Print Friendly and PDF

Kadının Yeri



Batı toplumu, Yahudi-Hristiyan geleneğinin ürünüdür. Eskiçağdan beri, kadının ait olduğu yer konusunda verilen mesaj açıktır:
"Erkek, karısının pazar yerine gitmesini engelleyerek ona sahip çıkmalıdır, çünkü pazar yerine çıkan her kadının başına eninde sonunda felaket gelir."
Mısırlı Philo (İÖ 20 İS 70), Yahudi kadınlara ortalıkta görünmemeleri için getirelen kısıtlamaları şöyle anlatır:
"Kadınlar eve kapatılmışlardır, dış kapılara yaklaşmaları bile yasaktır. İffetlerini koruma uğruna en yakın erkek akrabalarının bakışlarından bile kaçan genç kızlar ise en dipteki odalarda yaşarlar."
Evli kadınların ilişkiye girebilecekleri kişiler, ev halkıyla sınırlandırılmış, evlenmemiş kadınlara ise daha da çok sınırlama getirilmiştir:
 "Kadınlara, dışarı çıkarak yanlış yola sapmamaları için evde yaşamak uygun düşer. Kadınlığa tam erişenlerce dış kapı, genç kızlarca orta kapı sınır alınır."
Tapınağa gitmek zorunluluğu dışında kadınlar, sokakta başıboş gezenler gibi kendilerini diğer erkeklerin gözleri önüne seremezlerdi. Tapmağa bile, çarşı kalabalıkken değil, halkın çoğu evlerine döndüğünde gitmeye özen gösterirlerdi.
Erkeğin erdeminin en büyük ölçüsü, karışım özellikle toplumsal etkinliklerinde denetlemekti. Haham Meir (İS 150 dolayı) şöyle der:
"Erkeklerin yemek yeme tarzları farklı olduğu gibi, karılarına davranışları da farklıdır. Kimi erkek, içine sinek düştüğünde, kadehini bir yana koyar, içmez. Bu, dışarı çıkarken karısını eve kilitleyen Yahuda oğlu Papus’un yaptığına benzer. Başka bir erkek, kadehine sinek düştüğünde sineği tutup atar, o kadehten içer. Bu, birçok erkeğin, kanlarının erkek kardeşleriyle ya da akrabalarıyla konuşmasına aldırmamasına benzer. Başka bir erkek, çorbasına sinek düştüğünde, onu ezerek yer. Bu, karısının, başını örtmeden sokağa çıktığını gören kötü erkeğin yaptığına benzer... Böyle birini boşamak dinsel görevdir."
Filistin’de Hristiyanlığın ilk ortaya çıktığı yıllarda evli olmayan kadınlar, eve kapatılırlardı. Evli kadınlar ise toplum içine çok az çıkarlardı. Dışarı çıkma riskini göze aldıklarında, başlarını ve yüzlerini örtmelilerdi. İS 1. yüzyılda, Filistinli Yahudilerde bir tür harem yaşamı vardı. İskenderiyeli Yahudilerde ise haremin koşulları daha ağırdı. Bir Yahudi kadın sokağa çıktığında tek gözünü açıkta bırakır, başım ve bütün yüzünü örterdi. Başını örtmeden sokağa çıkmak öylesine utanç vericiydi ki, boşanmaya neden olur, hatta kimi hahamlar, bu durumda boşanmayı farz kabul ederlerdi.
Yahudi kadınların yalnızca sokağa çıkmaları kısıtlanmakla kalmaz, genelde onlarla olabildiğince az konuşulur, söylediklerine az kulak verilirdi: "Kadınlarla çok konuşan erkek, tüm kötülükleri üstüne çeker, töreyi gözardı eder." 
Haham Hista (İS 300 dolayı) daha da ileri gider. "Bir erkek, kızkardeşi, dahası karısı bile olsa sokakta kadınla konuşmamalıdır. Çünkü herkes, erkeğin kadın akrabalarım tanımaz"  der.
Slav Yahudilerinde kadım doğum yaparken kötü ruhlardan korumak için yatak odasının duvarlarına kömür ya da güherçile ile daireler çizmek gelenektir. Kuşkusuz birçok toplumda gebelik, "eve kapanma" kabul edilir. Hemen hemen her toplumda annelik, eve kapanmayı gerektirmiştir.
Ya, babalık?
İlkel toplumlarda erkek lohusalığı geleneği vardır. Yeni doğmuş çocuğun babası, belirli bir süre yatağında yatar, yalnızca salık verilen yemekleri yer, avcılık gibi ağır işler yapmaktan sakınır. Yeni doğum yapmış anne ise günlük işlerini sürdürür. Bu geleneğin kökenleri farklıdır. Dinsel bir yoruma göre erkek lohusalığı, ilk günahın anımsanmasıdır; odaya kapanma ve keyif veren şeylerden kaçınma kuralları ise derin pişmanlığın göstergeleridir. Daha materyalist bir açıklamaya göre ise, erkek lohusalığı anaerkillikten babaerkilliğe geçişi belirtir. Varolan "annelik hakkına" karşıt olarak doğumda babanın önemini vurgular. Baba, daha önceleri salt anneye ait olan çocuk üzerindeki hakkı ele geçirmek için eve kapanma deneyiminden geçmeye öykünür.
Tüm açıldığıyla bildiğimiz tek şey, en liberal kadınların bile yıllarca dört duvar arasında yaşamalarına karşılık erkeğin geçici bir süre, yalnızca birkaç saatliğine ya da en çok birkaç günlüğüne eve kapandığıdır.
Kuşkusuz, eski İbranilerden günümüze büyük ilerlemeler kaydedilmiştir. Yasalar ve gelenekler köklü değişimlere uğramıştır. Gene de bunlar, insanlık tarihinin içimize işlemiş, kopmaz parçalarıdır. Tarihin gücünü anlamak için "ırk bilinçsizliği" ya da "filogene tik tartışmalar" gibi kavramlara başvurmamıza gerek yoktur. Aydın ve liberal çağımızda bile, Yahudilikteki inançların ve ilkelerin büyük bir bölümüne göre kadınlar hahamlığa atanamazlar. Saflıkları sorunu hâlâ gündemdedir.
Bu acımasız dengesizliklerin yalnızca Jung’un ortaya attıklarından belleklerde kalan izler olduğuna inananların dikkatini 1982’de New York’ta Ortodoks Yahudilerin evlilik göreneklerinin ve kuşkusuz kendi inançlarının kurbanı olan yüzbini aşkın kadın grubuna çekeriz. Bu kadınlar, yasal olarak boşanmışlarsa da kocalarından ayrılamamışlardır. Çünkü, Ortodoks Yahudilerde boşanma dilekçesini verebilen, boşayabilen yalnızca erkektir. Erkek onaylamazsa kadın yeniden evlenemez, dahası bir erkekle arkadaşlık bile edemez. Kadın erkeğin kararını ve kaprisini bekleye dursun, toplumdan dışlanır. Böyle kadına agunah, yedeğe alınmış eş denir.
Agora, çarşıya Yunan dilinde verilen addır. Burası, topluluğun siyasal, toplumsal ve tecimsel odağı, çiftçilerin perakende satış yapmak için ürünlerini getirdikleri, iş adamlarının müşterileriyle ve arkadaşlarıyla bir araya geldikleri, halk meclisinin toplandığı, duvarlarla çevrilmiş, olabildiğince açık bir alandır.
Bugün bizim kullandığımız agorafobi (açık alan korkusu) sözcüğü ile işte bu çarşıya gönderme yapılmaktadır. Güvenli olduğu varsayılan evin dışına, sokağa çıkıldığında duyulan o sıkıntı verici kaygının adıdır. Amerika Birleşik Devletleri’nde beş milyon ile yirmi milyon arasında kişinin agorafobisi vardır. Bu sayının yüzde 80’i kadın, büyük çoğunluğu ise evli kadındır.
Yunanlılar döneminde "saygın" kadınlar, topluma açık yerlerden uzak tutulurdu; yalnızca fahişeler sokakta dolaşırlardı. Burada, toplumsal etkinlik alanına girmesi eskiden yasa ve gelenekle yasaklanmış, şimdi ise bu alana girince duyduğu kaygı yüzünden kendisine fobik tanısı konulan kadın paradoksuyla karşılaşıyoruz.
Bugün, toplumsal yaşama katılmaya istekli kadın, birçok düş kırıklığını, toplumsal ve ruhsal cezaları, fırsat eşitsizliklerini göze almak zorunda kalır. Geleneksel açıdan kadın özel yaşamın bir parçasıydı; agora, hiçbir zaman kadının ayak basmasına ya da huzur içinde bulunmasına göz yumulmuş bir yer olmamıştır.
Kültürümüz kadınlara birçok sınırlama getirmiştir. Bütün kadınlar, kendilerini algılarlarken şöyle ya da böyle bu sınırlamalarla koşullanmışlardır. Şok ve panik, sokakta aslanlarla, şiddetli fırtınalarla, arkadan saldıran soyguncularla karşılaşmaktan görünürde çok daha az tehlikeli durumlarda başgösterebilir.
Sh:9-12
Kaynak: Agorafobi/ Eviyle Evli Kadınlar, Robert Seidenberg Karen De Crow, Çeviren: Nur Nirven,1988, İstanbul

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar