doğa
değildir. Realistler, bilginin nihai belirleyicisinin, bizim onu
kavrayışımızdan bağımsız varolan reel bir dünya olduğunu varsayarlar.
Konvansiyonalist bu metafizik varsayımın altını çizdiği reel dünyayı
görmezlikten gelmez; fakat onu belirleyiciler hiyerarşisinde tali bir konuma
yerleştirir. Pozitivistler bilginin nihai belirleyicisinin olgular, gözlemler
ve deneyler olduğunu; rasyonalistler akıl ve mantık olduğunu savunurlar.
Konvansiyonalist bunları da reddetmez; yalnızca belirleyiciler hiyerarşisinde
onları tali bir konuma yerleştirir. İster bilimsel bilgi ister başka türde
bilgi olsun, bilginin nihai belirleyicisi, bilgiyi inşa eden insanlar veya
toplumdur. Konvansiyonalist olmak, insanın belirleyiciliğine, daha yerinde bir
söyleyişle toplumun belirleyiciliğine inanmaktır. Bilimsel yaslar, teoriler ve
genellemeler konvansiyonlardır. Doğa birbirine alternatif tarzlarda
anlaşılabilir ve açıklanabilir; bu alternatif tarzların birbirlerine oranla
daha doğru olabileceklerini söylememezi sağlayabilecek hiçbir kriter yoktur.
Birden fazla doğru vardır; birbirlerine oranla daha kullanışlı ve daha yararlı
olabilen doğrulardan sözedilebilir sadece.
Ben bir konvansiyonalistim. Bilimsel yasaları,
teorileri ve genellemeleri gelenekler, teamüller, konvansiyonlar olarak görmek,
aklı ve mantığı, gözlem ve deneyi (yani pozitivizm ve empirizmin altını çizdiği
Doğa'yı) nihai belirleyicilik tahtından indirmek, "irrasyonel" olana
davetiye çıkarmaktır. Bu nedenle konvansiyonalist tulum irrasyonalist bir
tutumdur. Konvansiyonalist akıl, mantık, gözlem ve deneyden sözetmez, İnsanî ve
toplumsal olandan, yani geleneklerden, teamüllerden ve konvansiyonlardan
sözeder. Bilginin nihai belirleyicisi İnsanî kararlardır. Konvansiyonalist
bilginin oluşumunda İnsanî kararlan, bu oluşum sürecinin temeline yerleştirir.
Konvansiyonalist böylece her türlü "evrensellik" ve
"üniversalism"e karşıdır. Üniversalist söylem, beşeri varlığın (bilim
adamlarının, din adamlarının, büyücülerin vb.) söylemiş olamaz; olsa olsa
mutlak varlığın, Tanrı’nın söylemi olabilir. Böylece konvansiyonalist aynı
zamanda relativisttir [Göreci-izafiyet]de.
Bu çalışma
konvansiyonalist bir söylemi savunduğu için bir pozitivizm eleştirisidir. Ben bir antipozitivistim.
Pozitivist gelenek, bilginin nihai belirleyicisinin, gözlem ve deney olduğunu
savunur. Gözlem ve deneyde dile gelen Doğa'dır ve dolayısıyla bilginin nihai
belirleyicisi Doğa'dır. Biricik "doğru" bilgi doğa bilimlerinin deney
ve gözlem yoluyla ortaya koydukları bilgidir. Konvansiyonalist gelenek, teamül
ve konvansiyonlardan söz ederken, pozitivist "evrensellik",
"üniversalism" ve "objektif (nesnel) bilgi"den söz eder. Bilgi söz konusu olduğunda "yasa"dan sözeden
söylem pozitivist bir söylemdir. Bilimin Doğa'da bulunduğunu öne
sürdüğü yasalar Doğa'da içkin ve evrensel yasalardır. Evrensel doğruları
tekelinde bulunduran kurum bilim olduğuna göre, hakikatin sözcüleri de bilim
adamlarıdır. İdeal veya evrensel durum, bilim adamının öne sürdüğü durumdur.
Böylece, pozitivist
söylem bilim adamını "peygamber" konumuna yükseltir ve buradan da bir
"doğal ahlâk" doğar. Bilim adamlarının Doğa'da içkin olduklarını
söyledikleri evrensel yasalara uyması gereken şeyler sadece doğal fenomenler
değildir; insan, toplum ve toplumsal fenomenlerde bu yasalara boyun
eğmelidirler. İlgili yasalara boyun eğmeyen oluşumlar "doğal evrim
sürecinin doğru çizgisinden bir sapmayı dile getirirler; yanlıştırlar,
arkaiktirler ve kabul edilemezler. İdeal veya evrensel durum, bilim adamlarının
öne sürdükleri durumdur. Pozitivist bilim ideolojisinin en temel normu budur;
insan ve toplum bütün boyutlarıyla bu norma göre dizayn edilmelidir.
Pozitivist
bilim ideolojisi, bilimsel bilgide bulunduğunu öne sürdüğü "yasa" ve
"evrensellik" kodları açısından bakıldığında bir mecburiyet ve
zorunluluk unsuru içerir; evrensel olana ve yasa durumundaki şeye boyun
eğilmelidir. Bu ideolojide "olması gerekeni buyuran biricik otorite bilim
veya daha yerinde bir söyleyişle bilim adamları cemaatidir. Bu anlayışa
bilimperestlik (scientism) diyoruz. Bilimi, bilim adamları
cemaatini biricik nihai otorite sayan bir her anlayış pozitivist veya
bilimperesttir. Gayet tabii, monoteismle büyük benzerlik içinde bulunan
pozitivist bilim ideolojisi veya bilimperestlik, yukarıda sözünü ettiğimiz
normdan dolayı antidemokrattır; farklı olana varolma hakkı tanımaz. Demokratik
tulum farklı olana da yaşama hakkı tanıyan relativist tutumda yatar. Bir yöntem
olarak pozitivist, "evrensel" ve "üniversal" olanı
yakalamak için farklılıkları görmezlikten gelerek, benzerliklerin altını çizer;
tam tersine relativist, relativist mantık farklı olana varolma hakkı tanıdığı
için farklılıkların altını çizmekten yanadır. Pozitivist mantık "tekdüzeliğin",
"aynılığın" mantığı, relativist mantık "çeşitliliğin" ve
"renklerin" mantığıdır. Relativist, bilimsel bilgiyi ve bilimi reddetmez; dünyamızdaki biricik
bilgi kaynağının bilim olmadığını öne sürer. Başka
bilgi kaynakları ve başka bilgi sistemlerinin doğruları da vardır. Tek doğru
yoktur; doğrular vardır. Farklı bilgi kaynakları, farklı bilgi sistemleri ve
farklı doğrular arasında bir tercihte bulunmamızı sağlayacak, kaynaklarüstü ve
sistemler-üstü hakem konumunda bir otoritenin bulunmadığına, bu tür bir üstkarar
merciinin varolmadığına inanır. Tek bir doğru yoktur; doğrular vardır.
Bu sözler antipozitivist
bir entelektüel tulumu yansıtır ve bu ülkemiz ve toplumumuz açısından
önemlidir; çünkü pozitivizm
veya pozitivist bilim ideolojisi, tarihî açıdan ülkemize giren ilk
"batılı" ideoloji, ilk "modern" ideolojidir. Pozitivist
bilim ideolojisinin ülkemize giren ilk modern ideoloji olması açıklanması zor
bir şey değildir. Ösmanlı toplumunun Batı'ya açıldığı dönemde Batı'da
pozitivizm=bilim’di. Batı’ya açılmak pozitivizme açılmaktı. Bu noktadan
bakıldığında, günümüzde Türkiye'de bulunan bütün modern entelektüel akımların
kaynağında pozitivizm vardır. Türkiye'de önce modern sonra pozitivist, önce
materyalist veya sosyalist sonra pozitivist, ince İslamcı sonra pozitivist,
önce milliyetçi sonra pozitivist olunmaz; tam tersine önce pozitivist sonra
"modern", önce pozitivist sonra "materyalist", önce
pozitivist sonra "milliyetçi", "batıcı" olunur. Çünkü pozitivizm gelenekten
kopmanın biricik aracıdır. Tarihî
süreç de göstermektedir ki ülkemizde Batı'ya ilk açılanlar kendi toplumlarından
devraldıkları geleneğe pozitivist bilim ideolojisiyle karşı çıkmışlardır. Pozitivist bilim ideolojisini
benimsemek, gelenekten kopmanın ön şartıdır. Fakat bu kopuşta veya geleneğe bu karşı çıkışla ya da bu köklü
değişim sürecinde, değişmeyi belirleyen şey rasyonel unsurlar değildir. Söz
konusu değişmeye "algı
kalıbı değişimi gestalt switeh" diye adlandırılmıştır. Bu
değişmede vuku bulan şey, geleneğin veya "imamın" otoritesinin yerine
bir başka geleneğin (bilimin veya pozitivist ideolojinin öngördüğü şekliyle
bilim adamının) otoritesinin geçmesidir. Gelenek reddedildiğinde, toplumdan
devralınan gelenekten çıkılarak, geleneğin bulunmadığı bir ortama
geçilmemiştir; bir gelenekten başka bir geleneğe geçilmiştir.
Osmanlı
İmparatorluğunda devletin ve toplumun resmi ideolojisi Sünni İslâm'dı; eğitim
kuramlarına ve toplumun dünya görüşüne fizyonomisini armağan eden şey Sünni
İslâm'dı. Yukarıda sözünü ettiğimiz algı kalıbı değişimi süreci sonunda modern Cumhuriyetimizin
kurucuları bu klasik resmi ideolojiyi reddettiler ve pozitivizmi benimsediler. Türkiye
Cumhuriyeti devletinin resmi ideolojisi o nedenle pozitivist bilim
ideolojisidir. Modern
eğitim sistemimizin temelinde pozitivist bilim ideolojisi bulunmaktadır. Türk eğitim sistemi Cumhuriyet tarihi boyunca eğitim
kuramlarında pozitivist ideolojiye uygun bir insan tipi, bir homo-pozitivismus
yetiştirmeyi ideal olarak benimsemiştir. Türkiye’de ortalama insan klasik
geleneğin göbeğinde dünyaya gelir (aile) ve sonra pozitivist ideolojiye gönüllü
bir geçiş yapar (okul). Böylece klasik gelenekleri kopmanın yolu
"okula" gitmektir. Yine burada da önce modern, materyalist, idealist, İslamcı, milliyetçi
olunmaz; önce pozitivist ideolojiyle gelenekten kopulur, yani önce pozitivist
sonra materyalist, idealist, modern vb olunur. Okumuşlarla
toplum arasındaki kopukluk veya çatışma (bu güne kadar yanlış şekilde
"kuşak çalışması" ve "aydın-halk kopukluğu diye
isimlendirilmiştir) klasik gelenekle pozitivist ideoloji arasındaki çalışmadır.
Okumuşlarla halk arasındaki uçurum, pozitivizmle klasik gelenek arasındaki
uçurumdur.
Hepimiz pozitivizmi ideoloji olarak
benimsemiş bir eğitim sisteminin ürünleriyiz. Tarihî
gelişim noktasından bu süreçten geçmek zorundaydık. Bu gerçeği reddetmek başka
bir şeydir; tesbit etmek başka bir şey. Ben bu gerçeği reddetmiyorum; dolaylı
olarak yapıldığı üzere, pozitivist entelektüel cetlerimizi eleştirmenin
yapılması gereken en doğru entelektüel tutum olduğunu sürüyorum. Pozitivist
bilim ideolojisi gayet tabii gönüllü değişmeyi hedef olarak benimsemiş bir
yönetim sistemi için en uygun zemini oluşturuyordu. Cumhuriyetin önderleri, pozitivizm, toplum
mühendisliğine kapı aralayan elverişli bir mantık sergilediği için onu klasik
geleneği reddetmenin biricik aracı olarak gördüler. Toplum
pozitivizmin çizdiği doğru evrim şemasının dışındaydı, yanlış yaşıyordu ve
değiştirilmeliydi. Böylece devlet, pozitivist bilim ideolojisini, toplumu
değiştirmek için bir silah olarak kullandı.
Ben bir konvansiyonalistim. Pozitivizm,
dünyamızda mevcut bir yığın entelektüel gelenekten biridir yalnızca.
"Gelenek" bir anahtar terim olarak kullanılmış ve "strateji"
ile aynileştirilmiştir. Gelenekler, evreni açıklamak üzere başvurduğumuz
entelektüel stratejilerdir. Gelenek süreklilik kazanmış stratejidir.
Bilgi
yöntemlerle inşa edilmez; geleneklerin veya stratejilerin yön verdiği
süreçlerle üretilir. Bilimsel yöntemler yoktur bilimsel stratejiler ve
taktikler vardır.
Geleneği stratejiyle
aynileştirmesi dışında, entelektüellerimizin birçoğunun hoşuna gitmeyecek temel
bir "olgu”yu da gündeme getiriyor. Bu olgu, ülkemizde iki ana
entelektüel cemaatin bir arada yaşamaya devam ettiğidir: klasik epistemik
cemaat ve bilimsel epistemik cemaat. İster materyalist ister
idealist kampta yer alıyor olsunlar, kendilerini "modern",
"İslamcı", "milliyetçi", "batıcı",
"kemalist", "sosyalist" gibi etiketlerle isimlendiren bütün
entelektüellerin bilimsel epistemik cemaat içinde yer aldıklarıdır.
Toplumumuzdaki
en temel ayırım, klasik epistemik cemaatle bilimsel epistemik cemaat arasındaki
ayırımdır, günümüzde kabul ettiğimiz diğer bütün ayırımlar ya tali ya da sahte
ayırımlardır.
Ana hatlarıyla vermeye
çalıştığımız bu "olgu"yu görmek, entelektüel tarihimizi açıklamakla
ve önümüzü görmekte bize büyük faydalar sağlayabilir. Birçok entelektüel,
akademisyen ve aydın bu temel olguyu görmezlikten gelmeyi tercih edebilir.
Fakat apaçık olguları görmezlikten gelmek olsa olsa bir tür entelektüel
alçaklıktır. Unutmamak gerekir ki en
dehşet verici alçalma entelektüel alçalmadır.
Nihayet bu sözler şu
önemli soruyu gündeme getiriyor: Kim nerede, ne zaman, hangi
epistemik cemaate bağlı? Entelektüel
tarihimizi açıklamakta bize kılavuzluk edebilecek bu soruyu kendime de
yöneltmeyi bir dürüstlük sayıyorum; ben modern bilimsel epistemik cemaat içinde
eğitildim ve onun içinde yer alıyorum;
Hüsamettin ARSLAN
İstanbul, 1991
İstanbul, 1991
Sh:9-16
Bize göre, klasik
sosyoloji geleneğinin "bilimsel bilgi"ye verdiği ayrıcalıklı konum
reddedilerek, bilimsel bilginin sosyolojisi veya bilim sosyolojisi alanında
Batı'da yapılan incelemelerin ışığında bilimsel bilgi dâhil bütün bilginin
varoluş temelinin toplum veya daha uygun bir ifadeyle "epistemik
cemaat" olduğu öne sürülmüştür. Bütün diğer
bilgi türleri gibi, bilimsel bilginin varoluş temeli epistemik cemaattir;
epistemik cemaat bilginin sine qua non'udur; o varlık kazanamadığında bilgi de
varlık kazanamaz.
Bilgi inşa edilen bir
şeydir. Bütün diğer bilgi türleri gibi bilimsel bilgi do kolleklif tarzda inşa
edilen birşeydir; bilgi bir neden olmaktan çok bir sonuç, bir üründür. Bilimsel
bilgi, bilimsel epistemik cemaatin üyesi bilim adamları tarafından kolleklif
tarzda inşa edilen, işlenen ve "bilimsel" etiketiyle akredite
edilerek gelecek kuşaklara aktarılan bilgidir. Bilim sadece, bilimsel epistemik
cemaatin üyesi durumundaki bilim adamlarının kolleklif faaliyetleri sonucu
oluşturulan "bitirilmiş" bilimsel ürünlere (hazır bilime) atıfla
açıklanamaz. Bilim, bitirilmiş ürünlerin, yani, bilimsel metinlerin,
makalelerin, raporların ve bilimsel faaliyetin diğer ürünlerinin bir
koleksiyonu olarak görülemez. Bunlar, "bilimsel" etiketini taşıyan
faaliyetin nedeni değil, sonucudur. Bilim, her durumda bir bilimsel epistemik cemaat içinde yeralan
bilim adamlarının kollektif tarzda yürüttükleri faaliyetin (fiiliyatta bilim)
adıdır.
Bilimsel bilginin
varoluş temeli bilimsel epistemik cemaattir. Epistemik cemaat, onu oluşturan
insanların benzerliklerine veya "ayrılıkları"na dayalı bir toplumsal
varoluş biçimidir. Bilimsel epistemik cemaat de böyledir. Diğer epistemik
cemaatler gibi bilimsel epistemik cemaat de bir normlar cemaati, bir lingüistik
[Dilbilim] cemaat, bir gelenekler ve dogmalar cemaati, bir standartlar,
amaçlar, çıkarlar ve ilgiler cemaatidir. Bilimin normları (bilimsel normlar),
bilimin dili (bilimsel dil), bilimin gelenek ve dogmaları (bilimsel gelenek ve
dogmalar), bilimin standartları (bilimsel standartlar), bilimin amaçları,
çıkarları ve ilgileri, gerçekte, bilimsel epistemik cemaatin normları, gelenek
ve dogmaları, standartları, amaç, çıkar ve ilgileridir.
Diğer
bütün epistemik cemaatler gibi bilimsel epistemik cemaat de iki düzeyde var
olur: dar anlamda, bir bilimsel disiplinin uzmanlarının oluşturduğu araştırına
cemaati veya paradigmatik cemaat; geniş anlamda, bilime ve bilgiye (gerçekte bilim
adamı ve bilimsel epistemik cemaate) güvenen ve bel bağlayan
"müminler"den oluşan global bilimsel epistemik cemaat. Global
epistemik cemaat, kendisini oluşturan alt-epistemik cemaatlerin matematiksel
bir toplamı değildir; daima ondan daha fazla birşeydir. Her toplum gibi,
bilimsel epistemik cemaatin de bir merkezi vardır. Merkez, bilimin en temel
değer ve normlarının, dilinin, standart, amaç ve çıkarlarının, gelenek ve
dogmalarının inşa edildiği ve tescil edildiği yerdir. Çevrede yeralan
epistemik cemaatler merkezin otoritesine boyun eğmek durumundadırlar. Bilimsel
dil, bilimsel gelenek ve dogmalar, bilimsel standartlar, amaçlar ve ilgiler,
bilimsel "doğru"lar, bilimsel epistemik cemaatin entelektüel
mülküdür. Dar anlamda bilimsel epistemik cemaatin üyeleri bunlara sofistike
düzeyde sahip iken, global düzeyde bilimsel epistemik cemaat içinde yeralan
"müminler", "pop" düzeyde sahip olurlar. Çevrede yeralan
uydu bilimsel epistemik cemaatlere mensup insanlar ve "müminler", bilimsel
epistemik merkezin sunduğu bir evren içinde yaşarlar; onların evreni epistemik
merkezin evrenidir. Dar anlamda bilimsel epistemik cemaatler kısa ömürlü
olabilirler; ancak global düzeyde epistemik cemaatler uzun ömürlüdür. Mesela
global bilimsel epistemik cemaat, Onyedinci yüzyıl'ın ikinci yarısında
İngiltere'de doğmuştur ve bugünkü epistemik cemaatler arasında (dinî, mitik
vb.) halen en güçlü epistemik cemaat olmaya devam etmektedir.
Bilimsel araştırmayı
motive eden şey ihtilaflar, bilim adamını motive eden şey güvenilirlik elde etme
tutkusudur. Çalışmanın ikinci bölümünde yapılan açıklamalardan da anlaşılacağı
üzere bilimsel ihtilaflar üç düzeyde varolurlar: dar anlamda epistemik
cemaatin, bilimsel araştırma cemaati veya paradigmatik cemaatin üyesi
durumundaki bilim adamları arasında doğan ihtilaflar; global bilimsel epistemik
cemaat içinde yeralan çok sayıda ve birbirleriyle etkileşim halindeki alt
bilimsel epistemik cemaatler arasında ortaya çıkan ihtilaflar ve birbirinden
radikal biçimde farklı global epistemik cemaatler (mitik, dinî ve bilimsel vb.)
arasında ortaya çıkan ihtilaflar. Doğa'nın bizatihi kendisinde içkin, hazır
ihtilaflar yoktur; Doğa bize doğası gereği ihtilaflar sunmaz. İhtilaflar
insanlararası ilişkilerin ürünüdürler. Bilimsel ihtilafların kaynağı Doğa
değil, bilimsel epistemik cemaatin üyesi bilim adamları arasındaki
ilişkilerdir.
Bilimsel araştırma
zannedildiği gibi problemlerle başlamaz, ihtilaflarla başlar. Problemler,
bilimsel araştırmada ikinci dereceden bir konuma sahiptir ve varlıklarını bilim
adamları arasında ortaya çıkan ihtilaflara borçludur. Bilimsel bilgi Doğa
hakkında bilgidir. Doğa’nın bir veçhesi üzerinde çalışan bilim adamları
arasında, o veçhe konusunda ihtilaflar doğmadıkça bilimsel problemler var
olamaz. Doğa, bilim adamına kendiliğinden, kendi yapısı gereği hazır problemler
sunmaz. Doğa'da hazır problemler yoktur. Bilginin diğer unsurları (olgular,
teoriler, önermeler, genellemeler vb.) gibi, bilimsel problemler de, bir
ihtilafları sona erdirme, bir ihtilafları çözme süreci içinde bilim adamları
tarafından inşa edilirler. Bilim bir ihtilafları
çözme, bir ihtilafları sona erdirme faaliyetidir. Bir ihtilafın çözüldüğü yerde, bir uzlaşma tesis
edilmiş, dolayısıyla bir bilimsel problem çözülmüş olur. Doğa, bize bir
bilimsel ihtilaflar ortamından kırılmalara uğrayarak gelen şeydir.
Evrensel bilimsel yöntemler yoktur; stratejiler ve taktikler
vardır. İhtilafları
sona erdirme sürecinde bilim adamlarının kullanabilecekleri bütün zamanlar ve
mekânlar için geçerli "evrensel" bilimsel yöntemler yoktur, stratejiler
vardır; çünkü bilimsel araştırmayı motive eden şey ihtilaflardır. Evrensel
bilimsel yöntemlerin bulunduğu ve o nedenle bilimsel bilginin "objektif'
ve "evrensel" bilgi olduğu iddiası, pozitivist bilim ideolojisinin
dünyamıza armağanıdır ve bir mittir. Bilimsel araştırma faaliyeti sırasında bir
kısım prosedürlerin kullanıldığı doğrudur; ancak bu prosedürler
"yöntemler" değildirler. Onların nerede, ne zaman ve nasıl
kullanılacakları, bilim adamlarının stratejilerine bağlıdır.
Bilimsel ihtilaflar,
araştırma faaliyeti içinde bir rekabet ortamı doğururlar. Bu ortam içinde bir
bilgi iddiasını savunmanın biricik yolu, ona en uygun stratejiye başvurmaktır. Strateji, bir rakibi veya düşmanı zayıflatma, zayıf
düşürme taktiğidir. Formüle edilmesi, açıkça dile getirilmesi çok zor bir
şeydir; çünkü strateji ve taktikler, bu çalışmanın terminolojisini kullanmak
gerekirse, formüle edilebilir veya dile getirilebilir "açık bilgi"
alanında değil, aysbergin suyun altında kalan ve görünmeyen kısmında, yani "zımnî
bilgi" alanında yeralırlar. Birşeyi bilmek (Knovving how)'in kapsamı
içinde değil, bir şeyin nasıl yapılacağını, nasıl uygulanacağını bilmek
(knowing how)’in kapsamı içinde yeralırlar. Bu yüzden, stratejiler
bilimsel araştırmayı belirleyen "irrasyonel" faktörler arasında yer
alırlar. Bir strateji veya bir stratejiler takımı uzun ömürlü olduğunda,
"geleneğe" dönüşür. O, bilimsel eğitim kurumlarının sağladığı
kapsamlı sosyalizasyon süreciyle zımnen öğrenilen şeydir. Süreklilik kazanmış bulunan strateji, artık gelenektir;
gelenek, süreklilik kazanmış bulunan stratejidir. Bilimsel geleneklerden
sözetmek, bilimsel stratejilerden sözetmektir. Evrensel bilimsel yöntemler
yoktur, bağlamdan bağlama, epistemik cemaatten epistemik cemaate değişen
strateji ve taktikler vardır.
Bilgi güçtür; bilgi
kavrama, anlama, yorumlama ve değerlendirme gücü anlamında güçtür. Bilgi,
meşruiyet armağan edilmiş güçtür. Bilimsel bilgi, gücünü, öteden beri düşünüle
geldiği üzere Doğa'dan almaz; bilimsel bilgiyi inşa eden ve işleyen epistemik
cemaatin konumundan alır. Bilimin araştırma ve inceleme nesnesi gerçekten
Doğa'dır ve bilimsel bilgi gerçekten de Doğa hakkında bilgidir. Fakat ona
meşruiyetini Doğa vermez. Çünkü bilimsel bilginin inşasında Doğa'nın rolü
birinci dereceden bir rol değildir; Doğa bilimsel metinlerde doğrudan doğruya
yer almaz, dolaylı olarak yer alır. Doğa ile aramızda, doğa ile bilimsel
metinler arasında bilimsel faaliyeti icra eden, bilimsel bilgiyi inşa eden
epistemik cemaat vardır. Doğa bize ve bilimsel
metinlere bilimsel cemaatte "kırıldıktan ve tahrif olduktan" sonra
ulaşan varlıktır. Doğa bilimsel epistemik cemaat içinde "tahrif
oluyor" demek, Doğa bilimsel cemaatin normlarında, standartlarında,
gelenek ve dogmalarında, dilinde, amaç, ilgi, çıkar ve en önemlisi bilimsel cemaatin
ihtilaflarında "kırılmaya uğradıktan" sonra bize ve bilimsel
metinlere yansıyor demektir. Bize ve bilimsel metinlere yansıyan Doğa,
"gerçek" Doğa değildir; inşa edilen Doğa'dır. Bu sebeple iki Doğa
vardır: bilimsel epistemik cemaatin ihtilafları sona erdirme süreci içinde inşa
edildikten sonra bize ulaşan "inşa edilmiş" Doğa (hazır bilimin
Doğası veya bilimsel ortodoksinin Doğası) ve bilimsel epistemik cemaatin üyesi
bilim adamlarının ihtilafları sonu erdirme faaliyetleri sırasında halen bilfiil
üzerinde çalıştıkları Doğa. Birincisi
hazır bilimin bilimsel ortadoksinin veya bilimsel statükonun Doğası, yani
"evrensel (veya objektif) Doğa"; İkincisi fiiliyatta bilimin Doğası,
yani ihtilaflı Doğa, "relatif (veya sübjektif) Doğa"dır. Birincisi
açılmış ve sırları çözülmüş kara kutu, İkincisi açılmakla veya sırları
çözülmekle olan kara kutu’dur.
Bilimsel bilgi güç ve meşruiyetini doğa'dan almaz, onu inşa eden
epistemik cemaatten alır. Bilimsel
bilginin gücü, bilimsel epistemik cemaatin gücü, bilimsel bilginin güvenilirliği,
bilimsel epistemik cemaatin güvenilirliği, bilimsel bilginin meşruiyeti
bilimsel epistemik cemaatin meşruiyetidir. Bunun nedeni açıktır: Bir bilgi
iddiasının gücü, geçerliliği, meşruiyeti ve güvenilirliği, o bilgi iddiasını
ileri sürenin güvenilirliği, gücü ve meşruiyetidir.
Bir epistemik cemaatin
sözünün edildiği her durumda, bir epistemik statükonun, bir epistemik
ortodoksinin, bir epistemik merkezin ve monopolün de sözü ediliyor olmalıdır.
Bilginin meşruiyet ve güvenilirlik elde etme süreci bunun en iyi göstergesidir.
Bir bilgi iddiasının güvenilirlik ve meşruiyet kazanarak "bilimsel"
statüde yerini alabilmesi, epistemik statükoyu, epistemik merkezi temsil eden
seçkin bilim adamlarının onayına bağlıdır. Hiçbir bilgi iddiası, epistemik
monopolün değerlerine, geleneklerine, amaç ve standartlarına, diline uymaksızın
"bilimsel" statüsü kazanamaz. Nedeni basittir: bir bilim adamının
"bilim adamı" statüsü kazanabilmesi, bilimsel epistemik cemaatin
normlarına, diline, gelenek ve dogmalarına, standartlarına, amaçlarına, ilgi ve
çıkarlarına uymasına bağlıdır. Çırak veya bilimsel epistemik cemaate girmeye
hazırlanan bilim adamı adayı bu özelliği, bilimsel eğitim dediğimiz kapsamlı
sosyalizasyon süreci içinde kazanır. Bilim adamı, toplumsal etkilerden daha
fazla "tecrit edilmiş", daha fazla "doğa durumunda" bir
insan değildir; ilgili kapsamlı ve kan sosyalizasyon süreciyle daha fazla
"sosyalize" olmuş insandır. O, bu sosyalizasyon süreci içinde
bilimsel epistemik cemaatin üyesi olduktan sonra, yapacağı araştırmalarla,
bağlı bulunduğu epistemik cemaatin diğer üyelerinin güvenilirliğini
kazanmalıdır. Güvenilirlik veya meşruiyet, ona bağlı bulunduğu epistemik cemaat
tarafından verilecek olan şeydir. Bu nedenle, araştırmasının her safhasında
cemaatin norm ve değerlerini, dilini amaçlanın, standart ve geleneklerini
dikkate almak ve onlara uymak durumundadır. Bilimsel epistemik cemaatin bilim
adamlığını tescil etmediği hiç kimse "bilim adamı" statüsü kazanamaz;
bilimsel epistemik cemaatin tescil etmediği hiçbir bilgi "bilimsel"
statüsü elde edemez.. Bilimsel epistemik cemaat bu anlamda tam bir monopoldür.
Bilimsel bilginin "evrenselliği" (veya objektifliği)
bilimsel epistemik cemaatin evrenselliğidir. Bilim
ve bilimsel bilgi, bilginin ve bilimin doğasında bir "evrensellik"
kodu bulunduğu için evrensel değildir; bilimsel epistemik cemaat, kendisinden
radikal biçimde farklı diğer epistemik cemaatlerden daha güçlü olduğu için
evrenseldir. "Evrensellik" güçlünün özelliğidir, zayıfın değil.
"Evrensellik" (veya objektiflik), gücün, statükonun, ortodoksinin,
epistemik merkezin fonksiyonudur; güçsüzün, çevrede yer alanın, uydu epistemik
cemaatlerin değil. Hiçbir bilgi türü kendi doğasında "evrensellik" ve
"objektiflik" (nesnellik) kodu taşımaz. "Evrensellik"
iddiası güçlünün, merkezde yer alanın, statükoyu temsil edenin, ortodoksinin
savunucusunun gücünü, statükoyu, ortodoksiyi meşru göstermek için başvurduğu
stratejinin adıdır; bilginin geçerliliğinin, doğruluğunun göstergesi değil.
Zayıf durumda bulunan epistemik cemaatlerin veya uydu epistemik cemaatlerin
bilimsel epistemik merkezin onayına başvurmaları veya epistemik statükoya boyun
eğmeleri, en iyi durumda epistemik statükoya hizmet etmeleri, ortodoksiye
katılmaları anlamına gelebilir. "Objektif' olan "evrensel"
olandır. "Evrensel" olan, daha fazla insan tarafından kabul görendir.
Evrensel olana boyun eğmek epistemik güce boyun eğmektir. Bilimsel bilginin
evrenselliği, onu inşa eden, işleyen, tescil eden bilimsel epistemik cemaatin
evrenselliğidir. Evrensel olan güçlü olandır. Daha güçlü olmak, daha büyük
bir laboratuvara, daha büyük eğitim kurulularına, daha fazla lojistik desteğe
sahip olmaktır. Bu gerçekten de böyledir; çünkü eğer bir strateji değilse,
"evrensellik" iddiası yalnızca bir illüzyon olabilir. Bu böyledir; çünkü,
"evrensel" ve "objektif" bilgi, sübjektif olandan, beşeri
unsurlardan arındırılmış, tecrit edilmiş bilgidir. "Evrensel" ve
"objektif" (nesnel) bilgi, inşasında "toplumsal
faktörlerin" hiçbir fonksiyonunun bulunmadığı bilgidir. Yalnızca beşeri
faktörlerden, toplumsal faktörlerden "tecrit edilmiş", yalıtılmış
bilgi "evrensel" ve "nesnel" olabilir. Bir bilgi türünden,
onun doğasında "objektiflik", "evrensellik" ve
"doğruluk" kodu varmışçasına sözetmek, insanın ve toplumun kapı
dışarı edildiği bir bilgi alanından söz etmektir. "Evrensel" ve
"objektif" bilgi, insansızlaştırılmış bilgidir. Bu çalışmada bilimsel bilginin inşası
konusunda öne sürülen düşünce ve açıklamalar bunun böyle olmadığını göstermekte
ve aksine relativist bir yaklaşımla bilimsel bilginin inşasında beşeri unsurun
rolünü ön plana çıkarmaktadır. Bilimsel bilgi,
toplumdan ve toplumsal etkilerden daha fazla tecrit edilmiş bilgi değildir;
daha fazla toplumsallaştırılmış, daha fazla toplumsallaşmış bilgidir. Bilgiyi
insani faktörlerden tecrit etme çabası bir türlü imkânsızın peşinde koşma
çabasıdır; insansızlaştırılmış bilgi, bir imkânsızlıktır.
Global bilimsel
epistemik cemaat içinde iki tür statüko vardır: mevzii epistemik statüko ve
üniversel epistemik statüko. Üniversel epistemik statüko, bilimsel epistemik
merkezin konumunu dile getirir; merkezde yer alan epistemik cemaatin veya
cemaatlerin uydu epistemik cemaatler ve bilimsel epistemik cemaatlerden radikal
biçimde farklı başka epistemik cemaatler üzerindeki gücünü gösterir. Mevzii
statüko, alt düzeyde bir statükodur; uydu epistemik cemaatlerin bulundukları
zaman ve mekan içindeki sınırlı etkinliğinin dile gelişidir. Mevzii statükonun
varlığını sürdürebilmesi, bağlı bulunduğu epistemik merkezin üniversel
statükosunun devamına bağlıdır. Mevzii epistemik statükonun kaynağı, merkezin
üniversel epistemik statükosudur. Bağlı bulunduğu merkezin epistemik statüsü
sarsıldığında veya çöktüğünde, o da çökmek zorunda kalacaktır.
Bilimsel bilgiyle
toplum, bilimle toplum arasındaki ilişki, bilimsel bilginin içinde ve
tarafından inşa edildiği epistemik cemaatle ilişkisi; bilim ve bilimsel
bilgiyle toplum arasındaki ilişki, bilimsel epistemik cemaatle devlet, ekonomi,
bilimsel epistemik cemaatle askeri yapı; bilimsel epistemik cemaatle dinî
epistemik cemaat, mitik epistemik cemaat vb. arasındaki ilişkidir. Bilimsel
bilgiyle bilimsel olmayan bilgi türleri, bilim ile bilimdışını birbirinden
ayıran hudut çizgisi "mantıksal" bir hudut çizgisi değildir; bilimsel
epistemik cemaatle dinî epistemik cemaati, mitik epistemik cemaati birbirinden
ayıran hudut çizgisidir. Bilimsel bilgiyi bilimsel olmayan bilgi türlerinden,
bilimsel olanı bilimsel olmayandan ayırma imtiyazı, daha fazla lojistik desteğe
ve müttefiğe sahip bulunduğu, dolayısıyla daha güçlü olduğu için dinî, mitik
vb. epistemik cemaatlerin değil, bilimsel epistemik cemaatin imtiyazıdır.
Entelektüel dünyamızda
sık sık gündeme gelen bir başka konu, dinle bilim, dinî bilgi ve bilimsel bilgi
arasındaki ilişkinin ne türden bir ilişki olduğu konusudur. Hatalı veya yanlış
bir değerlendirmeyle dinî bilgi ile bilimsel bilgi arasında, dinle bilim
arasındaki ilişkinin "mantıksal" ilişki olduğu varsayılarak dinle
bilimin, dinî bilgi ile bilimsel bilginin aralarında mantıksal bir
"çatışma" veya "çelişki" bulunduğu veya aksi durumda
mantıksal bir "uzlaşma" bulunduğu öne sürülür. Gerçekte
dinle bilim, dinî bilgi ile bilimsel bilgi, soyut birer sistem olarak
doğalarında mantıksal veya "bilgiye ilişkin" bir "çatışma"
veya "uzlaşma" kodu bulunduğu için birbirleriyle çatışmazlar veya
uzlaşmazlar. Soyut
bilgi sistemleri biribirleriyle kendi kendilerine çatışmaz veya uzlaşmazlar. Bu
nokta "filiyatta bilim" ve fiiliyatta din" ayırımımızın
hatırlanmasının tam yeridir. Bilim, bir bilimsel metinler, önermeler,
genelleme ve standartlar koleksiyonu: Din bir kutsal metinler, bir dinî
metinler koleksiyonu değildir. Onlar, birbirinden radikal şekilde farklı iki
farklı cemaatin yaşama tarzlarıdırlar. Bilimsel bilgiyle dinî bilgi, bilimle
din, onları inşa eden, işleyen ve akredite ederek gelecek kuşaklara aktaran
insanlar birbirleriyle çelişmedikleri ve çatışmadıkları sürece ne çelişirler ne
de çatışırlar. Çatışan veya çelişen insanlardır, soyut bilgi sistemleri değil.
Bu, uzlaşmayı savunan görüş için de geçerlidir. Bilimsel bilgiyle dinî bilgi, bilimle
din onları inşa eden epistemik cemaatler farklı epistemik cemaatler oldukları,
farklı ihtilaflara, gelenek ve dogmalara, farklı standartlara, amaç, çıkar ve
ilgilere, farklı dillere, farklı epistemik merkez ve çevrelere sahip
bulundukları için çatışırlar. Bilimsel epistemik cemaatle dinî epistemik cemaat
farklı cemaatler oldukları için, dinle bilimin uzlaştığını söyleyen görüş
kökten yanlıştır. Hiç değilse tarih bunu gösteriyor. Bilimin ve dinin
tarihî, Batı'da ortaya çıktığı şekliyle sonu gelmez bir din bilim çalışmasının,
bu çalışmada benimsediğimiz literatürle konuşursak, dinî epistemik cemaatle
bilimsel epistemik cemaat arasındaki bir çatışmanın tarihidir de.
İnsan
veya toplum bir bilgi sisteminden diğerine geçtiğinde, bir bilgi türünden diğer
bilgi türüne geçtiğinde, aslında önceden bağlı bulunduğu bir epistemik
cemaatten başka bir epistemik cemaate geçmiş olur. Önce bilgi sistemleri veya
bilgi türleri değiştirilip, sonra epistemik cemaatler değiştirilmez; önce
cemaatler değiştirilip sonra bilgi sistemleri değiştirilir. Önce Kitabı Mukaddes okunup sonra Hıristiyan olunmaz;
önce Hıristiyan bir cemaate girilir, sonra Hıristiyan olunur. Önce Newton’un Optics (Optik)'i okunup
sonra bilim adamı veya bilimin bir "mümin"i olunmaz; önce bilimsel
bir epistemik cemaate girilir sonra bilimsel epistemik cemaatin bir üyesi
olunur.
Çünkü hiç kimse, bir bilgi sistemine, bir dünya görüşüne, bir
dine, önce onun kutsal metinlerini okuyup inceleyerek girmez. Bir epistemik
cemaatten başka bir epistemik cemaate geçmek, epistemik cemaatin tanımını
yaptığı, sınırlarını çizdiği bir evrenden çıkıp, başka bir epistemik cemaatin
tanımını yaptığı, sınırlanın çizdiği başka bir evrene girmektir. Bu,
çalışmamızın Giriş bölümünde kısaca değindiğimiz üzere, Kuhn'un "algı
kalıbı değişimi" (geştalt switch veya geştalt değişimi) dediği şeydir. İnsanlar
bu değişimi geçirdiklerinde, bir algılama tarzı değişikliği geçirirler.
İnsanlar algı kalıbı değişimi geçirdiklerinde, bilgiye ilişkin dili,
gelenekleri, dogmaları, amaç, çıkar ve ilgileri, bilgiye ilişkin standartları,
bilgiye ilişkin stratejileri ve prosedürleri değiştirmiş olurlar. Genel olarak
bakıldığında bu, bir epistemik cemaatin evreni algılama tarzından
(gestalt'ından) başka bir epistemik cemaatin evreni algılama tarzına (gestalt'ına),
bir epistemik cemaatten başka bir epistemik cemaate geçmek demektir. Burada
önemle üzerinde durulması gereken nokta, epistemik cemaat değişiminin, bilgi
sistemi veya türü değişimini, algı kalıbı değişimini öncelediğidir. Birincisi,
İkincisinin bir ürünü veya sonucudur. Birincisi neden, İkincisi sonuçtur.
"Epistemik
Cemaat" adı altında Türkiye ve Türk toplumu için anlam ve öneminin ortaya
çıkması için şu sorulara cevap vermek gerekiyor: Buna
göre Türk entelektüel tarihinin, Türkiye'deki entelektüel hayatın payına düşen
nedir? Bu koparılan "gürültü" ne işe yarıyor? Açıklayıcı bir kavram
olarak "Epistemik cemaat" kavramı Türk entelektüel tarihî için nasıl
kullanılabilir?
Bu
sorulara anlamlı karşılıklar bulabilmek için, "Giriş" bölümünde
açıkça dile getirdiğimiz varsayımlar takımını hatırlayalım: Ondokuzunçu Yüzyıl'ın başlarında Türkiye'de, klasik (veya
İslâmî) epistemik cemaatin yanı başında, Osmanlı Devleti'nin Batı ülkelerinde,
Batılı devletlerin Osmanlı İmparatorluğunda tesis ettiği elçilikler ve yine Batılıların
Osmanlı toprakları üzerinde açtığı "yabancı" okullar ekseni etrafında
klasik epistemik cemaatten radikal biçimde farklı yeni bir epistemik cemaat
doğmuştur. Bu elçilikler ve yabancı okullar ekseni farklı epistemik cemaatlere
bağlı insanların veya toplumsal grupların Osmanlı İmparatorluğu'nda ilk defa
yüzyüze geldikleri yoğun iletişim veya etkileşim çevreleridir (Bu
listeye, Osmanlı Devleti'nin Batı'ya Batı'daki modern epistemik cemaatin
merkezlerine gönderdiği öğrencilerin oralarda girdiği ilişkiler ilave
edilebilir.). Osmanlı toplumunda, bu iletişim
çevrelerinde Batı ile etkileşimde bulunan toplumsal zümreye mensup insanların
şahsında gerçekleşen şey bir "algı kalıbı veya geştalt değişimi", bu
çalışmanın terminolojisini kullanırsak, bir epistemik cemaat değişimidir. Bu
değişim veya dönüşümün gelişme veya yayılma eğilimleri dikkate alındığında,
kelimenin en geniş ve kapsayıcı anlamında Türkiye'de "entelektüel"
mürted'dir.
Kolayca anlaşılacağı üzere yukarıdaki varsayımlar serisi,
şöyle bir zımnî varsayıma dayanmaktadır: Ondokuzuncu Yüzyıl'ın başlarından
itibaren Türkiye'de birbirinden radikal biçimde farklı iki epistemik cemaat
vardır:
klasik veya İslâmî epistemik cemaat ("ulema" veya
"ilmiyye" ve "tekke" mensupları ve geniş anlamda onlara
bağlı "müminler") ve modern epistemik cemaat (günümüz
entelektüellerinin entelektüel atalarının oluşturduğu yeni epistemik cemaat).
"Epistemik
cemaat" kavramı bir açıklama ve bir yorumlama cihazı olarak bu noktada iş
görmeye başlamaktadır. Bir "epistemik cemaatin özellikleri dikkate
alınarak, klasik epistemik cemaatle modern epistemik cemaat arasındaki
farklılıkları kısaca sıraladığımızda, "klasik ve modern" ayırımımız,
daha sağlam bir temele oturmuş olacaktır.
(a) Bu iki epistemik cemaat birbirinden
radikal biçimde farklıdır; çünkü onların devlet mekanizması içindeki konumlan
birbirinden farklıdır. Osmanlı devlet mekanizması içinde dar anlamda klasik
epistemik cemaat ve entelektüel faaliyetin uzmanlarının oluşturduğu
"İlmiyye" sınıfı veya "ulema", modern epistemik cemaat gibi
devlete bağlı bir kurum değildir; devletin yönetim mekanizmasının bir
ortağıdır. Klasik epistemik cemaat bu nedenle, devlet ve toplum yapısı içinde
modern epistemik cemaatten daha stratejik bir konum işgal eder (Weberyen
"ideal tip" kategorisine başvurursak, "ilmiyye" sınıfının
devlet yönetimindeki bu stratejik ve önemli konumundan dolayı Osmanlı
Devleti’nin Eflatuniyen bir devlet olduğunu öne sürmek mümkündür.).
(b) Modern epistemik cemaatin
"patronu" veya "müttefiki" devlettir; oysa klasik epistemik
cemaatle devlet arasındaki maddi ilişki, doğrudan bir ilişki değil, dolaylı bir
ilişkidir; çünkü o maddi bakımdan devlet yönetiminden nisbeten özerk
"vakıf” kurumuna bağlıdır. (Burada yeri gelmişken şöyle bir soru yöneltmek
mümkündür: Yeniçeri Ocağı'nı yıkarak ve Vakıf kurumunu "Devlet"e
bağlı bir "daire" haline dönüştürerek İkinci Mahmut'un Ellatuniyen
devlet çatısını yıkması olgusuyla, yukarda sözünü ettiğimiz geştalt değişimi
veya epistemik cemaat değişimi arasında anlamlı ilişkiler tespit etmek mümkün
müdür?)
(c) Bu iki epistemik cemaat birbirinden
radikal biçimde farklıdır: Çünkü onların toplumda icra ettikleri toplumsal
roller farklıdır; çünkü entelektüel faaliyeti hazırlayan eğitim kurumları
farklıdır. "Profesör" "müderris" değildir;
"medrese" ve "tekke" "üniversite" değildir.
Bu eğitim kurumlarının amaçları, toplumda icra ettikleri fonksiyonlar
farklıdır. Mesela modern
epistemik cemaatin eğitim kurumları, birer eğitim kurumu olarak ilk defa,
entelektüel faaliyet dışında "toplumun
batılılaştırılması" veya "batıcılaştırılması" (terim Baykan Sezer'e aittir) gibi bir
görev üstlenmişlerdir.
(d) Bu iki epistemik cemaat toplum ve
devletle ilişkileri dışında, bir epistemik cemaati epistemik cemaat yapan
özellikler bakımından da birbirlerinden radikal biçimde farklıdırlar:
Beslendikleri entelektüel kaynaklar farklıdır; farklı epistemik merkezlere
sahiptirler; üyeleri farklı epistemik merkezler ekseni etrafında faaliyetlerini
icra ederler. Her ikisi de lingüistik birer cemaat olmasına rağmen, farklı
dillere sahiptirler ve farklı dilleri konuşurlar. Her iki cemaat de bir
normlar, dogmalar, değerler, amaç, ilgi ve çıkarlar, strateji ve gelenekler
cemaati olmasına rağmen farklı değerlere ve normlara, farklı standartlara,
farklı amaç, çıkar ve ilgilere, farklı gelenek ve stratejilere bağlıdırlar.
Form bakımından her ikisi de epistemik birer cemaattir; ancak içerikleri
radikal biçimde farklıdır. Onların evrene baktıkları geştalt (algılama kalıbı)
farklıdır; dolayısıyla farklı evrenlere sahiptirler; klasik epistemik cemaatin
evreni modern epistemik cemaatin evreni değildir. Bu nedenle,
"müminleri" farklı evrenlerde yaşarlar.
Klasik epistemik
cemaatle modern epistemik cemaat arasındaki farklılıkların (benzerliklerin
değil) sayısını artırmak ve bu farklıkların ayrıntılı açıklamalarını vermek
mümkündür, ancak bu işi gerçekleştirmenin yeri burası değildir. Apaçık
gözönünde duran şey, Osmanlı toplumunda ve günümüz Türkiye'sinde halen bir
arada yaşamakta olan bu iki epistemik cemaatin farklı epistemik cemaatler
olduklarıdır.
Osmanlı
İmparatorluğu'nun Ondokuzuncu yüzyılı bir "tanzim" ve
"ıslahat" yüzyılı değildir; bir "parçalanma" yüzyılıdır.
Günümüze kadar konuyla ilgili olarak yapılan incelemeler bu parçalanmanın,
imparatorluk coğrafyasının parçalanması olduğunu öne sürmüşlerdir. Doğrudur;
fakat (Osmanlı İmparatorluğu'nun ondokuzuncu
yüzyılı, yalnızca bir "coğrafi parçalanma" yüzyılı değildir;
parçalanan yalnızca Osmanlı coğrafyası değildir; bu yüzyılda aynı zamanda
Osmanlı toplumunun "mental (zihni)" haritası da parçalanmıştır. Yukarda imparatorlukta ortaya çıktığını öne
sürdüğümüz "geştalt" değişiminin veya "epistemik cemaat
değişimi"nin, Osmanlı toplumunun mental haritasının parçalanma yüzyılında
gerçekleştiğini vurgulamak önemlidir.
Bu noktada, Osmanlı
toplumunda Epistemik cemaat değişimini veya algı kalıbı değişimini yaşayan ilk
toplumsal grubun Osmanlı toplumu içindeki konumunun veya kimliğinin altı
çizilmelidir. Osmanlı toplumunda elçilikler ve yabancı okullar ekseninde
oluşan yoğun etkileşim çevrelerinde epistemik cemaat değişimi sürecine ilk
girenler, klasik epistemik cemaatin uzmanları, yani ulemadan insanlar değildi;
algı kalıbı değişimini ilk defa yaşayanlar, başka bir söyleyişle klasik
epistemik cemaatin modern epistemik cemaate ilk geçenler, Osmanlı bürokrasisi diyebileceğimiz
bir toplumsal zümrenin üyeleriydiler. Bu
olgudan, yani ilk dönüşümün politik kurumlar ekseninde gerçekleşmesi olgusundan
yola çıkarak, modern Türk entelektüel hayatının bir "handikap"la
birlikte doğduğunu öne sürmek mümkündür. Bir handikapla birlikte doğmuştur;
çünkü bu epistemik cemaat değişimini ilk yaşayanlar, klasik epistemik cemaatin
uzmanları değildir. Bu handikapı burada ele almayacağız; burada yalnızca bir
varsayım halinde, bu handikapın adını koymakla yetineceğiz: modern Türk entelektüel
hayatındaki "dışişleri handikapı".
Yukarıdaki varsayımlar
lıer neyi ima ediyor olurlarsa olsunlar, Ondokuzuncu Yüzyılın başlarında
Osmanlı toplumunda, bir algı kalıbı değişimi, bir epistemik cemaat değişimi
yaşandığı, bu değişim sürecinin toplumun geriye kalan kısımlarını içine alacak
şekilde günümüze kadar devam elliği, modern entelektüel hayalımıza anlamını
armağan eden temel olgunun bu olduğu; günümüz Türkiye’sindeki modern epistemik
cemaatlerin bu olgunun sonucu ortaya çıktıkları apaçıktır. Entelektüel
tarihimiz, bu nedenle, atomik olgular halinde, parça parça ele alınamaz; o,
burada altını çizdiğimiz olgudan yola çıkarak "epistemik cemaat"
kavramı ışığında ele alınmalıdır. Üzerinde önemle durduğumuz bu olgunun
determine ettiği gelişimi, veya, entelektüel tarihimizin bu belirleyici olgunun
gerçekleşmesinden sonraki durumunu, idealize edilmiş bir tabloda şu şekilde
resmetmek mümkündür:
Yukarıdaki şekil
Ondokuzuncu Yüzyılın başlarında Osmanlı toplumunda algı kalıbı değişimi veya
epistemik cemaat değişiminden sonra ortaya çıkan durumu resmediyor. Bu
epistemik imparatorluğun merkezleri Londra, Paris, New York, Berlin'dir.
İster hoşumuza gitsin ister gitmesin, Ondokuzuncu Yüzyıl'ın başında İstanbul'da
doğan epistemik cemaat, merkezi Batı'da olan bir uydu cemaattir. Merkez
Batı'dadır; epistemik cemaatin önderleri oradadır; onlar yaratıcılardır; modern
epistemik cemaatin norm ve değerleri, standartları, dili,
"doğruları", amaçları, problem ve olguları, stratejileri, gelenekleri
orada bu entelektüel önderler tarafından inşa edilir. İstanbul’da doğan
epistemik cemaat, "çevre" dedir ve bu nedenle bir uydu epistemik
cemaattir; mensupları yaratıcılar değil, tekrarlayıcılardır. Merkezde inşa
edilen değer ve normlara, amaçlara, ilgilere, dogma ve inançlara bağlıdırlar.
Merkezde inşa edilmiş bulunan bir dili kullanırlar. Merkezin koyduğu bilgiye
ilişkin standartlara uymak zorundadırlar; çünkü merkezle uydu epistemik cemaat
arasındaki ilişki bunu gerektirir. Tablodan da anlaşılacağı üzere, Batı’daki
bilimsel epistemik cemaatler arasındaki ilişkiler nisbeten bir denklik ve
karşılıklılık arzederken, uydu epistemik cemaatle merkezde yeralan epistemik
cemaat arasında böyle bir "etki" eşitliği yoktur; çünkü merkezle uydu
epistemik cemaat arasındaki ilişki eşitlerin ilişkisi değildir; merkezi
epistemik cemaat uydu epistemik cemaati belirlemektedir. Merkezle uydu epistemik cemaat arasındaki ilişki tek
yönlü bir ilişkidir; uydu epistemik cemaat edilgendir. Bu yeni epistemik
cemaatin mensupları için ışık Doğu'dan gelmez, Batı'dan gelir. Çünkü
entelektüel evrenin merkezi Batı'dadır; Güneş oradadır. Bu noktada hatırlamamız
gereken şey, Osmanlı entelektüellerinin, bürokratlarının (yani Osmanlı
İmparatorluğunda henüz ortaya çıkmış bulunan modern epistemik cemaate mensup
entelektüellerin) "Paris" ve "Londra" rüyalarıdır. Ondokuzuncu
Yüzyıl'da Osmanlı entelektüellerinin "Aydınlanma Çağı"nı "Nur
devri" kavramıyla karşılamış olmaları, ışığın Doğu'dan değil Batı'dan
geliyor olmasıyla ilgilidir.
"Algı kalıbı değişimi" veya
"geslalt değişimi"; Osmanlı toplumundaki "kıble değişimi"ni
dile getirir. Türkiye'de
modern epistemik cemaatin doğuşuyla birlikte enteleklüel faaliyetin kıblesi
değişmiştir. Osmanlı toplumundaki algı kalıbı değişimi, mevcut epistemik
cemaatin veya klasik epislemik cemaatin statükosuna, ortodoksisini bir
başkaldırıyı dile getirir. Fakat modern epistemik cemaatin üyesi
entelektüeller, klasik epistemik cemaatin statükosunu, ortodoksisini
reddederek, statükonun, ortodoksinin yeralmadığı bir ortama girmemişlerdir,
klasik epistemik cemaatin statükosunu reddederek, bilimsel epistemik cemaatin
statükosunu ve bu epistemik cemaatin ortodoksisini benimsemişlerdir. Bu anlamda
onlar "radikal" değildirler.
Türkiye’de Ondokuzuncu
Yüzyılın başlarında doğan ve günümüze kadar gelişimini ve yayılmasını sürdüren
modern epistemik cemaat, Osmanlı toplumu karşısındaki konumu dikkate
alındığında bir epistemik azınlıktır. Onyedinci Yüzyılın ilk yarısında
İngiltere'de doğan bilimsel epistemik cemaatin, dönemin şartları içinde bir
"azınlık" konumunda olduğu doğrudur. Ancak, bu azınlık olma
durumu, Türkiye'deki modern epistemik cemaatin azınlık olma durumundan
farklıdır. Çünkü Batı'da Hıristiyan epistemik cemaatten bilimsel epistemik
cemaate geçiş, bu toplumun kendi iç devinimleri ve kendi için evrimi sonucu
gerçekleştirmiştir. Onlar modern bilimi Batı toplumu dışında bir toplumdan
almamışlardır. Oysa Türkiye'de durum farklıdır; Türkiye’de modern epistemik
cemaat Osmanlı bürokratlarının Batılılarla girdikleri ilişkilerin ürünüdür.
Burada bir "dış unsur", bir "harici faktör" söz konusudur.
Türkiye’deki modern epistemik cemaat, "merkezi" Batı'da bir epistemik
cemaattir. Bu epistemik cemaat, savunduğu düşünceler, icra ettiği entelektüel
faaliyet bakımından radikal değildir; toplumumuzda işgal elliği konum bakımından
radikaldir; o tam bir radikal epistemik cemaattir ve modern Türkiye'deki bütün
modern epistemik cemaatler, Ondokuzuncu Yüzyıl başlarında ortaya çıkan bu
epistemik cemaatin alt-şubeleridir.
Osmanlı toplumunda bir
"algı kalıbı değişimi"nin veya bir "geştalt değişimi"nin ya
da bu çalışmanın terimleriyle bir "epistemik cemaat değişimi"nin
gerçekleştiği dönemde Batı'da Bilim=Pozitivizm'di. Pozitivistler, bilimin
yöntemlerinin evrensel yöntemler, bilimin doğrularının evrensel doğrular, bilimsel
bilginin evrensel bilgi, bilimsel epistemik cemaatin, insanlığın evrimindeki en
son epistemik cemaat olduğuna inanıyorlardı. "Bilimsel dönem"
insanlığın evriminin son halkasıydı. Osmanlı toplumunda klasik epistemik
cemaatin yanıbaşında doğan yeni epistemik cemaatin öncülerinin benimsediği
bilim ideolojisi, bu ideolojiydi. "Bilim", pozitivist ideolojinin
öngördüğü şekilde "evrensel"di ve insanlığın "bilim"den
başka hiçbir kurtuluş yolu yoklu. Türkiye'deki modern epistemik cemaatin önderleri
de, "bilim'in biricik kurtuluş yolu olduğuna inanıyorlardı(*)
Bilimsel bilginin
"Evrenselliğinden sözeden her söylem, "evrensel bilimsel
yöntemler"in varlığından sözeden her söylem, modern bilimin "doğa
yasaları" adıyla sunduğu yasaların evrensel yasalar olduklarından sözeden
her söylem pozitivist lir. Evrensellik iddiası, güçlü bir epistemik cemaatin
kendini meşrulaştırmak için kullandığı stratejinin adıdır; o, epistemik
statükoyu, bilimsel ortodoksiyi bu stratejiyle meşrulaştırır;
"evrensellik" iddiası veya daha yerinde bir söyleyişle dogması,
bilimsel epistemik cemaatin, kendini meşrulaştırmak için başvurduğu silahtır.
Güçsüzün, çevrede yeralan uydu epistemik cemaatlerin bu "evrensellik"
iddiasını kabul etmeleri yalnızca bir epistemik statükoyu, bir epistemik
ortodoksiyi kabullenmeleri anlamına gelir. Eğer bu doğru değilse, uydu
epistemik cemaatlerin merkezin inşa elliği bilginin "evrensel" bilgi
olduğunu iddia etmeleri ve buna inanmaları sadece bir illüzyondur. Uydu
epistemik cemaat, tam tersi bir stratejiyi benimsemelidir. Bu strateji
relalivist stratejidir. Relativism, güçsüzün silahıdır. Relativism veya relativist
strateji, çevrede yeralan uydu epistemik cemaatlerin "uydu"
konumundan çıkabilmelerine imkân sağlayacak biricik stratejidir.
"Grek
miti", "Rönesans miti", "Aydınlanma miti",
"Evrensel bilimsel yasa ve yöntemler, evrensel bilimsel doğrular
miti" gibi "pozitivist" millerin pek büyük bir kabul gördüğü
günümüz entelektüel ortamında "relativist" stratejiler önermek pek
mantıklı gibi görünmeyebilir; ancak ne yazık ki ilelebet bir "uydu"
epistemik cemaat olarak kalmaktan kurtulmanın "relativist"
stratejiler benimsemekten başka bir yolu da olmayabilir.
Sh:122-137
Kaynak:
Hüsamettin Arslan, Epistemik Cemaat, Bir Bilim Sosyolojisi Denemesi, Paradigma
Meta-Bilimler Dizisi, 1992, İstanbul
(*)
Türkiye’den sonuç bölümünde kısaca söz etmemin biricik nedeni, "epistemik
cemaat" kavramının Türkiye'deki entelektüel faaliyet için ne anlam ifade
etliğini göstermektir. Yukarıda Türkive ile ilgili olarak yer verilen
ifadeler, "empirik" zemine oturtulmamış varsayımlar olarak ele
alınmamalıdır. Hu varsayımların "tatmin edici" açıklamalarını yapmak,
çalışmamızın sınırlarını aşıyor. Ben burada yalnızca, Ondokuzuncu Yüzyıl'ın
başlarında Osmanlı toplumunda gerçekleşen "epistemik cemaat değişimi"nin
reddedilemeyecek kadar apaçık bir olgu olduğunu vurgulamak isterim. Bu olgu,
günümüz entelektüellerinden birçoğunun hoşuna gitmeyebilir; fakat tarihin
"apaçık" olgularından kaçmanın, tarihin "apaçık" olgularını
görmezlikten gelmenin hiçbir yararı yoktur. En ekstrem "materyalist"
entelektüelimizden en "ekstrem" idealist entelektüelimize kadar
hepimiz, sözü edilen demişimle ortaya çıkan modern epistemik cemaatin
varisleriyiz.
Entelektüel
tarihîmizin sözünü ettiğim değişme dönemiyle ilgili Türkiye’de yapılmış birçok
çalışmaya burada atıfla bulunamadığını için gerçekten çok üzgünüm. Bu
çatışmalar arasında, bağlı bulunduğum bölümlerde birlikle çalıştığım
hocalarımın çalışmaları da bulunuyor. Burada onların emeklerini hiçe
saymadığımı ve Türkiye’de yapılan çalışmaların referansların arasında yer
almasını, kitabın konusunun Türk entelektüel tarihini doğrudan ele alan bir
çalışma olmamasından kaynaklandığını ve bu nedenle beni anlayışla
karşılayacaklarını ümit ettiğimi kaydetmek islerim. (Hüsamettin Arslan )
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar