İKİ ADALET ARASINDA KALMAK
Ülkemizde ne yazık ki
büyük ölçüde gazete köşelerinde sürdürülmekte olan gündelik, kısır ve çapsız
siyaset tartışmalarından usanç duyan düşünen insanlarımıza felsefî düzeyde
geniş ufuklar açabilecek bir çalışma sayısı çok azdır. Örneğin siyaset felsefesinde son yirmi otuz yıllık dönemin en önemli çatışması
tarihselci doğrultuda geliştirilmiş olan komunitaryanizm ile radikal / rasyonalist / kuramsalcı doğrultuda geliştirilmiş olan
ve büyük ölçüde a-historik bir refleksiyonun ürünü olan liberal evrenselcilik
arasındaki çatışmadır.
Doğruluğun (truth), düşünce sistemlerinin ilk erdemi olması gibi, adalet,
toplumsal kurumların ilk erdemidir....
adalet, bazılarının özgürlüğündeki eksilmenin, başkaları tarafından paylaşılan daha büyük bir iyi ile haklı kılınmasını kabul etmez....
adaletin temin ettiği haklar, politik pazarlığa veya toplumsal çıkar hesapları yapmaya tabi değildir....
Bir adaletsizliğe, yalnızca daha da büyük bir adaletsizlikten kaçınmak zorunlu olduğunda katlanılabilir (tolerable).
İnsanî etkinliklerin ilk erdemleri olan doğruluk ve adaletten ödün verilemez.
adalet, bazılarının özgürlüğündeki eksilmenin, başkaları tarafından paylaşılan daha büyük bir iyi ile haklı kılınmasını kabul etmez....
adaletin temin ettiği haklar, politik pazarlığa veya toplumsal çıkar hesapları yapmaya tabi değildir....
Bir adaletsizliğe, yalnızca daha da büyük bir adaletsizlikten kaçınmak zorunlu olduğunda katlanılabilir (tolerable).
İnsanî etkinliklerin ilk erdemleri olan doğruluk ve adaletten ödün verilemez.
LİBERALLER VE
KOMUNİTARYANLAR
LİBERAL Fr. Ferdî hürriyet lehinde,
hürriyete elverişli. Ferdî teşebbüs ve hürriyet haklarını korumak için en iyi
vasıta, devletin salâhiyyetlerini mümkün olduğu kadar tahdid etmek fikri.
Rusya'daki dinsiz sosyalistliğin zıddı.
KOMUNİTARYAN: Son zamanlarda komunitaryanizm'e
karşılık olarak 'cemaatçilik'in
kullanıldığına tanık olabilirsiniz. Burada ’komunitaryan' ve ’komunitaryanizm'
sözcükleri, aynı kökten gelen community, communitarian, communitarianism,
sırasıyla cemaat, cemaatçi, cemaatçilik diye karşılandığında belki topluluk,
toplulukçu, toplulukçuluk'tan daha iyi karşılanmış oluyor; ama özellikle
'cemaatçi' ve 'cemaatçilik' bizim yaşadığımız kültürel bağlam içerisinde,
genelde dinsel, özelde İslamî bir birlikteliğe, ister istemez çağrışım yapıyor.
Oysa communitarian veya communitarinasizm, aynen değilse de Türkçe okunuşuyla
bırakıldığında, kendi orijinine, Batı dilleri içerisindeki orijinine sadık
kalmış oluyor ve kendi bağlamı içinde yapması muhtemel kimi çağrışımları
(örneğin komün, komünist, komünizm gibi
çağrışımları) koruyor.
Biliyoruz ki, adaleti
savunan sistemlerin arasında kaldığınızda fikirler hakkında tercih yapmak bir
trajedidir. Bu nedenle ne zaman iki görüş hakkında hemen şu düşünce bize
yönelirde "ikisinin de haklı olduğunu kabul
etmek durumunda" kaldığımızda, doğrusunu isterseniz, durum "trajik"tir, diyebilirsiniz.
Bu meyanda hayatlarımızı
nasıl en iyi şekilde yaşayacağımız konusunda hiçbir ilke veya ilkeler kümesi,
hepimize hemen yanıt veremeyebilir ve hiçbir argüman, insanı erdemli olmaya,
âdil olmaya ikna edemez. Fakat buradan hareketle;
Liberal
teorilerin 'iyi hayat’ hakkında konuşmaktan vazgeçmesi ve 'hakkın iyiye önceliği' zemininde durarak, bize 'haklarımızı' ve aslında 'birbirimize karşı
kozlarımızı' sıralamaya devam etmesi, hem bireysel hem de toplumsal
düzeyde 'hayat'ın birliğini zedeliyor.
Liberal düzen, dayandığı
kamusal alan-özel alan ayrımıyla, tek tek bireylerden yarı gönüllü bir
dindarlık, yarı gönüllü bir âdillik, yarı gönüllü bir ahlâklılık istiyor. Tüm
çetrefil yanlarına rağmen, liberal düzen egemen olanın karşısına marjinde
duranı dikebiliyorsa, bir alternatif de sunuyor, yani daha doğrusu teori olarak
'başka olan'ı/ötekiyi, ’olan'ın karşısında var kılıp, 'başka olan'a dokunuyor; liyakat adaletini hatırlatırken,
Hayat'a da dokunuyor.
Örneğin
"pratik" kavramında, pratik'e içsel iyilerin, pratik'e katılma
deneyimiyle tanınabileceğini söylerken; "narratif birlik" (hikâye
tarzında) nosyonuyla, yaşamlarımızın veya insan yaşamının —hayatın—
çeşitli dilimlere ayrılmasının, yani çalışmanın boş zamandan, kamusal yaşamın
özel yaşamdan ayrılmasının, çocukluğun, yetişkinliğin, yaşlılığın birbirinden
ayrılmasının, doğumu yaşama ve yaşamı ölüme bağlayan birliği nasıl zedelediğini
anlatırken; 'insan için iyi
nedir?' sorusundan vazgeçmenin "moral yaşama birliğini veren" şeyden vazgeçmek olacağını söylerken; arayışın hüsranla sonuçlanma
ihtimaline rağmen, insan yaşamının birliğinin narratif bir arayışın birliği
olduğunu, arayışın, seyahatin hedefinin, arayışın kendisinden ayrı olmadığını
söylerken; "birinin mensub
olduğu veya karşı koyduğu geleneklerin “tam uygun” anlamına sahip olması erdemi" ile tüm geleneklere dokunma çağrısında bulunuyorken, 'liberal olmayan'
sıfatındaki 'olmayan' kısmını dile getirir ve ortak ölçülemez bir
söyleme yerleşiyor. Ama yine de 'liberal olmayan’daki vurgunun
gösterdiği gibi; ortak-ölçülemezliğini bağdaşmazlığa, rakipliğe, kritiğe
çevirip; dahil olduğu kültüre, yani nesnesine belli bir mesafeden bakar.
'Ne olmayan?' sorusunun yanıtı 'liberal olmayan' olduğunda, bunun liberal olana
göreliliği 'varolan'ın kavramlaştırılmasından ziyade kritiğini dile
getirdiğimizde üzerinde düşünülmesi gerektiğini varsayabileceğimiz şu sorular
oluşur.
İnsan haklarıyla başlayan süreç, yolda içine hayvan haklarını katıp, kişi
hakları, bireysel haklar, azınlık hakları, kadın hakları vs. diye devam
ederken, yaşama hakkı ölme hakkına (ötenazi) dönüşüyor; çocuk hakları yetmiyor,
cenin haklarını tartışmaya başlıyorsak, bu tartışmalar, kendi kurumlaşmaları
içinde 'sınırlar'ı giderek muğlaklaştırmaz mı? Yani örneğin ölme hakkına sahip
hastanın, bu hakkının fiilî kılınması için, öldürme hakkına —ve tabi görevine—
sahip doktorlar gerekmeyecek mi?
Eğer cenin hakları,
müzakerelerin sonunda çocuk haklarının günümüzde geldiği noktaya gelirse, ne
bileyim, sperm haklarını tartışmaya başlamak —yoksa başlandı mı?— zorunda
kalmayacağımızı söyleyebilir miyiz?
'Tartışmak iyi bir şeydir, gerekirse sperm
haklarını tartışırız' demek, komşumuzun çiçeklerini vaktinde sulamadığını
görüp, çiçeklere haksızlık yaptığını düşünmeye ve çiçek haklarını da
tartışmaya götürmez mi?
Çocukları ailelerine
karşı korumayı veya cenini annesine rağmen korumayı hedefleyen rasyonaliteyi
eleştirmek, çocuklara kötülük etmek mi?
Paradan, ekonomiden
bahsetmeyen, bunun yerine erdemlerden söz edenler, hakikaten 'çağdışı',
'yavan', 'zavallı' mı?
’Filancının malvarlığı, beni, politikacı
olarak değil, ama yurttaş olarak rahatsız ediyor' diyen biri, politikacı olmaya
lâyık mı?
"Sekiz sayfalı
finans ekonomi" nicelemesiyle çıkan bir gazete "yeni bir zihniyetle
doğuyor" mu?
'Şikayet etme, oy'unu kullan' diye bağıran reklam spotları, 'analitik habercilik' yapanların haberleri,
'özel Toplum Güzel Toplum' adlı haber programları, hangi narratifin birliği
içinde anlaşılabilir?
Temellendirici ilkeler
verme girişiminden ziyade, tarihsel hesaplaşma bize daha çok yardım etmez mi?
Sokrates'in 'adaletsizlik
yapmaktansa adaletsizliğe maruz kalarak ölmesi' ne kadar 'soylu' olursa olsun, Aristoteles'in 'adaletsizliğe maruz
kalmadan, ama kesinlikle de adaletsizlik yapmadan' nasıl yaşayacağımızı araması bakımından çağdaşımız olduğuna inanırken; ve
Aristoteles'in, Sokrates'in ölümü karşısında girilen açmazı 'Sitemin bir
adaletsizlik daha yapmaması için kaçıyorum' diyerek açmasındaki
tutumu, hiç de bir araçsal akıl tutumuna indirgemeden benimserken, birilerine
adaletsizlik yapar mıyız?
Farklı standardı çifte
standarddan ayırdedebilir miyiz?
Bu soruya 'evet, ama
bunun yolu temellendirici ilkelerden değil, phronésis erdeminden geçer'
diye yanıt vermek, hiçbir şey dememek midir?
Phronesis (Phronesis) bilgelik ya da felsefe tartışma ortak bir konudur
zeka türü için Yunanca bir kelimedir. Böyle episteme ve techne gibi - - pratik
düşünce erdem olarak Aristotelesçi etiği, Nicomachean Etik örneğin, bilgelik ve
entelektüel erdemlerin diğer bir deyişle ayırt edilir. Bu nedenle Latince
"basiret" olarak sadece bilgelik ya da istihbarat anlam kelimeyle
tercüme olmadığı zaman, genellikle "pratik bilgelik" olarak
tercüme edilir, ve bazen de (daha geleneksel).
Felsefeden bize
narratifler, tarihsel öyküler anlatmasını istemek ve felsefenin bütün
hayatımızı değiştirmesini beklemekten vazgeçmek, onun böyle bir gücü
olmadığını ve hiçbir teorinin böyle bir gücü olmadığını kabul etmek, felsefe
ve teori ile ve sanat ile ve bilim ile ve din ile barışmak mı bozuşmak mıdır?
'Dil oyunları oynarken, bir dil oyununun
bizi oyuna getirmesinden nasıl kaçacağız?' sorusuna yanıtın 'mümkün
olduğu kadar çok dil oyunu okuyarak' olması, oyuna gelmiş olmak mıdır?
Doğru, adil olmanın
muadili rasyonel olmaktır, ama hangi rasyonaliteye göre rasyonel olduğumuza
bağlı olarak adilliğimiz ve onunla beraber ahlâkımız ciddi bir tehdit altındadır.
Bu tehdidi farketmek, bana adil olmanın en önemli adımı olarak görünüyor.
Evet, hepimiz, adaletsizlik yapmadan ama adaletsizliğe de maruz kalmadan
yaşamaya çalıştığımız sürece adil olabiliriz.
Bu zor zamanlarda, ahlâkı -veya karakteri ve
ahlâkın o gitgide daha çok unuttuğumuz pratik-temelli ’bütünsellik'ini
hatırlamak, sanırım en çok ihtiyacımız olan şey. Unutmaya ihtiyacımız olan şey ise, günlük dil içerisinde karşımıza çıkıp
ahlâkı neredeyse tümüyle cinsel çağrışımlı bir sözcüğe dönüştüren kullanımlar:
örneğin bu tür kullanımlar ile "Ahlâk Zabıtaları"nı ve "Ahlâk Masası’nı yarattık.
Bu gibi kullanımlar, vaktiyle bir birlik içinde
düşünülen ve yaşanan erdemlerin adlarının nasıl pratik bağlamlarını yitirdiğini
sergilemeyi sürdürürken, biz bu zabıtaların veya masaların neden birer erdem
olan adaletin, cesaretin, sebatın, itidalin v.b.nin karşıtlarının veya
ifratlarının ve tefritlerinin peşine düşmediklerini kendimize sormadık bile.
İşte şimdi, belki de
böyle sorular sormalıyız. Ahlâklılık, cesur, adil, namuslu, sabırlı, yücegönüllü,
kendini-bilir, aklıbaşında, zeki, dost, cömert olmaktan ayrı düşünülebilir mi?
Bu erdemlerden herhangi
biri eksik ise diğerlerinin tam olması mümkün müdür?
Bu sorulara 'evet'
yanıtı verildiği için, bugün, zor zamanlarda yaşadığımızı düşünüyoruz. O yüzden
yanıtlardan ziyade, mevcut yanıtların sorularına yeniden dönmeli ve bunun
'benim tercihim' değil 'hepimizin tercihi' olur mu diye düşünmeliyiz. Sh: 368-373
Derleme Kaynak:
Prof. Dr. Solmaz Zelyüt HÜNLER,
Ravvls ve Maclntyre İki Adalet Arasında Liberal ve Komunitaryan Düşüncelerin Çatışma Alanı, 1997, Vadi Yayınları, ANKARA
Prof. Dr. Solmaz Zelyüt HÜNLER,
Ravvls ve Maclntyre İki Adalet Arasında Liberal ve Komunitaryan Düşüncelerin Çatışma Alanı, 1997, Vadi Yayınları, ANKARA
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar