Print Friendly and PDF

KÜLLERİN ALTINDAN ÇIKAN ÇOCUKLUK AŞKI GRADİVA




Freud, kendisini bulduğu odasında, "içmekânında" oluşturduğu, kitapları, koleksiyonları ile birlikte yaşamıştır. Burada koltuğuna oturur, güzel bir puro seçer, bir define arayıcısı gibi, bir şeyler bulup gün ışığına çıkarmaya, düşündüklerini bir kez daha kontrol etmeye çalışır. Bu sırada gözleri oturduğu koltuğun karşısındaki duvarda duran Gradiva rölyef’indedir...
Freud, insanın ruhsal yaşamının işleyiş dinamiğinin, antropologların savlarına da uygun olarak biyoloji ve doğa tarihiyle yoğun ilişki içinde bulunduğunu düşünmüştür. Bu ilişkilerin kenetlendiği alanların kendilerini dürtü yaşamlarında, gerilimlerinde belli edeceklerini ve bu yoğun istemlerin doyurulmaması durumunda bunların giderek iç huzursuzluklara, nevrotik, hatta prepsikotik durumlara bile varabileceklerini öngörmüştür.
Bilinçdışına bastırılan yaşantıların yeniden ortaya çıkışını, 79 yılında Vezüv yanardağından çıkan küllerin altında kalan Pompei kentinin üstünü örten kül tabakaların kaldırılmasıyla, kentin 2000 yıl kadar önceki görkemiyle yeniden gözler önüne serilmesine benzetir... Psikanaliz söyleminde Pompei'nin bu çok öğretici serüveni kuramın özünü dolaylı anlatan önemli bir metafordur. Freud bu konuda analitik ve poetik analitik çalışmayı Wilhelm Jensen'in Gradiva romanı üzerine yazmıştır. (1)
Ernest Jones'un açıklamasına göre, Wilhelm Jensen'in 1903 yılında yayımlanmış Gradiva ya da Pompei Fantezisi adlı yapıtını, Freud'a, Jung salık vermiştir. Freud, öyküyü okumuş çok etkilenmiş. Olasılıkla 1906 yılı yaz tatilinde, Gradiva'yı yazmış; çalışma 1907 yümda yayımlanmıştır. Gradiva, Freud'un Düş Yorumu'ndan sonra psikanaliz kuramını en öz, öğretici ve en şiirsel anlatan araştırması olmuştur. Freud'un kanısına göre, Wilhelm Jensen'in Gradiva romanı, kendisiyle hemen hemen aynı yıllarda, değişik disiplinlerin ayrı yollarından psikanaliz kuramının verilerine yaklaşan eşsiz bir yapıttır. Jensen, öyküsünde anıların başarılısını, bilinçdışı özlemleri ve bunlardan kaynaklanan hezeyanları, sanrıları, yanılsamaları  psikoz öncesi duruma giriş ile sonradan, düşlerin yorumu ile sağaltmayı inanılması zor bir öngörüyle sergilemiştir. Freud, bu sanat yapıtının yaratıcısına hayranlığını içtenlikle dile getirmiş ve yazarların gökyüzü ile yeryüzü arasında diğer sıradan insanların bilmediği pek çok şeyi bilebildiklerini, görebildiklerini ve yazabildiklerine onların görebildiklerini, başkalarının hayallerinden bile geçiremediklerini söylemiştir. Freud'un yazısından, Jensen'in öyküsünün çok kısa bir özeti belki şöyle toparlanabilir:
Genç arkeolog, Norbert Hanold, Roma'da antik eserler müzesinde bir rölyef görür. Rölyef, yetişkin bir kızı yürür durumda göstermektedir. Burada, pilin giysisinin eteğini elleriyle yerden biraz yukarı kaldıran kızın, sandaletti ayakları gözükmektedir. Ayaklarından biri zemin üzerinde durmakta, bu ayağın ardında duran öbür ayak yukarı kalkmış, yalnızca parmak uçlarıyla yere dokunmakta, topuk ve taban neredeyse zeminle dikey bir konumda gösterilmektedir. Bu durum, kızın yürüyüşüne olağanüstü bir çekicilik vermiştir. Kızın bu çekici yürüyüşü, kendisini tümüyle bilimsel çalışmalara vermiş, gerçek dünyayı pek gözü görmeyen, kadınlara karşı hemen hemen hiç ilgi duymayan genç arkeologu büyülemiştir.
Romanın özünü Norbert Hanold, bu rölyefe, kızın yürüyüşüne, ayaklarının durumuna, hezeyanlı, sanrılı bir küçük mini psikoz durumuna gelene değin duyduğu tutkuyu anlatır. Bin bir zorlukla bunun bir alçı kopyasını edinmiş ve çalışma odasına asmıştır. (Bu romanı okuduktan sonra, Freud da aynı rölyefin bir alçı kopyasını edinmiş, çalışma odasına asmıştır. Bu alçı kopya, Freud'un Londra'daki müzesinde görülebilir, ayrıca rölyefin orijinali Roma, Vatikan Müzesi'nde sergilenmektedir). Hanold, rölyefte kendisine çok çekici gelen şeyin ne olduğunu bir türlü kestiremez. Ancak, büyüleyici bir etkinin altında olduğunu da duyumsar. Ayrıca bu tümüyle mesleki, arkeolojik bir ilgi de değildir ve rölyefte "bugüne de özgü" bir şeylerin olduğunu da sezinler. Jensen, bu aşamada bize fazla bir ipucu vermez. Ama genç kadının yürüyüşüne karşı duyulan ilginin özü, psikozun gizini içinde barındırır. Arkeolog, bu rölyefe, ileriye doğru yürüyen kız anlamında "Gradiva" adını verir. Özgeçmişi üzerine varsayımlarda bulunmaya çalışır. Grek kökenli olabileceğini düşünür. Sonra soylu 3 bir Pompei ailesinden geldiği kararım verir. Hiç olmazsa "Pompei'de yaşamıştır", der. Sonra kesin kararını verir ve "Gradiva Pompei'lidir" diye düşünür. Kızın bastığı taşlar ve yürüme stili, Pompei yollarmı anımsatır. Olasılıkla etekleri ıslanmasın diye yollardaki taşlardan atlaya atlaya karşıdan karşıya geçerken gösterilmiştir. Ancak bu yürüyüşün gizemini düşünürken, kendisinin de artık çevresindeki kızların yürüyüşlerine de dikkat etmekte olduğunu sezinler. Bu onun şimdiye değin yaptığı bir iş değildir. İlk defa basma gelmektedir.

Tam bu günlerde, arkeolog Norbert Hanold, bir düş görür; düşünde, felaketin olduğu anlarda 79 yılında Pompei'dedir. Ve sokakta, Gradiva yürümektedir. Arkeolog, düşünde gördüğü Gradiva'ya kentin üzerine felaket gelmekte (yağmakta) olduğunu, kaçması gerektiğini söylemeye çalışır, fakat kız oralı olmaz, onu dinlemez, gider tapınağın mermerleri üzerine uzanır; biraz sonra Vezüv yanardağından çıkan tozlar, küller üzerine yağmaya başlar. Küllerin altında kalan kız mermerleşir...
Genç adam bu karabasandan kan ter içinde uyanır. Kulaklarında hâlâ Pompei halkının çığlıkları vardır. Ama sonra bu seslerin odasının açık kalmış penceresinden geldiğini anlar. Soluk almak için pencereden dışarı uzanır, bu kez yoldan geçen bir kızı yeniden Gradiva'ya benzetir ve tümüyle uygunsuz giysiler içinde olmasına karşın sokağa çıkar, kızın ardından onun gittiği yöne doğru koşar; fakat etrafındakilerin kendisiyle alay etmesi üzerine tekrar odasına döner... Hayal gücü çok canlı olan genç adam, içinden gelen belirsiz bir duygunun dürtüsüyle, İtalya'ya, amacı ve içeriği belirsiz bir gezi yapmayı planlar... Bunun için üniversiteye kapsamlı bir proje sunar, proje kabul edilir. Yolculuk başlar. Norbert Hanold, içinden atamadığı bir tedirginlik ve huzursuzlukla ilk kez Roma'ya, oradan Napoli'ye gider, sonra kendini bir öğlen sıcağında Pompei de bulur...
Doğru Pompei kentinin yıkıntılarına gider... Öğlen sıcağı etkisiyle de, yarı bilinç bulanıklığı altında Pompei kentinin kalıntıları arasında yürür... Bu sırada Gradiva'ya benzer bir kadın, karşıdan karşıya geçmektedir. Pompei sokaklarında Gradiva'yı görünce şaşırır. Sıcağın ve yorgunluğun etkisiyle ruhsal dengesi iyice karışır, bilinç bulanıklığı sezinler... Oysa bu ana kadar unutmuştur onu. Genç adam o zaman gerçekten "Gradiva'nın özel yürüyüş biçiminden, ayak parmaklarının küller içinde, başkalarından farklı ayrı bir iz bırakması gerektiğine inandığı" için, bir arkeolog olarak bu izleri aramak amacıyla Pompei' ye geldiğini düşünür. Ayrıca tüm bilimsel projesini de buna göre yapmıştır.
Küllerin içinde Gradiva'nın kendine özgü ayak izlerini bulmak üzere Pompei'ye gelmesi, onun tümüyle yaşadığı hezeyanın etkisi altında olduğunu gösterir. Pompei pazar yerinin yanında dolaşırken, Gradiva'yı bir tapınağın önünde görür. Fakat kız, sokaklardan birinde kaybolur gider. Onun Pompeili olduğunu anımsar, ardından koşar... Kız aynen düşünde gördüğü gibidir. O zaman ayırdına varır ki, İtalya gezisi, Pompei'ye gelişi, aslında onu bulmak içindir. Düş, hezeyan arası bir yaşantı durumundadır... Zaten yapıtın diğer bir adı da, "Bir Pompei Fantezisidir. Sonra onu yeniden duvarlardan birinin yanında otururken görür. Bu bir sanrı mıdır? Yoksa gerçekten iki bin yıl önce ölmüş Pompei sakinleri yaşama mı dönmektedirler? Ama o bunun ayırdına varacak durumda değildir. Kıza dönüp ilk kez Yunanca bir şeyler söyler, sonra Latince konuşur. Kız gülümser ve benimle konuşmak istiyorsan Almanca konuş der. Gradiva bir Alman kızıdır. Alman kızı ile Gradiva arasında bağlantı kurmasında rölyefin etkisi ne olmuştur. Bilemeyiz (henüz).
Arkeolog yaşadığı hezeyanın ciddiyetini fark edecek durumda değildir, ayrıca psişik durumu da iyice bozuktur... En azından hezeyanlı, prepsikotik bir durumdadır. Genç kız onun bu durumunu sezinler. Ve adama yardım etmesi gerektiğini düşünür. Özcesi, sağaltma işini üstlenmesi gerekmektedir. Kız gitmek için ayağa kalkar. Arkeolog ona "yarın öğlen üzeri gene burada buluşalım" diyebilir ve ayrılırlar.
Norbert Hanold, ertesi günü erkenden, öğle saatini beklemek için yeniden sözleştikleri yere gelirken, arkeolojinin ne kadar anlamsız bir bilim dalı olduğunu düşünür... Salt taşların, bronzların dilinden anlamakta, toprak altından çıkmış parçaların gizlerini çözmeye çalışmaktadır, oysa o artık bugüne, güncel yaşama dair bir şeyler istemektedir. Örneğin, burada, Pompei'de 2000 yıl kadar önce ölmüş bir kızla buluşmak için beklemektedir. O zaman birden, 2000 yıl önce ölmüş kız (ya) gelmezse diye kaygılanmaya ve "Keşke yaşasaydın, keşke var olsaydın" diye yakınmaya başlar... Gradiva gelir ve ona İtalya'da ölülerin ve gelinlerin taktıkları beyaz bir çiçek verir. Arada sorduğu küçük sorularla arkeologun, Pompei'ye gelişinin öyküsünü onun ağzından dinler. Kabartma resimle, kendisi arasında nasıl bir ilgi kurduğunu öğrenmeye çalışır. Bu ara yeniden rölyefteki gibi biraz yürür. Yalnız bu kez ayağında sandalet değil, deri ayakkabılar vardır. Kız, adının yaşam anlamına gelen Zoe olduğunu söyler. İnsan bir şeyi değiştiremiyorsa, boyun eğip onu kabul etmesi gerekir, ben çoktandır ölü olmaya alıştım, der. Ertesi gün yeniden oraya geleceğine söz verir ve gider.
Kız, arkeologun hezeyanını anlar. Belki de yardım etmek için, bir şeyler yapabileceğini düşünür gibidir. Eğer burada hemen onun hezeyan içinde olduğunu söylese, tüm gelişmenin önünü tıkayacak, belki de iyileşmesini tümüyle önleyecektir.
Hanold, sonraki saatlerde, sürekli olarak ZoeGradiva'yı düşünür. Bu ara yolda birden, komşusu ve aynı üniversitede çalışan, bir zooloji uzmanıyla karşılaşır; adam özel bir tür kertenkele aramak için Pompei'ye geldiğini söyler. Sonra tekrar Gradiva'yı görür. Kız öğle yemeği için hazırladığı kâğıda sarılı ekmeğinin yarısını arkeologa verir. Ve bir ara, "hatırlamıyor musun, sanki iki bin yıl önce de, seninle böyle bir yerde oturup yemek yemiştik" diye sorar. Hanold, bu soruya nasıl yanıt verebileceğini bilemez. Ama durumunun biraz ayırdına varır gibi olur. Henüz kızın canlı mı ölü mü olduğunu bilmemektedir. Bu ara kızın sol eli, uzun parmaklarıyla dizlerinin üzerinde durmaktadır ve üzerine bir sinek konar, arkeolog, bu sineği kovmak bahanesiyle kızın ellerinin üzerine dokunur. Kızın eli hiç de kuşkuya yer vermeyecek biçimde canlı ve sıcaktır. Kız bu duruma, "anlaşılan sen aklını kaçırdın Norbert Hanold" diye tepki gösterir. Arkeolog şaşırır. Gradiva onun adını nereden bilmektedir. Adıyla seslenmek birini uykudan uyandırmak için önemli bir adımdır. Onun da, aklı biraz daha başına gelir gibi olmuştur.
ZoeGradiva, artık biraz daha açıklamada bulunmak gereğini görür ve Gradiva sandığı kızın yani kendisinin çalıştığı üniversitede bir süre önce gördüğü, zooloji uzmanının kızı Zoe Bertgang olduğunu söyler. Norbert Hanold yüksek sesle, "o zaman siz Zoe Bertgang'sınız" der. Ama henüz bilinçli düşünme düzeyine gelmemiştir... Yarı bulanık durumdadır. Ancak kızın söylediklerini tekrarlayabilmektedir... Ama sağaltım yolunda önemli bir ilerlemedir bu. Burada yazar, çok güzel sözcük oyunları yapar. Hanold, ölü sandığı Gradiva ile konuşurken "sen" demesine karşın, canlı Zoe ile konuşurken hemen "siz" demeye başlar. Bu onun hâlâ arkeolojik kalıntıları kendisine daha yakın duyumsadığını gösterebilir. Jensen gibi usta yazarların yapıtlarındaki akıllı kadınlar, adım adım çözer(ler) psikozları...
Zoe Bertgang, arkeologun komşusu ve çocukluk arkadaşı, ilk çocukluk sevgilisidir. Aradan uzun yıllar geçmiş, her ikisi de birbirlerini sevmeyi sürdürmüşlerdir. Genç kadın, yavaş yavaş tarihsel geçmişin yerine kişisel (bireysel) geçmişi koymaya başlar. Örneğin; siz yerine sen diyelim artık birbirimize der. Hanold, Gradiva ile ilgili hayallerinin, bellekten çıkıp gitmiş çocukluk anılarının uzantısında oluştuğunu sezinler. Bunlar onun sanal hayal ürünleri değildir. Bilinçten çıkmışlar ama bilinçdışında yaşamayı sürdürmüşler. Arkeolojiye başlayınca, dünya ile ilgisini kesmiş, tüm düşüncesini mesleği üzerine yoğunlaştırmış, çevresindeki kadınları, hatta ilk çocukluk aşkını bile görmez olmuştur.
Freud'un vurguladığı gibi, arkeolog, salt hayal gücüyle değil, kendi özyaşam öyküsünden, çocukluk arkadaşı Zoe ile ilişkisinden bilinçdışına itilmiş "bilinçsiz " anıların, duyguların burada varlıklarını sürdüren gücünden gelen cinsel bir istekle, Gradiva'nın büyüsüne kapılmıştır. Kişisel geçmişin yerine tarihsel geçmişi koymuş, rölyefe de "yürürken ışıldayan" anlamına gelen ve Zoe'nin soyadı olan Bertgang ile hemen hemen eş anlama gelen Gradiva adını bu yüzden vermiştir. Norbert Hanold'un, bunları bulması da ancak Pompei'de mümkün olabilmiş, arkeolojik bir kazı yapar gibi, gençlik aşkını da tozların altından çıkarmış, yeniden diriltmiştir. Zoe, arkeologa bu kez tarihsel geçmiş yerine, kişisel geçmişi koymayı anlatmaya başlamış, psikozun sağaltılmasında önemli adımlar atmıştır.
Norbert Hanold'da eski arkadaşlık, tutkuya dönüşmüş, bilinçdışındaki baskıyı ilk kez düşleri haber vermişlerdir. Freud bunu, Jensen'in de aynen kendisi gibi, bilinçdışının zaferi olarak saptadığını söyler. Bunlar, bir süre baskı altında kaldıklarında, hezeyana ve sanrıya dönüşür gibi olmuşlar, sonra, arkeolog, bilincine varamadan, komşusu zoologun kızıyla aynı zamanda Pompei'ye gitmiş, orada, öteden beri aradığı ve ardına düşmek için kendi bilincine makul bir bilimsel/arkeolojik neden gösterdiği ilk aşkını ZoeGradiva'yı bulmuştur. Öyküde, olaylar iç İlişkilerinden yoksun rastlantılar gibi görünmektedir. Düşleri, "senin aradığın Gradiva, senin yaşadığın kentte yaşıyor diye" arkeologu uyarmışlardır. Arkeolog, gerçekte bilinçdışı erotik güçlerinin etkisiyle, bilimsel sandığı arkeolojik bir araştırma gezisine çıkmış, böylece, erotik arzular, arkeoloji ile uzlaşmıştır. Genç adamın görünüşte bilimsel onuru da kurtarılmış, sonuçta bilim adına Pompei'ye gitmiş (gibi) olmuştur. Bilinçdışı güçlerin doyurulma istemleri, hezeyana dönüşmek üzereyken, genç adam "Gradiva'nın yürüyüşünde saklı" gerçekle karşılaşmış. Bu kritik psikoz öncesi, ruhsal durumu, sevdiği kız tarafından sezinlenmiş ve kız son derece ustaca, arkeologun anlayabileceği ve kabul edebileceği bilimsel tanımlamalar ile yavaş yavaş anlatarak, onun fantezilerden, gerçek dünyaya, 2000 yıl öncesinin Pompei kentinden, günümüz dünyasının yaşamına dönmesini sağlamıştır. Genç adam sevgilisi tarafından serbest çağrışım benzeri bir yöntemle sağaltılmıştır. Freud'un vurgusuyla, yazar, "küller altından çıkarılmış çocukluk arkadaşı" benzetmesiyle, hezeyanların, bilinçdışına itilmiş anıların, kılık değiştirmesini simgelediğinin anahtarını elimize vermiştir.
Bu bağlamda, arkeolog, kendisine çocukluktaki unutulmuş sevgilisini anımsatan rölyefteki kızı, düşlerinde ve fantezilerinde, aynı zamanda kendi bilimsel gerçeğine de uygun olarak, Pompei'de yaşatmıştır. Yazar, usta bir psikiyatrist gibi, hezeyanın gelişimini düşlere başvurarak açıklamaya başlatmıştır. Gerçekten de, düşler ve hezeyanlar aynı kaynaktan bilinçdışına itilmiş, içerikten doğup ortaya çıkmışlar, düş, bir anlamda, normal insan fizyolojisinin hezeyanına dönüşmüştür. Bilinçdışına itilmiş içerikler, uyanık yaşamda kendisini hezeyan olarak, dışarı vurmadan önce, uyku durumunda düşlerde örtük biçimlerde kendisini göstermiştir. Eğer verilen bu işaretler, anlaşılmaz ve doyum yolları aranmazsa, bastırılmış istemler bu kez kendilerini hezeyan olarak ortaya koyabilecek gücü gösterebilirlerdi. Hanold'un, Gradiva konusundaki hezeyanlarının da, çocuklukta Zoe'ye karşı duyduğu yoğun aşkla ilişkin bilinçdışına itilmiş anılardan kaynaklandığı görülür... Gradiva'nın yürüyüşü neden Norbert Hanold'a bu denli etkileyici gelmiştir. Belki de Zoe Bertgang daha önceki yıllarda da benzer biçimde, çekici ve güzel bir yürüyüşe sahipti. Ve bu yürüyüşü, Hanold bir türlü unutamamıştı. Öykünün son bölümünde, Norbert Hanold, düşünde aradığı kadının Zoe Bertgang olduğunu anladıktan sonra, genç kıza, son bir kez olsun Gradiva gibi yürümesini rica eder. Burada akim ve açıklığın simgesi olan (kadın) Zoe Bertgang, eteklerini hafifçe kaldırıp, rölyeftekine benzer biçimde yürür... Ancak, bu kez kızın ayaklarında sandaletler değil, kum rengi modern ayakkabıların bulunduğu görülür...
Freud, Norbert Hanold, yaşamdan alınmış bir kişiye ve çocukluk arkadaşına ilişkin sevgi ve anısını bir yana itip, yerine arkeoloji çalışmasını geçirmişse, antik bir rölyefin çocuklukta sevdiği bir kişinin unutulmuş anısını yeniden içinde uyandırması kadar doğal ve normal bir şey olamaz der. Yazar burada, Zoe Bertgang'a, gene çok bilgece bir söz söyletir. Zoe arkeologa, "sizler için, bir kimsenin yaşaması için, ilkin ölmesi gerekir", der. Ancak hemen kurtarır onu bu zor saptamasından ve "...ama siz arkeologlar için zorunlu bir şey olmalı bu" diye tamamlar sözünü. Fakat, Norbert Hanold gene de çok akılsız davranmamış, Gravida adı, Zoe Bertgang'ın aile isminden üretmiş, "yürüyen, ışıldayan" anlamma gelen, Bert gang'tan Gradiva'yı üretmiştir. "Küller altından çıkarılmış çocukluk arkadaşı" Pompei'de ortaya çıkarılmıştır. Hanold, "burada küllerin altında ilginç bir şey bulacağımı biliyordum, ancak böyle bir şey ele geçireceğim de hiç aklıma gelmezdi" der.
Freud, Gradiva'nın uyguladığı sağaltma yöntemiyle, Breuer'in katarsis, kendisinin psikanaliz adını verdiği yöntemin, birbirlerine çok yakın olduğunu, amacın bilinçdışına itilmiş/bastırılmış ve çıkış yolu bulamayan, sevgiyi özgür kılmak olduğunu söylemiştir. Gene onun kanısına göre, Gradiva'nın burada şansı büyük olmuş, çünkü o bu yöntemi zaten kendisinin sevgi objesi durumundaki erkeğe uygulamış, bu nedenle genç adamın sağlığa kavuşmasında tam bir başarı sağlanmıştır.
Freud, Gradiva'nın edebiyat yapıtı olmasının ötesinde, tam bir psikiyatri araştırması olduğunu, olasılıkla kendi çalışmalarını bile öncelediğini kerelerce vurgulamış; psikiyatri alanına giren bir yazarın, güzelliğinden hiçbir şey yitirmeden böylesine görkemli yapıtlar verebileceğini söylemiştir. Burada, yazarın karşında bilim gerilemiştir. Yazar neredeyse tek başına bilime meydan okumaktadır. Psikanaliz yöntemi başka kişilerin anormal ruhsal olaylarını gözlem konusu yaparlar. Yazar ise başka bir yol saptamış; olasılıkla dikkatini kendi ruhsal yaşamındaki bilinçsiz yöreye yöneltmiş; buradaki gelişmelere kulak vermiş; bilinçli bir eleştiriyle onları bastırmamış, tersine dışa vurmalarına izin vermiş, bu nedenle de sanatın bilime üstünlüğü bir kez daha kanıtlanmıştır...
Freud, ruhbilimcilerin, başka insanlardaki anormal ruhsal olayların, bilinçli gözlemlenmesiyle, bunlara egemen yasaları ele geçirmeye çalıştıklarını, buna karşın, yazarların ise, tüm dikkatlerini kendi ruhlarındaki bilinçsize yönelttiklerini, bu bilinçsizin gelişim olanaklarına kulak verdiklerini, ancak bunları bilinçli bir eleştiriyle bastırmayıp, onların sanatsal dışavurumlarına olanak tanıdıklarını, bu nedenle de ruhbilimcilerin bilinçdışındaki etkinliklere egemen olan yasaları, başkalarından öğrenmelerine karşın, yazarların bunları kendi kendilerinden duyulmadıklarını belirtmiştir.
Jung, Jensen'in başka romanlarını da okumuş, bunlarda da benzer analizler olduğunu saptamıştır. Jensen'in çocukluğunda kız kardeşi gibi bir genç kızla, yoğun bir bağlılığının olabileceğini düşünmüştür. Jensen, gerçekten de tutkuyla bağlandığı bir çocukluk arkadaşının, 18 yaşında tüberkülozdan öldüğünü, yıllar sonra sevdiği diğerine çok benzeyen başka bir kızı da yaşamının en güzel döneminde yitirdiğini anlatmıştır.
(*) Bu bölümdeki yazılanların hemen hemen tümü Freud'un "Gradiva" yazısından alınmıştır.
Nöroanatomiden, fizyolojiden, analitik psikolojiye, psikoarkeolojiye giden yol, kendi mantığı içinde adım adım gelişir; nevrotikler (hatta psikotikler) kendi "aile romanlarının" üzerini örten külleri kendi elleriyle temizlerler. Geçmişin fantezilerinden hareket ederek şaşırtıcı bir öngörüyle bugünün genelgeçer yasallıklarını tam bir dedektif uyanıklığı içinde tespit edebilmişlerdir. Jensen'in romanı ve Freud'un buna getirdiği yorum, edebiyat/sanat dünyasına tam bir "bilimsel peri masalı" ziyafeti olur. Bunları okuyan Thomas Mann şaşkına dönmüş, büyük bir coşku içinde ve bir çırpıda Büyülü Dağ ve Venedik'te Ölüm yapıtlarını yazmıştır. [Freud'un ve psikanalizin, özellikle de Gradiva çalışmasının Thomas Mann üzerindeki etkileri * için bkz: Dirks, Martin:"ThamasMann und die Tiefenpsychologie": In: Helmut Koopmann (Hrsg.) ThomasMannHandbuch. 1990, s.284-300 Dirks, M.:"Der Wahn und Träume in "Der Tod in Venedig" Thomas Mann folgenreiche FreudLektüre im Jahr 1911. In: Psyche, bd. 44,1990, s.240-268 Urban, U.: Thomas Mann: Freud und die Psychoanalyse. Reden, Briefe, Notizen, Betrachtungen. Fischer, 1991]

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar