Print Friendly and PDF

Fernando Antönio Nogueira Pessoa


Pessoa’nın bizzat kendi kaleminden çıkan ve kendi deyişiyle olaysız bir metni olan biyografisi, yazarı anlamamızı kolaylaştıran bir metin niteliği taşımaktadır:
“Açık adı: Fernando Antönio Nogueira Pessoa.
Yaşı ve doğum yeri: Lizbon’da, Martires bucağında, Sao Carlos Meydanı (bugün Diruktuvar Meydanı), 4 numarada, 13 Haziran 1888’de doğar.
Soyu: Joaquim Seabra Pessoa ile Maria Madalena Pinheiro Nogueira’nin meşru oğullarıdır. Baba tarafından, liberal ordu saflarında savaşmış  General Joaquim Antönio Pessoa’nın ve Dionisia Seabra’nın torunudur. Anne tarafından, danışman, hukukçu, Eski İçişleri Bakanı Luis Antönio Nogueira ile Madalena Xavier Pinheiro’nun torunudur - bütün ataları soylu ve Yahudi karışımıdır.
Medeni hali: Bekar
Mesleği: En keskin adlandırma “çevirmen ”, en doğrusu ise “ticari şirketlerin dış yazışmanı ” olur. Şair ve yazar olmak bir meslek değil, temayüldür.
Adres: Coelho da Rocha Sokağı, 16, 1 (birin yukarısında derece işareti) D, Lizbon (posta adresi: B.P. 147, Lizbon).
Daha önce icra ettiği toplumsal görevler: Bu terimle ifade edilen şey kamusal görev ya da sorumluluklar ise, hiç.
Yayımlanmış eserleri: Şu ana dek eserleri esasen çeşitli dergilerde ya da gelip geçici yayınlarda dağınık halde bulunmaktadır. Fiilen yayımlanmış kitap ya da broşür olarak yazar şu eserleri kabul etmektedir: 35 sone (İngilizce), 1918; English Poems I-II ve English Poems III (İngilizce), 1922; ve Ulusal
Propaganda Sekreterliğinin “Şiir” kategorisinde ödül kazanan 1934 tarihli Mensagem adlı kitap. Fetret adlı 1928 yılında yayımlanmış ve Portekiz ’deki askeri diktatörlüğün savunması olan broşür, yayımlanmamış bir hiç olarak kabul edilmelidir. Bütün bunların içinde gözden geçirilmesi ve belki de atılması gereken çok şey vardır.
Öğrenim durumu: Babası 1893’te öldüğünden ve annesi 1895 yılında ikinci evliliğini Natal eyaletindeki Durban’da Portekiz konsolosu olan komutan Joao Miguel Rosa’yla yaptığından bu şehirde öğrenim görür.
1903 yılında, on beş yaşındayken, Ümit Burnu Üniversitesi ’ne giriş sınavında İngilizce kompozisyon dalında Kraliçe Victoria Ödülü’nü kazanır.
Siyasal ideolojisi: Portekiz gibi organik olarak emperyal bir ulusa en uygun rejimin monarşi olduğu kanaatindedir. Yine, monarşinin Portekiz ’de kesinlikle gerçekleşemeyeceği kanaatindedir. Sonuç olarak, bu rejimlerle ilgili plebisit yapıldığında, üzülerek de olsa cumhuriyetten yana oy kullanacaktır. İngiliz tarzında tutucu, yani tutucu bir çerçeve içinde liberal ve kararlı bir gericilik karşıtıdır.
Dini tutumu: Gnostik Hristiyan ve sonuç olarak, bütün örgütlü kiliselere, özellikle de Roma kilisesine kesinlikle karşıdır. Aşağıda açıkça belirtilen gerekçelerle, İsrail’deki Gizli Gelenekle (kutsal Kabala) ve masonluğun okült özüyle sıkı ilişkiler sürdüren Gizli Hristiyanlık Geleneği ’ne sadıktır.
İnisiyatik tutumu:    Usta-Çırak arasındaki doğrudan iletişim yoluyla, Portekiz ’deki (neredeyse kesin olarak yok olmuş) Tapınak Şövalyeleri Tarikatı ’nın üç minor basamağında inisiyedir.
Vatansever tutumu: Her türlü Katolik ve Roma sızmasından kurtulmuş mistik bir milliyetçilik yandaşı. Portekiz Katolikliğinin tinsel bir yanı olduğunu varsayarsak, onun yerini tinsel olarak alacak yeni bir Sebastiancılığı- mümkünse- kurmayı savunur. “Her Şey İnsanlık İçin; Hiçbir Şey Ulusa Karşı Değil! ” sloganına bağlı bir milliyetçidir.
Toplumla ilgili tutumu: Antikomünist ve antisosyalist. Yukarda belirtilen diğer şeyler bütün bunlardan çıkartılabilir.
Bu sonuncu görüşlerin özeti: Tapınak Şövalyeleri ’nin büyük şehidi Jacques de Molay ’ı unutmamak ve onun üç katiliyle her zaman ve her yerde mücadele etmektir: Cehalet, Fanatizm ve Zorbalık. ”
Lizbon, 30 Mart 1935
Pessoa, F., Pessoa Pessoa’yı Anlatıyor, Kırmızı Kedi Yayınevi, İstanbul, 2012, s. 239-241.

 Pessoa’dan

“Bu öykülerden bazıları kitabımda yaşam bulmadan önce gerçekte var olmuşlardır. Ben onları dinlemekle ve kendime göre anlatmakla yetindim. ” Tabucchi, A., Zaman Hızla Yaşlanıyor, Can Sanat Yayınları, İstanbul, 2011, s. 133.
“Anlıyorum ki kendi dilimde bir ağıt yazamazdım, farklı bir dile ihtiyacım vardı: sevginin ve yansımanın yeri olduğu bir dil. ” Tabucchi, A., Requiem, Feltrinelli, Milano, 1994, s. 1
“Bütün sanatlar gibi edebiyat da hayatın yetmediğinin itirafıdır. ”  ve “Her sanat edebiyatın bir biçimidir, çünkü her sanat bir şey söyler. Söylemek iki türlü olur: Konuşmak ve susmak. Edebiyat olmayan sanatlar, ifadeci bir sessizliğin yansımalarıdır. ” [Pessoa, F., Başıboş Bir Yolculuktan Notlar, Kırmızı Kedi Yayınevi, İstanbul, 2015, s. 9.]
“Daha çocukken etrafımda kurmaca bir dünya yaratmaya, etrafıma asla var olmamış dostlar ve tanışlar toplamaya eğilimim vardı (onlar mı yoktu, yoksa olmayan ben miydim, iyi anlamış değilim. Her konuda olduğu gibi, bu konuda da dogmatik olmalıyım). ” [Pessoa, F., Başıboş Bir Yolculuktan Notlar, Kırmızı Kedi Yayın Evi, İstanbul, 2015, s. 50.]
“Takma adlı eser yazarın ‘bizzat kendinin’ eseridir; tek eksiği, adıyla imzalamamış olmasıdır. Kökteş eser yazarın ‘bizzat kendinin dışındaki ’ eseridir; tıpkı kendi eliyle yazdığı herhangi bir tiyatro oyunundaki bir kişinin replikleri gibi baştan sona onun tarafından yaratılmış bir kişiliğin eseridir. ” [Pessoa, F., Başıboş Bir Yolculuktan Notlar, Kırmızı Kedi Yayın Evi, İstanbul, 2015, s.8]
“Başkalarıyla yaşamak benim için bir işkence. Bütün başkaları benim içimde. Onlardan uzaktayken bile onlarla yaşamak zorundayım. Tek başımayken kalabalıklar sarıyor etrafımı. Nereye kaçacağımı bilmiyorum; kendime kaçmaktan başka. ” [Pessoa, F., Başıboş Bir Yolculuktan Notlar, Kırmızı Kedi Yayın Evi, İstanbul, 2015, s.50]
Yazar, hayal eden bir kimsedir
Bütünüyle öylesine hayal eder ki
Hayal etmeyi başardığında
Hissettiği şey gerçek acıdır.
Bu nedenle ya Fernando Pessoa, Fernando Pessoa gibi davrandıysa? ”
[Tabucchi, A., Un baule pieno di gente scritti su Fernando Pessoa, Feltrinelli, Milano, 2001, s. 63.]
“Fernando Pessoa’nın parçalanmış ve hızla çoğalmış imgelem gücünden doğan şairler, tekil bir çoğulluk oluştururlar; bu isimler Pessoa’nın takma isimleri değil, kökteş şairleridir. ” [Pessoa, F., Anarşist Banker-Şeytanın Saati, Can Sanat Yayınları, İstanbul, 2013, s. 111.]
“Pessoa ’nın kendisi ise, imgeler dünyasında gezinen, güç anlaşılır metafizik bir şairdir, kişiliklerini gerek kendinden bir parça gerekse ayrı kişiler olarak niteler. Ona göre asıl gerçek ‘... mış gibi yapmak, kendini tanımaktır ”[ Pessoa, F., Anarşist Banker-Şeytanın Saati, Can Sanat Yayınları, İstanbul, 2013, s. 83]
“İçimde bir devlet, bir politika, partiler ve devrimler yaratmalıyım... Bunların hepsi olmalıyım; bu ben-halk’ın gerçek panteizmi içinde Tanrı olmalı, bedenlerinin, ruhlarının, çiğnedikleri toprağın ve işledikleri fiillerin özü ve eylemi olmalıyım. Zavallı ben, işte, yine gerçekleştiremeyeceğim bir düş! ”[ Pessoa, F., Huzursuzluğun Kitabı, Can Sanat Yayınları, İstanbul, 2006, s. 64.]

 “Başkalarıyla yaşamak benim için bir işkence. Bütün başkaları benim içimde. Onlardan uzaktayken bile onlarla yaşamak zorundayım. Tek başımayken kalabalıklar sarıyor etrafımı. Nereye kaçacağımı bilmiyorum; kendime kaçmaktan başka. ” [Pessoa, F., Başıboş Bir Yolculuktan Notlar, Kırmızı Kedi Yayınevi, İstanbul, 2015, S. 50.]
“Asla bulunamayacak olsa da, hakikate erişmek için en ateşli mücadelenin yürütülmesi benim felsefi arzumdu. Ben bir kuşkucuydum. Hiç materyalist olmadım, çünkü materyalizm kuşkuyu inkar eder. ” [Pessoa, F., Pessoa Pessoa’yı Anlatıyor, Kırmızı Kedi Yayınevi, İstanbul, 2012, s. 23.]
….
Mektubumun burasında, sevgili dostum, bu yazdıklarımı okuyunca, kötü talihin sizi tımarhaneye götürdüğünü düşünüyor olmalısınız. İşin kötüsü, bu mektubun kaleme alınmasında da kesinlikle tutarsızlık hâkimdir. Yine de, tekrar ediyorum:
Daha fazla gecikmeden mektubu yazabilmek için sizinle konuşur gibi yazıyorum. Başka türlü davransaydım, aylar geçer ama size yazmayı başaramazdım.
Geriye, okültizme dair sorunuza cevap vermek kaldı (şair, zaten konuştu). Bana okültizme inanıyor muyum diye soruyorsunuz.
Bu şekilde sorulduğunda soru çok belirgin olmaz; yine de niyetinizi anlıyorum ve size bu yönde cevap vereceğim. Bizimkinden üstün dünyaların ve bu dünyalarda yaşayanların varlığına, onların çeşitli tinsellik derecelerini deneyimlediklerine ve böylece, giderek artan bir tinsel incelik edindiklerine ve belki de bu dünyanın yaratıcısı olan bir Yüksek Varlığa eriştiklerine inanıyorum. Yüksek başka Varlıklar da bir yerlerde mevcut olabilir; başka evrenler yaratmış olabilirler ve bu evrenler de bizimkiyle birlikte -bizimkine nüfuz ederek ya da etmeyerek- var oluyor olabilir. Bu ve benzeri nedenlerle, Okültizmin Dış Mezhebi, başka deyişle Masonluk (İngiliz masonları hariç), teolojik ve popüler içerimleri nedeniyle, "Tanrı" kelimesinden kaçınır ve "Evrenin Büyük Mimarı" deyimini tercih eder; bu deyim O'nun Yaratıcı mı, yoksa yalnızca bu dünyanın Yöneticisi mi olduğu sorusunu çözümsüz bırakır. Varlık basamakları olduğundan, Tanrı'yla doğrudan iletişimin mümkün olduğunu sanmıyorum; bunun yerine, tinsel saflık derecemize bağlı olarak, daha yüksek varlıklarla yavaş yavaş iletişime geçebiliriz.

Okült dünyaya götüren üç yol vardır:

Büyü yolu (büyünün biçimi olan büyücülükle entelektüel olarak aynı düzeyde bulunan ispritizmacılık gibi uygulamaları içerir), terimin her anlamında son derece tehlikelidir; mistik yol, gerçek tehlikeler içermez, ama ağır ve belirsiz kalır;
simya yolu denen ise hepsinin içerisinde en güç ve en kusursuz olanıdır, kişinin değişimini varsayar, böylece büyük riskler olmadan hazırlanmış olur ve tersine, diğer yolların sunmadığı savunma imkânlarına sahip olur.
Herhangi bir "inisiyasyon" sorusuna gelince, size ancak şunu söyleyebilirim (böylelikle desorunuza cevap vermiş olur muyum, bilmiyorum): Hangisi olursa olsun, hiçbir İnisiyatik Mezhep'e mensup değilim.
Eros ve Psike adlı şiirimde epigraf olarak bulunan  ve Tapınak Şövalyeleri'nin Üçüncü Derece Ritüeli'nin (tercümesi; çünkü Ritüel'in aslı Latincedir) bir bölümünden yapılan alıntının anlamı -ki bu doğrudur-, 1888'den beri yok olmuş olan ya da uyuklayan bu Mezhebin ilk üç derecesinin Ritüellerini araştırmama izin verilmiş olmasıdır. Eğer uyukluyor olmasaydı Ritüel'in bu bölümünden alıntı yapmazdım, çünkü hâlâ aktif Ritüellerden (kaynak belirterek) alıntı yapmamak gerekir.
[Epigraf şöyledir: "Böylece görüyorsunuz ki, Biraderim, yeni katılmış biri mertebesinde size teslim edilen hakikatler ile küçük tilmiz mertebesinde size teslim edilmiş olanlar, birbirine zıt olsa da, aynı hakikattir."]
Sevgili dostum, bana sormuş olduğunuz çeşitli sorulara, biraz bağlantısız bir şekilde de olsa, sanırım cevap verdim. Başka sorular sormak isterseniz, çekinmeyin. Elimden geldiğince cevap veririm. Ama bu kadar çabuk cevap veremeyebilirim; bu da şimdiden bir özür olsun.
Arkadaşınızın tüm dostluk, saygı ve hayranlığıyla,
[Pessoa Pessoa'yı Anlatıyor Fernando Pessoa]
adlı denemesinde işlendi.


İki Arada Bir Sevgi

Alexander Search
30 Ekim 1908
Yeryüzünde benimkinden daha şefkatli ya da sevgi dolu, iyilik ve merhametle, aşk ve sevecenlikle yüklü bir ruh asla olmadı.
Yine de hiçbir ruh benimki kadar yalnız değildir.
Yalnız; buna çok dikkat edin, dışsal nedenlerle değil, tamamen içsel nedenlerle yalnız.
Demek istediğim, uçsuz bucaksız iyilik ve şefkat gösterme potansiyelimin yanında, tabiatım tamamen zıt bir öğe, bir keder ve benmerkezcilik, dolayısıyla bencillik öğesi de içerir.
Bunun etkisi ikilidir:
Diğer niteliklerimin gelişimini ve içsel özgür oyununu bozarak rahatsız etmek ve benim irademi zayıflatarak, onların dışsal serbest oyununu ve tezahürlerini engellemek. Bütün bunları daha ilerde analiz edeceğim; daha ilerde ayrıntılı olarak inceleyecek ve karakterimi oluşturan öğeleri tanımlayacağım; çünkü her konuya olan merakım, kendime olan merakımla birleşerek, beni kendi kişiliğimi bütünüyle anlamaya yöneltiyor.
"Winter Day"de kendimi tarif ederken şunları yazmama neden olan bu karakteristiklerdir:
Rousseau gibi biri...
İnsanlığın insansevmez âşığı.
Gerçekten de, Rousseau'yla aramda fazlasıyla yakınlık var. Bazı noktalarda karakterlerimiz özdeş. İnsanlığa duyulan samimi, yoğun, açıklanamaz bir sevgi ve bunu dengeleyecek iyi bir bencillik dozu - işte, benimki gibi, onun kişiliğinin de temel karakteristiği.
Bütün bunlara, ıstırap çekmenin kimileri fiziksel diğerleri zihinsel başka gerekçeleri, keder verebilecek en küçük şeylere (hatta normal bir insanda hiçbir şeye neden olmayacak şeylere) hassasiyetim, başka problemler, karışık işler, mali güçlükler de eklenirse; bütün bunların üzerine bir de benim temelde dengesiz mizacım eklenirse, ne kadar ıstırap çektiğim belki o zaman tasavvur edilebilir.
Tarifi imkânsız derecede korkunç zihinsel komplikasyon-larımdan biri delilik korkumdur ki bu korkunun kendisi zaten deliliktir. Rollinat'm Nevrozlar adlı derlemesinin başındaki şiirde tarif ettiği hal (bence) kısmen bana uygun. Böylesine can çekişirken, dehşet verici bir fiili eğilime, korkunç bir kaslanmaya dek varan, demek istediğim, kaslara varana dek hissedilen kâh canice kâh bunakça itkilere bende sık rastlanır. Bu itkilerin yoğunluk ve miktarları son derece büyüktür, bundan hissettiğim dehşet ise tarif edilemez.
 [Pessoa Pessoa'yı Anlatıyor Fernando Pessoa]

Kendimi başkalarına anlatmıyorum.

Kimi zaman, geçip giden yaşamla gelen yaşam arasında duruveririm aniden; akıp giden nesnelerin kıyısında kalırım. Ve hepsinin verdiği şaşkınlık başımdan aşağı dökülüverir. Kimi zaman ise, evrenin aniden rolünü kötü oynadığı ve böylece tuhaflığını ortaya serdiği hissine kapılırım; sanki aniden benimle başka bir sesle konuşur gibi olur, bambaşka bir doğayı kısacık bir anda açık eder bana. [...] Rüzgârın kaldırdığı bir perde gibi, meçhul, beklenmedik bir şeyin açığa çıkmamış bir kısmını bir çırpıda sezdiriverir...
Kardeşliğin ve sevginin mutlak yokluğuyla çevrili etrafım. Bana bağlı olanlar bile gerçekten bağlı değil; dostum olmayan dostlarla, beni tanımayan tanıdıklarla çevriliyim.
Ruhum üşüyor; nasıl iyice örtünürüm bilmiyorum. Ruh üşümesine ne cüppe var ne palto. Ruhunun üşüdüğünü hisseden insan artık bir daha bunu unutamaz.
Gerçek dostum olmadığı anlamına mı geliyor bu? Hiç değil; var. Ama onlar hakiki dost değil.
Transandantaldan etkilenenlerin ve her şeyden -fazla soğuktan, fazla ifadesizlikten, fazla uzaklıktan- zarar görenlerin vay haline!
Kendimi başkalarına anlatmıyorum.
Kara Cahillik adına her gün at home'da bulunma görevi; bayağılığın çayı ve uzlaşmaların kuru pastalarıyla Kara Cahilliği eğlendirme görevi gerçekten güç iş!
İnsanın kendini sosyal bakımdan canlı canlı gömülmüş hissetmesi son derece nahoş bir durum. Toplumsal anlaşmaların tabutunun kapağı öyle sıkı sıkıya lehimlenmiş ki! Kimileri, her şeye rağmen, kapağa vurma yönünde buyurgan bir ihtiyaç hissederler; tek başardıkları parmaklarını sıyırtmak bile olsa bunu yaparlar. Zaten tabut sımsıkı kapalı değildir; soluk alamadığını hissedebilecek kadar soluk alabilirsin.
(İnsanı dosdoğru mezara götüren körkütük bir sarhoşluk adına.)
Tamamen yalnızım, iyice terk edilmişim.
Bütün bağlar birbiri ardına kopuyor... yakında kendimi mutlak anlamda yalnız bulacağım.
İşin kötüsü, dünyadaki metafizik varlığımı asla unutamıyorum. Her hareketimi felç eden, sadeliğin, dolaysız heyecanın kanını bütün cümlelerimden çekip alan transandantal utangaçlık buradan kaynaklanıyor.
Dünyayla aramda nesneleri gerçekte oldukları gibi -başkaları için oldukları haliyle- görmemi engelleyen bir sis perdesi var.
Ben olmanın cehennemi, Mutlak Sınırlama, Uzak Evren'in Kovulmuş Varlığı olacağım! Artık ne Tanrı, ne insan, ne dünya olacağım; saf boşluk insanı bilinçli bir Hiçliğin sonsuzluğu yapar, adsız korku yapar, esrardan, hatta yaşamdan sürgün eder. Beni ihmal etmiş yaratılışın soyut hatası olan varlığımın ölü çölünde yaşayacağım sonsuza dek. Varoluşa geri dönüş yönündeki kısır arzunun, içimde sonsuza dek, gereksiz yere yandığım hissedeceğim.
Hiçbir şey hissedemeyeceğim, çünkü hissedecek bir maddem olmayacak, ne sevinç, ne nefret, ne dehşet soluyabileceğim, çünkü bütün bunları hissetme yeteneğim bile olmayacak -bu cehennemde hiçbir şey içermemenin soyut bilinci, Mutlak İçerilmemiş, Mutlak ve Sonsuz Boğulma! Tanrısız, evrensiz...
Tek bir insanmışız gibi, toplu bir dehşet çığlığı kaçtı ağzımızdan. Ölümüyle yok oldu [...] ve yok olan yalnızca İnsandır, şekil, varlık.
Havada, uzamda ve ötede, benim varlığımda EKSİK OLAN!
Kimseyi ziyaret etmiyorum, kimseyle buluşmuyorum - ne salonlarda, ne kafelerde. Başka türlü davranmak, içsel birliğimi feda etmek, kendimi gereksiz sohbetlere teslim etmek, düşüncelerimden ve projelerimden değilse de en azından düşlerimden -onlar başkalarının söylevinden her zaman daha güzeldir- zaman çalmak olur.
Gelecek insanlığa borçluyum.
Kendimi heder edersem, aynı zamanda, yarının insanlarına miras kalabilecek tanrısal ortak varlığı da heder etmiş olurum; onlara verebileceğim mutluluğu azaltırım ve yalnızca kendi gerçek gözlerimde değil, Tanrı'nın olası gözlerinde de kendi değerimi azaltmış olurum.
Belki böyle değil, ama buna inanmanın görevim olduğunu hissediyorum.
Henüz gelmemiş, dolayısıyla ruhu toplu halde yaşamanın samimiyetini ve duygularını gerçekten tanımayan bir kuşağa mensubum ben. Bu nedenle insanın kendini nasıl gözden düşmüş bulabileceğini ya da böyle bir anda ne hissedebileceğini anlamı-yorum. Toplumsal adabın bütün bu [komedisi?] benim gözümde tamamen anlamdan yoksun. Şeref, utanç, haysiyet nedir bilmiyorum. Bana göre, -tıpkı benimki kadar yüksek düzeyde bir sinir sistemi örgütlenmesine sahip olanlar için olduğu gibi- bunlar yabancı bir dilin kelimeleridir, anonim seslerdir, hepsi bu.
Benim gözden düştüğümün söylendiğini işittiğimde, bunun ben olduğunu anlıyorum ama cümlenin anlamını kavrayamıyorum. Başıma gelene uzaktan, ilgisizlikle tanık oluyorum; hayatta olabilecek şeylere hafifçe gülümsüyorum. Bugün henüz kimse bu şekilde tepki göstermiyor, ama bazılarının bunu anlayabileceği gün gelecektir.
Bir konuda fikir sahibiyken başka bir konuda fikir sahibi olmaya çalışmadığım vaki değildir.
Zekâ, anarşizmlerin yaratıcı rolünü parçalara ayırdığından ve analiz, bu rolü zayıflattığından, söz konusu rolün bir entelektüele yakışır misyon olduğunu düşünmüş olmam gibi, ben daima çelişkide güzellik buldum.
Ben daima hayatın seyircisi olmak, hayata karışmamak istedim. Ne nefret ne de hınç duyuyorum. Bu tür duygular, bir kanaate, bir mesleğe ya da hayatta bir amaca sahip insanlara özgüdür. Bende bunların hiçbiri yok. Yaşama, bilmece çözen birinin ilgisiyle bakıyorum. Hiçbir duygu katmıyorum. Prensiplerim de yok. Bugün bir şeyi savunurum yarın başka bir şeyi; ne bugün savunduğuma daha fazla inanırım ne de yarın savunacağıma iman ederim.
Fikirlerle ve duygularla oynamak bana her zaman yüksek güzellikte bir yazgı gibi gelmiştir. Bu yazgıyı mümkün olduğunca gerçekleştirmeye çalışıyorum.
Kendimi asla gözden düşmüş hissetmemiştim. Bana bu zevki bahşettiğiniz için size ne kadar minnettarım bayım! Çok nefis ve sanki çok uzaktan gelen tensel bir haz bu...
Biz anlaşılmayız, bunun farkındayım...
[1914]
[Pessoa Pessoa'yı Anlatıyor… Fernando Pessoa]

Erkekler, Kadınlar Kadar Tannsal Değildir

Yalnızca tanrı tohum eker; insanlar Tanrının ektiğini derler. Kelimeler sembollerdir; tıpkı insanların ete kemiğe bürünmüş fikirler olmaları gibi. Kadınlar da erkekler gibi tanrısal bedenselleşmenin, yani her şeyin hiçliği içinde ifade bulduğu o tanrısal kapasitenin tezahürüdürler. Kadınlar, öne doğru tanrısal atılımın bedensel inkârıdır. Onların tamamen açık seçik ve aşikâr olan aşağılıkları kadar, bütün dinsel sistemlerin onları yücelttiği üstünlükleri de buradan kaynaklanır. Maddenin tanrısal anlam yönündeki eylemi olan erkekler, kadınlar kadar tanrısal değildir, çünkü Tanrısallıktan dışarıya doğru çıkarlar, ama kadınlardan üstündürler çünkü Tanrı'ya doğru giderler. Cinsel farklılıklar, maddenin içindeki bu hakikatin ifadesidir.
[Pessoa Pessoa'yı Anlatıyor… Fernando Pessoa]
Tanrım, sen ki gökyüzü ve yeryüzüsün, yaşam ve ölümsün!
Güneş sensin, ay sensin, rüzgâr da sensin!
Bedenlerimiz ve ruhlarımız sensin, sen bizim aşkımızsın.
Hiçbir şeyin olmadığı yerde sen varsın; her şeyin var olduğu yerde senin mabedin vardır. [Hiçbir şeyin olmadığı yer, sensin; her şeyin var olduğu yer, senin bedenin.]
Sana hizmet etmem için yaşam ver bana, seni sevmem için bir ruh. Seni gökyüzünde ve yeryüzünde hep görebilmem için gözler; denizde ve rüzgârda seni işitebilmem için kulaklar, senin adına çalışabilmem için eller var bana.
Su gibi saf kıl beni; gökyüzü kadar yüksek.
Düşüncemin yolları çamursuz olsun; ne de kuru yapraklar olsun projelerimin göllerinde. Başkalarını kardeşim gibi sevmeyi bileyim, babam gibi hizmet edebileyim sana.
İçimdeki sana layık olayım.
Senin adın olan Gökyüzüne ve Yeryüzüne, Bedene ve Ruha, Yaşama ve Ölüme hamdolsun! Ağzım sana şükretsin, ellerim de sana şükretsin!
Yaşamım senin varlığına layık olsun. Bedenim senin tenin olan Yeryüzüne layık olsun. Ruhum evine geri dönen bir oğul gibi çıkabilsin senin huzuruna.
Beni güneş kadar büyük kıl ki içimdeki sana tapabileyim; beni ay kadar saf kıl ki içimdeki sana yakarabileyim; ve beni gün kadar aydınlık kıl ki seni daima kendi içimde görebileyim, sana yakarıp sana tapabileyim.
Tanrım, esirge ve yardım et. Bana ver ki kendimi gerçekten senin hissedebileyim.
Tanrım, beni benden kurtar. ["Beni gençliğimden kurtar."]
Beni tanrısal [...] meshetmek için gel.
Bahçem sana leziz meyveler, bostanım şarap versin.
Ben bir yerden başka yere gittiğimde, giden sen olursun; ben konuştuğumda sen benimle konuşursun; ben bir adım attığımda, yürüyen sensin. Ben durduğumda, benim içimde sen adımını ertelersin.
[1912]
Ben kendimin gölgesiyim; o neyin gölgesi, onu arıyorum.
[Pessoa'nın usta geçindiği aynalar oyunuyla, bu, şöyle de anlaşılabilir: "Bu gölge, gölgesi olduğu şeyi arıyor."]
Kimi zaman kendimin kıyısında durup, deli miyim neyim diye ya da gerçekten çok esrarengiz bir esrar mıyım diye sorarım kendime. [Pessoa Pessoa'yı Anlatıyor Fernando Pessoa]

Yaşam Kuralı

1.       Mümkün olduğunca az sırrını aç. Hiç sır vermemek en iyisi, ama her şeye rağmen içini açıyorsan, söylediklerin yanlış ya da belirsiz olsun.
2.       Mümkün olduğunca az düş gör; tabii düşün doğrudan hedefi bir şiir ya da edebi bir üretimse, bu hariç. İncele ve çalış.
3.       Mümkün olduğunca kanaatkâr olmaya bak; bedenin kanaatkârlığından önce ruhun kanaatkârlığı gelsin.
4.       Basitçe nezaket göstererek nazik ol; kendini ele verme, tinin mahrem yaşamına bağlı problemleri doludizgin tartışma.
5.       Konsantre olmayı öğren, iradeni çelikleştir, kendinin gerçekten bir güç olduğuna içten inanan bir güç haline gel.
6.       Ne kadar az gerçek dostun olduğunu dikkate al; çünkü pek az insan gerçek dost olabilir.
7.       Sessizliğinde gizlenen her şeyden zevk almaya çalış.
8.       Küçük işlerde, evdeki ya da işteki önemsiz şeylerde hızlı davranmayı öğren; kendi yaptığın işte hiç gecikme kabul etme.
9.       Yaşamını bir edebiyat eseri gibi düzenle ve mümkün olduğunca bütünlüklü kıl.
10.     Katili katlet. [Pessoa Pessoa'yı Anlatıyor Fernando Pessoa]

İyiler

Pessoa:
“Tanrıların sevdikleri kimseler, genç ölürler.”
“Ölümlülerin düşünce ve duygularını uzak tutmalısın; dünyaya görebileceğinden fazlasını göstermemelisin.”

Kendine Değer Vermek

Pessoa:
Ruh çağıranlar ruh çağıranlar gibi tıpkı, çağırıyorum. Kendimi ve bir şeyle karşılaşamıyorum.



Bir Medyumluk Vakası

(Tinin bilinçdışı faaliyetinin incelenmesine katkı.)

1.      Medyumluğun ortaya çıkışı

a)       İsterik ya da isterik-nevrastenik temel (bu nevrozların psişik karakterlerini araştırmak ve analiz etmek, -kısmen burada, kısmen bu incelemenin başka bir kısmında- "medyumluk" denen tipik fenomenlerle nasıl eklemlendiğini belirlemek.)
b)       Bu fenomenlerin ispritizmacı gerçekliğine belli bir inancın, okültizm ve teozofi eserlerinin okunmasından doğan inancın sağlamlaştırılması sayesinde (en azından nispi, ama gayet etkin) tedrici öz-telkin.
c)       Önceki öğelerin uzantısı olarak, çeşitli söyleşiler sırasında derlenmiş telkin öğeleri (bunlar aşağıdaki öğelere eklenir):
d)       hipnoza ya da sözde-hipnoza dayalı telkin öğeleri (medyumluk hafif bir hipnozun ardından başladı).
e)       depresif durum. Buna yol açanlar: 1 / çeşitli engel ve karı-şıklıklar; 2/ medyumluk fenomenlerinin belirişinin neden olduğu, aynı zamanda başlı başına bu belirişler kadar, "tebliğ" denen fenomenlerin içeriğinden de kaynaklanan, kelimenin tam anlamıyla zihinsel rahatsızlık ve 3/ bütün bunlar ile bilimsel bilinç berraklığı, mantık ve kesinliğin yanında, felsefi kuşkuculuk ve rasyonel analiz eğilimi de gerektiren bir tinin normal ve temel durumu arasındaki çatışma.
f)        insan varlığında normal olan ve öncelikle astroloji incelemelerinin neden olduğu, sonra da yukarıda belirtilen farklı faktörlerin şiddetlendirdiği (sic) zihinsel uyarıcılar -gelecek merakı, bilme arzusunun aşırı güçlü oluşu, vb.

2.      Medyumluğun gelişimi

a)       eksik ve bölük pörçük otomatik yazının amorf bildirimi (önceden dendiği gibi, basit bir hipnozun ardından gelmiş ve yazılan ilk isimle buna bağlanmıştır, vb.)
b)       görüntülerin retinada giderek daha fazla sabitlenmesiyle ve "esirimsi aura" diye adlandırılan şeyi görmeye yönelik varsayımsal bir kapasiteyle birlikte hafif vizyon fenomenlerinin belirişi.
c)       sorulan sorulara cevap vermeseler de, çeşitli ruhların sözde tebliğleriyle önceden ve sonradan geliştirilen otomatik yazının ortaya çıkışı (bu durum, bu konudaki uzun bir mektubun ardından ortaya çıkmıştır).
d)       esasen iskambil falının ikinci seansı sırasında beliren bir medyumluk taklidinin ortaya çıkışı.

3.      Medyumlukla birlikte bulunan psişik fenomenler

a)       Yüksek ruhsal meziyetlerin sürekli ve bilinçli eyleminin (istisnai anlar dışında) yok oluşu -zihinsel dağılmanın artışı, şiddetli irade zayıflığı (özellikle ketlenme), somut (dış dünya) ve soyut (mantık ve bilimsel anlayış) gerçeklikle ilişki yeteneklerinin yerini adım adım düşsel yeteneklerin alması.
b)       İmgeleme yetilerinin azalarak sapma göstermesi, (yarı uyku halinde ya da aşağı beyinlerde olduğu gibi - FF) soyut imgenin yerine görsel imgenin geçmesi.
c)       Sağlıklı duyarlılığın ve sosyalliğin zayıflaması; kısır ve içe-dönük bir duyarlılık artışının, olguların önemini ölçmede giderek artan bir yeteneksizliğin, bencillik ve ilgisizlik artışının eşliği.
d)       öznenin mizacının karakteristiği olan entelektüel ve duygusal sapmaların artışı ve yeni sapmaların ortaya çıkışı (belki gizil halde, ama her koşulda, normalde, çok zayıf yoğunlukta); sinirsel rahatsızlık ve heyecanın artışı.
e)       Fiziksel gücün azalması ve psişik aygıtta görülen işlevsel rahatsızlıklar.

4.      Medyumluk "tebliğlerinin " analizi

a)       Bilinçdışı romanlar: Genel olarak tebliğler şu üç faaliyetin aşağı ve kısır bir ürün düzeyini aşamaz: 1 / bilinçdışının -örneğin uyku sırasında bilinçli denetim dışında işlediğinde- hayali ve aşağı faaliyeti; 2/ bilinçli öğelerin kalıntısı olan ve bunların bir taklidi olarak işlev gören bilinçdışı faaliyet; 3/ bilincin erişemeyeceği öğeleri, belleğine kazılı olarak yeniden üreten bilinçdışı faaliyet.
b)       Öznenin bilmediği öğe yoktur. Böyle olduğu varsayıldığında, 1 / hata olduğu ve tanıklık edilen "olgular"m dosdoğru roman olguları olduğu (Margaret Mansel vakası); 2/ bunların, bilincin okuduğunu ya da tanık olduğunu unuttuğu, bilinçdışı belleğe kazınmış olgular oldukları; 3/ bilinçli akıl yürütmelerden daha hızlı ve daha akıllıca bir tür akıl yürütmenin gerçekleştirdiği tahminleri temsil ettikleri; 4/ ve... (Gerçekleşen tahminlere denk düşen olguları burada analiz etmek uygun olur. Çoğu zaman bu türden vakalar çakışmalarla açıklanacak kadar çok sayıda değildir, gerçekleşmeyenler son derece daha çoktur; kesinliğin tuhaf kaçtığı diğer durumlarda ise hile olduğu saptanır. Başka durumlarda -ki bu sonuncu kategoridir-, belirtilen olguların gerçeğe uygun olduğu kabul edilirse, uzay ya da gelecek içinde uzak bazı ayrıntılara erişmek için, bilinçdışının, bilinçdışı olarak, hangi tikel kiplikleri benimseyebileceği araştırılmalıdır; bununla birlikte, bu fenomenlerin, gerçek oldukları varsayılırsa, her zaman olmasa da genelde yalnızca hasta kişilerde değil -ki bu da pek önemli değildir, çünkü hangi hastalıktan mustarip olduklarını bilmek gerekir-, zihinsel ve ahlaki bakımdan tamamen aşağı kişilerde meydana geldiği asla unutulmamalıdır.)
c)       Medyumun düşünce düzeyinden daha yüksek bir düşüncenin yokluğu. İfade, üslup ve felsefe bakımından medyuma aittir. Böyle olmadığında, mevcut bulunan ya da bunu telkin edebilmeye yatkın kişiler arasında, telkin yoluyla bir düşünceye varabilecek olan kişiyi araştırmak yeterlidir. Yüksek bireyler yoksa, bir medyum yüksek düzeyde düşünemez. Bununla birlikte, kişinin zihinsel düzeyinin üstünde bulunan ve sık rastlanan sayıklama durumlarının büyük histerinin karakteristiği olduğunu belirtmek gerekir -bkz. Richer, Histerik-epilepsi}
d)       Bilinçdışının bilinçten daha öteye götürdüğü vaka (takvime göre 8 gün 7 saat).
e)       Tebliğlerde bulunan çelişki ve itirazlar şunların sonucudur:   1/ medyumun karakterindeki çelişkiler, 2/ bu "tebliğleri" yayan bilinçdışına yönelik bilincin eleştirisi, 3/ alman çok sayıda telkin.
f)        Yorgunluk belli bir düzeye eriştiğinde, dış telkinlerden kaynaklanan öğeler belirir (bu telkinlerin kapsamı).
g)       Kehanetlerin mantığı: 1 / ya arzulanan veya iyi olduğuna inanılan şeye göre kehanette bulunulur ya da 2 / ister iyi olsun ister kötü, muhtemel olduğu sanılan şeye göre (örneğin astrolojik ölçütlerle uyum içinde), veyahut 3/ bilinçli bir kuşkunun sonucu olan bir bilinçdışı tepkisine göre, söylenmiş olan ve kuşkuya neden olan şeyle, kimi zaman incelikli biçimde uyumsuz bir kehanette bulunulur.
h)       Görünüşte açıklanamayan öğeler: 1 / örneğin yıldız falı yapımı, 2/ no 406.1
i)        Bilincin bilinçdışına müdahalesi (suçüstü medyumluk): 1/ bildirilerin imalatı, 2/ tebliğlerdeki iki cevap arasında hesap kitabın müdahalesi, 3/ bilinçdışıyla işbirliği içindeki bilincin etkisi (baş harflerin şifresinin çözülmesi, vb.)

5.      Sonuçlar

a)       Medyumluk, alkolizmin yol açtığına benzeyen zihinsel bir dengesizliğin sonucudur ve çoğunlukla belirgin bunamanın ön-cesinde görülür. (Örnekler.)
b)       Bilinçdışı bilinçten farklı yetilere sahiptir. Bunlar kimi noktalarda daha fazla nüfuz edici olsa da tamamen alt düzeydedir; belirtilen vakalarda ortaya çıktıklarında, organizmanın korunması şeklindeki başlangıç hedeflerinden uzaklaşırlar.
c)       Şu ana dek, medyumla irtibata geçen ruhların varlığı kanıtlanamamıştır; tersini kanıtlamak için, öncelikle, henüz yeterince incelenmemiş olan bilinçdışı yetilerinin, medyumluk adı altında   toplanmış olan bütün bu fenomenleri meydana getirme yetisine sahip olmadığını kanıtlamak gerekir.
d)       Medyumluk, kısmen deliliğe kısmen suça yönelten kategorinin marazi bir durumudur. Suç ve delilik gibi intihar da medyumlukla kendi kendini zehirlemenin kaçınılmaz sonucudur* Bu uçlara varılmadığında, genellikle ahlaksız olan ama dehaları ya da yetenekleri sayesinde bu kusuru ödünleyen dâhi ya da yetenekli insanlarda olduğu gibi, hiçbir toplumsal ödünleyicinin müdahalesi olmadan, toplumsal içgüdülerin tamamen dağılmasının ardından, ahlaki deliliğe, cinsel sapkınlığa ve normal toplumsal ilişki kurma yetersizliğine düşülür.
e)       Ortaçağın dans salgınlarında ya da Richer'in Büyük Histeri üzerine eserinin ekinde incelenen diğer vakalarda çağdaş ispritizmacılığa benzer olgular buluruz.
f)        Ispritizmacılık, hiçbir karşılık almadan, bilimsel anlayışa saldırma eğilimindedir; ne sanat, ne ahlak, hatta ne de din bu saldırıdan bir şey kazanır. Sanat, özgür bilinçaltıyla değil, hâkim olunan bilinçaltıyla yapılır. Her ahlakın ilk koşulu olan ketlemelerin yitirilmesiyle ve iradenin sıfırlanmasıyla ahlak ortaya çıkmaz. Din, ne bencilliğin gelişimine ne de toplumsal bağların kopmasına yaslanır.
g)       Zayıf kişiliklerde ahlaksızlık ve suç yaratma eğilimi taşıyan gösterilerin ve müstehcen yayınların yasaklanmasına yol açan nedenle, ispritizmacılık da yasa tarafından yasaklanmalıdır.
h)       Kökenini Hint, Pers ya da aşağı uygarlığa sahip diğer ırklardan alan ve düşük yetilerin peşine düşerek, bireyde aklın üs-tünlüğünü, türde sürü içgüdüsünü ve günümüz uygarlığında, ortak anamız olan Yunan'dan miras aldığımız sanatın ve bilimin temellerini yok etmeye yönelik öğelerden, Yunan uygarlığının (ki, örtülü biçimde de olsa bizim uygarlığımızdır) yüksek iyiliği adına vazgeçmemiz gerekir.
i)        Okültizm ve ispritizmacılık fenomenleri, antikçağda olduğu gibi, sınırlı bir tarikatın işi olmalıdır, yoksa sanki herkese uygunmuş gibi toplumun ortasına atılmamalıdır.
j)        Evrenin yaratıcı gücü, bizi donattığı (belki sınırlı) duyular sayesinde, dış gerçekliği bize Gerçeklik türü olarak, ruhumuzu da bu Gerçeklik'in basit alımlayıcısı olarak verdi. Bu çerçeveden çıkmak, Doğa’nın ve Tanrı’nın temel yasalarını ihlal etmek olur. Tanrı'nın okült olarak yarattığı şey (tabii Tanrı okült bir şey yaratmışsa), okült kalmalıdır. Yoksa açık seçik yaratırdı.
k)       Günümüzdeki okültist hareket şunların sonucudur:
1/ mümkün olan her biçimde varlığını sürdürmek için amansız bir mücadele yürüten Hıristiyanlığın dağılması, 2/ Hint ya da Çin uygarlığı gibi uygarlıklardan kaynaklı öğelerin bize dek erişmesini sağlayan uluslararası uygarlığımız ve 3/ sınai, kültürel ve bilimsel modem ilerlemenin aşın hızlılığı karşısında nevroz geçiren bu kuşağın, bu ilerlemenin temel fikirlerine denk düşmek için gereken zihniyet türüne sürekli uyum sağlamayı becerememesi.
Graecia Mater, bize rehberlik et!
Bu metinden biraz önce yazılmış bir versiyonunda bulunan şu sonucun açıklayıcı olduğu kanısındayız:
Bu hakikat benim için hoş değildi; ama kişi kendinden yola çıkarak bir hakikat inşa ettiğinde, bu hakikat daima nahoş olur.

[Pessoa Pessoa'yı Anlatıyor Fernando Pessoa]

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar