Yalnız seni aradım, kiminde...Ve yoktun ortada.
Mecnun’a Leyla için demişler ki :
“Bu mu uğruna deli divane olup çöllere düştüğün kadın…”
“ŞŞşşşt !” demiş Kays (Mecnun), “o Leyla evet ama siz Kays değilsiniz…”
Aşk budur dostlar.
Kimi platonik der kimi bilmem ne ama aşk (kelime anlamıyla da zaten) sarmaşık demektir.
Koca ağaçları sarıp sarmalayan, sonra onlar devrildiği zaman başka bir ağaca tutunan…
Bence Lamia Çataloğlu’nun durumu “Beatrice”in durumu gibi. Dante sadece iki kere görmüştü onu. Ve la yezal bir aşk uyandırmıştı onda, hatta denir ki “İlahi Komedya” gibi bir şaheser ilham etmiş ona. Üstad Meriç’in kendisi de “Beatrice yalnız Dante için Beatrice’dir” der. Diğer insanlar için sıradan, alalade bir kadın….Üstadın içinde ki sevgi ve şafkate duyulan büyük özlem Lamia Çataloğlu’nu yarattı yani Lamia Çataloğlu sadece üstad için Lamia Çataloğlu’dur. Zaten üstada gönderdiği bir mektubunda o kadar edebi yazıyorsun ki, beni o kadar yüceltiyorsun ki hitab edilen kadın ben değilim gibime geliyor manasında bir şeyler söylüyor….
Cemil Meriç’ten Lamia Hanım’a Mektuplar
Yirmi Beş Yıl Önce Yine Beraberdik…
Lal Ded okyanusta yüzen bir sandal. Okyanus, aşk. Üryan, yollara düşmüş Lal Ded.
Sevgiliye:
“Gök de sensin, yerde sensin!
Hem alansın, hem verensin!
Hem çiçeksin, hem derensin!” diyor.
Mektubunu okurken o Keşmirli dilberi hatırladım. Kelimelerinde ezeli Nur’un en muhteşem lem’aları. Birden bir vahada buldum kendimi, bir çöl akşamı ve gök kubbede gülümseyen yıldızlar. Kelimelerin mektuptan gök’e uçtu, gök’e, yani gönlüme. Kelimelerin musiki oldu. Tevrat haklı: önce kelam vardı, kelam, yani sen.
Bütün kitaplar yavan, bütün şiirler soluk, bütün şarkılar ahenksiz. Zirvelerdesin, büyük muzdariplerin, büyük ermişlerin, büyük ruhların kanat çırptığı zirvelerde.
Ve kendimden utanıyorum, ben toprağım, sen arş. Ben ten’im, sen gönül. Ben alev’im, sen ışık. “Ben sen’im” diyorsun. Saçlarımı okşamak istediğin zaman, kendi saçlarını okşa. Lal Ded’i hatırladım, gerçekte Lal Ded sensin, her asırda başka bir adla tecelli etmişsin.
Leyla bir tomurcuk, sen bir muhteşem gül. Leyla bir mısra, sen bir destansın. Leyla bir kıvılcım, sen bir şafaksın. Leyla bir tecessüs, Leyla bir masal, Leyla yaşamayan, Leyla bir yarım.
Hangi sevgili seninle boy ölçüşebilir? Lamia’m benim. Sen doyulmayan, sen kanılmayan, sen rüya, sen gerçek.
Romeo’yu düşündüm ve güldüm. İmtihandan geçmeyen bir sevgi, bir saman alevi. Artık yirmi beş yıl önceye dönmek istemiyorum. Senin yanında zaman yok.
Seni düşünerek intihar etmedim
Yirmi beş yıl önce yine beraberdik, geceleri rüyalarımı süslüyordun, gözyaşlarımda sen vardın. Her kadında seni arıyordum. Yirmi beş yıl önce adın Hasret’ti, sonra Ümit oldu. Seni bulmadığım için, seni bulamadığım için gözlerim kapandı. Seni düşünerek intihar etmedim. Yirmi beş yıldan beri senin için yaşıyorum Lamia’m. (Cemil Meriç’ten Lamia Hanım’a mektuplar)
Her kitabımda sen varsın. Hind’i ben yazmış olamam. Bende güzel olan ne varsa, senin ilhamın. Bende büyük olan ne varsa senin eserin. Sen günahlarınla bensin, ben faziletlerimle sen.
Levislerini takdis ediyorum. Onlar olmasa insandan çok Tanrı’ya benzerdin ve sana yaklaşamazdım. Teninle kadınsın, sesinle Tanrı. Izdıraplarımı takdis ediyorum. Senin bende sevgiye layık bulacağın tek büyük taraf ızdıraplarım, ızdıraplarım yani sensizlik.
İki gündür çocuklarınla beraberim. V. çalışıyor, yarın gelecek. Hepsi iyi. Onlarla beraber olmak içime su serpiyor, dinleniyorum, öksüzlüğümü unutuyorum ve hayat geçiyor. Evet, Lamia’m, benimki nankörlük. On bir gün, on bir gecede bütün hazları yaşadıktan sonra yanıp yakılmak ama cennetten kovulan Âdem’in şikâyeti bu.
Arzularımı susturamıyorum. Şımarığım, yaramazım, alçağım. Sel, yatağına çekilmedi henüz. Mektuplarınla yaşıyorum. Garip bir hayat bu, seninle yatıyor, seninle kalkıyorum ama yine de mütehassırım, yine de Lamia’m benim, bütünüm, kemalim, zindanımı aydınlatan ışık, göz bebeğim.
Sana yolladığım kitaplardan utanıyorum. Sen bütün kitaplardan daha derinsin. Sana yazdığım mektuplardan utanıyorum, kendi kendini oku. Muhammed’e nasıl iman ettiklerini anlıyorum. Tek mucize kelam. Kelam, yani sen.
Sabahleyin uyandığım zaman ezanı dinliyorum, sonra şarkılar söylüyorum sana.
Öperek…
(Cemil Meriç’ten Lamia Hanım’a mektuplar)
Mektuplarını üzülerek okudum. Sen ki son liman, son ümit, son dost, ilk ve son sevgilisin. Sen ki yıldızım, sen ki annem, sen ki çocuğumsun. Acılarımla hırçınlaştığına üzüldüm.
Izdıraplarım çok mu çirkin, çok mu çocukça? Onları senden mi gizleyeceğim? Sahneye maskeyle çıkmak! Ben aktör değilim. Sesinin tonunda minnacık bir soğuyuş hissettiğim an yokum.
Acılarımın kaynağı sensin evet ama hayatımın kaynağı da sensin. Senin için ve seninle yaşıyorum. Sen uçuruma yuvarlanırken tutunulan dal, sen vaha, sen bütün hayal kırıklıklarımın dudaklarında ümitleştiği kadın.
İki yıl önce bu akşam bir rüyaydınız, bilinmeyendiniz. (Cemil Meriç’ten Lamia Hanım’a mektuplar)
Ve gece bir deniz kızı gibiydi. Şarkılarla başladı yıldız yıldız, köpük köpük. Kâh bir çöl rüzgârı gibi yakıcı, kâh bir çöl gecesi kadar serin. Hangi beste sözün musikisiyle, sözün füsunuyla boy ölçüşebilir? Kelime kanattır, kelime buse. Ve gece bir deniz kızı gibi başladı. Harikulade gözleri vardı gecenin. Ve saçları bir kucak alevdiler ve dudaklarında bütün yaraları kapayan, bütün zilletlerin hatırasını silen bir iksir.
Salzburg tuzlalarına atılan kuru dallar, bir zaman sonra bir kristal hevengi olarak çıkartılırmış; artık dal kaybolurmuş, gözleri kamaşırmış insanın. Kâinatta farkına vardığımız her yeni güzellik, bizi hayrete düşüren bir keşif olup çıkar. Aa, deriz, tıpkı onun sesi, tıpkı onun bakışı, tıpkı onun kahkahası. Kristalizasyon yüzünden günün birinde kendi yarattığımız bir hayale âşık olduğumuzu, hayretler içinde görürüz. Tecrübe güvensizlik yaratır. Gittikçe kristalizasyon kabiliyetimiz azalır. İkinci aşk, yozlaşmış bir aşktır. Aşkın hazları, ilham ettiği korkular ölçüsünde büyüktür. (Cemil Meriç’ten Lamia Hanım’a mektuplar)
Yalnız seninim. Ve yalnız beni düşündüğün müddetçe aşkımızın ömrü ebedîdir. Büyüyü ancak ihanetin bozar. Manevi ihanetin. Bir an için göz bebeklerinde raks edecek herhangi bir yabancı hayal, o zaman bu rüya bir kabusa döner ve bir uçurumun kıyısında uyanırsın.
Kendimi bir mektupta seyrettim. Büyülü bir ayna idi bu. Bu aynada bütün paslarından arınmış ve tanrılaşmış bir Cemil Meriç vardı. Senin Cemil’in. Bu aynada ikimiz vardık. Eriyen, dağılan, kaynaşan ikimiz. Abélard ile Héloise’i hatırladım. Geçen devirlerde yaşamak, yani derinleşmek ve ömrü alabildiğine uzatmak. Başka ülkelerde yaşamak, başka insanlarla acı çekmek, başka insanlarla gülmek. Damlayken denizleşmek. Ve an’a edebiyeti sığdırmak.
Kalbini bütün heyecanlara açmak. Yani sınır taşlarını devirmek, çağların ve politikaların sınır taşlarını. Bütün insanlığı aynı büyük aşk içinde birleştirmek. Sanat, en yüce sanat, bir “communion” değil midir? Sanatçının tek vazifesi vardır bence: insanları birbirine sevdirmek. İki insanı veya iki milyar insanı. Sanat bir heyecan seyyalesiyle kilometrelerin ve asırların ayırdığı kalpleri birleştiren büyüdür. (Cemil Meriç’ten Lamia Hanım’a mektuplar)
Karanlıklardayım. Ve cinnetin sesi yüzümü kamçılıyor; bir baykuş kahkahası, bir kobra ıslığı…
Karanlıklardayım. Zindanımı aydınlatan tek ışık cıvıltılarınızdı. Yıldızım benim. Ve uzaklardasınız. Çöldeki kumlar gibi susuzum, canım benim, çatlayan topraklar gibi susuzum. Ve mektupların nisan yağmuru. Hind’in turnaları gök kubbeden dökülen damlaları toprağa düşmeden içerlermiş. Kelimeler alnımı, ruhumu serinleten birer buse. Onları senin ellerin yazmış, güzel ellerin.
Bir afyonkeş gibi akşamı bekliyorum. Postacı geç uğruyor. Bu acılar saadetin gölgesi, bu acılar vuslatın dikenli yolu. Bu acılar Araf. Sen yıldızlarla dostsun, kumsalda böceklerin vardı. İnsanlar yabancıydı senin için, benim için düşman. İkimiz de gurbetteydik. Karşılaşsak tanıyamazdık birbirimizi, bana gülümsemezdin, ben çekinirdim yanına yaklaşmaya, hisarım, gururdu. (Cemil Meriç’ten Lamia Hanım’a mektuplar)
Bir uçurum gibi büyüyen sükût, hayattan, ışıktan, ümitten kopuş. Nihayet gönlüme baharı getiren sesiniz.
Kırık bir tekne, karanlık bir deniz. Ufukta siz olmasanız hayat denen bu yolculuk, bu rezil, bu pespaye, bu komik sürükleniş dayanılmaz bir çile olurdu.
Yeniden kendimi buldum mektubunuzda, ömrümün en kederli anları sizi kaybettiğimi sandığım anlardı: Şubatın ilk günleri, Ankara. Gök kubbenin bütün yıldızları başımda parçalandı ve güneş kahkahalar atarak uzaklaştı ufkumdan ve gece, ıslak, yağlı, isli bir gece bütün benliğimi bir ahtapot gibi kucakladı.
Kimsiniz?
Otuz yıldır gördüğüm rüya.
Arzın bütün mevsimleri vardı mektuplarında, göğün bütün ışıkları vardı. Şimdi yıldız yıldızdı kelimeler, şimdi şimşek şimşek. Arada gök kararıyordu. Sonra vuslat gibi güzel bir fecir. Mektupların fırtınayla doluydu, meltemle doluydu, lem’a ile doluydu, yani Lamia’mla doluydu. Kuşlar tarlada mı şakıyorlardı, içimde mi? (Cemil Meriç’ten Lamia Hanım’a mektuplar)
Dün gece yine seni düşündüm. İkinci ayrılışta gözyaşlarıyla işlenen bir mektubunu almıştım. Benimle beraber gelmişti mektup. Bu defa başkalarıyla sohbeti benimle olmaya tercih ettin demek. Ankara’da on iki saat, İskenderun’da yirmi bir.
Bir buçuk gün, bu sükût bir ihanet değil mi? Akşam yine seni düşündüm. Düşünmek veya düşünmemek. Bu bir parça elimde ama unutmak ölmek değil mi? Önce öldürmek. Heyecanımızı, gençliğimizi, yani hayata mana veren her şeyi.
Sonra yeniden başlamak. Unutmak, unutmaya çalışmak, kurumaktır. Yara kabuk bağlayacak. Bunun için oyalanmak, oyuncaklar aramak, çirkin şey.
Çivi çiviyi söker ama ruh çopurlaşır. Boyuna hatırana eğilmek, boyuna seninle yaşamak ve senden uzakta olmak öldürüyor beni. Facia şurada: ya acıdan kurtulmak ki bu kurtuluş ikimizin ölümü bir parça yahut acıya katlanmak.
Ne zamana kadar? (Cemil Meriç’ten Lamia Hanım’a mektuplar)
Sanki hiç buluşmamışız gibiyiz. Hasret, maddi bir acı gibi içime işliyor. Islak, öldürücü, yakıcı, üşütücü bir yalnızlık. Ayrılalı kaç saat oldu? Asırlardan beri ayrı gibiyim. Aman yarabbi! Her geçen saat, yaşamak sevincinden bir parçasını alıp götürüyor. Hayatımın eridiğini, azaldığını, hisseder gibiyim.
Seni unutmak.
Niçin?
Vahadan sonra çöl. Gül bahçesinden sonra bozkır. Sana susuzum. Eskisinden çok fazla susuzum. Sesine, saçlarına, eline. Belki fizik değil bu susuzluk, belki fizik. Senin dünyan var, mevsimlerin var, her şey sizin. İlk Ankara ayrılışı yine böyleydim, huzur daha önceye, senin olmadığım bir tarih öncesine dönüş. İstemiyorum böyle huzuru. Şuur ırmağı bulanık akıyor. Durulur elbet. (Cemil Meriç’ten Lamia Hanım’a mektuplar)
Biz rüzgârların meçhul bir ülkeye, saadete sürüklediği birer gemiydik. Hak etmemiştik bu saadeti. Bir mucizeyi yaşıyorduk. Ve yaşıyoruz. Aşk, dehadan çok daha nadir. Bunun için binbir ihtimal bir araya gelecek. Arzda hayatın başlaması gibi bir şey. İnsanın maymundan üremesi gibi bir şey.
Ben görmeyeceğim, sen yaşamamış olacaksın. Ve bütün muhitimiz bakar kör olacak. Ne seni fark edecekler, ne beni. Ben kimseye benzemeyeceğim. Sen kimseye benzeyemezsin. (Cemil Meriç’ten Lamia Hanım’a mektuplar)
Izdıraptan Sarhoşum
Kaderin çok iltimaslı kullarına bahşettiği bu ilahi ziyafete, bu ruh ve ten cümbüşüne layık olmaya çalışalım. İstikbal öyle sisli, o kadar dikenli ki. Seninkiler daha görünmedi. Ne düşünüyorlar? Senin mektubun hayli canımı sıktı. Gelince fikirlerimi yazarım. Coşkunluğumu hoş gör. Izdıraptan sarhoşum. Izdıraptan yani hasretten. Yarım saat seninle baş başa kalmak ve sonra ölmek. Şu anda istediğim bu. Perestişle. (Cemil Meriç’ten Lamia Hanım’a mektuplar)
13 Aralık 1966
Önce mektupların, sonra da sesin beni tekrar hayata kavuşturdu, şimdi çelik gibiyim. Pazar günü yabancıların kuşattığı bir düşman kalesi gibiydim, sensizdim.
Sevgiliyi başkalarında aramak, tesellilerin en hazini. Tatsız tartışmalarla geçen bir gece. Sis, soğuk, uykusuzluk ve hepsinden zoru seninle baş başa kalamamak. Kâbus geçti. (Cemil Meriç’ten Lamia Hanım’a mektuplar)
Canım benim. Mezardan fırlamam için sesini duymam kâfi. Ölüm, yaşamak istememek. Hastalık, ruhun isyanı.
Paris sen yokken rüyalarımın şehriydi, şimdi Paris’im sensin, bütün ışıkları, bütün cazibesi, bütün büyüsüyle Paris. Yalnız Paris mi? Teninde çöllerin alevi, teninde çöl akşamlarının serinliği. Paris bir kartpostal kadar cansız, soluk, soğuk. Yalnız sen yaşıyorsun, yalnız sende yaşıyorum. Seninle, senin için yaşıyorum, seni yaşıyorum.
Senin yanında bütün kadınlar gazete kâğıdından kırpılmış gibi düz, sığ, ruhsuz ve manasız. Sen aşkın ta kendisisin canım benim, kadının ta kendisisin. Bütün kuvvetin oradan geliyor. Tabiat kadar tabiisin. Ve bir busende bütünün var, bütünün yani rüyaları, özleyişleri, çırpınışları, hummaları, şefkatleriyle bütün kadınlık.
Her zerren yaşıyor. Sen bitmeyen tek kitap, eskimeyen tek şiir. (Cemil Meriç’ten Lamia Hanım’a mektuplar)
Her kadında yalnız seni aradım, kiminde saçların vardı, kiminde tenin, kiminde kahkahanın bir parçası. Bütün yazdıklarım bir davetti, bir arayıştı. Sana açılan bir kucaktı, her kitabım. Ders verirken senin için konuşuyordum. Seni seviyorum dediğim her kadında sevdiğim sendin. Ve yoktun ortada.
Cemil Meriç, Jurnal
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar