İlim Üzerine İblis
Cenâb-ı Şeyh-i Ekber
”et-Tedbîrâtü’l-İlâhiyye fi Islâhı Memleketi’l-İnsâniyye” kitabında buyurduğu
üzere
“rûh” u Cenâb-ı Musa aleyhisselâma;
“İblîs” i de Fir’avun’a
“ilm” i de “deryâ”ya teşbih
buyurmuştur. Nitekim Firavun askerleriyle Mûsâ aleyhisselâmı Kızıldeniz’i sahiline
kadar takip etmiş ve Cenâb-ı Musa aleyhisselâm asası ile denize vurup kendisine
bir yol açılmakla o yola girerek karşı tarafa geçmiş ve Fir’avun dahi onu
takîben bu yola girmiş ise de deniz kavuşup helak olmuştur. Ruh dahi İblîs’in
tecâvüzü hâlinde deryayı ilimden açılacak bir yola sülük etmesi gerekir. Zira “ilim”
riyaset ve kendini beğenme vereceğinden ve Âdemoğlu’nun helaki riyaset ve
kendini beğenme sebepleriyle vâki’ olduğundan şeytan Ademoğlu’nun ilim tarafına
meylini pek ziyâde arzu eder ve onu riyaset ve ucüb sebepleriyle helake
düşürmek ister.
Binâenaleyh sen ilim
sahiline gelip açılan tarîka girince düşman dahi arkandan gelir. Tâki ilim
denizinin ortasına gelir, deniz onun üzerine kavuşup sesinin dahi çıkmasına
meydan vermeden kolaylıkla gark ve helak eder. Ve işte bu hakikate binâen
ulemanın bazıları
“İlmi, Allah’ın gayri için talep ettik; ilim kaçındı ve bizi ancak Allah
Teâlâ’ya reddeyledi” dedi. Yani biz ilmi riyasete nail olmak ve insanlara karşı bu sayede gelir
ve dünya refahına vasıl olmak için istedik; ilim tahsil ettikçe bu maksat
bizden çekildi. İlim bizi Allah Teâlâ’nın gayri olan bu maksada ulaşmaya mani
oldu. Nihayet bizim elimizden tutup asıl yaratılış maksadı olan marifetullâha
sevk eyledi.
İblîs Âdemoğlunu ilme
teşvik edip, onu o ilim sahasında şaşırtmak için arkasından gelir. Fakat ilmin
hâssası neticede insanı marifetullâha sevk olduğundan İblîs şaşırtma niyetini
ifâ edemez. Şerri murat ettiği halde neticede hayır zuhur eder. Nitekim
Firavun, Musa aleyhisselâmın peşinden
deryaya dâhil oldu ve derya kavuşup kendisi helak oldu. Eğer derya
kavuşmayıp Hz. Musa aleyhisselâma yetişe idi, onunla harp edecekti…
Eğer düşmanın sana: “İlme
çalış, tâ ki zamanının insanları üzerinde yükselesin! Hükümdârlar senin önünde
eğilsinler ve halk sana muhtaç bulunsunlar!” derse, sakın bu emr-i
şeytanîdir deyip ilim tahsilinden vazgeçme ve çok çalış. Zira düşmanın olan
İblîs “senin hevânın ferahı ve sevinci, ancak senin amelsiz amelin iledir.
İlim ise ameli olmayan bir ameldir. Yani sen ilim tahsili ile meşgul olduğun
vakit, başka türlü amel ile meşgul olmaya vaktin müsait olmaz. Bütün
vakitlerini ilim işgal eder. Düşmanların seni başka amelden alıkoydukları için
sevinirler.” Demeye devam eder.
Hâlbuki o zavallılar bilmezler ki, ilim kendi
hakikatinin verdiği şeyin gayrinden uzaklaştırır. Yani ilim öyle bir şeydir
ki, yukarıda izah olunduğu üzere neticede marifetullâha ulaştırır. Onun
hakikatinin verdiği şey ancak budur.
İblîs’in hakikati
cehâlet ile şaşırtmak istemesidir. Hâlbuki ilmin hakikati dalâlete değil,
hidâyete sevk ettiğini İblîs dahi bilememektedir. Çünkü İblîs’in batınî
gözü kördür, hakikate nazar edemez. O yalnız zahir gözü vardır. “Şeytanın
bir gözü kördür” denilmesi bu nedenledir. İblîs’in hakikati görmemesinin
delillerinden biri de Âdem aleyhisselâma secde ile emr olundukda “Ben Âdem’den hayırlıyım. Çünkü beni latif
olan ateşten ve onu koyu ve yoğun olan topraktan yarattın” deyip ona
secdeden kaçınmıştır. İblîs bu sözünü ilme dayandığını zannetti. Hâlbuki Allah
Teâlâ melâikeye secdeyi emir buyurmuş ve İblîs dahi melâike arasında bu hitabı
duymuş idi. Halîfe ise yerine halife koyan ile aynıdır. Buna
göre muteber olan şey, halîfetullâh olan Âdem aleyhisselâmın zahiri değil,
bâtınıdır. Melâikenin Âdem’e secde ile mükellef olması, onun hakikatine
nazarandır. Bâtınî gözü kör olan İblîs Âdem’in hakikatini göremediği için,
Allah Teâlâ’nın emrine muhalefetle kulluk yolunda üzerinde yürüyemedi. Kibri
buna da mâni’ oldu. Fakat Âdem aleyhisselâm taştan ve topraktan bina olunan
Ka’be’ye secde ile emr olunduğu vakit bu, gayrullâha secde olmakla, caiz
değildir, demedi. Kulluk yolu üzerinde yürüyerek Ka’be’ye secde etti. Ve
“Beni halîfe olarak
yarattın; ve sıfat-ı semâniyye-i ilâhiyyenin mazharı kıldın. Cansız maddeden
ibaret olan Ka’be’nin aslı ile benim aslım arasında fark vardır. Ben üstünüm o
basittir. Niçin ona secde edeyim” diyerek serkeşlik etmedi. Zira Âdem bilir ki, Hak Teâlâ hazretleri
Hakîm’dir. Onun emrine karşı kıyas edepsizliktir. Ubûdiyyet kulluk ancak emre
uymaktır.
İblîs’in yukarıdan beri
izah olunan hali hep sırf cehalettir, ilim değildir. O ise onun ilim olduğunu
düşünüp hayal etti de, ben Âdem’i ilim ile kandırdım zannetti. Bu sebeple
âdemoğlunu ilme teşvik eyledi. Hâlbuki
bilmez ki, eğer âdemoğlu ilminde yükselirse, bu ilim onun aybını ve cehaletini
açığa çıkarır. Neticede Âdemoğlu, dalâlete düşmek şöyle dursun, belki hidâyet
bulur.[1]
[1] KONUK, Ahmed Avni ,”et-Tedbîrâtü’l-İlâhiyye fi Islâhı
Memleketi’l-İnsâniyye” Tercüme ve Şerhi, hzl: Mustafa TAHRALI, İst.
1992, s. 319-324
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar