İran'dan
Örtünmeyi Eleştirme İrec Mirza
Yüzünde
peçe var, cilvesiyle gönlü etkiliyor
Eğer
peçesi olmadan cilve yapacak olursa, Allah bizi korusun
Şehrin
din adamı örtünmeyi ortadan kaldırma taraftarı değildir
Çünkü
her ne hile yaparsa örtünün içinde yapıyor
Kur’ân’ın
zahiri açıklaması onun isteğiyle uyumlu olmadığı için
Batına
giderek doğru olmayan yorumlar yapıyor
Ondan
kanıt göstermesini istemek gereksizdir, çünkü kurt
Hangi
kanıtla olursa olsun kuzuyu ikna eder
Mîrzâ,
bu kasidesini Horâsȃn’da söylemiştir.
Biri
bu bulmacayı sordu ve ben bilemedim
Her
kim onu çözerse benim sevabıma girer
İran
halkı dışında hangi canlı vardır ki
Kendi
eşini görmeden seçer?
Örtünmüş
olan grubun (kadınların) çabası nerededir ki
Erkekce
örtünme taraftarlarına cevap versin
Peçe
kadının yüzünde irfan kapısının seddidir
Kapıyı
açacak olan hakikat eli nerededir?
Evet,
halkımızın yarısına efendilik yapmak için
Bu
müftüler grubunun peçesi vardır
Şeyh
hazretlerinin zahitliği kedinin zahitliğine benzer
Hayır,
belki kedi o şeyh hazretlerine benzerlik gösterir
Eğer
kedinin eli sudan biraz ıslanacak olsa
Onu
çokça silkeler ve kuruması için acele eder
Islanmış
elini temkinli bir şekilde kendinden uzak tutar
Şehrin
şeyhi gibi pisliğe bulaşmaktan kaçınır
Bu
türden haberdar olmayan birisi
Suyun
her kedinin pençesine işkence yaptığını sanır
Ancak
doymak bilmeyen gözü havuzdaki balığa ilişince;
Sinesinden
kuyruğuna kadar (bütün vücudunu) suya daldırır
Sana
hanım diye hitap eden benden korkma
Sana
süt kardeş diye hitap edenden kork
Hipnotizmanın
sırlarını kimden öğrendiğime şaşırıyorum
(Çünkü)
Şehrin din adamı uyanık insanı (bile) uyutur
Mekke’deki
kadınların hepsi peçesiz dolaşır
Söyle
de hücum edip o evi (Kȃ’be) harap etsinler
Suyun
içindeki yuvarlak ay (dolunay) hiç kimsenin eline geçmez
Onu
ele geçirmek isteyen her ne kadar çabalarsa da
Sen
de namus perdesini giy ve yüzün parlasın
Bırak,
sahte şeyhin gözyaşını, köpek gibi havlasın
İnkılâbın
eli bize yardımcı olmazsa
Ilımlı
hareket etmekle bu perdeden kurtulmamız mümkün değildir
Bu
karanlık gecenin bulutları dağılınca
Ev
ve sokak ay ve güneş (ışığı) ile dolar (aydınlanır)
Şeyhin Gözyaşı (39. Kıt‘a) İrec Mirza
Şeyhin
gözündeki o yaşlardan Allah’a sığınırız,
Bu
azıcık suda nice evleri yıkar
Rızkını
kazanmak için gözyaşlarıyla çalışan
Hint
denizinde bir canlı olduğunu duymuştum
Sahile
gelir ve hissiz bir şekilde toprağa yatar
İki
göz şaşkınlıkla güneşe doğru bakar
Güneşin
sıcağından dolayı istifrağ ve gözyaşıyla dolar
Sinekleri
çekmek için göz salyayla dolar
Onun
göz kasesi sinek ve haşerelerle dolunca
Kirpiğini
kapatır ve başını suyun altına sokar
Göz
yaşı keskin ateşten daha yakıcıdır,
Sivrisineğin
kalbini ve sineğin bedenini kebap gibi yapar
Şeyhin
gözyaşı bu canlının gözyaşı gibidir,
Gitme
seni sinek ve sivrisinek gibi avlar
Sîmîn Bihbehânî
Sîmîn
Bihbehânî 1927 yılında Tahran’da dünyaya gelmiştir. Abbas Halîlî ’nin
çocuğu olan Sîmîn Halîlî, Sîmîn
Bihbehânî olarak tanınmaktadır. YahyaAryenur, Sîmîn Bihbehânî’ nin babası hakkında şöyle yazmaktadır:
“ Hacı Molla Ali’nin oğlu Abbas Halîlî, H.ş.
13. Yüzyılın büyük âlimlerindendir.
Necef’te dünyaya geldi ve orada eğitim aldı. İngiliz ayaklanması sırasında Irak’ta görüldü. ‘İslam
Ayaklanması’(Nihzet-i İslâm) adında bir
cemiyet kurdu ve o cemiyetin başkanı oldu. İngilizlere pek çok zararı
oldu. I. Dünya Savaşı sonra İngilizler
Irak’ı ele geçirince, gençlerden oluşan
bir grup ayaklandı. İngilizler de
ordusunu toplayıp Necef’i kuşattılar ve o gençlerin hepsini yakalayıp
idam ettiler. Fakat onlardan iki kişi
kaçtı ve canını kurtardı. O iki kişiden biri de Halîlî’ydi. Yürüyerek
İran’a geldi. Tanınmamak için kendisine
Şeyh Ali Feti El-İslam adını verdi. Ra‘d
Gazetesinde Arapça tercümanlık yaptı.
İngilizlerle anlaşma yapılıp genel af ilana eline kadar hayatını bu şekilde sürdürdü. Sonrasında Halîlî de gerçek
adını kullanmayabaşladı ve yaşamı düzene
girdi. Belediye
Gazetesiyöneticisi Seyid Ziya‘eddin ile anlaşma yaptı. İran devrim yenilgisinden sonra Halîlî, İkdam Gazetesini
kurdu ve kendine ait edebi eserleri, asıl niyeti de buydu, oluşturdu.” Abbas Halîlî şair, yazar ve gazete
editörüdür. Babası Abbas Halîlî, 1893 yılında
doğmuş. Babası Arapça ve Farsça dillerinde şiir söylemiş ve Firdevsi’nin Şahnâme’sinden yaklaşık 1100 beyitleri Arapçaya tercüme
etmiştir. Babası aynı zamanda sayısız romanlar
yazmış ve yayımlamıştır. Necef’ te birçok kişi tarafından, roman tarzı
taklit edilen Abbas Halîlî’nin,
kaleme aldığı eserleri Siyah
Dünya,İnsan,İntikam ve Gecenin Sırrıromanlarından ibarettir. Halîlî 21 Behmen 1971 yılında 78 yaşında vefat
etmiştir. Sîmîn Bihbehânî babası
hakkında şöyle yazar:
“ Babam tarih veinceleme konusunda onlarca cilt kitap yazmıştır. Roman tarzını
başlatan kişidir. ( 1924) Siyah Dünya(Rûzgâr-i Siyâh), İnsan(İnsân), Gecenin Sırrı(Esrâr-i
Şeb), Zindandakiler(Zindânîyân) onun romanları
arasındadır. Onun inceleme yazıları arasında tamamı İslam’dan bahseden
iki ciltlik Kureyş Tarihi (Târih-i
Kûreş) ona ait eserlerden bir diğeridir. Müdürü ol duğu İkdam gazetesinin
çok okunduğu zamanlarda yani Muhammed
Rıza Pehlevi dönemi öncesi, 1941 yılının Şehriver ayından sonraki yirmi yıllık Fetret
döneminde, eserleri Milli kütüphanelerde, meclislerde ve saygın başka kütüphanelerde yayımlanmıştır.
Hızlı ve harekete geçiren makaleleriyle de halen birçok kişinin zihnindeki durağanlığı
canlandırmıştır.” Sonra şöyle devam
eder:
“
Şüphesiz ben cesur, hakkını savunan,
özgürlükçü ve korkusuz olmayı babamdan öğrendim. (eğer başarabildiysem) O sadece kadın hakkının
kazanılmasında çalışmadı, kadın haklarını arayarak yaşamı boyunca kadınlara rehber oldu.” Annesi Fahr-i Uzma Argun ( Fahir Adil
Hil‘atberi ) şair,yazar ve gazeteciydi.
Annesi 1898 yılında doğmuş, 1966 yılında vefat etmiştir. Sîmîn Bihbehânî annesi hakkında şunları
söyler:
“ … Annem sanırım kendi dönem kadınlarının ilginç örneklerinden biriydi. O
dönemde kadın için okuma ve yazma günah
sayılıyordu. Annem o dönemin önemli bilgilerini yeterli düzeyde almıştı:
Fars edebiyatı, fıkıh, usul, Arap dili,
felsefe, mantık, tarih ve coğrafya derslerini iyi bir şekilde zamanın hocalarından, ki hocalarından iki tanesi de
erkek kardeşleriydi, öğrenmişti. Fransızcayı kendi evlerinin yakınında oturan İsveçli bir
kadından küçük yaşta öğrenmişti. Elbette annem
şanslıydı, çünkü anne ve babasının kucağında büyümüş ve küçükken onun
eğitimi için hiçbir imkândan
kaçınmamışlardı” Fahr-i Argun Hanım
sosyal ve aktif bir kadındı. Kendisi gibi düşünen birkaç kadınla birlikte 1922 yılında Vatansever Kadınlar Derneğini (Encümen-i Nisvân-i
Vatenhâh)kurmuş ve bu derneğin aktif
üyesi olmuştur. 1935 yılında da Kadınlar
Gazetesini kurmuş. İran’da kadın
hareketinin, İran feminist düşüncenin öncüsü olup kadın haklarını korumuştur.
Demokrat parti (Hizb-i Demokrât) üyesi olan Fahr-i Argun Fransızca öğretmeni
olarak da görev yapmıştır. Annesi ve
babası 1924 yılında evlenmişlerdir. Evlilikleri uzun sürmemiş ve bu evlilikten Sîmîn dünyaya gelmiştir.
1930 yılında Fahr-i Argun, Abbas Halîlî’den
boşanmış, daha sonra Fahr-i Argun İran Gelecek gazetesinin(Neşrîyat-i
Âyende-yi İrân) müdürü olan Adil
Hil‘atberi ile evlenmiş ve bu evlilikten de üç çocuğu olmuştur. Fahr-i Argun ömrünün sonuna kadar kadınların
eğitimi ve kadın hakları konusunda
şiirlerle kadınlara seslenmiş, onlara rehberlik etmiştir. Sîmîn Bihbehânî annesinin sosyal faaliyetleri konusunda şöyle söylüyor:
“
Annem sosyal yönden benden daha aktifti.
Yaşamının, malının ve ilgisinin tamamına yakınını bu faaliyetlere
yönlendirmişti.” Bu sözlerden Sîmîn
Bihbehânî’ nin annesi ile olan hatıralarının ve zihninde tüm canlılığıyla
yer aldığını görmek mümkündür. Fahr-i Uzma Argun İran’ın sosyal açıdan en
karışık olduğu dönemlerinden birinde
büyüdü. Bu durum sadece kendi vatanında değil tüm dünyada yaşam
düzeninin altüst olduğunu görüyordu. O
dönem I. Dünya Savaşı çıkmıştı. Aynı zamanda Rusya’daki Bolşevik İsyanı sonrası her yeri keder kaplamıştı.
Dünya siyasi tarihinde dengeler değişirken İran’da dünya genelinde yaşanan olaylardan
etkilenmiştir. Dolayısıyla odönemde büyüyen Fahr-i Uzma Argun da bütün bu olanlara şahit
olmuştur. Sîmîn Bihbehânî annesi
hakkındaki düşünceleriyle birlikte kendisinin şiire yönelişinin temelini de açıklıyor:
“
Küçükken tamamen anneme bağlıydım çünkü
babamdan ayrılmıştı ve kendini tamamen
bana vermişti. Babamı çok az görüyordum. Tek dayanağımın annem olduğunu biliyordum. Annem bana adalet,
dürüstlük, doğruluk, mutluluk, şefkat, acıma gibi duygularını kazandırdığı gibi bana İran
müziği eğitimi vererek şiirdeki redif ve kalıpları öğretmiş oldu. Şair olmak için gerekli olan
her şeyi öğretti ve beni şairliğe teşvik etti.
Küçüklüğümden beri şair olmam için çabaladı. Kelime kelime şiirleri
dilime yerleştirdi.” Sîmîn Bihbehânî’nin
şiirlerindeki başarının temelinde aileden gelen eğitimin yadsınamaz düzeyde olduğunu bu sözlerinden
anlamak güç değildir. Annesi, Sîmîn Bihbehânî’nin küçükken edebiyata ilgi
duymasını ve edebiyat dünyasında da
başarılı bir şekilde yerini
almasını sağlamıştır. 1939 yılında Sîmîn
Bihbehânî lise çağına gelmişti, kendisi hakkında şunları yazar:
“
On üç, on dört yaşlarından fazla değilim. Bizim evimizden(öz babasının
evinden bahsetmektedir.) nispeten büyük
bir evdi. Annem eşiyle burada yaşıyordu... Ben de ikinci babamın gölgesinde yaşıyordum. Yaşantım
nispeten huzurluydu ama sevgi açısından her
zaman bir şey eksikti.” Şairin çok küçük yaşta şiir yazmaya başlamasında
kuşkusuz annesinin rolü büyüktür. Çok
iyi bir eğitim sürecinden geçen Sîmîn Bihbehânî ilk şiirinion dört yaşında
yazmıştır. Bu konu hakkında da kendisi
şunları söylemektedir:
“
Annem ilk gazelimi Meliku‘ş Şuarâ
Bahar(1886-1951)ın editörlüğünü yaptığı
Nevbahargazetesine gönderdi ve orada
yayımlandı. Sözü edilen gazelin ilk beyti şöyleydi:
“
Ey açlıktan inleyen millet, ne yapıyorsun?
Ey perişan fakir millet ne yapıyorsun?”
Sîmîn Bihbehânî ilk evliliğini Hasan Bihbehânî ile yaptı. Bu evlilikten
iki oğlu bir kızı oldu. İlk oğlu olan
Ali 1947 yılında, Hüseyin 1949 yılında kızı UmidKârun ise 1954 yılında dünyaya gelmiştir. Sîmîn Bihbehânî, 1951 yılında Eğitim
Bakanlığında öğretmen olarak çalışmaya başlar.
Kendisi bu konuda şöyle söyler:
“
İşe başladığım ilk gün sınıfa girdim. O kadar gençtim ki öğrencilerle aramda fazla yaş farkı yoktu.
Hatırlarım, bir gün öğrenciler etrafımı
sarmıştı. Gençtim, az bilgiliydim ve hiç
tecrübem yoktu. Tam o esnada bir müfettiş sınıfa girdi. Hayretler içinde pazar yeri kalabalığındaki
sınıfta öğrencilerden birine sordu:
“
Öğretmeniniz nerede?” Öğrenciler beni
işaret etti ama müfettiş inanmadı…”
Sîmîn Bihbehânî, 1958 yılında Hukuk Fakültesine girmiştir. Aynı zamanda
Edebiyat Fakültesine de kabul
edilmiştir. Her ne kadar iki bölüm
arasında seçim yapma konusunda
tereddütler yaşa da iki bölümü birlikte yürütmüştür. Edebiyat Fakültesi’ni bırakmama nedeni, ise küçük yaşlardan beri başlayan şairlik
sevdasıdır. Edebiyat Fakültesi’ne başladığı ilk günü şair şöyle anlatır:
“
İlk gün bu fakülteye gitti. Hafızası kuvvetli Dr. Mu‘in sınıfa gelmiş ve kürsüsüne oturmuştu. İstekli ve sakin duran
kırk elli öğrenciyeşöyle bir bakış attı. Sonra
bakışı benim yüzümde hayretle kadı. Sordu:
“
Siz şair misiniz? Kızardım ve her zamanki gibi
utanarak
“ Evet.” dedim. Sesim yükseldi. Çaresizce
sıradan çıktım ve karşısında durdum.
Baştan sona Arapça ve harekesiz olan bir metni elime tutuşturdu ve
“ Oku!” dedi. O kadar çok heyecanlandım ki metni Hint üslubuyla okudum.
Yavaşça ve ağırbaşlılıkla tebessüm etti ve
şöyle dedi:
“
Tamamen yanlış okudun.”
“
Bu metinde hareke yok. Nasıl doğru
okuyayım?” dedim.
“
Siz her durumda o metni okuyabilmeliydiniz.” dediğini işittim.” Sîmîn Bihbehânî, Hasan Bihbehânî ile süren
evliliğini sonlandırmıştır. Boşandığı yıl
eşi Menuçihr Kuşyâr hayatına girmiştir. Hukuk Fakültesi’niokuduğu sırada
aynı bölümde okumaları nedeniyle
birbirlerini tanıyorlardı. Fakat o zamanlar Sîmîn Bihbehânî, Hasan Bihbehânî ile evliliği devam ediyordu. Sîmîn
Bihbehânî 1962 yılında boşanmıştır. Menuçihr
Kuşyâr ile tanışma maceralarını Ân Merd Merd-i Hemrâhemkitabında uzun
uzun anlatmıştır. Şairin Menuçihr Kuşyâr
ile evliliği ise 1984 yılında Menuçihr’ in ölümüyle sona ermiştir. Sîmîn Bihbehânî 1951 yılından 1981 yılına
kadar sadece eğitimle meşgulolmuştur.
Öğretmenlik görevini yaparken tüm ilgisi bu alanda olmuştur. Öğretmenlik
mesleğini ayrı bir kefeye koyan şair,
uzun bir süre başka şeylerle ilgilenmemiştir. Kısa bir süre Kadınlar
Derneği(Encümen-i Nisvân)nin hukuki danışmanlığını üstlenmiştir.
1978 yılında,
İran Yazarlar Derneği(Kanûn-i Nivîsendegân-i İrân)üyeliğini kabul etmiş ve derneğin başkanı olmuştur. Aynı yıl
İnsan Hakları Gözetmeni Hellmann-Hammet
Grant (Human Rights Watch / Hellman- Hammett) ödülünü almıştır. 1998
yılında Nobel Edebiyat ödülü adayı
olmuştur. 1999 yılında ise Berlin’de İnsan hakları örgütü Carl Von Ossietzky ödülünü almıştır. Sîmîn Bihbehânî 2009 yılında dünya kadınlar
gününde kadın hakları konusunda konuşmacı olarak Paris’e gitmeye karar
vermiştir. Fakat güvenlik memurlarının
engellemesiyle karşı karşıya kalmıştır. Yetkililer Sîmîn Bihbehânî’nin pasaportuna el koyarak yurt dışına çıkma yasağının olduğunu
söyleyerek engellemişlerdir.
Şair
bugün 87 yaşında ve maalesef gözlerini
kaybetmiştir. Bugün üç çocuğuyla birlikte Tahran’da yaşamaya devam etmektedir.
Sîmîn Bihbehânî şiirlerinde sosyal ve siyasi konuları işlemekten
çekinmemiştir. Bu durumun yaşanmasında
ailesinin ve çevresinin etkisi oldukça yoğundur. Bu durumu açıklayan en iyi örneklerden birisi de Câ-yi Pâkitabındaki Mirasadlı şiiridir. Tudeh subaylarından
on iki kişinin Şah’ın zindanında idam
edilmesinin ilk yıldönümünü hatırlatmak amacıyla yazmıştır. Sanat ve edebiyat alanından birçok
kişi zaman zaman bir araya geliyor ve bu alanlar hakkında tartışıyorlardı. Toplantı yerleri
genellikle sanat dünyasından birisinin evinde
gerçekleşmekteydi. Bu toplantılarda Nâdir Nâdirpur, Rıza Seyyid Hüseynî
Mehdi Ehavan Salis, Bijen Müfid,
Menuçehr Ateşi gibi önemli isimler
vardı. Bu isimler dışında Furûğ-i
Ferruhzâd da yer alıyordu. Sîmîn Bihbehânî’yle Furûğ Ferruhzâd arasında
gizli bir rekabet vardır. Bir araya geldikleri
edebiyat toplantılarında bu durumun yaşandığını bizzat şairin kendisi şu şekilde dile getiriyor:
“
Furûğ o zamanlar çeharpareyi bırakıp Nimai tarzda şiir yazmaya başlayalı iki yıl olmuştu. O günlerde
“
Şarâb-i Nur” adlı gazelimde yeni birçok tasvir
kullanmıştım.
Ajenggazetesindeyken o gazelim yayımlanmıştı. Hâlihazırda birçok
kişi gazellerim yeniliği yansıttığı için
örnek gösteriyorlardı. Ne yazık ki Furûğ bu durumu kabul etmedi ve benim izimi silmek için inatla
çalıştı. Cevabım ise bu durum karşısında tamamen susmaktı. Gençken ayrı görüşe sahip olmaktan
kaynaklanan kavgaların çoğu, şimdi benim
için anlamsızdı. O benim sözlerimdeki amacı idrak edemedi .”
Sîmîn
Bihbehânî, Furûğ-i Ferruhzâd ile yaşadığı bir anı için şunları söyler:
“
Düzenlenen bir gecede şiir okuduğum sırada Furûğ biraz geç geldi veyer
bulamadı. Birisi kalktı ve o oraya
oturdu. O esnada mikrofonun önündeydim ve
Nâdir-i Nâdirpur da beni tanıttı.
Yanıma oturdu. Furûğ iki üç şiirimi dinledi ve yavaşça toplantıyı terk eti.
Eğer şimdiki gibi tecrübeli, şefkatli ve
açık gönüllü olsaydım giriş kapısından girerken ona hoş geldin demem gerekirdi. Onun övgüyle söz edilen
şiirlerini över ve birlik olmak için bir yol
arardım.”
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar