İŞYERİNİN RUHU, SİZDEN RUHUNUZU İSTER
20'li yaşların başındaydım. Bir rastlantı sonucu
büyük bir reklam şirketinde metin yazarlığı yapmak üzere işe başlamıştım. Bir
oda gösterdiler, şirketin çalışanlarıyla tanıştırdılar. Metin yazarlığı yapmak
içten içe ağrıma gidiyordu. Bu işi onuruma yediremiyordum, ama para kazanmam
gerekiyordu. Başarısız da sayılmazdım. Çünkü işin kendisi pek zor değildi.
Edebiyat tutkusu olan biri için, bence çok sıradan olan reklam cümleleri
kurmak, ruhen zor olsa da pratikte pek zor sayılmazdı. Ancak çok sonraları işin
kendisinin değil, işyerindeki insanlar arasındaki geçerli işaretleri,
ritüelleri, kuralları, gizli anlamlar taşıyan hitap şekillerini, ast-üst ilişkilerinin
vazgeçilmez ve büyülü hükümlerini öğrenmenin ve uygulamanın zor, hem de çok
zor olduğunu öğrenmiştim.
İşyerinin ruhunu
bilmek, onu sindirmek, onu hâkim kılmaktı esas olan. İşi yapmak yeterli
değildi, bir de onu pazarlayacaktınız. Diyelim pazarlamaya, yaptığınız işi
satmaya gönlünüz razı oldu; sadece dalkavukluk, sahte nezaket gösterileri, göze
girme oyunlarıyla bunu başaramazdınız. İşyerindeki yatay ve dikey
ilişkilerin ruhunu bilmeli, bu ilişkilerdeki kodları doğru ve hatasız
okumalıydınız. İşyerlerinde her zaman küçük ve geçici hizipler, çıkar gruplan
olur, bunları gözlemeniz gerekirdi. Bu çıkar grupları bazen aralarında insan
transferi yaparlar. Zaman zaman sahte dayanışmalar olur. Bu küçük çıkar
gruplarının oynak haritasını iyi çıkarmanız menfaatiniz gereğiydi.
Her zaman işyerinin
nabzını tutan, subaşlarını tutan birkaç kişi vardır. Ama onlar da bu küçük
grupların dirençlerine, güçlerine göre karar alırlar, tavır koyarlardı. Kimi
zaman da, özellikle bir dış tehlikeye, ortak bir düşmana karşı küçük gruplar
birbirleriyle anında ateşkes ilan ederlerdi. Esas olan işyerinin varlığıydı
çünkü!..
Ceplerinde Edip Cansever
kitaplarıyla işyerine gelen bense, önceleri bu işaretleri, bu yatay ve dikey
ilişkileri bırakın öğrenmeyi, fark etmiyordum bile. İşimi yapıp, ilgili kişiye
zamanında teslim ediyordum. Fakat garipti, yaptığım hiçbir iş kabul edilmiyordu.
Bir süre sonra hemen hiç iş gelmez olmuş, odamda kendi kaderime terk
edilmiştim. Ancak, benden sonra işe giren, hatta zaman zaman işle ilgili
kendilerine yol gösterip yardım ettiğim insanlar kısa bir sürede işyerinin
ruhuna intibak ediyor, birçok işi ele geçiriyorlardı. Benden sonra işe
girdikleri halde her düzeyde insanla, her düzeyin kendi ilişki ve söylem
koduyla ilişkiye geçiyorlardı. Çaycı kadınla konuşmalarındaki hitap tarzları,
cümle kuruluşları ve ton ile, karanlık odacı ya da fotoğrafçı ile
konuşmalarındaki hitap tarzları, cümle kuruluşları ve ton ince ve anlamlı
nüanslarla ayrılıyordu ve bu nüanslan her iki taraf da çok iyi seçip değerlendiriyordu.
Bana gelince, hemen
hemen herkesle benzer cümlelerle ve tonda konuşuyordum. Çünkü herkes benim
eşitimdi orada. Genel müdür de, fotoğrafçı da, çaycı kadın da. Fakat bu, ofis
yasalarına göre en büyük suçtu! Ne kadar yetenekli ve çalışkan olsanız da
yasalar sizi çok ağır cezalara çarptırırdı. Önce tecrit, ardından işe
son verme.
Ben önce tecrit
edilmiştim. Kapımı kimseler çalmaz olmuştu. Sabahtan akşama kadar, okumadığım
klasikleri bu şirkette okuyordum. Tecritin verdiği aşağılanmaya karşı
Dostoyevski'nin ateşli ruhu koruyordu beni. Ruhuma Raskolnikov'lann ruhundan
aşı yapıyordum. Unutmadan, ofis yasalarına göre işyerinde kitap ve dergi
okumak ağır suçların başında gelir. Yo, bunun işyerinin zamanını çalmakla pek
ilgisi yoktur. Dedikodu yapmanız, küçük çıkar grupları kurmanız, bir
hizipten öbürüne insan transferi için masalar ve odalar arasında mekik dokumanız,
kitap ve dergi okumanızdan çok daha hoş karşılanır, hatta gariptir, bu tip
eylemler gizli teşvik edilir.
Tecritle işe son verme arasında
küçük bir ceza daha vardır. Herkesin maaşına belli oranda zam yapılırken size
hiç yapılmaz. Bu cezadan kısa bir süre sonra muhasebeden çağırırlar sizi, işiniz
bitmiştir!..
İşin kendisi asla zor
değildir, işyerinin ruhu sizden ruhunuzu ister. İnsanlar, buna razı olanlar,
olmayanlar diye ikiye ayrılır. sh:22-24
******************
Genç kızın düşüncesi
cesurdu. Kalbi iyimserdi. Tuttu, "solcu" bir dergiye gazeteci olarak
girdi. Para pul önemli değildi. Cesaretini ve iyimserliğini hayatın içinde
sınamak istiyordu yalnızca. Hayranlık duyduğu yazarlarla yüz yüze görüşecek,
onlara sorular soracaktı. Artık yaşamaya başlayacaktı...
Ve bir gün ilginç bir konu başlığı buldu: "Kadınlara yapılan sarkıntılıklar.
Ve İstanbul'da yöreden yöreye aldığı biçimler." İşte hayranlık
duyduğu yazar Metin Kâmil'e bu konuyu sorabilirdi. Kimbilir ne kadar çarpıcı
şeyler söyler, konuya o zengin bilgi birikimiyle ne kadar değişik yaklaşırdı?
Her şeye olduğu gibi bu sosyal probleme de yeni bir boyut katardı.
Ses alma cihazı, fotoğraf makinesi, kâğıdı, kalemi, her şeyi yanında.
Yüreği nasıl da heyecanla çarpıyor. Elleri terliyor, nefesi zorlanıyor. Ya bir
pot kırarsa, aptalca bir şey söylerse! O büyük insanın gözünden düşüverirse.
Yoo, aklına getirmemeliydi böyle feci şeyleri. Her şey güzel olacaktı. Yalnız,
görmüş geçirmiş gazeteci ablaları, ağabeyleri onu, hayranlık duyduğu bu
gazeteci-yazara karşı çok dikkatli olması için uyarıyorlardı. Ses alma cihazını
çaktırmadan açık tutmalı; dahası kendine sahip olmalıydı. Hemen paniğe
kapılmamalıydı. Bütün bunlara pek anlam veremedi. Ne olabilirdi ki? Gazeteci
ablaları ve ağabeyleri biraz kuruntulu ve kötümser kişilerdi galiba...
Ünü her yeri tutmuş gazeteci-yazarın bahçe içindeki nefis villasının
kapısını çalarken, o büyük heyecanı yatışmış gibiydi. Artık geriye dönüş
yoktu. Bu iş olacaktı. Hiç değilse deneyecekti. Kapı açıldı. İşte o
karşısındaydı: Centilmen, babacan ve güleryüzlü. Kendini rahat hissetti.
Gerginliği azaldı. Ünlü gazeteci-yazar onu çalışma odasına aldı.
Kitaplarını, paha biçilmez ansiklopedilerini, orijinal resimlerini gösterdi.
Son derece gelişmiş bilgisayarından koca Türkiye'de bir Kadir Sami’de, bir de
kendisinde vardı. Yazılarını bu müthiş bilgisayarda yazıyor ve ilginç alete
bağlı faksıyla yüksek tirajlı gazetesine oturduğu yerden gönderiyordu. Kız
şaşkın ve hayranlık dolu bir ilgiyle bilgisayara doğru eğilmiş bakarken,
birden kalçasında bir çimdik acısı hissetti. "Ayy, ne oluyor?" deyip heyecanla doğruldu
olduğu yerde. Ünlü gazeteci-yazar hiç istifini bozmadan, "Bak kızım,”
diyordu. "Bu daktilo da babamdan bana yadigârdır." Kız öylesine
garip bir duyguya kapıldı ki, bir an "ayy” diye bağırdığı için küçük
düştüğünü hissetti.
"Evet, kızım,” dedi ünlü gazeteci-yazar, "konu nedir?" Kız
gayet kibar ve tatlı sesiyle: "Efendim konu sarkıntılık. Erkekler neden
sarkıntılık yaparlar ve çevre faktörü bu konuda nasıl rol oynar? Aydınlatır
mısınız?" Gazeteci-yazar konuyu duyunca gevrek gevrek gülümsedi,
koltuğunda yayıldı. Gözlerinde garip ışık çakımları yandı, söndü. Sonra bilge
bir ses tonuyla: "Bak kızım," dedi. "Sarkıntılık
yapılmamış kadın düşünebiliyor musun? Onun için durum ne içler acısıdır bir
sorsanız." Kız gülümsedi. İşte hayranlık duyduğu kişi olaya nasıl bir
kara mizahla ve farklı bir tarzda yaklaşıyordu. Öyle sıradan bir şekilde "Sarkıntılık
kötü ve iğrenç bir şey" diye konuya girmemişti. Kız "aydınlanmanın"
arkasını bekliyordu ki, ünlü gazeteci-yazar gömleğinin düğmelerini açarak
vücudunu okşamaya başladı. Ve kıza doğrudan "Sizin cinsel organınız güzel
mi?" diye sordu. "Aman Tanrım, ne diyorsunuz siz? Ne demek
istiyorsunuz?" "Heyecanlanma yavrucuğum, sana çok açık bir soru
sordum." Kız, üzerine gelen panik dalgasını savuşturduktan sonra hemen aklına
teybin düğmesine basmak geldi. "Teybi kapat kızım, burada biz bize konuşuyoruz.
Kapat yavrucuğum." Kızın yüreğini yine bir heyecan kasırgası sardı.
Kapattı teybini. Korkusuna söz geçiremiyordu. Koca adam karşısında hiç
çekinmeden mastürbasyon yapıyor ve onunla yatmayı öneriyordu. Kız birden
kendisini sarsılarak ağlarken buldu. "Lanet olsun, ne biçim insansınız
siz. Bana nasıl böyle davranırsınız, oysa ben buraya ne duygularla..."
Kız katıla katıla ağlıyordu. Ünlü gazeteci-yazar geldi, kızı tükürüklere
boğarak öpmeye başladı. "Peki kızım, ağlama geçer, peki, madem gitmek
istiyorsun..." diye teselli etmeye çalıştı. Kız, etrafında dünya
savrulurken, kendini bir anda sokakta buldu. Karmakarışık duygularla yürürken
birden yanında teybinin ve fotoğraf makinesinin olmadığını anladı. Allah
kahretsin, nasıl geri dönüp alacaktı onları şimdi? Ama çok zor da olsa mecburdu
buna. Teybinin borcunu yeni ödemişti daha. Fotoğraf makinesini ise bir
arkadaşından ödünç almıştı. Tekrar merdivenleri gerisin geri çıkarken dehşetle
irkildi. Ünlü gazeteci-yazar, garip kahkahalarla gülüyordu. Düştüğü çaresiz
durum çok hoşuna gitmişti anlaşılan...
Dergiye nasıl gelmişti, arkadaşlarına olayı nasıl kötü duygularla ve
kendisinden nefret ederek anlatmıştı pek hatırlamıyordu. Bu nefretin rövanşını
almak için olayı yaşadığı gibi yazmalıydı. "Sarkıntılık üzerine bir
söyleşide başıma gelenler." Yazacak ve bayağılığın böyle tek taraflı
bir zafer kazanmasının önüne geçecekti.
Yazdı da. Ama öyle kaldı. Yazı "solcu" derginin yazı işleri
müdürünün çekmecesinde öylece bekledi. Çünkü kimse ünlü gazeteci-yazarla arayı
açmayı göze alamıyordu. Şunun şurasında kaç kişiyiz ki? Hem bu adamın kolu
uzundu. Onlara bütün iş ve yaşama imkânlarını kapatırdı. Hem böyle şeyler
olurdu ve herkes de bilirdi. Orada burada anlatılır, geçiştirilirdi. Başka
mevzu mu yoktu?
Kızın düşüncesi cesurdu ya, solcu dergide tutunamadı. İçinden geldiği gibi
konuşuyordu. Dengeleri hiç düşünmüyordu.
"Sosyal ilişkileri" zayıftı galiba. "Hayat bilgisi" de kıttı biraz...
Şimdi bütün bunları bana anlatırken iç burkan bir haz duyuyordu sanki.
İyimserliği yara almıştı. Umutsuzluğunda gizli bir bilgelik vardı sanki.
Yaşlanmıştı. Onu yok sayanları, daha sevdiği işin başındayken ona hayal
kırıklığından taç örenleri lanetliyordu. Yaşlanmıştı, çabucak.
Bense, zaman zaman "Pislik yapmak bir ihtiyaçtır," diye düşünsem
de, iç bulantımı önleyemiyordum. "İncelik kimin eseriydi o halde?” sh:28-31
Kaynak:
Cezmi ERSÖZ, Ancak Bir
Benzerim Öldürebilir Beni, Mephisto,1993, Beyoğlu-lstanbul,
Cezmi Ersöz “Ancak
Bir Benzerim Öldürebilir Beni” (Bu dize Rus şairi Osip Mandelştam'ın
Vedalaşmaların İlmini Yaptım Ben adlı şiir kitabının 227. şiirinin son
dizesidir. Çeviren: Cevat Çapan)
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar